GİRİŞ Günümüz demokrasilerinin ana unsurlarından birini teşkil eden temel haklar, tarihten bu yana sürekli olarak gelişme gösteren öte yandan da her zaman tartışmalara sebebiyet veren ve sınırları belirlenemeyen bir konu olmuştur. Temel hakların bu çelişkili yapısı, doğrudan bireylerin hassasiyetlerini yansıtıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda bir devletin ya da uluslararası örgütün, bireylerinin temek hak ve özgürlüklerini saygı duymadan ve onları güvence altına almadan dünya kamuoyunda söz sahibi olması olanaklı değildir. Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran Roma Antlaşması’na bakıldığında, ekonomik kalkınmanın hedeflendiği bir bütünleşme süreci öngörüldüğü ve bu nedenle “birey” ve dolayısıyla insan hakları kavramının ikinci plana atılmış olduğu görülmektedir. Ancak, Roma Antlaşması kapsamında insan hakları alanına herhangi bir atıf yapılmamış olmasına rağmen, Topluluk, anılan konuya her zaman önem vermiş ve hedefini siyasi bütünleşmeye de genişleterek insan hakları konusunu gündemine almıştır. Zira Topluluğun sürekli genişleyen faaliyet alanı temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenleme yapma ihtiyacını giderek daha da yoğunlaştırmıştır. 1992 Maastricht Antlaşması ile kurulan Avrupa Birliği çerçevesinde siyasi bütünleşme kapsamında çok büyük bir adım atılmış ve 2000 yılında yapılan Nice Zirvesi’nde de siyasi bütünleşme için olmazsa olmaz bir koşul olan insan hakları 1 alanındaki boşluk Temel Haklar Şartı ile doldurulmuştur; ancak Şart Kurucu Antlaşmalara dâhil edilmemiş, bir başka deyişle hukuki anlamda bağlayıcılık kazanamamıştır. Temel Haklar Şartı’nın oluşturulması dönemine kadar ATAD içtihatlarıyla tanınan temel haklar, bu dönemle birlikte Avrupa Parlamentosu ve tüm üye devletlerce kabul görmüştür; ancak Şart’tan beklentilerin tam olarak karşılanması; ancak hukuki bağlayıcılık kazanmasıyla mümkün olabilecektir. Zira Şart, tartışmasız olarak, AB’nin hem iç hem de dış politikalarında insan hakları alanında çok önemli bir rol oynayacaktır. Keza Şart sadece üye devletler açısından değil, aday devletlerin üyelik süreçleri açısından da önemli bir rol oynayacaktır. Şart’ın hukuki statüsüne ilişkin bu başarısızlık AB için bir Anayasa oluşturan Andlaşma1 ile giderilmiş ve Şart AB Anayasası’na dâhil edilmiştir. Zira temel haklar her anayasanın “zorunlu” unsurunu oluşturmaktadır. “Demokrasi” kavramı adına çok büyük bir önem arz eden temel haklara ilişkin düzenlemeler, bireylerin haklarını garanti altına alarak, bireyler ile devlet arasındaki güvenin sağlamlaştırılmasını sağlamaktadır. Şart’ın AB Anayasası’nın içerisinde yer alması, bireylerin haklarının temin edilmesi adına, demokrasi açığının azaltılmasını sağlayacağı gibi, Topluluğun siyasi boyutu adına da güçlü bir entegrasyon sürecinin temellerini de oluşturacaktır. Ancak Fransa ve Hollanda’nın AB Anayasası’nı veto etmesi, Temel Haklar Şartı’nın da bağlayıcılık kazanarak yürürlüğe girmesini önlemiştir. 2 Her ne kadar Şart hukuki anlamda bir bağlayıcılık kazanamamış olsa da bir takım hukuki ve politik etkileri, oluşturulduğu andan beri Birlik faaliyetlerine yansımıştır. Ancak, Şart’ın anılan etkilere sahip olması bireyler adına çok önemli bir adım olmasına rağmen yeterli değildir, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ve korunmasının etkin bir biçimde sağlanması gerekmektedir. Aksi takdirde, kağıt üzerinde kalan bir koruma bireyleri tatmin etmeyeceği gibi Birliğin siyasi bütünleşmesi adına da önemli bir hayal kırıklığı olacaktır. Bu bağlamda Şart’ın hukuki bağlayıcılığının ileriki dönemlerde kabul edildiği düşünüldüğünde ise bireylere yönelik olarak ortaya çıkabilecek sorunlar gündeme gelebilecektir. Örneğin Birliğin AB Anayasası’nda belirtildiği üzere AİHS’ye taraf olması durumunda bireylerin temel hak ve özgürlükleri, ulusal hukuk, AİHM ve ATAD olmak üzere üç düzeyde korunma imkânı bulabilecektir. Ancak bu durum da ATAD ile AİHM’de hak ve özgürlüklerin farklı yorumlanmasından kaynaklanan içtihat çatışmalarını ortaya çıkarabilecektir. Birliğin AİHS’ye taraf olmaması,bir başka deyişle temel hak ve özgürlüklerin kendi bünyesinde ATAD çerçevesinde korunması durumunda ise ATAD’ın bunu nasıl bir mekanizma ile sağlayacağı da tartışma konusudur. Zira bireylerin haklarını korumak adına, şu anki mevcut Birlik sisteminin aksine, doğrudan başvuru imkânını sağlayacak bir mekanizmanın varlığı gerekli olacaktır. Şart’ın bağlayıcılığına bağlı olarak bireylerin Şart kapsamındaki hukuki statülerinin ne olacağına ilişkin belirsizlikler giderek büyük ihtilaflara yol açacak bir şekilde artmaktadır. 1 Çalışmanın diğer bölümlerinde kısaca “AB Anayasası” denilecektir. 3 Tüm bu belirsizliklerin ileride giderilmesi ya da önlenmesi adına ortaya konması, Avrupa Birliği’ne gerek ekonomik gerekse siyasi bütünleşmenin gelişiminin sağlanması adına önem arz etmektedir. Anılan önem kapsamında çalışmanın ilk bölümünde, Şart’ın asıl yararlanıcıları olan birey ve bu kapsamda ortaya çıkan Birlik yurttaşlığı kavramına değinilecektir. ATAD’ın temel haklara yaklaşımının geçmişi çerçevesinde, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin mevcut Birlik hukuku düzenindeki korunması ve bu korunmanın aksaklıkları incelenecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde, Avrupa Birliği entegrasyonu içerisinde Temel Haklar Şartı’na hangi sebeplerden ötürü ihtiyaç duyulduğu irdelenerek, Şart’ın tarihi süreci özet bir şekilde incelenecektir. Bu bağlamda temel hakların ilk defa Kurucu Antlaşmalara girmiş olduğu Maastricht Antlaşması’ndan, günümüze kadarki olan dönem içerisinde yaşanan gelişmeler üzerinde durulacaktır. Bireylerin Şart’tan beklentileri kapsamında Şart’ın hukuki statüsü irdelenecek ve bağlayıcı olmamasına rağmen sahip olduğu politik ve hukuki etkiler açıklanacaktır. Çalışmanın eden üçüncü bölümde, Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’ndaki eklemeleri de dâhil edilerek genel içeriğine değinilecektir. Bu bağlamda, Şart içerisinde bireylerin hangi haklara sahip oldukları belirtilerek, Şart’taki ilkelerin ve hakların kapsamı ile yorumlanması, korunmanın düzeyi ve hakların kötüye kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin son bölümünde yer alan ilgili düzenlemeler incelenecektir. 4 Son bölümde ise, Temel Haklar Şartı’nın özellikle de hukuki statüsüne ilişin belirsizlikler kapsamında ortaya çıkabilecek çelişki ve sorunlar tartışılacak ve Şart’ın hukuki bağlayıcılık kazanmasıyla birey haklarının temini açısından gündeme gelebilecek problemler üzerinde durulacaktır. Bu çerçevede Şart’ın ileriki dönemlerde bağlayıcı hale geldiği kabul edilerek temel haklarının iki farklı düzeyde korunmasına imkân veren ATAD ve AİHM arasındaki yetki ve diğer sorununa değinilecektir. 5 I. BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU’NDA BİREY VE BİREYLERİN KORUNMASI Uyrukluk ve yurttaşlık birbirleri ile bağlantılı olmalarına rağmen, esasen birbirlerinin yerini tutamayacak iki farklı kavramdır.2 Uluslararası hukukta vatandaşlık, bir gerçek kişiyi uyruğunda bulunduğu devlete bağlayan siyasi ve hukuki bağ olarak tanımlanmaktadır.3 Vatandaşlık, bir devletin meşruiyetini ortaya koyan ve diğer ülkelere karşı diplomatik koruma sağlayan en önemli unsurdur. Kimi değerlendirmelere göre vatandaşlık bireylere tek başına haklar ve ödevler yüklememekte, kamu hizmetlerinden faydalanma hakkı ve askerlik hizmeti gibi yasal çerçeveyi çizmektedir; anılan yasal çerçeve ise hukuk yoluyla doldurulmaktadır.4 Yurttaşlık ise, devletin belirlediği kanunlar çerçevesinde hak ve yükümlülüklere dayalı olarak tanımlanan ve birey ile devlet arasındaki ilişkiyi ifade etmek amacıyla kullanılan bir kavramdır. Yurttaşlık, bireyin devletin bir üyesi olarak kabul edilmesini sağlamaktadır. Yurttaşlığın esasını özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi kavramlar oluşturmaktadır. Devlet, keyfi uygulamalara karşı yurttaşlarını koruma altına alarak, bir anlamda kendi kendisini sınırlamaktadır. Yurttaşlık statüsü; ekonomik ve siyasal hakların yanı sıra sosyal hakları da içermektedir.5 İki kavram arasındaki farklılık değerlendirildiğinde, “yurttaşlık” kavramının, “vatandaşlık” 2 Stefan KADELBACH, “Union Citizenship”, Jean Monnet Working Paper, Heidelberg, 2003, s.10 Hüseyin PAZARCI ,Uluslararası Hukuk, Turhan Kitapevi, 3. Baskı, Ankara, 2005, s.165 4 KADELBACH, op.cit, s.11 5 KADELBACH, ibid ,s.12 3 6 kavramına nazaran daha az hukuki ve içerik bakımından da daha belirsiz bir anlam içermekte olduğu görülmektedir.6 Bu bağlamda Birlik içerisinde “Birlik yurttaşlığı” kavramı oluşturulurken, ”vatandaşlık” yerine “yurttaşlık” kavramının, özellikle seçilmiş olduğu düşünülmektedir. Avrupa ülkelerine bakıldığı zaman, yurttaşlık statüsünden kaynaklanan özgürlük ve hakları elde etmek için yapılan savaşların, tarihsel gelişmeler paralelinde meydana gelmiş olduğu görülmektedir. Bu bağlamda her Avrupa devletinde farklı yurttaşlık statüleri oluşmuştur. Farklı ulusal devletlerde var olan çeşitli yurttaşlık tanımlarının Avrupa Birliği’ne nasıl aktarılacağı konusu günümüzde de tartışmalı bir konu olmuştur.7 AT’yi kuran Roma Antlaşması’na bakıldığında, Antlaşma daha çok ekonomik konulara ağırlık verdiğinden “birey” kavramına değinilmemiş olduğu görülmektedir; zira birey kavramı daha çok ATAD içtihatları ve AB’nin kurulmasıyla birlikte ortaya çıkan gelişmeler çerçevesinde doldurulmuştur. Bu bağlamda Birlik yuttaşlığının geçmişi ve statüsü aşağıda incelenmiştir. 6 Ercüment TEZCAN, AB Hukuku’nda Birey, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.19 7 A) BİRLİK YURTTAŞLIĞININ STATÜSÜ Birlik yurttaşlığı kavramı, üzerinde daha önceleri çalışılmaya başlanmış olmasına rağmen, kurumsal olarak ilk defa Maastricht Antlaşması ile ortaya çıkmıştır. Maastricht Antlaşması’nda “Bir Birlik yurttaşlığını kurmak suretiyle üye devlet vatandaşlarının hak ve menfaatlerinin korunmasını arttırmak” ifadesi yer almaktadır. Anılan Antlaşma ile AT Antlaşması’na eklenen 8’inci maddede “Üye devletlerden herhangi birinin vatandaşı olan kişi Birlik yurttaşıdır” ifadesine yer verilerek “Birlik yurttaşlığı” tesis edilmiştir. AB yurttaşlığı, Birliğin ortak güvenlik ve dış politika oluşturmak, adalet ve içişleri konularında sıkı işbirliği yapmak, serbest pazar oluşturmak, ekonomik ve sosyal bütünleşme sağlamak gibi ana hedefleri arasında kendine bir yer bulmuştur.8 Yurttaşlık açısından en önemli unsur, haklardır; çünkü verilen haklar sayesinde bireyler siyasi sürece katılabilmektedir. Zira Avrupa bütünleşme hareketinin başlangıcında, hangi hakların Avrupa düzeyinde kullanılabileceğine karar verilmeye çalışılmıştır. Medeni, siyasi ve sosyal haklar gibi yurttaşlığı oluşturan unsurların bir kısmı Avrupa düzeyine taşınmıştır.9 Bu bağlamda Birlik yurttaşlığı çerçevesinde bireyler özetle; - Üye ülkelerin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve ikamet etme hakkına, 7 8 9 Christiane LEMKE, ”Citizenship and European Entegration”, World Affairs, 2001, s.212 Esra DUYAR, “Avrupa’da Birlik Olmak: AB Vatandaşlığı“, http://www.usak.org.uk, s.1 LEMKE, op.cit, s.215 8 - İkamet ettiği üye ülkenin yurttaşları ile aynı koşullarda yerel seçimlerde ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına, - Üçüncü ülkelerde diplomatik ve konsolosluk yetkililerinin korumasından yararlanma hakkına, bir başka deyişle, uyruğu olduğu ülkenin bir üçüncü ülkede temsilciliği bulunmaması durumunda, diğer üye devletlerin yurttaşlarının yararlandığı diplomatik korumadan yararlanma hakkına,. - Avrupa Parlamentosu tarafından tayin edilen ombudsmana başvurma ve Avrupa Parlamentosu nezdinde şikayette bulunma hakkına sahiptirler. Bireylere tanınan bu haklar Temel Haklar Şartı’nda ayrı bir bölüm olarak bir arada toplanmıştır. Temel Haklar Şartı çerçevesinde Birlik yurttaşlarına ayrıca haklar tanınması yurttaşlık olgusuna verilen önemi açık bir kanıtını oluşturmaktadır. Ancak görüldüğü üzere ulusal hukuklarda vatandaşlara sağlanan haklara nazaran, Şart’ta yer alan hakların içeriği henüz dar kapsamlıdır.10 Birlik yurttaşlığının yaratılmasında önemli unsurlardan olan hakların yanı sıra, Avrupa Birliği Andlaşması’nın 1’inci maddesinin 2’inci fıkrasında belirtilmiş olan ”Avrupa halkları arasında daha yakın bir işbirliği oluşturulması” ve ”kararların yurttaşa en yakın seviyede alınması” da önemli bir unsurdur. Ayrıca, 2’inci 10 Jo SHOW, “European Citizenship: IGC and Beyond”, European Integration Online Papers, No:3, 1997, http://eiop.or.at/eiop/, s.3 9 maddenin 3’üncü fıkrasına göre, Birliğin bir amacı da, Birlik yurttaşlığının tanımlanmasına yönelik olarak üye ülke uluslarının haklarının ve çıkarlarının korunmasının güçlendirilmesidir11. Birlik yurttaşlığının, anılan unsurların yanı sıra güvenlik boyutu da bulunmaktadır; zira Birlik yurttaşlığı üyelerine dış ve iç tehditlere karşı yüksek koruma önerilmektedir. Bu bağlamda Avrupa Birliği Antlaşmasının Konsolide Edilmiş Metni’nde Birlik yurttaşlarına; serbest dolaşım hakkı çerçevesinde, dış sınır kontrolleri altında özgür, güvenli ve adil bir alan sağlanmaktadır.12 Birlik yurttaşlığının statüsü ile ilgili olarak; “Üye devletlerden herhangi birinin vatandaşı olan kişi Birlik yurttaşıdır” ibaresi Birlik yurttaşlığının statüsünü ortaya koymakyadır; bu bağlamda Birlik yurttaşlığı ikincil statüdedir. Maastricht ile gelen yurttaşlık tanımında, bir üye devlet yurttaşlığı koşuluna bağlı olarak kazanılan yurttaşlık statüsünün, üye devlet yurttaşlığı yerine geçmediği, aksine tamamlayıcı bir nitelik taşıdığı vurgulanmıştır. Anılan hükme göre, Birlik yurttaşlığının üye devlet uyrukluğu üzerine oturan ve üye devlet yurttaşlığına nazaran özel ve ikincil nitelikli bir yurttaşlık olduğu değerlendirilmektedir. Bu hükmün eklenmesinde özelikle üç fikir etkili olmuştur: 13 - Birlik yurttaşlığının ulusal hukuktan bağımsız hale getirilmek istenmemesi, 11 12 13 KADELBACH, op.cit, s.9 Peo HANSEN, “European Citizenship or Where Neoliberalism Meets Ethno-Culturalism,” European Socities, Taylor&Francis Ltd, 2000, s.156. TEZCAN, op.cit, s.92 10 - Birlik yurttaşlığının federasyon yolunda ulusal yurttaşlığın devre dışı bırakılması için bir basamak oluşturabileceği, - Üye devlet vatandaşlığı ile üye devlet yurttaşlığı farkının vurgulanmak istenmesi. Anılan hüküm kapsamında, yurttaşlık kavramı topluluk hukukuna dayalı olarak değil, ulusal hukuk yoluyla oluşturulmaktadır. Kimin Birlik yurttaşı olacağına üye ülkeler karar vermektedirler; bu bağlamda yurttaşlığa ilişkin üye ülkelerde geçerli olan kurallar karşılıklı tanınmalıdır.14 Bu kapsamda yurttaşlık, bir üye devlet yurttaşı olma koşuluna bağlanarak, yurttaşlığın kazanılması, kaybedilmesi gibi durumlar üye devletlerin ulusal düzenlemelerine bırakılmıştır. AB yurttaşlığının kazanılması, AB kurumlarının değil, üye devletlerin tekelinde yer almaktadır. Bu kapsamda yurttaşlığın üye devletler ulusal yurttaşlığına bağlanması koşulu çerçevesinde yurttaşlığın içeriğinin oluşumunda, üye devlet ulusal kimliklerinin ve yurttaşlık geleneklerinin etkili olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.15 Ancak Birlik yurttaşlığının üye devlet yurttaşlık statüsüne bağlı olması kimi akademisyenlerce eleştirilmektedir, zira üçünkü ülke vatandaşı olup da Birlik üye ülkelerinde uzun süredir ikamet eden pek çok insan bulunmaktadır.16 Maastricht Antlaşması ile oluştuulan Birlik yurttaşlığının içeriği Amsterdam Antlaşması ile ufak değişikliklere uğramıştır Ancak yurttaşlığa ilişkin gelişmeler esas 14 15 KADELBACH, op.cit, s.14 Yeşim GÜNDOĞDU, “Avrupa Birliği Yurttaşlığı Avrupa Kimliği Sorununa Çözüm Oluşturabilir mi?, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C:3, No:2, 2004, s.18 11 itibariyle Maastricht ile oluştuğundan, Amsterdam Antlaşması ile ilke bazında bir değişiklik hedeflenmemiştir.17 Amsterdam Antlaşması ile, serbest dolaşım ve yerleşim hakkına, Topluluk kurumlarına yazma ve aynı dilde yanıt alma hakkına, ayrımcılık yasağına ve istihdam alanına ilişkin konularda gelişmelere sağlanmıştır. Birlik yurttaşlığı için olabilecek en önemli gelişme 2000 yılındaki Nice zirvesi ile kabul edilen Temel Haklar Şartı ile olmuştur, ancak tezin ikici ve üçüncü bölümlerinde bu konu ayrıntılı olarak ele alınacağından burada bu konuya değinilmeyecektir Ancak şunu belirtmekte yarar vardır ki, temel haklar çok önemli bir yere haiz olmalarına rağmen, Avrupa yurttaşlığı haklarının kurumsal yönünü oluşturmamakta; yurttaşlığı meydana getiren unsurların birini teşkil etmektedir18. Birlik yurttaşlığının birey ve Avrupa Birliği arasında doğrudan değil de dolaylı olarak bir bağ kurması, Birlik yurttaşlığının gerçek bir yurttaşlık olup olmadığı konusundaki tartışmaları da gündeme taşımıştır. Keza Birlik yurttaşlığı, yurttaşlık kavramını ulus-devlet sınırlarının ötesine taşımıştır. Bu bağlamda yurttaşlık kavramı ilk kez, kan bağı ya da doğum yeri esasları dışında bir tanıma dayandırılmıştır.19 Zira AB yurttaşlığının uluslarüstü bir sistem içerisinde ortaya çıkması da yurttaşlığın statüsünü ayrı bir düzeye taşımıştır. Özetle, Avrupa Birliği yurttaşlığının AB gibi henüz oluşumunu bitirmemiş hukuksal-siyasal bir statü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Avrupa’da pek 16 17 18 Dimitry KOCHENOV, “The European Citizenship Concept and Enlargement of the Union”, Romanian Journal of Political Science, http://web.ebscohost.com, 13.04.07,s.7 TEZCAN, op.cit, s.89 KADELBACH, op.cit, s.17 12 çok insan henüz “Avrupa vatandaşlığını” benimsemiş değildirler, “Birlik ruhu” henüz oluşmamıştır. Bu durumun en önemli nedenlerinden birinin de bireyleri için çok önemli olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin korumanın eksikliği ve kendilerine tanınan hakların içeriğinden tam anlamıyla haberdar olmamaları olduğu değerlendirilmektedir. Zira yurttaşlik açısından en önemli unsur haklardır; çünkü verilen haklar sayesinde bireyler siyasi sürece katılabilmektedir20. Bu bağlamda, bir bireyin “Birlik yurttaşlığını” benimsemesi için her şeyden önce sahip oldukları hakkın bilincinde olmaları gerekmektedir. Öte yandan, “Birlik yurttaşlığı” kavramı, tüm bu belirsizliğe rağmen bireylere verilen önem adına büyük bir aşamadır. Keza, çoğu zaman kişisel kosepte sahip bir olgu olarak değerlendirilen Birlik yurttaşlığı, Maastricht Antlaşması ile anaysallaştırılmış ve bireylere Birliğin ortak politikalarını etkileyebilmek için bir yol açmıştır.21 İster dolaylı ister doğrudan olsun, Birlik içerisinde bir “yurttaşlık” kavramının oluşturulması, bireylere aidiyet duygusunun hissettirilmesinin adına önemli bir yere sahip olacaktır; ancak doğal olarak bireylerin Birlik yurttaşlığı bilincine sahip olmaları zaman alacaktır. Bu bağlamda Şart’ın amaçlarından bir tanesi de “Avrupa Kimliği” kavramının oluşmasının sağlanmasıdır.22 Keza Temel Haklar Şartı’nın statüsü ve bu çerçevede temel hak ve özgürlüklere ilişkin olarak yapılacak düzenlemeler de bireylerin bu aidiyet duygusuna sahip olmalarında önemli bir role sahip olacaklardır. Zira Şart’ın amacı da bireylerin temel haklar konusundaki 19 GÜNDOĞDU, op.cit, s.11,17 LEMKE, op.cit, s.215 21 Elizabeth MEEHAN, “Citizenship and Nationality”, Center for European Entegration Studies, Discussion Paper, No:63, 2000, s.7 20 13 rollerine dikkatlerini çekip, entegre olmuş bir Avrupa’da kendi hak ve sorumluluklarının bilincinde olmalarını sağlamaktır23. Ancak bağlayıcı bir statüye sahip olmaması halinde Şart, bireyler adına AİHS kadar önemli ve vazgeçilmez bir belge niteliğinde olamayacaktır.24 B) BİREY TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİN KURUCU ANTLAŞMALAR KAPSAMINDA KORUNMASI AT’nin, daha birleşmiş bir Avrupa için, ekonomik ve politik kurumları ve politikaları birleştirme çabalarındaki başarılarının aksine, bireylerin temel haklarının korunmasının uygulanması alanında çok da başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir; zira ATAD temel haklara ilişkin denetiminin yetersizliğinden dolayı eleştirilmektedir. Konuyla ilgili olarak; ATAD’ın çifte standart uyguladığı düşünülmektedir. Üye devletlerin tasarrufları temel haklar bakımından sıkı bir denetime tabi iken, Birlik tasarruflarının denetimi oldukça hoşgörülü gerçekleşmektedir.25 22 LERCH, op.cit, s.8 Ingolf PERNICE, “The Charter of Fundamental Rights in the Constitution of the European Union”, http://www.whi-berlin.de/pernice-fundamental-rights.htm, s.5 24 Victor BOJKOV, “National Identity, Political Interest and Human Rights in Europe: The Charter of Fundamental Rights of the European Union, Nationalities Papers, C.:32, No:2, 2004, s.34. 25 Füsun ARSAVA, Nice Anlaşması sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği Ankara Üniversitesi Basımevi, ATAUM, Ankara, 2003, s.81 23 14 Topluluk hukukunda “doğrudan uygulanılabilirlik” ve “doğrudan etkiler doğurabilirlik” kavramları konuyla ilgili olarak önem arz etmektedir. Doğrudan uygulanabilirlik; bir Topluluk hukuku normunun üye devlet iç hukukuna dâhil olması ve bu hukuku düzeninde uygulanabilmek bakımından herhangi bir tamamlayıcı ulusal norma gereksinme duymaması anlamına gelmektedir. Doğrudan etkiler doğurabilirlik ise, ulusal hukuka dâhil olan bir Topluluk hukuku normunun, özel ve tüzel kişiler lehine haklar doğurması ve bu hakların ulusal yargı organları önünde, hak sahipleri tarafından doğrudan ileri sürülebilmesi anlamına gelmektedir.26 Anılan kavramlar çerçevesinde uluslararası hukuk ile AT Hukuku arasındaki en büyük farklardan biri, AT hukukunda bireylerin suje olarak kabul edilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Topluluk hukuku bireyler için ve hak ve yükümlülükler doğurmaktadır; bu olgu şüphesiz kabul edilmiştir. Buradaki asıl sorun bireylerin haklarını ne ölçüde kullanabildiği hususudur. Topluluk hukukunun etkin bir biçimde uygulanmasının sağlanması amacıyla Kurucu Antlaşmalarda kabul edilen yargısal sistem, bireylerin haklarını aramaları adına çok önemli bir araç oluşturmaktadır. Bu çerçevede üye devletler ya da Topluluk organları başvurulabilecek 26 tarafından yollar aşağıda gerçekleşen ayrı olarak ihlallerin giderilebilmesi incelendiği şekilde için Kurucu Haluk GÜNUĞUR, Avrupa Topluluğu Hukuku, Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi Yayını, Ankara, 1996, s.45 15 Antlaşmalar’da belirtilmiştir. Ancak, anılan yolların bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korumada yeterli olup olmadıkları tartışma konusu olmaktadır. Bu kapsamda çoğu ulusal anayasanın aksine, AT Antlaşması vatandaşların resmi otoritelerin karşı güvenebilecekleri/ garanti alınan temel hak ve özgürlüklerin sınıflandırılmasında ve korumasında belirgin bir şekilde başarısız olmuştur. Her ne kadar ATAD temel hakları Topluluk hukukunun genel prensipleri altına sokarak korumaya çalışmışsa da, Kurucu Antlaşmalarda yer alan prosedürlerde bireylerin önlerine konan engeller kapsamında temel haklarını korumakta yetersiz kalmıştır.27 Kurucu Antlaşmalar kapsamında birey hakları aşağıda incelendiği üzere üç yolla korunabilmektedir. Bu yollar ihlal davaları, ön karar prosedürü iptal davaları olarak karşımıza çıkmaktadır. 1) İhlal Davası İhlal davası, AT Kurucu Antlaşması’nın 226 ilâ 228’inci maddelerinde düzenlenmiştir. İhlal davası çerçevesinde Komisyon, üye devletlere; ya da bir üye devlet diğer üye devletlere karşı, Topluluk hukukunun ihlali gerekçesi ile ATAD 27 Dimple DHABALIA, “The European Court of Justice: An active enforcer of Freedom, or a Passive Player in the EC Game?”, Denver Journal of International Law and Policy, 1999, C: 27, No: 4, s.568 16 önünde dava açabilecektir. Anılan maddelerde yer alan “andlaşmalardan doğan yükümlülükler” ibaresi, AT tüzüklerini, yönergelerini, kararlarını; bir başka deyişle ikincil hukuku da kapsayacak şekilde geniş yorumlanmalıdır. İhlal davasının uluslararası hukukta bir benzeri bulunmamaktadır, bu sebeple anılan dava önemli bir boşluğu dolduran, üye devletleri dâhil oldukları uluslararası toplumun hukuka bağlı bir unsuru haline getiren özgün bir araçtır.28 Ancak, ihlal davası Topluluk hukukunun ihlal edilmesinin önlenmesi anlamında önemli bir araç olmasına rağmen, tek başına Topluluk hukukunda kaynaklanan bireysel hakların korunmasını temin etmekten çeşitli sebepler dolayısıyla uzak gözükmektedir. Şöyle ki; ihlal prosedürünün başlatılması yetkisi, Komisyon, üye devletler, Avrupa Yatırım Bankası ve Avrupa Merkez Bankası yönetim kuruluna verilmiştir. Ancak, Komisyon ve üye devletlere tanınmış olan bu yetkinin niteliği takdiridir. Keza uygulamada çoğu zaman Komisyon, ihlaller karşısında ATAD’a başvurmak yerine siyasi çözümleri tercih etme eğilimi içinde olmaktadırlar. Komisyon’un ihlal davası açıp açmama konusunda kesin ve tam bir takdir yetkisine sahip olması, harekete geçmeye hukuken zorlanamaması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, kendi hak ve menfaatleri üye devletler tarafından ihlal edilen bireyler, ATAD’a başvurma imkânından yararlanamamaktadırlar ve bu şekilde haklarını da koruyamamış olmaktadırlar. 29 28 TEKİNALP, Gülören, TEKİNALP, Ünal, Avrupa Birliği Hukuku, Betaş Yayımları, İstanbul, 2000, s.241 17 Bu hususa ek olarak, ihlalde bulunan üye devlete karşı ihlal davası açılarak ATAD tarafından söz konusu ihlal tespit edilse dahi, üye devletlere karşı uygulanacak yaptırım da yetersiz kalmaktadır. Aslında kural olarak, davalı üye devlet, ATAD’ın vermiş olduğu kararında öngördüğü önlemleri almak zorundadır; bir başka deyişle üye devlete karara konu olan ihlali ortadan kaldırmak zorunluluğu yüklenmektedir. Anılan önlemler, ihlali oluşturan düzenlemeyi veya uygulamayı kaldırmak, AT düzenlemesini ulusal hukuka aktarmak, ilgili birimi cezalandırmak ve zarara uğrayanlara tazminat ödemek gibi yaptırımları kapsamaktadır. Kararın yerine getirilmemesi halinde ise, ATAD genellikle, bir takım ön prosedürler sonrasında üye devleti para cezasına mahkum etmektedir.30 Bu bağlamda uygulamada da, ihlalde bulunan üye devlete karşı para cezası dışında bir yaptırım uygulanamamaktadır. Yaptırım konusunda ATAD kararlarının yetersiz kalması, cebren icra yetkisinden yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira ATAD kararları tespit niteliğindedir ve etkisi yine üye devletler arasındaki işbirliğine bağlıdır. Üye devletlerin yapmış olduğu ihlaller dolayısıyla da genelde bireylerin zarar gördüğü göz önünde bulundurulduğunda da, para cezası yaptırımı yapılan ihlalleri çok da fazla caydırıcı kılmamaktadır. 31 29 Sanem BAYKAL, AT Hukukunun Etkili Biçimde Uygulanması ve Bireysel Haklar, Ataum, Ankara, 2002, s.20 30 TEKİNALP, op.cit, s.246 31 BAYKAL, op.cit, s.20 18 2) Ön-karar Prosedürü Ön-karar prosedürü AT Kurucu Antlaşması’nın 234’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde çerçevesinde ATAD, - Antlaşma’yı yorumlamaya, - Topluluk organlarınca ve Avrupa Merkez Bankasınca yapılan tasarrufların geçerliliğini belirlemeye ve yorumlamaya, - Konseyin bir tasarrufu ile kurulan kurumların esas sözleşmelerinde öngörüldüğü durumlarda bu sözleşmenin yorumuna ön-karar yoluyla karar vermeye yetkilidir. İlgili madde uyarınca ayrıca “İşbu Antlaşma tarafından Adalet Divanı’na verilen yetkiler saklı kalmak üzere, Topluluğun taraf olduğu uyuşmazlıklar, bu nitelikleriyle ulusal yargı organlarının yetkisini ortadan kaldırmaz.” hükmü yer almaktadır. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, ATAD’ın münhasır yetkisine giren alanlar dışında ulusal mahkemelerin yetkisi devamlılığını sürdürecektir. 234’üncü maddenin özellikle de (b) fıkrası, bireylerin için oldukça önem arz etmektedir; zira anılan madde Topluluk bünyesinde yapılan tüm tasarrufların bu madde kapsamına girmesine hukuki zemin oluşturmaktadır.32 Bu bağlamda ön-karar 32 Enver BOZKURT, Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ, Avrupa Birliği Hukuku, Avrupa Birliği Hukuku, Asil Yayın Dağıtım, 2’nci Baskı, Ankara, 2004, s.129 19 prosedürünün bireyler açısından ayrı bir önemi bulunmaktadır. Ön karar prosedürü çerçevesinde ulusal mahkemelere, önüne gelen Topluluk hukukuna ilişkin bir uyuşmazlıkla ilgili, Topluluk hukukunun yorumuna ve geçerliliğine ilişkin hususları ATAD’a gönderme imkânı verilmiştir. Ön karar prosedürünün asıl amacı, Topluluk hukukunun aynı şekilde yorumu ve uygulanmasını teminat altına alarak, yeknesak bir biçimde uygulanmasını sağlamak olsa da, kimi zaman Topluluk hukukundan kaynaklanan hakları ihlale uğrayan bireylere hukuki başvuru ve telafi imkân sağlamak niteliği ön plana çıkmaktadır.33 Zira ön karar prosedürünün en önemli işlevlerinde biri birey haklarının korunmasına hizmet vermektir. Bireyler, bir ulusal hukuk kuralının Topluluk hukukuna aykırı olması gerekçesiyle ilgili ulusal hukuk kuralının uygulanmamasını isteyebilmektedirler ki bu çerçevede ulusal hukuk ile Topluluk hukuku kurallarının birbirlerine uyumunun denetimi yapılmış olmaktadır. Bir başka deyişle söz konusu yöntem sayesinde ATAD, ulusal hukuklar özerinde dolaylı bir denetim gerçekleştirmektedir. Bu şekilde Topluluk ile ulusal hukuk arasındaki yargılama yetkisi arasında bir iş bölümü yapılmış olmaktadır.34 Bireyler Birlik hukukuna göre prensip olarak Topluluk organlarının tasarruflarına karşı doğrudan ATAD’a başvuramadıklarından dolayı, ön-karar prosedürü çerçevesinde geliştirilen prensipler ve yorumlar birey haklarının korunması açısından önem arz etmektedir. Bireyler sadece bu yol üzerinden ulusal hukukun Topluluk hukukuna uygunluğunun denetimini yapabilmektedirler. Ön-karar prosedürü ile ATAD, ulusal hakimlere, bireylerin yararına olarak Topluluk 33 BAYKAL, op.cit, s.24 20 hukukunun geçerliliğini saptama ve Topluluk hukukun ters düşen konularda ulusal hukuku uygulamama görevi vermiştir. Zira günümüz itibariye Topluluk hukukunun esasını oluşturan temel ilkelerin büyük bir çoğunluğu da ön-karar prosedürü kapsamında ATAD’ın önüne gelen davalarda şekillenmiştir. Bunun en güzel örneklerinden birini, “Topluluk hukukunun önceliği” prensibinin ortaya konulduğu Costa/Enel35 davası oluşturmaktadır.36 Bu bağlamda, ön karar prosedürü ile, ihlal prosedüründe olan aksaklıklar bir ölçüde de olsa giderilmeye çalışılmıştır. Ancak, ön karar prosedürü de birey haklarının temini adına ciddi eksiklikler taşımaktadır. İhlal davalarında görülen eksikliğin benzeri ön karar prosedürü için de geçerli olmaktadır. Zira ulusal mahkemeler, önlerine gelen bir davada Topluluk hukukuna ilişkin bir mesele gündeme geldiği zaman, ATAD’a başvurmak zorunda değildirler; ATAD’a başvurup başvurmama konusunda zorunlu takdir yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla ulusal mahkemelerin ATAD’a başvurmak zorunda olmayışı, yani kendilerine bu bağlamda geniş bir takdir yetkisi verilmiş olması, davaların her zaman ATAD önüne gelmesini engellemektedir.37Bu çerçevede ATAD ile ulusal mahkemeler arasında gerçekleşecek olan işbirliği çok büyük önem arz etmektedir. Keza ulusal mahkemelerin Topluluk sistemi içerisinde gerek usul açısından gerekse ATAD ile aralarında 34 35 36 37 oluşturulacak güven açısından davaları ATAD’a göndermekten Martijn Van WANROIJ, “Protection of Fundamental Rights Within the European Communuties”, s.63 Case C-6/64,Costa Enel, 15.07.1964 Füsun ARSAVA, Roma Antlaşması’nda Önkarar Prosedürü ve Bu Prosedür Çerçevesinde Doğan Sorunlar, Ankara, Ataum, 1989 s.13 Nihai mahkemelerin ATAD’a başvurmaları bir mükellefiyettir; bu konuda bir takdir yetkileri mevcut değildir. 21 çekinmemelerinin sağlanması, bireylerin uğradıkları ihlallerin telafisi adına önemli bir aşama olacaktır. 3) İptal Davaları İptal davası AT Kurucu Antlaşması’nın 230’uncu maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, “Her gerçek ve tüzel kişi, kendileri için alınan kararlara ve görünüşte bir tüzük veya bir başka kişiye yönelik olsa da kendisini doğrudan ve kişisel olarak ilgilendiren diğer kararlara karşı dava açabilirler” hükmü yer almaktadır. İptal davası ile, AB kurumlarının hukuki karar ve tasarrufları “geçerlilik” ve “hukuka uygunluk” açısından ATAD’ın yargı denetimine sokulmuştur.38 Hükümden anlaşıldığı üzere, ihlalin tüzük veya kararlar aracılığıyla yapılmış olması gerekmektedir. Bu durum akıllara direktifler aleyhine dava açılıp açılanmayacağı konusunu gündeme getirmektedir. Ancak ATAD’ın uygulamalarından anlaşılmaktadır ki; 230’uncu maddede açıkça zikredilmemiş olmasına rağmen direktifler de iptal davası kapsamında değerlendirilebilmektedir39. Ayrıca, “tüzük” görünümünü taşımasına rağmen, aslında bireyin menfaatini doğrudan doğruya ve bireysel olarak etkilenme karakterini taşıyorsa, ilgili karar aleyhine de dava açabilecektir. Tüzük, direktif ve kararların yanı sıra, günümüz 38 39 BOZKURT, ÖZCAN, KÖKTAŞ, op.cit, s.121 WANROIJ, op.cit, s.61, 22 itibariye iptal davasına konu olabilecek tasarruflar; Parlamento ve Konsey’in ortaklaşa aldığı kararlar, Komisyon ve Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı kararlar ile Parlamento’nun üçüncü taraflarla karşılıklı olarak yasal etki yaratacak kararlardan oluşmaktadır. Üye devletlerin karar ve eylemleri ile, Topluluk organlarının vermiş oldukları tavsiye ve görüşlere karşı iptal davası açılamaz.40 Hangi konulara dayanarak iptal davası açılabileceği ilgili maddede açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu bağlamda “yetkisizlik”, ”önemli usullere ilişkin hükümlerin ihlali”, “antlaşmanın veya onun uygulanmasına ilişkin bir hukuk kuralının ihlali” ve “yetkinin kötüye kullanılması” durumlarında Konsey, Komisyon, Parlamento, Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Yatırım Bankası ile her gerçek ve tüzel kişi iptal davası açma hakkını haizdir. İptal davası da birey haklarının temini açısından önem arz eden bir dava türüdür. Öte yandan diğer dava türlerinde olduğu gibi bu dava türünde de birey haklarının temini açısından engeller bulunmaktadır. Zira iptal prosedürü çerçevesinde bireylerin dava yoluna başvurabilme hakkı, “kendilerini doğrudan ve bireysel olarak ilgilendiren kararlara karşı dava açabileceklerini” vurgusuyla sınırlandırılmıştır.41 Bireyler normalde, Topluluk hukukunun birincil ve ikincil kaynaklarından doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde etkilenmektedirler. İlkinde hak ve borçlar doğrudan bir Topluluk Hukuku kaynağından doğmaktadır. 40 BOZKURT, ÖZCAN, KÖKTAŞ, op.cit, s.122 23 İkinci durumda ise, bireylerin hak ve borçları Topluluk hukuku kaynağında yer alan Topluluk emrine veya yükümlülüğüne istinaden yapılmış bir ulusal düzenleme dolayısıyla doğmaktadır.42 Bireylerin söz konusu prosedüre başvurabilmeleri için, ihlale uğramış olan hakkın doğrudan Topluluk hukuku kaynağından doğmuş olması gerekmektedir. Bu bağlamda “doğrudan ve bireysel” olma şartı, bireylerin haklarının temini açısından bir eksikli yaratarak yeterli koruma sağlayamamaktadır. Bu hususların yanı sıra, iptal davasının yaptırımında da zarar gören kişi lehine tazminata hükmedilmemektedir; eğer kişiler zararlarının tazminini istiyorlarsa ayrı bir dava açmalıdırlar. İptal davası ile sadece yasal dayanaktan yoksun olan tasarruflar iptal edilmektedir. Anılan karar geriye etkilidir, tasarrufu hükümsüz kılmakta ve hiç yapılmamış sonucunu doğurmaktadır.43 İptal davası le ilgili olarak değinilmesi gereken son bir husus da “hukuka aykırılık def’i” ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda; Parlamento ile Konseyin müştereken veya Konseyin, Komisyonun ya da Avrupa Merkez Bankasının tek başlarına çıkardıkları bir Topluluk tüzüğünün bir iptal sebebi ile sakat olduğu, ATAD önünde her zaman bir def’i olarak ileri sürülebilmektedir. Görüldüğü 41 Ken COLLINSON, “A Charter of Fundamental Rights of the European Union: Unified Human Rights Protection in Europe”, 2000, s.12 42 BAYKAL, op.cit, s.34 43 BOZKURT, ÖZCAN, KÖKTAŞ, op.cit , s.124 24 üzere böyle bir def’inin ileri sürülmesi iptal davasının süresi olan iki ay koşuluna bağlı değildir.44 İptal ve ihlal davaları ile ön karar prosedürüne ilişkin korunmadaki aksaklıklar göz önünde bulundurulduğunda bireylerin temel haklarının korunması ile ilgili olarak şu husus göze çarpmaktadır ki, ATAD Topluluk temel hakları gerçek anlamda kullanmamakta ve korumamaktadır. Bu kapsamda ATAD’ın, temel hakları uygulamasını, icra edilmesi gereken bir yükümlülükten ziyade referans yapılacak bir konu olarak gördüğü değerlendirilmektedir. Keza ATAD AİHM’nin iyice gelişmiş yargı yetkisini de uygulamamıştır. Tabiki Kurucu Antlaşmalar çerçevesinde yapılan ATAD korumasının her zaman bu şekilde devam edeceğini söylemek mümkün değildir; ancak ATAD’ın bu konuda da aktif olması gerektiği de göz ardı edilemez ve yadırganamaz bir gerçeği oluşturmaktadır. Zira Kurucu Antlaşmalarda iptal ve ihlal davalarından bireylerin yararlanabilmesi adına çok yüksek standartlar koyulması bireylerin temel hak ve özgürlüklerine ilişkin mağduriyetlerinin devamlılığının sağlanmasından başka bir işe yaramamaktadır . Eğer ATAD bireylerin hukuki anlamda korunmasının sürekli olarak reddederse, bu durum ATAD’ın Topluluk ve bireyler içerisindeki prestijinin kaybolmasına neden olacaktır.45 44 45 TEKİNALP, TEKİNALP, op.cit, s.251-251 Christoph ENGEL, “The European Charter of Fundamental Rights: A Changed Political Oppourtunity Structure and its Normative Consequences.”, European Law Journal, 2001, C:7, No:2, İngiltere,Oxford, s.156-157. 25 C) ATAD’IN TEMEL HAKLARA İLİŞKİN YAKLAŞIMI Topluluğun kurulmuş olduğu yıllardan itibaren ATAD, insan hakları konusunda herhangi bir denetim yetkisine sahip olmamasına rağmen , önüne gelen insan hakları ihlallerine ilişkin davaları geri çevirmemiştir. ATAD korumakla yükümlü olduğu AB hukukunun esasını oluşturan özgün bir içtihat hukuku geliştirerek, temel hakları koruyan AB mevzuatının eksikliğini gidermekte yaratıcı bir rol oynamıştır. Divan, ilgili bütün ulusal anayasaların ortak gelenekleri ve AİHS’nin ve ona bağlı eklerin hükümlerini içtihatlarına konu etmek suretiyle pek çok karara imzasını atmıştır. Bu şekilde oluşan ve gelişen içtihat hukuku bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması adına çok önemli bir yere sahip olmuştur. ATAD’ın insan haklarına ilişkin bu yaklaşımı birey merkezli bir yapıya verilen önemin ve bu çerçevede insan haklarına ilişkin bir düzenleme olmadan entegrasyon süreci içerisinde tam bir birlik oluşumunun sağlanamayacağının bir kanıtını oluşturmaktadır. Keza ATAD sistemi içerisinde insan hakları ekonomik konulara ilişkin uyuşmazlıklar ile başlayarak, günümüz itibariyle her alanı kapsayan bir iç ve dış politika haline gelmiştir. 26 1) İçtihat Hukuku Çerçevesinde Gelişen Temel Haklar ATAD’ın içtihatlarıyla şekillenen insan hakları konusu dönem dönem farklı yaklaşımlara maruz kalarak zamanla gelişmiştir. Bu çerçevede Kremzow46 davası ATAD’ın konuya ilişkin ilk yaklaşımları adına önem taşımaktadır. Kremzow davasında ATAD, bireylerin insan haklarını korumada başarısız olmuştur, zira Topluluk hukuku, iç hukuka yansıtılamamıştır.47 Kendisinin önüne ön karar prosedürü çerçevesinde gelen ve AT’nin dört temel ilkelerinden biri olan kişilerin serbest dolaşımına ilişkin bu davada ATAD, uyuşmazlık konusunu ulusal hukuk kapsamı içerisine sokarak, Topluluk amaçları dışında tutmuştur. Bu bağlamda ATAD, temel hakların davadaki durumu ile hükümlerine başvurulabilecek kadar Topluluk Hukuku arasında yeterli bir bağlantı bulamamıştır. Kremzow davası, birçok Avrupa devletinin AT üyesi de olsalar, ATAD’ın bireysel egemenliklerini korumayı sağlamasını istemediklerinin bir göstergesinin oluşturmaktadır. Zira Topluluk hukuku ulusal hukukun da üstünde uluslarüstü niteliğe haiz bir hukuk olmasına rağmen, AT sınırlandırılmış yetkilerin esas alındığı bir sistemdir. Bu kapsamda üye devletler Topluluğun çok da büyük bir güce sahip olmasını istememektedirler. 48 Özellikle bir devlette yargının sahip olduğu güç göz önünde bulundurulduğunda, durumun ciddiyeti daha da net anlaşılmaktadır; zira AT 46 Case C-299/95, Kremzow v. Republic Osterreich, 1997 ECR 1289. Erin Mcalpin EISELEIN, “Kremzow v. Republic Osterreich: A Case for Excluding Human Rights Issues from the Jurisdiction of the European Court of Justice”, Denver Journal of International Law and Policy, 1999, C: 27, No: 4,s. 581 48 EISELEIN, ibid, s .571-572 47 27 hukukunun uluslararası hukuktan farkı, çok daha bağlayıcı ve yaptırımı olan uluslarüstü nitelikte bir hukuk olmasıdır. Bu bağlamda Kremzow olayında da üye devletler, temel hak ve özgürlüğe ilişkin bir durumun ATAD’ın yargılama yetkisine kalmasını istememişler, bu husus da ister istemez ATAD karalarına yansımıştır. Keza ATAD da Kurucu Antlaşmalar’da kendisine verilen yetki çerçevesinde hareket etmeyi tercih etmiştir. ATAD’ın temel haklara ilişkin konulardan uzak kaldığı diğer önemli kararlar Stork49 ve Nold I50 davalarıdır. “Stork” davasında ATAD; bir topluluk işleminin Alman Anayasasında düzenlenmiş olan temel haklara uygunluğunu denetlemede kendisini yetkili görmediğini belirtmiştir. Anılan davada ATAD Topluluğa özgü bir temel hak anlayışının var olup olmadığına değinmemiştir. Nold I davasında ise ATAD, “Ulusal hukuk kuralları, anayasal kurallar dahi olsalar, ATAD bu kurallara uyulmasını sağlamakla yükümlü değildir.” diyerek konuya ilişkin yaklaşımını açık bir şekilde sergilemiştir. Bu çerçevede ATAD iç hukuk kurallarına uyulmasını sağlamakla yükümlü olmayacaktır. Kurucu Antlaşma hükümlerine sıkı bir şekilde bağlı kalarak, temel haklar hakkındaki ulusal ve uluslararası hukukun kabulünü reddeden ATAD, zamanla bu konuya ilişkin yaklaşımını da yumuşatmış ve ulusal ve uluslararası insan hakları hukukunun dikkate alınmasına bir alt yapı oluşturmuştur. 49 Case 1/58, Friedrich Stork v. High Authority of the European Coal and Steel Community, 1959 ECR 17. 28 ATAD içtihadında temel haklara ilişkin bu yaklaşımı destekler nitelikteki ilk dava Stauder51 davasıdır. Zira ATAD 1969 yılına kadar temel haklara ilişkin başvuruları değerlendirmemiştir.52 Anılan davada ise İlk defa temel hakların topluluk hukukundaki temeli açıklanmıştır. Bu kararında ATAD “Divanın saygıyı sağlamakla yükümlü olduğu, Topluluk hukukunun genel ilkeleri arasında yer alan kişinin temel haklarına aykırı hiçbir unsur içermediği” sonucuna varmıştır. Ancak, anılan davada ATAD özetle Topluluk hukuk düzeninin genel ilkelerinin temel hakları da kapsadığı belirtilmiştir. Daha sonraki Internationale Handelsgesellschaft53 davasında ise ATAD, temel haklara saygının Topluluk hukukunun genel ilkelerinden olduğunu tekrarlamış ve temel hakların korunmasının üye devletlerin ortak anayasal gelenekleriyle desteklenmek zorunda olduğunu, ancak bu korumanın da Topluluğun yapı ve amaçlarına uygun olması gerektiğini belirtmiştir.54 Bu şekilde üye devletlerin ulusal hukukları çerçevesindeki ortak temel haklar düzenlemelerine saygı duyulmuş ancak bunların kabul edilebilirliğinin sınırı da koymuştur. Bu çerçevede üye devletlerin ortak anayasal gelenekleri temel haklar kapsamında değerlendirilecek, ancak bu hakların korunmasında Topluluk amaçları gözetilecektir. 50 51 52 53 54 Case C-40/59, Nold I v. Commission, 1960, ECR 423 Case 29/69, Stauder v. City of Ulm, 1969 E.C.R. 419 Alysa WARD,:Case Comment: The Opinion of the Court of justice Regarding Accession to the Europen Convention For The Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms: Redirecting the Development of Fundamental Rights wıth the Europeane Union, www.heinonline.com.,s. 645 Case C-11/70 Internationale Handelsgesellschaft v. Einfuhr-und Vorratstelle für Getreide und Futtermittel 1970 ECR 1125, TEKİNALP, op.cit, s.756 29 “Nold 2” 55 davasında ise ATAD temel hak korumasının dayanaklarına üye devletlerin taraf oldukları insan haklarına ilişkin uluslararası andlaşmaları da dâhil etmiştir. Üye devletlerin anayasalarında tanınan ve korunan ya da üye devletlerin işbirliği yaptıkları veya imzaladıkları uluslararası andlaşmalarla bağdaşmayan önlemleri onaylamayacakları belirtilmiştir. ATAD Topluluğa üye devletlerin anayasalarına yerleşik ortak ilkelerce tanınan ve korunan temel haklara aykırı önlemlerin Topluluk bakımından da kabul görmeyeceğinin altını çizmiştir. Bu davada ilk kez ve çok açık biçimde, doğrudan insan haklarının korunmasına özgülenmiş bir belge olan AİHS’ye referans yapılmıştır. Böylece ATAD, bu hükmü ile AİHS’nin Topluluk hukuku çerçevesi içinde yol gösterici bir kaynak olduğunu vurgulamış olmuştur.56 Bu çerçevede ATAD, Topluluk hukukunun bir kaynağı olarak AİHS’ye ilk özel atfını Rutili57 davasında yapmıştır. Burada ATAD, Topluluk hukukunun açık hükümlerinin AİHS’nin içerdiği genel ilkelerde temelini bulabileceğine karar vermiştir. Anılan davada ATAD, davaya konu olan tüzüğün, üye devletlerin yabancıların denetimi bağlamında tanıdığı yetkileri, AİHS’nin çeşitli hükümlerinde tanınan yetkilerden daha sınırlayıcı olduğu hükmüne vararak, açık ve net bir şekilde AİHS’ye atıfta bulunmuştur. 55 Case C-4/73, Nold 2 v. Commission, 1974 ECR 491. Burak TANGÖR, “Avrupa Birliğinde İnsan Hakları Sözleşmesi”, G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, C:1, s. 240 57 Case 36/75, Rutili v. Minister for the Interior 1975 E.C.R. 1219, 56 30 Yine AİHS’ye atıf yapılan Hauer58 davasında da ATAD, mülkiyetin korunması ile ilgili olan AİHS’nin 1 nolu Protokolünde düzenlenen hakkın Topluluğa üye devletlerin anayasalarında yer alan ortak bir hak olduğunu belirtmiştir.59 Bu bağlamda hem AİHS hem de üye devletlerin ortak anayasal gelenekleri ATAD’ın kararında ön plana çıkmıştır. Bu çerçevede AİHS tarafından garanti altına alınan temel hak ve özgürlükler, üye devletlerin bir takım ortak anayasal geleneklerin sonucu oldukları için, Topluluk hukukunun genel prensiplerini oluşturmuştur. Temel haklar, üye devletlerden Birliğe transfer edilecek yetkilerin, ulusal hukuk düzenleri altındaki bireylere sağlanan koruma düzeyinin azalması sonucunu doğuracağı korkusuna tepki çerçevesinde Birliğin hukuk düzeni içinde gelişmiştir; zira bu husus ATAD’ın, temel hakları, karakter olarak Birlik hukukunun genel prensipleri arasında saymasının nedenini açıklamaktadır.60 Öte yanan, ATAD’ın kararlarında AİHM’ye atıf yapması zamanla giderek çoğalmıştır. Ancak ATAD, AİHM’nin kararlarına atıf yapmasına rağmen, AİHS’nin insan hakları alanındaki sorunların yorumlanmasında kontrolün tamamıyla kendi 58 Case 44/79, Liselotte Hauer v. Land Rheinland-Pfalz., 1979 ECR 3727. TANGÖR, op.cit, s.240 60 Oliver SCHUTTER, “The Implementation of the EU Charter of Fundamental Rights through the Open Method of Coordination”, Jean Monnet Working Paper, No: 07/04, Newyork, s.3 59 31 elinde tutmasını istememiştir. Bu çerçevede ATAD, AİHS’yi daha çok kendisine bir rehber olarak görmeyi tercih etmiştir.61 ATAD’ın bu şekilde yıllarca gelişen içtihat hukuku çerçevesinde zamanla bir haklar kataloğunun oluşmuştur. Bu kapsamda ATAD’ın önüne gelen davalarla farklı zamanlarda şekillenen hakların yer aldığı katalogda bulunan hak ve ilkeleri şu şekilde saymak mümkündür:62 • İnsan onuruna yakışır muamele.63 • Eşitlik ilkesi.64 • Ayrım yapmama ve eşit muamele ilkesi.65 • Mülkiyet hakkı.66 • Serbest dolaşım hakkı.67 • Dernek kurma hakkı (örgütlenme özgürlüğü)68 • Din ve inanç özgürlüğü69 61 Elizabeth DEFEIS,: “Human Rights and The European Union: Who Decides? Possible Conflicts Between the European Court of Justice and the European Court of Human Rights”, Dickinson Journal of International Law, 2001, C:19, No. 2, s.317 62 TEZCAN, op.cit , s.207 63 Bkz. Divanın 97/74 sayılı Casagrande davasında verdiği 03.07.1974 tarihli kararı. 64 Bkz. Divanın 08/57 sayılı Groupement des hauts fourneaux davasında verdiği 03.07.1974 tarihli kararı. 65 Bkz. Divanın 43/75 sayılı Defrenne davasında verdiği 08.04.1994 tarihli kararı, 66 Bkz. Divanın 44/79 sayılı Hauter davasında verdiği 13.12.1979 tarihli kararı, 67 Bkz. Divanın 36/75 sayılı Rutuli davasında verdiği 28.10.1975 tarihli kararı. 68 Bkz. Divanın 175/73 sayılı Massa davasında verdiği 08.10.1974 tarihli kararı. 69 Bkz. Divanın 130/75 sayılı Prais davasında verdiği 27.10.1976 tarihli kararı. 32 • Özel hayatın korunması.70 • Aile hayatının korunması.71 • Adil yargılama ve etkin yargısal korunma hakkı.72 • Savunma hakkı.73 • Cezai hükümlerin geriye yürümezliği.74 • Suç ve cezaların yasallığı ilkesi.75 • Mesken dokunulmazlığı.76 • Fikir ve yayın özgürlüğü.77 • Tıbbi sırların korunması.78 • Meslek seçme özgürlüğü.79 • Ticaret özgürlüğü.80 • Rekabet özgürlüğü.81 70 Bkz. Divanın 136/79 sayılı National Pnasonic davasında verdiği 26.06.1980 tarihli kararı. Bkz. Divanın 249/86 sayılı Commission/ Allemagne davasında verdiği 18.05.1989 tarihli kararı. 72 Bkz. Divanın 98/79 sayılı Pecastaing/ Belgique davasında verdiği 05.03.1980 tarihli kararı. 73 Bkz. Divanın 42-49/59 sayılı Snupat davasında verdiği 22.03.1961 tarihli kararı. 74 Bkz. Divanın 63/83 sayılı Regina Kent Kirk davasında verdiği 10.07.1984 tarihli kararı. 75 Bkz. Divanın 63/83 sayılı Regina Kent Kirk davasında verdiği 10.07.1984 tarihli kararı. 76 Bkz. Divanın 46/87 sayılı Hoechst/Commission davasında verdiği 21.09.1989 tarihli kararı. 77 Bkz. Divanın 43/82 sayılı VBVB ve VBBBB /Commission davasında verdiği 17.01.1984 tarihli kararı. 78 Bkz. Divanın 62/90 sayılı Commission/ Allemagne davasında verdiği 08.04.1992 tarihli kararı. 79 Bkz. Divanın 44/79 sayılı Hauer davasında verdiği 13.12.1979 tarihli kararı. 80 Bkz. Divanın 11/70 sayılı Internationale Handelsgesellschaft davasında verdiği 17.12.1970 tarihli kararı. 81 Bkz. Divanın 240/83 sayılı Procureur de le Rep./ADBHU davasında verdiği 07.02.1985 tarihli kararı. 71 33 • Hukuksal güvenlik ilkesi82 Bu hak ve ilkelere bakıldığında, önceden de değinildiği üzere AİHS’de yer almayan ekonomik ve sosyal nitelikli hakların da Birlik sistemi içerisine dâhil edildiği görülmektedir. Buna ek olarak, Topluluğun uluslarüstü yapısının doğal bir sonucu olarak da, ATAD’ın varlığı ve bir takım hukuksal prensiplerin temel hakların korunması çerçevesinde uygulanıyor olması, Topluluk sistemini AİHS’ye nazaran bir adım öne çıkartmıştır83. Öte yandan bireylerin haklarının temini maksadıyla ATAD’a başvuru prosedürlerinde yer alan engeller ya da eksikliler, aşağıda inceleneceği üzere bireyler adına tam anlamıyla bir koruma sağlamaktan uzak görünmektedir. 2) ATAD’ın 2/94 Sayılı Görüşü84 Topluluk içerisinde yer alan insan hakları politikasına ilişkin hukuki eksiklik, Topluluğun ya da Birliğin AİHS’ye taraf olması hususunu gündeme getirmiştir. Bu kapsamda Avrupa Birliği Konseyi tarafından, AT’nin AİHS’ye taraf olmasının AT Kurucu Antlaşması ile bağdaşıp bağdaşmayacağı konusunda ATAD’dan görüş talebinde bulunulmuştur. Zira Kurucu Andlaşma’nın 300’üncü maddesi gereğince Avrupa Parlamentosu, Konsey, Komisyon veya 82 bir üye devlet tasarlanan bir Bkz. Divanın 169/80 sayılı Gonrand davasında verdiği 09.07.1981 tarihli kararı. A.Işıl KARAKAŞ, Avrupa Topluluğu Hukuk Düzeni ve Ulus Devlet Egemenliği, Der Yayım, İstanbul, 1993, s.65 84 ATAD’ın AİHS’ye katılımına ilişkin görüşü için bknz 2/94 ECHR [1996] ECR I-1759 83 34 antlaşmanın Antlaşma hükümlerine uygunluğu konusunda ATAD’dan görüş talep edilebilmektedir. Bu hüküm ilk defa AİHS’ye katılma konusunda Konsey tarafından işletilmiştir. 2/94 sayılı görüşü çerçevesinde ATAD, Topluluğun insan hakları alanında genel normatif bir yetkisinin bulunmayışından bahisle, kurucu antlaşmanın bu haliyle AİHS’ye taraf olmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Anılan görüş çerçevesinde ATAD “İnsan haklarına saygı Topluluk işlemlerinin hukukiliğinin bir şartıdır. Bununla birlikte Sözleşme’ye katılma, Topluluğun ayrık bir uluslararası sisteme girmesinin gerektirdiği gibi, tüm Sözleşme hükümlerinin Topluluk hukuk düzeniyle bütünleşmesini gerektirmesi bakımından da Topluluğun bugünkü insan haklarını koruma sisteminde ciddi değişiklikler gerektirir......Toplulukta insan haklarını koruma sisteminin bu şekilde değiştirilmesi, Topluluk ve üye devletler bakımından esaslı kurumsal sonuçlar ile birlikte anayasal önemde olur ve bu sebeple Roma Antlaşması’nın 235’inci85 maddesinin kapsamını aşar. Bu değişiklik ancak Antlaşmanın değiştirilmesi yoluyla sağlanabilir.” kararına varmıştır. Kısacası bu kararıyla ATAD, kendisinin insan hakları alanındaki faaliyetlerinde “status quo” nun devamlılığının sağlanmasına hükmetmiştir, bu bağlamda insan hakları korunması her davada çıkan sonuçlar çerçevesinde yine ATAD tarafından geliştirilecektir.86 85 “Ortak Pazar işleyişinde, Topluluğun amaçlarından birisini gerçleştirmek için Topluuk tarafından bir girişimde bulunmak zorunlu olur da, bu Andlaşmada o girişim için gerekli yetki öngörülmemiş bulunursa, Konsey…gerekli düzenlemeleri oybirliği ile yapar.” 35 Görüldüğü üzere ATAD’a göre, Topluluğun AİHS’ye taraf olması, Topluluğun ayrı uluslararası bir sisteme dâhil edilmesini ve sözleşme hükümlerinin bütününün Topluluk Hukuku düzenine entegrasyonunu içerdiği ölçüde, Topluluğun insan haklarının korunması sisteminde esaslı bir değişiklik gerektirecektir. Böyle bir değişiklik ise, “anayasal bir boyut olarak” ve ancak AT Antlaşmasının revize edilmesi yoluyla gerçekleştirilebilecektir.87 Zira ATAD, bu konuya çoğu zaman olumsuz bir yaklaşım sergilemiştir. Topluluğun AİHS’ye taraf olması, Topluluk organlarının denetimini AİHM’nin yargı alanına sokacaktır. Bu hususa ek olarak zaten AİHS’ye taraf olan üye devletlerin vatandaşları da temel haklarının ihlal edildikleri gerekçesiyle, Birliğin de AİHS’ye taraf olduğunu gözeterek AİHM’ye çok daha rahat olarak başvurabileceklerdir. Bu bağlamda ATAD, hukuki sorunları bir yana bırakırsak, Topluluk hukuku sisteminde kendisiyle eş düzeyde bir mahkemenin yetkisini kabul etmek istememesinin yanı sıra, Birliğe üye olmayan devletlerin yargıçlarından oluşan bir mahkemenin Topluluk hukukuna ilişkin karar verebilmesini de eleştirmektedir. Keza ATAD’a göre Topluluk Hukukunu tam anlamıyla bilmeyen bir mahkemenin temel hak ve özgürlüklere ilişkin konuları Topluluk Hukuku çerçevesinde yorumlaması çok da sağlıklı bir mekanizma olmayacaktır. 86 87 WARD, op.cit, s.636 Mahmut GÖÇER, “Avrupa Birliği ve Temel Hakların Korunması”, www.anayasa.gov.tr/ anayargi, s.387 36 II. BÖLÜM TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN TARİHÇESİ VE HUKUKİ STATÜSÜ Çağdaş medeniyetlerin bir simgesi niteliğinde olan temel haklar, Avrupa Topluluklarının kuruluş yıllarından itibaren üzerinde durulan ve antlaşmalara geç intikal etmiş olmasına rağmen uygulanan politikalarda her zaman göz önünde bulundurulan bir konu olmuştur. Üye devletler tarafından özü itibariyle daha çok ülkelerin egemenlik yetkilerine ve bu kapsamda ulusal hukuklarına hitap eden bir konu olması nedeniyle de temel hakların antlaşmalara geçirilerek bağlayıcılık kazanması her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Bu çerçevede bireylerin temel haklarını güvence altına alan Temel Haklar Şartı’nın hukuki mahiyeti de üye devletlerin anılan endişeleri çerçevesinde tam anlamıyla bağlayıcılık kazanamamakla birlikte bir takım hukuki ve politik etkilerini devam ettirmiştir. Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsünün belirlenmesinin doğru bir şekilde açıklanabilinmesi açısından Şart’ın oluşum sürecinin irdelenmesi büyük önem arz etmektedir. Zira Şart’ın geçmişi Topluluk organlarının ve üye devletlerin temel haklara ilişkin yaklaşımlarını yansıtmaktadır. Bu kapsamda bu bölümde ilk olarak Şart’ın tarihi gelişimi kapsamında temel haklara ilişkin düzenlemelere neden ihtiyaç duyulduğu irdelenerek, kuruluş yıllarından günümüze kadarki olan dönem içerisindeki gelişmelere yer verilecektir. Daha sonraki bölümde ise Şart’ın hukuki 37 mahiyeti, bir başka deyişle Birlik hukuku sistemi içerisinde bağlayıcı olup olmadığı konusundaki tartışmalara yer verilerek bir sonuca ulaşılacaktır. A) TEMEL HAKLAR ŞARTI’NA İHTİYAÇ DUYULMASININ SEBEPLERİ 1957 Roma Antlaşması’ndan itibaren ekonomik amaçlar ile faaliyetlerine başlayan AT’nin, 1992 Maastricht ile gelen AB bünyesinde siyasi bütünleşmeye doğru yol aldığı derinleşme süreci dikkate alındığında, pek çok konuda pek çok ilerleme kaydettiği görülmektedir. Bu bağlamda Topluluğun dinamik yapısı göz önünde bulundurulduğunda, ihtiyaçlara göre kurucu antlaşmalarda da değişikliklere gidilmektedir. Zira Avrupa Birliği Hukukunda Kurucu Antlaşmalar, Topluluğun temel kaynaklarını oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda Avrupa Kömür Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu, AB Antlaşması ve bu antlaşmaları değiştiren diğer belgeler Topluluğun “Anayasası” olarak nitelendirilmektedirler. Topluluğun günden güne giderek artan faaliyetleri sonucu Kurucu Antlaşmalarda değişiklik ihtiyacı gerektiren konulardan biri de temel hakların korunması olmuştur. Keza Topluluk hukuku ile hiçbir ilgisi yokmuş gibi gözüken konular dahi insan haklarına ilişkin konuların ATAD’ın önüne bir dava olarak gelmesi, temel hakları Birlik politikaları içerisinde ön sıralara taşımıştır. İnsan hakları alanına ilişkin, ne Roma ne Paris Antlaşması’nda herhangi bir atıf bulunmamaktadır. Ancak, hem İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde hem 38 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde en üstün tutulan iki temel hak, fiilen Topluluk kurumlarının özel yetki alanı içerisinde tutulmuştur. Anılan haklardan ilkini işçi ve kendi hesabına çalışanlara tanınan dolaşım serbestisi hakkı, ikincisini ise milliyet ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın yasaklanması hakkı oluşturmaktadır.88 Anılan haklar dışında Roma Antlaşması’nın, Avrupa Parlamentosu’nun denetim yetkisine ve ATAD tarafından yargı denetim yetkisine ilişkin hükümleri de, entegrasyon girişiminin en başından itibaren demokratik ilkelere ve değerlere saygı gösterme çabasının bir ifadesidir. Temel haklar üye devletlerin Avrupa Birliği’ne yetki transfer etmeleri sonucu birey haklarının ulusal hukuk sistemlerine göre daha az korunacağı kaygısı çerçevesinde gelişmiştir. Birlik içerisinde temel hakların sahip olduğu bu kötü ün çerçevesinde iki sonucun çıkması mümkündür. Birinci sonuca göre temel haklar, geliştirilmekte olan bir amaçtan ziyade AB’nin yetkilerini kullanmasında bir dış sınır niteliğindedir. İkinci olarak temel hakların etkin korunmasının sağlanabilmesi adına Birlik içerisinde etkin bir yetki alanı oluşturulmamıştır. 89 Görüldüğü üzere Topluluğun Kurucu Antlaşmalarında bir temel haklar kataloğu yer almamasına rağmen temel hak benzeri uygulamalardan söz etmek mümkün olmuştur. Keza, üye devletlerin hukuk düzenlerindeki temel hak korunması dikkate alınarak, Topluluk için de benzer bir korumanın kaçınılmaz olduğunu da ileri 88 TANGÖR, op.cit, s.235 39 sürmek mümkündür. Avrupa Toplulukları Antlaşması’nın başlangıç kısmında yer alan ifadeler, bu kaçınılmazlığın zımni bir göstergesi olarak yorumlanabilir. 90 Anılan ifadede üye devletlerin Birliğin kuruluşu ile barış ve “özgürlüğün geliştirilmesi” konusunda azimli oldukları belirtilmiştir. Bu şekliyle kurucu antlaşmalardaki eksikliğin nedeni, üye devletlerin temel hak korunmasından arındırılmış bir alan yaratma isteğiyle değil, bu antlaşmaların teknik ve ekonomik niteliklerinin baskın olmasıyla açıklanabilecektir. Öte yandan, insan hakları konusunun açık bir şekilde Kurucu Antlaşmalarda düzenlenmemiş olması, AT’nin kuruluş yıllarından itibaren, Topluluk kurumlarının, sahip oldukları geniş yetkileri kullanırken bireyin temel haklarını ihlal edebilecekleri gerekçesiyle, temel insan hakları konusunda Toplulukların tabi olacakları açık kurallar getirilmesi yönünde görüşler ileri sürülmesine neden olmuştur. Her şeyden önce Avrupa Toplulukları konusu Kurucu Antlaşmalar, Maastricht Antlaşması ile gelen üç sütunlu yapının ilk sütunun oluşturmaktadır ve bu bağlamda, kurucu antlaşmalarda insan hakları alanında bir düzenlemenin olmaması bir takım sorunları da beraberinde getirmektedir. Avrupa Toplulukları Kurucu Antlaşmaları’na göre ATAD’ın yetki alanı “antlaşmaların uygulanması ve yorumlanması” şeklinde sadece birinci sütunda yer alan konular ile sınırlıdır. Bir başka deyişle ikinci sütunu teşkil eden “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası” ile, insan haklarına ilişkin konuların 89 Oliver de SCHUTTER, “The Implementation of the EU Charter of Fundamental Rights Through the Open Method of Coordination”, Jean Monnet Working Paper, No: 07/04, s.3 40 çoğunlukta olduğu üçüncü sütunu teşkil eden “Adalet ve İçişleri Alanında İşbirliği”91 sütunu kapsamında yer alan konularda ATAD yetki sahibi değildir. Bu kapsamda ATAD, kendisine verilen yetki çerçevesinde birbirlerinden farklı özellikler taşıyan davalara bakmaktadır; ancak şu husus çok önemlidir ki; ATAD’ın söz konusu davalara ilişkin yetkileri Kurucu Antlaşmalara ilişkindir. Öte yandan, uygulamaya bakıldığında, ATAD’ın insan hakları alanındaki davalara da baktığına rastlanmaktadır. Zira ATAD, yasal bir düzenleme olmamasına rağmen, kendisine intikal eden insan hakları alanındaki davaları geri çevirmemektedir. 1977 yılında Parlamento, Konsey ve Komisyon’un yaptığı ortak açıklamada, Topluluk organlarının, üye devlet anayasaları ile 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan temel haklara saygılı olacaklarını belirtmeleri, artık ATAD’ın insan haklarına ilişkin davalarda yargı kararlarını AİHS’ye dayanarak vermesini de mümkün hale getirmiştir.92 Bu şekilde alınan kararlar sonucu AT hukukunda, insan hakları alanında, 1960’lı yıllardan itibaren gelişmeye başlayan bir “içtihat hukuku” oluşmuştur. Bu çerçevede 1977 Bildirgesi herhangi bir yasal bağlayıcılığı olmamasına rağmen insan hakları alanında çok önemli bir aşama olarak karşımıza çıkmaktadır. 90 91 92 TEKİNALP, op.cit, s.741 1999 Amsterdam Antlaşması ile beraber bu sütunun adı “cezai alanlarda polise ilişkin hususlarda adli işbirliği” olarak değiştirilmiştir. Ömer KURTBAĞ, “İnsan Hakları Koşuluna Dayalı Avrupa Birliği Dış İlişkileri ve Genişleme Politikası”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C:1, 2002, s.2 41 1977 Bildirgesiyle çözülmeye çalışılmasına rağmen; söz konusu alandaki hukuki boşluğun giderilmesi ihtiyacı, her zaman bir sorun olarak kendini göstermeye devam etmiştir; zira AB’nin dinamik yapısı ve bu yapı sonucu sürekli gelişen entegrasyon süreci, insan hakları alanındaki bu problemin giderek daha çok gündeme gelmesine neden olmuştur. Bu durum da, Topluluğu insan hakları konusunda herhangi bir düzenleme olmaması nedeniyle eleştirilerle karşı karşıya getirmiştir. Bu çerçevede Avrupa Birliği, tüm üye ülkelerince kabul edilmiş ve evrensel nitelikteki AİHS’deki ve ek protokollerdeki hakları ilke olarak kabul etmiş ve uygulamalarını bu çerçevede geliştirmiştir. Ancak, her ne kadar AİHS üye devletlerce kabul edilmiş olsa da, Avrupa Birliği normu olarak kabul edilen bir metnin eksikliği duyulmaya devam etmiştir. Bireyler gerçek anlamda hangi haklara sahip olduklarını bilmemektedirler. Üye devletlerin tümü AİHS’nin protokollerini onaylamamışlardır. Keza ATAD’ın da kararlarına ilişkin açık ve net bir alt yapısı bulunmamaktadır. Halbuki temel haklara ilişkin bir belgenin varlığı halinde bireyler de daha belirgin ve ortak çıkarlar doğrultusunda iddialarını gündeme getirebileceklerdir93. Bu bağlamda ilk çözüm yolu olarak Topluluğun AİHS’ye taraf olması önerilmiş94; ancak bu durum özellikle de ATAD tarafından büyük tartışmalara yol açtığı için sürüncemede kalmıştır. ATAD, Topluluğun AİHS’ye taraf olmasına 93 E.Oddvar ERIKSEN, “Why a Charter of Fundamental Rights in the EU?”, Arena Working Papers, No:02/36, 2002, s.3 42 ilişkin görüşünde Avrupa Topluluğu Antlaşması’nın hiçbir hükmünün “insan hakları konusunda düzenleme yapmak ya da insan haklarıyla ilgili uluslararası antlaşmalar yapmak” için Topluluk kurumlarına genel bir yetki vermediğini belirtmiştir95. Söz konusu başarısız girişim sonucunda da Topluluğun, bahsedilen gereksinimler dolayısıyla kendi “Temel Haklar Bildirgesi”ni hazırlaması gerektiği hususu daha çok yandaş bulmaya başlamıştır. Bunların yanı sıra ATAD’ın sadece birinci sütunda yetkili olması, insan haklarına ilişkin olarak yetki sahibi olmaması bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar Amsterdam Antlaşması ile temel Topluluk hakları içinde bulunan vize, göç, iltica ve kişilerin serbest dolaşımı ile ilgili iade, sınırdışı etme gibi konular üçüncü sütundan alınıp birinci sütuna aktarılarak ATAD’ın yargı yetkisi içine dâhil edilmiş olsa da, üçüncü sütun dâhilindeki polis ve ceza infaz yetkilerinin genişlemesi, insan hakları alanındaki düzenlemelerin eksikliğini hissettirmiştir; zira polis ve iç güvenlik gibi pek çok meselede ATAD’ın yetkisi tanınmamıştır. Temel haklara ilişkin esas bir belgenin var olmayışı ATAD’ın bu konuyu olaylara uygulamasında bir engel yaratmaya devam etmiştir. ATAD’ın söz konusu alandaki yetki eksikliğinin yanı sıra Kurucu Antlaşmada yer alan bir takım düzenlemelere karşın bireylerin temel haklarının korunması yolu, çalışmanın ilk bölümünde ayrıntılı olarak değinildiği üzere yine kapatılmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, AT Kurucu Antlaşması Madde 230 çerçevesinde ATAD’a bir temel hak ihlali gerekçesi ile Topluluk tüzükleri aleyhine karşı başvuru imkânı getirilmiştir; ancak başvuranın doğrudan ve bireysel ilgisi olması şartı 94 95 ATAD’ın 2/94 sayılı görüşü çalışmanın ilk bölümünde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Naz ÇAVUŞOĞLU, “Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Sözleşmesi:”Katılım Meselesi”, s.3 43 aranmaktadır.96 Madde 232 çerçevesinde ise, bir ihlalin saptanmasına yönelik olarak açılacak bir davanın kabul görmesi ancak önceden ilgili kuruma başvurulmuş olma şartına bağlanmıştır. Bunlara ek olarak ATAD’ın ön-karar prosedürü çerçevesinde de bireylerin bir anlamda haklarının korunması mümkündür. Bu bağlamda bireyler, ulusal mahkemeler aracılığı ile ATAD’a ulaşabilmektedirler; ancak bu durumun da herhangi bir garantisi mevcut değildir; zira ulusal mahkemelerin ATAD’a gidip gitmeme konusunda bir takdir hakları mevcuttur. Bireylerin temel haklarının korunması ve mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin Kurucu Antlaşmalarda bulunan bu engellerin giderilmesi de temel haklar adına çok büyük önem taşımaktadır. Birey merkezli sorunları bir yana bırakırsak, temel haklara ilişkin bir de siyasi boyut söz konusudur. Birliğin kendi insan hakları politikası çerçevesinde kendi Temel Haklar Bildirgesi’nin bulunması elbette ki dış dünyanın da Birliğe olan bakış açısını olumlu etkileyecekti. Bu şekilde Birliğin kendi temel haklara ilişkin belgesi, ekonomik alanlara ilişkin faaliyetlerinin yanı sıra diğer siyasi alanlarda entegrasyon adına önemli adımlar attığının bir göstergesini oluşturacaktı. Bu husus da Birliğin, sadece ekonomik bütünleşme de değil, siyasi platform da güçlü bir role sahip olabileceğini de gösterecekti. Görüldüğü üzere gerek ATAD’ın insan hakları alanındaki yargı yetkisinin eksikliği, gerek bireylerin temel hakların korunmasına ilişkin düzenlemelerin 96 J. WEILER, “An ‘Ever Closer Union’ in Need Of A Human Right Policy: The European Union and Human Rights”, Harward Jean Monnet Working Paper,Cambrıdge, 1999, s.41-43 44 pratikteki işleyişlerinin zorluğu, gerekse Avrupa Birliğinin siyasi entegrasyon sürecindeki başarısının sağlanması konuları bir temel haklar düzenlenmesi ihtiyacını açıkça ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda Şart’ın kabul edilişi, Avrupa Birliği’nin temel ilkelerini ortaya koymak, uluslarüstü kurumlarını da siyasi ilkelerle bağlamak ve aynı zamanda Avrupa Birliği’nin ekonomik alandan siyasi alana geçişi ve bu kapsamda siyasi olarak da ağırlık kazanmasının da ön şartı olarak görülmüştür. B) TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN TARİHSEL GELİŞİMİ 1) Avrupa Tek Senedi Avrupa Tek Senedi’nin dibacesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve insan haklarına saygıya atıf yapılarak insan hakları adına çok önemli bir gelişme kaydedilmiştir. Zira bu atıf, temel hakların Birlik düzeyinde korunmasına ilişkin bilincin iyice oluştuğunun göstergesidir.97 Bu kapsamda AİHS’nin oynadığı roller ve insan hakları korumasının genel ilkesi anılan bölümde yer almaktadır. Dibacede “Üye Devletlerin, yasaları ve Anayasalarıyla, AİHS ve Avrupa Sosyal Şartı’nda belirtilen temel özgürlükleri, özellikle de özgürlük, eşitlik ve sosyal adaleti temel alarak demokrasinin gelişmesi konusunda kararlı oldukları” ifade 45 edilmiştir. Ayrıca, “BM Şartı çerçevesinde yüklendikleri yükümlülüklere uygun olarak, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasına birlikte katkıda bulunmak için, üye devletlerin bağlı bulundukları demokrasi ilkeleri ve insan haklarına saygıyı savunma bilincinde oldukları” belirtilmiştir. Dibacede yer alan insan haklarına ilişkin bu tür düzenlemelerin uluslararası hukuk açısından bağlayıcı olup olmadığı tartışma konusudur;98 ancak yine de Topluluğun bu konudaki niyetini ortaya çıkarır mahiyette olduğundan büyük bir önem arz etmektedir. 2) Maastricht Antlaşması Temel haklar konusunun ilk kez antlaşma metnine girmesi, 1992’de imzalanan Maastricht Antlaşması ile olmuştur. 1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması, Avrupa Birliği’nin insan hakları ve demokrasi ilkeleri ile ilgili politikalarında yeni bir aşamayı göstermiştir. Bu antlaşma ile insan hakları ve temel özgürlüklere saygı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temel ilkeler olarak kabul edilmiştir. Anılan ilkeler sadece Birlik içinde değil, Birliğin ilişkiye girdiği ülkelerle olan ilişkilerinde de vazgeçilmez ilkeler olarak kabul edilmiştir.99 Bu 97 Elisabeth KARDOS, The Charter of Fundamental Rights of the European Union, s.4 Ercüment TEZCAN, op.cit, s.162 99 MENENDEZ, Agustin José: “Exporting Rights: The Charter of Fundamental Rights, Membership And Foreign Policy Of The European Union”, Arena Working Papers, 02/18, 2002, s. 6 98 46 şekilde temel haklar Topluluğun genel ilkesi haline gelerek Topluluk müktesebatının bir parçası haline gelmiş ve üye devletler için bağlayıcı olmuştur.100 Maastricht Antlaşması ile oluşturulan üç sütunlu yapının üçüncü sütununu teşkil eden “Adalet ve İçişleri alanında işbirliği” sütunu kapsamında temel haklar, antlaşma metnine dâhil edilmiştir. Zira anılan sütunda yer alan konular göz önünde bulundurulduğunda insan haklarına ilişkin konuların ön plana çıktığı ve bu kapsamda temel hakların öneminin arttığı görülmektedir. AB Antlaşması ile ayrıca, temel haklar korunması için açık bir temel oluşturulmuştur. AB Antlaşması’nda Avrupa Birliği’nin, AİHS ile teminat altına alınan ve üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden kaynaklanan temel haklara, hukukun genel ilkeleri olarak saygı göstereceği hükme bağlanmıştır. Bu şekilde üye devletlerin ortak anayasal gelenekleri ve AİHS de Topluluk hukukunun kaynakları arasına girmiştir. Bu kapsamda AİHS, Antlaşma’da Topluluk temel haklarının hukuki dayanaklarından biri olarak tanındığından Birlik bakımından bütünüyle geçerli hale gelmiştir. Zira AİHS’de yer alan tüm haklar Topluluklar bakımından bağlayıcıdır. AİHS temel hak teminatları, ATAD’ın somut içtihatlarından bağımsız olarak Avrupa Birliği bakımından geçerli olmaktadır. Anılan hüküm AİHS ile üye devletlerin ortak anayasa geleneklerinden kaynaklanan temel hakları Topluluk hukukunun genel hukuk ilkeleri olarak eşit hiyerarşide kaynak kabul etmiştir. Önemli olan husus, burada AİHS’ye yapılan atfın, temel hakların sadece içeriğine ilişkin 100 ARSAVA, Nice Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği, s.107-108 47 olduğudur.101 Zira riayet edilecek temel hakların içeriğinin belirlenmeyip, AİHS’ye ve üye devletlerin ortak anayasal geleneklerine atıfta bulunulması, bu hükmün en temel eksikliği olarak doktrin tarafından eleştirilere maruz kalmıştır. 3) Amsterdam Antlaşması Amsterdam Antlaşması, AB Antlaşmasının getirdiği temel haklara ilişkin korumanın Divan yetkisine dâhil edilmemesi gibi sağlıksız bir uygulamaya son verilerek, getirdiği yenilikler ile ATAD’ın insan haklarına ilişkin konulardaki yargılama yetkisini oldukça güçlendirilmiştir. Amsterdam Antlaşması ile, Avrupa Birliği tarafından temel hakların korunmasına dair genel ilkenin daha açık bir şekilde tanınmış olduğu görülmektedir102. Antlaşmasının 6’ncı maddesinde yapılan düzenleme ile temel hakların Avrupa Birliği’ndeki rolünü açık olarak ortaya konmuştur. Birlik özgürlük, demokrasi, insan hakları, temel özgürlüklere saygı ve hukuk devleti ilkeleri üzerine kuruludur. Bu ilkeler üye devletler için ortaktır. 6’ıncı madde ile anılan ilkeler, Birliğe girebilmek için bir önkoşul haline getirilmiştir. Zira 1993 yılında gerçekleşen Kopenhang Zirvesi ile de bu ilkeler “Kopenhang Kriterleri” adı altında tüm aday ülkelerden talep edilmektedir. AB Antlaşması’nın dibacesine ayrıca eklenen bir fıkra 101 102 ARSAVA, ibid., s.108 COLLINSON, op.cit, s.25 48 ile insan haklarına saygının yanı sıra, 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı’nın önemini teyit etmiştir. Bu değerlere uyumun objektif olarak denetimi 7’nci maddede düzenlenmiştir. Amsterdam Antlaşması’nın getirdiği en önemli yeniliklerden birisi de öngörülen bu yaptırım mekanizmasıdır. Böylece, 7’nci madde ile Avrupa Birliği değerlerine ilişkin yaptırım mekanizmasını oluşturmuştur. Anılan madde Avrupa Birliği’ne, 6’ncı maddede yer alan ilkeleri ağır ve sürekli olarak ihlal eden üye devletlere karşı önlem alma yetkisi tanımaktadır. Bu şekilde Antlaşma Birliğe liberal demokratik hukuk devleti ilkeleriyle donatılmış anayasaları koruma ve Birlik ile üye devletlerin anayasal dayanaklarını garanti altına alma görevi vermiştir. Bir başka deyişle Amsterdam Antlaşması Avrupa Birliği’ne temel haklara ilişkin politika geliştirme ve bu politikasına uygun olarak üye devletleri denetleme yetkisi vermiştir. Bu işleviyle Avrupa Birliği üye devletlerin anayasalarının özünü garanti altına alan, kolektif düzeni sağlayan birlik karakteri kazanmaktadır. Daha önce olmayan bu sistem, Birliğin anayasal düzene kavuşturulması bakımından önemli bir aşamadır. Böylece 7’nci madde üye devletlerin gerçekten ulusal olarak temel hakları koruyup korumadıklarını kontrol etmek için Topluluk organları için yetki gerekçesi tesis etmektedir. 103 AB Antlaşması’nın 7’nci maddesi, Nice Antlaşması ile önemli bir değişikliğe uğrayarak önleyici bir önlem getirmiştir. Bu şekilde, üye devletin insan hakları 49 ilkesini ihlal değil, ihlal tehlikesinin olması halinde erken uyarı mekanizması getirilmiştir. Öneri Komisyon’dan veya Avrupa Parlamentosu’ndan veya üye devletlerin 1/3’ünden gelebilecek ve tehlikenin mevcudiyetine Konsey nitelikli çoğunlukla karar verecektir. Bu aşamada Konsey, üye devlete tavsiyede bulunabilecektir. Düzenli şekilde raporlar halinde denetlenen ihlal tehlikesi ortadan kalkınca, Konsey kararını düzeltecektir. Öte yandan Amsterdam Antlaşması ile gelen yaptırım mekanizması da açık bir hüküm getirme niteliğinden uzaktır. Örneğin, söz konusu prosedürün işletilebilmesi için üye devletlerden birinin Birliğin ilkelerini ciddi ve sürekli bir biçimde ihlal etme koşulu aranmaktadır. Bu çerçevede hangi ihlallerin ciddi sayılacağı ya da “süreklilik” koşulunun ne kadarlık bir zaman dilimini taşıdığı hususu belirsizdir. Bunları belirleyecek olan yine Birliğin uygulamaları ve bu çerçevede ATAD’ın kararları olacaktır. Öte yandan anılan mekanizmanın günümüze kadar çok da fazla işletilmemiş olduğu göz önünde bulundurulduğunda konuya ilişkin belirsizlik hala varlığını sürdürmektedir. Bir diğer konu da prosedürün başlatılmasına ilişkindir. 7’nci Maddeye göre prosedürün başlatılabilmesi için Komisyon ve üye devletlerin üçte birinin başvurusu gerekmektedir. Görüldüğü üzere, prosedürün başlatılabilmesi sadece Komisyon’un 103 ARSAVA, Nice Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği, s.23-24 50 ve üye devletlerin üçte birinin inisiyatifine bırakılmış, diğer organlara böyle bir yetki tanınmamıştır. Bu durumun nedeninin; Komisyon’a AT Antlaşması ile verilen “antlaşmanın bekçisi” niteliği olduğu değerlendirilmektedir. Üye devletler için de üçte birlik bir başvuru şartı aranması da, prosedürün temel haklara ilişkin olarak getirmiş olduğu ağır yaptırım dolayısıyla basit bir şekilde başlatılmak istenmemesinden kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde, Konseye tanınan takdir yetkisi de prosedürün işletilmesini yavaşlatan bir diğer etmendir. Zira bir üye devlet aleyhine Birlik ilkelerinin ihlali nedeniyle yapılan teklif üzerine Konsey bu durumu tespit etmek zorunda değildir. 7’nci maddede yer alan söz konusu hüküm çerçevesinde “tespit edilebilir” ifadesi gereği Konsey’in bu konuda zorunlu bir yetkisinin olmadığı, takdir yetkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Konsey, takdir yetkisini kullanıp prosedürü başlatsa dahi, hükme göre ihlalin tespiti için oybirliği gerektiğinden, temel haklara ilişkin yaptırımın104 AT hukuku içerisinde kısır kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Amsterdam Antlaşması ile, birtakım aksaklıkları bünyesinde barındırmasına rağmen oluşturulan yaptırım mekanizmasının yanı sıra, AB Antlaşması ile tanınan ilkeler ATAD’ın yargı etkisi kapsamına dâhil edilerek güvence altına alınmıştır. Bu çerçevede, ATAD’ın yargılama yetkisini insan hakları korumasını etkileyecek şekilde değiştirmiştir. düzenlemelerde temel ATAD, Birlik kurumlarının yaptıkları haklara uyulup uyulmadığını kontrol eylem ve edebilecektir. Amsterdam Andlaşması, ATAD’ın yetkisinin, göç, irtica, vize, sınır dışı, polis ve adli işbirliği konularında genişletmiştir. Bunlara ek olarak, ayrıcılık da sadece cinsiyette 104 İhlalin tespiti için oybirliği aranırken, yaptırım kararı için nitelikli çoğunluk aranmaktadır. 51 kalmamış, etnik, dini, ırk ve inanç ayrımcılığına da genişletilmiştir. Doğal olarak ATAD’ın bu yargılama yetkisi AT ve AB Kurucu Antlaşmalarında yetkili kılındığı ölçüde olacaktır. Bir başka ifade ile ATAD Kurucu Antlaşmalarla yetkili kılınmadığı durumlarda veya yetkisinin dışında bırakılan konularda temel haklara ilişkin herhangi bir kontrol yapamayacaktır.105 4) Nice Antlaşması 1999 Köln Zirvesi’nde Avrupa Birliği’nin bir Temel Haklar Şartı oluşturması gerektiği belirlenirken, bunun gerekçesi olarak bu tür hakların korunmasının Avrupa Birliği’nin meşruiyeti için kaçınılmaz olduğu ileri sürülmüştür. Zira, devletler Avrupa Toplulukları kurumlarına egemenlik devrinde bulunmuşlardır ve bu egemenliğin meşruiyetinin sağlanması gereklidir. Bu egemenlik ulus devletlerde temel haklar ve yurttaşlık hakları ile sağlanmıştır. Anılan düşünce çerçevesinde, Aralık 2000’de Temel Haklar Şartı Nice Zirvesi’nde kabul edilmiştir. Yoğun bir katılımcı grubu tarafından hazırlanan Şart’ın Antlaşmalar içinde yer alması için baskı yapılmış fakat bu diğer devletlerce kabul edilmemiştir. Bu kapsamda 15 Aralık 2001 Laeken Zirvesi’nde kabul edilen Birliğin geleceğine ilişkin deklarasyonda Şart’ın statüsü tartışılmıştır.106 2003 yılında yapılan 105 106 TEZCAN, op.cit, s.170 BOJKOV , op.cit, s.340 52 Avrupa’nın Geleceği Konvansiyonunda ise, Şart’ın hukuki statü kazanarak yeni Anayasal antlaşma taslağı içine ilave edilmesini öngörülmüştür. 5) Anayasal Antlaşma Şart’ın AB Anayasası’na dâhil edilmesi Şart’ın geleceği açısından çok önemli bir adım oluşturmaktadır. Zira ulusal anayasalara bakıldığında, daha doğrusu “anayasa” kavramı göz önünde bulundurulduğunda temel haklara ilişkin bir düzenlemeyi içermeyen bir anayasanın gerçek anlamda “anayasa” sayılıp sayılamayacağı da tartışmalı olacaktır. Şart, Avrupa Birliği düzeyinde uygulanacak temel hakları ve yurttaşlık haklarını belirlemekte ve yeni Anayasal Antlaşma’nın 2’nci kısmını oluşturmaktadır. Anayasal Antlaşma’da, Anayasal Antlaşmasının omurgasını oluşturmakta olan Şart’ın, Anayasa’nın ayrılmaz bir parçası olduğu ifadesi yer almaktadır. AB Anayasal Antlaşması’na bakıldığında Şart’ın öze ilişkin olmayan bazı düzeltmeler dışında aynı şekilde yer aldığı görülmektedir. Temel Haklar Şartı’nın Anayasaya dâhil edilmesi ile insan haklarına ekonomik ve sosyal haklar ile eşit statü 53 verilmiştir.107 Şart temel insan hak ve özgürlüklerinin yaşama geçmesinde devletlere ve aday ülkelere çok önemli görevler yüklemektedir. Anayasal Antlaşma ile temel hakların bağlayıcılık kazanması adına çok önemli bir gelişme olmasına rağmen, anayasanın başta Fransa olmak üzere çeşitli AB ülkeleri tarafından veto edilmesi sonucu şimdilik rafa kaldırılmıştır. Ancak, AB anayasasının üye devletlere kabul ettirilmesi çabalarının da sürekli olarak devam ettiği bilinmektedir. C) TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN HUKUKİ STATÜSÜ Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsü Şart’ın hazırlanış aşamasından bu yana politik bir deklarasyon mu yoksa bağlayıcı bir doküman mı olduğu tartışma konusu olmuştur.108 Yapılan tartışmalar çerçevesinde gündeme gelen çeşitli yaklaşımlar da Şart’ın hukuki statüsündeki belirsizliği günümüze kadar taşımıştır. Bu bağlamda Şart’ın hazırlanış aşamasındaki tartışmalar da, politik ve hukuki etkileri kapsamında bir yol gösterdiğinden öncelikli olarak bu konuya değinilmesinde fayda görülmektedir. 107 108 YOUNG, Alison, “The Charter, Constitution and Human Rights: Is this the Beginning or the End for Human Rights Protections by Community Law?”, Euroepan Puplic Law, C.:11, No.:2, Kluwer Law International, 2005, s.232 Mats LINDFELT, “The Implications of the Proposed EU Charter of Fundamental Rights: A Political Declaration Or A Legally Binding Instrument?”, s.67 54 1) Şart’ın Hazırlanış Aşamasındaki Tartışmalar 2000 yılında kabul edilmiş olan Temel Haklar Şartı, bir takım beklentiler gözetilerek gündeme gelmiştir. Anılan beklentileri şu şekilde özetlenmesi mümkündür: - Şart, AB’deki mevcut temel hakları düzenleyecek ve bir araya getirecektir ki bu şekilde Birliğin değerler topluluğu olarak nitelendirilmesi sağlanacaktır. - Temel hakların insanların mücadelesi ile kazanılması nedeniyle, Şart’ın açık ve şeffaf bir prosedürle, AB yurttaşlarının geniş katılımıyla oluşması uygun görülmüştür. - Şart, AB yurttaşları tarafından dava konusu olabilmelidir. Söz konusu yöntem Avrupa entegrasyonun şeffaflığının daha fazla kabul görmesini sağlayacaktır.109 Yukarıda sayılan beklentilere bakıldığında, ilk iki beklentinin karşılanmış olduğunu; ancak Şart’ın yurttaşlar tarafından dava edilebilmesini öngören üçüncü ve belki de uygulamaya ilişkin olduğu için en önemli beklenti konusunda ise Birliğin başarısız olduğunu söylemek mümkündür. 109 Füsun ARSAVA, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C:3, No:1, Güz, 2003, s. 2 55 İlk beklenti çerçevesinde inceleme yapacak olursak; Şart’ın, ATAD’ın yazılı olmayan bir hukuk ile, içtihatlar yoluyla düzenlemiş olduğu temel hakları tek bir belge içerisinde topladığını söylemek mümkündür. Şart AİHS’de yer alan haklara ilave olarak medeni ve siyasi hakların yanı sıra sosyal ve ekonomik hakları da içermektedir. Bu bağlamda Şart’ın Temel Haklar Şartı’nın AB politikalarının yapısını değiştirme konusunda önemli bir potansiyeli vardır. Zira her şeyden önce üye devletlerin onayları alınmış, daha sonra politik sonuçlara varılmıştır. Bu şekilde Şart’ın Topluluk birincil hukukunun sağlam bir unsuru olması umulmuştur. Şart aynı zamanda ATAD’a yeni bir hukuki harekât alanı da sağlayacaktır. Şart ile beraber hem Topluluk kurumları üye devletler ile, hem de üye devletleri kendi aralarında özen göstermeye başlayacaklardır. Ancak tabiki Topluluğun demokrasi açığı göz önünde bulundurulduğunda, Şart’ın ulusal anayasalardaki temel hakların yarattığı etkiden çok daha az bir etki yapacağı kuşkusuzdur.110 İkinci beklenti çerçevesinde inceleme yapacak olursak, şu husus göze çarpmaktadır ki; Şart’ın hazırlanışında katılımcılar çeşitlilik göstermiştir. Konula ilgili olarak gönderilen heyetin Hükümetlerarası Konferansa paralel, ancak ondan ayrı çalışması kabul edilmiştir. Heyette dört grup yer almıştır. Bunlar 15 devlet ve hükümet başkanları temsilcileri, 30 ulusal parlamento temsilcisi, 16 Avrupa Parlamentosu üyesi ve Komisyon başkanını temsilen bir Komisyon üyesinden oluşmaktadır. Bunların dışında iki gözlemci ATAD’dan, iki gözlemci de AİHM’den olmak üzere Avrupa Konseyi’nden çalışmalara katılmıştır. Ayrıca Ekonomik ve Sosyal Komite, Bölgeler Komitesi, Ombudsman, sivil toplum örgütleri temsilcileri, 110 Christoph ENGEL, op.cit, s.153 56 ve uzmanlar da çalışmalara iştirak etmişleridir. Bunların dışında hükümet dışı örgütler, Avrupa Sendikalar Birliği (European Trade Union Confederation), Uluslararası Af Birliği (Amnesty International League) ve Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu Birliği( The International Federation of Human Rights League) özellikle de görüşmelerin tıkandığı durumlarda bir kamuoyu oluşturarak Şart’ın hazırlanmasında önemli bir role sahip olmuşlardır.111 Üçüncü beklenti kapsamında ise, Şart’ın hazırlık aşamasından hukuki statüsü çeşitli tartışmalara sebep olmuştur. Üye devletlerin çoğu temel haklara Avrupa seviyesinde dört temel özgürlük ötesinde daha bir içerik kazandırmak, ve Topluluk tarafından sağlanan temel hak teminatına daha açıklık vermek için, temel hakların Topluluk seviyesinde bağlayıcı olarak temin edilmesi görüşünü savunmuştur. Zira siyasi birlik için bu bir önkoşuldur. AB’nin federal devlet yapısının güçlenmesinden korkan, hükümetlerarası işbirliği modeli tarafları ise Temel Haklar Şartı’na kuşkuyla yaklaşmışlardır. AİHS ve Sosyal Şart kapsamında Şart’ın gereksiz olduğunu savunmuşlardır. Zira onlara göre böyle bir oluşum yeni egemenlik kayıplarının olacağına bir işaret teşkil etmektedir.112 Sonuç olarak Şart siyasi bir deklarasyon niteliğinde imzalanmıştır. Temel Haklar Şartı hazırlanırken, “bağlayıcılık” niteliğinin o dönem itibariyle kabul edilmemesi, bir anlamda Şart’ın hazırlanışını kolaylaştırmıştır; zira Şart için 111 Hakan TAŞDEMİR, Hasan DEMİR; “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı", Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.:2, No:3, 2002, s.93 57 bağlayıcı bir karakter öngörülmüş olması tartışmasız olarak müzakerelerin de çok daha zor geçmesine neden olacaktır. Şart’ın hukuki olarak bağlayıcı nitelikte olmaması ve ATAD’ın, AB Antlaşması’nın 6 ncı maddesi çerçevesinde AT için geçerli temel hakları şimdiye dek geliştirme olanağına sahip olması, metnin oluşmasında yardımcı olmuştur. Yapılan tartışmalar sonrasında, Temel Haklar Şartı ile ilgili olarak, Şart’ın statüsünün 2004 yılında yapılacak olan hükümetlerarası konferansta kararlaştırılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsünün ileriki zamanlarda bağlayıcı olup olmaması gerektiği konusunda da üye devletler, Temel Haklar Şartı’nın ikiye bölünmüştür. Yapılan tartışmalar sonucunda Şart’ın hukuki statüsü değerlendirildiğinde, Antlaşmalara katılmasına karşı çıkılmasının anlamsız olduğu görüşü ağır basmaktadır; zira Temel Haklar Şartı’nın oluşumu yargı açısından çok daha ayrı bir önemi bulunmaktadır. Bu bağlamda Temel Haklar Şartı’nın hukuki bağlayıcılık kazanması ile birlikte, bu alandaki ATAD’ın sahip olduğu geniş takdir yetkisi de daralmış olacak113 ve de temel haklar yavaş yavaş supranasyonel kurumların takdir hakkını sınırlamak gibi önemli bir fonksiyona sahip olacaktır.114 Öte yandan bir başka görüş, Şart’ın hukuki statüsünün tayininin ATAD’a bırakılması gerektiği çerçevesinde odaklanmıştır. Söz konusu görüşün bazı yönlerden dikkat çekici gelmesi mümkündür; zira ATAD’ın temel haklara ilişkin olarak oluşan bir içtihat hukuku mevcuttur ki bunun statüsünün de ATAD tarafından belirlenmesi çok 112 113 114 ARSAVA, AB Temel Haklar Şartı, s.5 Agustin José MENÉNDÉZ, Chartering Europe:The Charter of Fundamental Rights of the European Union, ARENA Working Papers, WP 01/13, ARSAVA, Nice Anlaşması sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği ,s.72 58 normal karşılanmalıdır. Bu bağlamda, nasıl ki, ekonomik amaçla başlayan AT entegrasyonundan AB kanatları altındaki siyasi entegrasyona geçiş sürecinde, AT hukuku ATAD tarafından yaratılmış ve özellikleri de ATAD içtihatlarıyla ortaya çıkmışsa, temel haklara ilişkin düzenlemelerin akıbetinde rol oynayan mekanizma da yine ATAD olmalıdır. Şart’ın hukuki statüsünün ATAD’a bırakılması yaklaşımına karşı olanlar ise, Şart’ın bir fonksiyonunun da ATAD’ı, “genel prensipler”e ilişkin yargı yetkisini nasıl geliştirdiği hususunda kontrol etmek olduğunu savunmaktadırlar; zira bu bağlamda Şart’ın statüsünü ATAD’ın ellerine bırakmak kontrol açısından zor ve garip bir yöntem olacaktır. Hukuki anlamda herhangi bir bağlayıcılığı olmamasına rağmen, Şart Birlik hukukuna yol gösterici bir prensipler manzumesi niteliği taşımaktadır. Şart’ın en temel özelliklerinden bir tanesi de tavsiye niteliğinden çok siyasi bir zorunluluk arz etmesidir. Bu zorunluluk sadece üye devletleri için değil aday ülkeler için de geçerlidir. Zira Şart basına tanıtılırken Komite üyesi tarafından Şart’ın aday ülkelere de tanıtıldığı ve resmileşirse aday ülkeler için de bir ön şart olacağı ifade edilmiştir. 115 Ancak Şart resmileşmediği için tabiki bağlayıcı hale gelememiştir. Yine bu yaklaşım Şart’a verilen ciddiyetin bir göstergesi niteliğini taşımaktadır. Zira Şart Birliğin de kendi içinde insan haklarına ilişkin sorumlulukları olduğunun farkına vardığını dışarıya gösterecek bir sinyal niteliği taşımaktadır.116 115 116 TAŞDEMİR, DEMİR, op.cit, s.95 Marika LERCH, “A Constructivist Analysis of the EU Charter of Fundamental Rights”, Constitutionalism Web-Papers, No. 2, 2003, s.25 59 Öte yandan, Konvansiyon yöntemi ile oluşturulan Temel Haklar Şartı’nın sürekli olarak bağlayıcı olma karakteri kazanamaması AB adına başedilmesi güç sonuçlar doğurmaktadır ve bu sonuç önemli temel haklar bakımından sorumsuz bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Zira bu kapsamda Şart’ın bağlayıcılık kazanamamasını AB adına bir başarısızlık olarak nitelendirmek mümkündür. AB’nin üye devlet yurttaşlarının yoğun demokratik katılımının yanı sıra, temel insan haklarının teminatı ile sağlanan meşruiyete gereksinimi bulunmaktadır.117 Bu bağlamda AB hukukunun gelişimi adına, entegrasyon sürecine Temel Haklar Şartı’nı içeren bir anayasa ile devam edilmesi Avrupa halklarının ve Üye Devletlerin iradelerine bağlıdır; ancak Temel Haklar Şartı’nın hukuki bir değeri olmayan politik bir deklarasyon niteliğini taşıması, bazı hususların cevaplanması adına güçlükler doğurmaktadır. 2) Temel Haklar Şartı’nın Etkileri Temel Haklar Şartı’nın en ilginç yanı, Antlaşmalara dâhil edilmemesine rağmen, aşağıda değinildiği üzere, Şart’ın bir takım hukuki ve politik etkilerinin olmasıdır. Bu bağlamda Şart “sui generis”118 bir yapıya sahiptir. Zira temel hakların, aslında Topluluk hukukunda uzun zamandır benimsenmiş olan bir olgu olduğu 117 118 Füsun Arsava, “AB’nin Anayasallaşma Sürecinde Temel Haklar Şartı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, c:3, No:2, Bahar, 2004, s.8 Klara KANSKA, “Will the Charter of Fundamental Rights Enhance Protection of Human Rights by the European Community, No.4/2002, 2002, s.7 60 dikkate alındığında; yeni bir yetki katoloğunun oluşturulması önemli bir adımdır ve bu çerçevede bazı etkiler doğurması da kaçınılmazdır. Söz konusu durumlar ile ilgili olarak akla gelen ilk soru, neden pek çok kanun sözcüsünün (advocates general) ATAD karşısındaki görüşlerinde Temel Haklar Şartı’nı, Topluluk hukukunun resmi bir kanıtı olarak kullandığı ile ilgilidir. ATAD’ın karşısına olaylarda Temel Haklar Şartı’nın bir savunma olarak kullanıldığı davalara pek çok örnek gösterilmesi mümkündür.119 Yapılan atıfların büyük bir çoğu oldukça sade ve yalın bir biçimdedir. Bu tür davalarda Şart kanun sözcülerinin argümanlarına ek bir hukuki dayanak olarak gündeme gelmiştir. Anılan referanslara nazaran daha üst düzeyde yapılan referanslarda ise Şart’ın hükümleri belirtilmiş, ancak Şart’ın hukuki statüsüne hiç değinilmemiştir.120 Argümanlarda kullanılan bu tür hususlar Şart’ın bağlayıcı olmasa dahi ne kadar önemli bir etkiye sahip olduğunun bir göstergesidir. ATAD kararlarında şimdiye kadar Temel Haklar Şartı’na atıfta bulunmamıştır, ancak İlk Derece Mahkemesi daha şimdiden pek çok kararında Şart’a atıfta bulunmuştur.121 Bu çerçevede ATAD’ın da kararlarını verirken ileriki zamanlarda Şart’a atıfta bulunması şaşılacak bir durum olmayacaktır. 119 120 121 Örnek davalar için bknz. Case C-413/99, Baumbast v. Scretary for the Home Department, Opinion delivered on 5.06. 2001; Case C-131/00, Ingemar Nilsson v. Lansstryrelsen Norrbottens, Opinion delivered on 12.06.2001; Case 211/02, Tideland Signal v. Commission, 27.09.2002; Case C-116/01, P&Q European Ferries v. Commission, 05.08.2003; Case 236/01, Tokai Carbon v. Commission, 29.04.2004, case 38/02, Groupe Danone v. Commission, 25.10.2005,Case 391/03, Franchet and Byk v. Commission, 06.07.2006. MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the European Union”, Arena Working Papers, No: 02/7, 2002, s.3 Örnek davalar için bkz. T-54/99, Max. Mobil Telecommunications Service GmbH v. Commission, 30.01.2002; T-377/00, Philip Morris International v. Commissions, 15.01.2003 ; 61 İkinci olarak; 2000 yılında Avusturya krizinde uygulanan yaptırımlara ilişkin olarak hazırlanan raporda, Üye Devletlerin saygı duymaları gereken hakların belirlenmesi açısından, Temel Haklar Şartı’na atıfta bulunulması, yine önemli bir husustur. Bu bağlamda Amsterdam Antlaşması’nın 6 ve 7’nci maddelerinde önemli maddeler alarak karşımıza çıkmıştır. 2000’de Avusturya için Portekiz tarafından bu hükmün uygulanması isteği, Avrupa Birliği’nin 7’nci maddeyi ciddiye aldığını göstermektedir. Söz konusu maddeler daha kapsamlı bir düzenlemeyi gerektiren temel hakların AB adına ne denli önemli olduğunu vurgular niteliktedir. Konuyla ilgili olarak akla gelen bir diğer soru ise, Komisyon’un, aday ya da üçüncü ülkelerin, temel özgürlüklerin korunmasındaki ortak anayasal geleneklerinin sınırlarının belirlenmesinde neden geniş bir şekilde Temel Haklar Şartı’nı kullanmaya başladığı ile ilgilidir. Zira Komisyon Şart’ın kabul edildiği tarihten itibaren, Şart’ın uygulanması gerekliliğine ilişkin pek çok karar direktif çıkarmıştır. Bu bağlamda aday ülkelerin Birliğe katılımı açısından, siyasi kriterler içerisinde yer alan demokrasi ve insan haklarına saygı, üyelik adına bir önkoşul haline gelmiştir.122 Aslında Şart’ın hazırlanış aşamasında da Topluluk organları Şart ile bağlı kalacaklarını taahhüt etmişlerdir, ancak buradaki asıl sorun hukuki anlamda bağlayıcılığı olmayan bir dokümanda Topluluk organlarının taahhütlerinin ne derece yerine getirebilecekleri hususudur.123 122 123 T-67/01, JCB Service v. Commission, 13.01.2004, T-242/02, Sunrider v. OHMI, 13.07.2005; T-193/04, Tillack v. Commission, 04.10.2006. MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the European Union”, s.8-10 LINDFELT, op.cit, s.64 62 Temel Haklar Şartı’nın “bağlayıcı” karakteri onu, Topluluk birincil hukukunun bir parçası haline getirirken, politik bir deklarasyon olarak kalan niteliği, hükümetlerarası bir yapıya bürünmesine neden olacaktır; zira Şart’ın bu nitelikte kalması vatandaşlara bu alanda yeni haklar tanınmış olmasını sağlamayacaktır. Bir başka deyişle eğer Şart hukuki bir bağlayıcılık kazanamazsa, vatandaşların temel haklara ilişkin bir ihlal söz konusu olduğunda, dava yoluna başvurmalarında karşılarına çıkan engeller yine aynı şekilde devam edecektir. Bu bağlamda Şart’ın antlaşmaya dâhil edilmesi ile, her bir AB yurttaşı, haklarının AB organları veya AT hukuku uygulayan ulusal organlar tarafından ihlali halinde dava açma hakkı temin edecektir. Temel hak ihlallerinin pür ulusal hukuk üzerinden gerçekleşmesi durumunda ise, Şart’ın hukuki bağlayıcılığının söz konusu olmasında dahi üye devletlerin temel hak düzenlemeleri geçerli olacaktır.124 Ancak bu noktada çalışmanın birinci bölümüne incelenmiş olan bireylerin dava açma yollarına başvurmalarına ilişkin belirsizliklerin olduğunu söylemekte yarar vardır. Öte yandan Şart’ın sadece politik bir niteliğe sahip olarak politik etkiler doğurması hususu da belirli gerekçelere dayandırılmaktadır; zira kimilerine göre, Temel Haklar Şartı’nın politik önemi, resmî bir hukuki etkiye sahip olmaktan yoksun olmasına rağmen oldukça dikkat çekmektedir. Bu bağlamda ilk defa Topluluğun her zaman ulaşmak istediği gibi hakların bir listesi oluşturulmuştur ve bu da demokrasinin gelişimi, ayrıca uluslararası politik eylemler vasıtası ile bir haklar standardının oluşturulması adına yeni fırsatlar oluşmasını sağlamıştır. Şart’ın aslında esas amacı Avrupa vatandaşları için daha basit ve anlaşılır bir metnin 124 ARSAVA, “AB’nin Anayasallaşma Sürecinde Temel Haklar Şartı”, s.7 63 oluşturulmasıdır. Bu bir anlamda “hukuki güvence” kavramıyla bağlantılı bir olgudur ki bu olgu da demokrasi adına çok önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şekilde bir yetki katoloğunun oluşturulması demokrasi de şeffaflığın sağlanması adına atılan büyük bir adımdır. Temel Haklar Şartı aynı zamanda anayasal bir adım niteliğini de taşımaktadır. Zira siyasi aktörler tarafından yorumlanmış ve oluşturulmuştur. Bu süreç anayasal bir sürece benzemektedir125 Şart hukuki bir statüye sahip olmamasına rağmen sadece politik karakteri itibariyle çok yararlı olacaktır. Eğer bu şekilde istenilen başarı sağlanamazsa, o zaman Şart’ın hukuki temellere dayandırılması gündeme gelebilecektir. Zira Şart’ın siyasi karışıklıkları olsa da, hukuki alt yapıya sağlama potansiyeli mevcuttur.126 Ancak, Şart’ın Birliğin genişleme süreci içerisinde de ayrı bir kriter olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği de tartışma konusu olacaktır.127 Yukarıda değinilen açıklamalara rağmen, Temel Haklar Şartı, bağlayıcılık anlamında hukuki bir statüye sahip olsun ya da olmasın bir takım hukuki boşluklar her halükârda ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede akla gelen soruları şu şekilde sıralamak mümkündür: Şart’ın yorumlanmasında ATAD’ın rolü ne olacaktır? Topluluk hareketlerinin Şart ile uyumlu olup olmadığını kimler iddia edebilecektir? Topluluk, Antlaşmaları, Topluluk politikasının genel amacı altında insan haklarına uygun olarak değiştirmeli midir? Şart ile AİHS arasındaki ilişki ne olmalıdır? Şart’a hukuki bir statüsü tanınmasının Üye Devletler üzerindeki etkisi ne olur? Tüm bu soruların cevabı Şart’ın hukuki etkisiyle bağlantılı konular olarak karşımıza 125 126 ERIKSEN, op.cit, s.362 ENGEL, op.cit, s.159 64 çıkmaktadır. Ancak şu husus yadırganamayacak bir gerçektir ki, Temel Haklar Şartı AB politikalarının değişimine neden olabilecek bir potansiyele sahiptir.128 127 128 Wojciech SAURSKI, Charter and Enlargement, European Law Journal, C:8,No:3, 2002, s.241 ENGEL, op.cit, s.152 65 III. BÖLÜM TEMEL HAKLAR ŞARTI KAPSAMINDA BİREYLERİN SAHİP OLDUĞU HAKLAR Temel Haklar Şartı’nın merkezinde bireyler oturmaktadır. Temel haklara ilişkin yapılan her düzenleme, araştırılan her detay, bireylerin mutluluğu ve huzuru için de yapılmaktadır. Her ne kadar Birlik, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin garantiye alınması konusunda, ekonomik alanda olduğu kadar gelişme gösterememiş olsa da Temel Haklar Şartı’nın bu yönde önemli bir adım olduğu kuşkusuzdur. Bu bağlamda Temel Haklar Şartı’na ilişkin olarak akla gelen ilk sorulardan biri de aşağıda incelendiği üzere Şart’ın kimler için uygulama alanı bulabileceğine ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer önemli soru ise, Şart kapsamında birey haklarının ne şekilde korunacağı hususudur. Bu kapsamda çalışmanın üçüncü bölümünde Şart’ın kimlere uygulanacağı belirtilerek, genel olarak kapsamına değinilecektir. Daha sonra Şart bünyesindeki haklar sıralanarak, bu çerçevede bireylerin hangi haklara sahip oldukları belirtilecektir. Son olarak ise, Şart kapsamında birey haklarının korunması konusu incelenecektir. Bu bağlamda özellikler AİHS’nin Birlik sistemi içerisindeki yargı rolüne yer verilecek ve ATAD ile AİHM arasında Şart’ın bağlayıcı niteliğe haiz olduğu gözetilerek, ileride doğabilecek irdelenecektir. 66 uyuşmazlıkların neler olabileceği A) TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN KAPSAMI 1) Genel Olarak Temel Haklar Şartı’nın başlangıç kısmında “birey” kavramına değinilerek, “Birlik, Birlik yurttaşlığı kavramını getirmek ve bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı yaratmak suretiyle, bireyi eylemlerin odağına yerleştirmiştir.” ifadesi yer almıştır. Bu ifade, Birliğin artık ekonomi boyutunu iyice aşarak birey merkezli bir bütünleşmeye gidilmek istendiğinin bir göstergesinin oluşturmaktadır. Şart, Topluluğun ve Birliğin görev ve yetkileri ile ikincillik129 ilkesini gözeterek, özellikle de üye devletlerin ortak anayasal değerlerinden ve uluslararası yükümlülüklerinden, AB ve AT Antlaşmalarından, AİHS’den, Topluluk ve AK tarafından kabul edilen Sosyal Şarttan, ATAD ve AİHM’nin içtihat hukukundan kaynaklanan hakları teyit etmektedir. Görüldüğü üzere Birlik üye devletlerin ulusal hukuklarından başlamak üzere evrensel olarak da kabul edilen insan hakları alanındaki tüm gelişmeleri kendine esas almıştır. 129 İngilizce’de “subsidiarite” olarak adlandırılmaktadır. Türkçe’de, uygulamada “ikincillik” yerine, “ikame yetkisi”, “talilik” veya “sübsidiarite” kelimelerinin de kullanıldığı görülmektedir. ABA ile ATA’ya eklenen 5’inci maddenin 2’nci fıkrasında “Münhasır yetkisine irmeyen alanlarda, Topluluk ikincillik ilkesine göre, yalnızca önerilen tasarrufun amaçları üye ülkeler tarafından yeterince gerçekleştirilemediği ve dolayısıyla önerilen tasarruf boyut ve etkileri bakımından Topluluk tarafından daha iyi gerçekleştirilebildiği takdirde ve bu oranda tasarrufta bulunur.” hükmü mevcuttur. Bu bağlamda “ikincillik ilkesi” işlevsel olarak Topluluk ile üye ülkeler arasındaki yetki paylaşımı bakımından bir sınır çizmektedir. 67 Şart’ın içeriğine genel olarak bakıldığında, bireylere yeni haklar getirilmemiş olduğu görülmektedir. Zira aslında Şart’tan önce de hukuki dayanağı olmasa bile bireyler Şart’ta yer alan haklara ilişkin olarak bir şekilde temel haklara ilişkin ihlallerini ATAD önüne getirebiliyorlardı. Keza 1960’lı yıllardan itibaren ATAD’ın oluşturduğu içtihat hukuku buna imkân veriyordu. Ancak tüm hakların tek bir katalog içerisinde toplanması elbette ki bireylerin statüsünü daha güçlü ve hukuki bir konuma taşımıştır. Şart ile bireyin sahip olabileceği tüm haklar tek bir belge içine toplanmak istenmiştir. Şart AİHS’de yer alan haklara ilave olarak medeni ve siyasi hakların yanı sıra sosyal ve ekonomik hakları da içermektedir. Bu bağlamda Şart sivil, politik ve sosyal hakların görünmesini sağlayan ilk supranasyonel katalog olarak karşımıza çıkmaktadır ve aslında AB’nin hangi hakları korumaya değer gördüğüne açıklık getirmektedir.130 Şart genel niteliği itibariyle hakların bölünemezliği ilkesini içermektedir131. Bu şekilde tüm hakları içeren bir katalog hazırlanmasının elbette ki sebepleri mevcuttur. Herşeyden önce Şart’ın global düzeyde olması gözetildiğinden bireyler için daha az kapsamlı bir düzenleme yapılmasının olumsuz etkileri olduğu düşünülmüştür; zira Şart uzun süreli bir proje olacaktır. Bunların yanı sıra Şart Birliğin yetkilerinin hiçbir zaman kesin bir sınırla belirlenemeyeceğinin de bir 130 MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the European Union”, s.5 131 Massimo La TORRE, The Law Beneath Right’s Feet Preliminary Investigation for a Study of the Charter of Fundamental Rights of the European Union, European Law Journal, C.8,No:4, 2002, s.533 68 göstergesi olacaktır132. Ancak tabiki Şart ile oluşturulan haklar kesin bir liste değildir. İlgili 7’nci madde sadece Şart’ta öngörülen hakları değil, ayrıca AİHS tarafından güvenceye alınan haklar ile Topluluğun genel prensipleri olarak üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden doğan hakları da korumaktadır.133. Temel Haklar Şartı evrensel bir insan hakları kategorisi için yaratılmıştır; bireyler ulusal hukuklarında zaten temel haklar açısından korunmaktadırlar. Bu kapsamda hem Avrupa vatandaşları için olan hem de herkes için, sadece üye devlet vatandaşlarını değil, orada ikamet edenleri kapsayan ve de üye devletler içerisinde herhangi bir sebeple yaşayan ya da bulunanlar için geçerli olan kategoriler mevcuttur. Şart AB bünyesinde temel hakların anlam ve kapsamına, bireylerin hak ve yükümlülüklerine açıklık getirerek, ortak hukuk düzeninin kabul görme şansını yükseltmektedir. Zira AB yurttaşlarının özgürlük haklarını teyit eden bir değerler topluluğu olarak görülecek olan Şart, AB’yi değerler topluluğu olarak ekonomik ve parasal birliğin ötesine taşımaktadır. Şartla bir taraftan şimdiye dek gerçekleştirilen entegrasyon konsolide edilmiş, diğer taraftan temel hakların mutlak olarak kodifiye edilmesiyle, AB yurttaşlarına Brüksel kararlarına karşı kendilerini koruma olanağı verilmiştir. Birlik yurttaşlarına hakları konusunda açıklık getirmesi ve Birlik hukukunun uygulanma alanında hakların teminatı Şarttan beklentilerdir. Şimdiye dek çeşitli devletler hukuku, Topluluklar ve ulusal hukuk metinlerinde dağılmış olarak 132 Juergen MEYER, Markus ENGELS, “The Charter of the Fundamental Rights of the European Union”, http://www.fes.or.kr/Publications, s.7 133 YOUNG, op.cit, s.233 69 bulunan temel haklar tek bir metin içinde toplanmış ve yargıç hukuku yerine AB yurttaşları tarafından rahatça anlaşılan bir metin ortaya çıkmıştır.134 Şart’ın önsözü özen gösterilerek bilinçli bir şekilde oluşturulmuştur ve dikkat çekmektedir. Şart’ın sosyal ve ekonomik hakları içermesi sosyal değerleri ve bu kapsamda ekonomik özgürlükleri güçlendirmektedir. Şart temel haklara ilişkin daha geniş bir bakış açısı sağlamıştır. Bu husus da Şart’ı, üye ya da aday devletlerin temel haklara ilişkin taahhüt ve faaliyetlerini belirleme konusunda temel politik unsur haline getirmiştir. Son olarak Şart’ın hazırlanış aşamasındaki demokratik ve katılımcı süreç, Topluluğun dış faaliyetlerindeki insan haklarına ilişkin yetkisini kuvvetlendirecektir.135 Ancak, tüm bu olumlu yönlerinin yanı sıra Şart’a genel olarak bakıldığında, Temel Haklar Şartı’nda çelişkiler olduğu görülmektedir. Örneğin, AİHS sürekli olarak güncellenmekteyken, Şart’taki kurallarda hiçbir değişiklik yapılmamaktadır. Halbuki Şart’ın ileride bağlayıcı hale getirilmesi gerekiyorsa günümüz koşullarına göre gerekli güncellemelerin yapılması gerekmektedir. Şart, AİHS’ye ağırlıklı olarak önem vermekle birlikte, diğer ilgili Avrupa metinlerinde yer alan hakları da bünyesinde barındırmaktadır. Bunlara ek olarak, AİHM’nin yetkisi, Şart’ın ilgili kısmında belirtilmemesine rağmen, “Başlangıç” kısmında belirtilmiştir. Şart, ulusal anayasaların rolüne büyük ölçüde vermesine rağmen, yine de ulusal anayasaları tüm 134 ARSAVA, AB Temel Haklar Şartı, s.5 70 unsurların üzerinde tutmamıştır. Temel Haklar Şartı, aslen Avrupa’yı esas almasına rağmen, evrensel nitelikteki insan haklarının önemini de vurgulamaktadır. Şart ayrıca, siyasi, medeni, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların bütünlüğünü kabul etmekle birlikte, söz konusu hakların kullanılmasında ya da bir takım istisnaların söz konusu olması gibi durumlarda gerekli ayrımı da gözetmektedir. En çok eleştirirlere maruz kalan bir konu olarak da Temel Haklar Şartı, vatandaşları entegrasyon sürecinin kalbi olarak değerlendirirken, bireylerin Topluluk mahkemelerinde haklarını aramalarını büyük ölçüde kısıtlamaya devam etmektedir.136 Benzer şekilde Şart, varolan haklar konusunda genel bir çerçeve çizmekte, çok detaylı açıklamalara girmemektedir. Bunların yanı sıra bazı Birliğin dış politikasında çok önemli bir yere haiz olan bazı hassas konular da Şart kapsamı dışında tutulmuştur. Örneğin Kopenhag kriterleri çerçevesinde “azınlık haklarının korunması” üyelik sürecinin doğrudan etkileyebilen bir siyasi kriter olarak gündeme gelirken, anılan konu Temel Haklar Şartı kapsamına alınmamıştır137. Bu husus da özellikle de Fransa gibi devletlerin, kendi çıkarları138 söz konusu olunca insan haklarına ilişkin konularda ne kadar hassas davrandıklarının bir kanıtını oluşturmaktadır. Bu durum da Birliğin ister istemez iç ve dış politikasında bir ayrımcılık yaptığının kanıtını oluşturmaktadır. Üye devletler arasında temel insan haklarının tanımı konusunda geniş bir görüş birliği bulunmakla birlikte, bunların 135 MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the European Union”, s.10 136 Christopher McCrudden, The Future of the EU Charter of Fundamental Rights, Jean Monnet Working Paper , No:10/01, 2001, s.13-14 137 BOJKOV , op.cit, s.339 71 korunması ve kısıtlanması konusunda algılama farklılığı bulunmamaktadır. Bu hakların kaynakları konusunda bir görüş birliği de yoktur. Kaynaklar konusunda görüş birliği olmayınca haklar, özgürlükler ve sorumluluklar çeliştiğinde standart bir çözüm ve uzlaşma yaklaşımı bulunamamaktadır. ATAD hakların üye devletlerde farklı algılanmasını uzlaştırmakta yetersizdir, zira yeni kuşak hakların hepsi hakkında bir uluslararası sözleşme imzalanması mümkün olmamıştır. Bu hususlara ek olarak, Şart çerçevesinde “Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi çerçevesinde yıllardır sağlamlaştırılmış ve geliştirilmiş bir sistem varken neden ayrı bir insan hakları politikası benimsemiştir?” sorusunun cevabı da tartışma konusu olmuştur. Bu sorunun cevabı da aslında aday ülkelere yönelik izlenen bir politikadan kaynaklanmaktadır. Bu şekilde bir aday devletin üyeliği, o aday devlet müktesebatı tamamıyla benimsemiş olsa dahi insan hakları kriterinin gündeme getirilmesiyle engellenebilecektir.139 Keza insan hakları alanı yoruma açık belirsizliklerle doludur. Bu kapsamda Temel Haklar Şartı’nın yorumu ve üye devletlere olduğu kadar aday ülkelere de uygulanması çok büyük bir önem arz etmektedir. 138 Fransa kendi ülkesinde azınlık bulunduğunu kabul etmemektedir. Anayasasının 2’inci maddesi uyarınca ülkesinde azınlık bulunmadığına ilişkin olarak BM Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi 72 2) Temel Haklar Şartı Kimlere Uygulanacaktır? Temel Haklar Şartı’nın uygulama alanı belirlenirken, söz konusu alan kapsamına giren kişilerin saptanması önem taşımaktadır. Bu kapsamda Temel Haklar Şartı çerçevesinde Şart, “herkes” için geçerli olacaktır. “Herkes” kavramından ne anlaşılması gerektiği Şart’ın içeriğinden anlaşılmaktadır. Şart’ın, “Vatandaşlık Hakları” başlığında altındaki içerdiği kısma bakılacak olursa, söz konusu kısımdaki hakların Birlik vatandaşlarına özgü olduğu görülmektedir; dolayısıyla hukuki yorum çerçevesinde, Antlaşmanın diğer kısımlarının sadece Birlik vatandaşları için değil, tüm bireyler için geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Burada söz konusu olan önemli husus, Birlik vatandaşları dışındaki kişilerin kimler olduğunun tespitidir ki söz konusu problemin çözümü de Başlangıç kısmında bulunmaktadır. Anılan kısımda “Bu Antlaşma, Birliğin yetkileriyle görevlerine ve ikincillik ilkesine, özellikle üye devletlerde ortak olan anayasal geleneklerden ve uluslararası yükümlülüklerden doğan haklara gereğince saygı gösterilerek, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması hakkındaki Avrupa Konvansiyonu’nu, Birlik ve Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen Sosyal Anlaşmaları ve Avrupa Birliği Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihat hukuklarını teyit eder.” denilerek AİHS’ye atıfta bulunulmuştur. AİHS’nin 6. maddesine göre ise, Sözleşme’nin taraf devletlerin yargı 139 veya Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere çekince koymaktadır. SADURSKI, op.cit, s.344 73 yetkisinde bulunan herkese uygulanacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla AİHS de herkese uygulandığına göre “herkes” kavramı şeklinde yorumlamak doğru olmaktadır140. Söz konusu hükümden hareketle de, Temel Haklar Şartı’nın, üye devletlerin yargı yetkisi içerisinde bulunana herkese ve Topluluk hukukunu ilgilendirdiği durumlarda uygulanacağı sonucuna varmak mümkündür. Bu bağlamda Temel Haklar Şartı’nın, tüm kişiler üzerinde etkili olması, Topluluk tasarruflarının yanı sıra Topluluk hukukunu uygulayan ulusal tasarruflar için de geçerli olması, birincil hukuk kadar ikincil hukuk kaynaklarının meşruluğunu da artmasını sağlayacaktır. Temel Haklar Şartı neticesinde ATAD’ın verdiği kararlarında, insan haklarını da en üst düzeyde korumaya çalışması, insanların Birlik Hukuku’nu da daha fazla benimsemelerini ve desteklerini arttırmalarını sağlayacaktır. Bu şekilde bireylerin Birliğe olan inanç ve güvenlerinde de artış olacak ve bireyler Birliği haklarını teminat altına alan bir bekçi olarak görebileceklerdir. B) BİREYLERİN SAHİP OLDUĞU HAKLAR Temel Haklar Şartı, dibace ile başlayarak “Onur”, “Özgürlükler”, “Eşitlik”, “Dayanışma”, “Vatandaş Hakları”, “Adalet” ve ”Genel Hükümler” olmak üzere yedi 140 Steve PEERS, “Immigration, Asylum and the European Union Charter of Fundamental Rights”, European Journal of Migration and Law, Kluwer Law International, 2001, s.146 74 bölümden meydana gelmiştir ve toplam 54 maddeden oluşmaktadır. Anılan bölümler çerçevesinde düzenlenen haklara bakıldığında, hakların evrensel düzeyde kabul edilen haklar ile paralellik gösterdiği ve özel düzenlemelerden kaçınıldığı görülmektedir. Şart’ın dibace kısmında Birliğin ilke ve prensipleri sayılmakta, ikincillik prensibi, üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden ve uluslararası yükümlülüklerinden doğan hakları teyit edilmektedir. Şart sayesinde bireylere tanınan haklar siyasi, ekonomik ve sosyal haklar ilk defa tek bir katalog halinde toplanarak düzenli bir hale gelmiştir. Ancak gerek Topluluk ve Birliğin temel hak ve özgürlüklere ilişkin yetersiz politikası gerekse ATAD’ın konuya ilişkin yetersiz yorumları sebebiyle, Şart’ta düzenlenen hakların içeriklerin de belirsizlikler söz konusu olmuştur. Bazı haklara ilişkin olarak ise, bu hakların AB düzeyindeki yürütümünün, üye devletlerin anayasaları ile doğrudan bir çelişki yaratmakla sonuçlanacağı değerlendirilmektedir.141 Anılan belirsizlikler ve çelişkiler göz önünde bulundurulduğunda bireylerin sahip oldukları hakların tam anlamıyla neleri kapsadığını bilmeleri de zor olacaktır. Bu çerçevede bireylerin hukuki statülerini tam anlamıyla bilmediklerini söylemek yanlış olmayacaktır. 141 Mueller DENNIS, ,“Rights and Liberty in the European Union, Supreme Court Economic Review, C.13, 1. Baskı, 2005, s.11 75 1) Onur Başlığı “Onur” adını taşıyan birinci başlıkta insanlık onuru, yaşama hakkı, kişinin bütünlük hakkı, işkencenin ve insanlık dışı veya alçaltıcı muamelenin veya cezalandırmanın yasaklanması, köleliğin ve zorla çalıştırmanın yasaklanması düzenlemeleri yer almaktadır. Yaşama hakkına ilişkin madde çerçevesinde hiç kimsenin ölüm cezasına çarptırılamayacağı veya idam edilemeyeceği ifade edilmiştir. Kişisel bütünlük hakkı çerçevesinde günümüz koşullarına ve teknoloji düzeyine uygun olarak gen yaratma uygulamalarına da değinilmiştir. Şart’ta ölüm cezası ile ilgili olarak hiçbir istisna getirilmemiştir. Bu bağlamda Şart’ın ölüm cezasının uygulanabileceği durumları da sayan AİHS’nin 6’ıncı protokolünden daha üst seviyede bir koruma getirdiğini söylemek mümkündür.142 Şart’ın ilgili başlıkta yer alan maddelere ilişkin açıklamalar kısmında, insanlık onuru ile ilgili olarak, bu hakkın sadece bir temel haktan ibaret olmadığı, aynı zamanda temel hakların da esasını oluşturduğu ifade edilmiştir. İlgili kısımda ayrıca işkence ve kötü muamele yasağının AİHS ile garanti altına alındığı ve bu çerçevede aynı anlam ve amacı taşıdığı; yaşama hakkının AİHS’nin 2’inci maddesi143; kölelik 142 143 MEYERS, ENGELS, op.cit, s.8 Yaşama hakkı. 76 ve zorla çalıştırılma yasağının AİHS’nin 4’üncü maddesi144 ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. “İnsan ticareti yasağı” düzenlemesi ile ilgili olarak ise, anılan düzenlemenin doğrudan insanlık onuru ile ilgili olduğu, özellikle de son yıllarda internet aracılığıyla cinsel sömürmeye ilişkin organize suçlar çerçevesinde yaşanan gelişmeler açısından önemli olduğu vurgulanmıştır. 2) Özgürlük Başlığı İkinci başlıkta “Özgürlükler” düzenlenmiştir. Bu kapsamda, özgürlük ve güvenlik hakkı, özel hayata ve aile hayatına saygı, kişisel verilerin korunması, evlenme ve aile kurma hakkı düzenlenmiştir. Türkiye-AB müzakere sürecinde özellikle gündem itibariyle problem yaratan düşünce, vicdan ve din özgürlüğü ile ifade ve haber alma özgürlüğü de bu kapsama alınmıştır. Anılan başlıkta ayrıca toplantı düzenleme ve dernekleşme özgürlüğü, sanat ve bilim özgürlüğü, eğitim hakkı, meslek seçme özgürlüğü ve bir işte çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, sığınma hakkı ve son olarak nakil, ihraç ve suçluların iadesi durumunda korunma konuları düzenlenmiştir. Bu bölümde yer alan en önemli haklardan birinin de sığınma hakkı olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Sığınma 144 Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı. 77 hakkı, AT Antlaşması ya da AİHS’den alınmış bir hak değildir145; Temel Haklar Şartı ile ilk defa uluslararası bir düzenlemeyle garanti altına alınmıştır. Anılan hakkın, mültecilere ilişkin Cenevre Sözleşmesi’ne saygı duyulmasını düzenleyen Antlaşmanın 63’üncü maddesi ile uyumlu olduğu ifade edilmiştir. Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü kapsamında, bu hakkın din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca içinde veya özelde, ibadet ve öğreti vasıtasıyla dinini ve inancını ortaya koyma özgürlüğünü kapsayacağı belirtilerek günümüzde hâlâ kimi çevrelerce iddia edilen AB’nin bir Hıristiyan topluluğu olduğuna ilişkin yaklaşımlara da son nokta konmuş olmuştur. AB’ye müzakere süreçlerinde aday ülkelerin, özellikle de Türkiye’nin önüne getirilen eleştirilerin çoğunluğu bu bölümde yer alan haklara ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ve eğitim hakkına ilişkin konular konuyla ilgili olarak ön plana çıkmaktadır. Zira ATAD’ın bu tür konularda, dış dünyada çoktan bir dış yetki alanı oluşturmuş olan AİHM gibi bir role sahip olmak istediği değerlendirilmektedir.146 145 Steve PEERS,”Immigration, Asylum and the European Union Charter of Fundamental Rights”, Euroepan Journal of Migration and Law, Kluwer Law International, 2001, s.162 146 Elizabeth DEFEIS, “Human Rights and The European Union: Who Decides? Possible Conflicts Between the European Court of Justice and the European Court of Human Rights”, Dickinson Journal of International Law, 2001, C:19, No. 2, ,s.329 78 Bu hususların yanı sıra Şart aile kurma, evlenme gibi haklarda da daha çok üye devletlerin ulusal hukuklarına atıf yapmıştır. Bu durum da Birliğin özellikle de yetkisin bulunmadığı durumlarda ulusal hukuklara duyduğu saygının bir göstergesi olabileceği değerlendirilmektedir.147 “Özgürlükler” bölümünde yer alan haklara ilişkin açıklamalar kısmında; özgürlük ve güvenlik hakkının AİHS’nin 5’inci maddesi148; özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının AİHS’nin 8’inci maddesi149 ile uyumlu olduğu; ancak AİHS’de geçen “haberleşme150” kelimesi yerine teknolojik gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda “iletişim”151 kelimesinin tercih edildiği ifade edilmiştir. Evlenme hakkına ilişkin olarak , bu hakkın AİHS’nin 12152’inci maddesi ile uyumlu olduğu; ancak ona göre daha modernize edildiği belirtilmiştir. Düşünce ve vicdan özgürlüğü hakkında ise AİHS’ye atıf yapılarak, AİHS’de yer alan sınırlamaların Şart kapsamında da geçerli olacağı bildirilmiştir. İfade ve haber alma özgürlüğünün AİHS’nin 10’uncu maddesi153, toplantı düzenleme ve dernekleşme özgürlüğünün AİHS’nin 11’nci maddesi154, eğitim hakkının üye devletlerin ortak anayasal gelenekleriyle AİHS’nin Protokolü’nün 2’inci maddesi155, mülkiyet hakkının AİHS 147 MEYERS, ENGELS, op.cit, s.9 Özgürlük ve güvenlik hakkı. 149 Özel hayata ve aile hayatına saygı. 150 İngilizce metinde “correspondence” olarak geçmektedir: Everyone has a right to respect……his correspondence.” 151 İngilizce metinde “communication” olarak geçmektedir: Everyone has a right to respect……and communication”. 152 Evlenme hakkı. 153 İfade özgürlüğü. 154 Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü 155 Eğitim hakkı. 148 79 Protokolünün 1’inci maddesi156; nakil, ihraç veya suçluların iadesi durumunda korunma hakkının da AİHS’nin 4 Nolu Protokolünün 4’üncü maddesi157 ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. Meslek seçme özgürlüğü ve bir işte çalışma hakkı ile işyeri çalıştırma özgürlüğünün ise ATAD içtihatlarına dayandığı vurgulanmıştır. 3) Eşitlik Başlığı “Eşitlik” adı altındaki üçüncü başlıkta, yasalar önünde eşitlik, ayrım yapmama, kültür, din ve dil çeşitliliği, kadın-erkek eşitliği, çocuk hakları, yaşlıların hakları, özürlü kişilerin topluma kazandırılması konularına yer verilmiştir. Bu kapsamda cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, genetik özellikler veya diğer her türlü düşünce, bir ulusal azınlığa mensubiyet, servet, doğum, sakatlık, yaş veya cinsel her türlü ayrımcılık yasaktır. “Eşitlik” başlığı altındaki haklara ilişkin açıklamalar kısmında, ayrımcılık yasağının AİHS 14’üncü maddesi158 ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. Kültür din ve dil çeşitliliği hakkının AB Antlaşmasının 6 ve AT Antlaşmasının 151’inci maddesi, kadın erkek eşitliğinin AT Antlaşmasının 2 ve 3’üncü maddeleri, çocuk haklarının 20 Kasım 1989 tarihinde imzalanmış olan Çocuk Haklarına İlişkin New York 156 Mülkiyetin korunası. Yabancıların topluca sınır dışı edilme yasağı. 158 Ayrımcılık yasağı. 157 80 Sözleşmesi; yaşlıların haklarının ASŞ’nin 23’üncü maddesi; özürlü kişilerin topluma kazandırılması konusunun ASŞ’nin 15’inci maddesine dayandığı ifade edilmiştir. 4) Dayanışma Başlığı Dördüncü başlık, “Dayanışma” adı altında düzenlenmiştir. Bu kapsamda, çalışanların işte bilgi alma ve danışma hakkı, toplu iş görüşmesi ve eylem hakkı, iş bulma hizmetine erişme hakkı, haksız işten çıkarma durumunda koruma, adil ve dürüst çalışma koşulları, çocukların çalıştırılmasının yasaklanması ve gençlerin işyerinde korunması, aile yaşamı ve mesleki yaşam, sosyal güvenlik ve sosyal yardım, sağlık hizmetleri, genel ekonomik çıkara yönelik hizmetlere erişim, çevrenin korunması ve tüketicinin korunması konuları düzenlenmiştir. Maddelere ilişkin açıklamalar kısmında burada düzenlenen hakların hemen hemen tümünün ASŞ’nin ilgili maddelerine dayandığı ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere “Danışma” bölümünde, bireylerin sosyal haklarına ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Sosyal hakların Şart içine dâhil edilmesinin zaten gelişmiş olan ekonomik entegrasyonu iyice güçlendireceği ve bu bağlamda ekonomik özgürlükleri ile sosyal amaçların dengesinin kurulmasına önemli bir rol oynayacaktır.159 159 Augustin Jose MENENDEZ, “The Sinews of Peace : Rights to Solidarity in the Charter of Fundamental Rights of the European Union “, Ratio Juis, C:16, No.3, 2003, s.396 81 5) Vatandaşlık Hakları Beşinci başlık, “Vatandaşlık Hakları”nı düzenlemektedir. Söz konusu başlık altında, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy verme ve aday olma, belediye seçimlerinde oy verme ve aday olma, iyi yönetim hakkı, belgelere erişim hakkı, Avrupa Ombudsmanı, dilekçe hakkı, hareket ve ikamet etme özgürlüğü ve diplomatik koruma ile konsolosluk koruması konuları belirtilmiştir. Bu bölümün özelliği, burada düzenlenen hakların, Şart’ın diğer bölümlerinde düzenlenmiş olan hakların aksine herkese değil, sadece Birlik vatandaşlarına yöneltilmiş olmasıdır. Beşinci başlık ile birlikte Birlik yurttaşlarının bugüne kadar kurucu antlaşmaların çeşitli hükümlerinde160 dağılmış olan hakları, tek bir bölüm altında toplanmıştır. Söz konusu haklar özellikle de AB’ndeki demokrasi açığının kapatılması adına çok büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede serbest dolaşım ve ikamet hakkı önem arz etmektedir. Daha önceden AT Antlaşması’nın 18’inci maddesinde düzenlenen bu hak herhangi bir ekonomik aktiviteden bağımsız ve temel bir bireysel hak olarak ele alınmıştır. 160 Örneğin seçme ve seçilme hakkı AT Antlaşması 19’uncu madde, diplomatic ve konsolosluk korunmasından yararlanma hakkı AT Antlaşması 20’inci madde, Avrupa Parlamentosu nezdinde şikayet hakkı AT Antlaşması 21’inci madde, hareket ve ikamet etme serbestesi AT Antlaşması 17 ve 18’inci madde. 82 Maddede bu hakla ilgili olarak herhangi bir kısıtlamaya yer verilmemiş olmasına rağmen uygulamada bir takım koşulların gündeme geldiği görülmektedir.161 AB içinde siyasi bütünleşme adına en önemli haklardan biri de seçme ve seçilme hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hak Avrupa Parlamentosu seçimleri ve yerel seçimlerle sınırlıdır. Birlik yurttaşları, ikamet ettikleri üye devletlerde Avrupa parlamentosu seçimlerinde oy verme ve aday olma hakkına sahip olacaktır. Benzer şekilde Birlik yurttaşı belediye seçimlerinde de oy verme ve aday olma hakkına da sahip olacaktır. AB yurttaşlarının sahip oldukları siyasi haklar çerçevesinde bir diğer önemli hak, dilekçe hakkıdır. Bu kapsamda Birliğin her vatandaşı ve bir üye devlette ikamet eden veya kayıtlı iş merkezine sahip her gerçek ya da tüzel kişi, Avrupa Parlamentosuna dilekçe verme hakkına sahip olacaktır. “Vatandaşlık” başlığı altında bireylere tanınmış olan iyi yönetim hakkı da özellikle Avrupa Yönetim Hukuku açısından yeni bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.162 “İyi yönetim hakkı”na göre herkesin, Birlik kurumları, teşkilatları ve dairelerinde kendi işlerinin tarafsız ve adil bir biçimde, makul bir sürede yapılması hakkına sahip olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan hak; 161 TEZCAN, op.cit, s.33 83 - Bir kişiyi olumsuz bir yönde etkileyecek herhangi bir bireysel önlem alınmasından önce, kişinin kendini savunma hakkı, - Herkesin, gizlilik konusundaki ve mesleki sırlarla iş sırları konusundaki meşru haklara saygı gösterilerek, kendi dosyasına erişme hakkı, - İdarenin verdiği kararların nedenlerini bildirme yükümlülüğü konularını içermektedir. Bunların yanı sıra bireyler, Birlik kurumlarının veya görevlilerinin işlerini yaparken neden oldukları zararların Birlik tarafından tazmin edilmesini isteyebilecektir. 6) Adalet Başlığı “Adalet” adı altındaki altıncı başlık, ihlalin etkin bir şekilde giderilmesini talep etme ve adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi ve savunma hakkı, suçların ve cezaların meşruluğu ve oransallığı ilkeleri ile cezai kovuşturmada aynı suçtan iki kez yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı konularına yer vermiştir. Anılan başlıkta uluslararası ceza hukukunun genel ilkelerine yer verilmiş olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, “ihlalin etkin bir şekilde giderilmesini talep 162 Aykut KURT, “Avrupa Hukuku’ İyi Yönetim Hakkı Çerçevesinde Ölçülülük İlkesi”, http://www.danıştay.gov.tr, 16.04.2007 84 etme ve adil yargılanma hakkı” önem kazanmaktadır; zira söz konusu düzenleme altında “Birlik yasalarınca garanti altına alınan hakları ve özgürlükleri ihlal edilen herhangi bir kişi, bu Maddede belirtilen koşullara uygun olarak, bir mahkeme önünde etkin bir şekilde giderilmesini talep etme hakkına sahiptir” hükmü yer almaktadır. “Adalet” başlığındaki maddelerin açıklamalar kısmında; ihlalin etkin bir şekilde giderilmesini talep etme ve adil yargılanma hakkının AİHS’nin 13’üncü maddesi163, masumiyet karinesi ve savuna hakkının AİHS’nin 6’ıncı maddesi164; suçların ve cezaların meşruluğu ve oransallığı ilkelerinin AİHS’nin 7’inci maddesi165, cezai kovuşturmada aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmamam hakkı AİHS’nin 7 Nolu Protokolünün 4’üncü maddesi166 ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. C) ANTLAŞMANIN YORUMLANMASINI VE UYGULAMASINI DÜZENLEYEN GENEL HÜKÜMLER İkinci bölümün son başlığı, ilkelerin ve hakların kapsamı ile yorumlanması, korunmanın düzeyi ve hakların kötüye kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin düzenlemeler getiren “Antlaşmanın Yorumlanmasını ve Uygulanmasını Düzenleyen Genel Hükümler”dir. Söz konusu başlıkta, Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsü 163 164 Etkili başvuru hakkı. Adil yargılanma hakkı. 85 adına çok önemli hükümler bulunmaktadır. Bu bağlamda Şart’ın amacı, temel haklarının sağlanmasının sınırlarına, insan haklarının korunmasına ilişkin diğer araçlarla olan ilişkilerine ve son olarak Şart’ın kötüye kullanımının engellenmesine ilişkin olarak düzenlemeler bulunmaktadır. 1) 51’inci Madde: Kapsam Antlaşma’nın 51’inci maddesinde, Antlaşmanın Birlik kurumlarına, teşkilatlarına, dairelerine ve yalnızca Birlik hukukunu uyguladıkları durumlarda üye devletlere hitap edeceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrada ise, Birlik hukukunun uygulama kapsamının Birlik yetkileri dışında genişletilemeyeceği veya Birlik içi yeni bir yetki ya da görev oluşturulamayacağı ve Anayasa’nın diğer kısımlarında tanınan yetkilerde ve görevlerde değişiklik yapılamayacağı ifade edilmiştir. Söz konusu maddenin ilk fıkrasında anlaşılacağı üzere, Şart’ın uygulanma alanı belirtilmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda, Temel Haklar Şartı hükümleri ulusal tasarruflarına ilişkin değildir; hükmün esas amacı Şart’ın sadece Topluluk tasarruflarına ve Topluluk hukuku kendi iç hukukuna aktaran ulusal devlet tasarruflarına karşı uygulanmasının sağlanmasıdır. Bir başka deyişle, temel haklara ilişkin 165 166 olarak yapılabilecek herhangi bir ihlal, Cezaların yasallığı. Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı. 86 bazı hareket özgürlüğü uygulamalarında cesaret kırıcı olmasına ve Birlik içindeki rekabetin bozulmasına sebep olmasına ya da adalet ve iç işleri alanındaki karşılıklı işbirliğini tehlikeye atabilme riskine sahip olmasına rağmen, Topluluk hukuku dışındaki uygulamalarda üye devletler, Temel Haklar Şartı’na saygı göstermekle yükümlü değildirler.167 Aslında bu şekilde yapılmış olan düzenlemenin, Şart’ın kapsamına bakıldığında ATAD’ın amacına tam uyumlu bir çözüm getirilmemiş olduğu görülmektedir. Zira ATAD’a göre üye devletler Topluluk temel haklarına sadece Topluluk hukukunu uygularken değil; aynı zamanda dayanak olduğu takdirde Topluluk hukukunun yetkisi dışındaki iddiaları incelerken de gözetmektedir. Şart, ulusal tasarrufları dışlayarak ATAD kararlarının dışında bir düzenleme getirmiştir.168 Bu hususla paralel olarak aslında ATAD kararlarında gecen “Topluluk hukuku çerçevesinde” kelimesi yerine ‘Topluluk hukukunun uygulandığı alanlar’ teriminin kullanıldığı görülmektedir; zira bu yöndeki bir kullanımın vurgulanarak tercih edilmesinin amacının ulusal tasarrufların temel haklara ilişkin olarak dışlanması olduğu değerlendirilmektedir169. Bu durum aslında Birlik hukukunun insan hakları politikasının mevcut durumunu göstermektedir. Bu kapsamda yine de 51’inci maddenin, Maastricht’in ve daha sonrasında Amsterdam Antlaşması’nın, Topluluk temel hakları ve onların yargısal denetiminin 167 Oliver de SCHUTTER, op.cit,s.12 Ricardo Alanso GARCIA, “The General Provisions of the Charter of Fundamental Rights of the European Union”, No: 28040, www.wbsco.com, s.4 169 GARCIA, ibid, s.9 168 87 uygulaması alanlarını gözeterek, sürekli değişen yaklaşımlarına bir son verdiğini söylemek mümkündür.170 Bir başka deyişle Şart bağlayıcılık dahi kazanmış olsa ATAD ikinci ve üçüncü sütunlarda yetkili olamayacaktır.171 Zira 1’inci madde çerçevesinde üye devletlerin sadece Topluluk hukukunu uygularken Temel Haklar Şartı ile bağlı olacakları açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir172. Ancak Birlik doğal olarak Şart kapsamındaki güvencelerin Topluluk hukukunu uygulama amacını üye devletler tarafından belirlenmesi yerine ATAD tarafından belirlenmesini tercih edecektir.173 51’inci maddenin uygulama alanı ile ilgili olan bir başka ilginç nokta da şudur: Anılan maddeye göre Şart Birlik kurumlarına, teşkilatlarına, dairelerine ve yalnızca Birlik hukukunu uyguladıkları durumlarda üye devletlere uygulanacaktır. Görüldüğü üzere maddede “bireyler” belirtilmemiştir. Bireylere atıf yapılmamış olunmasının nedeninin, üye devletlere atıf yapılırken onların bireylerle olan ilişkilerinde Şart ile bağlı olacaklarına ilişkin bir niyetin ortaya konulmuş olduğu değerlendirilmektedir.174 İkinci fıkrada yer alan Topluluğun Temel Haklar Şartı vasıtası ile yeni yetki alanları ya da haklara sahip olamayacağının düzenlenmesi de bir anlamda Şart’ın hazırlanışı aşamasındaki endişelerin devamlılığını vurgular nitelikte bir olgu olarak 170 GARCIA, ibid, s.4-7 LINDFELT, op.cit, s.83 172 Gerçi AB Anayasası ile bu durum engellenmiştir zira üç sütunlu yapı ortadan kaldırılarak tek bir antlaşma metni içerisine dâhil edilmiştir. 173 SCHUTTER, op.cit, s.21 171 88 karşımıza çıkmaktadır; zira bu bağlamda Şart’ın Birlik yetkilerinin genişletemeyeceği hususu üye devletlerin bu konudaki duyarlılığının ne denli yoğun olduğunun bir göstergesidir. Aslında kimi çevrelerce bu hükmün gereksiz olduğu savunulmaktadır. Zira onlara göre “sınırlı yetki” prensibi bir temel haklar katoloğunun oluşturulmasıyla zarara uğramayacaktır. Keza Madde 6/II’de Topluluk’u bağlayan herhangi bir olayın Topluluk bireylerinin temel özgürlüklerine saygı göstereceği hükme bağlanmıştır.175 AB Anayasal Taslağında da ise 51’inci madde ufak bir değişikliğe uğramıştır. Bu bağlamda Şart’ın hazırlanışı esnasında yaptığı ancak, heyetin ilk bakışta göze çarpmayan değişikliklerden bir tanesi de “üye devlet” kavramına verilen önem olarak karşımıza çıkmaktadır. Özgün metinde yer alan “Andlaşmalar tarafından tanımlanan yetkiler” lafzı, heyet tarafından değiştirilerek, yetkinin Anayasa ya da andlaşmalar tarafından değil, “üye devletler tarafından tanımlandığı ya da verildiği” gerekçesiyle “tarafından” sözcüğü kaldırılmıştır.176 2) 52’nci Madde Andlaşma’nın 52’nci maddesinin ilk fıkrası, Şart tarafından getirilen özgürlük ve hakların uygulanmasının sınırlanmasının genel çerçevesini çizmektedir. Temel 174 175 SADURSKI, op.cit, s.348 ENGEL, op.cit, s.156 89 hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması belirli şartlar altında gerçekleştirilecektir. Bu bağlamda sınırlamalar; • Sadece gerekli olduklarında, • Birlik tarafından kabul edilen genel çıkar amaçlarını gerçekten karşıladıklarında veya başkalarına ait hakların ve özgürlüklerin korunması gerektiğinde, • Özlerine saygı duyulacak şekilde, • Yasalarla olabilecektir. Şart, yukarıda sayılan sınırlamaları genel hükümler çerçevesinde koymuş ve bu çerçevede her hak için ayrı sınırlamalar düzenleyen AİHS’den farklı bir yöntem izlemiştir.177 Anılan sınırlamalarla ilgili dikkat çekici husus şudur ki; ulusal ve uluslararası insan hakları tedbirleri genellikle belirli haklar için bazı sınırlamalar getirmektedir; hukukilik, orantılılık ve gereklilik prensipleri ise bu sınırlamalara ek olarak uygulanırlar, kısacası bağımsız birer şart niteliğinde değildirler. Eğer 52’inci maddede yer alan istisnaların tamamıyla bağımsız birer koşul/şart oldukları kabul edilirse, istisnaların Şart kapsamındaki AİHS’ye nazaran farklı kurallara tabi olduğu anlamı akıllara gelebilecektir; ancak bu yaklaşımın kabul edilip edilemeyeceği de tartışma konusudur. Anılan yaklaşımı kabul etmeyenlere göre, Şart’ta yer alan hakların AİHS’de yer alan haklarla örtüşenlerin anlam ve kapsam bakımından aynı olduğu ifade edildiğinden dolayı, hukuki yorum çerçevesinde istisnalar da AİHS ile aynı şekilde 176 177 Bertil Emrah ODER, “Avrupa Birliği’nde Anayasa ve Anayasalcılık”, Anahtar Kitaplar Yayınevi, Mayıs, 2004, s.322 GARCİA, op.cit, s.28 90 yorumlanmalıdır. Zira eğer üye devletler AT veya AB hukukunu uygularken yeni istisnalar ya da AİHS’den daha geniş istisnalar gündeme getirirse AİHS’ye ilişkin yükümlülüklerini ihlal etmiş olacaktır. Bu husus da bir çelişki yaratmaktadır. Öte yandan kimi çevrelerce de Şart’ta yer alan iki hükmün178 kendi istisnalarını barındırdığını, bu durumun da Şart’ın oluşumu esnasında Şart’ın yaratıcılarının bu eğilimde olduklarının kanıtı olduğunu savunulmaktadır179. Zira bu şekilde Birlik belki de bir anlamda AİHS’ye tam olarak bağlı kalmayacağının ve kendi uygulamalarını yaratacağının sinyallerini vermek istemektedir. 52’inci maddede belirtilen en önemli hususlardan biri de üçüncü fıkradaki, “Bu Antlaşma, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Avrupa Konvansiyonu tarafından garanti edilen haklara karşılık gelen hakları içerir.” hükmünde yatmaktadır. Bu Bağlamda Şart’ın iki başlılık yaratmaktan kaçındığı değerlendirilmektedir.180 Burada dikkat çeken husus Şart kapsamında AİHM’nin yetkisinden bahsedilmemiş olmasıdır. Şart ile AİHS arasında oluşabilecek olası ayrılık ya da bir boşluk durumunda, Şart AİHS ile aynı amacı benimseyecek ve haklara aynı anlamı yükleyecektir. Bu hükme göre, AİHS kapsamındaki hakların içeriği yine bu Sözleşme ile belirlenecektir. O halde Şart, AİHS kapsamındaki hakların kapsamını ve anlamını değiştirmemektedir. AİHS kapsamında olmayan ve yeni getirilen haklar konusunda bir açıklama bulunmadığına göre bu hakların kapsam ve anlamının ise ATAD uygulamalarıyla belirleneceğini söylemek yanlış 178 Mülkiyet hakkına ilişkin 17’inci madde ile çocuk işçiliğinin yasaklanması ve çalışan gençlerin korunmasına ilişkin 32’nci madde. 179 PEERS, op.cit, s.152 180 LINDFEAT, op.cit ,s.95 91 olmayacaktır. Öte yandan iki başlılıktan kaçınılması amacıyla bu şekilde bir düzenleme getirmesinin, uygulamada amacın tamamıyla tersine olarak tam bir çatışma yaratabileceği de tartışılması gereken ayrı bir konudur. Şart ile AİHS birlikte değerlendirildiğinde Şart’taki hakları, getirilen kısıtlamalar göz önünde bulundurularak üç kategoride değerlendirmek mümkündür:181 • AİHS’deki ile eşdeğer, bu çerçevede hiçbir şekilde kısıtlanmayacak haklar. Bu haklara örnek olarak işkencenin yasaklanması, toplu sürgün yasağı, hiç kimsenin ölüm cezasına, işkenceye veya diğer insanlık dışı ve alçaltıcı muameleye veya cezaya tabi tutulmasının ciddi ihtimal dâhilinde bulunduğu bir ülkeye gönderilemeyeceği, sürülemeyeceği ya da iade edilemeyeceği hakları verilebilir. • AİHS’deki ile eşdeğer, sadece belirli bazı amaçlar için, orantılı ve yasa ile kısıtlanmak koşulu ile kısıtlanabilecek haklar. Bu haklara örnek olarak düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, ifade ve bilgilenme özgürlüğü ile toplanma ve dernek kurma özgürlüğünü vermek mümkündür. • AİHS ile dengi olmayan, “Birliğin genel çıkarı” amacıyla doğrudan uygulanan haklar. Bunlara ek olarak, yasa ile olma, hakkın özüne saygı, orantılılık koşullarının arandığı haklar. 181 SADURSKİ, op.cit, s.354 92 52’inci maddenin üçüncü fıkrasının devamında ise bu hükmün daha kapsamlı korunma sağlayan Birlik yasalarını engellemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda, insan hakları için minimum düzeyin AİHS çerçevesinde olacağını; söylemek yanlış olmayacaktır. Birlik AİHS’yi benimsemekle birlikte daha üst bir koruma da benimseyebilecektir. Bu hüküm ile Birliğin bir anlamda AİHS’ye nazaran bir üstünlük elde edebileceğinin yolunu açtığını söylemek mümkündür. AB Anayasası ile beraber 52’inci maddeye üç fıkra daha eklenmiştir. Bu bağlamda dördüncü fıkrada “Bu Şart’ın üye devletlerde ortak olan anayasal geleneklerden kaynaklanan temel hakları tanıması ölçüsünde, bu haklar sözü edilen gelenekler ile uyumlu biçimde yorumlanırlar.” hükmü yer almıştır. Burada bahsedilen “ortak anayasal değerler” kavramı özellikle Şart taslağı içine konmuştur; zira “ortak anayasal değerler” kavramının ATAD içtihatlarında da Topluluk hukukunun yapı ve amaçları çerçevesinde gözetildiği ve AB Antlaşması’nda da vurgulandığı dile getirilmiştir.182 Bu husus da yine üye devletlerin önemsenme kaygılarını belirtmektedir. Beşinci fıkrada ”Bu Şart’ın ilkeler içeren hükümleri, kendi yetkileri çerçevesinde, Birlik organlarının ve kuruluşlarının yasama ve yürütme işlemleri ile ve Birlik hukukunu uyguladıkları durumlarda üye devletlerin işlemleri ile uygulanabilir. Bunlar, mahkemeler tarafından yalnızca bu işlemlerin yorumu ve hukuka uygunluk denetiminde kullanılabilirler” hükmü yer almaktadır. Anılan 93 hüküm ile “hak” ve “ilke” kavramı arasındaki farklılık vurgulanmak istenmiştir. Şart’ta yer alan “ilkeler” madde metinlerinden ziyade genelde maddeleri açıklayıcı notlarda vurgulanmıştır. Anayasanın hazırlanışından görevli olan Kurultay, açıklayıcı notların Şart’ın yorumlanmasında dikkate alınmasını zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Açıklayıcı notlarda “ilkeler” çoğunlukla sosyal haklar için kullanılmıştır. Örnek vermek gerekirse, “engelli kişinin hakkı”na ilişkin düzenlemenin açıklayıcı notunda bu hak ilke olarak nitelendirilmiştir. Dolayısıyla 52’nci maddenin beşinci fıkrası ilkelerin yargısal bakımdan dikkate alınarak uygulanabilmelerini koşullu hale getirmiştir. Bu koşul, ilkeleri uygulayan belirli işlemlerin varlığıdır. Anılan işlemler, Birliğin yasama ve yürütme işlemleri ile Birlik hukukunu uygulayan ulusal işlemleridir. Ancak bu türden işlemlerin yorumu ve hukuka uygunluk denetimi söz konusu olduğunda ilkeleri de yargı organları tarafından kullanılabilinecektir.183 52’nci madde ile ilgili olarak değinilmesi gereken son husus da 6’ncı fıkraya ilişkindir. Anılan fıkraya göre, “Bu Şart’ın belirtildiği biçimde ulusal hukuk ve uygulamalar tam olarak dikkate alınırlar.” Söz konusu fıkrayı yorumlamak için Şart’ın başka maddelerine bakmak gerekmektedir; zira Şart’ın bazı maddelerinde ulusal hukuk ve uygulamalarına atıfta bulunulmaktadır. Bu atıflar ile, ikincillik ilkesine uygun olarak, Şart’ın içerdiği hakların uygulanmasında üye devletlerin yetkisi tanınmıştır; ancak yapılan göndermelerin büyük bir çoğunluğunun sosyal haklar kapsamında öngörülen haklar olması ilgi çekicidir. Ulusal hukuk ve 182 183 ODER, op.cit, s.323 ODER, ibid, s.327 94 uygulamalar, Şart’ın haklara ilişkin özgül normlarında zaten yer aldığından söz konusu fıkra kurucu değil açıklayıcı niteliktedir.184 52’nci maddeye ilişkin olarak kimi akademisyenlerce yapılan eleştirilere rağmen, temel hak sınırlaması sisteminin başarıyla yapılmış olduğunu söylemek mümkündür. Zira AİHS’de oldukça karmaşık bir ve münferit maddelerde yer alan geniş temel hak sınırlamaları, Temel Haklar Şartı’nda pratik bir düzenleme ile geliştirilmiştir.185 3) 53’ üncü Madde Korumanın düzeyine ilişkin 53. maddesine baktığımızda, söz konusu maddede Birlik yasalarının, uluslararası yasalar, Birlik veya devletlerin tümünün taraf olduğu AİHS’yi de içeren uluslararası antlaşmalar ve üye devletlerin anayasaları tarafından ilgili uygulama alanlarında kabul edildiği şekliyle, Antlaşma’nın hiçbir maddesinin, insan haklarını ve temel özgürlükleri kısıtlayıcı veya olumsuz yönde etkileyici olarak yorumlanamayacağı hükmü yer almaktadır. 53’üncü maddede Şart'ın olumsuz etkilerinden korunulması amacını güden bir hüküm söz konusudur. Herhangi bir üye devletin Şart’taki bir hakka dayanarak 184 ODER, ibid, s.323 95 AİHS kapsamındaki veya başkaca uluslararası sözleşmelerle taahhüt ettiği diğer insan haklarının ihlallini veya olumsuz yorumlamasını yapamayacağı belirtilmektedir. Söz konusu düzenleme, Şart’ın öngördüğü koruma düzeyinin uluslararası hukuk ve ulusal anayasaların sağladığı koruma düzeyinin altına inmemesi yolunda bir güvence oluşturmaktadır. Bir anlamda Şart, 53’üncü madde aracılığı ile ulusal anayasal düzenlerdeki temel hak anlayışının yerini almadığını da ortaya koymaktadır. Şart, Birlik hukuku ile ulusal hukuk ilişkisini ve üstünlük doktrininin sınırlarını belirleyen bir metin değildir. 186 Ancak, anılan madde Şart’ın yorumlanması açısından bir belirsizlik içermektedir.187 Bu çerçevede insan haklarının korunması için olan uluslararası araçlar, iç hukuklardaki korumayı yorumlamaya ve gerek olduğunda açıklıkları telafi etmeye yararken Birlik sistemi içerisindeki yapı ile Şart iç hukukları her ne kadar ulusal anayasalardaki temel hak anlayışının yerini almadığını iddia etse de denetlemektedir. 4) 54 üncü Madde Şart’ın 54’üncü maddesine göre, “Bu Bildirge'de yer alan hiç bir şey, işbu Bildirge'de tanınan haklar ve özgürlüklerden herhangi birinin ortadan kaldırılmasını 185 186 ARSAVA, “AB’nin Anayasallaşma Sürecinde Temel Haklar Şart”, s.7 ODER, op.cit, s. 326 96 veya bunun, burada öngörülenden daha fazla kısıtlanmasını amaçlayan herhangi bir faaliyette bulunma veya herhangi bir fiili gerçekleştirme hakkını verdiği şeklinde yorumlanamaz.” hükmü yer almaktadır. Madde 54’te ise, Şart'ın kendisinin de hak ve özgürlüklerin Şart'ta öngörülenden daha fazla kısıtlama yaratacak şekilde yorumlanmaması ifade edilmiştir. Bir başka deyişle anılan hüküm Şart’ta yer alan hakların daha kısıtlayıcı bir şekilde yorumlanmaması adına bir güvence oluşturmaktadır. Maddeye yönelik açıklama kısmında da belirtildiği üzere, 54’üncü madde AİHS’nin 17’inci maddesinde yer alan hakkın kötüye kullanılmayacağı hükmü ile uyumluluk göstermektedir. Uygulamada AİHS’nin konuyla ilgili olarak oldukça hassas olduğu görülmektedir. Örneğin, Alman Komünist Partisinin188 Federal Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması üzerine anılan parti, AİHS’nin, 9189, 10190 ve 11191’inci maddelerinin ihlal edildiği iddialarıyla Komisyona192 başvuru yapmıştır. Komisyon bu maddeleri uygulamak yerine, “daha genel bir niteliğe sahip” telakki ettiği 17’inci madde hükmünden hareket etmiştir. Komisyona göre, 17’inci maddenin amacı, “öngörülen hakları, demokratik kurumların özgürce işlemesi yolundan korumak” bir başka deyişle, “Sözleşmenin koyduğu ilkelerin totaliter 187 GARCIA, op.cit, s.23 AİHK’nin 20.07.1957 tarih ve 250757 sayılı kararı. 189 Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü. 190 İfade özgürlüğü. 191 Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü. 192 11 Nolu Protokolün kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte AİHK ve AİHM tek bir organ olarak birleşmişlerdir. 188 97 akımlarca kendi yararlarına istismarını önlemek”tir. Komisyon kararı kapsamında olayda da ilgili partinin amacı ihtilal yoluyla proleter diktatörlüğü kurmak olduğu için, rejimi diktatörlüğe götüren faaliyetler Sözleşmenin öngördüğü pek çok özgürlüğün yok olmasına sebep olacaktır. Bu bağlamda Komisyon bu başvuruyu “Sözleşme hükümleri ile telif edilemez” gerekçesiyle reddetmiştir. 98 IV. BÖLÜM TEMEL HAKLAR ŞARTI ÇERÇEVESİNDE BİREYLERİN KORUNMASI A) ATAD VE AİHM’NİN BİREY HAKLARINI KORUMADAKİ STATÜSÜ 1) Genel Olarak Temel Haklar Şartı’nın resmî olarak bağlayıcılık kazandığını düşünürsek, Şart’ın Topluluk hukuku içerisinde uygulanmasının nasıl olacağı tartışması gündeme gelecektir. Normalde bireyler mağduriyetlerini, çalışmanın ilk bölümünde incelenen ihlal davası, iptal davası ve de ön karar prosedürü çerçevesinde mahkeme önüne getirmektedirler. Doğal olarak bu prosedürlere ilişkin aksaklıklar giderilmediği sürece bireyler yine mağdur konumda olmayı sürdüreceklerdir. Temel Haklar Şartı çerçevesinde, acaba Şart’ın üye devletlerce ya da Topluluk organlarından biri tarafından ihlali durumunda bireyler, Topluluk mahkemelerine doğrudan başvurabilecekler midir? Eğer Temel Haklar Şartı, Antlaşmalara dâhil edilerek, hukuki anlamda bir bağlayıcılığa sahip olursa özellikle de bireylerin haklarını savunabilmeleri adına gerekli ihtiyaçların genişletilmesi söz konusu olacaktır. Temel Haklar Şartı’nın nihai amacı çerçevesinde bireylerin mağduriyetleri 99 ortadan kaldırılmak isteniyorsa bireylerin haklarının temini için aksaksız çalışan bir mekanizmanın varlığına duyulan ihtiyaç kuşkusuzudur. Ulusal anayasaların çoğunda bireysel haklar en üst düzeyde korunmaktadır ki bu husus bir anlamda, demokrasinin de temelini oluşturmaktadır. Hakları anayasa ile güvence altına alınmış olan bireyler bu şekilde ulusal hukuklarına daha çok inanmakta ve güvenmektedirler. Eğer Avrupa Birliği de özellikle de son yıllarda çok daha fazla önem vererek gelişme kaydettiği “Birlik Yurttaşlığı” ve “Avrupa Kimliği” kavramları altındaki vatandaşlarının Topluluk hukukuna olan güvenlerini ve desteklerini arttırmak istiyorsa, bireylere doğrudan başvuru hakkını temin etmesi gerekmektedir. Zira bireylere doğrudan başvuru hakkı tanınmaz ise, Temel Haklar Şartı’nın bağlayıcı hale gelmesiyle bireylere tanınan hakların, çok fazla bir anlam ifade etmesi beklenemeyecektir. Anılan belirsizlikler çerçevesinde, Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’na dâhil edilmesi ile birlikte bireylerin ihlaller karşısında ATAD’a doğrudan başvuru yapabilme imkânına sahip olup olmayacakları sorusunun cevabı henüz verilebilmiş değildir; zira bu husus doktrinde de çok büyük tartışmalara neden olmaktadır. AB Anayasası, veto edilmesi sonucu yürürlüğe girememiş olmasına rağmen, hâlâ AB’nin gündemindedir. Bu kapsamda AB Anayasası’nın kabulü için gerekli çalışmalara devam edilmektedir. 100 Bu bağlamda uygulama da ne tür bir yol izleneceğini yine ATAD gösterecek; bu şekilde zamanla oluşan ATAD içtihatları da birey haklarının temini açısından çok önemli bir yer teşkil edecektir. Ancak ATAD içtihatları doğal olarak tek başına yeterli olmayacaktır, Kurucu Antlaşmalardaki iptal, ihlal ve ön prosedür davalarında bireylerin doğrudan başvurma yapabilmeleri için gerekli olan koşulların ortadan kaldırılması gerekecektir. Ya da bu seçeneğe bir alternatif olarak Kurucu Antlaşmalarda yapılacak bir değişiklik ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri ihlal edildiğinde ATAD’a doğrudan dava açma haklarını sağlayacak yeni bir dava türünün oluşturulması gerekmektedir. Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’nda düzenlendiği şekliyle bağlayıcılık kazanmasıyla ortaya çıkabilecek bir diğer belirsizlik de AİHS ile ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira AB Anayasasıyla birlikte Birlik de AİHS’ye taraf olmaktadır. Acaba temel hak ve özgürlükleri ihlale uğrayan bireyler mağduriyetlerini AİHM yoluyla mı gidereceklerdir? Bir kişinin haksızlığının ya da haklılığının belirlenmesinde AİHM’nin kullanılması ne kadar mümkün olabilecektir? Bu hususa ek olarak, üye devletlerle Topluluk organları arasındaki ve de Topluluk organlarının birbirleriyle olan ilişkilerinde AİHS ile Şart’ın etkilerinin nasıl olacağı da akla gelen sorulardan biridir.193 Bilindiği üzere AİHS, geçmişten günümüze bireylerin temek hak ve özgürlüklerini garanti altına alan köklü bir sistemdir. Sözleşme’nin hukuki mahiyeti 101 AİHM’nin kendi içtihatlarıyla ortaya konmuştur. Bu kapsamda Sözleşme, karşılıklı ve iki taraflı yükümlülükler ilişkisi dışında, objektif yükümlülükler de içeren ortak bir garanti sistemi oluşturmaktadır. Kendine has yapısı ile yardımcı bir hukuk düzenidir; ancak kavramları bağımsız olarak yorumlamaktadır. AİHS, insan haklarının etkili korunmasına hizmet ederken, daha geniş bir düzeyde de üye devletler arasında birlik amacın gelişmesine katkıda bulunmaktadır.194 Mahkemeye devlet başvurusu ve bireysel başvuru olmak üzere iki şekilde başvurulabilmektedir.195 Bireysel başvuru bireylere, Sözleşme’den doğan hak ve özgürlüklerinin ihlali durumunda doğrudan bir devleti şikayet edebilme yetkisini tanımaktadır. Bu bağlamda birey, devlet yanında, uluslararası hukukun bir sujesi haline gelmektedir.196 AİHS’nin 34’üncü maddesine göre, bireysel başvuru kapsamında birey, devleti uluslararası bir yargısal organ önüne davalı olarak götürebilmekte ve bir yaptırma maruz bırakabilmektedir. AİHM’ye başvuru koşullarına bakıldığında, AİHS’nin 35’inci maddesine göre, Sözleşme ile güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerin, Sözleşme’ye taraf olan devletçe çiğnendiği kanısında olan bireyin, ilgili devleti AİHM’ye şikayet edebilmesi için, uluslararası hukuka uygun olarak, iç başvuru yollarını tüketmiş olması gerekmektedir. Ancak davanın ulusal yargı önünde sürüncemede kalması ve 193 MCCRUDDEN, op.cit, s.13-14 Mustafa YILDIZ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1998 s.126 195 Tezin amacı ve bütünlüğü açısından çalışmada sadece bireysel başvuru hakkına yer verilecektir. 194 102 “makûl” bir süre içerisinde sonuçlandırılamaması, bireyi iç hukuk yollarını tüketme prosedüründen kurtarabilmektedir.197 Aynı zamanda temek hak ve özgürlükleri ihlale uğramış olan bireyin, iç hukuk yollarını tüketen son kararın alındığı tarihten itibaren altı ay içerisinde başvurusunu yapmış olması gerekmektedir. Başvuru için gerekli olan bu koşulların yanı sıra, başvuru daha önce Mahkemece incelenmiş olan bir başvuru ile esas itibariyle aynı olmamalıdır. Aynı zamanda aynı konuda daha önce başka bir uluslar arası yere başvurulmamış olması gerekmektedir. Görüldüğü üzere bireyler ATAD’a göre çok daha rahat bir şekilde başvuru yapıp, mağduriyetlerini yargı önüne getirebilmektedirler. Bu bağlamda birey yıllardan beri insan hakları üzeride çalışan ve bu konuda bir içtihat hukuku oluşturmuş olan AİHM’ye mi başvuracaktır? Yoksa, Birlik’in entegrasyon sürecide kilit taş konumunda olan ATAD’ı mı tercih edecektir? Zira aşağıda ayrıntılı olarak incelendiği üzere Birliğin AİHM’ye taraf olması ile AİHM de Topluluk hukukunda bireylerin temel hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak yargılama alanına sahip olabilecektir. Bu durumda ise AİHS, ATAD ve AİHM tarafından farklı yorumlanabilecek, iki mahkeme arasında bir içtihat çatışması yaşanabilecek ve de uygulamadan doğan başka birtakım sorunlar gündeme gelebilecektir. 196 Şeref GÖZÜBÜYÜK, Feyyaz GÖLCÜKLÜ, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Kitapevi, Ankara, 2005, s.33 197 GÖZÜBÜYÜK, GÖLCÜKLÜ, ibid, s.72 103 2) ATAD ve AİHM’nin Birey Haklarını Korumadaki Rollerinin Karşılaştırılması Avrupa Birliği üye ülkelerinin tümü AİHS’ye taraftır. Dolayısıyla üye ülkelerden kaynaklanan iddialar, iddianın temeline bağlı olarak AİHM tarafından dinlenebileceği gibi ATAD tarafından da dinlenebilecektir. Bu bağlamda AT Hukuku sistemi içerisinde bireylerin temel özgürlüklere ilişkin haklarını savunabilecekleri yargısal mekanizmalar ATAD ve AİHM olarak karşımıza çıkmaktadır. Temel Haklar Şartı’nın başlangıç kısmında insan hakları alanına ilişkin yargı yetkisi konusunda ATAD ve AİHS’den herhangi birine öncelik tanınmamıştır. Bu bağlamda her iki yargı organı da hakların geliştirilmesi ve anlaşmaların yorumlanması adına çok büyük bir öneme sahiptir. 198 Bu iki mahkemenin de bir takım benzerlik ve farklılıkları bulunmaktadır. Bir yandan kararlarını doğrudan uygulama imkânı olmayan bu mahkemeler, ulusal kurumların iyi niyetlerine bağlı bulunmaktadırlar. ATAD, ulusal mahkemelerle zorunlu ama farklı bir biçimde tezahür eden yargısına dayanan bir işbirliği içerisinde olurken; AİHM genellikle ulusal mahkemelerin çalışmalarını daha geleneksel olan hiyerarşik bir ilişki içinde gözden geçiren bir pozisyonda bulunmaktadır. Bu hususa ek 198 DHABALIA, op.cit, s.568 104 olarak ATAD Birlik sistemi içerisinde bir “yasa yapıcı” gibi rol üstlenirken, AİHM’nin böyle bir işlevi söz konusu değildir.199 ATAD, insan haklarıyla ilgili olarak dava hukuku yoluyla, Avrupa Topluluğu hukuku üzerinde yargılama yetkisi tesis etmiştir. Bu haklar, AİHS ile garanti edilen haklara ve üye ülkelerin tümünde ortak olan anayasal geleneklere dayanmakta olup Topluluk hukukunun genel ilkeleri haline gelmiştir. AİHM’nin yargılama yetkisi ise AİHS’nin maddelerine dayandırır. Geleneksel olarak AİHM, özellikle de politik, ekonomik ve sosyal ilişkilerde üye devletlerin karakteristik özelliklerini dikkate almaktadır. AİHS’nin önemi, güvence altına aldığı temel hak ve özgürlüklerden ya da Avrupa Konseyi’nin temelini oluşturmasından değil, ortak güvence sistemine dayanan uluslararası yargısal bir denetim mekanizması kurarak bireylere bu güvenceyi vermesinden kaynaklanmaktadır.200 Aslında AİHM’nin bireylere sağlamış olduğu bu güvenceye rağmen AB’nin uluslarüstü özelliği, Birlik faaliyetlerinin yerine getirilmesi açısından çok önemlidir; zira bu bakımdan AİHM’ye nazaran üstün konumda olmaktadır. Bu yaklaşımın doğal sonucu da, Topluluk hukukunun, temel haklara ilişkin ulusal ya da uluslararası hukuka nazaran daha az koruma sağlasa dahi uygulanması gerektiğidir. Zira ATAD’ın üye devletler üzerindeki yaptırımı AİHM’ye nazaran çok daha kuvvetlidir. Eğer ATAD da Temel Haklar Şartı’na bağlayıcı bir statü vererek, işleyen bir 199 200 LINDFELT, op.cit, s.91 TANGÖR, op.cit. s.234 105 yaptırım mekanizması oluşturabilirse bireyler tarafından AİHS’ye nazaran daha çok tercih edilebilecektir. Bu kapsamda, AİHM, insan hakları konularında daha ayrıntılı ve uygun bir biçimde oluşturulmuş olmasına rağmen, ATAD’ın üye devletlerle olan doğrudan ilişkisi, onu Topluluk içerisinde bu konular ile daha başarılı bir şekilde ilgilenmesini sağlamaktadır.201 Topluluk hukukunun üye devletler üzerindeki doğrudan etkisi göz önünde bulundurulduğunda, kimi çevreler tarafından AT’nin AİHS’ye ve bu kapsamda Avrupa Konseyi’ne nazaran insan hakları politikasının uygulanması konusunda çok daha etkili ve başarılı olacağı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda AİHS bütünleşme karakterinden yoksun görülmektedir. Keza gerçekte AİHM’nin kararlarını sistematik bir şekilde yürürlüğe sokacak bir mekanizma gelişmemiştir; bu durum da üye devletlerin iç hukuklarıyla ilgili bir problemdir.202 Bu bağlamda acaba ATAD, AİHS’yi yorumlayarak, Üye Devletler üzerinde AİHM’ye nazaran daha mı etkili olacaktır sorusu akılları karıştırmaktadır. Topluluk hukukunun bir diğer önemli özelliği de yeknesaklığı sağlamaya çalışmasıdır. Zira insan haklarına ilişkin kuralların Topluluk içerisinde etkili olması isteniyorsa her üye devletin bu kuralları aynı şekilde yürürlülüğünü sağlamaları gerekmektedir.203 Birlik içerisinde yeknesaklığı sağlama görevi de geçmişte olduğu 201 202 203 DHABALİA, op.cit, s.567 Clemens RIEDER, “Protecting Human Rights with in the European Union: Who is Better Qualified To Do The Job- The European Court of Justice or The European Court of Human Rights?”, www.heinonline.com., 2005, s.100 DHABALIA, op.cit, s.577 106 gibi ATAD’a düşmektedir. Bu çerçeve de ulusal mahkemeler, anayasal bir krizden kaçınmak maksadıyla istemeseler dahi ATAD’ı izlemek zorunda kalmaktadırlar.204 İnsan hakları konusunda kimin yol gösterici olduğu tartışmasında yeknesaklık hususu önemli bir nokta oluşturmaktadır. Kimi çevrelere göre, AİHM oybirliği üzerine kurulmuş bir sisteme sahip olduğu için, bu yapı tutuculuğu ve Sözleşmenin yorumlanmasının geliştirilmesinin gecikmesine neden olmaktadır. Zira AİHM üye devletler bu tutuculuğundan dolayı şu anki uygulamadan öteye geçemediği gibi bir yeknesaklık sağlamaktan da uzaktır. Bu durum ise her zaman Birlik içindeki bütünleşmenin anahtarı rolünü üstlenmiş olan ATAD’a ters bir davranıştır. ATAD kendini entegrasyonun hızlandırıcısı olarak görmektedir. Bu çerçevede ATAD’ın ana görevi, kurumsal engelleri kırmak ve tek bir Avrupa oluşumu için üye devletleri bir araya getirerek yeknesak kuralların uygulanmasını sağlamaktır.205 İnsan hakları konusu da üye devletlerin kültürel uygulamalarını içinde barındıran bir konu olduğundan dolayı ATAD’ın üye devletleri için istediği koruma ancak yeknesak insan hakları kurallarıyla gerçekleşebilecektir. Bu çerçevede ATAD üye ülkelerin bu konudaki tutumlarında ısrarlı ve hassas davranacaklarını bildiğinden, kararında, üye ülkelerin anayasal geleneklerinden kaynaklanan temel hakların ATAD’ın kabul ettiği genel hukuk prensiplerinin bir parçası olduğunu belirtmiştir. Olaya bir diğer bakış açısından bakıldığında da şu husus söylenebilir ki, üye devletler ATAD’ı Topluluk amaçlarının sağlanması amacıyla yaratmış olduğundan, ATAD AİHM’ye nazaran daha çok üye devletlerin şikayetlerine yöneliktir.206 Dolayısıyla ATAD birey ihtiyaçlarını daha çok göz önünde bulundurduğunda bütünleşme açısından da etkin bir rol oynayacaktır. 204 RIEDER, op.cit, s.98 107 AİHM’nin ise Topluluk kurumları üzerinde doğrudan bir yargı yetkisi olmasa da dolaylı bir yargı yetkisi mevcuttur.207 Zira üye devletlerin Topluluk faaliyetleri uygulamalarının AİHS ile uyumlu olup olmadığını dolaylı olarak incelemektedir. AİHM’ne üye devletler üzerindeki doğrudan yargı yetkisini kazandırmanın yolu ise AT Antlaşmasının değiştirilerek Topluluğun AİHS’ye taraf olmasının sağlanmasıdır. ATAD’ın 2/94 sayılı görüşü ile tıkanan bu yol AB Anayasası ile tekrar açılmıştır.. Bu kapsamda AB’nin AİHS’ne taraf olma yetkisinin bulunmadığı sorunu, AB Anayasası’nda radikal bir çözüm benimsenerek çözülmüş ve söz konusu yetki Birliğe tanınmıştır. Bu şekilde Birliğin AİHS’ye taraf olabileceğine ilişkin araştırmaların yasal zemini oluşturulmuştur. Bu bağlamda kimi akademisyenler tarafından Avrupa Birliği’nin Temel Haklar Şartı ile AB’nin AİHS’yi taraf olması birbirlerinin alternatifi değil; aksine birbirlerini tamamlayıcı unsurları olduğu ifade edilmiştir. Bu durum üye devletlerin kendi anayasal haklarına sahip olmalarıyla birlikte, aynı zamanda AİHS’ye taraf olmaları gibidir.208 Zira AİHS’ye katılımın, Anayasa’da tanımlanan Birliğin yetkilerini etkilemeyeceği belirtilmiştir. Bir başka deyişle, Birlik ve üye devletler arasındaki yetki ayrımı varlığını korumuş olacaktır.209 Şart’ın uygulama alanının sınırlı olduğu görülmektedir. Bu bağlamda genel kural 205 RIEDER, op.cit, s.99 DHABALIA, op.cit, s.579 207 PEERS, op.cit, s.146 208 Diana RYLAND, “The Charter of Fundamental Rights of the European Union:Pandora’s Box or Panacea?”, Managerial Law, Vol:45, No: 5/6, 2003, s.155 209 RYLAND, op.cit, s.159 206 108 olarak üye devletler kendi ulusal anayasaları ile izin verildiği ölçüde AİHM ile korunabileceklerdir. Bu kuralın istisnası Topluluk hukukunun uygulaması olacaktır. Her ne kadar AB Anayasasının210 veto edilmesiyle üye devletler Birliğin AİHS’ye taraf olmasını ve Temel Haklar Şartı’nın bağlayıcılık kazanması şansını tekrar kaçırmış olsalar da, AB Anayasasının ileriki dönemlerde kabulü her zaman söz konusu olabilecektir. Anayasanın kabul edilmesi uzun bir süreliğine ertelense bile en azından Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’nda kabul edilen şekliyle Kurucu Antlaşmalara dâhil edilebileceği Birliğin planları arasında yer almaktadır. B) İKİ MAHKEME ARASINDAKİ YAŞANABİLECEK ÇATIŞMALAR Avrupa’da temel hakların korunması, kurumsal araçlar açısından çoğulculuk göstermektedir. Bireyler ulusal hukukları, AİHM ve AB sistemi içerisinde olmak üzere üç yoldan temel hakları bakımından korunmaktadırlar. Bu üçlü yapı içerisinde birey çoğunlukla en çok ulusal hukukuna güvenmektedir. Zira ulusal anayasalara bakıldığında, pek çok ulusal hukuk sistemlerinin kendi bünyelerinde belirli ve detaylı insan hakları düzenlemelerinin bulundukları görülmektedir. 210 Günümüz itibariyle AB Anayasasını, Avusturya, Belçika, GKRY, Estonya, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Slovakya, Slovenya ve İspanya olmak üzere toplam 15 devlet onaylamıştır. 109 AİHM ve ATAD’nin sağlamakta olduğu koruma düzeyi ulusal hukuklara nazaran farklılık arz etmektedir. AİHM çerçevesinde birey haklarının korunması için bir takım koşulların varlığı aranmakta, ATAD’daki koruma düzeyi ise AİHM’ye nazaran çok daha gerilerde kalmaktadır. Konuyla ilgili olarak asıl sorun, Topluluk hukukunun uygulanması dâhilinde AİHM’nin rolünün ne olacağına ilişkindir. Eğer Temel Haklar Şartı hukuki anlamda bağlayıcı hale gelirse, ulusal mahkemeler, ATAD ve AİHM arasında, insan hakları alanında bir yetki çatışmasını gündeme gelebilecektir. Bu bağlamda benzer içerikli temel hakların iki, hatta üç ayrı hukuki seviyede iddia edilmesi mümkün olabilecektir. İlgili temel haklar aynı içeriğe sahiplerse, uyuşmazlık sorunu soyut kalacak ve çok güçlü hissedilmeyecektir. Ancak temel hakların içeriklerinin birbirlerinden farklı olmaları durumunda önemli uyuşmazlıkların gündeme gelmesi ihtimal dâhilinde olacaktır.211 Bu noktada, AİHM yargılama yetkisinin Şart’ın maddelerinin hiç birinde belirtilmemesi önemli bir noktadır. AİHM’nin, Topluluk ve Birlik üzerindeki uygulamasının kontrol ve düzeyi tartışmaya açık bir konudur. AİHM’nin, ATAD’ın yargı denetimine açık olan tedbirler üzerinde denetim uygulamaya hazır olması tam olarak net değildir. Bu hususun da ötesinde, AİHM’nin denetim yetkisini kabul etsek bile, ATAD’ın AİHM’ne “eşit koruma” açısından ne kadar riayet ettiği hususunun ne derece geniş olduğu da açık değildir; zira bu bağlamda Birliğin hukuk düzeni ile AİHS’de verilen eşit korumanın geçerliliğinin revize edilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Tüm bu hususlara rağmen, AİHM’nin Topluluk ve Birlik üzerindeki 211 ARSAVA, Nice Anlaşması sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği, s. 97 110 dolaylı denetimine ilişkin imkânların varlığını sürdürdüğü hususu açık olarak görülmektedir.212 Yakın zamana kadar, AİHM, ATAD’ın Topluluk hukukunun etkilerine dayanan iddiaları dinlemek konusundaki tekel yargılama yetkisine saygı göstermişti. Ancak bu durum, son yıllarda değişmiştir ve AİHS, AB ile AT Antlaşması’nın koruyucu hükümlerinin bıraktığı boşlukları doldurmaya yönelmiştir. Örtüşme ve ATAD tarafından tanınan ek haklar, erişim ve yargılama yetkisi ihtilafına dair büyüyen problemlere neden olmuştur.213 Bu bağlamda insan haklarına ilişkin yargılama düzeyinin çeşitli koşullara göre hangi düzeyde gerçekleşeceği ve bu koşulların yaratacağı sorunlar ve belirsizlikler aşağıda incelendiği üzere tartışmalara neden olmaktadır. 1) Birliğin AİHS’ye Taraf Olmaması Durumu Topluluğun AİHS’ye taraf olması halinde ATAD, AİHM’nin otoritesine tabi olmak zorunda kalabilecektir. Bir başka deyişle ATAD, Topluluk ikincil mevzuatının AİHS’ye uygunluğunun denetiminde, bu sözleşmenin “AİHM tarafından yorumlandığı anlamda” hükümleriyle bağlı olacaktır. Zira bu şekildeki bir “tabi olma” Birlik üyesi bazı devletlerin endişe ve tereddütlere kapılmalarına da yol 212 213 GARCIA, op.cit, s. 28 COLLINSON, op.cit, s. 5 111 açmıştır. Bu devletler bir yandan AB üyesi olmayan devletlerin yargıçlarının Topluluk düzenini tartışmalarını istememiş, diğer yandan da Topluluk hukuku yoluyla AİHS’nin iç hukuklarında daha fazla etki etmesinden endişe duymuşlardır.214 Keza üye devletlerin çoğu AİHS’ye taraf olmalarına rağmen, Sözleşme’nin ek Protokollerine taraf değildirler. Bu durum daha çok ek Protokollerde üye devletler için, uluslararası yargı makamları tarafından eleştirilmekten hoşlanmadıkları, konunun kendi inisiyatiflerinde gelişmesini istedikleri konuların-azınlıklar gibibulunmasından kaynaklanmaktadır. Ya da olaya bir başka açıdan bakacak olursak, örneğin AB üyesi, pek çok devlet Medeni ve Politik haklara ilişin Sözleşmeyi de imzalamıştır ve bu sözleşme de çoğu üye devletlerin bağlı olduğu AİHS çerçevesinde oluşturulmuştur. Ancak, Birlik AİHS’ye taraf olmadığından, her ne kadar AİHS AB müktesebatı içerisinde yer alsa da, bazı devletler Sözleşme’ye bağlı kalırlarken, diğerleri kalmamaktadır. Her ne kadar ATAD, kararlarında AİHS’ye atıf yapsa da üye devletleri ATAD kararlarına uymamaya devam etmektedirler215. Bu çerçevede üye devletler tarafından Birliğin AİHS’ye katılımı dışında, Topluluğun insan haklarına ilişkin uygulamalarındaki boşluğun giderilmesi amacıyla çeşitli öneriler gündeme gelmiştir. Bu önerilerden biri AİHS’nin tüm alt başlıklarının AB Andlaşmasına aktarılması şeklinde olmuştur. Bu şekilde ATAD sadece Topluluğun değil üye devletlerin hareketlerini de denetleme imkânı bulacaktır. 214 215 GÖÇER, op.cit, s.387 DHABALIA, op.cit, s.568 112 Anılan uygulama sonucunda da üye devletler AİHS’yi önemsemeyecek ve ATAD’ı insan haklarının tek koruyucusu yapacaklardır.216 Bir diğer öneriye göre, insan haklarına ilişkin bir konu olduğunda ilk olarak AİHM’ye AİHS’nin yorumlanması için başvurulması ve ATAD’ın da AİHM’nin yorum ve kararları ile bağlı olmasıdır.217 Ancak ATAD kendinin başka bir kurumun kararlarıyla bağlı olmasına izin verip vermeyeceği hususu da yine bir paradoks olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Birliğin AİHS’ye taraf olmadığı düşünüldüğünde, temel hakların Topluluk sistemi içerisinde yargılamasının ne şekilde gerçekleşeceği tartışması ile ilgili olarak, iki görüş ortaya çıkmaktadır. Görüşlerden ilki, mevcut Topluluk mahkemeleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu çerçevede ATAD birey haklarının korunmasında yine en etkili rolü oynayacaktır. İkinci öneri ise, insan hakları sorunları ile ilgilenecek, yeni bir ihtisas mahkemenin oluşturulmasına ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki görüş de, temel hakların korunmasının, üçüncü bir taraf konumunda olan uluslararası kurumların denetimi altında olması gerektiği yönünde eleştirilmektedir. Bu eleştiriyi yapanlara göre ATAD’ın ya da Topluluk sistemi 216 217 DEFEIS, op.cit , s.329 DEFEIS, ibid , s.330 113 içerisinde kurulacak bir diğer mahkemenin insan haklarının denetimine ilişkin bir yetkiyi kullanması sağlıklı olmayacaktır; çünkü ATAD, Topluluk’a ait bulunan bir konum içerisinde yer aldığından dolayı objektif olamayacaktır. İnsan hakları özü itibariyle çok hassas bir konu olduğundan üçüncü tarafların yargı denetimi içerisinde yer alması daha objektif bir bakış açısının oluşmasını sağlayacaktır. Bu hususlara ek olarak temel haklara ilişkin denetimin ATAD tarafından yapılması ATAD’ın dava yükünü de çok büyük boyutlara taşıyacaktır ki; bu da Topluluk sistemi içerisinde istenmeyen bir durum olacaktır. İkinci görüş çerçevesinde kurulması önerilen ihtisas mahkemesine ise, Topluluğun yetkilerini kullanırken sınırlarını aşıp aşmadığının belirlenebilmesi için çok daha geniş yetkilerin verilmesi söz konusu olacaktır. Ayrıca, burada akla gelen soru şu husus olmaktadır: Kurulacak olan ihtisas mahkemesi ATAD ile eş düzeyde mi olacaktır yoksa ATAD bir temyiz mahkemesi rolünü mü üstlenecektir? Eğer birinci görüş, yani ATAD ile eş düzeyde bir mahkemenin kurulması söz konusu ise Topluluk hukuku sistemimde aynı düzeydeki iki mahkemenin birden yetkili olarak faaliyet göstermesi ister istemez işbölümü yapılmış olsa dahi yine bir takım çatışmaların ortaya çıkmasına neden olabilecektir. ATAD’ın bir temyiz rolü üstlenmesi ise ATAD’ın konuya ilişkin yükü yine artacaktır. Tüm bu sorunlar çerçevesinde Birliğin AİHS’ye taraf olma görüşü, zamanla, özellikle de ortaya çıkan problemler neticesinde çoğunlukla savunulur duruma gelmiştir. Söz konusu görüşü savunanlar çerçevesinde, AİHS’ye katılım, ATAD ve 114 AİHM’nin temel haklar üzerindeki yargılama yetkilerine ilişkin uyumlu bir gelişme getirecek bir araç görevini üstlenecektir. Zira AİHK’ye katılım, ATAD’ın özerkliğinin yok olması sonucunu doğurmayacaktır. Bu bağlamda katılımdan sonra da ATAD; Birlik hukuku ve Birlik hareketlerinin geçerliliği adına uluslar-üstü niteliğini taşıyan tek mahkeme olarak kalmaya devam edecektir. AİHM daha yüksek bir mahkeme olarak kabul edilemeyecek, sadece Birliğin, AİHK’ye katılımdan doğan uluslararası hukuk yükümlülükleri üzerinde dış kontrolü olan daha uzmanlaşmış bir mahkeme olarak görülecektir.218 AİHS’ye katılımın olumlu etkileri de Birliğin geleceği açısından önem arz etmektedir. Herşeyden önce AİHS gibi evrensel, Avrupa ülkeleri tarafından kabul görmüş ve insan hakları konusunda uygulamalarıyla kendini ispatlamış bir sözleşmeye katılım, Birliğe de dış politika nezdinde prestij sağlayacak ve bireylerin Birliğe olan güvenini arttıracaktır. Zira Birlik üye devletlerinin tümü AİHS’ye taraftır; bu kapsamda Birliğin de AİHS’ye taraf olması, bireylerin gözünde AİHS’nin rolünü de yükseltecektir. 2) Birliğin AİHS’ye Taraf Olma Durumu Birliğin AİHS’ye katılımının yararlılığının savunulmasına ilişkin yaklaşımlar AB Anayasası’nda yansıtılmıştır. AB Anayasası’nın ilgili maddelerince Birliğe tüzel 218 RYLAND, op.cit, s.155 115 kişilik verilmiş ve Birliğin AİHS’ye taraf olması sağlanmıştır. Birliğe tüzel kişilik verilmesindeki temel amaçlardan birisinin de AİHS’ye taraf olunmasının sağlanması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Maastricht Antlaşması ile gelen üç sütunlu yapıda temel hak ve özgürlüklere ilişkin kısımların çoğunlukta yer aldığı konular ikinci ve özellikle “Adalet ve İçişlerinde İşbirliği” başlığını taşıyan üçüncü sütunda yer almaktadır. Kurucu Antlaşmalara dâhil olan konular ise ekonomik sütun altında birinci sütunda yer almaktadır. AT de birinci sütun çerçevesinde oluşmuştur. İkinci ve üçüncü sütunda ise Birlik yetkilidir. Andlaşmalara taraf olma yetkisi tüzel kişilere haizdir. Bu çerçevede AT tüzel kişiliğe sahipken AB değildir. Dolayısıyla AİHS’ye taraf olabilecek olan AB değil, AT’dir. Ancak AT de hukuki olarak insan hakları alanında yetkili değildir. İşte bu çıkmazdan kurtulmak amacıyla AB Anayasası’nda üç sütunlu yapı ortadan kaldırılmış ve “Birlik”’ adı altında Birliğe tüzel kişilik verilerek AİHS’ye taraf olmanın yolu açılmıştır. AİHS’ye katılım yönündeki tüm bu çalışmalarına rağmen, AB Anayasası’nın Fransa ve Hollanda tarafından veto edilmesi, Birliğin AİHS’ye katılım yönündeki girişimlerini engellemiştir. Öte yandan AB Anayasa’nın ileriki bir dönemde kabul görmesi için Birliğin çalışmalarda bulunduğu ve bu konuyu her zaman gündeminde tuttuğu da bilinen bir gerçektir. 116 AB tüzel kişilik olarak AİHS’ye taraf olması, insanların meşru haklarının niteliği ve kapsamı konusunda kazanacakları güven ve belirlilik duygusu bir yana, çok kapsamlı bir siyasi anlam taşıyacaktır. Avrupa yurttaşlığının ve Avrupa kimliğinin bileşeni olan “ortak değerler”i dünyanın gözünde bir çırpıda sembolleştirilmiş olacaktı. Ayrıca Avrupa Topluluklarının ve üye devletlerin yeryüzünde insan haklarını savunmak amacıyla yaptıkları girişimlerin inandırıcılığı da artacaktı. Özellikle de AK’ye üye olmuş Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinde insan haklarına saygıyı pekiştirecekti, ama böyle bir kararla Avrupa Toplulukları insan hakları alanında yine de genel bir yetki kazanmış olmayacak ve zamanı geldiğinde Topluluk antlaşmalarına ayrıntılı bir insan hakları katoloğunun dâhil edilmesi gereği ortadan kalkmayacaktı. 219 İşin ilginç yanı şudur ki, ATAD; Topluluk tasarruflarının AİHS hükümlerin ihlal etmemeleri düşüncesi çerçevesinde, bu yaklaşımını pek çok kez ifade etmiş olmasına rağmen, yine de yargısal olarak tedbirleri kendi yorumlamakta ısrarcı davranmaktadır.220 Zira AB AİHS’yi, ne olduğu gibi kendi bünyesine dâhil etmiştir, ne de AİHS’nin güvence sistemini uygulamıştır. Yine de insan hakları konularında AİHS’yi kendine referans almıştır. 219 220 TANGÖR, op.cit, s.245 Joseph H.WEILER, “Eurocracy and Distrust, Some questions concerning the role of the European Court of Justice in the Protection of Fundamental Human Rights within the legal order of the European Communities” ,Washington Law Review, C: 61, 1986, s.1126 117 AB Anayasası ile Birliğin AİHS’ye taraf olması, yukarıda bahsedilen olumlu etkilerinin yanı sıra elbette ki birtakım hukuksal belirsizlik ya da sorunları da beraberinde getirecektir. Her şeyden önce, ilk sorun, AİHS’nin, ATAD ve AİHM tarafından farklı yorumlanabilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, AİHM Sözleşmeyi Sözleşme’nin amaçları doğrultusunda yorumlarken, ATAD Sözleşmeyi Topluluk amaçları doğrultusunda yorumlayacaktır. AB’nin AİHS’nin tanıdığı kişisel başvuru hakkını ve AİHS’nin zorunlu yargı yetkisini tanıması, AB hukuk kurallarının AİHS’ye uygunluk denetimini nihai olarak Sözleşme organlarının yetkisi içine sokacaktır.221 Keza AİHM Birlik’i nasıl yargılayacaktır? AİHM her şeyden ilgili uyuşmazlıkta önce Birliğin yetkilerini kullanıp kullanmadığını tespit etmelidir. AİHM Birliğin Topluluk amaçları doğrultusunda hareket ettiği tespit edilse bile, yine Sözleşme’nin yorumlanmasında farklılık çıkabilecektir. Zira AİHS’nin amacı bireylerin insan haklarını korunması iken, Topluluğun amacı ekonomik, siyasi ve sosyal bütünleşmenin sağlanmasıdır. Gerçi Birlik AİHS’ye taraf olursa AİHM de ister istemez Topluluk hukukunun yorumlanmasını yapabilecektir. Ancak burada da yine kısır bir döngü gibi Topluluk hukukunu AİHS çerçevesinde yorumlanmasına ilişkin iki mahkeme arasından çatışmalar söz konusu olabilecek, içtihat farklılıkları gündeme gelebilecektir. Zira bu bağlamda geçmişte, ATAD ve AİHM’nin pek çok farklı kararı olmuştur. Bunlardan 221 TANGÖR, op.cit, s. 244 118 bazılarında yorum tamamıyla farklı şekilde yapılmışken bazılarında ise, sonuçların uygulanmasında farklılıklar olmaktadır.222 Uygulamada, iki mahkemenin farklı yorumlarda bulunduğu maddelerden biri, AİHS’nin 8’inci maddesinde düzenlenen “özel hayata ve aile hayatına saygı” ya ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır. ATAD özel hayata ilişkin saygıyı, iş faaliyetlerinin kapsamayacak şekilde yorumlamaktadır. Hoestch223 davasında davalı Hoestch, şirketlere, uluslararası andlaşmalara katılıma ya da kota ve sabit fiyat uygulamalarına yönelik araştırma yapılabilinmesi yetkisi veren Komisyon kararına itiraz etmiştir. Hoechst, arama yetkisi olmadan araştırma yapılmasını reddetmiş ve Komisyonun bu davranışının AİHS’nin 8’inci maddesi kapsamında özel hayata saygının ihlali olduğunu iddia etmiştir. ATAD ise, AİHS’nin ilgili maddesinin öncelikli olarak bireylerin kişisel özgürlüğüne ilişkin olduğunu, bu kapsamda iş faaliyetlerini kapsamayacağını hükme bağlamıştır. Hoestch davasından iki yıl sonra gündeme gelen Niemietz224 davasında ise, AİHM, benzer bir konuya ilişkin olarak ATAD’dan farklı bir karar vermiştir. Anılan davada davacı Avukat, Alman polisi tarafından aranan bürosuna ilişkin olarak, AİHS 8’inci maddenin ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM de profesyonel faaliyetlerin ve mülklerin aranmasının özel hayata saygı kapsamında ihlal olduğu hükmüne vararak, Alman polisi suçlu bulmuştur. 222 223 DEFEIS, op.cit, s.317 Bknz. Case C-46/87, Hoechst, 1991, 119 ATAD ile AİHM arasındaki benzer bir yetki çatışması da AİHS’nin 6’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına ilişkin olarak ortaya çıkmıştır. ATAD’a göre adil yargılanma hakkı sadece cezai soruşturmalar için uygulanmaktadır, idari prosedürler için söz konusu değildir. Orkem225 davasında, davacının rekabet hukuku ihlallerinde bulunduğu gerekçesiyle, ilgili dokümanların verilmesine yönelik Komisyon tarafından davacıdan bilgi talebinde bulunulmuştur. Bu davada ATAD, kişinin kendi aleyhine delil vermeme hakkının sadece cezai prosedürler için geçerli olduğunu hükme bağlamış ve bireylerin, ekonomik alanlara ilişkin ihlallerinde adil yargılanma hakkına dayanamayacaklarını eklemiştir. Benzer konulu bir davada ise AİHM yine farklı bir sonuca varmıştır. Funke226 davasında, Fransa gümrük görevlileri tarafından yeterli kanıt bulunamadığı için, para transferi suçuna için başlatılamayan cezai prosedürü kapsamında, davacıdan belirli dokümanları vermesi istenmiştir. Davacı, dokümanları vermeyi reddetmesi üzerine yargılanmış ve para cezasına çarptırılmıştır. AİHM bu davada bu davranışın 6’ıncı maddenin ihlali olduğuna karar vermiştir. İki mahkeme kararları arasında çıkan bir diğer içtihat çatışması da ATAD’ın, üye devletler için özellikle hassasiyet gerektiren temel hak ve özgürlüklere ilişkin 224 Niemietz v. Germany, 16 E.H.R.R. 97/33 (1933) Case C-3283 ,Orkem SA v. EC Commissions, 1989 226 Funke v. France, 1 E.H.R.R. 897 (1993) 225 120 konularda karar vermek istemesinden kaçınmasından dolayı doğmaktadır.227 İfade özgürlüğüne ilişkin davalar ATAD’ın bu yaklaşımına ilişkin en iyi örneklerden birini oluşturmaktadırlar. Spuc v. Grogan228 davasında, Doğmamış Çocukların Korunması Topluluğu tarafından, İngiltere’de, herhangi bir ücret almadan kürtaj klinikleri hakkında bilgi veren çeşitli öğrenci organizasyonlarına karşı verilmiş bir uyarı söz konusudur. ATAD’a ön karar yolu prosedürü çerçevesinde gelen davada ATAD’dan, kürtaj kliniklerinin Avrupa Toplukları Antlaşmasının 60’ıncı maddesi anlamında bir hizmet sayılıp sayılamayacağı, sayılması halinde, hizmet sağlama serbestisine ilişkin Topluluk hükümlerinin, kürtaj klinikleri hakkında hukuka uygun olarak bilgi verilmesi hizmetini yasaklayan ulusal hukuku engelleyip engelleyemeyeceği sorusunun cevaplanması istenmiştir. Davada ayrıca, böyle bir bilginin verilmesini yasaklayan ulusal hükümlerin, AİHS’nin ifade özgürlüğüne ilişkin 10’uncu maddesinin ihlali anlamına gelip gelmeyeceği sorulmuştur. Anılan davada kanun sözcüsü Van GERVAN, kürtaj kliniklerine ilişkin bilgi verme hizmetinin, her türkü kısıtlamayı yasaklayan hizmet serbestisine ilişkin 60’ıncı madde kapsamında olduğunu savunmuştur. GERVAN bu savunmasına ek olarak, bir devletin bu tür servislere ilişkin bilgi yayımını yasaklayabileceğini de belirmiştir. GERVAN, konuya ilişkin bu şekilde yorum yaparak, yaşam hakkını, ifade özgürlüğü karşısında dengelemiştir; bir başka deyişle iki temel özgürlük içerisinde bir denge yaratmıştır. GERVAN’a göre, doğmamış çocuklara ilişkin üye devlerin tümünde ortak bir anlayış ve uygulama olmadığından dolayı, devletler bu konuda takdir hakkına sahiptirler. Bu bağlamda bir devlet tarafından bu hizmete ilişkin bilginin verilmesinin yasaklanması,”demokratik 227 228 MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the European Union”, s.326 Case C- 159/90, SPUC v. Grogan, 1990 121 toplumlarda gerekli” olarak nitelendirilmelidir229. Halbuki ATAD konuya ilişkin farklı bir yaklaşım sergileyerek, biraz ürkek davranmıştır. ATAD, hamileliğinin ulusal hukuka uygun olarak sona erdirilmesinin 60’ıncı madde anlamında bir hizmet olduğunu vurgulamakla birlikte, dava konusu kuralın Topluluk hukuku amacı içerisinde yer almadığından dolayı, ulusal hukukun, özellikle de AİHS’de yer alan insan haklarına uyup uymadığı konusunda değerlendirme yapmasının uygun olmayacağı hükmüne varmıştır. Sonuç olarak ATAD; AİHM’nin ifade özgürlüğü konusunda dava konusuna ilişkin olarak yorum yapmayı reddetmiştir. AİHM ise, Dublins Well Woman Center v. Ireland230 davasında, Irlanda yerel mahkemesi tarafından verilen, “tıbbı personelin, hamile bir kadına, İrlanda dışındaki kürtaj imkanları hakkında bilgi vermekten kısıtlaması” konulu uyarmayı madde 10’uncu maddenin ihlali olarak değerlendirmiştir. Görüldüğü üzere iki mahkeme arasında AİHS’yi farklı yorumlamaktan kaynaklanan içtihat çatışmaları mevcuttur. ATAD ile AİHM arasında ileride oluşabilecek içtihat farklılıklarının ne şekilde çözülebileceği sorusu gözetildiğinde, iki mahkeme arasındaki çatışma daha da önem kazanmaktadır. Bu çerçevedeki görüşlere göre, AİHS’nin şu an, insan haklarını koruyan en güçlü ve en iyi araç olduğunu düşünürsek, ATAD’ın, AİHM’nin oluşmuş içtihat hukukuna saygı duyması daha isabetli olacağı savunulan görüşler arasındadır. 229 MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the European Union”, s.327 122 Peki bir Şart hükmü ne zaman AB ya da AT Antlaşmasına, ne zaman AİHS’ye dayanacaktır? Bu sorun, yapılan atıfa göre çözülecektir. Burada değinilmesi gereken husus şudur ki, bazı tartışmalara göre AİHS’de yer alan hükümler bilinçli olarak kesintiye uğrayarak Şart’a dâhil edilmiştir. Bu bağlamda oluşturulma aşamasındaki niyetin yansıtılması bakımından Şart’ın lafzı önem taşımaktadır. Dolayısıyla AİHS’de düzenlenen hakkın özü Şartta herhangi bir değişikliğe uğramadan yansıtılmışsa bu hak AİHS’ye bağlıdır. Ancak değişikliğe uğrayarak yansıtılmışsa, AT’ye dayanan Şartta yer alan hükümler ile AİHS’ye bağlı haklar arasında uyuşmazlık var demektir. Bu kapsamda Şart’ın açıklama kısmında, AİHS’ile örtüşen hakların kimisinde “based on” (dayanma), kimisinde ise “correspond”(bağlı olma/uyma) kelimelerinin kullanılmasının, Şart’ı hazırlayanlar tarafından bilinçli olarak yapıldığına ilişkin görüşler de mevcuttur.231 Yukarıda sunulan sorunlar haricinde usule ilişkin olarak da çok önemli sorunlar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi şudur ki, AB tüzelkişiliğe sahip olsa dahi acaba AİHS’ye taraf olabilecek midir? Zira mevcut hukuki yapı çerçevesinde AİHS’ye şu an sadece devletler taraf olabilmektedir. Dolayısıyla AB’nin AİHS’ye taraf olması konusu gündeme geldiğinde; AİHS’de anayasal bir değişikliğe gidilmesi ve uluslararası orgütlerin de AİHS’ye gerekmektedir. 230 231 Dublins Well Woman Center v. Ireland E.H.R.R,1994 PEERS, op.cit, s.156 123 taraf olabilme yolunun açılması Usule ilişkin bir diğer sorunda başvuru koşulları ile ilgili olarak gündeme gelmektedir. AİHS’nin 35/2 (b) Maddesinde, kişisel başvurunun kabul edilebilirlik koşulları arasında, hakkının kullanılması, ilgili dilekçenin, başka bir uluslararası soruşturma ya da çözüm merciine daha önce sunulmuş bir dilekçenin esas itibariyle aynı olmamasına veya yeni bilgiler içermesine bağlı sayılmaktadır. Bu çerçevede ATAD’ın maddenin kapsadığı uluslararası soruşturma ya da çözüm mercii içinde değerlendirilmesi, AİHS’nin konusu içinde bir başvurunun ATAD’ın önüne gelmesi ve karara bağlanması AİHS denetim mekanizmalarının işletilmesini engelleyecektir.232 Bu kapsamda birey temel haklara ilişkin olarak bir mağduriyet yaşadığında ATAD ile AİHM arasında nihai bir seçim tapma mecburiyetinde kalacaktır. Benzer şekilde AİHS’nin 35/1 Maddesinde ise bireyin AİHM’ye başvurması, iç hukuk yolarının tüketilmesi koşuluna bağlanmıştır. Bu bağlamda birey iç hukuk yollarını tükettikten sonra ve kesin kararın verildiği tarihten başlayarak 6 aylık süre içerisinde AİHM’ye başvurabilecektir. ATAD’a başvurunun tüketilmesi gereken iç hukuk yolları arasında düşünülmesi, bu madde açısından tartışma konusu olacaktır. Eğer ATAD bir iç hukuk yolu olarak düşünülürse bu durum bireyin mağduriyetinin süresinin iyice uzamasına neden olacaktır. Bu kapsamda ATAD’a, Kurucu Antlaşmalar kapsamında sadece belirli koşullar altında ihlal ve iptal davaları ile ön karar prosedürü yoluyla başvurulabileceğini de hatırlatmak gerekir. 232 TANGÖR, op.cit, s.244 124 Bunları yanı sıra AİHS’ye katılımın yaratacağı bazı sorunlarda Topluluğun kendine özgü yapısından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere üye devletler AİHM’de temsil edilmektedir. Bu bağlamda Birliğin AİHS’ye katılması halinde Topluluğun Avrupa Konsey’inde temsili sorunu ortaya çıkabilecektir. Örneğin AİHM’de üye devletlerin hakimlerinin yanı sıra bir de Topluluğu temsil eden hakim bulunacak mıdır?233 Eğer böyle bir hakim seçilecekse, hangi kurallara göre nasıl seçileceği sorunu da gündeme gelebilecektir. Akıllara gelen bir diğer problem de Topluluğun açılacak davalarda taraf olabilme ehliyetiyle ilgili sorunlar gündeme gelebilecektir. Zira Birliğin AİHS’ye taraf olması halinde ATAD da dâhil olmak üzere Topluluk organları AİHM’nin yargılama alanı içerisine girecekleridir234. Örneğin Topluluğa karşı insan haklarının ihlali nedeniyle dava açılabilecek midir? Dava açılabilecekse Topluluk bu dava sonucu sorumlu hale gelecek midir? Toplulukla üye devletler arasında sorumluluğun paylaşımı söz konusu olabilecek midir? 235 Bu bağlamda Topluluğun bir tazminat ödemesi söz konusu olursa Topluluk bunu ilgili devletten rücu edebilecek midir? Tüm bu soruların cevabı günümüz itibariyle belirsizliğini korumaktadır. AİHS’ye katılım çerçevesinde karşılaşılabilecek bir başka sorun da Topluluk hukuk sistemi ile AİHS’den doğan hukuk sistemi arasındaki karşılıklı iletişim sorunudur. Özellikle de ATAD ve AİHM önündeki prosedürlerde hissedilir bir 233 234 TEZCAN, op.cit, s. 251 YOUNG, op.cit, s.232 125 karışıklık yaşanacağı da kuşkusuzdur.236 Davanın/usul prosedürlerinin süreleri sorunun bu duruma örnek olarak vermek mümkündür. .Her ne kadar AB içerisinde bazı düzenlemeler yapılabilecek olsa da ATAD’a ilişkin prosedürler çok zaman almaktadır. Zira ATAD’ın AİHM’ye nazaran çok daha fazla zaman alacak prosedürlere sahip olduğu düşünüldüğünde AİHS’ye katılımın bireyin etkili hukuki korumasından mahrum etmeye yönelik olarak ters etki yaratacaktır.237 Tüm bu sorunlara ek olarak ulusal yargıçlar da bir ikilem de kalabileceklerdir. Ancak bu kapsamda ulusal yargıç büyük bir ihtimalle üye devletler üzerinde doğrudan yaptırım yetkisine sahip bulunan AB sistemindeki ATAD’ın otoritesini kabul etmeyi tercih edecektir. Görüldüğü üzere Birliğin AİHS’ye taraf olması durumunda ortaya çıkabilecek belirsizliklerin sayısı oldukça fazladır. Öte yandan Şart’ın hukuki statüsünü bağlayıcı kılmak ile birlikte AİHS’ye taraf olmamak da Birlik sistemi içerisinde köklü değişiklikler yapılması ihtiyacını doğurmaktadır. Yukarıda açıklanan tüm bu sorular da Birliğin entegrasyon süreci içerisinde cevaplarını bulacaklardır. 235 236 TEZCAN, op.cit, s.251 TEZCAN, ibid, s.252 126 SONUÇ Avrupa Birliği siyasi entegrasyon sürecinin en önemli tartışmalarından birini oluşturan Avrupa halklarının merkezinde bireylerin yer aldığı düşünüldüğünde, Temel Haklar Şartı çok büyük önem arz etmektedir. Zira, kimi zaman yoğunlaşan tartışmalara rağmen temel haklara ilişkin düzenlemelerin gelişerek günümüzdeki halini alması, AB’nin bu konunun öneminin bilincinde olmalarını vurgular niteliktedir. Toplulukta insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı gösterilmesi ve bu hak ve özgürlüklerin korunması, öncelikle üye devletlerin yetki alanlarına giren konular içinde yer almaktadır. Birey bir yandan da ulusal anayasa hükümleriyle bir yandan da yetkileri izin verdiği ölçüde AİHS organlarının ulusal hukuk sistemleri üzerindeki denetimi yoluyla korunmaktadır. Ulusal hukuk ve AİHM dışında bireyler ATAD’ın 60’lı yıllardan itibaren geliştirmekte olduğu içtihat hukuku kapsamında da Birlik sistemi içerisinde korunmaktadırlar. Ancak bireylerin temel hak ve özgürlüklerine ilişkin mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla ATAD’a başvurma yöntemleri olan iptal ve ihlal davaları ile ön karar prosedürü engellerle doludur. 237 RIEDER, op.cit, s.105 127 2000 yılında yapılan Nice Zirvesi’nde kabul edilen Temel Haklar Şartı siyasi bir deklarasyon niteliğindedir, bir başka deyişle hukuki bağlayıcılığı bulunmamaktadır, bu aslında Birliğin insan hakları alanındaki büyük bir başarısızlığıdır. Ancak, Şart’ın Kurucu Antlaşmalara intikal ettirilmemiş olmasına rağmen bazı politik ve hukuki etkileri bulunmaktadır. Bu bağlamda ATAD önüne gelen pek çok davada Temel Haklar Şartı’na atıf yapıldığı gibi, Birliğin insan haklarına ilişkin dış politikasında da Şart önemli bir yer tutar hale gelmiştir. Öte yandan anılan etkilere rağmen, Temel Haklar Şartı’nın hukuki anlamda bağlayıcılık ile birlikte, daha önceden var olan bir takım hukuki ve politik etkileri daha somut bir şekilde kendini göstermeye başlayacaktır. Zira ATAD’ın temel haklara ilişkin içtihatları daha da netleşecek; üye devletler temel haklara ilişkin yükümlülüklerinde daha dikkatli davranmaya başlayacaklardır. Bu şekilde bireylerin temel hak ve özgürlükleri de resmî olarak garanti altına alınmış olacaktır. Zira Şart, Avrupa Birliğinin üzerine oturduğu üç sütunlu yapıyı ortadan kaldırarak Antlaşmaları tek bir metinde toplayan AB Anayasası’nın ikinci bölümüne, Anayasanın ayrılmaz bir parçası olarak dâhil edilmemiştir. Ancak, AB Anayasası bazı devletlerin veto etmesi sonucu yürürlüğe girememiş ve bu şekilde Şart’ın bağlayıcı olmasına ilişkin olarak bir fırsat daha kaçırılmıştır. Yine de gerek AB Anayasası’nın gerekse AB Anayasası’nın tekrar reddedilmesi ihtimaline karşılık olarak sadece Temel Haklar Şartı’nın kabulü için Birlik sistemi içerisinde çalışmalara devam edilmektedir. 128 Bununla birlikte, Temel Haklar Şartı’nın, beklentileri karşılayabilmesi, beraberinde getirdiği birtakım belirsizlik ya da sorunların giderilmesi ile mümkün olabilecektir. Şart’ın bağlayıcılık kazanması ile birlikte temel hakların korunmasının hangi düzeyde gerçekleşeceği tartışma konusudur. İnsan haklarının uluslarüstü bir yapı çerçevesinde gelişmesiyle AB Hukuku ile, evrensel nitelikte olan AİHS her zaman karşılıklı bir etkileşim içerisinde olmuştur. Ancak Şart’ın bağlayıcı bir statüye haiz olması halinde ATAD ile AİHM arasında ileride yetki çatışması yaşanabilecektir. ATAD ile AİHM arasında ortaya çıkabilecek ihtilaflar ile ilgili olarak, Birlik’in Şart kapsamında AİHS’ye taraf olması halinde, AİHM Topluluk organları üzerinde denetim yetkisine sahip olacaklardır. Bu bağlamda bireyler Topluluk faaliyetlerine karşı - kendilerine ATAD’a karşı doğrudan bir başvuru hakkı tanınmadığı takdirde AİHM’ye mağduriyetlerinin giderilmesi için başvurabileceklerdir. Bu seçenek dışında bireyler ATAD’a doğrudan başvuru haklarına ilişkin bir mekanizma kurulmuş olsa dahi AİHM’ye başvurmayı tercih edebileceklerdir. Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin iki mahkeme tarafından farklı yorumlandığı takdirde -ki örnekleri mevcuttur- hangi mahkemeye ait kararın ne şekilde ve hangi yaptırımlar altında uygulanacağına ilişkin belirsizlik mevcudiyetini sürdürmektedir. Zira bireyler için daha üst bir koruma sağlanmaya çalışılırken, daha beter bir şekilde mağdur edilmeleri de küçük de olsa ihtimal dâhilinde olacaktır. Bu bağlamda belki de ATAD’ın evrensel düzeyde alanında kabul görmüş ve konusunda uzman AİHM’nin kararlarına saygı duyması isabetli olacaktır. Ancak 129 ATAD kendisiyle eş düzeyde bulunan bir mahkemenin, istediği kadar insan hakları konusunda uzmanlaşmış olsun üstünlüğünü kabul etmek istemeyeceği değerlendirilmektedir. O halde Avrupa Birliği’nin, gerek kendi içerisinde gerekse dış dünya karşında eğer ki sözü geçen bir politik aktör olarak yer almak istiyorsa, bireylerin temel hak ve özgürlüklerine ilişkin resmî düzenleme yapma ihtiyacı kaçınılmazdır. Benzer şekilde bireylerin haklarının temininin tam olarak sağlanması adına gerekli mekanizmaların da işletilmesi gerekmektedir. Eğer ATAD ve bu kapsamda Avrupa Biriliği bu konuda pasif kalırsa Topluluk bu konuda entegre olamayacaktır. Temel Haklar Şartı’ndan düşündükleri şekilde yararlanamayacak olan bireylerin entegrasyon sürecine olan destekleri azalacak, bu da Birliğin politik gücünün oluşması adına çok büyük bir darbe teşkil edecektir. Sonuç olarak, Temel Haklar Şartı’nın uygulamasının ve denetiminin ne şekilde yapılacağının söylenmesi şu an itibariyle güç görünmektedir. Bu bağlamda, ulusal hukuklar, AİHM ve ATAD kapsamındaki uyuşmazlıklar da göz önünde bulundurulduğunda, bireylerin Şart kapsamındaki statüsü de belirsizliklerle doludur. Şart’ın akıbetinin ne şekilde gelişeceğini gösterecek olan - Birlik sürecindeki çoğu düzenlemede olduğu gibi- yine zaman olacaktır. 130 EK: AVRUPA BİRLİĞİ TEMEL HAKLAR ŞARTI 131 AVRUPA BİRLİĞİ TEMEL HAKLAR ŞARTI238 I. GİRİŞ Avrupa halkları, aralarında daha yakın bir birlik oluşturmak için ortak değerlere dayalı barışçı bir geleceği paylaşmaya kararlıdır. Ruhani ve manevi mirasının bilincinde olan Birlik, bölünmez ve evrensel değerler olan insan onuru, özgürlük, eşitlik ve dayanışma değerleri üzerine inşa edilmiştir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanmaktadır. Birlik vatandaşlığını tesis ederek ve bir özgürlük, güvenlik ve adalet bölgesi oluşturarak bireyi, faaliyetlerinin merkezine yerleştirir. Birlik, bu ortak değerlerin korunması ve geliştirilmesine katkıda bulunurken Avrupa halklarının kültürleri ve geleneklerinin çeşitliliği yanı sıra Üye Devletlerin ulusal kimlikleri ve bunların ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerdeki kendi kamu makamlarının düzenlenmesine saygı gösterir. Dengeli ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeye çalışır ve insanların, eşyaların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını ve yerleşme özgürlüğünü sağlar. Bu amaçla, toplum, sosyal ilerleme, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında temel hak ve özgürlüklerin bir Bildirge'de daha açık bir şekilde ortaya konulması yoluyla bu hak ve özgürlüklerin korunmasının güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu Bildirge, Topluluk ve Birliğin yetkileri ve görevlerini ve yetki ikamesi ilkesini dikkate alarak özellikle Üye Devletlerin ortak uluslararası yükümlülükleri ve anayasal gelenekleri, Avrupa Birliği Antlaşması, Topluluk Antlaşmaları, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi, Topluluk ve Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen Sosyal Bildirgeler ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihat hukukundan kaynaklanan hakları yeniden teyit etmektedir. Bu haklardan yararlanılması, öteki kişiler, insanlık ve gelecekteki kuşaklar konusunda sorumluluklar ve görevleri beraberinde getirmektedir. Birlik, bu nedenle, aşağıda belirtilen hakları, özgürlükleri ve ilkeleri tanımaktadır. 238 http://www.deltur.cec.eu.int/avrptemelhaklarsarti.rtf adresinden alınmıştır. 132 BÖLÜM I ONUR Madde 1 İnsanlık onuru İnsanlık onuru, ihlal edilemez. Saygı gösterilmeli ve korunmalıdır. Madde 2 Yaşama hakkı 1. Herkes, yaşama hakkına sahiptir. 2. Hiç kimse, ölüm cezasına çarptırılmamalı veya idam edilmemelidir. Madde 3 Kişinin bedensel ve ruhsal dokunulmazlık hakkı 1. Herkes, kendi bedensel ve ruhsal dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. 2. Tıp ve biyoloji alanlarında, özellikle aşağıda belirtilenlere saygı gösterilmelidir: yasada belirtilen usullere uygun olarak ilgili kişinin özgürcü ve bilinçli olarak vereceği muvafakat, özellikle kişilerin seçilmesini amaçlayan insan ırkının soyaçekim yoluyla ıslahına yönelik uygulamaların yasaklanması, insan bedeninin ve bölümlerinin ticari bir kazanç kaynağı haline getirilmesinin yasaklanması, - insanların kopyalama yoluyla üretilmesinin yasaklanması. Madde 4 İşkence veya insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya ceza yasağı Hiç kimse, işkenceye veya insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya cezaya tabi tutulmamalıdır. Madde 5 Kölelik ve zorla çalıştırılma yasağı 1. Hiç kimse, kul ya da köle olarak tutulamaz. 2. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz. 3. İnsan kaçakçılığı yasaklanmıştır. 133 BÖLÜM II ÖZGÜRLÜKLER Madde 6 Özgürlük ve güvenlik hakkı Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir. Madde 7 Özel ve aile yaşamına saygı Herkes, özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Madde 8 Kişisel bilgilerin korunması 1. Herkes, kendisine ilişkin kişisel bilgilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. 2. Bu tür bilgiler, belirtilen amaçlar için ve ilgili kişinin muvafakatine veya yasada öngörülen başka meşru temele dayalı olarak adil şekilde kullanılmalıdır. Herkes, kendisi hakkında toplanmış olan bilgilere erişme ve bunlarda düzeltme yaptırma hakkına sahiptir. 3. Bu kurallara uyulması, bağımsız bir makam tarafından denetlenecektir. Madde 9 Evlenme ve aile kurma hakkı Evlenme hakkı ve aile kurma hakkı, bu hakların kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak teminat altına alınacaktır. Madde 10 Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü 1. Herkes, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını tek başına veya topluluk halinde, aleni veya gizli olarak ibadet etme, öğretme, uygulama ve gereklerine uyma şeklinde açığa vurma özgürlüğünü içerir. 2. Bu hakkın kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak dini nedenlerle askerlik görevini yapmayı reddetme hakkı tanınmaktadır. Madde 11 İfade ve haber alma özgürlüğü 1. Herkes, ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü içerir. 2. Basının özgürlüğü ve çoğulculuğuna saygı gösterilmelidir. 134 Madde 12 Toplanma ve örgütlenme özgürlüğü 1. Herkes, barışçıl bir biçimde toplanma özgürlüğü ile her düzeyde, özellikle siyaset, sendika ve yurttaşlıkla ilgili konularda örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu, herkesin kendi çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikalara girme hakkını da içerir. 2. Birlik düzeyindeki siyasi partiler, Birliğin vatandaşlarının siyasi iradesinin ifade edilmesine katkıda bulunurlar. Madde 13 Sanat ve bilim özgürlüğü Sanat ve bilimsel araştırma, kısıtlamaya tabi olmamalıdır. Akademik özgürlüğe saygı gösterilmelidir. Madde 14 Eğitim hakkı 1. Herkes, eğitim görme ve mesleki ve sürekli eğitimden yararlanma hakkına sahiptir. 2. Bu hak, serbest zorunlu eğitim görme olasılığını da içerir. 3. Demokratik ilkelere ve ailelerin çocuklarının kendi dini, felsefi ve eğitim konusundaki inançlarına uygun olarak eğitim ve öğretim görmelerini sağlama hakkına saygı gösterilerek eğitim kurumları tesis etme özgürlüğüne, bu özgürlük ve hakkın kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak saygı gösterilmelidir. Madde 15 Meslek seçme ve çalışma hakkı 1. Herkes, çalışma ve serbestçe seçilmiş veya kabul edilmiş bir mesleği ifa etme hakkına sahiptir. 2. Birliğin her vatandaşı, herhangi bir Üye Devlette iş arama, çalışma, yerleşme hakkını kullanma ve hizmet verme özgürlüğüne sahiptir. 3. Üye Devletlerin ülkelerinde çalışma izni almış olan üçüncü ülkelerin vatandaşları, Birliğin vatandaşlarının çalışma şartlarına eşit çalışma şartlarından yararlanma hakkına sahiptir. Madde 16 Bir ticari faaliyette bulunma özgürlüğü Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre bir ticari faaliyette bulunma özgürlüğü tanınmaktadır. Madde 17 Mülk edinme hakkı 1. Herkes, yasal şekilde elde ettiği mülküne sahip olma, kullanma, elden çıkarma ve miras bırakma hakkına sahiptir. Bunların kaybı karşılığında zamanında adil bir tazminat ödenmesi koşulu ile kamu menfaati nedeniyle veya yasada öngörülen koşullar çerçevesinde yapılması dışında hiç kimsenin elinden mülkü alınamaz. Mülkün kullanımı, kamu menfaati için gerekli olduğu ölçüde yasa ile düzenlenebilir. 2. Fikri mülkiyet, korunmalıdır. 135 Madde 18 Sığınma hakkı Sığınma hakkı, 28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve sığınmacıların statüsüne ilişkin 31 Ocak 1967 tarihli Protokol kuralları dikkate alınarak ve Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma'ya uygun olarak teminat altına alınmalıdır. Madde 19 İhraç, sınırdışı veya iade etme yasağı 1. Toplu sınır dışı etmeler yasaktır. 2. Hiç kimse, ölüm cezası, işkence veya başka insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya cezaya tabi tutulması konusunda ciddi bir tehlikenin bulunduğu bir Devlete geri gönderilemez, sınırdışı edilemez veya iade edilemez. 136 BÖLÜM III EŞİTLİK Madde 20 Yasa önünde eşitlik Herkes, yasa önünde eşittir. Madde 21 Ayrımcılık yasağı 1. Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, hususiyet, doğum, maluliyet, yaş veya cinsel eğilim gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması yasaktır. 2. Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma ve Avrupa Birliği Antlaşmasının uygulanması kapsamı çerçevesinde ve söz konusu Antlaşmaların özel hükümleri saklı kalmak üzere milliyet nedeniyle her türlü ayrımcılık yasaktır. Madde 22 Kültürel, dini ve dilsel çeşitlilik Birlik, kültürel, dini ve dilsel çeşitliliğe saygı gösterecektir. Madde 23 Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik, istihdam, çalışma ve ücret dahil olmak üzere bütün alanlarda sağlanmalıdır. Eşitlik ilkesi, yeterli şekilde temsil edilmeyen cinsin lehine belirli avantajlar sağlanmasını öngören önlemlerin sürdürülmesini veya benimsenmesini engellemez. Madde 24 Çocukların hakları 1. Çocuklar, kendi refahları için gerekli olan koruma ve ihtimamdan yararlanma hakkına sahiptir. Görüşlerini serbestçe ifade edebilirler. Bu görüşler, kendi yaşları ve olgunluk düzeylerine uygun olarak kendilerini ilgilendiren konularda dikkate alınır. 2. Kamu makamları veya özel kuruluşlar tarafından çocuklarla ilgili olarak yapılan bütün işlemlerde, çocuğun çıkarlarının en iyi şekilde korunmasına öncelik verilmelidir. 3. Her çocuk, bunun kendi çıkarlarına aykırı olması haricinde anne ve babasının her ikisi ile düzenli olarak kişisel ilişki ve doğrudan temas sürdürme hakkına sahiptir. Madde 25 Yaşlıların hakları Birlik, yaşlıların, onurlu ve bağımsız bir yaşam sürdürme ve sosyal ve kültürel yaşama katılma haklarını tanımakta ve saygı göstermektedir. 137 Madde 26 Engellilerin toplumla bütünleştirilmesi Birlik, engelli kişilerin, bağımsızlıklarını, toplumsal ve mesleki yaşamla bütünleştirilmelerini ve toplum yaşamına katılmalarını sağlamaya yönelik önlemlerden yararlanma hakkını tanımakta ve saygı göstermektedir. 138 BÖLÜM IV DAYANIŞMA Madde 27 İşçilerin işletme içinde bilgi alma ve danışma hakkı Topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen durumlar ve koşullarda işçiler veya temsilcilerine, uygun düzeylerde zamanında bilgi verilmeli ve danışmalarda bulunulmalıdır. Madde 28 Toplu sözleşme görüşmeleri yapma ve eylem hakkı İşçiler ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler müzakere etme ve imzalama ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dahil olmak üzere kendi çıkarlarını korumak için ortak eylem yapma hakkına sahiptir. Madde 29 İşe yerleştirme hizmetlerinden yararlanma hakkı Herkes, işe yerleştirme hizmetinden ücretsiz olarak yararlanma hakkına sahiptir. Madde 30 Haksız işten çıkarmaya karşı koruma Her işçi, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre haksız işten çıkarmaya karşı korunma hakkına sahiptir. Madde 31 Adil ve hakkaniyete uygun çalışma koşulları 1. Her işçi, kendi sağlığı, emniyeti ve onuruna saygı gösteren çalışma koşullarından yararlanma hakkına sahiptir. 2. Her işçi, azami çalışma saatlerinin sınırlandırılması, günlük ve haftalık dinlenme dönemleri ve yıllık ücretli izin hakkına sahiptir. Madde 32 Çocuk işçi çalıştırmanın yasaklanması ve çalışan gençlerin korunması Çocuk işçi çalıştırılması yasaktır. Gençler için daha elverişli olabilecek kurallar saklı kalmak üzere ve sınırlı istisnalar dışında istihdam edilmek için asgari yaş sınırı, zorunlu eğitimin tamamlanması için belirlenen asgari yaştan daha düşük olamaz. İşe alınan gençler, yaşlarına uygun çalışma koşullarında çalıştırılmalı ve ekonomik sömürüye ve emniyetlerine, sağlıklarına veya fiziksel, ruhsal, ahlaki veya sosyal gelişimlerine zarar verme olasılığı bulunan veya eğitimlerini engelleyebilecek her türlü işe karşı korunmalıdır. Madde 33 Aile ve meslek yaşamı 1. Aile, yasal, ekonomik ve sosyal korumadan yararlanmalıdır. 139 2. Aile ve meslek yaşamının bağdaştırılması için herkes, doğumla bağlantılı bir nedenle işten çıkarmaya karşı korunma hakkına ve bir çocuğun doğumu veya evlat edinilmesinden sonra ücretli doğum ve ebeveynlik izni alma hakkına sahiptir. Madde 34 Sosyal güvenlik ve sosyal yardım 1. Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre doğum, hastalık, iş kazaları, bakıma muhtaç olma veya yaşlılık gibi durumlarda ve işten çıkarılma durumunda koruma sağlayan sosyal güvenlik yardımları ve sosyal hizmetlerden yararlanma hakkını tanımakta ve saygı göstermektedir. 2. Avrupa Birliği'nde yasal olarak ikamet eden ve dolaşan herkes, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre sosyal güvenlik yardımları ve sosyal avantajlardan yararlanma hakkına sahiptir. 3. Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele için yeterli imkanlara sahip olmayan herkes için uygun bir yaşam sağlamak amacıyla sosyal ve konut yardımından yararlanma hakkını kabul etmekte ve saygı göstermektedir. Madde 35 Sağlık hizmetleri Herkes, ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen şartlar çerçevesinde koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına ve tıbbi tedaviden yararlanma hakkına sahiptir. Bütün Birlik politikaları ve faaliyetlerinin tanımlanmasında ve uygulanmasında yüksek düzeyde bir insan sağlığı koruması sağlanmalıdır. Madde 36 Genel ekonomik konulardaki hizmetlerden yararlanma Birlik, sosyal ve bölgesel uyumunu artırmak için Avrupa Topluluğu'nu oluşturan Antlaşma'ya uygun olarak ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen genel ekonomik konulardaki hizmetlerden yararlanma hakkını kabul etmekte ve saygı göstermektedir. Madde 37 Çevresel koruma Yüksek düzeyde bir çevresel koruma ve çevrenin kalitesinin iyileştirilmesi, Birliğin politikalarına dahil edilmeli ve sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak sağlanmalıdır. Madde 38 Tüketici Koruması Birlik politikaları, yüksek düzeyde tüketici koruması sağlamalıdır. 140 BÖLÜM V VATANDAŞLIK HAKLARI Madde 39 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanma ve aday olma hakkı 1. Birliğin her vatandaşı, ikamet ettiği Üye Devlette, bu Devletin vatandaşları ile aynı koşullar altında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanma ve aday olma hakkına sahiptir. 2. Avrupa Parlamentosu üyeleri, genel serbest ve gizli oyla doğrudan seçilir. Madde 40 Yerel seçimlerde oy kullanma ve aday olma hakkı Birliğin her vatandaşı, ikamet ettiği Üye Devlette, bu Devletin vatandaşları ile aynı koşullar altında yerel seçimlerde oy kullanma ve aday olma hakkına sahiptir. Madde 41 İyi idare hakkı 1. Herkes, işlerinin Birliğin kurumları ve organları tarafından tarafsız ve adil bir şekilde ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. 2. Bu hak, şunları içermektedir: - herkesin, kendisini olumsuz şekilde etkileyebilecek herhangi bir işlemin yapılmasından önce görüşlerinin dinlenmesini isteme hakkı; - herkesin, kendi dosyasına erişme hakkı ve meşru gizlilik çıkarlarına ve mesleki ve ticari gizliliğe saygı gösterilmesi; - idarenin, kararları konusunda gerekçe gösterme yükümlülüğü. 3. Herkes, Topluluğun kuruluşları veya görevlilerinin, görevlerinin ifası sırasında yol açtıkları her türlü zararı, Üye Devletlerin yasalarındaki ortak genel ilkelere göre Topluluğa tazmin ettirme hakkına sahiptir. 4. Herkes, Birliğin kuruluşlarına, Antlaşmaların lisanlarından birinde mektup gönderebilir ve kendisine aynı lisanda cevap verilmesi zorunludur. Madde 42 Belgelere erişme hakkı Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon belgelerine erişme hakkına sahiptir. Madde 43 Kamu Denetçisi Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, adli görevleri çerçevesinde hareket eden Adalet Divanı Bidayet Mahkemesi hariç olmak üzere Topluluk kuruluşları veya organlarının 141 faaliyetlerinde karşılaşılan kötü idare vakalarını Birlik kamu denetçisine havale etme hakkına sahiptir. Madde 44 Dilekçe ile başvurma hakkı Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, Avrupa Parlamentosu'nu dilekçe ile başvurma hakkına sahiptir. Madde 45 Dolaşım ve ikamet özgürlüğü 1. Birliğin her vatandaşı, Üye Devletlerin ülke sınırları içinde serbestçe hareket etmek ve ikamet etmek özgürlüğüne sahiptir. 2. Bir Üye Devletin ülkesinde yasal olarak ikamet eden üçüncü ülkelerin vatandaşlarına, Avrupa Topluluğu'nu tesis eden Antlaşma'ya uygun olarak dolaşım ve ikamet özgürlüğü tanınabilir. Madde 46 Diplomatik ve konsolosluk koruması Birliğin her vatandaşı, tabiyetinde olduğu Üye Devletin temsil edilmediği bir üçüncü ülkenin topraklarında, herhangi bir Üye Devletin diplomatik veya konsolosluk makamları tarafından, sözkonusu Üye Devletin vatandaşları ile aynı şartlarda korunma hakkına sahiptir. 142 BÖLÜM VI ADALET Madde 47 Etkili hukuki bir yola başvurma ve adil yargılanma hakkı Birlik hukuku tarafından teminat altına alınmış olan hakları ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, bu Maddede belirtilen şartlara uygun olarak bir mahkemede etkili bir hukuki yola başvurma hakkına sahiptir. Herkes, daha önceden yasa ile tesis edilmiş bağımsız ve tarafsız bir mahkemede makul bir süre içinde yapılacak adil ve kamuya açık bir duruşma yapılması hakkına sahiptir. Herkes, kendisine bilgi verilmesi, savunulması ve temsil edilmesi fırsatına sahip olmalıdır. Gerekli imkanlara sahip olmayan herkese, bu yardımın adalete etkin bir şekilde ulaşılmasının sağlanması için gerekli olması koşulu ile hukuki yardım sağlanacaktır. Madde 48 Masumiyet karinesi ve savunma hakkı 1. Kendisine karşı ithamda bulunulan bir kişinin, yasaya göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar masum olduğu kabul edilecektir. 2. Kendisine karşı ithamda bulunulmuş olan bir kişinin savunma haklarına saygı gösterilmesi teminat altına alınmalıdır. Madde 49 Cezayı gerektiren suçların ve cezaların orantılı olması ve yasada tanımlanması ilkeleri 1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiil veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Hiç kimseye, suçu işlediği zaman verilebilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Cezayı gerektiren bir suçun işlenmesinden sonra yasanın daha hafif bir ceza öngörmesi durumunda bu ceza uygulanır. 2. Bu madde, işlendiği zaman uluslar topluluğu tarafından tanınmış genel ilkelere göre suç sayılan bir eylem veya ihmal nedeniyle bir kimsenin yargılanmasına veya cezalandırılmasına engel değildir. 3. Cezaların şiddeti, cezayı gerektiren suçla orantısız olmamalıdır. Madde 50 Cezayı gerektiren aynı suçtan iki kere yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı Hiç kimse, daha önce yasaya göre Birlik içinde kesin olarak beraat ettiği veya mahkum olduğu bir suç nedeniyle mahkemede yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz. 143 BÖLÜM VII GENEL HÜKÜMLER Madde 51 Kapsam 1. Bu Bildirgenin hükümleri, yetki ikamesi ilkesi dikkate alınarak Birliğin kurumları ve organlarına ve sadece Birlik hukukunu uyguladıklarında Üye Devletlere yöneliktir. Bu nedenle,kendi yetkilerine uygun olarak haklara saygı gösterecekler, ilkelere uyacaklar ve bunların uygulanmasını teşvik edeceklerdir. 2. Bu Bildirge, Topluluk veya Birlik için yeni bir yetki veya görev tesis etmemektedir veya Antlaşmalarda belirtilen yetkilerde ve görevlerde değişiklik yapmamaktadır. Madde 52 Teminat altına alınan hakların kapsamı 1. Bu Bildirgede kabul edilen hakların ve özgürlüklerin kullanılmasına getirilecek her türlü sınırlandırma, yasada öngörülmeli ve bu hak ve özgürlüklerin özüne saygı göstermelidir. Orantılı olma ilkesine tabi olarak sınırlandırmalar sadece gerekli olmaları ve Birlik tarafından kabul edilen kamu yararı amaçlarına veya başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma gereksinimine gerçekten hizmet etmeleri koşulu ile uygulanabilir. 2. Topluluk Antlaşmaları veya Avrupa Birliği Antlaşmasına dayalı olan bu Bildirgede tanınan haklar, söz konusu Antlaşmalarda belirtilen şartlar ve sınırlar çerçevesinde kullanılır. 3. Bu Bildirge'nin, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ile teminat altına alınmış olan haklara tekabül eden hakları içermesi durumunda söz konusu hakların anlamı ve kapsamı, söz konusu Antlaşma'da belirtilenlerle aynı olacaktır. Bu hüküm, Birlik hukukunun daha kapsamlı koruma sağlamasını engellemez. Madde 53 Koruma düzeyi Bu Bildirge'de yer alan hiç bir şey, Birlik hukuku ve uluslararası hukuk ve Birlik, Topluluk veya Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi dahil olmak üzere Üye Devletlerin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla ve Üye Devletlerin anayasaları ile kendi uygulama alanlarında tanınmış olan insan hakları veya temel özgürlükleri kısıtladığı veya olumsuz şekilde etkilediği şeklinde yorumlanamaz. Madde 54 Hakların istismar edilmesi yasağı Bu Bildirge'de yer alan hiç bir şey, işbu Bildirge'de tanınan haklar ve özgürlüklerden herhangi birinin ortadan kaldırılmasını veya bunun, burada öngörülenden daha fazla kısıtlanmasını amaçlayan herhangi bir faaliyette bulunma veya herhangi bir fiili gerçekleştirme hakkını verdiği şeklinde yorumlanamaz. 144 Aybike, AYGÜN, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı Çerçevesinde Bireylerin Hukuki Statüsü, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Mehmet ÖZCAN ÖZET Bu çalışma, 2000 yılı Aralık ayında Nice Zirvesi’nde kabul edilen Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı çerçevesinde bireylerin hukuki statüsünü analiz etmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, AB içindeki birey ve Birlik yurttaşlığı, ATAD’ın temel hakları koruma prosedürlerinde karşılaşılan problemleri de kapsayacak şekilde irdelendikten sonra, Şart’ın tarihsel gelişimine, hukuki statüsüne ve bunların yanı sıra sahip olduğu hukuki ve politik etkilere değinilecektir. Daha sonra Şart’ın yapısı ve Şart kapsamında bireylerin sahip olduğu haklar açıklanacaktır. Son olarak, Şart çerçevesinde bireylerin temel haklarının korunmasının ne şekilde olacağı tartışılacaktır. Bu çerçevede ATAD ile AİHM arasında, özellikler de AİHS ile Şart’ın farklı yorumlanmasından kaynaklanabilecek muhtemel uyuşmazlıklar üzerinde durulacaktır. Aybike, AYGÜN, The Legal Status Of Iniıviduals In The Framework of The European Union Charter Of Fundamental Rights, Master’s Thesisi, Advisor: Assoc. Prof. Mehmet ÖZCAN ABSTRACT This thesis tries to analyze the legal status of the individuals in the framework of the European Union Charter of Fundamental Rights, proclaimed at the Nice European Council of December 2000. In this context, after examining the concept of individuals and European citizenship alongside the procedural problems arised in ECJ’s fundamental rights protection, this article focuses on the historical bakground of the Charter with its legitimacy and legal-political effects. Then the structure of the Charter and the rights that the individuals have, regarding the Charter are analysed. Finally, the thesis discusses in a what way the Charter will provide the protection of individuals’ fundamental rights and freedoms. In this sense, the thesis questions the possible conflicts, especially arised from the interpretation of the Convention on Human Rights and the Charter differently, between the European Court of Justice and the European Court of Human Rights.