_______ A. Faik Bercâvi ve “Nazım’la 1933-1938 Y ıllan ”_______ Şimdiki zamanın sürgünü “Nâzımla 1933-1938 Yıllan”, ünlü şairin bilinen yanlarını değil, zamana fırlatıp attığı hatıralarını, hayatının en zorlu geçen dönemlerinden biri olan Bursa Hapishanesi yıllarını büyüteç altına alıyor. Adam Yayınları tarafından “anı” altbaşlığında yayınlanan kitap, bir çırpıda okunan özelliğinin yanı sıra artık günümüzde pek az kişinin kullandığı “İstanbul şivesi ”nin tatlı melodisiyle yüklü olduğu için, yüksek sesle okunabilecek bir akustiğe, özenle seçilmiş kelimelerden oluşan bir iç şiirselliğe sahip. NECMİ SÖNMEZ aşadıkları olaylar ne kadar ilginç olursa olsun, yaptıkları ne kadar sınır dışına taşarsa taşın bunları yaşadıkları zamana gömen ve arkalarına bile bakmadan “şimdiyi” önplana çıka­ ran kişiler vardır. Bu kişiler yıldızlarının parladığı anlarda kimseye gökyüzüne ba­ kın demedikleri gibi, kendi köşelerine çekilip kendileriyle hesaplaşmaya başla­ dıklarında da “yalnızlığı* tercih ederler. Kısa bir süre önce yayınlanan “Nâzım’la 1933-1938 Yılları” isimli kitabı okuyun­ ca, yazarı A. Faik Bercâvi'nin de bu eşi zor bulunur, eskilerin deyimiyle nevişahsına münhasır bir kişi olduğunu düşün­ düm. Ülkemizde herkesin kendi amacı­ na, kendi reklamına alet olarak kullan­ maktan çekinmediği, bu yüzden de yıp­ ratılan Nâzım Hikmet bu kitabın öznesiydi. Ancak ünlü şairin bilinen yanlarını değil, zamana fırlatıp attığı hatıraları, ha­ yatının en zorlu geçen dönemlerinden bi­ ri olan Bursa Hapishanesi yılları bu kita­ bın büyüteç altına aldığı süreydi. Adam Yayınları tarafından “anı” altbaşlığında yayınlanan bu kitap, bir çırpıda okunan özelliğinin yanı sıra artık günümüzde pek az kişinin kullandığı “İstanbul şive­ sin in tatlı melodisiyle yüklü olduğu için, yüksek sesle okunabilecek bir akustiğe, özenle seçilmiş kelimelerden oluşan bir iç şiirselliğe sahip. Y NâzımHikmetin ölümhaberi Yazar, Hıfzı Topuz’un önsözünden, Kerem Topuz’un kendisiyle yaptığı ilginç söyleşiden sonra “Üç haziran bin dokuz yüz altmış üç” diye söze başlayıp, Nâzım Hikmet’in ölüm haberini aldıktan sonra içine düştüğü ruh durumunu anlatarak okuyucuyu kendine çeken bir tarzla an­ latısına başlıyor. Bercâvi’nin yazdıkları­ CUMHURİYET KİTAP SAYI 295 nın kuru bir “anı” başlığı ile kuşatılabileceği fikrinde deği­ lim . Şairin Bursa Hapishanesi’ndeki ve sonraki hatıraları her ne kadar bu ça­ lışmanın belkemiği­ ni oluştursa da, gü­ nümüzde pek az araştırmacının dik­ katini çeken 19301950 dönemi Türk sanat ortam ı, ro­ m ancılardan res­ samlara, film pro­ düktörlerinden çe­ virmenlere, şairler­ den tiyatro sanatçı­ larına dek bu dö­ nemde etkinlik gös­ termiş olan birçok aydın, kitabın genel havasında kıyıda kö­ şede de olsa ortaya Nâzım Hikmet in kaleminden Faik Bercâvi'nin portresi. çıkıyorlar. Daha il­ ginç ise, Sakallı Celal’den Arif Dino’dan, şairin eşi Piraye simle ilgilendiğine dair birçok bölüm var. Hanım’m annesi Fahamet Hanıma (kısa Bercâvi nin ne tür resim yaptığı ne yazık adıyla Fifi) dek birçok kişiliğin ele alın­ ki kitabın hiçbir yerinde geçmiyor. Eşine masından doğan “insan zenginliği”. Ya­ az rastlanan bir tevazünün kitabın öznesi kın tarihimizin ünlü ünsüz, bilinen azbili- olan Nâzım Hikmet’i önplana çıkarmaya nen bu kişilikleri, en az kitabın kahrama­ yönelik bir geri çekilme olduğunu anla­ nı olan Nâzım Hikmet kadar ele alınabi­ mak zor değil. Oysa ressamlarımızın lecek olan değerlere sahipler. Bercâvi bu yurtdışına adım atmalarını bile olay hali­ kişilikleri kitabının içine gelişi güzel de­ ne getirdiklerini, bir ay bile kalmadıkları ğil, belli bir mantık sırasına göre ve son Avrupa şehirlerinde “yaşadıklarını ve ça­ derece yetkin bir portrecinin yaklaşabile­ lıştıklarını” duyuran davetiyeler bastır­ dıkları bir ortamda Bercâvi’nin kendisini ceği açıdan ele alıyor. Dünyanın her yerinde “geçmiş zama­ mümkün olduğunca saklama girişimini nı”, dostluklarını, tanıdığı kişileri kaleme bir erdem olarak tanımlamak yanlış ol­ alan insanları iki grup içinde toplamak mayacaktır. Peki ama kim bu A. Faik Bercâvi? mümkündür: Birincisi “asıl masada otu­ ranlar”, İkincisi “yan masadan kulak ka­ 1916 yılında Beyrut yakınlarında Berca bartıp duyduklarını not edenler”. Bizde kasabasında doğduktan sonra 1924 yılın­ şimdiye dek sadece ikinci gruba dahil da ailesiyle birlikte İstanbul’a göç eden olan kişilerin kaleme sarılmalarından ötü­ Bercâvi, Edebiyat Fakültesi’nin ikinci sı­ rü “geçmiş zamanı” ya resmi tarih versi­ nıfında okurken “Nâzım Hikmet’in Ada­ mı” savıyla tutuklanır. “Henüz on yedi yonundan ya da yan masanın konulara olan yakınlığına ya da uzaklığına göre ta­ yaşındaydım ve şimdiye kadar lise, fa­ nımlayabiliyoruz. A. Faik Bercâvi kuşku­ külte, kitap, etüt ve ana şefkatinden baş­ suz ki birinci gruba dahil olan, yaşadıkla­ ka bir şey bilmiyordum” (s. 32). Eylül 1934’te tahliye olduktan sonra gazetecili­ rını yazmak istediği gibi, yazma hakkım kullanmış olan bir yazar. Kendisine “ya­ ğe başlar. II. Dünya Savaşı sırasında Av­ zar” demekle haksızlık ettiğim kesin. Plıf- rupa’nın değişik yerlerinde faşizme karşı zı Topuz yazdığı kısa önsözünde “Bercâ­ gönüllü olarak savaştıktan sonra 1948-59 vi’nin atölyesi”nden söz açıyor. Kerem arasında New York’tan Beyrut’a, Pa­ Topuz’un röportajında ise onun sergiler ris’ten Kahire’ye dek birçok şehirde ya­ açtığına, sürekli olarak, 1959’dan beri re­ şadı. 1959’da kesin olarak Paris’e yerle- şen Bercâvi’nin 1946 yılında “îslamda Sosyalizm” isimli kitabı da yayınlandığı halde Fransa’da yaşamını ressam olarak sürdürmektedir. “Nâzım’la 1933-1938 Yılları” isimli kitabının arka kapağından aldığım bu kısa bilgiler Bercâvi’nin renkli yaşamı hakkında pek az ipucu veriyor. Ancak 103 sayfa genişliğindeki bu kita­ bın, içerdiği küçük detay bilgiler yanyana geldiğinde, Paleologlar döneminde yapıl­ mış bir Bizans Mozayiği gibi oldukça renkli, şaşırtıcı nüansları olan “bir hayat” çıkıyor karşımıza. Yalnızca beş yılını ta­ kip edebildiğimiz bu yaşam, sanki ülke­ mizin hapishanelerinden Kadıköy-Eminönü vapuruna, Doğu’nun Paris’i olarak nitelendirilen Beyrut’tan gerçek Paris’e dek uzanan bir köprü olma özelliğine sa­ hip. Bu köprünün üzerinde dalgalı saçla­ rını arkaya taramış, ütülü gömleğiyle elin­ deki sigarasını tüttüren Nâzım Hikmet’le birlikte yürüyoruz, müthiş bir keyifle. Sayfalar sanki koşarcasına tükeniyor. Gerçekte ne köprü ne Nâzım Hikmet var, elimizdeki saman kâğıdına basılı bu kitapta, kötü basılmış bir Bercâvi portre­ sine ve kafamızdaki şair imgesine dayana­ rak 1933-38 yıllarına yöneliyoruz. Nâzımln az bilinen yanları Bercâvi ile şairin karşılaşması, kitabın 51. sayfasından itibaren dana zengin de­ taylara girilerek anlatılıyor. Şairin bulun­ duğu Bursa Cezaevi’ııin üçüncü katında kurduğu Akademi, Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş olan insanlarla doludur. Kitaba aktarılan anılardan daha iyi anla­ şıldığı gibi şairin az bilinen yanları özel­ likle ele alınmış. Bunlardan en ilginci Nâ­ zım Plikmet’in ressamlığı: “Gerçekten de Nâzım bu portrelerinde, modellerin en karakteristik yanlarını ve bir nebzecik de iç âlemlerinin bir yönünü tespit etme­ yi başarmıştı. Renkleri, gölgeleri seç­ mekteki ustalığım görmemek imkânsız­ dı” (s. 67). Ayrıca yazarın Nâzım Hikmet’te “Aysel, Bataklı Damın Kızı” isimli senaryosunda yardımcı olduğunu, onun sekreterliğini yaptığını ve “Unutulan Adam”m hangi koşullarda yazıldığını da önemli detaylarla birlikte öğreniyoruz. Gerçekte Bercâvi, kitabının 60. sayfasın­ da daha iyi açıkladığı gibi, bu çalışmasın­ da okuyuculara ünlü şairi bir sanatçı ola­ rak değil bir insan olarak sunmayı hedef­ lemiş. Bu yüzden olsa gerek anıların önemli bir bölümü, bulunulan mekânı, bu mekânı paylaşan insanları ele alıyor. Yazar burada “sosyal portre” deyimini tercih etmiş, bunun yerine bir “çevrenin portresi” de denilebilirdi. Bu çevrenin ta­ nımlanması bir sanatçının eserleri üzeri­ ne yapılmış bir araştırma kadar önem ta­ şıyor bence. Çünkü bir yapıtta varılan “sonuçları” daha iyi kavrayabilmek için o yapıtın yazıldığı koşulları, atmosferi de bilmek bir gerekliliktir. Kitabın üçüncü bölümü “Özgürlük ne­ rede başlar nerede biter” sorusuyla başlı­ yor (s. 87). Bercâvi bu bölümde, hapisha­ ne dışındaki ortamı ve bu ortamın kişilik­ lerini ele alarak amacına uygun bir nok­ tada kitabını tamamlıyor. Sonunda şu so­ ru geliyor insanın aklına: Acaba A.Faik Bercâvi nasıl bir hayat serüveninin tanığı oldu? ■ Nâzımla 1933-1938/ A. Faik Bercâvi/ Adam Yayınları/ 1995/ 103 s. SAYFA 7 Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği