Coşkun Can Aktan, İstiklal Vural (Ed)., Çokuluslu Şirketler, Konya: Çizgi Kitabevi, 2006. ÇOKULUSLU ŞİRKETLER GLOBAL SERMAYE VE GLOBALYATIRIMLAR Coşkun Can Aktan & İstiklal Y. Vural - İÇİNDEKİLER - Önsöz / II Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler / 1 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti / 25 Dolaysız Yabancı Yatırımlar / 53 Dış Ticarette Serbestleşme ve İktisadi Etkileri / 75 Global Ekonomik Entegrasyon, Dış Ticarette Serbestleşme ve Türkiye / 85 Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk / 97 Ekler / 105 ÖNSÖZ Çokuluslu şirketler birden fazla ülkede kazanç sağlayıcı iktisadi faaliyetlerde bulunan ve uluslararası üretimde bulunan firmalardır. Oligopolcü bir yapıda olma eğiliminde olan çokuluslu şirketler birden fazla ülkede üretim ve satış faaliyetlerini yürütür ve şirketin mülkiyeti ve yönetimi birden fazla ülke vatandaşına ait olabilir. Çokuluslu şirketler ulusal sınırlar arasında mal ve hizmet üretir, ürettiği mal ve hizmetleri pazarlar ve dağıtır; fikirleri, zevk ve teknolojileri dünyanın her yanına yayar ve global ölçekte planlar yapıp, global stratejilerini hayata geçirir. Bu şirketler üretim, finans, teknoloji, güvenlik, enerji ve ticaret başta gelmek üzere global ekonomik yapının tümünde temel belirleyici konumundadır. İçinde bulunduğumuz globalleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin uluslararası yatırımlarının dünya ekonomisi için büyük önem taşıdığını ve ülkelerinin kalkınmasına önemli katkılar sağladığını reddetmek mümkün değildir. Çok uluslu şirketlerin faaliyetlerinin ekonomik, toplumsal ve çevresel açılardan önemli bazı maliyetlerinin olduğunu da göz ardı etmek zordur. Yabancı sermaye rekabeti ve vergi rekabetinin geçerli olduğu bir küresel ekonomik konjonktürde pek çok ülke çokuluslu şirketlerin kendi ülkelerine yatırım yapmaları için çaba içerisindedirler. Ancak globalleşme ve serbest ticaret neticesinde, çokuluslu şirketler, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ucuz işgücünü kullanarak emeği ve bu ülkelerin kaynaklarını sömürme ve aynı zamanda doğa ve çevre üzerinde tahrip edici sonuçlara sebebiyet verme potansiyeline sahiptirler. Zira küresel ekonomik faaliyetlerin baş aktörü konumunda olan çokuluslu şirketler iktisadi güç meydana getiren kaynakları kolaylıkla kontrol edebilmekte ve bu kaynakları farklı yerlere kaydırabilmektedirler. Çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinin, gerek ana ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere daha fazla yararlar sağlaması için söz konusu işletmelerin sorumluluklarının açık olarak belirlenmesi ve bunun izlenmesi önem taşımaktadır. Globalleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin ekonomik ve sosyal kalkınmaya sağlayacağı katkılar ve fırsatlar yanısıra ortaya çıkarabileceği tehdit ve tehlikelerin eşanlı düşünülmesinde ve önlemler alınmasında yarar bulunmaktadır. Bu kitapta, globalleşme ve serbestleşme süreci içerisinde giderek artan uluslararası sermaye hareketleri, özellikle dolaysız yabancı sermaye yatırımları ve büyüklükleri ve etkileri ile çokuluslu şirketler incelenmektedir. C.Can Aktan & İstiklal Vural Şubat 2006 4 GLOBALLEŞME SÜRECİNDE ÇOKULUSLU ŞİRKETLER I. GİRİŞ Teknolojik gelişmeler ve uluslararası düzeydeki serbestleştirme faaliyetleri sonucunda, son yıllarda, üretim, tüketim ve finans alanında yeni sistemlere dayanan bir global ekonomi ortaya çıkmaktadır. Ekonomik ve sosyal entegrasyonun küresel düzeyde artması yerel, ulusal ve bölgesel ölçekte önemli değişikliklerin meydana gelmesine neden olmaktadır. Çokuluslu şirketlerin sermaye ve üretimin globalleşmesini hızlandırmaları, kitle iletişim araçlarını kontrol ederek küresel düzeyde tüketim kültürünü yaymaları ve tüm iktisadi faaliyetlerde belirleyici konuma gelmeleri dikkatleri bu şirketlerin faaliyetlerine ve meydana getirdikleri etkilere yöneltmektedir. Son yıllarda bu tip şirketler hem ekonomik güçlerini hem de coğrafik etki alanlarını hızla artırmaktadırlar. Bu durum, büyük bir kısmının şirket merkezleri Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik’te olan çokuluslu şirketlerin bu üç bölge arasında iktisadi faaliyetlerini yürüttükleri gerçeğinden hareketle globalleşmeden tüm ülkelerin dengeli bir biçimde yararlanamayacağı ve dünya ekonomisinin günümüzde de ulusal şirketlere dayalı olduğu yönünde endişelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu bölümde çokuluslu şirketler çeşitli boyutları ile ele alınmaktadır. İlk olarak çokuluslu şirketlerin ortaya çıkmasına ve güçlerini artırmasına ortam hazırlayan globalleşme süreci politik iktisat boyutu içinde incelenmektedir. Daha sonra çokuluslu şirketler, küresel ekonomideki yerleri ve globalleşme karşısında bölgeselleşme eğilimleri ele alınmakta ve çokuluslu şirketlerin etkilerine değinilmektedir. 5 II. GLOBALLEŞMENİN POLİTİK İKTİSADI Sosyal ilişkilerde küresel ölçekte meydana geldiği düşünülen kapsamlı ve çok boyutlu değişiklikleri ifade etmek için kullanılan kavramlardan biri olan globalleşme kavramı farklı biçimlerde tanımlanabilir. Üzerinde en fazla uzlaşmanın olduğu tanıma göre globalleşme, nihai aşamada, ülkeler arasındaki gelir dağılımı farklılıklarını azaltan, demokrasiyi evrensel norm haline getirerek kurumları ve yönetim tarzlarını birbirine yakınlaştıran ve farklı kültürel yapıya sahip olan kişilerin birbirleri ile daha sık ilişki kurmasını sağlayarak kültürel zenginliği artıran ‘iyi nitelikli’ bir güçtür (Milanoviç, 2003:667). Olumlu sonuçlar meydana getiren bir süreç olarak ele alındığında globalleşmenin, belirli önkoşullar (sağlam makro-politikalar, fikri mülkiyet haklarının korunması, demokrasi ve hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesi, serbestleştirme v.b.) yerine getirildiği zaman ülkeleri ve kişileri otomatik olarak ekonomik refaha götürdüğü varsayılır. Karşıt görüşte olanlar ise globalleşmeyi çocuk işgücünün ortaya çıkmasına, çevrenin tahrip olmasına, yerel kültürlerin yok olmasına, zayıfların sömürülmesine, kültürel homojenliğin ortadan kalkmasına ve işsizliğin artmasına neden olan ‘kötü vasıflı’ bir süreç olarak ele alırlar. Globalleşme, genellikle, sosyal ilişkilerin yoğunlaşmasına ve ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal bütünleşmenin artmasına yol açan mega-trendler ve süreçler olarak tanımlanmaktadır. Teknolojik gelişmeler sonucunda insanoğlunun ulaştığı yeni dönemde dünya ‘global köy’, toplum ‘bilgi toplumu’ ve insanlığın ulaştığı zaman ‘tarihin sonu’ olarak nitelenmekte ve sonuçta globalleşme, insanoğlunun kontrolü dışında gelişen tarihsel ya da evrimsel bir süreç olarak görülmektedir (Camilleri, 2002:77). Globalleşmeyi ortaya çıkaran temel faktör teknolojik-teknik yenilik ve değişiklikler ise globalleşme gerekli, kaçınılmaz ve geri döndürülemez bir süreçtir. Bu durumda hükümetler değişime direnmeksizin sosyal ilişkilerin piyasa ve teknolojik güçler tarafından belirlenmesine izin vermeli ve ortaya çıkması olası olan ‘iyi’ sonuçlardan 6 yararlanmalıdır. Ancak, globalleşme yalnızca bir dizi süreçten oluşmaz; aynı zamanda, bilinçli bir siyasi projedir. Başka bir deyişle, globalleşmeye yol açan faktörlerden ilki teknolojik gelişmeler ise ikincisi gelişmiş ülkeler ve global yönetişim kurumları tarafından yürütülen bilinçli eylemler (serbestleştirme, yapısal dönüşüm ve uyum) ile globalleşmenin getirilerinden yararlanmak isteyen ülkelerin global ekonomiye yön veren gelişmiş ülkelerin siyasi ve ekonomik yapısına uyum sağlama çabalarıdır (piyasa ekonomisinin benimsenmesi, demokrasi ve hukuk devleti ilkesinin kabulü v.b.). Globalleşme, bireyler, toplumlar ve devletler arasındaki küresel düzeydeki ilişkilerin ve karşılıklı bağımlılığın arttığı ve derinleştiği bir süreçtir (Cohn, 2000:11 ve Jarblad, 2003:3). Dünya’nın herhangi bir yerinde uygulanan bir politika dünyanın geri kalanında önemli etkiler meydana getirir. Zira globalleşme tüm toplumları ve tüm ülkeleri kapsayan bir süreçtir. Globalleşme bu anlamda toplumları ve mekanları birbirine bağlayan ve küresel ölçekte dışsal etkilere sahip olan sosyal ilişkilerdeki yoğunlaşmayı ifade eder (Giddens, 1990:34.). Ekonomik entegrasyonun artması ve sosyal ilişkilerdeki diğer yoğunlaşma olayları yeni durumdan mümkün olan en fazla getiriyi elde etmeye çalışan ülke ve firmaların uyum çabalarını artırmaktadır. Ülkeler sınır aşan mobiliteye sahip üretim faktörlerini kendi ülkelerine çekebilmek için egemenlikleri altında bulunan yerlerin yatırım iklimini elverişli bir hale getirmeye çabalamakta ve dünyanın her tarafında üretim faktörlerini kullanabilen ve mal ve hizmet üreterek bunları küresel ölçekte pazarlayıp satabilen firmaları ülkelerine çekmek için rekabet etmektedirler. Ancak globalleşme ile birlikte sermayenin küresel ölçekte mobilitesinin artması dünya çapında sosyal eşitsizliklerin şiddetlenmesine yol açmaktadır. Dünyada en çok kazanan 225 kişinin serveti (1 trilyon Dolar) dünya nüfusunun en yoksul % 47’sinin (2,5 milyar) yıllık gelirine eşittir ve dünyanın en zengin üç kişisinin toplam varlıkları 48 en az gelişmiş ülkenin milli gelirleri toplamından daha fazladır (Camilleri, 2002:81). 20. yüzyıl boyunca insani gelişimde 7 büyük ilerlemeler sağlanmasına rağmen bu alandaki sıkıntılar sürmektedir. Günümüzde ilköğretim çağındaki 104 milyon çocuk okula gidememekte; 831 milyon kişi yetersiz beslenmekte; 1,1 milyar insan günde bir dolardan daha az bir gelirle yaşamını sürdürmeye çalışmakta ve yaklaşık 1,2 milyar insan sağlıklı suya erişememektedir (UNDP, 2004:129). OECD ülkelerinde bile işsizlik son globalleşme dalgasının başlangıcı olan 1980’li yılların başından itibaren hızla artmaktadır. OECD ülkelerinde 1991-2001 yılları arasında yıllık ortalama 33,7 milyon kişi işsiz kalmıştır ve bu rakam 2003’te 37,3 milyon kişiye ulaşmıştır (OECD, 2004:22). Dünyadaki en zengin ülkenin kişi başına milli gelirinin en yoksul ülkeninkine oranı 19. yüzyıl sonunda 1/9 iken, günümüzde 1/60’a yükselmiştir (Birdsall, 2002:5). Milanovic (2002)’in Gini Katsayısını esas alan ve 144 ülkeyi kapsayan çalışmasının da ortaya koyduğu gibi küresel ölçekte gelir dağılımındaki eşitsizlik giderek artmaktadır. Globalleşme sürecinde ortaya çıkan olumlu gelişmelerden (refah düzeyindeki artış, insani gelişimdeki iyileşmeler, dış ticaret ve milli gelirdeki artışlar v.b.) her ülke ve her bölge dengeli bir biçimde yararlanamamaktadır. Günümüzde globalleşen ülkeler ile globalleşmeden yarar elde eden ülkeler aynıdır: Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Doğu Asya-Pasifik. Ekonomik entegrasyon bu üç bölge arasında daha yoğundur. Üçlünün, kıta içi (Örneğin, Kuzey Amerika’dan Kuzey Amerika’ya) ihracatları toplamı 1970 yılında global ihracatın % 21.4’ü (Petrella, 1996:79) iken bu oran 2002’de % 47.2’ye yükselmiştir (WTO, 2003:33-35). Bu rakamlara kıtalar arası (Örneğin, Batı Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya) ihracat rakamları eklenirse bu üç bölgenin 2002 yılı itibarıyla dünya ihracatındaki payı % 71,1 (1970’te % 60,8)’e ulaşır (WTO, 2003:33-35). Avrupa’daki tüm ülkeler ile Asya’daki önemli ihracatçı ülkeler (Çin, Hindistan ve en fazla ihracat yapan diğer ülkeler) dikkate alınırsa üçlünün dünya ihracatındaki payı 2004’te % 87,1’e çıkar (WTO, 2004:19). Aynı eğilim firma düzeyinde de görülmektedir. Dünya’daki en büyük 500 çok uluslu şirketin sadece 185’i ABD dışındaki ülkelere aittir ve bu 8 alanda “üçlü”nün sahip olduğu toplam şirket sayısı 430’dur (Rugman, 2003:415). Bu yöndeki bölgeselleşme eğilimi dolaysız yabancı yatırımlarda da kendini göstermektedir. Üçlü ticaret bloğu, 2004 yılında, global dolaysız yabancı sermaye girişlerinin % 79,2’sini; çıkışlarının ise % 89,3’ünü gerçekleştirmiştir (UNCTAD, 2004:369-375). Global ekonomik entegrasyonun daha fazla yoğun olduğu bölgelerde (Kuzey Amerika, Avrupa ve Doğu-Güney Asya) ülkelerin üretim yapısı ve finansal-teknolojik altyapı açısından gittikçe artan oranda homojen bir hale gelmekte, benzer politikalar uygulamakta ve global refahtan aldıkları payı muhafaza etmektedirler. Üçlü bloğa ait ülkelerin bu başarısında en büyük pay ev sahipliği yaptıkları küresel ölçekte rekabetçi faaliyetler sürdürme yeteneğine sahip çok sayıda çokuluslu şirkete aittir. III. GLOBALLEŞME AKTÖRÜ OLARAK ÇOKULUSLU ŞİRKETLER Globalleşen dünyada en önemli ekonomik aktörlerden biri haline gelen çokuluslu şirketler 1 birden fazla ülkede kazanç sağlayıcı iktisadi faaliyetlerde bulunan ve uluslararası üretimde bulunan firmalar olarak tanımlanabilir. Oligopolcü bir yapıda olma eğiliminde olan çokuluslu şirketler birden fazla ülkede üretim ve satış faaliyetlerini yürütür ve şirketin mülkiyeti ve yönetimi birden fazla ülke vatandaşına ait olabilir (Gilpin, 1987:232). Bir başka tanım yapmak gerekirse, çok uluslu şirketler genel merkezi belli bir ülkede olduğu halde, faaliyetlerini birden fazla ülkede genel merkez tarafından koordine edilen şubeler veya bağlı şirketler aracılığıyla yürüten büyük firmalardır. Bu şirketlerin yatırım, üretim, araştırma faaliyetleri ve personel politikası ile ilgili stratejik kararları ana 1 Bu tip şirketlerin en yaygın adlandırılma biçimi çok uluslu şirket (multinational corporation) olmasına rağmen uluslararası şirket (international corporation), devletleraşırı şirket (transnational corporation) ya da global şirket (global corporation) olarak da adlandırılmaktadırlar. 9 merkezin bulunduğu genel merkezde alınmaktadır 2. Çokuluslu şirketler ulusal sınırlar arasında mal ve hizmet üretir, ürettiği mal ve hizmetleri pazarlar ve dağıtır; fikirleri, zevk ve teknolojileri dünyanın her yanına yayar ve global ölçekte planlar yapıp global stratejilerini hayata geçirir. Bu şirketler üretim, finans, teknoloji, güvenlik, enerji ve ticaret başta gelmek üzere global ekonomik yapının tümünde temel belirleyici konumundadır. Global düzeyde üretim zincirlerinin farklı aşamalarını kontrol edebilen, üretim faktörlerinin ve devlet politikaları ile sağlanan avantajların kullanımında coğrafi farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan potansiyeli kullanabilen ve kaynak ve faaliyetlerini global ölçekte yönlendirebilen firmalar global firmalar, yani çokuluslu şirketlerdir (Dicken, 1998:177 ve Jarblad, 2003:11). Firmaların global faaliyetlerde bulunmaları değişen koşullara kolayca uyum sağlama yeteneği düşük olan diğer kurumlara (Örneğin, parlamento, sendikalar, üniversiteler v.b.) göre daha kolaydır. Bu stratejik kapasitesinin yanı sıra çokuluslu şirketleri dünya ölçeğinde gerçek global oyuncular haline getiren iki farklı nitelikleri daha vardır (Petrella, 1996:74). Modern toplumlar teknolojiye ve daha fazla mal ve hizmet üretimine büyük bir önem vermektedirler. Sanayileşmiş ülkeler kitlesel üretim teknolojileri ile büyük ilerlemeler gerçekleştirip ulusal refahlarını artırdıkça bu gelişmeye yol açan büyük ekonomik işletmeler önemlerini artırdı ve global ekonomik ve siyasi kültürü belirleyen aktörler haline geldiler. Teknolojik altyapıyı üreten ve global ekonomiye hizmet sunan bu şirketler refah ve istihdam yaratan ve böylece yaşam standardını artıran ekonomik birimler olarak ortaya çıktılar. Çokuluslu ‘leviathan’ şirketler, günümüzde, hangi bölge veya ülkelerin istihdamı ve refahı artıran yatırımları çekeceğini, yeni üretim birimlerinin nerelerde inşa edileceğini ve dünyanın geriye kalanına ne kadar teknoloji transfer edileceğini belirleyen kurumlardır. Ülkelerin Çokuluslu şirketler konusunda detaylı bilgi için bkz: Büyükuslu ve Kutal,1996; Büyükuslu,1996; Karluk, 1996; Çam, 1987; Arıboğan,1996; Srange, 1989. 2 10 rekabet gücü ve dolayısıyla yaşam kalitesi global piyasaların tercihlerine uygun mal ve hizmetleri en elverişli koşullarda üretip satan global firmaların varlığına, bu firmaların yabancı ülkelerde yaptığı yatırım tutarına ve benzer firmalar için ne ölçüde çekici bir yer olduğuna bağlı olduğundan çokuluslu şirketler sürdürülebilir rekabet gücü ve yaşam standartlarının da en önemli belirleyicisidirler. Global düzeyde faaliyette bulunan çok uluslu şirketler dört farklı kategoriye ayrılabilir: (1) sermayenin hangi alanlara yöneltileceği kaynak ülke tarafından belirlenen ve yerli şirketlerle benzer politikalarla yönetilen çok uluslu şirketler; (2) yatırım politikası kaynak ülke tarafından belirlenmekle birlikte uluslararası piyasalara girebilmek için esnek ve global stratejiler takip eden uluslararası şirketler; (3) herhangi bir ülkeye bağlı olmayan farklı uluslardaki sermayedarların oluşturdukları uluslaraşırı şirketler ve (4) uluslararası bir kuruluş tarafından kontrol edilen uluslarüstü şirketler 3. IV. ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN GLOBAL EKONOMİDEKİ YERİ Son yıllarda küresel ölçekte ekonomik entegrasyonun artması, piyasa ekonomisinin etkisini dünyanın her yerinde artırması ve uluslararası ticaret ve finansal faaliyetlerde serbestleşmenin ivme kazanması ile birlikte çokuluslu şirketlerin önemi hızla artmaktadır. Çokuluslu şirketlerin önemini artırması global ekonominin yapısını ve işleyişini köklü bir biçimde değiştirmektedir. Çokuluslu şirketler, yürüttükleri faaliyet ve uyguladıkları global stratejiler sayesinde uluslararası ticari akımlar ile yatırımların düzeyini ve ekonomik faaliyetlerin yoğunlaşacağı yerleri tayin etmektedirler. Teknoloji transferinin en önemli aktörü konumunda olan bu şirketler sermaye ve teknoloji yoğun sektörlere yaptıkları yatırımlar yoluyla 3 Richard Robinson (1964), International Business Policy. New York:Holt, Rinehart, Winston, Aktaran Deniz Ülke Arıboğan (1996), Globalleşme Senaryosunun Aktörleri. İstanbul: Der Yayınları. 11 gelecekte hangi bölge-ülkelerin rekabet güçlerini ve dolayısıyla refahlarını sürdüreceklerini belirlemektedirler. Günümüzde, dünyanın farklı bölgelerinde yaklaşık 61 bin çokuluslu şirket 4 ve bunlara ait 900 bin yabancı bağlı şirket faaliyet göstermektedir (UNCTAD, 2004:xvii). Çokuluslu şirketlerin ne kadar güçlü olduğunu anlamak için global ticaret, yatırım, üretim ve katma değerden aldıkları paya bakmak yeterli olacaktır. Çokuluslu şirketlerin, 2003 yılında, global dolaysız yabancı yatırım stoku (8,24 trilyon Dolar) içindeki payı yaklaşık % 85’dir (UNCTAD, 2004:xvii). Çokuluslu şirketlerle ilgili ayrıntılı analizler içeren UNCTAD (2002) incelendiğinde bu şirketlerin global ekonomide oynadıkları rolün büyüklüğü daha kolay bir şekilde anlaşılabilir. 2001 yılında global ihracat 7,4 trilyon Dolar iken çokuluslu şirketlerin toplam satışları 18,5 trilyon Dolar ve bu şirketlerce üretilen toplam katma değer 3,5 trilyon Dolardır. 1990 yılında yabancı bağlı şirketlerin global gayrisafi yurtiçi hasılaya katkısı % 7 iken bu katkı 2001’de % 11’e ulaşmıştır. Yine aynı yıl yabancı bağlı şirketlerin 54 milyon kişiyi istihdam ettiği tahmin edilmektedir. Çokuluslu şirketler ana ülkenin (şirket merkezinin bulunduğu ülke) üretiminin artmasında çok büyük bir role sahiptirler. Ancak ana ülke açısında asıl önemli olan nokta yerli şirketlere kıyasla daha yüksek bir işgücü verimliliğine (işgücü başına üretilen katma değer) sahip olan yabancı bağlı şirketlerin kârlılığının (kârlar/satışlar) yerli şirketlerden üç kat daha fazla olması (UNCTAD, 2002:17) ve global piyasalarda oluşan tekel kârlarını ana ülkeye aktarmak suretiyle yaşam kalitesi ve refahı artırmada kritik bir role sahip olmalarıdır. UNCTAD (2004a) verileri dikkate alınarak finans sektörü dışında faaliyet gösteren ve yabancı ülkelerdeki satış hâsılatı açısından ilk yirmi içinde yer alan çokuluslu şirketlerin yabancı ülkelerdeki satış rakamları ile ülkelerin gayrisafi yurtiçi UNCTAD tarafından her yıl yayınlanan “Dünya Yatırım Raporu”na göre yabancı ülkelerde sahip olduğu varlıkları kontrol eden tüm şirketler çokuluslu şirket olarak bu sayıya dâhil edilmektedir. 4 12 hâsılalarının kıyaslanması bu şirketlerin gücü konusunda bize daha açık fikirler sunabilir (ss.314:319). En büyük 20 çokuluslu şirketin yabancı ülkelerdeki toplam satış hâsılatının (2,48 trilyon Dolar) global gayrisafi yurtiçi hasılaya (36,21 trilyon Dolar) oranı % 6,8’dir. 2003 yılı itibarıyla en büyük 20 çokuluslu şirketin yabancı ülkelerdeki satış hasılatı toplamı (2,480 trilyon Dolar) Fransa (1,757 trilyon dolar), İtalya (1,465 trilyon Dolar), İngiltere (1,798 trilyon Dolar) ve 14 ülkeyi kapsayan Latin Amerika (0,953 trilyon Dolar)’dan daha fazladır; 6 Kuzey Afrika ülkesi hariç tüm Afrika ülkelerinin (49 ülke) gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık 6 katı, Türkiye’ninkinin ise yaklaşık 10 katıdır. V. ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE BÖLGESELLEŞME EĞİLİMİ 20. yüzyılın son yarısında küresel ölçekte iktisadi faaliyetlerde büyük bir entegrasyon oluşmakla birlikte bu entegrasyondan bütün ülke, bölge ya da firmaların eşit bir biçimde yararlandığını söylemek oldukça zordur. Her dönemde global ekonomi birkaç güçlü ülke ve bunların firmalarının kontrolündedir. Zamanla değişen tek şey global ekonomiyi kontrol eden ülke ve firmaların kimliğidir. Başka bir deyişle günümüzde iktisadi faaliyetlerin çoğu Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Doğu-Güney Doğu Asya-Pasifik ülkeleri arasında cereyan etmektedir. Bu üçlü (triad) bloğun dışında yer alan ülkeler global ticarette ve diğer iktisadi faaliyetlerde çok az söz sahibidir ve globalleşmeden kaynaklanan yararlardan çok az yararlanmaktadırlar. Bu bölgeselleşme eğilimi, globalleşmenin bir numaralı aktörü konumunda olan global firmalar için de geçerlidir. Dünyanın her tarafında her türlü iktisadi faaliyeti gerçekleştiren çokuluslu firmaların çoğu merkezlerinin bulunduğu yere (ülkeye) bağlıdırlar, ulusal niteliklerini korumaya devam etmektedirler ve bu nedenlerle ulus devletlerin düzenlemelerine tabidirler. Global finans alanında bile ulus devletler piyasaları düzenlemekte ve yönlendirebilmektedirler. 13 UNCTAD tarafından her yıl yayınlanan “Dünya Yatırım Raporu” adlı çalışmada firmaların uluslararasılaşma düzeylerini ölçmek için “transnasyonalite endeksi” yayınlanmaktadır. Bu endeks firmaların yabancı varlıklarının toplam varlıklarına oranı, yabancı satışlarının toplam satışlarına oranı ve yabancı istihdamlarının toplam istihdamlarına oranının ortalamasını ifade etmektedir. Tablo 1’de finans sektörü dışında kalan çokuluslu en büyük 100 firma ile ilgili çeşitli göstergeler yer almaktadır. Tablo 1 dikkate alındığında en büyük 100 çokuluslu şirketin iktisadi faaliyetlerinde, 1995-2002 yılları arasında, uluslararasılaşma düzeyinin varlıklar, satışlar ve istihdam açısından bütün sektörlerde arttığı görülmektedir. İlgili dönemde, bütün sektörlerde, 100 en büyük çokuluslu şirketin sahip olduğu toplam varlıklar ve satış hâsılatı ile yarattıkları istihdamın yarıdan fazlası kendi ülkelerinin dışındaki ülkelerde gerçekleştirdikleri ekonomik faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Ancak çokuluslu şirketlerin iktisadi faaliyetlerindeki uluslararasılaşma artmakla birlikte bu şirketlerin büyük bir bölümü uluslararası faaliyetlerini büyük bir çoğunlukla kendi bölgelerinde gerçekleştirmektedir. Rugman (2003)’e göre 2001 yılında dünyanın en büyük 500 şirketinin toplam satışlarının % 72’si kendi bölgelerinde gerçekleşmektedir (ss.409-411). Coğrafik satış verileri elde edilebilen 380 şirketten 58’i satış hâsılatının tamamını kendi bölgesinde gerçekleştirirken bölge dışı satış hâsılatı elde eden 262 şirket satış hâsılatının yarısını kendi bölgelerinden sağlamaktadır (Tablo 2). Günümüzde çokuluslu şirketlerin büyük bir çoğunluğu ya üçlü ticaret bloğu içinde kendi bölgesinde veya üçlü bloğun iki farklı bölgesinde faaliyet göstermektedirler. Öte yandan, üçlü ticaret bloğu içerisinde gerçekleşen ticaret de ağırlıklı olarak (AB % 62, NAFTA %56,7 ve Asya-Pasifik %56) bölge içi ticaret şeklindedir (Rugman, 2003:412). 14 Tablo 1.En Büyük 100 Çokuluslu Şirketi İle İlgili Çeşitli Göstergeler (Finans Sektörü Hariç) Sektörler Şirket Sayısı Yabancı Varlıklar/ Toplam Varlıklar (a) 1995 2002 Hizmetler İmalat Temel1 Çeşitli 12 68 15 5 31 56 10 3 Yabancı Satışlar/ Yabancı İstihdam/ Toplam Satışlar (b) Toplam İstihdam (c) TNI* (Yüzde Olarak) 1995 2002 1995 2002 1995 2002 1995 2002 42,4 47,8 49,6 34,7 57,6 54,5 64,6 49,0 45,7 59,7 55,7 38,4 52,7 62,9 60,4 50,3 39,9 53,9 44,9 47,3 52,6 56,5 60,0 55,9 43,1 54,3 49,5 40,2 54,3 57,9 61,7 51,7 1 Tarım, hayvancılık, balıkçılık ve madencilik * TNI=Transnationality Index Kaynak: UNCTAD (2004:127). Rugman (2003)’e göre bölgeselleşme eğilimleri çokuluslu şirketlerin satışları veri olarak ele alındığında çok daha güçlüdür. Dünyanın en büyük 500 firmasından coğrafik satış hâsılatı verisi elde edilebilen 380 firmanın 320’si hâsılatlarının % 80’ini üçlü ticaret bloğu içerisinde kendi bölgelerinde gerçekleştirmektedirler. Örneğin, 2002 yılında, finans alanında faaliyet göstermeyen en büyük 100 çokuluslu şirket arasında toplam yabancı varlıkları itibarıyla 1. sırada bulunan General Electric satış hasılatının % 65,6’sını; 2. sırada bulunan Vodafone % 20,6’sını; 3. sırada bulunan Ford % 66,7’sini; 5. sırada bulunan General Motors % 85,8’ini; 31. sırada bulunan Wal-Mart % 83,3’ünü ve 66. sırada bulunan Mitsubishi % 85,8’ini kendi ülkesinde elde etmektedir (UNCTAD, 2004:276279). Veri elde edilebilen 380 şirketin yalnızca 9’u satışlarının en az % 20’sini üçlü ticaret bloğunun hepsinde yaptığı için ‘global’ nitelikte çokuluslu şirkettir (Tablo 2). Bu şirketler IBM, Sony, Philips, Nokia, Intel, Canon ve Flextronics gibi elektronik alanında faaliyet gösteren şirketlerdir veya Coca Cola (gıdaiçecek) ve LVMH (lüks mallar) gibi şirketlerdir. Toplam satışlarının en az % 20’sini üçlü ticaret bloğunun iki bölgesinde gerçekleştiren firma sayısı 25’tir. Bu şirketler arasında Toyota, Nissan, DaimlerChrysler, Honda gibi otomotiv firmaları ile GlaxoSmithKline gibi ilaç firmaları yer almaktadır (Rugman ve Verbeke, 2004). Toplam satış hâsılatı içinde yabancı ülkelerde elde edilen satış hâsılatı payı dikkate alınarak belirlenen dünyanın en fazla uluslararasılaşmış ilk 20 çokuluslu şirketinin önemli bir kısmı 15 bile bölgesel nitelikli şirketlerdir (Rugman ve Verbeke, 2004:11). Bu şirketlerden 9’u ağırlıklı olarak kendi bölgelerinde (Örneğin, Avrupalı çokuluslu şirketler AB’nde; Kanada ve ABD’li şirketler NAFTA’da ve Asya-Pasifik şirketleri Avusturalya dahil Asya-Pasifik’te) satış yapmaktadırlar (Tablo 3). Örneğin, 2001’de Avrupa’lı şirketlerden Suez (bölge içi satış oranı % 74); Vodafone (% 93,1) ve Stora Enso (% 69,2) toplam satışlarının yaklaşık 2/3’ünü kendi bölgelerinde gerçekleştirdikleri için ‘Avrupalı’ şirketlerdir. Bu 20 çokuluslu şirketin yalnızca 11’i global düzeyde rekabetçi başarı elde edebilen çokuluslu şirketlerdir. Bu şirketlerden ikisi ABD’li olmamalarına rağmen satışlarının büyük bir kısmını bu ülkede yapmaktadır (News corp. ve AstraZeneca); altı şirket iki bölgeli çokuluslu şirkettir (Roche, GlaxoSmithKline, Diageo, Lafarge, BP, Ericsson) ve yalnızca 3 şirket satışlarını üçlü bölgede dengeli bir biçimde dağıtmıştır (Nokia, Philips ve LVMH) ancak dünyanın her tarafına dengeli bir dağılımla satış yapabilen, yani gerçek anlamda global olan çokuluslu şirket bulunmamaktadır (Tablo 3). Tablo 2.En Büyük 500 Çokuluslu Şirketin Sınıflandırılması, 2001 Çokuluslu Şirketin Türü Global İki Bölgeli Ev Sahibi Ülke Yönelimli Ana Ülke Yönelimli Yetersiz Veri Veri Yok Toplam Çokuluslu Şirket Sayısı En Büyük 500 İçindeki Yüzdesi 380 Şirket İçindeki Yüzdesi Bölge İçi Satışların Ağırlıklı Ortalaması (Yüzde Olarak) 9 25 11 320 15 120 500 2,0 5,0 2,2 64,0 2,8 24,0 100,0 2,6 6,6 2,9 84,2 3,7 … 100,0 38,2 42,0 30,9 80,3 40,9 … 71,9 Ağırlıklı ortalama hesaplanırken bölge içi satışlarda en düşük değer dikkate alınmıştır (>90=90) Kaynak: Rugman, (2003:413) ve Braintrust Research Group, (2003). 1990-1998 yıllları arasında dünyanın en büyük 100 çokuluslu şirketinin 90’ının şirket merkezi Avrupa Birliği, Japonya ve ABD’nde iken (UNCTAD, 2000:72-74) 2002 yılında bu sayı 85’e gerilemiştir (UNCTAD, 2004:276-278). Öte yandan, 2001 yılında toplam çok uluslu şirketlerin % 65’inin merkezi bu ülkelerde bulunmakta ve Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ)’in payı ise 1990’dan günümüze yavaş bir şekilde artarak 2001’de 16 % 20’ye ulaşmış bulunmaktadır. 2001 yılında merkezi GOÜ’lerde olan beş firma en büyük 100 çokuluslu şirket arasında yer almaktadır: H. Whampoa (Hong Kong), Petronas (Malezya), Cemex (Meksika), Petroleos de Venezuela (Venezuela) ve LG Electronics (Kore) (UNCTAD, 2002:xvi). Ancak GOÜ çokuluslu şirketlerinin global dolaysız yabancı yatırımları içindeki payı 1980’lerin ortasında % 6’dan daha düşük bir düzeyde iken 2001-2003 döneminde % 7’ye yükselmiş olsa bile 2002 yılı itibarıyla en büyük 100 çokuluslu şirket arasında yer alan GOÜ çokuluslu firma sayısı bir gerilemiştir: H. Whampoa (Hong Kong), Cemex (Meksika), Singtel (Singapur) ve Samsung (G.Kore). 1990’lı yılların ortasından itibaren global dış ticaretin 2/3’ünü gerçekleştiren çokuluslu şirketler arasında da belirli bir yoğunlaşma söz konusudur; başka bir ifadeyle, 4’ü hariç kalanı gelişmiş ülkelere ait olan ve toplam çokuluslu şirket sayısının yalnızca % 0,2’ini oluşturan dünyanın en büyük 100 çokuluslu şirketi dünyadaki yabancı bağlı şirketlerin satış hâsılatının % 14’ünü elde etmekte; varlıklarının % 12’sine sahip olmakta ve istihdamın % 13’ünü gerçekleştirmektedirler. Bu durum ise uluslararası üretimin belli ülkelerde-bölgelerde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. 17 Tablo 3.En Fazla Uluslararasılaşmış Şirketlerin Satışlarının Bölgesel Dağılımı, 2001 (Yüzde Olarak) Sıralama 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 Fortune Şirket Adı 500 Sıralaması 147 288 194 143 263 423 301 267 140 364 262 416 281 459 4 15 99 210 394 123 Ana Ülke Nokia Finlandiya Roche İsviçre ABB İsviçre Philips Hollanda Nortel Kanada Stora Enso Finlandiya AstraZeneca İngiltere Volvo İsveç Glaxo S.Kline İngiltere News Corp. Avusturalya Diageo İngiltere Lafarge Fransa BHP Billiton Avusturalya LVMH Fransa BP İngiltere TotalFinaElf Fransa Suez Fransa Ericsson İsveç Danone Fransa Vodafone İngiltere Bölge İçi Kuzey Avrupa Asya- Yoğunlaşma Satışlar Amerika Pasifik 49,0 36,8 53,9 43,0 54,4 69,2 32,0 51,6 28,6 9,0 31,8 40,0 66,1 36,0 36,3 55,6 74,0 46,0 60,3 93,1 25,0c 38,6 25,1 28,7a 54,4a 19,5 52,8b 30,2 49,2b 75,0b 49,9 32,0 12,6 26,0b 48,1 8,4 11,0 13,2 … 0,1b 49,0 36,8 53,9 43,0 … 69,2 32,0 51,6 28,6 16,0d 31,8 40,0 13,0 36,0 36,3 55,6 74,0 46,0c 60,3 93,1 26,0 11,7 11,3 21,5 … 7,1 5,2f 6,0 … 9,0 7,7 8,0 66,1 32,0 … … 5,0 25,9 … 4,8 G B D G D D S D B S B B D G B D D B D D G: Global; B: İki Bölgeli; D: Ana Ülke Yönelimli; S: Ev Sahibi Ülke Yönelimli; a: Kanada ve ABD; b: Yalnızca ABD; c: Tüm Kuzey Amerika Ülkeleri; d: Yalnızca İngiltere; e: Avrupa ve Orta Doğu;f: Japonya Kaynak: Rugman ve Verbeke, (2004:13) Globalleşme ile birlikte global piyasalarda rekabetin yoğunlaşması, rekabete dayanamayan firmaların birleşmeler veya şirket satın alımlarıyla piyasadan çekilmek zorunda kalmalarına yol açmaktadır. Global ekonomide büyük bir güce sahip olan ve yabancı yatırımlardan üretime kadar birçok alanda hâkim duruma gelen çokuluslu şirketlerin birleşme ve satın alma (BSA) faaliyetleri yoluyla bu güçlerini ve başat pozisyonlarını pekiştirmektedirler 5 . Ulusal, bölgesel ve uluslararası alanda dış ticaret ve yabancı sermaye alanlarında gerçekleştirilen serbestleştirme faaliyetleri 6 ; ülke düzeyinde 5 Şirket birleşmeleri ve satın alma faaliyetleri, herhangi bir işletmenin başka bir işletmenin gerçekleştirdiği faaliyet veya işlerin bir kısmı veya tamamı üzerinde kontrol sağlaması ya da diğer işletmeyi satın alması olarak tanımlanabilir. 6 1991-1994 döneminde dolaysız yabancı yatırımları düzenleyen kanunlarda dünya çapında 1035 değişiklik yapılmış; 1980 yılında 818 olan dolaysız yabancı yatırımları teşvik eden iki taraflı yatırım anlaşmaları 1999’da 1856’ya yükselmiş ve 1980’de 719 olan çifte vergilendirmeyi önleyen anlaşma sayısı 1999 sonunda 1982’ye yükselmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. UNCTAD, World Investment Report 2000: Cross-border Mergers and Acquisitions and Development, Tablo 3. 18 sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi, deregülasyonu ve özelleştirme uygulamaları; ar-ge maliyetleri ile risklerin artması ve yeni bilgi teknolojilerinin devreye girmesi sonucunda global düzeyde BSA faaliyetleri artmaktadır. Firmalar, globalleşmenin getirdiği rekabet baskısının üstesinden gelebilmek için ulusötesi üretim faaliyetlerini diğer araçlara göre hız ve müseccel varlıklara erişim açısından daha avantajlı olan BSA faaliyetleri yoluyla gerçekleştirmektedirler. Bunun yanı sıra, firmalar, yeni piyasalara erişme, piyasada güç ve üstünlük sağlama; oluşan güç birliği yoluyla verimliliklerini artırma; işletme büyüklüğünü global düzeyde etkin olacak ölçeğe çıkarma; ortaya çıkan riskleri yayma ve yeni fırsatları değerlendirmek amacıyla bu faaliyetlere girişmektedirler (UNCTAD, 2000:16). Şekil 1. Uluslararası Şirket Birleşmeleri ve Satın Alma Faaliyetleri (Milyar Dolar) 1400 1143,8 Dünya 1200 GO Ü 1000 Üçlü 766 800 531,6 600 369,7 304,8 400 115,6 200 593,9 140,3 150,5 80,7 79,2 83 127,1 186,5 296,9 227 0 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 Üçlü: Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik Kaynak: UNCTAD, (2004:416-419) BSA faaliyetleri 1988 yılında global düzeyde sadece 115,6 milyar $ iken 1990 yılında 150.5 ve 2000 yılında 1143.8 milyar $’a yükselmiştir (Şekil 1). Ancak 2001’de meydana gelen global çaptaki durgunluk eğilimi BSA faaliyetlerinin önemli ölçüde azalmasına yol açmıştır. 2001 yılında meydana gelen uluslararası BSA faaliyetlerinin toplam değeri bir önceki yılın yarısına (594 milyar $) gerilemiş; 1 milyar Doları aşan uluslararası BSA faaliyetlerinin sayısı 175’ten 113’e gerilemiş ve bunların toplam değeri % 50’den daha fazla azalarak 866 milyar dolardan 378 milyara düşmüştür (UNCTAD, 2002). BSA faaliyetlerindeki bu azalma eğilimi 2001 yılından sonra da 19 devam etmiş ve küresel düzeydeki BSA faaliyetleri 2002’de 369,7; 2003’te ise 296,9 milyar Dolara inmiştir. Şekil 1 BSA faaliyetlerinde de üçlü ticaret bloğunun açık bir biçimde etkin olduğunu, hatta global BSA faaliyetlerinin neredeyse tamamının bu üçlüye ait olduğunu ortaya koymaktadır. Çok uluslu şirketlerin dünya ekonomisinde sahip oldukları konumu BSA faaliyetleri ile güçlendirmeleri bu kuruluşların global ekonomiye hakim olmalarına yol açmakta ve globalleşmenin ortaya çıkardığı yararların bu şirketlerin merkezlerinin bulunduğu ve ağırlıklı olarak faaliyetlerini odaklaştırdığı sanayileşmiş ülkeler lehine orantısız bir biçimde dağılmasına yol açmaktadır. VI. ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN İKTİSADİ ETKİLERİ Global dolaysız yabancı yatırımların çok büyük bir kısmını gerçekleştiren çokuluslu şirketler, bu türden yatırımlar ile teknoloji transferine ve endüstriyel yeniden yapılanmaya yol açarak yatırımın yapıldığı ülke ekonomisini olumlu yönde etkileyebilir. Yoksul ülkelere teknoloji ve bilgi transferinde bulunan, bu ülkelerdeki birey-firmaların “yaparak öğrenmesini” sağlayan ve istihdama katkıda bulunan dolaysız yabancı sermaye yatırımlarının aynı yöndeki etkisi daha güçlüdür. Benzer bir biçimde, çok uluslu şirketlerin verimliliği artırdığı, işgücünün niteliğini artırdığı, teknoloji transferini hızlandırdığı, tekelleri ortadan kaldırarak rekabeti artırdığı (ya da piyasaya bağlı olarak tekelleşmeye yol açtığı) ve modern ve yeni teknikleri gündeme getirerek yerel firmaların yeteneklerini artırdığı ileri sürülmektedir (Blomström ve Kokko, 1997:10). Çokuluslu şirketlerin ev sahibi ülkeye yaptığı katkıların en önemlisi ev sahibi ülkenin ihracat rekabet gücünü artırmasıdır (UNCTAD, 2002:151). Çokuluslu şirketler herhangi bir ülkede yatırım yaparken beraberinde sermaye, teknoloji ve yönetim bilgisi getirir; ev sahibi ülke global pazarlara kolayca erişme olanağına sahip olan çokuluslu şirkete mal ve hizmet tedarik eden yerli firmalar sayesinde bölgesel ve global piyasalara erişim olanağına kavuşabilir. Yerli firmalar, yaparak öğrenme 20 süreci sonrasında ihraç ürünlerinin çeşitlenmesini sağlarlar. Teknoloji transferi yoğun ise ihracatın teknolojik yoğunluğu da artar ve çokuluslu şirketlerle rekabet ederek iç piyasada palazlanan yerli firmalar global ölçekte rekabet edecek bir hale gelebilirler. Çokuluslu bir şirketin herhangi bir ülkede yatırım yapması halinde çokuluslu şirketin ev sahibi ülkeye getirdiği sermaye, bilgi ve beceri ile teknoloji ölçüsünde ev sahibi ülkenin reel milli gelirinde bir artış olur. Ev sahibi ülkenin vergiler yoluyla elde ettiği ek gelirler ile toplumun elde ettiği dolaylı faydalar (daha yüksek gelir veya daha ucuz mal ve hizmet sunumu) çokuluslu şirketin elde ettiği getiriden daha yüksekse çokuluslu şirketin doğrudan ekonomik etkileri ev sahibi ülke lehine gelişir. Dışsal fayda taşmaları (dolaylı etkiler) ile birlikte ev sahibi ülkenin çokuluslu şirketin faaliyetlerinden olumlu etkilenmesi pazarlık ilişkisinde üstün konumda olmasına bağlıdır (Fieldhouse, 1999:167-170). Çokuluslu şirketlerin bir ülkeye yatırım yapmaları için her iki tarafın da birbirleri için değerli bazı varlıklara sahip olması gerekir. Bu pazarlık sürecinde her iki taraf da mutlak anlamda kazanır (pozitif toplamlı oyun) ancak pazarlık gücü daha fazla olan taraf göreceli olarak daha fazla getiri elde eder (Şekil 2). Model 7 , ev sahibi ülke yeni yatırımlara muhtaçken başka yatırım yerlerini kolayca bulabilen ve belirsizlik nedeniyle yatırım yapmakta tereddüt eden çokuluslu şirketler bir ülkeye yatırım yapmadan önce daha yüksek bir pazarlık gücüne sahip olduğunu varsayar. Bu nedenle ilk yatırım yapılmadan önce ev sahibi ülke teşvik ve diğer özendirici tedbirlerle çokuluslu şirketleri ülkesine çekmeye çalışır. Ancak bir defa yatırım yapılınca dolaysız yabancı yatırımlar nedeniyle ortaya çıkan çeşitli faydalar nedeniyle ev sahibi ülke ekonomisi güçlenir ve sonuçta rekabet ve pazarlık gücü artar. Pazarlık gücü artan ev sahibi ülkenin daha fazla getiri elde etmeye yönelik taleplerine 7 “Eski Usül Pazarlık Modeli” (obsolescing bargain model) Vernon tarafından geliştirilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Raymond Vernon (1971), Sovereignity at Bay: The Multinational Spread of US Enterprises, New York: Basic Books, ss.46-59. 21 karşılık vermek isteyen çokuluslu şirketler teknoloji, ürün ve ihracat piyasalarına erişim açısından ev sahibi ülkeyi kendisine bağımlı tutmaya çabalar. Ancak her durumda farklı yerlere faaliyetlerini kaydırma yeteneğine sahip olan çokuluslu şirketler ev sahibi ülkeye kıyasla daha avantajlıdır ve bu nedenle çokuluslu şirketlerin faaliyetleri daha çok üçlü ticaret bloğunda yer alan ülkelere yarar sağlar. Şekil 2. Güç Kaynakları ve Sınırlamaların Fonksiyonu Olarak Çokuluslu Şirketler İle Ev Sahibi Ülke arasındaki Pazarlık İlişkisi SINIRLAMALAR Endüstrideki rekabet ve yoğunluğun derecesi Ev sahibi ülkenin ne ölçüde iyi bir tüketici (ulusal piyasanın büyüklüğü, kişi başına düşen milli gelirin yüksek olması v.b.) veya dağıtımcı olduğu (coğrafi konum v.b.) Endüstrideki global entegrasyon derecesi Ekonominin dolaysız yabancı yatırımlara bağımlılığı Ödemeler dengesi veya borç sorununun varlığı Yatırımları için rakiplerle rekabet edebilme derecesi Siyasi belirsizlik veya istikrarsızlık GÜÇ KAYNAKLARI ÇOKULUSLU ŞİRKET ŞİRKET EV SAHİ SAHİBİ ÜLKE Teknolojik yoğunluk ve teknolojinin değişim hızı Yönetim konusunda uzmanlık Reklam yoğunluğu, ürün farklılığı Piyasalara erişim veya ihracat potansiyeli İstihdam Yurtiçi piyasaya erişim Siyasi iklim Teşvik uygulamaları Doğal kaynakların kontrolü Elverişli altyapı olanaklarının varlığı ve bunlara erişim derecesi uygun nitelikteki işgücünün varlığı Kaynak: Jarblad, (2003:6) Çok Taraflı Yatırım Antlaşması (MAI) ile getirilmek istenen değişiklikler çokuluslu şirketlerin egemenliğini ve elde ettikleri getirileri artırıcı yönde etkiler meydana getirme potansiyeline sahiptir. Bu düzenlemeye göre çok uluslu şirketler anlaşmanın tarafı olan devletlerle aynı yasal statüye sahip olacak, uluslararası şirketler potansiyel kârlarını azaltabilecek yasalar yürürlüğe koydukları takdirde ulusal hükümetlere karşı tazminat davası açabilecek, yabancı yatırımcılar kolayca global ölçekte hizmet sektörü yatırımlarına girebilecek ve bu şirketlerin kâr transferleri üzerindeki sınırlamalara da sona erecektir (Ellwood, 2002:60). Anlaşma’nın lehinde görüş bildirilen çevreler, MAI’nin var olan küreselleşme sürecinin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri sürmekte ve bu anlaşmayla getirilecek düzenlemelerin süreci daha da hızlandıracağını ifade etmektedirler. Ancak MAI girişimi globalleşme karşıtlarının eylemleri ile engellenmiştir ve globalleşme karşıtları MAI’nin 22 yürürlüğe girmesini önlemek için etkin bir şekilde muhalefet yapmayı sürdürmektedirler 8. Çok uluslu şirketlerin sahip olduğu bu hegemonyayı ortadan kaldırmak için ne yapılabilir? Önemle belirtelim ki, pek çok devletin mali gücünden çok daha fazlasına sahip olan bu dev şirketlerin gücünü sınırlamak oldukça güç görünmektedir. Bu konuda yapılması gereken öncelikle ulusal düzeyde rekabet hukukunun yürürlüğe konulmasıdır. Ülkeler kısıtlayıcı ticari uygulamalar (tarife ve tarife benzeri engeller) yürürlüğe koyarak çok uluslu şirketlerin ülkelerine girişini kısmen önleyebilirler. Ancak global ticaretin yeni kuralları bu türde korumacılığı giderek ortadan kaldırmaktadır. Yabancı firmalara karşı uygulamaya konulan anti-damping soruşturmaları ve vergileri ile anti-kartel düzenlemeleri en etkin önlemler olarak görülebilir. Ülkeler rekabet yasaları ile tröstleri, tekelleri, yatay ve dikey şirket birleşmelerini, şirketlerin el değiştirmelerini ve mülkiyet haklarını düzenleyerek kendi ülke ve firmaları lehine bir ekonomik konjonktürün ortaya çıkmasını sağlayabilir ve uygulamaya koyacakları yatay ve dikey kısıtlamalarla şirketlerin piyasada sahip oldukları gücü kötüye kullanmalarını engelleyebilirler. VII. SONUÇ İçinde bulunduğumuz globalleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin uluslararası yatırımlarının dünya ekonomisi için büyük önem taşıdığını ve ülkelerinin kalkınmasına önemli katkılar sağladığını reddetmek mümkün değildir. Çok uluslu şirketlerin faaliyetlerinin ekonomik, toplumsal ve çevresel açılardan önemli bazı maliyetlerinin olduğunu da göz ardı etmek zordur. Yabancı sermaye rekabeti ve vergi rekabetinin geçerli olduğu bir küresel ekonomik konjonktürde pek çok ülke çokuluslu şirketlerin kendi ülkelerine yatırım yapmaları için 8 MAI adıyla bilinen anlaşmanın kapsamı hakkında bkz: Oğuzhan Cevat Dinçer (1998), “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (Multilateral Agreement On Investment) Üzerine Bir Değerlendirme”, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/tem98/coktrf.htm. 23 çaba içerisindedirler. Ancak globalleşme ve serbest ticaret neticesinde, çokuluslu şirketler, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ucuz işgücünü kullanarak emeği ve bu ülkelerin kaynaklarını sömürme ve aynı zamanda doğa ve çevre üzerinde tahrip edici sonuçlara sebebiyet verme potansiyeline sahiptirler. Zira küresel ekonomik faaliyetlerin baş aktörü konumunda olan çokuluslu şirketler iktisadi güç meydana getiren kaynakları kolaylıkla kontrol edebilmekte ve bu kaynakları farklı yerlere kaydırabilmektedirler. Çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinin, gerek ana ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere daha fazla yararlar sağlaması için söz konusu işletmelerin sorumluluklarının açık olarak belirlenmesi ve bunun izlenmesi önem taşımaktadır. Globalleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin ekonomik ve sosyal kalkınmaya sağlayacağı katkılar ve fırsatlar yanısıra ortaya çıkarabileceği tehdit ve tehlikelerin eşanlı düşünülmesinde ve önlemler alınmasında yarar bulunmaktadır. KAYNAKLAR Arıboğan, Deniz Ülke (1996), Globalleşme Senaryosunun Aktörleri. İstanbul: Der Yayınları. Birdsall, Nancy (2002), Asymmetric Globalization: Global Markets Require Good Global Politics, Center for Global Development Working Paper Number 12, October. Blomström, Magnus ve Ari Kokko (1997), “How Foreign Investment Affects Host Countries”, Policy Research Working Paper. No: 1745, Washington, D.c.: The World Bank, March. Braintrust Research Group (2003), The Regional Nature of Global Multinational Activity. (http://www.braintrustresearch.com; indirme tarihi 06.08.2005). Büyükuslu, A.Rıza ve G. Kutal (1996), Çokuluslu Şirketler ve İnsan Kaynağı Yönetimi, İstanbul: Der Yayınları, 1996. 24 Çam, Esat (1987), “Çok Uluslu Şirketler ve Gelişen Ülkeler”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Dergisi, Cilt, 45, Sayı 14. Camilleri, Joseph A. Ed. (2002), Democratizing Global Governance, Gordonsville, VA, USA:Palgrave Macmillan. Cohn, Theodore H. (2000), Global Politic Economy: Theory and Practice, Addison Wesley: Longman. Dicken, Peter (1998), Global Shift: Transforming the World Economy, London: Paul Chapman Publishing. Dinçer, Oğuzhan Cevat (1998), “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (Multılateral Agreement On Investment) Üzerine Bir Değerlendirme”, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/tem98/coktrf.htm. Ellwood, Wayne (2002), Küreselleşmeyi Anlama Kılavuzu, İstanbul: Metis Yayınları, 2002. Fieldhouse, David (1999), “A New Imperial System? The Role of Multinational Corporations Reconsidered”, (Jeffry A. Frieden ve David A. Lake-Eds., International Political Economy: Perspectives on Global Power and Wealth, Fourth Edition, London ve New York: Routledge, içinde), ss.167-180. Giddens, Anthony (1990), The Consequences of Modernity, Stanford: Polity Press. Gilpin, Robert (1987), The Political Economy of International Relations, New Jersey: Princeton University Press. ILO,Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Çokuluslu Şirketler ve Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi, http://www.ilo.org/public/english/employment/multi/download/ turkish.pdf Jarblad, Andreas (2003), The Global Politic Economy of Transnational Corporations: A Theory of Asymmetric 25 Interdependence, Luleá University of Technology, C Ektended Essay No:047. Karluk, Rıdvan (1996), Uluslararası Ekonomi, Genişletilmiş, Yenilenmiş 4. Bası, İstanbul: Beta. Milanovic, B. (2002), Worlds Apart: The Twentieth Century’s Promise that Failed. Manuscript, http://www.worldbank.org/research/inequality/ . Milanoviç, Branko (2003), “Two Faces of Globalization: Against Globaalization as We Know It”, World Development, Vol. 31, No:4, ss.667-683. OECD (2004), OECD Employment Outlook, Paris: Organization for Economic Co-Operation and Development. Petrella, Riccardo (1996), “Globalization and Internationalization: The Dynamics of the Emerging World Order”, (Robert Boyer ve Daniel Drache, Eds., State Against Markets: The Limits of Globalization. içinde), London: Routledge, ss.62-83. OECD, Çok Uluslu İşletmeler Genel İlkeleri, http://www1.oecd.org/publications/e-book/200201VE5.PDF OECD, Guidelines for Multinational Enterprises, http://www.oecd.org/document/28/0,2340,en_2649_34889_2397532_ 1_1_1_1,00.html; Rugman, Alan M. (2003),“Regional Strategy and the Demise of globalization”, Journal of International Management, 9 (2003), ss.409-417. Rugman, Alan M. ve Alain Verbeke (2004), “Regional Transnationals and Triad Strategy”, Transnational Corporations, Volume 13, Number 3, December, ss.1-20. 26 Srange, Susan (1989), “Toward a Theory of Transnational Empire”, in E.O. Czempiel and J. Rosenau (eds.) Global Changes and Theoretical Challenges, Lexington, Mass.:Lexington Books. UNCTAD (2000), World Investment Report 2000: Cross-Border Mergers &Acquisitions and Development, New York: United Nations. UNCTAD (2002), World Investment Report 2002: Transnational Corporations and Export Competitiveness, New York: United Nations. UNCTAD (2004), World Investment Report 2004: The Shift Towards Services, New York: United Nations. UNCTAD (2004a), UNCTAD Handbook of Statistics 2004, New York: United Nations. UNDP (2004), Human Development Report 2004: Cultural Liberty Todays Diverse World, New York: United Nations Development Programme. in Vernon, Raymond (1971), Sovereignity at Bay: The Multinational Spread of US Enterprises, New York: Basic Boks. WTO (2003), International Trade Statistics 2003, World Trade Organization. WTO (2004), World Trade Report 2005: Explaining the Links between Trade Standards and the WTO, World Trade Organization. 27 GLOBALLEŞME ve YABANCI SERMAYE REKABETİ I. GİRİŞ Globalleşme ve teknolojik gelişmeler sonucu üretim faktörlerinin mobilitesinin artması, ülkelerin iktisadi kalkınmalarını sağlamak, diğer ülkelerle aralarındaki gelişmişlik farkını kapatarak önde giden ülkeleri yakalamak ve genel olarak yaşam kalitesini artırmak için gerekli olan sermayeyi yabancı kaynaklardan temin etme arzusunu artırmaktadır. Sözkonusu globalleşme sürecinde ülkeler yabancı sermayeyi cezbetmek için birbirleriyle daha şiddetli bir rekabet içerisinde bulunmaktadırlar. “Yabancı sermaye rekabeti” olarak adlandırılan bu olgu bütünüyle globalleşmenin ortaya çıkardığı bir gelişmedir. Bu bölümde öncelikle dünyada yabancı sermaye yatırımlarının gelişimi ortaya konulduktan sonra, yabancı sermaye yatırımlarının ekonomik kalkınma ve rekabet üzerindeki etkileri özetlenecek ve son olarak da “teşviklere dayalı rekabet” ve “kurallara dayalı rekabet” şeklinde gelişme gösteren yabancı sermaye rekabeti incelenecektir. II. YABANCI SERMAYE YATIRIMLARININ GELİŞİMİ Yabancı sermaye akımları 1990’lı yılların başından itibaren hem Gelişmekte Olan Ülkelere (GOÜ) yönelik olarak hem de global düzeyde önemli ölçüde artış göstermiştir. Sermaye akımlarında gözlemlenen bu artışın ilk nedeni, ev sahibi ülkelerden kaynaklanan nedenlerle yabancı yatırımcıların Çokuluslu Şirketler yatırım nedeniyle üstlendikleri risklere karşılık elde etmeyi umdukları getirilerin artması yönündeki olumlu beklentidir. Çok sayıda ülkenin dış borçlarını yeniden yapılandırarak kredi değerliliklerini yükseltmeleri; başarılı istikrar programları uygulayan bir çok GOÜ’nin uyguladıkları makro-ekonomik politikalara duyulan güveni ve gerçekleştirdikleri yapısal reformlar sonucu verimliliklerini artırmaları ve nihayet, bazı ülkelerin döviz kurundaki oynaklıktan kaynaklanan riskleri azaltan sabit döviz kuru uygulamalarına yönelmeleri, bu yöndeki beklentilerin olumlu olmasını sağlamıştır (LopezMeija, 1999:28-31). İkinci neden, başta ABD olmak üzere sanayileşmiş ülkelerde reel faiz oranlarında görülen azalma ile belli başlı kreditör ülkelerde gözlemlenen durgunluktur. Örneğin, ABD’deki kısa vadeli (nominal) faiz oranları 1990’daki yüzde 7.5 düzeyinden 1993’te yüzde 3’e gerilerken sanayileşmiş ülkelerde ağırlıklı ortalama kısa vadeli faiz oranları 1990’daki yüzde 9 düzeyinden 1993’te yüzde 5 civarına gerilemiştir (Calvo, Leiderman ve Reinhart, 1993:114.). Faiz oranlarındaki düşme, bir yandan yabancı ülkelerde yatırım yapmaya kıyasla düşük faizlerin geçerli olduğu yurtiçinde yatırım yapmayı cazip olmaktan çıkararak; öte yandan, GOÜ’lerin kredi değerliliğine olumlu bir katkı sağlayarak GOÜ’lere yönelik sermaye akımlarının artmasına yol açmıştır. Üçüncü neden, sermaye akımlarının yöneldiği ülkelerdeki politik ve ekonomik performanstır. Gelişmiş ülkelere kıyasla daha az sermaye birikimine sahip olan GOÜ’lerde sermayenin marjinal verimliliğinin daha fazla olacağı genel olarak kabul edilmektedir. Uygulanan makro-ekonomik ve yapısal politikaların güçlü olması halinde beklenen risk-getiri düzeyi ve başarılı bir ekonomik performans gösteren ülkelere yönelik sermaye akımları artacaktır. Gerçekten de dolaysız yabancı yatırımların (DYY) arttığı bir çok GOÜ’de 1990’lı yıllarda sermaye hareketleri önemli ölçüde serbestleştirilmiştir. Örneğin, 1991-93 yılları arasında 11 GOÜ sermaye hareketleri üzerindeki döviz kuru kontrollerini büyük ölçüde kaldırırken, 26 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti 15 ülke portfolyo girişleri üzerindeki engelleri, 23 ülke DYY üzerindeki kontrolleri azaltmışlar ya da tamamen ortadan kaldırmışlardır (IMF, 1994:26.). İktisadi globalleşme ve GOÜ ülkelerindeki serbestleştirme çabaları 1990’lı yıllarda DYY’nın önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. GOÜ’lere yönelik DYY 1983-88 yılları arasında yıllık ortalama 20 milyar Dolar iken 1994-95 yıllarında ortalama 93 milyar Dolar’a ve 1997’de ise 149 milyar Dolar’a ulaşmıştır. 1990-98 yılları arasında altı kattan daha fazla artan GOÜ’lere yönelik DYY’nın, toplam DYY içindeki payı 1991’deki yüzde 25 seviyesinden 1998’de yüzde 42’ye yükselmiştir (World Bank, 1999:47). GOÜ’lere yönelik DYY çoğunlukla mevcut aktiflerin satın alınması ya da şirket birleşmeleri yoluyla gerçekleşmektedir. Enformasyon teknolojisindeki gelişmelerin yer seçiminin önemini azaltması ve aktif yönetimi ile uğraşan büyük firmaların küçük olanlarına göre daha hızlı büyümeleri, şirket birleşme ve satın alma faaliyet (BSF)’leri yoluyla DYY’nı artırmaktadır (IMF, 1998:186). GOÜ’lerin çoğunluk hissesine yabancıların sahip olduğu BSF’leri içindeki payı 1990’lı yıllarda hızla yükselmiş ve 1997’de yüzde 19’a çıkmıştır ve bu faaliyetlerin net DYY’na oranı aynı yıl yüzde 28’e ulaşmıştır. GOÜ’lere yönelik DYY’nın önemli bir kısmı da özelleştirme faaliyetleri yoluyla gerçekleştirilmektedir. Bu yolla gerçekleşen DYY’nın toplam tutarı GOÜ’lerdeki BSF’lerinin yarısını, toplam DYY’nın ise yüzde 13’ünü meydana getirmektedir (World Bank, 1999:49). Global düzeyde DYY’lar 2002 yılında bir önceki yıla kıyasla 1/5 oranında azalarak 1988’den beri en düşük seviye olan 651 milyar Dolar’a gerilemiştir. DYY akımları 195 ülkenin 108’inde gerilemiştir. Bu gerilemenin arkasında yatan temel faktör, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın her tarafında görülen ekonomik durgunluk ve bu durgunluğun en azından kısa vadede aşılamayacağına yönelik beklentilerdir. Bu ana nedenin yanı sıra borsa değerlerindeki gerilemeler, şirket karlılıklarındaki azalma, bazı ülkelerde şirketlerin yeniden yapılandırılmasındaki gecikmeler ve özelleştirme furyasının hız 27 Çokuluslu Şirketler kesmesi etkili olmuştur. BSF’lerindeki büyük gerilemeler DYY akımlarındaki gerilemenin büyük düzeylere ulaşmasında bir diğer faktördür. BSF’lerinin sayısı 2000’de 7894 iken 2002’de 4493’e gerilemiş ve her bir BSF’nin ortalama değeri aynı dönemde 145 milyon Dolar’dan 82 milyon Dolar’a inmiştir (UNCTAD, 2003:3.). (Bkz: Tablo-1.) UNCTAD (2003) verilerine göre, DYY’lar bölgeler ve ülkeler boyunca dengesiz bir şekilde gerilemektedir. Coğrafik açıdan, hem GOÜ hem de GÜ’lere yönelik DYY akımları 2002’de yüzde 22 oranında gerilemiştir. Bu azalmanın yarısına yakını ABD ve İngiltere’ye yönelik DYY akımlarındaki düşüşten kaynaklanmaktadır. Latin Amerika’da 2002’deki azalma yüzde 33, Afrika’da yüzde 41’e ulaşmıştır; ancak 53 milyar dolarlık girişin söz konusu olduğu Çin faktörü nedeniyle Asya-Pasifik bölgesinde DYY akımlarındaki azalma en düşük düzeyde gerçekleşmiştir. Ancak DYY artmasına yol açan ekonomik faktörlerde fazla bir değişiklik söz konusu değildir. Global rekabetin artması çok uluslu şirketleri (ÇUŞ) yeni pazarlarda yatırımda bulunmaya zorlamakta ve bu şirketler düşük maliyetli kaynaklar ve üretim faktörleri arayarak karlarını azamileştirmeye çalışmaktadırlar. 28 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti Tablo 1. Dolaysız Yabancı Yatırımlar ve Uluslararası Üretimle Alakalı Seçilmiş Göstergeler Cari Fiyatlarla Yıllık Büyüme Hızı Değeri (Milyar (Yüzde Olarak) Dolar) 1982 1990 2002 1986- 1991- 1996- 2000 1990 1995 2000 59 209 651 23.1 21.1 40.2 29,1 28 242 647 25.7 16.5 35.7 9.5 802 1954 7123 14.7 9.3 17.2 18.9 DYY Girişleri DYY Çıkışları DYY Girişleri (stok) DYY Çıkışları 595 1763 (stok) Sınır Aşan … 151 BSF’ler Bağlı Firma 2737 5675 Satışları Bağlı F. Toplam 2091 5899 Varlığı Bağlı Firma 722 1197 İhracatı Kaynak: UNCTAD, 2003, s.3. 2002 -21 -9 7.8 6866 18 10.6 16.8 19.8 8.7 370 25.9 24 51.5 49.3 -37.7 17685 16 10.1 10.9 19.6 7.4 26543 18.8 13.9 19.2 27.4 8.3 2613 13.5 7.6 9.6 11.4 4.2 III. YABANCI SERMAYE YATIRIMLARININ KALKINMA ve REKABET ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Bir çok GOÜ için dış ticaret, uzun vadede, iktisadi büyüme ve kalkınma üzerinde olumlu etkilere sahiptir (UNCTAD, 1999). Zira, kişi başına milli gelirin düşük olması ve bazen yeterli büyüklükte nüfusa sahip olmamaları nedeniyle bir çok GOÜ hem küçük bir iç piyasaya sahiptir; hem de bu ülkelerde ihracat, yatırım ve üretim artışı büyük ölçüde ithal mallara ve teknolojiye dayanmaktadır. GOÜ’lerin uzun vadede büyüme ve kalkınmalarını sürdürmeleri için gerekli olan ihracat artışının, ihracatın çeşitlendirilmesinin ve dolayısıyla döviz ihtiyacının karşılanmasında DYY önemli bir iktisadi kaynak konumundadır. Sermaye ve tasarruf birikimi yetersiz olan GOÜ’lere yönelik uzun vadeli sermaye akımları içinde en büyük paya sahip olan ve doğru iktisadi politikaların takip edilmesi halinde iktisadi kalkınma ve büyümeye olumlu bir 29 Çokuluslu Şirketler katkı sağlayan DYY, etkisi değişik sektörlere, piyasanın büyüklüğüne, ekonominin dışa açık olma derecesine ve yatırımın türüne göre farklı olmakla birlikte diğer sermaye akımlarına göre daha esnek ve finansal krizlerde daha istikrarlı olması nedeniyle, GOÜ’lerde kalkınmanın finansmanında etkili bir dış finansman kaynağı olmaya devam etmektedir. İster yabancı sermaye yatırımları üzerindeki engellerin kaldırılması yoluyla olsun isterse dış ticaretle alakalı konularda olsun liberalizasyona yönelik faaliyetler, bir yandan ithal malların üzerinden alınan tarife ve benzeri yükümlülüklerin azaltılması sonucunda tüketicinin daha düşük fiyatla ithal mallarını tüketme imkanına sahip olmasına (Balassa, 1967: 72), öte yandan ise tüketicinin bol mal ve bol seçenek olanağına kavuşması ve yerli üretimde rekabet nedeni ile ortaya çıkabilecek kalite artışı gibi faktörler vasıtasıyla tüketicinin refahının artmasına yol açar (Kalaycıoğlu, 1991: 83). Yabancı sermaye rejiminde sözkonusu olacak liberalizasyon sonucunda oluşan ithalat artışı kısa vadede ev sahibi ülkede üretim ve istihdamın azalmasına yol açsa da, uzun vadede ekonomik kaynakların ithal ikameci endüstrilerden ihracata yönelik endüstrilere aktarılması halinde, kaynakların daha etkin bir şekilde kullanılması nedeniyle toplam üretim ve dolayısıyla toplam refahta belirli bir artış meydana getirebilecektir (Balassa, 1967: 71). Ancak, liberalizasyon nedeniyle bazı sanayi dallarının rekabete dayanamayıp piyasadan çekilmek zorunda kalmaları halinde, meydana gelen refah artışında belirli seviyede bir azalma ortaya çıkabilecektir. DYY projesinin, ev sahibi ülke piyasasına yeni bir ürünü sunması ya da yurtiçinde üretilmeyen bir mal veya hizmeti ev sahibi ülkede üretilir bir hale getirmesi halinde fiyat rekabeti genellikle ortaya çıkmaz. Ancak, ev sahibi ülkede üretilen herhangi bir mal veya hizmetin arzını artıracak bir DYY projesi bu mal veya hizmetin fiyatının azalmasına yol açar. Yabancı bağlı şirketlerin, ürettikleri ürünlerde kullanacakları üretim faktörleri için yerli firmalarla rekabete girmeleri nedeniyle üretim faktörlerinin fiyatlarında belirli bir artış meydana 30 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti gelebilir. Ev sahibi ülkedeki fiyatlar yabancı yatırımın türüne göre farklı şekillerde etkilenirler. Hammadde tedariki ve işlemeye yönelik bir DYY muhtemelen ilgili hammaddenin dünya fiyatını değiştirmeyecektir. Zira, dünya hammadde fiyatları global arz ve talebin buluştuğu noktada oluşmaktadır ve bu nedenle DYY sonucu ilgili hammaddenin fiyatının değişmesi için yurtdışı piyasalara çok büyük miktarda bir arzın sürülmesi gerekmektedir. Yabancı piyasalardaki pazar payını korumak amacıyla üretim faaliyetinin bir kısmını DYY yoluyla ülke dışına kaydıran bir şirketin bu faaliyetinin mal ve hizmet sunduğu ulusal piyasalardaki fiyatları azaltması muhtemeldir. Zira, bu tip bir yatırımın amacı maliyetleri en aza çekerek düşük fiyatlar yoluyla rekabet etmek ve böylece pazar payını muhafaza etmek olduğundan artan rekabetle birlikte ulusal piyasada üretilen mal ve hizmetin fiyatı azalma eğilimine girebilir. Bu durumdan tüketicilerin yararlanıp yararlanamayacakları rekabetin şiddetine bağlıdır. Öte yandan, ev sahibi ülkenin piyasasına mal ve hizmet satmayı amaçlayan bir DYY projesi, piyasadaki üreticilerin sayısını artırmışsa ya da başka bir deyişle, tekelleşmeye yol açmaksızın ve ev sahibi ülke firmalarının piyasadan çekilmelerine yol açmaksızın yurtiçi mal ve hizmet arzını artırmışsa artan rekabet nedeniyle ev sahibi ülke piyasasında fiyatların azalmasına yol açar (Grosse ve Kujawa, 1992: 298-301). DYY büyüme ve kalkınma için yeterli kaynağı temin etmekte güçlükle karşılaşan GOÜ’lerin en önemli dış finansman kaynağı olmasının yanı sıra yöneldikleri ev sahibi ülke ekonomisi hakkında diğer yatırımcılar için olumlu sinyal işlevi görerek potansiyel yatırımcıları çekme etkisi (crowding in) ile toplam yatırımların artmasına neden olur. Nitekim 1970-89 yılları arasındaki dönemi kapsayan ülkelerarası bir çalışmadaki DYY’ndaki yüzde 1’lik bir artışın yurtiçi yatırımları yüzde 0,5 ila yüzde 1,3 artırdığı yolundaki bulgu da bu etkinin varlığını doğrulamaktadır (Borensztein, De Gregorio ve Lee, 1998:121.). DYY yoluyla ev sahibi ülke kalkınmanın ve büyümenin sürdürülmesi için doğrudan dış finansman sağlarken DYY sonucunda oluşan dolaylı bazı faydalardan da yararlanır. DYY 31 Çokuluslu Şirketler sonucu ortaya çıkan yeni ve ileri teknolojilerin ev sahibi ülkeye transfer edilmesi, çok uluslu şirketler faaliyetlerinin ileri teknoloji gerektiren alanlarda yoğunlaşması nedeniyle emeğin daha kalifiye bir hale gelmesi ve rekabet ile ihracatın artması gibi olumlu dışsal faydalar da büyümeye katkı sağlar. DYY faaliyetleri sonucu ev sahibi ülkenin yararlandığı dışsal fayda taşmaları (spillover) bir bütün olarak ekonomide verimlilik artışına yol açmaktadır. DYY’nın büyüme ve verimlilik üzerindeki olumlu etkisi çok sayıdaki çalışma tarafından da doğrulanmaktadır. Örneğin, 69 GOÜ’yi içeren ve Borensztein, De Gregorio ve Lee tarafından yapılan bir çalışma (1998), DYY/GSYİH oranındaki yüzde 1’lik bir artışın ev sahibi ülkede kişi başına GSMH’da yüzde 0,8 artışa yol açabileceğini ortaya koymaktadır. Bunun dışındaki birçok çalışmada da benzer sonuçlar ortaya çıkmaktadır. DYY ortak girişim, lisanslar ve mal ve hizmet ticareti yoluyla ev sahibi ülkenin yeni ve ileri teknolojilere ulaşmasını sağlayarak verimlilik artışına neden olur. Genel olarak, verimlilik artışı yabancı yatırımların sahibi olan firmalarda, özellikle çok uluslu şirketlerde (ÇUŞ) yüksektir (Djankov ve Hoekman, 1998) ve çok uluslu şirketlerin sahip oldukları yüksek teknolojinin doğal bir sonucu olarak görece daha kalifiye işçilerin istihdamını gerektiren sektörlerde daha aktiftirler (Feenstra ve Hanson, 1997:377.). DYY ev sahibi ülke ekonomisine canlılık kazandırır ve yurtiçi rekabeti artırır. Yerli sanayinin tekelci bir yapıya sahip olması halinde tekelci yapının ortadan kaldırılmasında, yurtiçi üretimin artmasında ve fiyatların düşmesinde DYY etkili olabilir. Öte yandan, DYY’nın girdiği sanayide doğal tekellerin olması halinde, çok uluslu şirketler, büyük şirketler olmaları, ileri teknolojiye ve yeryüzüne yayılmış pazarlama, satış ve dağıtım örgütlerine ve bu piyasaların gerektirdiği büyüklükte bir sermayeyi tedarik etme imkanına sahip olmaları gibi nedenlerle bu tip piyasalara girebilirler ve tekel pozisyonunu ortadan kaldırabilirler. DYY’nın giriş yaptıkları piyasadaki yerli şirketlerin çok zayıf olmadıkları durumlarda rekabet düzeyini ve böylece verimliliği artırdıkları genel olarak kabul edilmekle birlikte bazı durumlarda çok uluslu şirketlerin varlığı verimsiz 32 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti yerel firmaları piyasa dışına iterek sonuçta rekabeti azaltabilir. DYY’nın yurtiçi piyasada rekabeti azalttığı durumların ilki; ilgili sanayide güçlü konumda olan özel şirket ya da şirketlerin ya da alanında tekel konumunda olan kamu şirketinin ya da kuruluşunun yabancı bir firma tarafından satın alınması yoluyla DYY’nın gerçekleştirilmesidir (OECD, 1998a:25). Çok uluslu şirketlerin bir endüstrideki yoğunlaşma üzerindeki etkisi piyasanın hacmi ile giriş engellerinin varlığı ve türüne bağlı olarak değişmekle birlikte, bazen endüstriyel yoğunlaşmanın en önemli nedeni çok uluslu şirketler olabilmektedir (Kalirajan, 1989). İkincisi, yabancı firmaların bir endüstrideki varlığının kartel benzeri rekabeti engelleyici oluşumların ulusal otoritelerce tespitini güçleştirebileceği durumlardır. Piyasalarda rekabeti bozucu her türlü eylemi takip etmek ve piyasa koşulları altında düzenleyici bir rol üstlenmek üzere oluşturulan yurtiçi rekabet kurumlarının bu gibi durumlarda sınır ötesi araştırma ve ülkelerarası karşılaştırma yapmaları gerekeceğinden rekabeti bozucu faaliyetlerin tespiti güçleşebilmekte ve özellikle çok uluslu şirketlerin varlığı rekabeti bozucu ya da azaltıcı bir nitelik kazanabilmektedir (OECD, 1998:25). IV. DOLAYSIZ YABANCI YATIRIMLAR ve ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Dolaysız yabancı yatırım (DYY)’ların büyük bir bölümü çok uluslu şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir. Ülkeler yabancı sermaye yatırımlarını çekebilmek için çok çeşitli faktörleri kullanırlar. DYY’lar ise çok çeşitli faktörlerden etkilenirler. Dolaysız yabancı yatırımların belirleyicileri üç ana başlık altında ele alınabilir: Firmalara özgü faktörler, yere özel faktörler ve ekonomik entegrasyonlar. (Şekil 1). Çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerinde yatırım yapmak ya da diğer ülkelerle ticaret yerine yabancı ülkelerde yatırımda bulunmalarının çeşitli nedenleri bulunmaktadır: (1) Kar maksimizasyonu, (2) Birden çok ülkede faaliyette bulunmak suretiyle ortaya çıkan riskleri dağıtmak, (3) Yurtiçi piyasanın massedemeyeceği bir ölçeğe ulaşmak, (4) Uluslararası alanda 33 Çokuluslu Şirketler ortaya çıkan arbitraj olanaklarından yararlanmak, (5) Sahip olunan üstün teknoloji yardımıyla yerel firmalar üzerinde avantaja sahip olmak. Öte yandan, firmaların lisans vermek veya dış ticaret yerine yabancı ülkelerde yatırımda bulunmalarının da çok farklı nedenleri bulunmaktadır: (1) Korumacılık veya ulaşım maliyetlerinin yüksek olması, (2) Mal veya hizmetlerin doğasının yabancı yatırımı zorunlu kılması, (3) Ucuz emek istihdam etmek suretiyle üretim maliyetlerinin azaltılabilmesi ve (4) Firma sırlarının daha kolay korunması ve kaynak akışının daha güvenli bir hale getirilebilmesi. Firmaların dolaysız yabancı yatırımlarda bulunmaya iten firmalara özgü faktörler iki ana amaca indirgenebilir: Piyasalara ve kaynaklara (doğal ve beşeri) erişim. Çok uluslu şirketlerin yabancı bir ülkeye yatırım yapma kararlarında yatırım yapılacak yer (ülke/bölge) son derece önemlidir. Üretilen mal veya hizmet için tek bir ihraç piyasasının olması ya da üretim için gerekli olan kaynağın tek bir yerden karşılanması durumunda yatırım yerinin seçilmesinde fazla bir seçenek söz konusu değildir. Ancak, bu konuda genellikle çok fazla sayıda seçenek ortaya çıkmaktadır. Birden fazla seçeneğin olması durumunda yer seçimi, yatırımın piyasaya ya da kaynağa yönelik olup olmamasına veyahut sanayi veya hizmetler sektörünü hedefleyip hedeflememesine göre değişir. Çok uluslu şirketlerin gerçekleştirdiği yabancı yatırımların yerinin belirlenmesinde genel olarak önem arz eden etkenler bir kaç ana başlık altında toplanabilir: (1) Ekonomik ve siyasi istikrar, (2) Elverişli bir iş ortamı ve uygun bir hukuki ve fiziki altyapının varlığı, (3) Bürokratik engellerin asgari düzeyde olması, (3) Vasıflı ve/veya ucuz işgücü, (4) Elde edilen karın serbestçe yurtdışına aktarılabilme olanağı ve (5) Ev sahibi ülkede ortaya çıkacak uyuşmazlıkların uygun bir çözüm mekanizmasına bağlanması . 34 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti Şekil 1. Dolaysız Yabancı Yatırımların Belirleyicileri Kaynak: UNCTAD, 1999, s. 91. Çok uluslu şirketlerin yer seçiminde yukarıda yer alan genel etkenlerin göreceli önemi yapılan yabancı yatırımın türüne göre farklılıklar göstermektedir. Piyasaya erişim DYY’ların büyük bir çoğunluğunda temel motivasyondur. GOÜ’ler arasında Çin’in popülerliği büyük ölçüde sahip olduğu büyük nüfus potansiyeli ve yabancı firmaların kendi piyasasına erişimini kolaylaştırıcı politikasının rolü büyüktür. İktisadi entegrasyonların varlığı halinde DYY’lar aynı anda piyasa ve kaynaklara yönelik olabilir. Entegrasyon içinde yer alan bütün ülkeleri besleyecek şekilde tek bir üretim yeri seçilebilir. Bu durumda üretimin yapıldığı ülkenin piyasa büyüklüğü önemsizdir, ancak üretim maliyetleri, seçilen yerin merkeziliği ve sahip olduğu kültürel yapı ile iletişim olanakları son derece önemlidir. V. YABANCI SERMAYE REKABETİNİN İKİ TÜRÜ Yabancı sermaye rekabeti iki farklı rekabeti bünyesinde barındırır: Teşviklere dayalı rekabet ve kurallara dayalı rekabet 35 Çokuluslu Şirketler (Oman, 2000:20). Teşviklere dayalı rekabet mali ve finansal teşvikleri içerir. Temel mali teşvikler arasında belirli yatırım türleri için gelir üzerinden alınan vergi oranlarında indirim yapılması; tarife muafiyetleri veya vergi iadeleri; hızlandırılmış amortisman uygulaması; yatırım indirimleri ve sosyal güvenlik katkılarında indirimler yer alır. En önemli finansal teşvikler arasında ise bağışlar ve sübvanse edilmiş kredi ve kredi garantileri gelmektedir. Her iki tür teşvik de ya belirli koşulların yerine getirilmesi şartıyla otomatik olarak veya idari otoritenin takdir yetkisine bağlı olarak verilebilir. Takdir yetkisi, teşviklerin etkin bir biçimde hedeflenmesini sağlayabilir, yatırımcıyla başarılı bir şekilde müzakere edilmesine yol açabilir veya rekabete hızlı bir şekilde cevap verilmesine yol açabilir; ancak, şeffaflığı ortadan kaldırmak suretiyle istismara ve yozlaşmaya da neden olabilir. Kurallara dayalı rekabet, yabancı sermayeyi çekebilmek için işçi hakları, çevrenin korunması, ürün ve üretim standartları ile ilgili kurallar ve uygulamalardaki değişikliklerden komşu ülkelerle imzalanan bölgesel entegrasyon anlaşmalarına dek bir dizi daha geniş kapsamlı ve heterojen rekabet türünü içerir (Oman, 2000:21). Öte yandan, fikri mülkiyet haklarının daha fazla korunması, hukuk devleti ilkesinin titizlikle uygulanması ve yargı sisteminin güçlendirilmesi, özel ekonomik bölgelerin (serbest bölgeler) ihdas edilmesi, kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi, piyasaların deregüle edilmesi ve dış ticaret ve yatırım politikalarının serbestleştirilmesi yabancı sermayenin ev sahibi ülkede emin bir şekilde yatırım yapmasına ve iyi getiri elde etmesine yol açan kurallara dayalı rekabet türleridir. Bu iki türde yabancı sermaye rekabetini daha ayrıntılı olarak incelemeye çalışalım. 1. Vergi Teşviklerine Dayalı Yabancı Sermaye Rekabeti Vergi politikasının ve vergilemenin DYY’lar üzerindeki etkileri son yıllarda bir çok çalışmada ele alınmaktadır (Hines, 1997; Hines, 1999 ve Gorter ve De Mooij, 2001). Bazı çalışmalar 36 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti genel olarak vergi sisteminin ve politikasının etkisi üzerinde dururken diğerleri özellikle kurumlar vergisi olmak üzere spesifik bazı vergilerin etkisini incelemektedir. Teorik nitelikteki çalışmalar üretim maliyetlerini ve net karları etkileyen vergilerin DYY’lar üzerindeki etkisinin önemli olduğunu savunurken vergilerdeki değişikliklerle DYY düzeyi arasındaki ilişkiyi tespit etmeye çalışan ekonometrik çalışmalar çoğunlukla çelişkili ve ikna edici değildir. Bunun temel nedeni DYY’lar üzerinde etkili olan vergi dışında çok sayıda faktörün olmasıdır. Bu çalışmalarla ulaşılan sonuçlar topluca değerlendirildiğinde vergi sistemi, vergi politikası ve spesifik vergilerin çok uluslu şirketlerin yurtdışında yatırım kararını almaları üzerinde fazla bir rolünün olmadığını; yer seçimi ile ilgili kararlarda önemli bir role sahip olduğunu; piyasaya dönük olanlardan daha çok kaynaklara yönelik olanlarda daha önemli olduğunu ve DYY’larda önemini gittikçe artırmakta olduğu ileri sürülebilir. 1990 öncesi yapılan çalışmaların çoğu vergilerin DYY kararlarında görece çok az bir role sahip olduğunu göstermektedir. Son yıllardaki çalışmalarda ise tam tersi sonuçlara ulaşılmaktadır: Vergiler ve dolayısıyla vergi politikasının DYY’lar açısından önemi gittikçe artmaktadır. Bu eğilimin farklı nedenleri bulunmaktadır: (1) DYY önündeki korumacılıktan kaynaklanan engeller, dış ticaretteki serbestleşme faaliyetleri sonucu tedricen ortadan kalktığı için DYY’larını belirleyen faktörlerden geriye kalanların ve bu arada vergilerin etkisi de artmaktadır; (2) Globalleşme sonucu üretimin uluslararasılaşması ihracatın önemini artırmakta ve yeni durum vergilemedeki uluslararası farklılıkların önemini artırmaktadır ve (3) Ekonomik entegrasyonlar, entegrasyon içerisinde yatırım ve ticaret önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmak yoluyla tek bir yerden bütün piyasanın mal ve hizmet talebinin tedarik edilmesini kolaylaştırırlar ve vergilerin tam olarak uyumlaştırılmadığı bir durumda vergilemenin DYY üzerindeki göreceli öneminin artmasına yol açarlar. Vergi oranlarının yatırım kararı üzerindeki etkisi ihracata yönelik çok uluslu şirketlerde daha fazladır ve bu firmaların yöneticileri 37 Çokuluslu Şirketler vergi ve vergi politikalarına karşı daha duyarlıdır (Reuber, et al., 1973). İhracata yönelik firmaların düşük kar marjı ile şiddetli rekabetin söz konusu olduğu piyasalarda faaliyet göstermeleri vergi teşviklerinin önemini artırmakta ve globalleşme süreci içerisinde daha mobil hale gelen bu firmalar, alternatif yerler arasında vergi sistem ve vergi politikalarını karşılaştırma eğilimi içerisine girmektedirler. Vergi yükünün ve vergi oranlarının DYY’lar üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu destekleyen çok az veri vardır. Almanya ve İngiltere birbirine yakın vergi yüküne sahip olmalarına rağmen farklı düzeylerde DYY çekerler. OECD ülkeleri arasında en düşük vergi yüküne sahip olan Japonya çok az DYY çekerken Fransa ve Belçika, vergi yükü yüksek olmasına rağmen yüksek düzeyde DYY çekebilmektedir. Belirli vergiler göz önüne alındığında vergilemenin DYY’lar üzerindeki etkileri bir kaç ana başlık altında toplanabilir: (1) Çok uluslu şirketlerin karlılığını etkileyen kurumlar vergisi DYY’lar açısından son derece önemli bir vergidir, (2) Karların vergilendirilmesi DYY’larda yer seçimini etkileyebilmektedir, (3) Gelir vergisi ve sosyal güvenlik katkılarının DYY’lar üzerinde olumsuz bir etki oluşturması emek maliyetlerini önemli ölçüde artırıp artırmamasına bağlıdır, (4) Vergi yükü işletmelerden daha çok nihai tüketici üzerinde kalan katma değer vergisi gibi tüketim vergileri DYY kararı üzerinde belirli bir etkiye sahip değildir ve (5) Dış ticaret vergileri iki farklı etkiye sahiptir: Öncelikle, yüksek tarifeler ihracatı maliyetli bir hale getirmek suretiyle DYY’ları teşvik eder ve yatırım gerçekleştikten sonra rakiplere karşı koruma sağlar; ancak, makine ve sermaye mallarının yüksek vergiye tabi olması yatırım maliyetlerini artırdığı için DYY’ları caydırıcı bir etki oluşturabilirler. Başta kurumlar vergisi olmak üzere vergiler net karı etkileyen faktörlerden birisidir. Vergi oranlarının yüksek olması yatırımların efektif vergi oranlarının düşük olduğu ülkelere yönelmesine yol açabilir. Yabancı bir ülkede yatırım yapan firmalar hem yatırım yaptıkları ülkelerde (ev sahibi ülke) elde 38 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti ettikleri karlar üzerinden vergilendirilebilirler, hem de firma merkezinin bulunduğu ülkede (ana ülke) vergiye tabi tutulabilirler. Çifte vergilendirme sorununun ortaya çıkmaması için ana ülkeler kendi çok uluslu şirketlerinin dış ülkelerde elde ettikleri karları ev sahibi ülkelerde ödedikleri vergiyi düşmek koşuluyla vergiye tabi tutarlar. Böylece, teoride yabancı ülkelerde elde edilen karlar üzerinden ödenen toplam vergi düzeyi ile yurtiçinde elde edilen karlar üzerindeki vergi düzeyi eşitlenmiş olur. Öte yandan, gelir vergisi ve sosyal güvenlik katkısı gibi üretim maliyetlerini etkileyen vergilerin oranlarının çok yüksek olması üretimin maliyetlerin daha düşük olduğu ülkelere kaymasına yol açabilir. Vergileme yurtdışında yatırım yapma kararlarını nadiren etkileyen bir faktördür; ancak, DYY kararının alınmasında önemli bir faktör olan yer seçimini büyük ölçüde etkiler. Ev sahibi ülkedeki vergileme yapılan yatırımın piyasa ya da kaynak yönlü olup olmamasına göre farklı etkilere sahiptir. Piyasaya yönelik DYY’larda vergi oranları çok yüksek değilse vergilendirmeden çok az etkilenir. Diğer bütün koşulların eşit olması durumunda düşük vergi oranına sahip ülkelerde yatırım yapmak bir avantaj haline gelebilir. Kaynaklara yönelik bir DYY, diğer DYY türlerine kıyasla ev sahibi ülkedeki vergi yüküne daha duyarlıdır. Çifte vergilendirme çok uluslu şirketler açısından önemlidir. Bu nedenle yatırım yerinin seçiminde ana ülke ile ev sahibi ülke arasında çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının yapılmış olması önemli bir faktördür. Diğer taraftan ev sahibi ülkede vergi sistemi ve idaresinin kalitesi son derece önemlidir, zira vergilemedeki belirsizlik ve keyfilikler, vergi mevzuatının sıklıkla değiştirilmesi, yozlaşma ve aşırı cezalar yabancı yatırımları caydırıcı bir etki meydana getirir. Vergiler ve vergi politikaları DYY’lar üzerinde belirli bir etkiye sahiptir. Ev sahibi ülkelerin DYY’larını çekebilmek için vergilerin bu etkisinden nasıl faydalanmalıdırlar? DYY’lar için çekici bir ülke olmak açısından görece daha düşük bir genel vergi oranına sahip istikrarlı bir vergi sistemi mi yoksa özel vergi teşvikleri ya da belirli DYY’larına yönelik seçici tedbirler 39 Çokuluslu Şirketler mi daha önemlidir? Uzun vadeli nitelikte olan sanayi yatırımlarında vergi sisteminin genel özelliklerinin elverişli olması önemlidir. Ancak, geçici süreli teşvik uygulamaları da etkin bir şekilde devreye sokulabilir. Örneğin, ilk on yıl DYY’lardan elde edilen karların vergiye tabi tutulmadığı, sonraki on yılda ise yarı yarıya bir vergilendirmenin söz konusu olduğu Polonya ve sanayi yatırımlarının 2010 yılına dek yüzde 10 kurumlar vergisine (standart oran yüzde 36) tabi tutulduğu İrlanda örneklerinde olduğu gibi etkin vergi tatillerinin olduğu uygulamalar da olumlu sonuçlar oluşturabilir. Teorik literatürde ise özel vergi teşviklerinin kullanımı, verimsiz oldukları, kaynak tahsisinde etkinliği azalttıkları ve piyasada saptırıcı etki meydana getirdikleri gerekçeleriyle reddedilir. Vergi teşviklerinin etkisi, yararlanan firmaların hali hazırda faaliyet gösteren veya yeni kurulan firmalar olup olmadığına bağlı olarak farklılık gösterir. Yeni kurulan firmaların kısa vadedeki giderlerini azaltan, yerleşik firmaların orta-uzun vadede karlılığı artıran, sanayi kesiminde faaliyette bulunan firmaların ise hizmetler kesimine kıyasla daha fazla sabit varlık kullanmaları nedeniyle amortismana tabi varlıklara yönelik teşvikleri tercih etme eğilimleri daha yüksektir (Rolfe et al. 1993). Coyne (1994) tarafından yapılan bir çalışmaya göre vergiden kaçınmaları ya da vergi kaçırmaları için gerekli olan finansal ve beşeri kaynağa sahip olmayan küçük firmaların maliyet yapılarında önemli bir yer işgal eden vergi teşviklerine bu firmalar büyük olanlara kıyasla daha duyarlıdırlar. Büyük firmaların belirli sektörlerde (otomobil, imalat v.b.) gizli anlaşmalar yoluyla firmalara özgü teşvik elde etme çabalarına rastlanılmaktadır (Oman, 2000). DYY’lara yönelik belli başlı vergi teşvikleri şunlardır: ◦Belirli iktisadi faaliyetler ya da işletme türlerini hedefleyen kurumlar vergisi indirimleri; ◦Yatırım teşvikleri; 40 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti ◦Vergi tatilleri (belirli bir süre için vergi muafiyet ya da indirimi); ◦Hızlandırılmış amortisman; ◦Dağıtılmayan ve yeniden yatırıma aktarılan karlar için vergi indirimleri; ◦Ana ülkeye kar transferinde düşük vergileme; ◦Emlak vergisinde indirim; ◦Tarifelerde indirim; ◦Özel ekonomik bölgelerin oluşturulması. Vergi teşviklerinin etkin olması için, kişi ya da firmaların teşvikle amaçlanan yönde hareket etmelerini sağlaması gereklidir. Yatırım teşviklerinin başarılı olması daha önceki yatırım düzeyine kıyasla hedeflenen alandaki yatırım düzeyinin artmasını gerektirir. Mevcut çalışmalar yatırımlara yönelik vergi teşviklerinin, yatırımcıların kararları üzerinde çok az bir etki oluşturabilmeleri nedeniyle, etkin olamadıklarını göstermektedir. Ancak vergi teşviklerinin firmaların yer seçimi ile ilgili kararları konusunda önemli bir faktör olduğu ve vergi rekabetinin gittikçe artan oranda önemli bir sorunun kaynağı olmaya başladığı da ileri sürülebilir. Özel vergi teşvikleri ise çok uluslu şirketlerin eşgüdüm ya da finansal merkezlerinin yerinin belirlenmesinde önemli bir etkendir. Herhangi bir teşvik, yapılan teşviğin maliyeti elde edilen yarardan daha az ise verimlidir. Yatırım teşvikleri belirli bir maliyete sahiptir. Bu maliyet ya ev sahibi ülke tarafından sağlanan mal ve hizmetlerin azaltılması veya diğer vergilerin artırılması ile karşılanabilir. Kamu kesimi tarafından sunulan eğitim, sağlık ve altyapı ile ilgili hizmetler DYY’lar için önemli birer belirleyici olduğu için, bu hizmetlerin yetersiz bir şekilde sunulması potansiyel yatırımcılar için ülkeyi cazip olmaktan çıkartabilir. Teşvik nedeniyle yitirilen gelirler ücretler veya tüketim üzerinden alınan vergilerin artırılması yoluyla karşılanırsa emek 41 Çokuluslu Şirketler ve yaşam maliyetlerinin artmasına yol açarak yatırımları caydırır. Sonuçta bazı potansiyel yatırımcılar teşviklerle cezbedilirken diğerleri ortaya çıkan yan etkiler sayesinde caydırılmış olur. Yapılan çalışmalar, her halükarda yatırım yapacak olan yatırımcıların yararlanması veya teşvikler olmasa da yatırımların düzeyinde bir azalmanın olmayacağı gerekçeleriyle yatırım teşviklerinin verimsiz olduğunu göstermektedir. Üstelik bu türden uygulamalar kolaylıkla kötüye kullanılabilmektedir. 2. Kurallara Dayalı Yabancı Sermaye Rekabeti Gelişmiş ülkeler DYY’ları ülkelerine çekebilmek için temelde sağlam makro-ekonomik politikalar uygulama, yabancı firmaların giriş ve çıkışlarını istikrarlı ve ayrımcı olmayan kurallara bağlama, rekabeti teşvik etme, beşeri sermayenin ve yenilik ve icatların desteklenmesi gibi piyasaya dost politikalar uygularken çoğu ülke teşvik tedbirlerini uygulamaya devam etmekte ve özellikle önemli yatırımları çekebilmek için karmaşık teşvik tedbirleri ile büyük çaplı bağış ve sübvansiyon uygulamalarına başvurmaktan çekinmemektedirler (UNCTAD, 2003:86). Gelişmekte olan ülkeler ise piyasaya dost uygulamalara yönelmekle birlikte piyasalarının zayıf olması ve kalkınma mülahazaları ile bu tür politikaların uygulanmasında dikkatlice davranmaktadırlar. Son yıllarda DYY’ları ülkelerine çekmeyi amaçlayan ülkeler çok sayıda uluslararası ve iki taraflı yatırım anlaşmaları gerçekleştirmektedirler. Ülkeler uluslararası yatırım anlaşma (UYA)’ları ile (1) Yabancı bağlı şirketlerin kurulması, onaylanması ve yatırım faaliyetleri üzerindeki kısıtlamaları azaltmak suretiyle DYY’lar önündeki engelleri ortadan kaldırmayı; (2) Yerli ve yabancı firmalar arasında ayrımcı olmayan bir muamele gerçekleştirerek yabancı yatırımlara yönelik davranışların standardını artırmayı; (3) Millileştirme ve kamulaştırma durumlarında, uyuşmazlıkların çözümünde ve fonların yurtdışına transferinin garanti altına alınmasında elverişli-tazmin edici hükümler getirerek yabancı yatırımcıları korumayı ve (4) Ülke imajını iyileştiren tedbirler alarak, yatırım fırsatları hakkında bilgi sağlayarak, yere bağlı 42 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti teşvikler sunarak, kurumsal ve idari düzeyde DYY’larını hızlandırıcı iyileştirmeler yaparak ve yatırım sonrası iyi hizmet sunarak DYY girişini teşvik etmeyi amaçlamaktadırlar (UNCTAD, 2003:87). Ancak DYY’ları teşvik etme yönünde yoğun bir çaba söz konusu olsa da muhtemel negatif etkiler konusunda endişeler sürmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde DYY’ların olumsuz etkileri konusundaki temel endişeler şunlardır (UNCTAD, 2003:88): •Yabancı bağlı şirketler tarafından gerçekleştirilen rekabeti bozucu uygulamaların yaygınlaşması; •Ödemeler dengesinin açık vermesine yol açan kısa vadeli oynak yatırımların artması; •Yabancı bağlı şirketlerce vergiden kaçınma ve suistimale yönelik transfer fiyatlaması uygulamasına başvurulması; •Çevreyi kirletici faaliyet veya teknolojilerin transfer edilmesi; •Ulusal firmaların piyasa dışına itilmesi ve yurtiçi girişimciliğin bastırılması; •Çok zararlı sosyo-kültürel etkiler meydana getirecek şekilde yerel ürünlerin, teknolojilerin, ağların ve iş uygulamalarının piyasa dışına itilmesi veya devre dışı bırakılması; •Özellikle özel ekonomik bölgelerde olmak üzere, çok uluslu şirketlere emek ve çevre düzenlemelerini kale almamalarına yol açacak şekilde tanınan imtiyazların varlığı; •DYY’ların iktisadi ilişkiler ve karar alma üzerinde sahip olduğu yoğun etkiler ile ekonomik kalkınma ve ulusal güvenlik üzerinde sahip olduğu olumsuz etkilerin varlığı. 43 Çokuluslu Şirketler Ülkeler son yıllarda yabancı sermaye yatırımları ile ilgili yukarıdaki endişeleri gidermede ve kalkınmalarını finanse etmede büyük yarar göreceklerine inandıkları yabancı yatırımları çekebilmek amacıyla ikili, bölgesel ve uluslararası nitelikte yatırım anlaşmaları imzalamaktadırlar. İkili yatırım anlaşmaları ülkeler arasındaki ekonomik ilişkileri düzenleyen anlaşmalardır. UNCTAD (2003) raporuna göre, 1959 yılında imzalanan ilk anlaşmadan sonra bu anlaşmaların sayısı hızla artmış ve 1989’da 385’e, 2002’de ise 2181’e yükselmiştir. DYY’ları korumak için en yaygın kullanıma sahip olan uluslararası nitelikteki anlaşma olan ikili yatırım anlaşma (İYA)’ları 176 ülkeyi kapsamaktadır ve dünya genelinde DYY stoklarının yüzde 7’si bir İYA’sına taraf ülkelerde, yüzde 88’i ise çifte vergilemeyi önleme anlaşması (ÇVA) imzalayan ülkelerde bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ve geçiş ülkelerinde bu rakamlar sırasıyla yüzde 27 ve yüzde 64’tür (Tablo 2). DYY akımlarını belirleyen temel faktörler, ilgili ülkenin piyasa hacmi ve iktisadi büyüme hızı, rekabet gücü artışına yol açacak zengin kaynaklara ve nitelikli işgücüne ve iyi altyapıya sahip olmasıdır. Bu nedenle, yabancı yatırımları korumak için en çok kullanılan yöntem olan İYA’larının DYY’ların çekilmesinde pek fazla etkili olduğu söylenemez. Bununla birlikte yabancı yatırımları düzenleyen bölgesel ve uluslararası yatırımların sayısı hızla artmaktadır. Uluslararası nitelikteki yatırımları düzenleyen anlaşmalar, dünya genelinde yatırımlar konusunda uyumlaştırmayı amaçlayan anlaşmalardır. Bu tip anlaşmalar arasında 70’li ve 80’li yıllarda Birleşmiş Milletler’in Çok Uluslu Şirketlerle İlgili Düzenlemeler Kodu, 90’lı yılların sonunda OECD’nin Yatırımlarla İlgili Çok Taraflı Anlaşma, Dünya Ticaret Örgütü’nün ticaretle ilgili bazı yatırım tedbirlerinin yasaklanmasını öngören Ticaretle İlgili Yatırım Tedbirleri Anlaşması ve Hizmet Ticareti Genel Anlaşması sayılabilir 44 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti Tablo 2. İkili Yatırım Anlaşmaları ve Çifte Vergilemeyi Önleme Anlaşmalarının Kapsadığı Dolaysız Yabancı Sermaye Stoku (Yüzde Olarak, 2000) Ev Sahibi Ülkeler İYA ÇVA Amerika Birleşik Devletleri Dışa yönelik toplam DYY stoku 6 96 GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok 19 87 Avrupa Birliği Dışa yönelik toplam DYY stoku 9 93 GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok 73 73 Japonya Dışa yönelik toplam DYY stoku 7 89 GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok 26 61 Dünya* Dışa yönelik toplam DYY stoku 7 88 GOÜ ve geçiş ülkelerindeki stok 27 64 * 27 ülkeyi ve toplam dünya DYY stokunun 1/5’ini kapsamaktadır. Kaynak: UNCTAD, 2003, s.89 Tablo 3. Dolaysız Yabancı Yatırımlara Yönelik Ulusal Düzenlemelerdeki Değişiklikler (1992-2002) Yatırım rejimlerinde değişiklik yapan ülke sayısı Düzenleyici nitelikteki değişikliklerin sayısı DYY’lar için çok elverişli olan değişiklikler DYY’lar için fazla elverişli olmayan değişiklikler 1992 1994 1996 1998 43 49 65 60 2000 69 2002 70 79 110 114 145 150 248 79 108 98 136 147 236 - 2 16 9 3 12 Kaynak: UNCTAD, 2003, s.21. Ülkeler yabancı yatırımları çekebilmek için yabancı yatırımları teşvik edecek veya yabancı yatırımları koruyacak şekilde ulusal mevzuatlarında düzenlemelere gitmektedirler. Ülkeler arasında yabancı sermayeyi çekme yönündeki kurallara dayalı rekabetin varlığı ülkelerin yatırım rejimlerinde ve yatırımları düzenleyen mevzuatlarında yaptıkları değişikliklerin toplam sayısında ve özellikle DYY’lar açısından çok elverişli değişiklikler yapan düzenlemelerin sayısındaki artış ile kendisini göstermektedir. 2000’li yılların başlangıcında DYY’ların miktarında görülen 45 Çokuluslu Şirketler azalma eğilimi ülkelerin DYY lehine düzenlemeler yapma eğilimini tırmandırmaktadır. 2001 yılında 194 gibi rekor bir düzenleme ile DYY’lar lehine düzenlemeler yapan ülkeler 2002’de yeni bir rekora imza atarak DYY’ları destekleyen 236 değişikliği yürürlüğe koydular (Tablo 3). Bu tür değişiklikler DYY düzeyi dünya ölçeğinde gerilerken gelişmekte olan ülkelere yönelik DYY akımlarının sürdürülebilmesini sağlayan temel unsurdur. 1991-2002 arasındaki dönemde 165 ülke tarafından DYY ile ilgili mevzuatlarda yapılan 1641 değişikliğin 1551’i (yüzde 95) daha fazla serbestleştirme sağlayan değişikliklerden oluşmaktadır (UNCTAD, 2003:20). VI. YABANCI SERMAYE REKABETİ: POZİTİF TOPLAMLI OYUN MU, YOKSA NEGATİF TOPLAMLI OYUN MU? Dolaysız yabancı yatırımlara (DYY) yönelik rekabetin olumlu ve olumsuz etkileri söz konusudur. Konuyu inceleyen araştırmaların bir kısmı yabancı sermaye rekabetini “pozitif toplamlı bir oyun” olarak ele alırken, diğerleri “negatif toplamlı bir oyun” olarak değerlendirmektedirler. Burada her iki yaklaşımı da özetlemeye çalışacağız. Öncelikle yabancı sermaye rekabetinin sağlayabileceği yararlar üzerinde duralım. Yabancı sermaye rekabetinin varlığı halinde ülkeler, yabancı sermayeyi çekebilmek için altyapılarını modernleştirmek, işgücünü daha kalifiye bir hale getirmek, makro-ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamak suretiyle kendi ekonomilerini daha güçlü bir hale getirebilirler. Bu durum, bir yandan beşeri sermaye ve altyapı yatırımlarının düzeyini toplumsal açıdan optimal bir düzeye yaklaştırırken öte yandan hem yurtiçindeki sermaye ve emeğin hem de yabancı sermayenin verimliliğinin de artmasına yol açar ve sonuçta hem yatırım yapılan ülkelerde hem de global düzeyde makro-ekonomik ve siyasi istikrarın sağlanmasını kolaylaştırır. Devletlerarası rekabet, rekabete katılan bütün ülkelerin temel ekonomik gereklerini daha titiz bir şekilde yerine getirmelerini 46 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti sağladığı ölçüde yatırımcılar için global düzeyde güvenli yatırım alanları oluşturur. DYY’lar, yatırımcıların fiyatlandıramadığı ve yerel firmaların yabancı firmaları taklit etmesi, yerel-yabancı firmalar arasında işgücü ve yönetici transferi ve tedarikçiler arasındaki ilişkiler sonucu ortaya çıkan yerel nitelikte yaparak öğrenme etkileri meydana getirir. Bu tip dışsal fayda taşmaları ortaya çıkardığı için DYY’lar önemli düzeyde kamusallık içerebilir. Artan DYY’lar yurtiçi piyasada rekabeti artırır ve bu durum yerel firmaların modernleşmesini, ürün ve üretim süreçlerindeki kaliteyi artırmalarını, yeni teknolojiler ve yenilikler geliştirmek suretiyle daha etkin bir hale gelmelerini sağlayabilir. Bu açıdan DYY’lar hem yatırımcı ve ev sahibi ülke hem de yatırımın yapıldığı toplum ve hatta dünya için faydalı olan bir pozitif toplamlı oyun (positive-sum game)’dur (Oman, 2000:18). Yabancı sermayeyi çekmek için devletler arasında meydana gelen “mezat savaşı”nın reel yatırımların tahsisinde ciddi sapmalar meydana getirirken kamu maliyesini zayıflatan kontrol dışı maliyetinin çok yüksek “yatırım teşvikleri” sarmalını ortaya çıkartmasından ve çevrenin korunması ile alakalı standartlarda ve işçi haklarında gerilemeye (dibe doğru yarış) yol açmasından endişe edilmektedir (Oman, 2000:9). Pozitif toplamlı oyun DYY’lar için devletler arasında gerçekleşen rekabetin olumlu etkilerini gündeme getirse de ortaya çıkan rekabet dinamikleri nedeniyle oluşacak “mahkumun çıkmazı” (prisoner’s dilemma) ile bu olumlu beklentiler tersine çıkabilir (Oman, 2000:18-19). Bu görüşe göre temel sorun, rekabet kızıştıkça, devletlerin yatırımcılara gittikçe artan düzeylerde mali ve finansal sübvansiyon sunmak zorunda kalacakları ve yüksek düzeyde bir maliyeti üstlenmek zorunda kalma ihtimalinin varlığıdır. Devletler bu tip bir mezat savaşından kaçınmada ortak çıkarlara sahip olmalarına rağmen, ülkelerin her biri bu türden bir sürece girmediği takdirde yabancı yatırımcıların kendisinden daha fazla teşvik sağlayan ülkeye yönelmesi tehlikesi nedeniyle kendisini mezat süreci 47 Çokuluslu Şirketler içerisinde bulabilir ve böylece mahkumun çıkmazı ortaya çıkabilir. Öte yandan, yabancı sermaye rekabeti “sosyal damping”e neden olabilir. Başka bir ifadeyle, devletler mali ve finansal teşvikler yerine veya onların yanı sıra DYY’ları çekebilmek için çevre ve işçilerin haklarını etkin bir şekilde korumaktan vazgeçebilirler. Devletler, özellikle ağır sanayi başta gelmek üzere, belirli türdeki yabancı yatırımları çekebilmek için çevrenin korunmasını ihmal etmek yoluyla “kirlilik cennetleri” (pollution havens) oluşturabilirler. Keza, ülkeler aynı gerekçeyle iş güvencesini gevşetmek, işgücü güvenlik standartlarını ve işgücünün örgütlenme ve sendikal haklarını aşındırmak, çalışma koşullarının ağırlaştırılmasına ve reel ücretlerin geriletilmesini sağlayacak uygulamalara göz yummak suretiyle işçi hakları geriletilebilir. Emek ve çevre standartları üzerinde oluşturulan bu aşağıya doğru baskı, yatırımcıların yerel üretim maliyetlerini daha da azaltmak için devletleri istismar ettikleri, kamusal düzenlemelere dayalı bir “arbitraj” sürecinin ortaya çıkmasına neden olabilir (Oman, 2000:20). Sosyal damping veya yukarıda belirtilen türden bir arbitraja dayalı rekabet negatif toplamlı bir oyunun (negative-sum game) ortaya çıkmasına yol açar. Böyle bir oyunda yararlı çıkanlar sadece yatırımcılar ve yatırımcıların ana ülkesi iken ev sahibi ülkeler ve uzun vadede ortaya çıkacak verimsizlik, istikrarsızlık, rant kollama faaliyetleri ve güvensizlik nedeniyle tüm dünya kayıpla karşı karşıya kalacaktır. VII. SONUÇ Globalleşme sürecinde üretim faktörlerinin mobil hale gelmesi, vergi rekabeti yanısıra yabancı sermaye rekabetinin de artmasına neden olmuştur. Ülkeler yabancı yatırımları çekebilmek için yabancı yatırımları teşvik edecek veya yabancı yatırımları koruyacak şekilde ulusal mevzuatlarında düzenlemelere gitmektedirler. 48 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti Yabancı sermaye rekabetinin etkileri ve sonuçları, globalleşme taraftarlarının ve muhaliflerinin bakış açılarına göre farklı şekillerde değerlendirilmektedir. Globalleşme taraftarları yabancı sermaye rekabetini özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından bir fırsat olarak değerlendirirlerken, muhalifler yabancı sermaye rekabetini az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için bir tehdit ve tehlike olarak görmektedirler. Yabancı sermaye rekabetinin “pozitif toplamlı bir oyun” ya da “negatif toplamlı bir oyun” olduğu şeklinde bir tek taraflı bakış açısını benimsemek yerine her iki yaklaşımın da yaptığı analizlerden, tavsiyelerden ve uyarılardan yararlanmak gerekmektedir. KAYNAKLAR BALASSA, Bela, Trade Liberalization among Industrial Countries: Objectives and Alternatives, New York: McGraw-Hill, 1967. BORENSZTEIN, Eduardo, Jose de GREGORIO ve Jong-Wha LEE, “How Does Foreign Direct Investment Affect Economic Growth?”, Journal of International Economics. 45, 1998, ss.115-135. CALVO, Guillermo, Leonardo LEIDERMAN ve Carmen REINHART, “Capital Inflows and Reel Exchange Rate Appreciation in Latin America: The Role of External Factors”, IMF Staff Papers. Vol:40, No:1, March, 1993, ss.108-150. COYNE, E. J., An Articulated Analysis Model for FDI Attraction into Developing Countries, Florida:Nova Southeastern University, 1994. DJANKOV, Siemon ve Bernard HOEKMAN, “Avenues of Technology Transfer: Foreign Investment and Productivity Change in the Czech Republic”, Centre for Economic Policy Research Discussion Paper. No: 1883, London, 1998. FEENSTRA, Robert C. ve Gordon H. HANSON, “Foreign Direct Investment and Relative Wages: Evidence from Mexico’s Maquiladoras”, Journal of International Economics. 42, 1997, ss.371393. 49 Çokuluslu Şirketler GORTER, J. ve R. A. de MOOIJ, Capital Income Taxation in the European Union: Trends and Trade-offs, The Hague: Sdu Publishers, 2001. GROSSE, Robert ve Duane KUJAWA, International Business: Theory and Managerial Applications. Second Edition, Boston: Irwın, 1992. HINES, J.R. Jr., “Tax Policy and the Activities of Multinational Corporations”, (A. J. AUERBACH, Ed., Fiscal Policy: Lessons from Economic Research, Cambridge: MIT, içinde), 1997. HINES, J.R. Jr., “Lessons from Behavioural Responses to International Taxation”, National Tax Journal, 54, 1999, ss.305-23. IMF, World Economic Outlook. World Economic and Financial Surveys, Washington: IMF, May and October, 1994. IMF, International Capital Markets: Developments, Prospects, and Key Policy Issues. World Economic and Financial Surveys, Washington, D.C.: IMF, Septembe, 1998. KALAYCIOĞLU, Sema, Dış Ticarette Korumacılık ve Liberasyon: Teori ve Dünyadaki Uygulamalar. Birinci Bası, Istanbul: Beta, 1991. KALIRAJAN, K. P., “A Simultaneous Determination of Market Concentration and Industry Performance in West Malaysian Manufacturing”, Working Papers in Trade and Development. No:89/4, National Centre for Development Studies, Australian National University Research School of Pacific Studies, 1989. LOPEZ-MEJIA, Alejandro, “Large Capital Flows: Causes, Consequences, and Policy Responses”, Finance & Development, 1999, ss. 28-31. OECD, “Survey of OECD Work on International Investment”, Working Paper on International Investment. Paris: OECD, 1998. OMAN, C., Policy Competition for Foreign Direct Investment: A Study of Competition Among Governments to Attract FDI, OECD Development Centre Studies, January 2000. 50 Globalleşme ve Yabancı Sermaye Rekabeti REUBER, G. ve Diğerleri, Private Foreign Investment in Development, Oxford: Clarendon Press for the OECD Development Centre, 1973. ROLFE, R. J. ve Diğerleri, “Determinants of FDI Incentive Preferences of MNEs” , Journal of International Business Studies, 24 (2), 1993. UNCTAD, Foreign Direct Investment and Development. New York:United Nations, 1999. UNCTAD, World Investment Report 2003: FDI Policies for Development-National and Internatiınal Perspectives. New York ve Geneva: United Nations, 2003. WORLD BANK, Global Development Finance. Washington, D.C.: The World Bank, 1999. 51 DOLAYSIZ YABANCI YATIRIMLAR I. GİRİŞ İktisadi kalkınma ve büyüme açısından yatırım en önemli faktör konumundadır. Globalleşme ve teknolojik ilerleme iktisadi kalkınma ve büyümenin sağlanmasında yatırımların sermaye malları için yapılan harcamaların yanı sıra teknolojinin ve beşeri sermayenin geliştirilmesi için yapılan harcamaları da kapsamasını gerekli kılmaktadır. İktisadi büyüme ve kalkınmanın hızlı ve sürdürülebilir bir çerçevede yürütülebilmesi ve sanayileşmiş ülkelerle gelişmişlik farkının azaltılabilmesi için yurtiçi iktisadi kaynakların yanı sıra yabancı tasarruflara da başvurulması gerekmektedir. Dolaysız Yabancı Yatırım (DYY)’lar, ekonomisi az sayıdaki ürüne bağlı olan ülkelerde mevcut tüketim seviyesinin ve sermaye birikiminin sürdürülmesine ve yurtiçi tasarrufları aşan bir yatırım düzeyine ulaşılmasına yol açar ve iktisadi kalkınma ve büyümesin sağlanmasında yurtiçi iktisadi kaynakları tamamlayıcı bir işlev görür. Bu bölümde dolaysız yabancı yatırımların başlıca iktisadi etkileri incelenmektedir. Dolaysız yabancı yatırımların dış ticaret, ödemeler bilançosu, milli gelir ve istihdam, büyüme ve kalkınma, makro ekonomik performans, fiyatlar genel seviyesi ve benzeri iktisadi etkileri bulunmaktadır. Çokuluslu Şirketler II. DOLAYSIZ YABANCI YATIRIMLARIN İKTİSADİ ETKİLERİ 1. Dolaysız Yabancı Yatırımların Dış Ticaret Üzerindeki Etkileri Bir çok GOÜ için dış ticaret, uzun vadede, iktisadi büyüme ve kalkınma üzerinde olumlu etkilere sahiptir (UNCTAD, 1999). Zira, kişi başına milli gelirin düşük olması ve bazen yeterli büyüklükte nüfusa sahip olmamaları nedeniyle bir çok GOÜ hem küçük bir iç piyasaya sahiptir; hem de bu ülkelerde ihracat, yatırım ve üretim artışı büyük ölçüde ithal mallara ve teknolojiye dayanmaktadır. GOÜ’lerin uzun vadede büyüme ve kalkınmalarını sürdürmeleri için gerekli olan ihracat artışının, ihracatın çeşitlendirilmesinde ve dolayısıyla döviz ihtiyacının karşılanmasında DYY önemli bir iktisadi kaynak konumundadır. Sermaye ve tasarruf birikimi yetersiz olan GOÜ’lere yönelik uzun vadeli sermaye akımları içinde en büyük paya sahip olan ve doğru iktisadi politikaların takip edilmesi halinde iktisadi kalkınma ve büyümeye olumlu bir katkı sağlayan DYY, etkisi değişik sektörlere, piyasanın büyüklüğüne, ekonominin dışa açık olma derecesine ve yatırımın türüne göre farklı olmakla birlikte diğer sermaye akımlarına göre daha esnek ve finansal krizlerde daha istikrarlı olması nedeniyle, GOÜ’lerde kalkınmanın finansmanında etkili bir dış finansman kaynağı olmaya devam etmektedir. Çok Uluslu Şirket (ÇUŞ)’lerin DYY’lara yönelik faaliyetlerinin ve GOÜ’lerdeki firmalarla gerçekleştirdikleri diğer ilişkilerin dış ticaret akımları üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Bu etkiler ÇUŞ’lerin GOÜ’lerde yürüttüğü faaliyetin amacına göre farklı şekillerde ortaya çıkar. GOÜ’lerde doğal kaynakları hedef alan bir DYY projesi, bu ülkelerde iç pazarın yeterince büyük olmaması ve DYY’ların olmadığı bir durumda yabancı piyasalar için bu tip doğal kaynakların üretilmemesinin söz konusu olması gibi nedenlerle hem yurtiçi üretimi artırıcı hem de yatırım yapılan doğal kaynağın ihracını başlatan veya artıran bir sürece yol açar. Bunun yanı sıra bu tip bir yatırım ve üretim 54 Dolaysız Yabancı Yatırımlar faaliyeti yurtdışından sermaye ve ara malları ithalatına yol açacağından ithalatı da canlandırır. Eğer iç piyasa yeterince korunuyorsa bu tip bir DYY projesi doğal kaynakların ev sahibi ülkede işlenmesini de teşvik edebilir. Ev sahibi ülkenin iç piyasasını hedef alan bir DYY projesini ÇUŞ’lerin tercih etmesinin çeşitli nedenleri vardır. İthalikameci politikalar nedeniyle güçlü ticari engellerin söz konusu olması halinde bu engellerin bertaraf edilmesi amacıyla bu tip bir yatırıma girişilebileceği gibi ulaşım maliyetlerinin yüksek olması durumunda da bu tip projeler ev sahibi ülkeye yapılan ihracatı ikame etmek üzere yürürlüğe konulabilir. Bu tip bir DYY projesi genel olarak ticareti azaltıcı bir etkiye sahiptir. Zira, yüksek ticari engellere rağmen ana ülkeden ev sahibi ülkeye yapılan ihracat ev sahibi ülkede gerçekleştirilen üretimle ikame edilecektir. Ancak, yurtiçi talep ve üretim üzerinde çarpan etkisine yol açacağı için dolaylı yoldan ithalatın artmasına yol açabilir (UNCTAD, 1999:19). Hizmetler sektöründeki DYY’ların çoğunluğu ev sahibi ülke piyasasına yönelik yatırımlardır. Bir çok hizmet türünü yabancı bir piyasaya sunmanın tek yolu DYY olduğu için bu sektördeki DYY’ların üretim üzerinde olumsuz ticaret etkisi bulunmamaktadır ve ana ülkeden makine ve danışmanlık hizmetleri gibi mal ve hizmetlerin ihracatını teşvik ettiği için tüketim üzerinde olumlu ticaret etkisi meydana getirebilir (Sauvant ve Mallampally, 1993). Uzun vadede ise iletişim, bankacılık veya altyapı alanlarındaki DYY’ların ticarete konu teşkil etmeyen girdilerin maliyetini azaltması ve böylece yerel üreticilerin uluslararası alandaki rekabet güçlerini artırmaları nedeniyle ev sahibi ülkenin ihracatı üzerinde olumlu etkide bulunması beklenilebilir (UNCTAD, 1999:20-21). Global düzeyde karlılığını artırmak için ürettiği ürün ya da ürünlerin katma değerinin bir kısmını meydana getiren farklı ürünleri farklı ülkelerde üreterek etkinliğini-verimliliğini artırmaya çalışan bir DYY projesi, eğer ucuz işgücüne yönelik ise, ev sahibi ülkenin ihracatını artırıcı ve özellikle imalat sektöründe ihracatı çeşitlendirici etkisi nedeniyle dış ticareti 55 Çokuluslu Şirketler canlandırıcı bir etkiye sahiptir. Üretimde kullanılan hammaddelerin ithal edilmesi durumunda da ticareti artırıcı etki devam eder. DYY hem düşük ücrete hem de kalifiye emeğe yönelirse (component outsourcing) ÇUŞ’ten ev sahibi ülkede sözleşmenin yapıldığı firmaya yönelik yönetim, girişimcilik ve teknolojik beceri alanlarındaki fayda taşmalarının yanı sıra ihracatta (ve dolayısıyla ithalatta) artışlar söz konusu olur ve ihracatta daha kompleks ürünlere doğru çeşitlilik sağlanır (UNCTAD, 1999:23). 2. Dolaysız Yabancı Yatırımların Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkileri GOÜ’lerin yabancı sermayeye ülkeye giriş izni verirken dikkate aldıkları en önemli konulardan birisi ödemeler dengesi ve döviz darboğazı problemlerine çözüm teşkil edecek bir olanak olan ihracatın artırılmasına gerekli katkının sağlanabilmesidir. DYY’lar, çeşitli nedenlerle ev sahibi ülkenin ihracatının artmasına katkıda bulunabilir: DYY’ların en önemli kanalı konumunda olan ÇUŞ’ler yerel firmalara göre ihracatta daha düşük maliyetlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Zira, bu firmaların dış piyasalar konusunda engin deneyimleri ve global düzeyde satış, pazarlama ve dağıtım örgütleri vardır (Blomström ve Kokko, 1997). Öte yandan, ÇUŞ’ler yurtiçi piyasaya yönelik olarak üretilen ancak büyük bir rezerve sahip olan hammaddelerin işlenmesine ve ihracına yönetimsel yeteneklerini, üstün teknolojilerini ve know-how benzeri teknikleri kullanarak katkı sağlayabilir. Sahip olduğu dağıtım ağı ve diğer ülkelerdeki bağlı şirketleri kanalıyla yerel ürünlerin ihracatını gerçekleştirebilir ve genellikle ihracata yönelik ya da hammadde üretimi ile ilgili sektörlerde faaliyet gösterdiği için ev sahibi ülkenin ihracatına olumlu bir katkı sağlayabilir (Naya ve Ramstetter, 1991; Fontagne, 1997). DYY’lar gerek şirket birleşmeleri ve satın almaları ya da yeni yatırımlar yoluyla ev sahibi ülkeye kazandırdığı dövizlerle gerekse ihracatın artmasına yönelik yaptığı olumlu katkılar sonucu elde edilen dövizlerle ödemeler dengesinin 56 Dolaysız Yabancı Yatırımlar düzeltilmesine katkıda bulunur. Ancak, herhangi bir DYY projesinde, bağlı şirket kar eden bir şirket haline geldiğinde yurtdışına yapılan kar transferleri ilk sermaye girişini uzun vadede aşacak ve ev sahibi ülkenin ödemeler dengesi olumsuz yönde etkilenecektir. Böyle bir durumda DYY kısa vadede sermaye (döviz) girişine yol açarak uzun vadede ise kar transferi yoluyla sermaye (döviz) çıkışına neden olarak ödemeler dengesini etkilemektedir. DYY’lar, yapılan yatırımın türüne göre ödemeler dengesi üzerinde farklı ekonomik etkilere yol açar. Tarım sektörüne yönelik olanlar da dahil olmak üzere ev sahibi ülkedeki hammaddeleri işlemeye yönelik bir DYY projesi, ev sahibi ülkenin ödemeler dengesi üzerinde genellikle olumlu bir etkide bulunur. Zira, projenin hayata geçirilmesi için gerekli olan ithalat ve kar transferi ve diğer finansal akımlar nedeniyle yurtdışına çıkan dövizden daha fazla döviz, üretilen ürünlerin ihracatı yoluyla ülkeye girer. Yabancı piyasalardaki pazar payını korumak amacıyla ev sahibi ülkedeki yerel koşulların yarattığı avantajlardan yararlanmak için üretim faaliyetlerinin bir kısmını bu ülkeye kaydıran bir DYY projesi üretimde kullanacağı girdilerin bir kısmını ana firmadan karşılayacağı için bu tip bir projenin ödemeler dengesine olumlu katkısı birinci projeye göre daha az olacaktır. Yerel piyasaya mal ve hizmet satmayı amaçlayan bir DYY projesi, bir miktar ihracata ve ithalatı ikame eden yerel üretime yol açsa da, ana firma tarafından başka ülkelerde üretilen ürün ve girdilerin ev sahibi ülkede pazarlanmasını hedeflediğinden, diğer yatırım projelerine kıyasla ev sahibi ülkenin ödemeler dengesi üzerinde bazı olumsuz etkilere sahip olabilir (Grosse ve Kujawa, 1992:302). Genel olarak, ev sahibi ülkenin net ihracatına katkıda bulunan veya belirli ürünlerin ithalatının yerel üretimle ikame edilmesine yol açan DYY projeleri ülkeye giren döviz miktarını artıracağı için ödemeler dengesine olumlu katkı sağlarken ihracata yönelik bir niteliğe sahip olmayan yerel firmalara ya da ticarete konu teşkil etmeyen ürünlere (özellikle hizmet 57 Çokuluslu Şirketler sektöründe) yönelik DYY projeleri, bu tip projelerin döviz girişine ve dövizin ülke içinde tutulmasına fazla katkı sağlamaması veya bu projelerde ithal girdi kullanılması nedenleriyle, ödemeler dengesi üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. DYY, reel döviz kurunu etkileyerek dış ticaret ve dolayısıyla dış ticaret dengesi üzerinde etkili olabilir. Normal koşullarda, yurtiçine giren sermaye miktarında meydana gelecek her hangi bir yükselme (azalma) döviz arzını etkileyeceği için, sermayenin türü ve yatırımın yapıldığı yer ne olursa olsun, döviz kurunun değerlenmesine (değer kaybına) yol açacaktır. Burada DYY’ların reel döviz kuru üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkilerini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Sermaye girişlerinin kısa vadeli etkisi döviz kurunun değerlenmesi yönünde bir etki ortaya koymakla birlikte, DYY’ların çok büyük bir kısmının sermaye malları ithalatı şeklinde gerçekleşmesi nedeniyle, diğer sermaye türlerine kıyasla DYY’ların reel döviz kuru üzerindeki kısa vadeli etkisi oldukça zayıftır. Uzun vadede ise DYY’ların reel döviz kuru üzerindeki net etkisinin ne olacağı DYY’ların sektörler arasındaki dağılımına bağlı olacaktır. Yabancı sermaye yatırımları üretkenliği artıran yatırımlarda ve ticarete konu teşkil eden alanlarda gerçekleşmişse yurtiçine yeni döviz girişine yol açması ve ithalatı yurtiçi üretimle ikame etmesi nedeniyle reel döviz kuru değerlenecektir. Öte yandan, ticarete konu teşkil etmeyen mal ve hizmetlere yönelik yabancı yatırımlar bu mal ve hizmetlerin arzını ve verimliliğini artırarak ve dolayısıyla onların göreceli fiyatlarını aşağı çekerek yabancı sermayenin reel döviz kuru üzerinde gösterdiği kısa vadeli bu genel etkinin oluşmamasına neden olacaktır (UNCTAD, 1999:26). 3. Dolaysız Yabancı Yatırımların Milli Gelir ve İstihdam Üzerindeki Etkileri DYY’lar, ev sahibi ülkenin milli geliri ve istihdamı üzerinde olumlu etkilere sahip olabilir. Milli gelirde meydana gelecek bir artışın (azalışın) istihdam hacminde belirli bir artışa (azalışa) 58 Dolaysız Yabancı Yatırımlar yol açtığı genel olarak ileri sürülebileceği için DYY’ların milli gelir ve istihdam üzerindeki etkilerini birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Ev sahibi ülkedeki bir şirketin yabancı yatırımcılar tarafından satın alınması, daha önce yerel firmalar tarafından gerçekleştirilen yerel üretimin yabancılar tarafından devralınması ya da tamamen yeni istihdam ve üretim olanakları ortaya koyacak yeni iktisadi faaliyetlerin yabancılar tarafından uygulamaya sokulması gibi doğrudan etkilerin yanı sıra yabancıların yürüttüğü iktisadi faaliyetler için yerel üreticilerden mal ve hizmetlerin satın alınması da dolaylı yoldan milli geliri artırıcı bir etkinin ortaya çıkmasına yol açabilir. DYY’ların milli gelire net olumlu katkısı, kullandığı ve teknoloji dahil olmak üzere yabancı üretim faktörlerine kar, faiz, yönetim ve işletme ücreti ve patent hakkı şeklinde ödediği ve ülke dışına aktardığı ödemelerin toplamından yabancı sermaye tarafından ülkenin girdi hasılasına yaptığı katkılar ile yabancı sermaye tarafından oluşturulan net dışsal ekonomiler ve net geliri üzerinden ödediği vergilerin toplam katkısının fazla olması durumunda ortaya çıkar. Ev sahibi ülkedeki hammaddeleri işlemeye yönelik bir DYY projesi, madencilik, tarım ve benzeri alanlardaki projelerde çok sayıda işçi ve yöneticinin yerel kaynaklardan temin edilmesi söz konusu olduğundan, istihdam üzerinde olumlu katkıların oluşmasına yol açacaktır. Bu tip projeler, doğrudan toplam üretime yaptıkları katkıların yanı sıra yerel kaynaklardan temin edilen emeğe ve satın alınan mal ve hizmetlere yapılan ödemeler ve devlete yapılan vergisel ödemeler de dahil çarpan etkisi yoluyla milli geliri gerçekleştirdikleri nominal üretimden daha fazla artırma kapasitesine sahiptirler. Ancak, ev sahibi ülkede üretilen hammaddelerin arzu edilen seviyede yurtiçinde işlenmemesi nedeniyle bu hammaddelerden üretilecek nihai ürünler dolayısıyla elde edilen katma değerin büyük bir kısmının yatırımı yapan şirketin ana ülkesine aktarılmasına yol açabilir. Yabancı piyasalardaki pazar payını korumak amacıyla ev sahibi ülkedeki yerel koşulların yarattığı avantajlardan yararlanmak 59 Çokuluslu Şirketler için üretim faaliyetlerinin bir kısmını bu ülkeye kaydıran bir DYY projesi, genellikle imalat sanayiinde çalışanlar için yeni istihdam olanakları sağlar. Bu tip bir DYY, maliyetlerin en aza indirilmesi temel amaç olduğu için bazı girdilerin ithal edilmesi maliyetleri azaltıyorsa ilave yurtiçi üretimde bulunmak yerine yabancı yatırımcı bu tip ucuz girdileri ithal etmeyi tercih edecektir. Bu tip bir DYY projesinde ÇUŞ’ler dünya çapında yayılan çeşitli faaliyetleri dolayısıyla üstlendikleri toplam vergi yükünü azaltmak için nihai mamul üretiminde kullandıkları girdileri en düşük vergiyi ödeyecekleri ya da daha genel bir ifadeyle, en düşük maliyetle üretimde bulunacakları yerlerde; nihai ürünleri ise farklı yerlerde üretmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle girdi üretiminin söz konusu olduğu ev sahibi ülkelerde DYY milli gelir ve istihdam üzerinde olumlu etkilere sebep olmaktadır; ancak, bu katkı devletin vergi gelirlerinde kayba uğraması veya çalışanların sanayileşmiş ülkelerdeki çalışanlara kıyasla daha düşük ücretle ve daha kötü koşullarda çalışmaları pahasına elde edilmektedir. Yerel piyasaya mal ve hizmet satmayı amaçlayan bir DYY projesi ev sahibi ülkede çok küçük düzeylerde üretim faaliyeti gerçekleştirir. Bütün ürünleri yerel piyasaya yönelik olduğundan ev sahibi ülke piyasasına sunacağı ürünleri dünyanın çeşitli yerlerindeki bağlı şirketlerinde mümkün olan en düşük maliyet ve en yüksek kaliteyle üreterek ve tüketici tercihlerini daha fazla dikkate alarak, ev sahibi ülkedeki yerel üreticilerle rekabete girişir ve onların bir kısmını piyasa dışına itebilir. Bu tip bir DYY yerel piyasadan bir miktar mal ve hizmet satın aldığı için yerel üretime katkı sağlayabilir; ancak, istihdam ve milli gelir üzerindeki etkileri diğer DYY’lara kıyasla daha azdır. 4. Dolaysız Yabancı Yatırımların İktisadi Kalkınma ve Büyüme Üzerindeki Etkileri DYY büyüme ve kalkınma için yeterli kaynağı temin etmekte güçlükle karşılaşan GOÜ’lerin en önemli dış finansman kaynağı olmasının yanı sıra yöneldikleri ev sahibi ülke ekonomisi 60 Dolaysız Yabancı Yatırımlar hakkında diğer yatırımcılar için olumlu sinyal işlevi görerek potansiyel yatırımcıları çekme etkisi (crowding in) ile toplam yatırımların artmasına neden olur. Nitekim 1970-89 yılları arasındaki dönemi kapsayan ülkelerarası bir çalışmada DYY’lardaki % 1’lik bir artışın yurtiçi yatırımları % 0,5 ila % 1,3 artırdığı yolundaki bulgu da bu etkinin varlığını doğrulamaktadır (Borensztein, De Gregorio ve Lee, 1998). DYY yoluyla ev sahibi ülke kalkınmanın ve büyümenin sürdürülmesi için doğrudan dış finansman sağlarken DYY sonucunda oluşan dolaylı bazı faydalardan da yararlanır. DYY sonucu ortaya çıkan yeni ve ileri teknolojilerin ev sahibi ülkeye transfer edilmesi, ÇUŞ faaliyetlerin ileri teknoloji gerektiren alanlarda yoğunlaşması nedeniyle emeğin daha kalifiye bir hale gelmesi ve rekabet ile ihracatın artması gibi olumlu dışsal faydalar da büyümeye katkı sağlar. DYY faaliyetleri sonucu ev sahibi ülkenin yararlandığı dışsal fayda taşmaları bir bütün olarak ekonomide verimlilik artışına yol açmaktadır (World Bank, 1997). DYY’ların büyüme ve verimlilik üzerindeki olumlu etkisi çok sayıdaki çalışma tarafından da doğrulanmaktadır. Örneğin, 69 GOÜ ülkesini içeren ve Borensztein, De Gregorio ve Lee tarafından yapılan bir çalışma, DYY/GSYİH oranındaki % 1’lik bir artışın ev sahibi ülkede kişi başına GSYİH’da % 0,8 artışa yol açabileceğini ortaya koymaktadır. DYY ortak girişim, lisanslar ve mal ve hizmet ticareti yoluyla ev sahibi ülkenin yeni ve ileri teknolojilere ulaşmasını sağlayarak verimlilik artışına neden olur. Genel olarak, verimlilik artışı yabancı yatırımların sahibi olan firmalarda, özellikle ÇUŞ’lerde yüksektir (Djankov ve Hoekman, 1998) ve ÇUŞ işletmeleri sahip oldukları yüksek teknolojinin doğal bir sonucu olarak görece daha kalifiye işçilerin istihdamını gerektiren sektörlerde daha aktiftirler (Feenstra ve Hanson, 1997). 61 Çokuluslu Şirketler 5. Dolaysız Yabancı Yatırımların Performans Üzerindeki Etkileri Makroekonomik Uluslararası düzeyde sermayenin mobilitesinin artması global tasarrufları daha verimli kullanmaya yönelterek, alıcı ülkelerin gelirlerinde bir dalgalanma olsa bile tüketim ve yatırımlarında belirli bir istikrar oluşturacağı ve bu durumun süreceği konusunda yatırımcılara sinyaller vererek global kaynak tahsisinde iyileşmeye yol açacağı iddia edilmektedir (OECD, 1998:27). GOÜ’lerin DYY’larından kazançlı çıkıp çıkmayacakları uygulanan politikaların kalitesine ve gösterilen makro-ekonomik performansa bağlıdır. Nitekim, yapılan bir çalışmada tasarruf oranı yüksek olan GOÜ’lerde verimlilikteki artışla DYY’ları arasındaki korelasyon (iyi makro-ekonomik politika göstergesi) görece olumlu iken tasarruf oranı negatif olan düşük gelirli ülkelerde bu iki değişken arasında olumsuz bir korelasyon söz konusudur. DYY’lar ile verimlilik artışı arasındaki bu olumlu ilişki dışa açık ekonomilerde daha güçlüdür ve daha fazla dışa açık bir ekonomiye sahip olan GOÜ’lerde DYY/GSYİH oranı ve toplam ihracatta yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin payı daha yüksektir (World Bank, 1997). Moran (1998) tarafından 183 DYY projesini ve 30 ülkeyi kapsayan bir araştırma DYY projelerinin yaklaşık ¼’ünün ev sahibi ülkenin ekonomik refahı üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Çalışma olumsuz etkinin kaynağının ev sahibi ülkenin düzenlemeleri nedeniyle ortaya çıkan aksak rekabet piyasalarının varlığı olduğunu ortaya koymaktadır. Uluslararası finansal piyasaların globalleşmesi ve finansal piyasalarda entegrasyonun artması ülkelerarası sermaye akımlarını da artırmıştır. 1990’lı yıllarda uluslararası sermaye akımlarını harekete geçiren etkenin arbitraj kazancı elde etmek amacı olması nedeniyle GOÜ finans piyasalarına yönelen sermaye akımları görece daha kısa vadeli, borç kökenli ve spekülatif bir karakter taşımaktadır (Berksoy ve Saltoğlu, 62 Dolaysız Yabancı Yatırımlar 1998). Geleneksel olarak, ülke dışına yönelik sermaye çıkışları, kısa veya uzun vadeli olsun, yurtiçi tasarruflar ve sermaye birikimi açısından yetersiz olan GOÜ’lerin kalkınma ve büyümelerine sekte vuracağı düşüncesiyle hoş karşılanmamaktadır. Yurt dışına kısa vadeli sermaye çıkışları çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir: milli paranın değer kaybetmesi halinde yerleşik olanlar yerel aktifleri yabancı aktiflerle değiştirebilirler; negatif reel faiz oranlarının olması halinde yerel yatırımcılar yüksek getirili yabancı aktiflere yönelebilirler; enflasyon karşısında aktiflerin değerini muhafaza etmek için yabancı aktifler satın alınabilir; GÜ’lerde daha az finansal risk söz konusu olabilir ve diğer ülkelerdeki uygulamalar daha cazip olabilir (Khan ve Ul Haque, 1987:5). Ani ve büyük hacimli bir sermaye çıkışı kısa vadede yurt içi faiz oranları, döviz kuru ve uluslararası rezervlerin istikrarını bozar. Sermaye çıkışı nedeniyle sistemde oluşan likidite kıtlığı faiz oranlarını artırabilir. Değişken döviz kuru sisteminde milli paranın değer kaybetmesine ve belirli bir döviz kurunun korunmaya çalışılması halinde döviz rezervlerinin erimesine yol açabilir. Sermaye çıkışının sürekli olması halinde yurtdışına kaynak transfer edilmesi nedeniyle yurtiçi yatırımların finansmanı için gerekli olan kaynaklarda net bir azalma meydana gelebilir. Yurtdışında tutulan servetler nedeniyle bazı gelirler vergilendirilemez, kamu gelirlerinde azalma olur ve yurtdışından borçlanma gereksinimi artar. DYY, diğer sermaye akımlarına kıyasla makro-ekonomik göstergeler üzerinde daha az olumsuz bir etkiye sahiptir. Zira, iktisadi krizlerde yerli yatırımcıların yabancı yatırımcılardan daha fazla sermaye kaçışına yol açmaları mümkündür. Yabancı bir ülkede bir işletmenin oluşturulması veya faaliyet göstermesi o ülkede hisse senedi ya da tahvil alımına göre daha fazla risk içerir ve daha maliyetlidir. Bu nedenle DYY kısa vadeli sermaye hareketlerine göre daha istikrarlı bir finansman kaynağıdır. Öte yandan, doğal kaynaklar, beşeri sermaye, siyasi ve iktisadi çevre, altyapı gibi DYY’larını etkileyen bir çok faktörün iktisadi krizlerden fazla etkilenmemesi ya da hiç 63 Çokuluslu Şirketler etkilenmemesi ile DYY’larının portfolyo yatırımlarına göre daha az oynak (volatile) olması DYY’larının istikrarlı olma özelliğini güçlendiren diğer faktörlerdir (Chuhan, Perez-Quiros ve Popper, 1996). DYY, diğer sermaye akımlarına göre ev sahibi ülkeye anapara ve faiz ödemeleri veya benzeri yükümlülükler yüklemediği gibi üretken yatırımlarının finansmanına olumlu bir katkı sağlayarak ev sahibi ülkenin ihracat ve dolayısıyla borç ödeme kapasitesini artırabilir. 6. Dolaysız Yabancı Yatırımların Teknoloji Transferi, Yenilik ve İcatlar Üzerindeki Etkileri GOÜ’lerin yabancı yatırımlardan ve dolayısıyla ÇUŞ’lerden bekledikleri en önemli yarar teknoloji ve icatlar konusu ile ilgilidir. GOÜ’ler teknolojinin üretimi ve kullanımında sanayileşmiş ülkelere kıyasla başarılı olamadıkları gibi benzer malı sanayileşmiş ülkelerdeki teknolojiye benzer bir teknoloji ile üretseler bile bu tip teknolojilerin gerektirdiği bilgi ve becerilere sahip olmamaları nedeniyle GOÜ’lerdeki işletmeler, aynı teknolojiyi daha düşük bir verimlilikle kullanmak durumunda kalmaktadır. Öte yandan, teknoloji, ne başka bir yerdeki bir firmanın kolaylıkla elde edebileceği türden bir serbest maldır; ne de sahibi gerekli olan lisansı sağlamadığı sürece elde edilebilir bir maldır. Dahası teknoloji fiziki varlığı olan mallar gibi ticareti yapılan bir mal da değildir. Teknoloji piyasaları şeffaf piyasalar değildir ve bilgi edinme ile ilgili piyasa başarısızlıklarına tabidir. Teknoloji ve icatlar uzun vadeli bir çabayı ve beşeri sermayeye yatırımı gerektirdiklerinden ve elde edilen ürünlerin diğer firmalar tarafından kolayca kopyalanması ya da ele geçirilmesi söz konusu olabileceğinden firmalar teknoloji ile alakalı varlıklarını çok sıkı bir şekilde muhafaza etmektedirler. Bütün bu faktörler GOÜ’lerin teknoloji ve yeni icatlara ulaşmalarını zorlaştırmaktadır. Bütün teknolojik yeniliklerin ve icatların çok büyük bir kısmının ÇUŞ’ler tarafından gerçekleştirildiği (UNCTAD, 1995) de dikkate alınırsa DYY’ların teknoloji ve icatların GOÜ’lere aktarılmasında sahip oldukları önem daha da artar. Bu koşullar 64 Dolaysız Yabancı Yatırımlar altında DYY’ları ev sahibi ülkeye teknoloji ve icatlarla ilgili olarak üç konuda önemli katkıda bulunmaktadır (Romer, 1993): ◦ DYY daha önce ev sahibi ülke ekonomisinde kullanılmayan yeni teknolojileri ülke ekonomisine kazandırır ve bu teknolojilerle üretilen yeni ürünlerin üretilmesine ve tüketilmesine neden olur. ◦ Üstün teknolojiyi kullanan bir yabancı yatırım projesi bu teknolojinin çalışması için gerekli olan bilgi ve becerilerin ev sahibi ülke ekonomisinin hizmetine sunulmasına yol açar ve böylece yapılan teknoloji transferi sonucu ortaya çıkan olumlu dışsallıktan ev sahibi ülke faydalanır. ◦ ÇUŞ’ler, sahip oldukları yeni ve ileri teknoloji ile yerel piyasa konusunda üstün bir bilgi ve deneyime sahip olan yerel firmalarla başarılı bir şekilde rekabet etmekte ve piyasaya girişleri sonrasında yerel firmaları piyasa paylarını ve mevcut karlarını korumak için eyleme zorlamaktadırlar. Artan rekabet, bağlı şirketlerdeki çalışanların yerel firmalara transferi ve “yaparak öğrenme” süreci DYY’lardan kaynaklanan olumlu dışsallıklardan ev sahibi ülkenin yararlanabileceği bir ortamın oluşmasına neden olacağı gibi DYY’lar vasıtasıyla ülkenin tanıştığı yeni fikir ve teknolojiler ev sahibi ülkede yeni icatların yapılması için gerekli olan fikri zenginlik ve rekabeti artırarak yerel icatların artması yönünde olumlu bir katkıda bulunur. ÇUŞ’ler teknolojik açıdan sahip oldukları avantajları kazanca dönüştürmek için ana ülkede üretimde bulunup ihracat yapabilirler, teknolojilerini yabancılara satabilirler ya da yurtdışında bağlı şirket oluşturarak yabancı bir ülkede doğrudan üretim faaliyetine girişebilirler. Ancak, herhangi bir yeni teknolojinin değerini belirlemek ve lisans ve fiyat konusunda tarafların anlaşması zordur. Başka bir deyişle teknoloji piyasası tipik bir eksik piyasadır ve buluşların-yeni teknolojilerin yabancılara satılmasının işlem maliyeti oldukça yüksektir. Bu nedenle dış ticaret engellerinin ihracat imkanlarını sınırladığı koşullar altında ÇUŞ’ler sahip oldukları ileri teknolojiden 65 Çokuluslu Şirketler maksimum yararı elde etmek için DYY ve genellikle yerel ortağa lisanslar yoluyla teknoloji devretmeden yabancı ülkelerde üretimde bulunmayı tercih ederler. Zaten, ÇUŞ’lerin ölçek ekonomilerine, pazarlama ve dağıtım ağlarına ve ileri teknolojiye sahip olmaları, sabit sermaye yatırımı gereksinimlerini karşılayacak imkanlarının olması gibi özellikleri, piyasaya giriş engellerinin ve yoğunlaşmanın yüksek olduğu ve eksik rekabetin bulunduğu GOÜ piyasalarına girmeleri önündeki kısıtları ortadan kaldırır. ÇUŞ’ler ister tekelci koşulların hakim olduğu bir piyasaya giriş yapsınlar isterse yerel firmaların çok sayıda ve güçlü oldukları bir piyasaya giriş yapsınlar, sahip oldukları global bağlantılar, teknoloji ve özellikler nedeniyle rekabeti ve dolayısıyla verimliliği artırırlar. Verimlilik artışından elde edilmesi muhtemel yararların ÇUŞ tarafından elde edilemediği durumlarda olumlu dışsallıklar ortaya çıkar. Bu tip dışsallıklar, ÇUŞ bağlı şirketince yerel piyasada kullanılan ileri teknolojinin yerel firma ya da firmalarca ele geçirilmesi sonucunda yerel firmanın verimliliğinin artması şeklinde gerçekleşebileceği gibi artan rekabet neticesinde yerel firmaların mevcut teknoloji ve üretim faktörlerini daha etkin bir şekilde kullanmaları ya da yeni teknolojiler aramaya itmesi şeklinde de ortaya çıkabilir. DYY kaynaklı dışsallıklar ile ilgili ilk çalışmalar ÇUŞ’lerin piyasaya giriş engellerinin yüksek olduğu endüstrilere girerek ve tekelci sapmaların azalmasına yol açarak kaynakların tahsisinde etkinliği artıracağını ve artan rekabetin yerel firmaları mevcut teknoloji ve kaynakları daha etkin kullanmaya iterek verimlilik artışına neden olacağını ortaya koymaktadır. ÇUŞ’ler, genel olarak, verimlilik artışına, işgücünün kalifiye hale gelmesine ve yeni teknolojilerin ülkeye girmesine katkıda bulunmakta; tekelleri ortadan kaldırarak rekabeti artırmakta ya da piyasanın niteliğine, gücüne ve yerel firmaların reaksiyonuna bağlı olarak tekelci bir yapı oluşturmakta; dağıtım kanalları, standardizasyon ve kalite kontrolünde yeni teknikleri gündeme getirmekte ve yerel firmaların yönetim ile ilgili yeteneklerini artırmaya ya da ÇUŞ’lerce kullanılan pazarlama ve yönetim 66 Dolaysız Yabancı Yatırımlar tekniklerini kullanmaya zorlamaktadır (Blomström ve Kokko, 1997:10). Ancak, çeşitli çalışmalar bu etkilerin otomatik olmadığını ve yurtiçi firmaların DYY’larından ve olumlu dışsallıklardan yararlanma kabiliyetlerini artıran bazı durumların olduğunu göstermektedir (Sjöholm, 1997). Findlay (1978)’e göre GOÜ ve sanayileşmiş ülkeler arasındaki teknolojik açık ne kadar fazla olursa ekonomik büyümeyi artıran teknoloji transferleri ve ortaya çıkan olumlu dışsallıklar o ölçüde fazla olur. Ancak, teknoloji düzeyindeki farkın büyük olması, sanayileşmiş ülkelerin koşullarına göre geliştirilen teknolojilerin GOÜ’lerin koşullarına uymaması nedeniyle, dışsal fayda taşmaları için bir engel teşkil edebilir. Wang ve Blomström (1992), ÇUŞ bağlı şirketleri ile yurtiçi firmalar arasındaki rekabetin fazla olmasının bağlı şirketi, pazar payını korumak için, ana firmadan daha fazla ve ileri teknoloji transfer etmek zorunda bırakacağını ileri sürmektedir. Yurtiçi piyasaya aktarılan her yeni teknoloji zamanla yurtiçi firmalara sızacak ve bu durum bağlı şirketlerin karşı karşıya kaldıkları rekabeti bir müddet sonra yeniden artıracaktır. Sonuçta rekabet ne kadar sert olursa bağlı şirketler tarafından yapılan teknoloji transferi artırılacak ve potansiyel dışsal faydalar da buna bağlı olarak artacaktır. Kokko (1994, 1996) ise teknolojik açıkla birlikte düşük bir rekabetin olması halinde DYY’lardan kaynaklanan olumlu dışsallıkların azalacağını ortaya koymaktadır. ÇUŞ’lere yerel şirketlerin katılımı bu şirketlerin sahip oldukları özel bilgi, deneyim ve ileri teknolojinin yerel şirketlere aktarılmasında ve dolayısıyla dışsal fayda taşmasında önemli bir role sahiptir. Bu nedenle bir çok ülke yabancı mülkiyeti sınırlayarak ÇUŞ’leri ortak girişim oluşturmaya zorlamaktadır (Blomström ve Sjöholm, 1998). Ev sahibi ülkenin dışa açık olup olmaması, yurtiçi rekabetin fazla olup olmaması, yerel firmaların teknik yeterlilikleri ya da başka bir ifadeyle teknolojik birikimlerinin derecesi ve ÇUŞ bağlı şirketlerinin kullandığı teknolojinin yerli firmaların kullandıkları teknolojiden üstün olup olmaması verimliliği ve büyümeyi 67 Çokuluslu Şirketler artırıcı nitelikteki dışsal fayda taşmalarının yerel firmalarca elde edilmesini etkilemektedir (Blomström, Globerman ve Kokko, 1999). DYY yoluyla ev sahibi ülkenin teknoloji ve yeniliklerle ilgili fayda taşmalarından yeterince yararlanıp yararlanamayacağı bu taşmaların ev sahibi ülkedeki yayılma derecesine bağlıdır. Zira DYY projesi ile ev sahibi ülkeye yeni ve ileri teknolojiler getirilse de eğer dışsal fayda taşmaları yaygın değilse bu dışsallıkların iktisadi kalkınma üzerindeki olumlu etkileri sınırlı bir düzeyde kalacaktır ve yatırımı yapan yabancı firma yatırım nedeniyle ortaya çıkan karların çok büyük bir kısmını sahip olduğu tekelci pozisyon nedeniyle ele geçirecektir (UNCTAD, 1999:36). DYY’larının teknoloji transferi ve icatlar konusundaki GOÜ’lere yönelik olumlu katkıları çeşitli açılardan eleştiriye açıktır. Öncelikle, ÇUŞ yatırımları, üretim ve istihdamı dünyanın her yanına yayılmışken ÇUŞ’lerin sahip olduğu teknoloji ve AR-GE faaliyetleri belirli ülkelerde yoğunlaşmaktadır. DYY’larının 4/5’i Ar-Ge ve teknoloji açısından ileri düzeyde bulunan altı ülkeye aittir: ABD, İngiltere, Japonya, Almanya, İsviçre ve Hollanda. 1990’lı yılların başında bu ülkeler kaynaklı ÇUŞ’lerin toplam satış ve istihdamlarının 1/3’ü yabancı ülkelerdeki faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır (Blomström ve Kokko, 1997:3). Bu durum, özellikle yüksek ve yeni teknoloji gerektiren yatırımlarda bu ülkelerin mevcut durumu kendi lehlerine kullandıkları ve GOÜ’ler üzerindeki sanayileşmiş ülkelerin iktisadi sömürüsünün DYY vasıtasıyla sürdürüldüğü yönündeki eleştirilere haklılık kazandırmaktadır. İkinci olarak, DYY yoluyla GOÜ’lerin genelde bazı olumlu dışsallıklardan yararlanmaları, özelde ise ileri teknolojinin kullanılabilmesi için gerekli olan bilgi ve becerilere sahip olmaları, GOÜ’lerle sanayileşmiş ülkeler arasında var olan teknolojik açık ve kalkınmışlık farkını kapatmaya yetecek bir düzeyde değildir. Zira yüksek teknolojinin gerektirdiği bilgi ve 68 Dolaysız Yabancı Yatırımlar beceriyi kullanmayı öğrenmekle ileri teknolojiyi üretmek aynı şeyler değildir. DYY yeni bir teknolojinin ev sahibi ülkeye transfer edilmesinde ve bu teknolojinin kullanılabilmesi için gerekli olan know-how’un ülkeye aktarılmasında başarılı olabilir; ancak, ileri teknolojinin üretilmesi veya mevcut teknolojilerin yenilenmesi için gerekli olan buluş yapma sürecini ve mekanizmalarını ülkeye aktarmakta etkin değildir. Üçüncü olarak, DYY yoluyla gerçekleştirilen teknoloji transferleri genellikle GOÜ’lerin ekonomik yapılarına uygun bir nitelikte değildir. Bu ülkelerde işsizlik yüksek boyutlarda olduğu için ÇUŞ’ler tarafından bu ülkelerde kullanılan teknoloji de sanayileşmiş ülkedekilere kıyasla daha fazla emek-yoğun teknolojiler olma eğilimindedir. Ev sahibi ülkenin yüksek teknolojinin kullanılması için gerekli bilgi, beceri ve beşeri sermaye ile altyapıya sahip olmaması halinde ÇUŞ’ler zaman zaman ileri teknoloji getirmek yerine ev sahibi ülkede kullanılan teknolojiye eşdeğer bir teknolojiyi kullanmayı tercih edebilmektedirler. Bu nedenle yerel koşullara uyum sağlama maliyetinin yüksek olması durumunda mevcut teknolojiler tercih edilebilmekte ve DYY’larından kaynaklanan olumlu dışsal fayda taşmaları istenilen düzeyde gerçekleşmemektedir. 7. Dolaysız Yabancı Yatırımların Etkileri Fiyatlar Üzerindeki DYSY projesinin ev sahibi ülke piyasasına yeni bir ürünü sunması ya da yurtiçinde üretilmeyen bir mal veya hizmeti ev sahibi ülkede üretilir bir hale getirmesi halinde fiyat rekabeti genellikle ortaya çıkmaz. Ancak, ev sahibi ülkede üretilen her hangi bir mal veya hizmetin arzını artıracak bir DYY projesi bu mal veya hizmetin fiyatının azalmasına yol açar. Yabancı bağlı şirketlerin ürettikleri ürünlerde kullanacakları üretim faktörleri için yerli firmalarla rekabete girmeleri nedeniyle üretim faktörlerinin fiyatlarında belirli bir artış meydana gelebilir. Yabancı yatırımın türüne göre ev sahibi ülkedeki fiyatlar farklı şekillerde etkilenir. Hammadde tedariki ve işlemeye yönelik bir DYY, muhtemelen, ilgili hammaddenin dünya fiyatını 69 Çokuluslu Şirketler değiştirmeyecektir. Zira, dünya hammadde fiyatları global arz ve talebin buluştuğu noktada oluşmaktadır ve bu nedenle DYY sonucu ilgili hammaddenin fiyatının değişmesi için yurtdışı piyasalara çok büyük miktarda bir arzın sürülmesi gerekmektedir. Yabancı piyasalardaki pazar payını korumak amacıyla üretim faaliyetinin bir kısmını DYY yoluyla ülke dışına kaydıran bir şirketin bu faaliyetinin mal ve hizmet sunduğu ulusal piyasalardaki fiyatları azaltması muhtemeldir. Zira, bu tip bir yatırımın amacı maliyetleri en aza çekerek düşük fiyatlar yoluyla rekabet etmek ve böylece pazar payını muhafaza etmek olduğundan artan rekabetle birlikte ulusal piyasada üretilen mal ve hizmetin fiyatı azalma eğilimine girebilir. Bu durumdan tüketicilerin yararlanıp yararlanamayacakları rekabetin şiddetine bağlıdır. Öte yandan, ev sahibi ülkenin piyasasına mal ve hizmet satmayı amaçlayan bir DYY projesi, piyasadaki üreticilerin sayısını artırmışsa ya da başka bir deyişle, tekelleşmeye ve ev sahibi ülke firmalarının piyasadan çekilmelerine yol açmaksızın yurtiçi mal ve hizmet arzını artırmışsa; artan rekabet nedeniyle, ev sahibi ülke piyasasında fiyatların azalmasına yol açabilir (Grosse ve Kujawa, 1992: 298-301). 8. Dolaysız Yabancı Yatırımların Üzerindeki Etkileri Yurtiçi Rekabet DYY ev sahibi ülke ekonomisine canlılık kazandırır ve yurtiçi rekabeti artırır. Yerli sanayiin tekelci bir yapıya sahip olması halinde tekelci yapının ortadan kaldırılmasında, yurtiçi üretimin artmasında ve fiyatların düşmesinde DYY etkili olabilir. Öte yandan, DYY’ların girdiği sanayide doğal tekellerin olması halinde ÇUŞ’lerin büyük şirketler olması, ileri teknolojiye ve yeryüzüne yayılmış pazarlama, satış ve dağıtım örgütlerine ve bu piyasaların gerektirdiği büyüklükte bir sermayeyi tedarik etme imkanına sahip olmaları nedeniyle bu tip piyasalara girebilirler ve tekel pozisyonunu ortadan kaldırabilirler. DYY’ların giriş yaptıkları piyasadaki yerli şirketlerin çok zayıf olmadıkları durumlarda rekabet düzeyini ve böylece verimliliği artırdıkları genel olarak kabul edilmekle birlikte bazı 70 Dolaysız Yabancı Yatırımlar durumlarda ÇUŞ’lerin varlığı verimsiz yerel firmaları piyasa dışına iterek sonuçta rekabeti azaltabilmektedir. DYY’ların yurtiçi piyasada rekabeti azalttığı durumların ilki ilgili sanayide güçlü konumda olan özel şirket ya da şirketlerin ya da alanında tekel konumunda olan kamu şirketinin ya da kuruluşunun yabancı bir firma tarafından satın alınması yoluyla DYY’ların gerçekleştirilmesidir (OECD, 1998:25). ÇUŞ’lerin herhangi bir endüstrideki yoğunlaşma üzerindeki etkisi piyasanın hacmi ile giriş engellerinin varlığı ve türüne bağlı olarak değişmekle birlikte bazen endüstriyel yoğunlaşmanın en önemli nedeni ÇUŞ’ler olabilmektedir (Kalirajan, 1989). İkincisi, yabancı firmaların bir endüstrideki varlığının kartel benzeri rekabeti engelleyici oluşumların ulusal otoritelerce tespitini güçleştirebileceği durumlardır. Piyasalarda rekabeti bozucu her türlü eylemi takip etmek ve piyasa koşulları altında düzenleyici bir rol üstlenmek üzere oluşturulan yurtiçi rekabet kurumlarının bu gibi durumlarda sınır ötesi araştırma ve ülkelerarası karşılaştırma yapmaları gerekeceğinden rekabeti bozucu faaliyetlerin tespiti güçleşebilmekte ve özellikle ÇUŞ’lerin varlığı rekabeti bozucu ya da azaltıcı bir nitelik kazanabilmektedir (OECD, 1998). 9. Dolaysız Yabancı Yatırımların Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri DYY’ların büyük bir kısmını gerçekleştiren ÇUŞ’lerin çok büyük bir kısmının sanayileşmiş ülke kaynaklı olması ve ev sahibi ülkelerde gerçekleştirdikleri üretim faaliyetleri DYY’ların zengin ve yoksul ülkeler arasındaki gelir dağılımını düzeltici yönde bir etkinin ortaya çıkmasına yol açabileceği ileri sürülebilir. Ancak, ev sahibi ülkede DYY’ların gelir dağılımını düzeltici yönde bir katkı sağlayıp sağlayamayacağı konusunda bir değerlendirme yapmak son derece zordur. ÇUŞ’ler tarafından gerçekleştirilen yabancı yatırımların ev sahibi ülkedeki düşük gelirli kesime hemen hemen hiçbir fayda sağlamazken üst düzey gelir grubundakilerin iktisadi durumlarını daha da iyileştirici yönde bir katkı sağladığı eleştirisi sıklıkla dile getirilmektedir. Ev sahibi ülkenin yabancı 71 Çokuluslu Şirketler yatırımcılardan tahsil ettiği vergilerin gelir dağılımı üzerinde etkide bulunacağı ileri sürülebilir; ancak, bu etkinin ne yönde gelişeceği çok da belirgin değildir. Bununla birlikte, DYY’lar uzun vadede gelirin Güney’den Kuzey’e aktarılmasına yol açarlar. III. SONUÇ Dolaysız yabancı yatırımların makro ekonomik performans, fiyatlar genel seviyesi, dış ticaret, ödemeler bilançosu, milli gelir ve istihdam, büyüme ve kalkınma, teknoloji transferi, yenilik ve icatlar ve saire pek çok makro-ekonomik etkileri bulunmaktadır. Otarşizmin neredeyse yokolduğu, ülkelerarası sınırların giderek ortadan kalktığı bir küresel ekonomik konjonktürde dolaysız yabancı sermayeye karşı olmak mümkün değildir ve doğrusu dolaysız yabancı sermaye muhalifi olmak bir anlam da ifade etmemektedir. Dolaysız yabancı sermaye yatırımlarını bir tehdit ya da tehlike olarak değil, bir önemli fırsat olarak ele alan ülkeler sözkonusu yatırımların bu bölümde özetlediğimiz olumlu etkilerinden istifade etme imkanına sahip olmaktadırlar. KAYNAKLAR BERKSOY, Taner ve Burak SALTOĞLU (1998), Ekonomisinde Sermaye Hareketleri. İstanbul: İTO. Türkiye BLOMSTRÖM, Magnus ve Ari KOKKO (1997), How Foreign Investment Affects Host Countries. Policy Research Working Paper. No: 1745, Washington, D.C.: The World Bank, March. BLOMSTRÖM, Magnus ve Fredrik SJÖHOLM (1998), “Technology Transfer and Spillovers: Does Local Participation with Multinationals Matter?”, Stockholm School of Economics Working Paper Series in Economics and Finance. No: 268, October. BLOMSTRÖM, Magnus, Steven GLOBERMAN ve Ari KOKKO (1999), “The Determinants of Host Country Spillovers from Foreign Direct Investment: Review and Synthesis of the Literature”, SSE/EFI Working Paper Series in Economics and Finance. No:239, October. 72 Dolaysız Yabancı Yatırımlar BORENSZTEIN, Eduardo, Jose de GREGORIO ve Jong-Wha LEE (1998), “How Does Foreign Direct Investment Affect Economic Growth?”, Journal of International Economics. 45, ss.115-135. CHUHAN, Punam, Gabriel PEREZ-QUIROS ve Helen POPPER (1996), “International Capital Flows: Do Short-Term Investment and Direct Investment Differ?”, Policy Research Working Paper. No: 1669, Washington, D.C.: The World Bank. DJANKOV, Siemon ve Bernard HOEKMAN (1998), Avenues of Technology Transfer: Foreign Investment and Productivity Change in the Czech Republic. Centre for Economic Policy Research Discussion Paper, No: 1883, London. FEENSTRA, Robert C. ve Gordon H. HANSON (1997), “Foreign Direct Investment and Relative Wages: Evidence from Mexico’s Maquiladoras”, Journal of International Economics. 42, ss.371-393. FINDLAY, R. (1978), “Relative Backwardness, Direct Foreign Investment, and the Transfer of Technology: A Simple Dynamic Model”, Quarterly Journal of Economics. Vol:92, ss.1-16. FONTAGNE, Lionel (1997), How Foreign Direct Investment Affects International Trade and Competitiveness: An empirical Assessmen. Centre d’etudes Prospectives et d’Informations Internationales Working Paper, No: 97 (17), ss.9-38. GROSSE, Robert ve Duane KUJAWA (1992), International Business: Theory and Managerial Applications. Second Edition, Boston: Irwın. KHAN, Mohsin S. ve Nadeem Ul HAQUE (1987), “Capital Flight from Developing Countries: What is Capital Flight? How Widespread is it? How can İt be Countered?”, Finance & Development. March, ss.2-13. KOKKO, Ari (1994), “Technology, Market Characteristics, and Spillovers”, Journal of Development Economics. Vol:43, ss.279-293. KOKKO, Ari (1996), “Productivity Spillovers from Competition Between Local Firms and Foreign Affiliates”, Journal of International Development. Vol:8, ss.517-530. 73 Çokuluslu Şirketler MORAN, Theodore H. (1998), Foreign Direct Investment and Development: The New Policy Agenda for Developing Countries and Economies in Transition. Washington, D.C.: Institution for International Economics. NAYA, Seiji ve Eric D. RAMSTETTER (1991), “Foreign Direct Investment in Asia’s Developing Economies and Trade in the Asian and Pacific Region”, (Eric D. RAMSTETTER, ed., Direct Foreign Investment in Asia’s Developing Economies and Structural Change in the Asia-Pacific Region., içinde), Westview Press. OECD (1998), Survey of OECD Work on International Investment. Working Paper on International Investment. Paris: OECD. ROMER, P.M. (1993), “Two Strategies for Economic Development: Using Ideas and Producing Ideas”, Proceeding of the World Bank Annual Conference on Development Economics 1992. Washington D.C.: World Bank, ss.63-98. SAUVANT, Karl P. ve Padma MALLAMPALLY, eds. (1993), Transnational Corporations in Services. United Nations Library on Transnational Corporations, Vol 5, London: Routledge. SJÖHOLM, Fredrik (1997), “Technology Gap, Competition and Spillovers from Direct Foreign Investment: Evidence from Establishment Data”, Working Paper Series in Economics and Finance. No:211, Stockholm: Stockholm School of Economics, December. UNCTAD (1995), World Investment Report 1995: Transnational Corporations and Competitiveness. New York and Geneva: United Nations. UNCTAD (1999), Foreign Direct Investment and Development. New York: United Nations. WANG, J. Y. ve BLOMSTRÖM, Magnus (1992), “Foreign Investment and Technology Transfer: A Simple Model”, European Economic Review. Vol:36, ss.137-155. WORLD BANK (1997), Global Economic Prospects and the Developing Countries. Washington, D.C.: The World Bank. 74 DIŞ TİCARETTE SERBESTLEŞME ve İKTİSADİ ETKİLERİ Dış ticarette serbestleşme, tarife ve tarife dışı ticaret politikası tedbirlerinin kullanımının azaltılmasını (decontrol) ve ticaret rejiminin ihracat ile ithalat arasında “nötr” bir hale getirilmesini kapsamaktadır (Kelly ve McGuirk, 1992:42). Dış ticaret vergilerinin veya kotaların azaltılması ithalatın kısıtlanmasını ortadan kaldırarak dış ticaret politikasının nötr hale gelmesine neden olurken sübvansiyonların azaltılması da ihracatın teşvik edilmesini ortadan kaldırarak aynı etkide bulunur ve ekonomide kaynakların daha etkin bir biçimde kullanılmasına yol açar. tarife ve Tarife Dışı Engellerin ortadan kaldırılması bu tip uygulamaların fiyatlar üzerinde yol açtığı saptırıcı etkileri yok etmesi nedeniyle serbestleşme kaynak tahsisini etkinleştirir ve iktisadi büyüme fırsatını artırır. Dış ticarette serbestleşmenin ödemeler bilançosu üzerindeki etkisinin ne olacağı ile ilgili olarak iki farklı görüş söz konusudur (Ostry, 1991). Birinci görüşe göre korumacılık düzeyinin azaltılması kısa dönemde dış ticaret dengesinin kötüleşmesine neden olacağından yeterli döviz rezervine sahip olmayan ve uluslararası kaynaklardan borçlanmada zorlukla karşılaşan ülkeler için dış ticarette serbestleşme iyi bir politik seçenek değildir. Korumacılık düzeyinde ve özellikle tarifelerde gerçekleştirilecek bir indirim tüketim kalıplarını değiştirecek, ithal mallarını ikame eden yerel ürünler yerine rekabet gücü artan ithal mallarına olan talep artacak ve böylece ithalatta meydana gelecek artış ödemeler bilançosu dengesinde bozulmaya yol açacaktır. Çokuluslu Şirketler Dış ticaret dengesinin ulusal tasarruf ve yatırım arasındaki farka eşit olduğunu varsayan tasarruf-yatırım yaklaşımına göre ise korumacılığın azaltılması sadece tasarruf ve yatırım akımlarında farklı bir tepkiye neden olduğu zaman dış ticaret dengesini etkileyebilir. Bu yaklaşıma göre serbestleşmenin kısa dönemdeki etkileri değil belirli bir zaman dilimindeki potansiyel etkileri göz önüne alınmalıdır. Korumacılığın azaltılması ithal mallarının yurtiçindeki göreli fiyatını düşürdüğü ve serbestleşme süreklilik taşımadığı sürece ithalatın ihracata göre daha fazla artmasına neden olabilir. Uzun vadede ise ithal mallarının gelecekteki fiyatı mevcut fiyata eşit bir düzeye geleceğinden serbestleşmenin dış ticaret dengesi üzerindeki etkisi yansız olacaktır. Diğer taraftan, üretimde sermaye ve ara malları yoğun bir biçimde kullanılıyorsa serbestleşme tasarruf düzeyinde artışa yatırım düzeyinde ise azalışa yol açarak dış ticaret dengesinde iyileşme meydana getirebilir. Dış ticarete konu olmayan malların üretiminde girdiler ve sermaye yoğun olarak kullanılıyorsa serbestleşme dış ticaret dengesini bozucu bir etkiye sahip olabilecektir. Gelir elde etme amacıyla kullanılan korumacı araçların (tarifeler ve lisanslar gibi) tamamen veya kısmen ortadan kaldırılması veya koruma düzeyinin azaltılmasının kamu gelirlerinde azalmaya ve dolayısıyla bütçenin açık vermesine yol açabileceği ileri sürülmektedir. Yaygın kanının aksine bu tip bir serbestleşmenin gelir kaybına yol açıp açmayacağı ekonominin tepkisine bağlıdır (Cheasty, 1990:37-38): Gelirlerde meydana gelecek değişim, ithalat fiyatında meydana gelen değişmenin ithalat talebinde yaratacağı etkiye yani ithal talebinin fiyat esnekliğine bağlıdır. Tarifelerin azaltıldığı ancak tamamen sıfırlanmadığı ve döviz kurunun sabit olduğu bir durumda ithalatın artmasından kaynaklanan ilave gelir tarifelerde gerçekleştirilen indirimden kaynaklanan gelir kaybını telafi edebilir. Ancak kısa dönemde fiyat esnekliği düşük olacağından dış ticaret üzerinden elde edilen gelir liberalleşme sonucunda muhtemelen azalacaktır. 76 Dış Ticarette Serbestleşme Tarifelerde meydana gelen azalma tüketicilerin vergi sonrası kullanılabilir gelirlerini ve ithal mallarının yurtiçi göreli fiyatlarının azalması dolayısıyla tüketimlerini artıracaktır. Kısa vadede, ithal-ikameci endüstriler ne kadar esnek bir arz yapısına sahip iseler üretimlerini o ölçüde kısabilirler ve ithal malları piyasası o ölçüde büyüyebilir. Bu nedenle, ithal mallarının tüketimindeki ve ithalat miktarındaki her hangi bir artış liberalleşmeye rağmen dış ticaret vergilerinden elde edilen geliri artırır. Öte yandan, liberalleşme nedeniyle yurtiçi üretimde oluşan daralmanın düşük seviyede kalması halinde gelirde meydana gelebilecek bir azalma, devalüasyon ile ithalatın serbestleşme öncesi konumuna geriletilmesi yoluyla telafi edilebilir. Serbestleşme sonucunda toplam ithalat talebinde büyük çaplı bir artış olsa bile yurtiçindeki tüketicilerin daha yüksek tarifenin uygulandığı ithal malları yerine daha düşük tarifeye sahip ikame ithal mallara yönelmeleri sonucunda dış ticaret üzerinden elde edilen gelirlerde bir azalma meydana gelebilir. Dış ticaret üzerinden elde edilen gelirler ithal piyasasının yapısından etkilenebilir. İthalatın tekel oluşturan firmalar tarafından gerçekleştirilmesi halinde tarifelerde meydana gelen indirim yurtiçi tüketicilere yansıtılmayabilir ve bu tip ithalatçılar ithal malların fiyatını ve miktarını piyasanın kontrolünü ellerinde tutmalarından yararlanarak sabitleyip aşırı kârlar elde edebilirler. Böylece vergi matrahı hemen hemen aynı kalmasına rağmen tarifelerde meydana gelen azalma nedeniyle tarife gelirlerinde belirli bir düşüş gerçekleşebilir. Nihayet, serbestleşme kararının ilan edilmesiyle serbestleşme sürecinin tamamlanması arasında uzun bir sürenin olması ithalatçıların tarifelerde oluşacak indirimin gerçekleşmesine kadar mal alımlarını ertelemelerine ve bu süreç içerisinde ithalatta meydana gelen azalma ile orantılı olarak gelirlerde bir azalmanın meydana gelmesine yol açabilir. 77 Çokuluslu Şirketler Serbestleşme, bir yandan ithal mallarının üzerinden alınan tarife ve benzeri yükümlülüklerin azaltılması sonucunda tüketicinin daha düşük fiyatla ithal mallarını tüketme imkanına sahip olması (Balassa, 1967:72) öte yandan ise tüketicinin bol mal ve bol seçenek imkanına kavuşması ve yerli üretimde rekabet nedeni ile ortaya çıkabilecek kalite artışı gibi faktörler vasıtasıyla tüketicinin refahının artmasına yol açabilir (Kalaycıoğlu, 1991:83). Serbestleşme sonucunda oluşan ithalat artışı kısa vadede ülke içinde üretimin ve istihdamın azalmasına yol açsa da uzun vadede ekonomik kaynakların ithal ikameci endüstrilerden ihracata yönelik endüstrilere aktarılması halinde kaynakların daha etkin bir şekilde kullanılması nedeniyle toplam üretim ve dolayısıyla toplam refahta belirli bir artış meydana getirebilir (Balassa, 1967:71). Ancak, serbestleşme nedeni ile belirli sanayi dallarının rekabete dayanamayıp piyasadan çekilmek zorunda kalmaları halinde, meydana gelen refah artışında belli seviyede bir azalma ortaya çıkacaktır (Kalaycıoğlu, 1991:84). Serbestleşme nedeniyle artan ithalatın etkisi ithalatın bileşiminin yanı sıra ilgili sektörlerin serbestleşmeden önceki kapasite durumuna, yurtiçi talebi karşılama gücüne, ulusal talebin yerli ve yabancı mallar açısından gösterdiği tercihe ve ithal edilen malların görece fiyat ve kalitesine bağlıdır (Kalaycıoğlu, 1991:85).. İthalat miktarındaki artış yurtiçindeki ithal-rekabetçi sektörlerde üretimde belirli bir azalmaya yol açabilir. Bu azalma özellikle mamul ithalatındaki artıştan kaynaklanıyorsa ve yerli üreticilerin kısa dönemde ithal mallarla rekabet edebilecek bir seviyeye ulaşma imkanları mevcut değilse yurtiçi üretimdeki azalma daha ciddi boyutlarda gerçekleşecektir. Yurtiçi üretimde meydana gelecek bu tip olası bir azalma doğal olarak bazı sektörlerde firmaların piyasadan çekilmelerine yol açacak ve sonuçta istihdam seviyesinde bir azalmaya yol açacaktır. Serbest ticaret koşulları altında ülkelerin üretim yapıları ülkenin sahip olduğu görece faktör yoğunluğu tarafından belirlenen 78 Dış Ticarette Serbestleşme karşılaştırmalı üstünlüğüne göre oluşmaktadır. Bu yapı içerisinde, ülke kendisinde bol olarak bulunan yurtiçi kaynakları yoğun bir şekilde kullandığı malları üretip ihraç ederken kıt olan üretim faktörlerini gerektiren malları ise ithal edecektir. Örneğin, sermayenin görece daha kıt olduğu Gelişmekte Olan Ülke (GOÜ)’lerde sermaye-yoğun mallar ithal edilirken emekyoğun mallar ise ihraç edilecektir. Sonuçta emeğe olan talep artarken sermayeye olan talep azalacak, emek gelirleri artarken sermaye gelirlerinde görece bir azalma meydana gelecek ve böylece tarife ve tarife dışı ticari engellerin ortadan kaldırılması özellikle GOÜ’lerde düşük gelirli kişilerin yararına bir gelişmeye neden olacak, yani gelir dağılımını düzeltecektir (UNCTAD, 1997:134). Ancak sermayenin uluslararası akışkanlığının artması ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüklerini belirlemede sermaye stoklarının seviyesindeki farklılıkları ortadan kaldırırken yüksek bilgi ve beceri gerektiren malların ticaretinin yüksek miktarlara ulaşması kalifiye ve kalifiye olmayan emeğin görece yoğunluğunun önemini artırmaktadır. GOÜ’lerde vasıfsız işgücü, istihdamın çoğunluğunu meydana getirdiği için bu tip bir emek gücü vasıfsız eleman kullanımını gerektiren tarım ve imalat endüstrilerinde kullanılacaktır. Bu durum ise vasıfsız işgücüne olan talebi artıracaktır. Sonuçta serbestleşme sermayeye kıyasla emeğin gelirini değil vasıflı işgücüne kıyasla vasıfsız işgücünün gelirini artıracaktır (UNCTAD, 1997:134). Latin Amerika ülkelerinde gerçekleştirilen dış ticarette serbestleşme uygulamaları ile ilgili araştırmalar vasıflı işçilerle vasıfsız işçi ücretleri arasındaki farkın vasıflı işçiler lehine bozulduğunu ortaya koymaktadır (ECLAC, 1997:60). Araştırmaya göre bir çok ülkede ücretler arasındaki açık, işsizlik artıp vasıfsız işçilerin reel ücretlerinde önemli düşüşler olurken, artmaya devam etmektedir. Vasıflı ve vasıfsız işçilerin ücretleri arasında meydana gelen bu farklılıklar dış ticarette serbestleşme ve sermayenin hareketliliğinin artması sonucunda yüksek teknolojinin GOÜ’lerde kullanılmaya başlanmasına bağlanmaktadır. Yüksek teknolojinin kullanımı sonucunda 79 Çokuluslu Şirketler vasıflı işgücüne olan talep artmakta ve sonuçta bu kesimin reel geliri ile vasıfsız işgücünün reel gelirleri arasındaki fark da artmaktadır. Öte yandan, emek-yoğun ihracatta rekabet üstünlüğüne sahip olan ülkelerin (Çin, Hindistan v.b.) uluslararası ticarette önemli rakipler haline gelmesi sonucunda bazı GOÜ’lerin yeni rekabet koşullarına uyum sağlamak amacıyla emek-yoğun ihracattan vasıflı işçilerin yoğun bir şekilde kullanılmasını gerektiren ürünlerin üretimine yönelmeleri de vasıflı işçiler lehine işçi ücretleri arasındaki dengesizliği artırmaktadır. Dış ticarette serbestleşmenin işçi ücretleri ve gelir dağılımı üzerindeki etkileri ülkelerin sahip oldukları ekonomik koşullara göre farklılıklar gösterebilir. Ancak ithal edilen malların ihraç mallarına göre sermaye-yoğun olması halinde tarife indiriminin ücretleri artıracağı, sermayenin getirisini azaltacağı ve dolayısıyla gelir dağılımını birinci grup lehine düzelteceği söylenebilir. Dış ticarette serbestleşme ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkiler meydana getirir. İhracata dayalı sanayileşme politikası takip eden ülkelerde gayri safi yurt içi hasıladaki artışta yurtiçine kıyasla global etkilerin ağırlıkta olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasına yol açan temel faktörler şunlardır (World Bank, 2000): Dışa açılma yabancı sermaye mallarına erişimi kolaylaştırır. Sermaye mallarında çeşitliliğin artması ve bu mallara erişimin kolaylaşması verimlilikte artışların yanı sıra yeni alanlara yatırım yapmayı daha karlı bir hale getirir. Benzer bir biçimde GOÜ’lerin dışa açılmaları daha önce ithal edilen malların taklidinin yapılmasına ve zamanla yüksek teknolojiye sahip ürünlerin geliştirilerek sanayileşmiş ülkelere ihraç edilmesine yol açar. Bu durum GOÜ’lerin daha düşük üretim maliyetlerine sahip olması halinde bu ülkelerin firmalarının piyasa paylarını artırmalarına ve hatta sanayileşmiş ülke firmalarını piyasa dışına itmelerine yol açarak ihracatın ve yatırımların GOÜ’lerde canlanmasına yol açabilir. Yatırımların 80 Dış Ticarette Serbestleşme artmasının ortaya çıkardığı diğer olumlu dışsallıklar GOÜ’lerdeki küçük firmaların bile ölçek ekonomilerinden yararlanmalarına ve sanayileşmiş ülke piyasalarına daha fazla mal satıp büyümelerine yol açar. Sonuçta global piyasalara açılmak yatırım iklimini iyileştirmek yoluyla sanayileşme ve daha hızlı büyüme şansını artırabilir. Dışa açılma teknolojiye erişim, teknoloji transferi ve yeni ürün ve teknikleri öğrenme açısından dışa açılan ülkelerdeki firmaların yeteneklerini artırır. Teknoloji transferindeki artma ekonomik büyüme ve verimlilikteki artışların temel kaynaklarından biridir. GOÜ firmaları bilgi üretmek için ilave kaynak ayırmalarına gerek kalmaksızın bilgi yoğun yabancı ürünleri taklit ederek öğrenme sürecini hızlandırır ve verimliliği artırır. Bu etkinin fazla olması için yeterli düzeyde beşeri sermaye birikimine sahip olmaları ve yabancı kaynaklı bilgiyi emme ve yurtiçi üretim süreçlerinde ticarileştirme yeteneğine sahip olmaları gerekir. Dışa açılma bu yeteneklerin artmasına yol açmak suretiyle büyümeyi hızlandırabilir. Dış ticarette serbestleşme uzun vadede büyüme üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir. Dışa açılma sürecinde doğal kaynaklar ve emek-yoğun üretim alanlarında karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan ve bu alanlarda uzmanlaşan GOÜ’ler uzun vadede olumsuz yönde etkilenebilir. Bunun temel nedenlerinden biri “uzmanlaşma tuzağı”dır. Üretim sürecinde yaparak öğrenme beşeri sermaye birikimi üzerinde olumlu dışsal etkilere sahiptir. Bu etkiler sanayi sektöründe daha belirgindir. Doğal kaynak zengini bir ülkenin dış ticarette serbestleşme sonucu katma değeri yüksek, sermaye yoğun ve yüksek teknolojinin kullanıldığı alanlarda uzmanlaşamaması halinde iktisadi kaynaklar sanayi sektöründen diğer alanlara aktarılır ve yaparak öğrenme yoluyla beşeri sermayenin gelişmesi sürecinin aksamasına ve bir bütün olarak ekonominin olumsuz yönde etkilenmesine yol açar. Dış bağlantıların yol açtığı olumlu dışsal etkiler kaynakların sanayi yerine diğer sektörlere kaymasının neden olduğu olumsuz etkileri artırır (Sachs ve Warner, 1995a:4). İşgücünde zengin olan ve emek81 Çokuluslu Şirketler yoğun standart ürünlerin üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan GOÜ’lerin daha fazla olumlu dışsal etkiye sahip olan sermaye-yoğun ve yüksek teknoloji içeren ürünlerin üretimi yerine bu alanlarda uzmanlaşmaları bilgi ve beşeri sermaye birikimini olumsuz yönde etkileyerek uzun vadede büyüme üzerinde de olumsuz bir etki meydana getirir. GOÜ’lerin yalnızca bir kaç üründe uzmanlaşması ve ihracatın uzmanlaşılan bu sınırlı sayıdaki ürüne bağlı olması durumunda uzmanlaşma tuzağı makro-ekonomik istikrarı bozabilir. Bu durumda ihracata konu olan bu malların fiyatlarında meydana gelen düşüşler ihracat gelirlerinin azalmasına ve ödemeler dengesi sorununun ortaya çıkmasına neden olur. Bu dengesizlik sermaye girişi yoluyla azaltılamazsa veya ülke dış borç tuzağına düşerse ithalatın azaltılması gerekir. İkame edilemeyen girdi ve yüksek teknolojiye sahip olan ya da bilgi-yoğun ürünlerin ithalatı azalırsa iktisadi büyüme olumsuz yönde etkilenir. Bu durumdan en fazla etkilenecek ülkeler milli geliri bir kaç tarım ürününe veya hammaddeye dayalı olan ülkelerdir (UNCTAD, 1998:22). Dışa açık ekonomilerin kapalı ekonomilere kıyasla daha yüksek bir büyüme hızına ulaştıklarına dair bulgular söz konusudur. Sachs ve Warner (1995b)’a göre, dışa açık ekonomilerde büyüme hızı daha fazladır ve hatta dışa açık GOÜ’lerdeki büyüme hızı sanayileşmiş ülkelerdeki büyüme hızından çok daha yüksektir ve bu nedenle dışa açık ekonomilerde uzun dönemde gelir farklılıkları eşitlenecek ve dışa açık bir ekonomiye sahip olan GOÜ’ler sanayileşmiş ülkeleri yakalayabileceklerdir. Öte yandan kapalı ekonomilerdeki büyüme oranlarının yüksek olduğunu destekleyen ampirik bulgu ve deliller son derece yetersizdir (Rodriguez ve Rodrik, 1999:37). 82 Dış Ticarette Serbestleşme KAYNAKLAR BALASSA, Bela (1967), Trade Liberalization among Industrial Countries, Objectives and Alternatives. New York: McGraw-Hill. CHEASTY, Adrienne (1990), “The Fiscal Implications of Reducing Trade Taxes”, Finance & Development. March, ss.37-39. ECLAC (1997), The Equity Gap: Latin America, the Carribean and the Social Summit. (LC/G.1954-CONF.86/3), Santiago, Chile, March. KALAYCIOĞLU, Sema (1991), Dış Ticarette Korumacılık ve Liberasyon: Teori ve Dünyadaki Uygulamalar. Birinci Bası, İstanbul:Beta. KELLY, Margaret ve Anne Kenny McGUIRK (1992), Issues and Developments in International Trade Policy. Washington: IMF. OSTRY, Jonathan D. (1991), “Trade Liberalization in Developing Countries”, IMF Staff Papers. Vol:38, No:3, September, ss.448-476. RODRIGUEZ, F. ve D. RODRIK (1999), Trade Policy and Economic Growth: A Sceptic’s Guide to the Cross-National-Evidence. CEPR Discussion Paper Series, No. 2413, London. UNCTAD (1997), Trade and Development Report. New York: United Nations. UNCTAD (1998), The Least Developed Countries 1998 Report. New York. WORLD BANK (2000), Liberalization of Trade in Goods. http://www1.worldbank.org/wbiep/trade/tradepolicy.html#top. 83 GLOBAL EKONOMİK ENTEGRASYON, DIŞ TİCARETTE SERBESTLEŞME VE TÜRKİYE Türkiye globalleşmenin neresinde? Türkiye ekonomisi globalleşen dünya ekonomisine ne ölçüde entegre olmuş durumda? Bu bölüm içerisinde Türkiye’nin global ekonomik entegrasyon ve dış ticarette serbestleşme açısından mevcut durumunu ortaya koyan bazı verileri sunacağız ve değerlendirmeler yapacağız. Global Ekonomik Entegrasyon ve Türkiye Ekonomik entegrasyonu ve dolayısıyla globalleşmeyi ölçmede kullanılabilecek en önemli göstergeler ticari entegrasyonu ölçen göstergelerdir. Ticari entegrasyonu belirlemede temel gösterge dış ticaretin gayri safi yurtiçi hasılaya oranıdır (Van Bergeijk ve Mensink, 1997:163). Dış ticaretle ilgili göstergelerin yanı sıra uluslararası sermaye hareketleri ve çok uluslu şirketler ve bunların faaliyetleri ile ilgili büyüklükler önemli bir göstergedir. Başarılı bir entegrasyon süreci uzun vadede rekabet gücü artırılarak gerçekleştirilen; başka bir ifadeyle, yaşam kalitesini artırmak suretiyle gerçekleştirilen entegrasyondur. Bu nedenle korumacılıkla ilgili göstergelerin ve dış ticaretin yapısı ile ilgili verilerin de dikkate alınması gereklidir. Ancak globalleşme sosyal ilişkilerin yoğunlaşmasını içeren bir süreç olduğu için insani gelişime ilişkin verilerin de dikkate alınması gereklidir. Türkiye 1990’lı yıllarda global ekonomik entegrasyon açısından en başarılı ülkelerden biridir. Dünya Bankası tarafından dış Çokuluslu Şirketler ticaretin GSYİH’ya oranı, Doğrudan Yabancı Yatırımları’ın (DYY) GSYİH’ya oranı ve ülkenin kredibilite durumu gibi ölçütler dikkate alınarak oluşturulan global ekonomik entegrasyon indeks değerlerine göre 1980-1995 yılları arasında global ekonomik entegrasyon yönünden en başarılı olan ülkelerin başında Singapur, Mauritius, Hong Kong, Tayland ve Türkiye yer almaktadır (World Bank, 1996). 1990’lı yıllarda global ekonomik entegrasyon yönünde eğilimin hız kazandığı bölgelerin başında Doğu Asya ve Pasifik, Avrupa ve Merkezi Asya, Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi gelmektedir. Global ekonomiye entegrasyonun daha yavaş gelişme gösterdiği bölgeler ise Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Güney Asya ve Afrika bölgeleridir (Tablo -1). Türkiye dış ticaret açısından başarılı bir entegrasyon örneği iken globalleşmenin önemli bir göstergesi olan yabancı yatırımlar açısından aynı başarıyı gösterememektedir. Gerek özel sermaye yatırımları gerekse dolaysız yabancı sermaye yatırımlarını cezbetmekte dünya ortalamasının dahi altında kalmıştır. Nitekim 1985-95 yılları arasında Türkiye, yıllık ortalama olarak toplam global DYY girişlerinin (182.6 milyar $) yalnızca binde ikisini (0,529 milyar $) ülkesine çekebilmişken 1999’da bu oran onbinde dokuza gerilemiştir (UNCTAD, 2000). Bir ülkenin başarılı bir ekonomik entegrasyon gerçekleştirmesi sadece GSYİH’ya oranla dış ticaret ve sermaye akımlarını artırmaktan ibaret değildir. Başarılı olabilmek için uluslararası rekabet gücüne sahip olmak ve bunu sürdürebilmek de gereklidir. Rekabet gücünün devalüasyon ve işçi ücretlerini düşürmek yoluyla gerçekleştirilmesi halinde yaşam kalitesinde gerilemeler söz konusu olacaktır. Bu nedenle rekabet gücünün yeni teknolojilerin kullanılması ve üretilmesi yoluyla sürdürülmesi ve global entegrasyonun bu yolla gerçekleştirilmesi başarılı olmak ve yaşam kalitesini artırmak açısından önemlidir. Türkiye GSYİH’ya oranla dış ticaretini 1990’daki % 23.4 düzeyinden 2000’de % 40’a yükseltmiştir. Bu eğilimin başarılı olup olmadığını değerlendirebilmek için ihracat ve ihracatın yapısına odaklanmak, başka bir ifadeyle 86 Global Ekonomik Entegrasyon sanayi kesiminde üretilen katma değerin yanı sıra sanayi ihracatının teknolojik açıdan kompozisyonuna bakmak gereklidir. Tablo 1. Global Ekonomik Entegrasyon ve Türkiye GSYİH %’si GSYİH %’si GSYİH %’si Olarak Dış Olarak Özel Olarak DYY Ticaret Sermaye Akımları 1990 2000 1990 2000 1990 2000 Düşük Gelirli Ülkeler 26.7 41.3 3.0 4.8 0.5 1.6 Yüksek Gelirli 32.0 37.1 11.0 33.6 3.0 10.1 Ülkeler Doğu Asya/Pasifik 48.8 65.6 5.3 13.3 1.5 3.9 Avrupa/Orta Asya 28.7 65.6 13.6 3.8 Latin 23.2 37.7 7.9 10.5 0.9 4.5 Amerika/Karayipler Orta Doğu/Kuzey 45.4 51.6 11.5 7.5 0.9 1.0 Afrika Güney Asya 16.5 24.3 1.4 3.1 0.1 0.6 Sahra Altı Afrika 41.2 56.8 5.1 11.0 1.0 1.8 Avrupa (EMU) 44.9 56.3 14.1 49.3 2.9 14.8 Türkiye 23.4 40.0 4.3 9.3 0.5 0.9 Dünya 32.4 40.0 10.3 29.1 2.7 8.8 - Veri yok; Avrupa EMU: Avrupa Para birliği’ne dahil ülkeler. Kaynak: World Bank, (2002:334). Global sanayi katma değeri (SKD) 1985-98 yılları arasında yaklaşık yedi kat artmıştır. Sanayileşmiş Ülkeler’deki kişi başına SKD, 1985’te, GOÜ’lerdekinin 18 katı iken bu oran günümüzde 17 kata gerilemiştir. Aynı dönem içerisinde Doğu Asyanın GOÜ’ler içinde aldığı pay Orta Doğu ve Kuzey Afrika hariç, % 43’ten % 53’e yükselmiştir. Kişi başı sanayi katma değerinde en başarılı bölge Latin Amerika ve Karayiplerdir. Güney Asya ise Sahra Altı Afrika (Güney Afrika hariç) en düşük sanayi katnma değeri üretimine sahiptir (UNIDO, 2002:28). Bütün bölgelerde sanayi ürünleri ihracatı hızla artmakta ve sanayi sektörü uluslararasılaşmaktadır. GOÜ’ler sanayi ürünleri 87 Çokuluslu Şirketler üretiminde ve ihracat artışında sanayileşmiş ülkelere göre daha iyi bir performansa sahiptirler. GOÜ’ler sanayi ürünleri ihracatını 1985-98 döneminde % 8 artırmalarına rağmen sanayileşmiş ülkelerin kişi başına ihracatı 1998’de GOÜ’lerinkinden 15 kat (1988’de 18) daha fazladır. Bu alanda da Doğu Asya’nın mutlak üstünlüğü söz konusudur ve 1998’de bu bölge GOÜ sanayi ürünleri ihracatının 2/3’ünü gerçekleştirmektedir. Diğer bölgelerin payında ise büyük miktarlarda düşüş (Latin Amerika ve Karayiplerde % 4-10) vardır ve Orta Doğu ve kuzey Afrika’nın toplam payı % 3’e gerilemiştir (UNIDO, 2002:29). Sanayi ürünleri ihracatı ve sanayi kesiminde üretilen katma değere ait veriler Türkiye’nin önde gelen üreticilerden biri olmasına rağmen aynı başarıyı ihracatta gösteremediğini ortaya koymaktadır. GOÜ’lerin sanayi kesiminde üretilen katma değerin % 4’ü Türkiye’ye aittir (7. sırada) ancak sanayi ürünleri ihracatçısı en başarılı ilk on GOÜ arasında Türkiye yer almamaktadır. Her iki alanda da, genel olarak, en başarılı üreticiler en başarılı ihracatçı konumundadır ve ABD’nin payındaki azalmadan dolayı yoğunlaşma azalmaktadır. Ancak en yoksul 30 GOÜ global katma değerin yalnızca % 0.5’in, sanayi ürünleri ihracatının ise ancak % 0.3’ünü gerçekleştirebilmektedirler (UNIDO:2002:29). UNIDO’nun sanayi kesiminde üretilen kişi başına katma değer, kişi başına sanayi ürünleri ihracatı, katma değerde ve sanayi ihracatında orta/yüksek teknoloji payı gibi kriterlere göre hesapladığı rekabetçi endüstriyel performans indeksine göre Türkiye 1985- 1998 döneminde iki basamak ilerleme ile 36. sırada yerini almıştır (2002:43). Türkiye’nin kişi başına sanayi ihracatında bu dönem içerisinde belirli bir artış (115 $’dan 360 $’a) olmasına rağmen ülkeler arasındaki sıralamada ülkemiz altı basamak gerileyerek 45. sıraya gerilemiştir. Sanayi ürünleri ihracatının teknolojik yapısı açısından da aynı eğilim söz konusudur. 1985’te basit sanayi ürünlerinin % 54.5’i düşük teknolojiye dayalı ürünler ile hammaddelerden oluşurken 1998’de bu oran % 61.7’ye yükselmiş; karmaşık sanayi ürünleri 88 Global Ekonomik Entegrasyon ihracatında ise 1985’te % 18.2 olan orta/yüksek teknoloji oranı 1998’de % 23.5’e yükselmiştir. Bu veriler Türkiye’nin dış ticaretin entegrasyonunda gösterdiği başarıyı sanayi üretimi ve ihracatını katma değeri ve teknolojisi yüksek bir yapıya dönüştürmekte ve dolayısıyla rekabet gücünü ve yaşam kalitesini diğer ülkelere kıyasla artırmada gösteremediğini ortaya koymaktadır. Dış Ticarette Serbestleşme ve Türkiye Dış ticarette korumacılığın düzeyi sahip olunan rekabet gücü açısından önemli bir göstergedir. IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi global yönetişim örgütlerinin koyduğu kurallara uymak zorunluluğu nedeniyle tarifelerde gerçekleştirilen serbestleşme dışa açılmanın göstergesi olarak bir anlam ifade edebilir ancak tarife dışı engellerde düşük bir koruma düzeyine sahip olmak çoğu kez yaşam kalitesinde azalma ve sanayileşmiş ülkeler lehine kaynakların yeniden tahsisi ve yoksullaşma anlamına gelebilir. Zira tarife dışı engeller her koşulda değişen “esnek” araçlardır. “Bu tip araçların en önemli özelliği tespit edilmelerinin ya da başka bir deyişle, uygulanmalarındaki birincil amacın yurtiçi endüstrileri korumak olduğunun belirlenmesinin zor olmasıdır. Kalkınmalarını sürdürebilmek için Gelişmiş Ülkelere ürettikleri mal ve hizmetleri ihraç etmek zorunda olan GOÜ’ler bir yandan yeni korumacı araçların kendilerine karşı uygulanmasını önleyemezken öte yandan bu tip yeni araçları Gelişmiş Ülkelere karşı uygulayarak rekabet imkanlarını artırma olanaklarına da sahip değillerdir. Gelişmiş Ülkeler sahip oldukları üstün organizasyon, bütünleşmiş piyasalar ve amaca uygun yeni koruma araçlarının hemen icad edilmesi ve kullanılması gibi özelliklere sahip olmaları nedeniyle yeni korumacılık araçlarını başarı ile kullanma potansiyeline sahiptirler. Bu eğilim, GATT çabaları sonucunda ulaşılan serbestleşme düzeyinin Gelişmiş Ülkeler lehine ortadan kalkmasına yol açmaktadır” (Vural:2000:43). Türkiye dışındaki bütün OECD üyesi ülkelerde GATT kuralları çerçevesinde izin verilen en yüksek tarife oranı olan “bağlayıcı tarife 89 Çokuluslu Şirketler oranı”nın tüm tarife içindeki yüzdesi 1996 yılında % 95 seviyesini aşmıştır. Bu oran 1996 yılında Meksika, Yeni Zelanda, Norveç, ABD ve AB’nde % 100 seviyesine ulaşırken Türkiye’de 1989’daki % 31.3’lük düzeyinden 1996 yılında ancak % 46’ya ulaşabilmiştir (OECD, 1997:17). Uruguay Turu’nun 2005 yılında tamamlanmasıyla tüm OECD ülkeleri ile birlikte Türkiye’nin tüm tarife uygulaması da bağlayıcı tarife haline gelecektir. GOÜ’lerde Tur öncesi bağlayıcı tarifelerin toplam tarife pozisyonu içindeki oranı % 21 iken Tur sonrasında bu oran % 73’e ulaşmıştır Toplam tarife pozisyonları içinde vergiden istisna edilen tarife pozisyonlarına bakıldığında ABD, AB, İsviçre, Meksika ve Türkiye’nin diğer OECD üyesi ülkelere kıyasla daha yaygın bir şekilde tarifeleri kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de bu oran 1996 yılında % 6’ya ancak ulaşabilmiş iken Japonya, Kanada, Norveç, Avustralya ve Yeni Zelanda’da toplam tarife kalemlerinin ¼’ü ile ½’si hiç bir tarifeye konu teşkil etmemektedir (OECD, 1997:17). Gizli bir koruma aracı niteliği gösteren spesifik ve bileşik tarifeler çeşitli nedenlerle arzu edilmeyen tarifelerdir. Öncelikle, bu tip vergiler ad valorem vergilere göre şeffaf değildirler ve Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda hariç tutulursa, çok yüksek ad valorem eşdeğerlerini saklamak amacıyla kullanılmaktadırlar. Örneğin, ad valorem eşdeğerleri açısından ABD’deki en yüksek 20 tarife oranının 19’u 1993 yılında % 50 ila % 500 arasında bir orana sahip spesifik vergiden oluşmaktaydı. Üstelik bu tip vergilerin ad valorem eşdeğerlerinin elde edilebilmesi oranı oldukça düşüktür. Örneğin bu oranlar, ABD ve Japonya’da % 30-40 arasında değişmektedir 9 . İkinci neden, bu tip vergilerin ad valorem tarifelere göre ucuz ürünlerin ithalatını daha ağır bir şekilde vergilendirdiği için koruma oranı daha yüksek olan ucuz malların üretimini teşvik etmesi ve böylece yurt içi üretim kalıplarını bozmasıdır. Öte yandan, bu tip vergiler ithal edilen malın değerinin tespit edilmesinin zor olduğu Ad Valorem Eşdeğerlerin hesaplanmasında ilgili ürünün dünya fiyatı dikkate alınmaktadır. 9 90 Global Ekonomik Entegrasyon durumlarda daha kolay uygulanabilen vergilerdir. Ancak, korumacılık amacıyla AD ve TEV uygulamalarına başvurma baskısını da azaltır zira fiyatlarda meydana gelen düşmeden verginin miktarı hiç bir şekilde etkilenmemektedir. Türkiye (1989’da % 0.4 ve 1996’da % 0.08) 10 ve Meksika (1996’da % 0.6) gibi ülkelerin spesifik ve bileşik tarife uygulamalarına çok az başvurmalarına karşılık Gelişmiş Ülkelerin daha az şeffaf olduğu ve kendilerine karşı TEV uygulamalarını geçersiz kıldığı için gizli bir koruma vasıtası olarak bu tip vergileri yoğun bir şekilde kullanmaya devam ettikleri görülmektedir (OECD: 1997, 47). Tarife oranlarındaki dağılma ne kadar büyük olursa tarife yapısının üretici ve tüketicilerin kararlarını saptırma ihtimali de o ölçüde artar. Öte yandan, tarife oranlarındaki aşırı dağılma tarife listesinin karmaşıklığının artması açısından da bir gösterge ortaya koyar. Tablo 13 incelendiğinde 1988 yılına kıyasla Türkiye’de tarife oranlarındaki dağılmanın önemli ölçüde ortadan kalktığı ve tarifelerin daha şeffaf bir yapıya kavuştuğu ileri sürülebilir. Tarife yoluyla korumanın toplam seviyesinde bir azalma yüksek oranlardaki tarifelerde bir düşmenin söz konusu olmaması halinde potansiyel sapmaları artıracaktır. Bu nedenle tarifelerin saptırıcı etkisinin azaltılmasında tarife doruklarının azaltılması, tarife oranlarında genel olarak bir azaltma yapmaktan daha yararlıdır. Basit ve üretim ağırlıklı ortalama MFN tarifeleri incelendiğinde tarife yoluyla toplam korumanın ABD ve Japonya’da AB’nden daha az olduğu görülmektedir. ABD, Japonya, Kanada ve AB’ne kıyasla Türkiye’de MFN tarifesi ile toplam koruma oldukça yüksek bir düzeyde seyretmektedir. Genel olarak tüm ülkelerde Uruguay Turu sonrasında tarım ürünlerinin tarifelendirilmesi zorunluluğu nedeniyle ortalama kanuni tarife oranlarında belirli bir artış söz konusudur. Tarımsal ürünlerde görülen bu artış eğilimi üretim ağırlıklı tarife göstergelerinde de sürmektedir. AB’nde ortalama kanuni (uygulanan) tarife Bkz. 31.12.1995 tarihli ve 22510 sayılı (mükerrer) Resmi Gazete’de yayımlanan “İthalat Rejim Kararı”. 10 91 Çokuluslu Şirketler oranlarında artış olmasına rağmen üretim ağırlıklı tarifelerde az da olsa azalma gözükmektedir. Türkiye’de MFN tarifeleri yoluyla koruma düzeyi düşerken bu oranların sektörel dağılımı 1989 yılından 1993 yılına gelindiğinde % 35,7’den % 5,7’ye gerilemiş 1996 yılında bir miktar artarak % 9,6’ya yükselmiştir. MFN oranlarının sektörel dağılımının göstergesi olan SD oranlarının büyümesi koruma oranlarının sektörler arasında önemli farklılıklar gösterdiğinin; başka bir deyişle, uygulanan tarife politikasıyla meydana gelen sapmaların arttığının bir işaretidir. 1996 yılındaki artış bir yana bırakılırsa ve MFN tarifelerindeki bu eğilimin geneli yansıttığı kabul edilirse tarifelerin üretici ve tüketicilerin kararlarını daha az saptırıcı bir etkiye kavuştuğu ileri sürülebilir. Öte yandan, bu genel eğilime karşılık yurtiçi tarife doruklarının toplam tarifeler içindeki payının önemsiz bir düzeyde (1989’da % 3,3; 1993’te % 0,8 ve 1996’da % 3) olmasına rağmen standart deviasyonun 10’dan büyük olduğu pozisyon sayısının oldukça fazla olması ortalama tarife oranı ile tarife dorukları arasındaki farkın çok fazla olduğunu; diğer bir deyişle, bazı ürünlerin çok yüksek tarife oranlarıyla korunduğunu göstermektedir. Türkiye, 1996 yılında gerçekleştirdiği Gümrük Birliği’nden sonra tarifelerinde önemli ölçüde indirime gitmiştir. En fazla korunan sektörlerin başında gıda ürünleri ve tütün, tekstil ve giyim ve metaller dışındaki mineral ürünler gelmektedir. Üretim ağırlıklı MFN tarifeleriyle toplam koruma oranlarında 1988 yılına (% 39) kıyasla çok büyük bir düşüş (1993’te % 9,6; 1996’da % 10,6) gözlenmektedir. Aynı eğilim ortalama kanuni MFN tarife oranlarında da gözlenmektedir (1989’da % 46; 1993’te % 9,5 ve 1996’da % 10). AB’nin tercihli ticaret sisteminin benimsenmesinden sonra tarifelerde kanuni ortalamalara kıyasla tahsilat ortalamalarının daha da düşeceği ileri sürülebilir. Uruguay Turu’ndan sonra malların işlenme derecesi arttıkça efektif koruma seviyesinin artması olarak tanımlanabilecek “tarife merdivenleri” konusuna da kısaca değinmek gerekir. (OECD, 1996:7). Uruguay Turu’ndan önce OECD ülkelerinin çoğunda yarı92 Global Ekonomik Entegrasyon mamul ve mamul ürünlerden alınan tarifeler hammadde üzerinden alınan tarifelere kıyasla daha yüksekti. Bu durum 1996’da ABD, AB ve Meksika’da özellikle tarımsal ürünler için artık geçerli değildir. Türkiye’de Uruguay Turu öncesi tarifelerde görülen genel azalma dikkat çekici olmakla birlikte özellikle tarımsal hammaddeler üzerinden alınan tarifelerde önemli bir sıçrama gözükmektedir. Hemen hemen bütün ülkelerde görülen tarife merdivenlerindeki azalma özellikle tarımsal ürünlerde uygulanan TDE’lerin tarifeye dönüştürülmesinden kaynaklanmaktadır. Bu azalmaya rağmen üretim sürecinde işlenmemiş ürünlerden işlenmiş ürünlere doğru ilerledikçe tarifelerdeki artış eğilimi devam etmektedir. Bu durumun yurtiçinde üretilen hammaddelerin yine yurtiçinde işlenmesi önünde bir engel oluşturacağı ve böylece GOÜ’lerin kalkınmalarını engelleyeceği iddia edilmektedir. Tarife merdivenlerinin GOÜ’lerin ekonomik büyümeleri ve sanayileşmeleri üzerindeki olumsuz etkisi, GÜ’lerin ithalatlarında işlenmemiş maddelerin önemli bir yer tutması halinde, artmaktadır. OECD ülkeleri arasında işlenmemiş maddelerin ithalat içindeki payı en yüksek ülke Türkiye’dir (% 74) ve bu ülkeyi Japonya (% 69) ile AB (% 67) takip etmektedir. En düşük orana ise Meksika (% 32) ve İzlanda (33) sahiptir (OECD: 1997, 19). Türkiye verileri incelendiğinde tarımsal nitelikli hammaddelerin tarifelerinde 1993 yılı ile 1996 yılı arasında görülen artışa rağmen hammadde-yarımamul madde-mamul madde aşamalarındaki vergi oranları arasındaki farkın azaldığı görülmektedir. 1993-1996 döneminde Türkiye’de uygulanan Tarife Dışı Engeller (TDE’ler) iki ana başlık altında toplanabilir. Bu engellerden ilki ithalatın miktarı üzerinde etkili olan lisans uygulaması; ikincisi ise anti- damping (AD) ve gönüllü ihracat kısıtlamaları (GİK)’dır. Lisans uygulamaları tarife listesine dahil tüm ürünlerin 1993 yılında yalnızca binde birini, 1996 yılında ise binde ikisini etkilemekte iken fiyat kontrol 93 Çokuluslu Şirketler tedbirlerinin tümüne ilişkin rakamlar söz konusu yıllar için sırasıyla binde iki ve binde üçtür. 1988 yılında tabloda yer almayan TDE uygulamaları sonucu bu tip araçlardan etkilenen ürünlerin tarife listesinde yer alan tüm ürünlere oranı binde bir iken toplam TDE uygulamaları için aynı oran 1993 yılında binde üç ve 1996 yılında binde altıdır. Türkiye’de TDE’lerden etkilenen ithalat miktarının çok düşük bir seviyede (1993’te % 1,5; 1996’da % 1,4) kalması 1993 yılında yürürlükten kaldırılan ithalat teminatlarının 1988 ve 1993 yıllarındaki hesaplamalarda dikkate alınmamasından kaynaklansa da veriler iki önemli sonucu ortaya koymaktadır. Bunlardan ilki GB sonrasında TDE uygulamasında gözlemlenen artışın OECD’nin rakamlarına henüz yansımamış olması ile ilgilidir. Zira, GB’ne uyum sağlayabilmek amacıyla 1995 ve özellikle 1996 yıllarında ilgili mevzuatta büyük değişiklikler yapılmış ve yasal altyapının oluşturulmasının akabinde AD ve GİK uygulamalarında belirli bir sıçrama ortaya çıkmıştır. İkinci önemli sonuç, bütün bunlara rağmen Türkiye’nin TDE’leri en az kullanan ülkelerden biri olmasıdır. Nitekim, 1993 yılında, TDE’lerden etkilenen ithalatın oranı ABD’de % 22.9; AB’nde % 23.7; Kanada’da % 11; Avusturya’da % 70,6 ve Meksika’da % 17.4’tür. Aynı oran 1996 yılı için ABD’de %16.8; AB’nde % 19.1, Kanada’da % 10.4; İsviçre’de % 9.8 ve Meksika’da % 6.9’dur (OECD: 1997, 53-60). Türkiye’de hangi sektörlerin TDE’ler yoluyla korunduğunu da ele almakta yarar bulunmaktadır. Türkiye’de taş ve toprağa dayalı sanayi en fazla korunan sektör konumundadır. Makineler, temel metaller ve ürünleri, kağıt ve kağıt ürünleri, tekstil ve tekstil ürünleri ile kimyasal ürünler çok küçük oranlarda da olsa TDE’ler ile korunan diğer sektörlerdir. 1988 yılında temel TDE’ler ile korunan tek sektör ana metaller sektörüdür. 1993 yılında kağıt ve kağıt ürünleri (binde 3), kimyasal ürünler ve petrol ürünleri (binde 1), ana metaller (binde 1), mamul metal ürünler (binde 6) ve metal dışı mineral ürünler (% 8.9) sektörlerinde bu tip araçlarla korumanın 94 Global Ekonomik Entegrasyon gündeme geldiği ya da koruma oranının arttığı görülmektedir. Aynı yıl imalat sanayii ithalatının binde dördü TDE uygulamalarından etkilenmiştir. GB’nin uygulanmaya başladığı 1996 yılında ise TDE uygulamalarından etkilenen ithalat miktarının arttığı gözlenmektedir (OECD, 1997:60). OECD üyesi ülkelerin büyük bir kısmının tarife listelerinin bağlayıcı bir hale gelmesi, ekonomik entegrasyon dışında kalan üçüncü ülkelerle ticarette tarife politikasını MFN ilkesi çerçevesine yöneltmektedir. Başka bir deyişle, birlik içinde tarifeler tamamen uygulamadan kalkarken birlik dışı ülkelere karşı GATT’a bildirilen azami tarife oranları uygulanmaktadır. Bu nedenle tarifelerin sektör ve ülke bazında ve misilleme amacıyla koruyucu bir araç olma niteliği söz konusudur. Günümüzde bu etki dahi tarım ve stratejik açıdan önem atfedilen bazı sektörler için geçerlidir. Tarife ve TDE merdivenlerinin kullanımında büyük bir artış söz konusudur. Özellikle GÜ’ler ithal edilen ürünlerin işlenmişlik dereceleri artığı ölçüde bu ürünler üzerinden aldıkları tarife oranlarını artırmakta veya bu ürünleri engellemede kullandıkları TDE’lere daha yoğun bir şekilde başvurmaktadırlar. Bu durum GOÜ’lerin yurtiçi imalat sanayilerinin gelişmesini engellemekte, bu ülkelerin hammadde ve yarı mamul maddelerinin GÜ’ler tarafından ucuz bir şekilde satın alınmasına yol açmaktadır. Bu durum diğer GOÜ’ler gibi Türkiye’yi de olumsuz yönde etkilemektedir. KAYNAKLAR OECD, Indicators of Tariff & Non-tariff Trade Barriers. Update 1997, Paris: OECD, 1997. UNCTAD, World Investment Report 2000: Cross-Border Mergers And Acquisitions And Development. New York: United Nations, 2000. UNIDO, Industrial Development Report 2002/2003: Competing through Innovation and Learning. United Nations Industrial Development Organization, 2002. 95 Çokuluslu Şirketler Van Bergeljk, Peter A. G. ve Nico W. Mensink, “Measuring Globalization”, Journal of World Trade. Vol: 31, No:3, June 1997, ss.159-168. Vural, İstiklal Y., “Uruguay Turu Sonrasında Türkiye’de Tarife ve Tarife Dışı Engeller”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Yıl:2, Sayı:4, Haziran 2000, ss.41-60. World Bank, Global Economic Prospects and Developing Economies 1996. Washington DC, 1996 World Bank., Global Economic Prospects, 2002, Washington DC: 2002. 96 ÇOKULUSLU ŞİRKETLER ve KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK I. GİRİŞ Kurumsal sosyal sorumluluk (corporate social responsibility), şirketlerin işletme faaliyetlerinde sadece kendi özel çıkarlarını (karlarını) maksimize etmenin ötesinde işletme faaliyetlerinden doğrudan ve/veya dolaylı olarak etkilenen tüm menfaat sahiplerinin (stakeholders) çıkarlarının da dikkate alınması ve korunması anlamına gelir. Şirketlerin, doğayı ve çevreyi koruyacak önlemler almaları, çalışanları insani şartlarda ve temel sosyal haklar çerçevesinde istihdam etmeleri, piyasada rekabeti ortadan kaldıracak eylemlerden uzak durmaları, tüketici haklarına saygı göstermeleri, istihdam yönünden ayrımcılık yapmamaları ve saire uygulamalar kurumsal sosyal sorumluluğun gereğidir. Bu bölümde çokuluslu şirketlerin sosyal sorumluluk çerçevesinde faaliyette bulunmalarına yönelik iki uluslararası bildirge incelenmektedir. II. ILO’NUN ÇOKULUSLU ŞİRKETLER ve SOSYAL POLİTİKA İLE İLGİLİ İLKELER ÜÇLÜ BİLDİRGESİ Çokuluslu şirketlerin sorumluluklarının vurgulayan önemli uluslararası bildirgelerden birincisi Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 1977 yılında kabul edilen Çokuluslu Şirketler ve Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi (Tripartite Declaration: Multinational Enterprises and Social Policy Declaration) dir. Bu uluslararası belgede yer alan ilkeler çokuluslu şirketlere, hükümetlere, işçi ve işveren kuruluşlarına; Çokuluslu Şirketler istihdam, eğitim, çalışma ve yaşam koşulları ve işçi-işveren ilişkileri gibi alanlarda yol gösterici tavsiyeler içermektedir. Bildirgede yer alan hükümler, sosyal tarafların dikkate alıp mümkün olduğu ölçüde yaşama geçirmeye davet edildikleri çalışma yaşamına ilişkin çeşitli sözleşmeler ve tavsiye kararları ile pekiştirilmiştir. ILO tarafından deklere edilen bildirgenin hemen başında vurgulandığı üzere bugün çokuluslu şirketlerin sosyal ve ekonomik küreselleşme sürecinde oynadıkları önemli rol Çokuluslu Şirketler Bildirgesi’nde yer alan ilkelerin yaşama geçirilmesini daha da gerekli kılmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımları çekme ve özendirme çabaları dünyanın her yanında yoğunlaşırken taraflar da Bildirgede yer alan ilkeleri çokuluslu şirketlerin çalışma yaşamı ve sosyal alanda olumlu rol oynamalarını sağlamak üzere kullanmak için yeni bir fırsata sahip olmaktadırlar. Sözkonusu bildirgenin amacı Çokuluslu Şirketler ve Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi başlığını taşıyan metin içerisinde şu şekilde belirtilmiştir: 11 “Çokuluslu şirketler, birçok ülkenin ekonomisinde ve uluslararası ekonomik ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır. Bu konu, gerek hükümetlerin, gerekse işçi ve işveren kuruluşlarının giderek daha çok ilgisini çekmektedir. Bu tür girişimler doğrudan uluslararası yatırımlar ve diğer yollardan, sermayenin, teknolojinin ve emeğin daha etkin kullanımına katkıda bulunarak gerek geldikleri gerekse gittikleri ülkelere önemli yararlar sağlayabilirler. Hükümetlerin izledikleri kalkınma politikaları açısından bakıldığında bu şirketler ayrıca ekonomik ve sosyal refaha, yaşam standartlarının yükseltilmesine, temel gereksinimlerin karşılanmasına, doğrudan ya da dolaylı biçimde istihdam olanakları yaratılmasına, sendikalaşma özgürlüğü dahil olmak üzere temel insan haklarının gerçekleşmesine tüm dünyada katkıda bulunabilirler. Buna karşılık, çokuluslu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Çokuluslu Şirketler ve Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi, http://www.ilo.org/public/english/employment/multi/download/turkish.pdf 11 98 Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk şirketlerin etkinliklerini kendi ulusal çerçevelerinin ötesinde örgütleyebilme alanında sağladıkları ilerleme, tek elde biriken ekonomik gücün istismar edilmesine, ilgili ülkelerdeki ulusal politikalarla ters düşülmesine de yol açabilir ve bu şirketlerin karmaşık yapılanmalarını, işlemlerini ve politikalarını anlamadaki güçlük zaman zaman ana ülkede, gidilen ülkede ya da her ikisinde birden sorunlara yol açabilir....Bu Bildirgenin amacı, Birleşmiş Milletlerin Yeni bir Uluslararası Ekonomik Düzen kurulmasını öngören kararları ışığında çokuluslu şirketlerin ekonomik ve sosyal gelişmeye olumlu katkılar yapmalarını özendirmek, çeşitli etkinliklerinin yol açabileceği güçlükleri asgariye indirmek ya da gidermektir.” Hükümetlerin, işçi ve işveren kuruluşlarının bildirge hükümlerini ne ölçüde yaşama geçirdiklerini izlemek üzere ILO tarafından düzenli aralıklarla araştırmalar yapılmaktadır. Taraflardan bu konuda alınan yanıtlar çözümlenip özetlenerek tartışılmak üzere ILO Yönetim Kurulu’na sunulmaktadır. Bildirgenin uygulanmasına ilişkin herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıktığında taraflar 1981 yılında benimsenen bir usul uyarınca ilgili hükümlerin yorumu konusunda ILO’ya başvuruda bulunabilmektedirler. II. OECD’NİN ULUSLARARASI YATIRIMLAR ÇOKULUSLU İŞLETMELER BİLDİRGESİ ve Çokuluslu şirketlerle ilgili olarak kabul edilen ikinci önemli bildirge OECD’nin yayınladığı Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi’dir. OECD Konseyi, 27 Haziran 2000 tarihinde Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri (OECD Guidelines For Multinational Enterprises) başlığını taşıyan tavsiye niteliğinde bir karar almıştır. Sözkonusu karar ekinde bir de Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi yayınlanmıştır. 12 12 Sözkonusu karar ve bildirge için bkz: Bkz: http://www.oecd.org/document/28/0,2340,en_2649_34889_2397532_1_1_1_1 ,00.html; Türkçe çevirisi için bkz: http://www1.oecd.org/publications/ebook/200201VE5.PDF 99 Çokuluslu Şirketler OECD Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri, devletler tarafından çokuluslu işletmelere yapılan tavsiyelerdir. Bunlar, ilgili yasalara uygun ve sorumlu bir ticari faaliyette bulunulması dogrultusunda, gönüllülük temeline dayalı ilkeler ve standartlar getirmektedir. Genel İlkeler, bu işletmelerin faaliyetlerinin devlet politikalarıyla uyumlu olmasını saglamayı, işletmeler ile faaliyette bulundukları toplumlar arasındaki karşılıklı güvenin temellerini güçlendirmeyi, yabancı yatırımlar için daha iyi bir iklim oluşturulmasına yardımcı olmayı, ve sürdürülebilir bir kalkınmaya çokuluslu işletmelerin katkısını arttırmayı amaçlamaktadır. Genel İlkeler, ulusal uygulama, işletmelere birbiriyle çelişen koşullar konması ve uluslararası yatırımlara konan teşvikler ve engeller ile ilgili diger unsurları da kapsayan OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi’nin bir parçasını oluşturmaktadır. Sözkonusu bildirgede çokuluslu şirketlerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınması açısından sağladığı veya sağlayacağı yararlar sağladığı şu şekilde ifade edilmiştir: “Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri, uluslararası ticaret ve yatırımlar aracılıgıyla, OECD ekonomilerini birbirine ve dünyanın öbür kısmına baglayan bagları güçlendirip derinleştirdi. Bu faaliyetler, gerek ana ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere önemli yararlar saglıyor. Çokuluslu işletmeler, tüketicilere almak istedikleri ürün ve hizmetleri rekabetçi fiyatlarla sunup yatırımcılara adil getiriler sagladıgında, bu yararlar daha da artıyor. Bunların ticaret ve yatırım faaliyetleri, sermaye, teknoloji, insan kaynakları ve dogal kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasına katkıda bulunuyor. Dünyanın farklı bölgeleri arasında teknoloji transferini ve yerel koşulları yansıtan teknolojilerin geliştirilmesini kolaylaştırıyorlar. Gerek formel, gerekse iş üzerinde egitim aracılıgıyla, bu işletmeler, ev sahibi ülkelerdeki insan sermayesinin gelişmesine de yardımcı oluyorlar.” OECD tarafından yayınlanan Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi’nde çokuluslu şirketlerin yatırım yaptıkları ülkeye ve o ülkede yaşayan topluma karşı 100 Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk sorumlukları da ortaya konulmuştur. Sözkonusu bildirgeye göre çokuluslu işletmeler: 1. Sürdürülebilir bir kalkınma saglanması amacıyla ekonomik, toplumsal ve çevresel ilerlemeye katkıda bulunmalıdır. 2. Ev sahibi devletin uluslararası yükümlülük ve taahhütleriyle uyumlu olarak, faaliyetlerinden etkilenenlerin insan haklarına saygı göstermelidir. 3. Saglıklı bir ticari uygulama geregiyle uyumlu olarak, işletmenin iç ve dış pazarlardaki faaliyetlerinin geliştirilmesinin yanı sıra, yerel toplumla yakın işbirligi yoluyla, ticari çıkarlar dahil, yerel kapasite gelişimini teşvik etmelidir. 4. Özellikle iş olanakları yaratarak ve çalışanlar için egitim olanaklarına yardımcı olarak insan sermayesi oluşumunu teşvik etmelidir. 5. Çevre, saglık, güvenlik, iş, vergi, mali teşvikler ve diger konularla ilgili yasa ya da düzenlemeler çerçevesinde öngörülmeyen istisnalar saglamaktan ya da kabul etmekten kaçınmalıdır. 6. İyi kurumsal yönetim (good governance) ilkelerini destekleyip savunmalı, ve iyi kurumsal yönetim uygulamaları geliştirip uygulamalıdır. 7. İşletmeler ile bunların faaliyette bulundukları toplumlar arasında karşılıklı güven ilişkisi geliştiren etkin öz-düzenleme uygulamaları ve yönetim sistemleri geliştirip uygulamalıdır. 8. Şirket politikalarının, egitim programları dahil, çeşitli yollarla yaygınlaştırılarak çalışanlarca bilinmesini ve bunlara uyulmasını teşvik etmelidir. OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi’nde çokuluslu şirketlerin başlıca sorumlulukları bir 101 Çokuluslu Şirketler kaç ana başlık altında daha detaylı olarak sunulmuştur. Bunları da kısaca özetlemekte yarar bulunmaktadır: Saydamlık. İşletmeler, faaliyetleri, yapısı, mali durumu ve performansı hakkında, zamanında, düzenli, güvenilir ve konu ile ilgili bilgilerin açıklanmasını saglamalıdır. Bu bilgiler, bir bütün olarak işletme hakkında ve, duruma göre, ayrıca faaliyet alanlarına ya da cografi bölgelere göre açıklanmalıdır. İşletmelerin açıklık politikaları, işletmenin niteligine, boyutuna ve bulundugu yere göre şekillendirilip maliyet, ticari sır ve diger rekabet konuları dikkate alınmalıdır. İstihdam ve İşçi-İşveren İlişkileri. Yürürlükteki yasa, yönetmelik ve cari işçi-işveren ilişkileri ve istihdam politikaları çerçevesinde, işletmeler, çalışanlarının sendikalar ve diger gerçek işçi temsilcileri tarafından temsil edilme hakkına saygı göstermeli, ve çalışma koşulları üzerinde anlaşmaya varılması amacıyla bu temsilcilerle bireysel olarak ya da işveren sendikaları aracılıgıyla yapıcı görüşmeler gerçekleştirmelidir. Sözkonusu bildirge içerisinde çokuluslu şirketlerin çalışma yaşamına ilişkin sorumlulukları çok daha geniş biçimde ifade edilmiştir. Çevre. İşletmeler, faaliyette bulundukları ülkelerdeki yasa, yönetmelik ve idari uygulamalar çerçevesinde, ve ilgili uluslararası anlaşma, ilke, amaç ve standartları dikkate alarak, çevreyi, kamu saglıgı ve güvenligini koruma, ve genel olarak faaliyetlerini daha genel sürdürülebilir kalkınma amacına katkıda bulunacak şekilde gerçekleştirme geregini hesaba katmalıdır. Rüşvetle Mücadele. İşletmeler, iş ya da başka bir usulsüz avantaj elde etmek ya da devam ettirmek amacıyla, dogrudan ya da dolaylı olarak, rüşvet ya da başka bir haksız avantaj teklif, vaat ya da talep etmemelidir. Tüketici Çıkarları. İşletmeler, tüketicilerle ilişkilerinde adil ticaret, pazarlama ve reklam uygulamalarına uygun hareket 102 Çokuluslu Şirketler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk etmeli ve sundukları mal ya da hizmetlerin güvenli ve kaliteli olmasını saglamak için makul bütün önlemleri almalıdır. Bilim ve Teknoloji. İşletmeler, faaliyetlerinin faaliyette bulundukları ülkelerin bilim ve teknoloji politikalarına ve planlarına uygun olmasını ve duruma göre yerli ve ulusal yaratıcılık kapasitesinin gelişmesine katkıda bulunmasını saglamalıdır. Rekabet. İşletmeler, yürürlükteki yasa ve yönetmelikler çerçevesinde, faaliyetlerini rekabetçi bir tarzda yürütmelidir. Vergilendirme. İşletmelerin vergi yükümlülüklerini zamanında ödeyerek ev sahibi ülkelerin kamu maliyesine katkıda bulunması önemlidir. Özel olarak, işletmeler, faaliyette bulundukları bütün ülkelerdeki vergi yasa ve yönetmeliklerine uymalı, ve bu yasa ve yönetmeliklerin özüne ve sözüne uygun hareket etmek için her türlü çabayı göstermelidir. Faaliyetleriyle ilgili olarak tahakkuk eden vergilerin dogru olarak tespit edilmesi için gerekli bilgilerin ilgili makamlara verilmesi ve transfer fiyatlandırma uygulamalarında dirsek mesafesi ilkesine uyulması, buna dahil edilebilir. OECD tarafından yayınlanan karar ve bildirgede devletlerin de çokuluslu şirketlere karşı ayrımcılık yapmamaları ve faaliyetlerini engelleyici kararları yürürlüğe koymamaları tavsiyelerinde bulunulmaktadır. Karar içerisinde devletlerin, kamu düzenini koruma, zorunlu güvenlik çıkarlarını savunma ve uluslararası barış ve güvenlikle ilgili taahhütlerini yerine getirme gereklerine uygun olarak, topraklarında faaliyet gösteren ve başka bir devletin yurttaşları tarafından dolaylı ya da dolaysız olarak sahip olunan ya da kontrol edilen işletmeleri yasa, yönetmelik ve idari uygulamaları altında uluslararası hukuka uygun ve benzer durumlarda yerli işletmelere uygulanandan daha az elverişli olmayan bir uygulamaya tabi tutmaları gerektigi ifade edilmektedir. 103 Çokuluslu Şirketler III. SONUÇ Her ne kadar tavsiye niteliğinde olsa da ILO’nun yayınladığı Çokuluslu Şirketler ve Sosyal Politika İle İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi ve OECD’nin yayınladığı Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi kurumsal sosyal sorumluluk açısından son derece önem taşıyan iki önemli metindir. Çokuluslu şirketler, hiç şüphesiz pek çok açıdan dünya ülkelerine ve vatandaşlarına farklı boyutta da olsa fırsatlar ve yararlar sağlamaktadır. Bununla birlikte, çok uluslu şirketlerin global ölçekte sürdürdükleri faaliyetleri yine global boyutlarda pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. ILO ve OECD’nin yayınladıkları bildirgeler kurumsal sosyal sorumluluk konusunda çokuluslu şirketlere ve hükümetlere önemli tavsiyelerde bulunmaktadır. 104 EKLER EK-1: ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ (ILO) ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE SOSYAL POLİTİKA İLE İLGİLİ İLKELER ÜÇLÜ BİRDİRGESİ * 2003 GİRİŞ Çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ) etkinlikleri 1960’lı ve 70’li yıllarda yoğun tartışmalara yol açmış, bunun sonucunda söz konusu şirketlerin uygulamalarını bir düzene bağlayacak ve başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere çok uluslu şirketlerle ev sahibi ülkeler arasındaki ilişkileri belirli bir çerçeveye oturtacak uluslararası belgeler hazırlanması yoluna gidilmiştir. Çokuluslu şirketler’lerın etkinlikleri özellikle çalışma yaşamına ve sosyal politikalara ilişkin duyarlılıkları gündeme getirmişti. ILO’nun kendi alanına giren konularda uluslararası geçerlilik taşıyacak ilkeler arayışı 1977 yılında Yönetim Kurulu’nun “Çokuluslu şirketler ve Sosyal Politika ile İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi”ni (Çokuluslu şirketler Bildirgesi) kabul etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu uluslararası belgede yer alan ilkeler ÇUŞ’lara, hükümetlere, işçi ve işveren kuruluşlarına istihdam, eğitim, çalışma ve yaşam koşulları ve işçi-işveren ilişkileri gibi alanlarda yol göstermektedir. Bildirgede yer alan hükümler, sosyal tarafların dikkate alıp mümkün olduğu ölçüde yaşama geçirmeye davet edildikleri çalışma yaşamına ilişkin çeşitli sözleşmeler ve tavsiye kararları ile pekiştirilmektedir. ILO’nun Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar Bildirgesi ile bunun * ILO Türkiye Temsilciliği tarafından yapılan tercümedir. Takip belgesini 1998 yılında kabul ederek ILO’nun amaçlarının gerçekleştirilmesinde temel sözleşmelerin oynadığı önemli rolü ortaya koymuştur ve nitekim ÇUŞ Bildirgesi de 1998 Bildirgesi’nin amaçlarını dikkate almaktadır. Bugün ÇUŞ’ların sosyal ve ekonomik küreselleşme sürecinde oynadıkları önemli rol ÇUŞ Bildirgesi’nde yer alan ilkelerin yaşama geçirilmesini daha da gerekli kılmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımları çekme ve özendirme çabaları dünyanın her yanında yoğunlaşırken taraflar da Bildirgede yer alan ilkeleri ÇUŞ’ların çalışma yaşamı ve sosyal alanda olumlu rol oynamalarını sağlamak üzere kullanmak için yeni bir fırsata sahip olmaktadırlar. ÇUŞ’ların, hükümetlerin, işçi ve işveren kuruluşlarının bildirge hükümlerini ne ölçüde yaşama geçirdiklerini izlemek üzere düzenli aralıklarla araştırmalar yapılmaktadır. Taraflardan bu konuda alınan yanıtlar çözümlenip özetlenerek tartışılmak üzere ILO Yönetim Kurulu’na sunulmaktadır. Gerek bu belgeler, gerekse ÇUŞ’lar ve sosyal politikaya ilişkin diğer araştırmalar http://www.ilo.org adresinden temin edilebilir. Bildirgenin uygulanmasına ilişkin herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıktığında taraflar 1981 yılında benimsenen bir usul uyarınca ilgili hükümlerin yorumu konusunda ILO’ya başvuruda bulunabilmektedirler. Bu mekanizmanın nasıl işlediğine ilişkin bilgiler ekte verilmektedir. Yoruma yönelik taleplerin nasıl aktarılacağı konusunda gerekli yardım Uluslararası Çalışma Ofisinden temin edilebilir. Bu belge hayli karmaşık ve hassas bir konuda sosyal politika ilkelerini ortaya koymaktadır. İlgili bütün tarafların Bildirgeye sahip çıkmaları ekonomik büyüme ve sosyal kalkınma açısından çok daha elverişli bir ortamın yaratılmasına katkıda bulunacaktır. 106 Ekler ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE SOSYAL POLİTİKA İLKELERİ KONUSUNDA ÜÇLÜ BİLDİRGE Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulu’nun 204. oturumunda (Cenevre, Kasım 1977) kabul edilmiş ve aynı organın 279. oturumunda (Cenevre, Kasım 2000) değiştirilmiştir *. Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulu, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün çokuluslu şirketlerin etkinlikleriyle ilgili çeşitli sosyal konularla uzun yıllardır ilgilenen bir kuruluş olmasından hareketle; 1960’lı yılların ortalarından bu yana özellikle çeşitli Sınai Komitelerin, Bölgesel Konferansların ve Uluslararası Çalışma Konferansı’nın, Yönetim Kurulu’nun çokuluslu şirketler ve sosyal politika alanında gerekli girişimlerde bulunması yönündeki taleplerini dikkate alarak; Kendine özgü üçlü yapısıyla, kendi alanındaki yetkinliğiyle ve sosyal alandaki uzun yıllara dayanan deneyimiyle ILO’nun hükümetlerin, işçi ve işveren kuruluşlarının ve çokuluslu şirketlerin yönlendirilmesine ilişkin ilkelerin oluşturulmasında oynayacağı temel rolü gözeterek; ILO’nun 1972 yılında Çokuluslu şirketler ve Sosyal Politika arasındaki ilişkiler konusunda uzmanların katıldıkları üç taraflı bir toplantı düzenlediğini, bu toplantıda ILO’nun bu konuya ilişkin bir çalışma ve araştırma yürütmesi, gene aynı konuda 1976 yılında Üçlü Danışma Toplantısı düzenlenmesi, böylece ILO’nun araştırma programının gözden geçirilerek sosyal ve çalışma yaşamına ilişkin konularda uygun ILO girişimlerinin belirlenmesi yönünde tavsiye kararı alındığını hatırlatarak; Dünya İstihdam Konferansı kararlarını göz önünde bulundurarak; Gelişmekte olan ülkelerde istihdam olanakları yaratılması dahil * Resmi Bülten, C. LXXXII, 2000, Dizi A, No.3 107 çokuluslu şirketlerin etkinliklerinin sosyal yönleriyle ilgili olup ILO’nun alanına giren konularda Üçlü İlkeler Bildirgesi’nin hazırlanması, bu arada 1976 yılında gerçekleştirilen Üçlü Danışma Toplantısı’nda dile getirilen tavsiyelerin de gözetilmesi yönündeki kararına Üçlü grup tarafından hazırlanan taslak ilkelerin gözden geçirilmesi amacıyla Üçlü Danışma Kurulu’nun Çokuluslu şirketler ve Sosyal Politika ile ilgili Üçlü Bildirge olarak adlandırılabilecek bu bildirge Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulunun kabul etmiş olduğu ILO üyesi Devletleri, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarını ve çokuluslu şirketleri burada belirtilen ilkelere uymaya çağırmaktadır. 1. Çokuluslu şirketler, birçok ülkenin ekonomisinde ve uluslararası ekonomik ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır. Bu konu, gerek hükümetlerin, gerekse işçi ve işveren kuruluşlarının giderek daha çok ilgisini çekmektedir. Bu tür girişimler doğrudan uluslararası yatırımlar ve diğer yollardan, sermayenin, teknolojinin ve emeğin daha etkin kullanımına katkıda bulunarak gerek geldikleri gerekse gittikleri ülkelere önemli yararlar sağlayabilirler. Hükümetlerin izledikleri kalkınma politikaları açısından bakıldığında bu şirketler ayrıca ekonomik ve sosyal refaha, yaşam standartlarının yükseltilmesine, temel gereksinimlerin karşılanmasına, doğrudan ya da dolaylı biçimde istihdam olanakları yaratılmasına, sendikalaşma özgürlüğü dahil olmak üzere temel insan haklarının gerçekleşmesine tüm dünyada katkıda bulunabilirler. Buna karşılık, çokuluslu şirketlerin etkinliklerini kendi ulusal çerçevelerinin ötesinde örgütleyebilme alanında sağladıkları ilerleme, tek elde biriken ekonomik gücün istismar edilmesine, ilgili ülkelerdeki ulusal politikalarla ters düşülmesine de yol açabilir ve bu şirketlerin karmaşık yapılanmalarını, işlemlerini ve politikalarını anlamadaki güçlük zaman zaman ana ülkede, gidilen ülkede ya da her ikisinde birden sorunlara yol açabilir. 2. Bu Bildirgenin amacı, Birleşmiş Milletlerin Yeni bir Uluslararası Ekonomik Düzen kurulmasını öngören kararları ışığında çokuluslu şirketlerin ekonomik ve sosyal gelişmeye olumlu katkılar yapmalarını özendirmek, çeşitli etkinliklerinin yol açabileceği güçlükleri asgariye indirmek ya da gidermektir. 3. Hükümetlerin uygun yasa ve politikaları, önlemleri ve girişimleri benimsemeleri; hükümetlerle işçi ve işveren kuruluşlarının bütün 108 Ekler ülkelerde işbirliğine gitmeleri bu amacın gerçekleşmesine katkıda bulunacaktır. 4. Bildirgede yer alan ilkelerin muhatabı hükümetler, ana ülkelerde ve gidilen ülkelerdeki işçi ve işveren kuruluşları ile çokuluslu şirketlerdir. 5. Bu ilkelerle amaçlanan, hükümetlere, işçi ve işveren kuruluşlarına ve Çokuluslu şirketlere yol göstererek; ILO Anayasasında, ilgili Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında yer alan hususlar doğrultusunda sosyal gelişmeye katkıda bulunacak önlemleri, girişimleri ve sosyal politikaları benimsemelerini sağlamaktır. 6. Bildirge, bu amacın gerçekleşmesi açısından çokuluslu şirketlerin kesin bir hukuki tanımını verme gereğini duymamaktadır. Bu paragraf da böyle bir tanım vermek yerine Bildirgenin anlaşılmasını kolaylaştırmaya yöneliktir. Çokuluslu şirketlerin kapsamına, özel, kamuya ait ya da karma şirketlerin kayıtlı oldukları ülke dışındaki ülkelerde üretimin, dağıtımın, hizmetlerin ve diğer işlemlerin sahibi olan ya da bunları kontrol eden şirketler girer. Çokuluslu şirketler kapsamındaki birimlerin birbirlerine göre bağımsızlık dereceleri, bu kuruluşların kendi alanları arasındaki bağlantılara, mülkiyet biçimine, büyüklüğe, niteliği ve etkinliklerin mekanına göre büyük farklılıklar gösterir. Başka türlü bir açıklama yapılmadığı sürece bu metindeki “çokuluslu şirket” terimi, aralarındaki sorumluluk dağılımına göre çeşitli birimleri (ana şirket ya da yerel birimler ya da bir bütün olarak kuruluş) anlatmaktadır. Varsayılan, söz konusu birimlerin bu Bildirgede yer alan ilkelerin yaşama geçirilmesinde işbirliği yapacakları ve birbirlerine yardımcı olacaklarıdır. 7. Bildirge, hükümetlerin, işçi ve işveren kuruluşlarının ve çokuluslu şirketlerin istihdam, eğitim, yaşam ve çalışma koşulları ve işçi-işveren ilişkileri gibi alanlarda gönüllülük temelinde gözetmeleri tavsiye edilen ilkeleri içermektedir. Burada yer alan hükümler, herhangi bir ILO Sözleşmesinin onaylanmasından kaynaklanan yükümlülükleri sınırlandırıcı ya da başka bir biçimde etkileyici nitelik taşımamaktadır. GENEL POLİTİKALAR 8. Bu Bildirge ile ilgili bütün taraflar Devletlerin yönetim haklarına saygı göstermeli, ulusal yasa ve yönetmeliklere uymalı, yerel uygulamalara gereken önemi vermeli ve ilgili uluslararası standartları benimsemelidirler. Taraflar İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine, BM 109 tarafından benimsenen ilgili uluslararası anlaşmalara, ILO Anayasasına ve örgütlenme ve ifade özgürlüğünü sürekli gelişme açısından vazgeçilmez sayan ilkelerine saygı göstermelidirler. Taraflar, 1998 yılında benimsenen Çalışma Yaşamında Temel İlkeler ve Haklar ILO Bildirgesinin ve Takibinin yaşama geçirilmesine katkıda bulunmalı, ulusal yasalar ve kabul edilen uluslararası sözleşmeler gereği gönüllülük temelinde üstlendikleri yükümlülükleri yerine getirmelidirler. 9. 87,98, 111, 122, 138 ve 182 sayılı Sözleşmeleri henüz onaylamamış olan ülkelerin bu sözleşmeleri onaylamaları, her durumda kendi ulusal politikaları aracılığıyla bu sözleşmelerde ve 111, 119, 122, 146 ve 190 sayılı tavsiye kararlarında yer alan ilkeleri mümkün olduğunca yaşama geçirmeleri istenmektedir. 13 Onaylamış bulundukları sözleşmelerle ilgili yükümlülükleri saklı kalmak kaydıyla, bu paragrafta belirtilen sözleşmelerin onaylanmamış olduğu ülkelerde ilgili bütün taraflar sosyal politikaların belirlenmesinde rehber olarak söz konusu sözleşmelere başvurmalıdırlar. 10. Çokuluslu şirketler, faaliyet gösterdikleri ülkelerde belirlenen genel politika amaçlarını eksiksiz biçimde gözetmelidirler. şirketlerin etkinlikleri, bulundukları ülkelerin kalkınma öncelikleriyle, sosyal yapısı ve amaçlarıyla tam bir uyum içinde olmalıdır. Bunu sağlamak üzere, şirketler, hükümetler ve uygun olan durumlarda ülkedeki işçi ve işveren kuruluşları arasında görüş alışverişi yapılmalıdır. 11. Bu Bildirgede yer alan ilkeler, çokuluslu şirketlerle ulusal şirketler arasında farklılık gözetme ve eşitsizlikler getirme amacını taşımamaktadır. İlkeler, bütün çokuluslu şirketler ve ulusal şirketler için geçerli örnek davranışları ve uygulamaları yansıtmaktadır. Sendika Kurma Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasıyla ilgili 87 sayılı Sözleşme; Sendika Kurma ve Toplu Sözleşme Haklarına ilişkin ilkelerin uygulanmasıyla ilgili 98 sayılı Sözleşme; İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılıkla ilgili 111 sayılı Sözleşme; İstihdam Politikalarıyla ilgili 122 sayılı Sözleşme; İşe Kabulde Asgari Yaşla ilgili 138 sayılı Sözleşme; Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesi ve Bu konuda İvedi Girişimlerle ilgili 182 sayılı Sözleşme; İstihdam v e Mesleklerde Ayrımcılıkla ilgili 111 sayılı Tavsiye Kararı; İşverenin Girişimiyle İşe Son Vermeyle ilgili 119 sayılı Tavsiye Kararı; İstihdam Politikalarıyla ilgili 122 sayılı Tavsiye Kararı; İşe Kabulde Asgari Yaşla ilgili 146 sayılı Tavsiye Kararı; Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesi ve Bu konuda İvedi Girişimlerle ilgili 190 sayılı Tavsiye Kararı 13 110 Ekler Bildirgede yer alan ilkeler her iki kesim için de geçerlilik taşıdığında, şirketlerin genel uygulamaları ve özellikle de sosyal alandaki etkinlikleri aynı beklentilerle karşılanacaktır. 12. şirketlerin ana ülkelerinin hükümetleri bu Bildirgede yer alan ilkelere uygun örnek sosyal uygulamalar içinde olmalı, şirketlerin faaliyette bulundukları ülkelerde geçerli iş hukukuna, yönetmeliklere ve uygulamalarla ilgili uluslararası standartlara saygı göstermelidir. Gerek ana gerekse faaliyette bulunulan ülke hükümetleri, ne zaman gerek doğarsa, herhangi bir tarafın girişimi üzerine başlatılacak görüşmelere hazırlıklı olmalıdırlar. İSTİHDAM İstihdamın geliştirilmesi 13. Hükümetler, ekonomik büyüme ve kalkınmayı canlandırmak, yaşam standartlarını yükseltmek, işgücü gereksinimlerini karşılamak, işsizlik ve eksik istihdam gibi sorunları çözmek amacıyla tam, verimli ve tercih serbestisine dayanan bir istihdam sağlayacak politikaları benimsemeli ve uygulamalıdırlar 14. 14. Bu husus, işsizlik ve eksik istihdam sorunlarının en ciddi boyutlara ulaştığı gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri söz konusu olduğunda daha da önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, Üç Taraflı Dünya İstihdam Konferansı, Gelir Dağılımı ve Sosyal İlerleme ve Uluslararası İşbölümü tarafından ulaşılan sonuçlar özellikle dikkate alınmalıdır 15. 15. Yukarıdaki 13 ve 14. paragraflar, gerek ana gerekse ev sahibi ülkelerde çokuluslu şirketlerin istihdam alanındaki etkilerine gerekli duyarlılığın gösterileceği çerçeveyi oluşturmaktadır. 16. Çokuluslu şirketler, özellikle gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösterdiklerinde, hükümetin istihdam alanındaki hedeflerini ve politikalarını, istihdam güvencelerini ve işletmelerin uzun dönemdeki gelişimini de gözeterek istihdam olanaklarını ve standartlarını yükseltmeye çalışmalıdırlar. 14 15 İstihdam Politikasıyla ilgili 122 sayılı Sözleşme ve 122 sayılı Tavsiye Kararı ILO, Dünya İstihdam Konferansı, Cenevre, 4-17 Haziran 1976 111 17. Çokuluslu şirketler, faaliyetlerine başlamadan önce mümkünse ilgili ülkelerdeki yetkililerle ve işçiişveren kuruluşlarıyla görüşerek kendi işgücü politikalarının ülkelerin ulusal sosyal kalkınma politikalarıyla mümkün olduğunca uyumlu olmasını sağlamalıdırlar. Ulusal şirketlerde olduğu gibi, bu tür görüş alışverişleri çokuluslu şirketler ve işçi sendikaları dahil ilgili bütün taraflar arasında devam etmelidir. 18. Çokuluslu şirketler her düzeyde oluşturulan, kendilerinin çalıştırdıkları işçilerin temsilcilerini ya da bu işçilerin kuruluşlarını ve hükümetleri de kapsayan işbirlikleriyle ev sahibi ülke yurttaşlarının istihdamına, mesleki gelişimine ve yetkinleşmesine öncelik tanımalıdırlar. 19. Çokuluslu şirketler gelişmekte olan ülkelere yatırım yaptıklarında, doğrudan ya da dolaylı yoldan istihdam yaratan teknolojiler kullanmanın önemini gözetmelidirler. Sürecin niteliği ve ilgili ekonomik sektördeki koşullar ölçüsünde teknolojilerini ilgili ülkenin özelliklerine ve gereksinimlerine göre uyarlamalıdırlar. Çokuluslu şirketler ayrıca, mümkünse, ev sahibi ülkelerde uygun teknolojilerin geliştirilmesi çalışmalarında yer almalıdırlar. 20. Çokuluslu şirketler, genişleyen dünya ekonomisi bağlamında gelişmekte olan ülkelerde istihdamı yaygınlaştırmak amacıyla, yedek parça ve donanım üretimi için ulusal şirketlerle sözleşmeler akdetme, yerli hammadde kullanma ve yerli hammaddelerin giderek yerel ölçekte işlenmesi gibi konulara önem vermelidirler. Bu tür düzenlemeler çokuluslu şirketler tarafından bu Bildirgede yer alan sorumluluklardan kaçınmak amacıyla kullanılmamalıdır. Fırsat ve davranış eşitliği 21. Bütün hükümetler, ırk, renk, cinsiyet, din, siyasal görüş, ulusal aidiyet ve sosyal köken farkı gözetmeksizin fırsat ve davranış eşitliği ilkesine dayalı politikalar yürütmelidir 16. 22. Yukarıda belirtilen genel ilke, 18. paragrafta belirtilen önlemler ve tarihsel geçmişe dayanan ayrımcılık kalıplarını kırma yönündeki hükümet politikaları saklı kalmak kaydıyla çokuluslu şirketlerin bütün 16 İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılıkla ilgili 111. sayılı Sözleşme ve Tavsiye Kararı; Eşit Değerdeki Emek Karşılığı Erkek ve Kadınlara Eşit Ücretle ilgili 100 sayılı Sözleşme ve 90 sayılı Tavsiye Kararı. 112 Ekler faaliyetlerine yön vermeli, böylece istihdamda eşit fırsat ve davranışların yerleşmesine katkıda bulunmalıdır. Çokuluslu şirketler bu çerçevede nitelik, beceri ve deneyimi, işe almada, işe yerleştirmede, eğitimde ve her düzeydeki personelin gelişiminde başlıca ölçütler olarak gözetmelidirler. 23. Hükümetler 21. paragrafta yer alan temellerde ayrımcılık yapılmasını çokuluslu şirketlerden hiçbir şekilde talep etmemeli ve onları bu tür ayrımcılığa özendirmemelidir. Gerektiğinde, hükümetler, istihdamda bu tür ayrımcılıktan kaçınılması için çokuluslu şirketlere gerekli tavsiyelerde bulunmalıdırlar. İstihdam güvencesi 24. Hükümetler, çokuluslu şirketlerin farklı sanayi sektörlerindeki istihdam üzerindeki etkilerini dikkatle değerlendirmelidirler. Bütün ülkelerdeki hükümetler ve çokuluslu şirketler, çokuluslu şirket faaliyetlerinin istihdam ve işgücü piyasası etkilerini değerlendirmek üzere uygun önlemler almalıdırlar. 25. Ulusal şirketler gibi çokuluslu şirketler da aktif bir işgücü planlamasıyla kendi çalışanlarına istikrarlı bir istihdam sağlamalı, iş güvencesi ve sosyal güvenlikle ilgili olarak üzerinde anlaşmaya varılmış yükümlülükleri titizlikle gözetmelidirler. Çokuluslu şirketlerin esnek yapıları açısından bakıldığında, özellikle faaliyetlerin kesilmesinin uzun süreli işsizlik yaratabileceği ülkelerde istihdam güvencesi sağlayacak yollara başvurulmalıdır. 26. Faaliyetlerde, istihdam alanında önemli etkiler yaratacak değişiklikler olması durumunda (örneğin birleşmeler, devralmalar ya da üretim transferleri) çokuluslu şirketler, bu değişiklikler konusunda hükümet yetkililerine ve kendi çalışanlarını temsil eden kuruluşlara makul bir zamanda gerekli bilgileri vermeli, olumsuz sonuçların hafifletilmesini sağlayacak önlemler birlikte düşünülmelidir. Bu husus, belirli bir şirketin kapanması sonucu toplu işten çıkarmaların gündeme geldiği durumlarda özellikle önem kazanmaktadır. 27. Keyfi işten çıkarmalardan kaçınılmalıdır 17. 17 İşverenin Girişimiyle İşe Son Verme konulu 119 sayılı Tavsiye Kararı. 113 28. Hükümetler, çokuluslu şirketler ve ulusal şirketlerle işbirliği halinde, işlerine son verilen işçilere bir şekilde gelir desteği sağlayacak uygulamalar geliştirmelidir 18. EĞİTİM 29. Hükümetler, ilgili bütün taraflarla işbirliği halinde, istihdamla yakından ilintili mesleki eğitim ve rehberlik konusunda ulusal politikalar geliştirmelidir 19 . Çokuluslu şirketler de kendi eğitim çalışmalarını bu çerçevede yürütmelidirler. 30. Çokuluslu şirketler ev sahibi ülkedeki çalışanları için her düzeyde eğitim sağlamalı, bu eğitimin hem şirketin kendi gereksinimlerini hem de ülkenin uyguladığı kalkınma politikalarının gereksinimlerini karşılamasını gözetmelidir. Bu eğitim, mümkün olduğu ölçüde, genel olarak yararlı becerileri geliştirmeli ve kariyer fırsatları yaratmalıdır. Bu sorumluluk, uygun olduğu durumlarda, ülkedeki yetkililer, işçi ve işveren kuruluşları ve bu alanda yetkin yerel, ulusal ya da uluslararası kuruluşlarla işbirliği halinde yerine getirilmelidir. 31. Gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren çokuluslu şirketler, ulusal şirketlerle birlikte, özel fonlar dahil olmak üzere ev sahibi ülke tarafından teşvik edilen, işçi ve işveren kuruluşları tarafından desteklenen programlarda yer almalıdırlar. Bu tür programlar beceri yaratma ve geliştirme, mesleki rehberlik amaçlarına yönelik olmalı, destek veren taraflarca birlikte yürütülmelidir. Çokuluslu şirketler mümkün olduğu durumlarda, ulusal kalkınmaya katkı çabalarının bir parçası olarak hükümetler tarafından düzenlenen eğitim programlarına, beceri düzeyi yüksek kaynak kişilerin verecekleri hizmetlerle yardımcı olmalıdırlar. 32. Çokuluslu şirketler, hükümetlerle işbirliği halinde ve işletmelerini etkin biçimde çalıştırarak ev sahibi ülkedeki yöneticilerin örneğin işçiişveren ilişkileri gibi alanlarda kendilerini geliştirmelerini sağlayacak fırsatlar yaratmalıdırlar. Ücretler, haklar ve çalışma koşular 18 ibid. İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Mesleki Eğitim ve Rehberlikle ilgili 142 sayılı Sözleşme ve 150 sayılı Tavsiye Kararı. 19 114 Ekler 33. Çokuluslu şirketlerin çalışanlarına sağladığı ücretler, haklar ve çalışma koşulları, ilgili ülkede eş konumdaki işverenlerin sağladıklarından daha geri düzeyde olmamalıdır. 34. Çokuluslu şirketlerin eş konumda işverenlerin bulunmadığı gelişmekte olan ülkelerde faaliyet göstermeleri halinde, hükümet politikaları çerçevesinde mümkün olan en iyi ücretler, haklar ve çalışma koşulları sağlanmalıdır 20 . Bütün bunlar şirketin ekonomik konumuna göre belirlenmeli, ancak her durumda işçilerin ve ailelerinin temel gereksinimlerini karşılayacak düzeyde olmalıdır. şirketin çalışanlarına konut, tıbbi bakım ve gıda sağladığı durumlarda bu sağlananlar iyi standartlarda olmalıdır 21. 35. Hükümetler, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri alt gelir gruplarıyla daha az gelişmiş yörelerin çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinden mümkün olan en geniş biçimde yararlanmalarını sağlayacak önlemler almalıdır. Asgari Yaş 36. Gerek çokuluslu şirketler gerekse ulusal şirketler, çocuk işçiliğinin kalıcı biçimde ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla işe kabulde asgari yaş uygulamasına riayet etmelidirler 22. Güvenlik ve sağlık 37. Hükümetler, gerek çokuluslu şirketlerin gerekse ulusal şirketlerin çalışanlara yeterli güvenlik ve sağlık koşullarını sağlamalarını güvence altına almalıdır. 119 sayılı Makinelerin Korunma Tertibatı ile Techizi, 115 sayılı İyonlaştırıcı Radyasyon, 136 sayılı Benzen ve 139 sayılı Mesleğe Bağlı Kanser konulu ILO Sözleşmelerini henüz onaylamamış ülkeler, bu durumlarına karşın söz konusu sözleşmelerde ve ilgili tavsiye kararlarında (118, 114, 144 ve 147 sayılı kararlar) yer alan ilkeleri mümkün olduğunca yaşama geçirmelidirler. Bu konuda Çalışma Saatlerinin Azaltılmasına ilişkin 116 sayılı Tavsiye Kararı Plantasyonlarda Çalışanların İstihdam Koşullarıyla ilgili 110 sayılı Sözleşme ve Tavsiye Kararı; Çalışanların Konut Gereksinimleriyle ilgili 115 sayılı Tavsiye Kararı; Tıbbi Bakımla ilgili 69 sayılı Tavsiye Kararı; Tıbbi Bakım ve Hastalık Yardımlarıyla ilgili 130 sayılı Sözleşme ve 134 sayılı Tavsiye Kararı. 22 138 sayılı Sözleşme, Madde 1; 182 sayılı Sözleşme, Madde 1. 20 21 115 ILO yayınları arasında yer alan Uygulama Kuralları ve Kılavuzları adlı belge de dikkate alınmalıdır 23. 38. Çokuluslu şirketler bu konudaki ulusal gereklilikleri karşılayan en üst düzeyde güvenlik ve sağlık standardı sağlamalı, bu amaçla belirli tehlikelere ilişkin ön bilgilerle birlikte işletme içindeki deneyim bütün olarak dikkate alınmalıdır. Çokuluslu şirketler, faaliyette bulundukları bütün ülkelerde, başka ülkelerdeki faaliyetlerinde ve yerel çalışmalarında gözettikleri güvenlik ve sağlık standartları konusundaki bilgileri işçilerin işyerindeki temsilcilerine, talep üzerine yetkili mercilere ve işçi-işveren kuruluşlarına sunmalıdırlar. Çokuluslu şirketler özellikle yeni ürünler ve üretim süreçleriyle ilgili özel tehlikelerle bunlara karşı alınacak önlemleri ilgili kişilere bildirmelidirler. Eş konumdaki ulusal şirketler gibi çokuluslu şirketlerde de sınai güvenlik ve sağlık risklerinin ve tehlikelerin nereden kaynaklandığı tetkik etme ve uygun önlemleri alma konusunda öncü olmalıdır. 39. Çokuluslu şirketler uluslararası güvenlik ve sağlık standartlarının hazırlanması ve uygulanmasıyla ilgili çalışmalarda bu alanda uzman uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmalıdır. 40. Çokuluslu şirketler, ulusal uygulamalar çerçevesinde sağlık ve güvenlik konularında yetkili mercilerle, işçilerin temsilcileri ve kuruluşlarıyla ve bu alanda görev yapan kurumlarla tam bir işbirliğine gitmelidir. Uygun olduğunda, güvenlik ve sağlıkla ilgili konular, işçiler ve kuruluşlarıyla imzalanacak toplu sözleşmelerde yer almalıdır. SINAİ İLİŞKİLER 41. Çokuluslu şirketler faaliyette bulundukları ülkede eş konumda olan işverenlerin sağladığı sınai ilişkileri gözeterek, en az bu düzeyi tutturmalıdırlar. Sendika kurma ve örgütlenme özgürlüğü 42. Gerek çokuluslu şirketler, gerekse ulusal şirketler tarafından çalıştırılanlar, hiçbir ayrım gözetilmeksizin, daha önceden onay almadan, kendi tercihleri doğrultusunda ve ancak söz konusu İlgili ILO Sözleşmeleri ve Tavsiye Kararları için bkz. Mesleki Güvenlik ve Sağlıkla ilgili ILO Yayınları Katalogu, 1999, ILO, Cenevre. Ayrıca bkz. http://www.ilo.org/public/english/protection/safework/publicat/index.htm 23 116 Ekler kuruluşların kendi kuralları çerçevesinde istedikleri kuruluşlara üye olabilirler 24 . Çalışanlar, ayrıca, sendika karşıtı ayrımcılık uygulamalarından da gereğince korunurlar 25. 43. Çokuluslu şirketleri ya da buralarda çalışanları temsil eden kuruluşlar, kurulma, çalışma ve idare açılarından birbirlerinin ya da onlar adına hareket eden kişilerin müdahaleci tutumlarına karşı korunurlar 26. 44. Yerel koşullar uygun olduğunda, çokuluslu şirketler temsili işveren kuruluşlarını desteklemelidirler. 45. Henüz bu yönde uygulaması olmayan hükümetler, çokuluslu şirketleri ya da bu şirketlerde çalışan işçileri temsil eden örgütlere, diledikleri uluslararası işveren ya da işçi kuruluşlarına katılma izni verilmesinin çokuluslu şirketler açısından taşıdığı önemi gözönüne alarak, 87 sayılı Sözleşmenin 5. Maddesini uygulamaya teşvik etmelidirler. 46. Ev sahibi ülkelerin yabancı yatırımları çekebilmek için özel özendiricilere başvurdukları durumlarda, bu özendiriciler işçilerin sendikalaşma ve toplu sözleşme haklarını kısıtlayıcı mahiyette olmamalıdır. 47. Çokuluslu şirketlerde çalışanların temsilcilerinin bir araya gelerek kendi aralarında istişare ve görüş alışverişinde bulunmaları engellenmemelidir. Ancak, bu tür istişare ve görüş alışverişlerinin şirketin normal işleyişini, işçiler ve kuruluşları ile ilişkilerini zedeleyici nitelikte olmamalıdır. 48. Hükümetler, yerel ya da ulusal kuruluşların ortak ilgi alanlarına giren konularda görüş alışverişinde bulunmak üzere başka ülkelerden davet ettikleri işçi ve işveren kuruluşlarının ülkeye girişini kısıtlamamalıdır. Toplu pazarlık 87. sayılı Sözleşme, Madde 2. 98 sayılı Sözleşme, Madde 1(1) 26 98 sayılı Sözleşme, Madde 2(1) 24 25 117 49. Çokuluslu şirketler tarafından istihdam edilenler, ulusal yasa ve uygulamalar çerçevesinde toplu pazarlık yapmak üzere kendi temsili kuruluşlarına sahip olma ve bunları seçme haklarına sahiptir. 50. Gerektiğinde, işverenler ve işveren kuruluşlarıyla işçi kuruluşları arasında gönüllülük temelindeki görüşmeleri sağlayan mekanizmaların oluşmasını ve gelişmesini sağlayacak ülke koşullarına uygun mekanizmalar teşvik edilmelidir 27. 51. Gerek çokuluslu şirketler gerekse ulusal şirketler, etkili toplu pazarlık yapabilmelerini sağlayacak kolaylıkları ve imkanları işçi temsilcilerine tanımalıdırlar 28. 52. Çokuluslu şirketler, faaliyette bulundukları ülkelerin her birinde çalıştırdıkları işçilerin yasal ve yetkili temsilcilerinin yetkili şirket yöneticileriyle görüşme yapabilme imkanlarını sağlamalıdırlar. 53. Çokuluslu şirketler, çalışma koşulları konusunda işçi temsilcileriyle iyi niyet esasına göre yürüttükleri görüşmelerde ya da işçiler örgütlenme haklarını kullanırlarken halen faaliyette bulunan bir birimin tamamını ya da bir bölümünü ülke dışına taşıma tehdidini kullanarak görüşmeleri kendi lehlerine etkileme ve örgütlenmeyi engelleme yoluna gitmemeli, gene aynı amaca yönelik olarak başka ülkelerdeki birimlerden bu ülkeye işçi getirmemelidirler. 54. Toplu pazarlıklarda yorum farklılığından kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümüne, uygulamaya ve karşılıklı saygı gösterilmesi gereken haklar ve sorumluluklara ilişkin hükümler yer almalıdır. 55. Çokuluslu şirketler işçi temsilcilerine ilgili birimle anlamlı bir pazarlık yapabilmeleri için gerekli bilgileri sağlamalı, ayrıca bunun ulusal yasa ve yönetmeliklere uygun olduğu durumlarda işçi kuruluşlarının ilgili birim ya da şirketin bütünün performansına ilişkin doğru ve gerçekçi bir görüş edinmelerini sağlayacak bilgileri vermelidir 29. 98 sayılı Sözleşme, Madde 4. İşletmelerdeki İşçi Temsilcilerine Sağlanacak Koruma ve Kolaylıklarla ilgili 135 sayılı Sözleşme 29 İşletmedeki Yöneticilerle İşçiler Arasındaki İletişime ilişkin 129 sayılı Tavsiye Kararı 27 28 118 Ekler 56. Yasa ve uygulamaların buna izin verdiği durumlarda hükümetler, işçi kuruluşlarından gelen talep üzerine, şirketin faaliyette bulunduğu sanayi dalları ile ilgili olup toplu pazarlık sürecindeki nesnel ölçütleri ortaya koyacak bilgileri sağlamalıdır. Bu bağlamda gerek çokuluslu şirketler gerekse ulusal şirketler, hükümetlerin faaliyetleriyle ilgili bilgi taleplerine yapıcı biçimde yanıt vermelidirler. İstişare 57. Gerek çokuluslu şirketler, gerekse ulusal şirketlerde işverenlerle işçiler ve temsilcileri arasında karşılıklı anlaşmayla geliştirilen sistemler, ulusal yasa ve uygulamalar çerçevesinde, ortak ilgi alanlarında düzenli danışmalara imkan tanımalıdır. Ancak, bu tür danışmalar toplu pazarlığın yerine geçemez 30. Anlaşmazlıkların incelenmesi 58. Gerek çokuluslu şirketler, gerekse ulusal şirketler çalıştırdıkları kişilerin şikayetlerini belirtilen şu hüküm çerçevesinde dile getirme hakkına saygı göstermelidir: bireysel olarak ya da başka işçilerle birlikte herhangi bir konuda ihtilafı olan kişi, sonuçta herhangi bir ön yargıya ve mağduriyete maruz kalmadan bu konuyu dile getirme ve ilgili usuller çerçevesinde incelettirme hakkına sahiptir 31. Bu husus, sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkı konularıyla zorla çalıştırmaya ilişkin ILO Sözleşmelerine uymayan ülkelerdeki çokuluslu şirket faaliyetleri söz konusu olduğunda daha da önem kazanmaktadır 32. İşçi ve işveren arasındaki uyuşmazlıkların çözüme bağlanması 59. Çokuluslu şirketler ve ulusal şirketler, çalıştırdıkları işçilerin temsilcileri ve kuruluşlarıyla birlikte gönüllülük temelinde ve ulusal koşullara uygun bir uzlaşma mekanizması oluşturmalıdırlar. Bu mekanizma, gönüllü hakemliğe yer vererek işçi ve işveren kesimi 30 İşverenlerle İşçilerin İşletme Düzeyindeki İstişare ve İşbirliğine ilişkin 94 sayılı Tavsiye Kararı ve İşletme içindeki İletişime ilişkin 129 sayılı Tavsiye Kararı 31 İşletme içindeki Anlaşmazlıkların Uyuşma Yoluyla Çözülmesine Yönelik İncelemelerle ilgili 130 sayılı Tavsiye Kararı 32 Zorla Çalıştırmaya ilişkin 29 sayılı Sözleşme; Zorla Çalışmanın Yasaklanmasına ilişkin 105 sayılı Sözleşme; Dolaylı Yollardan Zorla Çalıştırmaya ilişkin 35 sayılı Tavsiye Kararı 119 arasındaki uyuşmazlıkları önleyip çözüme bağlayabilir. Bu tür gönüllü mekanizmalarda işçi ve işveren kesimi eşit katılımla yer almalıdır 33. 17 Kasım 2000, Cenevre EK-Uluslararası Çalışma Ofisi Yönetim Kurulu’nun 204. Oturumunda (Kasım 1977, Cenevre) kabul edilen ve aynı organın 279. Oturumunda (Kasım 2000, Cenevre) * değiştirilen haliyle Çokuluslu şirketler ve Sosyal Politika ile İlgili Üçlü Bildirgesi’nde atıfta bulunulan çalışma yaşamına ilişkin Sözleşmeler ve Tavsiyeler Sözleşmeler • Zorla Çalıştırma ya da Zorunlu Emeğe ilişkin 29 sayılı Sözleşme, 1930 • Sendikalaşma Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına ilişkin 87 sayılı Sözleşme, 1948 • Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı İlkelerinin uygulanmasına ilişkin 98 sayılı Sözleşme, 1949 • Eşit Değerde Emek Karşılığı Erkekler ve Kadınlara Eşit Ücret Ödenmesine ilişkin 100 sayılı Sözleşme, 1951 • Zorla Çalıştırmanın Kaldırılmasına ilişkin 105 sayılı Sözleşme, 1957 • Plantasyonlarda Çalışanların Koşullarına ilişkin 110 sayılı Sözleşme, 1958 • İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılığa ilişkin 111 sayılı Sözleşme, 1958 • Çalışanların İyonlaştırıcı Radyasyondan Korunmalarına ilişkin 115 sayılı Sözleşme, 1960 Gönüllülük Temelinde Uzlaşma ve Hakemlikle ilgili 92 sayılı Tavsiye Kararı Bildirgede atıfta bulunulan Sözleşme ve Tavsiye Kararları şu adresten temin edilebilir: ILO Publications, International Labour Office, 4, route des Morillons, CH-1211 Geneva 22, Switzerland ya da htttp://www.ilo.org 33 * 120 Ekler • Makinelerin Korunma Tertibatı ile Techizine ilişkin 119 sayılı Sözleşme, 1963 • İstihdam Politikalarına ilişkin 122 sayılı Sözleşme, 1964 • Tıbbi Bakım ve Hastalık Yardımlarına ilişkin 130 sayılı Sözleşme, 1969 • İşletmelerdeki İşçi Temsilcilerine Sağlanacak Koruma ve Kolaylıklara ilişkin 135 sayılı Sözleşme, 1971 • Benzen Zehirlenmesine Karşı Korunmaya ilişkin 136 sayılı Sözleşme, 1971 • İşe Kabulde Asgari Yaşa ilişkin 138 sayılı Sözleşme, 1973 • Kansere Yol Açan Madde ve Elemanların Kontrolü ve Bunlara Karşı Korunmaya ilişkin 139 sayılı Sözleşme, 1974 • İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Mesleki Eğitim ve Rehberliğe ilişkin 142 sayılı Sözleşme, 1975 • Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesine ve Bu Yönde İvedi Girişimlere ilişkin 182 sayılı Sözleşme, 1999. Tavsiye Kararları • Dolaylı Yoldan Zorla Çalıştırmaya ilişkin 35 sayılı Tavsiye Kararı, 1930 • Tıbbi Bakıma ilişkin 69 sayılı Tavsiye Kararı, 1944 • Eşit Değerde Emek Karşılığı Erkekler ve Kadınlara Eşit Ücret Ödenmesine ilişkin 90 sayılı Tavsiye Kararı, 1951 • Gönüllülük Temelinde Uzlaştırma ve Hakemliğe ilişkin 92 sayılı Tavsiye Kararı, 1951 • İşverenlerin ve İşçilerin İşletme Düzeyinde İstişaresi ve İşbirliğine ilişkin 94 sayılı Tavsiye Kararı, 1952 121 • Plantasyonlarda Çalışanların Koşullarına ilişkin 110 sayılı Tavsiye Kararı, 1958 • İstihdam ve Mesleklerde Ayrımcılığa ilişkin 111 sayılı Tavsiye Kararı, 1958 • Çalışanların İyonlaştırıcı Radyasyondan Korunmalarına ilişkin 114 sayılı Tavsiye Kararı, 1960 • Çalışanların Konutlarına ilişkin 115 sayılı Tavsiye Kararı, 1961 • Çalışma Saatlerinin Azaltılmasına ilişkin 116 sayılı Tavsiye Kararı, 1962 • Makinelerin Muhafazasına ilişkin 118 sayılı Tavsiye Kararı, 1963 • İşverenin Girişime Üzerine İşe Son Verilmesine ilişkin 119 sayılı Tavsiye Kararı, 1963 • İstihdam Politikalarına ilişkin 122 sayılı Tavsiye Kararı, 1964 • İşletmelerde İşçilerle Yönetim Arasındaki İletişime ilişkin 129 sayılı Tavsiye Kararı, 1967 • İşletme İçindeki İhtilafların Uzlaşma Yoluyla Çözülmesine ilişkin 130 sayılı Tavsiye Kararı, 1967 • Tıbbi Bakım ve Hastalık Yardımlarına ilişkin 134 sayılı Tavsiye Kararı, 1969 • Benzen Zehirlenmelerine Karşı Korunmaya ilişkin 144 sayılı Tavsiye Kararı, 1971 • İşe Kabulde Asgari Yaşa ilişkin 146 sayılı Tavsiye Kararı, 1973 • Kansere Yol Açan Madde ve Elemanların Kontrolü ve Bunlara Karşı Korunmaya ilişkin 147 sayılı Tavsiye Kararı, 1974 • İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesinde Mesleki Eğitim ve Rehberliğe ilişkin 150 sayılı Tavsiye Kararı, 1975 122 Ekler • Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesine ve Bu Yönde İvedi Girişimlere ilişkin 190 sayılı Tavsiye Kararı, 1999. 123 EK-2: OECD ÇOKULUSLU İŞLETMELER GENEL İLKELERİ (OECD GUIDELINES FOR MULTINATIONAL ENTERPRISES) ULUSLARARASI YATIRIMLAR VE ÇOKULUSLU İŞLETMELER BİLDİRGESİ 27 Haziran 2000 İmzacı Devletler: -Uluslararası yatırımların dünya ekonomisi için büyük önem taşıdığını, ve ülkelerinin kalkınmasına oldukça katkıda bulunmuş olduğunu; -Çokuluslu işletmelerin bu yatırım sürecinde önemli bir rol oynadıklarını; -Uluslararası işbirliginin yabancı yatırımlar için daha iyi bir iklim oluşturabileceğini, ekonomik, toplumsal ve çevresel konularda gelişme sağlanmasına çokuluslu işletmelerin yapabileceği olumlu katkıyı teşvik edebileceğini, ve bunların faaliyetlerinden doğabilecek sorunları en aza indirip giderebileceğini; -Uluslararası yatırımlar ve çokuluslu işletmeler ile ilgili konuların birbiriyle ilişkili çeşitli enstrümanları içeren dengeli bir çerçeve içerisinde ele alınarak uluslararası işbirliginin yararlarının arttırıldığını dikkate alarak, Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri I. Topraklarında ya da topraklarından faaliyette bulunan çokuluslu işletmelere, Önsözde yer alan ve bunun ayrılmaz bir parçasını oluşturan düşünce ve anlayışlar da dikkate alınarak, buradaki Ek 1’de yer alan Genel İlkelere uyulmasını hep birlikte tavsiye ettiklerini; Ekler Ulusal Uygulama II.1. İmzacı devletlerin, kamu düzenini koruma, zorunlu güvenlik çıkarlarını savunma ve uluslararası barış ve güvenlikle ilgili taahhütlerini yerine getirme gereklerine uygun olarak, topraklarında faaliyet gösteren ve başka bir imzacı devletin yurttaşları tarafından dolaylı ya da dolaysız olarak sahip olunan ya da kontrol edilen işletmeleri (bundan böyle “Yabancı Kontrolündeki İşletmeler” diye adlandırılacaktır) yasa, yönetmelik ve idari uygulamaları altında uluslararası hukuka uygun ve benzer durumlarda yerli işletmelere uygulanandan daha az elverişli olmayan bir uygulamaya (bundan böyle “Ulusal Uygulama” olarak adlandırılacaktır) tabi tutmaları gerektiğini; 2. İmzacı devletlerin “Ulusal Uygulama”yığ imzacı devletlerin dışındaki ülkelere ilişkin olarak da dikkate alacaklarını; 3. İmzacı devletlerin “Ulusal Uygulama”nen ülkelerindeki alt birimlerce de uygulanmasına çalışacaklarını; 4. Bu Bildirgenin imzacı devletlerin yabancı yatırımların girişini ya da yabancı işletmelerin kuruluş koşullarını düzenleme hakları ile ilgili olmadığını; Birbiriyle Çelişen Koşullar III. Çokuluslu işletmelere birbiriyle çelişen koşullar konulmasını önlemek ya da en aza indirmek amacıyla işbirliği yapacaklarını ve buradaki Ek 2’de belirtilen genel düşünceleri ve pratik yaklaşımları hesaba katacaklarını; Uluslararası Yatırımlara Konan Teşvikler ve Engeller IV.1. Doğrudan uluslararası yatırımlar alanında aralarındaki işbirliğini güçlendirmeye gerek gördüklerini; 2. Dolayısıyla imzacı devletlerin bu alanda Doğrudan uluslararası yatırımlara resmi teşvikler ve engeller koyan belirli yasa, yönetmelik ve idari uygulamalardan (bundan böyle “önlemler” olarak adlandırılacaktır) etkilenen çıkarlarına gereken ağırlığı vermeye gerek gördüklerini; 125 3. İmzacı devletlerin bu tür önlemlerin mümkün olduğunca saydam hale getirilmesine ve böylelikle bunların önem ve amacının anlaşılabilmesine ve bunlar hakkında kolayca bilgi edinilebilmesine çalışacağını; Danışma Usulleri V. İlgili Konsey Kararlarına uygun olarak yukarıdaki konularda birbirlerine danışmaya hazır olduklarını; Gözden Geçirme VI. Uluslararası yatırımlar ve çokuluslu işletmeler ile ilgili konularda imzacı devletler arasındaki uluslararası işbirliginin daha etkin hale getirilmesi amacıyla yukarıdaki konuları düzenli aralıklarla gözden geçireceklerini beyan ederler. OECD ÇOKULUSLU İŞLETMELER GENEL İLKELERİ: METİN VE UYGULAMA USULLERİ Metin Önsöz 1. OECD Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri (Genel İlkeler), devletler tarafından çokuluslu işletmelere yapılan tavsiyelerdir. Bunlar, ilgili yasalara uygun ve sorumlu bir ticari faaliyette bulunulması doğrultusunda, gönüllülük temeline dayalı ilkeler ve standartlar getirmektedir. Genel İlkeler, bu işletmelerin faaliyetlerinin devlet politikalarıyla uyumlu olmasını sağlamayı, işletmeler ile faaliyette bulundukları toplumlar arasındaki karşılıklı güvenin temellerini güçlendirmeyi, yabancı yatırımlar için daha iyi bir iklim oluşturulmasına yardımcı olmayı, ve sürdürülebilir bir kalkınmaya çokuluslu işletmelerin katkısını arttırmayı amaçlamaktadır. Genel İlkeler, ulusal uygulama, işletmelere birbiriyle çelişen koşullar konması ve uluslararası yatırımlara konan teşvikler ve engeller ile ilgili diğer unsurları da kapsayan OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesi’nin bir parçasını oluşturmaktadır. 126 Ekler 2. Uluslararası iş dünyası çok büyük çapta bir yapısal değişim geçirmiş olup Genel İlkeler de bu değişiklikleri yansıtan bir evrimden geçmiştir. Hizmet sektörünün ve bilgi-yoğun sektörlerin büyümesiyle birlikte, hizmet ve teknoloji işletmeleri uluslararası pazara girmiş bulunuyor. Büyük işletmeler uluslararası yatırımlarda hala büyük bir paya sahip bulunmakta, ve büyük çaplı uluslar arası birleşmeler doğrultusunda bir eğilim görülmektedir. Aynı zamanda, küçük ve orta işletmeler tarafından yapılan yabancı yatırımlar da artmış olup bu işletmeler artık uluslararası sahnede önemli bir rol oynamaktadır. Çokuluslu işletmeler, yerli benzerleri gibi, daha çeşitli ticari düzenlemeleri ve yapısal biçimleri kapsamaya doğru bir evrim geçirmiştir. Tedarikçiler ve yükleniciler ile daha yakın ilişkiler ve stratejik ittifaklar, işletme sınırlarının silikleşmesine doğru bir eğilim göstermektedir. 3. Çokuluslu işletmelerin yapısında görülen hızlı evrim, bunların Doğrudan yabancı yatırımların hızla arttığı gelişmekte olan dünyadaki faaliyetlerinde de yansımasını buluyor. Gelişmekte olan ülkelerde çokuluslu işletmeler, temel üretim ve maden çıkarma endüstrileriyle sınırlı olmaktan çıkıp imalat, montaj, iç pazarı geliştirme ve hizmet sektörlerini de kapsayan bir çeşitlilik kazandılar. 4. Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri, uluslararası ticaret ve yatırımlar aracılığıyla, OECD ekonomilerini birbirine ve dünyanın öbür kısmına bağlayan bağları güçlendirip derinleştirdi. Bu faaliyetler, gerek ana ülkelere, gerekse ev sahibi ülkelere önemli yararlar sağlıyor. Çokuluslu işletmeler, tüketicilere almak istedikleri ürün ve hizmetleri rekabetçi fiyatlarla sunup yatırımcılara adil getiriler sagladıgında, bu yararlar daha da artıyor. Bunların ticaret ve yatırım faaliyetleri, sermaye, teknoloji, insan kaynakları ve dogal kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasına katkıda bulunuyor. Dünyanın farklı bölgeleri arasında teknoloji transferini ve yerel koşulları yansıtan teknolojilerin geliştirilmesini kolaylaştırıyorlar. Gerek formel, gerekse iş üzerinde egitim aracılıgıyla, bu işletmeler, ev sahibi ülkelerdeki insan sermayesinin gelişmesine de yardımcı oluyorlar. 5. Ekonomik degişimlerin niteligi, çapı ve hızı, işletmelerin ve paydaşlarının önüne yeni stratejik problemler koydu. Çokuluslu işletmeler, toplumsal, ekonomik ve çevresel amaçlar arasında uyumluluk saglanmasını hedefleyen, sürdürülebilir bir kalkınma için en iyi uygulama politikalarını yaşama geçirme fırsatına sahipler. Ticaret ve yatırımlar, açık, rekabetçi ve dogru bir şekilde düzenlenmiş 127 bir piyasa çerçevesinde gerçekleştirildigi takdirde, çokuluslu işletmelerin sürdürülebilir bir kalkınmaya destek olabilmesi büyük ölçüde artmaktadır. 6. Birçok çokuluslu işletme, ticari faaliyetlerde yüksek standartlara saygı gösterilmesinin büyümeyi arttırabildigini göstermiştir. Günümüzün rekabetçi güçleri yogun olup çokuluslu işletmeler çeşitli yasal, toplumsal ve düzenleyici ortamlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu baglamda, bazı işletmeler, rekabette haksız avantaj elde etmeye kalkışarak dogru ticari faaliyet standartlarını ve ilkelerini ihmal etmeye heves edebiliyor. Küçük bir kesimin bu tür uygulamaları, büyük bir kesimin itibarını şaibe altında bırakıp kamuoyunda kaygılara yol açabiliyor. 7. Kamuoyunun bu kaygıları karşısında birçok işletme, iyi bir kurumsal yurttaş olma, iyi uygulamalarda bulunma, gerek ticaret yaşamında gerekse çalışanlarına iyi davranma taahhütlerini destekleyen kurum içi programlar, genel ilkeler ve yönetim sistemleri geliştirmiştir. Bazıları danışmanlık, denetleme ve belgeleme hizmetleri alarak bu alanlarda uzmanlık birikimi saglanmasına katkıda bulunmuştur. Bu çabalar, iyi bir ticari faaliyetin tanımlanması konusunda bir toplumsal diyalog gerçekleştirilmesine de destek olmuştur. Genel İlkeler, imzacı devletlerin ticari faaliyetten ortak beklentilerini netleştirerek işletmeler için bir başvuru noktası sunmaktadır. Dolayısıyla, Genel İlkeler, sorumlu bir ticari faaliyetin tanımlanmasına ve uygulanmasına yönelik özel çabaları hem tamamlayıcı, hem de pekiştirici bir özellik taşımaktadır. 8. Devletler birbirleriyle ve diger aktörlerle ticari faaliyetlerin uluslararası hukuksal ve politik çerçevesini güçlendirmek için işbirligi yapmaktadır. 1948 yılında Insan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünden başlayarak, savaş sonrası dönemde bu çerçevenin gelişmesine tanık olundu. Son uluslararası hukuk belgeleri arasında ise, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Iş Yaşamındaki Temel Ilkeler ve Haklar Bildirgesi, Rio Çevre ve Kalkınma Bildirgesi, Gündem 21 ve Kopenhag Toplumsal Gelişme Bildirgesi yer almaktadır. 9. OECD de uluslararası politik çerçeveye katkıda bulunmaktadır. Son gelişmelerden bazıları, Uluslararası Ticari Işlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Rüşvet Verilmesine Karşı Mücadele Sözleşmesinin ve OECD Kurumsal Yönetişim Ilkeleri ile OECD Elektronik Ticarette Tüketicinin Korunması Genel Ilkelerinin kabul edilmesi, ve OECD 128 Ekler Çokuluslu Işletmeler ve Vergi Idareleri Aktarım Fiyatlandırma Genel Ilkeleri üzerinde devam etmekte olan çalışmalardır. 10. Genel İlkeleri imzalayan devletlerin ortak amacı, çokuluslu işletmelerin ekonomik, çevresel ve toplumsal ilerlemeye yapabilecekleri olumlu katkıları teşvik etmek, bunların çeşitli faaliyetlerinin yol açabileceği sorunları en aza indirmektir. Bu amaç doğrultusunda çalışan devletler, kendi yöntemleriyle aynı hedef doğrultusunda çalışan birçok işletme, sendika ve diğer sivil toplum kuruluşları ile kendilerini bir ortaklık içerisinde bulmaktadır. Devletlerin, istikrarlı bir makro-ekonomik politika, firmalara karşı ayrım gözetmeyen bir tutum, uygun bir düzenleme ve uzgörürü bir denetleme, tarafsız bir mahkeme ve yargı infaz sistemi, verimli ve dürüst bir kamu yönetiminden oluşan etkin iç politik çerçeveler oluşturmaları yararlı olabilir. Devletlerin sürdürülebilir bir kalkınmayı destekleyen uygun standartları ve politikaları koruyup geliştirmeleri ve kamu sektörü faaliyetlerinin verimli ve etkin olmasını sağlayacak reformları sürekli olarak uygulamaları da yararlı olabilir. Genel İlkeleri imzalayan devletler, bütün insanların refahının ve yaşam standartlarının geliştirilmesine yönelik gerek iç, gerekse uluslararası politikaların sürekli geliştirilmesini taahhüt eder. I. Kavramlar ve İlkeler 1. Genel İlkeler, devletlerin çokuluslu işletmelere yaptığı ortak tavsiyelerdir. Yürürlükteki yasalarla uyumlu olarak, iyi uygulama ilke ve standartlarını oluşturmaktadır. İşletmelerin Genel İlkelere uyması gönüllülük temelinde olup hukuksal yaptırımı yoktur. 2. Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri tüm dünya çapında olduğundan, bu alandaki uluslar arası işbirliginin bütün ülkeleri kapsaması gerekir. Genel İlkeleri imzalayan devletler, topraklarında faaliyet gösteren işletmelerin Genel İlkelere, ev sahibi ülkelerin tek tek özel koşullarını hesaba katmakla birlikte, faaliyette bulundukları her yerde uymasını teşvik eder. 3. Genel İlkelerin amaçları açısından çokuluslu işletmelerin kesin bir tanımının yapılması zorunlu değildir. Bunlar, genellikle birden fazla ülkede kurulu olup faaliyetlerini koordine edebilecekleri çeşitli şekillerde birbirlerine bağlı şirketlerden ve diğer kuruluşlardan oluşur. Bu kuruluşlardan biri veya daha fazlası diğerlerinin faaliyetleri 129 üzerinde önemli bir etki sahibi olabilirse de, bunların işletme içindeki özerklik derecesi çokuluslu işletmelerin birinden diğerine büyük ölçüde değişebilir. Mülkiyetleri, özel, devlet ya da karma olabilir. Genel İlkeler çokuluslu bir işletme içerisindeki bütün kuruluşlara (ana şirketler ve/ya da yerli kuruluşlar) dönüktür. Bunlar arasındaki fiili sorumluluk dağılımına göre, farklı kuruluşların Genel İlkelere uyulmasına yardımcı olmak üzere birbiriyle işbirliği yapıp destek olması beklenmektedir. 4. Genel İlkeler çokuluslu ve yerli işletmeler arasında uygulama farklılıkları getirmeyi amaçlamamaktadır; bunlar herkes için geçerli bir iyi uygulamayı temsil etmektedir. Buna göre, çokuluslu ve yerli işletmeler, Genel İlkelerin her ikisini de ilgilendirdiği durumlardaki faaliyetleri açısından aynı beklentilere tabidir. 5. Devletler, Genel İlkelere mümkün olan en geniş çapta uyulmasını teşvik etmek istemektedir. Küçük ve orta işletmelerin kapasitelerinin büyük işletmelerle aynı olmayabileceği kabul edilmekle birlikte, Genel İlkeleri imzalayan devletler, yine de bunların Genel İlkelerin tavsiyelerine mümkün olan en eksiksiz bir şekilde uymalarını teşvik eder. 6. Genel İlkeleri imzalayan devletler, bunları korumacı amaçlarla ya da çokuluslu işletmelerin yatırım yaptığı bir ülkenin görece avantajının sorgulanmasına yol açacak bir şekilde kullanmamalıdır. 7. Devletler, uluslararası hukuka tabi olarak, çokuluslu işletmelerin yetki alanları içinde faaliyette bulunma koşullarını belirleme hakkına sahiptir. Çokuluslu bir işletmenin çeşitli ülkelerde bulunan kuruluşları bu ülkelerde yürürlükte bulunan yasalara tabidir. Çokuluslu işletmeler imzacı ülkeler tarafından birbiriyle çelişen koşullara tabi tutulduğunda, ilgili devletler ortaya çıkabilecek sorunları gidermek amacıyla iyi niyetle işbirliği yapacaktır. 8. Genel İlkeleri imzalayan devletler, bunları kendilerinin işletmelere eşit bir şekilde ve uluslararası hukuka ve sözleşme yükümlülüklerine uygun olarak davranma sorumluluklarını yerine getirecekleri anlayışıyla belirlemektedir. 130 Ekler 9. İşletmeler ile ev sahibi ülke devletleri arasında ortaya çıkan hukuksal sorunların giderilmesinin bir yolu olarak, tahkim dahil, uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulması konusunda uygun uluslar arası mekanizmaların kullanılması teşvik edilir. 10. Genel İlkeleri imzalayan devletler, bunları tanıtıp kullanımını teşvik edecektir. Genel İlkelerin tanıtımını yapan ve Genel İlkeler ile ilgili bütün konuların tartışılması için bir forum işlevi gören Ulusal Başvuru Noktaları oluşturacaklardır. İmzacı devletler, ayrıca değişen dünya koşullarında Genel İlkelerin yorumlanması ile ilgili konuların ele alınması için uygun gözden geçirme ve danışma usulleri içinde de yer alacaklardır. II. Genel Politikalar Işletmeler, faaliyette bulundukları ülkelerde yerleşik politikaları tam olarak hesaba katmalı, ve diger paydaşların görüşlerini dikkate almalıdır. Bu bakımdan, işletmeler: 1. Sürdürülebilir bir kalkınma saglanması amacıyla ekonomik, toplumsal ve çevresel ilerlemeye katkıda bulunmalıdır. 2. Ev sahibi devletin uluslararası yükümlülük ve taahhütleriyle uyumlu olarak, faaliyetlerinden etkilenenlerin insan haklarına saygı göstermelidir. 3. Saglıklı bir ticari uygulama geregiyle uyumlu olarak, işletmenin iç ve dış pazarlardaki faaliyetlerinin geliştirilmesinin yanı sıra, yerel toplumla yakın işbirligi yoluyla, ticari çıkarlar dahil, yerel kapasite gelişimini teşvik etmelidir. 4. Özellikle iş olanakları yaratarak ve çalışanlar için egitim olanaklarına yardımcı olarak insan sermayesi oluşumunu teşvik etmelidir. 5. Çevre, saglık, güvenlik, iş, vergi, mali teşvikler ve diger konularla ilgili yasa ya da düzenlemeler çerçevesinde öngörülmeyen istisnalar saglamaktan ya da kabul etmekten kaçınmalıdır. 6. Iyi kurumsal yönetişim ilkelerini destekleyip savunmalı, ve iyi kurumsal yönetişim uygulamaları geliştirip uygulamalıdır. 131 7. Işletmeler ile bunların faaliyette bulundukları toplumlar arasında karşılıklı güven ilişkisi geliştiren etkin öz-düzenleme uygulamaları ve yönetim sistemleri geliştirip uygulamalıdır. 8. Şirket politikalarının, egitim programları dahil, çeşitli yollarla yaygınlaştırılarak çalışanlarca bilinmesini ve bunlara uyulmasını teşvik etmelidir. 9. Yasalara, Genel İlkelere ya da işletme politikalarına aykırı uygulamalar hakkında yönetime ya da, duruma göre, yetkili kamu mercilerine gerçek ihbarlarda bulunan çalışanlara karşı ayrımcı ya da disiplin işlemlerine başvurmaktan kaçınmalıdır. 10. Duruma göre, tedarikçiler ve taşeronlar dahil, iş ortaklarının Genel İlkeler ile uyumlu kurumsal faaliyet ilkeleri uygulamasını teşvik etmelidir. 11. Yerel politik faaliyetlere her türlü usulsüz müdahalelerden kaçınmalıdır. III. Açıklama 1. İşletmeler, faaliyetleri, yapısı, mali durumu ve performansı hakkında, zamanında, düzenli, güvenilir ve konu ile ilgili bilgilerin açıklanmasını sağlamalıdır. Bu bilgiler, bir bütün olarak işletme hakkında ve, duruma göre, ayrıca faaliyet alanlarına ya da coğrafi bölgelere göre açıklanmalıdır. İşletmelerin açıklık politikaları, işletmenin niteliğine, boyutuna ve bulunduğu yere göre şekillendirilip maliyet, ticari sır ve diğer rekabet konuları dikkate alınmalıdır. 2. İşletmeler, açıklık, muhasebe ve denetleme alanında yüksek kalite standartları uygulamalıdır. İşletmelerin, çevresel ve toplumsal konular söz konusu olduğunda bu konularda raporlar sunulması dahil, mali konular dışındaki bilgilendirmeler için de yüksek kalite standartları uygulaması teşvik edilmektedir. Gerek mali gerekse diğer konulardaki bilgilerin hangi standartlara ya da politikalara göre derlenip yayınlandığı bildirilmelidir. 3. İşletmeler, ismini, yerini ve yapısını, ana işletmenin isim, adres ve telefon numarasını ve başlıca yan kuruluşlarını, aralarındaki karşılıklı hisse sahiplikleri dahil, bu yan kuruluşlarda Doğrudan ya da dolaylı 132 Ekler olarak sahip olduğu hisselerin yüzdesini gösteren temel bilgileri açıklamalıdır. 4. İşletmeler, ayrıca aşağıdaki konularda da maddi bilgiler açıklamalıdır: 1. Şirketin mali ve faaliyet sonuçları; 2. Şirket amaçları; 3. Başlıca hisse sahipleri ve oy hakları; 4. Yönetim kurulu üyeleri ve başlıca üst düzey yöneticiler, ve bunların kazançları; 5. Öngörülebilir maddi risk faktörleri; 6. Çalışanlar ve diğer paydaşlar ile ilgili maddi konular; 7. Yönetişim yapıları ve politikaları. 5. İşletmelerin vermesi teşvik edilen ek bilgilerden bazıları ise şunlardır: a) İşletmenin toplumsal, ettik ve çevre politikaları hakkında bilgiler ve şirketin izlediği başka çalışma kuralları dahil, kamuoyuna açıklanması düşünülen, kurumsal değerler ya da ticari çalışma açıklamaları. Ayrıca, kabul tarihi, bu açıklamaların geçerli olduğu ülkeler ve kuruluşlar, ve bu açıklamalara ilişkin performansı belirtilebilir; b) Risk yönetimi ve yasalara uyulması konusundaki sistemler, ve ticari çalışma açıklamaları ya da kuralları ile ilgili bilgiler; c) Çalışanlar ve diger paydaşlar ile ilişkiler hakkındaki bilgiler. IV. İstihdam ve İşçi-İşveren İlişkileri Yürürlükteki yasa, yönetmelik ve cari işçi-işveren ilişkileri ve istihdam politikaları çerçevesinde, işletmeler: 133 1. a) Çalışanlarının sendikalar ve diger gerçek işçi temsilcileri tarafından temsil edilme hakkına saygı göstermeli, ve çalışma koşulları üzerinde anlaşmaya varılması amacıyla bu temsilcilerle bireysel olarak ya da işveren sendikaları aracılıgıyla yapıcı görüşmelergerçekleştirmelidir; b) Çocuk emeginin kullanılmasına kesinlikle son verilmesine katkıda bulunmalıdır; c) Zoraki ya da zorunlu çalışmanın bütün biçimleriyle ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmalıdır; d) Çalışanların özelliklerine göre farklı uygulamaların özel olarak istihdamda daha fazla fırsat eşitligini teşvik edici yerleşik devlet politikalarını desteklemesi ya da bir işin dogal koşulları ile ilgili olması dışında, istihdam ya da meslek bakımından çalışanlarına karşı ırk, renk, cinsiyet, din, politik görüş, ulusal ya da sosyal köken gibi gerekçelerle ayrımcılık yapmamalıdır. 2. a) Işçi temsilcilerine toplu sözleşmelerin etkin bir biçimde hazırlanmasına yardımcı olmak için gerekli olabilecek olanakları saglamalıdır; b) Işçi temsilcilerine çalışma koşulları üzerinde anlamlı görüşmeler yapılması için gerekli bilgileri vermelidir; c) Karşılıklı ilgi duyulan konularda işverenler ile işçiler ve temsilcileri arasında danışma ve işbirligini teşvik etmelidir. 3. Çalışanlara ve temsilcilerine kuruluşun ya da, duruma göre, bir bütün olarak işletmenin performansı hakkında tam ve dogru bir fikir edinmelerini saglayacak şekilde bilgi vermelidir. 4. a) Istihdam ve işçi-işveren ilişkileri konusunda ev sahibi ülkedeki benzer işverenler tarafından uygulananlardan daha az elverişli olmayan standartlar uygulamalıdır; b) Faaliyetlerinde işçi sağlığı ve işyeri güvenliğini sağlamak amacıyla yeterli önlemler almalıdır. 5. Faaliyetlerinde, uygulanması mümkün olan en geniş ölçekte, yerli personel istihdam edip, beceri düzeylerinin geliştirilmesi amacıyla işçi 134 Ekler temsilcileriyle ve, duruma göre, ilgili resmi makamlarla işbirliği içinde eğitim sağlamalıdır. 6. Faaliyetlerinde, özellikle toplu tenkis at ya da işten çıkarmaların uygulandığı bir kuruluşun kapanması halinde olduğu gibi, çalışanlarının geçim durumu üzerinde büyük etkileri olacak değişiklikler yapılması düşünüldüğünde, işçi temsilcilerine ve, duruma göre, ilgili resmi makamlara makul bir süre önceden bildirimde bulunmalı, ve olumsuz sonuçların elden geldiğince hafifletilmesi amacıyla işçi temsilcileri ve ilgili devlet makamlarıyla işbirliği yapmalıdır. Her bir durumun özel koşulları ışığında, böylesi bir bildirimi yönetimin kesin bir karar verilmeden önce yapması uygun olacaktır. Böylesi kararların sonuçlarının hafifletilmesine yönelik anlamlı bir işbirliği gerçekleştirilebilmesi için başka yollara da başvurulabilir. 7. Çalışma koşulları hakkında işçi temsilcileriyle yapılan iyi niyetli görüşmeler çerçevesinde, ya da çalışanlar örgütlenme haklarını kullandıklarında, faaliyet biriminin tümünü ya da bir bölümünü ilgili ülkeden taşıma tehdidinde bulunmamalı ya da bu görüşmeleri adil olmayan bir biçimde etkilemek ya da örgütlenme hakkının kullanılmasına engel olmak için işletme bünyesindeki diğer ülkelerde bulunan kuruluşlardan personel transferi yapmamalıdır. 8. Çalışanlarının yetkili temsilcilerinin toplu sözleşme görüşmelerinde bulunmalarına ya da personel-yönetim ilişkileri konularında görüşmeler yapmalarına olanaklar sağlamalı, ve tarafların karşılıklı ilgi alanlarında bu konularda kararlar almaya yetkili yönetim temsilcileriyle danışmalarda bulunmalarına izin vermelidir. V. Çevre İşletmeler, faaliyette bulundukları ülkelerdeki yasa, yönetmelik ve idari uygulamalar çerçevesinde, ve ilgili uluslararası anlaşma, ilke, amaç ve standartları dikkate alarak, çevreyi, kamu sağlığı ve güvenliğini koruma, ve genel olarak faaliyetlerini daha genel sürdürülebilir kalkınma amacına katkıda bulunacak şekilde gerçekleştirme gereğini hesaba katmalıdır. Özel olarak, işletmeler: 1. Aşağıdaki unsurları kapsayan ve işletmeye uygun bir çevre yönetim sistemi oluşturup sürdürmelidir: 135 a) Faaliyetlerinin çevre, sağlık ve güvenlik bakımından etkileri hakkında yeterli ve zamanında bilgi toplanıp değerlendirilmesi; b) Çevre konusunda daha iyi bir performans için ölçülebilir amaçların ve, duruma göre, hedeflerin konması ve bu amaçların geçerliliğinin devamının düzenli aralıklarla olarak gözden geçirilmesi; ve c) Çevre, sağlık ve güvenlik amaçları ya da hedefleri doğrultusunda sağlanan ilerlemenin düzenli izlenmesi ve kontrol edilmesi. 2. Maliyet, ticari sır ve fikir eserleri mülkiyet haklarının korunması ile ilgili kaygıları hesaba katarak: a) Çevre konusundaki performansın iyileştirilmesinde sağlanan ilerlemenin bildirilmesini de kapsayabilecek şekilde, işletmenin çevre, sağlık ve güvenlik bakımından potansiyel etkileri hakkında kamuoyuna ve çalışanlara, yeterli ve zamanında bilgi vermelidir; ve b) İşletmenin çevre, sağlık ve güvenlik politikalarından ve bunların uygulanmasından Doğrudan etkilenen topluluklarla yeterli ve zamanında iletişim ve danışma gerçekleştirmelidir. 3. İşletmenin işlem, mal ve hizmetlerinin bütün ömürleri boyunca çevre, sağlık ve güvenlik bakımlarından öngörülebilir etkilerini değerlendirmeli, ve karar alma sürecinde dikkate almalıdır. Düşünülen bu faaliyetlerin çevre, sağlık ve güvenlik bakımından önemli etkileri olabilecekse, ve bunlar yetkili merci kararına tabi ise, çevre etkileri üzerine uygun bir değerlendirme hazırlamalıdır. 4. Risklerin bilimsel ve teknik olarak kavranmasına uygun olarak, ve çevreye ciddi zarar verme tehlikeleri bulunduğunda, ayrıca insan sağlığı ve güvenliğini de hesaba katarak, tam bir bilimsel kesinlik bulunmamasını bu zararın önlenmesi ya da en aza indirilmesine dönük ve maliyet yönünden etkin önlemlerin ertelenmesi için gerekçe olarak kullanmamalıdır. 5. Çevre ve sağlık konusunda, kazalar ve acil durumlar dahil, faaliyetlerinden kaynaklanan ciddi zararların önlenmesi, hafifletilmesi ve kontrol altına alınması için ihtiyat planlarını; ve yetkili mercilere hemen bildirim için mekanizmaları hazır bulundurmalıdır. 136 Ekler 6. Kurumsal çevre performansını sürekli iyileştirmeye çalışmalı ve bunun için, duruma göre, Aşağıdaki gibi çalışmaları teşvik etmelidir: a) İşletmenin en iyi performans sahibi kısmındaki çevre performansıyla ilgili standartları yansıtan teknoloji ve çalışma usullerinin işletmenin bütün kısımlarında benimsenmesi; b) Çevre üzerinde istenmeyen etkileri olmayan; düşünülen kullanımları güvenli olan; enerji ve doğal kaynakların tüketiminde verimli olan; yeniden kullanılabilen, geri dönüşümü mümkün olan ya da güvenli bir şekilde ortadan kaldırılabilen ürün ya da hizmetlerin geliştirilip sunulması; c) İşletmenin ürün ve hizmetlerinin kullanılmasının çevre üzerindeki etkileri konusunda müşterilerin bilinç düzeyinin arttırılmasının desteklenmesi; ve d) Uzun vadede işletmenin çevre performansını iyileştirme yollarının araştırılması. 7. Çalışanlara, çevresel etkileri değerlendirme usulleri, halkla ilişkiler ve çevre teknolojileri gibi daha genel çevre yönetim alanlarının yanı sıra, tehlikeli maddelerin kullanımı ve çevre kazalarının önlenmesi dahil, çevre sağlığı ve güvenlik konularında yeterli eğitim ve kurslar vermelidir. 8. Çevre açısından anlamlı ve ekonomik açıdan verimli bir kamu politikasının geliştirilmesine, örneğin çevre bilincini ve çevrenin korunmasını arttıracak ortaklıklar ya da girişimler aracılığıyla, katkıda bulunmalıdır. VI. Rüşvetle Mücadele İşletmeler, iş ya da başka bir usulsüz avantaj elde etmek ya da devam ettirmek amacıyla, Doğrudan ya da dolaylı olarak, rüşvet ya da başka bir haksız avantaj teklif, vaat ya da talep etmemelidir. Özel olarak, işletmeler: 1. Kamu görevlilerine ya da iş ortaklarının çalışanlarına sözleşme bedelinin herhangi bir kısmını ödemeyi teklif etmemeli, ve de böylesi taleplere boyun eğmemelidir. Kamu görevlilerine, iş ortaklarının çalışanlarına ya da bunların akrabalarına veya iş ortaklarına ödeme 137 katalize etmenin bir yolu olarak taşeronluk sözleşmeleri, siparişler ya da danışmanlık sözleşmeleri yapmamalıdır. 2. Aracılık ücretlerinin uygun ve yalnızca meşru hizmetler karşılığında olmasını sağlamalıdır. Duruma göre, kamu kuruluşları ve devlet işletmeleriyle olan işlerle ilgili olarak çalıştırılan aracıların bir listesi tutulmalı ve yetkili mercilerin bilgisine açık olmalıdır. 3. Rüşvet ve haraca karşı mücadelede faaliyetlerinin saydamlığını arttırmalıdır. Önlemlerden bazıları, rüşvet ve haraca karşı kamuoyu önünde taahhütlerde bulunulması, ve bu taahhütlerin yerine getirilmesi için şirketin benimsediği yönetim sistemlerinin açıklanması olabilir. İşletme, ayrıca rüşvet ve haraca karşı mücadelede kamuoyunun bilinçli olmasının ve işbirliği yapmasının teşvik edilmesi açısından, kamuoyu ile diyalogu ve açıklığı da arttırmalıdır. 4. Çalışanların rüşvet ve haraca karşı bilinçli olmalarını ve şirket politikalarına uymalarını, bu politikaların uygun bir şekilde yaygınlaştırılması, eğitim programları ve disiplin işlemleri aracılığıyla teşvik etmelidir. 5. Rüşvet ve yolsuzluk uygulamalarını caydırıcı yönetim kontrol sistemleri benimsemeli, ve “kayıt dışı” ya da gizli hesapların açılması ya da ilgili işlemleri doğru ve dürüst bir şekilde yansıtmayan belgeler hazırlanmasını önleyici maliye, vergi muhasebe ve denetleme uygulamaları benimsemelidir. 6. Kamu görevlerine aday olanlara ya da siyasi partilere ya da başka politik kuruluşlara yasadışı bağışlar yapmamalıdır. bağışlar, kamuoyuna açıklama koşullarına uygun olmalı ve üst yönetime bildirilmelidir. VII. Tüketici Çıkarları İşletmeler, tüketicilerle ilişkilerinde adil ticaret, pazarlama ve reklam uygulamalarına uygun hareket etmeli ve sundukları mal ya da hizmetlerin güvenli ve kaliteli olmasını sağlamak için makul bütün önlemleri almalıdır. Özel olarak: 1. Sundukları mal ya da hizmetlerin tüketici sağlık ve güvenliği konusunda, sağlık uyarıları ve ürün güvenlik ve bilgi etiketleri dahil, 138 Ekler kabul edilen ya da yasal olarak istenen bütün standartlara uygun olmasını sağlamalıdır. 2. Mal ya da hizmetlere uygun olarak, bunların içindekiler, güvenli kullanımı, bakımı, saklanması ve atılmasına ilişkin, tüketicilerin bilinçli kararlar alabilmelerini sağlamaya yeterli, doğru ve açık bilgiler vermelidir. 3. Tüketici şikayetlerinin ele alınmasına ilişkin saydam ve etkin usuller koymalı ve tüketici uyuşmazlıklarının gereksiz masraf ya da külfete girmeksizin adil ve zamanında çözüme kavuşturulmasına katkıda bulunmalıdır. 4. Aldatıcı, yanıltıcı, hileli ya da haksız açıklamalarda ya da atlamalarda ya da bu nitelikte başka uygulamalarda bulunmamalıdır. 5. Tüketicilerin mahremiyetine saygı göstermeli ve kişisel bilgilerinin korunmasını sağlamalıdır. 6. Ürünlerinin tüketilmesi ya da kullanılmasından kaynaklanan, kamu sağlığı ve güvenliğine yönelik ciddi tehlikelerin önlenmesi ya da ortadan kaldırılmasında resmi makamlarla tam ve saydam bir şekilde işbirliği yapmalıdır. VIII. Bilim ve Teknoloji İşletmeler: 1. Faaliyetlerinin faaliyette bulundukları ülkelerin bilim ve teknoloji politikalarına ve planlarına uygun olmasını ve duruma göre yerli ve ulusal yaratıcılık kapasitesinin gelişmesine katkıdabulunmasını saglamalıdır. 2. Ticari faaliyetleri sırasında uygulanabildigi takdirde, fikir eserleri mülkiyet haklarının korunmasına gereken dikkati göstererek, knowhow ve teknolojilerin aktarılmasına ve hızla yaygınlaşmasına olanak veren uygulamalar benimsemelidir. 3. Uygun oldugu takdirde ve ticari gereksinimleri de hesaba katarak, Bilim ve Teknoloji görevlerinde ev sahibi ülke personeli çalıştırıp bunların egitiminin teşvik edilmesinin yanı sıra, iç pazar gereksinimlerini karşılamak üzere ev sahibi ülkelerde bilim ve teknoloji geliştirme çalışmaları yapmalıdır. 139 4. Fikir eserleri mülkiyet haklarının kullanımı için lisanslar verirken ya da başka şekilde teknoloji transferi gerçekleştirirken, bunu makul koşullarda ve ev sahibi ülkenin uzun vadeli kalkınma perspektiflerine katkıda bulunacak bir şekilde yapmalıdır. 5. Ticari amaçlara uygun olduğu takdirde, yerel üniversiteler ve kamu araştırma kurumları ile ilişkiler geliştirmeli, ve yerli sanayi ya da sanayi kuruluşları ile işbirliği içinde araştırma projelerinde yer almalıdır. IX. Rekabet İşletmeler, yürürlükteki yasa ve yönetmelikler çerçevesinde, faaliyetlerini rekabetçi bir tarzda yürütmelidir. Özel olarak, işletmeler: 1. Aşağıdakiler gibi amaçlarla rakipler arasında rekabeti ortadan kaldırıcı anlaşmalara girmekten ya da uygulamaktan kaçınmalıdır: a) Fiyatları sabitlemek; b) Şike teklifler (danışıklı ihaleler) yapmak; c) Üretim kısıtlamaları ya da kotalar koymak; ya da d) Müşterileri, tedarikçileri, bölgeleri ya da ticaret dallarını tahsis ederek pazarları paylaşmak ya da bölüşmek. 2. Kendi payına ekonomilerinin rekabeti ortadan kaldırıcı faaliyetten dolayı zarar görmesi muhtemel olan idari birimlerin rekabet yasalarının uygulanabilirligini hesaba katarak, bütün faaliyetlerini yürürlükteki bütün rekabet yasalarına uygun şekilde yürütmelidir. 3. Bu idari birimlerin rekabet kurullarıyla, diger şeylerin yanı sıra ve yürürlükteki yasalara ve uygun güvencelere tabi olarak, bilgi taleplerini mümkün olan en hızlı ve eksiksiz bir şekilde yerine getirerek işbirligi yapmalıdır. 4. Çalışanların yürürlükteki bütün rekabet yasa ve politikalarına uyulmasının öneminin bilincinde olmalarını teşvik etmelidir. 140 Ekler X. Vergilendirme Işletmelerin vergi yükümlülüklerini zamanında ödeyerek ev sahibi ülkelerin kamu maliyesine katkıda bulunması önemlidir. Özel olarak, işletmeler, faaliyette bulundukları bütün ülkelerdeki vergi yasa ve yönetmeliklerine uymalı, ve bu yasa ve yönetmeliklerin özüne ve sözüne uygun hareket etmek için her türlü çabayı göstermelidir. Faaliyetleriyle ilgili olarak tahakkuk eden vergilerin dogru olarak tespit edilmesi için gerekli bilgilerin ilgili makamlara verilmesi ve transfer fiyatlandırma uygulamalarında dirsek mesafesi ilkesine uyulması, buna dahil edilebilir. UYGULAMA USULLERİ OECD KONSEYİ’NİN OECD ÇOKULUSLU İŞLETMELER GENEL İLKELERİ HAKKINDAKİ KARARI Haziran 2000 KONSEY, 14 Aralık 1960 tarihli Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü Sözleşmesini dikkate alarak; İmzacı ülkelerin devletlerinin (“imzacı ülkeler”) topraklarında ya da topraklarından faaliyet gösteren çokuluslu işletmelere Çokuluslu İşletmeler Genel İlkeleri (“Genel İlkeler”) uyulmasını ortak olarak tavsiye ettikleri OECD Uluslararası Yatarımlar ve Çokuluslu İşletmeler Bildirgesini (“Bildirge”) dikkate alarak; Çokuluslu işletmelerin faaliyetleri dünya çapında olduğundan, Bildirge ile ilgili konularda uluslararası işbirliginin bütün ülkeleri kapsaması gerektiğini kabul ederek; Başta Bildirge [C(84)171(Nihai), C/M(95)21 ile yenilenmiş] ile ilgili sorumluluklarına ilişkin olmak üzere, Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Komitesinin Görev Talimatnamesini dikkate alarak; 141 1976 Bildirgesi Birinci Gözden Geçirme Raporunu [C(79)102(Nihai)], Bildirge İkinci Gözden Geçirme Raporunu [C/MIN(84)5(Nihai)], Bildirge 1991 Gözden Geçirme Raporunu [DAFFE/IME(91)23], ve Genel İlkeler 2000 Gözden Geçirme Raporunu [C(2000)96] göz önünde bulundurarak; Konseyin 1984 Haziran İkinci Gözden Geçirilmiş Kararını [C(84)90], Haziran 1991 değişiklikleri [C/MIN(91)7/ANN1] ile birlikte dikkate alarak; Bu Genel İlkelerin kapsadığı konularda danışmaların gerçekleşebileceği usullerin geliştirilmesinin ve Genel İlkelerin etkinliğinin arttırılmasının iyi olacağını düşünerek; Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Komitesinin önerisi üzerine: Konseyin 1984 Haziran İkinci Gözden Geçirilmiş Kararını [C(84)90], Haziran 1991 değişiklikleri [C/MIN(91)7/ANN1] ile birlikte kaldırıp bunun yerine aşağıdaki metni kabul etmeye karar verir. I. Ulusal Başvuru Noktaları 1. Imzacı ülkeler, tanıtım çalışmalarını üstlenmek, bilgi başvurularını yanıtlamak, ve ekteki usule ilişkin açıklama hesaba katılarak Genel Ilkelerin kapsadıgı bütün konularda ilgili taraflarla bu baglamda ortaya çıkabilecek sorunların çözümlenmesine katkıda bulunabilmelerine dönük tartışmalar için Ulusal Başvuru Noktaları kuracaktır. Iş dünyası, işçi kuruluşları, ve diger ilgili taraflar bu olanakların mevcudiyetinden haberdar edilecektir. 2. Farklı ülkelerdeki Ulusal Başvuru Noktaları gerektiginde çalışmalarına ilişkin Genel Ilkelerle ilgili konularda işbirligi yapacaktır. Genel usul olarak, ulusal düzeydeki tartışmalara diger Ulusal Başvuru Noktalarıyla ilişkilere geçmeden önce başlanmalıdır. 3. Ulusal Başvuru Noktaları yılda bir kez toplanarak deneyim alışverişinde bulunacak ve Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu Işletmeler Komitesine rapor sunacaktır. 142 Ekler II. Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Komitesi 1. Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu Işletmeler Komitesi (“CIME” ya da “Komite”) düzenli aralıklarla ya da imzacı ülkelerden birinin talebi üzerine Genel Ilkelerin kapsadıgı konularda görüş alışverişinde ve bunların uygulanmasında elde edilen deneyim alışverişinde bulunacaktır. 2. Komite, düzenli aralıklarla, diger sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, OECD Iş ve Sanayi Danışma Komitesi (BIAC) ile OECD Sendika Danışma Komitesini (TUAC) (“danışma organları”) Genel Ilkelerin kapsadıgı konularda görüş bildirmeye davet edecektir. Ayrıca, bu konularda danışma organlarıyla görüş alışverişleri onların talebi üzerine de gerçekleştirilebilir. 3. Komite, Genel Ilkelerin kapsadıgı konularda imzacı olmayan ülkelerin temsilcileri ile görüş alışverişlerinde bulunmaya karar verebilir. 4. Komite, Genel Ilkelerin açıklıga kavuşturulmasından sorumlu olacaktır. Açıklıga kavuşturma, talep üzerine yapılacaktır. Dilerse, bir işletmeye çıkarlarını ilgilendiren ve Genel Ilkeler ile ilgili konularda görüşlerini sözlü ya da yazılı olarak belirtme fırsatı tanınacaktır. Komite, tek tek işletmelerin faaliyetleri hakkında sonuçlara varmayacaktır. 5. Komite, Genel Ilkelerin etkinliginin arttırılması açısından Ulusal Başvuru Noktalarının çalışmaları hakkında görüş alışverişleri gerçekleştirecektir. 6. Komite tarafından Genel Ilkelerin etkin bir şekilde uygulanmasındaki sorumlulukları yerine getirilirken, ekteki usule ilişkin açıklama da gereken şekilde hesaba katılacaktır. 7. Komite, düzenli aralıklarla Genel Ilkelerin kapsadıgı konularda Konseye rapor sunacaktır. Komite, raporlarında Ulusal Başvuru Noktalarının raporlarını, danışma organlarının dile getirdigi görüşleri, ve duruma göre diger sivil toplum kuruluşlarının ve imzacı olmayan ülkelerin görüşlerini hesaba katacaktır. 143 III. Kararın Gözden Geçirilmesi Bu karar düzenli aralıklarla gözden geçirilecektir. Komite, bu amaçla önerilerde bulunacaktır. Usule Ilişkin Açıklama I. Ulusal Başvuru Noktaları Ulusal Başvuru Noktalarının (NCP) görevi, Genel Ilkelerin etkinligini arttırmaktır. NCP’ler, işlevsel eşdegerlilik amacı güdülerek, görülebilirlik, ulaşılabilirlik, saydamlık ve hesap verebilirlik şeklindeki temel ölçütlere uygun olarak faaliyet gösterecektir. A. Kurumsal Düzenlemeler Işlevsel eşdegerlilik amacına uygun olarak, imzacı ülkeler, iş dünyasından, işçi kuruluşlarından ve sivil toplum kuruluşlarının yer aldıgı diger ilgili taraflardan oluşan sosyal ortakların aktif destegini kazanmaya çalışarak, kendi NCP’lerinin organizasyonunun gerçekleştirilmesinde esneklige sahiptir. Buna göre, Ulusal Başvuru Noktası: 1. Üst düzey bir devlet görevlisi ya da üst düzey bir görevlinin başkanlık ettigi bir devletkuruluşu olabilir. Alternatif olarak, Ulusal Başvuru Noktasının organizasyonu, diger devlet kuruluşlarının temsilcilerinin yer aldıgı bir işbirligi organı şeklinde gerçekleştirilebilir. Iş dünyasının, işçi kuruluşlarının ve diger ilgili tarafların temsilcileri de dahil edilebilir. 2. İş dünyasının, işçi kuruluşlarının ve diğer ilgili tarafların temsilcileriyle Genel İlkelerin etkin bir işlev görmesine katkıda bulunabilecek ilişkiler geliştirip sürdürecektir. B. Bilgi ve Tanıtım Ulusal Başvuru Noktaları: 1. Genel İlkeleri, internet yoluyla bilgilendirme dahil, uygun yöntemlerle tanıtacak ve ulusal dillerde dağıtıma sunacaktır. Genel İlkeler (gerek içe dönük, gerekse dışa yönelik olarak) yatırımcı adaylarına uygun şekillerde tanıtılmalıdır. 144 Ekler 2. Duruma göre, iş dünyası, işçi kuruluşları, diğer sivil toplum kuruluşları, ve ilgili kamuoyu ile işbirliği yoluyla dahil olmak üzere, Genel İlkeler hakkında daha fazla bilgi sahibi olunmasını sağlayacaktır. 3. Genel İlkeler hakkında aşağıdaki yerlerden gelen bilgi başvurularını yanıtlayacaktır: (a) Diğer Ulusal Başvuru Noktaları; (b) İş dünyası, işçi kuruluşları, diğer sivil toplum kuruluşları ve kamuoyu; ve (c) İmzacı olmayan ülkelerin devletleri. C. Somut Durumlarda Uygulama NCP, Genel İlkelerin somut durumlarda uygulanmasına ilişkin olarak ortaya çıkan sorunların çözümüne katkıda bulunacaktır. NCP, gündeme getirilen sorunların etkin bir şekilde, zamanında ve yürürlükteki yasalara uygun olarak çözüme kavuşturulması için iş dünyası, işçi kuruluşları ve diğer ilgili taraflara yardımcı olup bir tartışma forumu sağlayacaktır. Bu yardımı sunarken, NCP: 1. Gündeme getirilen konuların soruşturulmasının gerekip gerekmediğine dair bir ilk değerlendirme yaparak bunları gündeme getiren tarafa ya da taraflara yanıt verecektir. 2. Gündeme getirilen konuların soruşturulması gerektiğinde, tarafların sorunları çözüme kavuşturmalarına yardımcı olmak üzere aracılık yapacaktır. Bu amaçla, NCP bu taraflara danışacak ve duruma göre: (a) İlgili yetkililerden ve/ya da iş dünyasının, işçi kuruluşlarının, diğer sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden ve ilgili uzmanlardan bilgi alacaktır; (b) İlgili diğer ülke ya da ülkelerdeki Ulusal Başvuru Noktasına danışacaktır; (c) Genel İlkelerin söz konusu koşullardaki yorumu hakkında kuşkuya düştüğü takdirde CIME’den açıklama isteyecektir; 145 (d) Sorunların aşılmasına yardımcı olmak için, uzlaştırma ya da arabuluculuk gibi, mutabakata yönelik dostane yöntemler önerecek ve ilgili tarafların rızası ile, bu yöntemlerin kullanılmasına yardımcı olacaktır. 3. İlgili taraflar gündeme getirilen konularda anlaşma sağlayamadıkları takdirde, Genel İlkelerin uygulanmasına dair bir açıklama yayınlayıp duruma göre tavsiyelerde bulunacaktır. 4. (a) Gündeme getirilen konuların çözüme kavuşturulmasına yardımcı olmak için, hassas ticari ve diğer bilgileri korumak amacıyla uygun önlemler alacaktır. 2. paragraf kapsamındaki usuller uygulanırken soruşturmanın gizliliği korunacaktır. Usule ilişkin işlemler bittikten sonra, gündeme getirilen konuların çözüme kavuşturulmasında taraflar aralarında anlaşma sağlayamadıkları takdirde, bu konuları açıklamakta ve tartışmakta özgürdürler. Ancak, soruşturma sırasında ilgili diğer bir tarafın açıkladığı bilgi ve görüşler, diğer taraf bunların açıklanmasını kabul etmedikçe, gizli kalacaktır. (b) Genel İlkelerin etkin bir şekilde uygulanması açısından en iyisinin gizliliğin korunması olduğu durumlar dışında, ilgili taraflara danıştıktan sonra, bu usullerin sonuçlarını kamuoyunun bilgisine sunacaktır. 5. İmzacı olmayan ülkelerde sorunlar ortaya çıktığı takdirde, söz konusu sorunların daha iyi anlaşılması için adımlar atacak, duruma göre ve uygulanabildiği ölçüde bu usulleri uygulayacaktır. D. Rapor 1. Bütün Ulusal Başvuru Noktaları yılda bir Komiteye rapor sunacaktır. 2. Raporlar, somut durumlardaki uygulama çalışmaları dahil olmak üzere, Ulusal Başvuru Noktasının çalışmalarının niteliği ve sonuçları hakkında bilgiler içermelidir. II. Uluslararası Yatırımlar ve Çokuluslu İşletmeler Komitesi 1. Komite, sorumluluklarını zamanında ve verimli bir şekilde yerine getirecektir. 146 Ekler 2. Komite, Genel İlkelerin somut koşullarda yorumlanmasında kuşkuya düşülmesi dahil, NCP’lerin çalışmalarının yürütülmesinde yardım taleplerini değerlendirecektir. 3. Komite: (a) NCP’lerin raporlarını değerlendirecektir. (b) İmzacı bir ülke ya da danışma organı tarafından, bir NCP’nin somut olayların gereğinin yapılmasına ilişkin sorumluluklarını yerine getirip getirmediğine dair yapılan ve kanıtlarla desteklenen bir başvuruyu değerlendirecektir. (c) İmzacı bir ülke ya da danışma organı tarafından, bir NCP’nin somut olaylarda Genel İlkeleri doğru yorumlayıp yorumlamadığına dair yapılan ve kanıtlarla desteklenen bir başvuru olduğunda, açıklığa kavuşturma açıklamasında bulunmayı değerlendirecektir. (d) Gerektiğinde, Genel İlkelerin etkin bir şekilde uygulanmasının ve NCP’lerin çalışmasının iyileştirilmesine yönelik tavsiyelerde bulunacaktır. 4. Komite, Genel İlkelerin kapsadığı her türlü konuda bilirkişilerden görüş almak isteyip bu görüşleri değerlendirebilir. Komite, bu amaca yönelik olarak, uygun usulleri kararlaştıracaktır. OECD ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER REHBERİ Rehber ilk kez 1976 yılında çok uluslu şirketlerin güçlenmesi nedeniyle toplumda oluşan endişeler neticesinde benimsenmiştir. Endişeleri gidermek için BM’de Uluslararası Şirket Davranışları konusunda bağlayıcı bir yasa oluşturmak için görüşmelere başlanılmıştır. Aynı dönemde Uluslararası İşçi Örgütü (ILO) söz konusu yasanın işçilere yönelik bölümünü müzakere etmeye başlamıştır. ILO’nun 1977 yılında kararlaştırdığı istihdam, eğitim, çalışma koşulları ve endüstriyel ilişkileri kapsayan Çok Uluslu Şirketler ve Sosyal Politikalar Hakkındaki Prensiplerle ilgili Üçlü Deklarasyonu bağlayıcı olmayan bir araç olarak süregelmektedir. OECD, Çok Uluslu Şirketler Rehberi’ni 1976’da müzakere ederek kabul etmiştir. 147 OECD Çok Uluslu Şirketler Rehberi, kurumsal faaliyetlerin sosyal sorumluluk çerçevesinde yürütülmesini sağlamak için çok uluslu kuruluşlara yapılan tavsiyelerdir. Rehbere uymayı 30 OECD üyesi ülke ile Arjantin, Brezilya, Şili, Estonya, Litvanya, Slovenya, İsrail ve Letonya kabul etmiştir. Rehberdeki tavsiyeler, asıl olarak Rehber’e uyan ülkelerde bulunan kuruluşlara yönelik olmakla beraber, işletmelerin dünya çapındaki faaliyetlerine de uygulanmaktadır. Mevcut kanunlar çerçevesinde, faaliyetlerini sosyal sorumlulukla yürüten iş çevrelerine yönelik gönüllü prensip ve standartları içeren Rehber, bu kuruluşların faaliyetlerinin hükümet politikalarıyla uyumunun sağlanması, içerisinde faaliyette bulundukları toplum ile kuruluşlar arasındaki karşılıklı güvenin güçlendirilmesi, yabancı yatırımlar için uygun ortamın geliştirilerek çok uluslu kuruluşların sürdürülebilir kalkınmaya katkısının artırılması amacını güder, rehber yabancı menşeli şirketlere yönelik milli muamele; bu kuruluşlardan istenen ve birbiriyle çelişen konuları önlemek veya azaltmak ve uluslararası yatırımların teşviki ve engellenmesi gibi konuları da içeren OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çok Uluslu Şirketler Deklarasyonunun bir parçasıdır. Rehber şirket faaliyetlerinden kaynaklanan problemleri çözmeyi hedefleyen devletlerce müzakere edilerek, çok taraflı olarak onaylanmış açıklayıcı kurallardan oluşmaktadır. Rehber, bu devletlerin sorumlu kurumsal davranış hususundaki ortak görüşlerini ifade etmektedir ve kuruluşların küresel faaliyetlerinde Rehber’in içeriğine bağlı kalmaları umulmaktadır. Rehberin kanuni anlamda bağlayıcılığı olmamasına karşın, şirketler Rehber’den istedikleri hükümleri kabul edip diğerlerini etmeme veya kendilerine göre yorumlama hakkına sahip değillerdir. 1.OECD Çok Uluslu Şirketler Rehberi, hükümetler tarafından çok uluslu şirketlere yapılan tavsiyelerdir. Mevcut kanunlar çerçevesinde faaliyetlerini sorumlu bir şekilde yürüten iş çevreleri için; gönüllü prensip ve standartları içerir. Rehber, ulusal muamele, şirketlere uygulanan çelişen şartlar ve uluslararası yatırımların teşviki ve engellenmesi unsurlarını içeren OECD Uluslararası Yatırımlar ve Çok Uluslu Şirketler Deklarasyonu’nun bir parçasıdır. 2.Uluslararası iş ilişkileri kapsamlı bir yapısal değişikliğe uğramıştır ve Rehber bu değişiklikleri yansıtacak şekilde geliştirilmiştir. 148 Ekler 3.Çok uluslu şirketlerin yapısındaki hızlı evrim, doğrudan yabancı yatırımların hızla büyüdüğü gelişen dünyadaki faaliyetlerine de yansımaktadır. 4.Uluslararası ticaret ve yatırım yoluyla çok uluslu şirketlerin faaliyetleri, OECD ekonomilerinin birbiriyle ve diğer ülkelerle aralarındaki ilişkileri güçlendirmiş ve derinleştirmiştir. Dünyada bölgeler arası teknoloji transferini ve yöresel koşulları yansıtan teknolojilerin gelişmesini kolaylaştırmaktadır. Çok uluslu şirketler formal eğitim ve meslek içi eğitim ile ev sahibi ülkelerde insan kaynaklarının gelişmesini de teşvik ederler. 5.Ekonomik değişikliklerin niteliği, kapsamı ve hızı şirketler ve hissedarları için yeni stratejik fırsatlar sunmaktadır. Çok uluslu şirketlerin sürdürülebilir kalkınmayı destekleme kabiliyetleri, ticaret ve yatırımların serbest, rekabetçi ve düzgün yönetilen piyasa şartları altında yürütülmesi halinde hayli artmaktadır. 6.Günümüz rekabetçi baskıları yoğundur ve çok uluslu şirketler çeşitli yasal, sosyal ve düzenleyici sınırlamalar ile karşılaşmaktadırlar. Bu çerçevede bazı şirketler aksak rekabet standart ve esaslarını ihmal etme eğilimi gösterebilirler. Bu tür davranışlar az da olsa çoğunluğun itibarına halel getirebilir ve halkın endişelerini arttırabilir. 7.Rehber, şirket yönetimi konusunda hükümetlerin paylaştıkları beklentilerini açıklamakta ve şirketlere bir referans noktası sağlamaktadır. Böylece Rehber, sorumlu işletme davranışını tanımlamak ve uygulamak için girişilen şahsi gayretleri tamamlayacak ve pekiştirecektir. 8.Ticari hayatı düzenleyecek politik çerçevenin ve uluslararası hukukun desteklenmesi amacıyla hükümetler birbirleriyle ve diğer ilgili çevrelerle iş birliği içerisinde olmalıdırlar. 9.OECD de uluslararası bulunmaktadır. politika çerçevesinde girişimlerde 10.Rehbere katılımcı ülkelerin ortak amacı çok uluslu şirketlerin ekonomik, çevresel ve sosyal gelişmeye yapacakları olumlu katkıları artırmak ve faaliyetlerinden doğabilecek sorunların asgariye indirgenmesini teşvik etmektedir. Bu amaca yönelik çalışırken, hükümetler kendilerinin aynı amaç için çalışan işveren ve işçi 149 sendikaları ile diğer sivil toplum örgütleriyle ortaklaşa hareket ettiklerinin farkına varacaklardır. Rehber’in Revize Edilmiş Son Şekli Rehber ilk kez 1976 yılında çok uluslu şirketlerin güçlenmesi nedeniyle toplumda oluşan endişeler neticesinde benimsenmiştir. Endişeler, OECD ülkelerinde merkezleri bulunan çok uluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkelerdeki davranışlarına ilişkin olmuştur. Endişeleri gidermek için BM’de Uluslararası Şirket Davranışları konusunda bağlayıcı bir yasa oluşturmak için görüşmelere başlanılmıştır. Aynı dönemde, Uluslararası İşçi Örgütü (ILO) sözkonusu yasanın işçilere yönelik bölümünü müzakere etmeye başlamıştır. ILO’nun 1977 yılında kararlaştırdığı istihdam, eğitim, çalışma koşulları ve endüstriyel ilişkileri kapsayan Çok Uluslu Şirketler ve Sosyal Politikalar Hakkındaki Prensiplerle ilgili Üçlü Deklarasyonu bağlayıcı olmayan bir araç olarak süregelmektedir. OECD, Çok Uluslu Şirketler Rehberi’ni 1976’da müzakere ederek kabul etmiştir. ILO ve OECD’nin çalışmaları paralel, birbiriyle uyumlu ve tamamlayıcıdır. Üçlü Deklarasyon işçilere ilişkin konularda daha kapsamlı tavsiyeler içermekteyken, Rehber şirket faaliyetlerini daha geniş şekilde kapsamaktadır. Rehber’in sendikalar için faydası ve ilgisi açısından üç farklı dönem vardır. “Aktif” dönem olarak adlandırılan ilk dönem başlangıçtan 1980 ortalarına kadardır. Bu dönemde sendikalar sıklıkla hükümetlerin de desteğini alarak Rehber’e ilişkin tasvip edilemez şirket davranışlarını içeren vakaları ortaya atmıştır. Bu vakaların birçoğu sendikalar için faydalı sonuçlar doğurmuştur. Öne çıkarılan birçok vaka, çok uluslu kuruluşların ve bunların yan kuruluşlarının sendikalarla işbirliğinde pozitif bir tutum benimsemesi gerektiğini göstermiştir. 1980 ortalarından başlayarak 1990’ların büyük kısmı boyunca süren ikinci dönem “durgun” dönem olarak adlandırılabilir. Bu dönemde gerçekleştirilen gözden geçirme neticesinde çevreye yönelik bir bölüm ilave edilmesi dışında Rehber’de değişiklik yapılmamıştır. Rehberi cüzi sayıdaki sendika ve hükümet ayakta tutmuştur. Bu dönemde, devletler uluslararası şirketlerin yönetim biçimlerini geliştirmeye 150 Ekler ilişkin problemlerden ziyade yatırım çekmek ve yatırım için rekabet etmek üzerine odaklanmıştır. Şirketler Rehber’in farkına yeterince varmamıştır. 1990’larda tedarik zincirinin gelişimi, üretim vardiyasındaki geniş kaymalara bağlı susitimaller ve çocuk işçiler hususunda daha fazla toplumsal bilinç oluşmuştur. Belirli firmalar olumsuz işçi ve insan hakları ve çevreye yönelik uygulamalar nedeniyle kötü ün kazanmıştır. Üçüncü dönem olan “canlanma” dönemi, OECD’ye yapılan saldırılara ve başarısızlıkla sonuçlanan Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’nı (MAI) müzakere etmiş olan hükümetlerin kredibilite kaybına bir tepkidir. Kaybedilen kredibilitenin tekrar kazanılabilmesi için OECD 1998 yılında Rehber’in gözden geçirilmiş halini çıkarmıştır. Haziran 2000’de 30 OECD üyesi ülke ile Arjantin, Brezilya ve Şili yeni Rehber’i ve geliştirilmiş uygulama prosedürlerini benimsemiştir. Bu ülkelere daha sonra sırasıyla; Estonya (16 Eylül 2001), Litvanya (16 Eylül 2001), Slovenya (21 Ocak 2002), İsrail (18 Eylül 2002) ve son olarak da Letonya (9 Ocak 2004) katılmıştır. Bu üç dönemin ortak özelliği Rehber’in ne derecede uygulandığının hükümetlerin istekliliği ile belirlenmiş olmasıdır. Hükümetler Rehber’i ciddiye almadıkça çok az sayıda şirket bunu ciddiye alacaktır. Rehber’in gözden geçirilmesi önemli sonuçlar doğurmuş ve Rehber’in potansiyel faydasını ve ilgili konulardaki kapsamını geliştirmiştir. Rehber’deki yeni üslup, şirketlerin Rehber’e bağlı olmayan ülkeler de dahil olmak üzere, nerede iş yaptıklarından bağımsız olarak uygulanmasının hedeflendiğini açık hale getirmiştir. Bilgilerin kamuoyuna açıklanması, rüşvet ve çevre ile ilgili gözden geçirilmiş bölümler Rehber’i iyice geliştirmiştir. Uygulama sisteminin güçlendirilmesi en önemli gelişmedir. Ulusal Temas Noktaları için oluşturulan yeni Yöntem Kılavuzu, şirketlerin Rehber’i dikkate alıp almadığından emin olma görevini devletlere vermektedir. OECD’nin UTN’lerin performansını izleme rolü de genişletilmiştir. Birçok hükümetin, gözden geçirilmiş Rehber’i uygulama sorumluluğunu ciddi şekilde ele aldığı görülmektedir. Yeni UTN’ler kurulurken, “durgun” durumda olanlar tekrar faal hale gelmiştir. 151 Şirketlerin Rehber’i dikkate almasını sağlamak için şirketlere telkinde bulunmak hükümetlerin göreviyken, diğer yollar da faydalı olabilir. Burada medyanın rolü önem kazanmaktadır. Çok uluslu şirketler ünlerini lekeleyecek çocuk işçi çalıştırılması ile ilgili iddialar, yolsuzluk suçlamaları veya çevre kirliliği gibi olumsuz yayınlara karşı hassastır. KAVRAMLAR VE ESASLAR 1. Rehber devletler tarafından ortak olarak çok uluslu şirketlere yönelik olarak yapılan tavsiyelerdir. İlgili yasalarla tutarlı olmak üzere örnek uygulama esaslarını ve ilkelerini içermektedir. Şirketlerin Rehbere riayet etmeleri yasal bir zorunluluk olmayıp gönüllülük esastır. 2.Çok uluslu şirketler dünya çapında faaliyet gösterdiği için, bu alandaki uluslararası işbirliğinin tüm ulusları kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekmektedir. 3.Rehberin amaçları kapsamında çok uluslu kuruluşların hassas bir tanımının yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu tanım genelde şirketleri yada birden daha fazla ülkede kurulmuş ve böylece faaliyetlerini çeşitli yollarla koordine edebilen kuruluşları kapsamaktadır. Ortaklar özel, kamu veya karma olabilir. Rehber, çok uluslu kuruluşlar içerisindeki bütün birimlere (ana şirketler ve/veya yerli kuruluşlar) tavsiye edilmiştir. 4.Rehber yerli ve uluslararası kuruluşlar arasında bir ayrıcalık getirme amacına yönelik olmayıp, herkes için iyi işletme uygulamalarını yansıtmaktadır. Buna göre, yerli ve uluslar arası kuruluşlar arasında bir ayrıcalık getirme amacına yönelik olmayıp, herkes için iyi işletme uygulamalarını yansıtmaktadır. Buna göre, yerli ve uluslar arası şirketlerin Rehber ile ilişkili davranışları açısından farklılık olmayacağı beklenmektedir. 5.Devletler, Rehbere mümkün olan en yaygın biçimde riayet edilmesini teşvik etmeyi arzulamaktadır. Küçük ve orta ölçekli şirketlerin uygulamada büyük şirketlerle aynı kapasiteye sahip olamayacakları bilinmesine rağmen, katılımcı ülkeler yine de Rehberdeki önerilerin en geniş biçimde uygulanmasını teşvik ederler. 152 Ekler 6.Katılımcı devletler Rehberi, ne korumacı ne de çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerinde yatırım yapması için karşılaştırmalı üstünlük yaratmak amacıyla kullanmayacaklardır. 7.Çok uluslu teşebbüslerin çeşitli ülkelerde yerleşik kuruluşları bu ülkelerde uygulanan yasalara tabidirler. 8.Katılımcı devletler, şirketlere eşit ve uluslararası yasalara ve sözleşmeden doğan zorunluluklarına uyumlu şekilde muamele ederek sorumluluklarını yerine getireceklerini beyan ederler. GENEL POLİTİKALAR Şirketler, faaliyette bulundukları ülkelerdeki mevcut politikaları göz önünde bulundurmalı ve diğer çıkar gruplarının da görüşlerini dikkate almalıdırlar. Bu itibarla, kuruluşlar; 1.Sürdürülebilir kalkınmayı başarabilmek amacıyla ekonomik, sosyal ve çevresel gelişmeye katkıda bulunacaklarıdır. 2.Bulundukları ülkenin uluslararası yükümlülükleri ve taahhütleriyle uyumlu olarak yürüttükleri faaliyetlerden etkilenen insanların haklarına saygı gösterecekledir. 3. Toplumdaki ticari eğilimde dahil olmak üzere yerel toplum ile yakın ilişkide bulunarak, duyarlı ticari tecrübe gereksinimiyle tutarlı olmak kaydıyla ve yabancı piyasalardaki faaliyetlerini de geliştirerek yerli kapasitenin oluşturulmasını teşvik edeceklerdir. 4.Özellikle, istihdam olanakları yaratarak ve istihdam edilenler için eğitim fırsatlarını artırarak insan kaynaklarının oluşumunu teşvik edeceklerdir. 5.Çevre, sağlık, işçi, vergi, finansal teşvikler veya diğer konulardaki yasa veya mevzuat çerçevesiyle bağdaşmayan muafiyetleri istemek veya kabul etmekten kaçınacaklardır. 6.İyi şirket yönetimi prensiplerini destekleyecek, taraf olacaklar ve iyi şirket yönetimi sergileyeceklerdir. 153 7.Kuruluşlar ile içerisinde faaliyette bulundukları toplumlar arasındaki karşılıklı güven ilişkisini de ortak güveni besleyecek etkili kendi kendini denetleme mekanizmaları ve idari sistemleri geliştirecek ve uygulayacaklarıdır. 8.Eğitici programlarla da olmak üzere, şirket politikalarını uygun şekillerde yaymak yoluyla, işçilerin şirket politikalarından haberdar olmalarını ve uymalarını teşvik edeceklerdir. 9.Yasaya, Rehbere ya da şirket politikalarına aykırı davranışlarda bulunduğu takdirde, şirket idaresine veya, uygun ise, ilgili kamu idaresine tarafsız raporlar gönderen çalışanlar aleyhine ayrım veya cezalandırma eyleminden kaçınacaklardır. 10.Uygulanabilir olması halinde, tedarikçi ve taşeronlar da dahil olmak üzere iş ortakları Rehber’in şirket davranışlarıyla ilgili prensiplerini uygulamayı teşvik edeceklerdir. 11.Yerel politik faaliyetler içerisinde uygunsuz bir şekilde yer almaktan kaçınacaklardır. Bilgilendirme 1.Şirketler, kendi faaliyetleri, yapıları, mali durumları ve performansları hakkındaki bilgilerin zamanında, düzenli, güvenilir bir şekilde ve yerinde açıklanmasını sağlayacaklardır. Şirketin bilgilendirme politikası tabiatına, ölçeğine, yerleşim yerine, getireceği maliyete, işletme sırları ve diğer rekabet kaygılarına göre şekillendirilmelidir. 2.Şirketler bilgilerin açıklanması, muhasebe ve denetleme konularında yüksek kalite standartları uygulayacaklardır. Şirketlerin, bulundukları yerlerde çevre ve sosyal açıklamalar gibi mali olmayan bilgiler içinde yüksek kalite standartlarını uygulamaları teşvik edilmelidir. 3.Şirketler kendi isimlerini, ana firmanın ve bağlı kuruluşların yer, yapı, isim, adres ve telefon no’larını, iştiraklerdeki yüzdelerini, kendi aralarındaki iştirakler dahil bağlı kuruluşlardaki dolaylı ve dolaysız yatırım durumunu gösteren temel bilgileri açıklayacaklardır. 154 Ekler 4.Şirketler aynı açıklayacaklardır. zamanda aşağıdaki maddi bilgileri de a) Şirketlerin mali ve işletme sonuçları, b) Şirketin hedefleri, c) Esas pay sahipleri ve oy hakkı, d) Kurul üyeleri, esas yöneticiler ve onların ücretleri, e) Önceden görülebilen somut risk faktörleri, f) İşçiler ve diğer çıkar gruplar hakkında somut bilgiler, g) İdari yapı ve politikalar, 5.Teşebbüslerin aşağıdakileri kapsayacak ilave bilgileri vermeleri teşvik edilmelidir: a)Şirketin sosyal, etik ve çevre politikaları hakkında bilgiler ve şirketin uyacağı diğer yönetim yasalarını da kapsayan kamuya açıklanacak şirketin ilkelerini ve yönetim davranışları ile diğer kararlarının alınma tarihi, bu kararları uygulayacak ülkeler ve alt şirketler ve kararlarla ilişkili olarak performansları anlatılabilir. b)Risk yönetimi hakkında bilgi ve yasalar, kararlar veya iş yönetimi yasaları, c)İşçiler ve diğer çıkar grupları arasındaki ilişki hakkında bilgiler. İstihdam ve Sanayi İlişkileri Yürürlükteki yasa, mevzuat ve işgücü ilişkileri ile istihdam uygulamaları çerçevesinde şirketler: 1.a) Sendikalar tarafından temsil edilecek işçilerinin haklarına, işçilerin diğer gerçek temsilciler tarafından temsil edilme haklarına saygılı olacak ve bireysel ya da işveren birlikleri aracılığıyla istihdam şartlarında iyileşme sağlama amacıyla yapıcı pazarlık içinde bulunacaklardır. 155 b) Çocuk işçi kullanılmasının etkin olarak kaldırılmasına katkıda bulunacaklardır. c) Her türlü zorla ya da zorunlu istihdamın kaldırılmasına katkıda bulunacaklardır. d) Çalışanlarını istihdam ederken ya da iş verirken, işin gerekleri ile ilgili olması hali ya da istihdam olanaklarında eşitliği özel olarak geliştirmeyi hedefleyen oluşturulmuş devlet politikalarını destekleyici türden seçici uygulamalar dışında; ırk, renk, cinsiyet, din, politik görüş, etnik aidiyet- toplumsal kökene göre ayrıma tabi tutmayacaklardır. 2. a) Gerekli olduğu takdirde, toplu sözleşmelerin etkili bir şekilde tamamlanması için işçi temsilcilerine kolaylıklar tanıyacaklardır. b) İstihdam şartları üzerinde yapılan müzakerelerin amacına erişebilmesi için gerektiğinde işçi temsilcilerine bilgi sağlayacaktır. c) Ortak anlayışı gerektiren sorunlar üzerinde işveren, işçi ve bunların temsilcileri arasındaki istişare ve işbirliğini destekleyeceklerdir. 3.İşçi ve bunların temsilcilerine firmanın, mümkün olduğu takdirde, tüm kuruluşun çalışması hakkında doğru ve adil görüş sağlayacak açıklamalar temin edeceklerdir. 4.a) İstihdam ve endüstriyel ilişkiler konusunda, bulundukları ülkede uygulanan kıyasla daha düşük bir standart uygulamayacaklardır. b)Faaliyetlerinde, mesleki sağlık ve güvenliği temin etmek üzere gerekli adımları atacaklardır. 5. Faaliyetlerinde, mümkünse en yüksek oranda, yerli personel istihdam edecek ve işçi temsilcileri ile, uygun olduğu takdirde, ilgili hükümet yetkilileriyle işbirliği içinde insan kapasitesinin geliştirilmesi anlayışı ile eğitim sağlayacaklardır. 6.Bilhassa işyerinin kapanması halinde, toplu işten çıkarma veya işten atma gibi durumlarda, faaliyetlerindeki değişiklikleri dikkate alarak, çok uluslu şirketler işçi temsilcilerini ve uygun olduğu takdirde hükümet yetkililerini makul bir süre önce değişiklik hakkında bilgilendirecek ve fiili olumsuz etkilerin en iyi şekilde hafifletilmesi 156 Ekler için, işçi temsilcileri ve ilgili hükümet yetkilileri ile işbirliği yapacaklardır. 7.İstihdam şartları üzerinde işçi temsilcileri ile dürüst pazarlık yapılırken veya işçiler organize olmak için haklarını kullanırlarken, çalışanlar, ne işletmenin tamamının veya bir kısmının ilgili ülkeden transfer edilmesiyle tehdit edilecek, ne de bu pazarlıkları adil olmayan bir şekilde etkilemek veya organize olma haklarını engellemek için şirketin diğer ülkelerdeki kuruluşlarından işçi transfer edilecektir. 8.Toplu sözleşme veya işçi-yönetim ilişkileri konularını müzakere etmeye işçi temsilcilerini yetkili kılacaklar ve sorunlar hakkında karar vermeye yetkili yönetim temsilcileri ile iki tarafı ilgilendiren sorunlar üzerinde tarafların istişare etmelerine müsaade edeceklerdir. Çevre Şirketler, faaliyette bulundukları ülkenin yasaları, mevzuatı ve idari uygulamaları çerçevesinde ve uluslararası anlaşmalar, esaslar, amaçlar ve standartları dikkate alarak, çevre, kamu sağlığı ve güvenliğinin korunması gereğini göz önüne alacak ve genel olarak daha geniş bir anlayışla kalkınmaya katkı sağlayacak şekilde faaliyetlerini yürüteceklerdir. 1. Şirketlerin, aşağıdaki hususların da dahil olduğu çevre yönetimi sistemini kuracak ve koruyacaktır. a) Faaliyetlerinin çevre, sağlık ve güvenlik üzerine etkileri hususunda uygun ve zamanında bilgilerin toplanması ve değerlendirilmesi, b)Ölçülebilir amaçların ve mümkün olduğu takdirde sürekli olarak bu amaçların devamının gözden geçirilmesi dahil geliştirilmiş çevre performans hedeflerinin oluşturulması, c)Çevre, sağlık ile güvenlik amaçları hedeflerine yönelik gelişmelerin düzenli izlenmesi ve kontrolü, 2.Maliyet, iş güvenliği ve fikri mülkiyet haklarının korunması hususlarını dikkate alarak; a)Çevre, sağlık ve güvenlik politikaları ile bunların uygulanmalarından doğrudan etkilenen topluluklarla uygun ve zamanında haberleşme ve istişare içinde olacaklardır. 157 b)Kamuya ve çalışanlarına, çevresel performansın geliştirilmesindeki ilerlemeyi kapsayacak şekilde, işletme faaliyetlerinin çevre sağlık ve güvenlik üzerine olası etkilerini doğru ve zamanında bildireceklerdir. 3. Şirket ürettiği mal ve hizmetlerin ve uyguladığı işlemlerin, ürün ömrü boyunca, çevre, sağlık ve güvenlik üzerinde yapacağı etkileri araştıracak ve kararlarında buna yer verecektir. Sürdürülen faaliyetlerin önemli çevre, sağlık veya güvenlik etkilerinin olabileceği yerler ve sorumlu yetkilerin kararını gerektiren yerlerde, uygun bir çevre etki değerlendirmesi hazırlayacaklardır. 4.Risklerin bilimsel ve teknik olarak kavranmasıyla tutarlı olmak kaydıyla, çevreye ciddi zarar tehdidinin var olduğu yerlerde, insan sağlığı ve güvenliğini de göz önüne alarak, bu tür zararların azaltılması veya önlenmesinde yüksek maliyetli tedbirlerin askıya alınması için, bilimsel kesin bilgi eksikliği bir neden olarak kullanmayacaklardır. 5.Kazalar ve acil durumlar da dahil olmak üzere, kendi faaliyetlerinden doğan ciddi çevre ve sağlık zararlarının önlenmesi, hafifletilmesi ve kontrol edilmesi için acil durum planlarını ve sorumlu yetkililere ivedi raporlama mekanizmalarını hazır bulunduracaklardır. 6.Aşağıdaki tür faaliyetler mümkün olduğunca teşvik edilerek daima şirket çevre performansının geliştirilmesi arzu edilecektir: a)Şirketin en iyi performans gösteren kısmındaki çevre performansı ile ilgili standardı yansıtacak teknoloji ve işletme yöntemlerinin, işletmenin tüm kısımlarına uygulanması, b)Olumsuz çevresel etkileri olmayan, kullanımı güvenli olan, enerji ve doğal kaynakların gereksiz tüketimine yol açmayan, yeniden kullanılabilen, geri dönüşümü olabilen veya atıklarının zararlı olmadığı ürün veya hizmetlerin hazırlanması ve geliştirilmesi, c)Şirketin mal ve hizmetlerinin kullanımından kaynaklanan çevresel etkiler hakkında tüketicilerin en yüksek düzeyde bilgilendirilmelerinin teşvik edilmesi, 158 Ekler d)Uzun dönemde şirketin yollarının araştırılması. çevre performansının geliştirilmesi 7.Çevresel etki değerlendirme yöntemleri ile kamu ilişkileri ve çevre teknolojileri gibi daha genel çevre kazalarının önlenmesini kapsayan uygun eğitimi ve öğretimi çevre sağlık ve güvenlik konularında çalışanlara sağlayacaklardır. 8.Ortaklıklar ya da girişimler yoluyla çevre sorunlarından haberdar olunması, çevre korumasının geliştirilmesi gibi çevresel olarak anlamlı ve ekonomik olarak etkin kamu politikalarının oluşturulmasına yardım edecekledir. Rüşvetle Mücadele Şirketler bir işi sürdürmek veya elde etmek için ya da başka bir uygunsuz menfaat amacıyla; doğrudan veya dolaylı olarak rüşvet veya yasaya aykırı bir menfaat sağlamayı teklif edemez. Aynı şekilde; şirketlerden rüşvet veya uygunsuz bir menfaat sağlaması da beklenemez. Ayrıca, şirket böyle bir menfaati ve/veya rüşveti veremez, talep edemez ve ilerde sağlayacağına dair söz veremez. Şirketler, özellikle: 1.Kamu görevlilerine veya iş ortaklarının işçilerine anlaşma bedelinin bir kısmını ödemeyi ne teklif edecekler ne de talep edilmesi halinde vereceklerdir. Kamu görevlilerine, iş ortaklarının çalışanlarına veya onların akrabalarına veya bağlı kuruluşa ödeme yapılmasının vasıtası olarak tali anlaşmaları, satın alma siparişlerini veya danışmanlık anlaşmalarını kullanmayacaklardır. 2.Aracılara yapılan ödemelerin yalnız yasal işler için olmasını sağlayacaklardır. Uygun olması durumunda, kamu birimiyle ve devletin sahip olduğu şirketler ile olan bağlantılarında istihdam edilen aracıların bir listesi oluşturulacak ve ilgili yetkiler için hazır tutulacaktır. 3.Rüşvet ve şantaja karşı mücadele faaliyetlerinin şeffaflığını arttıracaklardır. Tedbirler, rüşvete ve şantaja karşı kamu taahhütlerinin yapılması ve bu taahhütleri yerine getirebilmesi için şirketin uyguladığı idari sistemlerin açık olmasını kapsayabilir. Şirketler 159 rüşvet ve şantaja karşı mücadelede, kamu ile işbirliğini ve duyarlılığı teşvik eden açıklık politikasını ve istişareyi destekleyeceklerdir. 4. Rüşvet ve şantaja karşı, çalışanlarının şirket politikalarına uyumunu ve duyarlılığını, bu politikaların uygun bir şekilde neşredilmesi, eğitim programları ve disiplin yöntemleri yoluyla arttıracaklardır. 5.Rüşvet ve yolsuzluğu engelleyecek idari kontrol sistemlerini uygulayacak ve “ kayıt dışı “ defter tutmanın veya gizli hesapların oluşturulması veya işlemlerin düzenli ve adil bir şekilde kaydedilmediği dokümantasyonun uygulamalarını önleyecek mali ve vergi muhasebesi ve denetleme uygulamalarını kabul edeceklerdir. Tüketici Çıkarları Şirketler, müşteri ilişkilerinde adil ticaret, pazarlama ve reklam faaliyetlerine uygun olarak hareket edecekler ve sağladıkları mal ve hizmetlerin kalite ve güvenliğini temin edeceklerdir. 1.Ürettikleri mal ve hizmetlerin, genel kabul görmüş veya yasal olarak istenen tüketici sağlık ve güvenlik standartlarına uygun olmasını temin edeceklerdir. Bu yöndeki çabalar, mal ve hizmetin, insan sağlığı üzerindeki etkilerini, ürün güvenliğine ilişkin bilgileri ve ürüne ilişkin diğer bilgileri içeren etiketleri de kapsayacaktır. 2.Mal ve hizmetler niteliği uygun olduğu ölçüde, içerikleri, bakımı ve saklanması hususunda doğru ve açık bilgileri sağlayacaklar ve tüketicilerin bilinçli kararlar almasını sağlayacak ortamı yaratacaklardır. 3.Tüketici şikayetlerinin uygun bir şekilde çözümlenmesine yönelik hitap edebilecek şeffaf ve etkin yöntemleri sağlayarak maliyet veya yük getirmeksizin tüketici anlaşmazlıklarının adil ve zamanında çözümüne yardım edeceklerdir. 4.Aldatıcı, yanlış yönlendirici, hileli ya da adil olmayan davranışlarda, tanımlarda bulunamayacak, bilgi saklamayacak ve doğru olmayan diğer uygulamalara tevessül etmeyeceklerdir. 5.Tüketici gizliliğine saygı gösterecek ve kişisel verilerin korunmasını sağlayacaklardır. 160 Ekler 6.Kendi ürünlerinin tüketiminden veya kullanımı dolayısıyla ortaya çıkan kamu sağlığı ve güvenliğine yönelik ciddi tehditlerin önlenmesi veya kaldırılmasında kamu yetkilileri ile tam olarak ve şeffaf bir tavır içinde işbirliği yapacaklardır. Bilim ve Teknoloji Şirketler: 1.Faaliyetlerinin bulundukları ülkenin planlarına ve bilim ve teknoloji politikalarına uygun olmasını sağlamaya, yerel ve ulusal yatırım kapasitelerinin gelişmesine uygun bir şekilde katkıda bulunmaya gayret edeceklerdir. 2.Uygulanabildiği yerde kendi iş faaliyetlerinin uygulanması yönünde, kişisel fikri hakların korunmasına yeterli itibarın gösterilerek, teknoloji ve teknik bilgilerin transferine ve hızlı yayılmasına izin veren uygulamaları kabul edeceklerdir. 3.Mümkün olduğu takdirde, ev sahibi ülkede iç piyasa ihtiyacına hitap edecek bilim ve teknolojinin geliştirilmesini sağlayacaklar, ticari gerekleri de göz önünde bulundurarak bilim ve teknoloji çalışmalarında ev sahibi ülke personelini kullanacak, onların eğitimini teşvik edeceklerdir. 4.Fikri mülkiyet hakları konusunda lisans verirken veya teknoloji transferi yaparken, ev sahibi ülkenin uzun vadeli kalkınma planlarına katkıda bulunacak bir şekilde ve makul ölçülerde anlaşma şartlarını yapacaklardır. 5.Ticari amaçlara uygun olduğu yerde, yerel üniversiteler, kamu araştırma kurumları ile ilişkiler geliştirecek ve yerli sanayi birlikleri ile işbirliği içinde araştırma projelerine katılacaklardır. Rekabet Şirketler mevcut yasalar ve mevzuat çerçevesi içinde faaliyetlerini rekabetçi bir anlayış ile yürüteceklerdir. Şirketler özellikle: 1.Rakipleri ile rekabetçi olmayan aşağıdaki anlaşmaların yapılması veya yürütülmesinden uzak duracaklardır. 161 a)Fiyatları sabitleştirmek, b)Piyasayı bozucu ihaleler yapmak, c)Üretim kısıtlamaları ve kotaları koymak, d)Müşterilerin, tedarikçilerin, bölgelerin veya paylaşılması ile piyasaları bölmek veya paylaşmak. ticari hatların Rekabetçi nitelik arz etmeyen faaliyetler nedeniyle zarar görebilecek ülke ekonomilerindeki rekabet kanununun uygulanabilirliği de göz önüne alınarak, şirketler faaliyetlerini mevcut rekabet kanunu çerçevesinde yürüteceklerdir. 2.Bilgi taleplerine mümkün olduğunca çabuk ve tam cevap vererek, mevcut yasa ve güvenlik önlemleri çerçevesinde ülkenin rekabet konusundaki yetkilileri ile işbirliği yapacaklardır. 3.Rekabet yasa ve politikalarına uyumun önemiyle ilgili olarak şirket çalışanlarının duyarlılığını artıracaklardır. Vergilendirme Şirketlerin, vergi ödeme yükümlülüklerini zamanında yerine getirerek ev sahibi ülkenin kamu finansmanına yardımda bulunmaları önemlidir. Şirketler özellikle faaliyette bulundukları tüm ülkelerde vergi yasaları ve mevzuatına uyacak, yasalar ve mevzuatın hem metni hem de ruhuna göre hareket etmek için her çabayı sarfedeceklerdir. Bu çabalar, faaliyetlerine bağlı olarak takdir edilecek vergilerin doğru olarak belirlenmesi için gerekli bilgilerin ilgili yetkililere sağlanması ve transfer fiyatlandırmasında faaliyet gösterilen ülke piyasalarında geçerli olan piyasa fiyatının esas alınması gibi tedbirleri kapsamaktadır. REHBERİN UYGULAMA PROSEDÜRLERİ OECD, Rehber’i benimseyen ülkelerin yükümlülüklerini şarta bağlayan özel bir Yöntem Kılavuzu’nu müzakere etmiştir. Kılavuz, Rehber’i ihlal eden bir durum oluştuğunda izlenecek hareket tarzını belirlemektedir. 162 Ekler Örneğin çalışanların hakları ihlal edildiğinde veya Rehber başka bir biçimde ihlal edildiğinde sendikalar veya işveren temsilcileri bunu Ulusal Temas Noktaları sistemi içinde bir vaka olarak gündeme getirebilirler. Ulusal Temas Noktaları’nın (UTN) görevi, taraflar arasındaki belli bir problemi çözmeye yardım etmektir. Problem Çözümü Bir şirketin Rehber’i ihlal etmekte olduğuna inanıldığında, durum bir sendika, işveren temsilcisi ve bir Sivil Toplum Kuruluşu tarafından UTN’ye getirilebilir. Daha sonra konuyu çözüme ulaştırma sorumluluğu UTN’dedir. Konunun tartışılması için etkilenen tarafların bir foruma davet edilmesi ve uzlaştırma gibi çeşitli seçenekler mevcuttur. İzlenecek yolun belirlenmesi için UTN’nin yapması gerekenler: •Vakanın daha ileri derecede inceleme gerektirip gerektirmediğine karar vermek için bir ön değerlendirme yaptıktan sonra vakayı getiren tarafa cevap vermek. •Buna göre UTN’ye getirilen konunun samimi ve Rehber’in uygulaması ile ilişkili olduğu saptanmalıdır.Konuların diğer yerli ve uluslar arası forumlarda nasıl ele alınmış veya alınmakta olduğunu dikkate alır. •Bir vaka ile ilgilenmeye başladığında UTN, tarafların problemi çözmesine yardım eder. Bunu yaparken: •ilgili otoritelerden, sendikalardan, uzmanlardan tavsiye isteyebilir, şirketlerden, STK’lar ve •diğer ülke veya ülkelerdeki UTN’lere danışabilir, • Rehber’in yorumlanmasında kuşkuya düşüldüğü yerlerde CIME( OECD Uluslararası Yatırım ve Çok Uluslu Kuruluşlar Komitesi)’den yol göstermesini isteyebilir, •konuyu çözmek için uzlaşma önerebilir. 163 Bu yolların bir veya tamamını izledikten sonra, eğer taraflar problemin nasıl çözüleceğine karar verememişse, UTN vakayla ilgili açıklama yayınlar. Eğer uygunsa Rehber’in vakaya nasıl uygulanacağı konusunda taraflara öneriler yapar. Rehber yasal olarak bağlayıcı olmasa da UTN’nin kanaati kamuda etki yaratarak şirket davranışı üstünde etkili olabilir. Son aşama olarak UTN vakanın sonucun da halka açıklar. Halka açıklamanın daha iyi olduğunun fark edildiği zamanlarda UTN sonucu gizli tutabilir. Rehber’e uyan diğer tüm ülkeler gibi Türkiye’nin de bir UTN (Ulusal Temas Noktası) kurması gerekmektedir. Türkiye’de UTN olarak Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü görevlendirilmiştir. 164