stephen m.walt makale seçkisi

advertisement
DÜBAM
STEPHEN M.WALT
MAKALE SEÇKİSİ
Çeviren: Ertuğrul Aydın
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI –DÜBAM
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
STEPHEN M.WALT MAKALE SEÇKİSİ
(Makaleler, Foreign Policy Dergisi web sitesinde yayınlanmıştır)
Ocak 2011
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
2
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
İçindekiler
Obama'nın yapabileceği en büyük hata .................................................................................................. 4
İsraile Baskı Yapmak: Bir Kullanıcı Rehberi .............................................................................................. 6
Afganistan niçin bu kadar zor? .............................................................................................................. 10
Afganistan'da askeri takviyenin gizli mâliyetleri ................................................................................... 12
“Sadece bir oyun”- Gerçekten!.............................................................................................................. 14
İran hakkında daha zeki seslerin yükselmesi vakti ................................................................................ 16
Robert Gates’e Uluslararası İlişkiler’de teori dersi lazım ...................................................................... 18
İsrail’in vahşi yanlışlarının en sonuncusu .............................................................................................. 19
Türkiye ve neoconlar ............................................................................................................................. 22
Amerika çöküş tehlikesinde mi? ........................................................................................................... 24
Goldberg yine keçileri kaçırdı ................................................................................................................ 27
3
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
devlet ve devlet dışı aktör eksenli
çatışmaların ortalaması son on yıllarda
giderek düştü (ölçüm, yıllık ölüm sayısına
göre yapıldı). Bazı bölgeler (mesela Orta
Asya ve Sahra altı Afrika) şiddet artışına
sahne olduysa da genel küresel eğilim
yüreklendiricidir. Halen yaşanmakta olan
çatışmalar acıklıdır ve de dikkat
gerektirmektedirler ancak hayati ABD
çıkarlarına tehdit teşkil etmiyorlar.
Obama'nın yapabileceği en
büyük hata
Yaygın inanca göre Franklin Roosevelt'ten
bu yana en büyük meydan okumayla
karşılaşan başkan, Barack Obama olacak.
Sebebini görmek zor değil: ABD
ekonomisi 1930'lardan sonraki en ciddi
çöküşün içine girdi ve Irak'ta kaybedilen
bir savaş ve Afganistan'da kötüleşen bir
durum söz konusu. Amerika'nın küresel
imajı, benzeri daha önce görülmemiş bir
derekeye düştü ve büyük küresel
problemlere karşı Obama'nın takdir
yetkisinde pek fazla kaynak yok.
Üçüncüsü, Birleşik Devletleri döven
ekonomik problemler başlıca rakiplerimizi
de etkiledi. Sanki ABD ekonomisi serbest
düşüşe geçmiş de potansiyel meydan
okuyucular gökyüzünde süzülüyorlar gibi
bir durum söz konusu değil. Mevcut
iktisâdi yavaşlama Çin adına da sorun
teşkil etmekte, Moskova'nın ihtiraslarına
engel olmaktadır ve de İran'ın hâlihazırda
yaşadığı zorluğu şiddetlendirmektedir.
Serpilen bir ekonomimiz olsaydı açıktır ki
daha iyi durumda olacaktık ama mevcut
gerileme Amerika'nın merkezi ulusal
güvenlik çıkarlarına kısa vadede bir tehdit
oluşturmuyor.
Karamsarlığa kapılıp gitmenin gereği de
yok, mevcut zorluklarımız bazı fırsatlar da
sunuyor şayet Obama kullanmakta
yeterince akıllı davranırsa. Umut ışığı
nerede peki?
Birincisi, Bush yönetiminin mahvedici
mirâsı Obama için kıymetli bir varlıktır
zira Bush'un yaklaşımından – ister şekle
ister esasa ilişkin olsun – farklı bir
yaklaşım
sergilemesinin
denizaşırı
ülkelerde övgü alması muhtemeldir.
Obama'nın politikaları ters yüz olduğunda
bu imtiyaz devam etmeyecektir ancak şu
an için yeni takıma büyük bir hareket alanı
sağlamaktadır.
Dördüncüsü, Obama, şu an için gerçekçi
beklentileri olduğu görülen bir halktan
yüksek düzeyde bir destekle göreve
başlıyor.
Amerikan
halkı
sıkıntıda
olduğumuzu ve durumu düzeltmenin
zaman alacağını biliyor ki Obama'nın
mârifetle
pekiştirdiği
bir
mesajdı.
Demokratların Temsilciler Meclisinde ve
Senato'da sağlam bir denetimleri var fakat
veto'dan
muaf
olacakları
bir
çoğunluklarının olmayışı, programlarını
yürütmeleri için birkaç cumhuriyetçi üyeye
ulaşmalarını gerektirecektir. Bu gerçeklik,
Demokrat Partideki aşırı solu yumuşatacak
ve Cumhuriyetçi aşırı sağın, herşeyin
sorumlusu olarak Pelosi'yi, Reid'i ve yeni
Başkanı suçlamalarını güçleştirecektir.
İkincisi, Obama, dünya çapında nispi barış
ve istikrarın olduğu bir ortamda başkan
oluyor. Irak ve Afganistan’da geçen altı
yıla veya Darfur, Gazze, Pakistan ve başka
yerlerden gelen kötü haberlere bakınca
şaşırtıcı gelebilir bu fakat gerçek şu ki
küresel şiddet düzeyi, Soğuk Savaşın
bitiminden sonra düşmüştür. Daha
önemlisi, büyük güç çatışması riski geçen
yüzyıla oranla büyük ihtimalle daha
düşüktür. Simon Fraser Üniversitesi
Human Security Project'e göre silahlı
çatışma sayısı 1993-2006 arasında çarpıcı
bir şekilde azaldı ve ölümle sonuçlanan
Birlikte ele alındıklarında, bu etkenler,
Başkan Obama'nın dış politikada geniş bir
alanı olduğu anlamına gelir. Daha önce
yazdığım gibi, câri durumumuz Birleşik
4
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Devletlerin önceliklerini açıkça ortaya
koymasını ve her şey için uğraş vermeye
bir son vermesini gerektirir. İyi haber,
Amerikan
halkının
bu
değişikliği
desteklemesinin muhtemel olmasıdır. Pek
çok yabancı ülke, eli daha hafif bir ABD'yi
hoşnutlukla karşılayacak ve şayet zor
ulaşılır olursak, diğerleri bizi mutlu etmek
için daha çok çalışmaya bakacaktır.
Herşeyin ötesinde, Obama'nın yapacağı en
büyük hata, selefinin adımlarını çok
yakından takip etmek veya selefinin yoldan
çıkmasına yardım edecek tavsiyelerde
bulunmuş kişilere çok fazla kulak
kabartmak olacaktır. Akşam yemeği için
mükemmel ahbaplar olabilirler ama
politika tavsiyeleri denenmiş ve sonuçları
alınmıştır.
Başka bazı tehlikeler de var elbet ve ABD
dış politikasının icrası kolay olmayacaktır.
Bitmek bilmeyen kaygılarımdan birisi de
şu: Müzmin iktisâdi bunalımlar geçmişte
hiper ulusçuluk, faşizm, anti-semitizm ve
diğer içtimâi ve siyasi hastalıklara bakir bir
zemin teşkil etti. Benzer hareketler bugün
yeniden ortaya çıkacak olsa, küresel
şiddetin nispeten düşük düzeyi – özellikle
büyük güçler arasındaki – tehlikeye
girecektir. Bu demektir ki ABD ve dünya
ekonomisinin rayına oturtulması, kilit bir
ulusal güvenlik önceliğidir ve özel
herhangi bir diplomatik inisiyatif kadar
önemlidir. (Ocak 2009)
5
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
İsraile Baskı Yapmak: Bir
Kullanıcı Rehberi
Amerika,
İsrail
uygulayabilir mi?
üzerinde
harmanlanmasını
gerektirir”
diye
kaydettiler. The Economist dergisi, geçen
hafta, Netanyahu hükümeti iki devletli
çözümü reddetmeye devam ettiği takdirde,
Birleşik Devletlerin İsrail'e yardımı
azaltması çağrısını yaptı. Boston Globe bu
hafta benzer bir görüş açıkladı ve
Obama'ya, Netanyahu'ya “barış için gerekli
adımları at yahut İsrail'in Amerika'yla özel
ilişkilerinden ödün vererek risk al”
mesajını verme tavsiyesinde bulundu.
Ha'aretz gazetesi ise birkaç gün önce,
Obama yönetiminin, Kongre liderlerini
Netanyahu hükümetiyle muhtemel bir
karşılaşmaya
hazırladığı
haberini
yayınladı.
baskı
Başkan Bill Clinton, G.W.Bush ve şimdi
de Barack Obama, hepsi de Birleşik
Devletlerin İsrail-Filistin çatışmasında “iki
devletli” çözümü desteklediğini resmen
açıkladılar. Başka bir ifadeyle, Birleşik
Devletler, fiilen tüm bir Batı Şeria ve
Gazze'de yaşayabilir bir Filistin devletinin
kurulmasını desteklemektedir. Benjamin
Netanyahu'nun liderliğindeki yeni İsrail
hükümeti bu gâyeye karşı çıkıyor; Dışişleri
Bakanı Avigdor Lieberman, İsrail'in bu
meseleyle ilgili son taahhütlerinin İsrail'i
bağladığını düşünmediğini çoktan söyledi.
Bu gelişmeler bende şu düşünceyi
uyandırdı: Daha tarafsız bir duruş,
uygulamada neye benzer? ABD'nin
Filistin’e baskı uygulamasının ne anlama
geldiğini çoktandır biliyoruz çünkü
Washington on yıllardır defalarca – ve
bazen etkili bir şekilde – yapıyor. Örneğin
Kral Hüseyin, hâkimiyetini tehdit eden
FKÖ kadrolarının üzerine şiddetle gittiği
1970'li
yıllarda
ABD
tarafından
desteklenmişti.
1980'lerde,
Birleşik
Devletler FKÖ'yü tanımayı reddetti ta ki
FKÖ, İsrail'in var olma hakkını tanıyana
dek. İkinci İntifada'nın patlak vermesinden
sonra bu kez Bush yönetimi Yaser
Arafat'la anlaşmayı reddetti ve yerine bir
başkasının geçmesi için bastırdı. Arafat'ın
vefâtından sonra ise yeni Filistin Meclisi
için demokratik seçimlerin yapılmasında
ısrar ettik ve Hamas kazandığında da
sonuçları
kabul
etmedik.
Birleşik
Devletler, Hamas'la bağı olan yardım
kuruluşlarının izini sürdü ve İsrail'in
Gazze'deki son saldırısına destek verdi.
Kısaca, Birleşik Devletler, Filistinlilerin
davranışlarını değiştirmek için kaldıraç
gücünü kullanmaya sıra gelince öyle pek
tereddüt göstermedi her ne kadar bu
çabaların bazıları geri tepmişse de (mesela
2007'de Hamas'a karşı el Fetih darbesini
kışkırtmak).
Dolayısıyla
da
Birleşik
Devletler,
çıkarlarında yol almak için geçmişte
olduğundan daha tarafsız bir politika
izlemeli, bir anlaşmaya varmaları için her
iki tarafa da güçlü bir baskı uygulamalıdır.
Mevcut “özel ilişkiler” – ABD'nin İsrail’e
cömert ve neredeyse kayıtsız şartsız destek
verdiği özel ilişkiler - yerine Birleşik
Devletler ve İsrail'in, ABD'nin diğer
demokrasilerle olduğuna benzer (yer yer
aleni eleştirinin ve aleni baskının söz
konusu olabildiği) daha normal ilişkileri
olacaktır. ABD'nin, İsrail güvenliğine
bağlılığı
yine
sürüp
giderken,
tasarrufundaki kaldıraç sayesinde iki
devletli
çözümü
gerçeğe
tahvil
edebilecektir.
Bu fikir destek topluyor gibi duruyor.
Başında Henry Siegman ve Brent
Scowcroft'un olduğu seçkin dış politika
uzmanları, geçen hafta düzenlenen
partilerüstü bir panelde, Obama yönetimini
“Arap-İsrail
çatışmasını
çözüme
kavuşturmak için vakitlice, devamlı ve
kararlı bir çaba sarfetmeye” davet eden
incelikli bir rapor yayınladılar. Başarı
“ikna, teşvik, ödül ve baskının dikkatlice
6
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Önceki ABD yönetimleri yerleşim
yerlerini işte bu yüzden yasadışı saymışlar
ve bu yüzden yine dünyanın geri kalanı
aynı nazarla bakmıştır. ABD yetkilileri
İsrail işgalini “demokrasinin hilâfına”,
“akıllıca olmayan”, “zalim” veya “haksız”
şeklinde de tanımlayabilir. Söylemin
değiştirilmesi, İsrail hükümetine ve
hükümetlerinin iki devletli çözüme karşı
muhalefetinin özel ilişkileri tehlikeye
attığına dair İsrail vatandaşlarına açık bir
sinyal gönderecektir.
Peki, İsrail'e baskı uygulamaya ne
dersiniz?
Birleşik
Devletler,
İsrail
hükümeti ABD hükümetinin karşı olduğu
eylemlere kalkıştığında bile (yerleşim
inşaatları gibi) İsrail üzerinde nâdiren ve
ancak hafifinden baskı uyguladı (ve asla
uzun
sürmedi).
Soru
şu:
Eğer
Netanyahu/Lieberman hükümeti, inatçı bir
şekilde uzlaşmaz tavır sergilerse Obama ne
yapmalıdır?
İsrail'i
“Büyük
İsrail”
vizyonundan öteye, sahici iki devletli
çözüme doğru dürtmek için ABD'nin
başvuracağı kullanılabilir manivela mevcut
mu? İşte bazı fikirler.
3 İşgali Kınayan BM Kararına Destek.
ABD 1972'den beri İsrail'i eleştiren kırküç
BM Güvenlik Konseyi Kararını veto etti
(diğer daimi üyelerin toplam vetolarından
daha fazla sayıda). Şayet Obama yönetimi,
İsrail politikalarından hoşnutsuz olduğuna
dair açık bir sinyal göndermek isterse,
işgali kınayan ve iki devletli çözüm
çağrısında bulunan bir karara sponsor
olabilir. Böyle bir tedbirin taslak
çalışmasında faal bir rol üstlenmek, bu
tedbirin isteğimizi tam olarak dile
getirmesini sağlama alacak ve içermesini
istemediğimiz eleştirilerden uzak tutmaya
yarayacaktır.
1 Yardım Paketini Kes? Yekûnu
hesapladığınızda İsrail ABD'den yıllık 3
milyar dolar tutarında ekonomik ve askeri
yardım almaktadır ki İsrail vatandaşlarına
kişi başı 500 dolar düşüyor. Bu noktada
birçok manivela imkanı vardır fakat
kullanıma en uygun sopa/değnek herhalde
bu değildir, en azından başlangıçta.
Yardım paketini kırpmaya veya kesmeye
çalışmak, (AIPAC ve diğer sertlik yanlısı
İsrail lobi gruplarının nüfuzlu oldukları)
Kongre'de açık ve şüphesiz iğrenç bir
karşılaşmaya yol verecektir. Bu yüzden, işe
buradan başlamam. Yerine başka bazı
seçenekler üzerinde dururum. Mesela:
4
Mevcut
“stratejik
işbirliği”
düzenlemelerinin derecesini düşürmek.
Pentagon ve İsrail Silahlı Kuvvetleri ve de
ABD ve İsrail istihbaratı arasında
kurumsallaşmış bir dizi güvenlik işbirliği
düzenlemeleri mevcut. Obama yönetimi
toplantılardan bazılarını erteleyebilir yahut
askıya alabilir ya da alt düzey yetkililer
göndermeye başlayabilir. Bu adımın bir
emsâli de var: Reagan yönetimi “stratejik
ortaklık”
anlaşmalarının
müzakere
edilmesinden sonra 1982'de İsrail'in
Lübnan’ı işgal etmesi üzerine hepsini
askıya aldı. Böylesi bir adım İsrail
güvenlik teşkilatının dikkatini muhakkak
ki çekecektir.
2 Söylemi Değiştir. Obama yönetimi,
belirli İsrail politikalarını tanımlamak için
farklı
dil
kullanmaya
başlayabilir.
Çoğunluğu yahudilerden oluşan bir devlet
olarak İsrail'in varlığına yönelik bağlılığını
yeniden
teyid
ederken,
yerleşim
inşaatlarını Amerikalı diplomatları ürkek
ve samimiyetsiz gösterecek şekilde
“yardımcı olmayan” (unhelpful) ifadesiyle
karşılamaya son verilebilir. Bunun yerine,
yerleşim
yerlerini
“yasadışı”
veya
“uluslararası hukukun ihlali” olarak
tanımlamaya
başlayabiliriz.
BM
sözleşmesi güç kullanımı yoluyla toprak
kazanımını yasaklar; Dördüncü Cenevre
Konvansiyonu, devletleri, gönüllü bile
olsa, bir nüfusu savaş-işgal şartları
altındaki bölgelere nakletmekten men eder.
5 İsrail'in ürettiği askeri teçhizatların
satın alımını azaltmak. Amerika, İsrail'e
askeri yardım vermenin yanısıra İsrail
7
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
savunma sanayinden milyon dolarlık silah
ve hizmet satın alıyor. Obama, bu satın
alımları yavaşlatması veya azaltması için
Savunma Bakanı Robert Gates'e tâlimat
verebilir ki işlerin her zamanki gibi
gitmediğine dair yanlış anlaşılmayacak bir
sinyal gönderecektir. İsrail ekonomisinin
mevcut ekonomik krizdeki meyline
bakınca bu adım da gözden kaçmayacaktır.
sergilemeyi deneyebilir. Örneğin, işgale
son vermeye razı olana dek İsrail'le
ilişkilerini daha üst düzeye taşımaması için
Avrupa Birliğini yüreklendirebiliriz.
Obama'nın tüm bu adımları kullanmaya
ihtiyacı olacağını sanmıyorum – hepsi
birden aynı anda kesinlikle kullanılmamalı
– fakat baskı kurmak gerekli olduğu
takdirde ABD'nin açıktır ki bol miktarda
seçeneği var. Ve bu tebdirlerin pek çoğu
sadece Yürütme Organı tarafından hayata
geçirilebilir; böylelikle özel ilişkilerin
Kongre'deki dokuz canlı savunucuları
yandan kuşatılabilir. Aslında bu tedbirlerin
bazılarının üzerinde durulduğuna dair
ipucu verilmesi, mevcut durumunu gözden
geçirmesi için Netanyahu'yu muhtemelen
harekete geçirecektir.
6 Yerleşim faaliyetlerini destekleyen özel
kuruluşlara karşı sertleşmek. Geçenlerde
David Ignatius'un Washington Post'ta
kaydettiği
gibi,
İsrail'deki
yardım
kuruluşlarına giden pek çok özel bağışlar
ABD'de vergiden düşülüyor; yerleşim
faaliyetlerini destekleyen özel bağışlar da
buna dâhil. Hiç mantıklı değil: Yani
Amerikalı vergi mükellefleri ABD'nin
muayyen politikalarının hilâfına düşen ve
aslında uzun vadede İsrail'in geleceğini
tehdit eden faaliyetlere dolaylı olarak para
yardımında bulunuyorlar. Nasıl ki terörist
örgütlere akan yardımsever katkıların izi
sürüldü,
ABD
Hazinesi,
yasadışı
faaliyetleri destekleyen (bazı meşhur
Hıristiyan Siyonistlere ait olanlar dâhil)
yardımsever örgütlere göz açtırmayabilir.
En önemlisi, Obama ve yardımcıları,
İsrail'in ABD'deki destekçilerine ulaşma ve
işgale son vermesi için İsrail üzerinde
baskı kurmanın, İsrail'in bekâsı adına
zaruri olduğunun izahını yapma ihtiyacı
hissedecekler. İsrail yanlısı câmianın daha
uzak görüşlü unsurlarıyla - J Street, the
Israel Policy Forum, Brit Tzedek v'Shalom
- çalışmak ve yönetiminin İsrail'e ihanet
etmediğini mükemmel bir şekilde açıklığa
kavuşturmak durumunda olacaktır.
7 ABD kredi garantilerine sınır
getirilmesi. Birleşik Devletler çeşitli fırsat
ve gerekçelerle İsrail’e, ticari bankalardan
düşük faizle borç alma imkanı sunan kredi
garantileri verdi. 1992'de Birinci Bush
yönetimi, İsrail yerleşim yerlerinin inşasını
durdurmaya razı olana ve Madrid barış
konferansına katılmayı kabul edene dek
yaklaşık 10 milyar dolarlık garantiyi
geciktirdi; bu ihtilaf, Likud / İzak Şamir
hükümetinin ayağını kaydırdı ve iktidara
İzak Rabin'i getirdi ki böylece tarihi Oslo
Antlaşması mümkün oldu.
Ve evet, ılımlı bir konum alması için
Hamas'a baskı yapmaya devam edecek ve
daha etkili idâri kurumlar kurması için
Filistin Otoritesine bastıracağız.
Şayet iki devletli çözümü gerçeğe tahvil
etmenin gereği bu ise, ABD'nin manivela
gücünün her iki tarafta da kullanımı sadece birinde değil - “İsrail karşıtı” bir
politika değildir ki işte kavranması gereken
kilit nokta burası. Kendimiz ve İsrail için
yapabileceğimiz en iyi şey aslında budur.
Esasen ABD, İsrail'e bir seçenek sunuyor
olacak: Filistin topraklarını işgale son
verebilir, iki devletli çözüm için faal bir
şekilde
çalışabilir
ve
bu
sûretle
Amerika'nın aziz tuttuğu bir müttefiki
8 Nüfuzlarını kullanmaları için diğer
ABD müttefiklerinin yüreklendirilmesi.
ABD, diğer devletlere İsrail'le ilişkilerinin
derecesini yükseltmeleri için geçmişte sık
sık baskı yapardı. Eğer baskı gerekiyorsa,
Birleşik Devletler farklı bir incelik
8
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
olmayı
sürdürebilir.
Yahut
işgali
genişletebilir ve artan bir şekilde Amerikan
desteğinden yoksun kalmakla, güç yoluyla
milyonlarca Filistinliye hâkim olmanın
mâliyetli ve ifsad edici yüküyle yüzleşir.
Aslında çoğu İsraillinin – elbette hepsinin
değil - daha faal ve tarafsız bir Amerikan
rolü istemesinin nedeni de budur. Eski
İsrail Başbakanı Ehud Olmert şöyle
demişti: “Eğer iki devletli çözüm çökerse,
İsrail haklar adına Güney Afrika tarzı bir
mücadeleyle karşı karşıya kalacaktır.” Ve
bu bir kez olduğunda, “İsrail devleti bitti
demektir” diye uyarmıştı. Ha'aretz gazetesi
editörü David Landau, eski Dış İşleri
Bakanı Condoleezza Rice'a, çözüme
mecbur etmesi için ABD'nin İsrail'e
“tecavüz etmesi” gerektiğini söylediğinde
aynı hissiyatı iletmekteydi. Landau'nun
ifadesi sarsıcı ve mütearrızdır fakat İsrail
siyasi toplumunun bazı kesimlerinin
taşıdığı âciliyet hissinin altını çizmişti.
Hakikat, İsrail'in tutumunda gerekli
değişikliklere yol açmak için çok fazla
ABD baskısı gerektiğinden şüpheliyim.
Yakın zamanlarda yayınlanan partilerüstü
bir
beyânatta
kaydedildiği
üzere
“İsraillilerin çoğu anlamakta ve takdir
etmektedir ki günü sonunda İsrail'in
güvenliği adına önemli olan ABD'yle
ilişkilerde emniyet, itimad ve dostluktur.”
Şayet Amerika iki devletli çözümün en iyi
seçenek olduğuna inanıyorsa, o takdirde
“emniyet,
itimad
ve
dostluğu”
kaybetmemenin
İsrail'in
gidişatını
değiştirmesiyle söz konusu olacağını ve
fakat buna rağmen çantada keklik
görülemeyeceğini iletmelidir. (Nisan 2009)
9
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Afganistan niçin bu kadar
zor?
bildiği ortak mallar teorisi bize bir şey
anlatmaktadır ki, biz ne kadar fazlasını
yaparsak, diğer devletler bedavacılığa o
kadar çok meyledecek ve çantayı Sam
Amca taşıyacaktır.
Afganistan neden böylesine zorlu?
Nedenleri hakkında düşünmek zor değil. 1
Afgan toplumunu oluşturan çeşitli kabile /
etnik gruplar arasında kökü geçmişe giden
bölünmeler 2 Dağlık, misafirperver
olmayan bir coğrafya 3 Altyapı yokluğu 4
Zayıf idâri kurumlar ve tarihinde merkezi
hükümetin olmayışı 5 Savaşla geçen
yılların yıkıcı etkisi 6 Yaygın yolsuzluk 7
Yabancı işgaline karşı geleneksel husûmet
vb...Tüm
bunlar
yüzünden,
ülkeyi
dışarıdan inşa etme ve meşru bir merkezi
idâre kurma çabaları çok az ilerleme
kaydetti.
2 Ne kadar çok para koyarsak,
Afganistan o kadar yolsuzlaşacaktır
Afganistan'ın iki ana sanayii var: Haşhaş
üretimi ve uluslararası yardım. Yolsuzluk
gibi yaygın bir problemi de var. Bazı dış
yardım şekillerinin önemli görevler ifa
etmesi söz konusu ise de, kurulduğu
günden bu yana Karzai rejimine askıntı
olan diğer aksaklıkları pekiştirmeye
meyillidir. Kısaca, Afgan halkına somut
şekillerde iyi niyetli ve hayran olunası
yardım çabaları bile bizi daha iyi bir
duruma yaklaştırmayabilir.
Bunlardan başka bir de bazı tabîî stratejik
çelişkiler de çabalarımızı köstekleyecektir.
ABD'nin durumu iyileştirmek için
yapacağı pek çok şey, problemin diğer
veçhelerini daha da kötüleştirecektir. Bir
boyutta ilerleme sağlasak bile, bu ilerleme
bizi bir başka boyutta köstekleyecektir.
Çok çabalamaya rağmen aynı yerde
saymamız için beş neden daha var.
3 Eğer Afganlara “buraya kalmaya”
geldik demeyi sürdürürsek, bize
inanabilirler. Ve onların bazıları
bundan hoşlanmayacaktır.
Afganları “işi bitirene dek” yeterince uzun
kalacağımıza
ve
aceleyle
çekip
gitmeyeceğimize ikna etmemiz gerektiği
söylendi bize. Fakat uzun süre orada
kalacağımıza onları ikna etmek için
yaptıklarımız kaçınılmaz olarak bizi gizli
niyetleri olan yabancı işgalci gibi
gösteriyor. Dolayısıyla, yüklendiğimiz işin
daha muteber görünmesi için sarfettiğimiz
çabalar onu bazı Afganlar nazarında daha
bir meşum kılıyor ve Taliban'ın sempatizan
istihdamını kolaylaştırıyor.
1 Amerika daha çoğunu yaptıkça,
diğerleri daha azını yapacaktır
ABD, 2002'de Afganistan’a girdiğinde
NATO'nun
yardımını
istememişti.
Zamanın bir Amerikalı yetkilisinin
söylediği gibi “ne kadar çok müttefik
olursa, vermeniz gereken izin de o kadar
çok olacaktır.” O zamandan beri köprünün
altından çok sular aktı ve Obama yönetimi
müttefiklerinden daha fazla yardım
almaktan memnun olacak durumda. Çok
sayıda müttefikle çalışmak maalesef
eşgüdüm sorunu yaratmaktadır (örneğin,
Almanların kışkırtması sonucu yapılan
hava saldırısında çok sayıda sivil öldü).
Daha
kötüsü,
Obama
yönetiminin
Amerikan kuvvetlerini artırma kararı ile
daha fazla müttefik yardımı alma arzusu
arasında da bir çelişki vardır. Herkesin
4 Daha fazla saygınlık, daha az kaldıraç
gücü demek
Eski bir hikâyedir bu: Amerika'nın iş
yükümlülüğünü artırmak bizi (ister
Afganistan'da isterse Pakistan’da olsun)
arkaladıklarımıza daha bağımlı kılmaktadır
ki dönüşte bize, onların yaptıkları üzerinde
daha az kaldıraç gücü vermektedir. Asker
sayısını artırmak, Pakistan'dan geçen ikmal
10
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
güzergâhına daha bağımlı olmamıza yol
açmakta ki el Kaide'nin ardından gitmesi
veya başka reformlar yapması için Pakistan
hükümeti üzerinde baskı kurmamızı
zorlaştırmaktadır. Afganistan'da asker
sayısını artırmak, son seçimlerde büyük
hilelerin döndüğüne dair güvenilir
haberlere rağmen, bizi Karzai hükümetine
daha sıkı bağlamaktadır. Bağımlı bir
rejimin “başarısız olmasına müsaade
edemeyeceğimizi” bir kez kararlaştırdıktan
sonra, onun icraatlarına nüfuz etme
kâbiliyetimiz
derhal
buharlaşıp
gitmektedir. Yinelemek gerekirse, daha
fazlasını yapma çabası, umduğumuzdan
daha azını elde etmektedir.
5 Aleniyet paradoksu
Başkan Obama, Afganistan'ı “zorunlu
savaş” diye nitelendirerek politikalarını
savundu ve bu sûretle çatışmanın önemine
ışık tuttu. Demokrasilerde gerekli bir adım
bu ama kaçınılmaz olarak halkın dikkatini
çatışmaya daha fazla davet eder ve mâkul
bir
zamanda
kaydadeğer
ilerleme
sağlandığını göstermeye prim verir. Sekiz
yıl sonra, olumlu işaretler gelmediği
takdirde halk desteği azalacaktır ki
Taliban'ın zamana oynayabileceği ve
Amerikan kamuoyu kanaatini hedefleyen
çabalara girebileceği anlamına gelir.
Akıllı bir liderliğin anlattığımız her bir
gerilimin
üstesinden
gelmesi
veya
yumuşatması mümkündür ama kolay da
olmayacaktır. Bu ve (diğer) çelişkiler, daha
fazla kaynak tahsis etsek ve sorumlu kişiler
ellerinden gelenin en iyisini yapsalar bile,
Afganistan'daki câri çabaların başarısız
olmasının niçin muhtemel olduğunu
anlamamıza yardımcı olabilir. (Eylül 2009)
11
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Afganistan'da askeri
takviyenin gizli mâliyetleri
takdirde Shepard Fairey'in
almada bile sıkıntıya düşebilir.
desteğini
Tüm bunların anlamı, Obama'nın karayla
kuşatılmış, mütevazı bir stratejik öneme
sahip olan Afganistan'daki savaşa zaman,
dikkat ve siyasi sermaye harcamak zorunda
kalacağıdır. Bu arada, dünyanın geri
kalanında hayat sürüyor olacak ve
ABD'nin çok daha önemli bir dizi ülkeyle
ilişkileri dikkat çekmeyecek.. İşte bunun üç
örneği:
Obama'nın Afganistan'daki asker takviyesi
mâliyeti hakkında işittiğiniz sayılar düşük
olmaya mahkûm. Eski muhariplerin sosyal
haklarını, yaralı askerlerin tıbbi bakımları
için harcanacak uzun vadeli mâliyetleri,
giyinecekleri
ve
kullanacakları
teçhizatların değiştirilmesi vb şeyleri de
eklediğinizde Obama'nın salı günü yaptığı
konuşmasında ifade ettiği 30 milyar
doların çok üzerinde bir sayıya ulaşırsınız.
Şayet ihtiyatlı davranmak istiyorsanız,
gerçek mâliyetin duyduğunuzdan iki kat
daha
büyük
olduğunu
varsayın.
Hâlihazırda tahsis edilmiş parayla birlikte,
yıllık 100 milyar dolar civarındadır. Bir
dahaki sefere pas tutmuş bir köprüden
geçerken veya semtinizdeki okul idâresinin
bütçede kesintiye gitmek zorunda kaldığını
ve birkaç öğretmeni daha işten çıkardığını
duyarsanız aklınızda bulunsun.
1. Yeni Japon hükümeti, ABD ile olan
güvenlik anlaşması üzerinde kafa
yoruyor ve onların tüm kaygılarına
uyum sağlamak için acele etmek
gerektiğini düşünmüyorum ama
muhakkak ki çok yakın bir ilgi
göstermemiz gerekir. Kısa sürmüş
bir Asya gezisinden henüz dönen
Obama'nın Japonya'yla (ve diğer
kilit Asyalı müttefiklerle) ilişkileri
arka rafa koyması muhtemeldir. Bu
bir hata olacak çünkü Amerika'nın
oradaki konumunda kaydadeğer bir
aşınmanın, Afganistan harekâtının
sonuçlarından çok daha önemli
etkileri olacak. Uzun vadeli bir
Asya
güvenlik
stratejisini
ayrıntılarıyla birlikte planlamak
zaman ve ilgi ister ve bu tam da
Obama'nın şu an sahip olmadığı bir
şeydir.
2. Türkiye'nin demokratik hükümeti,
Avrupa ve Asya kavşağında daha
bağımsız ve nüfuzlu bir konum
şekillendiriyor. Planlanmış bir
NATO
tatbikatına
İsrail'in
katılımını
reddetme
kararı
(tatbikatın iptal edilmesine yol
açmıştır), tıpkı Suriye ve İran'la
daha faal bir yakınlaşma içinde
olması gibi, yeni bağımsızlığın
işaretlerinden biridir. Bu gelişme
ille de kötü bir şey değildir şayet
Türkiye artan nüfuzunu yapıcı bir
şekilde kullanırsa. Fakat küresel
sahnenin sürekli bir ilgi ve incelikli
Fakat Afganistan'da daha da derine
kazmanın bir diğer mâliyeti de var. Obama
Afganistan'da
“başarı”
olarak
tanımlayabileceği
bir
şeyleri
elde
edebileceğini düşünerek artık başkanlığının
geleceğini bahse konu etti ve bunu yapmak
için sadece 18 ay'ı var. Kısa sürede
toparlanması muhtemel olmayan mecalsiz
bir ekonomiyle zincire vurulmuş haldedir
ve bu yüzden 2012'ye kadar hoşnutsuz
seçmenlerin sayısı kabarık olacaktır.
Demokratlar orta vadede sandalye kaybına
uğrayacaklar ve seçmenlerin büyük
desteğini kazanmış kanun tasarılarını
geçirmek bile zorlaşacaktır. (Obama'nın
farklı olacağını düşünerek) 2008 yılında
onun adına didinen pek çok insanı
yabancılaştırdığından dolayı Beyaz Saray'ı
kazandıran taban şevkini yeniden üretmede
zor zamanlar yaşayacaktır. İlerlemeci
Demokratlar taraf değiştirmezler ama
içlerinden bazıları evlerinde oturacak.
Afganistan hızla düzlüğe çıkmadığı
12
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Çok kötümser olduğumu söylüyorsunuzdur
çünkü Obama'nın dış politikada derin bir
uzmanlığı olan ehil bir yönetim kadrosu
var ve hiç kimse başkanın her şeyi
yapmasını beklemez. Bu problemleri
Pentagon'a, Ulusal Güvenlik Konseyi
yetkililerine ve Dışişleri Bakanlığı'na
havale edebilir ve kendisi bir lazer gibi
Orta
Asya'ya
(ve
ekonomiye)
odaklanabilir.
Amerikan tepkisi gerektiren yeni
bir özelliğidir ve bahse girerim ki
bu da gerçekleşmeyecek
3. Brezilya,
burada,
Batı
yarımküresinde, daha bağımsız ve
daha az hürmetkâr bir güç haline
geliyor. Brezilya Cumhurbaşkanı
Lula de Silva 2003 yılından beri
dünya çapında 30'dan fazla
büyükelçilik açtı, Venezüella'nın
güçlü adamı Hugo Chavez'le arası
iyi, İran'ın nükleer araştırma
programını savundu ve İran
Cumhurbaşkanı
Mahmud
Ahmedinejad'ı
geçenlerde
Brezilya'da ağırladı. Obama ve
Lula bazı meseleler hakkında
karşılıklı mektup alışverişinde
bulundular ve Brezilya Dışişleri
Bakanı Celso Amorim, iki ülke
arasında “hiçbir krizin” olmadığını
söyledi. Fakat iki ülkenin “farklı
enlemlerde
bulunduğunu”
ve
“anlaşmazlıklara
alışmak
gerektiğini” de söyledi. Daha güçlü
ve daha iddialı bir Brezilya, (Batı
yarımküresinde
Amerikan
hâkimiyetine
uzun
zamandır
kızgınlık besleyen) diğer Latin
Amerika
ülkeleri
için
yeni
diplomatik fırsatlar ve de diğer
büyük
güçler
için
fırsatlar
yaratacaktır. Monroe Doktrini'nin
tedricen
aşındığının
habercisi
olabilir mi bu?
Buna inanmayı dilerdim fakat tıkır tıkır
işleyen bir dış politika aygıtı olduğuna dair
pek bir delil göremiyorum. Benim
okumalarım, Beyaz Saray'ın, politikanın
ana hatları üzerinde sıkı bir denetim tesis
ettiğini telkin ediyor ve bizzat (stratejik
vizyona fırsat düştükçe kaşla göz arasında
ışık tutan) başkan hâriç, büyük resmin
kimin sorumluluğunda olduğunu halen
çözmüş değilim. Afganistan'daki askeri
güç artırımı kararının beşeri ve parasal
mâliyetine ilave olarak bir de fırsat
mâliyeti var. Bir günde sadece 24 saat, bir
haftada sadece yedi gün var ve pek çok
önemli mesele hak ettiğinden çok daha az
ilgi görecek. (Aralık 2009)
Bu gelişmelerden hiçbiri de Amerika'nın
hayâti çıkarlarına hemen tehdit teşkil
etmiyor fakat hepsi de Washington'ın ilgi
ve alakasını ve gelişmiş bir strateji
izlemesini
talep
edebilirler.
Fakat
tahminim o ki baştan savma bir şekilde ele
alınacaklar çünkü Obama'nın ilgisi ve
Washington'ın entelektüel oksijeni AfPak
üzerinde dönen sonu gelmez tartışma
tarafından emilecek.
13
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
“Sadece bir oyun”Gerçekten!
Gary Sick, The National gazetesinde kendi
düşüncelerini kaleme alarak “Oyunun
sonuna doğru, Amerikalılar görünüşte
müttefik olanları uzağa düşürmüş, zamanı
ve çabayı israf etmişlerdi; İran ise
başlangıçtakinden
daha
iyi
bir
durumdaydı” diye kaydetti. Sick, “fakat
Amerikan ekibinin hamleleri, ABD'nin son
üç yönetim boyunca uyguladığı stratejinin
aynısıydı” fikrinde.
Bir hafta önce, İran nükleer programına
dönük uluslararası çabaların bir günlük
simülasyonuna katılma fırsatım oldu;
sponsoru, Harvard üniversitesi Belfer
Center'dı. Katılımcılar çeşitli takımlara
ayrıldılar (ABD, AB, Rusya, Çin, İran,
İsrail ve bir de diğer Körfez ülkelerini
temsilen bir KİK ekibi); olaylara nezaret
eden bir de kontrol ekibi vardı (ve
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun
rolünü oynamıştı). Önde gelen bazı
gazeteciler müzakereleri izlediler; ayrıca
bilgi “sızdırmaları” da mümkündü.
Simülasyon 1 Aralık 2009 itibariyle
gelecek 11 ayı
içerecek şekilde
tasarlanmıştı ve çeşitli takımlar yüzyüze
(iki taraflı veya çok taraflı) müzakereler
yapabiliyor, askeri kuvvetleri hareket
ettirebiliyor,
basın
açıklamaları
yapabiliyor, arka kanaldan teklifler
yapabiliyorlardı. Kısacası, gerçek dünyada
mümkün olan her hareketi sanal olarak icra
edebiliyorlardı.
Tecrübenin/deneyin tadını adamakıllı
çıkardım fakat farklı bir dizi sonuca
vardım (Ben Amerikan ekibindeydim ve
Savunma Bakanı Robert Gates rolünü
oynadım). Oyunun sonunda vardığım
sonuç şu ki bir kimse bu tecrübeden
sağlam hükümler çıkaramaz ve başlıca
endişem, katılımcıların tam da bunun
cezbesine kapılacak olmalarıydı.
Benim kanaatime göre oyunun “hârici
geçerliliği”
üç
gerçekdışı
nitelikle
sınırlıydı.
Birincisi, oyunun zaman çizelgesi aşırı
derecede sıkıştırılmıştı. Aslında, sadece altı
saat içerisinde tam bir yıllık müzakereleri
temsil etmeye çalışıyorduk. Dolayısıyla,
oyundaki her bir saat iki aya denk
geliyordu yani bir takım diğer takıma bir
mesaj gönderebilecek ve sırf bir ay ya da
daha fazla bir süre geçtiğini keşfetmek için
vakti gelince bir cevap alacaktı ve orijinal
mesaj artık tam anlamıyla eskiydi. Daha
önemlisi, oyunun aşırı hızı, seçenekleri
tartmak ve hatta açık ve yeni stratejileri
formülleştirebilmek için düşünmeye yer
bırakmadı (Oyuna başlamadan evvel,
yaklaşımlarını
belirlesinler
diye
takımlardan her birine 25 dakika verildi;
gerçek hayatta ABD liderlerinin bundan
daha iyisini yaptığını düşünmek hoşuma
gidiyor. Kahretsin, Obama Afganistan'da
ne yapacağına karar vermek için birkaç
“ay” harcamıştı). Evet, zaman çok kıymetli
bir emtiadır ve politika yapımcıları el
çabukluğuyla
marifet
sergilemek
durumunda kalmaktadırlar fakat daha
Haber olarak da yayınlanan sonuçlar
cesaret kırıcı: İran, oyunun sonuna dek
uranyum zenginleştirme çalışmalarına son
vermeye razı olmadı, P5+1 koalisyonu
çöktü, ABD ve İsrail nazikçe “açık ve
samimi görüş alışverişinde” bulundular. İyi
haber denilecek tek şey, oyunun sona
erdiği ana kadar askeri kuvvete
başvurulmamış olmasıydı.
Çeşitli katılımcılar, yanlarında alıp
götürdükleri
tecrübelerden
ayıltıcı
bulduklarını yayınladılar. Washington
Post'ta yazan David Ignatius (katılımcı
gazetecilerden biriydi) yalnızca simülasyon
olmasına rağmen, oyunun yine de “önemli
bazı gerçek hayat dinamiklerini ve
herhangi bir diplomatik stratejinin İran
nükleer gayretini -şimdiye kadar –
durdurmadaki yetersizliğini gözler önüne
serdiğini” söyledi. İran ekibinin başındaki
14
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
gerçekçi bir zaman çizelgesinin çok farklı
sonuçlar üreteceğine inanıyorum.
katılımcı listesini (uygun İranlılar dâhil?)
bir araya getirmek ise imkânsız değilse de
muhakkak ki daha zor olacaktı.
İkincisi, dört ya da beş kişilik “takımlarla”
karmaşık çoktaraflı müzakereleri temsil
etmeye çalışmak sorunluydu özellikle de
bazı takım üyeleri (ben dâhil) sınıfa gidip
ders vermek üzere geçici olarak oyunu terk
etmek zorunda kaldıklarında. Bu kısıtlama,
90 dakika boyunca nâmevcut olmam
demekti yani oyunun zaman çizelgesine
göre ABD Dışişleri Bakanı üç ay süreyle
kimseyle haberleşmiyordu. Aynı problem
Dışişleri Bakanı olan kişiyi de aynı süre
zarfında taca attı. Dahası, takım üyelerinin
kadrolarının olmayışı dolayısıyla da emir
verecek astlarının olmayışı yüzünden yetki
devredilecek kimse de yoktu ve ilgili
tarafların tümüyle sürekli olarak müşavere
yapmak imkânsızdı hatta ki her iki taraf
bunu istese bile. Bazılarına Bush dönemi
“tek taraflılığı” olarak görünen şey,
oyunun yapısı gereği kaçınılmaz bir insan
eseriydi.
Netice şu ki sûni deneyin öğrettiklerinden
herhangi bir sonuç çıkarmada son derece
temkinli olmalıdır. Bana göre bunun
gerçek değeri, gaipten haber vermemize
imkân veren ham kristal küre veya bazı
çetrefilli diplomatik problemlerin çözümü
önündeki muayyen engelleri teşhis
etmemize imkân veren analitik bir düzenek
olmasında değildir. Her şeyden evvel, İran
nükleer meselesinin çözümünün kolay
olmadığını, P5+1 içerisinde bazı gerilimler
olduğunu veya İran'ın hedeflerinin diğer
katılımcıların
hedefleriyle
kavgalı
olduğunu keşfetmek öyle tam da manşetlik
haber değildir.
Aslında, böyle bir deneyin potansiyel
değeri, katılımcıları farklı roller oynamaya
zorlamasında ve bir problemin bambaşka
bir bakış açısından nasıl göründüğünü
göstermesinde yatar. Biraz geç oldu ama,
bazı şeyleri karman çorman etmiş
olmamızı dilerdim. Mesela, İran takımında
birkaç İsrailli'nin olması, Amerikan veya
İsrail takımında Rus, Çinli veya
Avrupalıların olması gibi. Oyunun fiili
“semeresi” her ne olursa olsun, bu bize
meselenin çözümünü zorlaştıran bazı
yanlış anlama nedenlerini öğretebilirdi.
(Aralık 2009)
Üçüncüsü, elde olmayan sebeplerden
dolayı, farklı takımların terkibinde sorun
vardı. Amerika, Rus, Çin ve İran takımları
Amerikalılarla doluydu ve takımların
başında yine onlar vardı; İsrail takımını ise
bütünüyle İsrailliler oluşturuyordu; AB
takımında Avrupalılar vardı. Deneyin
geçerliliğinden emin olmak için her bir
takımın hakikaten de gerçek hayattaki
emsallerinin oynayacağı gibi oynadıklarını
farz etmek durumundasınız. ABD, İsrail ve
Avrupa takımları için doğru olabilir bu
(ben yine de böyle farzetmiyorum) ama
diğerleri için açık ki bir abartı olacaktır.
Bu zorluklar, deneyi gerçekleştirmek için
bâriz
kısıtlamalarla
yüzyüze
olan
düzenleyecilerin kusuru değil. İdeal olarak,
böylesi bir simülasyon bir hafta sonu
boyunca oynanabilir ve daha kısa bir
zaman dilimini kapsayabilirdi ama aynı
derecede etkileyici bir katılımcı dizisini
tüm bir hafta sonu bir araya getirmek çok
daha güç olacaktı. Bihakkın çok uluslu
15
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
İran hakkında daha zeki
seslerin yükselmesi vakti
saldırtmak için kullanılmış o aynı
paronayanın ve kendine aşırı güvenin
ezberden sayılıp dökülmesinden ibaret.
Geçen Ocak ayında burada yazmaya
başladığımda
Obama'nın
seçilmiş
olmasının ve neo-muhafazakâr dış politika
yaklaşımının iflas etmesinin İran'la bir
savaş ihtimalini yok etmediğine dair
uyarıda bulunmuştum. O vakitlerde bana
inanmadıysanız şayet, geçen Perşembe
günü Alan Kuperman'ın New York
Times'da yayınlanan savaş kışkırtıcısı
tutarsız yazısı (op-ed) sizi, bunun
üzerinden yeniden düşünmeye teşvik
etmeli. Jim Lobe'un blogunda işaret ettiği
üzere New York Times'ın bu metni
yayınlamayı kabul etmiş olması, siyasetle
ilgisi olmayan/apolitik bir hâdise değildir
ve ardından gelecek bir Amerikan
saldırısını meşrulaştırmaya ayarlı bir
kamusal tartışmanın habercisi olabilir.
Kuperman, İran nükleer tesislerine
saldırmama kararının Çok Kötü Sonuçlara
yol açacağını farzediyor (ama İran'ın Tel
Aviv'i bombalayacağını iddia etmiyor hiç
değilse) fakat saldırı düzenlememizin ciddi
sonuçları olacağını ise hiç farzetmiyor.
İran'ın orada zaten soruna yol açtığını
söylerken İran'ın Lübnan, Irak veya
Afganistan'da misillemede bulunabileceği
ihtimalini önemsemiyor ve yeterince
kışkırtıldıkları takdirde daha fazlasını
yapabileceklerini gevrek gevrek gözardı
ediyor.
Kuperman makalesinin üçüncü özelliği,
teklif ettiği hareket tarzı ve ABD ulusal
çıkarları arasında açık hiçbir bağın
olmamasıdır. Birileri onu bombalamadığı
takdirde İran'ın muhakkak bombayı elde
edeceğini ve şayet bombayı elde ederse,
Amerika için vahim sonuçları olacağını
sorgusuz sualsiz kabul ediyor. İran'ın er ya
da geç bombayı elde edeceğini farzetsek
bile – kesin olmaktan hala çok uzaktır –
böylelikle İsrail, Pakistan ve Hindistan
saflarına katılmış olacaktır, ki bu olayın
önleyici bir savaşı haklı kılacak şekilde
ABD'ye niçin vahim bir tehdit oluşturacağı
belli değildir.
Kuperman makalesinin bazı özelliklerini
kaydetmeye değer. İlki, zamanlaması.
Times, savaşı savunan ve olağandışı
denilecek uzunlukta (1.500 kelimelik) bir
op-ed makaleyi normalde barış, anlayış ve
ahenkle ilişkili bir tatilde, tam da
Christmas arefesinde yayınlamayı niçin
tercih etti? Ayrıca, insanların ana
mecradaki haber kaynaklarına daha fazla
ilgi ve dikkat gösterdikleri son günde
yayınlandı. Yani makaledeki savlarını
çürütecek mühim karşıt delillerin birkaç
günlüğüne sahneye çıkmaması veya
okunmaması
anlamına
geliyordu;
Kuperman'ın makalesi okunmak üzere
biraz daha uzun bir süre asılı kalacaktı.
İran, nükleer silahını bize karşı yahut
Amerika'nın yakın müttefiklerine karşı
kullanabilecek mi? Yıkıcı bir misilleme
tecrübesi
yaşamak
istiyorlarsa....İran,
ABD'ye hatta İsrail ve S. Arabistan gibi
ülkelere şantaj yapabilir mi? Hayır, tehdit
muteber olmayacak çünkü tehdidi icra
etmek intihara denktir. Teröriste bomba
verebilirler mi? Teoride evet, ama liderler
ciddi riskler içerisinde milyarlarca Riyal
harcayarak caydırıcılık elde edecekler ve
sonra onu ABD veya diğerlerinin büyük
bir misillemesini tetikleyecek şekilde
kullanılabilecek türden gamsız kedersiz bir
üçüncü tarafa teslim edecekler Öyle mi?
İkinci
bulmaca
ise
Kuperman'ın
makalesindeki yeni bilgi veya savların
yokluğu. Tahran'a gitmiş, dönmüş ve
tanıklık yapıyor değil; makalede bilgi
sızdırılması yoluyla atlatma haber yahut
yeni bir analiz unsuru da yok ve Marc
Lynch'in Foreign Policy'de kendisine ait
blogda işaret ettiği üzere Kuperman'ın
savaşın lehindeki savları ülkeyi Irak'a
16
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Sovyetler Birliği'nin elinde on binlerce
nükleer silah bulunduğunu ve bu silahları
acımasız adamların yönettiğini ve bize,
müttefiklerimize veya elinde nükleer silah
bulunmayan çeşitli hasımlarına bile asla
şantaj yapmadıklarını hatırlayın. Mao
Zedong da aynı şekilde insan hayatına
kayıtsızdı ve nükleer savaşa dair bir dizi
kavgacı beyanatlar vermişti fakat 1964'te
bombayı elde ettikten sonra Çin ne daha
fazla saldırganlaştı ne de nüfuzu arttı. Ne
zaman herhangi bir devlet nükleer silah
edinse, nükleer silahların yayılmasına karşı
çıkan şahinler vahim durum tahminleri
sunup dururlar; neyse ki kötümser
tahminlerinin tümü de fiilen yanlış
olduklarını ispatlamıştır.
Saygın entelektüeller önde gelen basın
organlarının sayfalarında bu tür şeyler
söyleyebilirken, dünyanın pek çok yerinde
özellikle
de
(Glenn
Greenwald'ın
ifadesiyle) Amerikan kargısının keskin
ucunu hisseden bölgelerde Amerika'dan
niçin hoşlanılmadığına gerçekten hayret mi
ediyoruz?
İyi haber şu ki Kuperman'ın makalesi blog
dünyasında geriye püskürten kıymetli bir
itki üretti: Yukarıdaki makaleye ilave
olarak, Helena Cobban, FP'den Daniel
Drezner, Richard Silverstein ve Matt
Duss'un zekice kaleme alınmış mukabil
yazılarını görün. Fakat korkarım ki bu
savaş alttan alta ilerliyor ve Başkan
Obama'nın durdurak bilmeyen can sıkıcı
şahin
taraftarlığına
karşı
durma
kabiliyetine itimadımı kaybettim özellikle
de bu taraftarlığın Times gibi bir yayın
organına kadar ulaşmasından ve Beltway'in
sağduyusunda hâleler oluşturmasından
dolayı.
Önleyici savaş savunucularının pek çoğu
gibi Kuperman da bize saldırmamış ve
saldırmak
istediğine
dair
işaretler
vermeyen bir ülkeye saldırmayı haklı
kılmak için mantıksız kabus senaryolarına
başvuruyor. İran gerçekten istiyorsa, askeri
saldırının nükleer silah edinmesini
engellemeyeceğini itiraf ediyor ama İran'ı
bombalamanın bizi daha iyi bir duruma
getireceğine kendisini bir şekilde ikna
etmiş. Müthiş merak ediyorum, İran'ı
bombalamak bizi orada daha mı sevdirecek
veya İran'ın işe yarar bir caydırıcılık
edinme arzusunu mu azaltacak?
Amerikan medyasının Irak savaşına giden
yolda matem tutulası performansına
bakınca, skor tutmanın vakti gelmiştir.
Times'ın op-ed sayfalarında kimin
yazılarının yayınlandığını (Washington
Post ve Wall Street Journal'dan zaten umut
yok) ve haber olarak nelerin verildiğini
kayda alın. Hangi düşünce kuruluşunun,
lobinin,
bilgenin
savaş
tamtamları
çaldığına dikkat edin ve Saddam'ın
devrilmesi kararında hangi duruşu
sergilediklerini
kendinize
hatırlatın.
Obama yönetimi içerisindeki yetkililerin
“kinetik eylemi” (veya diğer örtmece
tabirleri) savunma emârelerine karşı tetikte
olun. Ve tüm bunları yaparken kendinize
eskimez, evlâdiyelik şu soruyu sorun: cui
bono? (bundan kim kâr elde ediyor?)
(Aralık 2009)
Son olarak, Kuperman'ın neyi savunduğu
hakkında açık konuşalım. Saldırı ne kadar
dikkatli ve hedef gözeterek düzenlenirse
düzenlensin, İran'a yapılacak bir hava
saldırısı masum siviller dâhil kaydadeğer
sayıda İranlının ölümüne sebep olacaktır
(muhtemelen içlerinden bazıları mevcut
rejimin muhalifi olacaktır). Kısacası,
Kuperman, Amerikan hükümetinin bir
başka ülkede masum sivilleri öldürmesine
OKEY diyor, o ülkenin en yüksek yakıt
çevrimine ulaşmasını engellemek adına.
(üstelik Nükleer Silahların Yayılmasını
Engelleme Anlaşması çerçevesinde İran'ın
buna hakkı varken).
17
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Robert Gates’e Uluslararası
İlişkiler’de teori dersi lazım
söyleyecek olursak, Avrupa’nın ulusal
güvenliği ciddiye almasını sağlamanın
güvenli tek yolu, Avrupa savunmasına para
yardımında bulunmaktan vazgeçmektir.
Avrupa’yı
savunmaya
yardım için
Amerika’nın artık daha fazla şey yapmaya
ihtiyaç duymadığı hakkında iyi bir sav ileri
sürülebilir: Avrupa barışçıl, demokratik ve
AB çatısı altında gevşekçe birleşti ve ciddi
bir çatışma olması uzak bir ihtimal.
Dolayısıyla şayet ABD aşırı gerildiğini
hissediyor ve kesinti yapacak bir yer
arıyorsa, Avrupa ideal adaya benziyor.
Böylece kendi başlarına daha fazlasını
yapmaya da yönelebilirler.
Robert Gates söylenenlere bakılırsa hayli
zeki bir adam (Soğuk Savaş sonlarında
birkaç şeyde hata yaptıysa da) ve
selefinden daha iyi bir Savunma Bakanı.
Fakat İki gün önce bir NATO toplantısında
yönelttiği taşkın sözler, ortak iyilik teorisi
hakkında hiçbir kavrayışa sahip olmadığını
ifşa etmeye yaramıştır. Olson ve
Zeckhauser’ın klasik metinlerini [An
Economic
Theory
of
Alliances]
yayınlamalarından bu yana biliyoruz ki bir
devletin tüm kaynaklar üzerinde orantısız
bir hisseyi kontrol ettiği çoktaraflı
ittifaklar, kaçınılmaz olarak hazıra
konmayı teşvik eder. Niçin? Çünkü güçlü
bir devletin müttefikleri bilir ki o kendi
çıkarlarından hareketle ortak iyiliğin
gereğini yapacak (eldeki vakada askeri
harcamalar ve koruma) ve zayıf üyeler
servetlerinin daha cüz’i bir kısmını
harcayabilecek
ve
halen
güvende
olabileceklerdir.
Fakat Amerika’nın şişkin savunma
çabalarına denk bir çabaya girmelerini
beklemeyin. AB üyesi devletler ciddi bir
askeri tehditle karşı karşıya olmadıkları
gibi, uzak yerlerdeki büyük sosyal
mühendislik tasarılarımıza da hassaten
ilgili gösteriyor değiller. Haliyle bizimkine
yakın bir orduyu niçin isteyecekleri açık
değildir hem de onları artık korumuyor
olsak bile (gerçi Washington’ın böyle bir
şeyi isteyip istemediği de büsbütün açık
değil ve ayrı bir hikâyedir bu).
Demek ki daha kudretli olanın bu
durumdan sızlanmasının veya durumun
çok da değişeceğini beklemesinin hiçbir
anlamı yoktur özellikle de Afganistan gibi
yerlerde işin aslan payını yapmakta ısrar
ederken. Avrupalı müttefiklerimizin ortak
savunma yükünde bahse değer ölçüde daha
fazla hisse üstlenmesini sağlamanın tek
yolu, katkılarımızı bahse değer ölçüde
azaltmaktır; Robert Gates’in yaptığı gibi
müttefiklerimizi azarlamak geçmişte işe
yaramadı ve bugün de işe yaramayacak.
Gates’ın hayal kırıklığının gerçek kaynağı,
Avrupalı
ortaklarımızın
Amerika’nın
sırtındaki yükün birazını almaları arzusu.
Başka bir ifadeyle, Avrupa’nın bizim
istediğimiz şeyleri yapmasını istiyor
sadece. Bunun arzulanır olduğunu niçin
düşündüğünü anlıyorum ama bunun
gerçekleşeceğini
niçin
düşündüğünü
anlamıyorum. (Şubat 2010)
Gates ve Obama yönetimindeki diğerleri,
Obama (17.000’i geçen ilkbaharda,
30.000’i geçen sonbaharın başlarında)
Afganistan’a 47.000 ilave asker gönderme
kararı aldığında Avrupalıların aynı şeyi
yapmak için öne atılmadıklarını fark
etmediler mi? Masaya vurduk, daha
fazlasını istedik ve göstermelik tepki aldık,
ki tam da ummamız gereken şeydi. Tekrar
18
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
İsrail’in vahşi yanlışlarının
en sonuncusu
Bu son hoppalık, binlerce Lübnanlı’nın
yaralandığı ve milyarlarca dolarlık zarara
yol açan 2006 Lübnan saldırısı veya çoğu
çocuk 1.300 Gazzeli’nin öldüğü 2008-2009
katliamı kadar kalın kafalılıktır. Bu
hareketlerin hiçbiri de stratejik bir kazanım
getirmedi ve hepsi de İsrail’in stratejik
düşüncesinde
1967’den
beri
şahit
olduğumuz sürekli bir kötüleşmenin
mevcut delillerine ilave delillerdir.
İsrail ordusunun, Gazze’ye ilaç, gıda ve
inşaat malzemesi gibi insani yardım
ulaştırmaya teşebbüs eden altı sivil araçtan
oluşma Özgür Gazze Filosuna haksız
saldırısını
artık
hepiniz
duymuş
olmalısınız. Gazze nüfusu 2006 yılında
beri İsrail’in felç edici kuşatması altında.
Gazzeli seçmenler, Bush yönetiminin
ısrarıyla
yapılan
özgür
seçimlerde
korkusuzluk sergileyip Hamas’a oy
verdiklerinde İsrail ablukası başladı; Bush
yönetimi, sonuçlardan memnun kalmadığı
için bu kez yeni hükümeti tanımayı
reddetti.
İkinci sorum: “Obama yönetimi bu
meselede biraz metânet sergileyip İsrail
budalaca ve tehlikeli bir şekilde hareket
ettiğinde ABD başkanlarının yaptığı
samimiyetsiz beyanâtların ötesine geçecek
mi? Başkan Obama, bizim hârika
Amerikan
değerlerimiz
hakkında
konuşmayı seviyor ve Obama’nın parlak
yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi “bu
değerleri sadece kolay olduğunda değil zor
olduğunda da yukarıda tutmalıyız” diyor.
Aynı belge, “kural temelli uluslararası
düzenden”
de
bahsetmekte
ve
“Amerika’nın
hukukun
üstünlüğüne
bağlılığı, 21. yüzyılın sorunlarına göğüs
gerebilecek bir uluslararası düzeni inşa
gayretimizin de esasıdır” demektedir.
Güzel, eğer bu doğruysa, Obama’nın
söyledikleriyle
neyi
kastettiğini
ispatlayabileceği nefis bir fırsat var. Bir
insâni yardım misyonuna saldırmak,
Amerikan değerleriyle bağdaşmaz isterse o
yardım misyonu, ablukaya meydan
okumak gibi kışkırtıcı bir harekete girişmiş
olsun. Ayrıca, saldırının uluslararası
sularda yaşanmış olması, uluslararası
hukukun doğrudan ihlalidir. Ara seçimler
yaklaşırken ilkeli bir duruş sergilemek,
Amerikan yönetimi için siyaseten zordur
elbet fakat değerlerimiz ve hukukun
üstünlüğüne bağlılığımız, bir başkanın oy
uğruna feda edeceği şeylerse, o halde pek
de kıymetli değiller demektir.
Geçen Salı gecesi, İsrail donanmasına
bağlı kuvvetler ve komandolar, uluslararası
sularda bulunan silahsız gemilerden birine
saldırarak en az on barış eylemcisini
öldürdü ve çok sayıda kişiyi de yaraladı.
İsrail ordu sözcüsü, İsrail’in gemiye çıkıp
el
koyma
çabalarına
yolcuların
direnmesinden dolayı güç kullanmakta
haklı olduğunu iddia etti. Diğer İsrailli
yetkililer, kırk ülkenin vatandaşlarından
oluşan ve aralarında bir Nobel Barış
ödüllüsü, eski bir Amerikan büyükelçisi ve
de Holokost’tan sağ kurtulan bir kişinin de
olduğu eylemcileri Hamas’la hatta el
Kaide’yle
bağlantıları
olan
terör
sempatizanı olarak resmetmeye uğraştılar.
Haberleri duyduğumda ilk sorum şu oldu:
“İsrail liderleri ne düşünmüş olabilirler?
İnsâni bir misyona uluslararası sularda
öldürücü
bir
saldırı
düzenlemenin
kendilerine ne gibi bir fayda sağlamasını
umuyorlar? İsrail hükümeti ve onun sertlik
yanlısı destekçileri, İsrail’i sözümona
“gayri meşru kılma” çabalarından sık sık
şikâyet ederler fakat İsrail’in dünyadaki
itibarını dibe vurduran işte tam da böylesi
hareketlerdir.
Daha önemlisi, İsrail’in bu yanlış yola
sapmış kavgacı hareketi, Amerikan
çıkarlarına çok daha büyük bir tehdit teşkil
etmektedir. İsrail’e yardım malzemesinin
19
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
ve diplomatik korumanın büyük bir
kısmını ABD sağladığından dolayı ve
başkandan en alt düzeydekine kadar
siyasetçilerin
ABD-İsrail
arasındaki
“sarsılmaz
bağlara”
gönderme
yapmalarından dolayı dünyadaki herkes
doğal olarak biz ve İsrail’in çoğu eylemi
arasında ilişki kuruyor. Dolayısıyla İsrail
böylesi saçma ve tuhaf şeyler yaptığında
yalnızca kendi imajını lekelemekle
kalmayıp Amerika’nın da kötü durmasına
yol açıyor. Bu hâdise, Ortadoğu ülkeleriyle
ilişkilerimize zarar verecek, “SiyonistHaçlı İttifakı” hakkındaki cihatçı anlatılara
yeni inanılırlık katacak ve de İran
meselesinin ele alınışını zorlaştıracaktır.
Hâdiseyi
hafifsersek,
dünyadaki
dostlarımız nezdindeki ahlâki itibarımıza
da
mâl
olacaktır.
İsrail’le
özel
ilişkilerimizin tam bir külfet olduğunun –
sanki daha fazlasına ihtiyacımız varmış
gibi - yalnızca fazladan yeni bir delilidir
bu.
maddelerini askıya alabiliriz. Gazze
ablukasının kanun dışı, gayri insâni
olduğunu, amaca zarar verdiğini yüksek
sesle ve açık açık ifade edebilir, ablukayı
derhal kaldırmaları için İsrail ve Mısır’a
baskı uygulayabiliriz.
Fakat saydığımız güçlü tedbirler bile altta
yapan problemi yani bizzat çatışmayı
çözmeyecektir. Söz konusu olan her iki
tarafı bir anlaşmaya zorlamak olduğunda,
bu yönetimden çok fazla şey beklememeyi
öğrendim zira Obama iyi oyundan
bahsediyor ama her iki taraf üzerinde
anlamlı bir baskı kurmuyor. Bu son olay
Obama’yı Beyaz Saray’a gelir gelmez
İsrail-Filistin meselesini liste başına
almakta haklı olduğuna ama geçen yaz
(2009) ve sonra geçen ilkbahar’da
Netanyahu ayak direttiğinde ona teslim
olmakla hata ettiğine ikna etmiş olabilir. O
ricâtların neticeleri, işgal altındaki
topraklarda durum daha da kötüleşirken
kıymetli bir zamanın yitip gitmesi oldu.
Kısacası, Obama yönetimi bu budalaca
harekete ne kadar kızdığını göstermediği
takdirde, ABD’nin tepkisi gerçekten dişli
olmadığı takdirde, diğer devletler haklı
olarak Washington’ı onarılmaz şekilde
zayıf ve ikiyüzlü bulacaklardır. Obama’nın
“Yeni Bir Başlangıç” başlıklı Kahire
konuşmasının, Boş Söylemlerin Şeref
Listesinde seçkin bir yere sahip olacağı
kesindir.
Obama, iki devletli çözüm lehine zaman
hızla azaldığından dolayı bu fırsatı ele
geçirmeli, farklı bir yaklaşıma niçin ihtiyaç
duyulduğunu, bu çatışmayı nihayete
erdirmenin ABD ulusal güvenliği adına
niçin bir öncelik olduğunu Amerikan
halkına izah etmek için bu fırsattan istifade
etmelidir. Her iki taraf üzerinde Amerikan
baskısı kurmanın hem İsrail hem de ABD
çıkarlarına nasıl hizmet ettiğini de
açıklamalıdır. Bunu yapmak için kendisine
yardım edecek yeni yüzlere ihtiyacı olacak
zira şu an kullanmakta olduğu ekip bir
yıldan fazla bir zamanı hiçbir kazanım elde
etmeden harcadı (Eğer ekonomi takımı da
böyle azimli olsaydı, ekonomimiz sarmal
çize çize uçurumdan aşağı
hala
yuvarlanıyor olurdu). Dolaylı görüşmelerin
yeniden başlatılmasının bir değeri yok
çünkü o görüşmeler, önceki yüz-yüze
görüşmelerin bir adım gerisinde kalıyor ve
başarısız olması da muhtemeldir.
ABD nasıl tepki verebilir/di? İsrail’in
hareketini yalın bir İngilizceyle ve hiç
kaçamak
yapmadan
kınayabilirdik.
İsrail’in hareketini kınayan bir BM
Güvenlik Konseyi karar taslağının
hazırlanmasına
ve
Konsey’den
geçirilmesine yardım edebilir ve neler
olduğunu tespit için uluslararası bir
komisyon kurulması çağrısı yapabilirdik.
Ve şayet Amerikan istihbaratı filoyu
izlemişse – ki izlemiş olmalıdır –
topladığımız
bilgileri
komisyonun
erişimine açmalıyız. İsrail’e askeri yardım
paketlerini iptal edebilir veya bazı
20
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Üçüncüsü, bizzat İsrail’le ve özellikle de
onun şu anki hükümetiyle ilgili. Nükleer
silahları, güçlü bir ordusu, gitgide daha
müreffeh bir ekonomisi ve hayli ileri bir
teknolojisi olan ama bir milyondan fazla
insanı Gazze’de kuşatma altında tutan, Batı
Şeria’daki milyonlarca insanın siyasi
haklarını inkâr eden, liderleri sadece iyi
silahlanmış ordulara karşı değil masum
sivillere, uluslararası barış eylemcilerine
karşı da ölümcül güç kullanma konusunda
vicdan azabı duymayan ve bu arada
kendilerini masum kurbanlar olarak takdim
eden bir ülke hakkında nasıl düşünmemiz
bekleniyor? Siyonist rüyada bir şeyler fena
halde yanlış gitti.
düşünüyor? İsrail’in yaptıklarının isabetli
olduğunu
düşünenler
hangileridir?
İroniktir,
İsrail’in
dostları
birinci
gruptakilerdir çünkü vakit çok geç
olmadan ülkeyi kurtarmaya çalışıyorlar.
İkinci gruptakiler ise İsrail’i uluslararası
tecride – hatta belki de daha kötüsüne doğru yokuş aşağı süren hamaset erbâbıdır.
(Haziran 2010)
Dördüncüsü, bu hâdise, ABD’deki “İsrail
yanlısı câmianın” turnusol testidir. İsrail’in
bu gibi aptalca şeyleri yapmayı
sürdürmesinin nedenlerinden biri de sertlik
yanlısı sempatizanları eliyle fiillerinin
neticelerinden uzak tutulmasıdır. AIPAC
sözcüleri, gazetecileri ve üstatları baskını
eğip büken e-posta bombardımanına tâbi
tutmaya başladılar bile. Diğer özürcülerin
de İsrail’in eylemini “meşru müdafaa” gibi
ilkeli bir hareketmiş gibi savunan op-ed
makaleler ve blog yazıları döşeneceğini
umabiliriz.
Eğer
Obama
yönetimi
önerdiğim yollardan birinde ilerlemeye
çalışırsa, İsrail lobisindeki en güçlü
örgütlerin sert muhalefetini hesaba
katabilir.
Peter Beinart’ın New York Review of
Books’ta yayınlanan son makalesi özellikle
de sorusu dikkat çekicidir: “AIPAC ve
Başkanlar Konferansı İsrail liderleri ne
yapmalı veya ne söylemeli ki onlar da
“hayır” diye çığlık koparsınlar? Bunu
kendi kendilerine sormalılar…eğer çizgi
hala aşılmamışsa, çizgi nerede?”
Gelecek
birkaç
gün
içerisinde
siyasetçilerin ve uzmanların bu meselede
nasıl saf tuttuğunu gözleyin. İsrail’in
“çizgiyi aştığını” ve eleştiriyi – hatta belki
müeyyideyi - hak ettiğini hangileri
21
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Türkiye ve neoconlar
destekledikleri
iddiasıyla
perdelenmektedir.
Zaten tahmin edilebilir bir şeydi. Önde
gelen neoconlar, İsrail ve Türkiye’nin
askeri bağlar üzerinden stratejik müttefik
olduğu zamanlarda Türk hükümetinin sesi
çok çıkan savunucularıydılar; AntiDefamation League (ADL) ve AIPAC gibi
gruplar, I. Dünya Savaşı sırasında
Türklerin elinde Ermenilerin başına geleni
Ermeni soykırımı olarak etiketleyen
kararları onaylamaması için Kongre’yi
yüreklendirirlerdi (Ermeni lobisi aylak
değil ama AIPAC ve onun İsrail
lobisindeki müttefiklerine denk de değil).
Fakat Türkiye iyi işleyen bir demokrasi, bir
NATO üyesi ve ABD’nin güçlü bir
müttefiki olmasına rağmen neoconların
şimdi Türkiye’ye düşman olduklarını
görüyoruz. Türkiye’nin demokrasisi elbette
ki mükemmel değil ama hadi bana bir tane
mükemmelini
gösterin.
Neoconların
Türkiye’nin dostu olmaktan çıkıp hasmı
olmalarının basit tek bir nedeni var: İsrail.
Türk hükümeti, Gazze’nin abluka altına
alınmasından itibaren İsrail’in Filistinlilere
karşı muamelesinden dolayı açıkça
eleştireldi; 2008-2009 Gazze saldırısında
sonra eleştirileri arttı ve İsrail ordusunun
Özgür
Gazze
Filosuna
öldürücü
saldırısından sonra doruğuna çıktı.
Lobe’un gösterdiği üzere, önde gelen
neocon
sürüsü
Türkiye’yi
şeytanlaştırmakla meşgul ve bazı hallerde
de Türkiye’nin NATO’dan atılması
çağrısını yapıyorlar.
ADL’nin soykırım suçlamasına karşı bir
ülkeyi koruyor oluşu ironik olmaktan da
ötedir ama siyasi örgütlerin etik tutarlılık
sergilemesi gerektiğini söyleyen mi var ki?
Türkiye-İsrail
ilişkileri
yıpranmaya
başladığında – İsrail’in Filistinlilere
muamelesi karşısında Türkiye’nin duyduğu
öfke, bu yıpranışın üzerine benzin
dökmüştür – ADL ve AIPAC koruma
şemsiyelerini
çektiler
ve
İsrail’in
Kongre’deki savunucuları taraf değiştirdi.
yer
yer
Demek ki bir devletin demokratik olup
olmamasının neoconlar için bir önemi yok;
onlar için önemli olan, bir devletin İsrail’i
destekleyip desteklemediğidir. Dolayısıyla
Usame bin Ladin Afganistan veya
Pakistan’da olmasına rağmen bu kadar çok
sayıda neocon’un ABD’nin Irak’ı işgal
etmesi için niçin çalıştığını ve şimdi de
İran’la savaş için niçin bastırdıklarını
merak ediyorsanız cevabınız işte burada.
Jim Lobe geçen hafta InterPress’te dehşet
bir makale yayınladı ve öncü neoconların
Türk hükümetinin güçlü destekçileri
(bazen de yüksek maaşlı danışmanları)
olmaktan çıkıp ateşli eleştirmenlerine
döndükleri gözler önüne serildi. O,
hikâyeyi benim yapabileceğimden çok
daha iyi aktarmaktadır ama benim
yapacağım birkaç ilave var.
Defalarca
kaydettiğim
gibi,
bir
Amerikalı’nın yabancı bir ülkeye derinden
bağlılık hissetmesinde ve bunu politikada
ifade etmesinde yanlış bir şey yok ama
açık ve dürüst olmaları ve diğer insanları
bir şekilde yobazlıkla suçlamaya tevessül
etmemeleri
şartıyla.
Neoconların
Türkiye’ye karşı çark etmeleri önemlidir
çünkü politik önceliklerini açık seçik ifşa
etmektedir; ve Lobe, bize bunu belgelediği
için tam notu hak ediyor.
Birincisi, eğer bu makale, fiilen tüm
neoconların İsrail mezkezci olduklarına
sizi ikna etmemişse başka hiçbir şey
edemez. Bu yakınlık gizli saklı değil ve
neocon bilge Max Boot’un ifadesiyle,
Yeni-Muhafazakârlığın “kilit akidesidir.”
Fakat İsrail’e bağlılıklarının gerçek boyutu,
umursadıkları şeyin gerçekte özgürlük ve
demokrasi olduğu dolayısıyla da İsrail’i
“Ortadoğu’daki tek demokrasi” olduğu için
22
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Son bir şey de şu: Neoconlar, Amerikan ve
İsrail çıkarlarını özdeşmiş gibi tasvir
ederler. Onların nazarında, İsrail için iyi
olan ABD için de iyidir; ABD için iyi olan
İsrail için de iyidir. Bu iddia, kayıtsız
şartsız Amerikan desteğini iyi bir fikir gibi
göstermektedir; ayrıca onları, İsrail’in
çıkarlarını Amerikan çıkarlarının üzerine
çıkarıyorlar suçlamasından da uzak
tutuyor. Her şeyden evvel, eğer her iki
devletin çıkarları gerçekten bir ve aynı
şeyler ise, o takdirde tanım gereği çıkar
çatışması söz konusu olamaz ve “çifte
sadâkat”
(bu
terimden
hala
hazzetmiyorum)
meselesi
gündeme
gelmez.
ABD ve İsrail belirli bazı ortak çıkarlara
sahiplerse de bu çıkarların özdeş olmadığı
gitgide daha da belli oluyor. Bu durum,
Amerika için iyi olanı desteklemekle İsrail
için neyin iyi olacağını savunma (genelde
yanlışı savunmuşlardır) arasında bir
tercihte bulunmaya zorladığından dolayı
inatçı neoconları gergin bir duruma itiyor.
Mademki önde gelen neoconlar savaş
davulları çalmaya devam ediyor bize de
berbat sicillerini ve altta yatan güdülerini
hatırlamak düşer. (Haziran 2010)
Ben ise tam aksini savunuyorum. “Özel
ilişkilerin” her iki ülkeye de zarar vermeye
başladığını, daha normal bir ilişkinin her
iki taraf için de iyi olacağına inanıyorum.
Özel ilişkiler, Ortadoğu’da Amerikan
karşıtlığına benzin dökerek ve milyarlarca
insanın – evet milyarlarca insanın nazarında bizi ikiyüzlü duruma düşürerek
tam şu an ABD’ye zarar veriyor. Nükleer
silahların yayılmasını önleme gibi bir dizi
meselede
de
siyasetimizin
şeklini
bozmakta ve Ortadoğu barışı davasında
ilerleme sağlamak için nüfuzumuzu
kullanmayı
aşırı
derecede
güçleştirmektedir. Başkan Obama’nın bu
cephelerde kaydettiği başarısızlık – daha
iyisini yapacağına dair defalarca söz
vermesine rağmen – bunu daha da âşikar
kılmaktadır. Aynı zamanda, bu olağandışı
ilişki, İsrail’in içinde bulunduğu tecridi
artıran ve uzun vadeli geleceğini tehdit
eden politikaları sigortalayarak İsrail'e de
zarar veriyor. Hem İsrail budalaca hareket
ettiğinde Amerikalı liderlerin en yumuşak
bir eleştiriyi bile seslendirmesini neredeyse
imkânsız kılmaktadır çünkü böyle bir şeyi
yapmak, özel ilişkilerin mârifetlerine gölge
düşürmekte ve özel ilişkileri savunan
çeşitli grupların gazabını üstüne çekme
tehlikesi taşımaktadır.
23
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Amerika çöküş tehlikesinde
mi?
Diamond’un vaka analizlerinden çıkardığı
dersler nelerdir ve dış politika yönetimiyle
ilgili olarak idrâkimize neler sunmaktadır?
Kitabı bitirdiğimde aklımdan geçen fikirler
şunlardı:
Bu yazın başlarında, Jared Diamond’un
Collapse: How Societies Choose to Fail or
Succeed başlıklı kitabını okuduğumu
söylemiş ve devşirdiklerimi özetleyip
paylaşacağım diye söz vermiştim. Guns:
Germs, and Steel başlıklı diğer kitabına
tam denk değilse de okunmaya değer bir
kitap. Mâzideki pek çok toplum ve
(jeoloji, botanik, adli arkeoloji gibi)
bilimsel bilgi hakkında muazzam bilgiler
edinecek, niçin muvaffak olduklarını yahut
da çöküp gittiklerini öğreneceksiniz.
Birincisi, Diamond, toplumların bazen de
zuhur etmekte olan problemleri önceden
görmekte acze düştüklerini zira eldeki olgu
evvelinde tecrübeye veya yeterli bilgiye
sahip olmadıklarını savunuyor. İlkel
toplumlar,
örneğin,
toprak
yitimi
tehlikesini tanıyamamış olabilir çünkü
toprağın temel kimyası hakkında yeterli bir
anlayıştan yoksundular. Bir toplum,
yüzyüze geldiği sıkıntıları sırf seyrek
cereyan ettiği için fark edemeyebilir çünkü
problemin nasıl tespit edileceği veya
problemin üstesinden nasıl gelineceği
bilgisi
unutulmuştur.
Diamond’un
vurguladığı üzere, bu hassaten de ilkel
toplumlar için sorun teşkil etmektedir
çünkü yazılı kayıtları yoktur; ama ne ki
tarihi hafıza kaybı bizim gibi hayli okuryazar toplumlarda bile yaşanabilmektedir.
Kitabın merkezinde, talepkâr ve/veya
kötüleşmekte olan çevresel, iktisâdi veya
siyasi şartlara intibak edemediklerinden
dolayı çökmüş ve gözden kaybolmuş
toplumlar hakkında yapılan bir dizi vaka
analizi yer alıyor. Diğer toplumların yanı
sıra Ester Adası sâkinlerinin, Mayaların,
Güneybatı Pasifik’teki Anasazilerin, Batı
Grönland’daki
Wiking
kolonilerinin
kaderini inceliyor ve talepkâr şartlarda
dayanıklı hayat tarzları geliştirmeyi
başarmış
Yeni
Gine
dağlılarıyla
kıyaslıyor. Ayrıca, Ruanda soykırımı, Çin
ve Avustralya’nın çevre sorunlarını bu
daha önceki örnekler ışığında inceliyor.
Benzetme yapacak olursak, ABD dış
politikasındaki başarısızlıkların bazılar bu
nevidendir. Afganistan’daki Sovyet karşıtı
mücahitlere verilen ABD desteğinin,
Amerikan karşıtı, derin husûmet besleyen
terörist grupların oluşumuna önayak
olacağını hiç kimse beklememişti. Bu biraz
da ABD liderlerinin dünyanın bu kesimi
hakkında pek bir şey bilmemelerinden ve
de Ortadoğu hakkında ABD’deki kamusal
söylemin boşluklarla dolu olmasından
kaynaklanmıştır. Benzer şekilde, 2003
yılında bizi Irak Savaşına götüren kişiler,
Irak toplumunun tarihi (ve Saddam
rejiminin gerçek doğası) hakkında bahse
değer bir cehalet içindeydiler. İşleri daha
da kötüleştirircesine, Amerikan ordusu
Vietnam’dan aldığı tüm dersleri unutmuştu
ve sadece kısmi bir başarıyla, hepsini
yeniden öğrenmek zorundaydı.
Devletlerin (grupların ve bireylerin)
zarardan dönmeyi ve işe yaramadığı apaçık
olan politikalardan vazgeçmeyi niçin güç
bulduklarını araştıran bir proje üzerinde
çalıştığım için okudum bu kitabı. Bu
başlık, kafası çalışan ve eğitimli insanların
niçin feci (daha sonra keşke denilen
aptalca) kararlar aldıkları gibi (benim için
müthiş büyüleyici olan) daha büyük bir
sorunun
altkümesidir.
Diamond’un
çalışması, Amerika’nın çöküşü hakkındaki
ebedi tartışmayla da alâkalıdır: Olmakta
mı?
Kaçınılmaz
mı?
Nasıl
cevaplandırmalıyız?
İkincisi, toplumlar, liderleri sıkıntının
kaynağından çok uzakta olduğu takdirde,
24
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
genişlemesini I. Dünya Savaşı’ndan sonra
(fiili gücü şüphe götürmez şekilde
azalırken) gerçekleştirmesi gibi, bu olumlu
nitelikler
daha
ziyâde
geçmişteki
yatırımların (ve talihin) ürünü olabilir ve
bunlara odaklanmak, Amerikan gücünün
aşınan temellerini ıskalamamıza yol
açabilir.
azmakta olan sorunu tespit edemeyebilir.
Diamond buna “uzak/taki yöneticiler”
problemi demektedir ve Amerikan
politikacılarının
geriye
bakıldığında
genelde aptalca görünen kararları niçin
aldıklarını açıklayabilir bu. Daha öncede
kaydettiğim üzere, ABD dış politikasından
sorumlu
kişilerin
yüzyüze
geldiği
sorunlardan biri de ele almak zorunda
oldukları
problemlerin
sayısı
ve
kapsamıdır; bu, onları uzaktaki astların
raporlarına bel bağlamaya ve anlamalarını
bekleyemeyeceğimiz meseleleri ele almaya
mecbur etmektedir. Barack Obama birkaç
yılını Peştun dili öğrenerek ve kendisini
Afgan tarihi ve kültürüne gark ederek
geçirmez; bunun yerine, olay yerindeki
şahısların ona anlattıkları üzerinden karar
almak zorundadır ki o şahıslar ondan daha
fazla biliyor da olabilirler bilmiyor da
olabilirler. Maalesef, bu şahısların neşeli
bir tarih anlatmak için açık nedenleri vardır
(kendi gayretlerinin iyi görünmesi için olsa
keşke).
Aptalca kararların dördüncü bir kaynağı da
bireylerin bir bütün olarak toplum çıkarına
değil de kendi bencil çıkarlarına uygun
hareket etme eğilimidir. Tragedy of
Commons (Ortak Malların Trajedisi) bu
problemin klasik bir resmidir fakat aynı
temel
dinamik,
dar
çıkar
grubu
tercihlerinin daha geniş ulusal çıkarlara
baskın çıkmasına müsaade edildiğinde de
görülür. Belirli sanayileri korumak için
uygulanan gümrük tarifeleri veya muayyen
bir seçmen kitlesini yatıştırmak için
tasarlanmış dış politikalar, söz konusu
duruma örnektir.
İronik olarak, bu problemler hassaten de
bugünün pazar yönelimli demokrasilerinde
vahim durumda olabilir. Açık toplumların,
iyi işleyen bir “fikirler pazarını”
beslediğini
ve
farklı
görüşlerin
çatışmasının aptalca fikirleri ıskartaya
çıkartacağını, problemlerin teşhisini ve
vaktinde ele alınmalarını temin edeceğini
düşünmekten hoşlanırız. Bu bazen doğru
galiba ama mâli kaynağı yerinde olan özel
çıkarlar, ulusal aklı güçlük çekmeden
kirletebildiğinde, entelektüel pazarın iflas
edecek olması daha muhtemel bir sonuçtur.
Her şeyden evvel, kendine hizmet eden
yalanlar icat etmek ve gerçeği çarpıtmak
hakikati bulup ortaya çıkarmaktan daha
kolay ve daha ucuzdur ve nezdlerinde
hakikati dile getirmenin lanetli, kendine
hizmet eden siyasi propagandanın ise kaide
olduğu çok sayıda kişi (ve örgüt) var.
Üçüncüsü,
kısa
vadeli
büyük
dalgalanmalar, uzun vadeli olumsuz
eğilimi maskelediğinde ciddi problemler
tespit edilmeden öylece kalabilir. İklim
değişikliği klasik örnektir: Atmosfer
ısısında (günlük, mevsimlik, yıllık ve daha
büyük dönemsel) kısa vadeli pek çok
dalgalanmalar
yaşanır
ve
iklim
değişikliğinden şüphe edenlere, ani
soğukları sera gazlarının kaygı meselesi
olmadığının delili olarak değerlendirme
imkânı verir.
Benzer şekilde, Amerikan üstünlüğünün
uzun vadeli karşı eğilimleri maskeliyor
olabilen kısa vadeli işaretlerini bulması
kolaydır.
İyimserler,
ABD
askeri
üstünlüğüne ve Amerikan ekonomisinin
halen dünyanın en büyük ekonomisi
olduğu gerçeğine veya patent sayısına,
Amerikalı bilim adamlarının kazanmaya
devam ettiği Nobel Ödülleri’nin sayısına
işaret edebilirler. Fakat tıpkı İngiliz
İmparatorluğu’nun en büyük toprak
Profesyonel tahrifatçıların sayısı daha çok
olduğunda, para kaynakları daha iyi
olduğunda, sesleri hakikati söyleyenlerden
daha gür çıktığında, toplum zamanla
25
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
sersemleşecek ve [kendisine söylenen] o
aynı yanlışları tekrarlayacaktır.
alırlar: Bir problemi önceden görememek,
zuhur
ettiğinde
algılayamamak,
algılanması sonrasında çözme teşebbüsü
gösterememek ve çözme teşebbüslerinde
başarılı olamamak.” Bu son husus,
vurgulamaya değer. Devletler sıkıntıda
olduklarını anlasalar ve problemi halletme
konusunda ciddi olsalar bile başarısız
olabilirler çünkü hazır ve güç yetirilebilir
bir çözüm mevcut değildir. Bahse değer
ölçüde kısmetli tarihlerine bakınca,
Amerikalılar, yeterince gayret ettiğimiz
takdirde her hangi bir problemin
çözülebileceğini düşünmeye meyyaldirler.
Bu geçmişte doğru değildi; bugün de doğru
değil ve gerçek meydan okuma, ek çabanın
işe yaradığı durumlar ile zarardan
dönmenin daha kârlı olduğu durumların
nasıl tefrik edileceğini öğrenmektir.
(Ağustos 2010)
Beşincisi, Diamond, bir devlet veya toplum
sıkıntı içinde olduğunu tanıdığında bile,
intibak etmelerini ve ayakta kalmalarını
daha da zorlaştıran bir dizi patolojiyi teşhis
etmiştir. Siyasi bölünmeler, bir şeylerin
yapılması gerektiğini herkes fark ettiğinde
bile (Kongre’deki tıkanıklığı düşünün)
vaktinde davranmayı imkânsız kılabilir ve
kilit liderler ya grup düşüncesine yahut da
çeşitli psikolojik inkâr şekillerine meyilli
olabilirler. Kötü haber şu ki bu
problemlerin
etkin
ve
âlemşümul
güvenilirliği olan bir panzehiri icât edilmiş
değil.
Dahası, eğer grup kimliği, aziz tutulan
belirli değerlere veya inançlara dayalıysa,
bekâ tehdit altında olsa bile onlardan
vazgeçmek
zor
olabilir.
Diamond,
Grönland’daki
Wiking
kolonilerinin,
Wikinglerin
belirli
geleneksel
uygulamalardan vazgeçme ve Eskimoları
taklit etmeye (mesela Eskimo balıkçı
kayıklarıyla
fok
balığı
avlamayı
benimsemek)
duydukları
isteksizlik
yüzünden
gözden
kaybolmuş
olabileceklerini söylemektedir. Bu nevi
kültürel katılığın çağdaş benzerlerini
görmek zor değildir. Askeri örgütler, âşina
olunan askeri doktrinlerden, usullerden
vazgeçmeyi zor bulurlar; belirli toprak
gâyelerine güçlü bir şekilde adanmış
devletler, bu adanışları üzerinde yeniden
düşünmeyi neredeyse imkânsız bulurlar.
Fransa’nın Cezayir’den çekilmesinin ne
kadar uzun sürdüğüne bakın; veya Sırp
ulusçu fikriyatında merkezi yeri olan
Kosova sevgisini ve bunun 1999 yılında
onları mâliyetli (ve galiba gereksiz) bir
savaşa nasıl sürüklediği üzerinde düşünün.
Diamond’un
olursak:
sözleriyle
özetleyecek
“Beşeri toplumlar ve küçük gruplar, ardışık
bir dizi nedenden dolayı feci kararlar
26
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Goldberg yine keçileri
kaçırdı
Meseleyi inceleme zahmetine katlansaydı
bilecekti bunu.
Lobiyi, diğer lobiler gibi meşru bir çıkar
grubu olarak tasvir ettik ve faaliyetlerinin
Amerika’daki demokratik politikanın
normal bir parçası olduğunu vurguladık
(sf. 13-14, 112 ve 150). “Yahudi lobisi”
terimini açıkça reddettik (s.115) ve lobi
kelimesini 484 sayfalık kitabın hiçbir
yerinde büyük harfle yazmadık. Kelimeyi
büyük harfle yazdığımız tek yer London
Review’da
yayınlanan
orjinal
makalemizdi: Fakat eleştirilere verdiğimiz
cevaplarda bu kullanımın hataya yol
açtığını açıkça kabul ettik ve diğer
metinlerde bir daha tekrar etmedik.
Gazetecilerin hakikat ve doğruluk
kaygıları vardır diye bilinir. Fakat konu
İsrail olduğunda, Goldberg, nesnel veya
açık fikirli olmaktan aciz ve bu yüzden de
İsrail politikalarını eleştiren, Amerika’nın
Yahudi
devletiyle
özel
ilişkilerini
sorgulayan
yahut
İsrail
lobisinin
faaliyetleri hakkında şüphelerini ifade eden
herhangi biriyle muhatap olduğunda, laf
dokunduruyor ve uydurmaya başlıyor.
Uydurma suçlamaları basit tek bir sebepten
dolayı icat ediyor: Söylediklerimize bel
bağlayacak olsa, bize iftira atması
imkânsız olacak. Bu yüzden de atıp
tutuyor.
Atlantic’ten Jeffrey Goldberg’in İsrail’in
eleştirilmesi
karşısında
keçileri
kaçırmasına ve ağzına geleni söylemesine
şaşar dururum. Birileri İsrail lobisi
hakkında yazdığında bu eğilim apaçık
ortadadır. En iyisi onu umursamamaktır
çünkü en basit gerçekleri bile doğru
şekilde anlayabilecek bir halde değil. Ama
yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırma
gereğini yine de hissediyorum.
Golberg’in en iyi bildiği iş, kişilik katlidir
ve elindeki başlıca silahı, lâkap takıp alay
etmek ve muhalifinin savlarını yanlış
aktarmaktır. Geçmişte olduğu gibi beni
“Yahudi’ye musallat olan kişi” (gerçek bir
zemini olmayan aşağılık bir ithamdır bu)
olarak nitelendirmek yerine bu kez “neolindberghçi” diye anıyor ve yine anti-semit
olduğumu kastediyor. Bu ciddi bir ithamdır
– bir kimseyi ırkçı veya çocuk tacizcisi
olarak adlandırmanın siyasi dengidir – ve
saygın bir gazetecinin, böylesi bir yaftayı
kullanmadan evvel onu belgelemek için
biraz çabalayacağını düşünürsünüz değil
mi? İddiasını ispatlamak için benim
yazılarımdan ve konuşmalarımdan uzun
uzun alıntılar yapmış olmasını gerekir diye
düşünürsünüz.
Goldberg
bunların
hiçbirisini yapmıyor çünkü böylesi bir delil
yok.
Golberg, Wikileaks ifşaatlarının, lobinin
İran’la savaşı teşvikte oynadığı rol
hakkındaki savımızı hükümsüz kıldığını
söylerken de yanlış yapmıştır. ABD, İran’a
karşı savaşacak kadar budala ise, İsrail’in
özellikle de lobinin nüfuzu yüzünden
olacaktır bu diye savunmuştuk. Hem İsrail
hem de onun buradaki destekçisi olan
sertlik yanlıları, askeri seçeneğin masada
olması ve Amerika’nın İran’la savaşa
tutuşması için durmak nedir bilmeden
çabalıyorlar. Wikileaks belgelerinde bu
değerlendirmeyi değiştirecek hiçbir şey
yok. Evet, İran’a karşı güç kullanımı için
bazı Arap liderlerinden – mesela Suudi
Kralı Abdullah’tan - gelen bir baskı var.
Goldberg beni tanımaz: Geçmiş yaşantımı,
akrabalarımı, dostlarımı, öğrencilerimi ve
yakın arkadaşlarımı bilmez; bu sorular
hakkında gerçekten ne düşündüğüm
hakkında hiçbir fikri yok.
Benim
hakkımda yazdıklarına bakınca, neler
yazdığımı bile bilmediği ortada. Örneğin,
John Mearsheimer ile birlikte kaleme
aldığımız “İsrail Lobisi” başlıklı kitabın
“menfur, mutlak güce sahip İsrail lobisi”
tasvir ettiğini ve “Lobi” kelimesini büyük
harfle yazmayı sevdiğimizi iddia ediyor.
Her iki ifadenin yanlışlığı ispatlanabilir.
27
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Ancak bunun feci bir adım olacağı
uyarısını yapan önde gelen Arap
şahsiyetler de var. Fakat buradaki ana
nokta, bu Arap liderlerin İsrail’e nispetle
ABD üzerinde daha az nüfuzlarının
olmasıdır.
geliştirdiğini kesin bir şekilde göstermiyor.
Bu yöndeki ihtimali hükümsüz kılmak zor
bir iştir elbet ama Tahran’ın gerçek silah
üretmeye
kararlı
olduğunu
da
farzetmemeliyiz. Bu, Arap liderlerin
İran’ın nükleer silah imali hakkında bu
denli endişeli olmalarının sebebi kısmen de
İsrail’in ve lobinin tıpkı daha önce Irak’ın
kitle imha silahlarını yutturmaları gibi bu
şimdi de İran tehdidini abartma
gayretlerinden etkilendikleri için olabilir.
Birincisi, Arap liderler halk önünde savaşı
savunamazlar çünkü halkları bu hareket
biçimine karşı çıkıyor.
İkincisi, İsrail’in ABD’yi İran’a saldırtmak
için fazla mesai yapan güçlü bir lobisi var
ABD’de. S. Arabistan ve diğer Arap
devletlerinin Washington’da anlamlı bir
lobileri yok, ki İsrail’in gayri meşru
işgalini ve Filistinlilere karşı acımasız
muamelesini sona erdirmek için ABD’den
bir şeyler yapmasını talep etmeleri onlarca
yıldır bu yüzden kulak ardı edilmektedir.
Goldberg’i fazla ciddiye alıyorum galiba
ve yapmam gerekten tek şey, aynı fikirde
olmadığı kişilerin görüşlerini çarpıtma
eğilimini görmezden gelmek olmalı. Glenn
Beck ve Bill O’Reilly tehlikeli boş laflar
ediyorlarsa Goldberg niçin edemesin? Ama
gene de Goldberg’in ne yapmakta
olduğuna işaret etmek önemli çünkü
Goldberg,
İsrail
müdafilerinin,
Amerikalıları her ne olursa olsun
kendilerini desteklemeleri gerektiğine ikna
etmek amacıyla takip edecekleri klasik bir
örnektir. İsrail lobisinin Likudnik kanadı,
Amerika’daki Küba lobisi, silah lobisi ve
diğer dar çıkar grupları gibi hakikatle
yahut meseleleri akl-ı selimle tartışmayla
bile ilgilenmiyor. Çamur at, tutmazsa izi
kalır diyerek hedeflerini, uydurma
ithamlarla karalıyorlar.
İran konusunda gidişata yön veren, Araplar
değil İsrail’dir ve Goldberg’in bunun
aksini iddia etmesi ikiyüzlülüktür. “Çifte
kuşatmanın” kökeni hakkında bir şeyler
biliyor mu? Kenneth Pollack ve Trita Parsi
yayınlanan
son
kitaplarında
bunu
işlemişlerdir. AIPAC’ın 1995’te İran’la
CONOCO petrol anlaşmasını başarıyla
katlettiğinin veya tektaraflı Amerikan
müeyyidelerinin 2010 sürümü şurda
dursun, İran-Libya Müeyyide yasasının
(1996) çıkmasında lobinin oynadığı rolün
farkında değil mi? Üst düzey İsrailli
liderlerin 2011 başında İran’la savaşmayı
planladıkları hakkında bizzat kendisinin
kaleme aldığı yazıları unuttu mu?
Godlberg’in küplere binmesine gerçekte
neyin yol açtığı hakkında bir fikrim var:
Ben ve John Mearsheimer (ve diğer birkaç
kişi daha) “İsrail yanlısı” (Yahudi ve gayri
Yahudi) kuvvetlerin bugün Amerika’da
oynadıkları siyasi rol hakkında eleştirel
yazacak kadar cüretkârız. Goyim’in bu
konuda açıkça konuşmaması bekleniyor.
Godlberg’in veya Forward’ın eski editörü
J.J.Goldberg’in bu konu hakkında uzun
uzun yazması, tüm bir kitabı (okumaya
değer bir kitaptır) bu konuya hasretmesi
iyidir. Fakat bir gayri Yahudi yazdığında
ve bu grupların başarısızlığa mahkûm
budalaca
politikalar
savunduklarını
söylediğinde, bu kişi elbette ki bir antisemit olmalıdır. Eğer benzer şüpheleri
Şunu da hatırdan çıkarmayın: İran’ın örtülü
bir şekilde nükleer silah kapasitesi
arayışında olup olmadığını da bilmiyoruz.
İran hakkında 2007 Aralık ayında
yayınlanan Ulusal İstihbarat Tahmini
(halen
yeni
bir
tahmin
raporu
yayınlamadığı için bu rapor sonuncusudur)
Tahran’ın nükleer silah inşa etmeye
çalışmadığını belirtiyordu. İran nükleer
programı hakkında arşivlerimizde olan
belgeler, İran’ın nükleer cephanelik
28
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM
Yahudiler dile getirirseler, “kendinden
nefret eden Yahudi” olarak yaftalanır ve de
marjinalleştirilirler.
Yani evet, Jeffrey, güçlü bir İsrail lobisi
var (her ne kadar mutlak güçlü olmasa da).
Evet, lobideki pek çok kişi, neye mal
olursa
olsun,
İran’ın
uranyum
zenginleştirme tesislerine karşı ABD’nin –
askeri güç kullanımı dâhil – elinden geleni
yapması gerektiğini düşünüyor. Bunu
düşünen sadece onlar değil ama içlerinde
sesi en gür çıkan ve bu gidişatta en çok
ısrar edenler yine onlar. Ve evet, (tüm?)
lobiler gibi, teşvik ettikleri bazı politikalar
bir bütün olarak ülkenin en iyi çıkarına
değil. Bu gerçekler o kadar açık ki ve
belgelemesi o kadar kolay ki birileri
bunlara işaret ettiğinde Goldberg gibi bir
gayretkeşin çamur atmayı tercih etmesinde
şaşılacak bir yön yok. (Aralık 2010)
Lütfen. Bu nevi bir kabileciliği gerçekten
anlarım ve bir yere kadar ona sempati de
beslerim. Yahudi tarihine bakınca – ve
sahih anti-semitizmin karanlık mirâsına
bakınca – bazı kişilerin, bugünün özel
ilişkilerini eleştiren Yahudi olmayan bir
kimse hakkında şüphe etmek için gerçek
bir neden olmasa bile hemen sinsi amacı
olduğunu farzetmeleri şaşırtıcı değildir.
Fakat bu hassasiyet, âşikar gerçeği ortadan
kaldırmaz ve Amerika’nın Ortadoğu
politikasının
hepimizi
etkilemesine
bakınca, bu politikayı şekillendiren çeşitli
etkenlerin, karakter katline ve kötü
lakaplar takmaya sapmadan akl-ı selimle
tartışılması gerekir.
29
Download