21. Yüzyılda Dava Adamı Olma Zorunluluğu

advertisement
21. Yüzyılda Dava Adamı Olma Zorunluluğu
Gönderen Kadir Hatipoglu - Aralık 10 2015 15:25:46
              
              
              
              
              
     İndir Günümüz dünyasında Emperyalistler ve
Siyonistler İslam’a ve Ümmet-i Muhammed’e içerden ve dışardan
acımasızca çeşitli yol ve yöntemlerle saldırıyorlar. Bu saldırı; Avrupa da
İslam’ın hızla yükselişini gören batı emperyalizmini çılgına
çeviriyor ve batı ne yapacağını şaşırmış bir halde hareket ediyor. Acımasızca terör
saldırıları düzenliyorlar ve bu saldırıları kendileri yaptıkları halde Müslümanların
üzerine atıyorlar. Kısaca bu saldırılara değinecek olursak; 11/9/ 2001 ikiz kule saldırısı,
Charlie  Hepdo(7/1/2015) saldırısı, Papanın ağzından “İslamo Fobi” yani İslam
düşmanlığını dile getirmekten kaçınmaması, batının Efendimiz (S.A.V.)’e
hakaret etmesi ve “İslam’i Terör” algısı oluşturarak İslam’ı
terör dini gibi göstermek için Fransa (Paris) da ve diğer Avrupa ülkelerinde
İslam’ın yükselişini durdurmak için  bomba patlatılması ve bunları da
“Müslüman terör örgütleri” yaptı diye dünyaya ilan
etmesi,  tüm bunlar gösteriyor ki batının maksadının İslam’la savaş
olduğunu ortaya koymaktadır. Günümüz de göremediğimiz haçlı
ittifakı ülkemizin içinde ve dışında bir olup ümmete saldırıyorlar. Bizim bazı yoz
Müslümanlarda bunun farkında bile olmak  istemiyorlar.  Maalesef yaldızlı
dünyalarında ve rahat döşeklerinde keyiflerine keyif katmakla meşguller.
Seküler(La Din-i) zihniyetin Şer ateşi bacayı sarınca Müslümanlar uyanacak ama
iş işten geçmeden ve geç olmadan İnşallah uyanırız/uyanırlar. Haçlı
zihniyeti(oryantalistler+…)  Günümüz iletişim araçlarını ve
medyayı batıl davaları için sonuna kadar kullanıyor. Ferdi,  aile yapıları ve dini
yaşamı bozmak/sulandırmak için var gücü ile çalışıyor. Bu zihniyet batıl
davalarına hizmet etmek için içerden satın aldıkları veya yetiştirdikleri sözde
din adamı ve  sözde aydınların eli ile ülkemizde ve İslam ülkelerinde var
gücü ile çalışıyorlar. Uluslararası teşkilatlar ise; biz orta doğuya adalet
getireceğiz oraları ıslah edeceğiz diye insan hakları ve özgürlükler gibi içi
boş ama süslü cümleler ile yüzbinlerce kadın, çocuk ve masun
insanlarının katledilmesine müsaade ederek fitne ateşini yaktılar. Bu fitne ateşini yakan zalim
devlet ve başkanları orta doğuda ki zulme göz yumarak ve dolaylı destek olarak Ortadoğu
çıkılmaz bir hale dönüştürdüler. Zaten İstedikleri de buydu.
Tüm bu batıl gayretler Siyonistlerin rahat etmesi ve arz-ı mevudu (Vaad edilmiş topraklar)
gerçekleştirmeleri içindir.  Emperyalist devletler,  emellerini
gerçekleştirmek için orta doğuyu kan gölüne çevirdiler. Allah
Kuran’ı Kerim de bizleri uyarıyor ama anlamak istemiyor muyuz veya işimize mi gelmiyor
bilemiyorum. Kuran-ı kerim de uluslararası teşkilatlara ve tüm toplum kesimlerine:  
“Bunlara, "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde, "Biz ancak ıslah
edicileriz!" derler.” (Bakara suresi 11) buyuruyor ve diğer ayetlerde ise bunların kalpleri
hastalıklı/marazlı olduğu ifade ediliyor. Kerim Kitabımız dikkatlerimizi çekmektedir. Ayetler
bizlere yol haritası ve ışık kaynağımız olması gerekirken bizler Kuran dan uzaklaşıp moda/marka
peşinde koşmaktan menfaatlerimiz için dünyaları yakmaktan sakınmayan bizler, ne
acı ki  gerçekleri göremez haldeyiz.  Arap baharı ile “Paranın
Firavunları”(ABD, İngiltere)  ve seküler sermaye grupları orta doğuda
diktatörleri yıkacağım sihirli kelimenin arkasına saklanarak Saddam(Irak Halkının)’ın
ve Kaddafi(Libya Halkının)’nin altınlarını çaldıklarını bir göre bilsek ve bunu
kendi menfaatlerinden başka iyilik düşünmezler. Paranın firavunlarını bir anlaya bilsek.
Çağımız firavunlarını tanıya bilsek Hz Musa (A.S.) gibi firavunlarla mücadele ederdik.
Ne hazindir ki düşmüş olduğumuz gaflet uykusundan çıkamaz halde depreşip
durmaktayız. Gaflet; kalbin uyumasıdır ne hazindir ki bazılarımızın kalbi uyumaktadır. Bununla
birlikte 21. Yüzyılda savaşın rengi değişmiş olup soğuk savaştan çıkan batıl
güçler Müslümanı Müslümanla savaştırıyorlar.
Müslümanların bunlara alet olmalarının nedenleri ise cehalet, haset, aç
gözlü olmak, ihtiras, güç ve iktidar heveslerindendir. Yakın zaman da
Ülkemiz içinde başlatılan bu Müslümanı Müslümana ezdirmek
tutmayınca şimdi Moğollar ve Haçlılarla bir olup ümmeti arkadan vuran, 
körfez harbinde Iraklı  Müslümanlarla savaşmaktan geri kalmadığı ve
şuanda hala geri kalmayan Farisiler bu gün emperyalist ve Siyonistler ile bir olup
ümmeti arkadan vuruyorlar. İran’ın batılla yan yana hareket etmesine hiç
şaşırmayalım. Çünkü tarih boyunca hep ümmeti arkadan vurmuşlar,
şuanda da orta doğuyu kan gölüne çevirenler “tek dişi kalmış
canavarlar” ile beraber hareket ettiğini görmekteyiz. Buna hiç şaşırmıyorum
çünkü tarih boyunca ümmetin başına bela oldular/olmaya devam ediyorlar.
Tarihimizde Yavuz Sultan Selim bunların aymazlıklarını ve hainliklerini bildiği için seferlere
çıkmadan önce bunların sesini kesmiştir. Allah, Kuran-ı Mübin de ise tüm
Müslümanları uyarıyor: “Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin.
Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.
Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (Maide suresi 51) ve
unutulmamalıdır ki Efendimiz (S.A.V.)’de “Kişi sevdiği ile beraberdir.”
Buyurmaktadır. Batıl zihniyetin yapmak istediklerini veya kısmen yaptıklarını kısaca şöyle
özetleye biliriz: 1) İslam’ın ve Müslümanın içini boşaltmak 2)
Müslümanlar arasın tefrika çıkarmak ve aralarına fitne sokmak 3) Hz
Peygamberin sünnetini ve hadislerini itibarsızlaştırmak ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’in
konumunu sarsmak ve O’nu itibarsızlaştırmak 4) Hadis rivayet eden sahabelere
saldırmak  ve Onların güvenirliliğini sarsmak 5) Din adamının değerini toplum
nezdinde düşürmek 6) Bilinçsiz ve şuursuz okumuş cahil fert ve toplum
oluşturmak 7) Kendi emellerine hizmet eden yetiştirilmiş veya satın alınmış din adamı ve aydınlar
eli ile içerden fitne yaymak 8) Sağlam aile yapılarını bozmak ve Müslüman aile
kimliğini, evlilik yolu veya gayr-ı meşru yol ile ahlaki veya kültürel yozlaştırarak
Müslüman aile yapısını sulandırmak. 9) İslam ahlakından uzaklaştırmak 10)
Düşünmeyen, üretmeyen ve ciddi meselelerde sözü olmayan sanal
aleme haps olmuş robot nesil oluşturmak 11) Moda ve marka düşkünü,
üretmeyen, sadece tüketen fert ve toplum oluşturmak 12) Tarihini, coğrafyasını, kadim
kültürünü bilmeyen ve geçmişi unutturulmaya çalışılan
bunlarla birlikte dayatılan emperyalizm kültüre adapte olan gençlik oluşturmak
13) Kitle iletişim araçları ve medya organları ile ferdi ve toplumu kendi batıl yaşamlarına
uydurarak dejenere etmek 14) Bilinçaltı reklam, dizi ve filmleri ile insanları istedikleri
yöne yönlendirmek dininden ve geçmişinden koparak, batıl yaşama
düşürmek için Müslüman’ı statik(donuk-ruhsuz) hale getirmek
15) Dini sembollerimiz olan sakalı kirli sakal diye, namazı kalbim temiz diye kılmamak, giyinişimizi
kapanmış çıplak olmaya dönüştürerek yozlaştırmak…V.S
Dünya ıslahçıları insanlığın gözü önünde orta doğuyu ıslah
edeceğiz vaadi ile Müslüman coğrafyaları ateşe atıp keyiflerini sürdürmek
ile meşgullerken biz Müslümanlar acaba ne ile meşgulüz? Ümmeti
bekleyen iç tehlikelere gelince “Kuran biz yeter” diyerek Efendimiz
(S.A.V.)’i pasifize ederek sünneti ve hadisi ortadan kaldırma gayretleri ile
İslam’ın içini boşaltma çabası içindeler.  Oryantalistler ve
müsteşrikler aslında bu söylemleri ile İslam’ı parça parça
bölmek için uğraşmak, Sünnet ve Hadisi itibarsızlaştırmak. Bunun sonucunda
da sıra Kuran’a gelecektir. Sıra Kuran’a gelince O’nu kafalarına göre
yorumlayarak ümmettin inancını bozup İslam’ı da sekülerleştirmek
gayretindeler. Bunu da İslam ümmeti içinden satın aldıkları veya yetiştirip
ümmet içine saldıkları kuklaları ile yapıyorlar. Bu kuklalar; Kimi zaman fert, kimi
zaman grup, kimi zaman büyük topluluk kimi zamanda devlet oluyor. Hz İsa
(A.S)’ın dinini tahrif ederek şirkleştirdikleri gibi İslam’ı, Hıristiyan  teslisine
dönüştürmek ve sonunda hap gibi ümmeti  yutmak içi var
gücü ile çalışmaktadırlar.  “Kuran bize yeter” Bu
söylemin birçok tehlikeleri vardır. Bu tehlikelerinden biriside namazın nasıl kılınacağı,
orucun nasıl tutulacağı, zekâtın nasıl verileceği, haccın nasıl yapılacağını ve dinin diğer
ibadetlerinin nasıl olacağını biz Efendimiz  (S.A.V.)’den öğrendik. Bize kuran
yeter diyenler arka planında dinimizi toptan bozmanın ve Kutsal değerlerimizi sulandırmanın
peşinde olduklarının farkına varmamız gerekmektedir. Kuran bize yeter diyeceklerin
çıkacaklarını Efendimiz (S.A.V.) bizlere şöyle beyan buyuruyor: “Şunu iyi biliniz
ki, bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun;
(çünkü) koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘size (Hz. Peygamberin
(S.A.V.)’in sünneti/hadisleri değil) sadece şu Kur'an lazımdır,  onda
bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği (günler)
yakındır...” (Ebu Davud, Sünnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace,
Mukaddime, 2) buyurmaktadır. İslam dini “ümmet şuuru”nda olmayı ve
“Lailaheillellah sancağı” altında toplanmayı Müslümanlara emreder.
Bölünüp parçalanmayı ise İslam yasaklar. Allah, Kuran-ı Kerimde: 
“Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp
bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize
düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sayesinde kardeşler
olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı.
İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-i
İmran suresi 103) ilahi fermanda buyurulan bu ilkeleri gerçekleştirecek kimseler
gönül insanları, aklı selim düşünce sahipleri, İslam âlimleri ve dava
adamları olacaktır. İslam dünyası ateş çemberi içerisinde can çekişirken
dava adamları uyumaz, az yer ve az içmez ümmetin derdi ile dertlenme gayretinde
var gücü ile çalışmaya devam ederken bir yandan da ümmeti
uyandırmaya çalışırlar. Ümmetin başına batıl zihniyetler çorap örüp
tuzak kurarken dava adamları tüm hile ve tuzakların farkına vararak ümmeti uyandıran
bu batıl mücadelenin karşısında Rahman’i yol takip eden insanlığa ışık kaynağı olan
Muhammedi Allah adamlarıdır. Dava adamı olmanın ilkeleri: 1)     
Kamil bir imana ve İslam’i bir şuura sahip olmak 2)     
Sağlam bir itikada sahip olmak ve İtikadımızı sulandırmaya asla fırsat vermemek
3)      İslam’ı en hassas bir şekilde yaşayan ve Muhammedi
duruşu ile çevresindekilerin hidayetine vesile olan ve istikamete yönelmesi için
gayret gösteren olmak 4)      Kuran’a, hadislere ve
güncele hakim olmak 5)      Fehim, basiret ve feraset sahibi
olmak 6)      Dünya meselelerini iyi okuya bilen bilgi ve
deneyimi yüksek olmak 7)      Müslümanların
sorunlarını görebilen ve bu sorunlara çözüm üreten olmak
8)      Ümmetin derdi ile dertlenen ve bir taraftan da
ümmeti uyandırma gayretinde olmak 9)     
 Kınanmaktan çekinmeyen, menfaatçi olmayan ve olumsuzluklar karşısında
dik duran pes etmeyen kıyamda durur gibi batılın karşısında olmak 10)   Dava adamı
nefsi ile ve batılla Cihattan etmekten usanmayan ve zamanı geldiğinde şehadet şerbetini
içmeye susayan kimse olmak 11)   Davası için malını ve canını
gözünü hiç kırpmadan harcayan olmak 12)   Her daim iyiliği
emreden ve kötülükten sakındırmak için var gücü ile gayret
gösteren olmak 13)   Her zaman aktif ve faal olmak 14)   Boş ve
malayani işlerden uzak olmak 15)   Kim var denildiğinde ben varın diyecek dava
adamı olmak.  V.S. Dava adamı olmak her kişinin değil er kişinin işidir. Allah insanı
yeryüzünün halifesi kılması, kutsi görevi dağlara taşlara ve diğer canlılara
değil de insana yüklemesi Rabbin insandan dava adamı olmasını istemesindendir. Dava
adamı olmak nas ve sünnetle sabittir. İslam tarihinde gözünü kırpmadan
İslam mücadelesi için canlarını feda eden Yasir Ailesi gibi veya her türlü
dünyalık haz ve lezzeti elinin tersi ile  iten Musap bin Umeyr gibi veya Akif’in
mısralarına konu olan “Asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek/  işte
çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek” şuurun da Asım Bin Sabit gibi olmak
ve genç yaşta kendisini İslam’ın yoluna feda eden abide şahsiyetler gibi dava adamı
olmak. İslam’ın ilk yıllarında Hz peygamberin etrafında etten duvar örüp hak
davasının Efendimiz (S.A.V.) ile beraber kucaklayan yiğit sahabeler gibi dava adamı olmak. Bu
günkü gençlik ergenlik bunalımları ile uğraşırken küçük yaşta
ki sahabeler nelerle uğraştığına bir göz atalım: Dava adamı genç sahabeler den
örnekler: 1)      Hz Ali (R.A)’a Efendimiz (S.A.V.)
ashabım diyor. Hz. Ali (R.A.); 8 yaşındadır. 2)      Efendimiz
(S.A.V.) “Her peygambere bir yardımcı göndermiştir, benim yardımcım da
Zübeyr Bin Avvam’dır.” Buyuruyor Zübeyr bin avvam (R.A.); 12
yaşındadır. 3)      Dünyalık haz ve lezzetleri bırakıp
Efendimiz(S.A.V.)’in etrafında pervane olan Musab Bin Umeyr(R.A.); 14 yaşındadır.
4)      Hak davayı savunduğu için daima müşriklerden
dayak yiyen Talha Bin Ubeydullar(R.A.); 15 yaşındadır. 5)     
Dava savunucusu Sad İbn-i Ebi Vakkas(R.A.); 16 yaşındadır.
6)      Darul Erkam’ın sahibi, evini hak davası için
açan sahabe İbn-i Erkam(R.A.); 17 yaşındadır. 7)     
Efendimiz tarafından Yemen’e vali tayin edilen Muaz Bin Cebel(R.A.); 17 yaşındadır.
8)       Efendimiz(S.A.V.)’in son komutanı
Usame(R.A.); 19 yaşındadır. İslam davasına okuduğunuz gibi koca koca adamlar değil
çocuk denecek genç sahabelerin sahip çıktığını görmekteyiz. Bizler bu
çağda çocuklarımıza sünnetsiz futbolcu ve sanatçıları örnek
göstereceğimize genç yaşta dava adamı olan sahabeleri gösterelim. Avrupa
ülkesinde bir öğretmen ilk okul da çocuklara büyüyünce ne
olmak istiyorsunuz diye soruyor? Öğrenciler çeşitli meslekler söylüyorlar
ve aralarından bir çocuk sahabe olmak istiyorum diyor ve öğretmeni buna çok
şaşırıyor ve bunu araştırıyor. Çocuğun ailesi ile irtibata geçiyor.
“Sahabe”in ne demek olduğunu öğrenen öğretmen
Müslüman oluyor. Çocuğun duruşu bir insanın daha Müslüman
olmasına sebep oluyor. Ailelerin çocuklarını ne üzerine yetiştirdiklerine çok
dikkat etmesi gerekir. Kuran-ı Kerimde “Müminlerden öyle adamlar vardır ki,
Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri
sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir.
Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzap suresi 23) buyurarak dava
adamlarının nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştur. İlk peygamberlik yılların da Efendimiz
(S.A.V.)’i yolundan alıkoymak için müşrikler tarafından akıl almaz teklifler
yapıldı: Efendimiz (S.A.V.)’İ davasından vaz geçirmek için türlü
türlü tekliflerde bulundular. Müşriklerin ileri gelenlerinden birisi olan Utbe Bin
Rebia müşriklerin tekliflerini Efendimiz (S.A.V.)’e sunuyordu:
1)      "Sen ortaya attığın bu mesele ile şayet mal ve servet elde
etmek gayesinde isen, mallarımızdan sana hisse ayıralım, hepimizin en zengini olasın."
2)      "Eğer, bir şeref peşinde isen, seni kendimize reis yapalım."
3)      "Yok eğer bu sana gelen, görüp de
üzerinden atmaya kuvvetin yetmeyen bir evham, cinlerden, perilerden gelme bir hastalık ve
sihir ise, doktor getirtelim, seni tedavi ettirelim. Seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi
harcamaktan geri durmayalım." Diye akıl almaz teklifler sundular. (Efendimiz (S.A.V.)’i
davasından vaz geçiremediler ve vaz geçiremezlerdi de.) Müşrikler yine
durmadılar her yolu denemeye başladılar himayesinde olan Efendimiz(S.A.V.)’in amcası
Ebu Talibi devreye koydular ve amcası müşriklerin telifini iletince Efendimiz (S.A.V.), bir
müddet mahzun mahzun düşündü. Sonra, hakiki muhafızının Allah
olduğunu bilmenin gönül rahatlığı içinde amcasına cevabı kılıç kadar
keskin, kayalar gibi sert ve kesin oldu: "Bunu bilesin ki, ey amca! Güneşi sağ elime, ayı da
sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini
hâkim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm." Yıkılmayan bir iradeye sahip Resûl-i
Kibriyâ (asv)'ın davasını haykırmaktan asla vazgeçmeyeceğini anlayan Ebu Talib;
"Yeğenim benim," diyerek boynuna sarıldı ve "İşine devam et, istediğini yap. Vallahi, seni asla
herhangi bir şeyden dolayı kimseye teslim etmeyeceğim." diye konuştu. Bu söz verişten
sonra, müşrikler de Ebu Talib'in yeğenini her şeye rağmen koruyacağını ve asla yalnız
bırakmayacağını kesinlikle anladılar. (Siretu İbn Hişam, Taberî, 2/218-220). Efendimiz
(S.A.V.) her şart ve zemin de davasından asla vaz geçmeden vefat edene kadar davası
için çalıştı. Muhammedi yolda yürüyen her dava adamı hak davasına
sahip çıktığında ve bu yolda sıkıntıya düştüğünde bilinmelidir ki Bedir den
Uhut’ta ve Hendek’ten   Çanakkale’ye kadar Allah
Müslümanlara  yardım ettiği gibi ve yine Allah Nusret’i İlahisi ile yardımını
Hak dava için çalışanlardan esirgemeyecektir. Allah: “Ey iman edenler! Eğer
siz Allah'a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve
ayaklarınızı sağlam bastırır.”(Muhammed suresi 7)ilahi fermanı ile Kuran da bunu bizlere
müjdelemiştir. Dava adamları hiçbir koşul ve şartta hak davasından asla
vazgeçmez ve Kuran-ı Mübin’de “Sana ölüm gelinceye
kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr suresi 99) İlahi fermanı doğrultusunda hiç durmadan
ümmetin bekası için çalışır. Allah, dava adamı olmayı veya dava adamları ile
beraber olabilmeyi bizlere ihsan eylesin. Selam ve dua ile Emim YAVUZYİĞİT UZMAN İMAM
HATİP
islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler
Download