Uzm. Dr. Metin ÜLGEN Giresun SSK Hastanesi Psikiyatri Uzmanı “ Mutluluk daima yakınımızdadır .Yakalamak için çoğu zaman elimizi uzatmak yeterlidir. George Sand Çocukluk Ve Ergenlik Döneminde Görülen Uyum Ve Davranış Sorunları 1. KEKEMELİK: Kekemelik terimi sözel iletimi sıklıkla ve önemli ölçüde bozan konuşma kusurları anlamında kullanılmaktadır. Kekemeliğin en açık görülen özelliklerinden biri kelimelerin, cümlelerin ve özellikle hecelerin tekrarıdır.Tekrarlamalar özellikle çocuklarda normalde 4-5 yaşına kadar görülebilmektedir. Bu masum tekrarlarla kekemeliğin birbirinden ayırt edilmesi gerekmektedir. Hastalık genellikle 12 yaşından önce çoğunlukla 2-7 yaşları arasında başlar. 25 yaşlar arasında başlayan kekemelikler genellikle geçici olmaktadırlar. Çocuklarda düşünce hızının konuşma hızını geçtiği bu yaşlarda henüz yetersiz konuşma ile düşünce ifade edilememekte bu nedenle konuşma bozukluğu ortaya çıkmaktadır. Buna fizyolojik (gelişimsel) kekemelik denir. Bu durum her çocukta görülmemekte; ancak konuşma bozukluğuna yatkın olan çocuklarda rastlanmaktadır. Kekemeliğin ruhsal durumlarla yakın ilgisi olduğu çeşitli gözlemlerlerle belirlenmiştir. Nitekim, kekemelikte gırtlak, ses telleri, ağız veya dil gibi konuşmayla ilgili organlarda hiç bir bozukluk saptanmamıştır. Bozukluğun şiddeti, çocuğun içinde olduğu duruma göre değişir. Kekemelik stresin yoğun olduğu durumlarda artar. Konuşma çok yavaş veya çok hızlı olabilir. Genellikle, şarkı söylerken ve şiir okurken kekeleme olmaz. Ağır durumlarda elini, dizini masaya vurma gibi tekrarlayan vücut hareketleri konuşmaya eşlik eder. Kekelemeye kötü bir huy diye bakmak yanlıştır. Bir hastalık, hele hiç değildir. Kekeleme, bir belirtidir. Kekemeliğin oluş nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, psikolojik, bir hastalığa bağlı olarak ya da çevresel etkenlerle ortaya çıkabileceği bildirilmiştir. Kekemelik şu sebeplerle başlayabilir: a). Çocuğun zekasının yeterli olmayışı ve daha zor ve yetersiz öğrenmesi, b). Çocuğun başarılı olması için çevresinden ve özellikle ana-babasından gördüğü zorlanma, buna karşı, çocukta sıkıntının geliştirilmesi, c). Sol elini kullanan bir çocuğun ısrarla sağ elini kullanmaya zorlanması, d). Ana-babanın aşırı mükemmeliyetçi bir karakterde olması, hoşgörü eksikliği, gereğinden fazla disiplin uygulanması. Kekeme çocukların ailelerinde, ana-babalarının aşırı titiz ve kuralcı olduğu gözlenmiştir. Bu anne ve babaların çocuklarının konuşmasına aşırı önem verdikleri gözlenmiştir. Ayrıca erkek çocuklarda kız çocuklara oranla kekemelik daha sık görülmektedir. Kekemeliğin başlamasında korku en büyük rolü oynamaktadır. Halk arasında da bu kanı yaygındır. Aile, kekeleyen çocuğa daha sorulmadan "hiç bir şeyden de korkmadı ki, niye oldu anlayamadım" diye dile getirmektedirler. Kekemeliğin tedavisinde ilk önce çocukla görüşülerek onun psikolojik durumu hakkında bilgi edinilir. Kekemeliğin altında yatan psikolojik faktörler ortaya çıkarılarak buna yönelik tedaviler uygulanır. Çocuğun düzgün konuşması için sürekli zorlanmaması, konuşurken, sabırla dinlenilmesi, konuşmasının kesilmemesi; zaten kolaylıkla oluşan yetersizlik duygusunu pekiştirici tutumlardan (alay etme, utandırma, zorlama gibi) kaçınılması gerekir. Kekeme çocukların kendilerine göre bir psikolojileri vardır. Bu çocuklar, özellikle kendi kekemeliklerinden, etkilenirler. Dikkatleri kendilerine dönük olur. Özellikle kendi seslerini ve konuşmalarını takip ederler, grup içinde oldukları zaman huzursuzluk ve sıkıntıları ve konuşmalarındaki tutukluk daha da artar. Oyunlara iştirak etmez ve yalnızlığı seçerler. Alıngan, inatçı ve karşı çıkıcı olur. Bu huylarından dolayı anne-baba ile aralarındaki gerginlik ve sürtüşme giderek artar. Sabırlı ve düzenli bir tedavi, hoşgörü bu konuşma kusurunun önemli ölçüde düzelmesini sağlar. Ailenin aşırı titiz, düzenli, denetimci ve kuralcı tutumu gevşetilmelidir. Kekemelik tedavisinde amaç, yalnız kekemeliğin düzelmesi değildir. Çünkü kekemelik, inatçı ve süregen bir belirtidir. Toplum içinde çocuğu güç durumda bırakır, çocuğun kendine saygısını zedeler. Tedavinin esas amacı, çocuğun kendine saygısını korumaya yönelik olmalıdır. Genellikle bu çocukların önemli olumlu özellikleri vardır. Bunları bulup, çıkarıp, dikkatini ve ilgisini bu olumlu yönlerine çevirerek, kekemeliğine önem vermemesi, öğretilmelidir. Verilen önem azaldıkça kekemelik de giderek hafifler. Konuşma tedavisi 6-7 yaşından büyük çocuklarda en etkin tedavi yöntemidir. Hafif vakalarda iyileşme tipik olarak 16 yaşından önce olur ve %60'ı kendiliğinden iyileşir. 2. ALTINI ISLATMA (ENUREZİS): Normal gelişmekte olan bir çocuğun, 4-5 yaşlarından sonra altını ıslatması durumudur. Şayet altını ıslatma durumu başlangıçtan itibaren var ve arada kuru kaldığı uzun bir dönem yoksa buna “birincil (primer) enurezis”, bir dönem idrarını tutabilmiş ve daha ileri yaşlarda tekrar altını ıslatmaya başlamışsa “ikincil (sekonder) enurezis” adı verilir. İlkokula başlama çağında dahi % 10-12 gibi yüksek bir oranda görülür. Bu çocukların % 75’ inde 1.derece akrabalarda da benzer öykü alınır. Tuvalet eğitimine erken başlanması ve sert tutum sergilenmesi çocukta ileride idrar kaçırma ve “karşıt olma-karşı gelme bozukluğu”nun görülmesine neden olur. Ailede ölüm, ayrılık, geçimsizlik, okul başarısızlığı, kardeş doğumu gibi durumlar da çocukta sıkıntıya neden olarak ikincil altını ıslatmaya neden olabilir. Kız çocuklarda görüldüğünde ilerde psikiyatrik bir rahatsızlığa yol açma riski daha fazladır. Bu çocukların anne-babalarında daha çok sorunu gizleme ya da nasıl olsa bizde de daha önce olmuştu, büyüyünce geçer düşüncesiyle tedaviye başvurmama gibi bir sorunla karşı karşıya kalınmaktadır. Unutulmaması gereken diğer bir nokta tedavi edilmeyen çocuklarda pasif saldırganlık, içe dönüklük, utangaçlık gibi sorunların gelişebilmesi, ileri yaşlarda ise davranım bozukluklarının görülebilmesidir. Bu hastalarda zeka geriliği, davranım bozukluğu, depresyon gibi diğer psikiyatrik sorunlar birlikte görülebilir. Bu tür rahatsızlığı olan çocukların ailelerinde kolay öfkelenme, şiddet uygulama, çocuğu başkalarının yanında utandırma gibi yanlış tutum ve davranışlar da görülebilmektedir. Bazı aileler ise aksine bu durumu sevecenlikle karşılama, bezleme yoluna gitmektedirler. Tedavide klasik olarak; çocuğun asla bezlenmemesi, akşam sıvı alımının kısıtlanması, ıslatmadığı geceler için ödüllendirilmesi, idrar tutulmasını kolaylaştırıcı ilaçların kullanımı gibi yöntemler denenmekte ve başarılı olunmaktadır. 3. ALTINI KİRLETME (ENKOPRESİZ): Çocuğun kakasını tutma ve bırakma işlevini kontrol edebileceği yaşa gelmiş olmasına karşın, istemli ya da istem dışı olarak kakasını uygun olmayan yerlere bırakma ile belirlenen bir bozukluktur. Çocuk, hiç kontrol geliştirmemişse, birincil enkoprezis; en az bir yıl kontrol edebildikten sonra, kakasını kaçırmaya başlamışsa, ikincil enkoprezis denir. Genellikle gündüz uyanıkken daha sık olur. İkincil enkoprezis, 4-8 yaşları arasında başlar. Ülkemizde oldukça sık görülen bir bozukluktur. Erkeklerde kızlardan üç defa daha sık görülmektedir. Bu tanının konulabilmesi çocuğun en az 4 yaşında olması gerekir. Tuvalet eğitimine erken başlanılan çocuklarda enkoprezis görülebilmektedir. Çünkü, yeterli kas gelişimi olmadığı için bu durumu çocuk engelleyemez. Ayrıca aşırı titiz ve katı disiplin uygulayan anneye karşı, bir tepki şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Yeni bir kardeşin doğumu, anneden ayrılık, korkutucu olaylar hastaneye yatış, anaokuluna gidiş gibi tedirgin edici durumlar, çocukta bir gerilemeye yol açar. Bu çocukların, annelerinin, temizlik ve titizliğe önem verişleri ve cezalandırıcı tutumları özellikle dışkılamada belirgindir. Dışkıların çocuğun annesiyle arasındaki bozuk ilişkiyi gösteren bir durum olarak da değerlendirilebilir. Altını kirletme, çocuğu utandıran, kendine saygısını zedeleyen, sosyal yaşamını, arkadaş, aile ilişkilerini bozan bir belirti olduğundan tedavi büyük önem taşır. Çocuk, hangi nedenle olursa olsun, altını pisletmeye başlarsa, bunun bir alışkanlık haline gelme olasılığı vardır. Bu duruma sert tepki göstermek, sorunu artırır ve bir kısır döngüye neden olur. Altını pisletmeyi sürdüren çocuklar için izlenebilecek bazı öneriler şunlardır: Okul durumuna göre, sabahçı ise öğleden sonra, öğlenci ise sabahleyin kakası gelsin veya gelmesin tuvalete oturması ve kakasını yapıncaya kadar beklemesi, gerekirse bunu günde bir kaç tekrarlaması; ancak kakasını yapmamışsa, başka bir şey (oyun, ders, yemek gibi) yapmaması istenir. 7-10 günlük takvim tutup, her günkü durumu not etmesi ve tekrar etmesi istenir. Dışkısını tutabildiği günlerin sayısı artmışsa, kendisi ile oyun oynanır. Uygun biçimlerde ödüllendirilir. Çok lifli diyet veya yumuşatıcı ilaçlar kullanılarak çocuğun bağırsaklarını mümkün olduğu kadar boşalttığından emin olunur. Kabızlık çeken veya bağırsakları çok dolu olan bir çocuğun bu sorunu aşması zordur. Altını pisleten çocuklar, kirli iç çamaşırını temizlemelidir. Bu bir, ceza olmayıp, sorunun daha çok farkına varmalarına ve bundan kurtulmak için daha istekli olmalarına yardımcı olmanın bir aracıdır. Altını pisleten çocuklar, temizleme işini sıkıcı buldukları için konuya duyarlı olmayı öğrenirler. Başarının fazlasıyla ödüllendirilmesi, altını pisleten çocuklarda kolayca gelişen, güvensizlik ve başarısızlık duygularını engellemede yardımcı olacaktır. Tıbbi müdahale, uygun bir rejim ile birlikte dışkının kontrolü için lavman, müshil ilacı ve fitil kullanarak, dışkı ile doğrudan fiziksel kontrolü sağlamaya çalışılır. Çocukları, küçük yaşlarından itibaren, temizliğe alıştırmak ve bu işi ölçülü ve planlı bir şekilde yapmak, çocuğun karakterine ters bir istikamet vermemek için büyük bir sabırla çalışmak, çocuğun özelliklerine göre en doğru tedbirleri almaya dikkat etmek gerekir. Altını pisletme 4 yaşından sonra her çocuk için çok ürkütücü bir sorundur ve ciddi olabilecek duygusal sonuçlarının önlenmesi için etkin bir tedavi gerektirir. Tedavi sağlanmazsa, kolaylıkla psikolojik sarsıntıya yol açabilir. Bu nedenle bir uzmanın yardımına başvurmakta gecikmemelidir. 4. PARMAK EMME: Doğumu takiben ilk 3-4 ayda normal olarak bir çocuğun yeme ve içmesi için tek yol emmedir. Birinci yılın sonuna kadar emme esas yol olarak kalır. Çocukların bu faaliyetten belli bir şekilde ve derecede zevk aldıkları görülmektedir. Emme refleksinin sıklığı değişir. Birçok çocuğun beslenme sonrasındaki emmeden yeteri kadar doygunluk elde ettikleri görülür. Ağız hayatta haz kaynağı olarak kalır. Bu faaliyet erken çocuklukta emme, çocuklukta sakız çiğnemek, tırnak ısırmak, gençlikte sigara içme, öpme ve hafif ısırma şeklini alır. Başparmağın, emme objesi olarak seçilmesi muhtemelen rastlantıdır. Başparmak genç çocuğun rasgele yaptığı el hareketleriyle ağız ile temasa gelmesiyle başlamaktadır. Bu sırada faaliyet zevk verici bulunuyor ve bundan sonra da zevk kaynağı olarak devam ediyor. Daha çok başparmağını hatta bazen ayak parmağını bile emebilir. Bu davranışın çevreyi tanıma ve keşfetme ihtiyacından doğduğu kabul edilir. 3-4 yaşlarına kadar herhangi bir rahatsızlığa bağlı olmaksızın da görülebilir. İlk yaşlar içinde doğal olan bu davranış daha sonraları da devam ederse veya ileriki yaşlarda ortaya çıkarsa bir uyumsuzluk sorunu veya alışkanlık bozukluğu olarak kabul edilir. Ayrıca çocuklarda korkuda, açlıkta, anneden ayrılmada veya uykuya dalarken görülebilir, Temelinde anne çocuk ilişkisindeki yetersizlik ve çocukta güven hissinin yeterince gelişmemiş olduğuna işaret eder. Bu durumlarda anne çocuğuyla ilişkisini tekrar gözden geçirmeli, onun sosyal ortamlarda daha rahat olması için, cesaretlendirmeli, çocuğun hareketlerini kontrol etme ve düzenleme noktasında onu daha özgür bırakmaya özen göstermelidir. Ayrıca parmak emmenin uykuyla sıkı bir ilgisi vardır. Bir çok çocuk parmaklarını uykulu oldukları ve uykuya daldıkları zaman emerler. 2 yaşındaki çocukların bir kısmı uykuya dalarken parmaklarını ağızlarına almak için direnirler. 3 yaşında bu alışkanlık uyku sırasında kendiliğinden kaybolabilir. Anne-babaya parmak emmenin zararsız bir faaliyet olduğu açıkça anlatılmalıdır. Küçük yaşlarda çocuklar uygun beslenmelidirler. Çocuğun beslenme şekli de önemlidir. Bu alışkanlığı için şiddet kullanmak, hiçbir fayda getirmez. Sürekli parmak emme, psikolojik sorun ve gerginliklerin bir sonucu olarak gelişebilir. Parmak emme alışkanlığı karşısında anne-babanın yapacağı en sağlıklı yaklaşım, olayı telaşa kapılmadan sabırla karşılamak ve ilgilenmekten kaçınarak çocuğa bu alışkanlığın, bebekçe bir davranış olduğunu, başkalarının gözüne hiç görünmeyeceğini, basit bir dille anlatmaktır. Çocuğa alıştığı parmak emmeden aldığı hazdan daha kuvvetli ve eğlendirici bilhassa ellerini kullanmak suretiyle yapılacak bazı uğraşlar bulmak yararlı olmaktadır. 5. TIRNAK YEME: Ruhsal gerilim, sıkıntı veya saldırganlık duygularının açığa vurulmadığı durumlarda, çocuğun kendi kendine yönelik saldırganlık dürtüsünün bir belirtisi kabul edilir. Huzursuz çocuklarda sıklıkla rastlanır. Tırnak yeme, daha çok sinirli çocuklarda ve dişlerin çıkmaya başladığı dönemlerde görülmektedir. 7-8 ve daha ileri yaşlarda da görülebilen tırnak yeme, özellikle çocukların ellerinde herhangi bir iş ya da oyunla uğraşmadığı zamanlara görülmektedir. Bu hal çocuklarda genelde uyku bozuklukları ve hareket huzursuzluğu ile beraber bulunur. Çocuk bu yoldan iç huzursuzluğunu başlatmaya çalışır. Aşırı bastırıcı bir ana-baba veya sert bir öğretmenin etkisinde kalan çocuklarda daha sık rastlanır. Saklı kalmış bir saldırganlığı yansıttığı kabul edilir. Daha çok, kendini suçlayan ve öfkesi içine dönük kişilik yapılarında görüldüğü söylenir. Tırnak yeme, bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilebilir. Aile içinde aşırı baskıcı ve otoriter bir öğretimin uygulanması, çocuğun sürekli olarak azarlanması, eleştirilmesi, kıskançlık, yetersiz ilgi ve sevgiyle sıkıntı ve gerginlik tırnak yemeye neden olan başlıca etkenler arasında sayılabilir. Çocukların hemen yarısında görülen bu modelin çocuk tarafından taklit edilmesi de bir etken olabilir. Tırnak yeme büyük bir ihtimalle parmak emmede olduğu gibi, psikolojik çevredeki hoşnutsuzluklardan kaynaklanmaktadır. Evdeki mevcut gerilimleri azaltmaya yönelik çocuğun kendince gösterdiği bir çabadır. En etkili tedavi yöntemi, 3-4 yaşlarına kadar, anne-baba tarafından görmezlikten gelinmesidir. Çocuğun bu alışkanlığı kazanmasına neden olan etkenler saptanarak, konuya çözüm getirilebilir. Ancak, çocuğun kendisini güvensiz hissetmesi ile bu davranış tekrar görülebilir. Tırnak yemenin çirkinliği, çocuğun gururu kırılmadan uygun biçimde anlatılabilmelidir. Tırnak yiyen çocuklara eski hafif pamuk eldivenler giydirmek suretiyle, yatağa yatırmak ve geceleyin tırnaklarını ısırmak veya yemek istediği zaman hatırlatıcı olması konusunda yararlı olmaktadır. Parmak veya tırnağa acı ama zararlı olmayan bir nesne de sürülebilir. Tırnağını ağzına götürdüğünde hatırlayıp acıyla birleşince, tekrarlama olasılığı azalır. Çocuk bu alışkanlıktan vazgeçmesi için zorlanmamalıdır. Zorlama, alışkanlığı tekrarlatabilir. Son olarak tırnak yemenin ısırmak suretiyle kötü bir alışkanlık olmadığı ve bunu, isteyen kimselerin kolaylıkla terk edebildikleri, çocuklara ve gençlere öğretilmelidir. Çocuk buna inandırıldığı zaman bundan daha çabuk vazgeçecektir. 6. YALAN SÖYLEME: Bir hatayı gizlemek amacıyla gerçeğe uygun bir girişimde bulunmaktır. Bu girişim, sözle olabildiği gibi jest, yazı ve susmayla da olabilir. Sosyal bir davranış olan yalanın amacı başkalarını yanıltmaktır. Ana-babaların birçoğu, çocuğun gerçeğe sadık kalmasını çok erken bir dönemde isterler. Oysa 3 yaş çocuğunun "inanılmayacak öyküler" uydurması ve taklit oyunlarından hoşlanması doğaldır. Çocuk, zeki ve hayal gücü geniş olduğu ölçüde bunda başarılı olur. Öykü uydurmak ve taklit oyunu yalan söylemek değildir ve bunu engelleyici hiç bir değişimde bulunulmamalıdır. Yalan çocuğun eğlenmeyi sevmesinin birine takılmaktan hoşlanmasının doğal övünme arzusunun, arkadaşlarından geri kalmama isteğinin ya da cezalandırma korkusunun bir sonucudur. Yaşamın ilk 5 yılında çocuğun yalan söylemesi konusunda endişe etmeye gerek yoktur. Gerçeğe sadık kalma çocukta giderek gelişen bir durumdur. Çocuğun gerçeğe sadık kalması konusunda ısrar etmek ve çocuğa yalan söylediğini kanıtlama girişiminde bulunmak son derece yanlış bir tutumdur. Çocuk açıkça anlaşılan bir yalan söylediği zaman, endişeyle karşılanmamalıdır. Ancak, çocuk 4 yaşına geldiği zaman, yalan salt övünmekten öte bir amaçla söylenmişse, düş gücü ürünü ya da bir şaka değilse, o zaman annenin çocuğa, eğer doğruyu söylemezse, ona ne zaman inanabileceğini söylemesi yeterlidir. Sert cezalar suçlanmadan kaçmak için çocuğun yalan söylemesine yol açar. 6.1.Sözde (Pseudo)Yalan: 3-4 yaş çocuklarının sıklıkla söyledikleri yalanlar aslında gerçek anlamda yalan değildir. Sahte ya da görünürde başka bir deyişle, "sözde" (pseudo) yalanlardır. Bu tür "sözde" yalan gerçek yalandan farklıdır; Gerçek yalanla yüzeysel benzerliği çoğunlukla karıştırılmasına neden olur. Eğitimsel yanlışlıklar, sosyal ve moral anlam verme, kınama, üzüntüyle karşılama, bu tür yalanları doğurur. Örneğin ; Masada bardağı deviren çocuk, bundan kardeşinin sorumlu olduğunu söyleyebilir. Görünürde yalan bazen oyun niteliği taşır. Çocuk, çevresindeki kişiler ya da kendisiyle ilgili olaylara ince ayrıntılar katarak bunları süsler. Gerçeğe bir anlamda bağlı kalabildiği gibi, tümüyle başka bir olayı da yaratabilir. Bu tür uydurmalar 7 yaş öncesi çocuklarda sıklıkla görülür. Uydurmalar zamanla gelişebilir ve bir öykü gibi tamamlanabilir. Bu hayal gücü ürünlerinin özelliği, ikinci bir kişinin yaratılmasıdır. Çocuk, çoğunlukla kendisiyle aynı yaş ve cinsiyette bir kardeş, kuzen, arkadaş yaratır. Çocuk, duygu ve deneyimlerinin bir bölümünü, sorumluluklarının bazılarını ona aktarır. Tek çocuk ya da kardeşlerin kendisinden çok büyük olanlar da bu daha sıktır. Örneğin, 3 yaşında bir erkek çocuğun kendisinden 7 yaş büyük bir kardeşi vardır. Oyun arkadaşı olmayan bu çocuk, kendisiyle aynı yaşta sembolik bir arkadaş yaratır. Kendisi bir şey istediğini de bu hayal ürünü arkadaş da ister ve bu istek çocuk tarafından hemen ailesine bildirilir. Çocuk, bazen arkadaşının anne ve babasının ona armağan verdiklerini söyler. Aslında bu, kendi anne babasından istediği bir şeydir. Çocuk, ailesiyle yaptığı bir gezide korktuğu için ata binmez. Ancak ertesi gün arkadaşının kahramanlık öykülerini ayrıntılarıyla anlatır. 4 yaşına doğru çocuk artık arkadaşından pek söz etmemeye başlar. Anne ve babası kendisine arkadaşının ne yaptığını sorduğunda "o trafik kazasında öldü" yanıtını verir. "sözde" yalanlar, çocuk düşüncesinin kendiliğinden ve özgün ürünleridir. Çocuk psikolojik gereksinmeleri nedeniyle gerçek dışı fikir, bilgi ya da hayallere sığınabilir. 6.2.Alışkanlık Haline Gelen Yalan: Çocuğun gerçekle gerçek olmayanı ayırt etmesinden sonra, yalanın hala süregelmesi halinde, yalanın temelinde çevreyle olan olumsuz ilişkiler yatıyor demektir. Burada uydurma sözler anlatma, öyküler icad etme ya da kendi yararına bazı şeyleri reddetme gibi hayali yalandan daha önemli yalanlar söz konusudur. Bu tür yalan, birtakım bencilce sonuçları elde etme amacıyla, bilerek ya da isteyerek başkalarını aldatmaktır. Bu anlamdaki yalancılığın "kendini kontrol edememek ve aşırı bencillik" le yakından bir ilgisi vardır. alışkanlık halinde yalan söyleyen çocukların kişiliklerinde bu iki özellik vardır. Bu durum, çocukların yeterince sosyalleşemediğinin işaretidir. Bir başka deyişle, çocuk başkalarının hak ve çıkarlarına hiç olmazsa kendininki kadar değer vermesini öğrenememiştir. R. Allendy' e göre, yalana neden olan 4 etken: aşağılık duygusu, suçluluk duygusu saldırganlık ve kıskançlıktır. Olması gereken eğitimsel koşullarda yetişmiş normal çocuk yalan söylemez. Eğitimci ve yetişkinlerin kendileri ve çevreleriyle barış içinde olan çocukların yalana en az başvuranlar olduklarını unutmamaları gerekir. Yalancılık, hırsızlık ve okuldan kaçma gibi davranış bozukluklarıyla yakından ilgilidir. Bu tür çocuklar ceza tehlikesinden korunabilmek için çekinmeden yalana başvurur, olanı, olduğu gibi değil de, büyüklerin istedikleri gibi göstermekten çekinmezler. Çocuk, ergenlik dönemine girdiğinde yalanın türü ve içeriği değişir. Genç, nezaket ve gönül alma gibi nedenlerle özel ve tümüyle bilinçli bir davranışla yalana başvurur, ki bu tür yalan "sosyal yalan" adını alır. 6.3.Patolojik Yalan: Duygulanım bozukluğunun bir belirtisi olarak görülür. Aşağılık duygusu ve güç sistemi, bazı patolojik yalanların temel nedenini oluştururlar. Patolojik yalanla çocuk sevinçli ve kaygısız görünür ki, bu kaygısızlık dikkat çekicidir. Çocuk, okulla ilgilenmez, aile içindeki olaylara kayıtsızdır, sosyal değişikliklerle yetinir, gerçek arkadaşlığı aramaz. Yaşından aşağı görünür, davranışları oldukça çocuksudur. Duygusal ve ahlaki bakımdan olgunluğa ulaşamamıştır. Çocukta yalanın alışılmamış sıklığı, sürekli hırsızlıkların ortaya çıkışı, alarma geçirilmesi gereken durumlardır. Patolojik yalanın gerçeğe benzerliği önemli özelliklerindedir. Çocuk, inanılmak için yalan söyler ve bu amaçla önlemler alır. Yararsızlık da bir başka özelliktir. Bir kez uydurmak alışkanlık haline geldi mi, hiç bir yarar sağamazsa bile yinelenir. Bazen de çocuk ilginç olmak için yalan söyler. Patolojik yalan üzücü, sıkıntı veren bir gerçeğin reddini belirtebilir. Hatta çatışma objesi hakkında olabilir, örneğin, kardeşi daha fazla ilgi gören bir çocuk, kardeşinin hasta olduğuna ya da öldüğünü anlatabilir. Patolojik yalan, duygulanımda bir gerilemenin ifadesidir. Patolojik yalanla basit yalan arasındaki farklar şunlardır: Olağan yalancılıkta gerçek, bencilce bir sonuca ulaşmak için bilerek saptırılır. Marazi yalancılıktaysa, birey, hiç olmazsa görünürde çıkar peşinde değildir. Olmayacak şeyleri anlatmak, olanı abartmak, hayret verici şeyler söyleyerek, çevresindekilerin şaşkınlığını uyandırmak kendi içinde bir zevk vermektedir. Şiddetli aşağılık duygusu olanlar, söyledikleri sistemli yalanlarla bu duyguyu ödünleyip yatıştırmak isterler. Bu alışkanlığın her şeyden önce, çocuğun aile çevresinde ve ailede aldığı eğitimle bir münasebeti vardır. Bilhassa aile çevresinde çocuğun aşırı bir baskı altında tutulması isteklerinin gizli kapalı yollardan ve büyüklere sezdirmeden doyurmak zorunda kalması, yalancılığı kolayca geliştirir. Çocuk, devamlı yakalanma, azarlanma ve cezalandırılma tehlikesi içinde olduğundan, yalan, onun tek korunma silahıdır. Bazen de çocuk kendisine fazla karışılması nedeniyle, yalan söyler. Bu durumda, hata yetişkindedir. Eğitici, çocuğun dünyasına ait her şeyi öğrenmek ister. Bu davranış, çocuğa zayıflığıyla alay edilmiş izlenimini verir. Kendince karşılık vermek için yalandan yararlanır. Bunlardan başka büyükler hareketleriyle çocuğu yalan teşvik eder ve alıştırırlar. Bir çok ana-babalar, çocuklarının yapışkanlığından kurtulup, hareket serbestilerini elde etmek için yalan söylemekten çekinmezler. Sinemaya ya da ziyarete giderken; dişçiye, doktora gidiyoruz, derler. Bir kaç saat sonra da gerçeği ağzından kaçırıverirler. Böylece, çocuk hem ona karşı güvenini kaybeder, hem de işine yarayacağı zaman kendisinin de yalan söyleyebileceğini öğrenir. Baba ya da annesinin kötü bir teşvik edildiğini görürüz. Yalancılık vakalarının ancak, çevresel ilişkileri ele alındığı taktirde yoluna konulabilir. Tabii önce çocukta yalancılığın gelişmesini kolaylaştıran sebepler bulmak gerekir. Yetişkinler çocuğa iyi birer örnek olmalı ve davranışlarında, çocuklarında görmek istedikleri hatalara yer vermemelidirler. 7. SALDIRGANLIK: Genellikle doğuştan varolduğu kabul edilen bir dürtüdür. Bunun dışında çevrenin olumsuz tutumları veya gereksiz engellenmeler, çocuğa yöneltilen saldırganlıklar, çocukta saldırganlığın oluşmasına veya saldırganlık dürtüsünün beslenerek güçlenmesine neden olabilir. Bazen, bu dürtü çocuğun kendisine yönelir. O zaman da çocuğun kendisini yaralaması, öfke nöbetleri, saç koparma gibi uyum bozuklukları ortaya çıkabilir. Başını sert cisimlere vurma gibi eylemler de bu nedenle ortaya çıkar. Dışa dönük saldırganlıkta yemekleri dökme, bebekleri dövme, oyuncakları kırma, kağıtları yırtma, küfürlü konuşma, tepinme, ısırma gibi belirtiler sık görülür. Saldırgan çocuk, ruhsal sorunları nedeniyle, yaşıtları ve genel olarak çevresiyle uyumlu ilişkiler kuramayan çocuktur. Aşırı geçimsizdir, ilişkileri gergin ve sürtüşmelidir. Olağan anlaşmazlıkları bile gücüyle çözmeye çalışır. Öfkesini yenemez, hep kendini haklı çıkarma eğilimindedir. Cezalardan etkilenmez veya bir süre etkisinde kalır. Bu tanıma göre, çocuklar ruhsal sorunlarını davranışlarına aktarırlar. Saldırganlık cinsel dürtü gibi insanda varolan bir dürtüdür. İnsanın yaşaması için gereklidir. Saldırganlığın, genellikle toplumsallaşma evrelerinin bozuk geçtiği ve yeterince sindirilemediği çocuklarda, katı disiplin kurallarının hakim olduğu ailelerde ortaya çıkması daha olasıdır. Bunun devamlı kullanılması bir karakter özelliği kazanmasına neden olur. Ciddi uyum ve davranış bozukluklarında görülen saldırganlık sıklıkla, zeka geriliğinin veya psikiyatrik rahatsızlığın bir belirtisi olabilir. Esas olan çocuk büyüdükçe ve geliştikçe saldırganlığı oluşturan gücün, toplumsallaşmanın kurallarıyla bağdaşır şekilde yararlı uğraş alanlarına dönüştürülmesi ve çocuğun uyumlu davranışlara yönelmesini sağlamaktır. Spora ve yarışmalara yönelen çocuk ve gençlerde saldırganlık dürtülerinin büyük ölçüde pozitif enerji şeklinde kullanılarak rahatlama sağlandığı ve bu durumun saldırganlık eğilimlerinden uzaklaştırıcı olduğu düşünülmektedir. 8. UYKU PROBLEMLERİ: En sık görülen uyku problemleri şunlardır: 8.1. Uyumakta Zorluk: Bazı çocuklar dıştan gelen uyarılara duyarlıdır, kolayca uykusu bozulur. Ancak çoğunluğunun sorunu yatma alışkanlığının kazandırılmamış olması ve geç saatlere kadar büyüklerle kalmasına izin verilmesidir. Çoğu çocuk türlü bahanelerle ailesinin yanında yatmaya çalışır, bu amaçla ağlar, ailesini kullanır. Bunun önlenmesi için çocuğun düzenli olarak kesin ve kararlı bir tavırla belli saatte yatırılması gerekir. Alıştığı oyuncağı almasına izin verilmesi, sakin bir sesle masal veya hikaye okunması çocuğun uykuya geçişini kolaylaştırır. 8.2. Sık Uyanma: İlk 6 ay içinde çocukların % 85’ i gece uykusunu sakin geçirir. Sadece ihtiyaçları için uyanır. % 10’ luk bir bölümünün ise hemen her gece uyanma sorunu olur. Bu, çocuğun yapısına, ailede stres faktörlerinin varlığına, annede bir ruhsal rahatsızlığın bulunup bulunmamasına göre şekillenebilir. Bu durumda aile bireylerinin bir liste tutarak çocuğun uyanma saatlerini, muhtemel uyanma nedenlerini, uyanmaya verdikleri tepkileri not etmeleri ve bunu bir uzmanla tartışmaları yararlı olacaktır. Daha büyük çocuklar endişe ve korku nedeniyle veya anne ve baba ile birlikte onların yatağında uyumak için sık sık uyanırlar. Bu durumda çocuğa sakin bir tavırla kendi yatağında uyuması gerektiği, güven içinde olduğu ve ihtiyaç duyduğunda her zaman yanında olacakları mesajı verilmeli, kendi yatağında uyuması konusunda desteklenmeli ve özendirilmeli, ödüllendirilmelidir. 8.3. Kabus: Genellikle gece uykusunun sonuna doğru, korkulu rüya ile uyanma nöbetidir. En çok 5-6 yaşları arasındaki çocuklarda görülür. Gecede birkaç kez veya bazen gündüz uykusunda görülür. Çocuk uykudan uyanır, korkulu rüyayı o sırada veya ertesi sabah hatırlar, anlatır. Normalde sıkıntılı bir dönem sonrasında, korkulu bir gün sonunda görülebildiği gibi, ateşli hastalıklar sonrasında ve deprem, sel gibi önemli felaketler sonrası da izlenebilir. Bazen de ruhsal rahatsızlıkların önemli bir işareti olabilmektedir. 8.4. Uykuda Korku: Genellikle uykunun 1/3’ lük ilk diliminde görülür. Çocuk uykudan aniden korku ile uyanır. Çığlık atarak oturur ya da kalkar. Amaçsız hareketler yapar. Fakat tam olarak ayılmaz. Anneyi babayı tanıyamaz. Söylenenleri anlamaz. Hızlı soluk alıp verir, kalbi hızlı çarpar, terler. Kendi yaralayıcı bir davranış göstermesi engellenmelidir. Çocukların % 3’ ünde bu durum her gece görülür. % 50’ sinin ailesinde benzer öykü vardır. Genellikle ilaç vermekten kaçınılır. Genellikle yaşla birlikte azalarak kaybolur. Nadiren ileri yaşlarda da devam edebilir. 8.5. Uyurgezerlik: Bu durum da uykunun ilk bölümünde görülür. Çocuk uyku esnasında birden doğrulup, kalkar, oda değiştirir, tam olarak amaca yönelik olmayan otomatik hareketlerde ( mutfağa gidip yemekleri dökme, bazen yeme gibi) bulunur. Gözlerini bir noktaya diker. Yüzü donuktur. Çoğu yatakta doğrulup tekrarlayan hareketler yapar. Uyandırmak güçtür. Uyandırılırsa geçici bir süre hafıza kaybı ve etrafından haberdar olmama durumu görülür. Kaza durumuna karşı önlem alınıp, kapı pencereler kapatılmalı, tehlikeli eşyalar ortadan kaldırılmalıdır. Bu durumun devam etmesi halinde aileler mutlaka bilgilendirilmeli, ayrıca sara (epilepsi) hastalığından ayırt etmek amacıyla mutlaka EEG tetkiki yapılmalıdır. Ailelerin sakin olmaları, çocuğa temel uyku alışkanlıklarının tekrar kazandırılması önemlidir. 9. OKUL KORKUSU: Çocuklarda okula gitmek istememe ve gitmeme durumu, bazı yazarlar tarafından okul reddi, bazıları tarafından okul korkusu olarak isimlendirilmektedir. Çocuk birden bire bir gün okula gitmek istemez. Zorlanmalar karşısında sıkıntı duyar; paniğe kapılır, midesi bulanır, kusar, ağlar, gitmemekte direnir, bazıları zorlamalara dayanamayıp yola çıkar, ya yarı yoldan döner, ya sınıftan çıkar eve gelir. Çocuk, neşesizdir, uykuya dalmakta güçlük çeker, iştahı kesilir, ödevlere karşı ilgisi azalır, her sabah vücudunun belli bölgelerinde ağrı tanımlamaları ile uyanır. Başı, karnı ağrır, midesi bulanır. Bir gün okula gitmeyeceğini bildirir. Neden olarak, öğretmenden korktuğunu veya bir arkadaşının kendisini rahatsız ettiğini söyleyebilir. Çoğu zaman evde rahattırlar. Şiddetli vakalarda çocuklar, evde de huzursuzdurlar. Bağlı ve bağımlı oldukları aile bireyini (bu genellikle annedir) bir yere bırakmaz, peşinde dolaşır. Okul korkusunun kaynağı genelde anneden ayrılma kaygısıdır. Bu davranış bozukluğu bir aile problemi şeklinde görülmektedir. Böyle aile bireylerinin birbirlerine karşı aşırı bağımlı durumları göze çarpar. Okul korkusu olan çocuk, okula gittiği zaman anne-babasına bir şey olacağından korkmaktadır. Aşırı bağımlı olan anne ve baba çocuğuna okulda bir şey olacağı kaygısını devamlı yaşarlar. Bu durumda çocuğa karşı aşırı ilgi göstermeleri sonucunda çocuk, bağımlı bir kişilik özelliği kazanarak, ileride uyum problemleri yaşayabilmektedir. Çünkü onlarda birbirlerine aşırı bağımlı olmalarını istemekte ve bu durumu desteklemektedirler. Okul korkusu geliştiren çocuklar, genelde başarı kaygısı olan, uslu, uyumlu, aşırı onay bekleyen, ailesine bağımlı çocuklardır. Bu kişilik özelliklerine sahip çocuklarda tetiği çeken bir etken hastalığı başlatır (Ailede hastalık, bir kardeşin doğumu, gibi). Anne ve babanın disiplin konusundaki yetersizlikleri sonucu çocuğun egemenlik duygusu artmakta ve kendi istekleri doğrultusunda davranmaya başlamaktadır. Ayrıca çocuğun yabancı bir ortama girmesi de okul fobisini başlatabilir. Okula gitmediğinden dolayı, çocuğu suçlamaktan kaçınılmalıdır. Ona bu durumun bir çok çocukta görüldüğünü, tedavi edilebileceği anlatılır. Onun güvenini kazandıktan sonra her ne şekilde olursa olsun, okula gitmesi gerektiği, zaman geçerse, bu korkuya derslerden geri kalmış olma korkusunun ekleneceği söylenir. Okula ailesinden birisiyle gitmesi, çıkışa kadar onunla beraber okulda kalması istenir. Bunun için okul ile işbirliği sağlanmalıdır. Yaş, ne kadar küçük ise tedaviye yanıt o kadar iyidir ve kısa sürede çocuk, okula döner. Okul korkusu çocuğun okuldan, sosyal faaliyetlerden, uzaklaşmasına neden olduğundan, çocuğun akademik ve sosyal gelişimi önemli derecede etkilenmektedir. Bu durum ergenlik çağlarında da devam ederse, çocukta ağır kişilik bozukluğuna neden olacağından, bu çocukların erkenden tespit edilip, tedaviye alınması önemlidir. 10. HIRSIZLIK-ÇALMA: Çalma olayı, 5 yaşına kadar bir sorun oluşturmaz. Her çocuk nesnelere sahip olmanın anlamını ve başkalarına ait olan şeyleri olamayacağını öğrenmelidir. Bunu öğretmenin en iyi yolu, çocuğun kendisine ait eşyaları almasını sağlamak ve yeterince büyüyünce kendisine harçlık vermektir. Çocukta gerçek çalmadan söz edebilmek için, çocuğun en azından 7-8 yaşını geçmiş olması gerekir. Hırsızlığa karşı eğilim her vakit kusurlu bir eğitim sonucu çocuklara aşılanmaktadır. Yinelenen çalmaların en önemli nedeni, çocuğun doyumsuzluğunda aranmalıdır. Doyumsuzluk, çok çeşitli durumlarda ortaya çıkabilir. Kısa süreli ya da uzun süreli olabilir. Yeni bir kardeşin doğumuyla pabucunun dama atıldığını sanan çocuk, kısa süre için annenin çantasından para çalabilir. Bu davranış, kendisini yüzüstü bırakan anneye karşı bir öç almadır. Sevilmeyi ya da anne-babasının sevgisini yitirdiğini sanan çocuk, çeşitli yollardan bu sevgiyi geri getirmeye çalışır. Olumsuz biçimde de olsa ilgisini üstüne çekmeye uğraşır. Çocuk hırsızlıklarının diğer bir amacı da yeni bir heyecan verici tecrübeler yaşama ya da çevresini atlatarak bir üstünlük ye da hakimiyet duygusu elde etmektir. Çocuk ve gençlerde bu isteklerin doyurulması doğal ruhsal bir ihtiyaçtır ve davranışlarının bir çoğu bu ihtiyaçları doyurmak içindir. Bu istekler, organize edilmiş faydalı bir takım eğitsel faaliyetlerle, beğenilir, kanallara akıtılmadığı taktirde çocuk bunu komşusunun bahçesinden, meyve-pastacı dükkanından çörek, otellerden havlu ve terlik aşırmak suretiyle tatmine kalkışır. Bu tür hırsızlıklar genel olarak grup halinde işlenir ve çokluk, çalışan eşya ile herhangi bir ihtiyacı kapatmak bahis konusu değildir. Çocuk ve gençlerin hırsızlıklarının bir kısmını da ana-baba baskınsına karşı sembolik bir isyan hareketi diye anlamlandırmak mümkündür. Çocuklara bazı isteklerini kontrol etmeyi öğretmek, bu konuda onlara ciddi bir biçimde yardım etmek, toplumsal değerler olarak mülkiyet kavramını ve başkalarının ve başkalarının mülkiyet haklarında saygı oluşturmak, onlara verilmesi gereken eğitsel bilgilerin başında gelmelidir. Bundan başka, çocuklara 7-8 yaşlarından itibaren, düzenli olarak harçlık verilmesi, eğitimsel planda önem taşır. Harçlık yaşa, ekonomik olanaklara ve koşullara göre değişir. Bunun yanı sıra, ana-babalar, başkalarının haklarına saygılı bireyler olarak, çocuklarına iyi örnekler sunmalıdırlar. Ana-babalar sağlıklı örnekler olmadıkları sürece bu doğrultuda alınacak önlemlerin yararı yoktur. Anne ve babanın davranışları, dengeli ve tutarlı olmalı, aşırı sevgi ya da katı bir otorite üzerine kurulmamalıdır. Ana-babalar, çocuklarını sağlıklı özerk davranışlara yönlendirmelidir. Çocuğun kendine saygısını artırıcı tutumlar, olumlu davranışlarını ödüllendirme ve pekiştirme tedavide uygulanması gereken ana ilkedir. 11. MASTÜRBASYON (ÖZDOYURUM): Bebeklik ve erken çocukluk çağlarında özellikle uykuda cinsel organlarda görülen uyanıklık asla mastürbasyon kabul edilmemelidir. 3-5 yaşlarından itibaren temizlenme, yıkanma sırasında cinsel organlarla temas çocukta uyarı ve haz nedeni olabilir. Bu tesadüfi duygulanma çocuk için bir doyum uğraşısı biçiminde gelişebilir. Arada bir bu durumun görülmesi bir hastalığa işaret etmez. Aşırı boyutlara varması ve süreklilik kazanması çocuğun önemli ruhsal gerilimlerinin veya doyum ihtiyacının belirtisi kabul edilmelidir. Bazı çocuklarda 1 yaşından önce dahi başlayabilir. Bebekliklerinde tek başına bırakılan çocuklarda bu durum daha sık görülür. Ve çoğu annenin korktuğunun aksine herhangi bir cinsel sapkınlık ya da ruhsal hastalık belirtisi olmayıp çocuğun bedenine yönelen artan ilgisinin bir sonucudur. Bazen de çocuklarda masturbasyonu başlatan dar pantolonlar, idrar yolu enfeksiyonları, parazit enfeksiyonları nedeniyle ortaya çıkan kaşınmayı takiben bu olayın başlattığı haz ve doyumun fark edilmesidir.Bu amaçla daha çok kız çocukları doktora getirilmektedir. Bu durumun iki olası nedeni vardır. Birincisi kız çocuklarının yaptıklarının bilincine daha çabuk varmaları, ikincisi ise bunun bir hastalık ve sapkınlık olabileceği ve ilerde kız çocuklarının bu tür bir sapkınlıkla daha zor koşullarla karşılaşabileceği şeklindeki yanlış anne-baba tutumudur. Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, memeden kesilme, bakıcıya bırakılma, ebeveyn kaybı gibi çocuk için travmatik olabilecek durumlarda ona yeterince güvenin ve ilginin verilmesidir. 12. TRİKOTİLLOMANİ (SAÇ ÇEKME-KIL YOLMA): Bazı çocuklar 1-2 yaşlarından itibaren kendi saçlarını çekip, yolabilir, vücut kıllarını koparabilirler. Bu davranış uyumsuz ve huzursuz çocukların önemli belirtilerinden biridir. Sık görülmemekle beraber, kız çocuklarda biraz daha fazladır. Anne-çocuk ilişkisindeki duygusal yetersizlikler veya duygusal gelişmenin engellenmesi başlıca nedendir. Böyle çocuklarda duygusal alandaki gerilimin ifade edilememesi, boşaltılamaması saldırganlık dürtüsünü artırmakta ve çocuk bu dürtüyü kendisine yöneltmektedir. Büyük çocuklarda ve gençlerde daha ciddi ruhsal hastalıkların önemli bir belirtisi olabilir. Konuşmayan veya isteklerini anlatamayan zihinsel engelli çocuklarda görülme sıklığı normal akranlarına göre daha fazladır. 13. AYRILMA KAYGISI PROBLEMİ: Bu bozukluğun temel özelliği çocuğun bağlandığı kişilerden veya evden ayrılık durumu olduğunda aşırı kaygı ve endişe duymasıdır. Bu kaygı durumu çocuğun yaşı ve durumu göz önüne alındığında çok aşırı miktarda görülmektedir. Ayrıldıkları zaman aşırı derecede kaygılı ve sıkıntılı gözükürler ağlamaklı halleri olabilir, evden ayrıldıklarında sevdiklerinin başına önemli zararlar geleceğine inanırlar. Sık sık irtibat kurmak isterler. Bu yüzden sevdiklerinden ve evlerinden ayrılmak istemezler. Anne babalarından ayrı bir şekilde herhangi bir sosyal ortamda bulunmayı kabullenemezler. Anne babalarından ayrılmak istemedikleri gibi yalnız başlarına da kalamazlar. Okula gittiklerinde veya başka ayrı ortamlarda sıkıntıları artar. Annelerini gölge gibi takip etmek isterler. Uyku zamanı geldiğinde problem çıkarırlar, anne babalarından ayrı uyumak istemezler, gece onların başına gelebilecek kötü şeylerle alakalı kabus görebilirler. Herhangi bir şekilde ayrılacakları zaman karın ağrısı, baş ağrısı gibi belirtiler görülebilir. Özellikle çocuğun okula başladığı dönemlerde bu durum belirgin olarak ortaya çıkar ve çocuk kesinlikle okula veya benzer kurumlara gitmek istemez ve bu konuda sürekli sorun oluşturur. Psikoterapi ve ilaç tedavisi ile tedavi edilmeye çalışılır. Çocuğun yaşına uygun psikolojik gelişimi açısından bu türlü problemlerin halledilmesi çok önemlidir. Annelerin çocuklarının bu türlü durumunu daha önceden farkına vardıklarında gerekli önlemleri (onu sosyal ortamlara alıştırmaya çalışmak, bazen yalnız bırakmak, ufak ayrılıklara alıştırmaya çalışmak vb.) almaları uygun olur. Eşlik eden başka problemlerin olup olmadığı araştırılmalı ve gerekli tedbirler alınmadan çocuk yalnız bırakılmamalıdır. Çocukluk çağı depresyonlarında, sosyal fobilerde, kaygı durumlarında, travma sonrası stres bozukluğunda, aileyi etkilemeye devam eden stres faktörlerinde, bu tür sorunlara daha fazla rastlanır ve ayrılma kaygısı şiddetini bu türlü durumlar artırır. 14. DİKKAT EKSİKLİĞİ-HİPERAKTİVİTE (AŞIRI HAREKETLİLİK) BOZUKLUĞU: Dikkat eksikliği ve hiperaktivite (aşırı hareketlilik) bozukluğunun üç şekli bulunmaktadır. Birincisinde dikkat eksikliği ön planda, ikinci tipinde hiperaktivite ön planda,diğer tipinde ise ikisi birlikte görülmektedir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu toplumda sık görülmektedir. Bu çocuklarda sürekli hareketlilik ile beraber dikkat eksikliği ve fevri olma durumu sıktır. Bu belirtilerin görünümü tanının geçerli olması için 7 yaşından önce başlamalıdır. Dikkat Eksikliği Belirtileri (başka nedenler yok ise ) :Dikkatlerini uzun süre toparlayamazlar, başladıkları işlerin sonunu getirmekte güçlük çekerler, dikkat gerektiren günlük işlerden kaçınırlar, eşyalarını sık sık kaybederler, günlük işlerde unutkanlıkları vardır, işlerini düzensiz ve dağınık yaparlar, genelde bir işten diğerine çok sık geçiş yaparlar, karşısındakini dinlememe sık sık konu değiştirme görülür, dikkatleri ilgisiz uyaranlarla sık sık dağılır, çalışmaları plansızdır, emirleri anlamakta güçlük çekerler, yaptıkları işlerde dikkatsizce hatalar yaparlar. Hiperaktivite Belirtileri(başka nedenler yok ise) :Yerinde duramama hali vardır, devamlı kıpır kıpır haldedirler, kendi yaşıtlarına göre belirgin farklılık ile sürekli hareket halindedirler, Her şeye karışma, mobilyaların üzerinde gezme, ev içinde koşuşturma, bir iş yaparken sık sık ayağa kalkma gezinme halindedirler, konuşmanın sonu gelmeden araya girerler, başkaları onların sözünü kesememekten yakınır,elleri ayakları kıpır kıpırdır, ellerinde sürekli bir şeylerle oynarlar, olası sonuçlarını düşünmeden tehlikeli işlere girme görülür, sakinlik isteyen grup içi etkinliklere katılmakta zorlanırlar, etraftaki insanlar tarafından sık sık hareketlilik konusunda uyarılırlar. Hiperaktivite ve dikkat eksikliği olan çocuklarda okul çağından önce ve okul çağında hareketlilik ve dikkat eksikliği belirgin olarak göze çarpar. Bu dikkat eksikliği ve hiperaktivite özellikleri sadece bir ortamda değil birkaç ortamda kendini belli eder . Hiperaktif çocukların işlevselliği belirgin olarak bozulur, özellikle okul döneminde göreceli bir başarısızlık ve sık sık öğretmeninden uyarı alma görülür. Derse konsantre olamadığı ve dikkat eksikliği olduğu için, çoğu zaman zeka normal hatta normalin üstünde olmasına rağmen derslerde başarısızlık görülür. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda ek diğer psikiyatrik durumlar olabilir. Bu psikiyatrik durumlar arasında öğrenme güçlükleri, karşı gelme bozukluğu, davranış bozukluğu, anksiyete bozuklukları sayılabilir .Önemli olan bu tanının psikiyatrik muayene ve testler ile kesinleştirilmesi gerekir. Tedavi konusunda ilaç tedavisi ön plandadır. Türkiyede mevcut ilaçlar ile dikkat eksikliği ve hiperaktivite semptomları büyük oranda kontrol altına alınabilmektedir. Gerekirse ilaç tedavisinin yanı sıra ek olarak pedagojik eğitim ile dikkat süresini artırma ve davranışçı yaklaşımlar vardır. İlaç tedavisinin ne kadar devam edeceği klinik görünüm ve semptomların devam etmesine göre tespit edilir. Hiperaktif çocuğun ailesinin yönlendirilmesi önemlidir. Ailenin bu türlü bir çocuğu idare etmesi güç olur, Genelde çocuğun sosyal ilişkileri bozulur ve arkadaş ilişkilerinde sorunlar yaşanır . Ders başarısızlığı da bu duruma eklenince çocuğun kendine olan özgüveni azalır, alınganlığı artar. Bu nedenle ailenin ve çocuğun psikososyal açıdan desteklenmesi çok önemli bir konudur. Diğer yandan çocuğun okul içerisindeki durumu öğretmenin yönlendirmesi ve davranışları önemli olmaktadır. Yanlış tutumlar çocukların hareketliliğini daha da artırmakta, mevcut problemlerin çözümünü güçleştirmektedir. Okul -aile - doktor işbirliği bu durumda çok önemlidir. KAYNAKLAR: 1. Öztürk O, Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği,Ankara: 1997. 2. Ekşi A, Ben Hasta Değilim, Nobel Tıp Kitabevi Yay., İstanbul:1999. 3. Yavuzer H, Anne- Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi Yay. İstanbul:1999 4. Aydoğmuş K. “Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları”Anne Baba Okulu Remzi Kitabevi Yay. İstanbul:2001