T.C. GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ ĠKTĠSAT ANA BĠLĠM DALI TÜRKĠYE’NĠN KAYNAK GEREKSĠNĠMĠ ÇERÇEVESĠNDE REEL SEKTÖRÜN DIġ BORÇLANMASI DOKTORA TEZĠ Hazırlayan Osman Çağatay MUTLU Tez DanıĢmanı Prof. Dr. M. Tuba ONGUN Ankara - 2011 T.C. GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ ĠKTĠSAT ANA BĠLĠM DALI TÜRKĠYE’NĠN KAYNAK GEREKSĠNĠMĠ ÇERÇEVESĠNDE REEL SEKTÖRÜN DIġ BORÇLANMASI DOKTORA TEZĠ Hazırlayan Osman Çağatay MUTLU Tez DanıĢmanı Prof. Dr. M. Tuba ONGUN Ankara - 2011 ÖNSÖZ Tezin öncelikli amacı Türkiye‟de finansal olmayan firmalar kesimi için “olumsuz bilanço etkisi”nin varlığını test etmek ve anılan kesimin yükümlülük dolarizasyonunun belirleyicilerini tespit edebilmektir. Aynı çerçevede, küresel likidite koĢulları ve risk algılamalarındaki olumsuz bir değiĢiklik karĢısında, 1998-2009 TCMB Sektör Bilançoları verileri yardımıyla, anılan kesimin yükümlülük dolarizasyonu da dahil olmak üzere, bilanço kaynaklı çeĢitli kırılganlıklarının irdelenmesi de amaçlanmıĢtır. Tezin ikinci amacı ise, yurt içi tasarrufların yetersizliği nedeniyle sürekli bir dıĢ kaynak ihtiyacı içinde bulunan Türkiye ekonomisinde, cari iĢlemler dengesi ile dıĢ borçların sürdürülebilirliği açısından çok büyük bir önem arz eden, finansal olmayan firmaların dıĢ borçlanmalarının ne ölçüde üretken kapasiteyi ve dıĢ borç geri ödeme kabiliyetini arttırıcı ekonomik faaliyetlerde kullanıldığıdır. Tez çalıĢmam süresince yardımlarını ve desteğini esirgemeyen danıĢmanım Prof. Dr. M. Tuba Ongun‟a sonsuz teĢekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Süreç boyunca sağladıkları çok değerli katkılar ve destekleri için Prof. Dr. ġiir Yılmaz, Prof. Dr. Orhan Morgil ve Prof. Dr. Mehmet Tomanbay‟a da teĢekkürlerimi sunarım. Ayrıca, tez süreci boyunca destekleri ve teĢvikleriyle her zaman yanımda olan sevgili aileme ve eĢime de göstermiĢ oldukları sabır ve anlayıĢ için müteĢekkirim. ii ĠÇĠNDEKĠLER ÖNSÖZ ............................................................................................................ i ĠÇĠNDEKĠLER ................................................................................................ ii SĠMGELER VE KISALTMALAR DĠZĠNĠ ........................................................ v TABLOLAR LĠSTESĠ .....................................................................................vi GRAFĠKLER VE ġEKĠLLER LĠSTESĠ ...........................................................vi GĠRĠġ ............................................................................................................. 1 BĠRĠNCĠ BÖLÜM DIġ FĠNANSMAN ĠHTĠYACININ KAYNAKLARI 1.1. ANA ÇERÇEVE ...................................................................................... 9 1.1.1. Chenery-Strout Ġkili Açık Modeli ..................................................... 15 1.1.2. Ġkili Açık Modeline Yönelik EleĢtiriler ve Üçlü Açık Modelleri .......... 22 1.1.2.1. Muhasebe Çerçevesi .............................................................. 29 1.1.2.1.1. Tasarruf ve Yatırımlar ....................................................... 41 1.1.2.1.2. Maliye Politikası ................................................................ 43 1.1.2.1.2.1. DıĢlama ve Çekme Etkileri ....................................... 46 1.1.2.1.2.2. “Ġkiz Açıklar” ve “Ġkiz Sapma” Hipotezleri .................. 53 1.1.2.1.2.3. Maliye Politikası‟nın Etkinliğine ĠliĢkin Yapılan Ampirik ÇalıĢmalar ................................................................ 57 1.1.2.1.3. Para Politikası .................................................................. 60 1.1.2.2. Chisari-Fanelli Üçlü Açık Modeli ............................................. 64 1.1.2.3. Bacha Üçlü Açık Modeli .......................................................... 70 1.1.2.4. Taylor Üçlü Açık Modeli........................................................... 78 1.1.2.5. Üçlü Açık Modellerinin KarĢılaĢtırması ................................... 93 ĠKĠNCĠ BÖLÜM DIġ YARDIM / DIġ BORÇLANMA VE EKONOMĠK BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ 2.1. DIġ YARDIM/DIġ BORÇLAR VE EKONOMĠK BÜYÜME .....................96 2.1.1. Feldstein-Horioka Paradoksu....................................................... 102 2.1.2. Ġlgili Ampirik ÇalıĢmalar ................................................................ 108 iii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DIġ FĠNANSMAN ĠHTĠYACI VE KÜRESEL SERMAYE AKIMLARI ÇERÇEVESĠNDE “BĠLANÇO” YAKLAġIMI 3.1. BĠLANÇO RĠSKLERĠNĠN KAYNAKLARI ............................................120 3.1.1. Temel Günah Yazını ..................................................................... 125 3.1.2. Ahlaki Risk ve Kurtarma Garantileri ............................................. 131 3.2. FĠNANSAL KRĠZ MODELLERĠ ...........................................................136 3.2.1. Birinci Nesil Finansal Kriz Modelleri ............................................. 136 3.2.2. Ġkinci Nesil Finansal Kriz Modelleri .............................................. 136 3.2.3. Üçüncü Nesil Finansal Kriz Modelleri .......................................... 138 3.2.3.1. “Bilanço” YaklaĢımı ............................................................... 139 3.2.3.1.1. Döviz Kuru Rejimi, Dalgalanma Korkusu ve Para Politikası ....................................................................... 153 3.2.3.2. “Bankaya Hücum” YaklaĢımı ................................................ 170 3.2.3.3. “Ani DuruĢ” YaklaĢımı ........................................................... 174 3.3. “BĠLANÇO” YAKLAġIMINA ĠLĠġKĠN AMPĠRĠK ÇALIġMALAR .........181 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNDEKĠ GELĠġMELER (1998-2009 DÖNEMĠ) 4.1. TASARRUF - YATIRIM DENGESĠ .......................................................190 4.1. FĠNANSAL OLMAYAN FĠRMALARIN BĠLANÇO GELĠġMELERĠ .......208 BEġĠNCĠ BÖLÜM UYGULAMA 5.1. YÖNTEM..............................................................................................227 5.2. VERĠLER VE MODEL UYGULAMALARI ............................................245 5.3. MODEL SONUÇLARI ..........................................................................250 SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDĠRME ...................................................256 KAYNAKÇA................................................................................................264 EKLER........................................................................................................287 Ek Grafik 1: TYK / Özkaynaklar (1998-2009) (%) ...................................287 iv Ek Grafik 2: Bilançoların Yükümlülük Yapısı (1998-2009) (%) ................289 Ek Grafik 3: TYK Vade Yapısı (1998-2009) (%) ......................................291 Ek Grafik 4: Banka Kredileri / TYK (1998-2009) (%) ...............................293 Ek Grafik 5: Bilançoların Varlık Yapısı (1998-2009) (%)..........................295 Ek Grafik 6: Faiz Ödeme Gücü Göstergeleri (1998-2009) (%) ...............297 Ek Grafik 7: Karlılık Göstergeleri (1998-2009) (%) .................................299 Ek Grafik 8: Borç Dolarizasyonu Oranları (1998-2009) (%) ....................301 Ek Grafik 9: Borçların TL/YP Kompozisyonu (1998-2009) (TL) ..............303 Ek Grafik 10: YP Borçlar ve Ġhracat Gelirleri (1998-2009) (%) ................305 Ek Grafik 11: Bilanço Riskleri (1998-2009) (%) .......................................307 ÖZET ..........................................................................................................309 ABSTRACT ................................................................................................ 311 v SĠMGELER VE KISALTMALAR DĠZĠNĠ ABD : Amerika BirleĢik Devletleri BDDK : Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu DPT : Devlet Planlama TeĢkilatı FED : Federal Reserve Bank HM : Hazine MüsteĢarlığı IMF : Uluslararası Para Fonu ĠMKB : Ġstanbul Menkul Kıymetler Borsası OECD : Ekonomik Kalkınma ve ĠĢbirliği TeĢkilatı ÖĠB : ÖzelleĢtirme Ġdaresi BaĢkanlığı SPK : Sermaye Piyasası Kurulu TBB : Türkiye Bankalar Birliği TCMB : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TÜĠK : Türkiye Ġstatistik Kurumu TÜFE : Tüketici Fiyat Endeksi TYK : Toplam Yabancı Kaynaklar ÜFE : Üretici Fiyat Endeksi vi TABLOLAR LĠSTESĠ Tablo 1: Büyüme ve Çıktının Belirlenmesi .................................................... 88 Tablo 2: 1996 Yılına Kadar Yapılan ÇalıĢmalar .......................................... 114 Tablo 3: 1996 Yılından Sonra Yapılan ÇalıĢmalar ...................................... 115 Tablo 4: Ekonominin Genel Dengesi (1998-2009) (Cari Fiyatlarla, Milyon TL).............................................................................................. 190 Tablo 5: Ekonominin Genel Dengesi (1998-2009) (% Pay) ........................ 194 Tablo 6: Sektörler Ġtibarıyla GSYH (1998-2010) (% Pay) ........................... 202 Tablo 7: Sektör Sınıflandırması .................................................................. 209 Tablo 8: Finansal Olmayan Sektörler ToplulaĢtırılmıĢ Bilançosu ................ 210 Tablo 9: SeçilmiĢ Bilanço Kalemlerinin Bilanço Ġçindeki Yüzde Payları ...... 210 Tablo 10: SeçilmiĢ Ekonomik Göstergeler ve Bilanço Büyüklükleri ............ 211 Tablo 11: Menkul Kıymet Stokları ............................................................... 215 Tablo 12: Firmalar ToplulaĢtırılmıĢ Gelir Gider Tablosu .............................. 220 Tablo 13: Finansal Olmayan Sektörün Uzun Vadeli DıĢ Kredi Borcu ........ 225 Tablo 14: Finansal Kesim DıĢındaki Firmaların Döviz Varlık ve Yükümlülükleri ............................................................................ 226 Tablo 15: Model Tahmin Sonuçları (1 AĢamalı AB-GMM Fark) .................. 250 Tablo 16: Tahmin Denklemi Artığı Oto Korelasyonu ................................... 252 Tablo 17: Model Tahmin Sonuçları (1 AĢamalı AB-GMM Fark) .................. 253 Tablo 18: Tahmin Denklemi Artığı Oto Korelasyonu ................................... 254 vii GRAFĠKLER VE ġEKĠLLER LĠSTESĠ Grafik 1: GeliĢmekte Olan 39 Ülkedeki Kur Rejimleri ................................. 156 Grafik 2: GeliĢmiĢ 25 Ülkedeki Kur Rejimleri ............................................. 157 Grafik 3: Kamu Tasarruf ve Yatırımları (1998-2010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) ..................................................................................... 195 Grafik 4: Özel Tasarruflar ve Yatırımlar (1998-2010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) ..................................................................................... 196 Grafik 5: Kamu ve Özel Sektörün Tasarruf ve Yatırımları (1998-2010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) ................................................................ 198 Grafik 6: Kamu ve Özel Sektörün Tasarruf Yatırım Farkları (19982010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) ...................................................... 199 Grafik 7: Sabit Sermaye Yatırımlarının Kompozisyonu (GSYH‟nin Yüzdesi) ..................................................................................... 201 Grafik 8: Özel ve Kamu Kesimi Tasarruf-Yatırım Dengesi ile Cari ĠĢlemler Dengesi (1998-2010) (GSMHG'nin Yüzdesi) ................ 206 Grafik 9: TYK / Özkaynaklar (1998-2001) (%)............................................ 212 Grafik 10: Bilançoların Yükümlülük Yapısı (1998-2009) (%) ...................... 213 Grafik 11: TYK Vade Yapısı (1998-2009) (%) ............................................. 214 Grafik 12: Banka Kredileri / TYK (1998-2009) (%) ..................................... 214 Grafik 13: Bilançoların Varlık Yapısı (1998-2009) (% Pay) ......................... 217 Grafik 14: Faiz Ödeme Gücü Göstergeleri (1998-2009) (%) ...................... 218 Grafik 15: Karlılık Göstergeleri (1998-2009) (%) ........................................ 219 Grafik 16: Borç Dolarizasyonu Oranları (1998-2009) (%) .......................... 221 Grafik 17: Borçların TL/YP Kompozisyonu (1998-2009) (Milyon TL).......... 222 Grafik 18: YP Borçlar ve Ġhracat Gelirleri (1998-2009) (%) ........................ 223 Grafik 19: Sektör Bazında YP Borçlar ve Ġhracat (1998-2009) (%) ............ 224 Grafik 20: Bilanço Riskleri (1998-2009) (%) ............................................... 226 ġekil 1: Taylor Üçlü Açık Modeli ................................................................... 86 GĠRĠġ GeliĢmekte olan ülkelerin dıĢ finansman ihtiyacının temel belirleyicileri, ekonomik büyümenin büyük miktarda finansal kaynak gerektirmesi ve yurt içi tasarrufların bu noktadaki yetersizliği, sanayi üretiminin büyük ölçüde ara malı, hammadde ve yatırım malları ithalatına bağımlı olması, ödemeler dengesi ve bütçe açıklarının finansmanı ve vadesi gelen dıĢ borçların yine dıĢ borçlanma ile çevrilme zorunluluğu olarak sıralanabilir. Milli muhasebe özdeĢlikleri uyarınca, kamu ve özel sektörün tasarrufyatırım açıklarının toplamına eĢit olan cari iĢlemler açığının, Türkiye ekonomisinde yapısal bir hal alması, yurt içi tasarrufların ekonomik büyümenin finansmanında yetersiz kaldığına dolayısıyla ekonominin dıĢ kaynak bağımlılığına iĢaret etmektedir. Özellikle, küresel likidite bolluğu olarak da adlandırılan ve geliĢmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarının çok güçlü olduğu 2002-2007 döneminde, Türkiye ekonomisi 1950 sonrası dönemin en yüksek ortalama büyüme hızına ulaĢmıĢ, ancak aynı dönemde özel sektörün tasarruf-yatırım dengesinin hızla kötüleĢmesi, yüksek cari iĢlemler açıkları ve özel sektörün dıĢ borçlarında hızlı bir artıĢ ile sonuçlanmıĢtır. DıĢ kaynak kullanımı, bir taraftan, ekonominin üretken kapasitesini geniĢletmeye yönelik olarak tasarruf kısıtını hafifletirken, diğer taraftan da bünyesinde sürdürülebilir büyümeye tehdit oluĢturan özellikle yükümlülük dolarizasyonu gibi bilanço kaynaklı kırılganlıkları arttırmaktadır. Finansal piyasaların son yıllarda artan bir biçimde bütünleĢtiği bir ortamda, geliĢmekte olan ülkelerin finansal bilançolarındaki varlık ve yükümlülüklerin kompozisyonu ve büyüklüğü önemli bir kırılganlık kaynağı olarak ortaya çıkabilmektedir. Finansal krizlere bilanço yaklaĢımında, cari iĢlemler dengesi ve mali denge gibi geleneksel akım değiĢkenleri yerine stok değiĢkenler olan varlık ve yükümlülükler temelinde; bir ülkedeki temel sektörler olan kamu, finansal sektör, finansal olmayan özel sektör ve hanehalkının bilançoları incelenmektedir. Ayrıca, söz konusu sektör bilançolarının hem kendi aralarındaki hem de dıĢ alemle olan etkileĢimleri de 2 esas alınarak, sektörlerden birinde var olan kırılganlıkların diğer sektörlere nasıl sıçrayabileceği de incelenmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, bir ya da birden fazla sektörün finansal varlıklarına olan talepte keskin bir gerileme kendisini finansal bir kriz Ģeklinde ortaya koymaktadır. Örneğin, ülkenin geneli ya da temel ekonomik sektörlerden herhangi birinin dıĢ borç servisini gerçekleĢtirebilecek kadar döviz geliri elde edebileceğine iliĢkin uluslararası yatırımcı güveninin kaybolması; yeni finansman bulmayı ya da var olan kısa vadeli yükümlülükleri döndürmeyi olanaksız hale getirebilecektir. Bu durumda ülkenin finansal varlıklarına yönelik talepteki keskin gerileme beraberinde dıĢ varlık ve/veya döviz cinsinden varlıklara yönelik talepte keskin bir artıĢ meydana getirecektir. Uyarlama süreci ise büyük sermaye çıkıĢları, ulusal paradaki büyük oranlı bir reel değer kaybı, küçülen bir cari iĢlemler açığı ya da cari iĢlemler fazlası ve yurt içi massetmeyi azaltan bir resesyon eĢliğinde gerçekleĢebilecektir. Yakın zamanda meydana gelen finansal krizler, önceki krizler ve geçici ödemeler dengesi güçlüklerinden birçok açıdan ayrıĢmaktadır. Öncelikle, bu krizlerde finansman ihtiyacı çok acil ve Ģiddetli bir biçimde kendini hissettirmiĢ, ödeme güçlükleri çoğunlukla hem finansal hem de finansal olmayan sektörleri içeren özel sektörde baĢ göstermiĢ ve de kriz sonrası makroekonomik uyarlama çoğu zaman çok büyük sermaye çıkıĢları ve büyük oranlı kur ayarlamaları eĢliğinde keskin bir Ģekilde gerçekleĢmiĢtir. Özellikle bulaĢma etkisi aracılığıyla finansal kırılganlıkların dıĢ alem de dahil olmak üzere ekonominin farklı sektörlerine nasıl yayılabileceği hususu, politika yapıcılar açısından bilanço yaklaĢımının önemini daha fazla ön plana çıkartmaktadır. 1990‟lı yılların ortalarına kadar standart “birinci nesil” finansal kriz modelleri döviz krizlerini genellikle mali açıkların parasallaĢtırılması sonucunda, rezerv kayıpları ve nihai olarak da döviz kuru çıpasının terk edilmesiyle sonuçlanan temel makroekonomik göstergeler çerçevesinde 3 değerlendirirken (bkz. Krugman, 1999b), 1992 Avrupa Döviz Kuru Mekanizması krizi ve 1994-1995 Meksika krizi “ikinci nesil” kriz modellerinin tanımlanmasına yol açmıĢtır. Bu modellerde aĢırı değerli ulusal para ve sürdürülemez cari iĢlemler açıkları gibi yapısal zayıflıkların yanı sıra kendi kendini besleyen panik unsurları üzerinde de durulmaktaydı. 1997-1998 Asya krizi ise krizin merkezinde geleneksel “birinci nesil” modellerde yer alan mali dengesizliklerin değil özel sektörün, özellikle de reel sektörün yer aldığını ortaya koyuyordu. Bu kriz aynı zamanda 1990‟lı yılların döviz krizlerinin geleneksel cari iĢlemler dengesizliklerinden ziyade beklenmedik sermaye çıkıĢlarından ya da sermaye giriĢlerindeki ani duruĢlardan kaynaklandığını ve döviz krizlerinin genellikle bankacılık krizleriyle birlikte ortaya çıktığı gerçeğini ortaya koymuĢtu. Bu kapsamda bilanço yaklaĢımına dayanan “üçüncü nesil” modeller, sermaye hareketlerinin döviz krizleri ve finansal krizlere nasıl yol açabileceğini ortaya koymak üzere geliĢtirilmiĢti (Dornbusch, 2001). Küresel bir likidite daralması ve/veya faiz artıĢı riski karĢısında açık ekonomilerin ne ölçüde etkilenecekleri, bu ekonomilerin makroekonomik koĢulları, finansal sistemleri, döviz kuru rejimleri ve temel sektörlerinin yükümlülük dolarizasyonları ile bilanço yapılarından kaynaklanabilecek içsel kırılganlıklara bağlı olarak değiĢebilecektir. Bu çerçevede, bilanço riski temelde dört tür riski içermektedir: para birimi uyumsuzluğu, vade uyumsuzluğu, sermaye yapısı uyumsuzluğu ve borç ödeyebilme kabiliyeti kaynaklı risk. Para birimi uyumsuzluğu, varlık ve yükümlülüklerin farklı para birimleri cinsinden olmasının yaratabileceği riski ifade etmektedir. Ağırlıklı olarak varlıkların ulusal para, yükümlülüklerin ise döviz cinsinden olması durumunda ulusal paranın nominal ve reel değerinde büyük oranlı bir kayıp ciddi zararlara yol açabilecektir. Söz konusu risk, genellikle geliĢmekte olan ülkeler için geçerlidir. Ġktisat yazınında “temel günah” (Eichengreen ve Hausmann, 1999) olarak adlandırılan olgu, geliĢmekte olan ülkelerin uluslararası 4 piyasalardan kendi paraları cinsinden borçlanamamalarını ifade etmektedir. Dolayısıyla, reel sektör yatırımları açısından dıĢ kaynak finansmanı beraberinde genellikle bir risk de getirmektedir. Diğer taraftan, ekonomideki temel sektörlerden birinin dıĢ borç kaynaklı kur riskinden korunma davranıĢı, para birimi uyumsuzluğunun baĢka bir sektöre geçmesine neden olabilecektir. Örneğin, yurt dıĢından sendikasyon kredisi sağlayan bankaların açık pozisyon yaratmayacak Ģekilde söz konusu kredileri reel sektöre kullandırmaları ve krediyi kullanan sektörlerin net ihracatçı olmamaları durumunda, ulusal parada büyük oranlı bir reel değer kaybı söz konusu olduğunda firmaların bankalara olan borçlarını ödeyememe riskleri ortaya çıkabilecektir. Ayrıca, para birimi uyumsuzlukları rezervler üzerinde bir baskı unsuru olabilecek sermaye hareketlerinde bir kaymayı da tetikleyebilmektedir. Ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesinin bir net döviz borçlusu üzerindeki ilk etkisi gelir ya da servet etkisidir, borçlunun yükümlülükleri varlıklarına oranla reel olarak artıĢ göstermektedir. Net döviz borçluları ise çoğunlukla ulusal paranın daha da fazla değer kaybetmesi olasılığına karĢılık kendilerini korumak için döviz cinsinden varlıklara yönelmektedir. Küresel likidite koĢullarının çok uygun ve geliĢmekte olan ülkelere yönelik risk iĢtahının yüksek olduğu bir ortamda süregelen sermaye akımları ulusal paraya reel olarak değer kazandırabilir. Aynı zamanda ekonomik birimlerin sermaye giriĢlerinin aniden durması halinde merkez bankasının rezervlerini kullanarak ani kur yükseliĢlerinin önüne geçeceği beklentisi de yükümlülük dolarizasyonunu dolayısıyla bilançolardaki döviz cinsi uyumsuzluğunu arttırıcı rol oynayabilmektedir. “Dalgalı kur çekincesi” (bkz. Hausmann vd., 2001 ve Calvo ve Reinhart, 2002), dalgalı kur rejimlerinde gelirleri ulusal para cinsinden fakat borçları ise ağırlıklı olarak döviz cinsinden olan sektörlerde, reel kur artıĢlarının borçlanma dinamiklerini olumsuz yönde etkilemekle kalmayıp bilanço etkisi kanalıyla ekonomi üzerinde daraltıcı etkisi olabileceğine iĢaret 5 etmektedir. Standart Mundell-Fleming açık ekonomi modelinin belirli koĢullar altında öngördüğü reel kur artıĢlarının ticaret kanalı aracılığıyla net ihracatı arttırıcı ve üretimi geniĢletici etkisi, yükümlülük dolarizasyonunun varlığı durumunda tam tersine finansal kanal aracılığıyla daraltıcı ve “Ģok arttırıcı” nitelikte olabilmektedir. Döviz cinsinden yüksek açık pozisyonlara sahip firmaların bulundukları ülkelerde, reel kur artıĢları, döviz cinsinden borçların ulusal para cinsinden değerini arttırarak, dıĢ borç servisini ağırlaĢtırmaktadır. Aynı zamanda, bu ülkelerde özkaynakların erimesi neticesinde olumsuz bir servet (reel ankes) etkisinin ortaya çıkması ve geri ödeyememe riskinin artıĢ göstermesi, döviz krizlerini finansal krizlere dönüĢtürebilmekte ve yatırım ve üretim daralmasına neden olabilmektedir (Galindo vd., 2003b). Borçların kompozisyonunun ağırlıklı olarak kısa vadeli olması ise, anılan etkiyi kuvvetlendirmektedir. Döviz kazandırıcı faaliyetlerde bulunan sektörlerin ise, reel kur artıĢı kaynaklı bilanço kırılganlıklarının daha az olması beklenmektedir. Bu çerçevede, reel sektörün döviz cinsinden yükümlülüklerini döviz cinsinden varlıkları ile birlikte, diğer bir ifadeyle, net döviz pozisyonları temelinde değerlendirmek gerekmektedir. Ġmalat sanayindeki sektörlerin kırılganlıkları, üretimlerinin ve varsa ihracatlarının ithalata bağımlılık düzeylerine göre de değiĢkenlik gösterecektir; bağımlılığın yüksek olması durumunda kur riskinden korunmuĢ sektörlerde dahi, reel kur artıĢlarının olumsuz etkisi hissedilebilecektir. Reel sektörün dıĢ borçlarındaki artıĢtan kaynaklanan riskleri sadece miktar değiĢmeleri temelinde değerlendirmek ise yetersiz kalacaktır. Söz konusu riskleri dıĢ borcun kullanıldığı alanlar, dıĢ borç geri ödeyebilme kabiliyeti açısından dıĢ borçların döviz kazandırıcı faaliyetlerde kullanılıp kullanılmadığı, dıĢ borcun döviz, faiz ve vade kompozisyonu temelinde değerlendirmek gerekmektedir. Bilançolara iliĢkin ikinci risk olan, varlıkların uzun, yükümlülüklerin ise kısa vadeli olmasından kaynaklanan ve hem ulusal para hem de döviz 6 cinsinden söz konusu olabilecek vade uyumsuzluğu, borç çevirme riski ile faiz riskine kaynaklık etmektedir. Uluslararası faiz oranlarındaki olası bir artıĢ karĢında, reel sektörün dıĢ borçlarının faiz ve vade kompozisyonu, önemli bir kırılganlık kaynağı olabilmektedir. Uzun vadeli yükümlülükler açısından değiĢken faizli sözleĢmeler de faiz riski yaratmaktadır. Cari iĢlemler dengesi ile dıĢ borçlara dönemler arası yaklaĢım çerçevesinde, dıĢ borç servisindeki artıĢ, hem ödemeler dengesi istatistiklerinde dıĢ borç faiz ödemelerinin kaydedildiği cari iĢlemler hesabı altındaki “Yatırım Gelirleri Dengesi” hem de dıĢ borçların sürdürülebilirliği açısından olumsuzluklar yaratacaktır. Üçüncü bilanço riski olan sermaye yapısı uyumsuzluğu ise firmaların finansmanının hisse senedi arzından çok, aĢırı bir borçlanmaya dayanmasından kaynaklanmaktadır. Son olarak da, borç ödeyebilme kabiliyeti kaynaklı risk, bir firmanın varlıklarının yükümlülüklerini karĢılayamayacak seviyeye gelmesi halinde ortaya çıkmaktadır, bir baĢka deyiĢle, firmanın net değeri eksi olmaktadır. Vade yapısı, para birimi ve sermaye yapısı uyumsuzlukları olumsuz bir Ģokun varlığı halinde borç ödeyebilme kabiliyetinin ortadan kalkmasını tetikleyebilmektedir. Anılan tüm bu riskler ise kredi riskine yol açabilmektedir. Kredi riski, borçlunun borçlarını geri ödeyememesi anlamına gelmektedir. Borçlu açısından borç geri ödeyebilme kabiliyeti kaynaklı risk, alacaklı açısından kredi riski olmaktadır. Özellikle bankacılık sistemi kredi riskine maruz kalmaktadır. Anılan risklerden kaynaklanan bilançolardaki zayıflıklar ise küresel likidite koĢulları ve risk algılamalarında olumsuz bir değiĢiklik Ģeklindeki bir dıĢsal Ģokun yokluğunda uzun bir süre kendini saklayabilmektedir. Hem sektörel hem de ülke seviyesindeki bilanço kaynaklı problemlerin ödemeler dengesi krizlerine de yol açma potansiyeline sahip olduğu gözlemlenmektedir. Bazı durumlarda yabancı yatırımcıların kredi hattını kesmeleri durumunda dıĢ borç ödemelerini gerçekleĢtirebilmek için hem iç hem de dıĢ likit varlıkların tasfiyesi gündeme gelebilmektedir. Portföy 7 yatırımlarının da geri çekilmesiyle birlikte bu durum döviz kuru üzerinde baskı yaratabilmektedir. Bu çalıĢma, anılan genel çerçeve içerisinde, küresel likidite koĢulları ve risk algılamalarındaki olumsuz bir değiĢiklik karĢısında Türkiye‟de finansal olmayan kesimin, diğer bir ifadeyle, reel sektörün, baĢta yükümlülük dolarizasyonu olmak üzere çeĢitli kırılganlıklarını irdelemeyi, “olumsuz bilanço etkisi” önermesi ile yükümlülük dolarizasyonunun belirleyenlerini ampirik olarak test etmeyi ve ekonomik büyüme için gerekli olan kaynak gereksinimi çerçevesinde Türkiye‟de reel sektörce sağlanan dıĢ finansmanın ne ölçüde üretken kapasite ve dıĢ borç geri ödeme kabiliyetini arttırıcı faaliyetlerde kullanıldığını ve elde edilen sonuçlar ıĢığında olası etkileri değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Tezin ilk bölümünde dıĢ finansman ihtiyacının kaynaklarına iliĢkin, ikili ve üçlü açık modelleri ile milli muhasebe özdeĢlikleri temelinde genel bir değerlendirme sunulmakta ve anılan çerçeve içinde para ve maliye politikaları da tartıĢılmaktadır. Ġkinci bölümde ise dıĢ yardım/dıĢ borçlar ile büyüme arasındaki iliĢkiye hem kuramsal hem de hem de ilgili ampirik çalıĢmalar kapsamında yer verilmektedir. Üçüncü Bölümde dıĢ finansman ihtiyacı ve küresel sermaye akımları çerçevesinde finansal krizlere “bilanço” yaklaĢımı tartıĢılarak, konuya iliĢkin daha önce yapılmıĢ ampirik çalıĢmalar ıĢığında tezde yer verilen ekonometrik model uygulamasının kuramsal temelleri değerlendirilmektedir. Takip eden Dördüncü Bölümde, 1998-2009 dönemi için Türkiye ekonomisindeki geliĢmeler, makroekonomik bir perspektiften milli muhasebe özdeĢlikleri, tasarruf-yatırım dengesi ve ikizüçüz açıklar kapsamında ve mikroekonomik bir perspektifden de TCMB Sektörel Bilanço verileri kullanılarak, aynı dönem için finansal olmayan firmalar kesiminin bilanço geliĢmeleri kapsamında analiz edilmektedir. BeĢinci Bölümde ise, modelin sınamasında uygulanan ekonometrik yöntem ile model ve uygulama sonuçları sunulmaktadır. Sonuç Bölümünde ise, önceki bölümlerde yer verilen kuramsal tartıĢmalar temelinde, Türkiye ekonomisinde finansal olmayan firmalar kesimi için yapılan bilanço analizleri 8 ve elde edilen ekonometrik sonuçların genel bir değerlendirmesi ile çıkan sonuçlar ıĢığında, ilerideki çalıĢmalara ıĢık tutmaya yönelik bir takım önerilere yer verilmektedir. BĠRĠNCĠ BÖLÜM DIġ FĠNANSMAN ĠHTĠYACININ KAYNAKLARI 1.1. ANA ÇERÇEVE Büyüme için yoğun bir biçimde dıĢ kaynağa ihtiyaç duyan, geliĢmekte olan ülkelerin birçoğunda, dıĢ kaynak giriĢi de kendi baĢına bir üretim faktörü haline gelmiĢtir. BeĢeri yetenekler ile yatırım ve tasarrufların arttırılması, daha üretken teknoloji kullanımı, üretim ve istihdam kompozisyonunda köklü bir değiĢiklik ve anılan süreci destekleyecek yeni bir kurumsal yapı; durağan bir ekonominin, sürdürülebilir dönüĢtürülmesinde ortaya büyümeyi çıkan temel mümkün kılan değiĢikliklerdir. bir DıĢ yapıya kaynağa baĢvurmaksızın, ekonomisini bu yönde dönüĢtürmek isteyen bir ülke, hızlı büyüme gereksinimini ya kendi kaynakları ile ya da ihracat gelirleri ile finanse edilen ithalat ile sağlamak zorundadır. Bu türden bir baĢarı ise, yetenekler, yurt içi tasarruflar, ihracat gelirleri ve bu artan kaynakların tahsisinde; artan gelir seviyesinden kaynaklanan talep değiĢikliklerine cevap verebilecek eĢanlı bir artıĢı, gerekli kılmaktadır (Chenery ve Strout, 1966: 680). DıĢ kaynakların, ekonomik büyüme üzerindeki etkileri ise tüm üretken kapasitenin harekete geçirilmesi ve tahsisine yaptığı katkı ile ölçülmektedir. Üç tür kaynak üzerinde durulabilir: i) organizasyonel yeteneği de içeren yetenek arzı ii) yurt içi tasarruf arzı ve iii) ithal edilen mal ve hizmet arzı. Herhangi bir zaman diliminde, bu faktör arzları ekonomik büyüme üzerinde ayrı ayrı kısıtları temsil etmektedir. Yatırımlar, ithal ikamecilik ya da ihracatın arttırılması aracılığı ile yetenek ya da mal arzını arttırmaya yönlendirilse bile; söz konusu faktör arzlarındanki değiĢimler ancak kademeli olarak gerçekleĢtirilebilecektir. Üstelik, üretim sürecinde bu faktörler arasında kısa dönemde sadece kısıtlı bir ikame iliĢkisi bulunmaktadır. 10 DıĢ kaynağa iliĢkin yazın, anılan çerçeve içerisinde incelenecek olursa, bugünkü anlamıyla bilinen dıĢ yardım/dıĢ borçlanma, II. Dünya SavaĢı‟ndan sonra Avrupa‟nın yeniden imarı için 1947 yılında ABD‟nin Marshall Planı‟nı açıklaması ile baĢlamıĢ ve planın baĢarısını takiben 1949 yılında ABD BaĢkanı Truman, geliĢmekte olan ülkelere artan miktarlarda bir dıĢ yardım programı ilan etmiĢtir. Yine aynı dönemde, fakir ülkelerin kalkınması gerektiğine yönelik olarak ortaya çıkan genel kabul ile birlikte, bir iyimserlik havası hakim olmuĢtur. Ġlk kalkınma iktisatçıları eĢanlı olarak iki tarihsel olaydan, Büyük Depresyon ve Sovyetler Birliği'nin zorunlu tasarruf ve yatırımlarla sanayileĢmesinden etkilenmiĢlerdi. Kalkınma iktisadı yazınında önemli bir yer tutan ve modelini baĢlangıçta bir büyüme modeli olarak tasarlamayan Domar (1946), üretim kapasitesinin sermaye stoku ile orantılı olduğu varsayımı altında ABD'de yatırımlar ile resesyonlar arasındaki kısa dönemli iliĢkiyi incelemiĢ ve Büyük Depresyon'un da etkisiyle yüksek iĢsizliği veri olarak kabul etmiĢtir: ilave makineler ile çalıĢabilecek insanlar her zaman bulunabilirdi. Domar (1946)'ya göre, ikili bir niteliği olan yeni makine yatırımları hem talebi hem de kapasiteyi (arzı) arttırmaktaydı, ancak söz konusu iki etki eĢit olmayabileceğinden; ekonomi kronik aĢırı üretim ya da eksik üretime savrulabilirdi. Harrod-Domar büyüme modelinin temelinde bu çıkarsama yatmaktadır. Domar'ın yaklaĢımının çok fazla kabul görmesinin nedeni, GSYH büyümesinin yatırım harcamalarının GSYH içindeki payı ile doğru orantılı olduğu yönünde çok basit bir öngörü içermesidir. Yt = ø Kt-1 Ģeklinde ifade edilen ve üretim (Y)'nin, sene baĢındaki mevcut makine stoku (K t-1) ile doğru orantılı olduğuna iliĢkin varsayım altında, (Yt – Yt-1) = ø (Kt-1 - Kt-2) = ø It-1 olmaktadır. EĢitliğin her iki tarafı geçen yılın üretimi ile bölündüğünde, cari yıldaki GSYH büyümesi ile bir önceki yılın yatırım/GSYH oranı doğru orantılı olarak bulunmaktadır: (Yt - Yt-1) / Yt-1 = ø (It-1) / Yt-1, 1/ø = k = It-1 / Yt - Yt-1 = Marjinal Brüt Sermaye Hasıla Katsayısı (ICOR). Özet bir biçimde ifade edilecek olursa, It-1 = ICORt (Yt – Yt-1). 11 Benzer bir biçimde, Nurkse ve Lewis gibi kalkınma teorisyenleri de 1950‟li yıllarda sermaye birikimi ve büyük ölçekli yatırımların ekonomik büyümede ne kadar hayati bir rol oynadığını vurgulamıĢlardır. Sadece sermayenin bir kısıt oluĢturduğu “atıl emek” modelini geliĢtiren ve yeni fabrikalar inĢa etmenin kırsal üretimde bir düĢüĢe neden olmadan emeği massedeceğini savunan Lewis'e göre, üretim üzerindeki bağlayıcı kısıt emek değil sermaye idi. Bu yıllarda diğer kalkınma iktisatçıları da üretim sürecinde emek ve sermaye arasında sabit bir oran varsaymaktaydı. Lewis, ekonomik kalkınmanın temel gerçeğinin hızlı sermaye birikimi olduğunu ve yatırımların nüfus artıĢ oranının üzerinde olması gerektiğini vurgulamaktaydı. Anılan iliĢki, “gerekli” yatırımların, arzu edilen büyümeye oranını temsil eden ve 2 ile 5 arasında bir değer aldığı düĢünülen ICOR çerçevesinde tartıĢılmaktaydı. Örneğin, yatırım harcamalarının GSYH'nin % 4'ü ve ICOR'un 4 olduğu bir ülkede yıllık büyüme % 1 olacaktır. Lewis'in önerdiği üzere, nüfus artıĢ hızının % 2 olduğu bir durumda, yatırım harcamalarının payı % 12'ye çıkartılarak, yıllık % 3 büyüme oranına ulaĢılabilecek ve kiĢi baĢı GSYH yıllık artıĢı % 1 olacaktır. Ancak, yurt içi tasarruf oranının sadece % 4 olduğu bir ülkede, % 3 hedef büyüme oranına ulaĢılabilmesi için gerekli olan GSYH'nin % 12'si tutarında bir yatırım harcaması ise GSYH'nin % 8'i tutarında bir finansman açığı ortaya çıkarmaktadır. Rostow'un 1960 yılında yayımladığı Ekonomik Büyümenin AĢamaları'nda ise beĢ aĢamanın en önemlisi konumunda olan ve dıĢ borçlara bağımlı olmadan arzu edilen bir büyüme hızının sürdürülebildiği durumu ifade eden “kendi kendini sürdürebilen büyüme”ye kalkıĢ aĢamasında, kalkıĢın tek belirleyeni yatırımların gelirdeki payının %5'den %10'na arttırılmasıydı. Dolayısıyla, Rostow'daki aĢamalar aslında Domar ve Lewis tarafından daha önce dile getirilen önermeleri teyit etmekteydi. Rostow, Harrod-Domar modelini kullanarak kalkıĢ için gerekli olan yatırımları hesaplarken, 3 ile 3.5 arasında bir ICOR varsaymıĢtır. 12 Kalkınma iktisatçıları, bu noktadan hareketle, fakir ülkelerin, tasarruflarını arttıramayacak kadar fakir olduklarını savunarak, finansman açığının dıĢ yardım ya da dıĢ borç ile kapatılabileceğini öngörmekteydi. Kalkınma ekonomisi yazınında sermaye birikiminin geliĢmekte olan ülkeler açısından önemi “fakirlik sarmalı” tanımlaması çerçevesinde değerlendirilmektedir: fakir ülkeler fakirdir çünkü sermaye birikimleri ve dolayısıyla yatırım seviyeleri yetersizdir, sermayeleri artamaz çünkü fakir ülkelerdir. Böylelikle, sermaye birikimi ekonomik kalkınmada önceliği almaktadır. Yatırımlar çıktıyı arttırmakta, çıktı da sermaye birikimini hızlandırarak, “sarmal”ın aĢılabilmesi için uyarıcı bir rol oynamaktadır. Özet olarak, yurt içi tasarruf seviyesinin düĢüklüğü ve/veya sermaye malları ithali için gerekli olan döviz kaynaklarının kıtlığından kaynaklanan sermaye birikiminin önündeki engeller nedeniyle, büyümenin kısıtlanması, emek, doğal kaynaklar ve üretken kapasitede eksik kullanıma yol açabilecek; ancak, cari dönemde ödeme gerektirmeyen bir dıĢ kaynağa baĢvurmak suretiyle söz konusu engeller giderilebilecekti. Nihayetinde ise gerekli sermayenin sağlanmasıyla ortaya çıkan büyüme, kendi kendini sürdürülebilen bir hal alabilecek ve dıĢ kaynak ihtiyacı ortadan kalkabilecekti. Ancak, dıĢ kaynak giriĢi ve/veya ihtiyacı azaldıkça tüm gereksinimler iç kaynaklardan karĢılanmak durumundadır. 1 Burada iki kritik soru gündeme gelmektedir: dıĢ kaynakların eksik yurt içi kaynakları ne ölçüde ikame edebileceği ve baĢlangıçta dıĢ kaynaklara baĢvuran ülkelerin gelecekte dıĢ kaynak bağımlılığını azaltmak için gerekli olan adımları atıp atamayacağı. 1960‟lı yıllarda yukarıda değinilen çerçeveyi temel alan ve “açık modelleri” olarak adlandırılan ampirik çalıĢmaların ilk ve en çok bilineni Harrod-Domar büyüme modelidir. Emekte bir arz fazlasının bulunduğu ve büyümenin sadece sermaye birikimi ile sermayenin verimliliği tarafından kısıtlandığı modelde, sermaye birikimi ya da yatırım seviyesi tasarruflar 1 Gerschenkron, sanayileşme için veri bir ön şartlar kavramını eleştirirken, eksik faktörler için daha farklı ikame olasılıkları üzerinde durmaktadır. 13 tarafından belirlenmektedir. Hedef bir büyüme oranına ulaĢılması için ya tasarruflar ve dolayısıyla yatırımlar ya da sermayenin verimliliği arttırılmalıdır. DıĢ yardım ve/veya dıĢ borçlar tasarruf kısıtını gevĢeterek yatırımlara yönlendirilebilir kaynakları arttırarak daha yüksek büyüme oranlarına ulaĢılmasını sağlamaktadır. Hedef büyüme oranlarına ulaĢılması için gereken dıĢ kaynak giriĢlerini bir tasarruf açığı vasıtasıyla hesaplayan Rosenstein-Rodan (1961: 117), az geliĢmiĢ ülkelerin kalkınmaları için marjinal tasarruf oranının ortalama tasarruf oranından daha büyük olmasını gerektiğini; bu sayede, milli gelirdeki artıĢın yurt içi tasarrufları ve dolayısıyla yatırım amaçlı yurt içi kaynakları da arttıracağını ileri sürmüĢtür. Nihai olarak, dıĢ tasarruflara olan ihtiyaç ortadan kalkacak ve dıĢ borç anapara geri ödemeleri ile faiz ödemeleri için gerekli finansman sağlanmıĢ olacaktı. Büyüme için gerekli olan yatırımların, dıĢ yardım/dıĢ borç ile karĢılanabileceği ön kabulü 1960 ve 1970'li yıllarda geçerli olmakla birlikte; bir taraftan da borçlu ülkeler aĢırı borçluluk konusunda uyarılmaktaydı. Resmi alacaklılar için bir borç sorunundan kaçınmanın yolu ulusal tasarrufların arttırılmasından geçmekteydi. Rostow (1960), dıĢ yardım alan ülkelerin, kalkıĢ aĢamasından sonra doğal olarak tasarruflarını arttıracaklarını ve dolayısıyla 10 ya da 15 yıl sonra dıĢ kaynağa ihtiyaç duymayacaklarını öngörmekteydi. Ġktisat yazınında dıĢ yardım ve büyüme arasındaki iliĢkiyi irdeleyen ve Marshall Planı sonrası iyimserliğin kavramsal temellerini sağlayan standart kuramsal model ise Harrod-Domar büyüme geleneğinden gelen, Chenery ve Strout (1966) ikili açık modelidir. Yurt içi tasarruflar ile belirli bir büyüme seviyesine ulaĢmak için gerekli yatırım düzeyi arasındaki açığı ifade eden Rosenstein-Rodan'ın tasarruf kısıtına ilave olarak, Chenery ve Bruno (1962) ile Chenery ve Strout (1966), geliĢmekte olan ülkelerde, hem yatırımlar hem de belirli bir üretim düzeyi için gereksinim duyulan ithal sermaye mallarının ihracat gelirleri ile karĢılanma olasılığının düĢük olduğunu vurgulayarak, bir 14 de döviz açığı tanımlamıĢlardır. Bu Ģekilde, dıĢ yardımlar her iki açığı da kapatabilecekti. Chenery'nin, 1971 yılında Dünya Bankası'nda baĢ ekonomik danıĢman olduğu sırada, Chenery-Strout (1966) modeli bilgisayar ortamında modellenerek Minimum Standard Model (MSM) adını almıĢtır. Daha sonra revize edilerek, Revised Minimum Standard Model (RMSM) adını alan ve Dünya Bankası'nca halen kullanılmakta olan modelin büyüme bölümünde hedef büyüme oranı çarpı ICOR, yatırım gereksinimini ortaya koymaktadır. Anılan her iki modelde de, sürdürülemez borç dinamiklerinden kaçınmak için, hesaplanan marjinal tasarruf oranının yeteri kadar yüksek olması gerektiği vurgulanmıĢtır (Easterly, 1997: 10). Söz konusu iki açık ile ilgili olarak, herhangi bir veri zaman kesitinde açıklardan en az birisi bağlayıcı olmaktadır. Aralarındaki fonksiyonel iliĢki farklı tayin edildiğinden ex-ante olarak birbirine eĢit olmayabilen her iki açık Keynesçi eĢitlik gereğince ex-post olarak eĢit olmak zorundadır (Tanrıkulu, 1983: 28). Toplam dıĢ kaynak ihtiyacının tespitinde ise büyüme potansiyelinin kısıtlanmaması için daha büyük olan açık seçilmektedir. Örneğin, hangi açık bağlayıcı ise dıĢ yardım o açığı kapatarak daha yüksek bir büyüme oranının yakalanmasını sağlayacaktır. Ancak, model çözümlemesinde çoğunlukla biri bağlayıcı olmak üzere iki eĢitsizlik bulunduğundan, sonuçlar kesinlik arz etmemekte, bir baĢka deyiĢle, açıklar arasında bir açık bulunmaktaydı. Bu türden bir sonuç ise tasarruf ve yatırım dengesi ile dıĢ denge arasındaki ex post eĢitlikle çeliĢmekteydi. Bu dengesizliğin günümüze nasıl yansıdığı incelenecek olursa, Dünya Bankası ekonomistleri, RMSM modelini çözerlerken, hemen hemen her zaman dıĢ açığın bağlayıcı olduğunu varsaymıĢlar ve ulusal gelir ve üretim hesaplarının denkliğini sağlamak üzere özel tüketim ile tasarrufları atıl değiĢkenler2 olarak sınıflandırmıĢlardır. 2 Örneğin, a1x1+a2x2+...anxn ≤ b şeklindeki bir eşitsizlik kısıtını, atıl değişken olarak adlandırılan ve negatif olmayan bir değişken (w) ekleyerek bir eşitliğe dönüştürmek mümkün olabilir: a1x1+ a2x2+ ...anxn+ w = b, w ≥ 0. 15 Yurt içi tasarruf ihtiyacının daha fazla vurgulandığı ve ICOR formülasyonu aracılığıyla yatırımların büyümeye dönüĢtüğü ikili açık modelinde, yatırım ihtiyacının ülkenin kendi tasarruflarından karĢılandığı kendi kendini sürdürebilir büyüme aĢamasına geçilebilmesi için, marjinal tasarruf oranının yeteri kadar yüksek olması gerekmekteydi. Bu görüĢe göre, sağlanacak yardım miktarı borçlu ülkelerin yurt içi tasarruflarını arttırmadaki etkinliğine bağlı olmalıydı. AĢağıda Chenery ve Strout (1966) ikili açık modeline yer verilmektedir. 1.1.1. Chenery-Strout Ġkili Açık Modeli Büyüme modelleri genellikle, kapalı bir ekonomide aynı zamanda yatırımların da üst sınırını belirleyen, tasarruf kısıtı üzerinde durmaktadır. Ancak, dıĢ finansmanın mümkün olduğu açık bir ekonomide, yatırımların arttırılmasında diğer kısıtlar üzerinde de durmak gerekmektedir: nitelikli emek, giriĢimcilik, yatırım sürecindeki diğer tamamlayıcı girdiler ya da üretilen mal için kısıtlı bir piyasa beklentisi. HızlandırılmıĢ büyümeyi kısıtlayabilecek diğer bir faktör de, ülkenin üretken yapısını, değiĢen iç ve dıĢ talep desenine cevap verebilecek nitelikte değiĢtirme yeteneğinden yoksun olmasıdır. Hızlı bir büyüme, makine ve ekipman, hammadde ve (özellikle geliĢmekte olan bir çok ülkede çoğunlukla ithal edilmekte olan) diğer imalat sanayi ürünlerini gerektirmektedir. Büyüme ne kadar hızlı gerçekleĢirse, oluĢabilecek darboğazları engelleyebilmek üzere gereksinim duyulan; emek ve sermayenin yeniden tahsisi o denli büyük olacaktır. Anılan tahsisin hızla gerçekleĢtirilememesi durumunda, yatırım kısıtından ayrı olarak; yetersiz düzeydeki bir mal ithalatı, büyümeyi daha da kısıtlayabilecektir. Söz konusu ithalat kısıtı, ekonominin yurt içi kaynakları ve ithalatı kullanarak; gelir düzeyi, yatırım oranı ve tüketici talebi deseninin gerektirdiği üretim kompozisyonunu sağlamaktaki yeteneksizliğini yansıtmaktadır. Ġthal edilen mallara iliĢkin geçici bir yokluk, ülkedeki yatırım 16 malları arzının yetersizliğinden dolayı, potansiyel tasarrufları yatırımlara dönüĢtüremeyecektir. Chenery ve Strout (1966) modelinde, yatırım kısıtı altında büyüme olarak adlandırılan ve sıfır dıĢ kaynağın geçerli olduğu Harrod-Domar modelini içeren ilk aĢamada, yetenek ve tasarruf 3 olmak üzere iki kaynak kısıtı bulunmaktadır. DıĢ ticaret kısıtı altında büyüme olarak adlandırılan ve ödemeler dengesi kısıtının etkin olduğu ikinci aĢamada ise kendi kendini sürdürebilen büyümeye ulaĢılabilmesi için gerekli olan Ģartlar üzerinde durulmaktadır. DıĢ yardımın iĢlevlerine açıklık getirmek ve geliĢmekte olan ülkelerin performanslarını değerlendirmek üzere kurgulanan modelde, 19571962 dönemi için medyan sermaye-hasıla katsayısının (k), 3.52 ve medyan ortalama tasarruf oranının % 12 olduğu çoğunluğu az geliĢmiĢ toplam 31 ülke verisinden oluĢan bir örneklem kullanılmıĢ ve dıĢ yardım almayan az geliĢmiĢ ülkelerin büyüme oranlarının % 3.4'ün altında kalacağı sonucuna ulaĢılmıĢtır (Chenery ve Strout, 1966: 684). Yatırım kısıtı altındaki büyüme modelinde, kısıtlayıcı etkenin ödemeler dengesi olmadığı varsayılmaktadır. Kendi kendini sürdürebilen büyümeye geçiĢ, tasarruf - yatırım açığının geçici olarak dıĢ kaynaklarla kapatılabildiği ve aĢağıdaki denklemlerle ifade edilen bir süreç ile tanımlanmaktadır: Yt = St + Ct (1.1) St = I t - F t (1.2) Kapasite Kısıtı: Yt ≤ Y0 + Yatırım Ġmkanı: It ≤ (1+β) It-1 3 k = It / Yt - Yt-1 (1.3) (1.4) 5 yıldan 10 yıla kadar olan kısa dönemde, Harrod-Domar büyüme modelinde öngörülen lineer ilişkiler seti ile tanımlanan ekonomide; uzun dönemde, değişen taleple birlikte, azalan verimlilikle de olsa, ithalatın iç kaynaklar ile ikame edilebileceği görüşüne dayanan neo-klasik bir model geçerlidir. 17 Tasarruf Kısıtı: St ≤ S* = S0 + (Yt – Y0) Hedef Büyüme: Yt ≤ (1+r*).Yt -1 (1.5) (1.6) Yukarıdaki denklemlerde Yt Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)‟yı, St brüt yurt içi tasarrufları, Ct tüketimi, It brüt yatırımları, Ft net dıĢ sermaye giriĢlerini, k marjinal brüt sermaye-hasıla katsayısını (ICOR), β yatırımların maksimum büyüme hızını, marjinal tasarruf oranını, S* potansiyel brüt yurt içi tasarrufları ve r* da GSMH'nin maksimum büyüme hızını göstermektedir. Kapasite kısıtı, üretimi arttırmak için belirli bir miktarda yatırıma ihtiyaç duyulduğunu ifade eden Harrod-Domar varsayımına dayanmaktadır. Yatırım imkanı kısıtı ise, herhangi bir dönemde, ilave yatırımlar için massetme kapasitesinin; ancak bir kalkınma sürecinin sonucunda arttırılabilecek olan tamamlayıcı girdi arzı ile kısıtlandığını ifade etmektedir. β parametresi, üretken yatırımları arttırabilmek için ihtiyaç duyulan “yetenek kısıtı”nı yansıtırken; tasarruf kısıtı, sadece marjinal tasarruf eğilimini değil, hükümetin vergi ve diğer politikalar aracılığı ile toplam tasarrufları arttırabilme imkanını da yansıtmaktadır. Hedef büyüme oranı, eriĢilebilir olsa da, % 6-7'nin üzerindeki büyüme oranlarını finanse edecek düzeyde dıĢ kaynak bulunamayabileceğini ifade etmektedir. DıĢ kredilerde yer alan anlaĢma Ģartları, ülkenin gelecekteki ekonomik durumuna bağlı olduğundan, yurt dıĢından borçlanmanın üst bir sınırı bulunmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı, model ya hedef bir büyüme oranı içermeli ya da yatırımların sonsuza kadar tasarrufların üzerinde olamayacağı gerçeği modelde yansımasını bulmalıdır. Model varsayımları altında, aĢırı kapasite yaratılması ya da tasarrufları azaltarak dıĢ kaynağı arttırmaya yönelik hiç bir güdü bulunmamaktadır. Dolayısıyla (1.3) ve (1.4) no‟lu eĢitsizlikler, eĢitlik haline dönüĢmektedir. GSMH'deki artıĢ, önce I. AĢama olarak adlandırılan ve (1.1)‟den (1.5)‟e kadar olan denklemler ile ifade edilen yatırım imkanı tarafından; sonrasında ise II. 18 AĢama olarak adlandırılan ve (1.6) no'lu denklem ile ifade edilen, yatırımların hedef büyüme oranını sürdürebilmek için gerekli olan (k.r*) seviyesine ulaĢmasıyla birlikte hedef büyüme oranı tarafından sınırlanacaktır. I. AĢama, yatırımların yıllık β sabit oranında ve GSMH'nin ise hızlanarak arttığı dönemi ifade etmektedir. (1.3) ve (1.4) no‟lu denklemler yatırımlarda her bir dönemde ortaya çıkan artıĢın, GSMH'de ortaya çıkan artıĢın sabit bir (β.k) oranı kadar olduğunu ortaya koymaktadır. Denklem Ft için çözülecek olursa: Ft = F0 + (β.k - ) (Yt – Y0) (1.7) Bu denklem, dıĢ sermaye giriĢlerindeki artıĢın (Ft – F0); yatırımlardaki artıĢ ile tasarruflardaki artıĢın arasındaki farkı finanse ettiğini ifade etmektedir. Artan sermaye giriĢleri olmaksızın, k = 3.52 ve = % 19 medyan değerlerine sahip bir ülkede yatırımların yıllık büyüme hızı yaklaĢık % 5 civarında gerçekleĢecek; yıllık % 10 oranında bir yatırım artıĢ hızı ise, I. AĢama‟da artan yatırımların yaklaĢık yarısının dıĢ kaynaklar ile finanse edilmesini gerektirecektir (Chenery ve Strout, 1966: 687). Harrod'ın orijinal formülasyonundaki terimlerle ifade edilecek olursa, emek gücünün büyüme oranı (doğal büyüme oranı) ile potansiyel tasarruf sınırına (garantilenen oran) denk gelen farklı büyüme oranları bulunmaktadır. Doğal oran, yatırım imkanına dayalı, yeteneğe bağlı bir oran ile değiĢtirilmiĢtir. DıĢ kaynaklar ise yatırım ve tasarruf arasındaki açığı kapatarak, daha yüksek büyüme oranlarına ulaĢılabilmesine imkan vermektedir. Yatırımların hedef büyüme oranını sağlayacak düzeye eriĢmesiyle birlikte, I. AĢama m yılında sona ermektedir. Im = k.r*.Ym Denklemlerde I yerine konulduğunda, (1.8) 19 Ym = Y0 . (β - r0) / (β - rm) (1.9) Örneğin, yukarıdaki denklem uyarınca, yatırımların yılda % 10 oranında arttığı medyan ülkede, dıĢ kaynak olmaksızın GSMH'nin % 12'si düzeyinde olan yatırım oranı; dıĢ kaynak ile birlikte GSMH'nin % 21'i düzeyine arttırılabilmekte ve bu sayede 11 yıl süresince yıllık % 6'lık bir GSMH büyümesini destekleyebilmektedir (Chenery ve Strout, 1966: 688). Modeldeki II. AĢama, Rosenstein-Rodan (1961)'de ele alınan dıĢ kaynak ve büyüme sürecine denk gelmektedir. (k.r*) ile ortalama tasarruf oranı αt arasındaki fark tarafından belirlenen dıĢ kaynak kulanımı ile birlikte, GSMH ve yatırımlar sabit bir oranda artmaktadır. Sistem büyüme oranı rt için çözüldüğünde, değiĢtirilmiĢ bir Harrod-Domar denklemi formuna ulaĢılmaktadır: rt = (αt + øt) / k , αt = (α0 - ) Y0 / Yt + ve øt = Ft / Yt (1.10) Sermaye giriĢlerinin GSMH‟ye oranını ifade eden øt'nin düĢmesi için, marjinal tasarruf oranı hedef büyüme oranının gerektirdiği yatırım oranı k.r*'ın üzerinde olmalıdır. Bu Ģartın sağlanması durumunda, sistem, tasarruf oranının sermaye giriĢlerine ihtiyaç bırakmayacak düzeyde arttığı p yılında GSMH seviyesi için çözülebilmektedir: Yp = Ym . ( - αm ) / ( - k.r*) (1.11) DıĢ ticaret kısıtı altındaki büyüme sürecinde, değiĢken tutarlardaki sermaye giriĢleri, ticaret açığının arzulanan tasarruf-yatırım açığına eĢit olmasını sağlamak üzere ithalat ve ihracatta sürekli bir uyarlama gerektirmektedir. I. AĢama'da her ne kadar artan sermaye giriĢleri ödemeler dengesi üzerindeki baskıyı azaltsa da, II. AĢama'da sermaye giriĢlerinin azalması ihracatın ithalattan daha hızlı artmasını gerektirmektedir. Ancak pek çok ülkenin aĢırı değerli ulusal para ya da etkin olmayan diğer politikalar 20 sebebiyle üretim yapısında bu gerekli uyarlamayı gerçekleĢtiremediği dikkate alındığında; büyüme oranını düĢürmeden, dıĢ ticaret açığının ancak zaman içinde düĢürülebileceği noktasından hareketle, dıĢ ticaret açığı çoğunlukla “yapısal” olmaktadır. Modele, (1.3) no'lu denklemdeki kapasite kısıtına benzer, veri bir GSMH düzeyini sürdürülebilir kılacak, minimum bir ithalat gereksinim düzeyini belirtir Mt* değiĢkeni ilave edilmektedir. Söz konusu gereksinim, üretim sürecindeki gereklilik ve yurt içi arzın kısıtlı olmasından kaynaklanan göreli esnek olmayan bir ara malı ve yatırım malı ithalat talebinden kaynaklanmaktadır. Mt ≥ Mt*= M0* + µ (Yt – Y0) (1.12) Minimum marjinal ithalat oranını ifade eden µ , 10-15 yıllık planlama süreçlerinde önemli bir yapısal kısıtı temsil etmektedir. Herhangi bir zaman diliminde geliĢmekte olan ülkelerdeki ekonomik yapı, aynı zamanda ihracat gelirlerinin artıĢını da kısıtlamaktadır. Pek çok temel birincil ürün için ihracat gelirleri büyük ölçüde talep tarafından belirlendiğinden, ihracatta hızlı bir artıĢ, genellikle üretken kapasite, organizasyonel ve kurumsal yapı tarafından kısıtlanan yeni ihraç ürünlerinin geliĢtirilmesini gerekli kılmaktadır. Ġhracatı arttırmaya yönelik hükümet politikaları aĢağıdaki denklemde ε ile gösterilmektedir: t Et = E0 (1 + ε) (1.13) Toplam dıĢ ticaret kısıtı ise, ihracat gelirleri ile minimum ithal gereksinimi arasındaki açığı (Ftm) karĢılayacak düzeyde bir sermaye giriĢi gerektirmektedir: Ft ≥ Ftm = Mt* - Et (1.14) 21 Tasarruf-yatırım açığı tarafından belirlenen (1.2) no'lu denklemdeki sermaye giriĢlerinin, minimum dıĢ ticaret açığınının üzerinde olduğu bir durumda; iki açığın eĢitlenebilmesi için, ya belirlenmiĢ minimumun üzerinde bir ithalat ya da (1.13) no'lu denklemde belirlenen varsayılan maksimum ihracattan daha düĢük bir ihracat gerekmektedir. Buna karĢılık, tasarrufyatırım açığından daha yüksek bir minimum dıĢ ticaret açığı, GSMH büyüme hızını ve sermaye giriĢlerini kontrol altında tutacaktır. Bu durumda, ya tasarrufun (1.5) no'lu denklemde belirlenen potansiyel tasarruf açığının altında kalması ya da daha az üretken yatırımların faaliyete geçirilmesi gerekmektedir. Her iki durumda da tasarruf kısıtı bağlayıcı olmaktan çıkmaktadır. Kuramsal olarak, sermaye giriĢlerinin belirleyeni olarak, dıĢ ticaret kısıtı tasarruf kısıtının yerini I. ya da II. AĢama'da alabilmektedir. Gerçek dünyada ise bu durumun I. AĢama'da gerçekleĢmesi daha az olasıdır, çünkü artan sermaye giriĢleri, genellikle ihracatın ithalat kadar hızlı artmasını gerektirmemektedir. Ancak, bir kez GSMH'deki hedef büyüme oranı yakalandığında, dıĢ kaynağın azaltılabilmesi için, ihracatın ithalattan daha hızlı artması gerekmektedir. Ticaret kısıtının II. AĢama'da etkin olması daha olası gözükmektedir. Bu durumda, yeni kısıt setinin bağlayıcı olduğu dönem III. AĢama olarak adlandırılmaktadır. III. AĢama'da (1.3), (1.6) ve (1.9) no'lu eĢitsizlikler eĢitlik haline dönüĢmekte ve (1.4) ve (1.5) no'lu kısıtlar geçersiz hale gelmektedir. GSMH, II. AĢama'da olduğu gibi, veri bir hedef büyüme oranı için (VI) no'lu denklem tarafından belirlenmektedir. Denklem (1.14) tarafından belirlenen sermaye giriĢleri ise tasarruf kısıtının gerektirdiğinin üzerine çıkmaktadır. Sermaye giriĢinin azaltılabilmesi için ya ihracat artıĢ hızı GSMH hedef büyüme oranının üzerine çıkartılmalı, ya da marjinal ithalat oranı baĢlangıçtaki ortalama oranın bir hayli altında kalmalıdır. DıĢ ticaret açığının, veri bir (q-j) döneminde kapatılabilmesi, (1.12) ve (1.13) no'lu denklemlerden türetilen aĢağıdaki Ģarta bağlıdır: 22 Ej / Mj (1 + ε) q-j q-j - µ / µj (1 +r*) ≥ (1- µ / µj) (1.15) Uzun dönemde, ε ve µ‟ parametreleri politika kontrolüne k ve parametrelerinden daha yatkın olduklarından; az geliĢmiĢ ülkelerin ihracatlarını arttırma çabalarının baĢarısız olma olasılığı bir yana bırakılacak olursa, II. AĢama Ģartları ile karĢılaĢtırıldığında III. AĢama Ģartlarının, geçiĢ döneminde devam etme olasılığı daha düĢük olmaktadır. Kendi kendini sürdürebilir büyümeye geçiĢi tamamlamak üzere ihtiyaç duyulan toplam dıĢ finansman ihtiyacı, ekonominin her aĢamada ihtiyaç duyduğu sermaye gereksinimlerinin toplamıdır. Sermaye giriĢlerinin dıĢ ticaret kısıtı tarafından belirlendiği I. AĢama'da, ilgili kısıt seti, AĢama IB olarak; yatırım imkanı ve tasarruf kısıtının bağlayıcı olduğu ve ampirik olarak daha sık rastlanan durum ise, AĢama IA olarak adlandırılmaktadır. DıĢ kaynak ihtiyacı, IA AĢaması ve II. AĢama'da yatırım ve tasarruf arasındaki birikimli açık tarafından belirlenirken; IB aĢaması ile III. AĢama'da ithalat gereksinimi ve ihracat arasındaki birikimli fark tarafından belirlenmektedir. 1.1.2. Ġkili Açık Modeline Yönelik EleĢtiriler ve Üçlü Açık Modelleri Kalkınma politikalarının neo-klasik ekonomistlerce eleĢtirisine sahne olan 1980'li yıllarda, yoğun bir merkezi devlet planlaması bulunmayan ülkelerin, diğerlerine kıyasla daha baĢarılı ekonomik performans sergiledikleri öne sürülmekteydi. DıĢa açılan Doğu Asya ülkelerinin, bir baĢarı hikayesi olarak nitelendirilen ekonomik performanslarında, “doğru fiyatlar”ın oynadığı anahtar role dikkat çekilmekteydi. Kaynak miktarının değil kaynak tahsisinin önemine vurgu yapan neo-klasik eleĢtiri, yüksek yatırım ve düĢük büyüme oranlarına sahip ülkelerdeki “yanlıĢ fiyat” uygulamalarına iĢaret etmekteydi. Solow büyüme modelini benimseyen bu ekonomistler, “doğru fiyatların” var olduğu ve daha fazla dıĢa açık olan ekonomilerin; bu sayede kaynaklarını düĢük verimli alanlardan yüksek verimli alanlara tahsis ederek, daha hızlı 23 büyüyeceklerini öngörmekteydiler. Söz konusu verimlilik kazançları, ifadesini Solow modelindeki artıkta bulacaktı. Ancak, Solow artığı ile ilgili bağların kesinlikten uzak olması nedeniyle dıĢ yardımların gerekliliği kabulü ortadan kalkmamıĢtı. Yine 1980'li yıllarda, Latin Amerika ülkelerindeki kalkınma sürecini betimleyen bazı gerçeklikler, geleneksel ikili açık modellerine üçüncü bir mali/finansal açığın ilave edilmesi ile sonuçlanmıĢ ve büyüme olanaklarının söz konusu mali açık ile sınırlandığı, Chisari ve Fanelli (1990), Bacha (1990) ve Taylor (1994) tarafından ortaya konmuĢtur. Özellikle de, anılan yılların baĢında ortaya çıkan Borç Krizi ile birlikte, dıĢ borcun neredeyse tamamının kamu sektörüne ait olduğu Latin Amerika ülkelerindeki cari iĢlemler dengesizlikleri, geçici olmaktan çıkarak yapısal bir hal almıĢ ve beraberinde mali çöküntüyü de getirmiĢtir. Dolayısıyla, uyum yükünün tamamen kamu sektörüne düĢmesi nedeniyle özellikle kamu yatırımlarının dramatik bir biçimde azaltılması, çekme (crowding in) etkisi aracılığıyla ekonomik küçülme üzerinde etkili olmuĢtur. Aynı yıllarda, Latin Amerika ve Afrika'da çıktı açığı mevcut iken enflasyonun tırmanıĢa geçmesi olgusu, eski açık modellerinin temelini oluĢturan ve üretimin sermaye birikimi tarafından önceden belirlendiği Ģeklindeki önermenin artık terk edilerek; açıkların, kısa dönemdeki çıktı değiĢimleri, zorunlu tasarruf/enflasyon vergisi tepkileri, faiz oranındaki hareketler vb. aracılığıyla tutarlı bir Ģekilde çözümlenmesi gerektiğini gözler önüne sermiĢtir (Taylor, 1994: 19). Borç Krizi‟nden önceki ithal ikameci büyüme sürecine özgü olguları gözlemlemek üzere geliĢtirilen ikili açık modellerinin açıklamaya çalıĢtığı temel sorun, yinelenen ödemeler dengesi krizleri ile krizleri takiben yatırımları aĢan tasarruflar ve dolayısıyla görece yüksek iĢsizlik olmuĢtur. Temel teĢhis ise yarı sanayileĢmiĢ ülkelerde her iki açığı aynı anda kapatmaya çalıĢmanın, bir baĢka deyiĢle, makro dengeyi sağlamanın zorluğu olarak ifade edilmiĢtir. 24 Ġlk olarak, dıĢ krediler için tayınlamanın mevcut olduğu bir ortamda, ithal ikameci süreç, geliĢmekte olan ülkelerde kronik döviz dar boğazı ile nitelendirilen ekonomik bir yapının oluĢmasına katkıda bulunmuĢtur. Ġkinci olarak ise yurt içi tasarruflar, ithalat ve ihracat gibi makroekonomik değiĢkenlerin, göreli fiyat yapısındaki değiĢmelere karĢı özellikle kısa vadede sergilemiĢ olduğu düĢük duyarlılık; ödemeler dengesi krizlerini takip eden makroekonomik uyum sürecinde, fiyat kaynaklı ikame etkilerinden çok, gelir uyarlamalarının etkili olması ile sonuçlanmıĢtır. Ġthalat ve ihracat fiyat esneklikleri veri iken, cari iĢlemler dengesinde finanse edilemeyecek büyüklükte bir açığı kapatmanın tek yolu, ekonominin resesyona girmesi ile düĢen yurt içi gelirin ithalatı azaltmasıdır. Latin Amerika ekonomilerinde Borç Krizi‟nin ardından ödemeler dengesinde ortaya çıkan dengesizliğin boyutu o kadar yüksekti ki, büyümenin sona erdiği ve derin bir makroekonomik istikrarsızlığın baĢladığı bir dönem ortaya çıkmıĢtı. Bu istikrarsızlık hemen hemen her durumda mali çöküntü, sermaye kaçıĢı ve Arjantin, Brezilya ve Bolivya gibi bazı ülkelerde de hiper enflasyonist dönemleri içermekteydi. Bu kapsamda, üçlü açık modellerinin dikkate aldığı ayırt edici olgulara Chisari ve Fanelli (1990) temelinde aĢağıda yer verilmektedir. Ġlk olarak, büyüme üzerinde hala bağlayıcı olan dıĢ kısıt, Borç Krizi‟nden sonra nitelik değiĢtirmiĢtir. Borç Krizi‟nden önce kısa dönemli makro dengesizliklere yol açan ve yurt içi massetme ile yurt içi gelir akımları arasında dönemsel bir uyumsuzluk biçiminde ortaya çıkan döviz kıtlığı, bir baĢka deyiĢle, dönemsel ödemeler dengesi krizleri, bir istikrarsızlık kaynağı olmakla birlikte; uzun dönemli büyümeyi engellememekte idi. Ancak, cari iĢlemler dengesizliğinin, gelir ve massetme akımları arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan bir akımakım dengesizliğinden, dıĢ borç stoku ile gelir akımları arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan bir stok-akım dengesizliğine dönüĢmesi neticesinde dıĢ açık nitelik değiĢtirmiĢtir. Diğer bir deyiĢle, 1980'li yıllar öncesindeki döviz kıtlığı kısa dönemli bir likidite sorunu iken, 1980'li yıllarda kalıcı bir hal alan cari iĢlemler açığı, likiditeden ziyade bir borç geri ödeyebilme sorunu haline gelmiĢtir. Özetle, döviz kıtlığı artık kısa dönemde 25 ortaya çıkan bir resesyon ile değil uzun dönemde eksi büyüme ile sonuçlanmaktaydı. Ġkinci ayırt edici olgu, Latin Amerika'da dıĢ borcun neredeyse tamamının kamu borcu olmasının doğrudan bir sonucu olarak, dıĢ krizlerin aynı zamanda birer mali kriz olmasıydı. Ülkenin borç geri ödeyebilme sorunu kamu sektörüne transfer edildiğinden, krizin en belirgin etkisi borç stokunun toplam kamu gelirlerine oranının sürdürülemez boyutlara ulaĢması olmuĢtur. Hükümetler, riske olan maruziyetlerini azaltmak üzere kamu harcamalarını çok büyük oranda düĢürerek, uyumun faturasını kamu yatırımları ve dolayısıyla büyümeye çıkarmıĢlardır. Ayrıca, düĢen kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde bir çeĢit negatif çekme etkisi yarattığı ve böylece kamu mali kısıtının büyüme oranı üzerinde bağımsız bir kısıt haline dönüĢtüğü gözlemlenmiĢtir. Üçüncü ayırt edici olgu ise finansal kesime iliĢkindir. Anılan makroekonomik istikrarsızlık sürecinin diğer bir yansıması, sadece kamu sektöründe değil özel sektörde de kırılganlığın artması ve hızlanan enflasyon neticesinde ortaya çıkan derin ve hızlı bir demonetizasyondur. Anılan sürecin doğal sonucu ise, sermaye kaçıĢı ile birlikte gözlemlenen finansal iliĢkilerin dolarizasyonudur. Finansal kesimdeki bu geliĢmelere dayanarak, üçüncü açık, getirilerdeki göreli değiĢimler ile giderilemeyecek finansal varlık arz ve talep bileĢimlerindeki istikrarsızlık olarak da nitelendirilmiĢtir. Dolayısıyla, tasarruflar ile yatırımlar arasında bir eĢitlik olması, bir baĢka deyiĢle, iç açığın kapatılması durumunda bile, finansal kesimde bir dengesizlik söz konusu olabilirdi. Yurt içi finansal varlıkların temel arz kaynağının Genel Hükümet olması nedeniyle, diğer tüm faktörler sabitken; ekonomideki dolarizasyon, veri bir kamu açığını finanse etmeyi imkansız kılabilirdi. Özet olarak, yurt içi tasarrufların dolarizasyonu kamu sektörü üzerinde sıkı bir finansal kısıt yaratarak - dolarizasyonun yokluğu durumunda ihtiyaç duyulandan - daha büyük bir mali uyarlamayı zorunlu kılmıĢtır. Böylelikle, kamu sektörünün karĢı karĢıya kaldığı finansal sıkıĢıklığın büyüme 26 üzerinde kendisini güçlü bir kısıt olarak hissettirmesi, tasarruf-yatırım açığı ile ödemeler dengesi açığından oluĢan ikili açık modeline üçüncü bir açığın, kamu mali açığının, dahil edilmesini meĢrulaĢtırmıĢtır4. 1990'lı yıllardaki fiziksel sermaye birikiminin kalkınma için gerek ancak yeter Ģart olmadığı kabulü, Harrod-Domar modelinin kullanımının sürmesine olanak sağlamıĢtır. 1980'li yıllarda alacaklılar da, dıĢ yardımı “doğru fiyatlar”ın tesis edilmesi yönünde sıkı Ģartlara bağlamıĢtır. Bu durumda gerekli yatırımlar için “finansman ihtiyacı” gerek Ģart ve “doğru fiyatlar” da yeter Ģart olmaktaydı. Ancak, Easterly (1997: 12)'ye göre “doğru fiyat” uygulaması beklenenden daha zor olurken, finansman açığı hesaplaması ise yanlıĢ güdüler neticesinde, tasarruf Ģartını yerine getirmeyerek daha az tasarruf eden ülkelerin daha fazla yardım almalarına neden olmuĢtur. Cari tasarruflar ile gerekli yatırım tutarı arasındaki fark, Harrod-Domar modeli uyarınca, gerekli dıĢ yardım tutarı olarak hesaplanırken; dıĢ yardımın bire bir yatırıma dönüĢeceği varsayılmaktaydı. Ayrıca, kreditörler dıĢ yardımın aynı zamanda ulusal tasarruf oranının arttırılması Ģartına bağlı olması gerektiğini ifade ediyorlardı. Dolayısıyla, bu durumda dıĢ yardımın yatırımları bire birden daha fazla arttırması gerekirdi. Ancak, dıĢ yardımların tüketimden ziyade üretken yatırımları finanse edeceği ön kabulüne dayanan açık modelleri ile çeliĢen olgular gözlemlenmekteydi. Diğer taraftan, ICOR hesaplamaları, çoğunlukla yurt içi tasarrufların, özellikle de kamu tasarruflarının arttırılmasına yönelik talepler doğurabilmekteydi. Schmidt-Hebbel ve Serven (1997: 92)'ye göre, kamu tasarruflarındaki artıĢlar, % 40 ile % 60 arasında değiĢen bir oran nispetinde, özel tasarruflardaki düĢüĢ ile telafi edilmektedir. Easterly (1997: 24)'e göre ise Harrod-Domar modeli kuramsal olarak anlamlı olmayan ve ampirik olarak da baĢarısız bir modeldir ve ayrıca yatırımlar ile büyüme arasında kısa 4 Hesaplardan üçünün (ikisinin) birden açık verdiği ve bu üç (iki) açığın da tek ya da çift yönlü olarak birbirlerini etkilediği ya da belirlediği duruma “üçüz açık” (“ikiz açık”) denmektedir. Hesapların sadece açık vermesi ancak aralarında bir ilişki bulunmaması halinde, açıkları iki ya da üç açık olarak adlandırmak daha uygun olacaktır (Danışman, 2009: 20). 27 dönemde var olduğu varsayılan bir iliĢkiye dayanarak, dıĢ yardımların hesaplanan bir “finansman açığı” temelinde, bir politika aracı olarak kullanılmasının ne kuramsal ne de ampirik meĢruiyeti bulunmamaktadır. Easterly (1999: 430), diğer bir çalıĢmasında ise Ģu sonuca ulaĢmaktadır: “kısa dönemde, standart neo-klasik ve içsel büyüme modellerinde ICOR'dan yatırım kalitesinin bir ölçüsü olmasını, büyümenin yatırıma göre türevi olmasını ya da geçiş dönemlerinde sabit olmasını beklemek için hiçbir kuramsal neden bulunmamaktadır”. Anılan tüm bu eleĢtirilere rağmen, Harrod-Domar büyüme modelini hala kullanmakta olan birçok uluslararası kuruluĢ, dıĢ yardım ve yatırımın büyüme için kısa dönemdeki gerekliliğini vurgulamaya devam etmektedir. Aynı zamanda bir Dünya Bankası çalıĢanı olan Ranaweera (2004: 639) ise, yöneltilen eleĢtirilerin çok geçerli olmakla birlikte; Easterly'nin, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluĢlar ile politika yapıcıların, bu modellerin çok iyi bilinen bazı eksikliklerinin üstesinden gelebilmek üzere, pratikte bu modelleri nasıl çok esnek bir biçimde kullandıklarını kavrayamadığını ve bu bağlamda uluslararası kuruluĢların kullanabileceği alternatif bir model önerisi getirmediğini savunmaktadır. Ranaweera (2004: 644), IMF ve Dünya Bankası tarzı modellere, bu modellerin temelini oluĢturduğu varsayılan Harrod-Domar modelindeki bilimsel yetkinlik eksikliği temelinde eleĢtiriler yönelten Easterly'nin, “finansman açığı”nın tanımlanması sürecindeki yöntemlerin önemini dikkate almadığını ve uygulamada eksiklikler ortaya çıktığı anda, hem uygulama planlarının, hem de kaynak akım hedeflerinin revize edildiğini vurgulamakta ve uluslararası kuruluĢlarda dıĢ yardımların bire bir yatırıma dönüĢeceği Ģeklinde bir varsayımın hakim olduğu yönündeki Easterly eleĢtirisini, finansman açığına iliĢkin yinelemeli çalıĢmalar ıĢığında reddetmektedir. Tüm uygulamalı makroekonomik modellerin çerçevesini, neredeyse, aslında oldukça basit olan iki model oluĢturmaktadır. Bunlardan ilki, parasal, finansal ve ödemeler dengesi büyüklüklerinin kullanıldığı ve 1957 yılında 28 Polak tarafından tasarlandıktan sonra hemen hemen hiç değiĢmeyen IMF'nin Finansal Programlama (FP) modeli; diğeri ise Chenery ve Bruno (1962)'nin öncülüğünü yaptıkları çeĢitli “açık modelleri”dir. IMF‟nin kullanmakta olduğu Finansal Programlama modeli ile Dünya Bankası'nın kullanmakta olduğu RMSM modeli, aynı muhasebe çerçevesini esas alan standart üçlü açık modelleridir. Ġlgili ülkedeki makroekonomik geliĢmeleri bütünleĢik bir bakıĢ açısı ile değerlendirmek isteyen alacaklı ülkeler, borçlu ülkedeki politika yapıcılar ve uluslararası kuruluĢlarda çalıĢan ekonomistler için Üçlü Açık Modeli‟nin tutarlı çerçevesi bir özet niteliğindedir. Dünya Bankası'nın RMSM modelinde, ödemeler dengesi açığı üzerine odaklanılması kaçınılmaz olsa da; bu durum dıĢ açığın tek kısıt olduğu, bir baĢka deyiĢle, büyümenin arttırılmasında dıĢ açığın baskın kısıt olduğu anlamına gelmemektedir. Tam da bu sebepten dolayı Chenery ve Strout (1966), “ikili açık” modelleri üzerinde durarak tasarruf-yatırım açığı ile döviz açığı iliĢkisini incelemiĢlerdir. RMSM modelinde, ödemeler dengesi kısıtlı büyümenin, tasarruf-yatırım açığı ve mali açık ile iliĢkisi açıkça ortaya konarak; büyüme, tasarruf ve yatırımları açıklamada davranıĢsal iliĢkilere dayalı ve aynı zamanda ödemeler dengesi ve mali değiĢkenler ile tutarlı olan bir muhasebe çerçevesi kullanılmaktadır. IMF ise üye ülkelerin dıĢ ödeme problemlerini ele alırken, sürdürülebilir bir dıĢ finansmanı garanti altına almak, talep yönetimi önlemlerini uygulamak ve yapısal reformları gerçekleĢtirmek Ģeklinde üç ayaklı bir stratejiyi desteklemekte ve tavsiye etmektedir. DıĢ finansman imkanları hem üye ülkenin uyum çabalarının büyüklüğünü hem de hızını etkin olarak belirlemektedir. Dolayısıyla, IMF‟nin istikrar programları önemli sayısal büyüklüklere dayanmaktadır: anahtar makroekonomik değiĢkenler için yapılan projeksiyonlar ve genellikle mali açıklar ve yurt içi kredi üzerinde odaklanan performans kriterleri (Mussa ve Sevastano, 1999). Diğer taraftan, IMF'nin FP çalıĢmalarının, üye ülkeler için IMF destekli programların formülasyonundaki karmaĢık sürecin, çok önemli olmakla 29 birlikte sadece bir unsuru olduğunu vurgulayan Ranaweera (2004: 644)'e göre, IMF destekli programlar, yardım isteyen üye ülkelerle yapılan kapsamlı bir diyaloğa dayanmakta, yeni bilgilerin ıĢığında sıklıkla revize edilmekte ve “finansman açığı” da birçok faktör üzerindeki varsayımların karmaĢık bir bileĢimine dayalı olarak tahmin edilmektedir: örneğin, uluslararası rezervler için farklı hedefler ve farklı cari iĢlemler dengesi tahminleri. Dolayısıyla, beklenen iç ve dıĢ geliĢmelere iliĢkin tüm bilgiyi, ortaya çıkan kaynak ihtiyacını ve mevcut finansman imkanlarını dikkate alan IMF destekli programların, üye ülkeler tarafından karĢılaĢılan problemlerin geçici mi yoksa kalıcı mı olduğu yönündeki pratik değerlendirmelere, uyum maliyeti ile dıĢ finansman arasındaki değiĢ tokuĢa ve arzu edilen iç ve dıĢ dengeye ulaĢmak için gerekli politika unsurlarına dayandığı da vurgulanmıĢ olmaktadır. Özet olarak, “finansman açığı” hesaplamaları, Harrod-Domar tipindeki katı bir modelin ve dolayısıyla sadece ICOR tarafından belirlenen bir yatırım talebi denkleminin ürünü olmayıp; büyüme tahminlerinden ziyade, farklı makroekonomik senaryolar altındaki farklı kaynak gereksinimlerini ortaya koymak üzere kullanılmaktadır. Yukarıda değinilen bütünleĢik muhasebe çerçevesi ile sırasıyla Chisari ve Fanelli (1990), Bacha (1990) ve Taylor (1994)'ün üçlü açık modelleri aĢağıda incelenmektedir. 1.1.2.1. Muhasebe Çerçevesi Bir ekonominin, çerçevesinde sektörel incelenmesi, bazdaki ekonominin milli içinde muhasebe özdeĢlikleri bulunduğu durumu değerlendirmede, çok değerli bir araç olmasının yanı sıra, makroekonomik analiz ve modellemelerin nicel temelini de oluĢturabilmektedir. Bununla birlikte, ekonomik bir model olmayan anılan çerçeve, ekonomideki nedensel iliĢkiler hakkında aydınlatıcı olmaktan uzaktır; ekonomide ex-ante olarak mevcut olan bazı dengesizlikler ex-post olarak giderilmiĢ olabilecektir. Bu 30 kapsamda, arzu edilen ya da projeksiyona dökülen senaryoların uygulanabilir olup olmadıklarını ve geçmiĢ dengesizliklerin nasıl giderildiğini ortaya koyan muhasebe çerçevesi, bu dengesizliklerin hangi süreçler sonucunda giderildiğini ya da giderileceğini ve bilinçli politika tercihlerinin sonucu etkileyip etkilemeyeceğini, bir baĢka deyiĢle, ekonominin iĢleyiĢini ortaya koymaktan uzaktır. Anılan ihtiyaca, ekonomik realiteyi, dıĢsal ve içsel değiĢkenler ile politika değiĢkenlerinin etkileĢimleri temelinde yorumlama imkanı sağlayan davranıĢsal denklemlerden oluĢan bir model cevap verebilmektedir. Muhasebe çerçevesi faktörler arası ikame olanakları, verimlilik artıĢları ve kurumsal davranıĢ değiĢikliklerinin yer almadığı, lineer ve sabit katsayılardan oluĢan bir dünyayı temsil etmektedir. Anılan tüm eksikliklerine rağmen, çok değerli bir analiz imkanı sunan muhasebe çerçevesi dört sektör temelinde incelenecektir (Tarp, 1993): Finansal Olmayan Özel Sektör, Kamu Sektörü, Yurt içi Parasal Sistem ve DıĢ Alem. Analizin baĢlangıç noktasını, milli muhasebe özdeĢliklerinde yer verilen üretim, gelir ve harcama kavramları oluĢturmaktadır. Bir ekonomide tüm sektörlerin tabi oldukları bütçe kısıtları bulunduğundan, bu üç kavram arasındaki iliĢki her bir sektör için aĢağıdaki Ģekilde ifade edilebilmektedir: Üretimden Sağlanan Gelir + Net Transferler = Harcamalar + Tasarruflar (1.16) Tasarruflar + Borçlanma = Fiziksel ve Finansal Varlık Edinimi (1.17) Üretimin Toplam Değeri = Toplam Gelirler, ekonominin geneli için (1.18) Yurt içi fiyatlar cinsinden her bir sektörel hesap ve bütçe kısıtına aĢağıda yer verilmektedir5: 5 Bu alt bölümde, Tarp (1993)’ün çalışmasında yapılan sınıflandırma ve açıklamalar temel alınmıştır. 31 1) Finansal Olmayan Özel Sektör W + π + NTRgp + NTRfp = Yp = Cp + Td + INPpf + Sp6 (1.19) Sp + ∆DCp = Ip + ∆M + ∆NPBg + ∆NFAp7 (1.20) W = Ücretler, π = Kar, NTRgp = Kamu sektöründen özel sektöre net transferler, NTRfp = DıĢ alemden özel sektöre net transferler, Yp = Özel sektör brüt geliri, Cp = Toplam (yurt içinde üretilen ve ithal edilen) mal tüketimi, Td = Doğrudan vergiler, INPpf = Özel sektörün dıĢ borç faiz ödemeleri, Sp = Özel sektör tasarrufu ∆DCp = Parasal sistem tarafından özel sektöre açılan yurt içi krediler, Ip = Özel Sektör Yatırımları, M = Para, ∆M = Parasal DeğiĢim, ∆NPBg = Özel sektör tarafından kamu sektörüne açılan kredilerdeki değiĢim, ∆NFAp = Özel sektör net dıĢ varlık edinimi8 Sp - Ip = ∆M + ∆NPBg + ∆NFAp - ∆DCp (1.21) (1.21) no‟lu Özel Sektör Bütçe Kısıtı denkleminin sağ tarafı, özel sektörün net varlık birikimini ifade etmektedir. 6 7 (1.16) uyarınca (1.17) uyarınca Bu kalem altında, özel sektörün yurt dışından sağladığı ve bir dış yükümlülüğü ifade eden krediler eksi işaretle; özel sektörün yurt dışına verdiği ve bir dış varlığı ifade eden krediler ise artı işaretle gösterilmektedir. 8 32 2) Kamu Sektörü Ti - Sb + OSg + Td + NTRfg = Yg = Cg + NTRgp + INPgf + Sg9 Sg + ∆DCg + ∆NPBg = Ig + ∆NFAg10 (1.22) (1.23) Ti = Dolaylı vergiler, Sb = TeĢvikler, OSg = Kamu Ġktisadi TeĢekülleri (KĠT)'lerin faaliyet karları, Td = Doğrudan vergiler, NTRfg = DıĢ alemden yapılan net transferler, Yg = Kamu sektörü brüt geliri, Cg = Kamu tüketimi, NTRgp = Özel sektöre yapılan net transferler, INPgf = Kamu sektörünün dıĢ borç faiz ödemeleri, Sg = Kamu sektörü tasarrufu, ∆DCg = Parasal sistem tarafından kamu sektörüne açılan yurt içi krediler, ∆NPBg = Özel sektör tarafından kamu sektörüne açılan krediler, Ig = Kamu Yatırımları, ∆NFAg = Kamu sektörü net dıĢ varlık edinimi Sg - Ig = ∆NFAg - ∆NPBg - ∆DCg (1.24) Denklemin sağ tarafı, kamu sektörünün net varlık birikimini ifade etmektedir. 2) Parasal Sistem11 ∆DCp + ∆DCg + ∆R = ∆M, ∆R = Net Uluslararası Rezervler 9 (1.16) uyarınca (1.17) uyarınca 11 Gösterim kolaylığı açısından sadece Merkez Bankası'nı içermektedir. 10 (1.25) 33 Denklemin sol tarafı, merkez bankasının varlıklarını; sağ tarafı ise yükümlülüklerini ifade etmektedir. Ne cari geliri ne de tasarrufları bulunan parasal sistem, sadece aracılık faaliyeti yerine getirmektedir. 4) DıĢ Alem M + INPpf + INPgf = X + NTRfp + NTRfg + Sf12 (1.26) Sf = - (∆NFAp + ∆NFAg + ∆R)13 (1.27) M‟in ithalatı, X‟in ihracatı ve Sf‟ nin de dıĢ tasarrufları temsil ettiği denklemin sağ tarafı, yurt içi ekonominin dıĢ yükümlülüklerine denk olan dıĢ alemin yurt içi ekonomideki net varlık birikimini ifade etmektedir. Buradaki bir artıĢ, bir baĢka deyiĢle, yurt içi ekonominin ödemeler dengesi finansal hesabındaki artı bir bakiye (Sf), cari iĢlemler dengesindeki (CA) açığı finanse edecektir.14 Böylelikle, DıĢ Alem Bütçe Kısıtı Ģu Ģekilde ifade edilebilmektedir: CA = X - M - INPpf - INPgf + NTRfp + NTRfg = -Sf (1.28) (1.20), (1.23), (1.25) ve (1.27) no'lu denklemlerden: Sp + Sg + Sf = Ip + Ig ya da -Sf = CA = (Sg - Ig) + (Sp - Ip) (1.29) (1.19), (1.22), (1.26) ve (1.29) no'lu denklemlerden: 12 W + π + OSg + Ti - Sb = Cp + Cg + Ip + Ig + X - M (1.30) Y = C + I + X - M, (1.31) (1.16) uyarınca (1.17) uyarınca 14 CA = - Sf, Sf = - CA 13 Y = Cari fiyatlar ile milli gelir 34 C + I = A = Y + M - X, A = Yurt içi Massetme (1.32) Massedilen mal ve hizmetler, yurt içi üretim ya da dıĢ alem kaynaklıdır. X-M=Y- A (1.33) Yurt içi massetmenin, büyüklük ve kompozisyonunu etkilemeye yönelik politikalar, doğrudan ya da dolaylı olarak Y, X - M, ya da C+I'yı etkilemeye yönelik olmalıdır. X - M < 0 olması durumunda Y < A'dır ve yurt içi talep yurt içi üretimden yüksektir. Kalkınma iktisadı yazınında, 1960'lı yıllarda büyüme ve kalkınma için A'nın Y'ye göre mümkün olan en yüksek seviyede olması gerektiği görüĢü genel kabul görmekteyken; 1980'li yıllarda yüksek bir A'nın gerek ancak yeter Ģart olmadığı noktasından hareketle, anılan kabul tartıĢmalı hale gelmiĢtir. Yetersiz ya da aĢırı tüketim kalıpları ile beklenenden düĢük getiriye sahip verimsiz yatırımlarda kendisini gösteren kamu ve/veya özel sektördeki dengesizlikler, içsel bir kriz kaynağı olarak değerlendirilmiĢtir. Aynı zamanda, dıĢsal Ģoklar da önemli bir kriz kaynağı olabilmektedir. Örneğin, ithalat kapasitesini aniden düĢürebilen, dıĢ ticaret hadlerinde aleyhte güçlü bir değiĢim neticesinde; Ģok, iç denge tarafından massedilmeli, bir baĢka ifadeyle, (Y - A) yükselmelidir. Ġlave dıĢ kaynak sağlanamaması halinde ya yurt içi talep azaltılmalı ya da yurt içi üretim arttırılmalıdır. Yapısal bir hal alan ve çok uzun dönemler boyunca sürdürülemeyecek olan ödemeler dengesi açıklarının söz konusu olduğu bir durumda ise, çeĢitli uyum mekanizmaları bulunmaktadır. Uyum süreci, ya göreli fiyatlardaki değiĢimler ya da dıĢ ticaret dengesi ile bağlantılı olarak, para arzındaki değiĢimler aracılığıyla, herhangi bir müdahaleye gerek kalmaksızın kendiliğinden olabilmekle birlikte; bu süreç çok yavaĢ iĢleyebilmekte ve gerekli fiyat düĢüĢleri çok uzun süreli bir resesyon gerektirebilmektedir. Ayrıca, böyle bir sürecin gelir dağılımı açısından sonuçları pek arzu edilmeyebilir. 35 Diğer bir alternatif ise ekonomiyi arzu edilen denge noktasına getirebilmek maksadıyla planlı politika değiĢikliklerinin uygulanmasıdır. A'nın Y'ye göre çok yüksek olduğu bir durumda; uyum politikaları talep yönlü ve arz yönlü olmak üzere iki ana kategoride uygulanabilir. Harcama azaltıcı maliye ve para politikalarını ifade eden talep yönlü politikalar, arz ve talep dengesizliğini temelde; ticarete konu olan ve olmayan mal ve hizmet talebi de dahil olmak üzere, özel sektör ve kamu sektörünün toplam talebini (C+I) düĢürerek ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ekonomi iç dengede talep fazlası, bir baĢka deyiĢle, aĢırı ısınma ve dıĢ dengede ise sürdürülemez ödemeler dengesi açıkları sergiliyorsa; maliye ve para politikaları bazı durumlarda kendi baĢına etkili olabilecektir. Talep yönetimi, görece çabuk etkileri açısından avantajlı bir politika önlemi olsa da, talep kısıcı politikaların bazı maliyetleri bulunmaktadır. Söz konusu maliyetlerin dönemsel etkisi ise toplam talepteki azalmanın kaynağına bağlı olarak - cari tüketim ya da yatırımlar -, kısa ya da uzun dönemli olabilmektedir. Talep kısıtının, büyüme üzerindeki daha uzun dönemli etkileri, iptal edilen yatırım projelerinin karlılıklarına bağlı olacaktır. Karlı olmayan projelerin iptal edilmesi net bir kazanç doğurabilecekken, ihracata yönelik yatırım projelerinin iptal edilmesi ise olumsuz sonuçlara yol açabilecektir. Tüketimin mi yoksa yatırımların mı azaltılması gerektiği zor bir dönemler arası tercih olmakla birlikte, çoğunlukla yatırım harcamalarının kesilmesi siyasi nedenlerden dolayı daha kolay görünmektedir. Özet olarak, geliĢmekte olan ülkeler açısından, talep kısıcı politikalar tek baĢlarına arzu edilen sonuçları doğurmayabilir ve bu yüzden ekonomideki her bir veri toplam talep düzeyinde, mal ve hizmet arzını arttırmaya yönelik arz yönlü önlemlerle birlikte değerlendirilmelidir. Diğer bir ifadeyle, her bir fiyat seviyesinde talep fazlasını ortadan kaldırmaya yönelik politikalar, toplam arzı arttırmaya yönelik politikalarla desteklenmelidir. Arz yönlü ya da yapısal nitelikli politikaların daha büyüme odaklı olduğu açıktır. Somut tedbirler olarak, halihazırdaki kaynak ve üretken kapasite kullanımının verimliliği arttırılabileceği gibi üretken kapasitenin 36 kendisi de arttırılabilir. Ortodoks yaklaĢım fiyat kontrolleri, vergiler, teĢvikler ve dıĢ ticaret kısıtlamalarının verimsiz kaynak tahsisine yol açtığını savunarak; söz konusu piyasa çarpıklıklarının ortadan kaldırılmasının, toplam arz eğrisini dıĢarıya doğru kaydırılabileceğini ve marjinal sermaye hasıla katsayısının da düĢürülmesi ile tüketim azaltılmadan üretimin arttırılabileceğini ileri sürmektedir. Dolayısıyla, talep yönlü politikların aksine etkinlik odaklı politikalar kemer sıkıcı nitelikte olmayacaktır. Son olarak da, etkinliği arttırmaya dönük politikalar, aynı zamanda Y'nin A'dan daha fazla artmasını sağlayan kaydırıcı niteliği sayesinde ödemeler dengesinde de bir iyileĢme sağlamayı amaçlamaktadır. Yapısalcı bir bakıĢ açısından piyasa çarpıklıklarının giderilmesinin etkinlik artıĢı ile uzun dönemli büyümeye katkısının olacağı tartıĢmalıdır. GeliĢmekte olan ülkelerde arzı arttırabilmenin önünde ekonomik, sosyal, siyasi ve kurumsal nitelikli yapısal darboğazların olabileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Yapısalcı bir bakıĢ açısından veri bir üretken kapasitede arz eğrisini dıĢarıya kaydırmak, sadece piyasa aksaklıklarını ortadan kaldırmanın ötesinde, daha temel değiĢiklikler gerektirmektedir. Ekonominin üretken kapasitesini arttırmaya yönelik arz yönlü politikalar, ilave sermaye stokunun niteliği ve kalitesi ile ilgili olduğu kadar, ekonomideki tasarruf ve yatırım dengesi ile de ilgilidir. Ortodoks yaklaĢımda, döviz kuru politikası da merkezi bir rol oynamaktadır. Özellikle, geliĢmekte olan ülkelerin makroekonomik uyum sürecinde, ödemeler dengesi krizleri belirgin bir nitelik kazanmaktadır. Uygulanmasında arz yönlü yapısal unsurlar kadar, yurt içi massetmeye yönelik talep yönlü unsurları da barındıran döviz kuru politikası, toplam yurt içi talep ve arzı eĢanlı olarak etkilediğinden; bu politika aracının kullanımı oldukça karmaĢıktır. Nominal bir devalüasyonun dıĢ ticaret dengesi ve yurt içi ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisi ile beraberinde reel bir devalüasyon getirip getirmeyeceği, cevaplanması gereken temel sorulardır. Döviz kuru politikasının sürdürülebilir bir ödemeler dengesini tesis edebilmesine yönelik birçok farklı süreç bulunmaktadır. Frenkel ve Johnson (1976), bu süreçleri 37 sırasıyla Esneklikler YaklaĢımı, Massetme YaklaĢımı ve Ödemeler Dengesine Parasalcı YaklaĢım çerçevesinde ele almıĢlardır. Esneklikler YaklaĢımında, devalüasyonun ihracat ve ithalat üzerindeki etkileri ele alınmaktadır. Devalüasyon, ithalatın ulusal para cinsinden değerini arttırırken, ihracatın döviz cinsinden fiyatını düĢürecektir. Ġthalat talebi ile ihracata olan dıĢ talebin fiyatlara duyarlı olması durumunda sırasıyla ithalat düĢecek, ihracat gelirleri artacak ve dolayısıyla dıĢ ticaret dengesi iyileĢecektir. Ancak, fiyatlara duyarsız bir dıĢ talep, ihracat gelirlerini düĢürebilecektir. Ġthalat ve ihracat talep esnekliklerinin toplamının birden büyük olması halinde, bir devalüasyonun dıĢ ticaret dengesini iyileĢtireceğini ortaya koyan Marshall-Lerner koĢulunun geçerli olabilmesi için dıĢ ticaretin baĢlangıçta dengede ve ihracat ile ithalat arz esnekliklerinin de sonsuz olduğu varsayılmaktadır. 15 Böylece, dıĢ ticaret dengesini olumlu yönde etkileyecek reel bir devalüasyon, sadece ihracat arzını arttırmakla kalmayıp, tüketim ve yatırım amaçlı ithalat talebini kısıtlayacaktır. Ancak, geliĢmekte olan ülkeler için bu varsayımların ne derece geçerli olduğu tartıĢmalıdır. Ġthalata iliĢkin olarak, kıt döviz kaynaklarıyla ödenmesi gereken ithal girdilere olan bağımlılığının yüksek seviyelerde olması nedeniyle talep esneklikleri düĢük olabilmektedir. Ayrıca, ihracat talebinin fiyat esnekliğinin yüksek olduğu varsayımı kabul edildiğinde bile ekonominin yapısal niteliği dolayısıyla arz Dolayısıyla, devalüasyon, kısa esnekliği sonsuz olmayabilmektedir. vadede ortodoks yaklaĢım açısından beklenmeyen sonuçlar doğurabilmektedir. Esneklikler yaklaĢımının temel bir eksikliği, tamamen dıĢ ticaret dengesi üzerinde odaklanması ve devalüasyonun yurt içi ekonomik faaliyetler üzerindeki olası diğer etkilerini 15 Devalüasyon gerçekleştiği anda dış ticaret dengesi açık veriyor ise ticarete konu olan mallardaki fiyat artışları, döviz cinsinden ödemeler gelirleri aştığı için yurt içi reel geliri azaltmaktadır. Böylelikle, toplam talep ve buna bağlı olarak da ithalat azalmaktadır. Başlangıçtaki açık ne kadar yüksek ise daraltıcı etki de o kadar büyük olacaktır. Devalüasyon, döviz cinsinden dış ticaret dengesini iyileştirebilirken ulusal para cinsinden dış ticaret dengesini kötüleştirebilmektedir (Krugman ve Taylor, 1978: 446). 38 gözardı etmesidir. DıĢ ticaret dengesindeki bir iyileĢme, massetmede bir düĢüĢ ve\veya üretimde bir artıĢ anlamına gelmektedir. Massetme yaklaĢımı, nominal bir devalüasyonun, ticarete konu olan ve olmayan malların talep ve yurt içi arzlarına olan etkilerinin de ayrıĢtırılmasını gerektirmektedir. Devalüasyon ile iç talep deseninin ticarete konu olan mallardan ticarete konu olmayan mallara ve üretim deseninin de ticarete konu olmayan mallardan ticarete konu olan mallara kayması amaçlandığından, devalüasyonun harcama kaydırıcı niteliği merkezi bir rol oynamaktadır. Uluslararası rekabet gücündeki artıĢ, ticarete konu olan malların fiyatının ticarete konu olmayan malların fiyatına görece arttırılması aracılığıyla gerçekleĢecektir. Marshall-Lerner koĢulunun da sağlandığı Mundell-Fleming modelinde, devalüasyonlar, bu Ģekilde geniĢletici olmaktadır; ticarete konu olan mal üretiminde bulunan endüstrilerde ortaya çıkan olumlu gelir etkisi, bir taraftan gelir kaybı diğer taraftan da daha pahalı hale gelen ithal girdiler sebebiyle ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan endüstrilerde ortaya çıkan olumsuz etkiye baskın gelecektir. Ancak, söz konusu ikame etkisine ilave olarak bir de gelir etkisi mevcuttur. BaĢlangıçta, dıĢ ticaret dengede bile olsa, devalüasyonun ardından ticarete konu olan mallardaki fiyat artıĢlarından dolayı, nominal ücretler yeni fiyat seviyesine tamamen uyarlanıncaya değin, hanehalkı harcanabilir geliri ve toplam tüketim olumsuz olarak etkilenecektir. Diğer taraftan, ihracatçı ve ithal ikameci sektörlerde ise aĢırı karlar ortaya çıkacaktır. Böylelikle, fiyatların arttığı ancak nominal ücret artıĢlarının bunun gerisinde kaldığı ve kar sahiplerinin marjinal tasarruf (tüketim) eğiliminin ücretlilere oranla daha yüksek (düĢük) olduğu bir durumda, ex ante yurt içi tasarruflar artıĢ gösterecek ve dolayısıyla yurt içi toplam talep düĢecektir. Sonuç olarak, daralmanın boyutu, ilgili marjinal tasarruf (tüketim) eğilimleri arasındaki farka bağlı olacaktır (Krugman ve Taylor, 1978). Aynı zamanda, ücretlilerden kar sahiplerine doğru böylesi bir gelir aktarımı, ticarete konu olmayan mal talebininin de kolaylıkla düĢmesine yol 39 açarak, farklı marjinal tüketim eğilimlerinden dolayı ithalat talebinin artması ile sonuçlanabilecektir. Dolayısıyla, devalüasyonların geniĢletici olabilmesi kritik fiyat ve ücret iliĢkilerine bağlıdır. Krugman ve Taylor (1978)‟e göre, devalüasyonun ardından toplam talebi düĢürebilecek diğer bir mekanizma da ihracat ya da ithalata iliĢkin ad valorem vergilerin varlığıdır. Bu Ģekilde, özel sektör tarafından, kısa vadedeki tasarruf eğilimi bir olan kamu sektörüne bir gelir aktarımı yapılmıĢ olmaktadır. Devalüasyonun uluslararası rekabet gücünü arttıracağı ve geniĢletici olacağı yönündeki ortodoks varsayıma, özellikle birçok yapısalcı ekonomist ciddi eleĢtiriler yöneltmiĢtir. Devalüasyonun kısa, orta ve uzun vadeli etkilerinin ayrıĢtırılması gerektiği ile devalüasyonun kısa vadede iĢsizlik oranında bir artıĢ ve stagflasyona yol açabileceği bu eleĢtirilerden bazılarıdır. Döviz cinsinden ihracat, düĢük arz esnekliğinden dolayı fiyatlara tepki vermezse ve döviz cinsinden ithalat da, yüksek ithal girdi bağımlılığından dolayı değiĢmezse, ulusal para cinsinden dıĢ ticaret açığı geniĢleyebilecektir. Bu ise ekonomi üzerinde doğrudan daraltıcı bir etkiye sahip olacaktır, çünkü dıĢ ticaret açığındaki bir artıĢ (1.31) no'lu denklemden de görülebileceği gibi üretimi azaltacaktır. Benzer olarak, ticarete konu olan malların üretiminde artıĢ sağlansa da, devalüasyonu takiben, fiyat artıĢlarının mal fiyatlarına yansıyacağına dair bir garanti enflasyonun, bulunmamaktadır. arzda daraltıcı Devalüasyon bir etki neticesinde yaratabileceği ithal göz edilen önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, baĢlangıçtaki kaçınılmaz fiyat artıĢı ile birlikte, hanehalklarının, düĢen para balanslarını tekrar arzu edilen seviyelere çıkarmak üzere harcamalarını azaltmasını ifade eden reel ankes etkisi neticesinde talep düĢebilmektedir. Özetle, devalüasyonun üretim üzerindeki kısa vadeli nihai etkisi, toplam talep üzerindeki olumsuz etkisinin mi, ya da toplam arz üzerindeki olumlu etkisinin mi ağır basacağına bağlı olarak değiĢebilecektir. Ġthalat ve ihracatın göreli fiyat esneklikleri, ticarete konu olan ve olmayan malların 40 toplam üretim içindeki payları16, üretimin tam istihdam seviyesine yakın olup olmaması17 ve olası kısa dönem arz kısıtları bu noktada belirleyici olacaktır. Yurt içi ikame olanaklarının mümkün olmadığı, ithal girdilere yüksek bir bağımlılık halinde daralma olasılığı daha yüksek görünmektedir. Son olarak da, etkili olabilmesi için, nominal devalüasyona reel devalüasyonun eĢlik etmesi gerekmektedir. Bu noktada, enflasyon nihai sonucu değiĢtirebilmektedir. Devalüasyon, en azından kısa vadede ithalat maliyetini artttırması sebebiyle enflasyonist nitelikte olabilecek ve bu etki ithalata bağımlı açık ekonomilerde çok daha fazla hissedilecektir. Ayrıca, “mark up” tipi bir fiyatlandırma geçerli ise ve nominal ücretler endeksleme aracılığı ile benzer biçimde yukarıya doğru uyarlanıyorsa; para arzındaki bağdaĢtırıcı bir değiĢime bağlı olarak enflasyonist bir süreç baĢlamakta ve ulusal para tekrar değer kazanmaktadır. Enflasyon ve ödemeler dengesine parasalcı yaklaĢımın geliĢtirilmesine yol açan bu bakıĢ açısı, temel etken ve politika aracı olarak para arzına odaklanılması gerektiğini vurgulamaktadır. Artan para arzını, enflasyonun ve ödemeler dengesi açıklarının temel kaynağı olmaktan ziyade bunların bir semptomu olarak gören yapısalcı görüĢten farklılık gösteren söz konusu yaklaĢım, ilerleyen bölümlerde daha ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır. Ġstenilen sonuçlara ulaĢmada daha uzun bir süre gerektiren harcama kaydırıcı politikalar, kuramsal olarak, salt harcama azaltıcı politikalara oranla daha az üretim kaybı ile sonuçlanmaktadır. Ayrıca, bu politikaların baĢarılı olabilmeleri için çeĢitli arz yönlü yapısal önlemlerle de desteklenmeleri gerekmektedir. Ekonominin daha esnek bir yapıya kavuĢturulması ve ihracatı özendirici teĢviklere daha duyarlı bir hale getirilebilmesi, talep geniĢlemesi 16 Ticarete konu malların toplam üretim içindeki payı, ticarete konu malların toplam tüketim içindeki payından daha yüksek (düşük) ise, reel bir devalüasyonun etkisi genişletici (daraltıcı) olacaktır. 17 Johnson (1976), nominal bir devalüasyon sonrasında üretimin, ancak ekonomi tam istihdam seviyesinde değilse, bir artış göstereceğini; aksi takdirde fiyat seviyesinin aynı oranda artarak, reel döviz kurunun değişmeyeceğini ortaya koymuştur. 41 gerektirebilmektedir. Ancak, para arzının ve özellikle kamu sektöründeki massetmenin azaltılmasının temel öncelik olması gerektiği savı temelinde, IMF gibi uluslararası kuruluĢlar tarafından bu türden önlemlere karĢı çıkılmaktadır. Yukarıda değinilen tedbirlerle birlikte, aĢırı değerlenmiĢ döviz kuru da dahil olmak üzere, fiyat çarpıklıklarının giderilmesinin, harcama kaydırıcı bir etki göstereceği ve kaynakların etkin tahsisine yol açacağına inanan IMF'nin, istikrar programlarına böylelikle monetarist ve neoklasik yaklaĢım damgasını vurmaktadır. 1.1.2.1.1. Tasarruf ve Yatırımlar Büyüme için “çok düĢük tasarruflar” önermesini irdelemek üzere (1.33) no'lu kaynak dengesi denklemi aĢağıdaki Ģekilde tekrar yazılabilir: X - M = Y - A = (Y - C) - I = S - I (1.34) Kamu ve/veya özel sektör yatırımları, kamu ve/veya özel sektör iç tasarrufları ya da negatif bir dıĢ kaynak dengesi ile finanse edildiğinden, tasarruflar çok kilit bir rol oynamaktadır. Ip + Ig = Sp + Sg - (X - M) (1.35) Yurt içi tasarrufların negatif olması halinde, tüm yurt içi yatırımlar ile üretimi aĢan talep tamamıyla dıĢ kaynak dengesi tarafından finanse edilecektir. Aynı zamanda, tasarruflar, ödemeler dengesi ile de doğrudan iliĢkilidir: (1.21), (1.24) ve (1.25) no'lu denklemler uyarınca: (Sg - Ig) + (Sp - Ip) = ∆NFA + ∆R (1.36) (1.27) no'lu denklem uyarınca, yukarıdaki denklemin sağ tarafı cari iĢlemler dengesine eĢit olduğundan; cari iĢlemler dengesinde bir iyileĢme, 42 ancak ve ancak özel sektör (kamu) tasarruflarının, özel sektör (kamu) yatırımlarına göre artması ile mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla, iç tasarruflar, kapasite arttırıcı etkisi nedeniyle yatırım ve büyüme için olduğu kadar, ödemeler dengesi için de önemlidir. Ekonominin üretken kapasitesi, yatırımların sadece tutarı ile değil, niteliği ve doğası ile de ilgilidir; büyüme, hem kurulu kapasiteye hem de söz konusu kapasitenin ne kadar kullanıldığına bağlıdır. Dengesizliğin kaynağı çok düĢük tasarruflar değil de bir dıĢ Ģok ise, dıĢ borçların artmasının arzulanmadığı bir ortamda, anılan Ģok, her durumda ya tasarrufların arttırılması ya da yatırımların azaltılması aracılığı ile massedilecektir. Uyum programlarının geleneksel bileĢenlerinden olan finansal politikalar, serbestleĢme ve faiz oranının arttırılması aracılığı ile; özel tasarrufların harekete geçirilmesi ve kredi fiyatlarının doğru belirlenmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca, negatif faiz oranlarının, reel varlık yerine finansal varlık edinimini ve sermaye kaçıĢını teĢvik etmek gibi ciddi finansal baskı maliyetleri doğurduğu, fonlara talep fazlası yaratarak etkin olmayan kredi tahsisine yol açtığı, uygun olmayan sermaye yoğun teknolojilerde yatırımı teĢvik ettiği ve finansal aracılık faaliyetlerini engellediği ileri sürülmektedir. Diğer taraftan, faiz oranlardaki değiĢimlerin tasarruflar üzerindeki etkisi tasarruf hacmi açısından oldukça sınırlı olabilmektedir. Ayrıca, tasarruflar üzerinde etkili olabilmesi için gerekli olan çok yüksek faiz oranlarının da kendi baĢlarına olumsuz etkileri bulunmaktadır: yatırımları caydırarak daraltıcı olabilmekte, kamu borç servisi yükünü arttırabilmekte ve enflasyona neden olabilmektedir. Ayrıca, faiz oranı/tasarruf iliĢkisi, portföy tercihlerinin değiĢmesi neticesinde de bozulabileceğinden; yüksek oranlı faizlerin, kredi tahsisini her zaman iyileĢtireceği önermesi kesinlik taĢımaktan uzaktır. Kredi tayınlaması olgusu, geliĢmekte olan ülkelerin kredi piyasalarının belirgin bir özelliği olduğundan ve sadece kamu kaynaklı çarpıklıklar nedeniyle ortaya çıkmadığından; sadece resmi mevduat faiz oranlarının arttırılması, daha karlı yatırımların krediye öncelikli eriĢimini garanti 43 etmeyecek ve tayınlama sürebilecektir. Ülkede sürdürülemez mali ve ödemeler dengesi açıkları gibi iç ve dıĢ makroekonomik dengesizliklerin mevcut olması durumunda, sermaye hareketlerinin, diğer uyum politikaları hayata geçirilmeden, hemen serbestleĢtirilmesi büyük zararlar doğurabilmekte ve döviz kuruna güven eksikliği durumunda sermaye kaçıĢına yol açabilmektedir. Beklentiler de kolaylıkla değiĢtirilemiyor ise, sermaye kaçıĢının tersine çevrilebilmesi faiz oranlarında çok yüksek oranlı bir artıĢı zorunlu kılabilmektedir (Tarp, 1993: 45). 1.1.2.1.2. Maliye Politikası GeliĢmekte olan ülkelerde, mali açıkların hızla artıĢ göstermesi önemli bir makroekonomik dengesizlik kaynağı olabilmektedir. DüĢük bir mali açığın baĢarılı bir istikrar politikasının ön Ģartı olduğu da genel kabul görmektedir. BaĢlangıç dengesizliğinin kaynağı mali açıklar olmasa bile, dıĢ dengenin iyileĢtirilebilmesi, özel ve/veya kamu yatırımlarına oranla özel ve/veya kamu tasarruflarında artıĢ gerektirmektedir. Genel kamu bütçesi kısıtını ifade eden (1.24) no'lu denklem, mali bir açığın üç Ģekilde finanse edilebileceğini göstermektedir: i) kamunun dıĢ varlıklarını azaltarak (∆NFAg ile kamu dıĢ borçlanmasını arttırarak ya da ∆R ile uluslararası rezervleri azaltarak), ii) özel sektörden yapılan net borçlanmayı arttırarak (∆NPBg) ya da iii) parasal sistemden sağlanan kredileri arttırarak (∆DCg). Kamu sektörü borçlanma gereksiniminin finansman Ģekli de, ödemeler dengesi ve üretim üzerinde farklı etkiler doğurabilecektir. Mali açık (Sg – Ig), (1.21) ve (1.24) no'lu eĢitlikler yardımıyla aĢağıdaki Ģekilde tekrar ifade edilebilir: Sg - Ig = (Ip - Sp) + ∆NFA + (∆M - ∆DC) (1.37) 44 Mali açık, ya özel yatırımların üzerindeki özel tasarruflarla, ya net dıĢ varlıklarda bir azalmayla (dıĢ borçlanmayı arttırarak) ya da yurt içi kredilerde akım para talebinin üzerinde bir artıĢla finanse edilecektir. Resmi borç yeniden yapılandırmaları ya da yeni dıĢ krediler sayesinde ilave dıĢ borçlanmanın mümkün olması, NFA'daki bir azalma ile, ekonomiye yeni reel kaynakların kazandırılması anlamına gelmektedir. Böylelikle, planlı bir mali açık kapatılabilecek ve yurt içi massetme mevcut kaynakları aĢmayacağından, aĢırı talep enflasyonu ortaya çıkmayacaktır. Ancak, (1.33) no'lu denklem uyarınca, yurt içi üretim hızla artmaz ve ihracat artıĢı ithalat artıĢının üzerinde gerçekleĢmez ise; cari iĢlemler dengesi toplam massetmedeki artıĢ nedeniyle kötüleĢecektir. Özet olarak, üretim ve net ihracatı arttıramayan dıĢ borçlanma, cari iĢlemler dengesini kötüleĢtirecektir. Mali açığı finanse etmek üzere özel sektörden borçlanmanın mümkün olduğu bir durumda ise, toplam massetmenin değiĢmeyeceği varsayımı altında; aĢırı talep enflasyonu çok düĢük olacak, ancak kamu ve özel sektörün yurt içi tüketim ve yatırım kompozisyonları etkilenecektir. Faiz oranlarındaki bir artıĢ, özel yatırımları dıĢlayabilecek azaltarak özel sektörü yurt dıĢından 18 borçlanmaya , ya da NFA'yı zorlayabilecektir. Kamunun, mali açığını kapatmak üzere özel sektörden borçlanmasının cari açık üzerindeki etkisi, özel sektör massetmesi ile karĢılaĢtırıldığında kamu massetmesinin yurt içi üretim, ihracat ve ithalat üzerindeki göreli etkisine bağlı olacaktır. DıĢ alemden ve özel sektörden ilave finansman sağlama imkanının bulunmaması halinde, kamu sektörüne açılacak yurt içi kredilere bir tavan getirilmesi, finansman açısından toplam mali açık sorununu giderecektir. Ancak, bu durumda hükümetin gelirlerini arttırma ya da giderlerini kısma dıĢında baĢka bir seçeneği bulunmamaktadır. 18 Doğrudan (reel) dışlama, mali açığın finansmanından bağımsız olarak, kıt kaynaklar için rekabetin var olduğu bir durumda kamu harcamalarındaki bir artışın, özel harcamaları bire bir dışlamasını; finansal dışlama (financial crowding out) ise mali açığın hükümet tarafından tahvil ihracı yolu ile finanse edilmesi neticesinde artan faiz oranlarının özel harcamaları özellikle de özel yatırımları yatırımlarını dışlamasını ifade etmektedir. 45 Diğer taraftan, mali açığın tamamını salt maliye politikasıyla kapatmak mümkün ya da arzu edilebilir olmayabilmektedir. DıĢsal Ģokların büyüklüğü önemli bir endiĢe kaynağıdır ve yüksek faiz oranları mali açıklar açısından çok büyük bir yük doğurmaktadır. Giderler politikası açısından ise bazı harcama kalemlerinde kısıntıya gitmek oldukça zor olabilmekte ve vergi toplama sistemleri de esneklik göstermeyebilmektedir. Kamunun, özel sektör yatırımları üzerindeki çekme etkisi üzerinde de durmak gerekmektedir. Bu bağlamda, açığın kısmen parasallaĢtırılması bazen meĢru olabilmektedir. Kamu harcamalarına sınırlama getirilmesi çoğunlukla gerekli olmakla birlikte, özel sektörden elde edilecek vergi gelirleri de bütçe dengesinin sağlanmasına hizmet edecektir. Bu açıdan kurumsal reformlar, kamu bütçesi planlaması ve uygulaması, bütçeyi bir ekonomik yönetim aracı olarak kullanma, girdi ve tüketici teĢviklerinin etkinliği, kamu iktisadi teĢekküllerinin idari ve finansal performansı gibi hususlarda sürekli bir iyileĢtirme ve akılcılık hakim kılınmalıdır. Pratikte ise özelleĢtirme tartıĢmalarında olduğu gibi kamu ve özel sektörün rollerinin ne olması gerektiği ile piyasaların etkinliğine dair farklı görüĢlerin bulunması operasyonel düzeyde somut formülasyonlar geliĢtirilmesini engelleyen temel anlaĢmazlık konuları olarak ortaya çıkmaktadır (Tarp, 1993: 49). Tam istihdam seviyesine yakın bir üretim seviyesinde, kamu sektörü finansman gereksiniminin parasallaĢtırma aracılığı ile kapatılması, mali açığın bir kısmının enflasyon vergisi aracılığı ile özel sektöre transfer edilmesi anlamına gelmektedir. Parasal sistem, kamuya, akım para talebini aĢan bir düzeyde yurt içi kredi açtığında, özel sektör fazla paradan kurtulacak; toplam talep, mevcut reel kaynakların üzerine çıkacak ve enflasyon devam edecektir. Bu ise tasarruflarını arttırmaya zorlanan özel sektörün reel ankeslerinin değerini düĢürecektir. Ancak, parasallaĢtırma ile finanse edilen tüm açıklar enflasyonist nitelikte değildir. Tam istihdam seviyesinden oldukça uzak bir üretim seviyesinde, güvenli sınırlar içinde tutulan ve ihtiyatlı bir biçimde yürütülen parasallaĢtırma, ekonomik kalkınmayı uyarıcı bir rol oynayabilmektedir. Bu sayede para arzındaki ilk artıĢ enflasyon 46 yaratmadan massedilebilmektedir. Diğer arz yönlü politikalarla birlikte uygulandığında, açık finansmanı daha etkili ve daha az tehlikeli olacaktır (Tarp, 1993: 47). Mali açık parasallaĢtırılırken, kamu tasarruflarındaki düĢüĢün özel tasarruflarca telafi edilmesi neticesinde, kısa dönemde cari iĢlemler üzerindeki etki çok büyük olmayabilecek, ancak uzun dönemde enflasyon ulusal paranın reel olarak değer kazanmasına yol açacaktır. Ayrıca, enflasyon vergisi sadece kısa dönemde mali açığı kapatabilmektedir. Vergi tahsilatındaki artıĢ oranı, enflasyonun gerisinde kaldığı sürece, bu yaklaĢım sürdürülemeyecek ve mali reform ihtiyacı bu Ģekilde kaçınılmaz hale gelecektir. DıĢ alemden ya da parasal sistemden (merkez bankasından) borçlanma, para arzının hemen geniĢlemesi anlamına gelmektedir ki bunun da enflasyonist karakterli olma olasılığı daha yüksektir. Özel sektörden borçlanılması ise aynı sonucu doğurmayacak ancak bu sefer de mali açığın üretim üzerindeki geniĢletici etkisi dıĢlama nedeniyle daha düĢük olabilecektir. 1.1.2.1.2.1. DıĢlama ve Çekme Etkileri Kamu harcama ve gelirlerinin üretim üzerindeki etkileri sürekli tartıĢıla gelmiĢtir. Üretim etkilerine iliĢkin tartıĢmaların odağında, doğrudan etkilerden çok, olası özel sektör dıĢlanmasından kaynaklanabilecek dolaylı etkiler yer almaktadır. DıĢlama etkisi, maliye politikasının toplam talebi uyarmadaki etkinliği ile çok yakından ilgilidir ve gerçekten de kamu harcamalarındaki artıĢ özel sektör harcamalarını çok farklı Ģekillerde etkileyebilmektedir. Dolayısıyla, kamu mali açığını, mali etkinin toplam talep üzerindeki bir göstergesi olarak değerlendirirken çok ihtiyatlı davranmak gerekmektedir. Kamu açığının sadece büyüklüğü değil kompozisyonu da bir o kadar önem arz etmektedir. Mali açık sorununu, bütçe kalemlerinin tamamında kısıntıya giderek çözmeye 47 kalkmak akılcı bir yaklaĢım olmaktan uzaktır. Mevcut dengesizlikler ıĢığında kamu harcamalarında kısıntıya gitmek kaçınılmaz ise hangi kalemlerde kısıntıya gidileceği çok büyük bir önem taĢımaktadır. Kamu harcamaları temelde, kamusal mallar sunmayı, özel sektör üzerindeki negatif dıĢsallıkları kaldırmayı, pozitif dıĢsallıklar yaratmayı ve piyasa baĢarısızlığı durumunda da piyasa baĢarısızlığını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Heitger (2001: 9), temel kamu harcama kategorilerini, kamu düzeni ve asayiĢ, ulusal savunma, eğitim, ulaĢım, iletiĢim ve çevrenin korunması olarak sınıflandırmaktadır. Aschauer (1989), kamu yatırımları ile özel sektör yatırımları arasındaki iliĢki araĢtırılırken, farklı harcama kategorilerinin ayrıĢtırılmasının önemine dikkat çekmiĢtir. Kamu sektörü faaliyetleri, özel sektör yatırımlarının karlılık oranını ya da özel sektör üretimine olan talebi arttırabilmektedir. Kamu insiyatifinin var olmadığı durumlarda, özel yatırımların kolaylıkla ortaya çıkıp çıkmayacağı da halen tartıĢmalı bir konudur. Özel yatırımlar ile özel tasarruflar üzerindeki temel kısıt, kamu kaynaklı çarpıklıklardan çok karlı yatırım olanaklarının bulunmayıĢı ya da piyasa baĢarısızlıkları olabilmektedir. DüĢük bir Sg anlamına gelen yüksek bir Ig ve hatta yüksek bir Cg bile, özel yatırımların karlılığını arttırabilmekte ve beraberinde daha yüksek bir I p sağlayan daha yüksek bir Sp getirebilmektedir. Bir baĢka deyiĢle, Ig'yi azaltmak, orta vadeli büyüme kadar, Sg üzerindeki etkisi aracılığı ile kısa dönem dengeler üzerinde de arzu edilmeyen sonuçlar doğurabilecektir. Altyapı, eğitim ve AR-GE‟ye iliĢkin kamu yatırımları, özel sektör yatırımlarını tamamlayıcı hypothesis) ve nitelikte dolayısıyla özel olabilecek sektör (the complementarity yatırımlarının karlılığını arttırılabilecektir. Kamu yatırımlarının, özel sektör yatırımları üzerindeki etkisinin olumlu olduğu bu durum, daha önce de değinildiği üzere çekme etkisi olarak adlandırılmaktadır. Ġlk kalkınma iktisatçılarından Nurkse ve Gershenkron da, özellikle özel sektör yatırımlarını tamamlayıcı nitelikte olan ekonomik ve sosyal altyapıyı geliĢtirmeye yönelik kamu yatırımlarının, çekme 48 etkisine dikkat çekmiĢlerdir. Diğer taraftan, gıda, konut, sağlık hizmetleri gibi özel sektörün de faaliyet alanına giren alanlarda gerçekleĢtirilen kamu yatırımları, ikame edici (the substitutability hypothesis) nitelikte olabilecek ve özel sektörün aynı alandaki yatırımlarını dıĢlayabilecektir. Kamu harcamalarının, özel sektör yatırımları üzerindeki doğrudan etkisi, kamunun ekonomideki payına da bağlı olacaktır. Karras (1994)‟e göre, söz konusu pay arttıkça, özel sektör yatırımları ile kamu sektörü yatırımları arasındaki iliĢki tamamlayıcı olmaktan çok ikame edici nitelikte olacaktır. Monadjemi (1996: 641)‟e göre ise, bu durum, anılan süreç içerisinde kamu hizmetlerinin altyapı yatırımlarından daha fazla artmasından kaynaklanmaktadır. GeliĢmekte olan birçok ülkede kamu finansman ihtiyacının geçmiĢ dönemlerdeki aĢırı harcamalardan kaynaklanması, kamu hizmet ve yatırımları için mevcut reel kaynakları kısıtlamakta ve çekme etkisini harekete geçirmeyi zorlaĢtırmaktadır. Dolayısıyla, dıĢ kaynak giriĢinin arttırılması ve dıĢ aleme yapılan faiz ödemelerinin azaltılması çok büyük potansiyel faydalar taĢımaktadır. Bir baĢka deyiĢle, dıĢ alem ile dıĢsal Ģokların analize dahil edilerek, daha etkin bir borç yönetimi sergilenmesi hayati bir önem arz etmektedir. Kamu harcamalarının doğrudan etkilerinin yanı sıra, finansman biçimine bağlı olarak dolaylı etkileri de mevcut bulunmaktadır. DıĢlama etkisi ele alınacak olursa, toplam özel harcamaların ne yönde etkileneceği, ilk olarak finansmanın cari ve/veya gelecekteki özel harcanabilir geliri ne ölçüde azaltacağına bağlı olacaktır. Ġlave harcamaların finansmanı, faiz oranlarında bir artıĢa yol açmasa bile, hanehalklarının finansman imkanlarını etkileyebilmektedir. Artan kamu harcamalarını takiben, fiyat seviyesinde ortaya çıkabilecek artıĢlar reel ankeslerin değerini düĢürebilmekte ve hanehalkları arzu ettikleri reel ankes seviyesine tekrar ulaĢabilmek için harcamalarını kısabilmektedir. 49 Tam istihdam varsayımının geçerli olduğu ve ödünç verilebilir fonlar kuramına dayanan “Klasik” durumda, kamu harcamalarının arttırılması, tam dıĢlamaya sebep olmakta, diğer bir ifadeyle, çıktı seviyesini değiĢtirmemekte ve sadece finansman biçimine bağlı olarak faiz oranı ya da fiyat seviyesini yükseltmektedir. Ancak, açık bir ekonomide faiz oranlarındaki bir artıĢın sermaye giriĢlerini özendirebilecek olması nedeniyle tam dıĢlama düĢük bir olasılık olarak gözükmektedir. Ayrıca, özel sektör yatırım kararları sadece faiz oranına değil, özellikle gelecekteki talep canlılığına iliĢkin giriĢimcilerin beklentileri de dahil olmak üzere, çok çeĢitli etkenlere dayanmaktadır. Fiyat katılığı ve atıl kapasite varsayımları uyarınca, çıktının toplam talep tarafından belirlendiği Keynesyen görüĢ uyarınca, artan kamu harcamaları çarpan mekanizması aracılığıyla toplam talebi uyarıp, gelir seviyesini arttırabilecek; böylelikle söz konusu harcamaları destekleyecek tasarruflar da yaratılabilecek ve hızlandıran mekanizması aracılığıyla da özel yatırımlar artıĢ gösterebilecektir.19 Blinder ve Solow (1973)‟ün fiyat seviyesinin sabit olduğu kapalı bir ekonomi için uzun dönemli Keynesyen çarpanı neo-Keynesyen bir model çerçevesinde inceledikleri çalıĢmalarında, hanehalklarının portföylerinde bulunan devlet tahvilleri, hanehalklarının “net servet”lerinin bir parçası ve tüketim de servetin bir fonksiyonu olarak ele alındığından; tahvil ihracı (borçlanma) ile finanse edilen veri bir kamu harcaması, tüketimi, dolayısıyla toplam talebi ve üretimi de arttırmaktadır. Ayrıca, “net servet etkisi”nin, üretimi olumsuz yönde etkileyen “portföy etkisi”ne baskın gelmesi sonucunda gelir ve üretimde ortaya çıkan artıĢ, vergi gelirlerini de arttırmaktadır. 19 Harrod-Domar büyüme modelinde de yer alan hızlandıran teorisi, yurt içi yatırımların milli gelirdeki artış oranı tarafından belirleneceğini, savunmaktadır. Özet olarak, hızlandıran mekanizması, firmalar, geçmiş dönemdeki üretim değişimlerini gelecekteki talep canlılığına ilişkin bir gösterge olarak değerlendirdiklerinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin, tahvil ihracı ile finanse edilen mali bir genişlemenin ardından ortaya çıkan gelir ve üretim artışı, firmaların gelecekte daha yüksek bir talep beklemelerine ve dolayısıyla yatırımlarını arttırmalarına neden olacaktır. Bu bir tür reel çekme etkisidir. 50 Böylelikle, denk bir bütçeye doğru yakınsama olacak ve uzun dönem dengesinde hem üretim hem de faiz oranları daha yüksek olacaktır.20 Yine pek çok baĢka Keynesyen modelde de, özel tüketim, harcanabilir gelirin bir fonksiyonu olduğundan, bütçe açığındaki bir artıĢın vergi yerine borçlanma ile finanse edilmesi, özel tüketimi arttıracak ve cari iĢlemler dengesini kötüleĢtirecektir. Diğer taraftan, “Neo-klasik Borçlanma GörüĢü” ise uzun dönemde yükselen faiz oranlarının özel yatırımlar ile sermaye birikimini dıĢlayacağını ileri sürmektedir. Basit Keynesyen modeller, doğrudan dıĢlamanın yanı sıra, faiz oranı ya da döviz kurundaki değiĢimler aracılığıyla dolaylı dıĢlamaya da izin vermektedir. Örneğin tahvil ihracı ile finanse edilen mali bir geniĢlemenin ardından, dıĢlama, iç dengeyi dikkate alan standart Hicks-Hansen IS-LM modelinde, faiz oranlarındaki artıĢın özel harcamaları özellikle de özel yatırımları azaltmasından kaynaklanırken; dıĢ dengeyi de dikkate alan açık ekonomi Mundell-Fleming IS-LM-BP modelinde, ilave olarak, faiz oranlarındaki artıĢın sermaye giriĢlerini cezbederek ulusal paraya değer kazandırması sonucunda net ihracatı düĢürmesinden ve mali geniĢlemenin yarattığı iç talep artıĢını bu Ģekilde kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmasından kaynaklanmaktadır. 21 Her iki durumda da dıĢlamanın boyutu mali çarpanın büyüklüğünü etkilemekte ancak iĢaretini değiĢtirmemektedir (Hemming vd., 2002: 4).22 Mali bir geniĢleme, tam sermaye hareketliliği ve sabit kur rejimi altında tam etkili iken; tam sermaye hareketliliği ve esnek kur rejimi altında hiç etkili 20 Faiz oranının, vergi gelirlerinin artış oranını aşmadığı varsayılmaktadır. Özel yatırımların faiz oranına duyarlılığı arttıkça dışlama olasılığı da artacaktır. Ancak, yatırımların cari gelirin artan bir fonksiyonu olması durumunda çarpan-hızlandıran modeli, faiz oranı artışından kaynaklanan dışlamaya rağmen yüksek değerli mali çarpanlar yaratabilecektir. Faiz oranı artışından kaynaklanan dışlama ise, para talebinin faiz oranları ve gelirin bir fonksiyonu olduğu varsayımına dayanmaktadır. Para talebinin faiz esnekliği azaldıkça ve gelir esnekliği arttıkça, dışlama etkisi de artacaktır. Ancak bağdaştırıcı bir para politikası ile faiz oranlarının artması engellenebilmektedir (Hemming vd., 2002: 5 ). 22 Anılan nedenlerden dolayı, açık ekonomi mali çarpanları, kapalı ekonomi mali çarpanlarından daha düşük olacaktır. Ayrıca, açık ekonomide iç talep artışının bir kısmı ithalat ile karşılandığı sürece, doğrudan dışlama gerçekleşecektir. 21 51 değildir: ulusal paranın mali geniĢlemenin ardından değer kazanması, yurt içi talebin bileĢiminde yurt içi mallardan yabancı mallara doğru bir kayma ortaya çıkarmakta ve tam dıĢlamaya neden olmaktadır (Fischer ve Dornbusch, 1998: 176). DıĢlama etkisinin büyüklüğü fiyat esnekliğine de bağlı olacaktır; fiyat esnekliği kısa dönemde sınırlı bile olsa, mali çarpanların alacağı değer aralığını küçültecek ve döviz kuru rejiminin etkilerini kısıtlayacaktır. Geleneksel Keynesyen modellerin aksine, neo-Keynesyen modellerde fiyat esnekliğine izin verilmektedir. Kapalı bir ekonomide, mali bir geniĢlemenin ardından ortaya çıkan fiyat seviyesindeki yükselme, kısa vadede toplam talepteki artıĢın bir kısmını eritecek ve fiyat katılığı ile ortaya çıkan faiz oranındaki artıĢtan kaynaklanan dıĢlama etkisini kuvvetlendirecektir. Esnek döviz kuru rejimine sahip açık bir ekonomide ise, dıĢlamanın büyüklüğü yurt içi fiyatların döviz kurundaki değiĢimlere olan tepkisi tarafından belirlenecektir. Özellikle, yurt içi fiyatlar döviz kuru ile birlikte hareket ettiğinde, faiz oranının artması neticesinde ulusal paranın reel olarak değer kazanması, fiyatları düĢüreceğinden, fiyat katılığına kıyasla, dıĢlama daha az olacaktır. Sabit döviz kuru rejimine sahip açık bir ekonomide ise, cari iĢlemler dengesi fiyat artıĢlarına tepki olarak, ulusal paranın reel olarak değer kazanması sonucunda kötüleĢecek ve fiyat katılığına kıyasla dıĢlama daha fazla olacaktır (Hemming vd., 2002). Maliye politikasının Keynesyen olmayan etkileri bağlamında ise, rasyonel beklentiler varsayımı temelinde Ģekillenen Yeni Klasik Makroekonomi çerçevesinde, Barro (1974)‟e atfedilen “Ricardocu Denklik Teoremi” (Ricardian Equivalence Hypothesis-REH) üzerinde durmak gerekmektedir. Barro (1974), belirli bir varsayım seti altında (kuĢaklar arası diğergamlık, mükemmel sermaye piyasaları 23, götürü usulü vergi, rasyonel 23 Hanehalklarının krediye erişim imkanlarının kısıtlı olmaması, bir başka deyişle, tüm hanehalklarının veri bir faiz oranı üzerinden borç alıp borç verebilmelerini ifade etmektedir. 52 bireyler ve borçların ekonomik büyüme oranından daha hızlı artmaması vb.), tahvil ihracı ile finanse edilen her bütçe açığının, ekonomik birimlerin de rasyonel bir biçimde öngörecekleri üzere vergi oranlarında gelecekteki bir artıĢla karĢılanacağını ileri sürmektedir. Cari tüketimlerini bu doğrultuda uyarlayan ekonomik birimler ise, vergi yükünde gelecekte ortaya çıkmasını bekledikleri bir artıĢ karĢısında, cari tüketimlerini kısarak, cari tasarruflarını arttıracaklardır. Blinder-Solow (1973) sonuçlarına itiraz eden REH, devlet tahvillerinin “net servet” olmadığından yola çıkarak, servet etkisinin geçerli olmadığını, dolayısıyla, veri bir bütçe açığınının nasıl finanse edildiğinin - tahvil ihracı ya da vergiler - hiçbir önem taĢımadığını, bir baĢka deyiĢle, her iki durumda da toplam talep, faiz oranı ve sermaye birikiminin değiĢmeyeceğini savunmaktadır. Bu görüĢ uyarınca, kamu maliyesine iliĢkin temel gösterge kamu harcamalarının finansman biçimi değil, reel kamu harcamalarıdır. Neo-klasik bir bakıĢ açısından, REH, ödünç verilebilir fon talebindeki bir artıĢın (kamu harcamaları), ödünç verilebilir fon arzında aynı miktardaki bir artıĢla (gelecekteki vergileri karĢılayabilmek üzere tasarrufların artması) karĢılanacağını ve dolayısıyla faiz oranlarının değiĢmeyeceğini ifade etmektedir. Keynesyen bir bakıĢ açısından ise, REH, tahvil ihracı ile finanse edilen kamu harcamalarındaki bir artıĢın yarattığı gelirin - ihtiyat güdüsü ile yeni ihraç edilen tahvillerin alımı yolu ile - tasarruf edileceğini ve dolayısıyla tüketimin artmayacağını ve çarpan etkisinin geçerli olmayacağını ifade etmektedir (NSSR). 24 Diğer taraftan, REH‟in kabulü, kamu maliye politikasının önemsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine, Barro, kamu harcamaları ve vergilendirmenin ne Ģekilde olacağının, ekonomi üzerindeki potansiyel reel etkilerinin incelenmesi gerektiğini ifade etmektedir. 24 Anılan “borç yansızlığı” argümanının çıkarsamalarına ilişkin dikkatli bir ayrım yapılması gerekmektedir. Kamu borcundaki artış karşısında faiz oranlarında bir değişim olmayacağını öngören REH, kamu harcamalarındaki bir artışın ise - “Yeni Klasikler”deki tam istihdam varsayımı altında faiz oranlarında bir artışa olanak sağlayacağını öngörmektedir. 53 REH‟in, cari iĢlemler dengesine yansıması incelenecek olursa, örneğin kamu harcamalarının değiĢmediği ve hanehalklarının borçlanmalarında herhangi bir kısıtın olmadığı varsayımları altında, cari dönemde uygulanan bir vergi indirimi gelecekte bir vergi artıĢı anlamına geldiğinden, cari vergilerdeki bir azalma arzulanan tasarruf düzeyini etkilemeyecektir. Böylelikle, vergi indiriminden dolayı azalan kamu tasarruflarına aynı miktarda artıĢ gösteren özel tasarruflar eĢlik edecek ve toplam yurt içi tasarruflar değiĢmeyecektir. Böylelikle, para talebi, faiz oranı, özel tüketim ve yatırım harcamaları ile cari iĢlemler dengesi etkilenmeyecektir. 1.1.2.1.2.2. “Ġkiz Açıklar” ve “Ġkiz Sapma” Hipotezleri Bütçe açığı ile cari iĢlemler açığı arasında bir iliĢkinin varlığına iĢaret eden “ikiz açık” hipotezi, vergilerde bir indirim ya da kamu harcamalarındaki bir artıĢa bağlı olarak, bütçe açığının arttığı bir durumda; yurt içi yerleĢiklerin yaratılan ek gelirin bir kısmını tüketime yönlendirmeleri neticesinde, toplam yurt içi tasarrufların (kamu ve özel) azalacağını savunmaktadır. Yurt içi yatırımların, yurt içi tasarruflardaki düĢüĢü telafi edecek kadar düĢmemesi halinde ise, yurt dıĢından borçlanma (cari iĢlemler dengesinin kötüleĢmesi) kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu hipoteze göre daha büyük bir bütçe açığına daha yüksek bir cari iĢlemler açığı eĢlik etmelidir. Ancak, ikiz açık hipotezi, Keynesyen modelde yer aldığı üzere bütçe açığı ile özel tüketim arasında pozitif bir iliĢki bulunduğu varsayımına dayanmaktadır. Diğer taraftan, teorik modellerde ise bütçe açığı ile özel tüketim arasındaki iliĢkinin yönünü büyük ölçüde ilgili modelde Ricardocu denklik varsayımının yer alıp almaması tayin edecektir. Özet olarak, bütçe açığının cari iĢlemler açığına neden olduğunu vurgulayan geleneksel Keynesyen yaklaĢım ile anılan iki değiĢken arasında bir iliĢki bulunmadığını savunan REH arasında bir uzlaĢmazlık bulunmaktadır. 54 Kim ve Roubini (2008), ABD‟de esnek döviz kuru rejiminin benimsendiği 1973-2004:1 dönemi için üçer aylık verileri kullanarak yaptıkları ampirik çalıĢmalarında, maliye politikasının (bir bütçe açığı Ģokunun) cari iĢlemler dengesi ile reel döviz kuru üzerindeki etkisini incelemiĢlerdir. VAR (Vektör Oto Regresyonu) modellerine dayanan çalıĢmada, iĢ çevrimlerinin mali denge üzerindeki etkilerinin kontrol edildiği, “dıĢsal”maliye politikası Ģokları irdelenmiĢtir. Pek çok teorik modelde öngörülenin aksine, sonuçlar, “dıĢsal” bir geniĢletici (daraltıcı) maliye politikası ya da bütçe açığı (fazlası) Ģokunun kısa dönemde cari dengeyi iyileĢtirdiğini (kötüleĢtirdiğini) ve ulusal paraya da reel olarak değer kaybettirdiğini (değer kazandırdığını) ortaya koymaktadır. Cari dengeyi iyileĢtiren (kötüleĢtiren) özel tasarruflardaki artıĢlar (azalıĢlar) ve toplam yatırımlardaki azalıĢlar (artıĢlar) olurken, ulusal paradaki reel değer kaybı (kazancı) ise göreli fiyat seviyesindeki değiĢimden değil, nominal döviz kurundaki değiĢimden kaynaklanmaktadır. Mali bir geniĢleme Ģokunun cari iĢlemler dengesini nasıl iyileĢtirdiğini ortaya koymak üzere, cari iĢlemler hesabının bileĢenlerinin incelendiği çalıĢmada, özel tasarrufların ampirik olarak ılımlı bir artıĢ gösterirken, yatırımların büyük oranda ve kalıcı bir biçimde düĢüĢ gösterdiği gözlemlenmiĢtir. Anılan her iki etki de cari iĢlemler dengesinin iyileĢmesine katkıda bulunmaktadır. Bu sonucun, ABD ekonomisine özgü bir nitelikten, görece kapalı büyük bir açık ekonomi olmasından kaynaklanabileceği tartıĢılmıĢtır: mali bir geniĢleme reel faiz oranlarında bir artıĢa yol açarak, özel yatırımları dıĢlayabilmekte diğer taraftan da özel tasarrufları özendirebilmektedir. ÇalıĢmada, bir bütçe açığı Ģokunun ardından ulusal parada ortaya çıkan reel değer kaybında ise yapıĢkan fiyatların önemli bir rol oynadığı sonucuna ulaĢılmıĢtır; Ģokun ardından nominal döviz kurunda da bir değer kaybı yaĢanmaktadır. Yazarlar, bu sonucu açıklamada ABD ekonomisinin kendine özgü niteliklerini gündeme getirmektedirler. Ġlk olarak, yatırımların dıĢlanması ile sonuçlanan mali açıklar, ekonominin uzun dönem verimlilik artıĢ oranını azaltıp, ABD dolarının zayıflamasına neden olabilmektedir. Ġkinci 55 olarak ise süreklilik arz eden cari iĢlemler açıkları, net dıĢ yükümlülüklerinin katlanarak artması sonucunu doğurmaktadır; her yıl GSYH‟nin %5‟ini aĢan cari iĢlemler açıkları nihayetinde DıĢ Borçlar/GSYH oranını çok yüksek seviyelere taĢıyarak temerrüt risk primini arttırabilecek ve nominal ve reel döviz kurunda artıĢlara (ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesine) yol açabilecektir. Dolayısıyla, anılan uzun dönem sürdürülemez borç dinamiklerinin tersine çevrilebilmesi için bir noktada ABD cari iĢlemler açığının küçültülmesi zorunlu olabilecek, bu ise ABD dolarında sürekli bir reel değer kaybını gerektirebilecektir. Özet olarak, reel faiz oranlarındaki bir artıĢın kaynaklık ettiği yatırımların dıĢlanması etkisi ile özel tasarruflardaki kısmi bir Ricardocu hareket “ikiz açıklara” iliĢkin ampirik paradoksu açıklayabilmektedir. 25 Diğer taraftan, kamu harcamalarındaki Ģokların da cari iĢlemler ve reel döviz kuru üzerindeki etkileri de bütçe açığı Ģoklarına benzer niteliktedir ancak özellikle de uzun vadede etkileri daha kuvvetlidir. Pozitif bir kamu harcama Ģoku cari iĢlemler dengesini iyileĢtirmekte ve ulusal paranın büyük oranda ve kalıcı bir biçimde değer kaybetmesine neden olmaktadır. Diğer taraftan, Kim ve Roubini (2008)‟e göre, ABD verilerinin bütçe açıkları ile cari iĢlemler açıkları arasında güçlü bir pozitif korelasyona iĢaret etmemesi ve hatta mali dengeler ile cari iĢlemler dengesindeki “ikiz sapma”, çıktı Ģoklarının varlığı ile de açıklanabilmektedir: cari iĢlemler dengesi ve mali dengenin eĢanlı hareket etmesini sağlayan unsur mali Ģoklardan çok çıktı Ģoklarının varlığıdır; dolayısıyla, bütçe açığı Ģoklarının cari iĢlemler dengesi üzerindeki etkilerinin tanımlanabilmesi için, bütçe dengesi ile cari iĢlemler 25 Obstfeld ve Rogoff (1995)’in, yatırımların açık bir şekilde analitik çerçeveye dahil edilmediği, Yeni Açık Ekonomi Makroekonomisi modellerinde de, kamu harcamalarındaki kalıcı artışlar cari işlemler dengesini iyileştirebilmektedir. Kamu harcamalarındaki kalıcı bir artışın, tüketimde bire bir azalış ile sonuçlanacağını ileri süren Ricardocu etki, bu yüzden cari işlemler dengesinde bir değişim öngörmemektedir. Ancak, bu gibi yapışkan fiyat modellerinde, harcamalarda ortaya çıkan artış, talep tarafından belirlenen çıktıyı kısa dönemde uyarabilmektedir. Dolayısıyla, net çıktı zaman içerisinde azaldıkça, tüketicilerin tüketim dalgalanmalarını gidermelerinden dolayı cari işlemler dengesi iyileşebilecektir. Ayrıca, büyük bir ekonomide, mali bir genişleme reel faiz oranlarını arttıracağı için özel tüketimi düşürecek ve böyle bir modelde para talebinin özel tüketime dayandığı varsayıldığı için ulusal para hem nominal olarak hem de yapışkan fiyat varsayımı nedeniyle reel olarak değer kaybedecektir. 56 dengesinin çıktı dalgalanmaları karĢısında verdikleri içsel tepkilerin kontrol edilmesi gerekmektedir. Ekonomik geniĢleme (daralma) dönemlerinde bir yandan üretim artarken (azalırken), diğer yandan vergi ve harcama tarafındaki otomatik istikrarlaĢtırıcılar aracılığı ile mali denge de iyileĢmektedir (kötüleĢmektedir). Daha açık bir ifade ile hem geleneksel cari iĢlemler dengesi hem de modern uluslararası iĢ çevrimleri teorileri, bir çıktı ya da verimlilik Ģoku karĢısında cari iĢlemler dengesinin çevrim karĢıtı davranacağını öngörseler de; pratikte bütçe dengesi, özellikle de bütçenin gelirler kısmı, çevrim yanlısıdır. Aynı zamanda, üretim artıĢınının (azalıĢının), yurtiçi tasarruflardaki artıĢtan (azalıĢtan) daha yüksek bir yatırım artıĢı (azalıĢı) ortaya çıkarması durumunda, cari iĢlemler dengesi kötüleĢebilecektir (iyileĢebilecektir).26 Corsetti ve Müller (2008) de, “ikiz açıklar” önermesini, 10 OECD ülkesinin verisini kullanarak, standart bir uluslararası iĢ çevrimleri modeli çerçevesinde değerlendirdikleri ampirik çalıĢmalarında aĢağıdaki sonuçlara ulaĢmıĢlardır: i) verilerin iĢaret ettiği, bütçe dengesi ile dıĢ ticaret dengesi arasındaki negatif korelasyon, “ikiz açıklar” hipotezi ile tutarsızlık arz etmemektedir; mali Ģoklara bağlı olarak, bütçe dengesi ile dıĢ ticaret dengesi kuvvetli bir biçimde aynı yönde hareket etmektedir ancak her iki değiĢkenin de nihai korelasyonunu belirleyen iĢ çevrimlerini yönlendiren diğer Ģoklardır, ii) mali Ģoklara bağlı olarak her iki açık arasındaki güçlü ve pozitif bir korelasyon bulunması durumunda bile, özellikle de ithalatın GSYH içindeki payının düĢük olduğu ekonomilerde, dıĢ ticaret dengesinin niceliksel tepkisi oldukça sınırlı olabilmektedir. Özetle, mali bir geniĢleme, ekonominin yeteri 26 Bu durum, 1990’lı yıllarda ABD’de mali denge iyileşirken, cari işlemler dengesinin neden kötüleştiğini açıklayabilmektedir. Özellikle de, 1995-2000 arası dönemde ABD’de ortaya çıkan Yeni Ekonomi ve bilişim teknolojileri patlaması döneminde olduğu gibi, bir teknoloji şoku, cari işlemler dengesini kötüleştirecek bir yatırım patlaması ortaya çıkarabilmekte ve sonuç olarak, mali denge iyileştikçe (kötüleştikçe), cari işlemler dengesi kötüleşebilmektedir (iyileşebilmektedir). Her iki dengenin de temel açıklayıcısı bir çıktı şoku ise, “ikiz açıklar” yerine “ikiz sapma” gözlemlenebilmektedir (Kim ve Roubini, 2008: 364). 57 derecede kapalı olduğu ve mali Ģokların aĢırı bir süreğenlik arz etmediği bir durumda, cari iĢlemler dengesini iyileĢtirebilmektedir. Nickel ve Vansteenkiste (2008), maliye politikası ile cari iĢlemler dengesi arasındaki ampirik iliĢkiyi ve Ricardocu denkliğin söz konusu iliĢkiyi nasıl değiĢtirdiğini, 22 sanayileĢmiĢ ülkenin verisini kullanarak, dinamik bir panel eĢik modeli çerçevesinde incelemiĢlerdir. ÇalıĢmada, Kamu Borcu/GSYH oranındaki değiĢmenin, mali denge ile cari iĢlemler dengesi arasındaki iliĢkiyi ne yönde etkilediği sorusuna; anılan oranın % 90‟ı aĢmadığı ülkelerde, iki denge arasındaki iliĢkinin pozitif olduğu yanıtı verilmiĢtir: mali açıktaki bir artıĢ daha yüksek bir cari iĢlemler açığına yol açmaktadır. AĢırı borçlu ülkeler için ise söz konusu iliĢki negatif ve istatistiki olarak da anlamsız bulunmuĢtur: mali açıktaki bir artıĢ cari iĢlemler açığında bir artıĢ ile sonuçlanmamaktadır. Örtük olarak, bu sonuç, Ricardocu denkliğin aĢırı borçlu ülkelerde geçerli olduğu anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, aynı model 11 en büyük Euro Bölgesi ülkesi için tahmin edildiğinde, iki denge arasındaki iliĢki, anılan oran %80‟i aĢtığında, istatistiki olarak anlamsız bulunmuĢtur. 1.1.2.1.2.3. Maliye Politikası‟nın Etkinliğine ĠliĢkin Yapılan Ampirik ÇalıĢmalar Kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi inceleyen ampirik yazın incelenecek olursa, Aschauer (1989), 1966-1985 dönemi için G-7 ülkelerinin verisini kullanarak, kamu net yatırımlarının ekonomik büyümeye katkısını oldukça yüksek ve anlamlı bulmuĢtur. Ram (1986), 1960-1980 dönemi için 115 ülkenin yatay kesit verisini kullanarak yaptığı çalıĢmada, akım cinsinden ifade edilen kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki bulmuĢ ve kamunun büyük Ģoklarda çok önemli bir rol oynadığına iĢaret etmiĢtir. 58 Barro (1990), Ġçsel Büyüme Kuramı çerçevesinde, 1960-1985 dönemi için 76 ülkenin yatay kesit verisini kullanarak yaptığı çalıĢmada, akım cinsinden ifade edilen kamu harcamalarını üretken ve üretken olmayan Ģeklinde sınıflandırarak; kamu altyapı yatırımları ve sosyal transferlerin ekonomik büyümeyi olumlu yönde, kamu tüketim harcamalarının ise olumsuz yönde etkilediği sonucuna ulaĢmıĢtır. Savunma ve eğitim harcamalarının ekonomik büyümeyi etkilediğine iliĢkin anlamlı bir iliĢki bulamamıĢtır. Engen ve Skinner (1992), 1970-1985 dönemi için 107 ülkenin verisini kullanarak yaptıkları çalıĢmalarında, kamu harcamaları ve vergilerin denk bütçe korunacak Ģekilde arttırılmasının, faktör girdilerinin sektörler arasındaki vergi çarpıklıklarına duyarlı olması sebebiyle, ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkileyeceği sonucuna ulaĢmıĢlardır. Heitger (2001), neo-klasik model çerçevesinde, 1960-2000 dönemi için 21 OECD ülkesinin verisini kullanarak kamu sektörünün büyüklüğü ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi incelediği çalıĢmasında, temel kamu mallarına iliĢkin harcamaların ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediği ancak kamu harcamalarının kamu malları dıĢında özel mallara kayması halinde, anılan olumlu etkinin azalacağı ve hatta tersine döneceği sonucuna ulaĢmıĢtır. ÇalıĢmada, aĢırıya kaçan kamu harcamalarının ekonomik büyüme ve istihdam üzerindeki etkisinin olumsuz olmasının bir nedeni, söz konusu harcamaları finanse etmek için gerekli olan vergi artıĢlarının çalıĢma ve yatırım yapma isteğini kırması, diğer bir nedeni de daha etkin çalıĢan özel sektörün dıĢlanması olarak ifade edilmiĢtir. Aschauer (2001), dinamik bir kuramsal model çerçevesinde, özel semaye stokuna kıyasla kamu sermaye stoku görece düĢük iken, ikincisinin marjinal verimliliğinin daha yüksek olmasından dolayı kamu yatırımlarındaki bir artıĢın üretimi arttıracağı, tersi durumda da azaltacağı sonucuna ulaĢmıĢ; ayrıca, 1970-1990 dönemi için 48 ABD eyaletinin verisini kullanarak yaptığı ampirik çalıĢmada ise kamu sermaye stoku ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki bulmuĢtur. 59 Değinildiği üzere, geleneksel Keynesyen görüĢ uyarınca, mali bir sıkılaĢtırmanın reel toplam talep üzerinde daraltıcı bir etki göstermesi olasıdır. Ancak, geleceğe iliĢkin beklentileri gözardı ettiği gerekçesiyle bu çıkarsamanın yanıltıcı olabileceği tartıĢılmıĢ ve mali sıkılaĢtırmanın, özel sektör tarafından, kamu harcamalarının GSYH‟deki payında kalıcı bir azalma sağlayacağına yönelik bir sinyal olarak algılanması halinde, hanehalklarının daimi gelir tahminlerini yukarı yönde revize ederek, cari ve planlanan tüketimlerini arttıracakları ileri sürülmüĢtür. 27 Giavazzi ve Pagano (1990), “geniĢletici mali daralma” olarak adlandırdıkları söz konusu önermeyi, 1980‟lerin Avrupası‟nda yaĢanan keskin mali daralma dönemi için, özellikle Danimarka ve Ġrlanda özelinde ampirik olarak test etmiĢler ve beklentiler kanalının ampirik olarak ihmal edilemeyeceği sonucuna ulaĢmıĢlardır. Danimarka ve Ġrlanda‟da 1970‟lerde yaĢanan büyük bütçe açıkları ile yüksek enflasyon oranları karĢısında; 1980‟lerde alınan politika önlemleri baĢlangıçta yapılan yüksek oranlı devalüasyon, mali ve parasal sıkılaĢtırma, vergi oranlarının arttırılması, ulusal paraların Alman Mark‟ına sabitlenmesi ve sermaye hareketlerinin serbestleĢtirilmesi Ģeklinde olmuĢtur. Giavazzi ve Pagano (1990: 93), bu politikaların doğrudan etkilerini, i) vergi oranlarındaki artıĢların hanehalkı harcanabilir gelirini azaltması, ii) tüketimi uyarabilecek olan beklenen enflasyon oranının düĢmesi ve iii) reel faiz oranının düĢmesi neticesinde olumlu bir servet etkisi kanalıyla cari tüketimin artması olarak sıralamaktadırlar. ÇalıĢmanın sonuçlarına göre, Danimarka örneği, servet ve gelir etkileri kontrol edildikten sonra ve hatta cari vergilerde oldukça büyük bir artıĢ söz konusu iken bile, mali sıkılaĢtırmanın tüketimde bir artıĢ ile sonuçlandığına iĢaret etmektedir. Diğer taraftan, Ġrlanda örneği ise, hanehalklarının krediye eriĢim imkanının kısıtlı olması nedeniyle, cari harcanabilir gelirin, tüketimin en önemli belirleyicisi haline geldiği ve dolayısıyla etkin bir kısıt oluĢturduğu bir 27 Kamu harcamalarının arttırıldığı tersi bir durumda ise, maliye politikası ve Borç/GSYH oranının sürdürülebilirliğine ilişkin artan kaygılar, özel tasarrufları arttırıp, özel tüketimi ise azalabilecektir. 60 durumda - likidite kısıtının varlığı altında - Keynesyen görüĢün geçerliliğini koruyacağını ortaya koymaktadır. Afonso (2007) ise, basit bir analitik model çerçevesinde, mali bir sıkılaĢtırmanın hem Keynesyen hem de Keynesyen olmayan etkiler yaratabileceği ve ayrıca yurt içi faiz oranlarının maliye politikasına duyarlılığı 28 ile tüketiciler arasında kredi kısıtına tabi olmayanların oranı arttıkça, “geniĢletici mali daralma” olasılığının artacağı sonucuna ulaĢmıĢtır. Diğer bir deyiĢle, mali daralmanın kamu borçlanmasına iliĢkin risk primini düĢürmediği ve tüm tüketicilerin likidite kısıtı altında olduğu bir durumda geleneksel Keynesyen etki geçerli olacaktır. “GeniĢletici mali daralma” önermesini REH çerçevesinde değerlendiren Afonso (2007: 3)‟e göre, mali sıkılaĢtırma ve beraberinde gelen vergi oranlarındaki artıĢ, bir yandan, vergi yükünün bir kısmını gelecek kuĢaklardan Ģimdiki kuĢaklara aktararak, cari özel tüketimi azaltacak; diğer yandan da gelecekteki maliye politikasına iliĢkin belirsizliği ortadan kaldırarak, cari özel tüketimi arttıracaktır. 29 Çok yüksek bir Borç/GSYH oranında, Afonso (2007), anılan Keynesyen olmayan etkinin gerçekleĢme olasılığının daha yüksek olacağını ifade etmektedir. 1.1.2.1.3. Para Politikası DıĢ kaynak dengesi (X - M), (1.27) no'lu denklem kullanılarak, dıĢ parasal dengeye de vurgu yapılacak Ģekilde tekrar ifade edilebilir: X - M = (INP - NTR) + ∆NFA + ∆R 28 (1.38) Güvenilirliğe sahip bir mali daralma, kamunun, uzun dönem borçlanma gereğini iyileştirerek, sermaye piyasalarından daha düşük bir risk primi ile daha az borçlanmasını sağlayabilecektir. Böylelikle, hem düşen faiz oranları hem de özel sektör için sermaye piyasalarındaki olası dışlamanın azalması, özel yatırımları arttırabilecektir. 29 Söz konusu belirsizliğin ortadan kalkmasıyla, tüketiciler, vergi oranlarında bir artış olasılığına karşı geçmiş dönemlerde yapmış oldukları birikimlerini kullanarak, cari tüketimlerini arttırabileceklerdir. 61 DıĢ borç faiz ödemelerinin (INP) çok yüksek olduğu bir durumda ekonomiye sürekli bir reel kaynak giriĢi (M > X) ancak ve ancak Ģu hallerde mümkün olabilmektedir: i) karĢılıksız transferleri de içeren net transferlerin dıĢ borç faiz ödemelerinden daha yüksek olması (NTR > INP), ii) ilave dıĢ borçlanmanın mümkün olması (∆NFA > 0) ya da iii) kullanılabilecek uluslararası rezervlerin var olması (∆R > 0). Dolayısıyla, dıĢ finansmanın rolü ve uluslararası sermaye piyasalarına bağımlılık hayati bir önem kazanmaktadır. Bu gözlemler, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluĢların önemini teyit eder niteliktedir. Ayrıca, ihracat gelirlerinin arttırılması gibi olası orta dönem faydalar sağlanıncaya değin; mevcut dıĢ finansman imkanlarının bir kısmı, daha önce değinilen uyum sürecinin kısa vadeli maliyetlerini ve zorluklarını karĢılamada kullanılabilmektedir. Ancak, dıĢ kaynak açığının, ithalatın kısılması yolu ile kapatılma tehlikesi de bulunmaktadır. Özel sektörün net dıĢ varlıklarında bir artıĢ ya da özel sektörün dıĢ borçlanmasında bir azalıĢ biçiminde kendisini gösteren sermaye kaçıĢı olgusu ise, uyum sorunlarını daha da karmaĢık bir hale getirmektedir. Özel sektör, yurt içinde yatırım yapmak (Ig), para biçiminde (M) daha fazla finansal varlık tutmak, kamuya kredi açmak (NPBg) ya da parasal sistem tarafından açılan kredileri (DCp) geri ödemek yerine, tasarruflarının (Sp) artan bir kısmını yurt dıĢında değerlendirmektedir. (1.20) no'lu denklem uyarınca 30 , akım para talebi ile özel sektöre açılan yurt içi krediler arasındaki iliĢkinin (∆M + ∆DCp = 0) ve özel tasarruflar ile özel yatırımların (Sp - Ip) değiĢmediği varsayımı altında, sermaye kaçıĢı; özel sektörün kamuya açtığı kredilerde (∆NPBg), özel sektörün net dıĢ varlıklarındaki (∆NFAp) artıĢa denk bir azalıĢ gerektirmektedir. Sermaye kaçıĢının bu Ģekilde finanse edilmesi, kamu borçlanma gereksiniminin artık karĢılanamadığı anlamına gelmektedir. Bu ise, daha önce değinildiği üzere, daha fazla dıĢ borçlanmaya baĢvurulması durumunda kötüleĢen bir ödemeler dengesine, parasallaĢtırmaya gidilmesi durumunda artan bir enflasyona ya 30 Sp + ∆DCp = Ip + ∆M + ∆NPBg + ∆NFAp 62 da azalan kamu tüketimi ve yatırımları ya da artan kamu gelirleri nedeniyle mali daralmaya yol açmaktadır. Sermaye kaçıĢı, nakit balanslarda (∆M) bir düĢme ve\veya özel sektöre açılan yurt içi kredilerde (∆DCp) bir artıĢ aracılığı ile de finanse edilebilecek ancak bu durum kamu mali krizini daha da derinleĢtirecektir. Nihai olarak, özel sektör yurt içinde yatırım yapmaktansa, dıĢ varlıklarını arttırmaya karar verebilecektir. Özel yatırımların (Ip), ekonomiye katkısı açısından ele alındığında, özel sektör dıĢ varlıklarının alternatif maliyeti, bir baĢka deyiĢle, sermaye kaçıĢının ekonomik ve sosyal maliyetleri çok yüksektir. DıĢ sermaye hareketlerini ve dıĢ parasal dengeyi etkilemeye yönelik finansal politikalar, mali ve parasal politikalarla (harcama değiĢtirici politikalar) olduğu kadar; ticaret ve döviz kuru rejimi politikaları (harcama kaydırıcı politikalar) ile de karmaĢık bir biçimde etkileĢim içindedir. DıĢ kaynak dengesi, yurt içi parasal değiĢimler ile yakından ilgilidir. Daha açık bir Ģekilde ifade edilirse, (1.33) no'lu denklem ile (1.25) no'lu denklem, (1.28) no'lu dıĢ alem bütçe kısıtı denkleminde yerine konulduğunda; (Y + NTR - ∆NFA - INP) - A = ∆M - ∆DC (1.39) Bir baĢka deyiĢle, ex ante olarak, yurt içi kredilerdeki artıĢ, yurt içi massetmenin mevcut kaynakları aĢtığı tutar kadar, para talebindeki artıĢın üzerindedir. Bu saptama, enflasyona da yol açan, yurt içi massetme ile yurt içi üretim arasındaki dengesizliğin sorumlusu olarak aĢırı kredi geniĢlemesini iĢaret etmektedir. Böylelikle, kredi tavanı uygulamasının, sürdürülebilir iç ve dıĢ denge açısından faydalı bir araç olabileceği önerisi meĢruiyet kazanmıĢ olmaktadır. Ayrıca, uyum programlarında kamu ve özel sektör kredileri için ayrı ayrı tavanlar belirlenerek, kamu sektörü açıklarını kontrol etmek ve özel sektör için daha geniĢ bir alan yaratmak amaçlanmıĢtır. 63 Özel sektöre açılan krediler ile mali açığın bir kısmını da içermekte olan kredi geniĢlemesinin yurt içi kaynakları, para talebi artıĢ oranının çok üzerinde ise, ex post denge sağlanıncaya değin harcamalar uyarılacak ve enflasyon devam edecektir. DıĢ kaynaklı dengesizlikler kadar, aĢırı kredi geniĢlemesi de enflasyona neden olabilmektedir. Asıl sorun, iç parasal dengeyi olduğu kadar yurt içi üretimin tekrar canlandırılmasını da gözeterek, kredi geniĢlemesinin hangi güvenli sınırlar içinde belirleneceği ve uygulanacağıdır. Uluslararası rezervler ile iç parasal denge arasındaki iliĢkiyi ifade eden (1.25) no'lu denklemden: ∆R = ∆M - (∆DCp + ∆DCg) = (∆M - ∆DCp) - ∆DCg (1.40) Özel ya da kamu sektörüne açılan yurt içi kredilerin, yurt içi para arzından daha hızlı artması, uluslararası rezervleri azaltacaktır. Alternatif olarak da, parasal sistemin kamu sektörüne iliĢkin varlık pozisyonu (kamu sektörüne açılan yurt içi krediler), parasal sistemin özel sektöre iliĢkin net varlık pozisyonundan daha hızlı geniĢlerse, uluslararası rezervler azalacaktır. Böylelikle, sadece yurt içi talep fazlası ve enflasyona neden olmakla kalmayıp, azalan uluslararası rezervlerin de (kötüleĢen bir cari iĢlemler dengesi) kaynağı olan aĢırı kredi geniĢlemesinin olumsuzluğu vurgulanmıĢ olmaktadır. AĢırı kredi geniĢlemesi gerçekten de dıĢ dengenin zayıflamasına neden olabilmektedir. Ancak, sadece kredi geniĢlemesine odaklanmak birçok açıdan gerçekçi bir yaklaĢım olmayabilir. Parasal geniĢleme, var olan dengesizliğin gerçek sebebi değil belirtisi olabilir. Sorunun kaynağı mali açık ve bu açığı meydana getiren süreçler olabileceği gibi dıĢsal Ģoklar ya da özel sektörün tasarruf yatırım davranıĢlarındaki değiĢme de olabilmektedir. Para politikası genel olarak ikili bir rol oynamaktadır. Bir taraftan, faiz oranları ve kredi imkanları kanalıyla toplam talep üzerindeki etkisi sebebiyle istikrarlaĢtırıcı bir rol oynarken; diğer taraftan da ekonomik büyümenin hızlandırılmasında rol oynamaktadır. Daha açık bir ifadeyle, kredi tavanları uygulamasına yer verilecekse, söz konusu tavanların seviyesi, ödemeler 64 dengesi ve enflasyon hedefleri ile olduğu kadar, ekonominin iĢletme sermayesi gereksinimleri ile de tutarlı olmak zorundadır. Fiziksel ve kurumsal altyapıları uzun süreli bozulmaya maruz kalmıĢ bazı geliĢmekte olan ülkeler için, veri bir ekonomik faaliyet seviyesindeki iĢletme sermayesi ihtiyacı normalin çok üzerine çıkabilmektedir. Ayrıca, kredi tavanları uygulamasında hem olumlu hem de olumsuz nitelikteki dıĢsal etkenlerin eĢanlı olarak iĢ baĢında olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır (Tarp,1993: 54). ∆M'in olduğu kadar Y, ∆NFA, INP ve NTR'nin de kontrol edilebileceği varsayımı altında, yurt içi kredilerin azaltılması, yurt içi massetmeyi düĢürerek cari iĢlemler dengesinde bir iyileĢme sağlayacaktır; fiyatlar uyarlanacak ve üretim tam istihdam seviyesinde kalacaktır. Ancak, baĢlangıç aĢamasında üretim tam istihdam seviyesinin altında ve fiyatlar aĢağıya doğru yapıĢkan olabilmektedir. Ayrıca, gerektiğinde esneklik göstermesine izin verilmeden, kredi tavanları çok düĢük olarak belirlenebilmektedir. Bu etkenler özellikle aksak sermaye piyasalarına sahip geliĢmekte olan ülkelerde önem arz etmektedir. Aynı olgu, dıĢ varlıkların uluslararası hareketleri, yatırımların faiz oranına duyarlılığı ve kredi imkanları için de söz konusudur. 1.1.2.2. Chisari-Fanelli Üçlü Açık Modeli Açıklayıcı gücü yüksek olmakla birlikte, üçlü açık modelleri, amaca uygun seçilen öncüllere dayandığı gerekçesiyle çokça eleĢtirilmiĢtir. Bu eleĢtirilere bir yanıt olarak, diğer açık modellerinden farklı bir biçimde, sorunu optimal büyüme kuramı ve dolayısıyla optimal uzun dönem sermaye stoku çerçevesinde ele alan Chisari (1990), bu tür bir çerçevede bile, üçlü açık yaklaĢımının temel sonuçlarının değiĢmediğini ortaya koymuĢtur. Modeline bazı temel makroekonomik değiĢkenlerin fiyat duyarlılıklarındaki katılıklar ile ekonomik krizlerin histerisis etkisini de dahil eden Chisari (1990), hem yurt içi hem de yurt dıĢı sermaye piyasalarında kredi tayınlamasının mevcut olması 65 durumunda, her bir zaman kesitinde sağlanması gerekli olan kısıtlara yer vermiĢtir. Daha açık bir ifadeyle, ekonomik birimler, özellikle de kamu sektörü, kredilerin, tüketime iliĢkin dönemler arası dalgalanmaları giderici niteliğinden yararlanamayabilmektedir. Borç ödeyebilme gücü, borçların uzun dönemde geri ödenebilmesini ifade etmekle birlikte; sermaye piyasalarındaki kredi tayınlaması, yükümlülüklerin vadesi geldiğinde ödenmesi Ģeklinde ek kısıtlar doğurmaktadır. Özellikle yarı sanayileĢmiĢ ülkelerde, devletin yollar ve limanlar gibi ihtiyaç duyulan altyapı yatırımlarını sağlamaması durumunda, özel sektör üretiminin mümkün olmayacağından hareketle; kiĢi baĢına düĢen reel kamu harcamaları (g) da üretim fonksiyonuna dahil edilmiĢtir. Basit bir lineer optimal büyüme modeli çerçevesinde, i) dıĢ borç faiz ödemeleri hariç net sermaye giriĢleri (-f) uluslararası sermaye piyasalarındaki tayınlamadan dolayı dıĢsal bir sabit, ii) kamu gelirleri (A) - vergi kaçırma, vergi erozyonu ve Olivera-Tanzi etkisi sebebiyle - hükümetin kontrolü dıĢında olduğundan yine bir sabit ve iii) ekonomideki dolarizasyon sebebiyle de yurt içi varlıklara olan ek talep, bir baĢka deyiĢle, kamunun iç yükümlülükleri (L) sıfır kabul edilmiĢtir. Bu çerçevede, özel sektörün tasarrufları, bilanço denkliği uyarınca, akım cinsinden ifade edilen yurt içi varlık talebine eĢit olmalıdır. y-c-I-A=L (1.41) I = ζ.k + ∆k (1.42) y = r (k). F(g.ε), k = K/L, ε > 0 (1.43) Yukarıdaki denklemlerde y GSYH‟yi, I brüt yatırımları, c kiĢi baĢı reel tüketimi, ζ sermaye stokunun aĢınma oranını, ∆k net yatırımları, K sermayeyi L de emeği temsil etmektedir. 66 ε.F'(g.ε) > 0, toplam üretim ile g arasında pozitif bir iliĢki bulunduğu anlamına gelmektedir. Kamunun bütçe kısıtı ise (A - g) = - L + f Ģeklinde ifade edilmektedir. Bir baĢka deyiĢle, kamu bütçe fazlası ya yurt içi yükümlülükleri azaltmada (-L) ya da dıĢ varlık talebini (f) arttırmada kullanılabilmektedir. Ödemeler dengesi kısıtı ise M - X = - f Ģeklinde ifade edilmektedir. Yapısalcı bir bakıĢ açısı ile, dünya mal piyasalarının, arz fazlasından dolayı en azından kısa dönemde ülke ihracatına kapalı olacağı varsayılmıĢ; ancak uzun dönemde yurt içi kapasiteyi takiben geniĢleyecek olması sebebiyle, ihracat, GSYH'nin belli bir oranı olarak alınmıĢtır: X = xy. Ġthalat fonksiyonunu ifade eden M = m0 y + m1 I ise, üretimin ithal ara mallarına m0 oranında ve toplam yatırımların da ithal sermaye mallarına m 1 oranında gereksinim duyduğuna iĢaret etmektedir. Böylece, dıĢ açık [(x- m0)/m1] y – f/m1] ≥ I Ģeklinde ifade edilebilmektedir. Yukarıdaki varsayımlar altında, mali açık önce (g - A) ≤ - f ve daha sonra ise g ≤ A - f Ģeklinde ifade edilebilir. Mali açık, büyüme üzerinde ciddi bir kısıt oluĢturmakta, aynı zamanda, faiz ödemeleri hariç dıĢ kredi imkanları, ekonominin büyüme olanaklarına bir tavan getirmektedir. AĢırı boyuttaki bir kredi tayınlaması ile uluslararası sermaye piyasalarındaki çok yüksek faiz oranları ekonomik büyümeyi imkansız hale getirebilmektedir. I = ζk + ∆k ve {[(x-mo)/m1] y – f/m1} ≥ I‟dan ζk + ∆k ≤ {[(x-mo) / m1] y - f/m1} (1.44) ∆k < {[(x-mo)/m1] y – f/m1} - ζk → I < ζk (1.45) A ve f'nin sabit, L'nin de sıfır olduğu yönündeki varsayımlar, mali kısıtın bağlayıcı olduğu ve kiĢi baĢına düĢen reel kamu harcamalarının g* = A - f Ģeklinde dıĢsal olarak belirlendiği anlamına gelmektedir. Ayrıca, kamu harcamalarının GSYH üzerindeki pozitif etkisi de F(g.ε) = F{ε.(A - f)} Ģeklinde ifade edilmektedir. Bu noktada, ∆k'nın optimal patikasına ulaĢması amacıyla çözülen optimizasyon probleminde ∆k iki kısıta tabi olmaktadır: dıĢ kısıtı 67 ifade eden ∆k ≤ {[(x-mo)/m1] r(k) F {ε.(A – f)} – f/m1} - ζk ve sermaye stokunun sadece aĢınma oranı tarafından belirlenen bir hızda azaltılabileceğini ifade eden maksimum aĢınma oranı, – ζk ≤ ∆k. Bu ekonomi için uzun dönem optimal sermaye stoku (k*), zaman patikası değiĢtirilmiĢ altın kural ile aĢağıdaki Ģekilde çözülmektedir ve çıkan sonuca göre ∆k, birinci aĢamada dıĢ kısıt, ikinci aĢamada değiĢtirilmiĢ altın kural ve üçüncü aĢamada ise maksimum aĢınma hızı tarafından yönlendirilmektedir. AĢağıdaki denklemde, r' (k*), sermayenin marjinal verimliliğini ve δ da zaman tercihi iskonto oranını temsil etmektedir. r ' (k*) = [(δ + ζ)(1-m1)] / F [ε.(A - f)].(1+ mo - x) (1.46) Borç Krizi‟nin en önemli sonuçlarından biri de sermaye giriĢlerinde gözlemlenen ani düĢüĢlerdir. Modelde, ülkeden ani sermaye çıkıĢı (f'nin artması), kamu sektörünün dıĢ kredi imkanları ve dolayısıyla kamu malları arzını da azaltmaktadır. Bu durumda, durağan durum net yatırım seviyesi de düĢmek zorunda kalacak ve sermaye stoku ∆k / k = -ζ oranında eriyerek yeni durağan dengesine ulaĢacaktır. Benzer bir sonuç tüketim için de geçerli olmaktadır. Üretimin kamu malları arzından etkilenmesi, bir baĢka deyiĢle, çekme etkisinin varlığı durumunda; dıĢ kredi tayınlamasının etkisi daha güçlü bir biçimde hissedilmektedir. Aksi durumda, sermaye çıkıĢı, uzun dönem optimal sermaye stokunun seviyesini değiĢtirmeyecektir. Sermaye çıkıĢı esnasında bağlayıcı kısıt mali kısıt ise, mali açığın yurt içinden finanse edilememesi (L = 0) sonucunda, kiĢi baĢına düĢen reel kamu harcamaları düĢmek zorundadır çünkü sermaye çıkıĢı karĢısında, hükümet, dolarizasyon nedeniyle dıĢ borçlanmayı iç borçlanma ile ikame edememektedir. Sermaye çıkıĢı her ne kadar vergi yükü arttırılarak telafi edebilir ise de, böyle bir politika önlemine baĢvurulması çok zor görünmektedir. Diğer taraftan, sermaye çıkıĢı esnasında bağlayıcı kısıt dıĢ kısıt ise, etkisi uzun dönem optimal sermaye stokuna eriĢilebilecek hızı azaltarak 68 büyümeyi kısıtlama Ģeklinde olacaktır. Diğer taraftan, sermaye çıkıĢı yeteri kadar büyükse, dıĢ kısıt hiçbir Ģekilde sağlanamayacak ve uzun dönem optimal sermaye stoku azalacaktır. DıĢ kısıtı sağlamak üzere net yatırımların o kadar büyük bir eksi değer alması gerekir ki, sermaye stokunun bu hızda aĢınması mümkün değildir. Sonuç, ülkenin dıĢ yükümlülüklerini yerine getirememesidir. Modeldeki sonuçlar, Borç Krizi‟nin ardından gözlemlenen gerçekliklerle de kabaca uyuĢmaktadır: kamudaki mali çöküntü ile hem yatırım hem de tüketim seviyelerindeki muazzam düĢüĢler. Ayrıca, birçok Latin Amerika ülkesi Borç Krizi‟nden sonra borçlarını vadesinde ödeyememiĢ ve yatırım seviyeleri sermaye stokunun aĢınmasını telafi edecek büyüklükte olmamıĢtır. Dolayısıyla, dıĢ kısıtı sağlamak üzere yatırımları azaltmak stratejisi tutarlı gözükmemektedir; ticari bankalar verdikleri kredilerin en azından bir kısmını tahsil edebilmek üzere borcun fiziki sermaye stoku ile değiĢimini sağlayacak borç-hisse takası mekanizmaları önermiĢlerdir. Alınabilecek politika önlemleri, Borç Krizi‟nin üstesinden gelebilmek için ihtiyaç duyulan dıĢ finansmanın büyüklüğü ve mevcut dengesizliği daha da kötüleĢtirmeyecek bir biçimde uygulamaya konabilecek mali uyumun boyutu ile yakından ilgilidir. Değinildiği üzere, dıĢ kısıtın bağlayıcı ve sermaye çıkıĢının kuvvetli olması sebebiyle, büyüme oranı uzun dönem optimal sermaye stokuna eriĢebilecek yeterlikte olmayabilecektir. Ayrıca, mali uyum tedbirleri kapsamında kiĢi baĢına düĢen reel kamu harcamalarındaki muazzam bir düĢüĢ de sermaye çıkıĢı benzeri bir sonuca yol açmaktadır. DıĢ kısıtı aĢağıya çeken söz konusu düĢüĢ, ekonominin üretken kapasitesini olumsuz yönde etkileyerek ekonomiyi eksi bir büyüme patikasına itebilecektir. Ekonomiyi tekrar istikrara kavuĢturmaya yönelik politikalara iliĢkin dikkate alınması gereken çok önemli diğer bir husus da, çok ciddi bir dıĢ kredi tayınlamasının bir çeĢit histerisis etkisi ortaya çıkarabilecek olmasıdır. Bu etki, geçmiĢin çok önemli olduğu ve hem dıĢsal Ģoklar hem de politika tedbirlerinin ortaya çıkardığı sonuçların tamamıyla geri döndürülemez olması 69 anlamına gelmektedir. Örneğin, gecikmeli de olsa, kriz sonrasında dıĢ kredi koĢullarının iyileĢmesi ya da uygulanan politika tedbirlerinin geri alınması ekonomiyi kriz öncesi baĢlangıç noktasına geri getiremeyecektir. Chisari (1990)'a göre Borç Krizi‟nin ardından geçen on yılda Latin Amerika'da gözlemlenen eksi büyümeye çözüm olarak dıĢ finansmanda “büyük bir itiĢ”e ihtiyaç olduğu vurgusu histerisis etkisinin bir sonucudur. Modelde çoklu bir denge olasılığının var olması sonucunda, i) dıĢ finansman imkanlarındaki bir artıĢ, aynı zamanda kiĢi baĢına düĢen reel kamu harcamalarının da artmasına izin vererek, üretim faktörleri arzındaki bir iyileĢme aracılığı ile ekonomiyi durağan durum dengesine taĢıyabilmekte ya da ii) yatırımları azaltan bir ekonomi politikası ekonomiyi istikrarlı bir dengeden istikrarsız bir dengeye sürükleyebilmektedir. Uyarlama yükünü sadece kamu sektörünün taĢımasının doğuracağı sakıncalar göz önüne alındığında, mevcut dengesizliği aĢmak için en iyi politikanın ihracat artıĢını maksimize etmek olduğu ileri sürülebilir. Ancak, agresif bir ihracat politikası mevcut durum için çok faydalı olsa da baĢka bir alanda dengesizlik yaratabilecektir. Taylor (1989: 8)‟e göre, özellikle, birincil mal ihracatçısı konumunda olan yarı sanayileĢmiĢ ülkelerde gözlemlenen kapasite kullanımı ile ihracat arasındaki çoğunlukla ters yönlü bir iliĢkiden dolayı, yurt içi talep düĢtükçe, imalat sanayindeki potansiyel ihracatçılar, yurt dıĢı pazar arama gayretlerinde daha agresif davranacaklardır. Ġhracattaki bir artıĢ (ya da ithal katsayılarında bir azalıĢ) bir taraftan dıĢ kısıtı hafifletmek gibi olumlu bir etkiye, diğer taraftan uzun dönem sermaye stokunu ve dolayısıyla tüketimi zayıflatmak gibi olumsuz bir etkiye sahiptir. BaĢlangıç sermaye donanımının görece düĢük olduğu bir durumda, ihracatı arttırma politikası daha kabul edilebilirdir, ekonomi durağan durum tüketim seviyesine daha ılımlı bir hızda yakınsayacaktır. Modelde, geleneksel olarak vurgu yapılan tasarruf açığına yer verilmemiĢtir. Bu basitleĢtirmenin önemli bir sonucu gelir dağılımına iliĢkin 70 sorunların göz ardı edilmiĢ olmasıdır. Yüksek bir büyüme oranı sağlamak için bununla tutarlı bir tasarruf seviyesi gerekmektedir, ancak ülkedeki temel tasarruf ediciler ücretsiz kesim olduğundan; model uyarınca, gelir dağılımı bu kesimin lehinde olmalıdır. 1.1.2.3. Bacha Üçlü Açık Modeli Çıktı büyüme hızını temsilen, yatırımların maksimize edildiği bir dönemlik büyüme modelinde, özel tüketim, sermaye malları ithalatı dıĢındaki ithalat, cari iĢlemlerdeki birincil bütçe fazlası, enflasyon oranı ve sermaye giriĢlerinin önceden belirlendiği varsayılmıĢtır. 31 Fiyatların sabit kabul edildiği modelde dört eĢitlik kısıtı ve üç eĢitsizlik kısıtı bulunmaktadır. EĢitlik kısıtları, gelir ve massetme dengesi, ödemeler dengesi özdeĢliği, para arz ve talebi akım eĢitliği ve kamu bütçe kısıtından oluĢurken; eĢitsizlik kısıtları, cari gelirin potansiyel gelirden (dolayısıyla cari tasarrufların potansiyel tasarruflardan) ve cari ihracatın ihracat talebinden yüksek olamayacağı ancak özel yatırımların k* çarpı kamu yatırımlarından daha yüksek olduğu Ģeklindedir. Sırasıyla tasarruf kısıtı altındaki yatırımlar IS, döviz kısıtı altındaki yatırımlar IE ve mali kısıt altındaki yatırımlar IT aĢağıdaki Ģekilde tanımlanmaktadır: IS = Sp* + (T - G) + (F - J) (1.47) IE = 1/m [(E* + (F - J)] (1.48) IT = (1 + k*) [f (p,h) + (T - G) + (F - J)] (1.49) I = Sabit sermaye birikimi = Ip (Özel yatırımlar) + Ig (Kamu yatırımları) 31 Modelde, tüm dış borcun kamuya ait ve dış borç faiz ödemelerinin de bütçede büyük bir paya sahip olduğu varsayıldığından, faiz oranındaki değişmelerden dolayı kamu tasarrufları bir politika değişkeni olarak tam anlamıyla kontrol altında bulunmamaktadır. Dolayısıyla, ulusal tasarrufları ifade eden I = (Y*- C - J) + F denklemi yerine kullanılan I = (Y*- C) + (F - J) denklemi doğal bir kontrol değişkeni olan cari işlemlerdeki birincil bütçe fazlası kavramını doğurmaktadır (Bacha, 1990: 4). 71 Ip = k*. Ig, k* > 0, Y = GSYH = Yg (Özel gelir) + T (Kamu brüt geliri) Y* = Potansiyel çıktı = Yp* (Özel) + Yg* (Kamu) C = Tüketim = Cg (Özel tüketim) + G (Kamu tüketimi) M = Mal ve hizmet ithalatı, X = Mal ve hizmet ihracatı, F = Net sermaye giriĢleri (cari transferler dahil) J = Yurt dıĢına yapılan net faktör ödemeleri H= Nominal para balansları, dH = H'deki değiĢim, h = gömüleme eğilimi P = Fiyat seviyesi, p = enflasyon oranı E* = E*(R/P), R = nominal döviz kuru, R/P = reel döviz kuru Sermaye giriĢlerinin tamamının bütçe finansmanına yönelik ve tüm yurt dıĢı faktör ödemelerinin de kamu gelirlerinden karĢılandığı varsayımları altında, yatırımların finansman kaynağını özel tasarruflar (S p), cari iĢlemlerdeki birincil bütçe fazlası (T - G) ve kamuya gelen net sermaye giriĢleri (F - J) oluĢturmaktadır. Böylece, yurt dıĢı yerleĢiklerle yapılan tüm finansal iĢlemler, kamu hesapları aracılığı ile gerçekleĢtiğinden, modelde sermaye kaçıĢına yer yoktur. I = (Y - C) + (M - X), (M - X) = (F - J) → I = (Y - C) + (F - J) (1.50) I = (Yp - Cp ) + (T - G) + (F - J) → I = Sp + (T - G) + (F - J) (1.51) Denklemin sağ tarafındaki tüm değiĢkenler dıĢsal ve Yp de tam istihdam seviyesinde ise, ilk açık olan tasarruf açığına, bir baĢka deyiĢle, mali kısıt altındaki yatırım düzeyine ulaĢılmaktadır: IS = Sp* + (T - G) + (F - J) (1.52) 72 Ġthalatın tamamlayıcı sermaye malları ithalatı (Mk) ile diğer ithalattan (Mo) oluĢtuğu, ihracat (X) ve diğer ithalat (Mo) arasındaki farkın net ihracata (E) eĢit ve yatırımlardaki ithalat payının (m) da 0 ile 1 arasında olduğu varsayıldığında: E = X - M0, M = M0 + Mk, Mk = m.I, 0 < m < 1 (1.53) Yukarıdaki denklemler, M - X = F - J eĢitliğinde yerine konulduğunda ve net ihracatın dünya talebi tarafından belirlenen kritik bir E* değerini aĢamayacağı varsayıldığında, ikinci açık olan döviz açığına ulaĢılmaktadır: IE = 1/m [(E* + (F - J)] (1.54) Tasarruf açığı ile döviz açığı karĢılaĢtırıldığında, m'in birden küçük olması nedeniyle döviz kısıtına tabi ekonomilerde, sermaye giriĢlerinin büyüme üzerindeki etkisinin tasarruf kısıtına tabi ekonomilerden daha büyük olduğu yönündeki Chenery-Strout (1966) sonucuna ulaĢılmaktadır. Yüksek borçluluk oranına sahip pek çok geliĢmekte olan ülkede büyümenin önündeki en büyük engel, döviz ya da tasarruf kısıtları değil de kamu bütçe kısıtı olabilmektedir. I = Ig + Ip denkleminin, I = Sp + (T - G) + (FJ) denkleminde yerine konulması ile kamu bütçe kısıtına ulaĢılacaktır: Ig = (Sp - Ip) + (T - G) + (F - J) (1.55) Ardından, özel yatırımların maksimum seviyesinin kamu yatırımları tarafından belirlendiği varsayımını yansıtan Ip = k*.Ig, k*>0 denklemi gellmektedir. Bir baĢka deyiĢle, karlı özel sektör yatırımları, Gerschenkron'un çekme hipotezini destekler nitelikte, altyapı ve temel endüstrilerde kamu yatırımlarının gerçekleĢtirilmesine bağlı olacaktır. Ayrıca, bir dönem yüksek enflasyonun gözlemlendiği Latin Amerika ülkelerinden elde edilen tecrübe, 73 kamu yatırımlarının özel yatırımları sürükleyebilme gücünün enflasyon oranı ile ters orantılı olabileceğine iĢaret etmektedir (Bacha, 1989:8). Direnç gösteren bir enflasyona, göreli fiyat oynaklığında büyük bir artıĢ eĢlik etmekte ve böylece fiyat sisteminin özel yatırım kararları açısından taĢıdığı bilgi azalmaktadır. Ayrıca, söz konusu durum yakın zamanda bir hiper enflasyon yaĢanabileceği ve/veya vergilerin artabileceğine iĢaret etmekte ve her iki olasılık da yatırım karlılığını çok olumsuz etkileyebilmektedir. Dolayısıyla, enflasyon ve büyüme arasındaki iliĢki, k*'nın enflasyon oranından bağımsız sabit bir parametre olarak alındığı, Ip = k*. Ig denkleminde belirtilenden daha olumsuz nitelikte olabilmektedir. Modeldeki son önemli varsayım ise kamu tahvilleri için uzun dönemli bir piyasanın var olmadığıdır, dolayısıyla bütçe açıklarının yurt içi finansmanında tek seçenek para basmaktır. Bu Ģekilde, hükümet potansiyel çıktı seviyesindeki potansiyel özel tasarrufları (Sp* - Ip > 0), ancak senyoraj ile elde edebilmektedir. Senyorajın ise, enflasyon oranı (p) ile gömüleme eğilimi (h)‟nin bir fonksiyonu olduğu varsayılmaktadır: Sp - Ip = dH/P = f (p,h)32 (1.56) Ayrıca, geleneksel Laffer eğrisi uyarınca senyorajın enflasyona göre önce artıĢ sonrasında ise azalıĢ gösterdiği varsayılmıĢtır. Son olarak, ilgili denklemlerde yerine konularak mali açık Ģu Ģekilde yazılabilmektedir: IT = (1+k*) [f (p,h) + (T - G) + (F - J)] 32 (1.57) Veri bir enflasyon oranında, bu denklem ile I p = k*. Ig denkleminin tutarlı olabilmesi için özel tasarrufların atıl değişken olması gerekmektedir. Ancak, sabit bir özel tüketim varsayımı altında, çıktı potansiyel seviyesinde iken bu gerçekleşmeyecek ve tasarruf açığı bağlayıcı olacaktır. Bu durumda, bu denklemin özel tasarrufları değil, k*. I g'dan küçük olan özel yatırımların cari seviyesini belirlediği varsayılacaktır. Tasarruflar bağlayıcı ise özel yatırımların dışlanması finansal piyasada gerçekleşecektir. Çıktı ve dolayısıyla tasarruflar döviz kısıtı tarafından belirlenen seviyede olduğunda da özel tasarruflar atıl değişken olmayacaktır. Bu durumda, özel yatırımların dışlanması döviz piyasasında gerçekleşecektir (Bacha, 1990: 10). 74 Kamunun, özel sektörü tasarruf etme konusunda ne kadar zorlayabileceğine iliĢkin üst bir enflasyon sınırı bulunmaktadır. Bu eĢik enflasyon oranına kadar, mali açık bağlayıcı olacak ve çekme etkisi geçerli olacaktır. Ancak, söz konusu eĢiğin aĢılmasıyla birlikte kamunun ilave finansman sağlaması ancak özel yatırımların dıĢlanması pahasına mümkün olabilecektir. Artan enflasyon oranları ile beslenen kamu yatırımları arttıkça, özel yatırımlar aynı tutarda azalacaktır. Bu aĢamada mali kısıt bağlayıcı olmaktan çıkmakta ve Ip = k*. Ig denklemi de geçerli olmamaktadır, bir baĢka deyiĢle, ya tasarruflar ya da döviz kısıtı bağlayıcı olmaktadır. Özel yatırımlar da f (p,h) fonksiyonu tarafından belirlenmektedir. Modelde üç açık arasındaki iliĢki ikili gruplar Ģeklinde ele alınmaktadır. Ġlk grup, Chenery-Strout (1966)'nın geleneksel ikili açık modelinde yer alan tasarruf ve döviz açıklarıdır. Sermaye giriĢlerinin yatay ve yatırımların dikey eksende temsil edildiği analizde, (1/m). E* < Sp* + (T - G) varsayımı altında tasarruf açığı pozitif eğimli IS eğrisi ile ve döviz açığı da yine pozitif eğimli olan IE eğrisi ile temsil edilmektedir. Her iki doğrunun kesiĢtiği ve sermaye giriĢlerinin (F - J)* ve yatırımların da I* olduğu noktada hem tasarruf hem de döviz açığı; bu seviyenin altında ve üstünde olan sermaye giriĢlerinde ise sırasıyla sadece döviz açığı ve tasarruf açığı bağlayıcı olmaktadır. Sadece tasarrufların bağlayıcı olması, bir baĢka deyiĢle mevcut üretken kapasitenin tamamıyla kullanılması halinde, yatırımların I*'ın üzerine çıkarılması ancak net ihracatın (E) düĢmesi ile mümkün olabilecektir. Böylelikle, dıĢ talep tarafından belirlenen ve maksimum değerinin (E*) altına düĢecek olan net ihracat, potansiyel çıktı ile yurt içi mallara olan yurt içi talep arasındaki farka eĢit olacaktır: E = Y*- [C + (1 - m) IS]. Sadece döviz kısıtının bağlayıcı olması durumunda ise, yatırımlar, potansiyel tasarrufların izin verdiğinden daha düĢük olacak ve Keynesyen analize uygun bir biçimde yurt içi mallara olan toplam talep tarafından belirlenen gelir, potansiyel gelir seviyesinin altına düĢecektir: Y = C + (1-m) IE + E*. Chenery-Strout (1966)'nın analizinde, döviz açığı kısıtı, geliĢmekte olan ülkeler açısından bir uzun dönem olgusu olarak görülse de, gerçekte 75 daha çok bir kısa dönem sorunudur. Dolayısıyla, sermaye giriĢlerindeki azalma gibi dıĢsal bir Ģok sonucu ortaya çıkan dengesizliğe iliĢkin baĢlangıçtaki uyarlama, yatırımların ve dolayısıyla çıktı seviyesinin düĢmesi Ģeklinde Keynesyen bir biçimde gerçekleĢmektedir. Orta vadede ise bazı Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi sanayi temeli daha kuvvetli ülkelerde tasarruf açığı bağlayıcı hale gelinceye (çıktı açığı kapatılıncaya) kadar net ihracat, artıĢ eğilimi gösterecektir (Bacha, 1990: 14). Böylece, yatırımlarda kısmi bir iyileĢme sağlayacak döviz açığa çıkmakta ve tasarruf kısıtı tekrar geçerli olmaktadır. Ġncelenecek ikinci grup tasarruf açığı ile mali açıktır. Enflasyon oranının yatay ve yatırımların dikey eksende temsil edildiği analizde, tasarruf açığı yatay doğru IS = Sp* + (T - G) + (F - J) ve mali açık da çan Ģeklindeki eğri IT = (1 + k*) [f (p,h) + (T - G) + (F - J)] ile temsil edilmektedir. Her ikisinin kesiĢtiği ve enflasyonun p* ve yatırımların da I* olduğu noktada hem tasarruf hem de mali açık; bu seviyenin altında ve üstünde olan enflasyon oranlarında ise sırasıyla sadece mali açık ve tasarruf açığı bağlayıcı olmaktadır. Sermaye giriĢlerindeki bir azalma hem IS hem de IT'yi aĢağıya kaydırmakta ancak IT IS'den daha fazla düĢmektedir 33 . BaĢlangıç enflasyon oranında mali açık bağlayıcı olmakta ve yatırımlar düĢmektedir. Tasarruf kısıtı artık bağlayıcı olmadığından eksik kapasite ortaya çıkmaktadır. Bu noktadan sonraki seyir ise hükümet politikalarına bağlıdır. Azalan sermaye giriĢlerine verilebilecek en iyi politika tepkisi kamu birincil bütçe fazlasını arttırarak IS ve IT'yi baĢlangıç denge noktasına geri kaydırmaktır. Böylelikle, kamu yatırımlarının finansmanında sermaye giriĢlerinin yerini bütçe fazlası almaktadır. Bu durum 1980'li yıllarda Güney Kore'nin uyum sürecini yansıtmaktadır. Kamu birincil bütçe fazlasının arttırılması siyaseten mümkün değilse, Brezilya'nın uyum sürecinde gözlemlendiği üzere, kamu yatırımlarını desteklemek üzere enflasyonist finansmana da baĢvurulabilmektedir. Ancak, baĢlangıç dengesinin altında 33 dIT/d(F-J) = (1+k*) > dIS/d(F-J) = 1 76 olmakla birlikte yatırımların artıĢ gösterdiği bu durumda, bir taraftan da enflasyon artmaktadır (Bacha, 1990: 16). En kötü politika tepkisi ise enflasyon ile finanse edilen kamu tüketiminin arttırılmasıdır. Ġthal içeriği tüketimden daha fazla olan kamu yatırımlarının, döviz kısıtından dolayı arttırılamadığı durumlarda, bu türden bir politika izlenebilmekte ve ödemeler dengesi üzerinde daha küçük bir etki ile tüketim kaynaklı istihdam kazançları elde edilebilmektedir. Ancak, sonuç çöken bir yatırım seviyesi ile hiper-enflasyon eğilimidir. Bu durum ise Arjantin ve Peru'nun uyum sürecini yansıtmaktadır (Bacha,1990: 16). Bir taraftan siyaseten birincil bütçe fazlası yaratma konusundaki isteksizlik, diğer taraftan hiper-enflasyon korkusu, borçlu bir ülkenin hiçbir politika önlemine baĢvurmayarak, yatırım düĢüĢü ve iĢsizlik artıĢına razı olması sonucunu da doğurabilmektedir. Söz konusu durgunluk süreci Borç Krizi‟nin ardından pek çok Latin Amerika ve Afrika ülkesindeki uyum sürecini yansıtmaktadır (Bacha,1990: 17). Tasarruf açığı ile mali açık için, sermaye giriĢlerindeki bir artıĢın etkisi incelenecek olursa, sermaye giriĢlerinin yatay ve yatırımların dikey eksende yer aldığı analizde, tasarruf açığı IS ve mali açık da IT eğrileri ile temsil edilmektedir. Her iki eğrinin kesiĢtiği ve sermaye giriĢlerinin (F - J)* ve yatırımların da I* olduğu noktada hem tasarruf hem de mali açık; bu seviyenin altında ve üstünde olan sermaye giriĢlerinde ise sırasıyla sadece mali açık ve tasarruf açığı bağlayıcı olmaktadır. Tamamı kamu yatırımlarına yönlendirilen, sermaye giriĢlerindeki bir artıĢ sonrasında, tasarruf açığı bağlayıcı hale geldiğinden, özel yatırımlar dıĢlanmaktadır. Dolayısıyla, toplam yatırımlardaki artıĢ, bire bir sermaye giriĢlerindeki artıĢ kadar olmamaktadır. Bu noktada, sermaye giriĢlerinin bir kısmının yurt içi senyorajı azaltmak üzere kullanılması cazip bir politika alternatifi olabilmektedir: ilk olarak enflasyon oranının düĢmesini sağlayacak, ikinci olarak da ilave özel yatırımları (k* çarpı ilave kamu yatırımları kadar) finanse edebilecek özel tasarrufları açığa çıkaracaktır. Enflasyon oranının düĢmesi, IT eğrisini 77 aĢağıya kaydıracaktır. Ġlave sermaye giriĢlerinin tamamının, enflasyonun düĢürülmesi ya da kamu yatırımlarında kullanılması yönündeki her iki seçenek de aynı seviyedeki bir toplam yatırım artıĢı ile sonuçlanacağından; ilave dıĢ transferlerin bir kısmının para basmaya alternatif olarak kullanılması daha fazla tercih edilmektedir. Ancak, özel yatırımların artması için kamu yatırımlarının artması gerektiği hususu da gözden kaçırılmamalıdır. Sonuncu grupta ise döviz açığı ile mali açık yer almaktadır. Sermaye giriĢlerinin yatay ve yatırımların dikey eksende temsil edildiği analizde, döviz açığı IE ile mali açık IT eğrilerinin eğimleri sırasıyla 1/m ve 1+k*'ın göreli büyüklüklerine bağlı olacaktır 34 . (1+k*) < 1/m varsayımı altında, her iki doğrunun kesiĢtiği ve sermaye giriĢlerinin (F - J)* ve yatırımların da I* olduğu noktada, hem döviz hem de mali açık; bu seviyenin altında ve üstünde olan sermaye giriĢlerinde ise sırasıyla sadece döviz açığı ve mali açık bağlayıcı olmaktadır. Sermaye giriĢlerindeki azalmayı takiben, döviz açığı bağlayıcı olmakta, baĢlangıç politika tepkisi olarak, rezerv erimesine göz yumulmakta ve rezervlerin tükenmesinin ardından, kamu yatırımları durdurularak kambiyo kontrolleri yürürlüğe konmaktadır. Ġlerleyen aĢamada ise ihracat, birikmiĢ olan eksik kapasiteyi kullanarak tepki vermektedir. Büyük bir geliĢmekte olan ülke anlamına gelen görece küçük m katsayısı, sanayi malları ihracatının arttırılabileceğine iĢaret etmektedir. Ġhracat artıĢı IE eğrisini yukarıya kaydırarak yatırımlarda kısmi bir iyileĢme sağlamaktadır. Anılan orta vadeli uyum sürecinin sonunda, ekonomi, mali kısıtın izin verdiği ölçüde büyüyebilecektir. Sermaye giriĢlerindeki bir artıĢ sonrasında ise mali kısıt, yatırım artıĢını döviz kısıtının izin verdiğinden daha düĢük bir seviyede tutacaktır. Dünya talebi tarafından belirlenen net ihracat E* değiĢmez ve yatırımlar mali 34 dIT/d(F-J) = (1+k*) > dIE/d(F-J) = 1/m olması Tayvan gibi özel sektör yönelimli küçük bir gelişmekte olan ülkeyi; tersi ise Brezilya gibi, yatırımlardaki sermaye malı ithalat payının, yatırımlardaki kamu payından daha küçük olduğu, devlet öncülüğünde göreli olarak gelişmiş bir sanayileşmenin mevcut olduğu büyük bir gelişmekte olan ülkeyi temsil etmektedir (Bacha, 1990: 18). 78 kısıt tarafından belirlenen düzeyde kalırsa, ödemeler dengesi bu durumda fazla vermektedir: rezervler planlanandan daha hızlı artmaktadır. Sonuç olarak, sermaye giriĢlerindeki artıĢ, baĢlangıç sermaye giriĢi artıĢından ve yatırımlar da mali kısıtın izin verdiği en yüksek seviyeden daha düĢük olacaktır. Diğer bir ifade ile, ilave sermaye giriĢlerinin bir kısmı verimsiz bir biçimde rezerv biriktirmede kullanılmaktadır. 35 Sermaye giriĢlerinin izin verdiği en yüksek yatırım seviyesinde ısrarcı olması halinde, hükümet, kısa bir süre içerisinde ilave döviz alımlarını finanse etmek üzere para basmak zorunda kalabilir. Ardından, ekonomi Laffer eğrisinin hala sol tarafında ise döviz kısıtı bağlayıcı hale gelene kadar yüksek seviyedeki yatırımları devam ettirebilmek üzere özel tasarruflar enflasyon ile birlikte artıĢ gösterecektir. Bu durumda, IT eğrisi yukarıya kayacaktır. Özet olarak, döviz ya da tasarruf kısıtı ile değil de mali kısıt ile karĢı karĢıya olan ülkeler ya eksik massetme kapasitesine razı olup, rezervlerini sınırsız bir biçimde arttıracak ya da enflasyonist bir büyüme seyri izlemek zorunda kalacaklardır. Diğer bir alternatif ise mali sıkılaĢtırmadır, bir baĢka deyiĢle, IT eğrisini yukarıya kaydıracak olan cari iĢlemler birincil bütçe fazlasındaki bir artıĢtır. Böylelikle, enflasyonu hızlandırmadan ülkenin ihracat potansiyeli tam kapasitede gerçekleĢtirilebilecektir. 1.1.2.4. Taylor Üçlü Açık Modeli Taylor (1994) modeli, aĢağıda yer alan model denklemlerine dayanmaktadır: (G) g = d + c.(I/Q) = d + ci (S) i + δ - s0 - s.u - ζ.(∆P/P) - (t - ρ) = 0, 35 (1.58) ζ = 1/V (1.59) Tasarruf kısıtı bağlayıcı olmadığı için örtük olarak yurt içi piyasada resesyon halinin devam etmekte olduğu varsayılmaktadır. 79 (S') gs = s (u, t, ∆P/P, δ, ρ) + + + (1.60) - - (Q) ∆H/H = ∆P/P + ∆g/g (1.61) (B) π.u = δ + k - j.t (1.62) (Z) ∆η/η = (P.Q/η) {π.u + ρ + [i - k - (1 - j) t] - (s0 + s.u)} = (P.Q/η) [δ + i - (ρ - t) - (s0+ su)] (1.63) (F) (t - p) + ε - a.u - bi - z = 0 (1.64) (F') gf = f (u, t, ρ, z) (1.65) - + - (I) -i + i0 + α.u + βk + (t - δ) = 0 (1.66) (I') gi = i (k, u, t, δ) (1.67) + + +(P) ∆P/P = C (u,w,e,...) (1.68) (FP) δ = (1/V) (∆P/P + g) - (ρ + i) + j.t (1.69) Cari çıktı seviyesinin, potansiyel çıktı seviyesinin altına inebileceğini ifade eden u = X/Q ≤ 1 (cari çıktı/potansiyel çıktı), kapasite kullanımını temsil etmektedir. Brüt yatırımları temsil eden I ile potansiyel çıktı seviyesindeki değiĢmeyi ifade eden ∆Q sayesinde, denklem (G)'de gösterildiği üzere, 80 potansiyel büyüme oranı g = ∆Q/Q, sermaye birikimine bağlanabilmektedir. Genellikle 0.2 ile 0.4 arasında bir değer alan c katsayısı, marjinal kapasite/sermaye oranını ve d katsayısı da, sermayenin aĢınmasından dolayı eksi ya da potansiyel çıktıdaki büyüme trendinden dolayı artı bir değer alabilen sabit terimi göstermektedir. Kapasiteye oranlanan yatırımlar (i = I/Q) ise, cari tasarruflar, döviz kısıtı ve yatırım talebi fonksiyonu tarafından sınırlanabilmektedir. AĢağıda sırasıyla tasarruf ve döviz kısıtları altındaki yatırım fonksiyonları ele alınmaktadır. Ulusal gelir ve üretim hesaplarına dayanan ve lineer standart davranıĢsal fonksiyonların yer aldığı tasarruf kısıtı denklemi (S), yatırım tasarruf dengesini göstermektedir. Denklemde, potansiyel çıktının değeri P.Q'ya oranlanan ilk iki terim, yatırımlar i ile cari kamu sektörü açığı δ (cari harcamalar eksi vergi gelirleri ve diğer gelirler) ulusal talep enjeksiyonlarını; yine P.Q'ya oranlanan özel tasarruflar s0 + s.u (s0 sabit terim ve s.u marjinal tasarruf oranıdır) da ulusal talep sızıntısını temsil etmektedir. Daha yüksek bir enflasyon oranı (∆P/P) aracılığıyla potansiyel tasarrufları arttıran ya da toplam talebi azaltan enflasyon vergisi ve zorunlu tasarruflar gibi etkiler ise ζ.(∆P/P)36 terimi ile gösterilmektedir. Diğer bir sızıntı (t - ρ) ise net sermaye giriĢleri37 eksi uluslararası rezervlerdeki artıĢ (ρ)'a eĢit olan dıĢ ticaret açığını göstermektedir. (S)'nin (G)'de yerine konulmasıyla bulunan (S') denkleminde, tasarruflar tarafından kısıtlanan potansiyel çıktı büyüme oranı gs ve bu denklemin altında da kısmi türevlerin iĢaretleri gösterilmektedir. ĠĢaretlere iliĢkin açıklamalara aĢağıda yer verilmektedir: 1) Enflasyon (∆P/P) ve zorunlu tasarruflar: Polak (1957)'yi takiben, bankacılık sistemi geliĢmekte olan ülkeler için makul olabilecek bir varsayımla, tek finansal aracı olarak değerlendirilmektedir. Bu varsayım, tüm finansal iĢlemlerin konsolide bankacılık sisteminden geçtiği anlamına gelmektedir. ζ.(∆P/P), enflasyon vergisine iliĢkin yapısalcı bir bakıĢ açısını 36 37 σ = 1/V = Elde tutulan para miktarı, V = Paranın dolaşım hızı t = sermaye girişleri + diğer transferler - faiz ödemeleri - kar transferleri 81 yansıtmaktadır: daha yüksek bir enflasyon oranı toplam tasarruf fonksiyonunu yukarıya kaydırarak toplam talebi azaltmaktadır. Bankacılık sistemi, kamuya açılan krediler π.u, özel sektöre açılan krediler [i - k – (1 j).t] ve uluslararası rezervler ρ olmak üzere akım cinsinden üç varlık ile tasarrufların değerlendirileceği mevduatlar (stok cinsinden D, akım cinsinden s0+ s.u) ve iĢlemlerde kullanılacak olan para arzı (stok cinsinden η ve akım cinsinden ∆η) olmak üzere iki yükümlülükten oluĢmaktadır. Mübadele denklemi H.V = P.Q paraya olan talep H'yi tanımlamaktadır. Paranın dolaĢım hızı V‟nin 2 ile 10 arasında bir değer aldığı varsayılmaktadır. Akım cinsinden mübadele denklemi (Q)'da gösterilmektedir. ∆H/H para talebinin artıĢ hızını gösterirken, V sabit kabul edilmiĢtir. Rasyonel beklentilere sahip olan ekonomik birimlerin cari enflasyon oranını hatasız olarak öngörebilecekleri varsayılmıĢtır. Enflasyon ya da potansiyel çıktı büyüme oranı artıĢ gösterdiğinde, ödeme araçlarına olan talep artmaktadır. Elde tutulan para miktarındaki artıĢın kaynağı, baĢka bir kaynak söz konusu olmadığı için, artan özel tasarruflar olmalıdır. Enflasyon kaynaklı akımlar dıĢarıda bırakılacak olursa, potansiyel çıktıya oranlanan yeni banka mevduatlarının kaynağı arzu edilen tasarruflar olmalıdır. Basit bir Keynesyen tasarruf fonksiyonu varsayılmıĢtır: ∆D /(P.Q) = s0+ s.(X/Q) = (s0+ s.u). Banka varlıklarındaki artıĢ, banka yükümlülüklerindeki artıĢa eĢit olmak zorunda oduğundan; banka varlıklarındaki artıĢtan mevduatlardaki artıĢın çıkarılmasıyla bulunan para arzındaki artıĢ (∆η/η), (Z) denkleminde gösterilmektedir. Burada k potansiyel çıktıya oranlanan kamu yatırımlarını ve j de kamu kesiminin toplam net sermaye giriĢleri içerisindeki payını temsil etmektedir. Kamunun yurt içi borçlanmasının gösterildiği (B) denklemindeki π katsayısı, cari çıktıya oranlanan kamu kesimi borçlanma gereksinimini ifade etmektedir. (Z) denkleminin ilk satırında, kamu borçlanmasını temsil eden π.u terimi, kamunun net sermaye giriĢleri içerisindeki payı (j.t) düĢüldükten sonraki durumu yansıttığından, kamunun tek finansman kaynağı 82 yurt içi borçlanma, bir baĢka deyiĢle, bankacılık kesiminden sağlanan krediler olmaktadır. Denklemdeki ikinci terim ise para arzında artıĢa yol açan uluslararası rezervlerdeki artıĢ ρ'dir. Artı iĢaretli son terim olan [i - k - (1 j).t]‟de, (i - k) özel yatırımları, (1 - j).t özel sektörün toplam net sermaye giriĢleri içerisindeki payını ve dolayısıyla ikisinin farkı da özel yatırımların finansmanı amacıyla özel sektöre açılan banka kredilerini göstermektedir. Gerekli düzenlemelerden sonra ikinci satıra ulaĢılmaktadır. Para arz ve talebinin hem seviyeleri hem de büyüme oranları birbirine eĢitlenip (P.Q/η = V ve ∆η/η = ∆H/H) ilgili denklemlerde yerine konulduğunda; bankacılık sistemindeki fon akımları aracılığıyla, (S)' denklemindeki gibi bir toplam tasarruf-yatırım dengesine ulaĢılmaktadır. Monetarist kurama göre, sızıntıları aĢan talep enjeksiyonları, para fazlalığı ve dolayısıyla enflasyona yol açmaktadır; tüketiciler de aĢağıdaki nedenlerden dolayı söz konusu fazlalığı kabullenmek zorunda kalmaktadır; i) Kamu sektörü ve yatırımcıların çıktıyı satın almada öncelik hakkı bulunması nedeniyle, ki söz konusu satın alımların finansman kaynağı para fazlalığıdır; hanehalkları arzu ettikleri sıfır enflasyon tüketim seviyesi değerinin altına inmeye zorlanabilmektedir. Tüketim talebindeki bu dıĢlama neticesinde, hanehalkları banka kredilerine eriĢim imkanı sayesinde mal satın alarak fiyatları yükseltebilmektedir, ii) ∆P tutarında bir fiyat artıĢı, reel ankeslerde anında ∆P.(H/P) kadar bir azalıĢ ortaya çıkaracak ve hanehalkları eski servetlerini koruyabilmek adına tasarruflarını bu miktarda arttırarak, mevcut arza oranla talebi azaltabileceklerdir, iii) Daha yüksek bir enflasyon, iĢlem güdüsü sebebiyle hanehalklarının daha yüksek oranda bir para stokuna ihtiyaç duyacakları anlamına gelmektedir. Bu durumda, fazla likit varlıkları bulunmayan hanehalklarının ellerindeki para miktarını arttırmalarının tek yolu tasarruf artıĢıdır, iv) Enflasyon hızlandıkça artan belirsizlik ortamı, yatırımları azaltabilecektir (Taylor,1994). Anılan her durumda, enflasyon arttıkça efektif talep azalmakta ve dolayısıyla tasarruflar da artmaktadır. Tasarruflar ile kısıtlanan potansiyel çıktı 83 büyüme oranı gs'de ∆P/P'nin kısmi türevinin pozitif olmasının sebebi budur. Ayrıca, daha yüksek bir enflasyon kaynaklı reel ücret düĢüĢleri de toplam talebi azaltabilmektedir. Nominal ücretler fiyatlara tamamen endeksli değilse, enflasyon arttıkça reel ücretler düĢecektir. Bunu takiben, karın üretimden aldığı payın yükselmesi neticesinde, ulusal tasarruf oranının artması çok olasıdır. Bu durum, 1980'li yıllarda geliĢmekte olan ülkeler için en az enflasyon vergisi kadar önemli olmuĢ, Latin Amerika ve Afrika ekonomilerinde muazzam dıĢ Ģoklar ve arz Ģokları neticesinde reel ücret düĢüĢleri % 75'i bulmuĢtur (Taylor, 1994: 22). Tasarruf-yatırım dengesini etkileyen diğer faktörler ise Ģunlardır: 2) Sermaye giriĢleri (t) ve uluslararası rezervler (ρ): Ġlave dıĢ tasarruflar, kural olarak, daha yüksek bir sermaye birikimine izin vermektedir. Ancak, sermaye kaçıĢı ve tüketim sızıntılarından dolayı bu oran bire birin altına düĢebilmektedir. Bu yüzden, (S) denkleminde t arttıkça s0'ın azalması olasıdır. Uluslararası rezervlerdeki artıĢ da, sermaye giriĢlerini tekrar yurt dıĢına yönlendirerek; yurt içi sermaye birikimini finanse edecek olan mevcut tasarrufları azaltmaktadır. 3) Eksi mali tasarruflar (δ): Mali duruĢun da tasarruflar üzerinde ciddi bir etkisi olabilmektedir. Sabit toplam tasarruflar varsayımı altında, eksi mali tasarruflardaki bir artıĢ, enflasyon oranında da bir artıĢı zorunlu kılmaktadır. Bu geleneksel monetarist bağlantıyı destekleyecek ya da telafi edebilecek en az üç ilave etki daha bulunmaktadır 38 : i) Olivera-Tanzi etkisi, ii) mali maceracılık ve iii) V'nin değiĢken olması. 38 i) Olivera-Tanzi etkisi: Gelişmekte olan bir ülkede, dolaylı vergi tahsilatındaki gecikmeler, enflasyon hızlandıkça reel mali gelirleri düşürerek, talebi uyarabilecektir. (S) denklemindeki δ, ∆P/P'nin artan bir fonksiyonuna dönüşerek ülke geneli için potansiyel tasarrufları azaltmaktadır. ii) Mali maceracılık: Ücretli kesimlerin gelirlerinde, zorunlu tasarruflar dolayısıyla ortaya çıkan azalmayı telafi etmek üzere, hükümetin daha fazla harcama yapması ya da transfer programlarını arttırması; hem eksi mali tasarrufları hem de enflasyonu arttırarak, potansiyel tasarrufları azaltacaktır. Anılan etki, bu defa vergiler aracılığı ile değil harcamalar aracılığı ile gerçekleşecektir. iii) Paranın dolaşım hızı V'nin değişken olması: Temel bir monetarist olgu, V’nin enflasyonla birlikte yükselerek, enflasyon vergisi Laffer eğrisi yaratmasıdır. Modelde, ekonominin bu eğrinin doğru tarafında, bir başka deyişle, yükselen sol tarafında kaldığı varsayımı altında, V'deki artış oransal olarak ∆P/P'deki artıştan daha az olacak ve böylelikle enflasyonun artması talebi azaltıp, tasarrufları arttıracaktır. Kritik enflasyon oranına kadar, ekonomi, Laffer eğrisinin doğru tarafında yer almakta ve 84 Özet olarak, enflasyonun toplam talep üzerinde birçok etkisi olmakla birlikte, genel etkisinin negatif ve dolayısıyla (S') denkleminde tasarruflar üzerindeki etkisinin de pozitif olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca, eksi mali tasarrufların da, tasarruflar üzerindeki genel etkisinin negatif olduğu varsayılmaktadır. Ampirik bulgular da bu sonucu destekler niteliktedir: fiyat dondurmalarına dayalı “heteredoks Ģok” programlarında enflasyon oranı çok hızlı bir Ģekilde düĢürüldüğünde, tüketim talebinin arttığı ve dolayısıyla tasarrufların azaldığı gözlemlenmektedir (Taylor, 1994: 23). En azından bu örnekte, enflasyon oranının düĢmesi ile birlikte, toplam tasarrufları azaltan zorunlu tasarruflar ile enflasyon vergisi etkileri; toplam tasarrufları arttıran Olivera-Tanzi ve mali geniĢleme etkilerinden baskındır. Büyüme üzerindeki ikinci kısıt olan döviz, terimlerin potansiyel çıktının değerine oranlandığı (F) denkleminde gösterilmektedir. Yeni terimlerden, ε ihracatı, a.u kapasite kullanımı ile orantılı ara malı ithalatını, b.i ithal sermaye mallarının ulusal sermaye birikimindeki payını ve z de diğer döviz çıkıĢlarını ifade etmektedir. (F') denkleminde, döviz ihtiyacı tarafından kısıtlanan potansiyel çıktı büyüme oranı gf ve bu denklemin altında da kısmi türevlerin iĢaretleri gösterilmektedir. ĠĢaretlere iliĢkin açıklamalara aĢağıda yer verilmektedir: 1) Kapasite kullanım oranı (u): Büyük sanayileĢmiĢ ülkeler dıĢındaki tüm ülkeler, ithal sermaye mallarına gereksinim duymaktadır. Aynı zamanda, ithal ara malları da üretim sürecinde vazgeçilmez bir girdi niteliğindedir. Dolayısıyla, kıt döviz kaynakları ara malları ithalatı ile sermaye malları ithalatı arasında paylaĢtırılmak zorundadır. Kapasite kullanım oranının arttırılması, ara mallar ithalatı nedeniyle döviz kullanımı gerektidiğinden, sermaye birikimini dıĢlamaktadır. Özetle, döviz kısıtı altında, potansiyel çıktının büyüme oranı ile cari kapasite kullanım oranı arasında ters yönlü bir iliĢkiden söz edilebilir. Bu nedenle u'nun kısmi türevi negatif olmaktadır. böylece enflasyon oranınındaki artış ile birlikte hanehalkları, reel para balanslarındaki azalmayı telafi etmek üzere tüketimlerini azaltarak, tasarruflarını arttırmaktadırlar. Ancak kritik oran aşıldıktan sonra, hanehalkları, eğrinin sağ tarafına geçerek reel para balanslarını ve tasarruflarını azaltmaktadırlar. 85 2) Sermaye giriĢleri (t) ve uluslararası rezervler (ρ): Daha yüksek bir dıĢ ticaret açığı daha fazla sermaye malı ithalatını mümkün kılmaktadır. Chenery ve Strout (1966)'nın geleneksel ikili açık modelinin temelinde de bu çıkarım yatmaktadır. Rezerv artıĢları ise, aksine, ara malları ya da sermaye mallları ithalatını destekleyebilecek dövizleri tüketmektedir. Modelin tamamlanabilmesi, bir yatırım fonksiyonunun tanımlanması gerektirmektedir. GeliĢmekte olan bir ülke için ampirik olarak anlam ifade edebilecek bir yatırım fonksiyonu olan (I) denkleminde, sabit terim i0 ile, daha yüksek bir kapasite kullanımı neticesinde sermaye birikiminin uyarılacağını ifade eden hızlandıran mekanizması ve kar ile ilgili etkiler α.u terimi ile, kamu sermaye birikimi k'nın toplam yatırım talebi üzerindeki olası çekme etkisi β.k terimi ile (β < 0 dıĢlama etkisini ifade etmektedir) ve son olarak da sermaye giriĢleri arttığında ya da kamu sektörü cari açığı azaldığında ilave yatırım talebini finanse edebilecek daha fazla yurt içi kredi imkanları (t – δ) terimi ile temsil edilmektedir. (I)'nın (G)'de yerine konulmasıyla bulunan (I') denkleminde, yatırımlar ile kısıtlanan potansiyel çıktı büyüme oranı g i ve bu denklemin altında da kısmi türevlerin iĢaretleri gösterilmektedir. ĠĢaretlere iliĢkin açıklamalara aĢağıda yer verilmektedir: 1) Kapasite kullanım oranı (u): Hem hızlandıran hem de karlılık analizine dayalı yatırım kuramları, yatırım talebinin, u'ya tepkisinin pozitif olacağını vurgulamaktadır. 2) Kamu yatırımları (k): Bacha (1990) tarafından belirtildiği üzere, 1990'lı yıllara kadar yapılan çalıĢmalar, kamu yatırımlarının özel sektör sermaye birikimi üzerinde net bir çekme etkisi olduğuna dair ampirik kanıtlar ortaya koymaktadır. Sırasıyla üç büyüme kısıtı, enflasyon ile potansiyel tasarruflar arasındakidoğru yönlü iliĢkiyi gösteren tasarruf kısıtı (S'), cari kapasite kullanımı (cari çıktı) ile potansiyel büyüme oranı (g) arasındaki ters yönlü iliĢkiyi gösteren dıĢ kısıt (F') ve standart bir denge Ģartı olarak, cari kapasite kullanımındaki bir artıĢa tasarruflardan daha az tepki gösterdiği varsayılan yatırımlara iliĢkin kısıt (I'); (u,g) düzleminde bir denge noktasında 86 kesiĢmelidir: g = gs = gf = gi. 39 AĢağıda yer alan ġekil 1'de (u,g) düzleminde anılan iliĢkiler gösterilmektedir: ġekil 1: Taylor Üçlü Açık Modeli Modelde, enflasyon oranının nasıl belirlendiği de önem arz etmektedir. Konuya iliĢkin iki temel kuram bulunmaktadır: monetarist ve yapısalcı kuram. Monetarist kuram uyarınca, enflasyon, mübadele denklemi (Q) tarafından belirlenmekte, diğer taraftan, kapasite ile para arzı büyüme oranları ise sistem içerisinde baĢka bir yerde belirlenmektedir. Yapısalcı kuram ise üretim sürecindeki bileĢenlerin maliyetini esas almakta ve (P) denkleminde olduğu gibi, enflasyonun, maliyet tarafından belirlenen C gibi bir fonksiyon aracılığıyla uyarlanacağını öngörmektedir. Ücret seviyesi w, döviz kuru e ve diğer maliyet itiĢli faktörlerin yer aldığı bu denklemde, nedensellik sağdan sola doğru ise, enflasyon yapısal faktörler tarafından belirlenmekte; nedensellik ters yönlü ise bazı maliyet unsurları mübadele denkleminden gelen enflasyon oranını geçerli kılmak üzere uyum göstermektedir (Taylor, 1994). Açık ekonomilerde pek çok yurt içi fiyatın ticaret arbitrajı tarafından belirlendiğini dikkate alan IMF Finansal Programlaması (FP)‟nda ise, maliyete dayalı enflasyon kuramları kullanılmakta, cari kapasite kullanım oranı bir sabit olarak alınmakta (örneğin, u = 1) ve yatırım fonksiyonu (I)'nın yerini de 39 I - F dengesi ile tutarlı tek bir enflasyon oranı bulunduğu da dikkate alınmalıdır. 87 hedef bir potansiyel büyüme oranı (g) almaktadır. Nihai olarak da, rezerv artıĢı (ρ) cinsinden bir ödemeler dengesi hedefi belirlenmektedir. Diğer bir deyiĢle, IMF, para ve maliye politikalarının önceden belirlenmiĢ ∆P/P, u, g ve ρ değerlerine nasıl uyarlanması gerektiği sorusuna cevap aramaktadır. Para piyasasında dengenin nasıl sağlandığına yer verilmeksizin, para arz ve talebi artıĢ oranları birbirine eĢitlenmekte (∆η/η = ∆P/P) ve ilave para arzının tasarruflar tarafından massedilebileceği olasılığı göz ardı edilerek, (Z) denkleminden (s0+ su) terimi çıkarılmaktadır. (Z) ve (Q) ise, birlikte kamu kesimi borçlanma gereksinimini belirlemektedir: π.u = (1/V).(∆P/P + g) - (ρ + i) + k (1.70) k'nın değeri yerine konulduğunda ise FP denklemine ulaĢılmaktadır: δ = (1/V) (∆P/P + g) - (ρ + i) + j.t (1.71) IMF'nin mali açıklar konusundaki hassasiyetini açıklayan FP denklemi, dıĢ dengede bir iyileĢmenin (daha yüksek bir ρ) ya da daha düĢük bir enflasyon oranının ancak daha düĢük bir cari mali açık (δ) ile mümkün olacağını ifade etmektedir. Ancak, finansal programlama, dıĢ kısıt altında birbirleri ile rekabet halinde olan sermaye ve ara malları ithalatını, kapasite fazlasını, toplam talebi ve de davranıĢsal bir yatırım fonksiyonunu dikkate almamaktadır. Bu haliyle tamamlanmıĢ bir model olmadığından (F'), (S') ve (I')'nın nasıl tek bir noktada kesiĢtiklerini açıklayamamaktadır (Taylor, 1994: 26). Finansal programlamanın aksine mali ve parasal iliĢkileri içeren üçlü açık modelleri, bünyesinde tüm makroekonomik dengeleri temsil edebilmektedir. IMF tarafından tercih edilen modelin yanı sıra, üç farklı büyüme kısıtı ve iki enflasyon kuramı farklı biçimlerde kapatılan modellere imkan vermektedir. Farklı ekonomiler, farklı zamanlarda değiĢik makroekonomik davranıĢlar sergileyebildiğinden, modelin kapatılmasına 88 yönelik varsayımların seçimi ampirik bir sorunu yansıtmaktadır. AĢağıdaki tabloda alternatif model kapatmaları gösterilmektedir: Tablo 1: Büyüme ve Çıktının Belirlenmesi Enflasyonun Belirlenmesi Büyüme ve Çıktının Belirlenmesi Maliyete dayalı (Yapısalcı) (S'), (I'), ve (F')'in ortak Maliyete dayalı enflasyon ve talep tarafından belirlenen çözümü; çıktı (A tipi denge) g, u ve t içsel Önceden belirlenmiĢ t ile (I') ve (F')'in ortak çözümü; (S') uyarlanır Tasarruflar ve tüketimi, bir denge değerine zorlayan miktar tayınlaması; örneğin baskılanan enflasyon Miktar Kuramı (Monetarist) Muhtemelen istikrarsız bir çözüm; g'deki bir artıĢ (Q)'da ∆P/P'yi azaltmakta, bu ise toplam talep aracılığıyla u ya da g'yi arttırmakta Çıktnın döviz tarafından kısıtlandığı ve enflasyonun toplam talep fazlasına uyarlandığı durum (B tipi denge) u belirlendiğinde, geleneksel Eksik belirlenme durumu ikili açık modelini verir; (S') ve (F')'nin ortak çözümü bağlayıcı kısıt (S') ya da (F')‟dir (I') bağlayıcı kısıta uyarlanır Önceden belirlenmiĢ t ile Kaynak: Taylor (1994: 27) Önceki açık formülasyonları “Maliyete dayalı enflasyon” sütunu altında toplanmıĢtır. Hem Chenery-Strout (1966), hem de onu izleyen Dünya Bankası RMSM modellerinde, cari çıktı u'nun döviz imkanları ya da toplam talepteki değiĢimlere kısa dönemde tepki vermesine izin verilmemektedir. Bir baĢka deyiĢle, önceden belirlenmiĢ bir dıĢ ticaret açığından türetilen gecikmeli sermaye birikimi, bağlayıcı bir kısıt aracılığı ile, çıktıdaki büyümeyi sabit kılmaktadır; RMSM modelindeki tipik bağlayıcı kısıt ise dıĢ dengedir. Politika analizine en uygun model kapatmaları, talep tarafından belirlenen ve dıĢ ticaret açığının uyum sağladığı makro dengeyi yansıtan A tipi denge ile döviz imkanları tarafından kısıtlanan ve enflasyon oranının uyum sağladığı makro dengeyi yansıtan B tipi dengedir. Politika uygulaması 89 açısından aĢağıda her iki durumdaki modelin devalüasyona olan tepkileri ele alınmaktadır. Fiyat artıĢlarının maliyet kaynaklı olduğu ve makro dengenin yurt içi tasarruflar ile yurt içi yatırımlar tarafından belirlendiği A tipi dengede, devalüasyonun etkileri enflasyonist ve daraltıcı nitelikte olmaktadır. Devalüasyon, (P) denkleminde maliyet enflasyonu C'yi arttırmaktadır. Enflasyon vergisi ile zorunlu tasarruflardaki artıĢ ve ayrıca dıĢ ticaretin baĢlangıçta dengede olmaması nedeniyle ulusal paradaki değer kaybı ile birlikte reel harcama gücünde ortaya çıkan azalıĢ, yatırımlara kıyasla tasarruflarda bir fazla yaratmakta; ihracat tepkisinin kuvvetli olmaması durumunda da çıktıyı azaltmaktadır. Özet olarak, önce S eğrisi yukarıya kaymakta, sonrasında ise dıĢ ticaret açığının düĢmesi, F eğrisinin yeni dengeyi geçerli kılmak üzere aĢağıya kaymasına neden olmaktadır. Taylor (1994: 28), son yapılan ekonometrik çalıĢmalara dayanarak, A Durumu'nun ortalamada geliĢmekte olan ülkelerdeki durumu yansıttığını ileri sürmektedir. B tipi dengede ise devalüasyonun anında bir ihracat artıĢı getirmesi halinde (J eğrisi'nin söz konusu olmaması), artan döviz gelirleri F eğrisini yukarıya kaydırmakta ve toplam arz fazlasındaki artıĢ sebebiyle düĢen enflasyon oranı tasarruf oranını azaltarak S eğrisini aĢağıya kaydırmaktadır. Bu durumda devalüasyon, deflasyonist ve geniĢletici nitelikte olmaktadır. Enflasyonda meydana gelen içsel sıçramalar, enflasyon vergisi ve/veya zorunlu tasarruflar aracılığı ile toplam talebi kısıtlanmıĢ arz seviyesine getirmektedir. Borç Krizi‟nin ardından sermaye giriĢlerinde yaĢanan büyük oranlı düĢüĢler gibi olumsuz bir dıĢsal Ģokun ise ilk etkisi F eğrisini aĢağıya kaydırmaktır. Azalan sermaye giriĢlerini, bir baĢka deyiĢle, azalan dıĢ tasarrufları telafi etmek için daha yüksek düzeyde bir enflasyon vergisi ve/veya zorunlu tasarruflar40 yaratmak üzere enflasyon artıĢa geçmekte ve 40 Toplam tasarrufları sabit kılabilmek amacıyla. 90 tüm S eğrileri seti aĢağıya kaymaktadır. Nihai olarak da, kredi koĢullarının sıkılaĢması nedeniyle düĢen yatırım talebi, I eğrisini de aĢağıya kaydırmaktadır. Döviz kısıtı bağlayıcı olduğundan, yatırımlar tasarruf kısıtının izin verdiğinden daha düĢük olacaktır, diğer bir ifadeyle, yatırımlar tam kapasite durumunu yansıtan I' = S' tarafından değil, bu durumda eksik kapasiteyi yansıtan I' = F' tarafından belirlenmektedir. Sonuç olarak, bağlayıcı bir döviz kısıtı altında, talep tarafından belirlenen çıktıda baĢlangıç dengesi sağlanamamaktadır; cari çıktı azalmakta, potansyiyel büyüme oranı düĢmekte ve maliyet yönünden ilave bir fiyat baskısı yaratabilecek daha hızlı bir enflasyon oranı ortaya çıkmaktadır. Bacha (1990)'ın ifade ettiği üzere, bu türden bir durumda etkin bir politika tepkisi ortaya koyabilmek oldukça güçtür. Mali açığın azaltılması, kamu yatırımlarının arttırılması ve son olarak da ihracatın arttırılması Ģeklindeki olası politika tepkilerine aĢağıda sırasıyla yer verilmektedir: 1) Mali açığın azaltılması (daha düĢük bir δ) S eğrilerini tekrar yukarıya kaydıracak ve daha yüksek bir potansiyel büyüme oranı ile daha düĢük bir enflasyon oranına imkan verecek, ancak diğer taraftan da cari çıktıyı azaltacaktır. Kısmi bir rahatlama getiren bu türden bir mali sıkılık önleminin uygulanması ise politik açıdan zor görünmektedir. 2) Bir çekme etkisinin varlığı halinde kamu yatırımlarının arttırılması (daha yüksek bir k) I eğrisini yukarıya kaydırarak, azalan bir cari çıktı ve daha yüksek bir enflasyon pahasına potansiyel büyüme oranını arttıracaktır. 1980'lerin baĢında Brezilya ve Güney Kore bu tür bir politika ile bir noktaya kadar baĢarılı olmuĢlardır (Taylor, 1994: 30). 3) Ġhracatın arttırılması (daha yüksek bir ε) ise döviz kısıtının giderilmesine yardımcı olabilmektedir. Ham madde ihracatçısı bir ülke açısından kısa dönemde yurt dıĢı satıĢları arttırmak kolay olmasa da; yarı sanayileĢmiĢ bir ülke için, yurt içindeki resesyonun ardından, dıĢ pazarlara 91 yönlendirilebilecek kullanılmayan bir imalat kapasitesi aracılığıyla bir ihracat itiĢi daha kolay gözükmektedir. 4) Artan kamu yatırımları ve artan bir mali açık ile nitelendirilen geniĢlemeci politikalar ise g ve u'yu bir enflasyon sarmalı pahasına uyaracaktır. Taylor (1994: 31)'e göre, Peru'nun 1980'lerin ortalarında izlediği politikalar bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Özetle, azalan sermaye giriĢleri karĢısında politika koordinasyonu hiçbir zaman kolay olmamaktadır. Çok az geliĢmekte olan ya da geliĢmiĢ ülke hükümeti, olumsuz bir dıĢsal Ģokun etkilerini telafi edebilmek üzere eĢanlı olarak mali açığı azaltabilecek, kamu sermaye birikimini arttırabilecek ve ihracat teĢviklerini yürürlüğe koyabilecektir. Ġncelenmesi gereken diğer bir olgu da 1990'lı yılların baĢında özellikle Latin Amerika ülkelerinde muazzam bir artıĢ gösteren sermaye giriĢleridir. Bu yıllarda pek çok Latin Amerika ülkesi çok büyük dıĢ ticaret açıklarına karĢılık yavaĢ bir büyüme seyri izlemiĢtir. Sorunun temel kaynaklarından biri mali sıkılığın daha da Ģiddetlendirdiği durgun sermaye birikimidir. Yukarıdaki Üçlü Açık Modeli çerçevesinde, S eğrileri seti ile F eğrisini yukarıya kaydıran artan sermaye giriĢleri; her zaman yatırım artıĢı ile sonuçlanmayabilmektedir. Ekonomiyi daha yüksek bir büyüme hızına taĢımak amacıyla baĢka bir takım değiĢikliklere ihtiyaç duyulmaktadır. Uyarlama, S eğrileri setini aĢağıya kaydıracak olan daha düĢük bir enflasyon oranı, daha yüksek eksi mali tasarruflar ya da uluslararası rezervlerde bir artıĢ aracılığı ile de olabilmektedir. Hiç arzu edilmeyen durum ise sermaye kaçıĢı olgusudur. Daha düĢük bir enflasyon oranı, enflasyon vergisi ile zorunlu tasarrufları azaltarak, S eğrilerini aĢağıya kaydırabilmektedir. Ancak, bu dönüĢümün hangi hızda gerçekleĢeceği - (P) denkleminde yer gösterildiği üzere enflasyonun cari çıktıya verebileceği istikrarsızlaĢtırıcı nitelikte pozitif bir Phillips tipi etki de dahil olmak üzere - maliyet baskılarının kuvvetine bağlı 92 olacaktır. Özellikle, ticarete konu olmayan bazı kilit malların arz fiyat esnekliği görece düĢük ise, harcama gücünde ortaya çıkan yurt dıĢı kaynaklı bir artıĢ enflasyonu kontrol altına almayı güçleĢtirebilecektir. Sermaye giriĢleri ile finanse edilen kamu tüketim harcamalarındaki bir artıĢ (eksi mali tasarrufların artması) da, S eğrileri setini aĢağıya kaydıracaktır. Ancak, kamu tüketim harcamalarındaki bir artıĢ ile kıyaslandığında, daha yüksek bir enflasyon oranı ile daha düĢük bir cari çıktı pahasına daha yüksek bir potansiyel büyüme oranını ifade eden ve (I) eğrisini yukarıya kaydıracak olan kamu yatırımlarının arttırılması, uzun dönemde daha rasyonel bir politika tepkisi olarak gözükmektedir. Özet olarak, (F) denkleminde dıĢ dengenin yeniden nasıl sağlandığından bağımsız olarak, yurt içi massetmenin artan sermaye giriĢlerine uyum sağlaması gerekmektedir. Anılan uyum, daha yüksek bir cari çıktı ve daha yüksek bir potansiyel büyüme oranı Ģeklinde de olabilir, ancak bu durumda ihracat düĢebilmekte ya da ithalat artabilmektedir. Böylelikle, piyasaya yeni çıkan malların massedilebilmesi, kamu ve/veya özel tüketimde bir artıĢı zorunlu kılmaktadır. Mali açık ile kamu yatırımlarının denetim altında tutulması halinde; artan sermaye giriĢlerinin finanse ettiği ek ithalat, ya daha yüksek bir cari çıktı tarafından uyarılan daha yüksek bir özel tüketim, ya daha düĢük bir enflasyon oranı ya da otonom tasarruflarda bir azalma ile massedilmelidir. Artan sermaye giriĢlerinin massedilmesinde, hiç arzu edilmeyen bir baĢka seçenek ise, özel sektörün dıĢ varlık artıĢını finanse etmek üzere yurt dıĢına gerçekleĢtirdiği döviz transferlerini ifade eden sermaye kaçıĢı olgusudur. Son seçenek ise, hem tasarruf dengesi hem de dıĢ dengede, sermaye giriĢlerini massetmek üzere uluslararası rezervlerin arttırılmasıdır. Böylelikle, kamu sektörü toplam borçlanma gereğinin finansmanında, yurt içi bankalardan sağlanacak kredilere daha az ihtiyaç duyulacaktır. Uluslararası rezervlerin artması ve kamuya açılan yurt içi kredilerin azalması; cari çıktı, enflasyon oranı, potansiyel büyüme oranı ve para arzı 93 artıĢını değiĢtirmeyecektir. Olumsuz dıĢsal Ģoklar da olduğu gibi artan sermaye giriĢleri de geliĢmekte olan ülkeler açısından politika koordinasyon zorlukları ortaya çıkarmaktadır. 1.1.2.5. Üçlü Açık Modellerinin KarĢılaĢtırması ICOR hesaplamasına yönelik eleĢtiriler ıĢığında, It-1 = ICORt (Yt – Yt-1) denkleminin terk edilerek, Keynesyen gelenekte bir çıktı uyarlama mekanizmasının belirlendiği her üç modelde de, kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde kuvvetli bir çekme etkisi bulunabileceği vurgulanmaktadır.. Anılan modeller, 1980'li yıllarda gözlemlenen olgular ıĢığında özellikle geliĢmekte olan ülkelere yönelik sermaye giriĢlerinde ortaya çıkan büyük oranlı düĢüĢlerin sonuçları üzerinde odaklanmaktadır. Optimal uzun dönem sermaye stokunun maksimize edildiği Chisari ve Fanelli (1990) Üçlü Açık Modei ile büyüme hızını temsilen yatırımların maksimize edildiği bir dönemlik büyüme modeli olan Bacha (1990) Üçlü Açık Modeli‟nde, fiyatların sabit olduğu ve sermaye piyasalarındaki aksaklıklar nedeniyle, mali açıkların yurt içi borçlanma ile finanse edilemeyeceği varsayımları yer almaktadır. Taylor (1994) Üçlü Açık Modeli‟nde ise fiyatların değiĢmesine izin verilmektedir. Her üç modelde de azalan sermaye giriĢleri, bir baĢka deyiĢle, azalan dıĢ tasarruflar, cari dönemdeki yatırımları azaltmakta ve ortaya çıkan eksik kapasite büyümeyi kısıtlayarak, iĢsizliği arttırmaktadır. Ayrıca, Chisari ve Fanelli (1990) ile Taylor (1994), bir dönemi aĢan modeller olduğundan, azalan sermaye giriĢleri, bağlayıcı bir döviz kısıtı ve güçlü bir çekme etkisi altında, ilk modelde uzun dönem optimal sermaye stokuna eriĢebilecek hızı azaltarak büyümeyi kısıtlamakta ve hatta sermaye çıkıĢı yeteri kadar büyük ise optimal sermaye stokunu azaltmakta, ikinci modelde ise çıktının talep tarafından belirlendiği A tipi bir dengede, cari çıktı ile potansiyel çıktı büyüme hızını azaltmakta ve fiyatlar üzerinde de yukarı yönlü bir baskı 94 oluĢturmaktadır. Her üç modelde de azalan sermaye giriĢleri neticesinde ortaya çıkan eksik kapasiteye bağlı olarak, tasarruf kısıtı bağlayıcı olmaktan çıkmaktadır. Chisari ve Fanelli (1990), azalan sermaye giriĢleri karĢısında, dıĢ finansmanda büyük itiĢe ihtiyaç olduğunu, dıĢ kısıtı sağlamak üzere yatırımları azaltmanın iyi bir strateji olmadığını ve kamu yatırımlarının çekme etkisi dikkate alındığında tüm uyum yükünü kamu sektörünün çekmesinin sakıncalı olacağını ifade etmiĢtir. Azalan sermaye giriĢleri gibi dıĢsal Ģoklara maruz kalan geliĢmekte olan ülkelerde, orta dönemde büyüme üzerindeki kısıtın mali kısıt olduğunu öne süren Bacha (1990), mali kısıtın bağlayıcı olduğu bir durumda, azalan sermaye giriĢlerine verilebilecek en iyi politika tepkisinin kamu birincil bütçe fazlasını arttırmak, en kötü politika tepkisinin ise enflasyon ile finanse edilen kamu tüketimini arttırmak olduğunu vurgulamıĢtır. Taylor (1994) ise sermaye giriĢlerinin azaldığı ve döviz kısıtının bağlayıcı olduğu bir durumda; birinci en iyi çözümün, kamu yatırımlarını kısmadan mali açığın azaltılması, ikinci en iyi çözümün kamu yatırımlarının arttırılması, üçüncü en iyi çözümün de ihracatın arttırılması olduğunu ve en kötü çözümün de geniĢlemeci bir maliye politikası olduğunu savunmaktadır. Bu çerçevede, kamu yatırımlarının büyüme sürecindeki rolünü göz ardı etmeden; mali kısıt ile karĢı karĢıya bulunan ülkelerin IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluĢların “dengeli bütçe” tavsiyelerini yerine getirmeleri uygun gözükmektedir. Ancak, söz konusu kuruluĢların ikinci tavsiyesi olan “fiyatların doğru belirlenmesi” her zaman yararlı olmayabilmektedir. Potansiyel net ihracat, reel döviz kurunun pozitif bir fonksiyonu olduğu varsayıldığında, döviz kısıtı açısından devalüasyon yerinde bir politika olarak görülebilir. Ancak, ülkede, sermaye giriĢleri yerine sermaye çıkıĢları, bir baĢka deyiĢle, yurt dıĢından negatif bir net kaynak transferi söz konusu ise, mali kısıt açısından devalüasyon olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Net 95 sermaye giriĢleri, ulusal para cinsinden ifade edildiğinde ve bir yurt içi fiyat endeksi ile enflasyonun etkisinden arındırıldığında, devalüasyonunun etkisi, döviz cinsinden net sermaye giriĢleri çarpı reel döviz kurundaki değiĢim kadar olacaktır. Net sermaye giriĢleri eksi ise reel bir devalüasyon, kamu bütçe kısıtını olumsuz etkileyerek, ilave para basılması ya da yatırım hızında bir azalıĢı zorunlu kılabilmektedir. Dolayısıyla, bağlayıcı olan döviz kısıtı değil de mali kısıt ise devalüasyon aracılığı ile “fiyatların doğru belirlenmesi”, yurt dıĢına net kaynak transferi yapan aĢırı borçlu bir ülkenin uyum sorununu çözmek bir yana kötüleĢtirmektedir. ĠKĠNCĠ BÖLÜM DIġ YARDIM / DIġ BORÇLANMA VE EKONOMĠK BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ 2.1. DIġ YARDIM/DIġ BORÇLAR VE EKONOMĠK BÜYÜME DıĢ yardım ve büyüme iliĢkisi, özellikle de geliĢmekte olan ülkeler bağlamında, ekonomik büyüme yazınında uzunca bir süredir politik olarak en fazla tartıĢılan konulardan biridir. Konuya iliĢkin yapılan ampirik çalıĢmalar beraberinde pek çok farklı cevap getirmiĢtir. 1990‟lı yılların sonuna kadar yapılan ampirik çalıĢmalar, dıĢ yardımın makroekonomik etkilerine iliĢkin ya çeliĢkili ya da kesinlik taĢımaktan uzak sonuçlar ortaya koymuĢtur. DıĢ yardımların iĢe yaradığı ya da yaramadığı yönünde iki kutuptan birinde yer alan çalıĢma sonuçları, bir uzlaĢmaya varılmasını engellemiĢtir. Makro düzeydeki çalıĢmaların aksine, mikro ya da proje düzeyindeki çalıĢmaların çoğunluğunda, dıĢ yardımın etkisinin çoğunlukla belirgin bir biçimde pozitif çıkması; Mosley (1986)'nın, söz konusu durumu, dıĢ yardıma iliĢkin “mikromakro paradoks” Ģeklinde tanımlamasına yol açmıĢtır. Dollar ve Pritchett tarafından hazırlanan Dünya Bankası (1998)‟in “Yardımın Değerlendirilmesi: ĠĢe Ne Yaramakta, Ne Yaramamakta ve Niçin?” adlı raporu ise paradoksu ortadan kaldırararak ilgili yazında temel bir yön değiĢimini ortaya çıkarmıĢtır (McGillivray ve diğerleri, 2005). Anılan çalıĢma, dıĢ yardımın daha yüksek büyüme oranları ile sonuçlanıp sonuçlanmadığı tartıĢmasına nokta koymuĢtur. Bu çalıĢmaya doğrudan bir cevap niteliği taĢıyan sonraki tüm çalıĢmalar, dıĢ yardımın bir Ģekilde daha yüksek büyüme oranları doğurduğu sonucuna varmıĢtır: dıĢ yardımın yokluğu halinde büyüme daha düĢük gerçekleĢmektedir. Ayrıca, baĢlangıç çalıĢmaları, dıĢ yardımın daha yüksek büyüme oranları ile sonuçlandığı ancak bu sonucun yardım alan ülkelerdeki politika rejimine bağlı olduğunu ortaya koyarken; sonrasında dıĢ yardımın politika rejimine bağlı 97 olduğu önermesini yanlıĢlayan pek çok ilave çalıĢma yapılmıĢtır. Sonuç olarak, ilgili yazın, dıĢ yardımın büyüme üzerindeki etkisi, politika rejimine bağlıdır ve bağlı değildir Ģeklinde ikiye bölünmüĢtür. Ayrıca, büyüme denklemine ikinci dereceden bir dıĢ yardım değiĢkeninin ilave edildiği birçok çalıĢmada, dıĢ yardımın azalan verimler kanununa tabi olduğu sonucuna varılmıĢtır (McGillivray vd., 2005: 8). DıĢ yardım etkinliğinin, alıcı ülkelerdeki belirli Ģartlara bağlı olabileceğini savunan ilk çalıĢmalardan biri olan Dünya Bankası (1998) çalıĢması, ampirik analiz bir genel denge büyüme modeline dayandığı, dıĢ yardımın içselliği sorununu ele aldığı, yardımın lineer olmayan etkilerini araĢtırdığı ve yardımın etkisini açık bir biçimde ekonomi politikaları ile kurumsal yapıya bağlaması sebebiyle diğer çalıĢmalardan ayrılmaktadır. Özellikle, Burnside ve Dollar (2000) ile Collier ve Dollar (2002) gibi kendinden önceki birçok çalıĢmaya dayanan söz konusu çalıĢmadan çıkan temel sonuç, ancak iyi ekonomi politikaları izlenmesi ve güçlü kurumlar inĢa edilmesi halinde dıĢ yardımın büyümeyi arttıracağıdır. Bununla birlikte, ilerleyen bölümde ele alınacağı üzere, dıĢ yardım etkinliğinin politik iklime bağlı olduğu önermesini yanlıĢlayan çok sayıda çalıĢma bulunmaktadır. Ayrıca, büyüme denklemine ikinci dereceden bir dıĢ yardım değiĢkeninin ilave edildiği birçok çalıĢmada, dıĢ yardımın azalan verimler kanununa tabi olduğu sonucuna varılmıĢtır (McGillivray vd., 2005: 8). DıĢ yardımların etkinliğine iliĢkin 1960 ve 1970'li yıllarda yapılan ve tasarruf açığı üzerinde odaklanarak, dıĢ yardım ile tasarruflar arasındaki iliĢkiyi ampirik olarak inceleyen ilk çalıĢmalarda, çoğunlukla dıĢ yardımların ya yurt içi tasarruflar üzerinde hiçbir etkisi bulunmadığı ya da yurt içi tasarrufların yerini aldığı sonucuna ulaĢılmıĢtır. Daha sonraki çalıĢmalarda ise dıĢ yardımların doğrudan yatırım ve ekonomik büyüme üzerindeki etkisi incelenmiĢtir. White (1992)'nin iĢaret ettiği üzere, dıĢ yardımların gerekli seviyenin üzerinde olmasına karĢın, beklenen büyüme oranları gerçekleĢmemiĢti. Easterly (2003: 32)‟ye göre de dıĢ yardım ve ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki bulunabilmesi, bir baĢka deyiĢle, dıĢ 98 yardımların yatırımlara yönlendirilebilmesi için tüketim değil yatırım güdülerinin var olması ve aynı zamanda yatırımların da üretken yatırımlar olması gerekmektedir. Bu noktada, “transfer paradoks”u üzerinde de durmak gerekmektedir. KarĢılıksız dıĢ yardım akımları “transfer paradoks”una yol açarak, “Hollanda hastalığı” etkisi ile kuramsal olarak ülkeyi olduğundan daha kötü bir duruma getirebilmektedir (EriĢ, 2008: 4). Çoğunlukla kamu sektörünün faydalandığı dıĢ yardım akımlarının ekonomik etkisi, büyük ölçüde hükümetin bu yardımları nasıl değerlendirdiğine bağlı olacaktır. Kamu ya da özel sektör, dıĢ yardımı ithalat harcamalarında kullanabileceği gibi; hükümet, dıĢ yardımları, doğrudan bir biçimde ya da vergi indirimleri ve artan harcamalar yolu ile özel sektöre transfer edebilecektir. DıĢ yardımlar, hangi biçimde olursa olsun, büyük bir olasılıkla yurt içi talebi arttıracaktır. Ekonomide hatırı sayılır bir arz fazlasının bulunmaması durumunda, kısa dönemde ya ulusal para reel olarak değer kazanacak ya da yurt içinde üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları artacaktır. Orta dönemli etkiler ise, dıĢ yardımların ekonominin üretken kapasitesi çerçevesinde nasıl kullanılacağı ve toplam arzın ilgili tepkisi tarafından belirlenecektir. Olasılıklardan biri, ticarete konu olmayan mallara yönelik aĢırı talebin, ihracat sektöründen emek ve sermaye transfer ederek karĢılanmasıdır. Bu yönde bir kaynak tahsisi, görece yüksek verimlilik kazançları ile nitelendirilen ihracat sektörünün küçülmesi ile sonuçlanacak ve büyüme ümitlerini sekteye uğratacaktır. Aynı zamanda, ticarete konu olmayan mal sektöründeki geniĢlemenin, yurt içi talepteki artıĢa kıyasla daha güçlü olması halinde söz konusu malların fiyatları düĢecektir. Fiyatların yeteri kadar düĢmesi halinde, küçük bir açık ekonomide reel gelirin düĢmesini ifade eden “transfer paradoksu” olasılığı ortaya çıkmaktadır (EriĢ, 2008). Hansen ve Tarp (2001), sermaye giriĢleri ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi inceleyen ampirik çalıĢmaları üç sınıfa ayırarak; birinci nesil çalıĢmaların Harrod-Domar, ikinci nesil çalıĢmaların Harrod-Domar ve Solow, 99 üçüncü nesil çalıĢmaların ise Ġçsel Büyüme Modelleri‟ne dayandığını ve anılan çalıĢmalarda açıklayıcı değiĢkenlerin, sermaye akımlarının yanı sıra ekonomik, siyasi ve sosyal göstergeleri de içerdiğini tespit etmiĢlerdir. Diğerlerinden farklı olarak, üçüncü nesil çalıĢmalarda, iĢ çevrimleri ile ülke spesifik etkilerin de değerlendirilmesine olanak sağlayan panel veri analizi kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Anılan üç farklı büyüme modeli özet olarak aĢağıda ele alınmaktadır. Birinci nesil çalıĢmalarda kullanılan Harrod-Domar modeli ölçeğe göre sabit getirili ve sabit oranlı Leontief tipi bir üretim fonksiyonununu temel almaktadır. Sermaye ile çıktı arasında lineer bir iliĢkiye yer verilen modelde, sermaye ile emeğin göreli fiyatları sabit ve sermayenin marjinal verimliliği sermayenin ortalama verimliliğine eĢittir. Modelin maruz kaldığı eleĢtirilerin baĢında, söz konusu varsayımların bıçak sırtı bir dengeyi ima etmesi, bir baĢka deyiĢle, tam istihdamı garanti edecek yeterlilikte bir büyümeden söz edilemeyecek olması gelmektedir. Denge, sadece sermaye ve emeğin tam istihdamı koĢulu altında sağlanabilmekte ve bu da ancak sermayenin büyüme oranının, emeğin büyüme oranına eĢit olması halinde mümkün olabilmektedir. Sermayenin büyüme oranının emeğin büyüme oranından daha yüksek olması durumunda, çıktı üzerindeki bağlayıcı kısıt sermaye değil emek olmaktadır. Tersi durum ise sürekli artan bir iĢsizlik anlamına gelmektedir. Ayrıca, büyüme ve kalkınmada hayati bir önem arz eden teknolojik değiĢim ile verimlilik kazançlarını göz ardı eden modelde, ekonominin geniĢleme ve daralma dönemleri, yatırım kararlarını sadece çıktının etkilediğini ileri süren basit hızlandıran prensibi temelinde açıklanmaktadır. Ekonomik büyümenin kaynaklarını belirlemeye yönelik ikinci nesil ampirik çalıĢmalarda ise, sermaye ve emeğin yanı sıra teknolojik geliĢmeler de dahil olmak üzere toplam faktör verimliliğini yansıttığı düĢünülen bir parametre de içeren Solow tipi bir Cobb-Douglas üretim fonksiyonu esas alınmıĢ ve her bir değiĢkenin etkisi ayrıĢtırılmaya çalıĢılmıĢtır. Tam rekabet piyasasının geçerli olduğu, faktörler arası ikame olanaklarının mümkün 100 olduğu ve dengede tüm faktörlerin tam istihdam seviyesinde bulunduğu Solow büyüme modeli, ölçeğe göre sabit getirili ve girdilerin azalan verimlilik kanununa tabi olduğu neo-klasik bir üretim fonksiyonuna dayanmaktadır. Ancak, artan teknoloji ya da bilgi sayesinde emek verimliliği ve çıktı artıĢ göstermektedir. Solow modelinde teknoloji dıĢsal olarak iki Ģekilde artıĢ göstermektedir:, örneğin daha geliĢmiĢ makineler aracılığıyla mekanik olarak ve örneğin artan eğitim aracılığıyla beĢeri sermaye olarak. Solow modelinin ĢaĢırtıcı tarafı Harrod-Domar modelinde olduğu gibi tasarruf oranının büyüme için çok da önemli olmamasıydı, sadece nüfus artıĢı ve teknolojik ilerleme ile uzun dönemli bir büyüme sağlanabilirdi. Ancak er ya da geç azalan verimler kanunu iĢlemeye baĢlayacağı için, teknolojik geliĢmelerin süreklilik arz etmemesi halinde büyüme giderek yavaĢlayacaktır. Solow, 1909-1949 yılları arasında ABD GSMH'sini modellediğinde, çıktı artıĢının sadece yarısından az bir kısmı, emek ve sermaye girdilerindeki artıĢ ile açıklanabilmiĢtir. Solow artığı olarak nitelendirilen, kalan yüzde elliden fazla kısmın ise teknik ilerleme, artan bilgi, yenilik ve giriĢimcilik gibi etkinlik arttırıcı faktörlerce sağlanan verimlilik artıĢlarından kaynaklandığı düĢünülmüĢtür. Ancak, söz konusu faktörler tam olarak tanımlanamamıĢtır. Sabit bir tasarruf oranı varsayımının yer aldığı bu neo-klasik büyüme modeli, sermayenin azalan verimlere tabi olduğu varsayımından hareketle, kiĢi baĢına sermayenin görece bol olduğu geliĢmiĢ ülkelere kıyasla, kiĢi baĢına sermayenin daha kıt olduğu geliĢmekte olan ülkelerde, sermayenin getirisinin daha yüksek olacağını; böylelikle daha hızlı bir büyüme potansiyeline sahip olan geliĢmekte olan ülkelerin milli gelirlerinin, geliĢmiĢ ülkelerdeki milli gelire yakınsayacağını ileri sürmektedir.41 Aynı varsayımdan hareketle, neo-klasik McKinnon-Shaw Hipotezi de, Ödünç Verilebilir Fonlar Kuramı temelinde geliĢmiĢ ülkelerdeki tasarruf fazlasının, finansal dıĢa açılma ile birlikte iç tasarrufları yetersiz olan geliĢmekte olan ülkelere doğru 41 Ancak, kişi başına sermaye ile üretimin durağan durum düzeyleri, tasarruf oranı, nüfus artış hızı ve üretim fonksiyonuna bağlı olacağından, ülkelerin başlangıç koşulları dikkate alındığında ancak koşullu yakınsamadan söz edilebilecektir. 101 akarak bu ülkelerin büyümeleri için bir kaynak oluĢturacağını öngörmektedir. Özetle, hipoteze göre finansal serbestlik sermayenin marjinal etkinliği ile tasarruf oranını ve dolayısıyla yatırımları arttırarak büyümeye katkıda bulunmaktadır. Solow Büyüme Modeli, dıĢ yardım ve büyüme arasında istikrarlı ve lineer bir iliĢki ortaya koyamamaktadır. 1960'lı yıllarla beraber neo-klasik kuram, “yaparak öğrenme” ve “yıllanma (vintage) modelleri” gibi yaklaĢımlarla teknolojiyi içselleĢtirmeye çalıĢmıĢtır. Arrow (1962) modelinde, her bireyin buluĢu teknolojinin rekabetçi bir mal olmamasından ötürü ekonomiye hızlıca yayılmaktadır. Dolayısıyla, yeni sermaye mallarının üretimi ile kazanılan tecrübe, bir baĢka deyiĢle, tamamen dıĢsal varsayılan yaparak öğrenme sayesinde Yi = A (K) F(Ki ,Li) denklemindeki A büyümektedir. A'ya herhangi bir ilave pay ödenmeyeceği için, rekabetçi bir dengede K ve L eskiden olduğu gibi marjinal verimlilikleri tutarında pay almaya devam edebilmektedir. Bu anlamda, tasarruf eğilimindeki bir artıĢ, A'nın zaman patikasını etkileyebileceğinden, A'nın büyümesi içselleĢmiĢtir. Ancak, sadece sabit bir sermaye/emek oranı ile sabit emek gereksinimi durumunda tam anlamıyla iĢlerlik kazanan Arrow modelinde, tasarruf oranının içselleĢtirilmiĢ olması, uzun dönemli kiĢi baĢı büyümenin, tasarruf davranıĢından bağımsız bir biçimde teknolojik geliĢmeye bağlı olduğu tezini ortadan kaldıramamıĢtır. Diğer bir ifadeyle, Arrow modelinde de Solow-Swan modelinde olduğu gibi çıktı artıĢı uzun dönemde tasarruf davranıĢından bağımsız olarak emek artıĢ oranı ile sınırlanmaktadır. Son olarak, üçüncü nesil ampirik çalıĢmalar Ġçsel Büyüme Kuramı‟na dayanmaktadır. Neo-klasik büyüme kuramlarında ya beĢeri sermaye olgusuna yer verilmemiĢ ya da teknoloji cennetten tüm bireylere düĢen bir meyve gibi değerlendirilmiĢtir. Bu noktaya karĢı çıkıĢ ve iktisat politikalarının uzun dönemli büyümeyi etkileyebileceği tezi, yeni içsel büyüme modellerini neo-klasik yaklaĢımlardan ayırmıĢtır. Özellikle Romer, Lucas, Rebello, Aghion, Helpman, Grossman gibi ekonomistlerin çalıĢmalarıyla büyüme kuramında, ölçeğe göre artan getiri, fiziksel ve beĢeri sermaye, AR-GE sektörü, dıĢsallıklar ve aksak rekabet konuları gündeme alınmıĢtır. Teknolojiyi 102 (bilgi stokunu) AR-GE ve beĢeri sermaye kanalıyla içselleĢtiren ve yeni içsel büyüme modelleri olarak adlandırabilecek bu modellerin belirgin bir niteliği de, özellikle hükümet politikalarından etkilenen makro değiĢkenlerin, ekonomik büyüme oranı üzerinde kararlı ve süreğen değiĢimlere yol açtığını öne sürmesidir. Bu görüĢ özellikle AK tipi büyüme modellerinde ortaya çıkmıĢtır. Neo-klasik modelde, örneğin teknoloji ve emek istihdamı gibi, çıktının diğer belirleyenleri veri iken, büyümenin kısıtlanmasında hayati bir rol oynayan sermayenin azalan getirisi ekonominin kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ancak, teknoloji ve emeğin sermayeye göre oransal olarak kendiliğinden arttığı ve sermayenin azalan getirisini telafi ederek, çıktının sermaye ile birlikte oransal olarak artıĢını sağlayan modeller de bulunmaktadır. Bu türden modeller, A'nın sabit olduğu Y = AK biçiminde bir üretim fonksiyonu ile sonuçlandığından AK modelleri olarak adlandırılmaktadır. Ġçsel Büyüme Kuramı‟nın ilk versiyonu olan AK modeline göre, bir ülkenin uzun dönemli büyüme oranı tasarruf gibi ekonomik etkenler ile ülkedeki kaynak tahsisinin etkinliğini ilgilendiren tüm politika ve kurumlara bağlı olacaktır. Sermaye birikimi sürecinde her bir firma teknolojik bilgiye ve dolayısıyla toplam verimliliğe katkıda bulunmaktadır. Sermaye ile birlikte kendiliğinden büyüyen faktör istihdam değil kendisi de bir çeĢit sermaye malı olan bilgidir. 2.1.1. Feldstein-Horioka Paradoksu Bu bölümde, dıĢ yardım ve büyüme iliĢkisini inceleyen ampirik modelleri ele almadan önce, McKinnon-Shaw Hipotezi çerçevesinde, iktisat yazınında yaygın olarak tartıĢılan Feldstein ve Horioka (F&H) (1980)'in çalıĢmasına da değinmekte fayda bulunmaktadır. F&H (1980), 1960-1974 dönemi için 16 OECD ülkesini kapsayan ve bağımsız değiĢkenin yurt içi tasarruflar/GSYH, açıklayıcı değiĢkenin ise yurt içi yatırımlar/GSYH olduğu 103 yatay kesit regresyon modeli sonuçlarına dayanarak, uluslararası sermaye akımlarının göreli olarak hareketsiz olduğunu ileri sürmüĢlerdir. F&H (1980), sermaye hareketlerinin olmadığı tamamen kapalı bir ekonomide, yurt içi tasarruflar yurt içi yatırımlara dönüĢeceğinden, yurt içi tasarruf ve yatırımlar arasındaki korelasyonun bire eĢit olacağını; ancak tam sermaye hareketliliğinin geçerli olduğu açık bir ekonomide ise, yurt içi yatırım talebinden bağımsız olarak, en yüksek küresel getirinin peĢinde olan yurt içi tasarruflar ile yurt içi yatırımlar arasında zorunlu bir iliĢki olmayacağını ileri sürmüĢler ve modelde tasarruf ile yatırımların bire bir iliĢkili olduğu yönündeki boĢ hipotezin (β = 1) reddedilememesini sıfır sermaye hareketliliği olarak yorumlamıĢlardır. Söz konusu çıkarsama, herhangi bir ülkede yatırımlarda ortaya çıkan dıĢsal bir artıĢın tam esnek küresel fon arzı ile karĢılanabileceği varsayımına dayanmaktadır (Coakley vd., 1998: 170). F&H sonucu, standart açık ekonomi makro modellerin çok büyük bir çoğunluğunda içerilen yüksek sermaye hareketliliği varsayımı ile çeliĢtiğinden, yerleĢik iktisat teorisinde bir rahatsızlık yaratmıĢ ve anılan sonuç F&H paradoksu olarak anılmaya baĢlanmıĢtır. β ile ifade edilen F&H katsayısının, uluslararası sermaye hareketliliğinin bir ölçütü olarak tanımlanması da çok büyük eleĢtirilere uğramıĢtır. Örneğin, Coakley vd. (1996) ile Jansen (1997), ikinci dünya savaĢı sonrası dönem için OECD ülkelerine ait tasarruf ve yatırım verilerinin, zaman serisi özelliklerine iliĢkin yaptıkları ampirik çalıĢmalarda, yüksek β katsayısının dönemler arası bütçe kısıtını, diğer bir deyiĢle, açık bir ekonomide borç ödeyebilme gücü kısıtını ifade ettiği sonucuna ulaĢmıĢlardır. Genellikle tam sermaye hareketliliği varsayımının yer aldığı dönemler arası standart makroekonomik modellerde, kısa dönemde herhangi bir kısıta tabi olmayan yurt içi tasarruf ve yurt içi yatırım dinamikleri uzun dönemde dönemler arası bütçe kısıtı ile birbirine bağlıdır. Ekonometrik ifadesiyle, cari iĢlemler dengesi/GSYH, muhtemelen sıfırdan farklı bir ortalama değer etrafında bulunan I(0) durağan bir değiĢkendir; dolayısıyla seviyeleri durağan 104 olmayan yurt içi tasarruf ve yurt içi yatırım değiĢkenleri42 zaman kesitinde (1, -1) vektörüyle eĢbütünleĢiktir (Jansen, 1997: 78). Milli muhasebe eĢitliği gereği, cari iĢlemler dengesi, yurt içi tasarruflar eksi yurt içi yatırımlara eĢit olduğundan, tasarruf ile yatırım birim katsayı ile eĢbütünleĢik olmalıdır. Sürekli bir dıĢ borçlanma söz konusu olamayacağı için, GSYH'ye oranlanan cari iĢlemler dengesinin durağan olması, borç ödeyebilme kısıtının bir gereğidir. Özetle, bir ülke sürekli bir biçimde cari iĢlemler açığı veremez. Coakley ve diğerleri (1996), tam sermaye hareketliliği varsayımı altında bile, bir ülkenin karĢı karĢıya olduğu borçlanma faizinin dünya faiz oranı ve risk primi olmak üzere iki bileĢenden oluĢtuğunu, risk priminin cari iĢlemler dengesine tepki vereceğini ve dolayısıyla uzun dönemli borç ödeyebilme gücünün garanti edileceğini belirtmektedir. Yurt içi tasarruflar ile yurt içi yatırımlar arasındaki eĢbütünleĢme iliĢkisi, söz konusu değiĢkenlerin seviyelerini kullanan F&H çalıĢması ile kavramsal olarak karĢılaĢtırılabilmektedir. Sonuç olarak, bire yakınsayacak olan β, uzun dönemli ortalama katsayıyı ifade etmektedir. Bu çerçevede, F&H paradoksu, sermaye hareketliliğinin düzeyi ne olursa olsun yurt içi tasarruflar ile yurt içi yatırımların zaman boyutunda eĢbütünleĢik olmasının doğrudan bir yansımasıdır. Coakley vd. (1996), yüksek bir β katsayısının tamamen dönemler arası bütçe kısıtına atfedilebileceğini ileri sürerken; Jansen (1997), yurt içi tasarruflar ile yurt içi yatırımların zaman boyutunda eĢbütünleĢik olmasının dönemler arası bütçe kısıtı, düĢük sermaye hareketliliği ve uzun dönem cari iĢlemler dengesi hedeflemesinin birleĢik etkilerini yansıtabileceğini ancak dönemler arası bütçe kısıtının tek baĢına da F&H paradoksunu açıklayabilecek güçte olduğunu savunmaktadır. F&H regresyonunun tekrarlandığı çalıĢmalarda, yüksek β katsayısının hala güçlü bir Ģekilde geçerli olduğunu ifade eden Coakley (1998), buna 42 Her ikisi de I (1). 105 karĢılık, OECD ülkeleri dıĢındaki özellikle geliĢmekte olan ülkeler için yapılan çalıĢmalarda, tasarruflar ile yatırımlar arasında yakın bir iliĢkiye dair daha az kanıt bulunduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan, uluslararası sermaye akımlarının ülkeler arasındaki reel faiz oranlarını eĢitlediğini ifade eden reel faiz oranı paritesi Ģartının sağlanmaması, dönemler arası tüketim dalgalanmalarının giderilmesi ve büyük ülke etkisi43 gibi nedenlerden dolayı yüksek β katsayısının sermaye hareketliliğin bir ölçütü olarak değerlendirilemeyeceğini ortaya koyan alternatif çalıĢmalar da bulunmaktadır. Bu çalıĢmalardan biri olan Taylor (1996), 1880-1992 arası dönem için 11 yüksek gelirli OECD ülkesi ve Arjantin olmak üzere toplam 12 ülke verisini kullanarak yaptığı, hem zaman serisi hem de yatay kesit regresyon analizinde, F&H yaklaĢımının sermaye hareketliliğine iliĢkin mutlak bir ölçüt sağlamaktan uzak olduğunu ve β katsayısının büyüklüğünün ne olması gerektiğine iliĢkin öncül bir temel de bulunmadığını belirterek, anılan gerekçeler sebebiyle β katsayısının zaman içindeki seyrini incelemiĢtir. Yatay kesit regresyonu sonuçlarına göre, iki dünya savaĢı arasındaki dönem ve küresel ekonomik kriz dönemleri hariç olmak üzere sermaye hareketliliği geçen yüz yıl içinde çok az bir değiĢim gösterirken, her bir ülke için yapılan zaman serisi analizi ise her ülke için farklı sonuçlar ortaya koymuĢtur. Taylor (1996)'ya göre yatay kesit spesifikasyonlarında büyüme, nüfus yapısı, göreli fiyatlar, vergiler, kamu politikası ve verimlilik Ģokları hem tasarruf hem de yatırımları eĢanlı olarak etkileyebileceğinden F&H yaklaĢımı sahte regresyona yol açabilmekte, zaman serisi spesifikasyonlarında ise F&H sonucunun geçerli olabilmesinin ön Ģartı olan reel faiz paritesinin sağlanmaması durumunda, reel faiz oranı gibi değiĢkenler çok büyük önem kazanabilmektedir. Ayrıca, zaman serisi ve yatay kesit β katsayısı tahminlerinin sırasıyla kısa ve uzun dönem sermaye hareketliliğine iĢaret 43 Küçük ülkeler dünya faiz oranı ve fiyatlarını etkileyemezken, büyük ülkeler bunu başarabilmekte ve dolayısıyla tam sermaye hareketliliği altında bile tasarruf-yatırım korelasyonu bire yaklaşabilmektedir. Örneğin, dünya finansal piyasalarını etkileyebilecek kadar büyük bir ülkenin yurt içi tasarruflarında bir azalma yurt içi ve dünya faiz oranlarını yukarıya çekerek, dünyanın geri kalanında yatırımların dışlanmasına neden olabilmektedir. 106 edeceğini ifade eden Taylor (1996), uzun dönemde sermaye hareketliliğinin daha fazla olduğu sonucuna ulaĢmıĢtır. Kısa dönemde yurt içi yerleĢiklerin portföy varlıklarının bileĢiminde, cari iĢlemler açıklarına tepki olarak geçici kaymalar söz konusu iken, uzun dönemde devamlılık arz eden cari iĢlemler açıkları karĢısında yapısal kaymalar olmaktadır. 1880-1992 arası dönemin her ülke için dört alt döneme ayrıldığı zaman serisi analizinde, incelenen dönemlerin çoğunluğunda kuramın öngördüğü uzun dönemli tasarruf-yatırım iliĢkisi, bir baĢka deyiĢle, sabit ve istatistiki olarak sıfırdan farklı olmayan bir durağan durum cari iĢlemler açığı (CA/Y)* = (S/Y)*- (I/Y)* bulunmuĢtur. Ayrıca, Taylor (1994), hem tasarruf hem de yatırımları eĢanlı olarak etkileyen, toplam talep ve göreli fiyat yapısı arasındaki iliĢki, büyüme ve demografik yapı gibi değiĢkenlerin, F&H regresyonuna kontrol değiĢkeni olarak dahil edilmesi neticesinde, yüksek β katsayısının ortadan kalktığı sonucuna ulaĢmıĢtır. Diğer bir ifadeyle, Taylor (1994)‟e göre, F&H sonucu dıĢlanan değiĢken sapmasından kaynaklanmaktadır. F&H sonucu uyarınca çok düĢük bir β katsayısı, tam sermaye hareketliliği ve dolayısıyla tasarruflardaki dıĢsal değiĢmelerin yatırımları etkilemediği anlamına gelmektedir. Örneğin, sermaye giriĢleri, yurt içi tasarruflar ile yurt içi yatırımlar arasındaki farkı kapatabildiği sürece; ulusal tasarrufların düĢmesi yatırımların dıĢlanmasını gerektirmemektedir. Ancak, söz konusu güçlü sonuç, reel faiz oranı paritesi Ģartının sağlanmasını ve ilave olarak da yurt içi yatırımların reel faiz oranı dıĢındaki tüm belirleyenlerinin, yurt içi tasarruflar ile ilintisiz olmasını gerektirmektedir. AĢağıda her bir değiĢkenin etkisine kısaca değinilmektedir: Yatırımların, ekonomik büyümenin en önemli belirleyenlerinden olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Ġlk olarak, yatırım (tüketim) talebi, yatırım (tüketim) malının fiyatı ile ters orantılıdır ve yatırım mallarının göreli fiyatındaki bir artıĢ, veri bir yatırımın karlılığını düĢürmektedir. Dolayısıyla, yatırım mallarının göreli fiyatlarının yüksek olması, yatırımlardan alınan bir tür vergi niteliğindedir. Sermaye birikimine yönelik bu türden olumsuzluklar, verrimliliğin sermaye yoğunluğuna bağlı olduğu bir durumda, büyüme 107 oranlarını aĢağıya çekecektir. Özellikle, makine ve teçhizat gibi ticarete daha fazla konu olan sermaye malları açısından bu bağlantı daha güçlü gözükmektedir. Taylor (1994:17), bulduğu sonuçların zengin ülkelerden fakir ülkelere neden çok az sermaye aktığına iliĢkin alternatif bir açıklama getirdiğini de Lucas (1990)‟a atıfta bulunarak belirtmektedir. Lucas (1990), Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna göre sermayenin marjinal verimliliğinin ülkeler arasında büyük sapmalar göstermesinden yola çıkarak, uluslararası sermaye piyasalarının baĢarısızlığı olasılığı ile özellikle beĢeri sermaye gibi geliĢmiĢ ülkelerde verimlilik düzeyini arttıran diğer faktörlerin, üretim fonksiyonunda dıĢarıda bırakılmıĢ olduğuna dikkat çekmektedir. Her ülkede sermayenin getirisi, yatırımların göreli fiyatı ile ters orantılıdır. Sermayenin marjinal verimliliği göreli fiyatlar ile düzeltildiğinde yukarıda anılan sapmaların çok küçüldüğünü ifade eden Taylor (1994:19), uluslararası fiyatlar ile ölçüldüğünde, bazı geliĢmekte olan ülkelerde, ABD'ye kıyasla, daha yüksek olan verimliliğin, yurt içi fiyatlar ile ölçüldüğünde, çok daha düĢük çıktığını belirtmiĢtir. Böylelikle, Taylor (1994)'e göre, yurt içi yatırımların seviyesini, yurt içi tasarruf kısıtından çok yurt içi fiyat çarpıklıkları daha iyi açıklamaktadır. Ġkinci olarak, Neo-Klasik Büyüme Modeli‟nde, nihayetinde tüketim seviyelerinin sabit, sermayenin azalan marjinal verimliliğinden dolayı yatırım seviyelerinin sıfıra düĢtüğü ve çıktının giderek azalan bir büyüme hızı ile artıĢ gösterdiği bir durağan durum dengesine yakınsama söz konusudur. BaĢlangıçta kalıcı tüketim seviyelerinin görece yüksek olmasının doğal bir sonucu olarak, yurt içi tasarrufların üzerindeki bir yatırım seviyesini finanse etmek üzere, dıĢ alemden borç almaya baĢlayan bir ekonomide, geçiĢ aĢaması boyunca, tasarruflar yatırımları aĢana değin çıktı artıĢ göstermektedir. Sonrasında ise aynı ekonomi sermaye çıkıĢı biçiminde dıĢ aleme borç vermekte ve önceden alınan borçlar iskonto edildiğinde verilen borçları tam olarak telafi etmektedir. GeçiĢ aĢamasında olan (geliĢmekte olan 108 ve borç alan bir konumdan, geliĢmiĢ ve borç veren bir ülke konumuna doğru yol alan) bir ülkede, tasarruf ve yatırımlar birbirine çok yakın gözükecektir. Dolayısıyla, tasarruf-yatırım regresyonunda, geçiĢ dinamiklerinin kontrol altına alınması gerekmektedir. Büyüme oranı ise bu çerçevede uygun bir kontrol değiĢkenidir: kalkınmanın ilk aĢamasında, yatırımlar tasarrufların üzerinde iken yüksek ve son aĢamasında, yatırımlar tasarrufların altında iken düĢük (Taylor, 1994:9). Üçüncü olarak da, yurt içi tasarruflar, nüfus bağımlılık oranı 44 ile demografik yapıya oldukça duyarlıdır. Üreticiden çok tüketici olan bağımlıların geçimi, ekonominin üretken kesimlerine bağlıdır ve bağımlılık oranı arttıkça tasarruf oranı azalacaktır. Sonuç olarak, F&H regresyonuna anılan kontrol değiĢkenleri eklendiğinde, dıĢlamanın derecesini gösteren β katsayısı çok daha düĢük bulunmuĢtur: tasarruf ve yatırımları eĢanlı olarak etkileyen, yatırım ve tüketimin birlikte hareketi, yüksek β katsayısında önemli bir rol oynamaktadır. Zengin ülkelere kıyasla daha fakir ülkelerdeki yüksek tüketim ve düĢük tasarruf seviyeleri, bu ülkelerde bağımlılık oranının daha yüksek ve tüketim mallarının göreli fiyatının daha düĢük olması ile ve daha düĢük yatırım seviyeleri ise çalıĢma çağındaki nüfusa oranla emek arzının daha düĢük ve yatırım mallarının göreli fiyatının daha yüksek olması ile açıklanmaktadır (Taylor, 1994). 2.1.2. Ġlgili Ampirik ÇalıĢmalar Papanek (1973), 1950-60 dönemi için 34, 1960-70 dönemi için de 51 az geliĢmiĢ ülke verisini kullanarak yaptığı En Küçük Kareler (OLS) regresyonu çalıĢmasında; yurt içi tasarruflar, dıĢ yardımlar, yabancı özel yatırımlar ve diğer yabancı sermaye giriĢlerinin ekonomik büyümeye 44 15 yaş altı ve 65 yaş üstü nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı. 109 katkısının pozitif olduğu ve büyümenin üçte birinden fazlasını açıkladığı sonucuna ulaĢmıĢtır. 45 Bu çalıĢmanın önemi, sermaye giriĢlerini ilk kez alt kalemler itibarıyla incelemiĢ olmasıdır. GSYH'deki yıllık artıĢın bağımlı değiĢken olduğu modelde, tümü GSYH'ye oran olarak ifade edilen açıklayıcı değiĢkenler arasında, dıĢ yardımların etkisi, yabancı özel yatırımlar ve diğer yabancı sermaye giriĢlerine göre daha yüksek ve anlamlı çıkmıĢtır. Öte yandan bu etkinin Asya ülkelerinde pozitif ve anlamlı olduğu görülmüĢtür. Regresyona sonradan eklenen ihracat artıĢ oranı, eğitim seviyesi ve imalat sanayi hacmi gibi açıklayıcı değiĢkenlerin ise ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin istatistiki olarak anlamlı olmadığı görülmüĢtür. Papanek (1972: 939) milli gelir eksi tüketim olarak hesaplanan yurt içi tasarrufların bağımlı değiĢken olarak kullanıldığı daha önceki çalıĢmalarda, dıĢ yardımlar ile yurt içi tasarruflar arasında bulunan negatif iliĢki için ise Ģu yorumu getirmiĢtir: dıĢ yardımların bir kısmı tüketim için kullanıldığında, yurt içi tasarruflar üzerindeki etkisi diğer tüm faktörler sabitken negatif olacaktır. Stoneman (1975), 1950-1970 dönemi için basit kategoride 188 geniĢletilmiĢ kategoride 211 ve sınırlı kategoride de 138 ülke verisini kullanarak yaptığı OLS regresyonu çalıĢmasında; GSYH'ye oran olarak ifade edilen yurt içi tasarruflar, net doğrudan yabancı yatırımlar, dıĢ yardımlar ve diğer uzun vadeli sermaye giriĢlerinin ekonomik büyümeye katkısının pozitif olduğu sonucuna ulaĢmıĢtır. Net doğrudan yatırımların ödemeler dengesi üzerindeki doğrudan etkisi ile ekonomik yapı üzerindeki etkisini ayrı ayrı değerlendirmek üzere, modele söz konusu değiĢkenin hem akım hem de stok değerleri dahil edilmiĢtir. Akım değerler ile büyüme arasında pozitif ve anlamsız, ancak stok değerler ile büyüme arasında negatif ve anlamlı bir iliĢki bulan Stoneman (1975); stok değerlerin olumsuz yapısal etkileri nedeniyle ekonomik büyümeyi eksi yönde etkileyeceğini savunmaktadır. 45 Dış yardımlar değişkeni Merkezi Hükümet'in sağladığı net transferler ile uzun vadeli Merkezi Hükümet borçlanmasından, yabancı özel yatırımlar değişkeni uzun vadeli özel sektör borçlanması ile net doğrudan yabancı yatırımlardan ve diğer sermaye girişleri değişkeni de net özel transferler, net kısa vadeli borçlanma, diğer sermaye girişleri ve ödemeler dengesindeki net hata ve noksan kaleminden oluşmaktadır. 110 ÇalıĢmada yurt içi tasarruflar ile büyüme ve dıĢ yardımlar ile büyüme arasında pozitif ve anlamlı bir korelasyona rastlanmıĢtır. Sermaye giriĢlerinin ekonomik büyümeye en çok katkı sağladığı ülke grubu ise yine Asya ülkeleri olarak bulunmuĢtur. Balassa (1978), 1960-1973 dönemi için 11 geliĢmekte olan ülke verisini kullanarak yaptığı ve üretim artıĢının bağımlı değiĢken olduğu OLS regresyonu çalıĢmasında, açıklayıcı değiĢkenler olan yurt içi ve yurt dıĢı sermaye ile emek ve ihracatın katsayılarını pozitif ve anlamlı olarak bulmuĢtur. Ancak, çalıĢmada ihracatın büyümeye katkısının daha yüksek bulunması nedeniyle, ihracata yönelik büyüme politikalarının ithal ikameci büyüme politikalarından daha faydalı olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. Gulati (1978), 1960-1970 dönemi için 38 ülke verisini kullanarak yaptığı çalıĢmasında, sermaye birikiminin düĢük olduğu az geliĢmiĢ ülkelerde sermaye giriĢlerinin ekonomik büyümeye katkısının daha yüksek olacağı yönündeki “Galbraith Hipotezi”ni test ederek doğrulamıĢtır. GSYH'deki yıllık artıĢın bağımlı değiĢken ve GSYH'ye oran olarak ifade edilen yurt içi tasarruflar ile sermaye giriĢlerinin açıklayıcı değiĢken olduğu modelde, sermaye giriĢlerinin Asya ülkelerinde ekonomik büyümeye katkısının Latin Amerika ülkelerine göre daha yüksek olduğu ortaya çıkmıĢtır. Mosley (1980), 1969-1977 dönemi için 83 geliĢmekte olan ülke verisini kullanarak yaptığı ve reel GSYH'deki yıllık artıĢın bağımlı değiĢken olduğu, Ġki AĢamalı En Küçük Kareler (TSLS) regresyonu çalıĢmasında, yurt içi tasarruflar, dıĢ yardımlar, diğer sermaye giriĢleri ve dıĢ yardımlar ile diğer sermaye giriĢlerinin beĢ yıl gecikmeli değerlerinden oluĢan açıklayıcı değiĢkenlerin katsayılarını negatif ve anlamsız olarak bulmuĢtur. DıĢ yardımlar ve ekonomik büyüme arasında, ancak örneklem en düĢük gelirli 30 ülke ile sınırlandırıldığında ve dıĢ yardımların beĢ yıl gecikmeli değerleri alındığında, pozitif ve anlamlı bir iliĢki bulunmuĢtur. DıĢ yardımların ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin gecikmeli olduğu yönündeki bulgusu ve dıĢ yardımların içselliği sorununa yer vermesi (dıĢ yardımlar ile ekonomik 111 büyüme arasındaki ampirik iliĢkinin tek yönlü değil çift yönlü olması) nedeniyle bu çalıĢma, dıĢ yardım yazınına önemli bir katkı sağlamıĢtır. Dowling and Hiemenz (1983), 1968-1979 dönemi için 52 Asya ülkesinin verisini kullanarak yaptıkları OLS regresyonu çalıĢmasında, dıĢ yardımlar, yabancı özel sermaye giriĢleri, yurt içi tasarruflar ve diğer politika değiĢkenleri ile ekonomik büyüme arasında pozitif ve anlamlı bir iliĢki bulmuĢlardır. 46 Tümü GSYH'ye oran olarak ifade edilen açıklayıcı değiĢkenlerden diğer politika değiĢkenleri, ülkenin dıĢa açıklık derecesini yansıtan ihracat ve ithalat toplamı, kamu sektörünün yurt içi kaynakları yönlendirmedeki baĢarısını yansıtan merkezi hükümet vergi gelirleri, kamu sektörünün ekonomik faaliyetteki payını yansıtan toplam kamu harcamaları ve finansal baskı göstergesi olarak M2 para tabanı belirlenmiĢtir. Kısa vadeli dalgalanmalardan etkilenmemesi için tüm değiĢkenlerin üçer yıllık aritmetik ortalamalarının alındığı çalıĢmada, uygulanan ekonomi ve özellikle liberal dıĢ ticaret politikalarının dıĢ yardımları üretken alanlara yönlendirerek ekonomik büyümeye katkı sağladığı sonucuna ulaĢılmıĢtır. Mosley vd. (1987), 1960-1983 dönemi için geliĢmekte olan ülke verilerini kullanarak, OLS regresyon sonuçları ile Üç AĢamalı En Küçük Kareler (3 SLS) regresyon sonuçlarını karĢılaĢtırdığı çalıĢmasında, Mosley (1980)‟de olduğu gibi dıĢ yardımlar ile çoğunluğu ihracat kredileri ve doğrudan yatırımlardan oluĢan diğer sermaye giriĢlerinin, ekonomik büyümeye katkısının negatif ve anlamsız olduğu sonucuna ulaĢmıĢtır. Ġlgili dönemin 1960-1970, 1970-1980 ve 1980-1983 olmak üzere üç alt döneme ayrıldığı ve her bir alt dönem için sırasıyla 52, 63 ve 56 geliĢmekte olan ülke verisinin kullanıldığı çalıĢmada, ayrıca örneklem grubu da altı alt ülke grubuna ayrılmıĢtır: en düĢük gelirli ülkeler, orta gelirli ülkeler, Afrika ülkeleri, Asya ülkeleri, Latin Amerika ülkeleri ve tüm ülkeler. 1970-1983 alt dönemindeki Asya ülkeleri hariç olmak üzere söz konusu hiçbir alt dönem ve ülke grubu için dıĢ yardımın ekonomik büyüme üzerinde belirgin ve pozitif bir 46 Sadece, kamu harcamalarının ekonomik büyüme üzerinde anlamlı bir katkısı bulunmamıştır. 112 katkısına rastlanılmamıĢtır. Reel GSMH'deki yıllık artıĢın bağımlı değiĢken olduğu OLS regresyonunda, GSMH'ye oran olarak ifade edilen ve aralarında ihracat artıĢ oranı ile okur-yazarlık oranındaki artıĢın da bulunduğu açıklayıcı değiĢkenlerden, 1960-1980 dönemi için sadece ihracat artıĢının katsayısı pozitif ve anlamlı olarak bulunmuĢtur. Boone (1996), 1971-1990 dönemi için 91 ülke verisini kullanarak yaptığı panel veri regresyonu çalıĢmasında, dıĢ yardım ve büyüme arasında negatif bir iliĢki bularak 1990'lı yılların ikinci yarısında dıĢ yardımların etkinliği tartıĢmasını yeniden alevlendirmiĢtir. DıĢ yardımın yatırım, tüketim ve refah göstergeleri üzerindeki etkileri ile dıĢ yardım etkinliğinin politika rejimine bağlı olup olmadığını inceleyen çalıĢmada, dıĢ yardımların alıcı ülkelerde yatırımları arttırmak ya da yoksullara faydalı olmaktan ziyade tüketimi özellikle de kamu tüketimini finanse ettiği ve dıĢ yardım etkinliğinin politika rejimine bağlı olmadığı sonucuna ulaĢılmıĢtır.47 Solow-Swan Neo-Klasik Büyüme Modeli çerçevesini kullanan Boone (1996: 322)'ye göre, yoksulluğun kaynağı sermaye kıtlığı değildir ve politikacıların, varlıklı bir elit grubun servetlerini maksimize ettiği ülkelerde dıĢ yardım akımlarını çarpıklıkları gidermede kullanmaları optimal olmayacağından, dıĢ yardımın yaĢam standartları üzerindeki etkisi çok sınırlı olacaktır. Anılan çalıĢmanın dıĢ yardımların ne yatırımlar ne de büyüme üzerinde herhangi bir etkisinin bulunmadığı yönündeki standart neo-klasik büyüme modellerinin önermesini doğrulaması, daha sonraki tartıĢmaların zeminini oluĢturmuĢtur. Ancak, kesinlik iddia eden söz konusu sonuç, Obstfeld (1999: 120) tarafından yumuĢatılmıĢtır: Boone (1996)'nın ele aldığı türden büyüme 47 Dış yardımın tasarruflar üzerindeki etkisi 1960’larda incelenmeye başlanmıştır. Bu ilk modellerde örtük bir biçimde bir dolarlık dış yardımın tasarruf ve yatırımları da bir dolar arttırarak büyüme artışına yol açacağı varsayılmıştır. Anılan çalışmalarda, sermaye girişleri ile tasarruflar arasında Harrod-Domar modelinin öngördüğü şekilde bir pozitif ilişki değil tersine negatif bir ilişki gözlemlenmiştir. Açık modellerinin dış yardımın tasarruflarda bire bir artışa yol açacağı yönündeki iddiası sorgulanmış ve alıcı ülkelerde marjinal tasarruf oranı 1’e eşit olmadığı sürece dış yardımın bir kısmının tasarruf yerine tüketime yönleneceği ortaya konmuştur. 113 modellerinde, baĢlangıç büyüme oranı durağan durum büyüme oranının altında olduğu sürece, dıĢ yardımlardaki bir artıĢ hem tüketimi hem yatırımı hem de büyüme oranını arttırmaktadır. Burnside ve Dollar (2000) de büyüme modelini, geçimlik tüketimi dikkate alacak Ģekilde değiĢtirdiğinde benzer bir sonuca ulaĢmaktadır. Boone (1996)‟nın ampirik sonuçlarını sorgulayan ve dıĢ yardımlar ile büyüme arasında pozitif ve anlamlı bir iliĢki bulan bir çok çalıĢma da bulunmaktadır. Hansen ve Tarp (2000: 386)'ya göre, söz konusu çalıĢma seçtiği yöntem ve ulaĢtığı sonuç temelinde dıĢ yardım büyüme yazınında aykırı bir değer olarak nitelendirilmelidir. 1990'lı yılların ortalarından itibaren dıĢ yardımlar ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi inceleyen modeller genellikle aĢağıdaki denklemin farklı biçimlerini kullanmıĢlardır: Gg = β0 + β1Ai + β2Ai2 + β3Pi + β4(Ai.Pi) + β5Zi + εi. Denklemde, tümü yardım alan ülke i ile ilgili olarak, Gg kiĢi baĢı milli gelir büyüme oranını, Ai dıĢ yardım akımlarını, (Ai)2 dıĢ yardımların lineer olmayıĢını, Pi izlenen politikalar ve kurumsal çevreyi yansıtan bir ölçütü, (Ai.Pi) dıĢ yardımın etkisini, açıkça yardımı alan ülkedeki ekonomi politikaları ile kurumsal çevreye bağlayan etkileĢim değiĢkenini, Zi kiĢi baĢı büyümeyi açıklayan modellerde içerilen değiĢkenleri temsil eden bir vektörü ve εi de hata terimini ifade etmektedir. AĢağıda yer alan Tablo 2 ve Tablo 3'de dıĢ yardımların etkinliğine iliĢkin sırasıyla 1996 yılından önce ve sonra yapılan çalıĢmalara yer verilmektedir: 114 Tablo 2: 1996 Yılına Kadar Yapılan ÇalıĢmalar Rahman (1968) Sermaye giriĢlerinin yurt içi tasarruflar üzerinde etkisi olumsuzdur. Griffin (1970) Sermaye giriĢlerinin yurt içi tasarruflar üzerinde etkisi olumsuzdur. Gupta (1970) Sermaye giriĢlerinin yurt içi tasarruflar üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Weisskopf (1972) DıĢ yardımın yurt içi tasarruflar üzerinde etkisi olumsuzdur. Papanek (1973) DıĢ yardımın büyüme üzerindeki etkisi olumludur. Mosley (1980) DıĢ yardımın büyüme üzerindeki etkisi olumludur. Dowling and Hiemenz (1982) DıĢ yardımın büyüme üzerindeki etkisi olumludur. Voivodas (1973) DıĢ yardımın büyüme üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Gupta and Islam (1983) DıĢ yardımın büyüme üzerindeki etkisi olumludur. Mosley et al. (1987) DıĢ yardımın büyüme üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Boone (1996) DıĢ yardımın büyüme üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Kaynak: McGillivray vd. (2005) 115 Tablo 3: 1996 Yılından Sonra Yapılan ÇalıĢmalar Yazarlar 2 (Ai .Pi ) (Ai .Xi ) - Evet - Evet - - - Evet Evet Evet Evet - - Evet Evet Hansen ve Tarp (2001) Azalan verimler kanununa tabi olan dıĢ yardım etkindir ve politik iklimden bağımsızdır. Evet Evet - Hudson ve Mosley (2001) Azalan verimler kanununa tabi olan dıĢ yardım etkindir ve politik iklimden bağımsızdır. Evet Evet - Lensink ve White (2001) Azalan verimler kanununa tabi olan dıĢ yardım etkindir ve politik iklimden bağımsızdır. Evet Evet - Lu ve Ram (2001) Azalan verimler kanununa tabi olan dıĢ yardım etkindir ve politik iklimden bağımsızdır. Evet Evet - - Evet Evet Collier ve Dollar (2002) DıĢ yardım etkinliği politik iklime bağlıdır. Evet Evet - Islam (2002) DıĢ yardım etkinliği politik iklime değil politik istikrara bağlıdır. Evet Evet Evet Gomanee vd. (2003) DıĢ yardım belli bir eĢik büyüme oranından sonra etkindir. Evet - - Jensen ve Paldam (2003) DıĢ yardım büyümeyi uyarmada etkin değildir. Evet Evet - - - Evet Evet Evet Evet Evet Evet Evet - Evet - Burnside ve Dollar (2000) DıĢ yardım etkinliği politik iklime bağlıdır. Durbarry et al. (1998) DıĢ yardım azalan verimler kanununa tabidir. Collier ve Dehn (2001) DıĢ yardım etkinliği politik iklime bağlıdır. Dalgaard ve Hansen (2001) Azalan verimler kanununa tabi olan dıĢ yardım etkindir ve politik iklimden bağımsızdır. Guillaumont ve Chauvet (2001) DıĢ yardım etkinliği politik iklime değil iklim Ģartlarına bağlıdır. Chauvet ve Guillaumont (2002) DıĢ yardım etkinliği politik istikrara bağlıdır. Kosack (2003) DıĢ yardım demokratik olmayan ülkelerde hayat kalitesini geliĢtirmede etkindir. Dalgaard vd. (2004) Azalan verimler kanununa tabi olan dıĢ yardım etkindir, tropikal bölgelerde daha az etkindir ve politik iklimden bağımsızdır. (Ai ) Burnside ve Dollar (2004) DıĢ yardım etkinliği kurumsal kaliteye bağlıdır. Easterly vd. (2004) DıĢ yardım etkinliği politik iklime bağlı değildir. Notlar: (Ai)2 = Kuadratik dıĢ yardım değiĢkeni büyüme modeline dahil edilmiĢtir. (Ai. Pi) = DıĢ yardım değiĢkeni ve bir politika değiĢkenini içeren etkileĢim terimi büyüme modeline dahil edilmiĢtir. (Ai.Xi) = DıĢ yardım değiĢkeni ve baĢka bir gösterge değiĢkeni içeren etkileĢim terimi büyüme modeline dahil edilmiĢtir. Kaynak: McGillivray vd. (2005) 116 Burnside ve Dollar (2000), 1970-1993 dönemi için 40 düĢük gelirli ve 16 orta gelirli olmak üzere toplam 56 geliĢmekte olan ülke verisini kullanarak yaptıkları çalıĢmalarında, dıĢ yardımların ekonomik büyümeye doğrudan etkisini negatif ve anlamsız, dolaylı etkisini ise pozitif ve anlamlı olarak bulmuĢlardır. Ġlgili dönemin dört yıllık ortalamalardan oluĢan altı alt döneme ayrıldığı ve neo-klasik bir büyüme modelinin esas alındığı çalıĢmada, büyüme modellerinde çoğunlukla içerilen değiĢkenlerin yanı sıra dıĢ yardımların politika rejimine bağlı olarak büyüme üzerindeki dolaylı etkisini ölçen bir etkileĢim terimine de yer verilmiĢtir. Anılan etkileĢim terimindeki politika rejimi değiĢkeni, bütçe fazlasının GSYH'ye oranı, enflasyon oranı ve dıĢa açıklığı temsil eden bir endeksin ağırlıklandırılmıĢ ortalamasından oluĢmaktadır. DıĢ yardımların olası içselliği nedeniyle hem OLS hem de 2SLS modelleri kullanılan çalıĢma, dıĢ yardımın sadece doğru para, maliye ve dıĢ ticaret politikaları izleyen ülkelerde etkili olacağını ileri sürerek çok büyük bir tartıĢma baĢlatmıĢtır. Collier ve Dehn (2001), Collier ve Hoeffler (2002), Collier ve Dollar (2002) ile Burnside ve Dollar (2004) de benzer olarak dıĢ yardım etkinliğinin alıcı ülkede izlenen makroekonomik politikalarla yakından ilgili olduğu ve iyi makroekonomi politikaları izleyen ülkelerde, dıĢ yardımın büyümeyi arttırmada daha etkin olduğu sonucuna ulaĢmıĢlardır. Ancak, Burnside ve Dollar (2000) sonucu ampirik olarak çok kırılgan olduğu gerekçesiyle birçok çalıĢmada eleĢtirilmiĢtir. Sonuçların güçlülüğüne iliĢkin en sert eleĢtiri, dıĢ yardım etkinliğini politik iklime bağlayan bulguların, aslında çok kırılgan olduğu temelinde Easterly vd. (2004)'den gelmiĢtir: Burnside ve Dollar (2000) çalıĢmasının kapsadığı dönem geniĢletildiğinde, farklı tahmin yöntemleri kullanıldığında ve dıĢ yardım ile politika değiĢkeni farklı bir Ģekilde tanımlandığında, sonuçlar geçerliliğini yitirmektedir. Ayrıca, Dalgaard ve Hansen (2001), Hansen ve Tarp (2001), Lensink ve White (2001), Chauvet ve Guillaumont (2001), Lu ve Ram (2001), Islam 117 (2002), Ram (2004), Dalgaard vd. (2004) ile Jensen ve Paldam (2006), dıĢ yardımlar ile politika iklimi arasındaki iliĢkinin varlığını test eden etkileĢim teriminin katsayısını istatistiki olarak anlamlı bulmamıĢlardır. Dolayısıyla anılan çalıĢmalar, dıĢ yardımın politik ikliminden bağımsız olarak büyümeyi arttıracağına dair kanıtlar ortaya koymaktadır.48 Bu ise artan oranda Ģartlılık ve seçiciliği savunan politika yapıcılar ve IMF ile Dünya Bankası gibi uluslararası finansal kuruluĢlar tarafından dikkate alınması gereken önemli bir sonuçtur. Hansen ve Tarp (2000), kullanılan açıklayıcı değiĢkenler, politika değiĢkenleri, yöntem, incelenen ülke ve dönem açısından büyük ölçüde Burnside ve Dollar (2000)‟in çalıĢmasına benzemekle birlikte; bu çalıĢmada ekonomik, siyasi ve sosyal koĢullar ne olursa olsun, dıĢ yardımların yatırımlar kanalıyla ekonomik büyümeyi doğrudan pozitif yönde etkilediği saptanmıĢtır. Yatırımlar ve beĢeri sermaye kontrol edildiğinde ise, dıĢ yardımların herhangi bir pozitif etkisine rastlanmamıĢtır. Hansen ve Tarp (2001)'in 1970-1993 dönemini 5 alt döneme ayırdığı ve 56 geliĢmekte olan ülke için OLS regresyonu ve GenelleĢtirilmiĢ Moment Metodu (GMM) kullandığı çalıĢmalarında, azalan verimler kanununa tabi olarak dıĢ yardımların yatırımlar kanalıyla büyümeyi arttırdığı sonucuna ulaĢılmıĢtır. KiĢi baĢı reel GSYH'deki artıĢ oranının bağımlı değiĢken olduğu çalıĢmada, açıklayıcı değiĢkenler ise Ģunlardır: GSYH'nin oranı olarak ifade edilen dıĢ yardımlar, doğrudan yabancı yatırımlar, yurt içi brüt yatırımlar, kamu tüketimi, M2 para arzı ve ayrıca beĢeri sermaye, kurumsal kalite, politika iklimi ve ülkedeki siyasi istikrarı yansıtan değiĢkenler. Ayrıca, dıĢ yardımların etkinliğine iliĢkin 1960-1998 yılları arasında yapılan ve ülkeler arası regresyonların kullanıldığı 131 ampirik çalıĢmaya da atıfta bulunan Hansen ve Tarp (2001)'e göre, söz konusu regresyon sonuçları oldukça tutarlı bir yapı ortaya koymaktadır: i) dıĢ yardımlar, bire bir olmasa 48 Anılan çalışmalar arasında sadece Jensen ve Paldam (2006)’da dış yardımın büyümüde etkin olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. 118 da, toplam tasarrufları arttırmaktadır: yurt içi tasarrufların bağımlı değiĢken olduğu ve açıklayıcı değiĢkenler arasında dıĢ yardımın 49 yer aldığı 41 regresyonda, dıĢ yardım katsayısının -1'den daha küçük olduğu sadece tek bir regresyon bulunmaktadır50, ii) dıĢ yardımlar yatırımları arttırmaktadır ve iii) büyümenin motoru sermaye birikimi olduğu sürece dıĢ yardımların büyüme hızı üzerindeki etkisi olumludur. Reisen ve Soto (2001), 1986-1997 dönemi için geliĢmekte olan 44 ülke verisini kullanarak, hangi tür sermaye giriĢlerinin geliĢmekte olan ülkelerin büyümesine katkı sağladığı sorusuna yanıt aramıĢlardır. KiĢi baĢına reel GSMH'deki artıĢın bağımlı değiĢken ve GSMH'ye oran olarak ifade edilen doğrudan yabancı yatırımlar, hisse senedi ve tahvil/bono biçimindeki portföy yatırımları, yurt dıĢı bankalardan sağlanan kısa ve uzun vadeli krediler ile resmi akımlardaki değiĢimlerin açıklayıcı değiĢken olduğu panel veri analizinde, GMM yöntemi kullanılmıĢtır. Modelde, kısa ve uzun vadeli kredilerin büyüme üzerindeki etkisini yurt içi bankaların kapitalizasyon oranı51 ile iliĢkilendiren etkileĢim terimlerine de yer verilmektedir. Açıklayıcı değiĢkenlere, sermaye giriĢlerini temsil eden ve yukarıda anılan değiĢkenlerin yanı sıra yurt içi tasarruflar, dıĢa açıklık, dıĢ ticaret haddi, kamu harcamalarındaki değiĢimler ve GSMH'nin bir yıl gecikmeli değeri de dahil edilmiĢtir. Açıklayıcı değiĢkenlerin tümünün bir yıl gecikmeli değerlerinin kullanıldığı modelde, doğrudan yabancı yatırımlar ile hisse senedi Ģeklindeki portföy yatırımlarının büyüme üzerindeki etkisi pozitif ve istatistiki olarak anlamlı, tahvil/bono Ģeklindeki portföy yatırımları ile resmi akımların etkisi ise istatistiki olarak anlamsız bulunmuĢtur. Model sonuçlarına göre, büyümeye 49 41 regresyonun 17'sinde açıklayıcı değişkenler arasında bir OECD tanımı olan Resmi Kalkınma Yardımı (Official Development Aid-ODA)'na denk gelen bir dış yardım ölçütü bulunmakta, 24 regresyonda ise dış yardım diğer yabancı sermaye girişlerinden ayrıştırılamamaktadır. 50 Harrod-Domar çerçevesinde, bu bulgu dış yardımların büyümeyi yatırımlar aracılığıyla uyardığı anlamına gelmektedir. 51 Bankacılık sektörünün toplam sermayesinin toplam yükümlülüklerine oranı olarak tanımlanan kapitalizasyon oranı, sektörün finansal sağlıklılığını öçmeye yönelik bir değişkendir. 119 en çok katkısı olan hisse senedi Ģeklindeki portföy yatırımlarıdır. Diğer taraftan, kapitalizasyon oranının yeteri kadar yüksek olmaması durumunda kısa ve uzun vadeli banka kredilerinin etkisi negatif ve istatistiki olarak anlamlı bulunmuĢtur. Dolayısıyla, bankacılık sektörünün sermaye yapısı güçlendikçe, yurt dıĢından sağlanan krediler büyümeyi olumlu yönde etkileyecektir. Diğer açıklayıcı değiĢkenlere iliĢkin olarak, GSMH'nin bir yıl gecikmeli değeri, yurt içi tasarruflar, dıĢa açıklık ve dıĢ ticaret haddinde lehte bir değiĢim, büyümeyi olumlu yönde etkilerken, kamu harcamaları olumsuz yönde etkilemektedir. Belirli bir eĢik değeri aĢan yurt içi tasarrufların ise üretken yatırımlar için yurt içi massetme kapasitesini kısıtlayarak, büyümeyi olumsuz yönde etkileyeceği sonucuna ulaĢılmıĢtır. Özet olarak, Reisen ve Soto (2001), geliĢmekte olan ülkelerde, borç yaratan sermaye giriĢleri yerine hisse senedi yatırımları ve doğrudan yatırımların özendirilmesi ve bankacılık sektörünün koymuĢlardır. sermaye yapısının da güçlendirilmesi gerektiğini ortaya ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DIġ FĠNANSMAN ĠHTĠYACI VE KÜRESEL SERMAYE AKIMLARI ÇERÇEVESĠNDE “BĠLANÇO” YAKLAġIMI 3.1. BĠLANÇO RĠSKLERĠNĠN KAYNAKLARI Ekonomideki potansiyel kırılganlıklar ile seçilen kur rejimi eĢliğindeki para politikası dikkate alındığında, kur riski ve vade riski gibi firma seviyesindeki bilanço riskleri, araĢtırma gündeminin ilk sıralarında yer almaya baĢlamıĢtır. Para birimi, vade ve sermaye yapısı uyumsuzluklarından kaynaklanan risklerin, finansal krizlerin ortaya çıkma olasılığını arttırdığı ve bir kez ortaya çıktığında da krizlerin Ģiddetini arttırabildiği ve ayrıca kriz sonrası uyum sürecini de yavaĢlatabildiği görüĢü yaygınlık kazanmaya baĢlamıĢtır. Her ne kadar küresel düzeyde toplam bilanço uyumsuzlukları son yıllarda azalmıĢ da olsa (Goldstein ve Turner, 2004), firmalar düzeyindeki bilanço uyumsuzlukları hala yüksek seviyelerde seyretmektedir. IMF (2005)'e göre bazı ülkelerdeki olumlu geliĢmelere karĢılık, geçen on yıl içerisinde, para birimi ve vade uyumsuzlukları görece istikrarlı seviyesini korumuĢtur. Ekonomik faaliyette görülen yaygın çöküĢler ve ileride meydana gelebilecek benzer çöküĢleri tespit etme ve önleme çabası içinde, firmaların borçlanırken kur ve vade kompozisyonunu nasıl belirledikleri, akademisyenler ve politika yapıcılar arasında temel bir kuramsal ve ampirik soru halini almıĢtır. Özellikle yükselen piyasa ekonomilerinde, pek çok finansal olmayan firmanın, giderek daha fazla döviz cinsinden ve kısa vadeli borçlanmak zorunda kalmasının temelinde; bir taraftan bu ülkelerdeki makroekonomik istikrarsızlık ve buna bağlı olarak ulusal paralarının gelecekteki değerine iliĢkin belirsizlik, diğer taraftan da yeterli düzeyde ve çeĢitlendirilmiĢ finansman kaynaklarına eriĢmeleri önündeki engeller yatmaktadır. Dolayısıyla, anılan ülkelerde, bilançolarında çoğunlukla kur ve vade riski 121 taĢımakta olan firmalar kesiminden kaynaklanabilecek kırılganlıkların teĢhis edilmesinde; faiz oranı, döviz kuru ve kredi riskleri arasındaki etkileĢimleri dikkate alan bütüncül bir yaklaĢım daha etkin bir rol oynayacaktır. Firmaların borçları döviz cinsinden ve kısa vadeliyken, borç geri ödemelerinde kullanacakları gelirleri çoğunlukla ulusal para cinsinden ve genellikle likit olmayan uzun vadeli varlıklara bağlı bulunmaktadır. Bu türden bir varlık/yükümlülük kompozisyonu ise firmaları kur ve faiz riskine maruz bırakmaktadır. Ulusal paradaki ani ve yüksek oranlı bir değer kaybının ardından, döviz cinsinden kaldıraçları yüksek, ancak gelirleri ulusal para cinsinden olan firmalar; varlıklarının ya da gelirlerinin ulusal para cinsinden karĢılıklarına kıyasla, borçlarının ulusal para cinsinden karĢılıklarının daha fazla arttığını göreceklerdir. Bu durum, reel borç yükleri artan firmaları finansal baskı altında bırakacaktır. Ayrıca, para birimi uyumsuzluğu karĢısında, ulusal paranın değer kaybetmesine en duyarlı olan firmaların ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan firmalar olması beklenmektedir. Diğer taraftan, vade riski de, firmaları borç çevirme ve faiz risklerine maruz bırakacaktır. Likit varlıkların vadesi gelen borçları karĢılamakta yetersiz kalması durumunda, özellikle uluslararası sermaye piyasalarından de geliĢmekte olan ülkelerin borçlanamadığı döviz krizi dönemlerinde, firmalar borç çevirme riskiyle karĢı karĢıya kalacaktır. Faiz oranlarındaki keskin bir yükseliĢ ise kısa vadeli yükümlülüklerin çevrilmesinde maliyeti çok arttırıcı bir unsur olarak ortaya çıkabilmekte ve borç servisinde keskin artıĢlara yol açabilmektedir. Anılan Ģoklardan herhangi biri, yükümlülükleri ile karĢılaĢtırıldığında firmanın varlıklarında bir bozulma ortaya çıkarabilmekte ve firmanın net değerini düĢürebilmektedir. Kur ve vade uyumsuzlukları ile göreli fiyat yapısının ani ve keskin bir biçimde değiĢmesinin etkileĢiminden kaynaklanan finansal kırılganlıklar, firmanın sermayesine oranla çok fazla borçlu olmasını ifade eden sermaye yapısı uyumsuzluğunun varlığı halinde daha da 122 artabilmektedir. Finansal olmayan firmaların bilançolarındaki bozulma, Asya Krizi‟nde olduğu gibi varlık fiyatlarında ve firmaların yurt dıĢından borçlanırken gösterdikleri teminatların değerindeki düĢüĢlerle birlikte ortaya çıkabilmektedir. Bu durum özellikle reel sektörün kur ya da faiz riskinden korunma amacıyla kullanabileceği türev araçların yokluğunda kendisini daha fazla hissettirecektir. Bir firmanın net değerindeki düĢüĢ, firmanın kredibilitesini azaltarak, yurt dıĢı piyasalardan borçlanabilme imkanını kısıtlamakta ve böylece yatırımlar için gerekli olan kısa vadeli iĢletme sermayesini bulmasını zorlaĢtırarak, yatırım ve üretimde daralmaya yol açmaktadır. Firmaların kaldıraç oranlarının çok yüksek olduğu durumlarda, net değer eksi olabilmekte ve firma borç ödeyemez duruma düĢebilmektedir. Bazı uç durumlarda firmalar iflas riskiyle bile karĢı karĢıya kalabilmektedir. Ayrıca, finansal krizin Arjantin, Uruguay ve Dominik Cumhuriyeti'nde olduğu gibi bankacılık sisteminde ortaya çıkması halinde, kur riski taĢımayan ve ulusal paradaki değer kaybının sonucunda karlılıkları artan firmalar bile, finansal kısıt altında bulunan bankaların yeni kredi açmaktaki isteksizlikleri ya da imkansızlıkları nedeniyle olumsuz olarak etkileneceklerdir. Gerçekten de, bu ekonomilerin devalüasyon sonrası tecrübeleri, rekabet gücündeki bir artıĢ kaynaklı ekonomik büyüme değil, derin resesyonlar olmuĢtur. Kısa vadeli ve korunmamıĢ döviz cinsinden borçlara aĢırı bağımlılık, sermaye giriĢlerinde ani duruĢların gerçekleĢtiği dönemlerde, ulusal paradaki değer kaybı neticesinde, firmaların ve dolayısıyla alacaklıların finansal baskı altında kalmalarına ya da likidite Ģoklarından etkilenmelerine yol açmıĢtır. Ayrıca, firmaların finansal sağlığındaki bozulma kısa bir süre içerisinde firmalar arası etkileĢim, finansal aracılığın ortadan kalkması ve kamunun Ģartlı yükümlülükleri aracılığı ile ekonominin diğer tüm sektörlerine de yayılabilecektir. Özet olarak, kısa vadeli döviz yükümlülükleri ile net değer arasındaki iliĢki ekonominin dıĢsal Ģoklara karĢı verebileceği politika tepkisini karmaĢıklaĢtırabilmekte ve dolayısıyla ulusal paranın değer kaybetmesi geniĢletici değil daraltıcı nitelikte olabilmektedir. 123 Ekonomideki kilit göreli fiyatlardan biri olan reel döviz kuru, sadece dıĢ dengeyi değil, gelir dağılımı, yoksulluk ve istihdam gibi sosyal duyarlılığı olan değiĢkenleri de etkilemektedir. Bilanço etkisi kaynaklı daraltıcı devalüasyon yazınından önce, Hirschman (1949) ve Cooper (1971) baĢlangıĢ dıĢ ticaret dengesinin açık vermesi durumunda, Diaz-Alejandro (1963) devalüasyonun ardından gelirin ücretliler aleyhine ve kar elde edenler lehine yeniden dağılımı sebebiyle, Krugman ve Taylor (1978) de özellikle geliĢmekte olan yarı sanayileĢmiĢ ülkelerde yukarıda anılan sebeplerle ve gelir etkilerini açıkça belirtecek Ģekilde devalüasyonların ardından üretim ve istihdam kayıplarının olabileceğini ortaya koymuĢlardır. Anılan etkiler, kısa dönemde devalüasyonun daraltıcı nitelikte olacağına iĢaret etmektedir. Diğer taraftan, monetarist modellerde de daraltıcı devalüasyonlara yol açabilen mekanizmalar bulunmaktadır. Monetarist kuramda, reel para talebi reel milli gelire bağlıdır. Devalüasyonun ardından ortaya çıkan fiyat artıĢı, reel ankesleri düĢüreceğinden; arzu edilen reel ankes seviyesini korumak isteyen hanehalklarının nominal para talebi artacaktır. Söz konusu artıĢın, para arzında bir artıĢ ile karĢılanmadığı bir durumda, ortaya çıkacak olan talep fazlası, harcamaları gelirin altına düĢürerek, ödemeler dengesi fazlasına neden olacaktır. Böylelikle, sabit kur rejimi altında, artan sermaye giriĢleri para arz ve talebi eĢitleninceye değin, para arzını arttıracaktır. Monetarist modelde yer alan tam istihdam varsayımının yerini eksik istihdamın mümkün olabileceği varsayımı alırsa, devalüasyon sonrası harcamalarda ortaya çıkan azalıĢ, üretimde de bir azalıĢ ile sonuçlanabilecektir. Krugman ve Taylor (1978), hem Keynesyen hem de monetarist modellerde devalüasyonun kısa dönemde daraltıcı olduğunu belirtmektedirler. Kısa dönemde ödemeler dengesi açığı yapısal olduğu, bir baĢka deyiĢle, veri bir yurt içi üretim seviyesinde hem ihracat hem de ithalat fiyat değiĢimlerine çok duyarlı olmadığı için, kısa dönemde dıĢ ticaret dengesine iliĢkin olarak devalüasyondan elde edilmesi beklenen fayda, ikame etkisinden çok ekonomik daralma aracılığı ile sağlanmaktadır. Krugman ve Taylor (1978: 454)'e göre, devalüasyon sadece üretim ve istihdamı azaltmakla kalmayıp, 124 emekten sermayeye doğru bir gelir aktarımında da bulunduğundan, ticarete konu olan malların yurt içi üretiminde bir artıĢ sağlayacak olan devalüasyon, pahalı bir tedavi biçimidir ve kısa vadeli değil orta vadeli bir tedbir olarak düĢünülmelidir ve pek çok durumda devalüasyona talebi arttıracak önlemler de eĢlik etmelidir. Standart dıĢ ticaret kanalından ziyade finansal kanal üzerinde duran modern katkılar ise 1990'lı yıllarda geliĢmekte olan ülkelerde devalüasyonların daraltıcı niteliğini bilanço etkilerine bağlamaktadır. Parasal otoritenin, kur ve para politikasını yönetirken, söz konusu bilanço etkilerini dikkate aldığına dair kanıtlar da bulunmaktadır. Ġlk defa Calvo ve Reinhart (2002) tarafından “dalgalanma korkusu” olarak adlandırılan ve Hausmann vd. (2001) tarafından da incelenen olgu, geliĢmekte olan ülkelerin, “para birimlerinin değerinde aĢırı dalgalanma yaĢanmasını istememeleri” olarak tanımlanabilir; yüksek oranda dolarize olmuĢ ekonomilerde, kur dalgalanmalarından kaynaklanan olumsuz üretim etkileri, merkez bankalarının dıĢ Ģoklar karĢısında ulusal para biriminin değer kaybetmesine izin vermedeki isteksizliği altında yatan temel nedenlerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Dalgalanma korkusu, merkez bankalarının faiz oranı politikaları ya da döviz müdahaleleri aracılığı ile döviz kurundaki dalgalanmaları azaltma yönündeki eğilimlerini ve Levy-Yeyati ve Sturzenegger (2005)'in finansal olarak dolarize olmuĢ ülkelerin daha katı döviz rejimleri Dolayısıyla, benimsediği yaygın bir yönündeki yükümlülük bulgularını dolarizasyonu, açıklayabilmektedir. parasal otoritenin istikrarlaĢtırıcı bir para politikası izleme yeteneğini de sınırlandırmaktadır. Firma düzeyindeki verileri kullanan son dönemdeki çalıĢmalarda, geliĢmekte olan ülkelerde yükümlülük dolarizasyonunun belirleyenleri tespit edilemeye çalıĢılmıĢtır. Anılan çalıĢmalarda, finansal olmayan firmaların döviz cinsinden kaldıraç oranları ile ürettikleri malların uluslararası ticarete konu olup olmaması arasındaki iliĢki test edilerek; döviz cinsinden borcun, döviz kazandırıcı faaliyetlerle karĢılanıp karĢılanmadığı analiz edilmektedir. Politika düzeyinde ise krizlerin tespiti ve önlenmesine yönelik yeni analitik yaklaĢımlar ortaya çıkmıĢtır. Bu yeni analitik çerçeve, bir ülkenin toplulaĢtırılmıĢ bilançosu 125 ile ekonomideki tüm sektörlerin bilançolarındaki stok değiĢkenlerin (varlık ve yükümlülük) kur, vade ve sermaye yapısı uyumsuzluklarından kaynaklanan riskler temelinde incelenmesine dayanmaktadır (Allen vd., 2002). Yükümlülük dolarizasyonunun önemli bir finansal kırılganlık kaynağı olduğunun anlaĢılmasına karĢın, birçok yükselen piyasa ekonomisinde firmalar ve hanehalkları neden hala döviz cinsinden borçlanmaktadır? Bu soruya verilen yanıtlar kabaca iki baĢlık altında toplanabilmektedir; ilki ulusal para cinsinden bir borçlanma piyasasının, özellikle de uluslararası bir piyasanın var olmadığına vurgu yapan ve ilk defa Eichengreen ve Hausmann (1999) tarafından “temel günah” olarak kavramsallaĢtırılan sorun, ikincisi ise Burnside vd. (2000) ile Schneider ve Tornell (2004) tarafından kavramsallaĢtırılan ve bir kriz döneminde hükümet tarafından mali destek verilerek iflastan kurtarılma beklentisi içinde olan firmaların, aldıkları riskleri tamamen içselleĢtirmeyeceklerini ve dolayısıyla döviz cinsinden borçlanmalarını arttıracaklarını vurgulayan ahlaki risk sorunu. Aghion vd. (2001)'e göre ise döviz cinsinden borçlanmanın altında yatan temel güdü, yine ahlaki risk çerçevesinde, döviz cinsinden borçlanma faizinin iyi zamanlarda düĢük olması; kötü zamanlarda ise borcun ulusal para cinsinden çok daha büyük bir geri ödeme gerektirmesine karĢın, firmanın temerrüde düĢerek borcunu sadece kısmen ödemesidir. AĢağıda anılan her iki soruna da özet olarak yer verilmektedir. 3.1.1. Temel Günah Yazını Eichengreen vd. (2004a), küresel finansal piyasaların, ülkelerin yurt dıĢından kendi paraları cinsinden borçlanamamalarına yol açan yapısına iliĢkin sorunlara odaklanmaktadırlar. Eichengreen vd. (2004b), temel günahı, bir ülkenin yurt dıĢından kendi parası cinsinden borçlanamaması olarak tanımlamıĢlardır. Sermayenin, sermaye zengini geliĢmiĢ ülkelerden, görece sermaye fakiri yükselen piyasa ekonomilerine doğru akmamasının ve bu 126 ekonomilerin tüketim dalgalanmalarını giderilebilmek üzere sermaye akımlarından faydalanmada karĢılaĢtıkları zorlukların muhtemel bir nedeni temel günahtır. Küresel portföylerin sadece çok az sayıda para biriminden oluĢması, diğer para birimleri cinsinden menkul kıymet ihraç etmek isteyen ülkeleri temel günah sorunu ile karĢı karĢıya bırakmaktadır. Bir ülkenin dıĢ borcu döviz cinsinden ise, reel döviz kurundaki bir artıĢ, diğer bir ifadeyle ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesi, dıĢ yükümlülüklere kıyasla yurt içi üretimin satın alma gücünü düĢürererek, borç servisini daha zor bir hale getirecektir. Bu durumun farkında olan yabancı yatırımcılar ise borç verme konusunda daha az istekli davranacaklardır. Ulusal paranın reel değeri, iyi zamanlarda güçlenme ve kötü zamanlarda zayıflama eğilimi taĢıdığından; kötü zamanlarda döviz cinsinden borç servisinin daha zor ve yabancı yatırımcıların borç vermekte daha az istekli olmaları, sermaye giriĢlerinin çevrim yanlısı doğasını Ģiddetlendirecektir. Bu tehlikenin farkında olan bir hükümet, dıĢ borçlanmayı sınırlandırmak üzere makroekonomik ve düzenleyici tedbirlere baĢvurabilmektedir. Ancak, bu durumda da sermaye zengini ülkelerden sermaye fakiri ülkelere doğru bir sermaye akımı olmayacak ve Ģokların etkisi uluslararası borçlanma aracılığıyla yumuĢatılamayacaktır. Diğer bir seçenek de, parasal otoritenin, ulusal paradaki değer kaybını önleyebilmek için döviz piyasasına müdahale etmesi ya da dıĢ borç servisinde nihai ödünç veren merci (NÖVM) olma iĢlevini yerine getirebilmek üzere rezerv biriktirmesidir. Yurt dıĢından borçlanma yoluyla oluĢan brüt döviz yükümlülükleri ile uluslararası rezerv olarak tutulan brüt döviz varlıklarının eĢleĢmesi anlamına gelen bu durumda da, yine benzer bir Ģekilde, sermaye zengini ülkelerden sermaye fakiri ülkelere doğru bir sermaye transferi gerçekleĢmemiĢ olacaktır. KarĢıt bir görüĢe göre ise, yükselen piyasa ekonomilerinde uygulanan kötü politikalar ile zayıf kurumsal yapı (finansal az geliĢmiĢlik) nedeniyle, söz konusu ülkelerde, sermayenin marjinal getirisi o kadar azalmaktadır ki, 127 yabancı yatırımcılar borç verme konusunda çok isteksiz davranmaktadırlar. Dolayısıyla bu görüĢ, temel günah sorununu, ilgili ekonomilerde borç alma ve borç verme güdülerini ortadan kaldıran diğer aksaklıklara bağlamaktadır. Reinhart vd. (2003) tarafından borç tahammülsüzlüğü olarak adlandırılan bu durum, yükselen piyasa ekonomilerinin, dıĢ borçlarının vade yapısı ve düzeyini geliĢmiĢ ülke ölçütlerine göre yönetememesi anlamına gelmektedir. Gerçekten de, geliĢmiĢ piyasalar ile karĢılaĢtırıldığında, yükselen piyasa ekonomilerindeki makroekonomik politika zayıflıkları ile finansal piyasalardaki sürtünmeler, daha fazla istikrarsızlığa yol açmakta, finansal sözleĢmeleri zorlaĢtırmakta ve yurt içi firmaların finansman imkanlarını da kısıtlamaktadır. Benzer bir biçimde, Jeanne (2003), para politikasındaki kredibilite eksikliğinin, bağımsız para politikasının faydasını azalttığını ve ulusal para cinsinden faiz oranlarını yüksek tutarak, yükümlülük dolarizasyonunu teĢvik ettiğini savunmaktadır. Caballero ve Krishnamurthy de, (2003) yükselen piyasa ekonomilerinde mevcut bulunan aĢırı seviyelerdeki kısa vadeli borç ile yükümlülük dolarizasyonunun, finansal az geliĢmiĢlik ve sistemik risklerle mücadele etmenin içsel yolları olduğunu tartıĢmıĢlardır. Eichengreen vd. (2004a), temel günah sorununa iliĢkin olarak, yurt içi politikalar ile kurumsal yapının önemini kabul etmekle birlikte, çok büyük bir ölçüde ülkelerin kontrolü dıĢında olan etkenler üzerinde duran ara bir pozisyon almaktadırlar. 52 Özetle, yükselen piyasa ekonomilerindeki dalgalanmaları ve bu ülkelerin dıĢ borç servisinde yaĢadıkları sıkıntıları açıklamaya yönelik temel günah ve borç tahamülsüzlüğü kavramları, sorunun 52 Yazarlar, bu duruma örnek olarak Şili ekonomisini göstermektedir. Şili giderek artan güçlü kurumları ve politikalarına karşın yurt dışından kendi parası cinsinden borçlanamamaktadır. 1998 yılında ters bir dış ticaret haddi şoku ile karşı karşıya kalan Şili, ihracat şokuna tampon olabilecek artan sermaye girişleri yerine bir Ani Duruş yaşayarak, ithalatının % 22 oranında daralmasına şahit olmuştu. Bu ise güçlü kurumları ve politikalarına karşın Şili'nin GSMH'sinin % 6,8'den 1998'de % 0,8'e düşmesine yol açmıştı. Şili, bağdaştırıcı politikalar izleyip reel döviz kurunun uyarlanmasına izin vermiş olsaydı, olumsuz bilanço etkileri nedeniyle borç servisine ilişkin şüpheler doğabilecek ve yabancı yatırımcılar artan açığı finanse etmede daha az istekli olabileceklerdi. Otoriteler, kısıtlayıcı politikalar izleyerek, dış finansman talebini kısmışlar ancak bu büyük bir resesyon pahasına gerçekleşmişti. 128 kaynağını sırasıyla küresel portföyler ve bu kapsamda uluslararası finansal piyasaların yapısı ile kredibiliteden uzak politikaların izlenmesine yol açan kurumsal zayıflıklarda aramaktadır. Diğer taraftan, para birimi uyumsuzluğu yazını ise söz konusu sorunların sonuçları ve ilgili ekonomi otoritelerince nasıl giderilebileceği ile ilgilenmektedir. Ulusal paradaki reel değer kaybının, firmaların ürün fiyatlarına tamamen yansıması halinde (küçük bir ihracatçı firma ya da döviz kuru geçiĢkenliğinin tam olması durumunda), firmaların net değerinde herhangi bir değiĢiklik olmayacaktır. Dolayısıyla, yabancılara döviz cinsinden net borcu ifade eden para birimi uyumsuzluğu kavramı ile brüt döviz cinsinden borcun toplam brüt dıĢ borç içerisindeki payını ifade eden temel günah farklı kavramlardır (Eichengreen vd., 2003). 53 Ġlk günah sorununa sahip olan ülkelerin, yurt dıĢından döviz cinsinden borçlanmaları mutlaka konsolide bir para birimi uyumsuzluğuna iĢaret etmemektedir. Bu sorunun önemli olduğu ülkelerde, istikrarsızlaĢtırıcı finansal etkilerden kaçınmak isteyen otoriteler, gerçekten de kayda değer bir biçimde daha fazla uluslararası rezerv tutmaktadırlar. Ancak, düĢük getirili rezervlerin de bir maliyeti bulunmaktadır. Özet olarak, güçlü kurumsal yapılara sahip ve güçlü politikalar izleyen ülkeler, muhtemel bir para birimi uyumsuzluğu ile en iyi Ģekilde mücadele edebilecek bir konumda olmakla birlikte; alınabilecek tüm önlemlerin bir maliyeti olduğundan, bunlar “ikinci en iyi” çözümlerdir. Örneğin, rezerv biriktirmek düĢük getiriden dolayı bir maliyet doğurmakta, dıĢ borçlanmaya eriĢimi kısıtlamak yurt içi yatırımları kısıtlayabilmekte ve esnek döviz kurları 53 Yazarlara göre, OSIN i (i ülkesi için temel günah göstergesi) = max {[1 - (i para birimi üzerinden ihraç edilen tüm menkul kıymetler / i ülkesi tarafından ihraç edilen menkul kıymetler)] , 0}. Formülde yer alan pay'da hangi ülke tarafından ihraç edildiğine bakılmaksızın, o para birimi cinsinden ihraç edilen tüm menkul kıymetlerin yer almasının para birimi uyumsuzluğu kaynaklı muhtemel sorunlara ilişkin daha iyi bir gösterge olduğu düşünülmektedir. Bir ülkenin döviz riskinden korunması, kendi parası cinsinden borçlanması ile denktir. Borç alanın bakış açısından, ulusal para cinsinden borç, döviz cinsinden borç artı korunmaya denktir. Bir ülke kendi parası cinsinden borçlanamıyorsa, döviz riskinden korunamayacaktır. Ancak, bir yurt dışı yerleşik bu ülkenin para birimi cinsinden borçlanabiliyor ise bu borcunu döviz cinsinden borçlanan bir yurt içi yerleşik ile swap edebilir, böylece korunmanın temeli sağlanmış olur. Bu ise, önemli olanın bir ülkenin toplam borcu ile kendi parası cinsinden olan toplam borcu arasındaki denge olduğunu ifade etmektedir. Bu tutarlar dengeli ise, swap piyasası kalan döviz kuru uyumsuzluklarını ortadan kaldırabilecektir. 129 da döviz cinsinden borcun yüksek olduğu ülkelerde sorunlara yol açabilmektedir. Birinci en iyi çözüm ise ülkelerin bir para birimi uyumsuzluğu yaratmadan yurt dıĢından kendi paraları cinsinden borçlanabilmeleridir. Eichengreen vd. (2004a), temel günahın çok büyük bir ölçüde, yükselen piyasa ekonomilerinin kontrolü dıĢındaki etkenlerden kaynaklandığı savından hareketle; söz konusu ülkelerden olan alacaklar için, uluslararası finansal kuruluĢların, yeni bir sentetik hesap birimine dayanan likit bir piyasa oluĢturmalarını önermektedirler. Yeni hesap birimi, küresel portföyde yer almaya baĢladıkça, yükselen piyasa ekonomileri kendi paraları cinsinden menkul kıymet ihraç edebilecek ve böylece hem daha etkin bir uluslararası risk farklılaĢtırması hem de daha düĢük bir finansal kırılganlık söz konusu olacaktır. Hausmann ve Panizza (2003) ve Eichengreen vd. (2004a), yaygın bir Ģekilde gözlemlenen temel günah sorununu açıklayabilmek üzere, ülkenin kalkınmıĢlık düzeyi, para politikasının kredibilitesi, mali yeterlik, kurumsal kalite, enflasyon ve döviz kuru rejimleri gibi değiĢkenler üzerinde durmaktadır. Bu çalıĢmalardan elde edilen bulgulara göre, anılan tüm değiĢkenler temel günah sorununda bir rol oynayabilmekle birlikte, kendi baĢlarına sorunu açıklayamamaktadır. Ġlk günahın muhtemel belirleyenleri arasında hem istatistiki hem de ekonomik olarak anlamlı bulunan tek değiĢken (GSMH, toplam ticaret ve toplam yurt içi kredilerin log değerlerinin birinci temel bileĢeni olarak hesaplanan) ülke büyüklüğüdür. Kendi paraları cinsinden borçlanabilen ülkelerin büyük ülkeler olması ve küresel portföyün çok az sayıda para biriminde yoğunlaĢmasının ardında, iĢlem maliyetlerinin var olduğu bir dünyada, optimal portföyün sınırlı sayıdaki para biriminden oluĢması yatmaktadır. Ġlk günah sorunu yaĢamayan ülkelerden, ABD ve Japonya ülke büyüklüğü değiĢkeni ile açıklanabilirken, Ġsviçre ve Ġngiltere gibi ülkeler ise finansal merkez olma değiĢkeni ile açıklanabilmektedir. Bu değiĢken, ülke büyüklüğü değiĢkeni kontrol edildikten sonra bile istatistiki olarak anlamlı ve büyük bulunmaktadır. 130 Diğer taraftan, Hausmann ve Panizza (2003), bir ülkenin yurt içinden kendi parası cinsinden ve uzun vadeli borçlanabilme imkanının, para politikasının kredibilitesi ve sermaye kontrollerinin varlığı ile pozitif bir korelasyon içinde olduğu sonucuna ulaĢmıĢlardır. Eichengreen ve Hausmann (1999)‟un ilk tanımlarında, temel günah, yükselen piyasa ekonomilerinin hem yurt dıĢından kendi paraları cinsinden borçlanamamaları, hem de yurt içinden kendi paraları cinsinden uzun vadeli ve sabit faiz oranlarıyla borçlanamamaları Ģeklinde ifade edilmiĢtir. Ancak, zaman içerisinde, bu ülkelerde kamu sektörü finansmanında yurt içi tahvil piyasasının baskın bir hale gelmesinden dolayı, yurt içi temel günah tanımdan çıkarılmıĢtır. Yurt içi ve yurt dıĢı temel günahın oldukça farklı etkenler tarafından belirlendiğini ampirik olarak ortaya koyan yazarlar, yurt içi temel günah sorunu olmayıp yurt dıĢı temel günah sorunu olan ġili, Ġsrail, Hindistan, Macaristan ve Tayland gibi ülkeleri bu duruma örnek olarak göstermektedirler. Bununla birlikte, bugünlerde birçok yükselen piyasa ekonomisinin özellikle yurt içi tahvil piyasalarını daha fazla kullanarak, kendi paraları cinsinden dıĢ borçlanmaya gidebilmeleri; pek çok gözlemcinin, temel günahın artık bir sorun olmadığı ve geliĢmekte olan ülkelerin günahlarının bedelini ödeyerek artık kefarete kavuĢtuklarını iddia etmelerine yol açmıĢtır. Ġlk günaha iliĢkin göstergeleri 2008 yılına kadar güncelleyen Hausmann ve Panizza (2010), geliĢmekte olan ülkeler, geçiĢ ekonomileri ve yükselen piyasa ekonomilerinden oluĢan geniĢ bir örneklem grubu için yurt içi ve yurt dıĢı tahvil piyasaları verilerini kullanarak anılan “kefaret hipotezi”ni test etmiĢlerdir. ÇalıĢmanın sonuçları aĢağıdaki Ģekilde özetlenebilir: i) Ġlk günahta bir azalma söz konusu olmakla birlikte, bu azalma boyut itibarıyla küçük ve sınırlı sayıda ülke ile ilgilidir, ii) Bir çok ülke, döviz cinsinden ya da faiz oranına endeksli borçlanmaya kıyasla, uzun vadeli ve sabit faiz oranlı borçlanmanın artıĢ gösterdiği yurt içi tahvil piyasalarını daha çok kullanmakta ve bu anlamda yurt içi tahvil piyasaları daha az günahkar olmaktadır. Ancak, yabancı yatırımcıların yurt içi tahvil piyasalarında ülke parası cinsinden 131 tahvillere ilgisini arttırarak daha fazla kur riski almak istediklerine dair bir kanıt bulunamamıĢtır. Bu piyasalar, yabancılardan ulusal para cinsinden borçlanmak için henüz yeterli bir düzeye ulaĢmamıĢtır. Yurt dıĢından borçlanma ihtiyacı içinde olan bir ülke, hala çoğunlukla döviz cinsinden borçlanmak zorundadır ve dolayısıyla temel günah ile karĢı karĢıyadır. Özellikle, riskten kaçınma eğiliminin çok düĢük olduğu 2003-2007 dönemi verileri bu gözleme iĢaret etmektedir, iii) Brüt ve net dıĢ borcun GSMH'ye oranında görülen büyük düĢüĢler temelinde, dıĢ borca bağımlılıkta önemli bir gerileme yaĢanmaktadır. Ancak, ülkeler, para birimi uyumsuzluğunu döviz cinsinden daha az borçlandıkları için değil yurt dıĢından daha az borçlandıkları için azaltmıĢlardır. Bir baĢka deyiĢle, temel günah ortadan kaybolmamıĢ, sadece dıĢ kaynağa ihtiyaç duyan daha az ülke yurt dıĢından borçlanmak istemiĢtir, iv) GeliĢmekte olan ülkeler 2008-2009 yılında yaĢanan finansal krizde, geçmiĢe göre daha fazla çevrim karĢıtı bir para politikası izlemiĢlerdir. Ancak, bunun sebebi temel günahın ortadan kalkması değil daha düĢük brüt ve net dıĢ borca sahip olmalarıdır. Özet olarak, günahtan kaçınmayı tercih eden geliĢmekte olan ülkeler için kefaret bir kural değil, bir istisna olmuĢtur. Hausmann ve Panizza (2010: 5)‟e göre, “Finansal küreselleşmenin vaad edilmiş cenneti temel günahtan arınmayı beklemek zorunda kalacaktır”. 3.1.2. Ahlaki Risk ve Kurtarma Garantileri 1980'li yılların sonlarında kamunun ekonomide payını küçülterek, özel sektörde hızlı bir büyümeyi teĢvik edecek reformlar uygulayan pek çok orta gelirli ülkede, söz konusu reformlar sayesinde özel sektöre açılan kredilerde büyük artıĢlar gerçekleĢmiĢtir. Dolayısıyla, Schneider ve Tornell (2004)'e göre geçmiĢ dönemlerde gözlemlenen mali ve parasal dengesizlikler kaynaklı ödemeler dengesi krizlerinin yerini, krediler, para birimi uyumsuzluğu ve kurtarma garantilerinin merkezi bir rol oynadığı yeni büyüme-daralma çevrimleri almıĢtır. Orta gelirli ülkelerdeki büyüme-daralma çevrimlerine iliĢkin 132 kuramsal bir model içeren anılan çalıĢmada, kriz öncesinde kredi arzının geniĢleme gösterdiği ve ulusal paranın değer kazandığı ve sonrasında da özel sektörün, yaygın bir biçimde, korunmamıĢ döviz cinsinden borcunda temerrüde düĢtüğü, kredi arzında keskin daralmaların yaĢandığı ve ulusal paranın değer kaybettiği ödemeler dengesi krizleri incelenmiĢtir. Finansal piyasalar için bir sürpriz niteliğinde olan bu krizlerde, makroekonomik temeller ile ilgili bir Ģokun bariz bir tetikleyici olarak iĢaret edilmesi mümkün gözükmemektedir. 1980-1999 yılları arasında 11 ülkedeki büyüme-daralma dönemlerinin incelendiği çalıĢmada, ampirik bulgular, geniĢleme dönemlerinde ticarete konu olan mal üretiminde bulunan sektörlere (T sektörü) kıyasla çoğunlukla daha hızlı büyüyen, ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan sektörlerin (N sektörü); kriz dönemlerinde daha fazla daralma gösterdiğine, toparlanmaları için daha uzun bir zaman gerektiğine ve yine geniĢleme dönemlerinde garanti verilen ve daha sonra sorunlu hale gelen kredilerin çoğunluğunun bu sektöre açıldığına iĢaret etmektedir. Krizin ardından yabancı alacaklılar çoğunlukla kurtarılmıĢ olmasına rağmen, üretime kıyasla toparlanması çok daha uzun bir zaman alan yurt içi kredilerde keskin bir daralma yaĢanmıĢtır. Özet olarak, kredi ve üretim dalgalanmaları çok büyük ölçüde N sektöründen kaynaklanmaktadır. ÇalıĢmadaki ilk ayırt edici unsur, orta gelirli ülkelerde, finansman kaynaklarının iki karakteristik niteliğinin etkileĢimi sonucunda krizlerin ortaya çıkabileceğinin gösterilmesidir. Ġlk olarak, T ve N sektörlerinin finansman imkanlarında bir asimetri söz konusudur. T sektörünün farklı dıĢ finansman kaynaklarına eriĢimi mümkün iken, N sektöründe sözleĢme uygulanabilirliği sorunları mevcuttur: bu sektör borçlanmakta, ancak geri ödemede bulunacağını taahhüt edememektedir. Ġkinci olarak ise borç verenler sistemik kurtama garantisinin keyfini sürmektediler. Modelde, sistemik kurtarma garantilerinin, sözleĢme uygulanabilirliği problemini etkisizleĢtirememesi nedeniyle, aĢırı risk alma ve kredi kısıtları dengede eĢanlı olarak ortaya çıkmaktadır. 133 Ġkinci ayırt edici unsur ise, dıĢsal Ģokların yokluğunda dahi, içsel bir biçimde ortaya çıkan kredi ve kur risklerinin, kendi kendini gerçekleĢtiren krizlere yol açabilmesidir. Modelde, reel döviz kuru riski makroekonomik temellere iliĢkin bir Ģok ve kredi riski de para birimi uyumsuzluğu neticesinde ortaya çıkmamaktadır. Aksine, reel kur riski, N sektörü tarafından seçilen optimal para birimi uyumsuzluğu aracılığı ile kredi riskine dönüĢmektedir. Ardından, para birimi uyumsuzluğu, kendi kendini gerçekleĢtiren bir krize yol açabileceğinden, kredi riski de reel kur riskine dönüĢmektedir. Dolayısıyla, hem kredi hem de reel döviz kuru riski kendi kendini pekiĢtirmektedir. Daha açık ifadesiyle, reel kurda bir artıĢ beklentisi içinde olan N sektörü, para birimi uyumsuzluğu yaratmayı optimal bulacak ve iflas etme riskini üstlenecektir. T malları cinsinden borçlanarak, bir para birimi uyumsuzluğuna neden olan N sektörünün gelirleri, reel kura bağlı iken; yükümlülükleri, mevcut kurtarma garantileri sayesinde reel kura bağlı olmayacaktır. Ancak, reel kurdaki bir artıĢın, beraberinde tüm firmaların iflasını getirmesi, bir kurtarma paketinin hazırlanmasına yol açarak, firma borçlarının vergi mükelleflerine kaydırılması sonucunu doğuracaktır. Bu durum ex ante karların artması anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, bir para birimi uyumsuzluğunun oluĢması, bilanço etkisi aracılığıyla reel döviz kurunun artması yönündeki baĢlangıç beklentisini geçerli kılmaktadır. Garantiler sistemik olduğu için, alacaklıları, herhangi bir bireysel firmanın iflası karĢısında sigortalayamamakta ve bireysel bir firma da borçlanma kısıtına uymak zorunda kalmaktadır. Sonuç olarak, bilanço etkisi kanalı ile N sektörü yatırımları, N sektörü nakit akımlarına bağlı olmaktadır. Aslında kurtarma garantileri daha yüksek bir kaldıraca izin vermektedir, firma en azından temerrüde düĢtüğü ve kurtarıldığı bir durumda, alacaklılara ödeme yapmayı taahhhüt edecektir. Böylelikle, para birimi uyumsuzluğu borçlanma kısıtını hafifletmekte ve bilanço etkisini kuvvetlendirmektedir. Kendi kendini gerçekleĢtiren krizler ise Ģu Ģekilde ortaya çıkmaktadır: N mallarının fiyatının düĢmesi, N sektörünün nakit akımını zayıflatarak yaygın 134 temerrütlere yol açacaktır. N sektörü yatırım talebi de bilanço etkisinden dolayı çökecektir. N sektörü kendi piyasası için yeteri kadar büyük bir alıcı ise fiyat gerçekten de düĢmelidir. Bu durumda ticarete konu olan malların ticarete konu olmayan mallara göre fiyatını ifade eden reel döviz kurunda bir artıĢ bekleyen tüm firmalar haklı çıkmaktadır. Tabii ki anılan mekanizma, sadece kriz riski çok yüksek değilse ve dolayısıyla firmaların planları karsız hale gelirse, iĢlerlik kazanacaktır; dengede ortaya çıkacaklarsa kendi kendini gerçekleĢtiren krizler ender olaylar olmalıdır. Sadece öngörülen krizlerde risk içsel olmakta, öngürülemeyen krizlerde firmalar T ya da N cinsinden borçlanma arasında kayıtsız kalmaktadır. Tersi bir durumda ise , eğer yakın bir zamanda diğer sektörlerin N mallarına yönelik taleplerinin artması bekleniyorsa, göreli fiyat artıĢı ile birlikte N sektörünün de büyüdüğü bir geniĢleme dönemi ortaya çıkacaktır. Üretimdeki bir artıĢ, sadece N malları arzını arttırmakla kalmayıp, N sektörünün nakit akımını da arttıracaktır. Fiyatların artacağı beklentisi sürdüğü sürece, N sektörüne yatırım karlı olacak ve nakit akımındaki artıĢ N malları yatırım talebini uyaracaktır. Üçüncü ayırt edici unsur, kurtarma garantilerinin geçici bir sıkıntı olmamasıdır: ortadan kaldırılmaları tartıĢmasız olarak daha iyi ekonomik sonuçlara yol açmamaktadır. Finansal bir sürtünmenin varlığı, beraberinde ilginç bir değiĢ-tokuĢ getirmektedir: garantiler bir yandan ekonomik büyüme oranını arttırırken, diğer yandan da kendi kendini gerçekleĢtiren krizler karĢısında ekonomiyi daha kırılgan bir hale getirmektedir. Hatta bazı durumlarda, garantiler, kaynak dağılımını Pareto optimale yakın bir seviyeye getirmektedir. Model, mevcut duruma kıyasla geleceğe iliĢkin daha olumlu beklentilerin var olduğu borçlanmadaki artıĢ dönemlerinin, sadece aĢırı risk almayı yansıtmadığını; aksine, söz konusu dönemlerde borç alma kısıtlarının hafiflediğini ortaya koymaktadır. Dördüncü ayırt edici unsur ise sonuçların reel bir modelde elde edilmiĢ olmasıdır. Dolayısıyla, nominal kur rejimleri bir büyüme-daralma çevriminin karakteristiğini açıklayamamaktadır. Özet olarak, büyüme-daralma çevrimleri sabit ve dalgalı kur rejimleri altında önemli ölçüde farklılaĢmamaktadır. 135 Son olarak da, Balassa-Samuelson etkisi olarak adlandırılan, gelirlerinde büyük oranlı artıĢ kaydeden ülkelerde ulusal paranın uzun dönemde reel olarak değer kazanması olgusunu rasyonalize etmek için T sektöründeki daha hızlı verimlilik artıĢlarına vurgu yapılmaktadır. Ancak, bu etki, kredi arzının artıĢ gösterdiği dönemlerde sıklıkla gözlemlenen, ulusal paranın reel değer kazanması ve artan bir N/T oranının eĢanlı varlığını açıklayamamaktadır. Model, bu olguya N sektöründe kendi kendini pekiĢtiren bir mekanizma bulunduğundan dolayı açıklık getirebilmektedir. Özet olarak, temel günah ve ahlaki risk yazını çerçevesinde, yükselen piyasa ekonomilerinde hem kamu hem de firmalar kesimi, yurt dıĢından kendi parası cinsinden borçlanamamakta; yerli sermaye piyasalarının göreli az geliĢmiĢliği, yurt içi firmaların yurt içinden yeterli bir düzeyde uzun vadeli borçlanabilmelerini ya da finansal türevleri kullanarak para birimi ve vade risklerinden etkin bir biçimde korunabilmelerini engellemekte ve zayıf kurumlar ve/veya firma yönetimleri, firmaların halka arz Ģeklinde finansman yaratmasını kısıtlamaktadır. Dolayısıyla, uzun vadeli yatırımları finanse etmek üzere yurt içinden uzun vadeli finansman sağlayamayan bir firma ya vade uyumsuzluğu yaratarak ulusal para cinsinden ve kısa vadeli, ya da para birimi uyumsuzluğu yaratarak, döviz cinsinden ve uzun vadeli borçlanmak zorunda kalmaktadır (IMF, 2005: 116). 136 3.2. FĠNANSAL KRĠZ MODELLERĠ Bir önceki bölümde ele alınan geliĢmelere ve finansal krizlerde çok önemli bir rol oynayan kredi koĢullarına yer vermediği için geleneksel ödemeler dengesi kriz modelleri ile standart Mundell-Fleming modeli54, yeni büyüme-daralma çevrimlerine açıklık getirememektedir. Bu noktada, finansal kriz yazınının geliĢimine aĢağıda özet olarak yer verilmektedir. 3.2.1. Birinci Nesil Finansal Kriz Modelleri 1990‟lı yılların ortalarına kadar standart “birinci nesil” modeller döviz krizlerini genellikle bütçe açıklarının parasallaĢtırılması ile ortaya çıkan rezerv kayıpları ve nihai olarak da döviz kuru çıpasının terk edilmesiyle sonuçlanan temel makroekonomik göstergeler çerçevesinde değerlendirmekteydi (Krugman, 1999a). Aynı zamanda, kriz dinamiklerine iliĢkin olarak, cari iĢlemler dengesizlikleri, yanlıĢ reel kur uyarlamaları, beklenen devalüasyon gerçekleĢtiğinde kamunun borç servisi üzerindeki etkileri ve kur çıpasının savunulması amacıyla yapılan borçlanmalar üzerinde duruluyordu. Odak noktası ise yapısal etkenlerdi ve rezervlerin kritik bir eĢiğin altına inmesinin bir krizi tetikleyeceği düĢüncesi hakimdi. 3.2.2. Ġkinci Nesil Finansal Kriz Modelleri 1992 Avrupa Döviz Kuru Mekanizması Krizi ve 1994-1995 Meksika Krizi “ikinci nesil” kriz modellerinin tanımlanmasına yol açtı. Bu modellerde 54 Bu model uyarınca, sermaye çıkışları söz konusu olduğu zaman cari açıkta ihtiyaç duyulan iyileşme, bir üretim kaybı olmaksızın, ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesi ile sağlanabilmektedir: kaynaklar ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan sektörlerden ticarete konu olan mal üretiminde bulunan sektörlere kayacak ve böylece ekonomi dünya piyasalarında daha rekabetçi bir hale gelecektir. Dolayısıyla, ulusal paradaki değer kaybından sonra büyüme hızlanarak devam edecektir. 137 para otoritesinin dalgalı kura geçmenin fayda ve maliyetlerini değerlendirerek devalüasyon kararı alıp almama yönündeki içsel bir politika tepkisi neticesinde tetiklenebilecek bir kriz üzerinde duruluyordu. Bu modellerde ayrıca aĢırı değerli ulusal para ve sürdürülemez cari iĢlemler açıkları gibi yapısal zayıflıkların yanı sıra kendi kendini besleyen panik unsurları üzerinde de duruluyordu. Meksika Krizi‟nde, rezervlerin vadesinin yaklaĢmakta olan büyük miktarda dövize endeksli kısa vadeli borcun servisinde yetersiz kalacak olması, yatırımcıların paniğinden kaynaklanan ve kendi kendini besleyen bir borç çevirme krizi ortaya çıkarmıĢtır. Söz konusu unsurları barındıran “ikinci nesil” kriz modelleri (bkz. Obstfeld 1994, Cole ve Kehoe 1996), bilanço yaklaĢımı çerçevesinde yeniden değerlendirilecek olursa; modellerin birçoğunda içerilen çoklu denge olasılığı, ya kamu sektörü ya da özel sektörde var olan likidite uyumsuzluğundan kaynaklanmakta ve bu türden uyumsuzluklar ise kendi kendini besleyen bir dövize hücum, bankaya hücum ya da borç çevirme krizine dönüĢebilmektedir. Dolayısıyla, “ikinci nesil” kriz modellerinin pek çoğunun bilanço kırılganlık kaynaklarından birini vurguladığı söylenebilir (Allen vd., 2002). 1997-1998 Asya Krizi‟nin ardından reel döviz kuru dalgalanmalarının ekonomik performans üzerindeki etkisi yeniden tartıĢmaya açılmıĢ ve birçok araĢtırmacı, ulusal paradaki reel değer kaybının standart Mundell-Fleming çerçevesinde öngörülen geniĢletici etkisinin yükümlülük dolarizasyonunun varlığı durumunda tersine çevrilebileceğini öne sürmüĢtür. Asya Krizi, krizin merkezinde geleneksel “birinci nesil” modellerde yer alan mali dengesizlikleri değil özel sektörün yer aldığını ortaya koyuyordu; Asya ülkelerinin mali duruĢları Latin Amerika ülkelerine kıyasla çok daha güçlü idi. IMF bile, bu kadar derin bir resesyon öngöremediği için, krizin baĢlangıcında, söz konusu ülkelere mali sıkılaĢtırma yönünde telkinde bulunmuĢ olmasınının bir hata olduğunu ifade etmiĢtir (IMF, 1999).55 Kriz sonrasında ise gevĢek sabit kur 55 Asya ülkelerinin karşı karşıya oldukları resesyonun beklenenden daha derin olacağının anlaşılmış olması ile birlikte, IMF bu ülkelerle yürütmekte olduğu programlarda mali sıkılaştırmanın tam tersi yönünde bir düzeltmeye gitmiştir. 138 rejimi suçlanmıĢtır: krize giren ülkeler, zamanında terk etmeye yanaĢmadıkları sürdürülemez bir döviz kuru rejimi uygulamaktaydı ve ancak ödemeler dengesi krizinin ardından bu rejimden vazgeçmiĢlerdi. Bu makul bir açıklama olsa da, üretim ve istihdamdaki birbirini izleyen reel çöküĢleri açıklayamamaktadır. Asya krizi, her ne kadar kendi kendini besleyen “likiditeye hücum” unsurları barındırsa da, krizle birlikte bölge ekonomilerindeki finansal ve finansal olmayan sektörlere iliĢkin birçok ilave kırılganlık kaynağı da gündeme gelmiĢtir. Bu kriz, aynı zamanda, 1990‟lı yılların, döviz krizlerinin geleneksel cari iĢlemler dengesizliklerinden çok beklenmedik sermaye çıkıĢlarından ya da sermaye giriĢlerindeki ani duruĢlardan kaynaklandığını ve döviz krizlerinin genellikle bankacılık krizleriyle birlikte ortaya çıktığı gerçeğini ortaya koymuĢtu. Asya Krizi‟nin öncesinde birinci nesil kriz modellerinde öngörülenin aksine, krize giren ekonomilerin çoğunluğunda bütçe fazlaları ile artan döviz rezervleri ve ikinci nesil kriz modellerinde öngörülenin aksine düĢük bir iĢsizlik oranı ve ihracat patlaması görülmekteydi. Bu kapsamda, bilanço yaklaĢımına dayanan “üçüncü nesil” modeller, sermaye hareketlerinin döviz krizleri ve finansal krizlere nasıl yol açabileceğini ortaya koymak üzere geliĢtirilmiĢti (Dornbusch, 2001). 3.2.3. Üçüncü Nesil Finansal Kriz Modelleri “Üçüncü nesil” modellerin bir kısmı, para birimi uyumsuzluğundan kaynaklanan bilanço dengesizlikleri üzerinde odaklanmaktadır: Krugman (1999a ve 1999b), Aghion vd. (2001 ve 2004), Cespedes vd. (2000 ve 2002). Bu çalıĢmalarda ekonomide bir yükümlülük dolarizasyonunun varlığı halinde, ulusal parada meydana gelebilecek büyük oranlı bir değer kaybının, döviz cinsinden borçların reel yükünü arttırabileceği ve yatırım ve üretim daralmasını tetikleyebileceği öngörülmektedir. Bu modellerin bazılarında, örneğin Krugman (1999a ve 1999b), döviz kuru hareketlerine yol açan ve 139 bilanço etkileri olan döviz krizleri kendi kendini besleyen bir nitelik arz ederken; diğer modellerde, örneğin Cespedes vd. (2000 ve 2002), ulusal paradaki reel değer kaybını yapısal bir reel Ģok tetiklemektedir. Çoklu dengeye yol açan mekanizmaların da bulunduğu bu yeni nesil finansal kriz modelleri, özellikle sert kur uyarlamalarının gerçekleĢtiği bir ortamda, özel sektör firmalarının karĢı karĢıya bulundukları finansman kısıtı üzerinde durmaktadır. Yine bu modellerin bir kısmı, örneğin Chang ve Velasco (2000), kendi kendini besleyen ve yapısal olmayan “bankaya hücumlar” üzerinde odaklanırken, bir kısmı, örneğin Corsetti vd. (1999), bilanço kırılganlıklarını mikroekonomik bozukluklar temelinde değerlendirmekte ve son olarak da baĢka bir kısım da geliĢmekte olan ülkelerin finansal krizlere karĢı kırılganlığını açıklamada kurumsal finans kuramını temel almaktadır. Diğer katkılar ise “ani duruĢ” ve “sermaye giriĢlerinin geri dönmesi” olgularını modellemeye yönelik olmuĢtur. Bu çalıĢmaların yukarıda ele alınan “üçüncü nesil” modellerin bir karması olduğu söylenebilir, örneğin Calvo (1998) ile Schneider ve Tornell (2004). Bu kapsamdaki modeller, ani duruĢlar, kredi daralması, döviz krizleri ve kriz sonrası oluĢan üretim kayıpları gibi olguları; para birimi cinsi ve likidite uyumsuzlukları, bilanço etkileri, eksik bilgiye sahip yerli ve yabancı yatırımcıların “hücum”larla ve bulaĢmayla sonuçlanan panik davranıĢları, finansal sektör uyuĢmazlıkları ve ticarete konu olmayan sektörlerdeki aĢırı yatırımlar gibi etkenler temelinde açıklamaya çalıĢmaktadır. 3.2.3.1. “Bilanço” YaklaĢımı Krugman (1999a ve 1999b), Aghion vd. (2001 ve 2004), Chang ve Velasco (2000), Cespedes vd. (2000 ve 2002) yükümlülük dolarizasyonunun varlığı durumunda, ulusal para birimindeki değer kaybının daraltıcı olabileceğini göstermek üzere açık ekonomi Bernanke-Gertler çerçevesini ilk 140 kullananlar arasındadır. Bernanke ve Gertler (1989) tarafından tartıĢıldığı üzere, firmalar için kaldıraç oranının üst bir sınırı bulunduğundan, yurt içi firma sahiplerinin net varlık değerleri, yatırım düzeyini kuvvetli bir Ģekilde etkilemekte ve dolayısıyla yatırımlar çoğunlukla servet kısıtı altında gerçekleĢtirilmektedir. Firmalar kesiminin ekonomik büyümenin motoru olduğu ve genel finansal kalkınmıĢlık düzeyinin büyümeye ciddi oranda katkı sağladığı dikkate alındığında, firma bilançoları çok büyük bir önem arz etmektedir. Bu aĢamada kredi kanalı üzerinde durmak gerekmektedir. Modigliani ve Miller (1958)'in yansızlık teoremlerinde, mükemmel iĢleyen sürtünmesiz bir sermaye piyasasında, nominal değiĢikliklerin firmaların finansal pozisyonları ve dolayısıyla reel kararları üzerinde reel etkilerinin bulunmayacağı varsayılmaktadır. Asimetrik bilginin bulunmadığı etkin bir piyasa varsayımına dayanan bu kuram uyarınca, bir firmanın değeri de alacağı yatırım kararları da o firmanın finansal yapısından bağımsızdır; firmanın finansmanı nasıl sağladığının (menkul kıymet ihracı ya da borçlanma ile) bir önemi bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, finansman maliyetleri aynı olduğu için, kullanılan finansman yönteminin yatırımlar üzerinde bir etkisi yoktur. Bu Ģekilde, para politikasının yatırım faaliyetleri üzerindeki etkisini belirleyen en önemli büyüklük, faiz oranlarına bağlı olan sermayenin kullanım maliyeti olmaktadır. Ancak, sermaye piyasalarında asimetrik bilgi ve buna bağlı olarak temsil (vekalet) problemlerinin var olması halinde, Modigliani - Miller Kuramı geçerliliğini yitirmekte ve bu noktada kredi kanalı kuramı devreye girmektedir. Sermaye piyasasındaki sürtünmeler, konjonktürel dalgalanmalarda önemli bir rol oynayabilmekte ve yaygın reel etkilere yol açabilmektedir. Özetle, firma bilançoları iktisadi faaliyetin önemli bir belirleyeni haline gelebilmektedir. Kredi kanalında, para politikası ekonomiyi banka kredi kanalı 56 ve bilanço kanalı olmak üzere iki kanal aracılığıyla etkilemektedir. Doğrudan etki, banka kredi kanalı aracılığı ile gerçekleĢmektedir. Örneğin, 56 Geleneksel faiz kanalından farklı bir biçimde, banka kredi kanalında, parasal olmayan varlıklar ayrıştırılmakta ve sadece tek bir grup (menkul kıymet) altında toplulaştırılmamaktadır. 141 daraltıcı bir para politikası neticesinde faiz oranları artmakta, bankalar, rezervleri ve mevduat hacimlerindeki azalmayı telafi etmek üzere menkul kıymet satmak yerine özellikle küçük ve orta ölçekli firmalara yönelik kredi arzını azaltmaktadır. Dolaylı etki ise firmaların finansal pozisyonuna vurgu yapan bilanço kanalı aracılığıyla gerçekleĢmektedir. Kredi kanalı yaklaĢımının temel önermesi, para politikasının faiz oranları üzerindeki doğrudan etkilerinin, Bernanke vd. (1999)'un “finansal hızlandıran” mekanizması çerçevesinde, “dıĢ finansman primi”ndeki içsel değiĢimler aracılığı ile daha da büyüyecek olmasıdır. Anahtar mekanizma, firmanın dağıtılmayan karlarını kullanarak yarattığı iç finansmanın alternatif maliyeti ve dıĢarıdan sağlanan finansmanın maliyeti arasındaki farkı ifade eden “dıĢ finansman primi” ile firmanın likit varlıkları ile likit olmayan varlıklarının teminat değeri toplamından, firmanın yükümlülükleri çıkarılarak bulunan “firma net değeri” arasındaki iliĢkidir. Bernanke vd. (1999), asimetrik bilgiye dayanan dinamik bir genel denge modeli çerçevesinde, “dıĢ finansman primi” ile borçlanacak firmanın net değerinin ters yönlü bir iliĢki sergilediğini ortaya koymaktadır. Borçlanmak isteyen bir firmanın, proje finansmanında kullanabileceği servetinin çok kısıtlı olması, firmaca arzu edilen kaynak maliyeti ile dıĢ finansmanı sağlayacak alacaklılarca arzu edilen getiri arasındaki farkın artmasına yol açacaktır. Alacaklılar açısından, daha yüksek bir temsil maliyeti, daha yüksek bir dıĢ finansman primi ile telafi edilmelidir, böylelikle, denge primi daha yüksek bir seviyede oluĢacaktır. Borçlanan firmaların net değerleri, (varlık fiyatlarının ya da karların çevrim yanlısı olmasından dolayı) çevrim yanlısı olduğu ölçüde, dıĢ finansman primi de çevrim karĢıtı olacak; borçlanma düzeyi ve dolayısıyla yatırım harcamaları ile üretimdeki dalgalanmalar artacaktır. Bu durumda yatırımlarda bir hızlandıran etkisi ortaya çıkmaktadır; iyi zamanlarda daha da güçlenen firma bilançoları yatırım talebini geniĢleterek, ekonomideki yukarı yönlü ivmeyi daha da arttırmakta, kötü zamanlardaki zayıf bilançolar ise tam tersi bir etki yaratmaktadır (Bernanke ve Gertler 1989: 28). 142 Örneğin, ters bir verimlilik Ģoku ya da bir resesyon, firmanın cari nakit akımını ve dolayısıyla da yatırım projelerini dağıtılmayan karlar ile finanse edebilme imkanını azaltarak, firmanın net değerini düĢürecektir. 57 Söz konusu düĢüĢ, hem kredi imkanlarını azaltacak hem de ortalama dıĢ finansman primini ve yeni yatırımların maliyetini arttıracaktır. Bu türden bir durumda, ters seçim ve ahlaki risk sorunları eĢanlı olarak mevcut bulunmaktadır.58 Firmanın temerrüde düĢme olasılığını arttıran daha düĢük bir net değer, firmanın yatırım projelerinin riskliliğine iliĢkin potansiyel alacaklıları yanıltabileceği anlamına gelmektedir. Sonuç itibarıyla, iktisadi faaliyeti ve gelecek dönemlerdeki nakit akımlarını yavaĢlatan yatırım düĢüĢleri, ilk Ģokun etkilerinin büyümesine ve yayılmasına sebep olacaktır. Bernanke vd. (1996)'ya göre, toplam talepte ortaya çıkan bu etki, özellikle de küçük firmalar açısından bir finansal hızlandıran mekanizması açığa çıkartabilecek ve ekonominin çok parlak olmadığı dönemlerde bankalar açısından kaliteye kaçıĢ söz konusu olabilecektir: bankalar kredi taleplerini değerlendirirken, zayıf firmalar aleyhine ve güçlü firmalar lehine karar vereceklerdir. Bernanke ve Gertler (1999: 41), bu durumun toplam üretim üzerinde seri korelasyonlu hareketler yaratabileceğini ve firmaların baĢlangıç finansal pozisyonları ne denli zayıfsa, yayılma etkisinin de nakit akımları aracılığı ile o denli güçlü olacağını ortaya koymuĢlardır. Diğer taraftan, daraltıcı bir para politikasının ardından ortaya çıkan faiz oranı artıĢları, borç çevirme riski aracılığı ile yüksek oranda kısa vadeli borcu bulunan firmaların net değerlerinde bir azalmaya yol açabilmektedir. Sadece piyasa faiz oranları değil, borçluların finansal pozisyonları da doğrudan etkilenmektedir; faiz oranı artıĢları, değiĢken faiz ile borçlanan firmaların nakit akımlarını azaltmakta ya da teminat olarak gösterebilecekleri varlıkların 57 Varlık fiyatlarının düşmesi de aynı etkiye neden olacaktır. Firma sahipleri, kullanacakları krediler için garanti olarak daha az teminat verebilecekler ve böylelikle alacaklılar ters seçimde bulunarak, geri ödeme olasılığı düşük borçlulara kredi verebileceklerdir. Ahlaki risk problemi ise kredi verildikten sonra ortaya çıkmaktadır; firma sahipleri hisse paylarının değerinin düşmesinden dolayı riskli projelere yönelebilmekte ve böylelikle kredinin geri dönme olasılığı azalmaktadır. Sonuç olarak, ters seçim ve ahlaki risk problemleri karşısında borç verenler kredi tayınlamasına gidebilmektedir. 58 143 piyasa değerini düĢürmektedir. Dolaylı olarak ise firmalar parasal sıkılaĢtırma sonucunda satıĢlarında azalma ile karĢı karĢıya kalabilmektedirler. Sermaye piyasalarına eriĢimi kısıtlı olan küçük firmalar, maliyetlerine kıyasla gelirleri daha fazla düĢebileceğinden, nakit sıkıĢıklığından daha fazla zarar göreceklerdir. Firma bilançolarının zayıf ve banka likiditesinin görece düĢük olduğu bir durumda, faiz oranlarındaki artıĢ, güçlü bir kredi kanalı aracılığı ile finansal hızlandıran mekanizmasının öngördüğü Ģekilde ekonomi üzerinde çok daha güçlü bir daraltıcı etkiye sahip olabilecektir. Özet olarak, sıkılaĢtırıcı bir para politikası, hem dıĢ finansman priminin artmasına hem de kredi tayınlamasına yol açabilmektedir. Yukarıda kısaca değinilen kredi kanalı, finansal piyasalardaki eksik bilgiden kaynaklanmaktadır. Bilginin finansal kaynak arz ve talep edenler arasında asimetrik olmasından dolayı piyasanın iĢleyiĢi bozulmaktadır. Firmaların her türlü finansman Ģeklinden kolayca faydalanma imkanını ortadan kaldıran asimetrik bilgi problemi, piyasada menkul kıymet ihraç ederek finansman sağlayamayan özellikle küçük firmaları banka kredilerine bağımlı hale getirmektedir. Bankalarca riskli algılanmaları halinde de, bu firmalar ya dıĢ finansman primlerinde artıĢ ya da kredi tayınlaması ile karĢı karĢıya kalmaktadırlar. Dolayısıyla asimetrik bilginin varlığı, firmaların finansal yapı ve pozisyonlarını önemli hale getirerek, yatırım davranıĢlarını etkilemektedir (Greenwald ve Stiglitz, 1990: 160). Yüksek oranlı yükümlülük dolarizasyonu, birçok firma için iki olasılığı gündeme getirmektedir. Ġlk olarak, yabancı yatırımcılarda yerleĢik ekonomiye iliĢkin bir güven kaybının ortaya çıkması durumunda, sermaye kaçıĢı ulusal paranın değer kaybetmesine yol açacağından; söz konusu değer kaybı bilanço etkisi kanalıyla yurt içi yatırımlarda bir çöküĢe neden olacaktır. Ġkinci olarak ise, normalde resesyonda verilebilecek politika tepkilerden biri olan gevĢek para politikası, etkisiz ve hatta resesyonu derinleĢtirebilecek nitelikte olabilecektir. Bunun nedeni ise anılan politikanın ulusal paradaki değer kaybını daha da pekiĢtirerek bilanço çöküĢünü hızlandırabilecek olmasıdır. Halbuki, klasik ders kitaplarında, sermaye akımlarının aniden yön 144 değiĢtirmesi gibi dıĢsal Ģoklar karĢısında, geniĢlemeci para politikası ve ulusal para biriminin reel olarak değer kaybetmesi optimal politika tepkileri olarak ele alınmaktadır. Ancak, döviz kuru mekanizmasının söz konusu istikrarlaĢtırıcı etkileri, geliĢmekte olan ülkelerde firma borçlanmalarının karakteristik özellikleri ile ekonominin dıĢ Ģoklara uyum sürecinin etkileĢimi temelinde boĢa çıkabilmekte ve hatta tersine istikrarsızlaĢtırıcı olabilmektedir (Cowan ve Kamil, 2004). Güçlü bir açık ekonomi Bernanke-Gertler etkisinin varlığı durumunda, toplam talep doğrudan reel döviz kuruna bağlı bir yurt içi talep bileĢeni içerecektir. DüĢük reel kur seviyelerinde, pek az firma bilanço etkisi kısıtı ile karĢı karĢıya kalacağından, reel kurun toplam talep üzerindeki doğrudan etkisi oldukça düĢük olacaktır. Diğer taraftan, hiç arzu edilmeyen yüksek reel kur seviyelerinde, yüksek yükümlülük dolarizasyonuna sahip firmalar, hiç yatırım yapamayacak ve reel kurun toplam talep üzerindeki doğrudan etkisi çok büyük olacaktır. Ara bir durumda ise, ulusal paradaki reel değer kaybının olumsuz bilanço etkisi, ihracatta rekabet gücünü arttırıcı olumlu etkisinden büyük ve dolayısıyla toplam etki de geniĢletici değil daraltıcı olabilecektir. AĢağıda açık ekonomi Bernanke-Gertler etkisinin içerildiği üçüncü nesil finansal kriz modelleri kısaca incelenmektedir. Krugman (1999a ve 1999b) Asya Krizi‟ne iliĢkin olarak, daha önce Keynes ve Ohlin tarafından tartıĢılan transfer problemi 59 üzerinde durmaktadır. Bu çerçevede, cari iĢlemler dengesi, Asya Krizi‟nin Ģiddetini en iyi ortaya koyan istatistik olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Tayland‟da cari iĢlemler dengesinin GSYH‟ye oranı 1996 yılında eksi % 10‟dan 1998 yılında artı % 8‟e dönmüĢtür. Bu çarpıcı dönüĢümün gerisinde kısmen ulusal para birimindeki muazzam reel değer kaybı kısmen de ithalat harcamalarının çok büyük ölçüde kısılmasına yol açan Ģiddetli bir resesyon yatmaktadır. Bu 59 Uzun dönemde net dış varlık pozisyonlarına ilişkin uluslararası yatırım gelirleri akımları reel döviz kurunun da bir noktaya kadar uyarlanmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkeler açısından, döviz kuru rejiminin ne olması gerektiğine ilişkin tartışmalarda, güçlü bir transfer etkisinin varlığı halinde, mümkün olduğu kadar sancısız bir reel uyarlama için esnek bir döviz kuru rejimi tercihi ön plana çıkabilmektedir. 145 bağlamda, sermaye hareketlerindeki tersine dönüĢün, cari iĢlemler dengesindeki karĢılığını nasıl bulacağı sorusu temel bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır: ya ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesi ya da resesyon aracılığı ile. Asya Krizi esnasında, firmaların yükümlülük dolarizasyonu, ulusal paradaki reel değer kaybının bilanço etkisi kanalı ile firmalar açısından çok kötü sonuçlar doğurabileceği korkusunu beslemiĢtir. IMF‟nin bu ülkeler için bu tür bir değer kaybından kaçınma kaygısının temelinde de anılan bu olgu yatmaktadır. Diğer taraftan, kriz sebebiyle hali hazırda sermayelerinin büyük bir kısmı erimiĢ ve finansal olarak zayıf durumda bulunan firmalar için azalan satıĢlar, yüksek faiz oranları ve değer kaybetmiĢ bir para birimi iyileĢme ümitlerini zorlaĢtırmaktaydı. Söz konusu bilanço etkileri aynı zamanda bankalar için geri dönmeyen kredilerin de kaynağı olmakla birlikte temel sorun bir bankacılık sorunu değildi. Bankaların sermayelerinin güçlendirilmesi, finansal olarak zayıf durumdaki firmalar sorununu ortadan kaldıramayacaktı. Krugman (1999a ve 1999b)‟nin modelinde, çöküĢ mekanizması yerleĢik ekonomiye olan güven kaybının bir transfer problemine yol açması ile iĢlerlik kazanmaktadır. Cari iĢlemler dengesinde gerekli olan tersine dönüĢün, ulusal parada yüksek oranlı bir reel değer kaybını gerektirmesi, yurt içi firmaların bilançolarını bozarak güven kaybını geçerli kılmaktadır. Bununla birlikte, üretim kaybı ile sonuçlanacak olan ulusal paradaki reel değer kaybını sınırlayıcı bir politika tepkisi de güven kaybını geçerli kılabilecektir. Daha açık bir ifadeyle, sermaye giriĢlerinin azaldığı ya da durduğu bir ortamda, Asya Krizi sırasında IMF‟nin çokça eleĢtirilen, yüksek faiz oranları ile reel döviz kurunu savunma stratejisi, üretimde bir azalma ile sonuçlanacaktır. Sonuç olarak, döviz kurunu istikrarlı kılma politikası, olası finansal çöküĢ için bir kanalı kapatırken, baĢka bir kanal açmaktadır: kaldıraç oranının yüksek olduğu bir ortamda döviz kuruna sadece üretim daralması pahasına istikrar kazandırabilmektedir. 146 Modelde, yurt içindeki giriĢimciler, yatırımlarını finanse etmek üzere ancak bir teminat göstererek yurt dıĢından borçlanabilmektedirler. Dolayısıyla, borçlanılabilecek miktar doğrudan giriĢimcilerin servetlerine bağlıdır. Ancak, sermaye giriĢlerinin hacmi, döviz kuru ve dolayısıyla dıĢ ticaret hadleri ile döviz cinsinden borcun ulusal para cinsinden karĢılığını da etkilediğinden; her bir giriĢimcinin bireysel serveti ekonomideki toplam dıĢ borçlanma miktarına bağlı olmaktadır. Bu Ģekilde, yurt dıĢındaki alacaklıların sağlayacakları yeni finansman imkanları, yurt içindeki giriĢimcilerin reel kura göre değiĢkenlik gösteren teminat değerlerine bağlı olacağından; sermaye giriĢlerindeki bir azalma, yurt içindeki giriĢimcilerin bilançolarını olumsuz olarak etkileyebilecek, yurt dıĢından borçlanma yeteneklerini kısıtlayabilecek ve sonuç olarak sermaye giriĢlerini daha da azaltabilecektir. Modelde, güven kaybının finansal bir çöküĢle geçerli kılınabilme olasılığını da içeren çoklu dengenin ortaya çıkabilmesini mümkün kılan etkenler Ģunlardır: i) yüksek oranlı kaldıraç, ii) düĢük bir marjinal ithalat eğilimi (transfer sorunu) 60 ve iii) döviz cinsinden borcun ihracata oranının yüksek olması. Söz konusu etkenler, yatırımlar → reel döviz kuru → bilançolar → yatırımlar Ģeklindeki döngüsel iliĢkiyi daha kuvvetli kılmaktadır. Krugman (1999a), Asya Krizi‟ne iliĢkin olarak, neden Asya ve neden 1990‟lı yıllar sorularına sırasıyla yüksek oranlı kaldıraç ve bu ekonomilerin 1990‟lı yıllardan sonra yoğun bir biçimde döviz cinsinden borçlanmaları yanıtını vermektedir. Aghion vd. (2001), döviz krizlerini dinamik bir parasal model çerçevesinde, yurt içindeki firmaların kredi kısıtları ile nominal fiyat yapıĢkanlığının etkileĢimi temelinde incelemiĢtir. Veri bir döviz kurunda, döviz kuru ile üretim iliĢkisini tasvir eden pozitif eğimli eğrinin, yükümlülük dolarizasyonunun varlığı durumunda tersine dönen kısımları olabilecek ve dolayısıyla çoklu denge durumu ortaya çıkabilecektir. Dengelerden biri “normal” döviz kuru ve yüksek üretim seviyesini temsil eden - iyi denge 60 Düşük bir marjinal ithalat eğilimi, dışsal bir şok karşısında, reel kur uyarlamasını önemsiz kılacak ve uyum ağırlıklı olarak bir resesyon aracılığı ile gerçekleşecektir. 147 diğeri ise reel olarak aĢırı değer kaybetmiĢ ulusal para ile düĢük üretim seviyesini temsil eden döviz krizi dengesi - kötü denge - olacaktır. Kötü dengeyi de içeren çoklu denge olasılığı aĢağıdaki mekanizma aracılığı ile ortaya çıkmaktadır: beklentilerdeki olumsuz bir değiĢiklik ya da reel bir Ģok neticesinde ulusal parada ortaya çıkan değer kaybı, nominal fiyatların yapıĢkan olması durumunda, firmaların döviz cinsinden borçlarına iliĢkin geri ödeme yükümlülüklerini arttırarak karlarında ve dolayısıyla firmaların net değerinde bir düĢmeye neden olmaktadır. Net değerdeki düĢüĢ ile birlikte firmaların borçlanabilme yeteneği de azalmaktadır. Sonuç olarak, kredi kısıtı altında ekonomide yatırım ve üretimin daralması, ulusal paraya olan talebi düĢürerek, ulusal paranın değer kaybetmesine neden olmaktadır. Aksak kredi piyasası varsayımına dayalı modelin anahtar varsayımlarından birisi fiyat yapıĢkanlığıdır: fiyatlar beklentilerdeki değiĢiklik ya da reel Ģokun ortaya çıktığı dönemde uyarlanamadığından; uyarlama nominal döviz kurunda gerçekleĢmektedir. Modelin dinamik unsurları uyarınca, para talebinde gelecek dönemde ortaya çıkması beklenen düĢüĢ ve bundan kaynaklanacak ulusal paradaki değer kaybı, döviz piyasasındaki arbitraj nedeniyle ulusal paranın cari dönemde de değer kaybedeceği anlamına gelmektedir. Bir baĢka deyiĢle, ekonomide ulusal paranın gelecekte değer kaybedeceği beklentisi mevcutsa, ulusal para gerçekten de değer kaybedebilmektedir. Çoklu kısa dönem dengesinin olasılık dahilinde olduğu modelde, beklentilerin değiĢmesi ya da reel bir Ģokun ekonomiyi kötü dengeye kaydırması sonucunda döviz krizlerinin hem sabit hem de dalgalı kur rejimleri altında ortaya çıkabileceği ve krizlerin temel kaynağının firmaların kötüleĢen bilançoları olduğu bulgusuna ulaĢılmaktadır. Aghion vd. (2004)‟e göre, yukarıda değinilen kurgu, çok çeĢitli nedenlerden dolayı gerçekçi gözükmektedir. Ġlk olarak, bir kriz yaĢamaya en yatkın olan ülkeler, yüksek düzeyde döviz cinsinden borca sahip firmaların bulunduğu ülkelerdir. Ġkinci olarak, döviz kuru değiĢimlerinin yurt içi fiyatlara yansımasının görece yavaĢ olduğuna dair güçlü kanıtlar bulunmaktadır. 148 Örneğin, Goldfajn ve Werlang (2000)'in 71 geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülke için döviz kuru geçiĢkenliğine iliĢkin yaptıkları çalıĢmalarında, geçiĢkenliğin çok kademeli olduğu ve döviz krizlerinden sonra ise daha da azaldığı sonucuna ulaĢılmıĢtır; Asya Krizi‟nde ulusal paradaki değer kaybının sadece % 20'si, 12 ay gecikme ile enflasyona yansımıĢtır. Üçüncü olarak, baĢlangıçtaki döviz krizi, firmaların üretimi finanse etme imkanlarının da etkilenmesiyle bir finansal krize dönüĢmekte, aynı zamanda üretimdeki daralma nedeniyle de bir üretim krizine dönüĢmektedir. Bu yüzden anılan krizler yaygın bir biçimde üçlü kriz (döviz, finansal, üretim) olarak adlandırılmaktadır. Döviz krizleri bağlamında para politikası tepkisinin ne olması gerektiği tartıĢmalı bir konudur. TartıĢmanın bir tarafında, IMF gibi, ülkelerin geçmiĢ politika hatalarına vurgu yaparak, parasal sıkılaĢtırmayı savunanlar; diğer tarafında ise beklentilerdeki bozulmaya vurgu yaparak, daha ılımlı bir para politikası savunanlar bulunmaktadır. Aghion vd. (2001), optimal para politikasına iliĢkin bazı sonuçlar da barındırmaktadır; yükümlülük dolarizasyonunun varlığı, para politikasının inanılmaz derecede karmaĢık bir hal almasına neden olmaktadır. Faiz oranlarındaki düĢüĢlerin, kredi kanalı aracılığı ile geniĢletici bir etkisi olurken, beraberinde getireceği ulusal paradaki değer kaybı ise bilanço kanalı aracılığı ile daraltıcı olabilmektedir. Modelden çıkan sonuca göre, kredi çarpanının (kaldıraç oranı) ya sabit ya da reel faiz oranına bağlı olduğu ve fiyat yapıĢkanlığının süreklilik arz etmediği bir ortamda döviz krizi riskine karĢı optimal politika tepkisi, sıkı para politikasıdır. Ekonomi yazını uyarınca parasal otorite tarafından nominal faiz oranının düĢürülmesi, ancak reel faiz oranında da bir düĢmeyi mümkün kılarsa faydalı olacaktır. Reel faiz oranının düĢmesi kredi çarpanını yükseltecek ve üretim üzerinde geniĢletici bir etkiye sahip olacaktır. Diğer taraftan, modelde reel faiz oranlarının düĢürülebilmesinin tek yolu ulusal para biriminin değer kaybına izin verilmesidir. Cari dönemde düĢük faizli tahvillerin satın alınabilmesi ancak 149 ulusal paranın gelecekte değer kazanacağı Ģeklinde bir beklentinin varlığına bağlı olarak mümkün olacaktır. Krize yatkın bir ekonomide, ulusal paranın değer kaybetmesine izin vermek ise üretim daralması ile sonuçlanacak ve söz konusu daralma, ulusal paranın daha da fazla değer kaybetmesine yol açarak ekonomiyi bir krize doğru daha da yaklaĢtıracaktır. Model, bu nedenle döviz krizinde optimal sıkı para politikasına bağlı olarak ya faiz oranının arttırılması ve/veya para arzının kısılarak ulusal paraya değer kazandırılması gerektiğini vurgulamaktadır. Özet olarak, sıkı para politikasının bir döviz krizi riskini ortadan kaldırabilmesi üretim daralması pahasına mümkün olabilmektedir. Bununla birlikte, kredi çarpanının reel faiz oranının yanı sıra nominal faiz oranı duyarlılığının da yüksek olduğu ve/veya fiyat yapıĢkanlığının bir dönemden fazla sürdüğü durumlarda, sıkı para politikasının optimal politika tepkisi olduğu önermesi geçerliliğini yitirebilmektedir. Aghion vd. (2004)‟e benzer olarak, bu modelde de döviz krizlerinin finansal geliĢmiĢlik düzeyleri düĢük ya da yüksek olan ülkelerde değil, orta olan ülkelerde ortaya çıkabileceği vurgulanmaktadır. Aghion vd. (2004), Aghion vd. (2001)‟dekine benzer bir makroekonomik kurgu ve varsayımların yer aldığı “üçüncü nesil” bir döviz krizi genel denge modeli içermektedir. Ancak, bu çalıĢmada, bir öncekine ilave olarak bankacılık sektörünün rezerv ihtiyacı da modellenmiĢ ve böylece ekonominin parasal yönü ile kredi yönü bütüncül bir biçimde ele alınmıĢtır. Daha önce de değinildiği üzere, döviz krizlerine iliĢkin çalıĢmalarda, temel sorulardan biri olan optimal para politikasının ne olması gerektiği, para politikasının firmaların krediye eriĢimlerini nasıl etkileyeceğine bağlı olacaktır. Önceki çalıĢmada, para politikasının reel etkileri sadece reel döviz kurundaki değiĢim aracılığıyla mümkünken, bu çalıĢmada para politikasının, reel borç verme maliyeti ve dolayısıyla reel ekonomik faaliyet üzerindeki etkisi, firmalara borç veren bankaların optimal düzeyde nakit varlık tutması ile belirlenmektedir. Ayrıca, parasal otorite ile bankalar arasındaki iliĢkinin modele dahil edilmesi, optimal para politikası araçları bileĢiminin ne olması gerektiği sorusuna da yanıt vermektedir. Modelden çıkan sonuca göre 150 optimal para politikası tepkisi bir taraftan açık piyasa iĢlemleri yoluyla para arzını sıkılaĢtırırken, diğer taraftan bankalara reeskont penceresi aracılığı ile acil kredi imkanı arzını arttırmaktır. Böylelikle, daha düĢük bir reeskont penceresi faiz oranı, firmaları doğrudan ilgilendiren bankaların reel borç verme maliyetini düĢürerek, faiz oranlarında ortaya çıkan sıkılaĢtırılmıĢ para politikası kaynaklı artıĢı zayıflatacaktır. Modelde, parasal otoritenin gelecekteki para politikasını cari dönemdeki döviz kurunun bir fonksiyonu olarak tasarlayabileceği bir politika kuralı kullanamayacağı varsayılmıĢtır. Parasal otoritenin, kriz sırasında para arzını doğru oranda azaltacağını taahhüt edebilmesi halinde, çeliĢkili bir biçimde kriz hiç ortaya çıkmayabilmektedir. Para arzının azaltılması, ikinci dönemdeki fiyat seviyesinin cari dönem döviz kuru gerçekleĢmesinden bağımsız olmasını garanti edebilmekte ve böylece cari dönem döviz kuru belirlenebilmektedir. Ancak, gerçek dünyada iyi tanımlanmıĢ bir ikinci dönem bulunmamakta ve modelde ikinci dönem fiyatların serbestçe uyarlanabileceği soyut bir zaman dilimini temsil etmektedir. Gerçekte ise fiyatlar farklı zamanlarda uyarlanmakta ve parasal otorite kesin olarak bu uyarlamaların ne zaman gerçekleĢtiğini bilememektedir. Cespedes vd. (2000)‟in küçük bir açık ekonomide döviz kurları, bilançolar ve makroekonomik sonuçlar arasındaki iliĢkileri inceledikleri modellerindeki temel soru, ulusal para birimindeki ani değer kaybının geniĢletici değil daraltıcı olduğu önermesinin geçerli olup olmadığı ve geçerli ise bu önermenin hangi koĢullar altında doğru olduğudur. Reel döviz kurunun kriz sonrası uyum sürecinde merkezi bir rol oynadığı modelde, temel varsayımlar Ģu Ģekildedir: ücret yapıĢkanlığı, yükümlülük dolarizasyonu ve ülke risk priminin yerleĢik giriĢimcilerin net varlık değeri tarafından içsel olarak belirlenmesi. Yüksek oranlı yükümlülük dolarizasyonunun yarattığı finansal kırılganlık ortamında, ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesi ile ortaya çıkan ülke risk primindeki içsel artıĢlar, yurt içi değiĢkenler üzerinde çok büyük ve uzun süren etkiler doğurmaktadır. 151 Modelden çıkan sonuca göre bilanço etkisi, dıĢsal Ģok kaynaklı olumsuzlukların daha da büyümesinde çok büyük bir rol oynamaktadır. Model uyarınca, veri bir finansal kırılganlık derecesi altında, risk priminin geliĢimini belirleyen unsur, tek baĢına reel döviz kurundaki değiĢim değil döviz cinsinden üretimdeki dalgalanmalardır. Farklı döviz kuru politikaları, döviz cinsinden üretimin kendisini değil, miktar ve fiyat dağılımını etkilemektedir; sabit kurlara kıyasla ulusal paradaki reel değer kaybının baĢlangıçta daha yüksek olduğu esnek kurlar altında, kriz sonrası yurt içi üretim daha yüksek olmaktadır. Ayrıca, ulusal paradaki reel değer kaybı sonrasında üretim, istihdam ve yatırımda ortaya çıkan daralma, esnek kur rejimi ile kıyaslandığında sabit kur rejimi altında daha fazla olmaktadır. Dolayısıyla, bilanço etkisinin varlığı durumunda bile, reel dıĢ Ģoklar karĢısında, esnek kur rejimi sabit kur rejimine kıyasla daha iyi bir Ģok emici görev görmekte ve üretim kaybı anlamında daha iyi bir performans göstermektedir. Dünya faiz oranı ya da ülke mallarına olan ihracat talebinde ortaya çıkan ters bir Ģok neticesinde, esnek kur rejimi altında ulusal paradaki reel değer kaybı daha fazla olmakta, bu ekstra değer kaybı ise üretim tarafından bakıldığında Ģokun olumsuz etkisini azaltarak “geniĢletici” olmaktadır. Esnek kur rejimi altında, ulusal paranın cari dönemde reel olarak daha fazla değer kaybetmesine yol açan olumsuz dıĢ Ģoklar; sabit kur rejimi altında “beklenen” değer kaybının daha fazla olmasına yol açarak, daha yüksek bir yurt içi reel faiz oranınına neden olmakta ve cari yatırımlar ile gelecekteki üretimi daha olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, sabit kur rejimi altında, ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesi, sadece deflasyon aracılığı ile mümkün olmaktadır. Anılan geliĢme, yapıĢkan ücret varsayımı altında, reel ücretlerin geçici olarak yükselmesi ve üretim ile istihdamın düĢmesi anlamına gelmektedir. Özetle, bir kriz esnasında bile, ulusal paranın daha fazla değer kaybetmesine izin verilmesinin iyi bir politika olabileceği ve bu noktadan hareketle, sabit kur rejimlerine kıyasla dalgalı kur rejimlerinin daha üstün olduğu ifade edilmektedir. Ancak, sadece çoklu dengenin var olduğu Aghion vd. (2001 ve 152 2004)'den farklı olarak, bu çalıĢmada bir tane denge söz konusudur ve bu durumda gevĢek bir para politikası eĢliğinde döviz kurunu dalgalanmaya bırakmak çok daha uygun bir tercih olarak ortaya çıkmaktadır. Cespedes vd. (2002)'de ise sermaye piyasası aksaklıkları ve bilançolar iki açıdan önem arz etmektedir. Ġlk olarak, ihracat hacmindeki bir düĢüĢ ya da dünya faiz oranlarındaki bir artıĢ gibi ters dıĢsal Ģokların yurt içi reel etkilerini büyütürken, ikinci olarak da devalüasyonların nihai etkisini belirlemektedir: standart modelin öngördüğü üzere geniĢletici ya da aksine daraltıcı olabilmektedir. Ġkinci etki, özellikle hem risk primine karĢı aĢırı duyarlılık hem de döviz cinsinden borçların yüksek bir düzeyde olmasından kaynaklanan çok güçlü bilanço etkileri gerektirmektedir. Bu türden bir durumda standart IS-LM-BP eğrileri farklı bir Ģekilde davranmaktadır. Ancak, çalıĢmada yükümlülük dolarizasyonunun, mutlaka daraltıcı devalüasyonlara yol açmayacağı, ulusal paradaki reel değer kaybının - sadece uluslararası sermaye piyasalarında büyük aksaklıklar ya da döviz cinsinden borçların çok yüksek seviyelerde bulunması halinde - daraltıcı olacağı ortaya koyulmaktadır. Yakın zamandaki çalıĢmalarda ortaya konulduğu üzere, ülke riski, gözetimin sınırlı ve maliyetli olması ve sözleĢme uygulanabilirliğinin tam olmaması gibi etkenler, uluslararası sermaye piyasaları baĢarısızlığa yatkın kılmakta ve böylece dönemlerarası borç ödeyebilme kısıtı dıĢında baĢka herhangi bir kısıtı bulunmayan ekonomik aktörler, dünya faiz oranı üzerinden istedikleri miktarda borçlanamamaktadır. Bu sorun ayrıca temel günah sorunu ile de birleĢmektedir. Özetle, Cespedes vd. (2002), dünya sermaye piyasalarına eriĢimi kısıtlı olan ve kendi paraları cinsinden borçlanamayan yükselen piyasa ekonomileri için “„Yükümlülük dolarizasyonu para ve kur politikası üzerinde standart olmayan etkilere yol açar mı?” sorusuna “belli olmaz” cevabını vermiĢlerdir, diğer bir ifadeyle, bu ampirik olarak yanıtlanması gereken bir sorudur. 153 Diğer taraftan, anılan aksaklıklar ile döviz cinsinden dıĢ yükümlülükler, ulusal parada ortaya çıkabilecek büyük ölçüdeki bir reel değer kaybına karĢı ülkenin kırılganlığını arttırarak, bilançoları önemli hale getirmektedir: bozulan bilançolar ve artan risk primi reel Ģokların ya da spekülatif atakların etkilerinin büyüklüğünü arttırmakta ve nihayetinde de Ģiddetli iflaslara, ekonomik daralmaya ve finansal çöküĢlere yol açmaktadır. Bu Ģekilde, yatırımlar ve toplam talep aĢağıya çekilmekte ve devalüasyonun standart talep kaydırıcı etkileri yeterince güçlü değilse, toplam etki daraltıcı nitelikte olabilmektedir. Özellikle, finansal piyasaların daha az geliĢmiĢ olduğu, net değere oranla toplam borcun ve toplam borç içerisinde de döviz cinsinden borcun yüksek olduğu ülkelerde, olumsuz bilanço etkisi rekabet gücünü arttırıcı olumlu etkiden daha baskın olacaktır. Cespedes vd. (2002), bu durumun merkez bankalarının döviz kurlarının esnekliğini sınırlandırmalarına, bir baĢka deyiĢle, dalgalanma korkusuna yol açabileceğini ifade etmektedir. Bu aĢamada, finansal kriz yazını çerçevesi içerisinde, döviz kuru rejiminin seçimi, dalgalanma korkusu ve para politikası arasındaki karĢılıklı iliĢki ve etkileĢimlere aĢağıda yer verilmektedir. 3.2.3.1.1. Döviz Kuru Rejimi, Dalgalanma Korkusu ve Para Politikası Yükselen piyasa ekonomilerinin çok yakın bir geçmiĢte yaĢadıkları döviz ve bankacılık krizleri kaynaklı Ģiddetli finansal çöküĢler, beraberinde sabit kur özelllikle de gevĢek sabit kur rejimlerinin bu krizlerdeki rolünün sorgulanmasını ve bu ülkelerin dalgalı kur rejimini benimsemeleri yönündeki tavsiyeleri getirmiĢtir. Bu tavsiyeler, sabit kur rejimi altında kurun değiĢmeyeceği yönündeki inancın, döviz cinsinden borçlanmaya iliĢkin risk algılamasını azaltarak, döviz kurundaki değiĢimlere karĢı korunma ihtiyacını ortadan kaldırdığı ve dolayısıyla herhangi bir krizin bankacılık sistemi, firmalar ve kamu kesimi üzerindeki etkilerini aĢırı tahripkar kılabileceği yönündeki sava dayanmaktadır. Uuslararası sermaye piyasaları ile iliĢkili ve 154 bir Ģekilde sabit döviz kuru rejimlerinin söz konusu olduğu 1994 Meksika, 1997 Tayland, Endonezya ve Kore, 1998 Rusya ve Brezilya, 2000 Türkiye ve Arjantin krizleri bu duruma örnek olarak gösterilmektedir. Ayrıca, 1998 yılında sabit kur rejimi uygulamayan Güney Afrika, Ġsrail, Meksika ve Türkiye'nin, aynı dönemde sabit kur rejimi uygulayan diğer yükselen piyasa ekonomilerini vuran krizden kaçınabildiği ileri sürülmektedir (Fischer, 2001). Uluslararası sermaye piyasalarına açık olan ülkelerin sabit bir kur rejimi benimsememeleri yönündeki uyarıların kuramsal dayanağını, fiyat katılıklarının var olduğu bir ekonomide, reel bir Ģok karĢısında dalgalı kur rejiminin Ģok emici bir iĢlevi olduğunu ve para politikası bağımsızlığına olanak sağladığını ifade eden standart Mundell-Fleming modeli ile yine bu modele dayanan imkansız üçleme hipotezi oluĢturmaktadır 61 . Bu yaklaĢımda para politikasının üretimin istikrarlılaĢtırılmasındaki rolü ele alınmaktadır. Zaman içerisinde ise, yukarıda değinilen uyarılar, katı sabit kur rejimleri ile dalgalı kur rejimi arasındaki kur rejimlerinin, sürdürülebilir olmadığını savunan iki kutuplu görüĢe (bipolar view) dönüĢmüĢtür.62 Fischer (2001)'e göre, bu yaklaĢımla tutarlı olarak, son yıllarda birçok ülke sabit ve yönetilen döviz kuru rejimlerini terk ederek, serbest dalgalı kur rejimi uygulamaya baĢladıklarını ilan etmiĢtir. IMF (2006), serbest dalgalı kur rejimini Ģu Ģekilde tanımlamaktadır: kurlar tamamen piyasa tarafından belirlenmekte ve bu rejim altında, belirli bir kur hedefine yönelik olmaması koĢuluyla, döviz kurundaki aĢırı dalgalanmalara yönelik resmi müdahaleler olabilmektedir. IMF (2009)‟da yer alan 31 Aralık 2008 tarihli fiili sınıflandırmaya göre gerçekte serbest dalgalı döviz kuru rejimi uygulayan, aralarında Türkiye'nin de olduğu 40 ülke bulunmakta ve bu ülkelerin 34‟ü 61 Bu hipoteze göre, bir ekonomide her üçünün de eşanlı olarak sağlanması mümkün olmadığından; döviz kuru istikrarı (sabit döviz kuru), bağımsız para politikası ve finansal bütünleşme (sınırsız sermaye hareketliliği) amaçlarından bir tanesinden vazgeçilmelidir. 62 Yağcı (2001) sınıflandırmasına dayanan kur rejimleri şu şekildedir: Katı sabit kur rejimleri: 1) Para Birliği, 2) Para Kurulu, 3) Başka bir ülkenin parasının kullanılması; Gevşek sabit kur rejimleri: 1) Sabit Kur, 2) Sürünen kur, 3) Dar sürünen bant içinde kur; Ara Rejimler: 1) Geniş sürünen bant içinde kur, 2) Yönetilen Dalgalı Kur ve Dalgalı kur rejimleri: 1) Hafif müdahaleli dalgalı kur, 2 ) Serbest dalgalı kur. 155 enflasyon hedeflemesi uygulamaktadır. Aynı sınıflandırmaya göre, yine enflasyon hedeflemesini benimsemiĢ olan 10 ülkede ise yönetilen kur rejimi uygulanmaktadır. Bir önceki tarihli IMF (2006) sınıflandırmasına göre de 2003, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında sırasıyla 34, 35, 30 ve 25 ülke serbest dalgalı kur rejimini benimsemiĢken, 2006 yılında yönetilen dalgalı kur rejimini benimsemiĢ ülke sayısı 44'dür. Ġki kutuplu görüĢ uyarınca, uluslararası sermaye hareketlerine açık ülkelerde i) gevĢek sabit kur rejimleri sürdürülebilir değildir, ii) çok çeĢitli esnek kur sistemlerinden biri uygulanabilir ve iii) çoğu ülkede, nominal döviz kurundaki değiĢimler enflasyonu etkileyebileceğinden, politika uygulamaları döviz kurundaki hareketlere kayıtsız kalamaz ve ayrıca reel döviz kurundaki değiĢimlerin - kaynak tahsisi ve yurt içi yerleĢiklerin serveti üzerinde güçlü etkileri olabileceğinden - özellikle ulusal paranın değer kazandığı durumlarda ekonomik olduğu kadar siyasi etkileri de olabilmektedir. Dolayısıyla, dalgalı kur rejimine sahip ülkelerde,para politikasının kurdaki değiĢimlere tepki vermesi olasıdır. Enflasyon hedeflemesi uygulayan ülkelerde ise kur, fiyat davranıĢını etkilediğinden, para politikasının oluĢturulmasında kurdaki hareketler de otomatik olarak dikkate alınmaktadır. Ulusal para değer kaybettiği zaman parasal sıkılaĢtırmaya gidilmesi olası gözükmektedir. Özellikle, parası değer kazanan ve büyük cari iĢlemler açığı veren bir ülkede para politikasının hem enflasyon oranı hem de nominal döviz kurunu hedeflemesine yönelik baskılar olabilecektir.63 Döviz kuru rejimleri bir doğru üzerinde gösterilecek olursa, doğrunun en solunda serbest dalgalanma ve en sağında ise katı sabit kur rejimlerini temsilen para birlikleri, para kurulu düzenlemeleri ve dolarizasyon yer alıyorsa; iki kutuplu görüĢ, sadece köĢedeki çözümlerin mümkün olduğunu değil, doğrunun bir parçasının - gevĢek sabit kur rejimlerinin (sabit, sürünen 63 Ancak, para politikası temel olarak reel döviz kurunu değil nominal döviz kurunu etkilemektedir ve cari işlemler açığı ile ilgili izlenecek makroekonomik politika para politikası değil maliye politikasıdır Ayrıca, faiz kanalı ile kuru etkilemenin ötesinde, merkez bankalarının doğrudan müdahaleleri de belirli bir kur seviyesini korumaya yönelik olmaması koşulu ile faydalı olabilmektedir (Fischer, 2001). 156 ve dar sürünen bant içinde kur) - sürdürülebilir olmadığını vurgulamaktadır. IMF (2006) sınıflandırmasına dayanan ve katı sabit kur rejimleri, yönetilen dalgalı kur rejimi ve serbest dalgalı kur rejimi dıĢındaki kur rejimlerinin, ara rejim olarak sınıflandırıldığı aĢağıdaki grafikler, Fischer (2008)‟e göre iki kutuplu görüĢün kanıtıdır, bir baĢka deyiĢle, uygulanan döviz kuru rejimleri son yıllarda anılan doğrunun her iki ucunda yoğunlaĢmıĢ ve orta bölge kaybolmuĢtur. 56 60 46 50 41 % 40 36 36 30 20 10 0 13 15 8 Katı sabit kur Ara rejim Dalgalı 1991 8 56 36 1999 13 41 46 2006 15 36 49 Grafik 1: GeliĢmekte Olan 39 Ülkedeki Kur Rejimleri Kaynak: Fischer (2008) 49 157 70 64 60 52 52 50 40 44 % 40 28 30 20 10 0 8 8 4 Katı sabit kur Ara rejim Dalgalı 1991 8 64 28 1999 52 8 40 2006 52 4 44 Grafik 2: GeliĢmiĢ 25 Ülkedeki Kur Rejimleri Kaynak: Fischer (2008) Fischer (2008)‟e göre, döviz kuru hedeflemesinden enflasyon hedeflemesine geçen bir merkez bankasının para politikası, diğer ülkelerdeki ekonomik geliĢmelerden bağımsız olmadığı için bağımsız hale gelmemektedir; sadece belirli bir değiĢken hedeflemesinden, baĢka bir değiĢkenin hedeflemesine geçilmektedir ve her iki hedefleme de farklı ölçülerde yurt içi ve yurt dıĢındaki ekonomik geliĢmelere bağlıdır. Bu çerçevede, ilk bakıĢta, kaybolan orta (ara rejimler), imkansız üçlemenin doğal bir sonucu olarak gözükmektedir. Uluslararası finansal piyasaların gittikçe daha da bütünleĢtiği gerçeği göz önüne alındığında, ya bağımsız para politikasından ya da döviz kuru istikrarından vazgeçme arasında bir tercih yapma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Ancak, Frankel (1999 ve 2004)'e göre, bu, bir ülkenin her ikisinden de vazgeçemeyeceğini söylemek ile aynı anlama gelmemektedir: bir baĢka deyiĢle, bir ülke yarı döviz kuru istikrarı ile yarı para politikası bağımsızlığını seçebilecektir. Mevcut kuramda, parasına yönelik talepte ortaya çıkan her bir dalgalanmanın, yarısını müdahale ederek diğer yarısını da kura yansımasına 158 izin vererek bağdaĢtıran bir ülkenin, yönetilen kur rejimini benimsemesinin önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu durumda neden sermaye hareketlerine açık olan ülkelere ara rejimlerden kaçınmaları gerektiği önerilmektedir? Fischer (2008: 376)'ya göre bu önerilerin temelinde söz konusu ülkelerin krize yatkın olmaları ile kısmen de politika dinamiklerinin istikrarsız olması yatmaktadır. Ülke, döviz kurunun baskı altında olmadığı dönemlerde, döviz kuru rejimini değiĢtirmek için bir neden görmemekte ve döviz kurunun baskı altında olduğu dönemlerde ise isteksiz davranmaktadır. Bu isteksizlik ise, kurun, yeniden sabitlenmesi halinde cari olarak ne kadar değiĢmesi gerektiğine ya da kendi haline bırakılması halinde nereye gidebileceğine yönelik belirsizlikten kaynaklanmaktadır. Rogoff vd. (2003)'e göre, ülkeler ekonomik ve kurumsal olarak geliĢtikçe ve sermaye hesaplarını açtıkça, daha esnek döviz kuru rejimlerine doğru yöneleceklerdir: bir optimum para alanına dahil olmayan geliĢmiĢ ülkeler için, diğer rejimler ile karĢılaĢtırıldığında, görece esnek rejimler daha fazla enflasyon yaratmadan daha hızlı büyüme sağlamaktadır. Ġki kutuplu görüĢe karĢı olarak, Calvo ve Reinhart (2002), dalgalanma korkusunu gündeme getirmiĢlerdir: dalgalı kur rejimi uyguladığını ilan eden pek çok ülke, fiili olarak döviz kurunun serbestçe dalgalanmasına izin vermemekte ve döviz kurlarında yaĢanan büyük oranlı değiĢimleri azaltmak üzere ya faiz oranlarını kullanmakta (dolaylı müdahale) ya da doğrudan müdahalede bulunmaktadır. Ayrıca, yazarlara göre bir çok çalıĢmada, resmi sınıflandırmaya dayanan kur rejimleri ve özellikle ülkelerin beyanını esas alan IMF sınıflandırması64 kullanıldığından; sabit kur rejimlerinin ortadan kalkması bir efsane halini almaktadır. Aksine, bazı geliĢmiĢ ülkeler bile döviz kurundaki hareketlerden çekinmektedirler. Ġstikrarlı bir döviz kuru, faiz oranının aksine, açık bir nominal çıpa görevi gördüğünden, politika yapıcılar, kredibilite 64 Döviz kuru rejimlerine ilişkin, IMF'nin kendisinin yaptığı ve ilgili ülkenin resmi beyanı ile farklılık gösterebilecek, en erken tarihli “fiili sınıflandırması” 2003 yılsonu verisinin içerildiği 15 Mart 2004 tarihli yayıma dayanmaktadır. 159 eksikliği nedeniyle çevrim yanlısı politikalar izlemek uğruna döviz kurunu istikrarlılaĢtırmak istemektedirler. Dalgalanma korkusunun altında yatan diğer nedenler ise yaygın yükümlülük dolarizasyonu ve döviz kurundan fiyatlara geçiĢkenliğin yüksek olmasıdır. Ulusal paranın büyük ölçüde değer kaybetmesine izin verildiğinde, borç servisinde sıkıntılar ve borç geri ödeyememe söz konusu olabilecektir. Özellikle, yükselen piyasa ekonomilerinde, ulusal paranın büyük ölçüde değer kaybetmesi sonrasında cari iĢlemler dengesindeki uyarlama çok daha Ģiddetli ve ani olmakta, sermaye piyasalarına eriĢim ise kurdaki istikrarsızlıktan olumsuz olarak etkilenmektedir. Ayrıca, döviz kurundaki oynaklık, dıĢ ticaretin büyük ölçüde dolar cinsinden gerçekleĢtirildiği ve korunma olanaklarının daha kısıtlı olduğu yükselen piyasa ekonomileri için daha tahripkardır ve bu ekonomilerde döviz kurundan fiyatlara geçiĢkenlik geliĢmiĢ ülkelere göre çok daha yüksektir. Kredibilite sorunları, ülkenin sermaye hareketlerine eriĢiminin mümkün olduğu iyi zamanlarda bile dalgalanma korkusuna, yüksek faiz oranı oynaklığına ve çevrim yanlısı faiz politikalarına yol açabilmektedir. Özellikle, yükselen piyasa ekonomilerindeki dalgalanma korkusu, daha genel bir çerçeve içerisinde, döviz kurunda büyük oranlı değiĢim korkusunun bir parçasıdır; tüm farklılıklarına karĢın bu ekonomilerin ortak özelliği, kredibilite eksikliğinden dolayı dalgalanma korkusu yaĢamalarıdır. Kredibilitesinin olmadığı bir yerde merkez bankasının hiçbir otoritesi olmayacak ve ekonomiyi beklentiler yönlendirecektir. Oynak faiz oranları ve ülke kredi notlarında yansımasını bulan kredibilite eksikliği ise yükümlülük dolarizasyonuna yol açabilmekte ve merkez bankasının NÖVM olabilme imkanını sınırlayabilmektedir. Tüm bunlar ise, dalgalanma korkusunu beslemektedir (Calvo ve Reinhart, 2002). 1970-1999 dönemi için 39 ülke ve 154 döviz kuru düzenlemesini kapsayan ve döviz kurları, döviz rezervleri, parasal büyüklükler, faiz oranları ve aylık ürün fiyatları verilerinin kullanıldığı Calvo ve Reinhart (2002)‟de, 160 resmi olarak ilan edilen kur rejimlerinin fiiili uygulamalar ile ne ölçüde örtüĢtüğü analiz edilmiĢ ve dalgalı kur rejimi ya da çok geniĢ bantları benimseyen ülkelerde (rezerv seviyesi, faiz oranı oynaklığı ya da rezerv oynaklığına kıyasla) döviz kuru oynaklığının çok önemli farklılıklar gösterdiği ortaya koyulmuĢtur. Gerçek dalgalı kur rejimi uygulayan, rezerv seviyelerinin düĢük ve faiz oranı ile rezerv oynaklığına kıyasla döviz kuru oynaklığının oldukça yüksek olduğu ABD, Almanya, Avustralya ve Japonya gibi ülkeler bir uçta; dalgalı döviz kuru rejimini benimsediğini ilan eden ancak döviz kurundaki oynaklığın oldukça düĢük olduğu yükselen piyasa ekonomileri ise diğer uçta yer almakta ve bu ülkelerde bir salgın halinde dalgalanma korkusu yaĢanmaktadır. Diğer sanayileĢmiĢ ülkeler ise anılan iki ucun arasında yer almaktadır. Calvo ve Reinhart (2002), yükselen piyasa ekonomilerinde gözlemlenen bu durumun, nominal ya da reel Ģokların yokluğundan ziyade kura istikrar kazandırmaya yönelik bilinçli politika edimlerinden kaynakladığını ifade etmektedirler. Beklenenin aksine, bu ülkelerde rezerv oynaklığı ve (hem reel hem de nominal) faiz oranı oynaklığı görece çok yüksektir. Faiz oranlarındaki yüksek oynaklık, bir yandan ülkelerin döviz kurundaki dalgalanmaları yumuĢatmak için sadece döviz kuru müdahaleleri ile yetinmediklerine ve kuru savunmak için yaygın bir biçimde faiz oranlarını kullandıklarına; diğer yandan da kronik kredibilite sorunlarının varlığına iĢaret etmektedir. Bu türden bir oynaklık, büyük ölçekli ve sıkça yaĢanan para talebi Ģokları karĢısında sıkı parasal hedeflere uymanın bir sonucu da değildir, gerçekte incelenen ülkelerin çoğunda açık ya da örtük para arzı kuralları bulunmamaktadır. Oynaklık, daha çok açık piyasa iĢlemleri yoluyla döviz kuruna istikrar kazandırma ve kredibilite eksikliğinin bir birleĢimi sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Calvo ve Reinhart (2002), Asya ülkeleri hariç olmak üzere, dalgalanma korkusu yaĢayan ülkelerde, merkez bankalarının, rüzgâra karĢı durma olarak da tanımlanan, döviz kuru değiĢimlerini azaltma eğiliminde olduklarını ve anılan ülkelerde enflasyon hedeflemesine geçilmesiyle birlikte doğrudan 161 müdahalenin yerini dolaylı müdahalenin aldığını belirtmiĢtir. Bu noktada akla gelen soru, faiz oranı politikasının ülkeleri krizlere karĢı daha mı az kırılgan kıldığıdır. Yazarlara göre bu mümkün ancak olası değildir. Dalgalanma korkusu olduğu sürece, yükümlülük dolarizasyonu için gerekli güdüler devam edecektir. Ayrıca, ekonominin geneli açısından tahripkar olacak çevrim yanlısı bir faiz politikasının sınırları bulunmaktadır. Bununla birlikte, Levy-Yeyati ve Sturzegenner (2005)‟e göre, faiz oranlarındaki büyük ölçekli hareketler, katı bir “yönetilen döviz kuru rejimi”ne, olduğu kadar, özellikle enflasyon hedeflemesinin uygulandığı ve döviz kuru geçiĢkenliğinin yüksek olduğu ülkelerdeki dalgalı kur rejimine de iĢaret ediyor olabilir. Sadece faiz politikasının, bu politikaya rezervlerde de bir hareket eĢlik etmediği sürece, hem süre hem de etkinlik açısından döviz piyasası Ģartlarını etkileyebilme olanağının oldukça sınırlı olduğunu tartıĢan yazarlar, kanıt olarak inceledikleri dönem boyunca kura karĢı yapılan spekülatif ataklarda, kurun faiz oranı ile savunulması politikasının baĢarısızlığını göstermiĢlerdir. Bu kapsamda, son dönemlerde, ekonomistler ve politika yapıcılar arasında dalgalı kur rejimi uygulayan bir ülkenin enflasyon hedeflemesi çerçevesini benimsemesi gerektiğine yönelik bir görüĢ birliği ortaya çıkmıĢtır. Ancak, enflasyon hedeflemesi ve standart Taylor Kuralı, kapalı ekonomiler için uygun olmakla birlikte, döviz kurundan fiyatlara geçiĢkenliğin yüksek olduğu açık ekonomilerde; döviz kuru ve üretimde büyük dalgalanmalar yarattığı için katı enflasyon hedeflemesi tehlikeli olabilmektedir. Ball (1998)‟e göre, özellikle, fiyatlar üzerindeki etkisinden dolayı, parasal otorite, kuru da ihmal etmemeli ve Taylor kuralında yer alan enflasyon değiĢkenini, döviz kurundaki hareketlerin geçici etkisini filtreleyen uzun dönem enflasyon değiĢkeni ile değiĢtirmeli, bir baĢka deyiĢle, uzun dönem enflasyonunu hedeflemelidir. Böylelikle, anılan sakıncalar giderilebilecektir. Calvo ve Reinhart (2002), parasal büyüklüklere iliĢkin oynaklığın, dalgalanma korkusu yaĢayan ülkelerde, gerçek dalgalı kur rejimi uygulayan ülkelerdekine kıyasla daha yüksek olduğu bulgusuna ulaĢmıĢlardır. Bu 162 durum, faiz oranlarında olduğu gibi, döviz kurundaki dalgalanmaları yumuĢatmaya yönelik çevrim yanlısı bir para politikasından (olumsuz Ģoklar karĢısında otoritelerin sıkılaĢtırıcı bir para politikası izlemesi) kaynaklanabilmektedir. Diğer taraftan, ulusal para cinsinden ürün fiyatlarının oynaklığı, döviz kurundaki oynaklığa kıyasla, oldukça yüksek bulunmuĢtur. Genellikle dolar cinsinden kote edilen ürün fiyatlarında ortaya çıkan Ģokları, çevrim karĢıtı bir Ģekilde bağdaĢtırabilmesi için döviz kurunun değiĢmesine izin verilmesi halinde; yerleĢik kuram uyarınca, dalgalı kur rejiminde ulusal para cinsinden ürün fiyatlarının, görece istikrarlı olması beklenmektedir. Aksi durumda, faiz politikası çevrim yanlısı ise ve dıĢ ticaret hadlerindeki bir Ģok karĢısında döviz kurunun değiĢmesine izin verilmiyorsa, ulusal para cinsinden ürün fiyatları oynak olacaktır. Örneğin, dolar cinsinden ürün fiyatları düĢtüğünde, ulusal paranın değer kaybetmesi halinde, ulusal para cinsinden ürün fiyatı istikrarlı olacak; dalgalanma korkusu durumunda ise ulusal para cinsinden ürün fiyatı da düĢecektir. Dolayısıyla, en iyi olasılık ile politika yapıcılar, döviz kurunun Ģok emici bir iĢlev görmesine kısmi olarak izin vermektedirler ve çoğu durumda da otoritelerin, dıĢ ticaret hadlerindeki bir Ģok karĢısında, döviz kurunun değiĢmesine izin vermeyebileceği görüĢü ile tutarlı olarak; ürün fiyatları ile döviz kurları arasında bir korelasyon bulunmamaktadır (Calvo ve Reinhart, 2002). DeğiĢkenler arasındaki eĢzamanlı korelasyon ile ilgili olarak da, kredibilite eksikliği hipotezi ile tutarlı olarak döviz kuru ve faiz oranı arasında çoğu durumda pozitif yönlü bir iliĢki bulunmuĢtur. Rezervler ile döviz kuru arasındaki korelasyon ise her üç durumun ikisinde negatif olarak bulunmuĢtur. Bu durum, rüzgâra karĢı durma olarak da tanımlanan, merkez bankalarının döviz kuru değiĢimlerini azaltma eğiliminde olduğunu ortaya koymaktadır. Her dört durumun üçünde, faiz oranları ile rezervler arasında negatif bir iliĢki bulunması ise muhtemelen faiz oranlarının düĢtüğü ve sermaye giriĢlerinin yaĢandığı iyi zamanlarda (daha düĢük uluslararası faiz oranları, daha yüksek kredibilite vs.) rezerv biriktirildiğine iĢaret etmektedir. 163 Levy-Yeyati ve Sturzenegger (2005) de, 1974-2000 dönemini kapsayan çalıĢmalarında, iki kutuplu görüĢe karĢı çıkmaktadırlar. Hangi döviz kuru rejiminin uygulandığına iliĢkin olarak, ülkelerin kendi açıklamalarının değil, döviz rezervleri ve faiz oranlarındaki değiĢimler ıĢığında gerçek uygulamaların esas alındığı bu çalıĢmada, açıklanan ve uygulanan kur rejimlerinin birbirinden çok farklı olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. ÇalıĢmanın özet sonuçlarına göre: i) son yıllarda ara kur rejimlerinin kayboluyor olduğuna iliĢkin hipotez, eldeki verilerle desteklenememektedir, ii) gerçek serbest dalgalı kur rejiminde, kurlar çok az oynaklık göstermektedir, iii) son dönemde kağıt üzerinde artıĢ gösteren serbest dalgalı kur rejimi uygulamaları, aslında müdahaleli dalgalanan kur rejimi uygulamalarıdır, iv) sabit kur rejimi uygulayan bazı ülkeler de, açıkça bir kur seviyesini savunmaktan kaçınmaktadırlar. Yazarlar ayrıca, dalgalanma korkusu kadar, sabitleme korkusuna da dikkat çekmiĢlerdir. Yukarıda değinilen çerçeve içerisinde, para politikası üzerindeki muhtemel etkiler incelenecek olursa, Calvo (2006), yükselen piyasa ekonomilerinin karĢı karĢıya oldukları finansal kırılganlıkların, özellikle de Yurt içi Yükümlülük Dolarizasyonunu (YYD)'nin, beraberinde çok önemli bir sorun getirdiğini vurgulamaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerdekinin aksine, etkin bir yurt içi NÖVM olma iĢlevini yerine getiremeyen yükselen piyasa ekonomilerinin merkez bankaları, aynı zamanda ani duruĢ dönemlerinde de, uluslararası rezervlerini etkin bir Ģekilde kullanarak, bu iĢlevlerini yerine getirmeye hazır olmak zorundadırlar. Dolayısıyla, para politikası ayrılmaz bir Ģekilde sermaye piyasalarına bağlı hale gelmektedir. Etkin bir NÖVM, ya kendi kaynaklarına sahiptir (uluslararası rezervler) ya da FED gibi makul faiz oranları üzerinden açık piyasada borçlanabilmektedir. Bu Ģartlar altında, merkez bankasının NÖVM ile fiyat istikrarının garantörü olma rollleri çeliĢmemektedir. Her iki rol de büyük ölçüde birbirinden bağımsız olmakla birlikte, pek çok yükselen piyasa ekonomisi için bu durum geçerli olmamaktadır. Örneğin, sermaye giriĢlerinin kuruduğu bir ani duruĢ döneminde, merkez bankası, anılan ikinci rol ile 164 çeliĢecek Ģekilde, bankaların özel sektöre açtıkları kredileri, uluslararası rezervlerin yanı sıra senyoraj (örneğin para basma Ģeklinde) ile de finanse etmek zorunda kalabilir. Bir “bankaya hücum” esnasında, bankaların özel sektöre açtıkları kredi hatlarını kapatmamaları için merkez bankasının bankalara gerekli fonları sağlaması gerekmektedir. Bu müdahalenin fiyatlar ya da döviz kuru üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktır çünkü merkez bankası sadece daha yüksek bir likidite talebini yerine getirmektedir. Ancak, geliĢmekte olan ülkelerde yaygın bir Ģekilde gözlemlendiği üzere, özel sektör tarafından tutulan likiditenin bir kısmı döviz varlıklarından oluĢuyorsa (para ikamesi), yurt içi likiditeyi arttırmanın etkileri az önceki örnekte olduğu gibi yansız olmayabilir. Anılan müdahaleye, döviz müdahalesinin de hızlı bir biçimde eĢlik etmemesi halinde, yurt içi likiditedeki artıĢ, döviz kuru ve fiyatlarda keskin yükseliĢlere yol açabilmektedir. Özel sektörün merkez bankasının etkin bir NÖVM olduğuna iliĢkin Ģüpheleri bulunması, içinde bulunulan durumu ani bir duruĢun tetiklemiĢ olması ya da fiyatların yapıĢkan olması halinde reel döviz kurunda bir artıĢ ortaya çıkacaktır. YYD ile birleĢtiğinde, bu durum bankacılık sistemini tehdit ederek, ödemeler sistemini felce uğratabilmektedir. 1980 yılından itibaren gözlemlenen ani duruĢ dönemlerinde, uygulanan döviz kuru rejiminden bağımsız olarak, merkez bankaları rezervleri büyük ölçüde azalmıĢ ve ulusal paralar değer kaybetmiĢtir. Ekonomide var olan, ancak normal ve sakin dönemlerde fark edilemeyebilen kırılganlıklar, büyük bir krize bile gerek olmadan çalkantılı bir ortamda ortaya çıkabilmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerin para politikası aracı olan faiz oranı doğası gereği zayıftır ve yükselen piyasa ekonomilerinde ise yüksek oynaklık dönemlerinde rahatsız edici bir boyutta zayıf bir hal alabilmektedir. Calvo (2006)'ya göre, enflasyon hedeflemesi gibi faiz oranı kuralları anılan dönemlerde döviz kurlarında aĢırı oynaklığa yol açabileceğinden; yüksek oynaklığın geçici olmadığı dönemlerde, söz konusu kurallar ya resmi döviz müdahaleleri ile desteklenmeli ya da özellikle ticarete konu olan malların fiyat endeksi içinde ağırlıkta olduğu ve/veya döviz kuru 165 geçiĢkenliğinin yüksek olduğu durumlarda, geçici bir süreliğine, örneğin döviz kurunun alabileceği üst sınırların belirlenmesi gibi, daha güçlü bir araç olan sabit döviz kuru rejimlerinden birine geçilmelidir. Ayrıca, eğer döviz kuru geçiĢkenliği bire çok yakın değilse, sabit kur rejimi YYD'nin varlığı durumunda daha da cazip hale gelecektir çünkü yüksek döviz kuru oynaklığının ekonomiyi “kötü dengeye” savuracak ciddi bir finansal çalkantıyı tetiklemesi olasıdır. Ekonomide çoklu denge olasılığı söz konusu ise izlenecek politika sayesinde iyi ya da kötü denge koordine edilebilir. Bu bağlamda, ani duruĢun getireceği yıkıcı finansal bulaĢıcılık etkileri ve döviz kurundaki aĢırı oynaklıklar karĢısında, döviz müdahaleleri kısa dönemde etkin bir çare olabilmektedir. Bu çerçevede, finansal kırılganlıkların var olduğu bir ortamda, rezervler, dalgalı kur rejiminin Ģok arttırıcı etkileri karĢısında Ģok emici bir rol oynayabilmektedir (Özmen ve Yalçın, 2007). Ancak, bir sigorta niteliğinde olan yeterli bir düzeydeki uluslararası rezervlerin de maliyeti bulunmaktadır: geliĢmiĢ ülkelerin hazine tahvillerinin faiz oranı, uluslararası rezerv bulundurmanın alternatif maliyetinin altında kaldığı sürece, geliĢmiĢ ülkelere doğru bir senyoraj akıĢı olacaktır. Hausmann vd. (2001), dalgalı kur rejimini benimseyen ülkelerde, döviz kuru oynaklığının çok önemli farklılıklar göstermesini; para birimi uyumsuzluğuna sahip ve kredi kısıtı altında bulunan firmaların var olduğu bir ekonomik kurgu içerisinde, enflasyon ve üretime iliĢkin bir kayıp fonksiyonunu minimize eden bir merkez bankasının optimal tepkisi çerçevesinde modelleyerek yorumlamıĢlardır. Standart Barro-Gordon tipindeki model, döviz kurundan fiyatlara geçiĢkenliğin ve para birimi uyumsuzluğu ile baĢ edebilme imkanlarının ülkeden ülkeye farklılık göstermesi bulgusuna odaklanmaktadır. Model sonuçları uyarınca, para birimi uyumsuzluğu ve döviz kuru geçiĢkenliğinin yüksek olduğu ülkelerde, merkez bankaları, döviz kurunun seviyesi ile daha yakından ilgilenmekte ve döviz kurundaki oynaklığı sınırlamaktadırlar. Modelde faiz oranları ve döviz kurları bir faiz paritesi koĢulu ile birbirine bağlı olduğundan, olumsuz bir Ģok 166 karĢısında, merkez bankası ya yurt içi faiz oranlarını arttıracak ya ulusal paraya değer kaybettirecek ya da her ikisini birden uygulayacaktır. Bir bakıma, merkez bankasının tercih değiĢkeni, devalüasyon ve faiz oranı artıĢı arasındaki politika karıĢımıdır. Fiyatlar, döviz kurundaki değiĢime uyarlanmakta ve bu uyarlanmanın boyutu da geçiĢkenlik katsayısı tarafından belirlenmektedir. Merkez bankasının politika tepkisi bileĢimi, politika amaçları olan enflasyon ve üretimi nasıl etkilemektedir? Ulusal paranın değer kaybetmesi bu amaçları üç farklı kanaldan etkilemektedir. Ġlk olarak, geçiĢkenlik katsayısına bağlı olarak doğrudan enflasyon oranını etkilemektedir. Ġkinci olarak, yükümlülük dolarizasyonunun boyutuna bağlı olarak, bilanço kanalı aracılığı ile etkilemektedir: döviz cinsinden borç geri ödemelerinin maliyetini arttırarak, cari dönemdeki karı azaltmakta ve dolayısıyla gelecek dönemdeki sermaye stoku ve üretimi azaltmaktadır. Üçüncü olarak ise, ulusal paranın daha yüksek oranda değer kaybetmesi, faiz oranlarında daha küçük bir artıĢ gerektirmektedir. Dolayısıyla, daha yüksek oranda değer kaybeden ulusal para, kredi kanalı çerçevesinde faiz oranlarındaki düĢüĢün kredi kısıtını hafifletmesi nedeniyle, sonraki dönem üretimini arttıracaktır. Gelir üzerindeki nihai etki ise iki kanaldan hangisinin daha baskın olacağına bağlı olacaktır. Kredi kanalı bilanço kanalından daha baskın olursa, devalüasyonlar geniĢletici aksi takdirde ise daraltıcı olacaktır (Hausmann vd., 2001). Yükümlülük dolarizasyonu ve geçiĢkenliğin sıfır olduğu bir durumda sadece kredi kanalı geçerli olacak ve dolayısıyla merkez bankası, bir Ģok karĢısında faiz oranlarını arttırmadan devalüasyon ile tepki verebilecektir. Yükümlülük dolarizasyonu (bilanço etkisi) ve geçiĢkenlik katsayısı arttıkça, merkez bankasının dıĢsal Ģoklar karĢısında yurt içi faiz oranını değiĢtirme yerine döviz kurundaki hareketleri minimize etmeye yönelik güdüleri daha fazla olacaktır. Bu önermeden çıkan sonuç, geçiĢkenlik katsayısı ve para birimi uyumsuzluğunun yüksek olduğu bir durumda, ulusal paranın değer kaybını önlemek üzere faiz oranının kullanılabileceğidir. Ancak, bu Ģekilde merkez bankasının faiz oranlarını sadece çevrim yanlısı dalgalanmaları 167 gidermede kullanma imkanı sınırlanmıĢ olacaktır. Nominal Ģokların faiz uyarlaması, reel Ģokların ise döviz kuru uyarlaması gerektirdiği Ģeklindeki standart sonuca karĢıt olarak; modelde hem nominal hem de reel Ģoklar faiz oranı ve döviz kuru uyarlaması gerektirebilmektedir. Bu uyarlamanın boyutu ise geçiĢkenlik katsayısı ile yükümlülük dolarizasyonunun derecesine bağlı olmaktadır. Hausmann vd (2001), IMF sınıflandırmasına göre fiili olarak dalgalı kur rejimi (ya da çok geniĢ bantlar) uygulayan 30 geliĢmekte olan ve geliĢmiĢ ülke verisini kullanarak; yukarıda ele alınan kuramsal modeli ampirik olarak test etmiĢ ve bir ülkenin yurt dıĢından kendi parası cinsinden borçlanabilme imkanı ile dalgalı kur rejiminin yapısı arasında istatistiki olarak çok güçlü bir iliĢki bulmuĢlardır. Özellikle, yurt dıĢından kendi parası cinsinden borçlanamayan ve dalgalı kur rejimi uygulayan ülkelerin önemli ölçüde daha fazla rezerv tutma eğiliminde oldukları ve bu ülkelerde rezerv ile faiz oranı oynaklıklarına kıyasla döviz kurunda çok daha az bir oynaklığa izin verildiği gözlenmiĢtir. GeçiĢkenlik etkisi için ise daha zayıf sonuçlar bulunmuĢtur. Özetle, kendi parası cinsinden borçlanamayan ülkelerin merkez bankaları, döviz kuru ve para politikasını yürütürken para birimi uyumsuzluğu nedeni ile ulusal paradaki değer kaybının muhtemel olumsuz etkilerini içselleĢtireceklerdir. Yine daha sonra yapılan bir çalıĢmada, Eichengreen vd. (2003) aĢağıdaki ampirik bulgulara ulaĢmıĢlardır: i) Ġlk günah sorunu olan ülkelerin paraları daha az dalgalandığından, temel günah dalgalanma korkusunu açıklayan sebeplerinden biri olmaktadır, ii) Ġlk günah sorunu daha büyük olan ülkeler, daha fazla rezerv tutmaktadırlar, iii) Ġlk günah ile makroekonomik volatilite arasında pozitif bir iliĢki bulunmaktadır çünkü temel günah otoritelerin çevrim karĢıtı politika uygulama imkanlarını sınırlandırmaktadır. Merkez bankasının NÖVM olma iĢlevini kısıtlaması ve büyük üretim kayıpları ile sonuçlanabilmesi nedeniyle döviz cinsinden yükümlülükler, reel döviz kurundaki artıĢları daha maliyetli kılmaktadır, iv) Dalgalanma serbestliğini ölçen döviz kuru volatilitesi / rezerv volatilitesi ile temel günah arasında 168 negatif bir iliĢki bulunmuĢtur, v) Ġlk günah ile ülke derecelendirme notları arasında negatif bir iliĢki bulunmuĢtur. Borç tahammülsüzlüğüne iliĢkin kontrol değiĢkenleri de ilave edildiğinde, temel günaha iliĢkin sonuçlar temel olarak değiĢmemektedir. Özet olarak, temel günah, dalgalanma korkusuna, yüksek GSMH oynaklığına, düĢük kredi notlarına, ani duruĢlara ve bağımsız bir para politikası izleme imkanının kısıtlanmasına yol açmaktadır. Chamon ve Hausmann (2004), bir ekonomideki yerleĢiklerin hangi para cinsinden borçlanacaklarına dair bireysel bazdaki kararları ile söz konusu kararlar veri iken, merkez bankasının optimal para politikası tepkisi arasındaki etkileĢimi incelemektedir. Ulusal para cinsinden uzun vadeli ve sabit faiz oranından borçlanmanın mümkün olmadığı varsayımı altında; borcun yeniden çevrilmesi sırasındaki sözleĢme Ģartları, o ankdaki yurt içi faiz oranlarına bağlı olacaktır. Modelde, gelecekte beklenen döviz kurunun bir Ģoka maruz kalması durumunda, ileriye dönük ekonomik birimler sayesinde söz konusu Ģok cari döviz kuru ve faiz oranını da etkilemektedir. Merkez bankası ise Ģoku massetmek üzere, para politikası aracılığı ile faiz oranı ile döviz kurunun ne kadar değiĢmesi gerektiğine karar vermektedir. Merkez bankasının iflasları önlemeye yönelik bir kaygısının ve yükümlülüklerin çoğunun döviz cinsinden olduğu bir ekonomide, merkez bankası daha yüksek bir faiz oranı oynaklığı pahasına döviz kurunun istikarını koruyacak; yükümlülükler ağırlıkla ulusal para cinsinden ise tersini uygulayacaktır. Bu durum yükümlülük kompozisyonunda çoklu dengeye yol açabilecektir. Bir yerleĢik, diğer yerleĢiklerin döviz (ulusal para) cinsinden borçlanmalarını bekliyorsa, para politikasının da bu türden bir yükümlülük kompozisyonununa göre Ģekilleneceği beklentisi altında, kendisi de döviz (ulusal para) cinsinden borçlanmayı optimal bulacaktır. Merkez bankasının, döviz kurunun (faiz oranının) istikrarı yönünde yeteri kadar güçlü bir tercihi varsa, yükümlülüklerin döviz (ulusal para) cinsinden olduğu tek bir denge var olacaktır. Chang ve Velasco (2006) da, Chamon ve Hausmann (2004)'e benzer bir sonuca ulaĢmıĢtır. Ancak, anılan çalıĢma, Ģoku takiben merkez 169 bankasının ulusal paranın değer kaybetmesine izin verip vermeyeceğine odaklanırken, bu çalıĢma döviz kuru rejimi seçimine odaklanmaktadır. Ġstikrarlı bir döviz kuru politikası beklentisi içerisinde olan yurt içi firmalar, döviz cinsinden borçlanacak ve sonrasında ise firmaların iflasından çekinen parasal otorite, söz konusu beklentileri geçerli kılabilecek ve dolayısıyla belli bir politikaya iliĢkin beklentiler kendi kendini gerçekleĢtirebilecektir. Dolayısıyla, döviz kuru oynaklığına iliĢkin beklentiler ile para birimi uyumsuzluklarının derecesi merkezi bir rol oynamaktadır. Fiyat yapıĢkanlığı varsayımının yer aldığı, küçük bir açık ekonomi genel denge modeline dayanan bu çalıĢmada, yerleĢikler ulusal para ya da döviz cinsinden borçlanmaya karar vermektedirler. Fiyat yapıĢkanlığı, para ve döviz kuru politikalarına önem kazandırmaktadır; esnek kurlar, bir dıĢ Ģok karĢısında daha yüksek bir döviz kuru oynaklığı pahasına emek arzı ve üretimi istikrarlaĢtırmaktadır. Ayrıca, kurlardaki beklenmeyen değiĢimler, bir taraftan serveti etkilerken, diğer taraftan yerleĢiklerin farklı para birimlerinde uzun ve kısa pozisyonda olmaları halinde, yurt içi tüketimin oynaklığını da arttırabilmektedir. Merkez bankası ise yükümlülüklerin döviz kompozisyonu veri iken hangi kur rejimini uygulayacağına karar vermektedir. Portföy ve kur rejiminin eĢanlı olarak tercih edildiği modelde, çoklu denge, bir baĢka deyiĢle hem sabit hem de dalgalı kur rejimi, denge sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Her iki dengenin aynı anda varolması halinde, dalgalı kur rejiminin Pareto üstün olduğu bulunmuĢtur, bir baĢka deyiĢle, rassal beklentiler nedeniyle sabit döviz kuru rejimi seçilmiĢ ise, beklenen refah verimsiz bir biçimde daha düĢük olacaktır. Bu durumda, merkez bankasının yerleĢiklerin portföy kompozisyonlarından bağımsız olarak önceden dalgalı kur rejimi taaahüdü altına girebilmesi, refahı arttıracaktır. Bu da aktif bir de-dollarizasyon süreci savını desteklemektedir (Chang ve Velasco, 2006). Benzer bir Ģekilde, Caballero ve Krishnamurthy (2005) de, farklı nedenlerden bile olsa, merkez bankasının önceden dalgalı kur rejimi 170 taaahüdü altına girmesi gerektiği savunmaktadır; finansal piyasalardaki aksaklıklar, yerleĢik ekonomik birimlerin likidite Ģokları karĢısında eksik sigortalanmaları sonucunu doğurmaktadır. Sigorta tutarı bir kez seçildikten sonra, dalgalı kur rejiminin Ģokları düzeltebilmesi mümkün değildir, ancak ex ante, ekonomik birimleri Ģoklara karĢı daha fazla önlem almaya teĢvik etmektedir. Bu da, bir de-dollarizasyon sürecinin yararlarını ortaya koymaktadır. Dalgalanma korkusu, varlık ve yükümlülüklerdeki para birimi uyumsuzluğu ile bağlantılı olarak içsel bir biçimde ortaya çıkabilmektedir. Yükümlülük dolarizasyonu, sadece dalgalanma korkusuna neden olmakla kalmayıp, o korkunun rasyonel bir biçimde öngörülmesi sebebiyle kendi kendine de ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca, modelde sadece yükümlülük dolarizasyonu değil, varlık ve yükümlülüklerdeki para birimi uyumsuzluğu da dalgalanma korkusuna kaynaklık etmektedir. 3.2.3.2. “Bankaya Hücum” YaklaĢımı Chang ve Velasco (2000), küçük bir açık bir ekonomide finansal sektördeki likidite yetersizliğini modellemiĢtir. Bir ülkenin konsolide finansal sisteminde, döviz cinsinden kısa vadeli potansiyel yükümlülüklerin, döviz cinsinden kısa vadeli potansiyel varlıkları aĢması olarak nitelendirilen uluslarararası likidite yetersizliğinin; kendi kendini gerçekleĢtiren banka ve/veya döviz krizleri ile bağlantısını ortaya koymaya yönelik çalıĢmada, döviz cinsinden kısa vadeli borca aĢırı bağımlılığın ve sermaye giriĢlerindeki bir tersine dönüĢün yükselen piyasa ekonomilerinde firmalar kesimini finansal paniğe karĢı kırılgan kılacağı tartıĢılmaktadır. Modelde, kısa vadeli borç, maliyeti daha düĢük olduğu için uzun vadeli borca tercih edilmektedir; bir kriz esnasında uzun vadeli dıĢ borcun tamamının temerrüde konu olabileceği ancak kısa vadeli dıĢ borcun en azından bir kısmının ödeneceği varsayılmaktadır. 171 Likit olmayan uzun vadeli varlıklarına karĢılık, sermaye piyasası sürtünmeleri ve aksaklıkları, firmaları kısa vadeli borçlanmaya itebilmekte ve genel kredi koĢullarındaki ani bir değiĢikliğin ardından borçlarını yenileyemeyen firmalar, yatırımlarını kısmak ve bazen de tasfiye etmek zorunda kalabilmektedirler. Sermaye giriĢlerindeki bir tersine dönüĢ de ekonomileri bir yatırım çöküĢü tehlikesi ile karĢı karĢıya bırakabilmektedir. Yazarlara göre, krize giren ülkelerde gözlemlenen iflaslar ve zayıf bilançolar, krizin nedenlerinden çok sonuçlarına iĢaret ediyor olabilir. Ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesi, bankaya hücumları olası kılabilmekte ve krizlerin zararlı reel etkilerini çoğaltabilmektedir. Birinci ve ikinci nesil kriz modellerinin aksine krizlerin reel etkileri bulunmaktadır. Yatırımların tasfiyesi nedeniyle reel kayıplara uğrayabilen likit olmayan bankalar, fiilen borç geri ödeyememe durumuna düĢebilmektedirler. Ticarete konu olmayan mal (N malları) üretiminde bulunan sektörler, yatırım yapabilmek için ticari bankalardan döviz cinsinden borçlanmak zorundadır. Bankaların, bu sektörlere borç verme ile ticarete konu olan mallara (T) yatırım yapma arasında kayıtsız kalabilmeleri için N malları sektörü tarafından ödenen faizin, T üretiminin marjinal getirisine eĢit olması gerekmektedir. T mallarının N mallarına göre fiyatı ise reel döviz kurunu ifade etmektedir. Reel döviz kurundaki bir artıĢ (ulusal paranın değer kaybetmesi) sonucunda, N malları sektörü bankalara olan borçlarını ödeyemez hale gelebilmekte ve kendi kendini gerçekleĢtiren bir bankaya hücum mümkün olabilmektedir. Böylece, bankanın tasfiye sonrası değeri, N malları sektörüne açılan krediler aracılığıyla reel kura bağlı olduğundan, içsel bir hale gelmektedir. Banka gelirlerindeki düĢüĢün çok büyük bir kısmı, Diamond and Dybvig (1983) tarzında fiziksel bir varlık tasfiyesinden değil; ulusal paranın değer kaybı ve bunun sonucunda ortaya çıkan N malları sektöründeki iflaslardan kaynaklanabilmektedir. Buradaki reel etkiler, finansal sektörün verimsizliği ile reel döviz kurundaki hareketin etkileĢiminden kaynaklanmaktadır. Krugman (1999)'da sorun teminat kısıtları iken, burada T 172 sektöründeki maliyetli tasfiyelerdir (ya da daha genel olarak fon yetersizliğinden dolayı tamamlanmayan ya da hiç baĢlanmayan projelerdir). Risk minimizasyonu açısından doğru bir kararmıĢ gibi gözüken, döviz cinsinden borçlanan yurt içi bankaları, döviz cinsinden borç vermeye zorlamak; model sonuçlarına göre bir iĢe yaramamaktadır. Bu durumda, reel devalüasyon riski sadece (mallarının göreli fiyatı beklenmedik bir Ģekilde düĢtüğünde borçlarında kısmen temerrüde düĢecek olan N malları sektörüne aktarılmıĢ olmaktadır. Modelin çözüm önerisi, hem N malları sektörüne açılan kredilerin, hem de banka yükümlülüklerinin bir kısmının N malları cinsinden olmasıdır. Böylece, N mallarının göreli fiyatının düĢtüğü bir bankaya hücum esnasında, bankanın mevduat sahiplerine yapacağı T malları cinsinden, bir baĢka deyiĢle, döviz cinsinden ödemeler azalacaktır. Benzer Ģekilde, yurt dıĢından sağlanan kredilerin de N malları (ulusal para) cinsinden olması, ulusal para değer kaybettiğinde borç servisi maliyetini azaltacak ve bankaların likidite pozisyonunu kuvvetlendirecektir. Ulusal para cinsinden borçlanmanın mümkün olmadığı durumlarda, yurt içi fiyat seviyesine endeksli krediler de bir çözüm olabilecektir. Modelde, N mallarına oranla yurt içi tüketim ve üretimi düĢen T mallarının göreli fiyatı artmakta ve böylece ulusal para değer kaybetmektedir. Bununla baĢ etmenin en iyi yolu, bankalara, yatırımlarını tasfiye etmeden önce reel kaynak sağlamak ve dolayısıyla T mallarında üretim düĢüĢünü önlemektir. Buna denk bir politika önerisi de, T malları sektörüne banka dıĢı acil kredi imkanları sağlamaktır; böylelikle devam eden yatırımları sekteye uğratmadan yurt içi bankalara olan borçlarını ödeyebileceklerdir. Ancak, uygulamada her iki politika da faydalı olmayabilecektir. Asimetrik bilgi ve ahlaki risk, durumu daha da karmaĢıklaĢtırmaktadır. Doğrudan ödemeler dengesi desteği daha kolay ve aynı ölçüde etkin olabilmektedir. Buradaki sorun, T mallarının yurt içi üretiminin ve dolayısıyla tüketiminin düĢmesidir. Ancak, T mallarının ithal edilmesi, tüketimi destekleyerek ulusal paradaki reel değer kaybını önlemiĢ olacaktır. Chang ve Velasco (2000: 38)'e göre, her ne kadar yabancı alacaklılar, tüketimin finanse edilmesi amacıyla acil kredi 173 sağlama fikrine sıcak bakmayabilecek ise de, ihtiyaç duyulan çözüm tam da budur: bir penilik yardım, bir poundluk fayda sağlayabilir. T malları tüketim seviyesinin yüksek olması, N sektöründeki iflasları olduğu kadar olumsuz çarpan etkisinin de ortaya çıkmasını önleyebilecektir. Döviz kuru rejimine iliĢkin olarak ise, bu çalıĢmada esnek döviz kurlarının yegane sosyal optimumu sağladığı sonucuna ulaĢılmıĢtır; sabit döviz kuru taahhüdünü terkeden bir merkez bankası, bankaya hücum esnasında ticari bankalara yardım sağlayabilmekte ve aynı zamanda ekonominin uzun dönemli varlıklarının verimsiz bir Ģekilde elden çıkarılmasını da engellemektedir. Ayrıca, bankalar mevduat sahiplerine karĢı olan tüm yükümlülüklerini yerine getirebilmekte ve erken mevduat çekiliĢleri de eĢlik eden devalüasyon ile cezalandırılmaktadır. Dolayısıyla, bir bankaya hücum olasılığının varlığı, esnek döviz kurlarını sabit döviz kurlarına daha üstün kılmaktadır. Ancak, anılan politika, sabit kur rejiminde otoritelerin aniden rejim değiĢtirerek, ulusal paranın değer kaybetmesine izin verdikleri bir ortamda değil; dalgalı kur rejimi altında geçerli olmaktadır. Ayrıca, esnek döviz kurları sadece doğru bir para politikası ile birlikte iĢe yaramaktadır, merkez bankası NÖVM iĢlevini yerine getirmeye istekli olmalıdır. Aynı zamanda, bu sonuçlar, mevduatların ulusal para cinsinden olduğu varsayımına dayanmaktadır; yükümlülüklerin ulusal para cinsinden olmaması durumunda, nominal döviz kurundaki hareketler reel döviz kurunu etkileyememektedir. Özetle, banka yükümlülükleri yeterli bir oranda ulusal para cinsinden ise, esnek kurlar istikrarlaĢtırıcı olabilmektedir. Diğer taraftan, yurt dıĢından sağlanan krediler zaten döviz cinsinden olduğundan, esnek kurlar yabancı alacaklıların paniği karĢısında iĢe yaramayacaktır (Chang ve Velasco, 2000). 174 3.2.3.3. “Ani DuruĢ” YaklaĢımı Calvo vd. (2004), 1990-2001 dönemi için 15'i yükselen piyasa ekonomileri ve 17'si de geliĢmiĢ ülkeler olmak üzere toplam 32 ülke verisini kullanarak yaptıkları Panel Probit çalıĢmalarında, yakın geçmiĢte yaĢanan krizlere iliĢkin ampirik kriz yazınının, ya para krizleri ya da cari iĢlemler hesabındaki geri dönüĢlere odaklandığını ancak söz konusu krizlerin pek çoğunun uluslararası piyasalardaki kredi Ģoklarından kaynaklandığını dile getirmiĢlerdir. Bu sebepten dolayı, nominal döviz kurundaki dalgalanmalar ya da cari iĢlemler hesabındaki geri dönüĢler yerine 65 , sermaye hesabındaki büyük ve beklenmeyen hareketlere odaklanmıĢlardır. ÇalıĢmada, ani duruĢ dönemlerinde reel faiz oranı, rezervler ve cari iĢlemler dengesi gibi anahtar makroekonomik değiĢkenlerin geliĢimi ele alınmıĢtır. Yükselen piyasa ekonomilerinde, ulusal paranın değer kaybettiği dönemlerin sadece %37'sinin ani duruĢ ile ilgili olmadığı bulgusuna ulaĢılmıĢtır. Güney Afrika dıĢarıda bırakıldığında ise, anılan oran %25'e düĢmektedir. GeliĢmiĢ ülkeler içinse sonuç bir hayli farklı bulunmuĢtur: anılan dönemlerin %83'ü ani duruĢ ile ilgili değildir. Bu gözlem, geliĢmekte olan ülkelerin aksine, geliĢmiĢ ülkelerin sermaye piyasalarının döviz krizleri süresince açık kalma olasılığının daha kuvvetli olduğuna iĢaret etmektedir. Reel faiz oranları, ani bir duruĢ döneminde keskin bir Ģekilde artıĢ göstermiĢtir: ortalama 3900 ve yükselen piyasa ekonomileri için de ortalama 4670 baz puan. Bu noktadan hareketle, ani duruĢların sermaye piyasalarındaki arz yanlı kaymaları yansıttığı sonucuna ulaĢılmıĢtır. Rezerv değiĢkeni, ani duruĢun cari iĢlemler açığı üzerindeki olumsuz etkisini yumuĢatmak amacıyla ülkelerin ne ölçüde rezerv kullandıklarına iĢaret etmektedir. Pek çok ülke, ani duruĢun geri döndürülebileceği umuduyla 65 Döviz krizlerinin zamanlaması, ani duruşun zamanlamasından oldukça farklı olabilmektedir. Örneğin, Arjantin için ani duruş Mayıs 1999'da başlamış ancak döviz krizinin gerçekleşmesi Şubat 2002'de olmuştur. Ayrıca, cari işlemler ve döviz kuru, büyük ölçüde dışsal faiz oranı getiri farklarının tetiklediği ani duruştan çok içsel politika tercihlerinden etkilenebilmektedir. 175 mevcut döviz kuru seviyesini koruyabilmek ve ani cari iĢlemler hesabı uyarlamasını engellemek üzere rezerv kaybetme stratejileri uygulamıĢtır. Merkez bankaları, ani bir duruĢ esnasında, kredi kısıtı altında bulunan ve ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan sektörlere, kredi geniĢlemesi aracılığı ile rezervlerini kullandırabilmektedir; ani duruĢ dönemlerinde rezervler ortalama % 35.7 oranında erimiĢtir. Aynı zamanda ani duruĢlar beraberinde, uluslararası sermaye piyasalarındaki bozulmayı yansıtan, ani cari iĢlemler dengesi uyarlamaları getirmektedir. Cari iĢlemler dengesinde dip seviyesinden zirve seviyesine ortalama artıĢ, geliĢmekte olan ülkeler için GSMH'nin %6.1'i ve geliĢmiĢ ülkeler için ise GSMH'nin %1.1'i olarak bulunmuĢtur (Calvo vd., 2004). Ayrıca, bu çalıĢmada, katsayılarının istatistiki olarak anlamsız bulunması sebebiyle, kamu borcu ya da toplam dıĢ borç stokunun, ani duruĢ olasılığı üzerindeki etkilerinin çok açık olmadığı ortaya konulmuĢtur. Bu noktada, değerleme etkileri ile kamunun özel sektör borçlarını devralmasından kaynaklanan Ģartlı yükümlülüklerin gerçekleĢmesi belirleyici olabilmektedir. Kore'de kamunun borcu 1997'deki ani duruĢ öncesinde GSMH'nin sadece % 10'u iken, mali yüke finansal sektör kurtarma paketi de eklenince söz konusu oran dört katına çıkmıĢtır. Calvo vd. (2008) ise, 1990-2004 dönemi için 110 geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülke verisini kullanarak yaptıkları Panel Probit çalıĢmalarında, bilanço etkisinin, sermaye hareketlerinde sistemik bir ani duruĢ (3S) ortaya çıkarabilme olasılığını ampirik olarak analiz etmiĢlerdir. Bu çalıĢmada, geliĢmekte olan ülkelerde son 15 yıl içinde ortaya çıkan finansal krizlerde, yurt içi finansal etkenlerin rolü, özellikle döviz cinsinden borçlar ve küresel sermaye piyasaları ile finansal bütünleĢmenin derecesi ayrıĢtırılarak incelenmiĢtir. Sermaye giriĢlerinde “büyük ve büyük ölçüde beklenmeyen” azalıĢların meydana geldiği dönemlerin incelendiği bu çalıĢmada, Calvo vd. (2004)'den farklı olarak, 3S tanımında sermaye hesabındaki geri dönüĢlerin bir üretim daralması ile eĢleĢmesi gereğine yer verilmemiĢtir. Böylelikle, 176 tanımda dıĢsal tetikleyiciler üzerinde yoğunlaĢılarak, içsel faktörlerin potansiyel etkisi azaltılmaktadır. Reel döviz kurundaki dalgalanmaların bilançolar, üretim ve geri ödeme kapasitesi üzerindeki tahrip edici etkileri dikkate alındığında, reel döviz kurunda büyük dalgalanmalar yaratacağı varsayılan sistemik bir ani duruĢun ortaya çıkma olasılığının, aĢağıdaki değiĢkenin artan bir fonksiyonu olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır: yurt içinde massedilen ticarete konu mallar içerisinde cari iĢlemler açığının payı (CAD / Z) ve yükümlülük dolarizasyonu, özellikle de yurt içi bankacılık sistemine olan döviz cinsinden yükümlülükleri ifade eden yurt içi yükümlülük dolarizasyonu (YYD). Bir baĢka deyiĢle, anılan olasılığın ana belirleyenleri, reel döviz kurundaki potansiyel değiĢimleri temsil eden, ticarete konulan mallar için yurt içi tüketime kıyasla kısıtlı bir arz ve GSMH'ye oran olarak yüksek düzeyde bir YYD‟dir.66 Ayrıca, bilanço etkisinin lineer olmayan bir Ģekilde 3S olasılığını etkilediği ve finansal bütünleĢme derecesindeki bir artıĢın da, 3S olasılığını arttırdığı ancak kritik bir eĢik değerden sonra söz konusu iliĢkinin yön değiĢtirdiği gözlemlenmiĢtir. Ani duruĢun baĢlangıç aĢamasında, yurt dıĢından sağlanan krediler ve toplam talepte büyük daralmalara yol açan keskin faiz oranı artıĢları gözlemlenmektedir. Ġlk tetikleyici genellikle dıĢsal ve finansal olabilmektedir. Ancak, ilk Ģok ile baĢlangıç kredi daralmasının tam anlamıyla bir ani duruĢa dönüĢüp dönüĢmeyeceği, yurt içi kırılganlıklara bağlı olarak, baĢlangıç daralmasının büyüklüğü tarafından belirlenmektedir. Ani duruĢ, çoğu zaman beraberinde ulusal parada büyük oranlı bir reel değer kaybı getirdiğinden ve döviz söz konusu olduğunda, merkez bankalarının bir NÖVM olabilmelerinde ciddi kısıtlar bulunduğundan; döviz cinsinden yükümlülükler süreçte merkezi 66 YYD göstergesi olarak, döviz cinsinden yükümlülüklerin toplam yükümlüklere oranı değil, yükümlülük dolarizasyonunun GSYH'ye oranı alınmıştır. Bu oran, aşırı derecede dolarize olmamış bir finansal sistemde bile, bankacılık sisteminin yeteri kadar büyük olması halinde; yükümlülük dolarizasyonunun GSYH'ye oranının, reel döviz kurundaki büyük bir artış aracılığıyla, ekonomiye önemli bir yük getirebileceği savından hareketle seçilmiştir. Örneğin, döviz cinsinden yükümlülüklerin toplam yükümlülükler içerisindeki payının yüksek ancak bankacılık sisteminin küçük olduğu Latin Amerika’ya kıyasla, Doğu Asya’da döviz cinsinden yükümlülüklerin toplam yükümlülükler içerisindeki payı çok yüksek değildir (Calvo vd., 2008: 18). 177 bir rol oynamaktadır. ÇalıĢmada, YYD üzerinde durulmasının temelinde, ödeme sisteminin kalbi durumunda olan yurt içi bankaların iflas etmeleri ya da faaliyetlerinin geçici olarak durdurulması durumunda bile ciddi bir arz Ģokunun tetiklenebilecek olması yatmaktadır. Calvo vd. (2004), ekonomideki temel göreli fiyatlardan biri olan, ticarete konu olan malların ticarete konu olmayan mallara göre fiyatını ifade eden ve ticarete konu olmayan pek çok malı kapsayan reel döviz kurundaki bir artıĢın; yükselen piyasa ekonomilerinin çoğunda var olan YYD sebebiyle, ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan firmaların bankalara olan kredi borçlarının geri ödemelerini daha da zorlaĢtıracağını savunmuĢlardır. Kredilerin geri dönmemesi, bankaların iflas edebileceği yönündeki beklentileri arttırarak, “bankaya hücumlar”a yol açabilmekte ve bu da kaçınılmaz olarak, ödemeler sistemini etkileyerek, finansal iĢlemler ve üretimde aksamalara neden olabilmektedir. Bu Ģekilde, bankacılık sisteminin borç geri ödeyebilme gücü hakkında çok ciddi bir endiĢe tetiklenebilecektir. Bu etkinin büyüklüğü ise reel döviz kurundaki değiĢimin boyutuna, döviz cinsinden borcun oranına ve kısa vadede uygulanması çok kolay olmayan, firmaların üretimi ticarete konu olan mallara kaydırabilme yeteneğine bağlı olarak değiĢecektir. ÇalıĢmada, geliĢmekte olan ülkeler için Tekila krizi (1994-1995) ve Doğu Asya - Rusya Krizi (1998-1999) olmak üzere iki, geliĢmiĢ ülkeler için de 1992'deki Avrupa Döviz Kuru Mekanizması krizi olmak üzere bir finansal türbülans dönemi tespit edilmiĢ ve bu dönemler boyunca 77 adet 3S gözlemlenmiĢtir. Ticarete konu olan ve olmayan mallar olmak üzere iki sektör içeren modelde, ticarete konu olmayan mallar için aĢağıdaki talep fonksiyonu geçerlidir: h = α +β rer + δ z67 67 (3.1) H = Ticarete konu olmayan mallara yönelik talep, h = log H, β > 0; RER = Reel döviz kuru (ticarete konu olan malların ticarete konu olmayan mallar göre fiyatı), rer = log RER; Z = İthalat ile yurt içi arzın belirli bir oranının toplamından oluşan ticarete konu olan mallara yönelik talep, z = log Z, δ > 0. 178 Ticarete konu olan ve olmayan mal arzlarının esnek olmadığı varsayımı altında, denge koĢulunda, ∆rer = - δ/β ∆z68 (3.2) Ticarete konu olan mallara yönelik talepteki oransal daralma ne kadar büyük olursa, reel döviz kurundaki oransal artıĢ da o kadar yüksek olacaktır. Reel döviz kurundaki değiĢim ise döviz cinsinden yükümlülüklerin GSYH'ye oranını değiĢtirecektir. Döviz cinsinden yükümlülükler veri iken, reel döviz kurundaki değiĢim ne kadar büyük olursa, yurt içi finansal baskı olasılığı da o denli yüksek olacaktır. Reel döviz kurundaki büyük oranlı bir değiĢim, ithal girdilere bağımlı firmalar örneğinde olduğu gibi, döviz cinsinden borçlanmanın olmadığı bir durumda bile, finansal baskı yaratabilecektir. Net hata ve noksanın sıfıra eĢit olduğu kabul edilirse, ödemeler dengesi eĢitliği uyarınca : KI = CAD + ∆R = Z - Y +S + ∆R69, CAD = Z - Y + S (3.3) Y - S = (Z - CAD) / Z = w → (1 - w) = CAD / Z (3.4) Modeldeki temel değiĢkenlerden biri, yurt içinde massedilen ticarete konu mallar içerisinde cari iĢlemler açığının payını, bir baĢka deyiĢle, dıĢ finansmanın payını ifade eden (1 - w)‟dir. Yurt içinde massedilen ticarete konu mallar içerisindeki kaldıraçsız payı ifade eden w‟nin azalması, diğer bir ifadeyle, (1 - w)‟nin artması; ülkenin, dıĢ finansman kaynaklarına bağımlı olması anlamına gelmektedir. Bu türden bir durumda, ani bir duruĢun, uluslararası rezervler sabit tutulduğunda, yurt içinde massedilen ticarete konu mallar ve dolayısıyla reel kur üzerindeki etkisi daha büyük olacaktır; ülke, cari 68 ∆ = Birinci fark operatörü KI = Sermaye hareketleri, CAD = Cari işlemler dengesi, ∆R = Rezerv değişimi, Y = Ticarete konu olan mal Üretimi ve S = Uluslararası faktör ödemeleri ve cari transferler. 69 179 iĢlemler açığının kapatılması sonucunda ortaya çıkacak reel döviz kuru artıĢına daha duyarlı hale gelecektir. Ticarete konu olan malların yurt içi arzı ne kadar yüksekse, söz konusu malların massedilmesi için yurt dıĢından sağlanacak finansman ihtiyacı (kaldıraç) o kadar düĢük olacaktır. Dolayısıyla, model, apriori olarak ani duruĢ olasılığının w ile negatif ve dıĢsal finansal tetikleyici veri iken de YYD ile pozitif bir iliĢki içinde olduğunu beklememize yol açmaktadır. Böylece ani duruĢ olasılığında muhtemel bilanço etkilerinin ne derece önemli olduğu ortaya koyulmaktadır. Kredi daralmasının, ticarete konu olan mal talebi üzerindeki etkisi ise mevcut borcun vade yapısı ile merkez bankasının rezerv politikasına bağlı olacaktır. Kredi kıtlığının baĢlangıç etkisinin ölçülmesinde, Ģok öncesi cari iĢlemler açığının ticarete konu olan malların massedilmesine oranı makul bir temsil değiĢkeni olarak gözükmektedir. BaĢlangıç aĢamasında ani duruĢun sıfır sermaye giriĢi (KI = 0) ile sonuçlandığı bir durumda, CAD aynı ve pozitif kalırsa, rezerv kaybı olmak zorundadır, ∆R < 0. Bu durumda ekonomi bir ödemeler dengesi krizine sürüklenecek ve kriz sonrası uyumun tüm yükü CAD üzerine düĢecektir. Dolayısıyla, CAD'ın sıfıra eĢit olacağı bir zaman gelecektir. Ekonominin baĢlangıçta dıĢ finansal yükümlülüklerini yerine getirmeye devam ettiği ve Y'nin kredi kıtlığından dolayı daralmadığı en iyi durumda, (∆Y = 0 ve S'nin değiĢmediği varsayımı altında ∆S = 0), aĢağıdaki eĢitlik geçerli olmak zorundadır: 70 ∆CAD = ∆Z → CADt - CADt-1 = ∆Z = - CAD (CADt = 0 iken)70 (3.5) - ∆Z / Z = CAD / Z (3.6) (t -1) terimi düşürülerek. 180 Z'deki göreli değiĢim loglardaki birinci fark ile gösterilirse, (3.2) ve (3.5)'den: ∆rer = δ/β . CAD / Z (3.7) Dolayısıyla, reel döviz kurundaki potansiyel oransal değiĢim, ani duruĢ öncesinde CAD ile birlikte artmaktadır. Reel döviz kurundaki artıĢın boyutu, cari iĢlemler açığını kapatmak için gerekli olan, ticarete konu olan malların massedilmesindeki yüzde azalmaya bağlı olacaktır. Ticarete konu olan malların yurt içi massedilmesinde, kaldıraç ne kadar düĢükse, reel döviz kurundaki etki de o kadar küçük olacaktır. Y'nin değiĢmediği veri iken, bazı ani duruĢ dönemlerinde, Y azalmakta ama asla artmamaktadır. Bu denklem reel döviz kurundaki gerekli oransal artıĢın alt sınırını, bir baĢka deyiĢle, toplam artıĢ içerisinde önlenilmesinin çok zor olduğu kısmı ifade etmektedir. DıĢsal bir tetikleyici Ģok Ģu Ģekilde geliĢebilmektedir: bir ülkedeki olumsuz ekonomik geliĢmeler sebebiyle, durumdan haberdar olan yatırımcılar, belirli bir düzeydeki likiditeyi korumak amacıyla portföylerindeki baĢka ülkelere ait varlıkları satmaya baĢlayabilirler. Diğer yatırımcıların geliĢmekte olan ülke menkul kıymetlerinden uzak durmalarını ya da yoğun bir biçimde satıĢa geçmelerini, daha düĢük bir getiri iĢareti olarak algılayan durumdan haberdar olmayan yatırımcılar da satıĢa geçebilir. Halbuki, haberdar olan yatırımcıların satıĢı sadece likidite yönetimi amacıyla gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu durumda, krizin çıktığı ülke ile hiçbir bağı olmayan bir grup ülke, reel döviz kuru artıĢı ile sonuçlanan büyük ve beklenmedik ölçüde bir likidite Ģokuna maruz kalabilmektedir. Dolayısıyla, reel döviz kurundaki oransal değiĢim büyük ve ekonomideki YYD yüksek ise büyük ölçekli iflaslar birbirini izleyebimekte ve tam anlamıyla bir ani duruĢ gerçekleĢebilmektedir. ÇalıĢmanın sonuçları özetlenecek olursa, i) Sistemik Ani DuruĢlar'ın beraberinde bilanço etkisinin temel unsuru olan büyük reel döviz kuru dalgalanmaları getirdiği, ii) Ani DuruĢ‟ların parasal ve döviz kuru düzenlemeleri ile mali duruĢları farklılık arz eden ülkeleri bir araya getirerek 181 aynı grup altında buluĢturmasından dolayı, analizde, potansiyel finansal kırılganlıklar üzerinde odaklanılması gereği, ii) reel döviz kurundaki büyük potansiyel değiĢimleri temsil eden ticarete konulan mallar için yurt içi tüketime kıyasla kısıtlı bir arz ve YYD'nin, ani duruĢ olasılığının ana belirleyenleri olduğu, iv) hem ticarete konu yurt içi mal arzı hem de bilançoların döviz kompozisyonunun pek çok açıdan yurt içi politikaların sonucu olduğu, ülkelerin yabancı alacaklılar tarafından teste tabi tutulabilidiği ancak ani duruĢlar karĢısındaki kırılganlığın gümrük ve rekabet politikaları gibi ticarete konu mal arzını etkileyen yurt içi faktörler ve kötü mali ve parasal politikaların sonucu olarak ortaya çıkan YYD tarafından arttırıldığı, v) bilançoların bir ani duruĢ olasılığı üzerindeki etkisinin yüksek oranda lineer olmayabileceği, özellikle de, ticarete konu olan malların massedilmesindeki yüksek oranlı kaldıraç ve yüksek YYD'nin çok tehlikeli bir birleĢim olabileceği, vi) finansal bütünleĢmenin artmasının 3S olasılığını arttırdığı ancak kritik bir eĢik değerden sonra söz konusu iliĢkinin yön değiĢtirdiği ve yüksek bütünleĢme seviyelerinde sıfıra ulaĢtığı, vii) yükselen piyasa ekonomilerinin çoğunlukla geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan diğer ülkeler arasında, Ani DuruĢ olasılığının en yüksek olduğu bölgede yer aldığı ve bu ülkelerde daha karmaĢık ve güvenilir finansal araçların kullanımını destekleyecek kurumların geliĢtirilmemesi halinde finansal bütünleĢmenin risk arz edebileceği bulgularına ulaĢılmıĢtır. 3.3. “BĠLANÇO” YAKLAġIMINA ĠLĠġKĠN AMPĠRĠK ÇALIġMALAR Yukarıda ele alınan kuramsal modellerden kesin sonuçlar çıkarılamayacağı dikkate alınırsa, ulusal paranın değer kaybetmesinin bilanço etkisi kanalıyla daraltıcı olup olmayacağı sorusuna ampirik olarak cevap vermek gerekmektedir. Söz konusu önermenin doğru olduğuna dair çalıĢmalar bulunsa da, bu etkinin kesin olarak hangi kanallar aracılığıyla gerçekleĢtiğinin hala tanımlanması gerekmektedir. Özellikle, firma seviyesinde yüksek oranlı yükümlülük dolarizasyonundan kaynaklanan 182 dikkate değer bilanço etkisinin varlığı ampirik olarak test edilmelidir. Firmaların kur riskinden tamamen korunmaları durumunda olumsuz bilanço etkisi ortaya çıkmayacaktır. Firma seviyesindeki ampirik kanıtlar, yükümlülük dolarizasyonunun varlığı durumunda ulusal paradaki değer kaybının üretim ve yatırımı daraltıcı etkileri konusunda kesinlik göstermekten uzaktadır. Diğer taraftan, geliĢmekte olan ülkelere iliĢkin yapılan çalıĢmalarda, kur ve likidite riski maruziyetine iliĢkin firma seviyesindeki verilerin eksikliği de kısıtlayıcı bir rol oynamıĢtır. Söz konusu kısıt yüzünden, firma seviyesinde para birimi uyumsuzluğunun ülkeler arası kesin belirleyenleri hakkında çok fazla Ģey bilinmemektedir. Aynı zamanda, bankacılık sektörünün varlıklarının önemli bir kısmının firmalara kullandırılan krediler olduğu göz önüne alındığında, firmaların finansal sağlığından kaynaklanabilecek sistemik risk de yüksek olacaktır. Mulder vd. (2002)‟nin firma bilanço göstergelerinin krizlerin tespiti ve önlenmesindeki rolüne iliĢkin çalıĢmaları yön gösterici olmakla birlikte, döviz cinsinden borçlanmaya iliĢkin veri eksikliği erken uyarı göstergelerinin kullanımını engelleyebilmektedir. Firmaların bilançolarına iliĢkin veri kısıtlılığı, politika düzeyinde de uluslararası finansal kuruluĢlar tarafından ciddi bir endiĢe kaynağı olarak dile getirilmektedir (Allen vd., 2002). Döviz cinsinden borçların toplam borç içerisindeki payının yüksek olması, para birimi uyumsuzluğu için gerek ancak yeter bir Ģart değildir. Muhasebe kayıtlarına dayanan ve doğrudan yaklaĢım olarak adlandırılan ilk yöntemde, döviz varlık ve yükümlülüklerinin farkı beklenen döviz gelirleri ile karĢılaĢtırılmaktadır. Ancak, söz konusu yöntem için gerekli olan veriler genellikle mevcut değildir. Dolaylı yaklaĢım olarak adlandırılan ikinci yöntemde ise firma gelirlerini etkileyen diğer etkenler kontrol altına alındıktan sonra döviz cinsinden borçların, toplam borç içerisindeki payı ile karlılık göstergeleri arasındaki istatistiksel iliĢki incelenmektedir. Dolaylı yöntemi benimseyerek, döviz kurundaki dalgalanmaların döviz yükümlülüğü olan firmaların karlılık ve yatırımları üzerindeki bilanço etkisini 183 inceleyen ampirik çalıĢmalar, kırılganlıkların ülkeler ve bölgeler arasında oldukça değiĢkenlik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Özellikle, Latin Amerika ülkelerinin incelendiği çoğu çalıĢmada, döviz kuru dalgalanmalarının, döviz borcu olan firmaların yatırım seviyeleri üzerinde güçlü bir olumsuz bilanço etkisi olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. Buna karĢılık, Asya'daki yükselen piyasa ekonomilerine iliĢkin yapılan mikro düzeydeki çalıĢmalarda, bilanço etkisinin o denli önemli olmadığına dair bulgular mevcuttur.71 Bu kapsamda yapılan ilk çalıĢmalardan biri, Bleakley ve Cowan (2002)‟nin 1991-1999 dönemi için Arjantin, Brezilya, ġili, Kolombiya ve Meksika borsalarında iĢlem gören 450 firmanın döviz borcu kompozisyonunun belirleyenlerine iliĢkin çalıĢmasıdır. ÇalıĢmada, ticarete konu olan mal üretiminde bulunan firmaların, ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan firmalara göre döviz cinsinden daha fazla borçlandıkları sonucuna ulaĢılmıĢtır. Anılan doğal korunma nedeniyle, Bleakly ve Cowan (2002) rekabet gücündeki artıĢın, olumsuz bilanço etkilerinden daha baskın olduğu sonucuna ulaĢmıĢlar ve olumsuz bilanço etkisini destekleyici yönde bir kanıt bulamamıĢlardır. Ancak, Galindo vd. (2003a)‟da tartıĢıldığı üzere, bu çalıĢmanın bazı sınırlılıkları mevcuttur. Öncelikle, panel veri seti oldukça dengesizdir, gözlemlerin % 50‟si yükümlülük dolarizasyonunun çok sınırlı olduğu ve hükümetin döviz cinsinden borçlu firmalara örtük koruma sağlamıĢ olabileceği Brezilya‟ya aittir. Ayrıca, aynı çalıĢmada bilançonun varlık tarafına iliĢkin olarak varlık dolarizasyonu sistematik olarak modellenmemektedir. Yazında yer alan ampirik çalıĢmaların çoğunda, ulusal paradaki ani değer kaybına firma seviyesinde gösterilen tepkiler, toplam döviz yükümlülükleri üzerinde yoğunlaĢmaktadır. Ancak, birçok firmanın döviz cinsinden varlık bulundurabileceği de göz önüne alınmalıdır. Böyle bir durumda, olumsuz bilanço etkileri kısmen telafi edilebilecektir. Ayrıca, bir firmanın döviz kuru riskine maruziyeti, döviz kurundaki değiĢimin, firmanın nominal varlıkları ile 71 Bu sonuç, ticarete konu olan mal üreten ve döviz riskine karşı doğal koruması bulunan firmaların örneklemdeki payının görece yüksek olması ile açıklanabilir. 184 fiziki varlıklarının değeri üzerindeki etkisi, satıĢ fiyatı ve birim maliyeti üzerindeki etkisi ve satıĢ hacmi üzerindeki doğrudan olmayan etkisi tarafından belirlenmektedir. Borcun vade yapısı da kırılganlık derecesi üzerinde etkili olmaktadır. GeliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkeler için panel makro data kullanılarak yapılan ampirik çalıĢmalarda ise Galindo vd. (2003b), Cespedes (2005) ve Bebczuk vd. (2006) yüksek yükümlülük dolarizasyonu bulunan ülkelerde devalüasyonların daraltıcı etkileri olduğu bulgusuna ulaĢmıĢlardır. DıĢ borç seviyesi arttıkça ulusal paradaki reel değer kaybının daha daraltıcı olacağı sonucuna ulaĢan Cespedes (2005), yükselen piyasa ekonomileri ve geliĢmiĢ ülkeler için 1980-2001 döneminde yaĢanan 82 büyük devalüasyon dönemini inceleyerek, özellikle GSMH'nin devalüasyon sonrası ilk iki yıl içindeki seyrini incelemiĢtir. ÇalıĢmada reel devalüasyonun, birinci yıl için daraltıcı bilanço etkisine, ikinci yıl için ise geleneksel geniĢletici etkisine dair kanıtlar bulunmuĢtur. Döviz cinsinden dıĢ borcu yüksek olan ülkelerde, kısa vadede ciddi üretim kayıplarına yol açacak olsa da, reel devalüasyonun, orta vadede geniĢletici etkisinin daraltıcı bilanço etkisine baskın geleceği ve dolayısıyla üretim üzerinde olumlu bir etkisi olacağı sonucuna ulaĢılmıĢtır. Ancak, dıĢ borçları yüksek olan ülkelerin daraltıcı devalüasyon yaĢamaları muhtemeldir. YYD de devalüasyonun gerçekleĢtiği yılda üretimin seyrini etkilemesi bakımından istatistiki olarak anlamlı bulunmuĢtur; daha yüksek YYD'si olan ülkelerin üretim kayıpları daha yüksek olacaktır. Ayrıca, daha derin finansal piyasalara sahip olan ülkelerin, devalüasyonun ardından daha düĢük üretim kayıpları ile karĢı karĢıya kaldığı gözlenmiĢtir. Galindo vd. (2006), yükümlülük dolarizasyonunun varlığı durumunda reel döviz kurunda ortaya çıkan artıĢların istihdam üzerindeki etkilerini incelemiĢlerdir. 9 Latin Amerika ülkesi için sanayi istihdamı ve ticarete iliĢkin panel veri seti kullanılan çalıĢmada, dıĢ ticaret açıklık oranı yüksek olan ülkelerde, reel döviz kurundaki artıĢların istihdam artıĢını olumlu yönde etkilediği ancak bu etkinin yükümlülük dolarizasyonu arttıkça tersine döndüğü 185 ve yüksek yükümlülük dolarizasyonu olan endüstrilerde ise nihai etkinin negatif olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. Bebczuk vd. (2006), 1976-2003 dönemi için 22 sanayileĢmiĢ ve 35 geliĢmekte olan ülke olmak üzere toplam 57 ülke verisini kullandıkları dengesiz panel çalıĢmalarında, örneklemin tamamı için reel döviz kurundaki artıĢların daha yüksek büyüme ile sonuçlandığını gözlemlemiĢtir. Ancak bununla birlikte, yükümlülük dolarizasyonunun devalüasyonların geniĢletici etkisini azalttığı sonucuna da ulaĢılmıĢtır. ÇalıĢmanın sonuçlarına göre, hiç dıĢ yükümlülük dolarizasyonu bulunmayan ülkelerde, % 20 oranındaki bir devalüasyon kiĢi baĢına düĢen GSMH'yi yaklaĢık % 0,5 arttırmakla birlikte, dolarizasyon arttıkça devalüasyonların geniĢletici etkisi ortadan kalkmaktadır. Döviz cinsinden dıĢ borcun GSMH'nin % 84'ünü aĢtığı ülkelerde ise devalüasyonların daraltıcı olacağı gözlemlenmiĢtir. Örneklem grubundaki ülkeler, döviz cinsinden dıĢ borcun GSMH'ye oranına göre sıralandığında, yukarı anılan türden bir oran, tüm örneklem grubundaki gözlemlerin %10'una ve geliĢmekte olan ülkeler için ise ilk 20 ülkeye denk gelmektedir. Ayrıca, yurt içi yükümlülük dolarizasyonunun % 50'den fazla olduğu ülkelerde de değer kayıpları daraltıcı nitelikte olmaktadır. Örneklem grubunda yer alan pek çok geliĢmekte olan ülke için, devalüasyonların daraltıcı etkisi Mundell-Fleming modelindeki standart ticaret kanalları ile sağlanan geniĢletici etkiden daha baskın olmaktadır. Pek çok değiĢik spesifikasyonlar için sonuçların istatistiki olarak güçlü bulunduğu çalıĢma, özet olarak çok güçlü bir bilanço etkisinin varlığına iĢaret etmektedir. ÇalıĢmadan çıkan diğer bir sonuç da reel bir devalüasyonun ardından makroekonomik uyarlamanın tüketimden ziyade yatırımlar aracılığıyla gerçekleĢtiğidir. Gupta vd. (2007) de, 1970-2000 dönemi için 91 geliĢmekte olan ülke verisini kullandıkları ampirik çalıĢmalarında, 195 döviz krizi dönemini incelemiĢler; anılan döviz krizlerinin % 60‟ının daraltıcı olduğu ve yükselen piyasa ekonomilerinde döviz krizlerinin daraltıcı olma olasılığının, diğer 186 geliĢmekte olan ülkelerdekinin 1.5 katı olduğu bulgusuna ulaĢmıĢlardır. Ayrıca, çalıĢmada, dıĢ alemle ticari bütünleĢmenin üretim üzerindeki etkisinin pozitif, finansal bütünleĢme ile geçmiĢ dönem sermaye giriĢlerinin etkisinin ise negatif olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. DıĢ ticaret açıklığının daha yüksek ve kriz öncesi sermaye kontrollerinin var olduğu ülkelerde kriz çıktı üzerindeki dünyanın geri kalanı ile ticari bütünleĢmenin çıktı üzerindeki etkisinin pozitif, finansal bütünleĢme ve geçmiĢ dönem sermaye giriĢlerinin çıktı üzerindeki etkisi ise negatif olarak bulunmuĢtur. Altı Latin Amerika ülkesi için firma düzeyindeki veriler kullanılarak yapılan son çalıĢmalar incelendiğinde ise, altı ülkeden dördünde yatırımlara iliĢkin olumsuz bilanço etkisi saptanmıĢtır. Galiani vd. (2003) Arjantin için, Echeverry vd. (2003) Kolombiya için, Pratap vd. (2003) Meksika için ve Carranza vd. (2003) Peru için yaptıkları çalıĢmalarda olumsuz bilanço etkisi bulmuĢlardır. Arjantin ve Meksika için bilanço etkisi istatistiki olarak anlamlıyken, Kolombiya ve Peru için kanıtlar daha az kesinlik göstermektedir. Bonomo vd. (2003)‟ün Brezilya için ve Benavente vd. (2003)‟ün ġili için yaptıkları çalıĢmalarda ise olumsuz bilanço etkisine rastlanmamıĢtır. Söz konusu bulguları değerlendirirken bu ülkelerdeki yükümlülük dolarizasyonunun seviyesini de dikkate almakta fayda bulunmaktadır. Çoğunluğu 2000 yıl sonu verisi olmak üzere, yükümlülük dolarizasyonu Arjantin‟de % 56,4, Brezilya‟da %11,8, ġili‟de % 21,2, Kolombiya‟da % 20,4, Meksika‟da %34,6 ve Peru‟da % 62,7‟dir (Galindo vd., 2003a). Ayrıca, IMF (2005)'e göre, 1996-2002 yılları arasında Brezilya'da firmalar kesimince döviz cinsinden finansal türev araç kullanımında gözlemlenen önemli artıĢ, Brezilya‟nın dalgalı kur rejimine geçmesinin örtük döviz kuru garantisi algılamasını ortadan kaldırarak, firmaları kur riskini içselleĢtirmeye ve türev ürünler talep etmeye zorladığını teyit etmekte ve ayrıca piyasa katılımcısı firmaların aynı zamanda faiz ve/veya döviz kuru swaplarından da aktif bir biçimde yararlandıklarını ortaya koymaktadır. Anılan 187 firmalar, ulusal para cinsinden doğrudan yurt içinden borçlanmak yerine, yurt dıĢından döviz cinsinden borçlanarak, ilgili tutarı swap ile Brezilya Reali‟ne dönüĢtürmeyi daha karlı bulmuĢlardır. Örneklem olarak 1990‟lı yıllarda borsaya kayıtlı Meksika firmalarını kullanan Aguiar (2005) ise, krizden önce kısa vadeli döviz cinsinden borca maruziyetleri yüksek olan firmaların, ulusal paranın değer kaybetmesinden sonra, yatırımlarında gözle görülür bir düĢme olduğunu ortaya koymuĢtur. Bu sonuç, Meksika hakkında daha önce Pratap vd. (2003) ile Martinez ve Werner (2002) tarafından yapılan çalıĢmaları teyit eder niteliktedir. Asya Krizi ile ilgili yapılan çalıĢmalarda da ampirik bulgular kesinlik taĢımaktan uzaktır. Harvey ve Roper (1999), krizin yayılmasında bilanço etkilerinin önemli bir rol oynadığı sonucuna varırken, Claessens vd. (2000) Doğu Asya firmalarındaki geri ödeyememe ve likidite problemlerinin yüksek oranlı iç borç ve faiz ödemelerinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Allayanis vd. (2003) ile Luengnaruemitchai (2003) de korunmamıĢ döviz cinsinden borcun Asya Krizi sırasındaki oldukça kötü performans ile ilgisi olduğuna dair bir kanıt bulamamıĢtır. Hatta, Luengnaruemitchai (2003) döviz cinsinden borcu daha fazla olan firmaların ulusal para birimindeki değer kaybının ardından, diğer firmalara göre yatırımlarını arttırdıkları sonucuna ulaĢmıĢtır. Ancak, bu sonuç, 8 Doğu Asya ülkesi borsalarında iĢlem gören ve en büyük finansal olmayan firmalardan oluĢan görece küçük bir örnekleme dayanmaktadır. Ratha vd. (2003), 1992-2001 dönemi için 21 yükselen piyasa ekonomisinin finansal olmayan firma verilerini kullanarak yaptıkları çalıĢmalarında, uluslararası sermaye piyasalarından hiç borçlanmamıĢ olan firmalara kıyasla; piyasa katılımcıları olarak nitelendirilen, bu piyasalardan döviz cinsinden borçlanmıĢ olan firmaların, daha düĢük kredi maliyetlerine rağmen, kar oranlarının daha düĢük olduğunu gözlemlemiĢlerdir. Ayrıca, yurt dıĢı borçlanma kaldıraç oranındaki bir birimlik artıĢın, karlıklıkta daha yüksek oranlı bir düĢüĢle iliĢkili olduğu da tespit edilmiĢtir. Özetle, çalıĢma 188 sonuçlarına göre, yüksek yükümlülük dolarizasyonu seviyelerinde, ulusal paranın değer kaybından kaynaklanan kayıplar, yurt dıĢından daha düĢük maliyetle borçlanmanın faydalarına ağır basmaktadır. IMF (2005)72 de, Ratha vd. (2003)'ün bulgularını doğrular niteliktedir: piyasa katılımcıları, ortalamada, katılımcı olmayanlara göre daha karlı değildirler. Para birimi uyumsuzluğundaki bir artıĢın, yüksek yükümlülülük dolarizasyonuna sahip ülkelerde, beraberinde firmalar kesimi kredi kalitesinde de bir bozulma getirebileceğini ancak yükümlülük dolarizasyonu görece düĢük olan ülkelerde bunun söz konusu olmadığını ortaya koyan çalıĢmanın ampirik bulguları Ģu Ģekilde özetlenebilir: i) YurtıĢından borçlanamayan firmaların, temel olarak banka kredilerine ve daha kısa vadeli olan yurt içi tahvil ihraçlarına bağımlı kalacakları önermesi ile tutarlı olarak; katılımcı olmayanlar, bağımlıdırlar, ii) Pek ortalamada çok kısa yükselen vadeli finansmana piyasa daha ekonomisinde, çok piyasa katılımcılarının toplam borçları içerisinde, döviz cinsinden borçlarının payı, kısa vadeli borçlarının payından daha yüksektir. Bu olgu, özellikle kısa vadeli yükümlülük dolarizasyonunun uzun vadeli yükümlülük dolarizasyonundan her zaman daha yüksek olduğu Latin Amerika'da, kısa vadeli sözleĢmelere kıyasla dolar cinsinden sözleĢmelerin baskınlığını açıklamaktadır, iii) Döviz cinsinden borcun toplam borç içerisindeki payında ortaya çıkan keskin bir düĢüĢ genellikle geçici de olsa beraberinde kısa vadeli borcun toplam borç içerisindeki payında bir artıĢ getirmektedir. Dolayısıyla, yüksek volatilite ile mücadele eden yükselen piyasa ekonomilerinde, döviz cinsinden borçlanma ile kısa vadeli borçlanmanın firmalar kesiminin finansal kırılganlığının doğru bir biçimde değerlendirilebilmesi için faiz ve kur riski maruziyetlerinin ayrı ayrı değil birlikte ele alınması gerekmektedir. Özellikle, yakın zamandaki tecrübeler, firma bilançolarında varolan para birimi ve vade uyumsuzluklarının iyi 72 Çalışmada, para birimi uyumsuzluğunun ölçülmesinde sadece döviz yükümlülüklerinin kullanılmasının sebebi olarak, yükselen piyasa ekonomilerinde, en azından Latin Amerika'da firmaların döviz varlıklarının döviz yükümlülüklerine kıyasla oldukça düşük olması gösterilmektedir. 189 zamanlarda gözden kaçabileceğini değerlendirilemeyebileceğini, ancak ve göreli böylelikle fiyatlardaki ilgili ani risklerin ve keskin değiĢiklikler sonrasında reel sektörde bir çöküĢe yol açabileceğine iĢaret etmektedir. Pettis (2001)'e göre bol miktardaki sermaye giriĢlerinde bir kesinti olmaksızın, yüksek büyüme oranlarının yaĢandığı iyi zamanlarda, hem kısa vadeli hem de döviz cinsinden borcun gerçek maliyetleri saklı kalabilmektedir. Bu türden bir makroekonomik ortamda kısa vadeli borç kolaylıkla çevrilmekle kalmayıp daha düĢük enflasyon beklentileri ıĢığında çoğunlukla daha düĢük faiz oranları ile yenilenmektedir. Görece istikrarlı ya da sabit kur rejimlerini reel sektör ve bankaların hükümetin özel sektör döviz borçlusunu kur riskinden koruyacağına dair bir garantisi olarak yorumlama olasılığı da olabilmektedir: Brezilya‟da olduğu gibi finansal bir koruma sağlayarak, ya da Arjantin‟de olduğu gibi bir döviz krizi esnasında kurtarma paketleri ile iflasa izin vermeyerek. Özet olarak, görece istikrarlı döviz kurları, özel sektörün kur riski algılamasını zayıflatabilmektedir. Ayrıca, bol miktardaki sermaye giriĢleri ulusal paranın reel olarak değer kazanmasına neden olup döviz cinsinden borcun reel yükünü azaltarak, firmaların risk algısını daha da zayıflatmaktadır. Böylelikle, reel sektör gelecekteki kur riskini hafife alarak aĢırı borçlanmaya gidebilmekte ve korunmamıĢ döviz cinsinden borç birikimi ile birlikte ekonomik kalabilmektedir. Ģartların aniden değiĢmesi olasılığına maruz DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNDEKĠ GELĠġMELER (1998-2009 DÖNEMĠ) 4.1. TASARRUF - YATIRIM DENGESĠ Makroekonomik hesaplar sistemi ile sunulan çerçeve, ülkemizde uygulanmakta olan plan, program ve bütçe çalıĢmalarında ulusal gelir hesaplarını esas alan makroekonomik dengeler Ģeklinde ele alınmakta ve dört temel denge oluĢturulmaktadır: 1) Kaynaklar - Harcamalar Dengesi (milli bütçe), 2) Yatırım - Tasarruf Dengesi, 3) Ödemeler Dengesi ve 4) Kamu Kesimi Finansman Dengesi. DPT tarafından ulusal gelir harcama yöntemi kullanılarak, talep unsurları itibarıyla hesaplanan Ekonominin Genel Dengesi ise bu dört temel dengedeki iliĢkileri özet biçimde sunmaktadır. Tablo 4: Ekonominin Genel Dengesi (1998-2009) (Cari Fiyatlarla, Milyon TL) 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 TOPLAM TÜKETĠM Kamu Özel 53.683 5.923 47.761 84.034 10.438 73.596 136.316 15.481 120.835 193.036 23.141 169.895 281.575 34.687 246.888 377.695 44.000 333.695 463.302 51.480 411.822 539.560 58.321 481.240 625.899 72.327 553.572 706.237 83.231 623.007 782.627 95.463 687.164 817.529 107.361 710.168 TOPLAM YATIRIM Kamu Özel SABĠT SERMAYE YATIRIMI Kamu Özel STOK DEĞĠġĠMĠ Kamu Özel 15.707 3.638 12.069 16.230 3.359 12.870 -522 279 -801 20.401 5.201 15.200 20.208 5.173 15.035 193 28 165 35.336 8.667 26.668 34.713 8.602 26.111 623 65 558 37.277 9.835 27.442 39.355 11.300 28.055 -2.078 -1.465 -613 63.172 17.223 45.950 60.041 17.308 42.733 3.131 -85 3.216 81.832 16.715 65.117 79.171 17.288 61.884 2.660 -573 3.233 110.456 17.883 92.573 115.776 17.977 97.799 -5.320 -94 -5.226 132.059 25.725 106.334 138.815 24.578 114.237 -6.756 1.146 -7.903 169.738 27.693 142.044 171.520 28.464 143.056 -1.783 -771 -1.012 180.454 33.038 147.416 183.416 32.534 150.881 -2.961 504 -3.465 210.043 40.602 169.441 192.093 39.123 152.970 17.949 1.479 16.471 145.559 42.268 103.291 163.986 39.342 124.644 -18.427 2.926 -21.353 TOPLAM YURTĠÇĠ TALEP (TOPLAM KAYNAKLAR) 69.391 104.435 171.652 230.314 344.747 459.526 573.758 671.619 795.636 886.692 992.669 963.088 Net Mal ve Hizmet Ġhracatı X-M Mal ve Hizmet Ġhracatı Mal ve Hizmet Ġthalatı 812 14.980 14.167 161 20.333 20.172 -4.994 33.495 38.488 9.911 65.920 56.009 5.729 88.381 82.652 -4.745 104.575 109.321 -14.725 131.661 146.386 -22.687 141.826 164.514 -37.246 171.926 209.172 -43.513 188.225 231.738 -42.135 227.253 269.388 -10.529 222.103 232.632 GAYRĠ SAFĠ YURTĠÇĠ HASILA (GSYH) Net DıĢ Alem Faktör Gelirleri Net DıĢ Alem Cari Transferleri GAYRĠ SAFĠ MĠLLĠ HASILA (GSMH) GAYRĠ SAFĠ MĠLLĠ HARCANABĠLĠR GELĠR (GSMHG) 70.203 -873 1.432 69.330 70.763 104.596 -1.642 2.065 102.954 105.019 166.658 -2.764 3.007 163.894 166.901 240.224 -6.744 3.789 233.480 237.269 350.476 -7.506 3.776 342.970 346.746 454.781 -8.251 1.521 446.529 448.050 559.033 -8.062 1.612 550.971 552.583 648.932 -7.910 1.942 641.021 642.963 758.391 -9.677 2.721 748.714 751.435 843.178 -9.282 2.922 833.896 836.819 950.534 -10.936 2.690 939.599 942.289 952.559 -12.779 3.537 939.780 943.317 KAMU HARCANABĠLĠR GELĠRĠ Kamu Tüketimi Kamu Tasarrufu Kamu Yatırımı Kamu (Tasarruf-Yatırım) Farkı 4.948 5.923 -974 3.638 -4.613 5.215 10.438 -5.223 5.201 -10.423 9.761 15.481 -5.720 8.667 -14.388 6.036 23.141 -17.105 9.835 -26.940 17.704 34.687 -16.983 17.223 -34.206 25.161 44.000 -18.839 16.715 -35.554 46.110 51.480 -5.370 17.883 -23.254 76.493 58.321 18.172 25.725 -7.553 104.056 72.327 31.730 27.693 4.036 103.488 83.231 20.257 33.038 -12.781 111.880 95.463 16.418 40.602 -24.184 98.828 107.361 -8.533 42.268 -50.801 ÖZEL HARCANABĠLĠR GELĠR Özel Tüketim Özel Tasarruf Özel Yatırım Özel (Tasarruf-Yatırım) Farkı 65.814 47.761 18.054 12.069 5.985 99.804 73.596 26.208 15.200 11.008 157.140 120.835 36.305 26.668 9.637 231.233 169.895 61.338 27.442 33.896 329.043 246.888 82.154 45.950 36.205 422.890 333.695 89.195 65.117 24.078 506.474 411.822 94.652 92.573 2.079 566.470 481.240 85.231 106.334 -21.103 647.379 553.572 93.807 142.044 -48.237 733.331 623.007 110.324 147.416 -37.092 830.409 687.164 143.245 169.441 -26.196 844.489 710.168 134.321 103.291 31.030 Toplam Yurt içi Tasarruflar 17.080 20.985 30.585 44.233 65.171 70.356 89.281 103.403 125.537 130.581 159.663 125.788 Kaynak: DPT 191 Ekonominin Genel Dengesi (Tablo 4); bir ekonomide özel ve kamu kesiminin kaynakları nasıl paylaĢtığını, dıĢ kaynak kullanımını, kaynakların tüketim ve tasarruflar arasında nasıl dağıldığını ve yatırımlara ayrılan kaynaklar sonucunda, ekonominin temel tasarruf fazlasını veya açığını göstermektedir. Tabloda yer alan makro büyüklükler ve açıklamalarına, Eroğlu ve Türeli (2007) temelinde aĢağıda yer verilmektedir. Y=C+I+X-M (3.1) Denklemde, GSYH (Milli Gelir) Y ile, kamu tüketimi ve özel tüketimden oluĢan toplam tüketim C ile, kamu yatırımları ve özel yatırımlardan oluĢan toplam yatırımlar I ile, mal ve hizmet Ġhracatı X ile ve mal ve hizmet ithalatı da M ile gösterilmektedir. Buradan bir ekonomideki mal ve hizmet arzı ile mal ve hizmet talebi arasındaki eĢitliğe geçilebilir. Y + M (Toplam Arz) = C + I + X (Toplam Talep) (3.2) Ulusal gelir hesaplarındaki toplam arz ve toplam talep eĢitliğinden iki temel makroekonomik dengeye iliĢkin özdeĢlikleri türetmek mümkündür: Bunlardan ilki (3.3) denklemde, eĢitliğin sağ tarafının toplam kaynakları, sol tarafının toplam harcamaları ve Sf = (M - X)‟in de dıĢ kaynakları, bir baĢka deyiĢle, dıĢ tasarrufları temsil ettiği Toplam Kaynaklar - Toplam Harcamalar Denkliği ve ikincisi de yurt içi tasarrufların (Sd = Y - C), (3.2) no‟lu denklemde yerine konulmasıyla bulunan (3.4) no‟lu Toplam Yatırım - Toplam Tasarruf Denkliği‟dir. Y + (M - X) = C + I Sd + (M - X) = I, (3.3) Sd - I = (X -M) (3.4) DPT tarafından oluĢturulan makroekonomik dengelerde kullanılan milli gelir tanımı GSMH‟dir. AĢağıdaki denklemde yer alan Net DıĢ Alem Faktör 192 Gelirleri (NDFG) ise, ödemeler dengesindeki iĢçi gelirleri, faiz gelirleri, giriĢimci hizmet gelirleri toplamından, faiz ödemeleri ve kar transferlerinin çıkarılması yolu ile hesaplanmaktadır. GSMH = GSYH + NDFG (3.5) GSMH = C + I + (X - M + NDFG) (3.6) Buradan, (M - X - NDFG) veya - (X - M + NDFG)‟nin dıĢ kaynağı ifade ettiği Toplam Kaynaklar - Toplam Harcamalar denkliği ise aĢağıdaki Ģekilde yazılabilmektedir ve GSMH ve dıĢ kaynak (dıĢ açık) kalemlerinin toplamı ekonominin o yıl kullanabileceği toplam kaynakları göstermektedir. Y + (M - X - NDFG) = C + I, Y = GSMH (3.7) Yukarıdaki denklemde, toplam kaynaklar, toplam tüketim ve toplam yatırımlardan, toplam yatırımlar ise sabit sermaye yatırımları ve stok değiĢimlerinden oluĢmaktadır. Toplam Yatırım - Toplam tasarruf denkliği de aĢağıdaki Ģekliyle yeniden ifade edilebilmektedir: Sd + (M - X - NDFG) = I, Sd - I = X - M + NDFG (3.8) Buna göre, bir ekonomide toplam yatırımların, yurtiçi tasarrufları aĢması durumunda oluĢacak yurt içi tasarruf açığı, dıĢ tasarruf giriĢi ile kapatılacaktır. Tasarruf - yatırım farkı, kamu (Sg - Ig) ve özel kesim (Sp - Ip) olarak ayrıĢtırıldığında: (Sg - Ig) + (Sp - Ip) = - (X - M - NDFG) (3.9) Yurt içi tasarruf açığı, kamu kesiminden, özel kesimden ya da her iki kesimden birden kaynaklanabilmektedir. Ulusal gelir hesaplarında, GSMH‟ye ödemeler dengesindeki DıĢ Alemden Net KarĢılıksız Cari Transferler (NKCT) 193 kaleminin eklenmesiyle bulunan Gayri Safi Milli Harcanabilir Gelir (GSMHG) tanımı da yer almasına karĢın, anılan tanımın ülkemizde yaygın olarak kullanım alanı bulunmamaktadır (Eroğlu ve Türeli, 2007). GSMHG = GSMH + NKCT = C + I + (X - M + NDFG + NKCT) (3.10) Böylece, - (X - M + NDFG) olarak tanımlanan dıĢ kaynak miktarına NKCT‟nin ilave edilmesiyle birlikte, cari iĢlemler dengesi açığına - (X - M + NDFG + NKCT) ulaĢılmaktadır. Özet olarak, bir ekonomide yaratılan gelirden fazla harcama yapıldığında cari iĢlemler açığı oluĢmaktadır. GSMHG = Kamu Harcanabilir Geliri + Özel Harcanabilir Gelir (3.11) Kamu kesimi genel dengesi tablosundan alınmakta olan kamu harcanabilir geliri (KHG), vergiler, vergi dıĢı normal gelirler, faktör gelirleri, fonlar ve cari transferler kalemlerinin toplamından oluĢmaktadır. Makroekonomik dengelerde, tasarruf kalemleri artık olarak hesaplanmakta olup, her iki kesimin harcanabilir gelirlerinden, tüketimlerinin çıkartılması ile elde edilmektedir. Ekonominin Genel Dengesi‟nin 1998-2009 dönemi için analiz edilebilmesi amacıyla, Tablo 4, bazı borç göstergelerini de içerecek Ģekilde GSMHG‟nin yüzde payı olarak yeniden ifade edilmiĢtir (Tablo 5). Kamunun ve özel kesimin GSMHG içerisindeki payları, yurt içi bir krizin yaĢandığı ve cari iĢlemler dengesinin fazla verdiği 2001 yılından, 2007 yılına kadar düzenli bir biçimde, sırasıyla artıĢ ve azalıĢ kaydetmiĢtir. KHG‟nin payı, 2001 yılındaki % 2.5 seviyesinden, 2006 yılında % 13,9‟a kadar çıkarken, Özel Harcanabilir Gelir (ÖHG)‟in payı aynı yıllar için sırasıyla % 97,5 ve % 86,1 olarak gerçekleĢmiĢtir. 2007 yılından 2010 yılına kadar ise anılan paylar çok sınırlı da olsa tersine bir eğilim sergilemiĢlerdir. 194 Tablo 5: Ekonominin Genel Dengesi (1998-2009) (% Pay) (% Pay) 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 GSMHG DıĢ Kaynak (-CA = Sf = - (X-M+NDFG+NKCT) 100,0 -1,9 100,0 -0,6 100,0 2,8 100,0 -2,9 100,0 -0,6 100,0 2,6 100,0 3,8 100,0 4,5 100,0 5,9 100,0 6,0 100,0 5,3 100,0 2,1 Toplam Kaynaklar (Toplam Yurtiçi Talep) Toplam Yatırımlar Sabit Sermaye Yatırımları Kamu Özel Stok DeğiĢimi Toplam Tüketim 98,1 22,2 22,9 4,7 18,2 -0,7 75,9 99,4 19,4 19,2 4,9 14,3 0,2 80,0 102,8 21,2 20,8 5,2 15,6 0,4 81,7 97,1 15,7 16,6 4,8 11,8 -0,9 81,4 99,4 18,2 17,3 5,0 12,3 0,9 81,2 102,6 18,3 17,7 3,9 13,8 0,6 84,3 103,8 20,0 21,0 3,3 17,7 -1,0 83,8 104,5 20,5 21,6 3,8 17,8 -1,1 83,9 105,9 22,6 22,8 3,8 19,0 -0,2 83,3 106,0 21,6 21,9 3,9 18,0 -0,4 84,4 105,3 22,3 20,4 4,2 16,2 1,9 83,1 102,1 15,4 17,4 4,2 13,2 -2,0 86,7 Kamu Kesimi Harcanabilir Geliri Kamu Tüketimi Kamu Tasarrufu Kamu Yatırımı Kamu Kesimi Tasarruf-Yatırım Farkı 7,0 8,4 -1,4 5,1 -6,5 5,0 9,9 -5,0 5,0 -9,9 5,8 9,3 -3,4 5,2 -8,6 2,5 9,8 -7,2 4,1 -11,4 5,1 10,0 -4,9 5,0 -9,9 5,6 9,8 -4,2 3,7 -7,9 8,3 9,3 -1,0 3,2 -4,2 11,9 9,1 2,8 4,0 -1,2 13,8 9,6 4,2 3,7 0,5 12,4 9,9 2,4 3,9 -1,5 11,9 10,1 1,7 4,3 -2,6 10,5 11,4 -0,9 4,5 -5,4 Özel Kesim Harcanabilir Gelir Özel Tüketim Özel Tasarruf Özel Yatırım Özel Kesim Tasarruf-Yatırım Farkı 93,0 67,5 25,5 17,1 8,5 95,0 70,1 25,0 14,5 10,5 94,2 72,4 21,8 16,0 5,8 97,5 71,6 25,9 11,6 14,3 94,9 71,2 23,7 13,3 10,4 94,4 74,5 19,9 14,5 5,4 91,7 74,5 17,1 16,8 0,4 88,1 74,8 13,3 16,5 -3,3 86,2 73,7 12,5 18,9 -6,4 87,6 74,4 13,2 17,6 -4,4 88,1 72,9 15,2 18,0 -2,8 89,5 75,3 14,2 10,9 3,3 GSYH Büyüme Hızı 3,1 -3,4 6,8 -5,7 6,2 5,3 9,4 8,4 6,9 4,7 0,7 -4,8 Toplam Yurtiçi Tasarruflar / GSMHG Toplam Yatırımlar / GSMHG Toplam Tasarruf-Yatırım Farkı / GSMHG 24,1 22,2 1,9 20,0 19,4 0,6 18,3 21,2 -2,8 18,6 15,7 2,9 18,8 18,2 0,6 15,7 18,3 -2,6 16,2 20,0 -3,8 16,1 20,5 -4,5 16,7 22,6 -5,9 15,6 21,6 -6,0 16,9 22,3 -5,3 13,3 15,4 -2,1 Toplam Brüt DıĢ Borç / GSMHG Toplam Özel Sektör Brüt DıĢ Borcu / GSMHG Toplam Kamu Sektörü Brüt DıĢ Borcu / GSMHG Toplam Ġç Borç / GSMHG 42,6 18,6 24,0 16,4 53,0 24,7 28,3 21,8 47,7 21,9 25,8 21,8 68,9 25,6 43,4 51,5 61,1 20,3 40,8 43,2 44,9 15,2 29,7 43,4 39,1 15,5 23,6 40,6 35,5 17,6 17,9 38,1 39,1 22,7 16,4 33,5 34,7 22,3 12,4 30,5 45,0 30,2 14,8 29,2 42,9 27,4 15,4 35,0 Kaynak: DPT Gürlesel (2007), 2001 yılındaki krizden sonra özel sektöre dayalı hızlı bir ekonomik büyüme yaĢanmasına karĢılık, aynı süreçte, özel sektörün toplam harcanabilir gelir içerisindeki payının azalmasının, kamunun maliye politikaları aracılığı ile özel kesimden daha çok kaynağı kendisine aktarmasından kaynaklandığını ve büyüme ile yaratılan kaynakların kamu kesimine aktarılmasından dolayı, özel sektörün bu büyümeyi hissetmediğini ifade etmiĢtir. 2001 yılındaki krizin ardından makroekonomik istikrarı yeniden tesis etmeye yönelik olarak, kamu kesimi, mali disiplin ve yapısal reform uygulamaları aracılığıyla, tasarruf-yatırım açığını hızlı bir Ģekilde kapatmıĢtır. 2001 yılında % 11,4 açık veren kamu tasarruf yatırım dengesi, 2006 yılında % 0,6 fazlaya dönüĢmüĢ ancak 2007 yılında tekrar % 1,5 açık vermiĢtir. 2008 yılındaki küresel krizle birlikte, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla % 2,6 ve % 5,4‟e çıkan açık, 2010 yılında % 2,5 seviyesine inmiĢtir.73 Anılan iyileĢmenin temelinde, kamunun harcanabilir gelirlerindeki hızlı artıĢa rağmen, kamu 73 Bu çalışmanın hazırlandığı tarih itibarıyla, DPT tarafından Ekonominin Genel Dengesi başlığı altında Resmi İstatistik Programı kapsamında yayımlanan en güncel veri setinde, 2010 yılına ilişkin kesinleşen veriler ile 2011 ve 2012 yıllarına ilişkin tahminler yer almaktadır. 195 tüketiminin GSMHG içerisindeki payının hemen hemen hiç değiĢmemesi ve kamu yatırımlarının GSMHG içindeki payının korunmuĢ olması sonucunda, kamu tasarruf-yatırım açığının hızla daralması yatmaktadır. Bu geliĢmede, faiz oranlarındaki hızlı gerileme ve dolayısıyla faiz harcamalarının azalması büyük bir rol oynamıĢtır. Böylelikle, bir taraftan, kamu açıklarından kaynaklanan enflasyon ve dıĢ kaynak ihtiyacı azalırken, diğer taraftan da özel kesim tasarruf yatırım dengesinde bozulmalar ortaya çıkmaya baĢlamıĢtır. A ncak 6 105 4,2 4 2 5,1 5,0 5,2 4,1 5,0 3,7 3,2 2,4 4,0 0 -2 3,7 3,9 1,7 4,3 4,5 1,6 4,1 -1,4 85 -0,9 -1,2 -3,4 -4,9 -5,0 -6 80 -1,5 -2,5 -2,6 -4,2 65 -7,2 60 -7,9 -8,6 -10 -11,4 -9,9 75 70 -4,2 -5,4 -6,5 95 90 0,5 -1,0 -4 -8 100 2,8 55 -9,9 Kamu Tasarrufları Kamu Yatırımları Tasarruf Yatırım Farkı Kamu Sektörü Brüt DıĢ Borcu (sağ eksen, milyar ABD doları) 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 50 1998 -12 Grafik 3: Kamu Tasarruf ve Yatırımları (1998-2010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) Kaynak: DPT, HM Özel kesim, 2001 yılı sonrasında toplam harcanabilir gelirler içerisinden giderek daha az pay almaya baĢlamıĢtır. Söz konusu pay, 2001 yılında % 97,5 iken, 2006 yılında % 86,2'ye kadar gerilemiĢ ve 2007 yılında da % 87,6 olarak gerçekleĢmiĢtir. 2008 yılındaki krizle birlikte, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla % 88,1 ve % 89,5‟e çıkan pay, 2010 yılında % 87,4 seviyesine inmiĢtir. Anılan geliĢmeye karĢılık, bir taraftan, özel kesim tüketim harcamalarının payının azalmaması, hatta ılımlı sayılabilecek bir artıĢ 196 göstermesi ve diğer taraftan da özel kesim yatırım harcamalarının hızla geniĢlemesi sonucunda, fazla veren özel kesim tasarruf yatırım dengesi, 2001 yılından sonra hızla gerileyerek, 2004 yılında neredeyse sıfırlanmıĢ ve bu yıldan itibaren de 2009 yılına kadar açık vermiĢtir (Grafik 4). Gürlesel (2007), Keynesyen yaklaĢımda gelirin bir fonksiyonu olarak ifade edilen tasarruflarda, 2001 yılından itibaren gözlenen gerilemenin, tüketim ve yatırımların gelir esnekliklerinin daha yüksek olması ve kamunun özel kesimce yaratılan ilave gelirden daha fazla pay alması ile açıklanabileceğini belirtmektedir. 30 200 25,5 25,9 25,0 25 180 23,7 21,8 20 160 19,9 14,5 15 18,9 17,1 17,1 16,8 16,0 14,3 13,3 14,5 16,5 13,3 11,6 18,0 16,3 15,2 12,5 8,5 13,2 10,9 12,4 120 100 5,4 5,8 5 140 14,2 10,4 10,5 10 17,6 80 3,3 60 0,4 0 -4,4 -3,3 40 -2,8 -5 -3,9 -6,4 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 -10 20 Özel Tasarruflar Özel Yatırımlar Tasarruf Yatırım Farkı Özel Sektör Brüt DıĢ Borcu (sağ eksen, milyar ABD doları) Grafik 4: Özel Tasarruflar ve Yatırımlar (1998-2010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) Kaynak: DPT, HM 2008 yılındaki küresel krizle birlikte, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla % 15,2 ve % 14,2‟ye düĢen ve 2010 yılında % 12,4 seviyesinde gerçekleĢen özel kesim tasarruflarının toplam harcanabilir gelir içindeki payına karĢılık, 2008 yılında % 18,0 ve 2008 krizinin etkisiyle 2009 yılında adeta çökerek % 10,9 olarak gerçekleĢen özel yatırımların payı, 2010 yılında % 16,3 olarak 197 gerçekleĢmiĢtir. Böylece, 2008 yılında % 2,8‟lik bir açık ve krizin etkisiyle 2009 yılında % 3,3‟lük bir fazla veren özel kesim tasarruf-yatırım dengesi, 2010 yılında tekrar % 3,9 açık vermiĢtir. Özet olarak, verilerin incelendiği 1998 yılından itibaren fazla veren özel kesim tasarruf yatırım dengesi, % 14,3 ile en yüksek orana ulaĢtığı 2001 yılının ardından dört yıl içinde hızla açığa dönüĢmüĢtür. Özel kesimin tasarruf açığı vermesi ve bu açığın geniĢlemesi ile birlikte cari iĢlemler açığı, bir baĢka deyiĢle, dıĢ kaynak kullanımı da hızla artmaya baĢlamıĢtır. Saygılı ve Cihan (2008: 9)‟a göre Türkiye ekonomisindeki cari açık sorunu temelde üretim kapasitesinin yetersizliği ile ilgilidir: “Son 20 yıllık dönem dikkate alındığında, Türkiye ekonomisinin uzun dönemli büyüme performansının, diğer bir ifadeyle, potansiyel büyüme oranının yıllık % 4 civarında olması Türkiye ekonomisinin üretim kapasitesinin geliştirilmesinde önemli sorunlar olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, yapılan birçok çalışmada da sıkça dile getirildiği gibi, Türkiye ekonomisinin büyüme oranı kısa dönemli iç ve dış gelişmelere oldukça duyarlıdır. Genişleyici para ve maliye politikası uygulamaları, küresel likidite bolluğunun kredi mekanizmasını canlandırması, ithal malların fiyatlarının ucuzlaması gibi etkenler iç talebin uyarılmasına neden olmakta; artan iç talep öncelikle ekonomideki mevcut atıl kapasitenin kullanılmasıyla karşılanmakta; atıl kapasitenin ortadan kalkmasına yönelik işaretlerin alınmasıyla birlikte, yatırım faaliyeti ivme kazanmakta; ancak, ekonominin üretim kapasitesinin, özellikle yatırım ve ara mallarında, yetersiz olması nedeniyle, canlanan iç talebin bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaya başlanmaktadır. Artan ithalat ise beraberinde cari açık sorununu gündeme getirmektedir. Bu itibarla, cari açık sorunu, genel olarak, ekonominin üretim kapasitesindeki yetersizliğin bir yansıması olarak değerlendirilebilir”. 198 2000 yılı hariç olmak üzere, 1998-2002 arası dönemde, özel sektör tasarruf-yatırım fazlasının, kamu sektörü tasarruf yatırım-açığını aĢması, ya cari iĢlemler fazlaları ya da çok sınırlı cari iĢlemler açıkları ile sonuçlanmıĢtır. Değinildiği üzere, 2001 yılından itibaren de kamu tasarruf yatırım dengesi hızlı bir iyileĢme göstermiĢtir. Grafik 5 ve Grafik 6‟da, GSMHG içerisindeki paylar cinsinden, sırasıyla, kamu ve özel kesimin tasarruf ve yatırımları ile kamu ve özel kesimin tasarruf yatırım dengeleri bir arada gösterilmektedir. 30 25 20 15 10 5 0 -5 Kamu Yatırımları Kamu Tasarrufları Toplam Yurt içi Tasarruflar 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 -10 Özel Yatırımlar Özel Tasarruflar Grafik 5: Kamu ve Özel Sektörün Tasarruf ve Yatırımları (1998-2010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) Kaynak: DPT Ancak, özel sektörün öncülük ettiği ve 1950 sonrası dönemin en yüksek büyüme hızlarından birine ulaĢılan 2002-2007 hızlı büyüme döneminde, özel sektörün giderek kötüleĢen tasarruf-yatırım dengesi, cari iĢlemler açığının temel belirleyicisi olmuĢ ve dıĢ kaynak kullanımı, geniĢleyen özel sektör yatırımlarının ve artan özel tüketimin finansmanında kullanılmıĢtır. 74 Hızlı büyüme, beraberinde ihracattan daha hızlı artan bir 74 Yıllık ortalama % 6,74 ve birikimli olarak da yaklaşık % 50 civarında bir büyümenin yaşandığı bu dönem, çeyrek dönemler itibarıyla da 24 dönem boyunca kesintisiz bir büyümenin yaşandığı en uzun dönemdir. Yatırımlar ise aynı dönemde yıllık ortalama % 15 oranında artış göstermiştir. Uzun dönem 199 ithalat getirmiĢ ve sonuç olarak da, dıĢ ticaret açığı ve dolayısıyla cari iĢlemler açığı, hem seviye hem de GSMHG‟ye oran olarak büyümüĢtür. 15 15 10 10 5 5 2,9 1,9 0,6 0,6 0 0 -5 -3,8 -5 -4,5 -5,9 -6,0 -5,3 -2,1 -6,4 -2,6 -10 -10 -2,8 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 -15 1998 -15 Kamu Kesimi Tasarruf-Yatırım Farkı Özel Kesim Tasarruf-Yatırım Farkı Toplam Tasarruf-Yatırım Farkı / GSMHG GSYH Büyüme Hızı Grafik 6: Kamu ve Özel Sektörün Tasarruf Yatırım Farkları (1998-2010) (GSMHG‟nin Yüzdesi) Kaynak: DPT Türkiye ekonomisinde büyümenin temel kaynağını sermaye birikiminin (yatırımların) oluĢturduğunu ve üretim kapasitesinin geniĢlemesinin büyük ölçüde sermaye birikimi hızı tarafından belirlendiği sonucuna ulaĢan Saygılı ve Cihan (2008), sermayenin yenilenme hızı da dikkate alındığında, 19882007 dönemindeki büyüme oranının % 70‟lik bölümünün sermaye birikimden kaynaklandığını, 2002-2007 hızlı büyüme döneminde anılan katkının yüzde 87 dolayına ulaĢtığını; diğer taraftan, aynı dönemde toplam faktör verimliliği artıĢı katkısının ise % 10 gibi sınırlı bir düzeyde kaldığını hesaplamıĢlardır. Yatırım mallarının önemli ölçüde ithal edilmesi nedeniyle ithal teknolojilerin (1948-2007) yıllık ortalama artış oranı % 6,34’ün oldukça üzerinde gerçekleşen hızlı yatırım artışı, bir anlamda önceki dönemde kaçırılan sermaye stokunun teknolojik yönden yenilenmesi fırsatının, kısmen de olsa, telafi edilmesi işlevini görmüştür. (Saygılı ve Cihan, 2008: 50). 200 geçmiĢ dönem büyümesinde önemli bir rol oynadığına dikkat çekilen aynı çalıĢmada, orta ve uzun vadede ise bunun yeterli olmayacağı, büyümenin büyük bir ağırlıkla yatırım artıĢı yoluyla sağlanması ve iĢgücü ile verimlilik artıĢının ise oldukça yetersiz olmasının, uzun dönemli sürdürülebilir büyüme önünde önemli bir engel teĢkil ettiği ve dolayısıyla yurt içinde teknoloji yeteneğinin mutlaka arttırılması gerektiği vurgulanmıĢtır. Bu aĢamada, konuyla yakın ilgisi nedeniyle yurt içi harcamaların bileĢenleri üzerinde durmakta fayda bulunmaktadır. Tüm ekonomilerde toplam yurt içi harcamaların iki bileĢeni bulunmaktadır: ticarete konu olan mallara yönelik harcamalar ve konut, inĢaat, ulaĢtırma hizmetleri, haberleĢme hizmetleri, mali hizmetler, ticaret vs. gibi ticarete konu olmayan mallara yönelik harcamalar. Önceki bölümlerde ele alındığı üzere, uzun dönemli ekonomik büyüme ve kalkınmada ülkenin üretim kapasitesi temel bir rol oynamaktadır. Üretim kapasitesini niceliksel ve niteliksel olarak geliĢtirmeden, bir baĢka deyiĢle, arz odaklı yapısal mikro ve makro politikalar benimsemeden, sadece talep yönetimi politikaları ile sürdürülebilir büyüme sağlanamayacak ve ekonomide geniĢleme ve daralma çevrimleri ortaya çıkacaktır. Ġç talebi ve istihdamı geçici olarak canlandıran, ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan sektörlere yapılan yüksek düzeydeki yatırımlar, yurt içindeki ihracatçı ve ithal mallar ile rekabet halindeki sektörlerin üretken kapasitelerinde önemli bir iyileĢme sağlamayıp, cari iĢlemler açığını ve dıĢ borcu arttıracak; ticarete konu olan mal üretiminde bulunan sektörlere yapılan yatırımlar ise aksine cari iĢlemler açığının gelecekte azalmasına katkıda bulunacaktır (Dünya Bankası, 2008: 6). 2002-2006 döneminde gözlenen ticarete konu mal üreten sektörlere yönelik yatırımlardaki belirgin iyileĢme kalıcı olamamıĢtır (Grafik 7). 201 25 20 15 10 5 Ticarete Konu Olmayan 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 Ticarete Konu Grafik 7: Sabit Sermaye Yatırımlarının Kompozisyonu (GSYH‟nin Yüzdesi) Kaynak: DPT ve kendi hesaplamalarım Bu sektörlerin üretim kapasitelerinin geniĢlemesine dayalı bir ekonomik büyümenin odağında uluslararası rekabetçilik ve toplam faktör verimliliği bulunmaktadır. Aynı zamanda, ticarete konu olan mallara yönelik harcamaların doğuracağı ithalat talebi de, yaratılacak döviz gelirleri ile karĢılanmıĢ olacaktır. Dolayısıyla, sermaye giriĢlerinin büyük ölçüde ticarete konu mal üretiminde bulunan sektörlere yönlendirilmesi gerekmektedir. 1998-2010 döneminde sektörel GSYH incelendiğinde (Tablo 6), tarım ve sanayinin paylarının gerilediği, hizmetlerin payının ise arttığı gözlenmektedir. Söz konusu geliĢmenin, dolaylı olarak, Türk Lirası cinsinden gelir akımları yaratan ticarete konu olmayan mallara yönelik harcamaların artıĢına iĢaret ettiği de söylenebilir. Ulusal para cinsinden gelir yaratan ekonomik faaliyetlerin finansmanında kullanılmak üzere baĢvurulan döviz cinsinden dıĢ kaynaklar, özellikle de, Türk Lirası‟nın diğer para birimleri karĢısında reel olarak aĢırı değerli olduğu bir durumda, yükümlülük dolarizasyonu ile para birimi uyumsuzluğuna yol açabilecektir. Ticarete konu olmayan mallara yönelik harcamaların ithal gereksiniminin yüksek olması ise, anılan sorunu daha da kötüleĢtirecektir. 202 Tablo 6: Sektörler Ġtibarıyla GSYH (1998-2010) (% Pay) Sektörler 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Tarım 12,5 10,5 10,1 8,8 10,3 9,9 9,5 9,4 8,3 7,6 7,6 8,3 8,4 Sanayi 26,8 24,9 23,0 22,4 21,0 20,9 20,3 20,3 20,1 20,0 19,8 19,1 19,2 Madencilik 1,0 0,9 1,0 1,0 0,9 1,0 1,1 1,2 1,2 1,2 1,4 1,5 1,4 Ġmalat 23,9 21,9 20,1 19,1 17,8 17,7 17,4 17,3 17,2 16,8 16,2 15,2 15,5 Enerji 2,3 1,9 2,0 2,0 2,4 2,3 2,2 1,9 1,8 1,8 1,9 2,2 2,4 ĠnĢaat 5,8 5,4 5,0 4,5 4,2 4,0 4,4 4,4 4,7 4,9 4,7 3,8 4,1 Ticaret 16,6 14,6 15,1 14,6 14,5 14,4 14,9 14,6 14,8 14,5 14,4 13,3 13,5 UlaĢtırma 13,3 11,0 11,6 12,2 13,3 14,0 13,8 13,6 13,7 13,7 13,9 14,2 13,4 Mali Aracı KuruluĢlar 7,6 10,2 7,0 8,6 4,4 3,4 3,3 2,8 2,9 3,2 3,5 4,5 3,8 Konut Sahipliği 5,0 7,3 8,7 8,8 8,1 8,3 8,6 9,3 9,8 10,8 11,2 12,3 11,3 (-) Dolaylı Ölçülen Mali Aracılık Hizmetleri 5,0 6,8 4,4 5,3 2,6 1,9 1,7 1,4 1,4 1,5 1,6 2,3 1,8 57,6 62,4 60,5 62,9 68,7 69,2 70,2 70,4 71,6 72,4 72,6 72,6 72,4 Kamu Yön. ve Savunma, Zorunlu Sos. Güv. 4,0 4,9 4,5 4,7 4,6 4,6 4,5 4,0 3,9 3,9 3,8 4,3 4,2 Eğitim 2,2 2,6 2,4 2,5 2,7 2,8 2,7 2,7 2,8 2,9 2,9 3,3 3,3 Sağlık ĠĢleri ve Sosyal Hizmetler 1,2 1,4 1,3 1,3 1,4 1,5 1,5 1,6 1,6 1,6 1,6 1,7 1,6 Vergi-Sübvansiyonlar 8,2 9,0 10,8 11,1 12,1 12,9 13,2 13,3 13,2 12,1 11,7 11,5 12,5 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 Hizmetler (*) GSYH (Alıcı Fiyatlarıyla) Kaynak: DPT Günçavdı ve Ülengin (2008), 1987-2006 dönemi için yurt içi harcama bileĢenlerinin ne kadar ithal gereksinimi yaratabileceğini ampirik olarak incelemiĢler ve Türkiye‟nin ithalat talebinin yurt içi harcama bileĢenlerine göre kısa ve uzun dönemli esnekliklerini hesaplamıĢlardır; ticarete konu olan ve olmayan mallara yönelik harcamalara iliĢkin esneklikler, sırasıyla kısa dönemde 1,33 ve 1 olarak, uzun dönemde ise yine yaklaĢık 1,33 ve 0,89 olarak bulunmuĢtur. Dolayısıyla, her iki bileĢen de, kısa dönemde neredeyse aynı derecede ithal gereksinimi, diğer bir ifadeyle, döviz talebi ortaya çıkarmaktadır. Özetle, Türkiye ekonomisine iliĢkin olarak, Günçavdı ve Ülengin (2008)‟in de iĢaret ettiği üzere, ticarete konu olmayan mallara yönelik harcamaların yüksekliği dikkate alındığında; TL cinsinden gelir yaratan ekonomik faaliyetlerin ağırlık kazandığı ve TL cinsinden elde edilen bu gelirlerin, ithalatı uyararak, ticarete konu mal ve dolayısıyla döviz talebi yarattığı gözlenmektedir. Bu durum ise dıĢ kaynak ihtiyacını ve dıĢ borçlanmayı arttırmaktadır. Ġlerleyen bölümde yer verildiği üzere, finansal olmayan firmalar kesiminin sektörel dıĢ borç dağılımı da anılan bulguyu destekler niteliktedir. 203 Bu kapsamda, ex-post ödemeler dengesi muhasebesi denklikleri uyarınca, her ne kadar, veri bir cari iĢlemler açığı eĢanlı olarak finanse edilmiĢ olsa da; özellikle son yıllarda ödemeler dengesindeki yönün ağırlıklı olarak finans hesaplarından cari iĢlemler dengesine doğru olduğu, bir baĢka deyiĢle, küresel likidite koĢulları ile ekonomiye yönelik risk iĢtahı çerçevesinde, yoğun dıĢ kaynak kullanımı (sermaye giriĢleri) sayesinde yüksek cari iĢlemler dengesi açıkları verilebildiği dikkate alındığında, yurt içi tasarrufların yetersizliği, diğer bir ifadeyle, dıĢ kaynak bağımlılığı, sürdürülebilir büyümenin önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer bir ifade ile, küresel likidite koĢulları ya da ülkeye yönelik risk algılamalarındaki bir bozulma neticesinde ortaya çıkabilecek, sermaye hareketlerinde bir geri dönüĢ ya da ani bir duruĢ, sürdürülebilir büyüme açısından risk unsurları olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan, kimi ekonomistlerce küresel likidite bolluğu dönemi olarak da adlandırılan, 20022007 yıllarını kapsayan altı yıllık dönemde, dıĢ kaynak talebini, talebin de ötesinde - ülkenin toplam uluslararası rezervleri olarak değerlendirilebilecek bankalar yabancı para efektif ve muhabir mevcutları ile Merkez Bankası resmi rezerv varlıkları toplamını, ödemeler dengesi akım cinsinden 61,8 milyar ABD doları arttıran - bir arz karĢılamıĢ olsa da; cari iĢlemler dengesi açıklarını çok büyük bir ölçüde finanse eden ödemeler dengesi finans hesapları yükümlülük kalemleri, doğrudan dıĢ borç stokunu arttırmaktadır. 75 Anılan geliĢmelerin, kamu ve özel kesimin dıĢ borçlarına yansıması, sırasıyla Grafik 3 ve Grafik 4‟ün sağ eksenlerinde milyar ABD doları cinsinden gösterilmektedir. Böylelikle, bir akım-akım dengesizliğini ifade eden ve yapısal bir hal alan süregelen cari iĢlemler dengesi açıklarının, bir akım-stok dengesizliğine dönüĢerek, dıĢ borçların sürdürülebilirliğine iliĢkin risk algılamasını arttırması, özellikle de TL‟de yüksek oranlı bir reel değer kaybı durumunda olasılık 75 Dış borç istatistikleri metodolojisi uyarınca, dış borç yaratmayan, hisse senetleri biçimindeki portföy yükümlülükleri ile doğrudan yatırım yükümlülükleri dışındaki kalemler hariç. 204 dahilinde gözükmektedir. Bu noktada, çok büyük bir önem arz eden TL‟nin reel değerindeki değiĢimlerin, olumlu ve olumsuz olarak nitelendirilebilecek eĢanlı etkileri olabilmektedir. Ġlk olarak, döviz arzında bir artıĢ anlamına gelen anılan dönemdeki artan sermaye giriĢleri, rekabet gücünü olumsuz yönde etkileyen TL‟nin reel değerlenmesi sonucunu doğurmuĢtur. Ancak, TÜSĠAD (2005), Türkan (2006), ġenesen (2007), EĢiyok (2008), Gerni vd. (2008), Yükseler ve Türkan (2008) ve Saygılı vd. (2010)‟da incelenen Türkiye‟de ihracat ve üretimin ithalat bağımlılığı ile özellikle yurt içi enerji talebindeki ithalat bağımlılığı da dikkate alındığında, söz konusu geliĢmenin girdi maliyetleri açısından telafi edici bir yönü de bulunmaktadır. Daha olumsuz olarak nitelendirilebilecek diğer bir etki ise, TL‟deki reel değerlenmenin, ikame ve gelir etkilerinden dolayı, ithal ara malları ile rekabet içerisinde olan, yurt içindeki ara malı üreticilerini belirli bir süre sonra üretimden çekilmeye zorlaması, bir baĢka deyiĢle, var olan ithalat bağımlılığını daha da arttırmasıdır. Bu Ģekilde, yurt içi tasarrufların yetersizliğinin yanı sıra ithalat bağımlılığı da cari iĢlemler dengesi açıklarının yapısal bir hal almasına kaynaklık etmektedir. Ġkinci olarak ise, anılan dönem itibarıyla, özellikle özel kesimin ABD doları cinsinden dıĢ borçlarında miktarsal olarak çok büyük artıĢlar gözlenmesine karĢın, Tablo 5‟den görüleceği üzere, özel kesim dıĢ borcunun GSMHG içindeki payı (TCMB reel efektif kur verilerine göre, küresel kriz nedeniyle Eylül 2008‟de baĢlayan ve Aralık 2008‟de de devam eden TL‟deki reel değer kaybının yaĢandığı yıl olan 2008 yılı dıĢarıda bırakıldığında) görece istikrarlı bir seyir izlemiĢ ve miktarsal artıĢların ima ettiği yönde geliĢmemiĢtir. ġüphesiz, bu geliĢmede, makroekonomik göstergelere iliĢkin oransal hesaplamalarda kullanılan, ABD Doları/TL kurunun seviyesi belirleyici olmuĢtur. Ayrıca, döviz kuru geçiĢkenliğinin derecesine bağlı olarak, döviz kurunun enflasyon üzerinde de doğrudan bir etkisi bulunmaktadır. Özet olarak, Türkiye ekonomisi için de geçerli olduğu düĢünülen temel günah olgusu ve dalgalanma korkusu ile yukarıda yer alan değerlendirmeler 205 ıĢığında, artan dıĢ kaynak kullanımı, bir taraftan, ekonominin üretken kapasitesini arttırmaya yönelik olarak tasarruf kısıtını hafifletirken, diğer taraftan da, cari iĢlemler dengesi ile dıĢ borçlara dönemler arası yaklaĢım çerçevesinde, bünyesinde barındırdığı ve sürdürülebilir büyümeye tehdit oluĢturan özellikle yükümlülük dolarizasyonu gibi kırılganlıkları arttırmaktadır. Sermaye hareketlerinde bir geri dönüĢ ya da ani bir duruĢun tetikleyebileceği TL‟de yüksek oranlı bir reel değer kaybı, söz konusu tehdidi geçerli kılabilecektir. Dolayısıyla, makro bir bakıĢ açısından, örneğin bireysel emeklilik fonlarının teĢviki gibi bir taraftan yurt içi tasarrufları ve finansal derinliği arttıracak uygulamalar, diğer taraftan da ithalat bağımlılığını azaltacak ve üretken kapasite, verimlilik ve dıĢ rekabet gücünü arttıracak eğitim, sanayi, teknoloji ve enerji politikaları aracılığı ile Türkiye ekonomisinin yatırımlarını kendi kaynakları ile finanse edebilecek bir noktaya gelmesi zorunlu bir hal almıĢtır. Mikro bir bakıĢ açısından ise, söz konusu geliĢmeler, firma bilançolarına, bilanço tanımıyla toplam yabancı kaynaklar (TYK) içerisinde, yurt içinden kullanılan uzun vadeli yabancı kaynakların payında bir artıĢ Ģeklinde yansıyacaktır. Bu çerçevede, BDDK‟nın 20/09/2010 tarihli kararı ile mevduat bankalarının yurt içinde tahvil ve bono ihraç etmelerine izin vermesi, olumlu bir geliĢme olarak kendini göstermektedir. Anılan tarihten itibaren, bankaların TL cinsinden yurt içi tahvil ihraçlarının önemli bir büyüklüğe ulaĢmıĢ olması, yine bankaların yurt dıĢında TL cinsinden tahvil ihraç etmek üzere SPK‟ya baĢvuruda bulunmaları, finansal olmayan sektörün banka kredilerine bağımlı yapısı ile birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye‟nin temel günah sorununu hafifleterek, yükümlülük dolarizasyonu kaynaklı kırılganlıkları azaltacaktır. Türkiye ekonomisine iliĢkin ikiz ve üçüz açıklar olgusunun değerlendirilmesi amacıyla, Grafik 7‟de, 1998-2010 dönemi için GSMHG‟ye oranlanan özel kesim tasarruf-yatırım dengesi, kamu kesimi tasarruf-yatırım dengesi ve cari iĢlemler dengesi gösterilmektedir. Ġç ekonomik dengeyi ifade 206 eden anılan ilk iki dengenin toplamı, milli gelir özdeĢlikleri gereği, üçüncü denge olan dıĢ ekonomik dengeye eĢit olmak zorundadır. Diğer bir deyiĢle, bir ülkede iç ekonomik denge ne kadar açık veriyorsa, dıĢ ekonomik denge de o kadar açık veriyor demektir. Anılan dengelerin ikisinin açık verdiği durum ikiz açık, üçünün de açık verdiği durum ise üçüz açık olarak nitelendirilmektedir. 16 Üçüz Açık 12 8 9,4 6,8 4 0 6,2 9,0 8,4 6,9 5,3 4,7 3,1 0,7 -4 -3,4 -4,8 -5,7 -8 -12 İkiz Açık 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 -16 Cari Açık / GSMHG Kamu Kesimi Tasarruf-Yatırım Dengesi / GSMHG Özel Kesim Tasarruf-Yatırım Dengesi / GSMHG GSYH Büyüme Hızı Grafik 8: Özel ve Kamu Kesimi Tasarruf-Yatırım Dengesi ile Cari ĠĢlemler Dengesi (1998-2010) (GSMHG'nin Yüzdesi) Kaynak: DPT, TÜĠK Türkiye ekonomisinin 2001 yılı hariç olmak üzere, 1998-2005 yılları arasındaki dönemde ikiz açık ve 2006 yılı hariç olmak üzere 2005-2008 yılları arasındaki dönemde de üçüz açık verdiği gözlenmektedir. 2009 yılındaki ikiz açığın ardından, 2010 yılında tekrar üçüz açık verilmiĢtir. 2001 yılından sonra kamu tasarruf yatırım dengesinde gözlenen iyileĢme, GSYH büyüme oranları ile birlikte değerlendirildiğinde, “geniĢletici mali daralma” önermesini destekler niteliktedir. Ancak, aynı yıldan itibaren, ekonomik büyümenin taĢıyıcısı 207 durumunda olan özel kesimin, tasarruf yatırım dengesinde gözlenen kötüleĢme sonucunda, cari iĢlemler açığı da giderek artmaya baĢlamıĢtır. Söz konusu durum, Schmidt-Hebbel ve Serven (1997: 92)'nin kamu tasarruflarındaki artıĢların, % 40 ile % 60 arasında değiĢen bir oran nispetinde, özel tasarruflardaki düĢüĢler ile telafi edildiği bulgusunu destekler niteliktedir. Ayrıca, 2000 yılından sonra kamu kesimi tasarruf-yatırım dengesi ile cari iĢlemler açığının sürekli ters yönde hareket ediyor olması, anılan dönem için Türkiye‟de “ikiz açık” hipotezinin değil, Kim ve Roubini (2008) tarafından kavramsallaĢtırılan, “ikiz sapma” hipotezinin geçerli olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye ekonomisinde cari iĢlemler açığının temel belirleyeni dıĢ ticaret açığıdır, bu çerçevede ithalat düzeyi, bütçe gelirleri açısından da önem arz etmektedir; 1998-2009 döneminde ithalden alınan KDV‟nin konsolide bütçe gelirleri içerisindeki ortalama payı % 12 ve son yıllardaki payı da yaklaĢık % 14 düzeyinde gerçekleĢmiĢtir. Krizlerin yaĢandığı 2001 ve 2009 yıllarında, iç talep ile birlikte çöken ithalat talebinin bir taraftan cari iĢlemler dengesini iyileĢtirirken; diğer taraftan ithalat düĢüĢü ve çöken iç talebin sırasıyla ithalden alınan KDV ile dahilde alınan KDV ve ÖTV gelirlerini azaltması sonucunda, kamu tasarruf yatırım dengesini kötüleĢtirdiği gözlenmektedir. 2005 yılına gelindiğinde, iç ekonomik dengelerin her ikisinin de açık verdiği ve söz konusu açıkların dıĢ ekonomik dengedeki açıkla kapatıldığı, diğer bir deyiĢle, üçüz açık verildiği gözlenmektedir. 2006 yılından sonra ise, kamu kesimi tasarruf-yatırım açığı artıĢ, özel kesim tasarruf-yatırım açığı ise azalıĢ göstermiĢtir. 2009 yılında, 2008 yılındaki küresel finansal krize karĢı alınan ekonomik önlemler çerçevesinde, kamu harcamalarındaki artıĢ nedeniyle kamu tasarruf-yatırım açığının artıĢ göstermesi ve dıĢ finansman olanakları daralan ve yatırımlarını keskin bir biçimde daraltan özel sektörün, tasarruf-yatırım dengesinin açıktan fazlaya dönüĢmesi sonucunda, ekonomik küçülme ile beraber tekrar ikiz açığa dönülmüĢtür. 208 GeçmiĢ bölümlerde incelenen Üçlü Açık Modelleri çıkarsamaları ıĢığında, genellikle hızlı büyüme oranlarının yakalandığı üçüz açık dönemlerinde, kamu açığının kamu yatırımları daraltılmadan düĢürülmesi, tasarruf ve döviz kısıtlarını hafifletici yönde etki edecektir. Böylelikle, artan özel tüketim ve yatırım talebinin, cari iĢlemler açığı üzerindeki olumsuz etkisi kısmen de olsa giderilmiĢ olacaktır. Ayrıca, sermaye hareketlerinde bir geri dönüĢ ya da ani bir duruĢ karĢısında ve özellikle döviz kısıtının bağlayıcı olduğu bir durumda, ekonominin ne kadar daralabileceği ve daralmanın ne kadar sürebileceği göz önüne alınarak izlenecek aktif bir maliye politikası çerçevesinde, artan kamu tasarrufları, azalan dıĢ tasarrufların yerini alabilecektir. 4.1. FĠNANSAL OLMAYAN FĠRMALARIN BĠLANÇO GELĠġMELERĠ Ekonomik faaliyetlerde etkinliğin sağlanmasında, karar alıcılara sistemli ve düzenli bilgi akıĢının önemi çerçevesinde, TCMB bünyesinde 1990 yılından itibaren Bilanço Merkezi çalıĢmaları yürütülmektedir. Bu kapsamda, reel sektörde faaliyet gösteren firmalardan temin edilen mali tablo ve kimlik bilgileri, NACE Revize 1.1 sınıflandırması esas alınarak sektör düzeyinde toplulaĢtırılmakta ve “Sektör Bilançoları” baĢlığı altında TCMB internet sayfasında “Veriler/Dönemsel Veriler/Sektör Bilançoları” baĢlığı altında yayımlanmaktadır. Anılan sayfada 1996-1998 dönemine iliĢkin yıllık verileri kapsayan 1999 raporundan baĢlamak üzere, üçer yıllık dönemler itibarıyla hazırlanan sektör mali tabloları ve ilgili oranlar yer almaktadır. 2007-2009 dönemine iliĢkin 8.080 firmanın yıllık verilerinin kapsandığı ve tezin hazırlandığı tarih itibarıyla en güncel verileri içeren 2010 yılı raporunda, 13 ana sektör ve 28 alt sektöre iliĢkin mali tablo ve sektör kimlik bilgileri yer almaktadır. Bu çalıĢmada kullanılan 1998-2009 yılı verilerine iliĢkin raporlar incelendiğinde, aralıksız olarak üç yıl raporlamada bulunan firma sayısının 1998-2000 dönemi için 7.252, 2001-2003 dönemi için 7.241, 209 2004-2006 dönemi için ise 7.308 olduğu gözlenmektedir. Her bir sektör için Sektör Kimliği, Bilanço, Gelir Tablosu, Yapısal Analiz ve Fon Akım tablolarının yanı sıra, ilgili mali oran tablolarını içeren raporlardaki Sektör Kimliği tablolarında, sektördeki firmaların sayısı, hukuki durumları ve Türk Lirası (TL) ile Yabancı Para (YP) ayrımında mali ve ticari borç bilgileri de yer almaktadır. Finansal olmayan firmaların, sektörel bazdaki verilerinin kullanıldığı bu çalıĢmada, aĢağıdaki tabloda yer verildiği üzere NACE Revize 1.1 sınıflandırmasına göre 12‟si imalat sanayi dıĢı ve 14‟ü de alt imalat sanayi sektörleri olmak üzere, toplamda 26 sektörün verileri kullanılmıĢtır. Tablo 7: Sektör Sınıflandırması Sektör Kodu Sektörler Ġmalat DıĢı Sektörler Yıllık Ortalama Firma Sayısı 1 2 3 4 5 A B C E F 54 13 166 80 820 6 G 1563 7 8 9 10 11 12 H I K M N O 304 361 198 53 78 55 Tarım, avcılık ve ormancılık Balıkçılık Madencilik ve taĢocakçılığı Elektrik, gaz, buhar ve sıcak su üretimi ve dağıtımı ĠnĢaat Toptan ve perakende ticaret; motorlu taĢıt, motosiklet, kiĢisel ve ev eĢyalarının onarımı Oteller ve lokantalar UlaĢtırma, depolama ve haberleĢme Gayrimenkul, kiralama ve iĢ faaliyetleri Eğitim Sağlık iĢleri ve sosyal hizmetler Diğer sosyal, toplumsal ve kiĢisel hizmet faaliyetleri 614 886 73 91 150 10 259 212 255 372 263 171 235 134 Ġmalat Gıda ürünleri, içecek ve tütün imalatı Tekstil ve tekstil ürünleri imalatı Deri ve deri ürünleri imalatı Ağaç ürünleri imalatı Kağıt hamuru, kağıt ve kağıt ürünleri imalatı; Basım ve yayım Kok kömürü, rafine edilmiĢ petrol ürünleri ve nükleer yakıt imalatı Kimyasal madde ve ürünler ile suni elyaf imalatı Plastik ve kauçuk ürünleri imalatı Metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı Ana metal ve fabrikasyon metal ürünleri imalatı Makine ve teçhizat imalatı Elektrikli ve optik donanım imalatı UlaĢım araçları imalatı BaĢka yerde sınıflandırılmamıĢ imalatlar Ġmalat Sektörü 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 D DA DB DC DD DE DF DG DH DI DJ DK DL DM DN Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 1998-2009 dönemi için finansal olmayan firmaları içeren söz konusu 26 sektörün toplulaĢtırılmıĢ bilançosu, seçilmiĢ bilanço kalemleri itibarıyla Tablo 8‟de ve seçilmiĢ bilanço kalemlerinin bilanço içindeki yüzde payları ise Tablo 9‟da gösterilmektedir. 210 Tablo 8: Finansal Olmayan Sektörler ToplulaĢtırılmıĢ Bilançosu Milyon TL GSYH Firma Sayısı 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 70.203 104.596 166.658 240.224 350.476 454.781 559.033 648.932 758.391 843.178 950.534 952.635 7.252 7.252 7.252 7.241 7.241 7.241 7.308 7.308 7.308 8.080 8.080 8.080 30.414 51.122 78.537 131.418 189.710 229.099 344.803 381.411 449.432 624.140 754.226 814.497 Dönen Varlıklar 16.995 28.422 43.597 69.145 98.111 118.518 170.122 193.025 234.942 311.868 383.878 401.177 Duran Varlıklar Mali Duran Varlıklar Maddi Duran Varlıklar 13.419 2.788 9.461 22.699 4.814 15.490 34.940 7.930 23.660 62.274 14.685 41.338 91.599 21.233 61.310 110.581 27.293 72.434 174.681 55.682 101.631 188.386 62.028 106.192 214.490 73.548 115.255 312.272 104.241 161.659 370.348 119.910 192.538 413.320 131.393 215.742 Toplam Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar 10.535 19.879 8.172 16.100 35.021 14.794 26.273 52.264 21.098 38.283 93.135 41.134 66.743 122.967 51.695 94.362 134.737 52.677 179.295 165.508 55.996 193.770 187.641 65.095 221.253 228.179 88.585 306.955 317.185 125.538 331.403 422.822 187.317 371.750 442.747 198.183 Banka Kredileri ÇıkarılmıĢ Bono ve Tahviller Ticari Borçlar Diğer Borçlar Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar Banka Kredileri Ticari Borçlar 7.237 3 4.938 6.769 14.594 4.609 3.836 4.570 12.996 1 8.936 11.292 25.362 8.231 6.619 8.376 18.598 5 13.526 17.640 38.727 11.897 9.612 12.724 33.371 1 24.138 27.863 64.572 20.258 14.705 22.318 42.717 0 32.455 38.817 81.579 22.107 16.966 30.048 42.440 2 37.727 44.333 94.543 24.277 18.536 35.507 46.826 0 47.415 62.097 123.494 26.447 21.626 45.004 55.696 0 56.363 66.183 140.346 33.603 28.325 53.341 74.928 20 66.168 73.426 167.396 44.605 36.455 63.112 106.852 20 89.472 102.175 224.485 55.815 46.471 85.291 161.515 0 111.145 124.360 288.579 81.630 68.922 105.545 169.009 0 113.318 131.245 293.881 79.941 63.394 106.677 5.415 8.755 14.106 21.996 29.424 34.759 52.044 53.402 59.679 83.379 101.404 107.264 5.285 9.660 13.537 28.563 41.388 40.194 42.014 47.295 60.783 92.700 134.243 148.866 3.564 6.563 9.201 20.875 29.589 28.400 29.549 31.493 43.980 69.723 105.688 118.243 Banka Kredileri 3.401 6.377 8.987 18.666 25.751 23.904 25.200 27.371 38.473 60.381 92.592 105.615 Ticari Borçlar Diğer Uzun Vadeli Borçlar 368 1.354 560 2.537 802 3.534 1.821 5.867 2.406 9.393 2.220 9.574 2.412 10.053 3.022 12.780 3.056 13.747 4.181 18.796 5.600 22.955 6.642 23.982 Toplam Varlıklar Diğer Kısa Vadeli Borçlar Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Tablo 9: SeçilmiĢ Bilanço Kalemlerinin Bilanço Ġçindeki Yüzde Payları 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 100,0 55,9 7,4 2,9 18,3 4,3 14,8 8,2 44,1 0,4 0,8 9,2 31,1 1,1 1,5 100,0 55,6 8,0 2,5 18,5 4,6 13,6 8,3 44,4 0,4 0,9 9,4 30,3 2,0 1,4 100,0 55,5 7,8 2,4 18,9 4,9 14,1 7,5 44,5 0,3 0,8 10,1 30,1 1,9 1,2 100,0 52,6 7,6 1,2 18,0 6,1 13,2 6,4 47,4 0,3 1,3 11,2 31,5 2,3 1,0 100,0 51,7 7,7 1,6 17,8 5,2 12,9 6,5 48,3 0,2 1,3 11,2 32,3 2,4 0,9 100,0 51,7 7,6 1,6 18,2 4,5 13,1 6,7 48,3 0,3 1,3 11,9 31,6 2,3 0,8 100,0 49,3 6,5 1,6 16,4 3,0 12,7 9,1 50,7 0,3 1,0 16,1 29,5 2,9 0,8 100,0 50,6 8,0 0,6 17,8 3,2 12,7 8,3 49,4 0,4 1,2 16,3 27,8 2,8 0,9 100,0 52,3 8,9 0,6 18,8 3,2 13,0 7,8 47,7 0,3 1,2 16,4 25,6 3,2 1,1 100,0 50,0 7,8 0,6 17,9 3,7 12,2 7,8 50,0 0,2 0,9 16,7 25,9 5,2 1,2 100,0 50,9 8,7 0,6 17,8 4,2 12,1 7,5 49,1 0,3 1,0 15,9 25,5 5,1 1,3 100,0 49,3 8,9 0,7 17,6 4,2 11,0 6,8 50,7 0,3 1,3 16,1 26,5 5,3 1,2 100,0 34,6 65,4 26,9 23,8 0,0 16,2 22,3 48,0 15,2 12,6 15,0 17,8 17,4 11,7 11,2 1,2 4,5 100,0 31,5 68,5 28,9 25,4 0,0 17,5 22,1 49,6 16,1 12,9 16,4 17,1 18,9 12,8 12,5 1,1 5,0 100,0 33,5 66,5 26,9 23,7 0,0 17,2 22,5 49,3 15,1 12,2 16,2 18,0 17,2 11,7 11,4 1,0 4,5 100,0 29,1 70,9 31,3 25,4 0,0 18,4 21,2 49,1 15,4 11,2 17,0 16,7 21,7 15,9 14,2 1,4 4,5 100,0 35,2 64,8 27,2 22,5 0,0 17,1 20,5 43,0 11,7 8,9 15,8 15,5 21,8 15,6 13,6 1,3 5,0 100,0 41,2 58,8 23,0 18,5 0,0 16,5 19,4 41,3 10,6 8,1 15,5 15,2 17,5 12,4 10,4 1,0 4,2 100,0 52,0 48,0 16,2 13,6 0,0 13,8 18,0 35,8 7,7 6,3 13,1 15,1 12,2 8,6 7,3 0,7 2,9 100,0 50,8 49,2 17,1 14,6 0,0 14,8 17,4 36,8 8,8 7,4 14,0 14,0 12,4 8,3 7,2 0,8 3,4 100,0 49,2 50,8 19,7 16,7 0,0 14,7 16,3 37,2 9,9 8,1 14,0 13,3 13,5 9,8 8,6 0,7 3,1 100,0 49,2 50,8 20,1 17,1 0,0 14,3 16,4 36,0 8,9 7,4 13,7 13,4 14,9 11,2 9,7 0,7 3,0 100,0 43,9 56,1 24,8 21,4 0,0 14,7 16,5 38,3 10,8 9,1 14,0 13,4 17,8 14,0 12,3 0,7 3,0 100,0 45,6 54,4 24,3 20,8 0,0 13,9 16,1 36,1 9,8 7,8 13,1 13,2 18,3 14,5 13,0 0,8 2,9 Aktif Yapısı (% Pay) Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar Hazır Değerler Menkul Kıymetler Ticari Alacaklar Diğer Alacaklar Stoklar Diğer Dönen Varlıklar Duran Varlıklar Ticari Alacaklar Diğer Alacaklar Mali Duran Varlıklar Maddi Duran Varlıklar Maddi Olmayan Duran Varlıklar Diğer Duran Varlılar Pasif Yapısı (% Pay) Toplam Yükümlülükler Toplam Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar Banka Kredileri ÇıkarılmıĢ Bono ve Tahviller Ticari Borçlar Diğer Kısa Vadeli Borçlar Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar Banka Kredileri Ticari Borçlar Diğer Kısa Vadeli Borçlar Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar Banka Kredileri Ticari Borçlar Diğer Uzun Vadeli Borçlar Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 211 Anılan sektörlerin, yurt içi ekonomik faaliyetleri ne ölçüde temsil ettiğinin bir göstergesi olabilecek, bu sektörlerin aktif büyüklükleri toplamının GSYH‟ye oranı, 1998-2000, 2001-2003, 2004-2006 ve 2007-2009 dönemleri için sırasıyla ortalama % 46,4, % 53,1, % 59,9 ve % 79,6 olarak hesaplanmıĢtır. Tablo 10: SeçilmiĢ Ekonomik Göstergeler ve Bilanço Büyüklükleri 1998 Nominal (Milyon TL) GSYH Toplam Varlıklar (Firmalar) Toplam Özkaynaklar (Firmalar) Toplam Varlıklar (Bankacılık) Finans DıĢı Kesime Açılan Yurtiçi Krediler Fiyatlar ÜFE (Dönem sonu 2003=100) TÜFE (Dönem sonu 2003=100) Reel GSYH (1998 Yılı Fiy.) Toplam Varlıklar (Firmalar) Toplam Özkaynaklar (Firmalar) Toplam Varlıklar (Bankacılık) Finans DıĢı Kesime Açılan Yurtiçi Krediler 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 70.203 104.596 166.658 240.224 350.476 454.781 30.414 51.122 78.537 131.418 189.710 229.099 10.535 16.100 26.273 38.283 66.743 94.362 36.828 72.121 104.088 169.221 212.681 249.688 9.006 11.037 15.991 22.988 22.382 32.443 559.033 344.803 179.295 306.439 45.894 648.932 381.411 193.770 406.909 67.910 758.391 449.432 221.253 499.731 95.343 843.178 624.140 306.955 581.606 120.200 950.534 754.226 331.403 732.536 147.409 952.635 814.497 371.750 834.014 158.839 119,13 113,86 122,30 122,65 136,46 134,49 144,57 145,77 156,29 160,44 165,56 170,91 17,00 17,14 1999 27,69 28,94 2000 36,74 40,23 2001 69,28 67,80 2002 90,64 87,97 103,28 104,12 70.203 67.841 72.436 68.309 72.520 76.338 83.486 90.500 96.738 101.255 101.922 97.003 178.911 184.596 213.773 189.704 209.301 221.829 289.440 311.865 329.350 431.722 482.581 491.965 61.973 58.137 71.513 55.262 73.636 91.367 150.507 158.438 162.138 212.323 212.044 224.541 216.641 260.423 283.322 244.273 234.643 241.764 257.236 332.714 366.210 402.301 468.703 503.753 52.534 38.144 39.747 33.905 25.442 31.160 40.307 55.369 70.893 82.459 91.878 92.937 Nominal ArtıĢlar (%) GSYH Toplam Varlıklar (Firmalar) Toplam Özkaynaklar (Firmalar) Toplam Varlıklar (Bankacılık) Finans DıĢı Kesime Açılan Yurtiçi Krediler 49,0 68,1 52,8 95,8 22,6 59,3 53,6 63,2 44,3 44,9 44,1 67,3 45,7 62,6 43,8 45,9 44,4 74,3 25,7 -2,6 29,8 20,8 41,4 17,4 45,0 22,9 50,5 90,0 22,7 41,5 16,1 10,6 8,1 32,8 48,0 16,9 17,8 14,2 22,8 40,4 11,2 38,9 38,7 16,4 26,1 12,7 20,8 8,0 26,0 22,6 0,2 8,0 12,2 13,9 7,8 Reel ArtıĢlar (%) GSYH Toplam Varlıklar (Bankacılık) Toplam Özkaynaklar Toplam Varlıklar (Bankacılık) Finans DıĢı Kesime Açılan Yurtiçi Krediler -3,4 -0,4 -9,5 16,0 -27,4 6,8 10,5 17,4 3,8 4,2 -5,7 -0,7 -13,5 -3,5 -14,7 6,2 11,3 34,4 -3,1 -25,0 5,3 2,0 19,5 -0,8 22,5 9,4 37,6 73,8 12,2 29,4 8,4 2,7 0,3 23,3 37,4 6,9 7,5 4,1 12,0 28,0 4,7 28,1 28,0 7,4 16,3 0,7 9,8 -1,9 14,4 11,4 -4,8 1,4 5,3 6,9 1,2 10,6 9,6 9,6 6,4 7,1 8,2 10,5 12,6 14,3 15,5 16,7 Büyüme Hızı Katsayıları Firmalar Aktif Büy. / GSYH Firmalar Aktif Büy. / Bankalar Aktif Büy. -0,94 0,16 2,33 1,80 1,98 0,82 1,68 -2,62 1,14 1,97 3,26 4,76 0,92 0,26 0,81 0,56 6,66 3,15 17,88 0,71 -0,40 0,26 Firmalar Özkaynak Büyümesi / GSYH Firmalar Özkaynak Büyümesi / Bankalar Özkaynak Büyümesi 1,84 -0,31 3,40 2,62 3,99 1,65 5,39 -8,43 4,57 7,93 6,91 10,11 0,63 0,18 0,34 0,23 6,63 3,14 -0,20 -0,01 -1,22 0,79 Finans DıĢı Kesime Açılan Yurtiçi Krediler /GSYH 12,8 Bilanço Oranları 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 1) Nakit Oranı Hazır Değerler + Menkul Kıymetler/ KV Yabancı Kaynaklar 21,5 21,3 20,5 18,0 21,7 22,4 22,7 23,5 25,5 23,3 24,3 26,8 2) Maddi Duran Varlıklar Oranı Maddi Duran Varlıklar (Net) / Toplam Varlıklar 31,1 30,3 30,1 31,5 32,3 31,6 29,5 27,8 25,6 25,9 25,5 26,5 188,7 138,5 50,2 217,5 157,5 60,0 198,9 147,4 51,5 243,3 168,7 74,6 184,2 122,2 62,0 142,8 100,2 42,6 92,3 68,9 23,4 96,8 72,4 24,4 103,1 75,7 27,5 103,3 73,1 30,2 127,6 87,1 40,5 119,1 79,1 40,0 Mali Borçlar / Özkaynaklar Banka Kredileri / Özkaynaklar Bono ve Tahvil Ġhraçları / Özkaynaklar Ticari Borçlar / Özkaynaklar 77,6 68,7 0,0 46,9 91,9 80,7 0,0 55,5 80,3 70,8 0,0 51,5 107,4 87,2 0,0 63,1 77,5 64,0 0,0 48,6 55,8 45,0 0,0 40,0 31,2 26,1 0,0 26,4 33,6 28,7 0,0 29,1 40,0 33,9 0,0 29,9 40,9 34,8 0,0 29,1 56,5 48,7 0,0 33,5 53,3 45,5 0,0 30,5 3) Kaldıraç (Borçluluk) Oranı Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 65,4 48,0 17,4 34,6 68,5 49,6 18,9 31,5 66,5 49,3 17,2 33,5 70,9 49,1 21,7 29,1 64,8 43,0 21,8 35,2 58,8 41,3 17,5 41,2 48,0 35,8 12,2 52,0 49,2 36,8 12,4 50,8 50,8 37,2 13,5 49,2 50,8 36,0 14,9 49,2 56,1 38,3 17,8 43,9 54,4 36,1 18,3 45,6 26,9 23,8 0,0 16,2 28,9 25,4 0,0 17,5 26,9 23,7 0,0 17,2 31,3 25,4 0,0 18,4 27,2 22,5 0,0 17,1 23,0 18,5 0,0 16,5 16,2 13,6 0,0 13,8 17,1 14,6 0,0 14,8 19,7 16,7 0,0 14,7 20,1 17,1 0,0 14,3 24,8 21,4 0,0 14,7 24,3 20,8 0,0 13,9 179,3 117,7 128,5 90,0 141,3 227,6 286,8 331,3 269,7 346,7 147,9 225,8 3) Toplam Yabancı Kaynakların Özkaynaklara Oranı Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Mali Borçlar / Toplam Yükümlülükler Banka Kredileri / Toplam Yükümlülükler Bono ve Tahvil Ġhraçları / Yükümlülükler Ticari Borçlar / Yükümlülükler 4) Faiz KarĢılama Oranı Dönem Net Kârı + Finansman Giderleri / Finansman Giderleri Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları, TÜĠK, BDDK, TBB. 212 GeçmiĢ bölümlerde değinildiği üzere, bilanço riski temelde dört tür risk içermektedir: sermaye yapısı uyumsuzluğu, vade uyumsuzluğu, para birimi uyumsuzluğu, ve borç geri ödeyebilme riski. Sermaye yapısı uyumsuzluğu, genel olarak toplam yükümlülükler içerisinde, TYK‟nın özkaynaklara oranının çok yüksek olmasını, bir baĢka deyiĢle, firma finansmanının özkaynaklara değil de aĢırı borçlanmaya dayanmasını ifade etmektedir. Yüksek bir borçluluk oranı, “finansal hızlandıran” mekanizması çerçevesinde “dıĢ finansman primini” arttırarak, potansiyel firma yatırımlarını olumsuz yönde etkileyebilecek ve aynı zamanda olumsuz dıĢsal Ģoklar karĢısındaki kırılganlığı arttırabilecektir. 1998 yılında % 188,7 olarak gerçekleĢen Toplam Yabancı Kaynaklar (TYK) / Özkaynaklar oranı, olumlu olarak nitelendirilebilecek bir geliĢmeyle, 2009 yılında % 119,1‟e gerilemiĢtir. Bununla birlikte, anılan oranın, 19981999 Doğu Asya - Rusya krizi, 2001‟de yaĢanan yurtiçi finansal kriz ve 2008 yılının Eylül ayının ortasında Lehman Brothers‟ın iflas baĢvurusunda bulunmasıyla baĢlayan küresel kriz yıllarında bir önceki yıla göre ani sıçramalar gösterdiği gözlenmektedir. 76 300 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 250 KV Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 200 UV Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 150 100 50 Grafik 9: TYK / Özkaynaklar (1998-2001) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 76 Bu bölümdeki analizde yer tüm grafikler, sektör bazında Ek’te sunulmaktadır. 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 213 geliĢmede, Anılan toplam yabancı kaynakların payı artarken, özkaynakların payının gerilemesi etkili olmuĢtur. Özkaynak kullanım oranını ifade eden Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler oranının; borçluluk, bir baĢka deyiĢle, kaldıraç oranınını ifade eden TYK / Toplam Yükümlülükler oranından yüksek olması, firmaların borç geri ödeme kapasitesinin yüksek olduğuna iĢaret etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu durumun sadece 2004 ve 2005 yıllarında geçerli olmakla birlikte, 2009 yılına gelindiğinde, 1998 yılına kıyasla önemli bir iyileĢme sağlandığı gözlenmektedir. 80 70 60 50 40 2008 2007 2006 2005 2001 2000 1999 1998 2004 Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 0 2003 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 10 2002 20 2009 30 Grafik 10: Bilançoların Yükümlülük Yapısı (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Hem ulusal hem de döviz cinsinden borçlar açısından, kısa vadeli borçların payının yüksek olmasını ifade eden vade riski, özellikle de faiz oranlarında yüksek oranlı artıĢların gözlendiği ani duruĢ gibi ters dıĢsal Ģoklarda, firmaları borç geri ödeyememe ve borç döndürme riskine maruz bırakmaktadır. KVYK‟nın “Toplam Yükümlülükler” içerisindeki payının, 2001 yılından 2004 yılına kadar % 49.1‟den % 35.8‟e kadar düzenli bir Ģekilde düĢtüğü ve 2004-2009 döneminde ise görece istikrarlı bir seyir izlediği gözlenmektedir. Dolayısıyla, 1998-2009 döneminin genelinde vade yapısının bir iyileĢme gösterdiği söylenebilir. Anılan iyileĢme, toplam yükümlülüklerin oranı olarak, uzun vadeli kaynak artıĢından değil, özkaynak artıĢından kaynaklanmıĢtır. Diğer bir ifadeyle, anılan dönemde firmalar borçluluk oranında da bir iyileĢme gözlenmektedir. 214 80 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 70 60 50 40 30 20 10 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 Grafik 11: TYK Vade Yapısı (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Değinilen geliĢmeler ıĢığında dikkat çekici diğer bir husus da, aynı yıllar, bir baĢka deyiĢle, 1999, 2001 ve 2008 yılları itibarıyla, bilançoda “Mali Borçlar” kalemi içerisinde yer alan “Banka Kredileri”nin, “TYK” içerisindeki payının artıĢ göstermiĢ olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, söz konusu yıllarda, toplam yabancı kaynaklardaki artıĢa büyük ölçüde banka kredilerindeki artıĢ kaynaklık etmiĢtir. 50 Mali Borçlar /TYK (%) 45 Ticari Borçlar /TYK 40 Banka Kredileri /TYK 35 30 25 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 20 Grafik 12: Banka Kredileri / TYK (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Ġlgili dönem itibarıyla, yine “Mali Borçlar” kalemi altında yer alan bono ve tahvil ihraçlarının, toplam yükümlülükler içerisindeki payının % 0 olduğu 215 gözlenmektedir. Türkiye‟de finansal sektörün çok büyük bir ölçüde bankacılık ağırlıklı olması 77 ve aĢağıda yer alan tablodan da görüleceği üzere kamu sektörünün sermaye piyasalarındaki ağırlığı, Türkiye‟deki finansal olmayan kesimi ciddi bir finansman kısıtı ile karĢı karĢıya bırakmakta ve yurt içi ya da yurt dıĢından sağlanacak banka kredilerine bağımlı hale getirmektedir. Tablo 10‟da yer verilen ve finansal derinleĢme göstergelerinden biri olan, yurtiçi mevduat bankalarınca finans dıĢı kesime açılan kredilerin GSYH‟ye oranının düĢüklüğü, bankacılık sisteminin finansal sektördeki ve kamu kesiminin de sermaye piyasalarındaki ağırlığı ile birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye için “temel günah” olgusunun varlığını teyit eder niteliktedir. Tablo 11: Menkul Kıymet Stokları Milyon TL I. Özel Sektör Hisse Senedi 1997 (%) 1998 (%) 1999 (%) 2000 (%) 2001 (%) 2002 (%) 2003 (%) 2004 (%) 2005 (%) 2006 (%) 2007 (%) 2008 (%) 2009 (%) 931 13,3 1.899 13,9 3.796 14,0 6.868 15,7 10.517 7,9 13.177 8,0 18.008 8,4 25.186 10,0 31.929 11,5 41.059 14,0 52.225 17,0 63.990 18,9 70.686 17,6 909 12,9 1.886 13,8 3.793 14,0 6.867 15,7 10.516 7,9 13.177 8,0 18.008 8,4 25.186 10,0 31.916 11,5 40.926 13,9 51.685 16,8 63.300 18,7 70.061 17,5 Tahvil 4 0,1 5 0,0 3 0,0 1 0,0 1 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 120 0,0 270 0,1 370 0,1 491 0,1 Finansman Bonosu 2 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 13 0,0 13 0,0 270 0,1 320 0,1 100 0,0 13 0,2 7 0,1 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 BB-BGB 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 35 0,0 KZOB 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 Gayrimenkul Sertifikası 3 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 II. Kamu Kesimi 6.093 86,7 11.788 86,1 23.300 86,0 36.802 84,3 122.930 92,1 150.939 92,0 196.004 91,6 226.013 90,0 246.082 88,5 252.370 86,0 255.310 83,0 274.827 81,1 330.005 82,4 Devlet Tahvili 3.571 50,8 5.772 42,2 19.683 72,6 34.363 78,7 102.170 76,6 112.850 68,8 168.974 79,0 194.211 77,3 226.964 81,6 241.876 82,4 249.176 81,0 260.849 77,0 315.969 78,9 Hazine Bonosu 2.375 33,8 5.841 42,7 3.237 11,9 2.058 4,7 20.029 15,0 37.020 22,6 25.413 11,9 30.272 12,1 17.818 6,4 9.594 3,3 6.134 2,0 13.978 4,1 14.036 3,5 Gelir Ort. Senetleri 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 Dövize End. Senetler 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0 147 2,1 175 1,3 380 1,4 382 0,9 731 0,5 1.069 0,7 1.617 0,8 1.530 0,6 1.300 0,5 900 0,3 0 0,0 0 0,0 0 0,0 43.670 100,0 133.447 100,0 164.115 100,0 214.012 100,0 251.199 100,0 278.011 100,0 293.429 100,0 307.535 100,0 338.817 100,0 400.691 100,0 VDMK Varant ÖzelleĢtirme Tahvili Toplam 7.025 100,0 13.687 100,0 27.096 100,0 Kaynak: SPK, ĠMKB, HM, ÖĠB Bu noktada, “”Ticari Borçlar”ın TYK içerisindeki payının yüksekliği de dikkat çekmektedir. 2001 yılından 2004 yılına kadar, “Banka Kredileri”ndeki ve dolayısıyla “Mali Borçlar”daki keskin düĢüĢ eğiliminin, sınırlı bir biçimde de olsa, “Ticari Krediler”deki artıĢ eğilimi ile dengelendiği söylenebilir. Bu keskin düĢüĢün ardında, 2001 krizine bünyesinde çok ciddi kur ve faiz riskleri barındıran zayıf bir bankacılık sektörü ile yakalanan Türkiye ekonomisinde, krizin ardından bu sektöre yönelik yapılan düzenlemeler ile krizin hem 77 Bankacılık kesimi, 2009 yıl sonu itibarıyla finansal sektörün yaklaşık %85’ini oluşturmaktadır. 216 bankalar hem de firmalar kesiminde yol açtığı ağır tahribatın etkisiyle, söz konusu kesimlerin aĢırı borçlanma konusunda daha ihtiyatlı davranmalarının yattığı düĢünülebilir. “Banka Kredileri” ve “Ticari Krediler”de 2005 yılında gözlenen artıĢların ardından, anılan ilk kalem, küresel likiditenin hızla daraldığı ve dolayısıyla dıĢ finansmana eriĢim imkanının hem firmalar hem de bankalar açısından kısıtlandığı 2008 yılına kadar hızlı bir yükseliĢ gösterirken, ikinci kalem ise bu dönemde görece ılımlı bir düĢüĢ göstermiĢtir. Buna karĢılık, yurt içinde yerleĢik bir firmanın, yurt içinde ya da yurt dıĢında yerleĢik diğer bir firmadan mal ve hizmet alımından kaynaklanan ticari borçların payının, Türkiye‟de finansal sektörün ve sermaye piyasasının değinilen yapısından dolayı, uluslararası karĢılaĢtırmalara göre hala yüksek seviyelerde olduğu söylenebilir. Asimetrik bilgi ve ahlaki risk gibi piyasa aksaklıklarından dolayı, küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin krediye eriĢim imkanlarının kısıtlı, diğer bir ifade ile, bu iĢletmelere yönelik kredi tayınlamasının var olduğu ve anılan kısıtın da çevrim yanlısı olduğu dikkate alındığında, özellikle yüksek net değeri ve dolayısıyla teminat değeri sayesinde, doğrudan yurt içi ve yurt dıĢı finansmana eriĢim imkanı bulunan yurt içindeki büyük ölçekli firmaların, bir nevi finansal aracılık rolü yerine getirerek, küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin finansman kısıtını hafiflettikleri söylenebilir. Yalçın vd. (2005), ticari kredilerin toplam yükümlülükler içerisindeki payının en yüksek olduğu firma grubunun küçük ölçekli firmalar olduğu sonucuna ulaĢırken; Türkan (2004), banka kredilerine kıyasla daha az maliyetli olan ticari kredilerin, finansman kısıtı bulunmayan firmalar için de cazip nitelikte olabileceğini belirtmektedir. Aydın vd. (2006)‟nın, 1990-2004 dönemi için Türkiye‟deki firmalar kesiminin finansal yapısını inceledikleri çalıĢmalarında, Maddi Duran Varlıklar (Net) / Toplam Varlıklar oranının, firmaların finansman sağlamada gösterebilecekleri teminatları temsil edebileceği tartıĢılmıĢ, bu oranın firma büyüklüğü ile arttığı ve Türkiye için bu oranın uluslararası karĢılaĢtırmalar ıĢığında düĢük olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. Aynı çalıĢmada, daha yüksek bir maddi varlıklar oranının (daha yüksek bir teminat değeri), daha yüksek bir 217 borçluluk oranına imkan sağlayabileceğinden hareketle, Türkiye‟deki yüksek borçluluk ve düĢük maddi varlıklar oranlarının ilk baĢta bir çeliĢki olarak gözükmekle birlikte, teminat değerine bağlı olmayan ticari kredilerin payının yüksekliğinin bu durumu açıklayabileceği ifade edilmiĢtir. Anılan oranın 19982009 dönemi boyunca % 30‟lardan %25‟lere gerilediği görülmektedir. Bilançoların genel varlık yapısı incelendiğinde ise, toplam varlıklara oranlanan net iĢletme sermayesini gösteren (Dönen Varlıklar - Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar) / Toplam Varlıklar oranının, 2001 yılında kriz dolayısıyla sert bir Ģekilde düĢmesinin ardından, 2004 yılına kadar hızlı bir Ģekilde arttığı gözlenmektedir. Firmaların, kısa vadeli borçlarını ödeme güçlerinin artması anlamına gelen bu durum, ilgili dönem için, dönen varlıkların payının artmasından değil, kısa vadeli yabancı kaynakların (KVYK) payının azalmasından kaynaklanmıĢtır. Küresel krizin ortaya çıktığı 2008 yılında ise, KVYK‟nın payındaki artıĢın “Dönen Varlık”ların payındaki artıĢtan daha yüksek olması sebebiyle, anılan oran %14 seviyesinden %12,6 seviyesine gerilemiĢtir. 30 0 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar - KVYK) / Toplam Varlıklar (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Grafik 13: Bilançoların Varlık Yapısı (1998-2009) (% Pay) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 5 2008 35 2007 10 2006 40 2005 15 2004 45 2003 20 2002 50 2001 25 2000 55 1999 30 1998 60 218 Yine yukarıdaki grafikte yer alan ve (Hazır Değerler + Menkul Kıymetler) / KVYK oranını ifade eden nakit oranı, örneğin ters bir dıĢsal Ģok gibi olumsuz ekonomik koĢullarda, firmaların en likit varlıkları ile kısa vadeli borçlarının ne kadarını geri ödeyebileceğini göstermektedir. Anılan kaleme alacaklar kalemi dahil edilmediğinden, alacakların tahsil edilemediği, satıĢların azaldığı ya da nakit akıĢının zayıfladığı durumlarda bile firmanın borç ödeme kapasitesini ortaya koymaktadır. Alternatif maliyeti de göz önüne alındığında, geliĢmiĢ ülkeler için %20‟nin altına düĢmemesi gerektiği genel kabul gören anılan oran, Türkiye‟deki finansal olmayan firmalar açısından 2001 yılından itibaren artıĢ eğilimindedir. 450 400 350 300 250 200 150 100 50 0 Faiz KarĢılama Oranı 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 Faiz Ödeme Gücü Grafik 14: Faiz Ödeme Gücü Göstergeleri (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Faiz ödeme gücü göstergelerinden olan ve (Dönem Net Kârı + Finansman Giderleri) / Finansman Giderleri olarak ifade edilen faiz karĢılama oranı ile Vergi Öncesi Kârlar / Finansman Giderleri olarak ifade edilen faiz ödeme gücü oranının ilgili dönemdeki seyrine Grafik 14‟de yer verilmiĢtir. Anılan oranların 100‟ün altına inmesi, firmaların kısa vadeli borç servisi için yeterli nakit akımını yaratamadıkları anlamını taĢımaktadır. Faiz karĢılama oranının kriz yılları olan 1999, 2001 ve 2008‟de düĢüĢler gösterdiği gözlenmektedir. 2001 yılından sonra çok hızlı bir yükseliĢ 219 gösteren anılan oran, 2008 yılındaki çok sert düĢüĢün ardından, 2002 yılındaki seviyesine geri dönmüĢtür. Bu durum 2008 yılında finansman giderlerinin keskin bir biçimde artması ve dönem net karının da keskin bir biçimde azalmasından kaynaklanmıĢtır. Grafik 15‟te gösterildiği üzere, firmalar geneli için, dönem net zararı kaydedilen tek yıl 2001 yılıdır. Firmaların toplulaĢtırılmıĢ Gelir-Gider Tablosu da Tablo 12‟de gösterilmektedir. 14 12 10 8 6 4 2 0 -2 -4 -6 ROA (Aktif Getirisi) Grafik 15: Karlılık Göstergeleri (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 ROE (Özkaynak Getirisi) 220 Tablo 12: Firmalar ToplulaĢtırılmıĢ Gelir Gider Tablosu Milyon TL 2006 2007 2008 2009 54.978 10.967 -4.571 50.407 -40.916 9.491 -5.855 3.636 4.800 -1.349 -5.164 1.923 862 -753 2.031 -1.116 915 93.761 147.554 216.686 276.818 368.519 415.058 494.983 16.635 39.701 55.083 65.955 91.414 94.622 115.548 -7.793 -12.306 -19.219 -25.727 -21.267 -24.689 -28.111 85.968 135.248 197.467 251.091 347.252 390.369 466.872 -71.262 -109.815 -160.964 -210.756 -295.539 -336.077 -395.693 14.706 25.433 36.503 40.335 51.713 54.292 71.179 -9.774 -14.223 -21.886 -25.781 -31.946 -36.436 -42.753 4.932 11.210 14.617 14.554 19.767 17.857 28.426 5.318 15.573 15.952 19.558 23.442 18.477 30.822 -1.786 -7.358 -7.301 -8.338 -14.972 -10.530 -19.865 -5.061 -19.083 -13.799 -8.142 -8.145 -6.412 -14.624 3.403 342 9.469 17.633 20.093 19.391 24.759 1.053 2.076 2.269 2.181 3.815 3.936 8.880 -1.415 -2.019 -2.595 -5.245 -3.788 -3.736 -3.974 3.042 399 9.143 14.569 20.119 19.591 29.665 -1.599 -2.302 -3.439 -4.177 -4.907 -4.760 -4.842 1.443 -1.902 5.704 10.392 15.212 14.831 24.823 614.722 128.205 -35.748 578.974 -491.759 87.215 -54.659 32.556 41.346 -23.247 -12.627 38.028 5.444 -5.905 37.567 -6.422 31.145 727.459 162.828 -39.886 687.573 -580.801 106.772 -63.111 43.662 68.477 -54.635 -34.958 22.546 7.103 -7.230 22.418 -5.682 16.736 695.651 141.559 -42.976 652.675 -543.992 108.684 -66.180 42.503 55.330 -39.783 -22.167 35.882 7.892 -8.861 34.913 -7.037 27.876 30.414 10.535 51.122 16.100 78.537 131.418 189.710 229.099 344.803 381.411 449.432 624.140 754.226 814.497 26.273 38.283 66.743 94.362 179.295 193.770 221.253 306.955 331.403 371.750 (%) ROA (Aktif Getirisi) 4,0 ROE (Özkaynak Getirisi) 11,6 ROA (Faaliyet Kârı / Toplam Aktifler) 9,9 ROE (Faaliyet Kârı / Toplam Özkaynaklar) 28,7 Dönem Net Kârı + Finansman Giderleri (FG) / FG 144,4 Faiz ve Vergi Öncesi Kârlar / FG 179,3 Faaliyet Giderleri / Faaliyet Gelirleri 52,9 Faaliyet Kârı / Faaliyet DıĢı Kârlar 160,7 Faaliyet Kârı / Dönem Kârı 138,2 1,8 5,7 7,1 22,6 117,7 139,3 61,7 105,4 179,0 A-Brüt SatıĢlar YurtdıĢı SatıĢlar B-SatıĢ Ġndirimleri (-) C-Net SatıĢlar D-SatıĢların Maliyeti (-) Brüt SatıĢ Karı veya Zararı E-Faaliyet Giderleri (-) Faaliyet Karı veya Zararı F-Diğer Faal.Olağan Gelir Ve Karlar G-Diğer Faal.Olağan Gider Ve Zarar (-) H-Finansman Giderleri (-) Olağan Kar Veya Zarar I-OlağandıĢı Gelir Ve Karlar J-OlağandıĢı Gider ve Zararlar (-) Dönem Kar Veya Zararı K-Dönem Karı Vergi/ Diğ. Yasal Yük.KarĢ. (-) Dönem Net Kar Veya Zararı Toplam VarlIklar Toplam Özkaynaklar 1998 1999 35.283 7.192 -2.776 32.507 -26.088 6.419 -3.393 3.026 2.537 -654 -2.759 2.150 379 -339 2.189 -964 1.225 2000 1,8 5,5 6,3 18,8 128,5 160,1 66,5 139,6 162,1 2001 -1,4 -5,0 8,5 29,3 90,0 102,1 55,9 136,5 2.809,0 2002 3,0 8,5 7,7 21,9 141,3 166,3 60,0 169,0 159,9 2003 4,5 11,0 6,4 15,4 227,6 278,9 63,9 129,7 99,9 2004 4,4 8,5 5,7 11,0 286,8 347,0 61,8 233,4 98,3 2005 3,9 7,7 4,7 9,2 331,3 405,5 67,1 224,7 91,1 5,5 11,2 6,3 12,8 269,7 302,9 60,1 259,4 95,8 5,0 10,1 5,2 10,6 346,7 397,5 62,7 179,9 86,7 2,2 5,1 5,8 13,2 147,9 164,1 59,1 315,4 194,8 3,4 7,5 5,2 11,4 225,8 257,5 60,9 273,4 121,7 Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Türkiye‟de faaliyette bulunan firmaların mali tabloları TL ve YP ayrımı yapılmaksızın, toplam TL tutarı üzerinden düzenlendiğinden, firmaların yabancı para varlık ve yükümlülükleri bilançolar üzerinden hesaplanamamakta, ancak TCMB Sektör Bilançoları raporu içerisinde yer alan “Sektör Kimliği” dosyasında, bilançolardaki aynı firmaları kapsayan ve TCMB Risk Merkezi verilerine dayanan “Sektörün Riski” baĢlıklı veri setinde, ilgili sektörün yurt içinden ve yurt dıĢından sağlamıĢ olduğu borçlar, TL/YP ve Kısa Vade (KV)/Uzun Vade (UV) ayrımında sunulmaktadır. Bu bölümde yer verilen analizde ve ilerleyen bölümdeki ekonometrik çalıĢmada, “YP Borçlar/Toplam Borçlar” Ģeklinde tanımlanan yükümlülük dolarizasyonu hesaplanırken; “Toplam Borçlar”, bilançodaki “Toplam Yabancı Kaynaklar” ya da “Toplam Yükümlülükler” olarak geniĢ anlamıyla değil; bilançodaki “Mali Borçlar” ve “Ticari Borçlar” kalemlerinin toplamı olarak dar anlamıyla tanımlanmıĢtır. TL/YP ayrımı ise, “Sektörün Riski” veri setinde yer 221 alan TL/YP borç oranlarının, TL cinsinden ifade edilen anılan bilanço kalemlerine uygulanması sonucunda hesaplanmıĢtır. Grafik 16‟da, anılan yöntemle hesaplanan borç dolarizasyonu oranları gösterilmektedir. 90 80 75,1 76,9 76,5 76,8 77,5 72,5 74,2 69,8 70 60 53,8 55,9 58,2 52,3 50,9 54,4 49,5 68,0 68,4 70,5 67,6 51,4 46,7 50 44,6 44,6 38,6 40 30 20 10 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 YP Borç / Toplam Borç (Tüm Firmalar) YP Borç / Toplam Borç (Ġmalat Sanayi) KV YP Borçlar / Toplam Borçlar (Tüm Firmalar) KV YP Borçlar / Toplam Borçlar (Ġmalat Sanayi) Grafik 16: Borç Dolarizasyonu Oranları (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları, TCMB Risk Merkezi Verileri Ġlgili dönem itibarıyla görece istikrarlı bir seyir izleyen firmaların borç dolarizasyon oranları, 2002 yılından sonra kısıtlı sayılabilecek bir düĢüĢ göstermiĢ olmasına karĢın, uluslararası karĢılaĢtırmalar ıĢığında yüksek seviyesini korumuĢtur. Grafik 18‟de yer verilen yabancı para borçların toplam ihracat gelirlerine oranı ile birlikte değerlendirildiğinde, varlık ve yükümlülüklerin farklı para birimleri cinsinden olmasının yaratabileceği para birimi uyumsuzluğu, firmaları kur riskine maruz bırakarak, ulusal paradaki reel değer kaybının, önceki bölümlerde değinilen kanallar aracılığıyla, firma bilançoları ve dolayısıyla yurt içi ekonomik faaliyetler üzerinde ciddi bir tahribat yaratmasına neden olabilecektir. Ġncelenen dönem itibarıyla, olumlu olarak nitelendirilebilecek bir geliĢme, kısa vadeli yabancı para borçların toplam borçlar içerisindeki 222 payının kayda değer bir düĢüĢ göstermiĢ olmasıdır. Anılan geliĢmede, Grafik 17‟de gösterildiği üzere, toplam borçlar içerisindeki payı düĢen yabancı para borçlarda, uzun vadeli yabancı para borçların payının artması etkili olmuĢtur. 350 80 70 300 69,6 250 65,1 65,5 63,3 60,3 64,2 60,1 60 61,4 58,0 55,5 50 54,3 200 49,4 40 150 30 100 20 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 0 2000 0 1999 10 1998 50 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (%) (sağ eksen) KV Borçlar / Toplam Borçlar (%) (sağ eksen) Grafik 17: Borçların TL/YP Kompozisyonu (1998-2009) (Milyon TL) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları, TCMB Risk Merkezi Verileri Para birimi uyumsuzluğundan kaynaklanan kur riski analizinde, en önemli etmen, firmaların YP yükümlülüklerini, YP gelirleri ile karĢılayıp karĢılayamayacaklarıdır. Bu açıdan, firmaların YP borçlarının, toplam ihracat gelirlerine oranı büyük bir önem arz etmektedir. Ġncelenen dönemde, Grafik 18‟de görüldüğü üzere, özellikle büyük bir ölçüde döviz cinsinden geliri kısıtlı olan imalat sanayi harici sektörler için, anılan oranın çok yüksek olduğu ve yine imalat sanayi harici sektörler kaynaklı olmak üzere, söz konusu oranın tüm firmalar için 1999 yılından 2005 yılına kadar büyük oranlı bir düĢüĢ gösterdiği, ancak bu yıldan sonra tekrar yükseliĢe geçerek, 2009 yılında 1998 yılındaki oranla aynı seviyeye geldiği gözlenmektedir. 223 244,2 231,5 213,7 200,9 191,9 185,6 165,7 136,6 135,9 110,4 119,8 2005 2004 2003 2002 2001 87,7 86,9 82,5 2000 124,8 109,6 98,4 1999 141,0 113,9 2009 126,6 2008 158,7 2007 171,0 141,3 2006 161,3 1998 260 240 220 200 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 YP Borç / Ġhracat Gelirleri (Ġmalat Sanayi Harici) YP Borç / Ġhracat Gelirleri (Ġmalat Sanayi) YP Borç / Ġhracat Gelirleri (Tüm Firmalar) KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri (Ġmalat Sanayi Harici) KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri (Ġmalat Sanayi) Grafik 18: YP Borçlar ve Ġhracat Gelirleri (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları, TCMB Risk Merkezi Verileri Echeverry vd. (2003), Kesriyeli vd. (2005) ve Özmen ve Yalçın (2007)‟yi takiben, YP Borç / Toplam Borç (%) ile Ġhracat / Toplam SatıĢlar her bir sektör bazında, 1998-2009 döneminin ortalaması Ģeklinde Grafik 9‟da gösterilmiĢtir. Echeverry (2003)‟de adlandırıldığı haliyle “Cehennem”, “Cennet”, “Korunma” ve “Talep Amaçlı” bölgelerin oluĢturulmasında, bu çalıĢmaya kıyasla, daha muhafazakar oranların kullanıldığı Kesriyeli (2005)‟deki oranlar kullanılmıĢtır. Buna göre, söz konusu oranlardan ilki için % 50 ve ikincisi için de % 30 sınırı esas alınmıĢtır. 224 YP Borç / Toplam Borç 90 E Cehennem Cehennem 80 DN I DI K 70 DJ H F C DEDF DD DG N 60 50 A M DM DL D Cehennem Korunma Korunma DH DC DA O DB DK G Talep Sadece Cehennem Talep Cennet Amaçlı B 40 0 10 20 30 40 50 60 70 Ġhracat / Toplam SatıĢlar Grafik 19: Sektör Bazında YP Borçlar ve Ġhracat (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları, TCMB Risk Merkezi Verileri TCMB yayımlarından olan ve 2002 yılından itibaren mevcut bulunan “Özel Sektörün YurtdıĢından Sağladığı Kredi Borcu” verilerinde de, finansal olmayan sektörlerin yurt dıĢından sağlamıĢ oldukları nakdi ve ticari kredi biçimindeki dıĢ yükümlülükleri sektör ayrımında sunulmaktadır. Her ne kadar sadece yurt dıĢına olan yükümlükleri kapsıyor olsa da, Tablo 13‟de yer verilen söz konusu veriler, ağırlıklı olarak hizmetler sektörünün yurt dıĢından borçlandığına iĢaret etmesi açısından, yukarıda yer alan analiz ile paralellik arz etmektedir. 225 Tablo 13: Finansal Olmayan Sektörün Uzun Vadeli DıĢ Kredi Borcu (Milyon ABD Doları) SEKTÖRLER II- FĠNANSAL OLMAYAN 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 24.400 24.774 28.284 34.656 53.755 79.723 98.871 92.061 TARIM SEKTÖRÜ 78 70 155 193 218 243 386 451 A Tarım, Avcılık ve Ormancılık 77 63 147 188 210 235 377 442 B Balıkçılık 2 7 7 5 8 8 9 9 12.854 13.060 14.901 16.336 25.393 32.569 41.943 39.248 438 287 485 644 2.656 2.828 3.862 3.646 SINAĠ SEKTÖRLER C Madencilik ve TaĢocakçılığı D Ġmalat 7.553 7.878 9.686 11.707 18.845 25.275 30.259 26.852 DA Gıda Ürünleri, Ġçecek ve Tütün Ġmalatı 1.161 1.281 1.592 1.939 2.989 3.845 6.310 5.682 DB Tekstil ve Tekstil Ürünleri Ġmalatı 1.116 1.440 1.949 2.036 2.575 3.266 3.323 2.826 DC Deri ve Deri Ürünleri Ġmalatı 10 9 33 48 46 58 75 60 DD Ağaç Ürünleri Ġmalatı 53 161 275 325 499 594 586 279 DE Kağıt Hamuru, Kağıt ve Kağıt Ürünleri Ġmalatı vs. 480 432 456 482 671 1.113 1.088 822 DF Kok Kömürü, Rafine EdilmiĢ Petrol Ürünleri vs. 293 203 59 282 285 351 313 468 866 940 1.250 1.252 1.477 1.847 2.154 1.906 DG Kimyasal Madde ve Ürünler ile Suni Elyaf Ġmalatı DH Plastik ve Kauçuk Ürünleri Ġmalatı 148 140 216 339 577 878 1.102 965 DI Metalik Olmayan Diğer Mineral Ürünlerin Ġmalatı 192 196 248 606 1.142 1.744 1.968 1.854 DJ Ana Metal ve Fabrikasyon Metal Ürünleri Ġmalatı 1.125 882 1.001 1.407 4.473 5.740 6.335 5.817 DK Makina ve Teçhizat Ġmalatı 228 255 303 391 548 1.393 1.549 1.032 DL Elektrikli ve Optik Donanım Ġmalatı 641 692 914 1.214 1.526 1.638 2.090 2.012 1.206 1.211 1.337 1.295 1.861 2.479 2.998 2.849 35 35 54 92 178 330 371 280 4.863 4.895 4.731 3.986 3.891 4.466 7.822 8.750 DM UlaĢım Araçları Ġmalatı DN E BaĢka Yerde SınıflandırılmamıĢ Ġmalatlar Elektrik, Gaz, Buhar ve Sıcak Su Üretimi ve Dağ. HĠZMETLER SEKTÖRÜ 11.467 11.644 13.228 18.126 28.144 46.911 56.542 52.362 F G ĠnĢaat 1.289 1.249 1.540 2.055 3.226 6.656 8.252 8.000 Toptan ve Perakende Ticaret; Motorlu TaĢıt vs. onarımı 1.440 1.888 2.635 3.782 5.231 7.892 9.225 6.433 H Oteller ve Lokantalar 365 504 687 988 1.822 2.744 3.097 2.913 I UlaĢtırma, Depolama ve HaberleĢme 3.568 3.236 2.881 3.000 5.433 14.517 14.437 13.525 K Gayrimenkul, Kiralama ve ĠĢ Faaliyetleri 3.933 4.051 4.652 6.685 9.330 11.999 18.150 18.429 M Eğitim 52 60 64 114 148 183 130 107 N Sağlık ĠĢleri ve Sosyal Hizmetler 270 156 180 344 529 895 1.073 936 O Diğer Sosyal, Toplumsal ve KiĢisel Hizmet Faaliyetleri Diğer 490 61 466 36 561 29 1.135 25 1.397 1.028 1.485 539 2.121 58 1.966 53 Kaynak: TCMB Özel Sektörün YurtdıĢından Sağladığı Kredi Borcu Verileri Firmaların finansal varlıklarına iliĢkin, sektör bazında ve TL/YP ayrımında veri mevcut bulunmadığından, yukarıdaki analiz sadece YP yükümlükler ve ihracat gelirleri kapsamında yapılabilmiĢtir. Ancak, yine TCMB yayımlarından olan “Finansal Kesim DıĢındaki Firmaların Döviz Varlık ve Yükümlülükleri” veri setinde anılan kesim için YP cinsinden varlık ve yükümlülükler toplulaĢtırılmıĢ olarak gösterilmektedir. Tablo 14‟de yer verilen ilgili veri seti uyarınca, mevduat Ģeklindeki YP varlıkların kısmi bir koruma sağladığı görülmektedir. Ancak, bu veri setinde sektör ayrımı bilgisi mevcut olmadığından, sektör bazında sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün gözükmemektedir. 226 Tablo 14: Finansal Kesim DıĢındaki Firmaların Döviz Varlık veYükümlülükleri (Milyon ABD Doları) 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 VARLIKLAR Mevduat Yurt İçi Bankalar Yurt Dışı Bankalar Menkul Kıymetler Devlet Borçlanma Senetleri Yurt İçinde İhraç Edilen Yurt Dışında İhraç Edilen Yurt Dışındaki Portföy Yatırımları İhracat Alacakları Yurtdışına Doğrudan Sermaye Yatırımları 30.202 19.957 8.573 11.384 920 808 271 536 112 4.381 4.945 37.670 24.565 10.598 13.967 1.306 1.175 379 797 131 6.016 5.783 45.401 30.882 12.636 18.246 1.035 790 96 693 245 6.429 7.056 62.643 45.405 18.756 26.649 933 632 83 549 301 8.848 7.457 76.130 54.795 24.402 30.393 830 573 61 512 257 10.314 10.191 80.476 60.357 27.261 33.096 695 495 40 455 200 8.591 10.834 83.064 57.264 29.833 27.431 1.116 589 15 574 527 9.335 15.349 89.954 62.107 30.639 31.468 1.289 566 0 565 723 10.670 15.889 YÜKÜMLÜLÜKLER Nakdi Krediler Yurt İçinden Sağlanan Krediler Bankalar Döviz Kredileri Kısa Vadeli Uzun Vadeli Dövize Endeksli Krediler Banka Dışı Finansal Kuruluşlar Faktoring Şirketleri Tüketici Finansman Şirketleri Finansal Kiralama Şirketleri TMSF'ye Devrolunan Takipli Krediler Yurt Dışından Sağlanan Krediler Kısa Vadeli Uzun Vadeli Vadeye kalan süre 1 yıldan az Vadeye kalan süre 1 yıldan fazla İthalat Borçları Kısa Vadeli Uzun Vadeli Vadeye kalan süre 1 yıldan az Vadeye kalan süre 1 yıldan fazla 50.681 44.136 18.158 12.664 12.664 0 0 0 0 0 0 0 5.494 25.978 1.595 24.383 0 0 6.545 6.297 248 0 0 58.775 49.385 20.457 14.245 14.245 0 0 0 0 0 0 0 6.213 28.928 1.206 27.722 0 0 9.390 9.088 302 0 0 72.425 61.418 26.429 20.796 15.397 0 0 5.399 0 0 0 0 5.633 34.989 1.065 33.924 0 0 11.007 10.674 333 0 0 100.509 88.787 34.804 24.744 17.370 0 0 7.374 4.869 143 400 4.326 5.191 53.983 1.126 52.857 0 0 11.722 11.354 368 0 0 139.488 124.988 46.305 32.787 20.782 14.419 6.364 12.005 8.220 270 383 7.567 5.298 78.683 702 77.981 0 0 14.500 14.085 415 0 0 160.823 146.178 48.065 37.435 22.547 15.895 6.652 14.888 8.576 405 447 7.724 2.055 98.112 1.176 96.936 29.183 67.754 14.645 14.049 596 257 339 156.143 140.911 50.332 41.154 28.897 14.340 14.557 12.258 7.319 462 428 6.430 1.858 90.579 672 89.907 24.684 65.223 15.232 14.710 522 219 304 180.551 162.466 81.885 73.031 57.268 17.928 39.340 15.763 6.721 763 344 5.614 2.133 80.581 1.041 79.540 20.697 58.843 18.086 17.483 603 274 329 -20.479 -21.104 -27.023 -37.866 -63.358 -80.346 -73.079 -90.597 -6.657 -57 -226 Net Döviz Pozisyonu Kısa Vadeli Net Döviz Pozisyonu Kaynak: TCMB Son olarak, Grafik 20‟de ise bilanço risklerinin 1998-2009 dönemi itibarıyla geliĢimine yer verilmektedir.78 120 110 100 90 80 70 60 50 40 30 20 Grafik 20: Bilanço Riskleri (1998-2009) (%) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları, TCMB Risk Merkezi Verileri 78 Borç karşılama oranı, 1 /Faiz Karşılama Oranı olarak tanımlanmıştır. 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 Borç Dolarizasyonu (Tüm Firmalar) Borçluluk (Tüm Firmalar) Borç KarĢılama Riski (Tüm Firmalar) Borç Vade Riski (Tüm Firmalar) BEġĠNCĠ BÖLÜM UYGULAMA 5.1. YÖNTEM Dinamik ekonometrik modellemelerde, Arellano ve Bond (1991), Arellano ve Bover (1995) ile Blundell ve Bond (1998) dinamik panel tahmin edicileri, diğer bir ifadeyle, GenelleĢtirilmiĢ Momentler Yöntemi (Generalized Method of Moments - GMM) tahmin edicileri giderek daha yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Dinamik modellemenin, tek bir döneme ait gözlemlerden oluĢan yatay kesit verileri ile mümkün olmaması, panel verinin yatay kesit verilerine olan temel üstünlüğü olarak ortaya çıkmaktadır. Zaman serisi verileri ise toplulaĢtırma nedeniyle mikroekonomik dinamikleri tam olarak ortaya koyamayabilmektedir. Buna karĢılık, panel veri, birey ya da firmaların uyum dinamiklerindeki farklılıkları irdeleme olanağı tanımaktadır. Ayrıca, doğrudan araĢtırma konusu olmasa bile, açıklayıcı değiĢkenler arasında bağımlı değiĢkenin gecikmeli değerine de yer verilmesi; dinamik bir yapıya izin vererek, diğer açıklayıcı değiĢkenlerin katsayılarının tutarlı olarak tahmin edilebilmelerinde anahtar bir rol oynayabilmektedir (Bond, 2002). Bu bölümdeki metodolojik odak noktası, ilerleyen bölümdeki ampirik dinamik panel veri çalıĢmasının içerdiği gibi, sayıca zaman serisi birimlerinin (T) az ve yatay kesit birimlerinin (N) ise fazla olduğu panel veri setleridir. Bu türden veri setleri, tutarlı parametre tahminleri için uzun zaman serisi verileri gerektirmeyen, bireyler ya da firmalara ait mikro panel veri setlerinin karakteristik özelliğidir. Diğer taraftan, T‟nin sayıca fazla olduğu panellerde, GMM tahmin edicisi kullanmaya gerek duyulmayacaktır çünkü bileĢik hata terimini etkileyecek birey spesifik sabit etkilere iliĢkin bir Ģokun etkisi, zaman içerisinde azalacak ve dolayısıyla açıklayıcı değiĢkenler arasında bulunan 228 bağımlı değiĢkenin gecikmeli değeri ile hata terimi arasındaki korelasyon çok fazla önem arz etmeyecektir (Roodman, 2006). Ayrıca bu bölümde, açıklayıcı değiĢkenlerin kesin dıĢsal olmadığı, bir baĢka deyiĢle önceden belirlenmiĢ ya da içsel oldukları durumlarda kullanılabilecek ekonometrik yöntemler üzerinde de durulacaktır, ki bu durumlarda parametrelerin tanımlanabilmesi, modeldeki hata teriminde sınırlı bir seri korelasyon bulunmasına bağlı olacaktır.79 Anılan yöntemlerin baĢında GMM gelmektedir. GMM tahmin edicilerinin kullanıldığı durumlar kısaca Ģu Ģekilde özetlenebilir: 1) sayıca T‟nin az ve N‟nin fazla olduğu panel veri setleri, 2) doğrusal bir fonksiyonel iliĢki, 3) bağımlı değiĢkenin cari dönem gerçekleĢmelerinin, geçmiĢ dönem gerçekleĢmelerinden etkilendiği dinamik bir süreç, 4) hata teriminin geçmiĢ ve muhtemelen cari dönem gerçekleĢmeleri ile arasında bir korelasyon bulunan kesin dıĢsal olmayan açıklayıcı değiĢkenler, 5) rassal dağılıma sahip birey spesifik sabit etkiler ve 6) farklı birey ya da firmaları temsil eden her bir yatay kesit biriminin kendi içerisinde bulunabilen, ancak yatay kesit birimleri arasında bulunmaması gereken değiĢken varyans (heteroscedasticity) ve seri korelasyon 80 (Roodman, 2006). Hansen (1982) GMM yöntemini kullanan Arellano ve Bond GMM tahmin edicisi, orijinal modeldeki tüm değiĢkenleri, birinci farkını alarak dönüĢtürmesi nedeniyle “fark GMM tahmin edicisi” olarak adlandırılmaktadır. Arellano ve Bover ile Blundell ve Bond GMM tahmin edicileri ise, araç değiĢkenlerin birinci farklarının, birey spesifik sabit etkiler ile korelasyon içinde bulunmadığı yönündeki ilave bir varsayım ile, daha fazla sayıda araç 79 Bir değişkenin kesin dışsal olması halinde, cari ya da geçmiş dönemdeki şokların anılan değişkenin cari dönemdeki değerini etkileyebilme olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, söz konusu durum, bu çalışmada yer verilecek modelde olduğu gibi, birçok değişkenin eşanlı olarak belirlendiği ekonomik modeller için uygunluk arz etmemektedir. 80 Panel veri modelindeki bileşik hata terimi (ηi + νit)’de yer alan birey spesifik sabit etkiler (ηi) dışında, zaman içerisinde ve bireyler arasında değişkenlik gösteren (idiosyncratic) hata terimi νit’de, birey spesifik olarak değişken varyans ve seri korelasyon bulunabilmektedir. Ancak, bireyler arasındaki (idiosyncratic) hata terimlerinde korelasyon bulunmamaktadır. 229 değiĢken kullanımına olanak sağlamakta ve etkinliği (efficiency) oldukça arttırabilmektedir. Daha ayrıntılı bir biçimde ele alınacağı üzere, ilki orijinal modeldeki tüm değiĢkenlerin seviyeler cinsinden ifade edildiği ve ikincisi de söz konusu değiĢkenlerin birinci farklarının alınarak dönüĢtürüldüğü iki denklemli bir sistemden oluĢan GMM tahmin edicisi, “sistem GMM tahmin edicisi” ya da Blundell ve Bond GMM tahmin edicisi olarak adlandırılmaktadır. Arellano ve Honore (2001) ya da Blundell vd. (2000), GMM tahmin yöntemine iliĢkin çok kapsamlı çalıĢmalar sunmaktadır. T sabitken N‟nin giderek arttığı asimtotik dağılım kuramı açısından çok büyük bir önem arz etmeyen, modelde içerilen serilerin zaman serisi özellikleri, model parametrelerinin tanımlanabilmesi ve bazı spesifik GMM tahmin edicileri temelinde, sonlu sayıda gözlem içeren örneklemler açısından çok büyük bir önem arz etmektedir. GMM yöntemi, Bond (2002) çerçevesinde, ilk olarak aĢağıda yer verilen basit AR (1) modeli temelinde ele alınacaktır: yit = α yi,t-1 + uit ; |α| < 1, i = 1,2,…, N; t = 1,2,…,T uit = ηi + νit, ηi ve νit IID (0, IID (0, (5.1) 81 Yukarıdaki denklemde yit, y serisi ile ilgili olarak, birey i‟nin t dönemine ait ve yi,t-1 ise aynı bireyin bir önceki döneme ait gözlemlerini ifade etmektedir. Denklemde, yit serilerinin ortalamalarının bireyler arasında farklılık göstermesine olanak sağlayan, gözlemlenemeyen ve zamandan bağımsız birey spesifik sabit etkiler ηi ile ve gözlem spesifik hata terimi νit ile gösterilirken; uit de anılan iki terimden oluĢan bileĢik hata terimini ifade etmektedir. GMM yönteminde sürekli sağlanması gereken anahtar varsayımlardan biri, νit hata teriminin bireyler arasında bağımsız olması gerektiğidir. Ayrıca, sayıca N‟nin fazla ve T‟nin düĢük olduğu varsayılmakta 81 IID (0, : Bağımsız ve özdeş dağılan 230 ve asimtotik özellikler T‟nin sabit ve N‟nin giderek arttığı bir durum için söz konusu olmaktadır. Tek değiĢkenli bir otoregresif modeli ifade eden (5.1) no‟lu denklemde, bağımlı değiĢkenin gecikmeli değerinin açıklayıcı değiĢken olarak yer alması, bir içsellik sorunu ortaya çıkarmaktadır. BozulmuĢ bir dağılıma sahip olmadığı sürece, birey spesifik etkilerin (ηi) olasılıksal (stochastic) olduğu varsayımı, ηi ile bağımlı değiĢkenin gecikmeli değeri yi,t-1 arasında zorunlu olarak bir korelasyon bulunduğu anlamına gelmektedir. Hata terimi νit‟de ise seri korelasyon bulunmadığı varsayılmaktadır. Birey spesifik etkiler ηi‟den dolayı, açıklayıcı değiĢken yi,t-1 ile bileĢik hata terimi (ηi + νit) arasında pozitif bir korelasyon olacağından ve bu korelasyon örneklemdeki birey sayısının artması ile ortadan kalkmayacağından; anılan bu iki varsayım birlikte ele alındığında, modeldeki α katsayısının, En Küçük Kareler (Ordinary Least Squares - OLS) ile tahmininin tutarsız (inconsistent) olacağı sonucu çıkmaktadır (Bond, 2002). Nickell (1981) tarafından “dinamik panel yanlılığı” olarak adlandırılan söz konusu pozitif korelasyon, olması gerekenden daha büyük bir OLS α katsayısına, bir baĢka deyiĢle, aslında birey spesifik etkiye atfedilmesi gereken açıklama gücünün, söz konusu açıklayıcı değiĢkene atfedilmesine neden olmaktadır. Hem yanlı (biased) hem de tutarsız (inconsistent) tahmin ediciler ile sonuçlanabilecek olan dıĢlanmıĢ değiĢken yanlılığına (omitted variable bias) iliĢkin standart sonuçlar, OLS tahmin edicisinin, en azından büyük örneklemlerde, yukarı yönlü yanlılık göstereceğine iĢaret etmektedir. Hata terimi ile korelasyon içinde olan değiĢkenler için uygulanan olağan bir teknik, bu değiĢkenler yerine araç değiĢkenler kullanmaktır. Sabit Etkiler, ya da diğer bir adıyla, Gruplar Arası tahmin edicisi (Fixed Effects/Within Groups estimator) ise anılan sorunu, ilgili denklemi dönüĢtürüp ηi‟yi ortadan kaldırarak çözebilmektedir. Özetle, her bir birey i için yit, yi,t-1, ηi ve νit‟nin T-1 sayıdaki gözlemlerinin ortalama değerleri hesaplanmakta ve denklem, orijinal serilerin hesaplanan ortalama değerlerden sapması 231 biçiminde yeniden ifade edilerek dönüĢtürülmektedir. Böylelikle, zamandan bağımsız olan ηi‟nin ortalaması da kendisine eĢit olacağından, ηi dönüĢtürülmüĢ denklemde yer almayacaktır. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken nokta, Sabit Etkiler tahmin edicisinin, dıĢlanmıĢ açıklayıcı değiĢkenin zaman içerisinde değiĢmediğini varsaymasıdır; birey spesifik sabit etkiler dönüĢümle ancak bu Ģekilde ortadan kaldırılabilmektedir (Wooldridge, 2000: 461). Söz konusu varsayımın geçerli olduğu bir durumda bile, zaman serisi verilerinin kısıtlı olduğu panel verilerinde, dönüĢtürülen bağımlı değiĢkenin gecikmeli değeri yi,t-1 νit - (yi1 +…+ yit +…+ yi,T-1) ile dönüĢtürülen hata terimi (νi2 +…+ νi,t-1 +…+ νi,T) arasında gözardı edilemeyecek bir korelasyon ortaya çıkmaktadır: ilkindeki [- yit / (T-1) terimi ile ikincisindeki νit terimi ve ayrıca yine ilkindeki yi,t-1 terimi ile ikincisindeki [- νi,t-1 / (T-1)] terimi korelasyon içindedir. Her ikisi de negatif olan söz konusu iki korelasyon, diğer terimler arasındaki pozitif korelasyonlara baskın gelecek ve böylelikle dönüĢtürülen bağımlı değiĢkenin gecikmeli değeri ile dönüĢtürülen hata terimi arasındaki korelasyon negatif olacaktır (Nickell,1981). Ayrıca, bu korelasyon örneklemdeki birey sayısının artmasıyla da ortadan kalkmayacağından; denklemdeki α katsayısının Sabit Etkiler yöntemi ile tahmini de tutarsız olacaktır. DıĢlanmıĢ değiĢken yanlılığına iliĢkin standart sonuçlar, Gruplar Arası tahmin edicisinin, en azından büyük örneklemlerde, aĢağı yönlü yanlılık göstereceğine iĢaret etmektedir. Benzer olarak, xit‟nin ilave açıklayıcı değiĢkenlerin cari ve gecikmeli değerlerinden oluĢan bir vektörü ifade ettiği yit = α yi,t-1 + β xit + (ηi + νit) Ģeklindeki çok değiĢkenli bir otoregresif modelde de, gözlemlenemeyen ve zamandan bağımsız birey spesifik sabit etkiler (ηi ), bileĢik hata terimi (ηi + νit)‟nin içinde yer alacağından; açıklayıcı değiĢkenler ile sabit etkiler arasında bir korelasyon olması durumunda, OLS tahmin edicisi yine tutarsız olacaktır. Gruplar Arası tahmin edicisi belirli Ģartlar altında her ne kadar söz konusu tutarsızlığı giderebilecekse de, açıklayıcı değiĢkenlerin çoğunun içsel 232 olmasından kaynaklanabilecek birleĢik içsellik (joint endogeneity) sorununu gideremeyecektir. Açıklayıcı değiĢkenler ile bağımlı değiĢkenin birlikte belirlendiklerini ya da aralarındaki iliĢkinin iki yönlü olduğunu ifade eden birleĢik içselliğin mevcut olması halinde, tutarlı katsayılar elde edebilmek üzere, GMM metodolojisinde olduğu gibi araç değiĢken yöntemi kullanılmalıdır. AĢağıda daha ayrıntılı olarak değinileceği üzere, anılan içsellik sorununu ortadan kaldırmanın temel yollarından biri, fark GMM tahmin edicisinde uygulandığı üzere, birey spesifik etkileri gidermek için değiĢkenlerin birinci farkını alarak modeli dönüĢtürmek; ikincisi ise sistem GMM tahmin edicisinde uygulandığı üzere, yi,t-1 ve benzeri diğer içsel değiĢkenler yerine, birey spesifik etkilerle korelasyon içinde bulunmadığı varsayılan araç değiĢkenler kullanmaktır. BaĢlangıç koĢulları ile ilgili çok daha zayıf varsayımlar gerektiren Araç DeğiĢken (Instrumental Variables) tahmin edicileri, daha fazla tercih edilir olmaktadır. Araç değiĢken sayısı birden fazla olduğunda, Araç DeğiĢken tahmin edicisi, “Ġki AĢamalı En Küçük Kareler tahmin edicisi” (Two Stage Least Squares - 2SLS estimator)82 olarak adlandırılmaktadır. AR (1) panel veri modeli için tutarlı katsayılar elde etmek üzere, Anderson ve Hsiao (1982) tarafından birinci fark denklemi Ģeklinde ifade edilen basit 2SLS yöntemi önerilmiĢtir. Birinci fark dönüĢümü, aynı zamanda modelde birey spesifik etkiler ηi‟yi de ortadan kaldırmaktadır. ∆yit = α ∆yi,t-1 + ∆νit ; |α| < 1; i = 1, 2,…,N; t = 3, 4,…,T; ∆yit = yit - yi,t-1 (5.2) Ancak, birinci fark dönüĢümünde, Sabit Etkiler dönüĢümden farklı olarak, dönüĢtürülen denklemde t dönemi için, hata teriminin tüm 82 OLS karesi alınan hata terimlerinin toplamını minimize etmektedir. 2SLS ise, OLS regresyonları aracılığıyla iki aşamada uygulanabilmektedir. OLS’de tanımlama, açıklayıcı değişkenlerin hata terimleri ile dikeysel (orthogonal) olduğu varsayımına, bir başka deyişle, açıklayıcı değişkenlerin hata terimleri ile olan iç çarpım ya da momentlerinin 0’a eşitlenmesine dayanmaktadır. 233 gerçekleĢmeleri (νi2 , νi,3 ,…,νi,T) yer almamaktadır. Yine anılan dönüĢümden farklı olarak, gözlemlenemeyen birey spesifik sabit etkiler, hata teriminde bırakılmakta ancak OLS ile tahmin etmek yerine dıĢlanmıĢ açıklayıcı değiĢken olgusu dikkate alınmaktadır (Wooldridge, 2000: 462). ∆νit‟nin, νi,t-1‟e bağlı olmasından dolayı, birinci farkı alınan denklemin OLS ile tahmin edilmesi sonucu elde edilen α katsayısı tutarsız olacaktır. Ancak, hem ∆yi,t-1 ile korelasyon içinde, hem de ∆νit ile dikeysel olan araç değiĢkenlerin kullanılacağı 2SLS yönteminde, α‟ya iliĢkin tutarlı tahminler elde edilebilecektir. Roodman (2006)‟ya göre, modeldeki açıklayıcı değiĢkenler ile araç değiĢkenler arasında bir ayrım yaparken, anılan her iki kategorideki değiĢkenleri dıĢsal değiĢken olarak dahil ederek, aynı zamanda kesiĢimlerine de izin veren 2SLS tahminindeki sorun, açıklayıcı değiĢkenlerin katsayılarını, hata terimlerinin araç değiĢkenler ile olan momentlerini 0‟a eĢitleyecek Ģekilde seçmektir. Ancak, açıklayıcı değiĢkenlerden (k), daha fazla araç değiĢken (j) mevcut olması halinde, moment koĢullarının nasıl sağlanacağı sorusu gündeme gelmektedir. Moment koĢullarının, her bir araç değiĢken için bir denklem sistemini ifade ettiği dikkate alındığında; bu denklemlerdeki bilinmeyenler, her bir açıklayıcı değiĢken için bir tane olan katsayılar olacaktır. Araç değiĢkenlerin sayısı, açıklayıcı değiĢkenlerin sayısını aĢtığında, denklem sayısı bilinmeyenler sayısını aĢacak ve sistem genellikle çözülemeyecektir. Dolayısıyla, asimtotik olarak gerçekten doğru olsalar bile, moment koĢullarının sonlu örneklemlerde tam anlamıyla geçerli olması beklenemez. Daha açık bir ifade ile, kuramsal olarak, tüm araç değiĢkenler, hata terimi ile dikeysel iken; eğer j > k ise, karĢılık gelen ampirik momentler vektörünü sıfır değerini almaya zorlamak, açıklayıcı değiĢken sayısından daha fazla denklemin bulunduğu bir sistem yaratmaktadır. Bu haliyle aĢırı belirleme söz konusu olacaktır. Moment koĢullarının tümünün aynı anda sağlanması beklenemeyeceğinden, sorun sağlayabilmektir (Roodman, 2006). tüm koĢulları mümkün olduğunca 234 2SLS yönteminde, baĢlangıç koĢulları yi1‟e iliĢkin gerekli olan tek varsayım, sonraki dönemlerdeki hata terimleri ile (t = 2, 3,…,T için νi,t) korelasyon içinde olmaması gerektiğidir. Bu durumda, baĢlangıç koĢulları önceden belirlenmiĢ olarak adlandırılmaktadır. yi1 ile birey spesifik etkiler ηi arasındaki korelasyon ile ilgili olarak ise bir sınırlama söz konusu olmamakta ve sağlanması gereken herhangi bir durağanlık Ģartı bulunmamaktadır. BaĢlangıç koĢullarına iliĢkin varsayım, hata terimi νit‟de seri korelasyon bulunmadığı yönündeki varsayım ile birlikte ele alındığında; yi,t-2‟nin, ∆νit ile korelasyon içinde olmadığı ve dolayısıyla (II) no‟lu birinci fark denkleminde, bir araç değiĢken olarak kullanılabileceği anlamına gelmektedir. Sonuç olarak, 2SLS tahmin edicisi büyük N ve sabit T panellerinde tutarlı olacak ve en azından üç zaman serisi gözleminin var olduğu (T ≥ 3) durumlarda otoregresif α parametresinin tanımlanmasına imkan sağlayacaktır. Panel veri, üçten fazla zaman serisi gözlemi içerdiğinde ise ilave araç değiĢkenler mevcut olacaktır. Örneğin, birinci farkı alınan denklemde kullanılabilecek araç değiĢkenler, t = 3 için sadece yi,1 iken, t = 4 için yi,1 ve yi,2 ve t = T için de (yi1, yi2,…, yi,T-2) vektörü olacaktır. Ancak, νit‟de seri korelasyon bulunmadığı yönündeki varsayımın doğru olması halinde, birinci farkı alınan hata terimi ∆νit‟de, birinci dereceden hareketli ortalama (First Order Moving Average – MA (1)) bir seri korelasyon ve ayrıca, T > 3 iken de aĢırı belirleme söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, her denklem için mevcut olan tüm araç değiĢken kümesi kullanılsa ve hata terimi νit‟ye iliĢkin olarak sabit varyans (homoscedasticy) varsayımı geçerli olsa bile, 2SLS asimtotik olarak etkin olmayacaktır. Hansen (1982) tarafından geliĢtirilen GMM, bu bağlamda asimtotik olarak etkin tahmin ediciler elde etmek üzere uygun bir çerçeve sağlamaktadır; GMM tahmin edicisi, uygun koĢullar altında örneklem büyüklüğü sonsuza giderken, olasılık olarak, tahmin edilen gerçek β‟ya yakınsaması anlamında tutarlıdır. Ancak, 2SLS tahmin edicisinde olduğu gibi, genellikle yanlıdır çünkü sonlu örneklemlerde araç değiĢkenler en azından araçsallaĢtırılan açıklayıcı değiĢkenler ile hemen hemen her zaman çok az 235 da olsa bir korelasyon içindedir. Korelasyon içinde olmayan değiĢkenlerden oluĢan sonlu örneklemler arasındaki korelasyon katsayısı, genellikle tam olarak sıfıra eĢit olmamaktadır. Ancak, AR (1) panel veri modeli için, Holtz-Eakin vd. (1988) ile Arellano ve Bond (1991) tarafından, fark GMM tahmin edicisi olarak adlandırılan yöntem geliĢtirilmiĢtir. Arellano ve Bond (1991), Monte Carlo 7x100 panel simulasyonlarını kullanarak yaptıkları çalıĢmalarında, bir ve iki aĢamalı fark GMM tahmin edicisi ile OLS, Gruplar Arası ve Anderson-Hsiao fark ve seviye tahmin edicilerinin performanslarını karĢılaĢtırmıĢ ve ilgili parametrenin tahmininde fark GMM tahmin edicisinin en az yanlı ve en düĢük varyansa sahip olduğunu ortaya koymuĢlardır. Bu modellerde temel olarak aĢağıdaki Ģekilde bir araç değiĢken matrisi kullanılmaktadır: yi,1 0 Zi = 0 … 0 … 0 yi,1 yi,2 … 0 … 0 . … . 0 . . . … 0 0 0 … yi,1 … yi,T-2 Yukarıdaki matriste her bir satır, birey i için t = 3, 4,…,T dönemlerinde birinci farkı alınan denklemlere denk gelmektedir ve aĢağıdaki moment koĢullarını kullanmaktadır: E ν = 0, ∆νi = (∆νi3, ∆νi4,…,∆νiT) i = 1, 2,…,N için (5.3) Genel olarak, bu moment koĢullarına dayanan, asimtotik olarak etkin GMM tahmin edicisi aĢağıdaki kriteri minimize etmektedir: JN = ( ν ) WN ( ν ), (5.4) 236 Kullanılan ağırlık matrisi ise Ģu Ģekildedir: ν WN = ν (5.5) Yukarıdaki matriste, ν tutarlı bir baĢlangıç tahmin edicisinden elde edilen ve birinci farkı alınan artıkların tutarlı tahminleridir. Dolayısıyla, yukarıdaki yöntem iki aĢamalı GMM tahmin edicisi olarak adlandırılmaktadır. νit hata terimlerinin sabit varyansa sahip olması durumunda, birinci farkı alınan modelin özgün yapısı; aĢağıdaki ağırlık matrisi kullanılarak, asimtotik olarak eĢdeğer bir GMM tahmin edicisinin bir aĢamalı olarak elde edilebileceğine iĢaret etmektedir: (5.6) W1N = Burada, H, ana köĢegen üzerindeki elemanların 2‟ye, ana köĢegenin yanındaki ilk elemanların -1‟e ve diğer elemanların da 0‟a eĢit olduğu (T -2) bir kare matristir. 83 Dikkat edilirse, W 1N matrisi hiçbir tahmin edilen parametreye dayanmamaktadır. Bu durum, W 1N matrisini kullanan bir aĢamalı tahmin edicinin, optimal ağırlık matrisi W N‟yi ve dolayısıyla iki aĢamalı tahmin ediciyi hesaplamakta kullanılan baĢlangıç tutarlı tahmin edicisi için makul bir tercih olduğunu ortaya koymaktadır (Bond, 2002). Gerçekten de, anılan GMM tahmin edicilerinin kullanıldığı pek çok uygulamalı çalıĢmada, iki aĢamalı tahmin edici yerine bir aĢamalı tahmin edici üzerinde durulmaktadır. Bunun bir nedeni, simulasyon çalıĢmalarının, dikkate değer bir değiĢken varyans bulunması durumunda bile, iki aĢamalı yöntemin sağlayacağı etkinlik kazançlarının çok sınırlı olduğunu ortaya 83 Örneğin, T = 6 olduğu durumda, ağırlık matrisi şu şekildedir: H = 237 koymasıdır (Arrellano ve Bond, 1991, Blundell ve Bond, 1998 ve Blundell vd., 2000). Ancak, daha da önemlisi, iki aĢamalı ağırlık matrisinin tahmin edilen parametrelere dayanması nedeniyle, olağan asimtotik dağılım yakınsamalarının, iki aĢamalı tahmin edici için daha az güvenilir hale gelmesidir. Simulasyon çalıĢmaları, bir aĢamalı tahmin ediciye dayanan testlerin oldukça doğru sonuçlar verirken; aynı örneklem büyüklüğünü kullanan ve iki aĢamalı tahmin ediciye dayanan testlerde ya asimtotik standart hataların çok küçük ya da asimtotik t rasyolarının çok büyük olduğunu ortaya koymaktadır (Bond ve Windmeijer, 2002). T > 3 ve dolayısıyla modelde aĢırı belirleme olduğunda, (5.3) no‟lu denkleme ulaĢmak için kullanılan varsayımların geçerliliğini test etmek üzere standart GMM aĢırı belirleme kısıtları testi, ya da diğer bir adıyla, Sargan/Hansen testi kullanılabilmektedir. Baum vd. (2003), koĢullu sabit varyans varsayımı altında, Sargan istatistiğinin Hansen J istatistiğinin özel bir örneği olduğunu belirtmektedirler. GMM‟in geçerliliği için hayati öneme sahip olan varsayım, araç değiĢkenlerin dıĢsal olmaları gerektiğidir. Tam belirlenme durumunda, geçersiz olan araçların tespit edilebilmesi mümkün olmayacaktır. Ancak aĢırı belirlenme durumunda, Sargan/Hansen testi ile moment koĢullarının birleĢik geçerliliği (aĢırı belirleme kısıtları testi) test edilebilecektir. Sargan testinin sıfır hipotezi, “araç değiĢkenlerin grup olarak dıĢsal oldukları”, bir baĢka deyiĢle, araç değiĢkenler ile dönüĢtürülen modelin artıkları arasında bir korelasyon bulunmadığı ve dolayısıyla moment koĢullarının bir bütün olarak geçerli olduğu yönündedir. Eğer gerçekten böyle ise, tahmin edilen denklemdeki dıĢsal değiĢkenler modeli doğru olarak belirliyor demektir ve p değeri 0.05‟in üzerinde olduğundan, sıfır hipotezi reddedilmemektedir. (5.4) no‟lu denklemdeki N JN, anılan sıfır hipotez altında, asimptotik sahiptir (Sargan, 1958 ve 1988 ve Hansen, 1982). dağılımına 238 GMM tahmin edicisine iliĢkin diğer bir test de, seviyeler cinsinden ifade edilen orijinal denklemdeki νit hata teriminde seri korelasyon bulunmadığı yönündeki temel varsayıma iliĢkindir. Bu varsayım, birinci farkı alınan hata terimlerinde birinci ve ikinci dereceden seri korelasyon bulunup bulunmadığı ile test edilebilmekte ve söz konusu testler sırasıyla Arellano Bond AR(1) ve AR(2) testleri olarak adlandırılmaktadır (Arrellano ve Bond 1991). Anılan testlerdeki sıfır hipotezler, seri korelasyon bulunmadığı yönündedir. Ancak, ∆ui,t = ui,t - ui,t-1 ve ∆ui,t-1 = ui,t-1 - ui,t-2 denklemlerinin her ikisinde de ui,t-1 terimi bulunduğundan, AR(1) testinde sıfır hipotezinin reddedilmesi beklenmektedir. Burada asıl önemli olan, AR(2) testindeki sıfır hipotezinin reddedilmemesidir çünkü orijinal denklemde seri korelasyon bulunup bulunmadığı bu test ile ortaya çıkmaktadır. GMM fark tahmin edicisine iliĢkin olarak, orijinal modeldeki hata teriminde korelasyon bulunmadığı yönündeki sıfır hipotezinin geçerli olması durumunda, birinci farkı alınarak dönüĢtürülen denklemde, MA (1) Ģeklinde bir seri korelasyon bulunmalı ve katsayısı da - 0.5 olmalıdır (E-Views 6 User‟s Guide II: 555). Sargan test istatistiğinde olduğu gibi, bu test istatistikleri de seri korelasyon bulunmadığı yönündeki sıfır hipotezi altında, asimtotik olarak normaldirler. Uygulamalı çalıĢmalarda, genellikle iki aĢamalı GMM tahmin edicisine iliĢkin Sargan testi raporlanmaktadır. Yukarıda değinilenler ıĢığında, özet olarak, katsayıların değerlendirilmesinde bir aĢamalı, Sargan testinde ise iki aĢamalı GMM tahmin edicisi kullanılmaktadır. Araç değiĢken sayısı fazla olduğunda, iki aĢamalı GMM, katsayısı çıkarsamasını anlamsız hale getirebilecek kadar aĢağı yönde yanlılık gösteren standart hatalar doğurabilmektedir (Arellano ve Bond 1991). Diğer taraftan, iki aĢamalı GMM yönteminden elde edilen Sargan istatistiği, değiĢken varyans durumunda bile, uygun asimtotik aĢamalı GMM dağılımına sahiptir. Bunun nedeni, bir aĢamalı ve iki tahmin edicilerinin aynı moment koĢulları kümesine dayanması ve dolayısıyla her iki tahmin edicinin de aynı aĢırı belirleme kısıtlarını kullanıyor olmasıdır. 239 Sargan testi ile ilgili diğer önemli bir nokta da, çok fazla sayıda moment koĢuluna dayanan GMM tahmin edicilerinin, küçük örneklemlerde çok ciddi aĢırı uyumlama yanlılığına (overfitting bias) maruz kalabilmeleridir. Bir baĢka ifadeyle, daha uzak tarihli gecikmeli değerlerin dahil edilmemesinden kaynaklanacak veri kaybı çok kısıtlı olacaktır. Bowsher (2000) de, sınırlı örneklemlerde aĢırı sayıda moment koĢulu kullanıldığında, Sargan testinin geçersiz olan aĢırı belirleme kısıtlarını tespit edebilme gücünün keskin bir biçimde azalabileceğini ifade etmektedir. Yukarıda tek açıklayıcı değiĢkenli AR (1) modeli için ele alınan yöntemler, araĢtırma konusu parametreleri tanımlayabilmek üzere yeterli düzeyde zaman serisi gözleminin bulunması kaydıyla, daha yüksek derecedeki otoregresif modeller ile νit hata teriminde MA biçiminde sınırlı bir seri korelasyon bulunan modeller için de geçerli olacaktır. Örnek vermek gerekirse, yit = α yi,t-1 + (ηi + νit) denkleminde νit‟nin kendisi MA (1) ise, birinci fark denklemi olan ∆yit = α ∆yi,t-1 + ∆νit denkleminde hata terimi ∆νit, MA (2) olacaktır. Sonuç olarak, birinci farkı alınan denklemlerde yi,t-2 geçerli bir araç değiĢken olmayacak, ancak, yi,t-3 ile yi,t‟nin daha önceki dönemlere ait gecikmeli değerleri araç değiĢken olarak kullanılabilecektir. Bu durumda, T ≥ 4 olmak kaydıyla, anılan kısıtlı araç değiĢken seti kullanılarak α tanımlanmıĢ olacaktır. (5.3) no‟lu denklemdeki moment koĢulları α parametresinde doğrusal olduğundan, fark GMM tahmin edicileri doğrudan hesaplanabilecektir. Ayrıca, dönüĢtürmenin birinci fark alınarak yapıldığı söz konusu GMM tahmin edicileri ile farklı dönüĢtürmelerin de kullanıldığı diğer GMM tahmin edicilerinin iki önemli ortak özelliği bulunmaktadır: zamandan bağımsız olan birey spesifik etkiler ortadan kaldırılırken, dönüĢtürülen hata teriminde t-1 döneminden önceki dönemlere ait hata terimleri yer almamaktadır. Arellano ve Bover (1995), bu sınıfta yer alan herhangi bir alternatif dönüĢtürme kullanılarak, aynı değere sahip GMM tahmin edicilerinin elde edilebileceğini göstermiĢtir. Dengeli bir panel veri setinin bulunması (yit‟de 240 tüm bireylere ait verilerin t = 1, 2,…,T dönemleri için tam olması) ve mevcut olan tüm doğrusal moment koĢullarının kullanıldığı bir durumda, farklı dönüĢümlerle elde edilmiĢ olan tahmin edicilerin sayısal değerleri aynı olacaktır. Mevcut araç değiĢkenlerin yalnızca bir alt kümesi kullanıldığında ise farklı dönüĢtürmeler daha fazla ya da daha az etkin tahmin ediciler ile sonuçlanabilecektir. Dengeli olmayan panellerde birinci fark dönüĢümünün bir zayıflığı bulunmaktadır: veri boĢluklarını arttırmaktadır. yi,t‟ye ait bazı veriler mevcut değilse, dönüĢtürülen denklemde örneğin hem ∆yi,t hem de ∆yi,t+1 eksik olacaktır. Bazı durumlarda birinci fark dönüĢümü sonrasında tüm veri seti yok olabilmektedir. Bu durum ikinci en yaygın dönüĢüm olan “ileriye dönük dikeysel sapmalar”ın (forward orthogonal deviations) geliĢtirilmesine yol açmıĢtır (Arellano and Bover 1995). Bir değiĢkenin cari dönem gözleminden, bir önceki dönem gözlemini çıkarmak yerine, mevcut bulunan tüm sonraki dönem gözlemlerinin ortalaması çıkarılmaktadır. Veri setinde ne kadar boĢluk bulunursa bulunsun, her birey için son gözlem dıĢındaki tüm gözlemler hesaplanabilmekte ve dolayısıyla veri kaybı minimize edilmektedir. Ayrıca, gecikmeli değerler formülde yer almadığından, geçerli araç değiĢkenler olacaklardır. Bu dönüĢümün diğer olumlu bir özelliği de, hata terimi dönüĢüm öncesinde bağımsız dağılımlı ise dönüĢüm sonrasında da aynı Ģekilde kalacaktır. Değinildiği üzere, tek değiĢkenli otoregresif modeller için kullanılan GMM tahmin edicileri, aĢağıda yer alan çok değiĢkenli otoregresif modellere de benzer Ģekilde uyarlanabilmektedir: yit = α yi,t-1 + β xit + (ηi + νit); i = 1, 2,…, N; t = 1, 2,…,T (5.7) Yukarıdaki denklemde xit, ilave açıklayıcı değiĢkenlerin cari ve gecikmeli değerlerinden oluĢan bir vektörü ifade etmektedir. Bu yaklaĢımın önemli bir avantajı, (α, β) parametrelerini tahmin edebilmek için xit serilerinin tanımlanmak zorunda olmayıĢıdır. xit ile bileĢik hata teriminin iki bileĢeni (ηi 241 ve νit) arasındaki korelasyona iliĢkin yapılan varsayıma bağlı olarak, farklı moment koĢulları mevcut olacaktır. AĢağıda xit‟nin tekil (scalar) olduğu durumlarda, anılan koĢullara yer verilmektedir (Bond, 2002): 1) xit ile birey spesifik etkiler ηi arasında bir korelasyon bulunduğu varsayımı altında: bireyler arasında bu türden gözlemlenemeyen bir değiĢkenliğin (heterogeneity) mevcut olması halinde bile, tutarlı parametre tahminleri elde edilebilmektedir. Bu durumda, hem xit hem de yit, ηi ile korelasyon içinde olacağından, geçerli moment koĢulları elde edebilmek üzere, birey spesifik etkileri ortadan kaldırabilmek amacıyla yine birinci fark aldırma Ģeklinde bir dönüĢtürmeye gereksinim duyulmaktadır. Aynı zamanda, νit hata teriminde seri korelasyon bulunmadığı yönündeki varsayım da korunduğunda, üç farklı durum söz konusu olmaktadır: i) xit serileri içsel (endogenous) olabilir: xit ile cari ve önceki dönemlere ait νit‟ler arasında bir korelasyon bulunmaktadır, ancak xit ile νit+1 ve daha sonraki dönemlere ait νit‟ler arasında bir korelasyon bulunmamaktadır. ii) xit serisi önceden belirlenmiĢ (predetermined) olabilir: xit ile cari dönem νit‟si arasında bir korelasyon bulunmamaktadır, ancak xit ile νit-1 ve daha önceki dönemlere ait νit‟ler arasında bir korelasyon bulunabilir. iii) xit serileri kesin dıĢsal (strictly exogenous) olabilir: xit ile önceki dönem, cari ve sonraki dönemlere ait νis‟ler arasında hiçbir korelasyon bulunmamaktadır. Birinci durumdaki gibi, xit‟nin içsel olduğu varsayılırsa, bağımlı değiĢken yit‟ye uygulandığı üzere, t = 3, 4,…,T dönemleri için birinci farkı alınan denklemlerde, xit yerine, gecikmeli değerleri olan xi,t-2, xi,t-3 ve daha önceki dönemlere ait gecikmeli değerler, geçerli araç değiĢkenler olarak kullanılabilecektir. Aynı zamanda, baĢlangıç koĢulları yi1‟in de, önceden belirlenmiĢ olduğu varsayımı korunduğunda, tüm mevcut moment koĢulları 242 kümesi yine (5.3) no‟lu denklemdeki gibi olacak; ancak Zi araç değiĢkenler matrisinin her bir satırını oluĢturmak üzere, (yi1, yi2,…, yi,t-2) vektörünün yerini (yi1, yi2,…, yi,t-2, xi1, xi2,…, xi,t-2) vektörü alacaktır. Bu noktadan itibaren ise bir aĢamalı ve iki aĢamalı GMM tahmin edicilerinin hesaplanması tek değiĢkenli otoregresif modeldeki gibi olacaktır. Ġkinci durumda yer verildiği gibi, xit ile νit arasında eĢ zamanlı bir korelasyonun bulunmadığı ve xit serisinin önceden belirlenmiĢ olduğu yönünde daha güçlü bir varsayım yapıldığında ise, birinci farkı alınmıĢ denklemde, önceki araç değiĢkenlere ilave olarak, t dönemi için xi,t-1 de bir araç değiĢken olarak kullanılabilecektir. Bu durumda Zi araç değiĢkenler matrisinin her bir satırını oluĢturmak üzere, (yi1, yi2,…, yi,t-2) vektörünün yerini (yi1, yi2,…, yi,t-2, xi1, xi2,…, xi,t-2 , xi,t-1) vektörü alacaktır. xit‟nin kesin dıĢsal olduğu Ģeklindeki en güçlü varsayımın yer aldığı üçüncü durumda ise, birinci farkı alınmıĢ her bir denklemde, xi = (xi1, xi2,…,xiT) zaman serisinin tamamı araç değiĢken olarak kullanılabilecek ve Zi araç değiĢkenler matrisinin her bir satırını oluĢturmak üzere, (yi1, yi2,…, yi,t-2) vektörünün yerini (yi1, yi2,…, yi,t-2, xi‟) vektörü alacaktır. 2) xit ile gözlemlenemeyen birey spesifik etkiler ηi arasında bir korelasyon bulunmadığı varsayımı altında ise, 1)‟den farklı olarak, bu durumda birinci farkı alınarak dönüĢtürülmemiĢ olan seviyeler cinsinden ifade edilen orijinal denklem için de geçerli araç değiĢkenler bulunmaktadır. Ancak, sadece orijinal denklemdeki bileĢik hata teriminin (ηi + νit) kullanılması ile tanımlanan tüm moment koĢulları kümesi, bir dikeysel koĢullar kümesi olarak ifade edilemeyeceğinden; etkin bir tahmin, birinci farkı alınmıĢ denklemler için mevcut olan moment koĢulları ile seviyeler cinsinden ifade edilen orijinal denklemler için mevcut olan ilave moment koĢullarını birleĢtirmektedir. Özet bir biçimde ifade edilecek olursa, birinci farkı alınmıĢ olan denklemler için daha önce değinilen araç değiĢkenler hala geçerli olacak, ilave olarak da seviyeler cinsinden ifade edilen orijinal denklemlerde, t dönemi için xit‟nin 243 içsel olduğu durumda xi,t-1 ve xit‟nin önceden belirlenmiĢ ya da kesin dıĢsal olduğu durumlarda ise xi,t geçerli araç değiĢkenler olarak kullanılabilecektir. 3) 1) ve 2) arasında yer alan ara bir durumda ise xit‟nin birey spesifik etkiler ηi ile korelasyon içinde olmadığı varsayımında bulunulmamakta ancak ∆xit‟nin, ηi ile korelasyon içinde olmadığı varsayılmaktadır. Bu durumda, ∆xis‟lerin uygun gecikmeli değiĢkenleri t dönemi için seviyeler cinsinden ifade edilen orijinal denklemlerde araç değiĢken olarak kullanılabilmektedir (Arellano ve Bover 1995). Yukarıda anılan gözlem, seviyeler cinsinden ifade edilen yit = α yi,t-1 + (ηi + νit) Ģeklindeki otoregresif modeller için ∆yi,t-1‟in gecikmeli değerlerinin de geçerli araçlar olabilme olasılığını ortaya koymaktadır. Bu ise yi1 baĢlangıç koĢullarına iliĢkin bir durağanlık varsayımının geçerliliğine bağlıdır. Bir baĢka deyiĢle, Blundell ve Bond (1998)‟de ayrıntılı bir biçimde tartıĢıldığı üzere, E [(yi,1 - η α η ] = 0, 1, 2,…,N olmak zorundadır; böylelikle, baĢlangıç koĢulları, modelce belirlendiği üzere her bir i için yit serilerinin ikinci dönemden itibaren yakınsayacağı η α değerinden sistematik olarak sapma göstermeyecektir. E [∆yi2. η ] = 0, (i = 1, 2,…, N için) Ģeklinde ifade edilebilecek olan söz konusu durağan ortalama varsayımı, modelin otoregresif yapısı ve E [∆νit.η ] = 0, (i = 1, 2,…, N ve t = 3, 4,…, T için) varsayımı ile birlikte ele alındığında, birinci farkı alınan denklemler için (5.3) no‟lu denklemde belirtilmiĢ olan moment koĢullarına ilave olarak, aĢağıda belirtilen T - 2 kadar daha doğrusal moment koĢulu ortaya çıkarmaktadır: E [∆yi,t-1 (ηi + νit)] = 0 i = 1, 2,…N ve t = 3, 4,…,T için (5.8) GMM tahmini, tüm moment koĢullarını kullanabilmek üzere, bu durumda da birinci farkı alınan denklemler ile seviyeler cinsinden ifade edilen denklemlerin birleĢtirilmesini gerektirmektedir. Çok değiĢkenli bir otoregresif model için de geçerli olan bu geniĢletilmiĢ GMM tahmin edicisi, sistem GMM tahmin edicisi olarak adlandırılmaktadır (Blundell ve Bond (1998). Bu 244 bağlamda, Blundell ve Bond (2000), yukarıdaki moment koĢullarının geçerli olabilmesi için (yit, xit) serilerinin her birinin durağan ortalama varsayımını sağlamalarının yeter Ģart olduğunu ortaya koymuĢlardır. Sistem GMM tahmin edicisinde, yukarıda 3)‟de anlatıldığı üzere, xit‟nin birey spesifik etkiler ηi ile korelasyon içinde olmadığı varsayımında bulunulmamakta ancak ∆xit‟nin, ηi ile korelasyon içinde olmadığı varsayılmaktadır. Bu varsayımlara ilave olarak, modeldeki serilerin çok süreğen (persistent), bir baĢka deyiĢle, geçmiĢ değerleriyle yüksek dereceden iliĢkili olması halinde, sistem GMM tahmin edicisi kullanılmaktadır. Modeldeki serilerin birim köke yakın özellikler göstermesi halinde fark GMM tahmin edicisi için mevcut bulunan araç değiĢkenler zayıf olabilmekte ve ciddi Ģekilde sonlu örneklem yanlılığına maruz kalabilecektir. Blundell ve Bond (1998)‟in ayrı simulasyonlarda ortaya koydukları üzere, y‟nin rassal yürüyüĢe yakın olması halinde geçmiĢ dönem verileri gelecekteki değiĢimler hakkında çok az bilgi vereceğinden, fark GMM tahmin edicisi zayıf bir performans gösterecek ve birinci farkı alınarak dönüĢtürülen değiĢkenler için dönüĢtürülmemiĢ gecikmeli değerler zayıf araçlar olacaktır. Blundell and Bond (1998), etkinliği arttırmak üzere ilave bir varsayımla, “dinamik panel yanlılığı”na karĢı, Arellano and Bover (1995)‟de yer verilen bir yaklaĢımı geliĢtirerek; birey spesifik etkileri ortadan kaldırmak için açıklayıcı değiĢkenleri dönüĢtürmek yerine, araç değiĢkenleri birey spesifik etkilere karĢı dıĢsal hale getirmek için dönüĢtürmekte, birinci farkını almaktadır. Özet olarak, Arellano-Bond “fark GMM tahmin edicisi” fark cinsinden ifade edilen denklem için gecikmeli seviyeleri (ya da Arellano-Bover, ileri dikeysel sapmaları); Blundell ve Bond “sistem GMM tahmin edicisi” ise ilave olarak seviyeler cinsinden ifade edilen denklem için farkların gecikmeli değerlerini araç değiĢken olarak kullanmaktadır. Yatay kesit birim sayısının fazla ve zaman serisi birim sayısının az olduğu panel veri setlerine iliĢkin olarak, asimtotik dağılım kuramı T sabitken N‟nin artıyor olmasına dayanmaktadır ve GMM tahmin edicilerinin asimtotik 245 normalliği serilerin zaman serisi niteliklerine bağlı değildir. Ancak, serilerin rassal yürüyüĢe (random walk) yakın olduğu durumlarda, gözlemlenemeyen birey spesifik etkileri ortadan kaldırmaya yönelik olarak, birinci fark aldırma ya da benzeri dönüĢtürmelere dayanan ve sonrasında içsel ya da önceden belirlenmiĢ değiĢkenlerin gecikmeli değerlerini araç olarak kullanan tahmin ediciler, zayıf bir performans gösterebilmekte ve hatta bazı uç durumlarda araĢtırma konusu olan parametreler tanımlanamayabilmektedir. Daha genel olarak ise, seriler birim kök süreçlerine yakın ise tanımlama zayıf olabilmektedir. Blundell ve Bond (1998), bu durumun tek değiĢkenli AR (1) denkleminde fark GMM tahmin edicisi için geçerli olduğunu ortaya koymuĢtur. Bunun yanı sıra, çok değiĢkenli modellerde de Blundell vd. (2000), modeldeki serilerin çok süreğen olmasının sorun yaratabileceğini belirtmektedirler. Bu türden serilerde, geçmiĢteki değiĢimlerin cari dönem seviyelerini açıklama gücü, gerçekten de geçmiĢteki seviyelerin cari dönemdeki değiĢimleri açıklama gücünden yüksek olabilmektedir (Roodman, 2006). 5.2. VERĠLER VE MODEL UYGULAMALARI Ekonometrik uygulamada kullanılan temel veriler, önceki bölümde değinilen ve 1998-2009 dönemini kapsayan, NACE Revize 1.1 sınıflandırmasının esas alındığı, 12‟si imalat sanayi dıĢı ve 14‟ü de alt imalat sanayi olmak üzere, toplam 26 finansal olmayan sektörün toplulaĢtırılmıĢ TCMB Sektör Bilançoları verileridir. Bu bölümde Bleakly ve Cowan (2002), Galindo vd. (2003a) tarafından özetlenen konuya iliĢkin yapılan ampirik çalıĢmalar ile Kesriyeli vd. (2005)‟i takiben aĢağıdaki yatırım fonksiyonunun farklı versiyonları tahmin edilmiĢtir:84 84 Yakın dönemde yapılan çalışmaların çoğu ile Galindo vd. (2003)’de incelenen çalışmalarda makroekonomik değişkenler yerine, zamanın ortak etkilerini yansıtabilecek yıllık zaman kuklaları kullanıl- 246 (5.9) Tüm değiĢkenlerin yıllık değerlerinin yer aldığı yukarıdaki denklemde, I, TA, FXDebt ve TFL değiĢkenleri TCMB sektörel bilançolarından elde edilmiĢtir. Denklemde her bir sektör için, o sektörün ilgili yılsonu bilançosundaki toplam varlıklar (TA)i kalemine bölünerek normalize edilen (I)i değiĢkeni, ilgili sektördeki brüt sabit sermaye yatırımlarını, bir baĢka deyiĢle, o sektörün ilgili yılsonu bilançosundaki amortisman hariç Duran Varlıklar kaleminin bir önceki yılsonu bilanço değerine göre değiĢimini ifade etmektedir. (TFL/TA)i değiĢkeni ise, her bir sektör için, toplam yabancı kaynakların toplam varlıklara oranı olarak ifade edilen kaldıraç oranını göstermektedir. Yatırım değiĢkeninde olduğu gibi her bir sektörün toplam varlıklarına oranlanan (FXDebt)i değiĢkeni, ilgili sektörün döviz cinsinden mali ve ticari borçlarını ifade etmektedir. Tüm bilanço değiĢkenleri, yılsonu ÜFE ile deflate edilerek reel değiĢkenler haline getirilmiĢtir. DıĢsal TÜFE‟deki makro yüzde değiĢkenlerden değiĢimi, CPIAAGROWTH, BDEFRATIO, Merkezi yıllık ortalama Yönetim Bütçe Dengesi/GSYH‟yi, bir finansal geliĢmiĢlik göstergesi olan FINDEV, Yurt içi Bankaların Mali Olmayan Firmalara Açtıkları Krediler/M2 para arzını ve sermaye giriĢlerinin GSYH‟ye oranını temsil eden CAPINF/GDPUSD de ödemeler dengesi istatistiklerinden elde edilen Sermaye ve Finans Hesapları altındaki Doğrudan Yatırımlar/Yurtiçinde, Portföy Yatırımları/Yükümlülükler, Diğer Yatırımlar/Yükümlülükler ve Net Hata ve Noksan kalemlerinin mıştır; ancak bu durum bir bakıma bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Galindo vd. (2003)’de yer alan çalışmaların neredeyse tamamında sadece 7 yıllık bir zaman serisi mevcut bulunmaktadır ve bu türden durumlarda zaman kuklalarının kullanımı daha etkin olabilmektedir (Benavente vd., 2003). Yukarıda yer verilen yatırım fonksiyonunun farklı tahminlerinde, makroekonomik değişkenler yerine zaman kuklaları da kullanılmış, ancak makroekonomik değişkenlerin açıklayıcı gücünün daha yüksek olduğu gözlenmiştir. 247 toplamından oluĢan sermaye giriĢlerinin, IMF World Economic Outlook veri tabanından alınan Türkiye‟nin ABD doları cinsinden GSYH‟sine oranını ifade etmektedir. DLNRER değiĢkeni ise, doğal logaritması (ln) alınan 2003 TÜFE bazlı yıllık ortalama Reel Efektif Kur Endeksi‟nin, bir önceki seneye göre farkını ifade etmektedir. Anılan endeksteki artıĢlar ve azalıĢlar, sırasıyla Türk Lirası‟nın seçilmiĢ diğer para birimleri karĢısında reel olarak değer kazanması ve değer kaybetmesi anlamına gelmektedir. Denklemdeki, Mi sektör spesifik sabit etkileri ve ui,t de hata terimini ifade etmektedir. Denklemdeki asıl ilgi konusu olan değiĢken, DLNRERt * (FXDebt/TA)i,t-1 olarak ifade edilen etkileĢim değiĢkenidir; diğer bir ifade ile Türk Lirası‟ndaki reel değer kaybının, her bir sektörün - toplam varlıklarına oranlanan - dönem baĢındaki döviz cinsinden borçları ile etkileĢimi araĢtırılmaktadır. Reel Efektif Kur Endeksi‟ndeki (ln) yüzde değiĢim, döviz cinsinden borç ile çarpılarak, Türk lirası‟ndaki reel değer kaybının farklı derecelerde döviz cinsinden borç maruziyetleri bulunan sektörlerin yatırımları üzerindeki değiĢken etkisi ortaya konulmaktadır. Bu değiĢkenin katsayısının pozitif olması, negatif bir bilanço etkisinin varlığına iĢaret etmektedir; reel efektif kurdaki bir düĢme, diğer bir deyiĢle Türk Lirası‟ndaki reel değer kaybı, daha yüksek yükümlülük dolarizasyonuna sahip sektörler için daha düĢük bir yatırım seviyesine iĢaret etmektedir. Diğer açıklayıcı değiĢkenler ise denklemde kontrol değiĢkenleri olarak yer almaktadır. Diğer bir araĢtırma konusu ise yükümlülük dolarizasyonunun belirleyenlerine iliĢkindir. Bu amaçla, yine Bleakly ve Cowan (2002), Galindo vd. (2003) tarafından özetlenen konuya iliĢkin yapılan ampirik çalıĢmalar ile Kesriyeli vd. (2005)‟i takiben döviz cinsinden borcun toplam borçlar içerisindeki payının bağımlı değiĢken olduğu aĢağıdaki denklemin farklı versiyonları tahmin edilmiĢtir: 248 (5.10) Yatırım fonksiyonunda olduğu gibi finansal olmayan firmaların sektörel bazdaki verilerinin kullanıldığı ve tüm değiĢkenlerin yıllık değerlerinin yer aldığı bu modelde FXDebt, Debt, X, GROSSSALES ve TA değiĢkenleri TCMB sektörel bilançolarından elde edilmiĢtir. FXDebt değiĢkeni önceden olduğu gibi yine sektörün döviz cinsinden mali ve ticari borçlarını ifade ederken, Debt değiĢkeni ise sektörün Türk Lirası ve döviz cinsinden tüm mali ve ticari borçlarını ifade etmektedir. Dolayısıyla, FXDebt/Debt değiĢkeni ilgili sektörün toplam mali ve ticari borçları içerisinde döviz cinsinden borcunun payını ifade etmektedir. X/GrossSales değiĢkeni, firmanın toplam brüt satıĢları içerisinde ihracatın payını göstermektedir. Net bilanço etkisi, özellikle yükümlülük dolarizasyonunun varlığı halinde, firmanın döviz gelirinin bulunup bulunmamasına bağlı olarak değiĢkenlik gösterebilecektir. Döviz cinsinden yükümlülüklerini, döviz cinsinden gelirleri ile eĢleĢtiren bir firma doğal bir korunma sağlamıĢ olacaktır. Dolayısıyla, bu değiĢkenin katsayısının pozitif ve istatistiki olarak anlamlı bulunması bu türden bir korunmaya iĢaret edecektir. Sektörün büyüklüğünü ifade eden Log(TA) değiĢkeninin ise katsayısının pozitif olması beklenebilir; büyük ölçekli sektörlerin uluslararası sermaye piyasalarına eriĢim imkanı ve dolayısıyla döviz cinsinden borçlanmaları daha fazla olabilecektir. Tüm bilanço değiĢkenleri, yılsonu ÜFE ile deflate edilerek reel değiĢkenler haline getirilmiĢtir. DıĢsal değiĢkenleri makro yatırım değiĢkenlerden fonksiyonunda CPIAAGROWTH belirtildiği Ģekildedir. ve FINDEV Yükümlülük dolarizasyonu, süregelen yüksek enflasyona karĢı ekonomik birimlerin optimal bir tepkisi niteliğinde olabilmektedir (Kaplan vd., 2006). Dolayısıyla, yüksek enflasyon ortamında firmaların ulusal para cinsinden borçlanabilme 249 imkanlarının azalması beklenebilir. Bu durumda, enflasyon değiĢkeninin katsayısının pozitif olması beklenmektedir. Benzer Ģekilde, finansal geliĢmiĢlik düzeyi arttıkça, firmaların döviz cinsinden borçlanmalarını azaltmaları ve dolayısıyla bu değiĢkenin de katsayısının negatif olması beklenebilir. Diğer taraftan, ulusal paranın reel olarak değer kazanması ise döviz cinsinden borcun ulusal para cinsinden maliyetini düĢürmekte ve firmaları yurt dıĢından borçlanmaya teĢvik edebilmektedir. IRATEDIFF değiĢkeni, yurt içinden ulusal para cinsinden borçlanma ile yurt dıĢından döviz cinsinden borçlanma arasında, beklenen enflasyon çerçevesinde Türk Lirası cinsinden reel faiz maliyetleri farkını ölçmeye yönelik bir değiĢkendir. Finansal olmayan firmaların yurt dıĢından döviz cinsinden ve yurt içinden Türk Lirası cinsinden borçlanma maliyetlerine iliĢkin kapsamlı ve tutarlı bir veri seti bulunmadığından, yukarıdaki denklemde IRATEDIFF değiĢkeninin hesaplanmasında HM‟nin yurt dıĢı ve yurt içi borçlanma maliyetleri gösterge niteliğinde kullanılmıĢtır. Buna göre, HM‟nin yurt dıĢı borçlanma maliyetine iliĢkin olarak, ilgili dönem, bir baĢka deyiĢle, 1998-2009 yılları için HM‟nin USD cinsinden yurt dıĢı tahvil ihraçlarının ağırlıklı ortalama faizi yıllık olarak hesaplanmıĢtır. Sonrasında ise anılan yıllık faiz oranlarını nominal Türk Lirası faiz oranlarına dönüĢtürmek için {[(1 + Ağırlıklı Ortalama USD Faiz Oranı)*(1 + Nominal Ortalama USD/TL Kuru % DeğiĢimi)]-1} formülü kullanılmıĢtır. Nominal Türk Lirası faiz oranlarını reel Türk Lirası faiz oranlarına çevirmek için ise TCMB Beklenti Anketi‟nden ilgili yılın baĢındaki yılsonu TÜFE beklentisi (p) alınarak, {[(1+Nominal TL faiz oranı)/(1+p)]-1} formülü kullanılmıĢtır. HM‟nin yurt içinden TL cinsinden borçlanma maliyetine iliĢkin olarak ise, yine aynı dönem için, HM‟nin piyasadan TL cinsinden iskontolu iç borçlanmasının ağırlıklı ortalama maliyeti kullanılmıĢ ve yukarıda değinildiği Ģekilde reel Türk Lirası faiz oranlarına çevrilmiĢtir. Ardından, yurt içi borçlanmanın reel maliyetinden, yurt dıĢı borçlanmanın reel maliyeti çıkarılarak IRATEDIFF değiĢkeni hesaplanmıĢtır. Söz konusu değiĢken, sadece 2000, 2001 ve 2009 yıllarında eksi bir değer almıĢtır. Yurt içinden 250 borçlanmanın reel maliyeti, yurt dıĢından borçlanmanın reel maliyetini aĢtığı sürece, döviz cinsinden borçlanmanın artması ve dolayısıyla IRATEDIFF değiĢkeninin katsayısının pozitif olması beklenmektedir. 5.3. MODEL SONUÇLARI Bir aĢamalı Arellano ve Bond GMM fark tahmin edicisi yöntemi kullanılarak tahmin edilen (5.9) no‟lu yatırım fonksiyonu denklemine iliĢkin sonuçlar aĢağıda sunulmaktadır: Tablo 15: Model Tahmin Sonuçları (1 AĢamalı AB-GMM Fark) Bağımlı DeğiĢken: I/TA Yöntem: Panel GMM Arellano-Bond DönüĢtürme: Birinci Fark Örneklem: 2000 2009 Dönem Sayısı: 10 Yatay Kesit Sayısı: 26 Toplam panel (dengeli) gözlemleri: 260 Fark spesifikasyonu araç ağırlık matrisi White dönemi standart hataları & kovaryans (serbestlik derecesi d.f. düzeltilmiĢ) Araç tanımlaması: @DYN(I/TA,-2) @DYN(DLNRER*FXDebt(-1)/TA(-1),-2) @DYN(FXDebt(-1)/TA(-1),-2) @DYN(TFL(-1)/TA(-1),-2) CPIAAGROWTH BDEFRATIO FINDEV CAPINF/GDPUSD DeğiĢken I(-1)/TA(-1) DLNRER*FXDebt(-1)/TA(-1) FXDebt(-1)/TA(-1) TFL(-1)/TA(-1) CPIAAGROWTH BDEFRATIO FINDEV CAPINF/GDPUSD Katsayı Std. Hata T-istatistiği Olasılık 0,018502 1,764212 -0,68908 0,585390 -0,59886 -3,92515 0,509838 2,113668 0,042832 0,667829 0,407872 0,377063 0,115449 0,885249 0,173155 0,584118 0,431966 2,641712 -1,689451 1,552501 -5,187222 -4,433952 2,944396 3,618561 0,6661 0,0088 0,0924 0,1218 0,0000 0,0000 0,0035 0,0004 Etki Tanımlaması Yatay-kesit (1. farklar) J-istatistiği 172,8525 Araç rankı 147,000 251 GMM tanımlamasındaki birinci farkı alınmıĢ denklemde kullanılan araç değiĢken seti, içsel olma potansiyeli bulunan ve bilanço verilerine dayanan sektör spesifik açıklayıcı değiĢkenler ile etkileĢim değiĢkeninin dinamik t-2 gecikmeli değerlerinden oluĢmaktadır. Açıklayıcı değiĢkenler arasında yer alan ve bağımlı değiĢkenin bir gecikmeli değeri olan (I/TA)i,t-1 önceden belirlenmiĢ olduğundan, söz konusu değiĢkenin bir gecikmeli değeri, diğer bir ifadeyle, (I/TA)i,t-2 birinci farkı alınmıĢ denklemde araç değiĢken olarak kullanılmıĢtır. DıĢsallığı kesin olan ya da olduğu varsayılan makroekonomik açıklayıcı değiĢkenlerin cari dönem değerleri de modele araçsal değiĢken olarak dahil edilmiĢtir. Önceki bölümde incelendiği üzere, Sargan Testi sonuçları için iki aĢamalı Arellano-Bond GMM fark tahmin edicisi sonuçlarına ihtiyaç duyulmakta ve bu tahmin ediciden elde edilen J-istatiğinin, (n-k)85 serbestlik derecesi ile dağılımına bakılmaktadır. Bu modelin söz konusu tahmin çıktısına bakıldığında; Ġki aĢamalı GMM tahmin edicisi ile elde edilen p = 0.63 değeri modelin geçerliliğini, bir baĢka deyiĢle, araç değiĢken seçimini desteklemektedir. Ayrıca, bir aĢamalı AB GMM fark denklemi tahmininin artığı kullanılarak gerçekleĢtirilen AR(1) ve AR(2) testleri de seviyeler cinsinden ifade edilen orijinal denklemdeki νit hata teriminde seri korelasyon bulunmadığına iĢaret etmektedir. 85 Burada n araç rankını, k ise açıklayıcı değişken sayısını göstermektedir. 252 Tablo 16: Tahmin Denklemi Artığı Oto Korelasyonu Oto Korelasyon 6 -0,020 5 -0,007 4 0,061 Oto Kısmi Oto Gecikme Korelasyon Korelasyon Q-Ġstatistiği Olasılık 1 -0,463 -0,463 56,292 0,000 2 -0,058 -0,346 57,176 0,000 3 -0,024 3 -0,024 -0,318 57,325 0,000 2 -0,058 4 0,061 -0,216 58,321 0,000 5 -0,007 -0,170 58,333 0,000 6 -0,020 -0,161 58,435 0,000 1 -0,50 -0,463 0,00 DeğiĢkenlerin katsayıları incelendiğinde ise, modelin dinamik bir yapı arz etmesine izin veren bağımlı değiĢkenin bir gecikmeli değerinin katsayısının pozitif ve istatistiki olarak anlamlı olmadığı bulunmuĢtur. Bu durum, yatırımların süreğen olmadığı Ģeklinde yorumlanabilir. EtkileĢim değiĢkenini katsayısının, 1992-2003 döneminin incelendiği Kesriyeli vd. (2005)‟de olduğu gibi pozitif ve istatistiki olarak anlamlı bulunduğu gözlenmektedir. Anılan pozitif katsayı, olumsuz bilanço etkisinin varlığına iĢaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle, Türk Lirası‟ndaki reel değer kayıplarının, döviz cinsinden borcu daha yüksek olan sektörlerin yatırımları açısından daraltıcı nitelikte bir etkisi bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, ne sadece döviz cinsinden borcun, ne de sadece reel kurdaki değiĢimlerin tek baĢına olumsuz bir bilanço etkisine yol açmadığı ancak bu iki değiĢkenin etkileĢimlerinin anılan etkiyi doğurmasıdır. Döviz cinsinden borcun yatırımlar üzerindeki doğrudan etkisini ölçen (FXDEBT/TA)i,t-1 kontrol değiĢkeninin katsayısı ise negatif ve % 9 seviyesinde istatistiki olarak anlamlı bulunmuĢtur. Sektörün kaldıraç oranını, bir baĢka deyiĢle, toplam borçluluğunu gösteren (TFL/TA) i,t-1 kontrol değiĢkeninin katsayısının ise pozitif ve % 12 seviyesinde istatistiki olarak anlamlı bulunması, yatırım harcamalarının finanse edilmesinde - yurt içinden ve yurt dıĢından sağlanacak olan - firmanın kendi özkaynakları dıĢında yabancı kaynaklara olan gereksinimini ortaya koymaktadır. Makro değiĢkenler incelendiğinde ise, incelenen dönemde enflasyon ve bütçe açıklarının yatırımlar üzerindeki olumsuz etkisi, negatif ve istatistiki 253 olarak anlamlı değiĢkenler ile ortaya konulmaktadır. Yüksek bütçe açıklarının daraltıcı etkisi Giavazzi ve Pagano (1990) ile Afonso (2007)‟de ele alınan “geniĢletici mali daralma” önerisini destekler niteliktedir. Diğer taraftan, finansal geliĢmiĢlik ile sermaye giriĢleri değiĢkenlerinin katsayılarının pozitif ve istatistiki olarak anlamlı bulunmasını “temel günah” yazını çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Sermaye piyasalarındaki aksaklıklar nedeniyle yurt içinden kendi parası cinsinden borçlanamama, beraberinde yurt dıĢından borçlanmayı getirmekte ve yatırımların finansmanı bu Ģekilde mümkün olmaktadır. Finansal geliĢmiĢlik düzeyi arttıkça, firmaların yurt içi krediye eriĢim ve dolayısıyla yatırımları finanse etme imkanları artıĢ göstermektedir. Bir aĢamalı Arellano ve Bond GMM fark tahmin edicisi yöntemi kullanılarak tahmin edilen (5.10) no‟lu yükümlülük dolarizasyonunun belirleyenleri denklemine iliĢkin sonuçlar aĢağıda sunulmaktadır: Tablo 17: Model Tahmin Sonuçları (1 AĢamalı AB-GMM Fark) Bağımlı DeğiĢken: FXDebt/Debt Yöntem: Panel GMM Arellano-Bond DönüĢtürme: Birinci Fark Örneklem: 2000 2009 Dönem Sayısı: 10 Yatay Kesit Sayısı: 26 Toplam panel (dengeli) gözlemleri: 260 Fark spesifikasyonu araç ağırlık matrisi White dönemi standart hataları & kovaryans (serbestlik derecesi d.f. düzeltilmiĢ) Araç tanımlaması: @DYN(FXDebt)/Debt,-2) @DYN(LOG(TA),-2), @DYN(X(-1)/GrossSales(-1),-2) CPIAAGROWTH FINDEV IRATEDIFF DeğiĢken FXDebt(-1)/Debt(-1) X(-1)/GROSSSALES(-1) Log(TA) CPIAAGROWTH FINDEV IRATEDIFF Katsayı Std. Hata T-istatistiği Olasılık 0,252396 0,091408 -0,146904 0,125155 0,036090 0,022809 0,204472 0,039096 -0,183988 0,090955 0,094510 0,038908 Etki Tanımlaması 2,761193 -1,173778 1,582306 5,229974 -2,022843 2,429028 0,0062 0,2416 0,1148 0,0000 0,0441 0,0158 Yatay-kesit (1. farklar) J-istatistiği 147,8527 Araç rankı 155,000 254 GMM tanımlamasındaki birinci farkı alınmıĢ denklemde kullanılan araç değiĢken seti, içsel olma potansiyeli bulunan ve bilanço verilerine dayanan sektör spesifik açıklayıcı değiĢkenlerin dinamik t-2 gecikmeli değerlerinden oluĢmaktadır. Açıklayıcı değiĢkenler arasında yer alan ve bağımlı değiĢkenin bir gecikmeli değeri olan (FXDebt/Debt)i,t-1 önceden belirlenmiĢ olduğundan, söz konusu değiĢkenin bir gecikmeli değeri olan (FXDebt/Debt)i,t-2 birinci farkı alınmıĢ denklemde araç değiĢken olarak kullanılmıĢtır. DıĢsallığı kesin olan ya da olduğu varsayılan makroekonomik açıklayıcı değiĢkenlerin cari dönem değerleri de modele araçsal değiĢken olarak dahil edilmiĢtir. Önceki bölümde incelendiği üzere, Sargan Testi sonuçları için iki aĢamalı Arellano-Bond GMM fark tahmin edicisi sonuçlarına ihtiyaç duyulmakta ve bu tahmin ediciden elde edilen J-istatiğinin, (n-k) serbestlik derecesi ile dağılımına bakılmaktadır. Bu modelin söz konusu tahmin çıktısına bakıldığında; Ġki aĢamalı GMM tahmin edicisi ile elde edilen p = 0.9 değeri modelin geçerliliğini, bir baĢka deyiĢle, araç değiĢken seçimini desteklemektedir. Ayrıca, bir aĢamalı AB GMM fark denklemi tahmininin artığı kullanılarak gerçekleĢtirilen AR(1) ve AR(2) testleri de seviyeler cinsinden ifade edilen orijinal denklemdeki νit hata teriminde seri korelasyon bulunmadığına iĢaret etmektedir. Tablo 18: Tahmin Denklemi Artığı Oto Korelasyonu Oto Korelasyon 6 0,005 5 -0,009 Oto Kısmi Oto Gecikme Korelasyon Korelasyon Q-Ġstatistiği 1 -0,377 -0,377 37,301 Olasılık 0,000 4 0,039 2 -0,093 -0,274 39,582 0,000 3 0,011 3 0,011 -0,172 39,613 0,000 4 0,039 -0,069 40,019 0,000 5 -0,009 -0,038 40,039 0,000 6 0,005 -0,006 40,047 0,000 2 1 -0,093 -0,377 -0,40 0,00 255 DeğiĢkenlerin katsayıları incelendiğinde ise, modelin dinamik bir yapı arz etmesine izin veren bağımlı değiĢkenin bir gecikmeli değerinin katsayısı pozitif ve istatistiki olarak anlamlı bulunmuĢtur. TCMB Özel Sektörün Sağladığı DıĢ Kredi Borcu verilerinden yapılan hesaplamalara göre, finansal olmayan firmaların yurt dıĢından sağladıkları kredilerin ortalama vadesinin yaklaĢık 2,5 ile 3 yıl olduğu dikkate alındığında, pozitif katsayı serinin süreğenliğini açıklamaktadır. (X/GrossSales)i,t-1 değiĢkeninin katsayısının negatif ve istatistiki olarak anlamlı olmadığı görülmektedir. Bu durum, finansal olmayan firmaların döviz cinsinden yükümlülüklerini, döviz cinsinden gelirleri ile eĢleĢtirmedikleri ve dolayısıyla kur riskine açık oldukları anlamına gelmektedir. Sektörün büyüklüğünü ifade eden Log(TA) değiĢkeninin katsayısı ise beklendiği üzere pozitif ve % 11 seviyesinde istatistiki olarak anlamlı bulunmuĢtur. Makro değiĢkenler incelendiğinde ise, incelenen dönemde, her ikisi de istatistiki olarak anlamlı bulunan enflasyon ve finansal geliĢmiĢlik değiĢkenlerinin katsayılarının beklendiği üzere sırasıyla pozitif ve negatif olarak bulunduğu görülmüĢtür. Ayrıca, IRATEDIFF değiĢkeninin katsayısının da beklendiği üzere pozitif ve istatistiki olarak anlamlı bulunması, yurt dıĢından borçlanmanın görece düĢük reel maliyetinin, diğer her Ģey sabitken, yükümlülük dolarizasyonunda etkin olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDĠRME Bir ekonominin genel dengesi, o ekonomide özel ve kamu kesiminin kaynaklardan ne ölçüde pay aldığını, dıĢ kaynak kullanımını, kaynakların tüketim ve tasarruf arasındaki dağılımını, yatırımlara ayrılan kaynakları ve nihayetinde de ekonomideki temel tasarruf açığı veya fazlasını ifade etmektedir. Bu çerçevede, cari iĢlemler açığının toplam tasarruf açığını ifade ettiği ve Türkiye ekonomisinin yapısal olarak cari iĢlemler açığı verdiği göz önüne alındığında, yurt içi tasarrufların ekonomik büyümenin finansmanında yetersiz kaldığı ve sürekli bir dıĢ kaynak ihtiyacı içinde olunduğu gözlenmektedir. Türkiye ekonomisinde büyümenin temel kaynağını sermaye birikiminin (yatırımların) oluĢturması ve üretim kapasitesi geniĢlemesinin de büyük ölçüde sermaye birikim hızına bağlı olması temelinde, üretimin ithalata özellikle de ara ve yatırım malları ithalatına olan bağımlılığı, cari iĢlemler açığının, genel olarak, üretim kapasitesi yetersizliğinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır (Saygılı ve Cihan, 2008). Ayrıca, Günçavdı ve Ülengin (2008)‟in de iĢaret ettiği üzere, Türkiye ekonomisinde - ithalatı uyararak, ticarete konu mal ve dolayısıyla döviz talebi doğuran - Türk Lirası cinsinden gelir yaratan ticarete konu olmayan mallara yönelik ekonomik faaliyetlerin ağırlığı da dıĢ kaynak ihtiyacını ve dolayısıyla cari iĢlemler açığı ile dıĢ borçlanmayı arttırmaktadır. DıĢ kaynak ihtiyacı, özellikle, 2002-2007 döneminde olduğu gibi hızlı büyüme dönemlerinde kendisini daha belirgin bir Ģekilde hissettirmektedir. 2001 yılı krizinin ardından uygulamaya konulan ekonomik program ile birlikte, makroekonomik koĢullarda iyileĢme sağlanmıĢ, mali disiplin ve yapısal reform uygulamaları aracılığıyla kamu kesimi tasarruf-yatırım açığı önemli ölçüde kapanmıĢ ancak özel sektörün artan tasarruf-yatırım açığı cari iĢlemler açığının temel belirleyicisi haline gelmiĢtir. Anılan dönemde, özel sektöre dayalı hızlı bir ekonomik büyüme yaĢanmasına karĢılık, özel kesim toplam harcanabilir gelirler içerisinden giderek daha az pay almaya 257 baĢlamıĢtır. Küresel finansal krizin miladı olarak kabul edilebilecek, 2008 yılının Ekim ayında Lehman Brothers‟ın iflas baĢvurusunda bulunmasına değin, küresel ekonomik koĢulları karakterize eden ve küresel likidite bolluğu dönemi olarak da adlandırılan ve geliĢmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarının çok güçlü olduğu anılan altı yıllık dönemde, Türkiye‟nin dıĢ borç stokundaki artıĢ da temelde, özel sektörün borçlanmasındaki artıĢtan kaynaklanmıĢtır. Küresel krize karĢı önlem olarak, Aralık 2008 ve Mart 2010 arasındaki dönemde geliĢmiĢ ülkelerin para politikaları niceliksel bir geniĢleme sürecine girmiĢ, 2010 yılının son çeyreğinde ise ikinci bir niceliksel geniĢleme süreci baĢlamıĢtır. GeliĢmiĢ ülkelerdeki kredi, gayrimenkul ve emek piyasalarındaki sorunların devam etmesi ve özellikle 2011 yılının ikinci çeyreğinde derinleĢmeye baĢlayan Avrupa‟daki borç krizinin küresel ekonomik büyümeye iliĢkin endiĢeleri arttırması, geliĢmekte olan ülkelere yönelik risk iĢtahını azaltarak, söz konusu ülkelerden sermaye çıkıĢlarına neden olmuĢtur (TCMB, 2011). Bu kapsamda, Türkiye‟de reel sektörün ulaĢtığı yükümlülük dolarizasyonu seviyesi uluslararası karĢılaĢtırmalara göre oldukça yüksek görünmekte ve bu da ani sermaye çıkıĢları ya da sermaye giriĢlerindeki ani duruĢlar karĢısında kur riski ve faiz riski aracılığıyla yükümlülük dolarizasyonu ve vade yapısı kaynaklı kırılganlığı arttırmaktadır. Dalgalı bir kur rejiminde, artıĢ yönündeki bir reel kur intibakının (ulusal paranın reel olarak değer kaybetmesinin) Ģok emici nitelikte olabilmesi, temelde yükümlülük dolarizasyonu olgusunun mevcut bulunmamasına bağlıdır. Ayrıca, finansal kırılganlıklar ile yükümlülük dolarizasyonu, Türkiye‟de olduğu gibi enflasyon hedeflemesi yürüten merkez bankalarının etkin bir para politikası izlemesinde de kısıtlamalar yaratabilmektedir. Dolayısıyla, yaygın bir varlık ve yükümlülük dolarizasyonunun hem parasal hem de mali otoritenin istikrarlaĢtırıcı politikalar izleme yeteneğini sınırlandırması; fiyat istikrarı, finansal istikrar ve makroekonomik istikrarın ön Ģart olduğu aktif bir 258 de-dolarizasyon stratejisinin önemini ortaya koymaktadır (Kesriyeli vd., 2005, Özmen ve Yalçın, 2007). Bu çalıĢma ile, uluslararası likidite koĢulları ile küresel risk algılamalarındaki olumsuz bir değiĢiklik karĢısında Türkiye‟de finansal olmayan kesimin, diğer bir ifadeyle, reel sektörün, baĢta yükümlülük dolarizasyonu olmak üzere çeĢitli kırılganlıklarını irdelenmesi, ampirik olarak da “olumsuz bilanço etkisi” önermesinin test edilmesi ve yükümlülük dolarizasyonunun belirleyenlerinin tespit edilmesi amaçlanmıĢ ve 1998-2009 dönemini kapsayan, 12‟si imalat sanayi dıĢı ve 14‟ü de alt imalat sanayi olmak üzere, toplam 26 finansal olmayan sektörün toplulaĢtırılmıĢ TCMB Sektör Bilançoları verileri kullanılarak, gerek bilanço oran analizleri, gerekse de dinamik panel veri modellemelerine baĢvurulmuĢtur. Ayrıca, ekonomik büyüme için gerekli olan dıĢ kaynak gereksinimi çerçevesinde Türkiye‟de reel sektörce sağlanan dıĢ finansmanın ne ölçüde üretken kapasite ve dıĢ borç geri ödeme kabiliyetini arttırıcı faaliyetlerde kullanıldığı da tartıĢılmıĢtır. 1998-2009 dönemi boyunca finansal olmayan sektörlerin bilanço risklerinin geliĢimi değerlendirilecek olursa, borçluluk, bir baĢka deyiĢle, kaldıraç oranının 1998 yılındaki % 65,4 seviyesinden 2009 yılında % 54,4 seviyesine gerilemesi - yüksek bir borçluluk oranının, “finansal hızlandıran” mekanizması kanalıyla “dıĢ finansman primini” arttırarak, potansiyel firma yatırımlarını olumsuz yönde etkileyebileceği ve aynı zamanda olumsuz dıĢsal Ģoklar karĢısında da kırılganlığı arttırabileceği göz önüne alındığında - olumlu bir geliĢmedir. Firmaların borç geri ödeme kapasitesinin yüksekliğine iĢaret eden, özkaynakların toplam yükümlülükler içindeki payının toplam yabancı kaynakların payından daha yüksek olmasına, sadece 2004 ve 2005 yıllarında rastlanmakla birlikte, 1998 yılına kıyasla önemli bir iyileĢme sağlanmıĢtır. Toplam borçlar içinde kısa vadeli borçların payının yüksek olmasını ifade eden vade riski, özellikle de faiz oranlarında yüksek oranlı artıĢların gözlendiği ani duruĢ gibi olumsuz dıĢsal Ģoklarda, firmaları borç geri ödeyememe ve borç çevirme riskine maruz bırakmaktadır. Kısa vadeli 259 yabancı kaynakların, toplam yabancı kaynaklar içindeki payının 1998 yılındaki % 73,4 seviyesinden, 2009 yılında % 66,4 seviyesine inmesi, anılan dönemde vade yapısının bir iyileĢme gösterdiğini ortaya koymaktadır. % 100‟ün üzerine çıktığında, firmaların kısa vadeli borç servisi için yeterli nakit akımı yaratamadıklarını ifade eden borç karĢılama riskinin, 1998 yılındaki % 69,3 seviyesinden, 2001 yılında % 111,1 seviyesine çıkmasının ardından, 2009 yılında % 44,3 seviyesine inmesi de olumlu bir geliĢme olarak gözlenmektedir. Borçluluk, vade yapısı ve borç karĢılama oranında gözlenen olumlu geliĢmelere karĢılık, anılan dönemde görece istikrarlı bir seyir izleyen firmaların yükümlülük dolarizasyon oranları, 1998 yılındaki % 75,1 seviyesinden, 2009 yılındaki % 67,6 seviyesine inmiĢ olmasına karĢılık, uluslararası karĢılaĢtırmalar ıĢığında yüksek seviyesini korumuĢtur. Önemli bilanço risklerinden biri olan para birimi uyumsuzluğunun değerlendirilmesinde büyük bir önem arz eden, firmaların yabancı para borçlarının toplam ihracat gelirlerine oranı, 1998-2009 dönemi için incelendiğinde, özellikle döviz cinsinden gelirleri kısıtlı olan imalat sanayi harici sektörlerde bu oranın çok yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Ayrıca, söz konusu oranın, tüm finansal olmayan firmalar için 1999 yılından 2005 yılına kadar büyük oranlı bir düĢüĢ gösterdiği, ancak bu yıldan sonra tekrar yükseliĢe geçerek, 2009 yılında 1998 yılındaki oranla aynı seviyeye geldiği gözlenmektedir. 1998-2009 dönemi için sektörel GSYH incelendiğinde, tarım ve sanayi sektörlerinin paylarının gerilediği, hizmetler sektörünün payının ise arttığı gözlenmektedir. Aynı dönem için sabit sermaye yatırımlarının kompozisyonu da, 2002-2006 döneminde gözlenen ticarete konu mal üreten sektörlere yönelik yatırımların payındaki belirgin artıĢa karĢılık, ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan sektörlere yönelik yatırımların ağırlığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, 2002 yıl sonu verilerinden itibaren mevcut bulunan uzun vadeli sektörel dıĢ borç istatistiklerinde de, finansal olmayan firmaların uzun 260 vadeli dıĢ borçları içinde hizmetler sektörünün payının yüksekliği dikkat çekmektedir. Anılan geliĢmelerin, Türk Lirası cinsinden gelir akımları yaratan ticarete konu olmayan mallara yönelik harcamaların yüksekliğine iĢaret ettiği söylenebilir. Ulusal para cinsinden gelir yaratan ekonomik faaliyetlerin finansmanında kullanılmak üzere baĢvurulan döviz cinsinden dıĢ kaynaklar, özellikle de, Türk Lirası‟nın diğer para birimleri karĢısında reel olarak aĢırı değerli olduğu bir durumda, yükümlülük dolarizasyonu ve para birimi uyumsuzluğuna yol açabilecektir. Ticarete konu olmayan mallara yönelik harcamaların ithal gereksiniminin yüksek olması ise, anılan sorunu daha da kötüleĢtirmektedir. Uluslararası rekabetçilik ile toplam faktör verimliliğini esas alan ticarete konu olan mal üretiminde bulunan sektörlere yönelik yatırımların, ülkenin üretken kapasitesini arttıracağı ve cari iĢlemler açığının gelecekte azalmasına katkıda bulunacağı dikkate alındığında, sermaye giriĢlerinin büyük ölçüde anılan sektörlere yönlendirilmesi gerekmektedir. Ekonometrik model uygulamalarının sonuçları incelenecek olursa, yatırım fonksiyonuna iliĢkin dinamik panel veri analizi, incelenen dönemde Türkiye‟de “olumsuz bilanço etkisi” önermesinin geçerli olduğunu ortaya koymuĢtur. Diğer bir ifadeyle, reel efektif kurdaki bir düĢme, diğer bir deyiĢle Türk Lirası‟ndaki reel değer kaybı, daha yüksek yükümlülük dolarizasyonuna sahip sektörler için daha düĢük bir yatırım seviyesine iĢaret etmektedir. Ayrıca, yatırımlar üzerinde enflasyon ve bütçe açıklarının olumsuz, finansal geliĢmiĢlik düzeyi ile sermaye giriĢlerinin ise olumlu bir etkisi bulunduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. Yüksek bütçe açıklarının daraltıcı etkisi Giavazzi ve Pagano (1990) ile Afonso (2007)‟de ele alınan “geniĢletici mali daralma” önerisini desteklerken, sermaye giriĢleri ile finansal geliĢmiĢlik değiĢkenlerine iliĢkin pozitif katsayıları “temel günah” yazını çerçevesinde değerlendirmek mümkündür: sermaye piyasalarındaki aksaklıklar nedeniyle yatırımların finansmanı amacıyla yurt içinden kendi parası cinsinden borçlanamama, beraberinde yurt dıĢından borçlanmayı getirmekte, diğer taraftan finansal 261 geliĢmiĢlik düzeyinin artması yatırımların yurt içinden finanse edilebilme imkanlarını arttırmaktadır. Yükümlülük dolarizasyonu fonksiyonuna iliĢkin dinamik panel veri analizi de, temel belirleyicilerin “temel günah”, sermaye piyasası aksaklıkları ve yurt dıĢı reel borçlanma maliyetinin göreli düĢüklüğü olduğunu ve finansal olmayan firmaların döviz cinsinden yükümlülüklerini, döviz cinsinden gelirleri ile eĢleĢtirmedikleri ve dolayısıyla kur riskine açık olduklarını ortaya koymaktadır. Türkiye‟de yoğun dıĢ kaynak kullanımı (sermaye giriĢleri) sayesinde yüksek cari iĢlemler dengesi açıkları verilebildiği dikkate alındığında, yurt içi tasarrufların yetersizliği, diğer bir ifadeyle, dıĢ kaynak bağımlılığı, sürdürülebilir büyümenin önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye ekonomisi için de geçerli olduğu düĢünülen “temel günah” olgusu ve “dalgalanma korkusu” çerçevesinde, dıĢ kaynak kullanımı, bir taraftan, ekonominin üretken kapasitesini arttırmaya yönelik olarak tasarruf kısıtını hafifletirken, diğer taraftan da, cari iĢlemler dengesi ile dıĢ borçlara dönemler arası yaklaĢım çerçevesinde, bünyesinde barındırdığı ve sürdürülebilir büyümeye tehdit oluĢturan özellikle yükümlülük dolarizasyonu gibi kırılganlıkları arttırmaktadır. Sermaye hareketlerinde bir geri dönüĢ ya da ani bir duruĢun tetikleyebileceği Türk Lirası‟nda yüksek oranlı bir reel değer kaybının, tahripkar etkileri olabilecektir. Bu çerçevede, Türkiye‟de cari iĢlemler açıklarına karĢı bir tedbir niteliğinde düĢünülebilecek olan reel kurdaki bir artıĢ, özellikle söz konusu değer kaybının ani ve yüksek oranlı olması durumunda, finansal olmayan firmaların yükümlülük dolarizasyonu ve olumsuz bilanço etkisi sebebiyle dıĢ borç servisinin maliyetini arttırarak, dıĢ borç sürdürülebilirliğini olumsuz yönde etkileyebilecek ve ve yatırımlar ile genel ekonomik faaliyet üzerinde daraltıcı etkilere sahip olabilecektir. Krugman ve Taylor (1978)‟in de belirttiği üzere, devalüasyon pahalı bir tedavi biçimidir ve kısa vadeli değil orta vadeli bir tedbir olarak 262 düĢünülmelidir. Diğer taraftan, cari iĢlemler açığını düĢürebilecek toplam talebi daraltıcı politikalar ise ticarete konu olmayan mal üretiminde bulunan yurt içine yönelik firmalar açısından bir satıĢ kısıtı yaratarak, dıĢ borç geri ödeme kabiliyetini azaltabilecektir. DıĢ borcun, hangi sektörlerce kullanıldığı bu kapsamda çok büyük bir önem arz etmektedir. Söz konusu değerlendirmeler ıĢığında, makro bir bakıĢ açısından, örneğin bireysel emeklilik fonlarının teĢviki gibi bir taraftan yurt içi tasarrufları ve finansal derinliği arttıracak uygulamalar, diğer taraftan da, öncelikle ara malı ve enerji olmak üzere ithalat bağımlılığını azaltacak ve üretken kapasite, verimlilik ve dıĢ rekabet gücünü arttıracak eğitim, sanayi, teknoloji ve enerji politikaları aracılığı ile Türkiye ekonomisinin yatırımlarını kendi kaynakları ile finanse edebilecek bir noktaya gelmesi zorunlu bir hal almıĢtır. DıĢ borçların da üretken kapasiteyi ve dıĢ borç geri ödeme kabiliyetini arttırıcı yatırımlarda kullanılması çok büyük bir önem arz etmektedir. 1990‟lı yıllarda yüksek kronik enflasyon, makroekonomik istikrarsızlık ve finansal dıĢlama olgusunun varlığı sebebiyle, firmalar üretken kapasiteyi arttırıcı yatırımlar yerine finansal varlıklara yönelmiĢlerdir (Aydın vd., 2006). Mikro bir bakıĢ açısından ise, söz konusu geliĢmeler, firma bilançolarına, bilanço tanımıyla toplam yabancı kaynaklar (TYK) içerisinde, yurt içinden kullanılan uzun vadeli yabancı kaynakların payında bir artıĢ Ģeklinde yansıyacaktır. “Temel günah” ve “dıĢlama” yazını çerçevesinde de, özellikle finansal derinleĢme ile birlikte hem finansal hem de finansal olmayan sektörlerin tahvil ihraçları yolu ile yurt içinden Türk Lirası cinsinden uzun vadeli borçlanabilmeleri, yükümlülük dolarizasyonu kaynaklı kırılganlıkların azaltılabilmesinde çok önemli bir rol oynayabilecektir. Finansal olmayan firmaların banka kredilerine bağımlı yapısı dikkate alındığında, yurt içinde yerleĢik bankaların TL cinsinden ve uzun vadeli yurt içi tahvil ihraçlarının giderek artıyor olması bu açıdan olumlu bir geliĢme olarak ön plana çıkmaktadır. 263 Son olarak da, tezin hazırlandığı tarih itibarıyla TÜĠK tarafından yayımlanan en güncel “Girdi-Çıktı Tabloları”nın 2002 yıl sonu verilerini içermesi nedeniyle, finansal olmayan sektörler açısından bu çalıĢma içinde sıklıkla vurgulanan üretim ve ihracatın özellikle ara malı ithalatına olan bağımlılığına iliĢkin, 1998-2009 dönemine ait sektörel bazda bir değerlendirmeye yer verilememiĢtir. Bu kapsamda, konuyla ilgili daha sonra yapılacak çalıĢmalarda, anılan hususun gerek ilgili analizlere gerekse de ekonometrik uygulamaya dahil edilmesinin faydalı olacağı düĢünülmektedir. 264 KAYNAKÇA AGHION, Phillipe, BACCHETTA, Phillipe ve BANERJEE, Abhijit; “Currency Crises and Monetary Policy in an Economy with Credit Constraints”, European Economic Review, Cilt 45, Sayı 7, 2001, s. 1121- 1150 AGHION, Phillipe, BACCHETTA, Phillipe ve BANERJEE, Abhijit; “A Corporate Balance Sheet Approach to Currency Crisis”, Journal of Economic Theory, Cilt 119, Sayı 1, 2004, s. 6- 30 AGUIAR, Mark; “Investment, Devaluation and Foreign Currency Exposure: The Case of Mexico”, Journal of Development Economics, Cilt 78, Sayı 1, 2005, s. 95- 113 AFONSO, Antonio; “An avenue for expansionary fiscal contractions”, MPRA Paper, Sayı 4593, 2007 ALLAYANNIS, George, BROWN, Gregory W. Ve KLAPPER, Leora F.; “Capital structure and financial risk: evidence from foreign debt use in East Asia ”, The Journal of Finance, Cilt 58, Sayı 6, 2003, s.26672710 ALLEN, Mark, ROSENBERG, Christoph, KELLER, Christian, SETSER, Brad ve ROUBINI, Nouriel; “A Balance Sheet Approach to Financial Crisis”, IMF Working Papers, Sayı 02/210, 2002 ANDERSON, Theodore Wilbur, HSIAO, Cheng; “Formulation and estimation of dynamic models using panel data”, Journal of Econometrics, Cilt 18, Sayı 1, 1982, s. 47- 82 ARELLANO, Manuel, BOND, Stephen; “Some Tests of Specification for Panel Data: Monte Carlo Evidence and an Application to Employment Equations”, Review of Economic Studies, Cilt 58, Sayı 2, 1991, s. 277- 297 265 ARELLANO, Manuel, BOVER, Olympia; “Another look at the instrumental variable estimation of error-components models”, Journal of Econometrics, Cilt 68, Sayı 1, 1995, s. 29- 51 ARELLANO, Manuel, HONORE, Bo; “Panel data models: some recent developments”, Handbook of Econometrics, 1. Baskı, Ed. James J. Heckman ve Edward E. Leamer, Cilt 5, Bölüm 53, 2001, s. 3229- 3296 ARROW, Kenneth; “Economic Welfare and the Allocation of Resources for Invention”, The Rate and Direction of Inventive Activity: Economic and Social Factors, National Bureau of Economic Research (NBER), 1962, s. 609- 626 ASCHAUER, David Allen; “Does public capital crowd out private capital?”, Journal of Monetary Economics, Cilt 24, Sayı 2, 1989, s. 171- 188 ASCHAUER, David Allen; “Output and Employment Effects of Public Capital”, Public Finance & Management, Cilt 1, Sayı 2, 2001, s. 135160 AYDIN, Halil Ġ., KAPLAN, Cafer, KESRĠYELĠ, Mehtap, ÖZMEN, Erdal, YALÇIN, Cihan ve YĠĞĠT, Serkan; “Corporate Sector Financial Structure in Turkey: A Descriptive Analysis”, CBRT Research and Monetary Policy Department Working Paper, Sayı 06/07, December, 2006 BACHA, Edmar L.; “A Three-Gap Model of Foreign Transfers and the GDP Growth Rate in Developing Countries”, Journal of Development Economics, Cilt 32, 1990, s. 279- 296 BALL, Laurence; “Policy Rules for Open Economies”, NBER Working Paper, Sayı 6760, 1998 BALASSA, Bela; “Exports and Economic Growth: Further Evidence”, Journal of Economic Developments, Cilt 5, 1978, s. 181- 189 266 BARRO, Robert J.; “Are Government Bonds Net Wealth?”, Journal of Political Economy, Cilt 82, Sayı 6, 1974, s. 1095- 1117 BARRO, Robert J.; "Government Spending in a Simple Model of Endogenous Growth," Journal of Political Economy, Cilt 98, Sayı 5, 1990, s.103- 126 BAUM, Christopher F., SCHAFFER, Mark E. ve STILLMAN, Steven; "Instrumental variables and GMM: Estimation and Testing", Stata Journal, Cilt 3, Sayı 1, 2003, s. 1- 31 BEBCZUK, Ricardo, GALINDO, Arturo ve PANIZZA, Ugo; “An Evaluation of the Contractionary Devaluation Hypothesis”, Inter-American Development Bank Research Department RES Working Papers, Sayı 4486, 2006 BENAVENTE, Jose Miguel, JOHNSON, Christian ve MORANDE, Felipe; “Debt Composition and Balance Sheet Effects of Exchange Rate Depreciations: A Firm-Level Analysis for Chile, Emerging Markets Review, Cilt 4, Sayı 4, 2003, s. 397- 416 BERNANKE, Ben, GERTLER, Mark; "Agency costs, net worth and economic fluctuations", American Economic Review, Cilt 79, Sayı 1, 1989, s.14- 31 BERNANKE, Ben, GERTLER, Mark ve GILCHRIST, Simon; "The Financial Accelerator and the Flight to Quality", The Review of Economics and Statistics, Cilt 78, Sayı 1, 1996, s. 1- 15 BERNANKE, Ben, GERTLER, Mark ve GILCHRIST, Simon; "The Financial Accelerator in a Quantitative Business Cycle Framework", Handbook of Macroeconomics, Cilt 1, Ed. John Taylor ve Michael Woodford, North Holland, Amsterdam, 1999, s. 1341- 1393 267 BLEAKLEY, Hoyt, COWAN, Kevin; “Corporate Dollar Debt and Depreciations: Much Ado About Nothing?”, Federal Reserve Bank of Boston Working Papers, Sayı 02-5, 2002 BLINDER, Alan, SOLOW, Robert M.; “Does fiscal policy matter”, Journal of Public Economics, Cilt 2, Sayı 4, 1973, s. 319- 337 BLUNDELL, Richard, BOND, Stephen; “Initial conditions and moment restrictions in dynamic panel data models”, The Institute for Fiscal Studies (IFS) Working Papers, Sayı W00/12, 1998 BLUNDELL, Richard, BOND, Stephen ve WINDMEIJER, Frank; “Estimation in dynamic panel data models: improving on the performance of the standard GMM estimator”, Journal of Econometrics, Cilt 87, Sayı 1, 2000, s. 115- 143 BOND, Stephen; "Dynamic panel data models: A guide to micro data methods and practice”, The Institute for Fiscal Studies (IFS) Working Paper, Sayı 09/02, 2002 BOND, Stephen, WINDMEIJER, Frank; “Finite Sample Inference for GMM Estimators in Linear Panel Data Models”, CEMMAP Working Paper Series, Sayı CWP04/02, 2002 BONOMO, Marco, MARTINS, Betina ve PINTO, Rodrigo; “Debt Composition and Exchange Rate Balance Sheet Effect in Brazil: A Firm Level Analysis”, Emerging Markets Review, Cilt 4, Sayı 4, 2003, s. 368396 BOONE, Peter; "Politics and the effectiveness of foreign aid”, European Economic Review, Cilt 40, Sayı 2, 1996, s. 289- 329 BOWSHER, Clive G.; "On testing overidentifying restrictions in dynamic panel data models”, Economics Letters, Cilt 77, Sayı 2, 2000, s. 211220 268 BURNSIDE, Craig, DOLLAR, David; “Aid, Policies and Growth”, American Economic Review, Cilt 90, Sayı 4, 2000, s. 847- 868 BURNSIDE, Craig, EICHENBAUM, Martin ve REBELO, Sergio; “On the Fundamentals of Self-Fulfilling Speculative Attacks”, NBER Working Paper, Sayı 7554, 2000 BURNSIDE, Craig, DOLLAR, David; “Aid, Policies and Growth: Revisiting the Evidence”, The World Bank Policy Research Working Paper, Sayı 3251, 2004 CABALLERO, Ricardo J., KRISHNAMURTHY, Arvind; “Excessive Dollar Debt: Financial Development and Underinsurance", Journal of Finance, American Finance Association, Cilt 58, Sayı 2, 2003, s. 867894 CABALLERO, Ricardo J., KRISHNAMURTHY, Arvind; “Exchange Rate Volatility and the Credit Channel in Emerging Markets: A Vertical Perspective", International Journal of Central Banking, Cilt 1, Sayı 1, 2005 CALVO, Guillermo; “Capital Flows and Capital-Market Crises: The Simple Economics of Sudden Stops”, Journal of Applied Economics, Cilt 1, Kasım, 1998, s. 35- 54 CALVO, Guillermo, REINHART, Carmen M.; “Fear of Floating”, Quarterly Journal of Economics, Cilt 117, Sayı 2, 2002, s. 379- 408 CALVO, Guillermo, IZQUIERDO, Alejandro ve MEJIA, Luis-Fernando; “On the Empirics of Sudden Stops: The Relevance of Balance Sheet Effects”, NBER Working Paper, Sayı 10520, 2004 CALVO, Guillermo; “Monetary Policy Challenges in Emerging Markets: Sudden Stop, Liability Dollarization, and Lender of Last Resort", NBER Working Paper, Sayı 12788, 2006 269 CALVO, Guillermo, IZQUIERDO, Alejandro ve MEJIA, Luis-Fernando; “Systemic Sudden Stops: The Relevance of Balance Sheet Effects and Financial Integration”, NBER Working Paper, Sayı 14026, 2008 CARRANZA, Luis J, CAYO, Juan M. ve GALDON-SANCHEZ, Jose H.; “Exchange rate volatility and economic performance in Peru: from aggregate evidence to firm level analysis”, Emerging Markets Review, Cilt 4, Sayı 4, 2003, s. 472- 496 CESPEDES, Luis Felipe, CHANG, Roberto ve VELASCO, Andres; “Balance Sheets and Exchange Rate Policy”, The American Economic Review, Cilt 94, Sayı 4, 2000, s. 1183- 1193 CESPEDES, Luis Felipe, CHANG, Roberto ve VELASCO, Andres; “IS-LMBP in the Pampas”, NBER Working Paper, Sayı 9337, 2002 CESPEDES, Luis Felipe; “Financial Frictions and Real Devaluations”, Central Bank of Chile Working Papers, Sayı 318, 2005 CHAMON, Marcos, HAUSMANN, Ricardo; “Why do Countries Borrow the Way They Borrow”, Debt Denomination and Financial Instability in Emerging Market Economies, Ed. Barry Eichengreen and Ricardo Hausman, Chicago University Press, 2004 CHANG, Roberto, VELASCO, Andres; “Liquidity Crises in Emerging Markets: Theory and Policy,” NBER Chapters in NBER Macroeconomics Annual 1999, Cilt 14, 2000, s. 11- 78 CHANG, Roberto, VELASCO, Andres; “Currency mismatches and monetary policy: A tale of two equilibria”, Journal of International Economics, Cilt 69, Sayı 1, 2006, s. 150- 175 CHAUVET, Lisa, GUILLAUMONT, Patrick; “Aid and Performance: A Reassessment”, The Journal of Development Studies, Cilt 37, Sayı 6, 2001, s. 66- 92 270 CHENERY, Hollis B., BRUNO, Michael; “Development Alternatives in an Open Economy: The Case of Israel," Economic Journal, Cilt 72, Sayı 285, 1962, s. 79-103 CHENERY, Hollis B., STROUT, Alan M.; “Foreign Assistance and Economic Development,” The American Economic Review, Cilt 56, Sayı 4, 1966, s. 679- 733 CHISARI, Omar O., FANELLI, Jose M.; “Three-gap Models, Optimal Growth and the Economic Dynamics of Highly Indebted Countries”, CEDESCONICET CEDES Document, Sayı 47, 1990, s. 175- 206 CLAESSENS, Stijn, DJANKOV, Simeon ve XU, Lixin Colin; "Corporate Performance in the East Asian Financial Crisis", World Bank Research Observer, Oxford University Press, Cilt 15, Sayı 1, 2000, s. 23- 46 COAKLEY, Jerry, KULASI, Farida ve SMITH, Ron; “Current Account Solvency and the Feldstein-Horioka Puzzle," Economic Journal, Royal Economic Society, Cilt 106, Sayı 436, 1996, s. 620- 627 COAKLEY, Jerry, KULASI, Farida ve SMITH, Ron; “The Feldstein-Horioka Puzzle and Capital Mobility: A Review”, International Journal of Finance & Economics, Cilt 3, Sayı 2, 1998, s. 169- 188 COLE, Harold L., KEHOE, Timothy J.; “A Self-Fulfilling Model of Mexico‟s 1994-1995 Debt Crisis,” Journal of International Economics, Cilt 41, Sayı 3-4, 1996, s. 309- 330 COLLIER, Paul, DEHN, Jan; “Aid, Shocks and Growth. Policy”, World Bank Policy Research Working Paper, Sayı 2688, 2001 COLLIER, Paul, DOLLAR, David; “Aid allocation and poverty reduction”, European Economic Review, Cilt 46, Sayı 8, 2002, s. 1475- 1500 271 COLLIER, Paul, HOEFFLER, Anke ; “Aid, Policy, and Growth in Post-Conflict Societies”, World Bank Policy Research Working Paper, Sayı 2902, 2002 COOPER, Richard N.; “Currency devaluation in developing countries”, Essays in International Finance, Sayı 86, 1971 CORSETTI, Giancarlo, PESENTI, Paolo ve ROUBINI, Nouriel; “What Caused the Asian Currency and Financial Crisis”, Japan and the World Economy, Cilt 11, Sayı 3, 1999, s. 305- 373 CORSETTI, Giancarlo, MÜLLER, Gernot J.; “Twin Deficits, Openness, and the Business Cycle," Journal of the European Economic Association, Cilt 6, Sayı 2-3, 2008, s. 404- 413 COWAN, Kevin, KAMĠL, Herman; “A New Database on Currency Composition and Maturity Structure of Firms‟ Balance Sheets in Latin America: 1990-2002”, Inter-American Development Bank, 2004 DALGAARD, Carl Johan, HANSEN, Henrik; “On aid, growth and good policies”, Journal of Development Studies, Cilt 37, Sayı 6, 2001, s. 17- 41 DALGAARD, Carl Johan, HANSEN, Henrik ve TARP, Finn; “On The Empirics of Foreign Aid and Growth”, Economic Journal, Cilt 114, Sayı 496, 2004, s. 191- 216 DANIġMAN, Yeliz; “Ġkiz Açıklar ve Doğru Makroekonomi Politikası Seçimi”, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji GeliĢtirme BaĢkanlığı, Mesleki Yeterlilik Tezi, Ankara, 2009 DIAMOND Douglas W., DYBVIG, Philip H.; “Bank runs, deposit insurance and liquidity”, Journal of Political Economy, Cilt 91, Sayı 3, 1983, s. 401- 419 272 DIAZ-ALEJANDRO, Carlos Federico; “A note on the impact of devaluation and the redistributive effect”, Journal of Political Economy, Cilt 71, 1963, s. 577- 580 DOMAR, Evsey D.; “Capital Expansion, Rate of Growth and Employment”, Econometrica, Cilt 14, Sayı 2, 1946, s.137- 147 DORNBUSCH, Rudiger; “A Primer on Emerging Market Crises,” NBER Working Paper, Sayı 8326, 2001 DOWLING John Malcolm, HIEMENZ, Ulrich; “Aid, Savings and Growth in the Asian Region”, Developing Economies, Cilt 21, Sayı 1, 1983, s. 4- 13 DÜNYA BANKASI; “Assessing Aid: What Works, What Doesn’t and Why?”, The World Bank Policy Research Report, 1998 DÜNYA BANKASI; “Turkey Country Economic Memorandum, Sustaining High Growth: Selected Issues”, The World Bank Poverty Reduction and Economic Management Unit, Sayı 39194, Washington DC, 2008 EASTERLY, William; “The ghost of financing gap: How the Harrod-Domar growth model still haunts development economics," The World Bank Policy Research Working Paper Series, Sayı 1807, 1997 EASTERLY, William; “The ghost of financing gap: Testing the Growth Model Used in the International Financial Institutions”, Journal of International Economics, Cilt 60, Sayı 2, 1999, s. 423- 438 EASTERLY, William; “Can Foreign Aid Buy Growth?”, Journal of Economic Perspectives, Cilt 17, Sayı 3, 2003, s. 23- 48 EASTERLY, William, LEVINE, Ross ve ROODMAN, David; “New data, new doubts: a comment on Burnside and Dollar‟s „Aid, policies and growth”, American Economic Review, Cilt 94, Sayı 3, 2004, s. 781784 273 ECHEVERRY, Juan Carlos, FERGUSSON, Leopoldo, STEINER, Roberto ve AGUILAR, Camila; “Dollar debt in Colombian firms: are sinners punished during devaluations?”, Emerging Markets Review, Cilt 4, Sayı 4, 2003, s. 417- 449 EICHENGREEN, Barry, HAUSMANN, Ricardo; “Exchange Rates and Financial Fragility”, NBER Working Paper, Sayı 7418, 1999 EICHENGREEN, Barry, HAUSMANN ve Ricardo, PANIZZA, Ugo; Currency Mismatches, Debt Intolerance and Original Sin: Why They Are Not the Same and Why It Matters”, NBER Working Paper, Sayı 10036, 2003 EICHENGREEN, Barry, HAUSMANN, Ricardo ve PANIZZA, Ugo; “The Pain of Original Sin”, Debt Denomination and Financial Instability in Emerging-Market Economies, Ed. Barry Eichengreen, ve Ricardo Hausmann, University of Chicago Press, Chicago, 2004a EICHENGREEN, Barry, HAUSMANN, Ricardo ve PANIZZA, Ugo; “The Mystery of Original Sin”, Debt Denomination and Financial Instability in Emerging-Market Economies”, Ed. Barry Eichengreen, ve Ricardo Hausmann, University of Chicago Press, Chicago, 2004b ENGEN, Eric M., SKINNER, Jonathan; “Fiscal Policy and Economic Growth”, NBER Working Paper, Sayı 4223, 1992 ERĠġ, Mehmet; “Foreign Aid and Growth”, Economics Bulletin, Cilt 15, Sayı 14, 2008, s. 1- 14 EROĞLU, Ahmet, TÜRELĠ, Rahmi A.; “2008 Yılı Programı”, Türkiye Bankalar Birliği Ekonomi ÇalıĢma Grubu’nda Yapılan Sunum, 8 Kasım 2007, http://www.tbb.org.tr/tr/Tbb/Calisma_Gruplari.aspx 274 EġĠYOK, Ali B.; “Türkiye Ekonomisinde Üretimin ve Ġhracatın Ġthalata Bağımlılığı, DıĢ Ticaretin Yapısı: Girdi-Çıktı Modeline Dayalı Bir Analiz”, Uluslararası Ekonomi ve DıĢ Ticaret Politikaları, Cilt 3, Sayı 1-2, 2008, s.117- 160 FELDSTEIN, Martin, HORIOKA, Charles; “Domestic Saving and International Capital Flows‟, Economic Journal, Cilt 90, Sayı 358, 1980, s. 314329 FISCHER, Stanley, DORNBUSCH, Rudiger; Makroekonomi, çev. Salih Ak, 1. Baskı, Ġstanbul, Akademi Yayınları, 1998 FISCHER, Stanley; “Exchange Rate Regimes: Is the Bipolar View Correct?‟‟ Journal of Economic Perspectives, Cilt 15, Sayı 2, 2001, s. 3- 24 FISCHER, Stanley; “Mundell-Fleming Lecture: Exchange Rate Systems, Surveillance, and Advice”, IMF Staff Papers, Cilt 55, Sayı 3, 2008, s. 367- 383 FRANKEL, Jeffrey A.; “No Single Currency Regime Is Right for All Countries or at All Times,‟‟ Princeton Essays in International Finance, Princeton University, Sayı 215, 1999 FRANKEL, Jeffrey A.; “Lessons from Exchange Rate Regimes in Emerging Economies‟‟, Monetary and Financial Integration in East Asia: The Way Ahead, Ed. Asian Development Bank, New York, Palgrave Macmillan Press, 2004, s. 91- 138 FRENKEL, Jacob A., JOHNSON, Harry G; The Monetary Approach to the Balance of Payments: Essential Concepts and Origins, Londra, George Allen & Unwin, 1976 GALIANI, Sebastian, LEVY-YEYATI, Eduardo ve SCHARGRODSKY, Ernesto; “Financial Dollarisation and Debt Deflation under a Currency Board”, Emerging Markets Review, cilt 4 (4), s. 340-367, 2003 275 GALINDO, Arturo, PANIZZA, Ugo ve SCHIANTARELLI, Fabio; “Debt Composition and Balance Sheet Effects of Currency Depreciation: A Summary of the Micro Evidence”, Emerging Markets Review, Cilt 4, Sayı 4, 2003a, s. 330- 339 GALINDO, Arturo, PANIZZA, Ugo ve SCHIANTARELLI, Fabio; “Currency Depreciations: Do They Boost or Do They Bust?”, Inter-American Development Bank, YayımlanmamıĢ Tebliğ, 2003b GALINDO, Arturo, IZQUIERDO, Alejandro ve MONTERO, Jose Manuel; “Real Exchange Rates, dollarization and industrial employment in Latin America”, Banco de Espana Working Papers, Sayı 0601, 2006 GIAVAZZI, Francesco, PAGANO, Marco; “Can Severe Fiscal Contractions Be Expansionary? Tales of Two Small European Countries”, NBER Chapters in NBER Macroeconomics Annual 1990, Cilt 5, s. 75122, 1990 GERNĠ, Cevat, EMSEN, Selçuk Ö. ve DEĞER, Kemal M.; “Ġthalata Dayalı Ġhracat ve Ekonomik Büyüme: 1980-2006 Türkiye Deneyimi”, 2. Ulusal Ġktisat Kongresi Tebliği, 20-22 ġubat 2008, Dokuz Eylül Üniversitesi, Ġzmir, 2008 GOLDFAJN, Ilan, WERLANG, Sergio R.C.; “The Pass-Through from Depreciation to Inflation: A Panel Study”, Banco Central de Brasil Working Paper, Sayı 5, 2000 GOLDSTEIN, Morris, TURNER, Philip; Controlling Currency Mismatches in Emerging Markets, Institute for International Economics, Washington DC, 2004 GREENWALD, Bruce, STIGLITZ, Joseph E.; “Asymmetric Information and the New Theory of the Firm: Financial Constraints and Risk Behavior”, American Economic Review, Cilt 80, Sayı 2, 1990, s. 160- 65 276 GULATI, Umesh C.; “Effects of Capital Imports on Savings and Growth in Less Developed Countries", Economic Inquiry, Cilt 16, Sayı 4, 1978, s. 563- 569 GUPTA, Poonam, MISHRA, Deepak ve SAHAY, Ratna; “Behavior of output during currency crises", Journal of International Economics, Cilt 72, Sayı 2, 2007, s. 428- 450 GÜNÇAVDI, Öner, ÜLENGĠN, Burç; “Tradable and Nontradable Expenditure and Aggregate Demand for Import in an Emerging Market Economy", MPRA Paper, Sayı 9631, 2008 GÜRLESEL, Can F.; “Ekonominin temel sorunu: Tasarruf açığı sonucu dıĢ borçlarda artıĢ ", Tekstil ĠĢveren Dergisi, Sayı 331, Ağustos, 2007, s. 28- 30 HANSEN, Larse Peter; “Large sample properties of generalized method of moments estimators", Econometrica, Cilt 50, Sayı 3, 1982, s. 1029- 1054 HANSEN, Henrik, TARP, Finn; “Aid effectiveness disputed”, Journal of International Development, cilt 12 (3), s. 375-398, 2000 HANSEN, Henrik, TARP, Finn; “Aid and growth regressions”, Journal of Development Economics, Nisan, Cilt 64, Sayı 2, 2001, s. 547- 570, 2001 HARVEY, Campbell R., ROPER, Andrew H.; “The Asian Bet”, Ed. Alison Harwood vd., The Crisis in Emerging Financial Markets, Brookings Institution Press, 1999, s. 29- 115 HAUSMANN, Ricardo, PANIZZA, Ugo ve STEIN, Ernesto; “Why Do Countries Float the Way They Float?”, Journal of Development Economics, Cilt 66, Sayı 2, 2001, s. 387- 414 277 HAUSMANN, Ricardo, PANIZZA, Ugo; “On the determinants of Original Sin: an empirical investigation”, Journal of International Money and Finance, Cilt 22, Sayı 7, 2003, s. 957- 990 HAUSMANN, Ricardo, PANIZZA, Ugo; "Redemption or abstinence? Original sin, currency mismatches and counter-cyclical policies in the new millennium", Centre for International Development at Harvard University Working Paper, Ocak, Sayı 194, 2010 HEITGER, Bernhard; “The Scope of Government and its Impact on Economic Growth in OECD Countries‟‟, Kiel Working Paper, Nisan, Sayı 1034, 2001 HEMMING, Richard, KELL, Michael ve MAHFOUZ, Selma; “The Effectiveness of Fiscal Policy in Stimulating Economic Activity - A Review of the Literature”, IMF Working Papers, Sayı 02/208, 2002 HIRSCHMAN, Albert O.; “Devaluation and the trade balance: A Note”, Review of Economics and Statistics, Cilt 31, Sayı 1, 1949, s. 50- 53 HOLTZ-EAKIN, Douglas, NEWEY, Whitney K. ve ROSEN, Harvey S.; “Estimating vector autoregressions with panel data”, Econometrica Cilt 56, Sayı 6, 1988, s. 1371- 195 IMF; “Survey”, Cilt 28, International Monetary Fund, Washington DC, 25 Ocak 1999 IMF; “Global Financial Stability Report: Corporate Finance In Emerging Markets”, International Monetary Fund, Washington DC, Nisan, 2005 IMF; “Classification of Exchange Rate Arrangements and Monetary Frameworks”, 2006, http://www.imf.org/external/np/mfd/er/index.asp IMF; “Classification of Exchange Rate Arrangements and Monetary Frameworks”, 2009, http://www.imf.org/external/np/mfd/er/index.asp 278 ISLAM, Muhammed N.; “Regime changes, economic policies and the effects of aid on growth”, Exchange Rates, Economic Integration and the International Economy Konferans Tebliği, 17-19 Mayıs 2002, Ryerson Üniversitesi, Kanada, 2002 JANSEN, Jos W.; “Can the intertemporal budget constraint explain the Feldstein-Horioka puzzle?”, Economics Letters, Cilt 56, Sayı 1, 1997, s. 77- 83 JEANNE, Olivier; “Why Do Emerging Markets Borrow in Foreign Currency,” IMF Working Papers, Sayı 03/177, 2003 JENSEN, Peter Sandholt, PALDAM, Martin; "Can the new aid-growth models be replicated?", Public Choice, Cilt 127, Sayı 1, 2006, s. 147- 175 JOHNSON, Harry G.; “Elasticity, absorption, Keynesian multiplier, Keynesian policy, and monetary approaches to devaluation theory: A simple geometrical exposition”, American Economic Review, Cilt 66, Sayı 3, 1976, s. 448- 452 KAPLAN, Cafer, ÖZMEN, Erdal ve YALÇIN, Cihan; “The Determinants and Implications of Financial Asset Holdings of Non-Financial Firms in Turkey: An Empirical Investigation”, The Central Bank of the Republic of Turkey Working Papers, Sayı 0606, 2006 KARRAS, Georgios; “Government Spending and Private Consumption: Some International Evidence”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 26, Sayı 1, 1994, s.9- 22 KESRĠYELĠ, Mehtap, ÖZMEN, Erdal ve YĠĞĠT, Serkan; “Corporate Sector Debt Composition and Exchange Rate Balance Sheet Effect in Turkey”, The Central Bank of Turkey Research and Monetary Policy Department Working Paper, Sayı 05/16, 2005 279 KIM, Soyoung, ROUBINI, Nouriel; " Twin deficit or twin divergence? Fiscal policy, current account, and real exchange rate in the U.S.", Journal of International Economics, Cilt 74, Sayı 2, 2008, s. 362- 383 KRUGMAN, Paul, TAYLOR, Lance; “Contractionary effects of devaluation”, Journal of International Economics, Cilt 8, Sayı 3, 1978, s. 445- 456 KRUGMAN, Paul; “Balance Sheets, Financial Crises, and the Transfer Problem”, International Tax and Public Finance, Cilt 6, Sayı 4, 1999a, s. 459- 472 KRUGMAN, Paul; “Analytical afterthoughts on the Asian crisis”, 1999b, http://web.mit.edu/krugman/www/whatsnew.html LENSINK, Robert, WHITE, Howard; “Are there negative returns to aid”, Journal of Development Studies, Cilt 37, Sayı 6, 2001, s. 42- 65 LEVY-YEYATI, Eduardo, STURZENEGGER, Federico; “Classifying exchange rate regimes: Deeds vs. Words", European Economic Review, Cilt 49, Sayı 6, 2005, s. 1603- 1635 LU, Shuang, RAM, Rati; “Foreign aid, government policies and economic growth: further evidence from cross-country panel data for 1970 to 1993”, Economia Internazionale, Cilt 54, Sayı 1, 2001, s.14- 29 LUCAS, Robert, E.; “Why Doesn't Capital Flow from Rich to Poor Countries”, American Economic Review, Cilt 80, 1990, s.92- 96 LUENGNARUEMITCHAI, Pipat; “The Asian Crises and the Mystery of the Missing Balance Sheet Effect”, University of California, Berkeley Economics Department, YayımlanmamıĢ Tebliğ, 2003 280 MARTINEZ, Lorenza, WERNER, Alejandro; “The exchange rate regime and the currency composition of corporate debt: the Mexican experience”, Journal of Development Economics, Cilt 69, Sayı 2, 2002, s. 315334 MC GILLIVRAY, Mark, FEENY, Simon, HERMES, Niels ve LENSINK, Robert; “It Works; It Doesn't; It Can, But That Depends?: 50 Years of Controversy over the Macroeconomic Impact of Development Aid", World Institute for Development Economic Research (UNUWIDER) Working Papers, Sayı RP2005/54, 2005 MODIGLIANI, Franco, MILLER, Merton H.; “The Cost of Capital, Corporation Finance and the Theory of Investment", American Economic Review, Cilt 48, Sayı 3, 1958, s. 261- 297 MONADJEMI, Mehdi S.; “Public expenditure and Private investment: a study of the UK and the USA”, Applied Economics Letters, Cilt 3, Sayı 10, 1996, s. 641- 644 MOSLEY, Paul; “Aid, Savings and Growth Revisited”, Bulletin of the Oxford University Institute of Economics and Statistics, Cilt 42, Sayı 2, 1980, s. 79- 95 MOSLEY, Paul; “Aid effectiveness: the micro-macro paradox”, Institute of Development Studies Bulletin, Cilt 17, Nisan, 1986, s. 22- 28 MOSLEY, Paul, HUDSON, John ve HORRELL, Sara; “Aid, The Public Sector and The Market in Less Developed Countries”, The Economic Journal, Cilt 97, 1987, s. 616- 641 MULDER, Christian, PERELLI, Roberto ve ROCHA, Manuel; “The Role of Corporate, Legal and Macroeconomic Balance Sheet Indicators in Crisis Detection and Prevention”, IMF Working Papers, Sayı 02/59, 2002 281 MUSSA, Michael, SEVASTANO, Miguel; “The IMF Approach to Economic Stabilization", IMF Working Papers, Sayı 99/104, 1999 NICKEL, Christiane, VANSTEENKISTE, Isabel; “Fiscal policies, the current account and Ricardian equivalence", European Central Bank Working Paper Series, Sayı 935, 2008 NSSR (The New School for Social Research); “The Keynesian Debate Again”. http://www.newschool.edu/nssr/het/essays/keynes/deficit.htm OBSTFELD, Maurice; “The Logic of Currency Crises,” NBER Working Paper, Sayı 6760, 1994, s.189- 213 OBSTFELD, Maurice, ROGOFF, Kenneth; “Exchange Rate Dynamics Redux”, Journal of Political Economy, Cilt 103, Sayı 3, 1995, s. 624- 660 OBSTFELD, Maurice; “Foreign resource inflows, saving, and growth”, The Economics of Saving and Growth, Ed. Klaus Schmidt-Hebbel and Luis Serven, Bölüm 5, Cambridge University Press, 1999, s. 107– 146 ÖZMEN, Erdal, YALÇIN, Cihan; “Küresel Finansal Riskler KarĢısında Türkiye‟de Reel Sektör Finansal Yapısı ve Yükümlülük dolarizasyonu”, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, AraĢtırma ve Para Politikası Genel Müdürlüğü, ÇalıĢma Tebliği, Sayı 07/06, 2007 PAPANEK, Gustav F.; “The effect of aid and other resource transfers on savings and growth in less developed countries”, Economic Journal, Cilt 82, Sayı 327, 1972, s. 935- 950 PAPANEK, Gustav F.; “Aid, foreign private investment, savings and growth in less developed countries”, Journal of Political Economy, Cilt 81, Sayı 1, 1973, s. 120- 130 282 PETTIS, Michael; The Volatility Machine: Emerging Economics and the Threat of Financial Collapse, Oxford University Press, 2001 PRATAP, Sangeeta, LOBATO, Ignacio ve SOMUANO, Alejandro; “Debt composition and balance sheet effects of exchange rate volatility in Mexico: a firm level analysis”, Emerging Markets Review, Cilt 4, Sayı 4, 2003, s. 450- 471 POLAK, Jacques; “Monetary Analysis of Income Formation and Payments Problems”, IMF Staff Papers, Cilt 6, Sayı 1, 1957, s.1- 50 RAM, Rati; “Government Size and Economic Growth: A New Framework and Some Evidence from Cross-Section and Time-Series Data”, American Economic Review, Cilt 76, Sayı 1, 1986, s. 191- 203 RAM, Rati; “Recipient country‟s „policies‟ and the effect of foreign aid on economic growth in developing countries: additional evidence”, Journal of International Development, Cilt 16, Sayı 2, 2004, s. 201211 RANAWEERA, Thilak; “Ghost of the financing gap: an overlooked aspect of the aid debate," Journal of International Development, Cilt 16, Sayı 4, 2004, s. 637- 652 RATHA, Dilip, SUTTLE, Philip ve MOHAPATRA, Sanket; “Corporate Financing Patterns and Performance in Emerging Markets”, The Future of Domestic Capital Markets in Developing Countries, Ed. Robert R. Litan vd., WB/IMF/Brookings Emerging Markets Series, 2003 REINHART, Carmen, ROGOFF, Kenneth ve SAVASTANO, Miguel; “Debt Intolerance”, Brookings Papers on Economic Activity, Cilt 34, Sayı 1, 2003, s.1- 74 283 REISEN, Helmut, SOTO, Marcelo; “Which Types of Capital Inflows Foster Developing-Country Growth?", International Finance, Cilt 4, Sayı 1, 2001, s. 1- 14 ROGOFF, Kenneth, HUSAIN, Aasim M., MODY, Ashoka, BROOKS, Robin ve OOMES, Nienke; “Evolution and Performance of Exchange Rate Regimes”, IMF Working Papers, Sayı 03/243, 2003, s. 1- 84 ROODMAN, David; “How to Do xtabond2: An Introduction to "Difference" and "System" GMM in Stata”, Center for Global Development Working Papers, Sayı 103, 2006 ROSENSTEIN-RODAN, Paul; “International Aid Countries”, Review of Economic Statics, for Underdeveloped Cilt 43, Sayı 2, 1961, s. 107- 138 ROSTOW, Walt, W.; The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto, Cambridge University Press, 1960 SARGAN, John Denis; “The estimation of economic relationships using instrumental variables”, Econometrica, Cilt 26, Sayı 3, 1958, s. 329338, 1958 SARGAN, John Denis; “Testing for Misspecification after Estimating Using Instrumental Variables”, Contributions to Econometrics: John Denis Sargan, Ed. Esfandiar Maasoumi, 1. Baskı, Cambridge University, 1988 SAYGILI, ġeref, CĠHAN, Cengiz; “Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamikleri: 1987-2000 Döneminde Büyümenin Kaynakları, Temel Sorunlar ve Potansiyel Büyüme Oranı”, TCMB-TÜSĠAD Ortak Yayını, TÜSĠAD-T/2008-6/462, Haziran, 2008, s. 1- 152 284 SAYGILI, ġeref, CĠHAN, Cengiz, YALÇIN, Cihan ve HAMSĠCĠ, Türknur; “Türkiye Ġmalat Sanayiin Ġthalat Yapısı", Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, AraĢtırma ve Para Politikası Genel Müdürlüğü ÇalıĢma Tebliği, Sayı 10/02, 2010 SCHNEIDER, Martin, TORNELL, Aaron; “Balance Sheet Effects, Bailout Guarantees, and Financial Crises”, Review of Economic Studies, Cilt 71, Sayı 7, 2004, s. 883- 913 SCHMIDT-HEBBEL, Klaus, SERVEN, Luis; “Saving Across the World: Puzzles and Policies", World Bank Discussion Papers, Sayı 354, 1997 STONEMAN, Colin; “Foreign capital and economic growth”, World Development, Cilt 3, Sayı 1, 1975, s. 11- 26 ġENESEN, Ümit, ġENESEN, Gülay G.; “Trade liberalisation and production structure: Intermediate import patterns in Turkey”, Society of Heterodox Economists Working Paper, Sayı 9, 2007, s. 1- 21 TANRIKULU, Kenan; “Türkiye’de Ekonomik Büyüme ve DıĢ Borç ĠliĢkisinin Değerlendirilmesi”, T.C. BaĢbakanlık Devlet Planlama TeĢkilatı MüsteĢarlığı Uzmanlık Tezi, Ankara, 1983 TARP, Finn; Stabilization and Structural Adjustment: Macroeconomic Frameworks for Analysing the Crisis in sub-Saharan Africa, Londra ve New York, Routledge, 1993 TAYLOR, Alan M; “Domestic Saving and International Capital Flows Reconsidered", NBER Working Paper, Sayı 4892, 1994 TAYLOR, Alan M.; “International Capital Mobility in History: The SavingInvestment Relationship", NBER Working Paper, Sayı 5743, 1996 285 TAYLOR, Lance; “Gap Disequilibria: Inflation. Investment. Saving, and Foreign Exchange”, UNU-Wider Working Papers, Sayı 76, 1989 TAYLOR, Lance; “Gap Models”, Journal of Development Economics, Cilt 45, Sayı 1, 1994, s. 17- 34 TCMB; “Ödemeler Dengesi Raporu, 2011 - III”, 2011, http://www.tcmb.gov.tr/research/odemeler/ODRapor_20113.php TÜRKAN, Ercan; “Türk Ekonomisinde Makro Kredi Kanalı: Ölçek ve Kalite Açısından Bir Değerlendirme”, TCMB, Kitaplar, 9 Kasım 2004, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/temkk.pdf TÜRKAN, Ercan; “Türkiye‟de Üretimin Ġhracat ve Ġthalat Bağımlılığı”, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Kitaplar, 12 Temmuz 2006, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/kitaplar/UretimdeDisTicaretBagi mliligi.pdf TÜSĠAD; “Türkiye’nin Üretim Yapısı: Girdi Çıktı Modeli Temel Bulgular”, TÜSĠAD Büyüme Stratejileri Dizisi No:3, Ġstanbul, Haziran, 2005, s. 182 WHITE, Howard; “The macroeconomic impact of development aid: a critical survey”, Journal of Development Studies, Cilt 28, Sayı 2, 1992, s. 163- 240 WOOLDRIDGE, Jeffrey M.; Introductory Econometrics: A Modern Approach, 2. Baskı, South-Western College Publications, 2000 YAĞCI, Fahrettin; “Choice Of Exchange Rate Regimes For Developing Countries”, Africa Region Working Paper Series, Sayı 16, 2001 286 YALÇIN, Cihan, ÇULHA, Ali ve ÖZLÜ, Pınar; “Mali Yapı ve Mali Derinliğin Ekonomik Büyümedeki Rolü: ġirketler Düzeyinde Analiz”, TÜSĠADKoç Üniversitesi Ekonomik AraĢtırma Forumu TartıĢma Tebliğleri, EAF 2005-06.00, 2005 YÜKSELER, Zafer, TÜRKAN, Ercan; “Türkiye’nin Üretim ve DıĢ Ticaret Yapısında DönüĢüm: Küresel Yönelimler ve Yansımalar”, TCMBTÜSĠAD Ortak Yayını, TÜSĠAD-T/2008-02/453, ġubat, 2008, s. 1- 169 287 EKLER Ek Grafik 1: TYK / Özkaynaklar (1998-2009) (%) 400 250 350 350 A 200 B 300 300 C 250 250 200 200 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar D - Ġmalat Sanayi 200 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 300 300 250 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 1999 50 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 100 50 1998 50 100 2000 150 150 1999 100 1998 150 DA 250 DB 250 200 200 150 150 100 100 50 50 50 0 0 0 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 200 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 350 250 300 DC 2000 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 250 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 100 1998 150 DD DE 200 250 150 200 150 100 150 100 100 50 50 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 400 180 350 140 250 120 100 200 80 60 40 50 20 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 140 DI 2009 2008 2007 2006 2005 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 250 120 0 2004 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 2003 100 2002 50 2001 150 2000 100 DH 1999 150 160 DG 300 1998 DF 200 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 250 1998 2000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 1999 0 1998 50 350 300 DJ 200 100 DK 250 80 150 200 60 100 150 40 100 50 50 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 0 1998 20 288 400 250 350 DL 250 DM 200 300 250 DN 200 150 150 100 100 50 50 0 0 200 150 100 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 350 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 600 700 E 1999 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 800 300 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 1998 50 F G 500 600 400 500 400 300 300 200 100 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 250 150 100 100 50 50 0 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 160 140 I 200 150 2002 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 250 H 200 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 0 2000 100 0 1999 200 50 1998 100 2000 150 1999 200 1998 250 K 120 100 80 60 40 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 0 2003 50 0 2002 100 50 2001 150 100 2000 150 1999 200 1998 Ġmalat DıĢı Firmalar 250 200 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 300 Tüm Firmalar 1998 2009 2008 2007 2006 2005 0 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 300 1999 100 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 250 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 200 2004 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 300 2003 50 400 2002 100 O 500 2001 150 700 600 2000 200 800 1999 250 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar N 1998 300 1999 2001 200 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 M 1998 2000 Toplam Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar KV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar UV Yabancı Kaynaklar / Özkaynaklar 400 350 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 20 289 Ek Grafik 2: Bilançoların Yükümlülük Yapısı (1998-2009) (%) 80 80 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2009 2008 2005 2004 2003 2002 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 DK 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 20 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 20 2007 30 20 2006 30 2005 40 30 2004 40 2003 50 40 2002 60 50 2001 60 50 2000 60 1999 70 1998 70 Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2000 Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2000 DJ Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1999 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 80 DI 1998 2009 2008 70 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 20 2006 20 2005 30 20 2004 30 2003 40 30 2002 40 2001 50 40 2000 60 50 1999 60 50 1998 60 70 2002 DH DG 70 80 2001 80 80 70 Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2001 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 20 2005 20 2004 30 20 2003 30 2002 40 30 2001 40 2000 50 40 1999 60 50 1998 60 50 DF DE 70 60 80 2000 (%) DD 1999 (%) 70 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1999 80 80 DC Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1999 80 70 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 20 2006 20 2005 30 20 2004 30 2003 40 30 2002 40 2001 50 40 2000 60 50 1999 60 50 1998 60 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler DB 70 2007 DA 70 2006 80 D - Ġmalat Sanayi 70 1998 80 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2009 2009 2008 20 2007 30 20 2006 30 20 2005 30 2004 40 2003 40 2002 50 40 2001 60 50 2000 60 50 1999 60 1998 70 2001 C B 70 2000 A 70 1999 80 290 80 80 DM 70 70 60 60 60 50 50 50 40 40 40 30 30 30 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2009 2008 2009 2008 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 O 2002 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 2007 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2000 1999 2008 2007 2006 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 20 2006 30 20 2005 40 30 2004 50 40 2003 60 50 2002 60 2001 1998 Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler N 70 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2005 2004 2003 2002 2009 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 M 70 K 2001 80 1999 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2000 2001 2001 2009 2007 2006 2004 2003 2001 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2000 20 1998 30 20 2008 40 30 2005 50 40 2002 60 50 2000 60 1999 I 70 1999 Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 H 70 G Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 1998 1999 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1998 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 2000 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2004 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 1999 20 2003 30 2002 40 2001 50 Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler F 2000 60 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 1999 E 70 1998 80 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 20 2003 30 20 2002 40 30 2001 50 40 2000 60 50 1999 60 2006 Ġmalat DıĢı Firmalar 70 2005 Tüm Firmalar 70 2004 80 1998 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1999 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1999 20 20 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 1999 20 DN 1999 DL 70 1998 80 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Toplam Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 291 Ek Grafik 3: TYK Vade Yapısı (1998-2009) (%) 90 80 B 80 50 40 40 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 70 DD 70 10 0 0 0 50 40 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 10 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 70 DJ 60 60 50 40 40 KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 0 2000 10 0 1999 20 10 2000 30 20 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 30 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler DK 70 50 1999 DI 1998 80 70 60 50 40 30 20 10 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2005 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 20 2004 10 30 2003 20 40 2002 30 2001 40 DH 60 50 2000 50 70 DG 1999 DF 60 2006 70 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 30 1998 2009 2008 10 2007 20 10 2006 20 2005 20 2004 30 2003 40 30 2002 50 40 2001 50 2000 60 DE (%) 60 60 1999 DC 2009 2008 2007 2005 2004 2003 2002 2001 2000 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 70 1999 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2009 1999 0 1998 0 2008 10 0 2007 10 2006 20 10 2005 20 2004 30 20 2003 40 30 2002 50 40 30 2001 50 40 2000 50 1999 60 1998 60 1998 DB 70 60 80 2009 80 DA 70 2006 80 D - Ġmalat Sanayi 1999 2008 KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 70 1998 2007 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 1999 2006 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1998 2005 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2003 0 2002 10 0 0 2001 10 2000 20 10 1999 20 1998 20 2004 30 30 2003 30 2002 50 60 2001 60 40 C 70 70 50 2000 A 60 1999 70 292 80 2008 2007 2005 2004 2003 2002 2001 2009 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 90 N 60 70 50 60 50 40 40 30 40 20 30 20 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2009 2008 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 0 2006 10 0 2005 20 10 2004 30 20 2003 40 30 2002 50 40 2001 50 2000 60 2000 KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Ġmalat DıĢı Firmalar 70 60 1999 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 Tüm Firmalar 70 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 10 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 2002 0 2001 10 2000 10 2000 20 50 1999 30 O 80 70 60 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 70 1999 2000 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler M 1998 1999 2009 2008 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 1999 K UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 90 1998 2002 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 1998 0 2007 10 0 2006 20 10 2005 30 20 2004 40 30 2003 50 40 2002 50 2001 60 2000 60 2000 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler I 70 2001 KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 H 2000 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2009 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 80 1999 G KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1998 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 70 1999 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler F UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1998 2009 2008 2007 KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 1999 E 1998 80 70 60 50 40 30 20 10 0 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1999 Özkaynaklar / Toplam Yükümlülükler UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 1998 KV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler 2006 0 2005 10 0 2004 20 10 2003 30 20 2002 40 30 2001 50 40 2000 50 1999 60 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 60 UV Yabancı Kaynaklar / Toplam Yükümlülükler DN 70 DM 70 2006 80 DL 1998 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 293 Ek Grafik 4: Banka Kredileri / TYK (1998-2009) (%) 40 70 B 60 30 25 20 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 70 20 10 10 0 0 0 2008 2007 2006 2009 2009 2008 2007 2006 2004 2003 2002 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 40 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 30 1998 2009 20 10 2008 20 2007 30 2006 40 30 2005 40 2004 50 2003 2002 DK 50 50 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 2001 60 DJ 60 1998 DI 2000 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 70 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 1999 0 2009 0 2008 10 0 2007 10 2006 20 10 2005 20 2004 30 20 2003 40 30 2002 40 30 2002 2002 DH 40 2001 2001 60 DG 50 2001 2000 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 50 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 0 2003 10 0 2002 20 10 2001 30 20 2000 40 30 1999 40 1998 50 60 2000 DE 60 50 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 70 DF 1999 2001 Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 50 1998 2000 Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar DD 60 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 1999 1999 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 70 1998 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 0 2005 10 0 2004 10 0 2003 10 2002 20 2001 20 2000 30 20 1999 40 30 1998 40 30 2005 DB 40 60 2005 60 DA DC 2004 Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 50 1998 2003 Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 50 60 2002 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar 50 50 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 2001 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar 60 D - Ġmalat Sanayi 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 15 1998 2009 2008 0 2007 0 2006 5 0 2005 10 2004 10 10 2003 20 2002 20 2001 30 30 2000 40 1999 40 1998 50 60 C 35 50 2000 A 60 1999 70 294 Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 60 60 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 80 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 G 60 60 50 20 40 40 15 30 10 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 80 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 60 80 H 70 2000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 1999 10 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 5 1998 10 1999 20 20 1998 30 I K 70 50 60 60 40 50 40 50 30 30 40 30 20 20 20 10 10 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 50 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 70 M 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 0 1998 10 60 N 60 O 50 50 40 40 30 30 Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 1998 2001 2001 2000 1999 2009 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Ġmalat DıĢı Firmalar (%) 1998 50 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar Tüm Firmalar (%) 2000 0 1999 10 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 10 1998 20 20 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 50 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 2001 70 F 25 50 2000 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 30 E 70 1998 2009 2008 2003 1998 Mali Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Ticari Borçlar / Toplam Yabancı Kaynaklar Banka Kredileri / Toplam Yabancı Kaynaklar 2007 0 2006 10 0 2005 20 10 2002 30 20 2001 40 30 2000 40 1999 50 1999 DN 50 2009 2008 2007 2006 DM 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 DL 2004 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 295 Ek Grafik 5: Bilançoların Varlık Yapısı (1998-2009) (%) 80 35 70 30 60 25 50 30 50 30 20 40 20 40 20 15 30 10 30 10 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 -10 1998 0 2009 2008 2007 -10 2006 0 10 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 70 DA 65 60 40 45 30 40 20 35 10 35 10 30 0 30 0 40 50 45 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 60 40 55 40 50 2009 30 30 20 20 10 10 0 2009 2008 -10 2007 0 1998 2009 2008 0 2007 30 2006 0 10 2005 35 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 10 1998 10 2004 20 40 40 20 40 2003 20 2002 30 45 2001 30 2000 40 50 50 30 1999 50 60 DE 2006 60 70 50 2005 50 70 DD 60 2004 65 2003 60 2002 70 2001 DC 80 2000 90 (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 60 1999 100 70 2008 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2001 1999 2003 0 2002 30 2000 10 1999 40 35 2006 20 2007 30 45 2005 20 40 50 50 55 2004 30 50 60 DB 2003 50 55 2002 40 60 60 2001 55 70 2000 50 1999 60 D - Ġmalat Sanayi Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) DG 70 60 40 30 20 30 20 30 30 30 20 20 20 15 10 10 25 5 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 0 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 1999 0 40 10 0 2000 10 10 1999 10 1998 20 35 40 40 0 2009 40 45 2008 50 50 50 2007 30 60 50 DH 2006 50 60 2005 40 70 60 2004 70 70 2003 80 80 2002 50 2001 DF 2000 60 90 1999 100 1998 1998 40 Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar 60 1998 50 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar 65 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 50 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 40 30 40 30 20 20 5 10 0 0 10 0 2009 10 10 50 2008 15 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 30 20 20 1998 5 0 60 25 10 10 35 60 DK 2007 15 20 30 70 2006 30 20 80 40 2005 25 90 45 2004 40 40 50 2003 30 DJ 2002 DI 50 50 2001 35 2000 60 40 1999 45 60 1998 70 1998 60 C 20 0 1998 2009 2008 2007 2006 2003 2001 2005 0 2004 0 2002 30 2000 10 1999 20 5 1998 10 35 80 60 2005 40 90 50 70 2004 45 60 40 2003 50 B 2002 55 90 40 2001 60 45 2000 A 65 1999 70 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 296 60 DM 40 40 30 20 20 10 10 1998 0 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 90 80 50 E 80 70 60 F 70 40 30 (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 80 90 70 80 60 60 50 50 2009 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2000 1998 2001 0 1999 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2000 1999 2001 0 1998 0 10 10 20 20 2008 10 30 30 20 10 40 40 2007 20 50 50 2006 30 30 60 60 30 40 DN 70 50 40 50 70 80 2005 50 60 90 50 70 2004 60 2003 70 60 2002 70 2001 DL 2000 80 1999 90 80 G 70 70 60 60 50 50 20 20 10 10 10 10 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2001 -10 -20 2009 2008 1998 -30 2007 0 2009 2008 2007 2006 1998 -10 2005 0 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 80 M 60 N 70 60 40 25 50 40 40 30 30 20 70 60 50 10 20 -10 -40 0 -5 0 -20 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 60 60 50 50 50 40 40 40 30 30 30 20 20 20 10 10 10 60 Tüm Firmalar 60 50 40 Ġmalat DıĢı Firmalar 30 20 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 -10 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 1999 0 10 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 0 2001 2005 2009 10 2008 0 2007 10 2006 -20 2004 5 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 80 O 20 2003 10 60 10 2002 20 70 30 15 30 0 80 35 20 2001 30 20 2000 40 50 1999 50 40 1998 60 40 2000 70 80 1999 80 1998 90 1998 0 50 0 10 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 -15 2000 -10 0 1999 100 10 20 10 20 10 30 2004 -5 30 150 20 2003 0 20 30 40 2002 30 40 2006 5 1998 50 2005 40 50 K 200 40 2004 10 250 50 I 2003 50 (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 2002 15 KVYK / Toplam Varlıklar (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 60 20 60 Nakit Oranı (sağ eksen) KVYK / Toplam Varlıklar 70 25 H 70 Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar Nakit Oranı (sağ eksen) 2001 80 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar Duran Varlıklar / Toplam Varlıklar 2001 30 Dönen Varlıklar / Toplam Varlıklar 2000 35 90 0 1999 100 30 0 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 20 0 -10 1998 0 20 30 2000 0 10 30 2000 20 40 30 40 1999 10 40 1999 30 40 1998 20 40 1999 50 (Dönen Varlıklar-KVYK)/Toplam Varlıklar (sağ eksen) 297 Ek Grafik 6: Faiz Ödeme Gücü Göstergeleri (1998-2009) (%) 450 900 350 A 400 Faiz Ödeme Gücü 300 350 Faiz Ödeme Gücü 300 Faiz KarĢılama Oranı B C 800 700 Faiz KarĢılama Oranı 250 Faiz Ödeme Gücü 600 500 250 200 200 150 300 100 200 Faiz KarĢılama Oranı 400 100 100 50 0 0 Faiz KarĢılama Oranı Faiz Ödeme Gücü 400 Faiz KarĢılama Oranı 350 250 300 200 250 150 200 Faiz KarĢılama Oranı 300 200 200 100 0 0 2008 2007 2009 2009 2008 2007 2009 2006 DK 600 Faiz Ödeme Gücü Faiz Ödeme Gücü 500 400 400 2006 2005 2005 2004 700 DJ 600 2006 2005 2004 2004 2002 2003 2003 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 1998 2000 0 1999 50 0 2002 100 500 Faiz Ödeme Gücü 2006 2005 2004 2003 2001 2000 2002 2003 2002 2001 150 DI 800 Faiz KarĢılama Oranı 200 600 (%) 1.000 Faiz Ödeme Gücü 300 50 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1.200 DH 350 250 100 0 2009 Faiz KarĢılama Oranı 150 1.000 2008 300 200 2.000 2008 Faiz Ödeme Gücü 250 3.000 2007 350 1998 Faiz KarĢılama Oranı 2007 DG 400 4.000 2000 400 450 Faiz Ödeme Gücü 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 0 2000 0 1999 50 0 1998 50 5.000 Faiz KarĢılama Oranı 100 50 DF Faiz Ödeme Gücü 150 100 6.000 DE 450 2001 100 1999 500 DD 2001 150 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 50 300 200 1999 100 2000 Faiz KarĢılama Oranı Faiz KarĢılama Oranı 150 350 250 Faiz Ödeme Gücü 200 400 DC Faiz Ödeme Gücü 300 1998 2009 2008 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2007 DB 250 2000 350 300 DA Faiz Ödeme Gücü 2000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 Faiz KarĢılama Oranı 1999 1999 1998 Faiz Ödeme Gücü 1999 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2009 500 450 400 350 300 250 200 150 100 50 0 D - Ġmalat Sanayi 1998 -100 1998 500 450 400 350 300 250 200 150 100 50 0 2001 2000 1999 1998 0 1999 50 1999 150 Faiz KarĢılama Oranı Faiz KarĢılama Oranı 400 300 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 100 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 200 298 800 350 Faiz Ödeme Gücü 600 Faiz KarĢılama Oranı Faiz KarĢılama Oranı 250 500 200 400 800 700 Faiz Ödeme Gücü 600 Faiz KarĢılama Oranı 2009 2008 2007 2006 350 E 700 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 0 2003 0 2002 50 0 2001 100 100 2000 200 50 1999 100 1998 300 2005 150 150 2004 200 2003 250 2002 Faiz KarĢılama Oranı 300 DN Faiz Ödeme Gücü 300 2001 350 DM 700 Faiz Ödeme Gücü 2000 DL 400 1999 450 F 600 G 300 Faiz Ödeme Gücü 500 Faiz Ödeme Gücü Faiz KarĢılama Oranı 250 Faiz KarĢılama Oranı 500 400 200 300 150 200 100 100 100 50 0 0 0 400 1.200 800 500 600 400 600 2009 2008 2007 2009 2008 2007 350 N Faiz KarĢılama Oranı 2006 2005 2004 2003 2002 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 1998 2000 0 1999 100 M Faiz Ödeme Gücü 2006 2005 2004 2003 2002 2001 200 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 500 450 400 350 300 250 200 150 100 50 0 2000 300 200 0 Faiz KarĢılama Oranı 600 400 50 Faiz Ödeme Gücü 700 Faiz KarĢılama Oranı 1.000 100 800 2001 Faiz KarĢılama Oranı 150 K 900 Faiz Ödeme Gücü 2000 Faiz Ödeme Gücü 1999 1.000 I 1.400 1999 200 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1.600 H 1998 250 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 200 1999 300 500 Faiz Ödeme Gücü 400 Faiz KarĢılama Oranı O 300 Faiz Ödeme Gücü Faiz KarĢılama Oranı 250 200 300 150 450 Faiz KarĢılama Oranı 300 Faiz KarĢılama Oranı 300 200 150 200 100 100 50 Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 Ġmalat DıĢı Firmalar Faiz Ödeme Gücü 400 250 2004 2003 2002 2001 2000 1998 1999 0 500 Faiz Ödeme Gücü 350 50 0 600 Tüm Firmalar 400 100 100 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 200 299 Ek Grafik 7: Karlılık Göstergeleri (1998-2009) (%) 30 30 B 25 10 20 15 ROE (Özkaynak Getirisi) 0 -10 5 10 -20 0 5 -30 0 -5 ROA (Aktif Getirisi) -50 ROE (Özkaynak Getirisi) 2009 2008 2007 2006 10 D - Ġmalat Sanayi DA DB 15 10 2005 2004 -70 2003 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 -10 20 15 -40 -60 1999 ROE (Özkaynak Getirisi) -10 1998 -5 1998 ROA (Aktif Getirisi) 2002 10 C 20 ROA (Aktif Getirisi) 2001 15 2000 A 1999 20 5 10 0 5 -5 5 0 0 ROA (Aktif Getirisi) -5 25 15 DC 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 15 DD 20 10 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 ROE (Özkaynak Getirisi) -20 -10 -10 1999 ROA (Aktif Getirisi) -15 ROE (Özkaynak Getirisi) ROE (Özkaynak Getirisi) 1998 -10 1998 -5 ROA (Aktif Getirisi) DD 10 15 5 10 0 0 -5 -5 -15 -15 ROE (Özkaynak Getirisi) -20 20 20 2009 2008 2007 30 DI DJ ROA (Aktif Getirisi) 2006 2005 2004 2003 2002 -20 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 1998 -30 0 ROE (Özkaynak Getirisi) -15 2000 -25 1999 5 2000 2009 ROA (Aktif Getirisi) -10 ROE (Özkaynak Getirisi) 1998 -20 1999 2008 -5 ROA (Aktif Getirisi) -15 10 1998 2007 0 -10 15 DK 15 25 ROA (Aktif Getirisi) ROE (Özkaynak Getirisi) 14 2006 5 0 -5 16 2005 10 5 20 18 2004 2003 2009 2008 2007 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2006 DH DG 10 ROE (Özkaynak Getirisi) 25 15 15 DF ROA (Aktif Getirisi) 30 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 35 -20 2002 ROE (Özkaynak Getirisi) -15 ROE (Özkaynak Getirisi) ROA (Aktif Getirisi) 2001 ROA (Aktif Getirisi) -10 ROA (Aktif Getirisi) -10 -10 2000 -5 1999 0 5 1998 5 10 12 20 ROE (Özkaynak Getirisi) 5 10 15 8 0 6 -5 10 4 ROA (Aktif Getirisi) 5 -10 2 ROE (Özkaynak Getirisi) 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 -15 1998 0 300 25 25 20 DL DM ROA (Aktif Getirisi) 20 DN 15 ROE (Özkaynak Getirisi) 20 15 10 10 15 5 5 10 0 0 -5 ROA (Aktif Getirisi) 5 -10 ROE (Özkaynak Getirisi) ROE (Özkaynak Getirisi) 20 16 F ROA (Aktif Getirisi) 15 12 2009 2008 2007 2006 2005 2003 2002 2001 2000 1999 20 E 14 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 -15 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 -10 2004 ROA (Aktif Getirisi) -5 G 15 ROE (Özkaynak Getirisi) 10 10 5 10 8 0 6 -5 5 4 ROA (Aktif Getirisi) -10 2 15 (%) M 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 -10 20 15 2002 -5 ROE (Özkaynak Getirisi) 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 -10 1999 -5 -35 1998 -30 0 ROA (Aktif Getirisi) 2001 0 2000 ROE (Özkaynak Getirisi) -20 5 1999 5 2001 10 10 ROA (Aktif Getirisi) ROE (Özkaynak Getirisi) 2000 -5 -10 K ROA (Aktif Getirisi) 15 0 10 2000 I 20 -25 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 20 25 H -15 -25 2001 10 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1998 -5 1998 ROE (Özkaynak Getirisi) -4 5 ROE (Özkaynak Getirisi) -20 1999 -2 -15 0 ROA (Aktif Getirisi) 1998 0 25 N O 20 15 15 5 0 -5 10 10 5 5 0 -5 14 Ġmalat DıĢı Firmalar 15 10 8 10 6 4 5 2 0 0 -2 ROA (Aktif Getirisi) -4 ROE (Özkaynak Getirisi) ROA (Aktif Getirisi) -5 ROE (Özkaynak Getirisi) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 -10 1998 -6 ROA (Aktif Getirisi) ROE (Özkaynak Getirisi) 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 -20 1998 2009 2008 2007 2006 2005 -15 2004 -10 ROE (Özkaynak Getirisi) 2003 2002 ROA (Aktif Getirisi) 20 Tüm Firmalar 12 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 -10 1999 -25 1998 -5 2001 ROE (Özkaynak Getirisi) -20 2000 ROA (Aktif Getirisi) -15 1999 0 -10 301 Ek Grafik 8: Borç Dolarizasyonu Oranları (1998-2009) (%) 54,0 60 29,5 53,1 54,4 51,1 50,7 52,6 46,6 YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 90 DC 74,4 67,0 70,2 66,9 65,5 52,9 52,3 47,4 48,3 56,8 46,1 60 DD 76,5 73,7 75,4 73,2 73,9 68,6 70 72,8 50 90 80 70,7 80 67,3 55,1 55,0 53,0 62,3 80,7 78,1 58,0 72,9 74,7 67,9 70 61,9 50 78,4 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 0 2000 2009 2008 2006 2007 10 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 84,2 40,1 20 YP Borçlar/Toplam Borçlar 74,3 43,3 43,7 30 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 79,6 2009 62,1 60,8 61,2 YP Borçlar/Toplam Borçlar 84,0 2008 66,3 40 33,0 DB 71,9 72,4 72,7 50 37,3 2007 2006 2005 2004 2003 2002 80,2 81,5 76,8 78,3 76,5 70 60 45,6 46,4 37,9 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 2002 10 0 2001 10 2000 46,9 31,0 20 1999 49,3 30 20 1998 51,1 41,8 46,7 44,6 44,6 38,6 60 53,0 54,1 40 51,4 30 71,4 72,6 51,7 58,4 84,5 82,8 82,1 80 60,0 2005 54,4 DA 61,9 55,7 2004 52,3 50,9 49,5 64,1 2003 58,2 68,6 63,7 60,6 1999 66,9 90 71,3 69,0 1998 70 72,3 2002 D 70,1 70,1 2001 73,9 2000 77,5 73,1 50 80,6 2001 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 60 80 2000 YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 80 53,8 55,9 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2000 1999 1998 2001 YP Borçlar/Toplam Borçlar 70 70 0 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 78,3 75,7 77,3 75,6 77,4 40 29,4 29,0 22,8 YP Borçlar/Toplam Borçlar 90 90 9,6 3,3 33,1 28,1 27,0 10 3,4 1998 0 0 22,3 9,9 24,8 1998 10 2004 17,6 34,8 30,7 20 25,4 2003 21,2 40,4 39,2 38,0 30 22,2 2002 19,4 2001 22,5 21,0 10 57,6 48,8 50 43,5 38,0 21,8 20 58,4 40 34,3 30 31,8 30,1 2000 31,9 19,6 53,2 54,8 40 28,4 37,8 20 49,0 59,6 52,6 1999 30,5 30 52,6 59,5 50 70,4 67,5 70 2009 44,8 C 75,5 74,9 76,6 74,0 72,0 70,4 60 2008 49,1 37,7 46,4 68,5 70,3 59,6 60 43,8 52,8 40 50 77,4 2007 54,9 50,2 51,6 80 71,8 70 83,7 80 B 76,6 80 2006 A 2005 69,1 60 50 90 90 72,2 70 1999 80 DE 69,8 64,6 63,2 64,5 65,6 60 48,9 50 56,3 51,8 60 2009 55,1 2008 54,1 45,4 42,9 46,3 35,4 35,0 35,1 37,4 30,4 18,8 YP Borçlar/Toplam Borçlar YP Borçlar/Toplam Borçlar YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 2009 2006 7,3 2005 2008 0 2007 10 0 2006 10 2005 20 58,7 54,3 53,0 30 20 2008 2009 2008 2007 2006 1998 55,9 40 39,8 2004 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 0 2001 50,3 2003 18,7 10 2000 48,5 50 53,7 51,9 54,2 42,6 2002 23,8 1999 54,0 2001 28,7 28,2 20 61,9 61,7 56,9 54,7 55,6 30 35,1 67,7 2004 39,5 71,4 60 60,8 2000 36,8 DK 76,2 2003 40 39,1 79,9 80,9 70 2002 50 76,7 80 2001 60 50 47,2 77,8 DJ 70 60 40,1 41,6 38,8 90 84,6 83,8 82,0 81,9 83,1 81,6 81,8 2000 62,2 80,6 80,5 1999 62,6 61,8 66,0 78,5 71,1 1999 64,9 65,9 80 2009 DI 75,2 65,9 1998 2005 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 70 30 2004 YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 71,1 40 2003 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2000 2001 YP Borçlar/Toplam Borçlar 90 77,8 39,9 38,1 37,2 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 85,7 78,0 46,6 44,8 YP Borçlar/Toplam Borçlar 1998 80 1999 1998 90 2002 0 2001 10 0 26,5 2000 10 0 1999 10 20 1998 20 29,6 53,3 30 20 28,3 49,5 48,6 48,0 2008 30 68,8 67,1 61,4 54,8 40 2007 40,9 39,8 38,7 37,9 37,2 64,3 2006 42,8 42,0 41,1 67,9 67,0 2005 28,2 39,8 50 51,6 50,5 49,3 47,6 2004 40 40 63,7 DH 70,2 71,1 2003 40,2 73,9 75,5 74,0 68,1 2002 54,8 76,7 80 70 50 61,6 30 64,1 2001 63,1 59,6 69,8 64,2 63,8 2000 70,0 69,5 60 62,0 74,8 57,7 66,2 59,5 60 69,0 DG 66,1 66,7 21,6 90 76,1 71,4 70,8 70,4 70 1999 80 DF 80,4 2007 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 93,7 44,1 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 80,2 60,2 27,2 20,6 YP Borçlar/Toplam Borçlar 85,1 86,0 50 33,0 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 80 70 30,3 YP Borçlar/Toplam Borçlar 93,9 90 37,4 36,2 35,3 20 1998 100 2003 0 2002 0 2001 0 2000 10 1999 10 1998 10 26,6 2009 30 35,2 36,3 36,0 35,7 2007 40,0 20 2006 42,0 30 2005 40,6 20 2004 35,8 37,2 44,0 2003 33,7 47,6 2002 36,8 40 45,2 2001 30 46,8 2000 40 1999 40 47,5 302 81,2 80,8 80,1 83,3 DL 79,3 77,8 76,2 76,9 72,1 71,4 70 72,3 70 62,2 33,8 20 80 33,4 18,6 10 35,2 10 17,9 19,6 19,5 N 66,6 70 69,0 65,9 65,1 63,2 61,1 63,9 60 54,0 44,9 42,2 38,8 30 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 5,5 7,3 5,6 0 YP Borçlar/Toplam Borçlar YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 90 77,5 75,1 76,9 76,5 76,8 72,5 74,2 70 Tüm Firmalar 69,8 68,0 68,4 70,5 67,6 60 80 74,1 76,4 74,2 78,1 77,6 Ġmalat DıĢı Firmalar 71,6 69,9 70 66,9 68,8 68,1 64,7 65,5 60 50 30 40 40,2 37,9 36,9 46,2 46,9 47,6 41,3 30 36,4 35,9 35,9 31,6 33,3 32,3 31,9 30,3 2004 2003 2002 2001 2000 1999 26,4 1998 2009 2008 2007 2006 0 2005 0 2004 10 2003 10 2002 20 2001 20 YP Borçlar/Toplam Borçlar YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 43,5 2008 46,2 2007 43,5 43,1 2006 46,5 2005 53,1 50,5 51,7 2009 2008 5,7 YP Borçlar/Toplam Borçlar 90 2009 2009 12,7 12,5 0 2001 0 23,0 22,1 17,5 10 10 2006 2,0 2005 2,9 21,6 2004 3,8 23,5 2003 0,6 0,5 26,5 2002 2,3 34,3 28,3 2001 10 20 27,7 20 42,6 2000 14,3 O 59,9 60,9 53,3 30 36,5 65,7 46,2 1999 18,4 19,8 62,9 42,2 40 51,0 40 67,0 67,6 56,6 60 1998 28,8 2009 34,5 33,8 2008 50 38,4 32,6 23,5 72,5 62,1 50 46,7 57,4 2007 42,6 2008 2009 2008 2007 2006 2005 2004 80 80,9 74,7 70 43,7 17,0 15,4 4,4 2009 81,9 80 49,2 2008 21,8 14,7 0 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 43,7 2007 38,4 31,0 YP Borçlar/Toplam Borçlar M 2007 2006 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2005 2006 2005 2004 2003 2002 2001 48,3 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 58,5 2000 15,7 0 70,1 2000 45,2 20 23,0 23,8 90 1999 2009 31,9 YP Borçlar/Toplam Borçlar 68,2 67,5 1999 39,1 30 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 70 1998 67,3 YP Borçlar/Toplam Borçlar 80 1998 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 39,8 38,2 39,0 39,8 36,4 2003 14,0 12,5 84,7 86,3 50 40 35,8 2002 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 47,4 1998 17,7 0 2009 10 K 78,2 72,6 60 20 23,8 25,1 22,4 22,1 2008 21,0 76,5 2008 30 34,4 36,1 70 72,4 2007 40 70,8 2007 50 40 63,8 65,4 63,6 73,4 2006 50 68,8 80 2005 60 71,5 2004 70 60 88,4 87,3 90 I 83,6 78,7 78,6 2003 70 100 90,0 88,7 81,6 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 2002 90 2001 73,2 73,5 72,4 80,1 79,5 2000 80 35,2 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 100 36,3 YP Borçlar/Toplam Borçlar KV YP Borçlar / Toplam Borçlar H 31,7 10 0 YP Borçlar/Toplam Borçlar 75,6 76,9 35,6 35,3 33,7 35,0 20 30,8 25,3 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 78,6 43,6 30 41,3 YP Borçlar/Toplam Borçlar 88,5 88,8 88,9 87,5 30 37,9 39,2 37,6 53,8 54,7 54,5 51,7 53,3 50,7 41,6 41,8 10 100 53,4 48,1 0 2001 2000 1999 45,5 2001 23,6 18,7 21,2 15,4 11,3 13,4 1998 33,4 61,1 62,9 62,7 2000 30,1 29,9 58,4 54,7 40 53,1 30 46,8 49,2 60 50 58,0 40 G 66,8 65,0 68,8 2000 50 72,9 73,6 71,9 70 65,3 64,4 65,2 1999 89,4 89,3 86,7 F 71,3 70,3 60 50 1998 2009 2008 2007 80 79,2 79,0 77,4 77,0 75,4 1998 89,0 80 1999 92,1 93,4 92,3 93,6 1998 88,9 84,5 86,3 60 76,1 71,0 76,6 71,9 67,2 61,7 58,5 56,3 55,1 59,0 63,4 58,4 57,3 63,0 49,5 47,6 42,6 41,2 46,2 65,4 65,7 0 90 E 20 81,9 50 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 96,8 32,1 100 YP Borçlar/Toplam Borçlar 40,6 40 43,3 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 40 50 45,8 YP Borçlar/Toplam Borçlar 60 80 57,1 55,1 54,7 KV YP Borçlar / Toplam Borçlar 80 20 60,4 53,2 YP Borçlar/Toplam Borçlar 120 40 60,3 62,2 60,8 50,0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 1999 10 0 1998 10 36,1 192,4 150 56,2 2006 50 40 30 2005 52,5 20 20 DN 81,3 200 2004 55,7 20 30 86,2 60 59,6 53,1 2003 55,6 30 90 83,7 81,1 81,7 80,7 72,2 2002 52,5 40 0 76,8 70 67,6 61,8 61,6 100 DM 85,3 85,2 83,7 2001 68,4 66,9 50 250 81,8 1999 60 71,8 100 90 80 2000 76,2 77,2 1999 80 1999 90 303 Ek Grafik 9: Borçların TL/YP Kompozisyonu (1998-2009) (TL) 600.000 120,0 A 450.000 120,0 500.000 100,0 3.500.000 80,0 B 400.000 100,0 C 3.000.000 70,0 350.000 60,0 2.500.000 400.000 300.000 80,0 80,0 250.000 300.000 60,0 200.000 40,0 100.000 20,0 50,0 2.000.000 60,0 200.000 40,0 1.500.000 30,0 150.000 40,0 100.000 20,0 1.000.000 20,0 500.000 10,0 50.000 50,0 40,0 20,0 1.000.000 10,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2009 10.000.000 9.000.000 8.000.000 0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 2009 2008 2007 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2006 2009 2008 2006 2005 2004 2003 2002 2007 2009 2007 2008 80,0 70,0 7.000.000 60,0 6.000.000 50,0 5.000.000 40,0 4.000.000 30,0 3.000.000 20,0 2.000.000 10,0 1.000.000 0,0 90,0 DK 20,0 10,0 0 0,0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 0,0 5.000.000 2009 10,0 2003 10,0 0,0 70,0 30,0 2008 1.000.000 10.000.000 2007 20,0 2002 20,0 0 80,0 40,0 2006 30,0 2.000.000 15.000.000 2005 3.000.000 2001 30,0 1.000.000 90,0 50,0 2004 40,0 2000 40,0 2.000.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 60,0 2003 4.000.000 20.000.000 2002 50,0 2001 60,0 5.000.000 DJ 25.000.000 2000 6.000.000 30.000.000 1998 80,0 70,0 1999 50,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 90,0 1998 2002 0,0 2001 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0,0 1998 0 2.000.000 2000 20,0 500.000 30,0 3.000.000 1999 1.000.000 1999 40,0 60,0 3.000.000 2009 4.000.000 1.500.000 70,0 4.000.000 2008 5.000.000 80,0 2009 60,0 90,0 DH 5.000.000 2007 7.000.000 6.000.000 2008 70,0 2007 80,0 1999 90,0 DG 8.000.000 6.000.000 60,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 1998 80,0 2.000.000 10,0 0,0 1999 10.000.000 9.000.000 100,0 2.500.000 20,0 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0,0 500.000 2006 10,0 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 120,0 3.000.000 30,0 1.000.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) DF 3.500.000 40,0 1.500.000 20,0 500.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 4.500.000 2.000.000 40,0 30,0 10,0 0,0 50,0 50,0 2006 20,0 60,0 2.500.000 2006 100.000 1.000.000 70,0 60,0 2005 30,0 1.500.000 80,0 3.000.000 70,0 2.000.000 DE 2005 150.000 3.500.000 2005 40,0 4.000.000 90,0 80,0 Kaldıraç Göstergeleri (%) 100,0 2004 DD 2.500.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 2004 50,0 200.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 0,0 2004 250.000 0 10,0 0 2003 60,0 DI 20,0 2003 300.000 7.000.000 2.000.000 2003 70,0 8.000.000 10,0 30,0 1999 350.000 9.000.000 4.000.000 40,0 1998 80,0 0 20,0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 3.000.000 90,0 400.000 50.000 6.000.000 50,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 100,0 DC 2000 1998 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 500.000 30,0 0,0 1999 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2001 2000 1998 2002 0,0 1999 0 8.000.000 2002 10,0 40,0 70,0 60,0 2002 20.000.000 5.000.000 10.000.000 2002 20,0 50,0 2001 40.000.000 10.000.000 12.000.000 2001 30,0 60,0 80,0 DB 2001 60.000.000 14.000.000 2001 15.000.000 40,0 16.000.000 70,0 2000 50,0 80.000.000 18.000.000 80,0 2000 60,0 100.000.000 90,0 2000 DA 20.000.000 2000 25.000.000 70,0 1999 80,0 D 120.000.000 1998 140.000.000 4.000.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 450.000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0,0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2000 1998 2001 0,0 1999 0 0,0 1998 0 0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 304 2.000.000 2009 F 20.000.000 15.000.000 35.000.000 70,0 I 6.000.000 120,0 3.500.000 2.500.000 100,0 3.000.000 2.000.000 80,0 1.500.000 60,0 200.000.000 180.000.000 70,0 60,0 140.000.000 50,0 120.000.000 50,0 40,0 100.000.000 40,0 30,0 80.000.000 30,0 60.000.000 20,0 40.000.000 10,0 20.000.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0,0 1998 0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 40,0 30,0 1.000.000 20,0 500.000 10,0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0,0 2002 0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 80,0 Ġmalat DıĢı Firmalar 160.000.000 50,0 1.500.000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 1999 2000 0,0 1998 0 60,0 2.000.000 2001 20,0 70,0 2000 500.000 80,0 2.500.000 1999 40,0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 O 1.000.000 0,0 2001 90,0 N 70,0 10,0 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 3.000.000 80,0 20,0 2000 0,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 60,0 1999 10,0 0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 20,0 2.000.000 0,0 1998 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 10,0 1999 5.000.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 1998 60,0 4.000.000 0,0 0 2009 20,0 10,0 50.000.000 2008 10.000.000 20,0 100.000.000 2007 30,0 15,0 30,0 150.000.000 2006 8.000.000 40,0 200.000.000 2005 30,0 150.000 250.000.000 2004 40,0 15.000.000 50,0 Tüm Firmalar 2003 50,0 10.000.000 20,0 60,0 300.000.000 2002 12.000.000 200.000 350.000.000 2001 40,0 250.000 0 70,0 20.000.000 70,0 50.000 80,0 K 18.000.000 30,0 80,0 100.000 20.000.000 16.000.000 90,0 300.000 0,0 14.000.000 100,0 M 10,0 0 50,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 350.000 20,0 25.000.000 0,0 400.000 30,0 10.000.000 35,0 5,0 0 40,0 20.000.000 60,0 10,0 2.000.000 50,0 30.000.000 25,0 4.000.000 60,0 30.000.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 40,0 6.000.000 70,0 40.000.000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 1998 45,0 8.000.000 80,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 50,0 H 10.000.000 90,0 50.000.000 0,0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 12.000.000 100,0 G 2000 10,0 0,0 1998 0 20,0 5.000.000 2003 10,0 60.000.000 30,0 2002 5.000.000 10.000.000 2001 20,0 70.000.000 70,0 40,0 2000 10.000.000 80,0 50,0 1999 30,0 15.000.000 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 60,0 40,0 20.000.000 10,0 0,0 1999 50,0 25.000.000 20,0 0 1998 60,0 30.000.000 2008 2007 2006 2005 25.000.000 70,0 35.000.000 30,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 80,0 E 40.000.000 2004 1998 0,0 Toplam UV TL Borçlar Toplam KV TL Borçlar Toplam KV YP Borçlar Toplam UV YP Borçlar KV Borçlar / Toplam Borçlar (sağ eksen) KV YP Borçlar / Toplam YP Borçlar (sağ eksen) 45.000.000 40,0 500.000 10,0 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0,0 1998 20,0 2003 10,0 0 4.000.000 2002 1.000.000 50,0 1.000.000 30,0 2009 2.000.000 60,0 2008 6.000.000 30,0 40,0 2007 40,0 70,0 2006 3.000.000 50,0 1.500.000 2005 8.000.000 80,0 60,0 2004 50,0 90,0 2.000.000 2003 10.000.000 20,0 70,0 2002 4.000.000 60,0 100,0 DN 2001 70,0 2.500.000 80,0 12.000.000 5.000.000 2001 80,0 90,0 DM 2000 14.000.000 1999 16.000.000 90,0 1998 100,0 2000 DL 6.000.000 1999 7.000.000 305 Ek Grafik 10: YP Borçlar ve Ġhracat Gelirleri (1998-2009) (%) 600 140 B 120 400 80 60 300 40 200 100 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri YP Borç / Ġhracat Gelirleri YP Borç / Ġhracat Gelirleri YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 300 DG 80 150 60 100 2006 2005 2004 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 0 2001 20 0 1998 40 50 2003 60 100 2002 80 150 2001 200 DK 2000 100 2009 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 DJ 120 1999 140 DI 250 1998 300 2009 KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 2008 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 2008 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 2007 YP Borç / Ġhracat Gelirleri 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 0 2003 0 2002 20 0 2001 50 2000 40 50 1999 100 2009 100 200 150 DH 120 250 200 2008 140 DF 250 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 2002 0 2001 100 0 1999 200 100 300 2009 300 20 350 2008 400 200 40 2009 500 300 60 DE 600 400 80 2008 700 DD 500 100 2007 2006 KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 2007 2006 2005 2004 2003 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 600 2000 2002 YP Borç / Ġhracat Gelirleri DC 2000 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 1999 20 0 2000 40 20 KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 120 2000 2005 60 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2004 80 YP Borç / Ġhracat Gelirleri 140 1999 2003 100 40 1998 DB 120 60 1999 2002 140 DA 140 80 1998 2001 KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 100 1999 2000 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / İhracat Gelirleri 120 1998 1999 YP Borç / İhracat Gelirleri 160 D 0 1998 2009 2007 2008 2005 2006 2003 2004 2001 2002 1999 2000 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 20 160 140 120 100 80 60 40 20 0 C 500 100 1999 A 1998 1.000 900 800 700 600 500 400 300 200 100 0 YP Borç / Ġhracat Gelirleri YP Borç / Ġhracat Gelirleri YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 306 140 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 20 YP Borç / Ġhracat Gelirleri 250 I 2009 K 5.000 200 800 2008 6.000 H 1.000 2007 2006 2005 2004 KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 1.200 2003 YP Borç / Ġhracat Gelirleri YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 40 2004 20.000 2003 40.000 60 2002 60.000 G 100 80 2001 80.000 F 2000 100.000 120 (%) 1999 1.800 1.600 1.400 1.200 1.000 800 600 400 200 0 E 2009 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 2009 2008 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 120.000 1999 2007 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2000 1999 1998 2001 YP Borç / Ġhracat Gelirleri 140.000 1998 2006 0 2005 0 2004 20 0 2003 20 2002 40 20 2001 60 40 40 2000 80 60 1999 80 60 1998 100 80 DN 120 100 2008 DM 120 2007 140 DL 100 1999 120 4.000 150 600 3.000 100 2008 2008 5.000 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 Ġmalat DıĢı Firmalar 150 100 50 YP Borç / Ġhracat Gelirleri YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 2002 2009 2006 2005 2004 2003 2002 2001 KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 200 2001 2000 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 250 Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 1999 YP Borç / Ġhracat Gelirleri 300 Tüm Firmalar 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 2002 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 10.000 2001 500.000 15.000 2000 1.000.000 O 20.000 1999 1.500.000 25.000 N 1998 2.000.000 2009 2007 2006 2005 2004 2007 2.000.000 1.800.000 1.600.000 1.400.000 1.200.000 1.000.000 800.000 600.000 400.000 200.000 0 2.500.000 2000 2003 KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri M 1999 2002 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 3.000.000 1998 2001 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 YP Borç / Ġhracat Gelirleri KV YP Borç / Ġhracat Gelirleri 3.500.000 1999 2000 YP Borç / Ġhracat Gelirleri 4.000.000 1998 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 0 2000 0 1999 1.000 0 1998 50 2000 2.000 200 1999 400 307 Ek Grafik 11: Bilanço Riskleri (1998-2009) (%) 250 140 500 B A C 120 0 200 100 -500 150 80 -1.000 60 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 120 140 D - Ġmalat Sanayi 2009 200 DA DB 180 120 100 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 -2.500 1998 -2.000 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 1999 0 20 1999 -1.500 40 50 1998 100 160 100 80 140 120 80 60 100 60 40 80 60 40 40 20 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 160 300 2009 160 DC DD 140 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 0 2000 0 1999 20 1998 20 DE 140 250 120 120 200 100 80 100 150 60 80 60 100 40 40 50 20 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 100 140 DG DH 140 120 80 120 100 70 2009 160 DF 90 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 0 1998 0 1998 20 100 60 80 50 80 60 40 60 40 Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 100 140 120 DI 90 DJ DK 120 100 80 100 70 60 2009 Borç Dolarizasyonu Borç Vade Riski 2009 Borçluluk Borç KarĢılama Riski 2008 2007 Borç Dolarizasyonu 2008 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 0 1999 20 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 20 1998 10 1999 40 20 1998 30 80 80 50 60 60 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 0 2001 20 0 2000 20 1999 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 1998 10 2000 40 40 20 1999 30 1998 40 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 308 120 120 100 DM DL 100 100 80 80 60 60 40 40 20 20 0 0 DN 90 80 70 60 50 40 30 20 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 140 250 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1998 1999 0 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 10 140 F E G 120 120 100 100 80 80 60 60 40 40 20 20 0 0 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 350 160 I K 140 300 120 250 2009 350 H 300 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 0 2002 50 2001 100 2000 150 1999 200 250 100 200 200 80 150 150 60 Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 180 180 M 160 2009 Borç Dolarizasyonu Borç Vade Riski 2009 Borçluluk Borç KarĢılama Riski 2008 Borç Dolarizasyonu 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 0 2001 0 2000 50 0 1999 20 1998 50 2000 100 40 1999 100 200 N 160 O 180 160 140 140 120 120 100 100 80 80 60 60 40 40 40 20 20 20 0 0 0 140 120 80 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski 120 120 Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç Dolarizasyonu Borçluluk Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Borç KarĢılama Riski Borç Vade Riski Kaynak: TCMB Sektör Bilançoları 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 2009 2008 2007 2006 0 2005 20 0 2004 20 2003 40 2002 60 40 2001 80 60 2000 80 1999 100 1999 Ġmalat DıĢı Firmalar 100 1998 Tüm Firmalar 1998 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 60 1998 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 100 309 ÖZET MUTLU, Osman Çağatay. Türkiye’nin Kaynak Gereksinimi Çerçevesinde Reel Sektörün DıĢ Borçlanması, Doktora Tezi, Ankara, 2011. Bu çalıĢmada, TCMB Sektör Bilançoları kullanılarak, finansal krizlere “bilanço” yaklaĢımı çerçevesinde, 1998-2009 dönemi için Türkiye‟deki finansal olmayan firmalar kesimine iliĢkin “olumsuz bilanço etkisi”nin varlığı ile yükümlülük dolarizasyonunun belirleyenleri araĢtırılarak; Türk Lirası‟ndaki reel değer kayıplarının söz konusu kesimin yatırımlarını ne yönde etkilediği incelenmiĢtir. Ayrıca, küresel likidite koĢulları ve risk algılamalarındaki olumsuz bir değiĢiklik karĢısında, aynı kesimin bilanço kaynaklı çeĢitli kırılganlıkları irdelenmiĢ ve ekonomik büyüme için gerekli olan dıĢ kaynak gereksinimi çerçevesinde, Türkiye‟de finansal olmayan firmalar kesimince sağlanan dıĢ kaynağın ne ölçüde üretken kapasite ve dıĢ borç geri ödeme kabiliyetini arttırıcı faaliyetlerde kullanıldığı tartıĢılmıĢtır. ÇalıĢma sonucunda ulaĢılan temel bulgular aĢağıdaki Ģekilde özetlenebilir: Ġlk olarak, yurt içi tasarrufların ekonomik büyümenin finansmanında yetersiz kalması nedeniyle Türkiye ekonomisi sürekli bir dıĢ kaynak gereksinimi içerisindedir. Ġkinci olarak, döviz cinsinden yükümlülüklerini döviz cinsinden gelirleri ile eĢleĢtirmeyen ve dolayısıyla kur riskine açık olan Türkiye‟deki finansal olmayan firmalar kesimi için “olumsuz bilanço etkisi” önermesi geçerlidir; Türk Lirası‟ndaki reel değer kaybı, daha yüksek yükümlülük dolarizasyonuna sahip sektörler için daha düĢük bir yatırım seviyesine iĢaret etmektedir. Üçüncü olarak da, Türkiye‟nin dıĢ kaynak kullanımı, bir taraftan, tasarruf kısıtını hafifletirken, diğer taraftan da, sürdürülebilir büyümeye tehdit oluĢturan bazı kırılganlıkları arttırmaktadır. 310 Anahtar Sözcükler: 1. DıĢ Finansman Ġhtiyacı 2. Finansal Krizlere Bilanço YaklaĢımı 3. Olumsuz Bilanço Etkisi 4. DıĢ Borçlar 5. Finansal Olmayan Firmalar 311 ABSTRACT MUTLU, Osman Çağatay. External Borrowing of the Non-Financial Corporate Sector within the Framework of Turkey’s Resource Requirements, Doctoral Thesis, Ankara, 2011. In this study, presence of a “negative balance sheet effect” and the determinants of liability dollarization for the non-financial corporate sector in Turkey were analyzed within the framework of “balance sheet approach” to financial crisis by using CBRT Sectoral Balance Sheet Data for the 19982009 period; particularly the effect of a real depreciation in the Turkish Lira on the investments of the mentioned sector. Various balance sheet fragilities of the mentioned sector in the face of an adverse shift in the global liquidity conditions and risk perceptions were also discussed along with the extent of utilization of the foreign borrowing of the same sector in economic activities which enhance the productive capacity and external debt solvency, within the external financing requirements for economic growth. The major findings of this study can be summarized as follows: Firstly, Turkey is continously in need of foreign savings as domestic savings are not adequate for financing economic growth. Secondly, a “negative balance sheet effect“ is present for the non-financial corporate sector in Turkey which does not match its foreign exchange liabilities with its foreign exchange revenues and hence vulnerable to exchange rate risk; a real depreciation of the Turkish Lira implies lower investment levels for the sectors which have higher liability dollarization. Thirdly, while Turkey‟s use of foreign savings relaxes the savings constraint on the one hand, it exacerbates some fragilities which pose pitfalls to sustainable growth on the other hand. 312 Key Words: 1. External Financing Requirement 2. Balance Sheet Approach to Financial Crisis 3. Negative Balance Sheet Effect 4. External Debt 5. Non-financial Firms