DÜBAM STEPHEN M.WALT MAKALE SEÇKİSİ Çeviren: Ertuğrul Aydın DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI –DÜBAM DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM STEPHEN M.WALT MAKALE SEÇKİSİ (Makaleler, Foreign Policy Dergisi web sitesinde yayınlanmıştır) Ocak 2011 DÜBAM Yayınları Küresel İletişim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22 www.dunyabulteni.net 2 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM İçindekiler Obama'nın yapabileceği en büyük hata .................................................................................................. 4 İsraile Baskı Yapmak: Bir Kullanıcı Rehberi .............................................................................................. 6 Afganistan niçin bu kadar zor? .............................................................................................................. 10 Afganistan'da askeri takviyenin gizli mâliyetleri ................................................................................... 12 “Sadece bir oyun”- Gerçekten!.............................................................................................................. 14 İran hakkında daha zeki seslerin yükselmesi vakti ................................................................................ 16 Robert Gates’e Uluslararası İlişkiler’de teori dersi lazım ...................................................................... 18 İsrail’in vahşi yanlışlarının en sonuncusu .............................................................................................. 19 Türkiye ve neoconlar ............................................................................................................................. 22 Amerika çöküş tehlikesinde mi? ........................................................................................................... 24 Goldberg yine keçileri kaçırdı ................................................................................................................ 27 3 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM devlet ve devlet dışı aktör eksenli çatışmaların ortalaması son on yıllarda giderek düştü (ölçüm, yıllık ölüm sayısına göre yapıldı). Bazı bölgeler (mesela Orta Asya ve Sahra altı Afrika) şiddet artışına sahne olduysa da genel küresel eğilim yüreklendiricidir. Halen yaşanmakta olan çatışmalar acıklıdır ve de dikkat gerektirmektedirler ancak hayati ABD çıkarlarına tehdit teşkil etmiyorlar. Obama'nın yapabileceği en büyük hata Yaygın inanca göre Franklin Roosevelt'ten bu yana en büyük meydan okumayla karşılaşan başkan, Barack Obama olacak. Sebebini görmek zor değil: ABD ekonomisi 1930'lardan sonraki en ciddi çöküşün içine girdi ve Irak'ta kaybedilen bir savaş ve Afganistan'da kötüleşen bir durum söz konusu. Amerika'nın küresel imajı, benzeri daha önce görülmemiş bir derekeye düştü ve büyük küresel problemlere karşı Obama'nın takdir yetkisinde pek fazla kaynak yok. Üçüncüsü, Birleşik Devletleri döven ekonomik problemler başlıca rakiplerimizi de etkiledi. Sanki ABD ekonomisi serbest düşüşe geçmiş de potansiyel meydan okuyucular gökyüzünde süzülüyorlar gibi bir durum söz konusu değil. Mevcut iktisâdi yavaşlama Çin adına da sorun teşkil etmekte, Moskova'nın ihtiraslarına engel olmaktadır ve de İran'ın hâlihazırda yaşadığı zorluğu şiddetlendirmektedir. Serpilen bir ekonomimiz olsaydı açıktır ki daha iyi durumda olacaktık ama mevcut gerileme Amerika'nın merkezi ulusal güvenlik çıkarlarına kısa vadede bir tehdit oluşturmuyor. Karamsarlığa kapılıp gitmenin gereği de yok, mevcut zorluklarımız bazı fırsatlar da sunuyor şayet Obama kullanmakta yeterince akıllı davranırsa. Umut ışığı nerede peki? Birincisi, Bush yönetiminin mahvedici mirâsı Obama için kıymetli bir varlıktır zira Bush'un yaklaşımından – ister şekle ister esasa ilişkin olsun – farklı bir yaklaşım sergilemesinin denizaşırı ülkelerde övgü alması muhtemeldir. Obama'nın politikaları ters yüz olduğunda bu imtiyaz devam etmeyecektir ancak şu an için yeni takıma büyük bir hareket alanı sağlamaktadır. Dördüncüsü, Obama, şu an için gerçekçi beklentileri olduğu görülen bir halktan yüksek düzeyde bir destekle göreve başlıyor. Amerikan halkı sıkıntıda olduğumuzu ve durumu düzeltmenin zaman alacağını biliyor ki Obama'nın mârifetle pekiştirdiği bir mesajdı. Demokratların Temsilciler Meclisinde ve Senato'da sağlam bir denetimleri var fakat veto'dan muaf olacakları bir çoğunluklarının olmayışı, programlarını yürütmeleri için birkaç cumhuriyetçi üyeye ulaşmalarını gerektirecektir. Bu gerçeklik, Demokrat Partideki aşırı solu yumuşatacak ve Cumhuriyetçi aşırı sağın, herşeyin sorumlusu olarak Pelosi'yi, Reid'i ve yeni Başkanı suçlamalarını güçleştirecektir. İkincisi, Obama, dünya çapında nispi barış ve istikrarın olduğu bir ortamda başkan oluyor. Irak ve Afganistan’da geçen altı yıla veya Darfur, Gazze, Pakistan ve başka yerlerden gelen kötü haberlere bakınca şaşırtıcı gelebilir bu fakat gerçek şu ki küresel şiddet düzeyi, Soğuk Savaşın bitiminden sonra düşmüştür. Daha önemlisi, büyük güç çatışması riski geçen yüzyıla oranla büyük ihtimalle daha düşüktür. Simon Fraser Üniversitesi Human Security Project'e göre silahlı çatışma sayısı 1993-2006 arasında çarpıcı bir şekilde azaldı ve ölümle sonuçlanan Birlikte ele alındıklarında, bu etkenler, Başkan Obama'nın dış politikada geniş bir alanı olduğu anlamına gelir. Daha önce yazdığım gibi, câri durumumuz Birleşik 4 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Devletlerin önceliklerini açıkça ortaya koymasını ve her şey için uğraş vermeye bir son vermesini gerektirir. İyi haber, Amerikan halkının bu değişikliği desteklemesinin muhtemel olmasıdır. Pek çok yabancı ülke, eli daha hafif bir ABD'yi hoşnutlukla karşılayacak ve şayet zor ulaşılır olursak, diğerleri bizi mutlu etmek için daha çok çalışmaya bakacaktır. Herşeyin ötesinde, Obama'nın yapacağı en büyük hata, selefinin adımlarını çok yakından takip etmek veya selefinin yoldan çıkmasına yardım edecek tavsiyelerde bulunmuş kişilere çok fazla kulak kabartmak olacaktır. Akşam yemeği için mükemmel ahbaplar olabilirler ama politika tavsiyeleri denenmiş ve sonuçları alınmıştır. Başka bazı tehlikeler de var elbet ve ABD dış politikasının icrası kolay olmayacaktır. Bitmek bilmeyen kaygılarımdan birisi de şu: Müzmin iktisâdi bunalımlar geçmişte hiper ulusçuluk, faşizm, anti-semitizm ve diğer içtimâi ve siyasi hastalıklara bakir bir zemin teşkil etti. Benzer hareketler bugün yeniden ortaya çıkacak olsa, küresel şiddetin nispeten düşük düzeyi – özellikle büyük güçler arasındaki – tehlikeye girecektir. Bu demektir ki ABD ve dünya ekonomisinin rayına oturtulması, kilit bir ulusal güvenlik önceliğidir ve özel herhangi bir diplomatik inisiyatif kadar önemlidir. (Ocak 2009) 5 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM İsraile Baskı Yapmak: Bir Kullanıcı Rehberi Amerika, İsrail uygulayabilir mi? üzerinde harmanlanmasını gerektirir” diye kaydettiler. The Economist dergisi, geçen hafta, Netanyahu hükümeti iki devletli çözümü reddetmeye devam ettiği takdirde, Birleşik Devletlerin İsrail'e yardımı azaltması çağrısını yaptı. Boston Globe bu hafta benzer bir görüş açıkladı ve Obama'ya, Netanyahu'ya “barış için gerekli adımları at yahut İsrail'in Amerika'yla özel ilişkilerinden ödün vererek risk al” mesajını verme tavsiyesinde bulundu. Ha'aretz gazetesi ise birkaç gün önce, Obama yönetiminin, Kongre liderlerini Netanyahu hükümetiyle muhtemel bir karşılaşmaya hazırladığı haberini yayınladı. baskı Başkan Bill Clinton, G.W.Bush ve şimdi de Barack Obama, hepsi de Birleşik Devletlerin İsrail-Filistin çatışmasında “iki devletli” çözümü desteklediğini resmen açıkladılar. Başka bir ifadeyle, Birleşik Devletler, fiilen tüm bir Batı Şeria ve Gazze'de yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını desteklemektedir. Benjamin Netanyahu'nun liderliğindeki yeni İsrail hükümeti bu gâyeye karşı çıkıyor; Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, İsrail'in bu meseleyle ilgili son taahhütlerinin İsrail'i bağladığını düşünmediğini çoktan söyledi. Bu gelişmeler bende şu düşünceyi uyandırdı: Daha tarafsız bir duruş, uygulamada neye benzer? ABD'nin Filistin’e baskı uygulamasının ne anlama geldiğini çoktandır biliyoruz çünkü Washington on yıllardır defalarca – ve bazen etkili bir şekilde – yapıyor. Örneğin Kral Hüseyin, hâkimiyetini tehdit eden FKÖ kadrolarının üzerine şiddetle gittiği 1970'li yıllarda ABD tarafından desteklenmişti. 1980'lerde, Birleşik Devletler FKÖ'yü tanımayı reddetti ta ki FKÖ, İsrail'in var olma hakkını tanıyana dek. İkinci İntifada'nın patlak vermesinden sonra bu kez Bush yönetimi Yaser Arafat'la anlaşmayı reddetti ve yerine bir başkasının geçmesi için bastırdı. Arafat'ın vefâtından sonra ise yeni Filistin Meclisi için demokratik seçimlerin yapılmasında ısrar ettik ve Hamas kazandığında da sonuçları kabul etmedik. Birleşik Devletler, Hamas'la bağı olan yardım kuruluşlarının izini sürdü ve İsrail'in Gazze'deki son saldırısına destek verdi. Kısaca, Birleşik Devletler, Filistinlilerin davranışlarını değiştirmek için kaldıraç gücünü kullanmaya sıra gelince öyle pek tereddüt göstermedi her ne kadar bu çabaların bazıları geri tepmişse de (mesela 2007'de Hamas'a karşı el Fetih darbesini kışkırtmak). Dolayısıyla da Birleşik Devletler, çıkarlarında yol almak için geçmişte olduğundan daha tarafsız bir politika izlemeli, bir anlaşmaya varmaları için her iki tarafa da güçlü bir baskı uygulamalıdır. Mevcut “özel ilişkiler” – ABD'nin İsrail’e cömert ve neredeyse kayıtsız şartsız destek verdiği özel ilişkiler - yerine Birleşik Devletler ve İsrail'in, ABD'nin diğer demokrasilerle olduğuna benzer (yer yer aleni eleştirinin ve aleni baskının söz konusu olabildiği) daha normal ilişkileri olacaktır. ABD'nin, İsrail güvenliğine bağlılığı yine sürüp giderken, tasarrufundaki kaldıraç sayesinde iki devletli çözümü gerçeğe tahvil edebilecektir. Bu fikir destek topluyor gibi duruyor. Başında Henry Siegman ve Brent Scowcroft'un olduğu seçkin dış politika uzmanları, geçen hafta düzenlenen partilerüstü bir panelde, Obama yönetimini “Arap-İsrail çatışmasını çözüme kavuşturmak için vakitlice, devamlı ve kararlı bir çaba sarfetmeye” davet eden incelikli bir rapor yayınladılar. Başarı “ikna, teşvik, ödül ve baskının dikkatlice 6 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Önceki ABD yönetimleri yerleşim yerlerini işte bu yüzden yasadışı saymışlar ve bu yüzden yine dünyanın geri kalanı aynı nazarla bakmıştır. ABD yetkilileri İsrail işgalini “demokrasinin hilâfına”, “akıllıca olmayan”, “zalim” veya “haksız” şeklinde de tanımlayabilir. Söylemin değiştirilmesi, İsrail hükümetine ve hükümetlerinin iki devletli çözüme karşı muhalefetinin özel ilişkileri tehlikeye attığına dair İsrail vatandaşlarına açık bir sinyal gönderecektir. Peki, İsrail'e baskı uygulamaya ne dersiniz? Birleşik Devletler, İsrail hükümeti ABD hükümetinin karşı olduğu eylemlere kalkıştığında bile (yerleşim inşaatları gibi) İsrail üzerinde nâdiren ve ancak hafifinden baskı uyguladı (ve asla uzun sürmedi). Soru şu: Eğer Netanyahu/Lieberman hükümeti, inatçı bir şekilde uzlaşmaz tavır sergilerse Obama ne yapmalıdır? İsrail'i “Büyük İsrail” vizyonundan öteye, sahici iki devletli çözüme doğru dürtmek için ABD'nin başvuracağı kullanılabilir manivela mevcut mu? İşte bazı fikirler. 3 İşgali Kınayan BM Kararına Destek. ABD 1972'den beri İsrail'i eleştiren kırküç BM Güvenlik Konseyi Kararını veto etti (diğer daimi üyelerin toplam vetolarından daha fazla sayıda). Şayet Obama yönetimi, İsrail politikalarından hoşnutsuz olduğuna dair açık bir sinyal göndermek isterse, işgali kınayan ve iki devletli çözüm çağrısında bulunan bir karara sponsor olabilir. Böyle bir tedbirin taslak çalışmasında faal bir rol üstlenmek, bu tedbirin isteğimizi tam olarak dile getirmesini sağlama alacak ve içermesini istemediğimiz eleştirilerden uzak tutmaya yarayacaktır. 1 Yardım Paketini Kes? Yekûnu hesapladığınızda İsrail ABD'den yıllık 3 milyar dolar tutarında ekonomik ve askeri yardım almaktadır ki İsrail vatandaşlarına kişi başı 500 dolar düşüyor. Bu noktada birçok manivela imkanı vardır fakat kullanıma en uygun sopa/değnek herhalde bu değildir, en azından başlangıçta. Yardım paketini kırpmaya veya kesmeye çalışmak, (AIPAC ve diğer sertlik yanlısı İsrail lobi gruplarının nüfuzlu oldukları) Kongre'de açık ve şüphesiz iğrenç bir karşılaşmaya yol verecektir. Bu yüzden, işe buradan başlamam. Yerine başka bazı seçenekler üzerinde dururum. Mesela: 4 Mevcut “stratejik işbirliği” düzenlemelerinin derecesini düşürmek. Pentagon ve İsrail Silahlı Kuvvetleri ve de ABD ve İsrail istihbaratı arasında kurumsallaşmış bir dizi güvenlik işbirliği düzenlemeleri mevcut. Obama yönetimi toplantılardan bazılarını erteleyebilir yahut askıya alabilir ya da alt düzey yetkililer göndermeye başlayabilir. Bu adımın bir emsâli de var: Reagan yönetimi “stratejik ortaklık” anlaşmalarının müzakere edilmesinden sonra 1982'de İsrail'in Lübnan’ı işgal etmesi üzerine hepsini askıya aldı. Böylesi bir adım İsrail güvenlik teşkilatının dikkatini muhakkak ki çekecektir. 2 Söylemi Değiştir. Obama yönetimi, belirli İsrail politikalarını tanımlamak için farklı dil kullanmaya başlayabilir. Çoğunluğu yahudilerden oluşan bir devlet olarak İsrail'in varlığına yönelik bağlılığını yeniden teyid ederken, yerleşim inşaatlarını Amerikalı diplomatları ürkek ve samimiyetsiz gösterecek şekilde “yardımcı olmayan” (unhelpful) ifadesiyle karşılamaya son verilebilir. Bunun yerine, yerleşim yerlerini “yasadışı” veya “uluslararası hukukun ihlali” olarak tanımlamaya başlayabiliriz. BM sözleşmesi güç kullanımı yoluyla toprak kazanımını yasaklar; Dördüncü Cenevre Konvansiyonu, devletleri, gönüllü bile olsa, bir nüfusu savaş-işgal şartları altındaki bölgelere nakletmekten men eder. 5 İsrail'in ürettiği askeri teçhizatların satın alımını azaltmak. Amerika, İsrail'e askeri yardım vermenin yanısıra İsrail 7 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM savunma sanayinden milyon dolarlık silah ve hizmet satın alıyor. Obama, bu satın alımları yavaşlatması veya azaltması için Savunma Bakanı Robert Gates'e tâlimat verebilir ki işlerin her zamanki gibi gitmediğine dair yanlış anlaşılmayacak bir sinyal gönderecektir. İsrail ekonomisinin mevcut ekonomik krizdeki meyline bakınca bu adım da gözden kaçmayacaktır. sergilemeyi deneyebilir. Örneğin, işgale son vermeye razı olana dek İsrail'le ilişkilerini daha üst düzeye taşımaması için Avrupa Birliğini yüreklendirebiliriz. Obama'nın tüm bu adımları kullanmaya ihtiyacı olacağını sanmıyorum – hepsi birden aynı anda kesinlikle kullanılmamalı – fakat baskı kurmak gerekli olduğu takdirde ABD'nin açıktır ki bol miktarda seçeneği var. Ve bu tebdirlerin pek çoğu sadece Yürütme Organı tarafından hayata geçirilebilir; böylelikle özel ilişkilerin Kongre'deki dokuz canlı savunucuları yandan kuşatılabilir. Aslında bu tedbirlerin bazılarının üzerinde durulduğuna dair ipucu verilmesi, mevcut durumunu gözden geçirmesi için Netanyahu'yu muhtemelen harekete geçirecektir. 6 Yerleşim faaliyetlerini destekleyen özel kuruluşlara karşı sertleşmek. Geçenlerde David Ignatius'un Washington Post'ta kaydettiği gibi, İsrail'deki yardım kuruluşlarına giden pek çok özel bağışlar ABD'de vergiden düşülüyor; yerleşim faaliyetlerini destekleyen özel bağışlar da buna dâhil. Hiç mantıklı değil: Yani Amerikalı vergi mükellefleri ABD'nin muayyen politikalarının hilâfına düşen ve aslında uzun vadede İsrail'in geleceğini tehdit eden faaliyetlere dolaylı olarak para yardımında bulunuyorlar. Nasıl ki terörist örgütlere akan yardımsever katkıların izi sürüldü, ABD Hazinesi, yasadışı faaliyetleri destekleyen (bazı meşhur Hıristiyan Siyonistlere ait olanlar dâhil) yardımsever örgütlere göz açtırmayabilir. En önemlisi, Obama ve yardımcıları, İsrail'in ABD'deki destekçilerine ulaşma ve işgale son vermesi için İsrail üzerinde baskı kurmanın, İsrail'in bekâsı adına zaruri olduğunun izahını yapma ihtiyacı hissedecekler. İsrail yanlısı câmianın daha uzak görüşlü unsurlarıyla - J Street, the Israel Policy Forum, Brit Tzedek v'Shalom - çalışmak ve yönetiminin İsrail'e ihanet etmediğini mükemmel bir şekilde açıklığa kavuşturmak durumunda olacaktır. 7 ABD kredi garantilerine sınır getirilmesi. Birleşik Devletler çeşitli fırsat ve gerekçelerle İsrail’e, ticari bankalardan düşük faizle borç alma imkanı sunan kredi garantileri verdi. 1992'de Birinci Bush yönetimi, İsrail yerleşim yerlerinin inşasını durdurmaya razı olana ve Madrid barış konferansına katılmayı kabul edene dek yaklaşık 10 milyar dolarlık garantiyi geciktirdi; bu ihtilaf, Likud / İzak Şamir hükümetinin ayağını kaydırdı ve iktidara İzak Rabin'i getirdi ki böylece tarihi Oslo Antlaşması mümkün oldu. Ve evet, ılımlı bir konum alması için Hamas'a baskı yapmaya devam edecek ve daha etkili idâri kurumlar kurması için Filistin Otoritesine bastıracağız. Şayet iki devletli çözümü gerçeğe tahvil etmenin gereği bu ise, ABD'nin manivela gücünün her iki tarafta da kullanımı sadece birinde değil - “İsrail karşıtı” bir politika değildir ki işte kavranması gereken kilit nokta burası. Kendimiz ve İsrail için yapabileceğimiz en iyi şey aslında budur. Esasen ABD, İsrail'e bir seçenek sunuyor olacak: Filistin topraklarını işgale son verebilir, iki devletli çözüm için faal bir şekilde çalışabilir ve bu sûretle Amerika'nın aziz tuttuğu bir müttefiki 8 Nüfuzlarını kullanmaları için diğer ABD müttefiklerinin yüreklendirilmesi. ABD, diğer devletlere İsrail'le ilişkilerinin derecesini yükseltmeleri için geçmişte sık sık baskı yapardı. Eğer baskı gerekiyorsa, Birleşik Devletler farklı bir incelik 8 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM olmayı sürdürebilir. Yahut işgali genişletebilir ve artan bir şekilde Amerikan desteğinden yoksun kalmakla, güç yoluyla milyonlarca Filistinliye hâkim olmanın mâliyetli ve ifsad edici yüküyle yüzleşir. Aslında çoğu İsraillinin – elbette hepsinin değil - daha faal ve tarafsız bir Amerikan rolü istemesinin nedeni de budur. Eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert şöyle demişti: “Eğer iki devletli çözüm çökerse, İsrail haklar adına Güney Afrika tarzı bir mücadeleyle karşı karşıya kalacaktır.” Ve bu bir kez olduğunda, “İsrail devleti bitti demektir” diye uyarmıştı. Ha'aretz gazetesi editörü David Landau, eski Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice'a, çözüme mecbur etmesi için ABD'nin İsrail'e “tecavüz etmesi” gerektiğini söylediğinde aynı hissiyatı iletmekteydi. Landau'nun ifadesi sarsıcı ve mütearrızdır fakat İsrail siyasi toplumunun bazı kesimlerinin taşıdığı âciliyet hissinin altını çizmişti. Hakikat, İsrail'in tutumunda gerekli değişikliklere yol açmak için çok fazla ABD baskısı gerektiğinden şüpheliyim. Yakın zamanlarda yayınlanan partilerüstü bir beyânatta kaydedildiği üzere “İsraillilerin çoğu anlamakta ve takdir etmektedir ki günü sonunda İsrail'in güvenliği adına önemli olan ABD'yle ilişkilerde emniyet, itimad ve dostluktur.” Şayet Amerika iki devletli çözümün en iyi seçenek olduğuna inanıyorsa, o takdirde “emniyet, itimad ve dostluğu” kaybetmemenin İsrail'in gidişatını değiştirmesiyle söz konusu olacağını ve fakat buna rağmen çantada keklik görülemeyeceğini iletmelidir. (Nisan 2009) 9 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Afganistan niçin bu kadar zor? bildiği ortak mallar teorisi bize bir şey anlatmaktadır ki, biz ne kadar fazlasını yaparsak, diğer devletler bedavacılığa o kadar çok meyledecek ve çantayı Sam Amca taşıyacaktır. Afganistan neden böylesine zorlu? Nedenleri hakkında düşünmek zor değil. 1 Afgan toplumunu oluşturan çeşitli kabile / etnik gruplar arasında kökü geçmişe giden bölünmeler 2 Dağlık, misafirperver olmayan bir coğrafya 3 Altyapı yokluğu 4 Zayıf idâri kurumlar ve tarihinde merkezi hükümetin olmayışı 5 Savaşla geçen yılların yıkıcı etkisi 6 Yaygın yolsuzluk 7 Yabancı işgaline karşı geleneksel husûmet vb...Tüm bunlar yüzünden, ülkeyi dışarıdan inşa etme ve meşru bir merkezi idâre kurma çabaları çok az ilerleme kaydetti. 2 Ne kadar çok para koyarsak, Afganistan o kadar yolsuzlaşacaktır Afganistan'ın iki ana sanayii var: Haşhaş üretimi ve uluslararası yardım. Yolsuzluk gibi yaygın bir problemi de var. Bazı dış yardım şekillerinin önemli görevler ifa etmesi söz konusu ise de, kurulduğu günden bu yana Karzai rejimine askıntı olan diğer aksaklıkları pekiştirmeye meyillidir. Kısaca, Afgan halkına somut şekillerde iyi niyetli ve hayran olunası yardım çabaları bile bizi daha iyi bir duruma yaklaştırmayabilir. Bunlardan başka bir de bazı tabîî stratejik çelişkiler de çabalarımızı köstekleyecektir. ABD'nin durumu iyileştirmek için yapacağı pek çok şey, problemin diğer veçhelerini daha da kötüleştirecektir. Bir boyutta ilerleme sağlasak bile, bu ilerleme bizi bir başka boyutta köstekleyecektir. Çok çabalamaya rağmen aynı yerde saymamız için beş neden daha var. 3 Eğer Afganlara “buraya kalmaya” geldik demeyi sürdürürsek, bize inanabilirler. Ve onların bazıları bundan hoşlanmayacaktır. Afganları “işi bitirene dek” yeterince uzun kalacağımıza ve aceleyle çekip gitmeyeceğimize ikna etmemiz gerektiği söylendi bize. Fakat uzun süre orada kalacağımıza onları ikna etmek için yaptıklarımız kaçınılmaz olarak bizi gizli niyetleri olan yabancı işgalci gibi gösteriyor. Dolayısıyla, yüklendiğimiz işin daha muteber görünmesi için sarfettiğimiz çabalar onu bazı Afganlar nazarında daha bir meşum kılıyor ve Taliban'ın sempatizan istihdamını kolaylaştırıyor. 1 Amerika daha çoğunu yaptıkça, diğerleri daha azını yapacaktır ABD, 2002'de Afganistan’a girdiğinde NATO'nun yardımını istememişti. Zamanın bir Amerikalı yetkilisinin söylediği gibi “ne kadar çok müttefik olursa, vermeniz gereken izin de o kadar çok olacaktır.” O zamandan beri köprünün altından çok sular aktı ve Obama yönetimi müttefiklerinden daha fazla yardım almaktan memnun olacak durumda. Çok sayıda müttefikle çalışmak maalesef eşgüdüm sorunu yaratmaktadır (örneğin, Almanların kışkırtması sonucu yapılan hava saldırısında çok sayıda sivil öldü). Daha kötüsü, Obama yönetiminin Amerikan kuvvetlerini artırma kararı ile daha fazla müttefik yardımı alma arzusu arasında da bir çelişki vardır. Herkesin 4 Daha fazla saygınlık, daha az kaldıraç gücü demek Eski bir hikâyedir bu: Amerika'nın iş yükümlülüğünü artırmak bizi (ister Afganistan'da isterse Pakistan’da olsun) arkaladıklarımıza daha bağımlı kılmaktadır ki dönüşte bize, onların yaptıkları üzerinde daha az kaldıraç gücü vermektedir. Asker sayısını artırmak, Pakistan'dan geçen ikmal 10 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM güzergâhına daha bağımlı olmamıza yol açmakta ki el Kaide'nin ardından gitmesi veya başka reformlar yapması için Pakistan hükümeti üzerinde baskı kurmamızı zorlaştırmaktadır. Afganistan'da asker sayısını artırmak, son seçimlerde büyük hilelerin döndüğüne dair güvenilir haberlere rağmen, bizi Karzai hükümetine daha sıkı bağlamaktadır. Bağımlı bir rejimin “başarısız olmasına müsaade edemeyeceğimizi” bir kez kararlaştırdıktan sonra, onun icraatlarına nüfuz etme kâbiliyetimiz derhal buharlaşıp gitmektedir. Yinelemek gerekirse, daha fazlasını yapma çabası, umduğumuzdan daha azını elde etmektedir. 5 Aleniyet paradoksu Başkan Obama, Afganistan'ı “zorunlu savaş” diye nitelendirerek politikalarını savundu ve bu sûretle çatışmanın önemine ışık tuttu. Demokrasilerde gerekli bir adım bu ama kaçınılmaz olarak halkın dikkatini çatışmaya daha fazla davet eder ve mâkul bir zamanda kaydadeğer ilerleme sağlandığını göstermeye prim verir. Sekiz yıl sonra, olumlu işaretler gelmediği takdirde halk desteği azalacaktır ki Taliban'ın zamana oynayabileceği ve Amerikan kamuoyu kanaatini hedefleyen çabalara girebileceği anlamına gelir. Akıllı bir liderliğin anlattığımız her bir gerilimin üstesinden gelmesi veya yumuşatması mümkündür ama kolay da olmayacaktır. Bu ve (diğer) çelişkiler, daha fazla kaynak tahsis etsek ve sorumlu kişiler ellerinden gelenin en iyisini yapsalar bile, Afganistan'daki câri çabaların başarısız olmasının niçin muhtemel olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir. (Eylül 2009) 11 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Afganistan'da askeri takviyenin gizli mâliyetleri takdirde Shepard Fairey'in almada bile sıkıntıya düşebilir. desteğini Tüm bunların anlamı, Obama'nın karayla kuşatılmış, mütevazı bir stratejik öneme sahip olan Afganistan'daki savaşa zaman, dikkat ve siyasi sermaye harcamak zorunda kalacağıdır. Bu arada, dünyanın geri kalanında hayat sürüyor olacak ve ABD'nin çok daha önemli bir dizi ülkeyle ilişkileri dikkat çekmeyecek.. İşte bunun üç örneği: Obama'nın Afganistan'daki asker takviyesi mâliyeti hakkında işittiğiniz sayılar düşük olmaya mahkûm. Eski muhariplerin sosyal haklarını, yaralı askerlerin tıbbi bakımları için harcanacak uzun vadeli mâliyetleri, giyinecekleri ve kullanacakları teçhizatların değiştirilmesi vb şeyleri de eklediğinizde Obama'nın salı günü yaptığı konuşmasında ifade ettiği 30 milyar doların çok üzerinde bir sayıya ulaşırsınız. Şayet ihtiyatlı davranmak istiyorsanız, gerçek mâliyetin duyduğunuzdan iki kat daha büyük olduğunu varsayın. Hâlihazırda tahsis edilmiş parayla birlikte, yıllık 100 milyar dolar civarındadır. Bir dahaki sefere pas tutmuş bir köprüden geçerken veya semtinizdeki okul idâresinin bütçede kesintiye gitmek zorunda kaldığını ve birkaç öğretmeni daha işten çıkardığını duyarsanız aklınızda bulunsun. 1. Yeni Japon hükümeti, ABD ile olan güvenlik anlaşması üzerinde kafa yoruyor ve onların tüm kaygılarına uyum sağlamak için acele etmek gerektiğini düşünmüyorum ama muhakkak ki çok yakın bir ilgi göstermemiz gerekir. Kısa sürmüş bir Asya gezisinden henüz dönen Obama'nın Japonya'yla (ve diğer kilit Asyalı müttefiklerle) ilişkileri arka rafa koyması muhtemeldir. Bu bir hata olacak çünkü Amerika'nın oradaki konumunda kaydadeğer bir aşınmanın, Afganistan harekâtının sonuçlarından çok daha önemli etkileri olacak. Uzun vadeli bir Asya güvenlik stratejisini ayrıntılarıyla birlikte planlamak zaman ve ilgi ister ve bu tam da Obama'nın şu an sahip olmadığı bir şeydir. 2. Türkiye'nin demokratik hükümeti, Avrupa ve Asya kavşağında daha bağımsız ve nüfuzlu bir konum şekillendiriyor. Planlanmış bir NATO tatbikatına İsrail'in katılımını reddetme kararı (tatbikatın iptal edilmesine yol açmıştır), tıpkı Suriye ve İran'la daha faal bir yakınlaşma içinde olması gibi, yeni bağımsızlığın işaretlerinden biridir. Bu gelişme ille de kötü bir şey değildir şayet Türkiye artan nüfuzunu yapıcı bir şekilde kullanırsa. Fakat küresel sahnenin sürekli bir ilgi ve incelikli Fakat Afganistan'da daha da derine kazmanın bir diğer mâliyeti de var. Obama Afganistan'da “başarı” olarak tanımlayabileceği bir şeyleri elde edebileceğini düşünerek artık başkanlığının geleceğini bahse konu etti ve bunu yapmak için sadece 18 ay'ı var. Kısa sürede toparlanması muhtemel olmayan mecalsiz bir ekonomiyle zincire vurulmuş haldedir ve bu yüzden 2012'ye kadar hoşnutsuz seçmenlerin sayısı kabarık olacaktır. Demokratlar orta vadede sandalye kaybına uğrayacaklar ve seçmenlerin büyük desteğini kazanmış kanun tasarılarını geçirmek bile zorlaşacaktır. (Obama'nın farklı olacağını düşünerek) 2008 yılında onun adına didinen pek çok insanı yabancılaştırdığından dolayı Beyaz Saray'ı kazandıran taban şevkini yeniden üretmede zor zamanlar yaşayacaktır. İlerlemeci Demokratlar taraf değiştirmezler ama içlerinden bazıları evlerinde oturacak. Afganistan hızla düzlüğe çıkmadığı 12 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Çok kötümser olduğumu söylüyorsunuzdur çünkü Obama'nın dış politikada derin bir uzmanlığı olan ehil bir yönetim kadrosu var ve hiç kimse başkanın her şeyi yapmasını beklemez. Bu problemleri Pentagon'a, Ulusal Güvenlik Konseyi yetkililerine ve Dışişleri Bakanlığı'na havale edebilir ve kendisi bir lazer gibi Orta Asya'ya (ve ekonomiye) odaklanabilir. Amerikan tepkisi gerektiren yeni bir özelliğidir ve bahse girerim ki bu da gerçekleşmeyecek 3. Brezilya, burada, Batı yarımküresinde, daha bağımsız ve daha az hürmetkâr bir güç haline geliyor. Brezilya Cumhurbaşkanı Lula de Silva 2003 yılından beri dünya çapında 30'dan fazla büyükelçilik açtı, Venezüella'nın güçlü adamı Hugo Chavez'le arası iyi, İran'ın nükleer araştırma programını savundu ve İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ı geçenlerde Brezilya'da ağırladı. Obama ve Lula bazı meseleler hakkında karşılıklı mektup alışverişinde bulundular ve Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim, iki ülke arasında “hiçbir krizin” olmadığını söyledi. Fakat iki ülkenin “farklı enlemlerde bulunduğunu” ve “anlaşmazlıklara alışmak gerektiğini” de söyledi. Daha güçlü ve daha iddialı bir Brezilya, (Batı yarımküresinde Amerikan hâkimiyetine uzun zamandır kızgınlık besleyen) diğer Latin Amerika ülkeleri için yeni diplomatik fırsatlar ve de diğer büyük güçler için fırsatlar yaratacaktır. Monroe Doktrini'nin tedricen aşındığının habercisi olabilir mi bu? Buna inanmayı dilerdim fakat tıkır tıkır işleyen bir dış politika aygıtı olduğuna dair pek bir delil göremiyorum. Benim okumalarım, Beyaz Saray'ın, politikanın ana hatları üzerinde sıkı bir denetim tesis ettiğini telkin ediyor ve bizzat (stratejik vizyona fırsat düştükçe kaşla göz arasında ışık tutan) başkan hâriç, büyük resmin kimin sorumluluğunda olduğunu halen çözmüş değilim. Afganistan'daki askeri güç artırımı kararının beşeri ve parasal mâliyetine ilave olarak bir de fırsat mâliyeti var. Bir günde sadece 24 saat, bir haftada sadece yedi gün var ve pek çok önemli mesele hak ettiğinden çok daha az ilgi görecek. (Aralık 2009) Bu gelişmelerden hiçbiri de Amerika'nın hayâti çıkarlarına hemen tehdit teşkil etmiyor fakat hepsi de Washington'ın ilgi ve alakasını ve gelişmiş bir strateji izlemesini talep edebilirler. Fakat tahminim o ki baştan savma bir şekilde ele alınacaklar çünkü Obama'nın ilgisi ve Washington'ın entelektüel oksijeni AfPak üzerinde dönen sonu gelmez tartışma tarafından emilecek. 13 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM “Sadece bir oyun”Gerçekten! Gary Sick, The National gazetesinde kendi düşüncelerini kaleme alarak “Oyunun sonuna doğru, Amerikalılar görünüşte müttefik olanları uzağa düşürmüş, zamanı ve çabayı israf etmişlerdi; İran ise başlangıçtakinden daha iyi bir durumdaydı” diye kaydetti. Sick, “fakat Amerikan ekibinin hamleleri, ABD'nin son üç yönetim boyunca uyguladığı stratejinin aynısıydı” fikrinde. Bir hafta önce, İran nükleer programına dönük uluslararası çabaların bir günlük simülasyonuna katılma fırsatım oldu; sponsoru, Harvard üniversitesi Belfer Center'dı. Katılımcılar çeşitli takımlara ayrıldılar (ABD, AB, Rusya, Çin, İran, İsrail ve bir de diğer Körfez ülkelerini temsilen bir KİK ekibi); olaylara nezaret eden bir de kontrol ekibi vardı (ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun rolünü oynamıştı). Önde gelen bazı gazeteciler müzakereleri izlediler; ayrıca bilgi “sızdırmaları” da mümkündü. Simülasyon 1 Aralık 2009 itibariyle gelecek 11 ayı içerecek şekilde tasarlanmıştı ve çeşitli takımlar yüzyüze (iki taraflı veya çok taraflı) müzakereler yapabiliyor, askeri kuvvetleri hareket ettirebiliyor, basın açıklamaları yapabiliyor, arka kanaldan teklifler yapabiliyorlardı. Kısacası, gerçek dünyada mümkün olan her hareketi sanal olarak icra edebiliyorlardı. Tecrübenin/deneyin tadını adamakıllı çıkardım fakat farklı bir dizi sonuca vardım (Ben Amerikan ekibindeydim ve Savunma Bakanı Robert Gates rolünü oynadım). Oyunun sonunda vardığım sonuç şu ki bir kimse bu tecrübeden sağlam hükümler çıkaramaz ve başlıca endişem, katılımcıların tam da bunun cezbesine kapılacak olmalarıydı. Benim kanaatime göre oyunun “hârici geçerliliği” üç gerçekdışı nitelikle sınırlıydı. Birincisi, oyunun zaman çizelgesi aşırı derecede sıkıştırılmıştı. Aslında, sadece altı saat içerisinde tam bir yıllık müzakereleri temsil etmeye çalışıyorduk. Dolayısıyla, oyundaki her bir saat iki aya denk geliyordu yani bir takım diğer takıma bir mesaj gönderebilecek ve sırf bir ay ya da daha fazla bir süre geçtiğini keşfetmek için vakti gelince bir cevap alacaktı ve orijinal mesaj artık tam anlamıyla eskiydi. Daha önemlisi, oyunun aşırı hızı, seçenekleri tartmak ve hatta açık ve yeni stratejileri formülleştirebilmek için düşünmeye yer bırakmadı (Oyuna başlamadan evvel, yaklaşımlarını belirlesinler diye takımlardan her birine 25 dakika verildi; gerçek hayatta ABD liderlerinin bundan daha iyisini yaptığını düşünmek hoşuma gidiyor. Kahretsin, Obama Afganistan'da ne yapacağına karar vermek için birkaç “ay” harcamıştı). Evet, zaman çok kıymetli bir emtiadır ve politika yapımcıları el çabukluğuyla marifet sergilemek durumunda kalmaktadırlar fakat daha Haber olarak da yayınlanan sonuçlar cesaret kırıcı: İran, oyunun sonuna dek uranyum zenginleştirme çalışmalarına son vermeye razı olmadı, P5+1 koalisyonu çöktü, ABD ve İsrail nazikçe “açık ve samimi görüş alışverişinde” bulundular. İyi haber denilecek tek şey, oyunun sona erdiği ana kadar askeri kuvvete başvurulmamış olmasıydı. Çeşitli katılımcılar, yanlarında alıp götürdükleri tecrübelerden ayıltıcı bulduklarını yayınladılar. Washington Post'ta yazan David Ignatius (katılımcı gazetecilerden biriydi) yalnızca simülasyon olmasına rağmen, oyunun yine de “önemli bazı gerçek hayat dinamiklerini ve herhangi bir diplomatik stratejinin İran nükleer gayretini -şimdiye kadar – durdurmadaki yetersizliğini gözler önüne serdiğini” söyledi. İran ekibinin başındaki 14 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM gerçekçi bir zaman çizelgesinin çok farklı sonuçlar üreteceğine inanıyorum. katılımcı listesini (uygun İranlılar dâhil?) bir araya getirmek ise imkânsız değilse de muhakkak ki daha zor olacaktı. İkincisi, dört ya da beş kişilik “takımlarla” karmaşık çoktaraflı müzakereleri temsil etmeye çalışmak sorunluydu özellikle de bazı takım üyeleri (ben dâhil) sınıfa gidip ders vermek üzere geçici olarak oyunu terk etmek zorunda kaldıklarında. Bu kısıtlama, 90 dakika boyunca nâmevcut olmam demekti yani oyunun zaman çizelgesine göre ABD Dışişleri Bakanı üç ay süreyle kimseyle haberleşmiyordu. Aynı problem Dışişleri Bakanı olan kişiyi de aynı süre zarfında taca attı. Dahası, takım üyelerinin kadrolarının olmayışı dolayısıyla da emir verecek astlarının olmayışı yüzünden yetki devredilecek kimse de yoktu ve ilgili tarafların tümüyle sürekli olarak müşavere yapmak imkânsızdı hatta ki her iki taraf bunu istese bile. Bazılarına Bush dönemi “tek taraflılığı” olarak görünen şey, oyunun yapısı gereği kaçınılmaz bir insan eseriydi. Netice şu ki sûni deneyin öğrettiklerinden herhangi bir sonuç çıkarmada son derece temkinli olmalıdır. Bana göre bunun gerçek değeri, gaipten haber vermemize imkân veren ham kristal küre veya bazı çetrefilli diplomatik problemlerin çözümü önündeki muayyen engelleri teşhis etmemize imkân veren analitik bir düzenek olmasında değildir. Her şeyden evvel, İran nükleer meselesinin çözümünün kolay olmadığını, P5+1 içerisinde bazı gerilimler olduğunu veya İran'ın hedeflerinin diğer katılımcıların hedefleriyle kavgalı olduğunu keşfetmek öyle tam da manşetlik haber değildir. Aslında, böyle bir deneyin potansiyel değeri, katılımcıları farklı roller oynamaya zorlamasında ve bir problemin bambaşka bir bakış açısından nasıl göründüğünü göstermesinde yatar. Biraz geç oldu ama, bazı şeyleri karman çorman etmiş olmamızı dilerdim. Mesela, İran takımında birkaç İsrailli'nin olması, Amerikan veya İsrail takımında Rus, Çinli veya Avrupalıların olması gibi. Oyunun fiili “semeresi” her ne olursa olsun, bu bize meselenin çözümünü zorlaştıran bazı yanlış anlama nedenlerini öğretebilirdi. (Aralık 2009) Üçüncüsü, elde olmayan sebeplerden dolayı, farklı takımların terkibinde sorun vardı. Amerika, Rus, Çin ve İran takımları Amerikalılarla doluydu ve takımların başında yine onlar vardı; İsrail takımını ise bütünüyle İsrailliler oluşturuyordu; AB takımında Avrupalılar vardı. Deneyin geçerliliğinden emin olmak için her bir takımın hakikaten de gerçek hayattaki emsallerinin oynayacağı gibi oynadıklarını farz etmek durumundasınız. ABD, İsrail ve Avrupa takımları için doğru olabilir bu (ben yine de böyle farzetmiyorum) ama diğerleri için açık ki bir abartı olacaktır. Bu zorluklar, deneyi gerçekleştirmek için bâriz kısıtlamalarla yüzyüze olan düzenleyecilerin kusuru değil. İdeal olarak, böylesi bir simülasyon bir hafta sonu boyunca oynanabilir ve daha kısa bir zaman dilimini kapsayabilirdi ama aynı derecede etkileyici bir katılımcı dizisini tüm bir hafta sonu bir araya getirmek çok daha güç olacaktı. Bihakkın çok uluslu 15 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM İran hakkında daha zeki seslerin yükselmesi vakti saldırtmak için kullanılmış o aynı paronayanın ve kendine aşırı güvenin ezberden sayılıp dökülmesinden ibaret. Geçen Ocak ayında burada yazmaya başladığımda Obama'nın seçilmiş olmasının ve neo-muhafazakâr dış politika yaklaşımının iflas etmesinin İran'la bir savaş ihtimalini yok etmediğine dair uyarıda bulunmuştum. O vakitlerde bana inanmadıysanız şayet, geçen Perşembe günü Alan Kuperman'ın New York Times'da yayınlanan savaş kışkırtıcısı tutarsız yazısı (op-ed) sizi, bunun üzerinden yeniden düşünmeye teşvik etmeli. Jim Lobe'un blogunda işaret ettiği üzere New York Times'ın bu metni yayınlamayı kabul etmiş olması, siyasetle ilgisi olmayan/apolitik bir hâdise değildir ve ardından gelecek bir Amerikan saldırısını meşrulaştırmaya ayarlı bir kamusal tartışmanın habercisi olabilir. Kuperman, İran nükleer tesislerine saldırmama kararının Çok Kötü Sonuçlara yol açacağını farzediyor (ama İran'ın Tel Aviv'i bombalayacağını iddia etmiyor hiç değilse) fakat saldırı düzenlememizin ciddi sonuçları olacağını ise hiç farzetmiyor. İran'ın orada zaten soruna yol açtığını söylerken İran'ın Lübnan, Irak veya Afganistan'da misillemede bulunabileceği ihtimalini önemsemiyor ve yeterince kışkırtıldıkları takdirde daha fazlasını yapabileceklerini gevrek gevrek gözardı ediyor. Kuperman makalesinin üçüncü özelliği, teklif ettiği hareket tarzı ve ABD ulusal çıkarları arasında açık hiçbir bağın olmamasıdır. Birileri onu bombalamadığı takdirde İran'ın muhakkak bombayı elde edeceğini ve şayet bombayı elde ederse, Amerika için vahim sonuçları olacağını sorgusuz sualsiz kabul ediyor. İran'ın er ya da geç bombayı elde edeceğini farzetsek bile – kesin olmaktan hala çok uzaktır – böylelikle İsrail, Pakistan ve Hindistan saflarına katılmış olacaktır, ki bu olayın önleyici bir savaşı haklı kılacak şekilde ABD'ye niçin vahim bir tehdit oluşturacağı belli değildir. Kuperman makalesinin bazı özelliklerini kaydetmeye değer. İlki, zamanlaması. Times, savaşı savunan ve olağandışı denilecek uzunlukta (1.500 kelimelik) bir op-ed makaleyi normalde barış, anlayış ve ahenkle ilişkili bir tatilde, tam da Christmas arefesinde yayınlamayı niçin tercih etti? Ayrıca, insanların ana mecradaki haber kaynaklarına daha fazla ilgi ve dikkat gösterdikleri son günde yayınlandı. Yani makaledeki savlarını çürütecek mühim karşıt delillerin birkaç günlüğüne sahneye çıkmaması veya okunmaması anlamına geliyordu; Kuperman'ın makalesi okunmak üzere biraz daha uzun bir süre asılı kalacaktı. İran, nükleer silahını bize karşı yahut Amerika'nın yakın müttefiklerine karşı kullanabilecek mi? Yıkıcı bir misilleme tecrübesi yaşamak istiyorlarsa....İran, ABD'ye hatta İsrail ve S. Arabistan gibi ülkelere şantaj yapabilir mi? Hayır, tehdit muteber olmayacak çünkü tehdidi icra etmek intihara denktir. Teröriste bomba verebilirler mi? Teoride evet, ama liderler ciddi riskler içerisinde milyarlarca Riyal harcayarak caydırıcılık elde edecekler ve sonra onu ABD veya diğerlerinin büyük bir misillemesini tetikleyecek şekilde kullanılabilecek türden gamsız kedersiz bir üçüncü tarafa teslim edecekler Öyle mi? İkinci bulmaca ise Kuperman'ın makalesindeki yeni bilgi veya savların yokluğu. Tahran'a gitmiş, dönmüş ve tanıklık yapıyor değil; makalede bilgi sızdırılması yoluyla atlatma haber yahut yeni bir analiz unsuru da yok ve Marc Lynch'in Foreign Policy'de kendisine ait blogda işaret ettiği üzere Kuperman'ın savaşın lehindeki savları ülkeyi Irak'a 16 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Sovyetler Birliği'nin elinde on binlerce nükleer silah bulunduğunu ve bu silahları acımasız adamların yönettiğini ve bize, müttefiklerimize veya elinde nükleer silah bulunmayan çeşitli hasımlarına bile asla şantaj yapmadıklarını hatırlayın. Mao Zedong da aynı şekilde insan hayatına kayıtsızdı ve nükleer savaşa dair bir dizi kavgacı beyanatlar vermişti fakat 1964'te bombayı elde ettikten sonra Çin ne daha fazla saldırganlaştı ne de nüfuzu arttı. Ne zaman herhangi bir devlet nükleer silah edinse, nükleer silahların yayılmasına karşı çıkan şahinler vahim durum tahminleri sunup dururlar; neyse ki kötümser tahminlerinin tümü de fiilen yanlış olduklarını ispatlamıştır. Saygın entelektüeller önde gelen basın organlarının sayfalarında bu tür şeyler söyleyebilirken, dünyanın pek çok yerinde özellikle de (Glenn Greenwald'ın ifadesiyle) Amerikan kargısının keskin ucunu hisseden bölgelerde Amerika'dan niçin hoşlanılmadığına gerçekten hayret mi ediyoruz? İyi haber şu ki Kuperman'ın makalesi blog dünyasında geriye püskürten kıymetli bir itki üretti: Yukarıdaki makaleye ilave olarak, Helena Cobban, FP'den Daniel Drezner, Richard Silverstein ve Matt Duss'un zekice kaleme alınmış mukabil yazılarını görün. Fakat korkarım ki bu savaş alttan alta ilerliyor ve Başkan Obama'nın durdurak bilmeyen can sıkıcı şahin taraftarlığına karşı durma kabiliyetine itimadımı kaybettim özellikle de bu taraftarlığın Times gibi bir yayın organına kadar ulaşmasından ve Beltway'in sağduyusunda hâleler oluşturmasından dolayı. Önleyici savaş savunucularının pek çoğu gibi Kuperman da bize saldırmamış ve saldırmak istediğine dair işaretler vermeyen bir ülkeye saldırmayı haklı kılmak için mantıksız kabus senaryolarına başvuruyor. İran gerçekten istiyorsa, askeri saldırının nükleer silah edinmesini engellemeyeceğini itiraf ediyor ama İran'ı bombalamanın bizi daha iyi bir duruma getireceğine kendisini bir şekilde ikna etmiş. Müthiş merak ediyorum, İran'ı bombalamak bizi orada daha mı sevdirecek veya İran'ın işe yarar bir caydırıcılık edinme arzusunu mu azaltacak? Amerikan medyasının Irak savaşına giden yolda matem tutulası performansına bakınca, skor tutmanın vakti gelmiştir. Times'ın op-ed sayfalarında kimin yazılarının yayınlandığını (Washington Post ve Wall Street Journal'dan zaten umut yok) ve haber olarak nelerin verildiğini kayda alın. Hangi düşünce kuruluşunun, lobinin, bilgenin savaş tamtamları çaldığına dikkat edin ve Saddam'ın devrilmesi kararında hangi duruşu sergilediklerini kendinize hatırlatın. Obama yönetimi içerisindeki yetkililerin “kinetik eylemi” (veya diğer örtmece tabirleri) savunma emârelerine karşı tetikte olun. Ve tüm bunları yaparken kendinize eskimez, evlâdiyelik şu soruyu sorun: cui bono? (bundan kim kâr elde ediyor?) (Aralık 2009) Son olarak, Kuperman'ın neyi savunduğu hakkında açık konuşalım. Saldırı ne kadar dikkatli ve hedef gözeterek düzenlenirse düzenlensin, İran'a yapılacak bir hava saldırısı masum siviller dâhil kaydadeğer sayıda İranlının ölümüne sebep olacaktır (muhtemelen içlerinden bazıları mevcut rejimin muhalifi olacaktır). Kısacası, Kuperman, Amerikan hükümetinin bir başka ülkede masum sivilleri öldürmesine OKEY diyor, o ülkenin en yüksek yakıt çevrimine ulaşmasını engellemek adına. (üstelik Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşması çerçevesinde İran'ın buna hakkı varken). 17 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Robert Gates’e Uluslararası İlişkiler’de teori dersi lazım söyleyecek olursak, Avrupa’nın ulusal güvenliği ciddiye almasını sağlamanın güvenli tek yolu, Avrupa savunmasına para yardımında bulunmaktan vazgeçmektir. Avrupa’yı savunmaya yardım için Amerika’nın artık daha fazla şey yapmaya ihtiyaç duymadığı hakkında iyi bir sav ileri sürülebilir: Avrupa barışçıl, demokratik ve AB çatısı altında gevşekçe birleşti ve ciddi bir çatışma olması uzak bir ihtimal. Dolayısıyla şayet ABD aşırı gerildiğini hissediyor ve kesinti yapacak bir yer arıyorsa, Avrupa ideal adaya benziyor. Böylece kendi başlarına daha fazlasını yapmaya da yönelebilirler. Robert Gates söylenenlere bakılırsa hayli zeki bir adam (Soğuk Savaş sonlarında birkaç şeyde hata yaptıysa da) ve selefinden daha iyi bir Savunma Bakanı. Fakat İki gün önce bir NATO toplantısında yönelttiği taşkın sözler, ortak iyilik teorisi hakkında hiçbir kavrayışa sahip olmadığını ifşa etmeye yaramıştır. Olson ve Zeckhauser’ın klasik metinlerini [An Economic Theory of Alliances] yayınlamalarından bu yana biliyoruz ki bir devletin tüm kaynaklar üzerinde orantısız bir hisseyi kontrol ettiği çoktaraflı ittifaklar, kaçınılmaz olarak hazıra konmayı teşvik eder. Niçin? Çünkü güçlü bir devletin müttefikleri bilir ki o kendi çıkarlarından hareketle ortak iyiliğin gereğini yapacak (eldeki vakada askeri harcamalar ve koruma) ve zayıf üyeler servetlerinin daha cüz’i bir kısmını harcayabilecek ve halen güvende olabileceklerdir. Fakat Amerika’nın şişkin savunma çabalarına denk bir çabaya girmelerini beklemeyin. AB üyesi devletler ciddi bir askeri tehditle karşı karşıya olmadıkları gibi, uzak yerlerdeki büyük sosyal mühendislik tasarılarımıza da hassaten ilgili gösteriyor değiller. Haliyle bizimkine yakın bir orduyu niçin isteyecekleri açık değildir hem de onları artık korumuyor olsak bile (gerçi Washington’ın böyle bir şeyi isteyip istemediği de büsbütün açık değil ve ayrı bir hikâyedir bu). Demek ki daha kudretli olanın bu durumdan sızlanmasının veya durumun çok da değişeceğini beklemesinin hiçbir anlamı yoktur özellikle de Afganistan gibi yerlerde işin aslan payını yapmakta ısrar ederken. Avrupalı müttefiklerimizin ortak savunma yükünde bahse değer ölçüde daha fazla hisse üstlenmesini sağlamanın tek yolu, katkılarımızı bahse değer ölçüde azaltmaktır; Robert Gates’in yaptığı gibi müttefiklerimizi azarlamak geçmişte işe yaramadı ve bugün de işe yaramayacak. Gates’ın hayal kırıklığının gerçek kaynağı, Avrupalı ortaklarımızın Amerika’nın sırtındaki yükün birazını almaları arzusu. Başka bir ifadeyle, Avrupa’nın bizim istediğimiz şeyleri yapmasını istiyor sadece. Bunun arzulanır olduğunu niçin düşündüğünü anlıyorum ama bunun gerçekleşeceğini niçin düşündüğünü anlamıyorum. (Şubat 2010) Gates ve Obama yönetimindeki diğerleri, Obama (17.000’i geçen ilkbaharda, 30.000’i geçen sonbaharın başlarında) Afganistan’a 47.000 ilave asker gönderme kararı aldığında Avrupalıların aynı şeyi yapmak için öne atılmadıklarını fark etmediler mi? Masaya vurduk, daha fazlasını istedik ve göstermelik tepki aldık, ki tam da ummamız gereken şeydi. Tekrar 18 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM İsrail’in vahşi yanlışlarının en sonuncusu Bu son hoppalık, binlerce Lübnanlı’nın yaralandığı ve milyarlarca dolarlık zarara yol açan 2006 Lübnan saldırısı veya çoğu çocuk 1.300 Gazzeli’nin öldüğü 2008-2009 katliamı kadar kalın kafalılıktır. Bu hareketlerin hiçbiri de stratejik bir kazanım getirmedi ve hepsi de İsrail’in stratejik düşüncesinde 1967’den beri şahit olduğumuz sürekli bir kötüleşmenin mevcut delillerine ilave delillerdir. İsrail ordusunun, Gazze’ye ilaç, gıda ve inşaat malzemesi gibi insani yardım ulaştırmaya teşebbüs eden altı sivil araçtan oluşma Özgür Gazze Filosuna haksız saldırısını artık hepiniz duymuş olmalısınız. Gazze nüfusu 2006 yılında beri İsrail’in felç edici kuşatması altında. Gazzeli seçmenler, Bush yönetiminin ısrarıyla yapılan özgür seçimlerde korkusuzluk sergileyip Hamas’a oy verdiklerinde İsrail ablukası başladı; Bush yönetimi, sonuçlardan memnun kalmadığı için bu kez yeni hükümeti tanımayı reddetti. İkinci sorum: “Obama yönetimi bu meselede biraz metânet sergileyip İsrail budalaca ve tehlikeli bir şekilde hareket ettiğinde ABD başkanlarının yaptığı samimiyetsiz beyanâtların ötesine geçecek mi? Başkan Obama, bizim hârika Amerikan değerlerimiz hakkında konuşmayı seviyor ve Obama’nın parlak yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi “bu değerleri sadece kolay olduğunda değil zor olduğunda da yukarıda tutmalıyız” diyor. Aynı belge, “kural temelli uluslararası düzenden” de bahsetmekte ve “Amerika’nın hukukun üstünlüğüne bağlılığı, 21. yüzyılın sorunlarına göğüs gerebilecek bir uluslararası düzeni inşa gayretimizin de esasıdır” demektedir. Güzel, eğer bu doğruysa, Obama’nın söyledikleriyle neyi kastettiğini ispatlayabileceği nefis bir fırsat var. Bir insâni yardım misyonuna saldırmak, Amerikan değerleriyle bağdaşmaz isterse o yardım misyonu, ablukaya meydan okumak gibi kışkırtıcı bir harekete girişmiş olsun. Ayrıca, saldırının uluslararası sularda yaşanmış olması, uluslararası hukukun doğrudan ihlalidir. Ara seçimler yaklaşırken ilkeli bir duruş sergilemek, Amerikan yönetimi için siyaseten zordur elbet fakat değerlerimiz ve hukukun üstünlüğüne bağlılığımız, bir başkanın oy uğruna feda edeceği şeylerse, o halde pek de kıymetli değiller demektir. Geçen Salı gecesi, İsrail donanmasına bağlı kuvvetler ve komandolar, uluslararası sularda bulunan silahsız gemilerden birine saldırarak en az on barış eylemcisini öldürdü ve çok sayıda kişiyi de yaraladı. İsrail ordu sözcüsü, İsrail’in gemiye çıkıp el koyma çabalarına yolcuların direnmesinden dolayı güç kullanmakta haklı olduğunu iddia etti. Diğer İsrailli yetkililer, kırk ülkenin vatandaşlarından oluşan ve aralarında bir Nobel Barış ödüllüsü, eski bir Amerikan büyükelçisi ve de Holokost’tan sağ kurtulan bir kişinin de olduğu eylemcileri Hamas’la hatta el Kaide’yle bağlantıları olan terör sempatizanı olarak resmetmeye uğraştılar. Haberleri duyduğumda ilk sorum şu oldu: “İsrail liderleri ne düşünmüş olabilirler? İnsâni bir misyona uluslararası sularda öldürücü bir saldırı düzenlemenin kendilerine ne gibi bir fayda sağlamasını umuyorlar? İsrail hükümeti ve onun sertlik yanlısı destekçileri, İsrail’i sözümona “gayri meşru kılma” çabalarından sık sık şikâyet ederler fakat İsrail’in dünyadaki itibarını dibe vurduran işte tam da böylesi hareketlerdir. Daha önemlisi, İsrail’in bu yanlış yola sapmış kavgacı hareketi, Amerikan çıkarlarına çok daha büyük bir tehdit teşkil etmektedir. İsrail’e yardım malzemesinin 19 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM ve diplomatik korumanın büyük bir kısmını ABD sağladığından dolayı ve başkandan en alt düzeydekine kadar siyasetçilerin ABD-İsrail arasındaki “sarsılmaz bağlara” gönderme yapmalarından dolayı dünyadaki herkes doğal olarak biz ve İsrail’in çoğu eylemi arasında ilişki kuruyor. Dolayısıyla İsrail böylesi saçma ve tuhaf şeyler yaptığında yalnızca kendi imajını lekelemekle kalmayıp Amerika’nın da kötü durmasına yol açıyor. Bu hâdise, Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerimize zarar verecek, “SiyonistHaçlı İttifakı” hakkındaki cihatçı anlatılara yeni inanılırlık katacak ve de İran meselesinin ele alınışını zorlaştıracaktır. Hâdiseyi hafifsersek, dünyadaki dostlarımız nezdindeki ahlâki itibarımıza da mâl olacaktır. İsrail’le özel ilişkilerimizin tam bir külfet olduğunun – sanki daha fazlasına ihtiyacımız varmış gibi - yalnızca fazladan yeni bir delilidir bu. maddelerini askıya alabiliriz. Gazze ablukasının kanun dışı, gayri insâni olduğunu, amaca zarar verdiğini yüksek sesle ve açık açık ifade edebilir, ablukayı derhal kaldırmaları için İsrail ve Mısır’a baskı uygulayabiliriz. Fakat saydığımız güçlü tedbirler bile altta yapan problemi yani bizzat çatışmayı çözmeyecektir. Söz konusu olan her iki tarafı bir anlaşmaya zorlamak olduğunda, bu yönetimden çok fazla şey beklememeyi öğrendim zira Obama iyi oyundan bahsediyor ama her iki taraf üzerinde anlamlı bir baskı kurmuyor. Bu son olay Obama’yı Beyaz Saray’a gelir gelmez İsrail-Filistin meselesini liste başına almakta haklı olduğuna ama geçen yaz (2009) ve sonra geçen ilkbahar’da Netanyahu ayak direttiğinde ona teslim olmakla hata ettiğine ikna etmiş olabilir. O ricâtların neticeleri, işgal altındaki topraklarda durum daha da kötüleşirken kıymetli bir zamanın yitip gitmesi oldu. Kısacası, Obama yönetimi bu budalaca harekete ne kadar kızdığını göstermediği takdirde, ABD’nin tepkisi gerçekten dişli olmadığı takdirde, diğer devletler haklı olarak Washington’ı onarılmaz şekilde zayıf ve ikiyüzlü bulacaklardır. Obama’nın “Yeni Bir Başlangıç” başlıklı Kahire konuşmasının, Boş Söylemlerin Şeref Listesinde seçkin bir yere sahip olacağı kesindir. Obama, iki devletli çözüm lehine zaman hızla azaldığından dolayı bu fırsatı ele geçirmeli, farklı bir yaklaşıma niçin ihtiyaç duyulduğunu, bu çatışmayı nihayete erdirmenin ABD ulusal güvenliği adına niçin bir öncelik olduğunu Amerikan halkına izah etmek için bu fırsattan istifade etmelidir. Her iki taraf üzerinde Amerikan baskısı kurmanın hem İsrail hem de ABD çıkarlarına nasıl hizmet ettiğini de açıklamalıdır. Bunu yapmak için kendisine yardım edecek yeni yüzlere ihtiyacı olacak zira şu an kullanmakta olduğu ekip bir yıldan fazla bir zamanı hiçbir kazanım elde etmeden harcadı (Eğer ekonomi takımı da böyle azimli olsaydı, ekonomimiz sarmal çize çize uçurumdan aşağı hala yuvarlanıyor olurdu). Dolaylı görüşmelerin yeniden başlatılmasının bir değeri yok çünkü o görüşmeler, önceki yüz-yüze görüşmelerin bir adım gerisinde kalıyor ve başarısız olması da muhtemeldir. ABD nasıl tepki verebilir/di? İsrail’in hareketini yalın bir İngilizceyle ve hiç kaçamak yapmadan kınayabilirdik. İsrail’in hareketini kınayan bir BM Güvenlik Konseyi karar taslağının hazırlanmasına ve Konsey’den geçirilmesine yardım edebilir ve neler olduğunu tespit için uluslararası bir komisyon kurulması çağrısı yapabilirdik. Ve şayet Amerikan istihbaratı filoyu izlemişse – ki izlemiş olmalıdır – topladığımız bilgileri komisyonun erişimine açmalıyız. İsrail’e askeri yardım paketlerini iptal edebilir veya bazı 20 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Üçüncüsü, bizzat İsrail’le ve özellikle de onun şu anki hükümetiyle ilgili. Nükleer silahları, güçlü bir ordusu, gitgide daha müreffeh bir ekonomisi ve hayli ileri bir teknolojisi olan ama bir milyondan fazla insanı Gazze’de kuşatma altında tutan, Batı Şeria’daki milyonlarca insanın siyasi haklarını inkâr eden, liderleri sadece iyi silahlanmış ordulara karşı değil masum sivillere, uluslararası barış eylemcilerine karşı da ölümcül güç kullanma konusunda vicdan azabı duymayan ve bu arada kendilerini masum kurbanlar olarak takdim eden bir ülke hakkında nasıl düşünmemiz bekleniyor? Siyonist rüyada bir şeyler fena halde yanlış gitti. düşünüyor? İsrail’in yaptıklarının isabetli olduğunu düşünenler hangileridir? İroniktir, İsrail’in dostları birinci gruptakilerdir çünkü vakit çok geç olmadan ülkeyi kurtarmaya çalışıyorlar. İkinci gruptakiler ise İsrail’i uluslararası tecride – hatta belki de daha kötüsüne doğru yokuş aşağı süren hamaset erbâbıdır. (Haziran 2010) Dördüncüsü, bu hâdise, ABD’deki “İsrail yanlısı câmianın” turnusol testidir. İsrail’in bu gibi aptalca şeyleri yapmayı sürdürmesinin nedenlerinden biri de sertlik yanlısı sempatizanları eliyle fiillerinin neticelerinden uzak tutulmasıdır. AIPAC sözcüleri, gazetecileri ve üstatları baskını eğip büken e-posta bombardımanına tâbi tutmaya başladılar bile. Diğer özürcülerin de İsrail’in eylemini “meşru müdafaa” gibi ilkeli bir hareketmiş gibi savunan op-ed makaleler ve blog yazıları döşeneceğini umabiliriz. Eğer Obama yönetimi önerdiğim yollardan birinde ilerlemeye çalışırsa, İsrail lobisindeki en güçlü örgütlerin sert muhalefetini hesaba katabilir. Peter Beinart’ın New York Review of Books’ta yayınlanan son makalesi özellikle de sorusu dikkat çekicidir: “AIPAC ve Başkanlar Konferansı İsrail liderleri ne yapmalı veya ne söylemeli ki onlar da “hayır” diye çığlık koparsınlar? Bunu kendi kendilerine sormalılar…eğer çizgi hala aşılmamışsa, çizgi nerede?” Gelecek birkaç gün içerisinde siyasetçilerin ve uzmanların bu meselede nasıl saf tuttuğunu gözleyin. İsrail’in “çizgiyi aştığını” ve eleştiriyi – hatta belki müeyyideyi - hak ettiğini hangileri 21 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Türkiye ve neoconlar destekledikleri iddiasıyla perdelenmektedir. Zaten tahmin edilebilir bir şeydi. Önde gelen neoconlar, İsrail ve Türkiye’nin askeri bağlar üzerinden stratejik müttefik olduğu zamanlarda Türk hükümetinin sesi çok çıkan savunucularıydılar; AntiDefamation League (ADL) ve AIPAC gibi gruplar, I. Dünya Savaşı sırasında Türklerin elinde Ermenilerin başına geleni Ermeni soykırımı olarak etiketleyen kararları onaylamaması için Kongre’yi yüreklendirirlerdi (Ermeni lobisi aylak değil ama AIPAC ve onun İsrail lobisindeki müttefiklerine denk de değil). Fakat Türkiye iyi işleyen bir demokrasi, bir NATO üyesi ve ABD’nin güçlü bir müttefiki olmasına rağmen neoconların şimdi Türkiye’ye düşman olduklarını görüyoruz. Türkiye’nin demokrasisi elbette ki mükemmel değil ama hadi bana bir tane mükemmelini gösterin. Neoconların Türkiye’nin dostu olmaktan çıkıp hasmı olmalarının basit tek bir nedeni var: İsrail. Türk hükümeti, Gazze’nin abluka altına alınmasından itibaren İsrail’in Filistinlilere karşı muamelesinden dolayı açıkça eleştireldi; 2008-2009 Gazze saldırısında sonra eleştirileri arttı ve İsrail ordusunun Özgür Gazze Filosuna öldürücü saldırısından sonra doruğuna çıktı. Lobe’un gösterdiği üzere, önde gelen neocon sürüsü Türkiye’yi şeytanlaştırmakla meşgul ve bazı hallerde de Türkiye’nin NATO’dan atılması çağrısını yapıyorlar. ADL’nin soykırım suçlamasına karşı bir ülkeyi koruyor oluşu ironik olmaktan da ötedir ama siyasi örgütlerin etik tutarlılık sergilemesi gerektiğini söyleyen mi var ki? Türkiye-İsrail ilişkileri yıpranmaya başladığında – İsrail’in Filistinlilere muamelesi karşısında Türkiye’nin duyduğu öfke, bu yıpranışın üzerine benzin dökmüştür – ADL ve AIPAC koruma şemsiyelerini çektiler ve İsrail’in Kongre’deki savunucuları taraf değiştirdi. yer yer Demek ki bir devletin demokratik olup olmamasının neoconlar için bir önemi yok; onlar için önemli olan, bir devletin İsrail’i destekleyip desteklemediğidir. Dolayısıyla Usame bin Ladin Afganistan veya Pakistan’da olmasına rağmen bu kadar çok sayıda neocon’un ABD’nin Irak’ı işgal etmesi için niçin çalıştığını ve şimdi de İran’la savaş için niçin bastırdıklarını merak ediyorsanız cevabınız işte burada. Jim Lobe geçen hafta InterPress’te dehşet bir makale yayınladı ve öncü neoconların Türk hükümetinin güçlü destekçileri (bazen de yüksek maaşlı danışmanları) olmaktan çıkıp ateşli eleştirmenlerine döndükleri gözler önüne serildi. O, hikâyeyi benim yapabileceğimden çok daha iyi aktarmaktadır ama benim yapacağım birkaç ilave var. Defalarca kaydettiğim gibi, bir Amerikalı’nın yabancı bir ülkeye derinden bağlılık hissetmesinde ve bunu politikada ifade etmesinde yanlış bir şey yok ama açık ve dürüst olmaları ve diğer insanları bir şekilde yobazlıkla suçlamaya tevessül etmemeleri şartıyla. Neoconların Türkiye’ye karşı çark etmeleri önemlidir çünkü politik önceliklerini açık seçik ifşa etmektedir; ve Lobe, bize bunu belgelediği için tam notu hak ediyor. Birincisi, eğer bu makale, fiilen tüm neoconların İsrail mezkezci olduklarına sizi ikna etmemişse başka hiçbir şey edemez. Bu yakınlık gizli saklı değil ve neocon bilge Max Boot’un ifadesiyle, Yeni-Muhafazakârlığın “kilit akidesidir.” Fakat İsrail’e bağlılıklarının gerçek boyutu, umursadıkları şeyin gerçekte özgürlük ve demokrasi olduğu dolayısıyla da İsrail’i “Ortadoğu’daki tek demokrasi” olduğu için 22 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Son bir şey de şu: Neoconlar, Amerikan ve İsrail çıkarlarını özdeşmiş gibi tasvir ederler. Onların nazarında, İsrail için iyi olan ABD için de iyidir; ABD için iyi olan İsrail için de iyidir. Bu iddia, kayıtsız şartsız Amerikan desteğini iyi bir fikir gibi göstermektedir; ayrıca onları, İsrail’in çıkarlarını Amerikan çıkarlarının üzerine çıkarıyorlar suçlamasından da uzak tutuyor. Her şeyden evvel, eğer her iki devletin çıkarları gerçekten bir ve aynı şeyler ise, o takdirde tanım gereği çıkar çatışması söz konusu olamaz ve “çifte sadâkat” (bu terimden hala hazzetmiyorum) meselesi gündeme gelmez. ABD ve İsrail belirli bazı ortak çıkarlara sahiplerse de bu çıkarların özdeş olmadığı gitgide daha da belli oluyor. Bu durum, Amerika için iyi olanı desteklemekle İsrail için neyin iyi olacağını savunma (genelde yanlışı savunmuşlardır) arasında bir tercihte bulunmaya zorladığından dolayı inatçı neoconları gergin bir duruma itiyor. Mademki önde gelen neoconlar savaş davulları çalmaya devam ediyor bize de berbat sicillerini ve altta yatan güdülerini hatırlamak düşer. (Haziran 2010) Ben ise tam aksini savunuyorum. “Özel ilişkilerin” her iki ülkeye de zarar vermeye başladığını, daha normal bir ilişkinin her iki taraf için de iyi olacağına inanıyorum. Özel ilişkiler, Ortadoğu’da Amerikan karşıtlığına benzin dökerek ve milyarlarca insanın – evet milyarlarca insanın nazarında bizi ikiyüzlü duruma düşürerek tam şu an ABD’ye zarar veriyor. Nükleer silahların yayılmasını önleme gibi bir dizi meselede de siyasetimizin şeklini bozmakta ve Ortadoğu barışı davasında ilerleme sağlamak için nüfuzumuzu kullanmayı aşırı derecede güçleştirmektedir. Başkan Obama’nın bu cephelerde kaydettiği başarısızlık – daha iyisini yapacağına dair defalarca söz vermesine rağmen – bunu daha da âşikar kılmaktadır. Aynı zamanda, bu olağandışı ilişki, İsrail’in içinde bulunduğu tecridi artıran ve uzun vadeli geleceğini tehdit eden politikaları sigortalayarak İsrail'e de zarar veriyor. Hem İsrail budalaca hareket ettiğinde Amerikalı liderlerin en yumuşak bir eleştiriyi bile seslendirmesini neredeyse imkânsız kılmaktadır çünkü böyle bir şeyi yapmak, özel ilişkilerin mârifetlerine gölge düşürmekte ve özel ilişkileri savunan çeşitli grupların gazabını üstüne çekme tehlikesi taşımaktadır. 23 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Amerika çöküş tehlikesinde mi? Diamond’un vaka analizlerinden çıkardığı dersler nelerdir ve dış politika yönetimiyle ilgili olarak idrâkimize neler sunmaktadır? Kitabı bitirdiğimde aklımdan geçen fikirler şunlardı: Bu yazın başlarında, Jared Diamond’un Collapse: How Societies Choose to Fail or Succeed başlıklı kitabını okuduğumu söylemiş ve devşirdiklerimi özetleyip paylaşacağım diye söz vermiştim. Guns: Germs, and Steel başlıklı diğer kitabına tam denk değilse de okunmaya değer bir kitap. Mâzideki pek çok toplum ve (jeoloji, botanik, adli arkeoloji gibi) bilimsel bilgi hakkında muazzam bilgiler edinecek, niçin muvaffak olduklarını yahut da çöküp gittiklerini öğreneceksiniz. Birincisi, Diamond, toplumların bazen de zuhur etmekte olan problemleri önceden görmekte acze düştüklerini zira eldeki olgu evvelinde tecrübeye veya yeterli bilgiye sahip olmadıklarını savunuyor. İlkel toplumlar, örneğin, toprak yitimi tehlikesini tanıyamamış olabilir çünkü toprağın temel kimyası hakkında yeterli bir anlayıştan yoksundular. Bir toplum, yüzyüze geldiği sıkıntıları sırf seyrek cereyan ettiği için fark edemeyebilir çünkü problemin nasıl tespit edileceği veya problemin üstesinden nasıl gelineceği bilgisi unutulmuştur. Diamond’un vurguladığı üzere, bu hassaten de ilkel toplumlar için sorun teşkil etmektedir çünkü yazılı kayıtları yoktur; ama ne ki tarihi hafıza kaybı bizim gibi hayli okuryazar toplumlarda bile yaşanabilmektedir. Kitabın merkezinde, talepkâr ve/veya kötüleşmekte olan çevresel, iktisâdi veya siyasi şartlara intibak edemediklerinden dolayı çökmüş ve gözden kaybolmuş toplumlar hakkında yapılan bir dizi vaka analizi yer alıyor. Diğer toplumların yanı sıra Ester Adası sâkinlerinin, Mayaların, Güneybatı Pasifik’teki Anasazilerin, Batı Grönland’daki Wiking kolonilerinin kaderini inceliyor ve talepkâr şartlarda dayanıklı hayat tarzları geliştirmeyi başarmış Yeni Gine dağlılarıyla kıyaslıyor. Ayrıca, Ruanda soykırımı, Çin ve Avustralya’nın çevre sorunlarını bu daha önceki örnekler ışığında inceliyor. Benzetme yapacak olursak, ABD dış politikasındaki başarısızlıkların bazılar bu nevidendir. Afganistan’daki Sovyet karşıtı mücahitlere verilen ABD desteğinin, Amerikan karşıtı, derin husûmet besleyen terörist grupların oluşumuna önayak olacağını hiç kimse beklememişti. Bu biraz da ABD liderlerinin dünyanın bu kesimi hakkında pek bir şey bilmemelerinden ve de Ortadoğu hakkında ABD’deki kamusal söylemin boşluklarla dolu olmasından kaynaklanmıştır. Benzer şekilde, 2003 yılında bizi Irak Savaşına götüren kişiler, Irak toplumunun tarihi (ve Saddam rejiminin gerçek doğası) hakkında bahse değer bir cehalet içindeydiler. İşleri daha da kötüleştirircesine, Amerikan ordusu Vietnam’dan aldığı tüm dersleri unutmuştu ve sadece kısmi bir başarıyla, hepsini yeniden öğrenmek zorundaydı. Devletlerin (grupların ve bireylerin) zarardan dönmeyi ve işe yaramadığı apaçık olan politikalardan vazgeçmeyi niçin güç bulduklarını araştıran bir proje üzerinde çalıştığım için okudum bu kitabı. Bu başlık, kafası çalışan ve eğitimli insanların niçin feci (daha sonra keşke denilen aptalca) kararlar aldıkları gibi (benim için müthiş büyüleyici olan) daha büyük bir sorunun altkümesidir. Diamond’un çalışması, Amerika’nın çöküşü hakkındaki ebedi tartışmayla da alâkalıdır: Olmakta mı? Kaçınılmaz mı? Nasıl cevaplandırmalıyız? İkincisi, toplumlar, liderleri sıkıntının kaynağından çok uzakta olduğu takdirde, 24 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM genişlemesini I. Dünya Savaşı’ndan sonra (fiili gücü şüphe götürmez şekilde azalırken) gerçekleştirmesi gibi, bu olumlu nitelikler daha ziyâde geçmişteki yatırımların (ve talihin) ürünü olabilir ve bunlara odaklanmak, Amerikan gücünün aşınan temellerini ıskalamamıza yol açabilir. azmakta olan sorunu tespit edemeyebilir. Diamond buna “uzak/taki yöneticiler” problemi demektedir ve Amerikan politikacılarının geriye bakıldığında genelde aptalca görünen kararları niçin aldıklarını açıklayabilir bu. Daha öncede kaydettiğim üzere, ABD dış politikasından sorumlu kişilerin yüzyüze geldiği sorunlardan biri de ele almak zorunda oldukları problemlerin sayısı ve kapsamıdır; bu, onları uzaktaki astların raporlarına bel bağlamaya ve anlamalarını bekleyemeyeceğimiz meseleleri ele almaya mecbur etmektedir. Barack Obama birkaç yılını Peştun dili öğrenerek ve kendisini Afgan tarihi ve kültürüne gark ederek geçirmez; bunun yerine, olay yerindeki şahısların ona anlattıkları üzerinden karar almak zorundadır ki o şahıslar ondan daha fazla biliyor da olabilirler bilmiyor da olabilirler. Maalesef, bu şahısların neşeli bir tarih anlatmak için açık nedenleri vardır (kendi gayretlerinin iyi görünmesi için olsa keşke). Aptalca kararların dördüncü bir kaynağı da bireylerin bir bütün olarak toplum çıkarına değil de kendi bencil çıkarlarına uygun hareket etme eğilimidir. Tragedy of Commons (Ortak Malların Trajedisi) bu problemin klasik bir resmidir fakat aynı temel dinamik, dar çıkar grubu tercihlerinin daha geniş ulusal çıkarlara baskın çıkmasına müsaade edildiğinde de görülür. Belirli sanayileri korumak için uygulanan gümrük tarifeleri veya muayyen bir seçmen kitlesini yatıştırmak için tasarlanmış dış politikalar, söz konusu duruma örnektir. İronik olarak, bu problemler hassaten de bugünün pazar yönelimli demokrasilerinde vahim durumda olabilir. Açık toplumların, iyi işleyen bir “fikirler pazarını” beslediğini ve farklı görüşlerin çatışmasının aptalca fikirleri ıskartaya çıkartacağını, problemlerin teşhisini ve vaktinde ele alınmalarını temin edeceğini düşünmekten hoşlanırız. Bu bazen doğru galiba ama mâli kaynağı yerinde olan özel çıkarlar, ulusal aklı güçlük çekmeden kirletebildiğinde, entelektüel pazarın iflas edecek olması daha muhtemel bir sonuçtur. Her şeyden evvel, kendine hizmet eden yalanlar icat etmek ve gerçeği çarpıtmak hakikati bulup ortaya çıkarmaktan daha kolay ve daha ucuzdur ve nezdlerinde hakikati dile getirmenin lanetli, kendine hizmet eden siyasi propagandanın ise kaide olduğu çok sayıda kişi (ve örgüt) var. Üçüncüsü, kısa vadeli büyük dalgalanmalar, uzun vadeli olumsuz eğilimi maskelediğinde ciddi problemler tespit edilmeden öylece kalabilir. İklim değişikliği klasik örnektir: Atmosfer ısısında (günlük, mevsimlik, yıllık ve daha büyük dönemsel) kısa vadeli pek çok dalgalanmalar yaşanır ve iklim değişikliğinden şüphe edenlere, ani soğukları sera gazlarının kaygı meselesi olmadığının delili olarak değerlendirme imkânı verir. Benzer şekilde, Amerikan üstünlüğünün uzun vadeli karşı eğilimleri maskeliyor olabilen kısa vadeli işaretlerini bulması kolaydır. İyimserler, ABD askeri üstünlüğüne ve Amerikan ekonomisinin halen dünyanın en büyük ekonomisi olduğu gerçeğine veya patent sayısına, Amerikalı bilim adamlarının kazanmaya devam ettiği Nobel Ödülleri’nin sayısına işaret edebilirler. Fakat tıpkı İngiliz İmparatorluğu’nun en büyük toprak Profesyonel tahrifatçıların sayısı daha çok olduğunda, para kaynakları daha iyi olduğunda, sesleri hakikati söyleyenlerden daha gür çıktığında, toplum zamanla 25 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM sersemleşecek ve [kendisine söylenen] o aynı yanlışları tekrarlayacaktır. alırlar: Bir problemi önceden görememek, zuhur ettiğinde algılayamamak, algılanması sonrasında çözme teşebbüsü gösterememek ve çözme teşebbüslerinde başarılı olamamak.” Bu son husus, vurgulamaya değer. Devletler sıkıntıda olduklarını anlasalar ve problemi halletme konusunda ciddi olsalar bile başarısız olabilirler çünkü hazır ve güç yetirilebilir bir çözüm mevcut değildir. Bahse değer ölçüde kısmetli tarihlerine bakınca, Amerikalılar, yeterince gayret ettiğimiz takdirde her hangi bir problemin çözülebileceğini düşünmeye meyyaldirler. Bu geçmişte doğru değildi; bugün de doğru değil ve gerçek meydan okuma, ek çabanın işe yaradığı durumlar ile zarardan dönmenin daha kârlı olduğu durumların nasıl tefrik edileceğini öğrenmektir. (Ağustos 2010) Beşincisi, Diamond, bir devlet veya toplum sıkıntı içinde olduğunu tanıdığında bile, intibak etmelerini ve ayakta kalmalarını daha da zorlaştıran bir dizi patolojiyi teşhis etmiştir. Siyasi bölünmeler, bir şeylerin yapılması gerektiğini herkes fark ettiğinde bile (Kongre’deki tıkanıklığı düşünün) vaktinde davranmayı imkânsız kılabilir ve kilit liderler ya grup düşüncesine yahut da çeşitli psikolojik inkâr şekillerine meyilli olabilirler. Kötü haber şu ki bu problemlerin etkin ve âlemşümul güvenilirliği olan bir panzehiri icât edilmiş değil. Dahası, eğer grup kimliği, aziz tutulan belirli değerlere veya inançlara dayalıysa, bekâ tehdit altında olsa bile onlardan vazgeçmek zor olabilir. Diamond, Grönland’daki Wiking kolonilerinin, Wikinglerin belirli geleneksel uygulamalardan vazgeçme ve Eskimoları taklit etmeye (mesela Eskimo balıkçı kayıklarıyla fok balığı avlamayı benimsemek) duydukları isteksizlik yüzünden gözden kaybolmuş olabileceklerini söylemektedir. Bu nevi kültürel katılığın çağdaş benzerlerini görmek zor değildir. Askeri örgütler, âşina olunan askeri doktrinlerden, usullerden vazgeçmeyi zor bulurlar; belirli toprak gâyelerine güçlü bir şekilde adanmış devletler, bu adanışları üzerinde yeniden düşünmeyi neredeyse imkânsız bulurlar. Fransa’nın Cezayir’den çekilmesinin ne kadar uzun sürdüğüne bakın; veya Sırp ulusçu fikriyatında merkezi yeri olan Kosova sevgisini ve bunun 1999 yılında onları mâliyetli (ve galiba gereksiz) bir savaşa nasıl sürüklediği üzerinde düşünün. Diamond’un olursak: sözleriyle özetleyecek “Beşeri toplumlar ve küçük gruplar, ardışık bir dizi nedenden dolayı feci kararlar 26 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Goldberg yine keçileri kaçırdı Meseleyi inceleme zahmetine katlansaydı bilecekti bunu. Lobiyi, diğer lobiler gibi meşru bir çıkar grubu olarak tasvir ettik ve faaliyetlerinin Amerika’daki demokratik politikanın normal bir parçası olduğunu vurguladık (sf. 13-14, 112 ve 150). “Yahudi lobisi” terimini açıkça reddettik (s.115) ve lobi kelimesini 484 sayfalık kitabın hiçbir yerinde büyük harfle yazmadık. Kelimeyi büyük harfle yazdığımız tek yer London Review’da yayınlanan orjinal makalemizdi: Fakat eleştirilere verdiğimiz cevaplarda bu kullanımın hataya yol açtığını açıkça kabul ettik ve diğer metinlerde bir daha tekrar etmedik. Gazetecilerin hakikat ve doğruluk kaygıları vardır diye bilinir. Fakat konu İsrail olduğunda, Goldberg, nesnel veya açık fikirli olmaktan aciz ve bu yüzden de İsrail politikalarını eleştiren, Amerika’nın Yahudi devletiyle özel ilişkilerini sorgulayan yahut İsrail lobisinin faaliyetleri hakkında şüphelerini ifade eden herhangi biriyle muhatap olduğunda, laf dokunduruyor ve uydurmaya başlıyor. Uydurma suçlamaları basit tek bir sebepten dolayı icat ediyor: Söylediklerimize bel bağlayacak olsa, bize iftira atması imkânsız olacak. Bu yüzden de atıp tutuyor. Atlantic’ten Jeffrey Goldberg’in İsrail’in eleştirilmesi karşısında keçileri kaçırmasına ve ağzına geleni söylemesine şaşar dururum. Birileri İsrail lobisi hakkında yazdığında bu eğilim apaçık ortadadır. En iyisi onu umursamamaktır çünkü en basit gerçekleri bile doğru şekilde anlayabilecek bir halde değil. Ama yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırma gereğini yine de hissediyorum. Golberg’in en iyi bildiği iş, kişilik katlidir ve elindeki başlıca silahı, lâkap takıp alay etmek ve muhalifinin savlarını yanlış aktarmaktır. Geçmişte olduğu gibi beni “Yahudi’ye musallat olan kişi” (gerçek bir zemini olmayan aşağılık bir ithamdır bu) olarak nitelendirmek yerine bu kez “neolindberghçi” diye anıyor ve yine anti-semit olduğumu kastediyor. Bu ciddi bir ithamdır – bir kimseyi ırkçı veya çocuk tacizcisi olarak adlandırmanın siyasi dengidir – ve saygın bir gazetecinin, böylesi bir yaftayı kullanmadan evvel onu belgelemek için biraz çabalayacağını düşünürsünüz değil mi? İddiasını ispatlamak için benim yazılarımdan ve konuşmalarımdan uzun uzun alıntılar yapmış olmasını gerekir diye düşünürsünüz. Goldberg bunların hiçbirisini yapmıyor çünkü böylesi bir delil yok. Golberg, Wikileaks ifşaatlarının, lobinin İran’la savaşı teşvikte oynadığı rol hakkındaki savımızı hükümsüz kıldığını söylerken de yanlış yapmıştır. ABD, İran’a karşı savaşacak kadar budala ise, İsrail’in özellikle de lobinin nüfuzu yüzünden olacaktır bu diye savunmuştuk. Hem İsrail hem de onun buradaki destekçisi olan sertlik yanlıları, askeri seçeneğin masada olması ve Amerika’nın İran’la savaşa tutuşması için durmak nedir bilmeden çabalıyorlar. Wikileaks belgelerinde bu değerlendirmeyi değiştirecek hiçbir şey yok. Evet, İran’a karşı güç kullanımı için bazı Arap liderlerinden – mesela Suudi Kralı Abdullah’tan - gelen bir baskı var. Goldberg beni tanımaz: Geçmiş yaşantımı, akrabalarımı, dostlarımı, öğrencilerimi ve yakın arkadaşlarımı bilmez; bu sorular hakkında gerçekten ne düşündüğüm hakkında hiçbir fikri yok. Benim hakkımda yazdıklarına bakınca, neler yazdığımı bile bilmediği ortada. Örneğin, John Mearsheimer ile birlikte kaleme aldığımız “İsrail Lobisi” başlıklı kitabın “menfur, mutlak güce sahip İsrail lobisi” tasvir ettiğini ve “Lobi” kelimesini büyük harfle yazmayı sevdiğimizi iddia ediyor. Her iki ifadenin yanlışlığı ispatlanabilir. 27 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Ancak bunun feci bir adım olacağı uyarısını yapan önde gelen Arap şahsiyetler de var. Fakat buradaki ana nokta, bu Arap liderlerin İsrail’e nispetle ABD üzerinde daha az nüfuzlarının olmasıdır. geliştirdiğini kesin bir şekilde göstermiyor. Bu yöndeki ihtimali hükümsüz kılmak zor bir iştir elbet ama Tahran’ın gerçek silah üretmeye kararlı olduğunu da farzetmemeliyiz. Bu, Arap liderlerin İran’ın nükleer silah imali hakkında bu denli endişeli olmalarının sebebi kısmen de İsrail’in ve lobinin tıpkı daha önce Irak’ın kitle imha silahlarını yutturmaları gibi bu şimdi de İran tehdidini abartma gayretlerinden etkilendikleri için olabilir. Birincisi, Arap liderler halk önünde savaşı savunamazlar çünkü halkları bu hareket biçimine karşı çıkıyor. İkincisi, İsrail’in ABD’yi İran’a saldırtmak için fazla mesai yapan güçlü bir lobisi var ABD’de. S. Arabistan ve diğer Arap devletlerinin Washington’da anlamlı bir lobileri yok, ki İsrail’in gayri meşru işgalini ve Filistinlilere karşı acımasız muamelesini sona erdirmek için ABD’den bir şeyler yapmasını talep etmeleri onlarca yıldır bu yüzden kulak ardı edilmektedir. Goldberg’i fazla ciddiye alıyorum galiba ve yapmam gerekten tek şey, aynı fikirde olmadığı kişilerin görüşlerini çarpıtma eğilimini görmezden gelmek olmalı. Glenn Beck ve Bill O’Reilly tehlikeli boş laflar ediyorlarsa Goldberg niçin edemesin? Ama gene de Goldberg’in ne yapmakta olduğuna işaret etmek önemli çünkü Goldberg, İsrail müdafilerinin, Amerikalıları her ne olursa olsun kendilerini desteklemeleri gerektiğine ikna etmek amacıyla takip edecekleri klasik bir örnektir. İsrail lobisinin Likudnik kanadı, Amerika’daki Küba lobisi, silah lobisi ve diğer dar çıkar grupları gibi hakikatle yahut meseleleri akl-ı selimle tartışmayla bile ilgilenmiyor. Çamur at, tutmazsa izi kalır diyerek hedeflerini, uydurma ithamlarla karalıyorlar. İran konusunda gidişata yön veren, Araplar değil İsrail’dir ve Goldberg’in bunun aksini iddia etmesi ikiyüzlülüktür. “Çifte kuşatmanın” kökeni hakkında bir şeyler biliyor mu? Kenneth Pollack ve Trita Parsi yayınlanan son kitaplarında bunu işlemişlerdir. AIPAC’ın 1995’te İran’la CONOCO petrol anlaşmasını başarıyla katlettiğinin veya tektaraflı Amerikan müeyyidelerinin 2010 sürümü şurda dursun, İran-Libya Müeyyide yasasının (1996) çıkmasında lobinin oynadığı rolün farkında değil mi? Üst düzey İsrailli liderlerin 2011 başında İran’la savaşmayı planladıkları hakkında bizzat kendisinin kaleme aldığı yazıları unuttu mu? Godlberg’in küplere binmesine gerçekte neyin yol açtığı hakkında bir fikrim var: Ben ve John Mearsheimer (ve diğer birkaç kişi daha) “İsrail yanlısı” (Yahudi ve gayri Yahudi) kuvvetlerin bugün Amerika’da oynadıkları siyasi rol hakkında eleştirel yazacak kadar cüretkârız. Goyim’in bu konuda açıkça konuşmaması bekleniyor. Godlberg’in veya Forward’ın eski editörü J.J.Goldberg’in bu konu hakkında uzun uzun yazması, tüm bir kitabı (okumaya değer bir kitaptır) bu konuya hasretmesi iyidir. Fakat bir gayri Yahudi yazdığında ve bu grupların başarısızlığa mahkûm budalaca politikalar savunduklarını söylediğinde, bu kişi elbette ki bir antisemit olmalıdır. Eğer benzer şüpheleri Şunu da hatırdan çıkarmayın: İran’ın örtülü bir şekilde nükleer silah kapasitesi arayışında olup olmadığını da bilmiyoruz. İran hakkında 2007 Aralık ayında yayınlanan Ulusal İstihbarat Tahmini (halen yeni bir tahmin raporu yayınlamadığı için bu rapor sonuncusudur) Tahran’ın nükleer silah inşa etmeye çalışmadığını belirtiyordu. İran nükleer programı hakkında arşivlerimizde olan belgeler, İran’ın nükleer cephanelik 28 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI – DÜBAM Yahudiler dile getirirseler, “kendinden nefret eden Yahudi” olarak yaftalanır ve de marjinalleştirilirler. Yani evet, Jeffrey, güçlü bir İsrail lobisi var (her ne kadar mutlak güçlü olmasa da). Evet, lobideki pek çok kişi, neye mal olursa olsun, İran’ın uranyum zenginleştirme tesislerine karşı ABD’nin – askeri güç kullanımı dâhil – elinden geleni yapması gerektiğini düşünüyor. Bunu düşünen sadece onlar değil ama içlerinde sesi en gür çıkan ve bu gidişatta en çok ısrar edenler yine onlar. Ve evet, (tüm?) lobiler gibi, teşvik ettikleri bazı politikalar bir bütün olarak ülkenin en iyi çıkarına değil. Bu gerçekler o kadar açık ki ve belgelemesi o kadar kolay ki birileri bunlara işaret ettiğinde Goldberg gibi bir gayretkeşin çamur atmayı tercih etmesinde şaşılacak bir yön yok. (Aralık 2010) Lütfen. Bu nevi bir kabileciliği gerçekten anlarım ve bir yere kadar ona sempati de beslerim. Yahudi tarihine bakınca – ve sahih anti-semitizmin karanlık mirâsına bakınca – bazı kişilerin, bugünün özel ilişkilerini eleştiren Yahudi olmayan bir kimse hakkında şüphe etmek için gerçek bir neden olmasa bile hemen sinsi amacı olduğunu farzetmeleri şaşırtıcı değildir. Fakat bu hassasiyet, âşikar gerçeği ortadan kaldırmaz ve Amerika’nın Ortadoğu politikasının hepimizi etkilemesine bakınca, bu politikayı şekillendiren çeşitli etkenlerin, karakter katline ve kötü lakaplar takmaya sapmadan akl-ı selimle tartışılması gerekir. 29