1 GİRİŞ Günümüz demokrasilerinin ana unsurlarından birini teşkil

advertisement
GİRİŞ
Günümüz demokrasilerinin ana unsurlarından birini teşkil eden temel haklar,
tarihten bu yana sürekli olarak gelişme gösteren öte yandan da her zaman
tartışmalara sebebiyet veren ve sınırları belirlenemeyen bir konu olmuştur. Temel
hakların bu çelişkili yapısı, doğrudan bireylerin hassasiyetlerini yansıtıyor
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda bir devletin ya da uluslararası örgütün,
bireylerinin temek hak ve özgürlüklerini saygı duymadan ve onları güvence altına
almadan dünya kamuoyunda söz sahibi olması olanaklı değildir.
Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran Roma Antlaşması’na bakıldığında,
ekonomik kalkınmanın hedeflendiği bir bütünleşme süreci öngörüldüğü ve bu
nedenle “birey” ve dolayısıyla insan hakları kavramının ikinci plana atılmış olduğu
görülmektedir. Ancak, Roma Antlaşması kapsamında insan hakları alanına herhangi
bir atıf yapılmamış olmasına rağmen, Topluluk, anılan konuya her zaman önem
vermiş ve hedefini siyasi bütünleşmeye de genişleterek insan hakları konusunu
gündemine almıştır. Zira Topluluğun sürekli genişleyen faaliyet alanı temel hak ve
özgürlüklere ilişkin düzenleme yapma ihtiyacını giderek daha da yoğunlaştırmıştır.
1992 Maastricht Antlaşması ile kurulan Avrupa Birliği çerçevesinde siyasi
bütünleşme kapsamında çok büyük bir adım atılmış ve 2000 yılında yapılan Nice
Zirvesi’nde de siyasi bütünleşme için olmazsa olmaz bir koşul olan insan hakları
1
alanındaki boşluk Temel Haklar Şartı ile doldurulmuştur; ancak Şart Kurucu
Antlaşmalara dâhil edilmemiş, bir başka deyişle hukuki anlamda bağlayıcılık
kazanamamıştır.
Temel Haklar Şartı’nın oluşturulması dönemine kadar ATAD içtihatlarıyla
tanınan temel haklar, bu dönemle birlikte Avrupa Parlamentosu ve tüm üye
devletlerce kabul görmüştür; ancak Şart’tan beklentilerin tam olarak karşılanması;
ancak hukuki bağlayıcılık kazanmasıyla mümkün olabilecektir. Zira Şart, tartışmasız
olarak, AB’nin hem iç hem de dış politikalarında insan hakları alanında çok önemli
bir rol oynayacaktır. Keza Şart sadece üye devletler açısından değil, aday devletlerin
üyelik süreçleri açısından da önemli bir rol oynayacaktır.
Şart’ın hukuki statüsüne ilişkin bu başarısızlık AB için bir Anayasa oluşturan
Andlaşma1 ile giderilmiş ve Şart AB Anayasası’na dâhil edilmiştir. Zira temel haklar
her anayasanın “zorunlu” unsurunu oluşturmaktadır. “Demokrasi” kavramı adına çok
büyük bir önem arz eden temel haklara ilişkin düzenlemeler, bireylerin haklarını
garanti altına alarak, bireyler ile devlet arasındaki güvenin sağlamlaştırılmasını
sağlamaktadır. Şart’ın AB Anayasası’nın içerisinde yer alması, bireylerin haklarının
temin edilmesi adına, demokrasi açığının azaltılmasını sağlayacağı gibi, Topluluğun
siyasi boyutu adına da güçlü bir entegrasyon sürecinin temellerini de oluşturacaktır.
Ancak Fransa ve Hollanda’nın AB Anayasası’nı veto etmesi, Temel Haklar Şartı’nın
da bağlayıcılık kazanarak yürürlüğe girmesini önlemiştir.
2
Her ne kadar Şart hukuki anlamda bir bağlayıcılık kazanamamış olsa da bir
takım hukuki ve politik etkileri, oluşturulduğu andan beri Birlik faaliyetlerine
yansımıştır. Ancak, Şart’ın anılan etkilere sahip olması bireyler adına çok önemli bir
adım olmasına rağmen yeterli değildir, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin
güvence
altına
alınması
ve
korunmasının
etkin
bir
biçimde
sağlanması
gerekmektedir. Aksi takdirde, kağıt üzerinde kalan bir koruma bireyleri tatmin
etmeyeceği gibi Birliğin siyasi bütünleşmesi adına da önemli bir hayal kırıklığı
olacaktır.
Bu bağlamda Şart’ın hukuki bağlayıcılığının ileriki dönemlerde kabul edildiği
düşünüldüğünde ise bireylere yönelik olarak ortaya çıkabilecek sorunlar gündeme
gelebilecektir. Örneğin Birliğin AB Anayasası’nda belirtildiği üzere AİHS’ye taraf
olması durumunda bireylerin temel hak ve özgürlükleri, ulusal hukuk, AİHM ve
ATAD olmak üzere üç düzeyde korunma imkânı bulabilecektir. Ancak bu durum da
ATAD ile AİHM’de hak ve özgürlüklerin farklı yorumlanmasından kaynaklanan
içtihat çatışmalarını ortaya çıkarabilecektir. Birliğin AİHS’ye taraf olmaması,bir
başka deyişle temel hak ve özgürlüklerin kendi bünyesinde ATAD çerçevesinde
korunması durumunda ise ATAD’ın bunu nasıl bir mekanizma ile sağlayacağı da
tartışma konusudur. Zira bireylerin haklarını korumak adına, şu anki mevcut Birlik
sisteminin aksine, doğrudan başvuru imkânını sağlayacak bir mekanizmanın varlığı
gerekli olacaktır. Şart’ın bağlayıcılığına bağlı olarak bireylerin Şart kapsamındaki
hukuki statülerinin ne olacağına ilişkin belirsizlikler giderek büyük ihtilaflara yol
açacak bir şekilde artmaktadır.
1
Çalışmanın diğer bölümlerinde kısaca “AB Anayasası” denilecektir.
3
Tüm bu belirsizliklerin ileride giderilmesi ya da önlenmesi adına ortaya
konması, Avrupa Birliği’ne gerek ekonomik gerekse siyasi bütünleşmenin
gelişiminin sağlanması adına önem arz etmektedir. Anılan önem kapsamında
çalışmanın ilk bölümünde, Şart’ın asıl yararlanıcıları olan birey ve bu kapsamda
ortaya çıkan Birlik yurttaşlığı kavramına değinilecektir. ATAD’ın temel haklara
yaklaşımının geçmişi çerçevesinde, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin mevcut
Birlik hukuku düzenindeki korunması ve bu korunmanın aksaklıkları incelenecektir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, Avrupa Birliği entegrasyonu içerisinde Temel
Haklar Şartı’na hangi sebeplerden ötürü ihtiyaç duyulduğu irdelenerek, Şart’ın tarihi
süreci özet bir şekilde incelenecektir. Bu bağlamda temel hakların ilk defa Kurucu
Antlaşmalara girmiş olduğu Maastricht Antlaşması’ndan, günümüze kadarki olan
dönem içerisinde yaşanan gelişmeler üzerinde durulacaktır. Bireylerin Şart’tan
beklentileri kapsamında Şart’ın hukuki statüsü irdelenecek ve bağlayıcı olmamasına
rağmen sahip olduğu politik ve hukuki etkiler açıklanacaktır.
Çalışmanın eden üçüncü bölümde, Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’ndaki
eklemeleri de dâhil edilerek genel içeriğine değinilecektir. Bu bağlamda, Şart
içerisinde bireylerin hangi haklara sahip oldukları belirtilerek, Şart’taki ilkelerin ve
hakların kapsamı ile yorumlanması, korunmanın düzeyi ve hakların kötüye
kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin son bölümünde yer alan ilgili düzenlemeler
incelenecektir.
4
Son bölümde ise, Temel Haklar Şartı’nın özellikle de hukuki statüsüne ilişin
belirsizlikler kapsamında ortaya çıkabilecek çelişki ve sorunlar tartışılacak ve Şart’ın
hukuki bağlayıcılık kazanmasıyla birey haklarının temini açısından gündeme
gelebilecek problemler üzerinde durulacaktır. Bu çerçevede Şart’ın ileriki
dönemlerde bağlayıcı hale geldiği kabul edilerek temel haklarının iki farklı düzeyde
korunmasına imkân veren ATAD ve AİHM arasındaki yetki ve diğer sorununa
değinilecektir.
5
I. BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU’NDA BİREY VE BİREYLERİN KORUNMASI
Uyrukluk ve yurttaşlık birbirleri ile bağlantılı olmalarına rağmen, esasen
birbirlerinin yerini tutamayacak iki farklı kavramdır.2 Uluslararası hukukta
vatandaşlık, bir gerçek kişiyi uyruğunda bulunduğu devlete bağlayan siyasi ve
hukuki bağ olarak tanımlanmaktadır.3 Vatandaşlık, bir devletin meşruiyetini ortaya
koyan ve diğer ülkelere karşı diplomatik koruma sağlayan en önemli unsurdur. Kimi
değerlendirmelere göre vatandaşlık bireylere tek başına haklar ve ödevler
yüklememekte, kamu hizmetlerinden faydalanma hakkı ve askerlik hizmeti gibi yasal
çerçeveyi çizmektedir; anılan yasal çerçeve ise hukuk yoluyla doldurulmaktadır.4
Yurttaşlık
ise,
devletin
belirlediği
kanunlar
çerçevesinde
hak
ve
yükümlülüklere dayalı olarak tanımlanan ve birey ile devlet arasındaki ilişkiyi ifade
etmek amacıyla kullanılan bir kavramdır. Yurttaşlık, bireyin devletin bir üyesi olarak
kabul edilmesini sağlamaktadır. Yurttaşlığın esasını özgürlük, eşitlik ve kardeşlik
gibi kavramlar oluşturmaktadır. Devlet, keyfi uygulamalara karşı yurttaşlarını
koruma altına alarak, bir anlamda kendi kendisini sınırlamaktadır. Yurttaşlık statüsü;
ekonomik ve siyasal hakların yanı sıra sosyal hakları da içermektedir.5 İki kavram
arasındaki farklılık değerlendirildiğinde, “yurttaşlık” kavramının, “vatandaşlık”
2
Stefan KADELBACH, “Union Citizenship”, Jean Monnet Working Paper, Heidelberg, 2003, s.10
Hüseyin PAZARCI ,Uluslararası Hukuk, Turhan Kitapevi, 3. Baskı, Ankara, 2005, s.165
4
KADELBACH, op.cit, s.11
5
KADELBACH, ibid ,s.12
3
6
kavramına nazaran daha az hukuki ve içerik bakımından da daha belirsiz bir anlam
içermekte olduğu görülmektedir.6 Bu bağlamda Birlik içerisinde “Birlik yurttaşlığı”
kavramı oluşturulurken, ”vatandaşlık” yerine “yurttaşlık” kavramının, özellikle
seçilmiş olduğu düşünülmektedir.
Avrupa ülkelerine bakıldığı zaman, yurttaşlık statüsünden kaynaklanan
özgürlük ve hakları elde etmek için yapılan savaşların, tarihsel gelişmeler paralelinde
meydana gelmiş olduğu görülmektedir. Bu bağlamda her Avrupa devletinde farklı
yurttaşlık statüleri oluşmuştur. Farklı ulusal devletlerde var olan çeşitli yurttaşlık
tanımlarının Avrupa Birliği’ne nasıl aktarılacağı konusu günümüzde de tartışmalı bir
konu olmuştur.7
AT’yi kuran Roma Antlaşması’na bakıldığında, Antlaşma daha çok ekonomik
konulara ağırlık verdiğinden “birey” kavramına değinilmemiş olduğu görülmektedir;
zira birey kavramı daha çok ATAD içtihatları ve AB’nin kurulmasıyla birlikte ortaya
çıkan gelişmeler çerçevesinde doldurulmuştur. Bu bağlamda Birlik yuttaşlığının
geçmişi ve statüsü aşağıda incelenmiştir.
6
Ercüment TEZCAN, AB Hukuku’nda Birey, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.19
7
A)
BİRLİK YURTTAŞLIĞININ STATÜSÜ
Birlik yurttaşlığı kavramı, üzerinde daha önceleri çalışılmaya başlanmış
olmasına rağmen, kurumsal olarak ilk defa Maastricht Antlaşması ile ortaya
çıkmıştır. Maastricht Antlaşması’nda “Bir Birlik yurttaşlığını kurmak suretiyle üye
devlet vatandaşlarının hak ve menfaatlerinin korunmasını arttırmak” ifadesi yer
almaktadır. Anılan Antlaşma ile AT Antlaşması’na eklenen 8’inci maddede “Üye
devletlerden herhangi birinin vatandaşı olan kişi Birlik yurttaşıdır” ifadesine yer
verilerek “Birlik yurttaşlığı” tesis edilmiştir.
AB yurttaşlığı, Birliğin ortak güvenlik ve dış politika oluşturmak, adalet ve
içişleri konularında sıkı işbirliği yapmak, serbest pazar oluşturmak, ekonomik ve
sosyal bütünleşme sağlamak gibi ana hedefleri arasında kendine bir yer bulmuştur.8
Yurttaşlık açısından en önemli unsur, haklardır; çünkü verilen haklar sayesinde
bireyler siyasi sürece katılabilmektedir. Zira Avrupa bütünleşme hareketinin
başlangıcında, hangi hakların Avrupa düzeyinde kullanılabileceğine karar verilmeye
çalışılmıştır. Medeni, siyasi ve sosyal haklar gibi yurttaşlığı oluşturan unsurların bir
kısmı Avrupa düzeyine taşınmıştır.9 Bu bağlamda Birlik yurttaşlığı çerçevesinde
bireyler özetle;
- Üye ülkelerin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve ikamet etme hakkına,
7
8
9
Christiane LEMKE, ”Citizenship and European Entegration”, World Affairs, 2001, s.212
Esra DUYAR, “Avrupa’da Birlik Olmak: AB Vatandaşlığı“, http://www.usak.org.uk, s.1
LEMKE, op.cit, s.215
8
- İkamet ettiği üye ülkenin yurttaşları ile aynı koşullarda yerel seçimlerde ve Avrupa
Parlamentosu seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına,
- Üçüncü ülkelerde diplomatik ve konsolosluk yetkililerinin korumasından
yararlanma hakkına, bir başka deyişle, uyruğu olduğu ülkenin bir üçüncü ülkede
temsilciliği
bulunmaması
durumunda,
diğer
üye
devletlerin
yurttaşlarının
yararlandığı diplomatik korumadan yararlanma hakkına,.
- Avrupa Parlamentosu tarafından tayin edilen ombudsmana başvurma ve Avrupa
Parlamentosu nezdinde şikayette bulunma hakkına sahiptirler.
Bireylere tanınan bu haklar Temel Haklar Şartı’nda ayrı bir bölüm olarak bir
arada toplanmıştır. Temel Haklar Şartı çerçevesinde Birlik yurttaşlarına ayrıca haklar
tanınması yurttaşlık olgusuna verilen önemi açık bir kanıtını oluşturmaktadır. Ancak
görüldüğü üzere ulusal hukuklarda vatandaşlara sağlanan haklara nazaran, Şart’ta yer
alan hakların içeriği henüz dar kapsamlıdır.10
Birlik yurttaşlığının yaratılmasında önemli unsurlardan olan hakların yanı sıra,
Avrupa Birliği Andlaşması’nın 1’inci maddesinin 2’inci fıkrasında belirtilmiş olan
”Avrupa halkları arasında daha yakın bir işbirliği oluşturulması” ve ”kararların
yurttaşa en yakın seviyede alınması” da önemli bir unsurdur. Ayrıca, 2’inci
10
Jo SHOW, “European Citizenship: IGC and Beyond”, European Integration Online Papers,
No:3, 1997, http://eiop.or.at/eiop/, s.3
9
maddenin 3’üncü fıkrasına göre, Birliğin bir amacı da, Birlik yurttaşlığının
tanımlanmasına yönelik olarak üye ülke uluslarının haklarının ve çıkarlarının
korunmasının güçlendirilmesidir11.
Birlik yurttaşlığının, anılan unsurların yanı sıra güvenlik boyutu da
bulunmaktadır; zira Birlik yurttaşlığı üyelerine dış ve iç tehditlere karşı yüksek
koruma önerilmektedir. Bu bağlamda Avrupa Birliği Antlaşmasının Konsolide
Edilmiş Metni’nde Birlik yurttaşlarına; serbest dolaşım hakkı çerçevesinde, dış sınır
kontrolleri altında özgür, güvenli ve adil bir alan sağlanmaktadır.12
Birlik yurttaşlığının statüsü ile ilgili olarak; “Üye devletlerden herhangi birinin
vatandaşı olan kişi Birlik yurttaşıdır” ibaresi Birlik yurttaşlığının statüsünü ortaya
koymakyadır; bu bağlamda Birlik yurttaşlığı ikincil statüdedir. Maastricht ile gelen
yurttaşlık tanımında, bir üye devlet yurttaşlığı koşuluna bağlı olarak kazanılan
yurttaşlık statüsünün, üye devlet yurttaşlığı yerine geçmediği, aksine tamamlayıcı bir
nitelik taşıdığı vurgulanmıştır. Anılan hükme göre, Birlik yurttaşlığının üye devlet
uyrukluğu üzerine oturan ve üye devlet yurttaşlığına nazaran özel ve ikincil nitelikli
bir yurttaşlık olduğu değerlendirilmektedir. Bu hükmün eklenmesinde özelikle üç
fikir etkili olmuştur: 13
- Birlik yurttaşlığının ulusal hukuktan bağımsız hale getirilmek istenmemesi,
11
12
13
KADELBACH, op.cit, s.9
Peo HANSEN, “European Citizenship or Where Neoliberalism Meets Ethno-Culturalism,”
European Socities, Taylor&Francis Ltd, 2000, s.156.
TEZCAN, op.cit, s.92
10
- Birlik yurttaşlığının federasyon yolunda ulusal yurttaşlığın devre dışı bırakılması
için bir basamak oluşturabileceği,
- Üye devlet vatandaşlığı ile üye devlet yurttaşlığı farkının vurgulanmak istenmesi.
Anılan hüküm kapsamında, yurttaşlık kavramı topluluk hukukuna dayalı olarak
değil, ulusal hukuk yoluyla oluşturulmaktadır. Kimin Birlik yurttaşı olacağına üye
ülkeler karar vermektedirler; bu bağlamda yurttaşlığa ilişkin üye ülkelerde geçerli
olan kurallar karşılıklı tanınmalıdır.14 Bu kapsamda yurttaşlık, bir üye devlet yurttaşı
olma koşuluna bağlanarak, yurttaşlığın kazanılması, kaybedilmesi gibi durumlar üye
devletlerin ulusal düzenlemelerine bırakılmıştır. AB yurttaşlığının kazanılması, AB
kurumlarının değil, üye devletlerin tekelinde yer almaktadır. Bu kapsamda
yurttaşlığın üye devletler ulusal yurttaşlığına bağlanması koşulu çerçevesinde
yurttaşlığın içeriğinin oluşumunda, üye devlet ulusal kimliklerinin ve yurttaşlık
geleneklerinin etkili olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.15 Ancak Birlik
yurttaşlığının üye devlet yurttaşlık statüsüne bağlı olması kimi akademisyenlerce
eleştirilmektedir, zira üçünkü ülke vatandaşı olup da Birlik üye ülkelerinde uzun
süredir ikamet eden pek çok insan bulunmaktadır.16
Maastricht Antlaşması ile oluştuulan Birlik yurttaşlığının içeriği Amsterdam
Antlaşması ile ufak değişikliklere uğramıştır Ancak yurttaşlığa ilişkin gelişmeler esas
14
15
KADELBACH, op.cit, s.14
Yeşim GÜNDOĞDU, “Avrupa Birliği Yurttaşlığı Avrupa Kimliği Sorununa Çözüm Oluşturabilir
mi?, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C:3, No:2, 2004, s.18
11
itibariyle Maastricht ile oluştuğundan, Amsterdam Antlaşması ile ilke bazında bir
değişiklik hedeflenmemiştir.17 Amsterdam Antlaşması ile, serbest dolaşım ve
yerleşim hakkına, Topluluk kurumlarına yazma ve aynı dilde yanıt alma hakkına,
ayrımcılık yasağına ve istihdam alanına ilişkin konularda gelişmelere sağlanmıştır.
Birlik yurttaşlığı için olabilecek en önemli gelişme 2000 yılındaki Nice zirvesi ile
kabul edilen Temel Haklar Şartı ile olmuştur, ancak tezin ikici ve üçüncü
bölümlerinde bu konu ayrıntılı olarak ele alınacağından burada bu konuya
değinilmeyecektir Ancak şunu belirtmekte yarar vardır ki, temel haklar çok önemli
bir yere haiz olmalarına rağmen, Avrupa yurttaşlığı haklarının kurumsal yönünü
oluşturmamakta; yurttaşlığı meydana getiren unsurların birini teşkil etmektedir18.
Birlik yurttaşlığının birey ve Avrupa Birliği arasında doğrudan değil de dolaylı
olarak bir bağ kurması, Birlik yurttaşlığının gerçek bir yurttaşlık olup olmadığı
konusundaki tartışmaları da gündeme taşımıştır. Keza Birlik yurttaşlığı, yurttaşlık
kavramını ulus-devlet sınırlarının ötesine taşımıştır. Bu bağlamda yurttaşlık kavramı
ilk kez, kan bağı ya da doğum yeri esasları dışında bir tanıma dayandırılmıştır.19
Zira AB yurttaşlığının uluslarüstü bir sistem içerisinde ortaya çıkması da yurttaşlığın
statüsünü ayrı bir düzeye taşımıştır.
Özetle, Avrupa Birliği yurttaşlığının AB gibi henüz oluşumunu bitirmemiş
hukuksal-siyasal bir statü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Avrupa’da pek
16
17
18
Dimitry KOCHENOV, “The European Citizenship Concept and Enlargement of the Union”,
Romanian Journal of Political Science, http://web.ebscohost.com, 13.04.07,s.7
TEZCAN, op.cit, s.89
KADELBACH, op.cit, s.17
12
çok insan henüz “Avrupa vatandaşlığını” benimsemiş değildirler, “Birlik ruhu”
henüz oluşmamıştır. Bu durumun en önemli nedenlerinden birinin de bireyleri için
çok önemli olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin korumanın eksikliği ve kendilerine
tanınan
hakların
içeriğinden
tam
anlamıyla
haberdar
olmamaları
olduğu
değerlendirilmektedir. Zira yurttaşlik açısından en önemli unsur haklardır; çünkü
verilen haklar sayesinde bireyler siyasi sürece katılabilmektedir20. Bu bağlamda, bir
bireyin “Birlik yurttaşlığını” benimsemesi için her şeyden önce sahip oldukları
hakkın bilincinde olmaları gerekmektedir.
Öte yandan, “Birlik yurttaşlığı” kavramı, tüm bu belirsizliğe rağmen bireylere
verilen önem adına büyük bir aşamadır. Keza, çoğu zaman kişisel kosepte sahip bir
olgu
olarak
değerlendirilen
Birlik
yurttaşlığı,
Maastricht
Antlaşması
ile
anaysallaştırılmış ve bireylere Birliğin ortak politikalarını etkileyebilmek için bir yol
açmıştır.21 İster dolaylı ister doğrudan olsun, Birlik içerisinde bir “yurttaşlık”
kavramının oluşturulması, bireylere aidiyet duygusunun hissettirilmesinin adına
önemli bir yere sahip olacaktır; ancak doğal olarak bireylerin Birlik yurttaşlığı
bilincine sahip olmaları zaman alacaktır. Bu bağlamda Şart’ın amaçlarından bir
tanesi de “Avrupa Kimliği” kavramının oluşmasının sağlanmasıdır.22 Keza Temel
Haklar Şartı’nın statüsü ve bu çerçevede temel hak ve özgürlüklere ilişkin olarak
yapılacak düzenlemeler de bireylerin bu aidiyet duygusuna sahip olmalarında önemli
bir role sahip olacaklardır. Zira Şart’ın amacı da bireylerin temel haklar konusundaki
19
GÜNDOĞDU, op.cit, s.11,17
LEMKE, op.cit, s.215
21
Elizabeth MEEHAN, “Citizenship and Nationality”, Center for European Entegration Studies,
Discussion Paper, No:63, 2000, s.7
20
13
rollerine dikkatlerini çekip, entegre olmuş bir Avrupa’da kendi hak ve
sorumluluklarının bilincinde olmalarını sağlamaktır23. Ancak bağlayıcı bir statüye
sahip olmaması halinde Şart, bireyler adına AİHS kadar önemli ve vazgeçilmez bir
belge niteliğinde olamayacaktır.24
B)
BİREY
TEMEL
HAK
VE
ÖZGÜRLÜKLERİNİN
KURUCU
ANTLAŞMALAR KAPSAMINDA KORUNMASI
AT’nin, daha birleşmiş bir Avrupa için, ekonomik ve politik kurumları ve
politikaları birleştirme çabalarındaki başarılarının aksine, bireylerin temel haklarının
korunmasının uygulanması alanında çok da başarılı olduğunu söylemek mümkün
değildir; zira ATAD temel haklara ilişkin denetiminin yetersizliğinden dolayı
eleştirilmektedir. Konuyla ilgili olarak; ATAD’ın çifte standart uyguladığı
düşünülmektedir. Üye devletlerin tasarrufları temel haklar bakımından sıkı bir
denetime
tabi
iken,
Birlik
tasarruflarının
denetimi
oldukça
hoşgörülü
gerçekleşmektedir.25
22
LERCH, op.cit, s.8
Ingolf PERNICE, “The Charter of Fundamental Rights in the Constitution of the European Union”,
http://www.whi-berlin.de/pernice-fundamental-rights.htm, s.5
24
Victor BOJKOV, “National Identity, Political Interest and Human Rights in Europe: The Charter of
Fundamental Rights of the European Union, Nationalities Papers, C.:32, No:2, 2004, s.34.
25
Füsun ARSAVA, Nice Anlaşması sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği Ankara Üniversitesi
Basımevi, ATAUM, Ankara, 2003, s.81
23
14
Topluluk hukukunda “doğrudan uygulanılabilirlik” ve “doğrudan etkiler
doğurabilirlik” kavramları konuyla ilgili olarak önem arz etmektedir. Doğrudan
uygulanabilirlik; bir Topluluk hukuku normunun üye devlet iç hukukuna dâhil
olması ve bu hukuku düzeninde uygulanabilmek bakımından herhangi bir
tamamlayıcı ulusal norma gereksinme duymaması anlamına gelmektedir. Doğrudan
etkiler doğurabilirlik ise, ulusal hukuka dâhil olan bir Topluluk hukuku normunun,
özel ve tüzel kişiler lehine haklar doğurması ve bu hakların ulusal yargı organları
önünde,
hak
sahipleri
tarafından
doğrudan
ileri
sürülebilmesi
anlamına
gelmektedir.26
Anılan kavramlar çerçevesinde uluslararası hukuk ile AT Hukuku arasındaki en
büyük farklardan biri, AT hukukunda bireylerin suje olarak kabul edilmesi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Topluluk hukuku bireyler için ve hak ve
yükümlülükler doğurmaktadır; bu olgu şüphesiz kabul edilmiştir. Buradaki asıl sorun
bireylerin haklarını ne ölçüde kullanabildiği hususudur.
Topluluk hukukunun etkin bir biçimde uygulanmasının sağlanması amacıyla
Kurucu Antlaşmalarda kabul edilen yargısal sistem, bireylerin haklarını aramaları
adına çok önemli bir araç oluşturmaktadır. Bu çerçevede üye devletler ya da
Topluluk
organları
başvurulabilecek
26
tarafından
yollar
aşağıda
gerçekleşen
ayrı
olarak
ihlallerin
giderilebilmesi
incelendiği
şekilde
için
Kurucu
Haluk GÜNUĞUR, Avrupa Topluluğu Hukuku, Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi Yayını,
Ankara, 1996, s.45
15
Antlaşmalar’da belirtilmiştir. Ancak, anılan yolların bireylerin temel hak ve
özgürlüklerinin korumada yeterli olup olmadıkları tartışma konusu olmaktadır.
Bu kapsamda çoğu ulusal anayasanın aksine, AT Antlaşması vatandaşların
resmi otoritelerin karşı güvenebilecekleri/ garanti alınan temel hak ve özgürlüklerin
sınıflandırılmasında ve korumasında belirgin bir şekilde başarısız olmuştur. Her ne
kadar ATAD temel hakları Topluluk hukukunun genel prensipleri altına sokarak
korumaya çalışmışsa da, Kurucu Antlaşmalarda yer alan prosedürlerde bireylerin
önlerine konan engeller kapsamında temel haklarını korumakta yetersiz kalmıştır.27
Kurucu Antlaşmalar kapsamında birey hakları aşağıda incelendiği üzere üç
yolla korunabilmektedir. Bu yollar ihlal davaları, ön karar prosedürü iptal davaları
olarak karşımıza çıkmaktadır.
1) İhlal Davası
İhlal davası, AT Kurucu Antlaşması’nın 226 ilâ 228’inci maddelerinde
düzenlenmiştir. İhlal davası çerçevesinde Komisyon, üye devletlere; ya da bir üye
devlet diğer üye devletlere karşı, Topluluk hukukunun ihlali gerekçesi ile ATAD
27
Dimple DHABALIA, “The European Court of Justice: An active enforcer of Freedom, or a
Passive Player in the EC Game?”, Denver Journal of International Law and Policy, 1999,
C: 27, No: 4, s.568
16
önünde dava açabilecektir. Anılan maddelerde yer alan “andlaşmalardan doğan
yükümlülükler” ibaresi, AT tüzüklerini, yönergelerini, kararlarını; bir başka deyişle
ikincil hukuku da kapsayacak şekilde geniş yorumlanmalıdır. İhlal davasının
uluslararası hukukta bir benzeri bulunmamaktadır, bu sebeple anılan dava önemli bir
boşluğu dolduran, üye devletleri dâhil oldukları uluslararası toplumun hukuka bağlı
bir unsuru haline getiren özgün bir araçtır.28
Ancak, ihlal davası Topluluk hukukunun ihlal edilmesinin önlenmesi
anlamında önemli bir araç olmasına rağmen, tek başına Topluluk hukukunda
kaynaklanan bireysel hakların korunmasını temin etmekten çeşitli sebepler
dolayısıyla uzak gözükmektedir. Şöyle ki; ihlal prosedürünün başlatılması yetkisi,
Komisyon, üye devletler, Avrupa Yatırım Bankası ve Avrupa Merkez Bankası
yönetim kuruluna verilmiştir. Ancak, Komisyon ve üye devletlere tanınmış olan bu
yetkinin niteliği takdiridir. Keza uygulamada çoğu zaman Komisyon, ihlaller
karşısında ATAD’a başvurmak yerine siyasi çözümleri tercih etme eğilimi içinde
olmaktadırlar. Komisyon’un ihlal davası açıp açmama konusunda kesin ve tam bir
takdir yetkisine sahip olması, harekete geçmeye hukuken zorlanamaması anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla, kendi hak ve menfaatleri üye devletler tarafından ihlal
edilen bireyler, ATAD’a başvurma imkânından yararlanamamaktadırlar ve bu
şekilde haklarını da koruyamamış olmaktadırlar. 29
28
TEKİNALP, Gülören, TEKİNALP, Ünal, Avrupa Birliği Hukuku, Betaş Yayımları, İstanbul, 2000,
s.241
17
Bu hususa ek olarak, ihlalde bulunan üye devlete karşı ihlal davası açılarak
ATAD tarafından söz konusu ihlal tespit edilse dahi, üye devletlere karşı
uygulanacak yaptırım da yetersiz kalmaktadır. Aslında kural olarak, davalı üye
devlet, ATAD’ın vermiş olduğu kararında öngördüğü önlemleri almak zorundadır;
bir başka deyişle üye devlete karara konu olan ihlali ortadan kaldırmak zorunluluğu
yüklenmektedir. Anılan önlemler, ihlali oluşturan düzenlemeyi veya uygulamayı
kaldırmak, AT düzenlemesini ulusal hukuka aktarmak, ilgili birimi cezalandırmak ve
zarara uğrayanlara tazminat ödemek gibi yaptırımları kapsamaktadır. Kararın yerine
getirilmemesi halinde ise, ATAD genellikle, bir takım ön prosedürler sonrasında üye
devleti para cezasına mahkum etmektedir.30 Bu bağlamda uygulamada da, ihlalde
bulunan üye devlete karşı para cezası dışında bir yaptırım uygulanamamaktadır.
Yaptırım konusunda ATAD kararlarının yetersiz kalması, cebren icra
yetkisinden yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira ATAD kararları tespit
niteliğindedir ve etkisi yine üye devletler arasındaki işbirliğine bağlıdır. Üye
devletlerin yapmış olduğu ihlaller dolayısıyla da genelde bireylerin zarar gördüğü
göz önünde bulundurulduğunda da, para cezası yaptırımı yapılan ihlalleri çok da
fazla caydırıcı kılmamaktadır. 31
29
Sanem BAYKAL, AT Hukukunun Etkili Biçimde Uygulanması ve Bireysel Haklar, Ataum,
Ankara, 2002, s.20
30
TEKİNALP, op.cit, s.246
31
BAYKAL, op.cit, s.20
18
2) Ön-karar Prosedürü
Ön-karar prosedürü AT Kurucu Antlaşması’nın 234’üncü maddesinde
düzenlenmiştir. Anılan madde çerçevesinde ATAD,
- Antlaşma’yı yorumlamaya,
- Topluluk organlarınca ve Avrupa Merkez Bankasınca yapılan tasarrufların
geçerliliğini belirlemeye ve yorumlamaya,
- Konseyin bir tasarrufu ile kurulan kurumların esas sözleşmelerinde öngörüldüğü
durumlarda bu sözleşmenin yorumuna ön-karar yoluyla karar vermeye yetkilidir.
İlgili madde uyarınca ayrıca
“İşbu Antlaşma tarafından Adalet Divanı’na
verilen yetkiler saklı kalmak üzere, Topluluğun taraf olduğu uyuşmazlıklar, bu
nitelikleriyle ulusal yargı organlarının yetkisini ortadan kaldırmaz.” hükmü yer
almaktadır. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, ATAD’ın münhasır yetkisine giren
alanlar dışında ulusal mahkemelerin yetkisi devamlılığını sürdürecektir.
234’üncü maddenin özellikle de (b) fıkrası, bireylerin için oldukça önem arz
etmektedir; zira anılan madde Topluluk bünyesinde yapılan tüm tasarrufların bu
madde kapsamına girmesine hukuki zemin oluşturmaktadır.32 Bu bağlamda ön-karar
32
Enver BOZKURT, Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ, Avrupa Birliği Hukuku, Avrupa Birliği
Hukuku, Asil Yayın Dağıtım, 2’nci Baskı, Ankara, 2004, s.129
19
prosedürünün bireyler açısından ayrı bir önemi bulunmaktadır. Ön karar prosedürü
çerçevesinde ulusal mahkemelere, önüne gelen Topluluk hukukuna ilişkin bir
uyuşmazlıkla ilgili, Topluluk hukukunun yorumuna ve geçerliliğine ilişkin hususları
ATAD’a gönderme imkânı verilmiştir. Ön karar prosedürünün asıl amacı, Topluluk
hukukunun aynı şekilde yorumu ve uygulanmasını teminat altına alarak, yeknesak bir
biçimde uygulanmasını sağlamak olsa da, kimi zaman Topluluk hukukundan
kaynaklanan hakları ihlale uğrayan bireylere hukuki başvuru ve telafi imkân
sağlamak niteliği ön plana çıkmaktadır.33 Zira ön karar prosedürünün en önemli
işlevlerinde biri birey haklarının korunmasına hizmet vermektir. Bireyler, bir ulusal
hukuk kuralının Topluluk hukukuna aykırı olması gerekçesiyle ilgili ulusal hukuk
kuralının uygulanmamasını isteyebilmektedirler ki bu çerçevede ulusal hukuk ile
Topluluk hukuku kurallarının birbirlerine uyumunun denetimi yapılmış olmaktadır.
Bir başka deyişle söz konusu yöntem sayesinde ATAD, ulusal hukuklar özerinde
dolaylı bir denetim gerçekleştirmektedir. Bu şekilde Topluluk ile ulusal hukuk
arasındaki yargılama yetkisi arasında bir iş bölümü yapılmış olmaktadır.34
Bireyler Birlik hukukuna göre prensip olarak Topluluk organlarının
tasarruflarına karşı doğrudan ATAD’a başvuramadıklarından dolayı, ön-karar
prosedürü çerçevesinde geliştirilen prensipler ve yorumlar birey haklarının
korunması açısından önem arz etmektedir. Bireyler sadece bu yol üzerinden ulusal
hukukun Topluluk hukukuna uygunluğunun denetimini yapabilmektedirler. Ön-karar
prosedürü ile ATAD, ulusal hakimlere, bireylerin yararına olarak Topluluk
33
BAYKAL, op.cit, s.24
20
hukukunun geçerliliğini saptama ve Topluluk hukukun ters düşen konularda ulusal
hukuku uygulamama görevi vermiştir. Zira günümüz itibariye Topluluk hukukunun
esasını oluşturan temel ilkelerin büyük bir çoğunluğu da ön-karar prosedürü
kapsamında ATAD’ın önüne gelen davalarda şekillenmiştir. Bunun en güzel
örneklerinden birini, “Topluluk hukukunun önceliği” prensibinin ortaya konulduğu
Costa/Enel35 davası oluşturmaktadır.36
Bu bağlamda, ön karar prosedürü ile, ihlal prosedüründe olan aksaklıklar bir
ölçüde de olsa giderilmeye çalışılmıştır. Ancak, ön karar prosedürü de birey
haklarının temini adına ciddi eksiklikler taşımaktadır. İhlal davalarında görülen
eksikliğin benzeri ön karar prosedürü için de geçerli olmaktadır. Zira ulusal
mahkemeler, önlerine gelen bir
davada Topluluk hukukuna ilişkin bir mesele
gündeme geldiği zaman, ATAD’a başvurmak zorunda değildirler; ATAD’a başvurup
başvurmama konusunda zorunlu takdir yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla ulusal
mahkemelerin ATAD’a başvurmak zorunda olmayışı, yani kendilerine bu bağlamda
geniş bir takdir yetkisi verilmiş olması, davaların her zaman ATAD önüne gelmesini
engellemektedir.37Bu
çerçevede
ATAD
ile
ulusal
mahkemeler
arasında
gerçekleşecek olan işbirliği çok büyük önem arz etmektedir. Keza ulusal
mahkemelerin Topluluk sistemi içerisinde gerek usul açısından gerekse ATAD ile
aralarında
34
35
36
37
oluşturulacak
güven
açısından
davaları
ATAD’a
göndermekten
Martijn Van WANROIJ, “Protection of Fundamental Rights Within the European Communuties”,
s.63
Case C-6/64,Costa Enel, 15.07.1964
Füsun ARSAVA, Roma Antlaşması’nda Önkarar Prosedürü ve Bu Prosedür Çerçevesinde Doğan
Sorunlar, Ankara, Ataum, 1989 s.13
Nihai mahkemelerin ATAD’a başvurmaları bir mükellefiyettir; bu konuda bir takdir yetkileri
mevcut değildir.
21
çekinmemelerinin sağlanması, bireylerin uğradıkları ihlallerin telafisi adına önemli
bir aşama olacaktır.
3)
İptal Davaları
İptal davası AT Kurucu Antlaşması’nın 230’uncu maddesinde düzenlenmiştir.
Anılan maddede, “Her gerçek ve tüzel kişi, kendileri için alınan kararlara ve
görünüşte bir tüzük veya bir başka kişiye yönelik olsa da kendisini doğrudan ve
kişisel olarak ilgilendiren diğer kararlara karşı dava açabilirler” hükmü yer
almaktadır. İptal davası ile, AB kurumlarının hukuki karar ve tasarrufları “geçerlilik”
ve “hukuka uygunluk” açısından ATAD’ın yargı denetimine sokulmuştur.38
Hükümden anlaşıldığı üzere, ihlalin tüzük veya kararlar aracılığıyla yapılmış
olması gerekmektedir. Bu durum akıllara direktifler aleyhine dava açılıp
açılanmayacağı
konusunu
gündeme
getirmektedir.
Ancak
ATAD’ın
uygulamalarından anlaşılmaktadır ki; 230’uncu maddede açıkça zikredilmemiş
olmasına rağmen direktifler de iptal davası kapsamında değerlendirilebilmektedir39.
Ayrıca, “tüzük” görünümünü taşımasına rağmen, aslında bireyin menfaatini
doğrudan doğruya ve bireysel olarak etkilenme karakterini taşıyorsa, ilgili karar
aleyhine de dava açabilecektir. Tüzük, direktif ve kararların yanı sıra, günümüz
38
39
BOZKURT, ÖZCAN, KÖKTAŞ, op.cit, s.121
WANROIJ, op.cit, s.61,
22
itibariye iptal davasına konu olabilecek tasarruflar; Parlamento ve Konsey’in
ortaklaşa aldığı kararlar, Komisyon ve Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı kararlar ile
Parlamento’nun üçüncü taraflarla karşılıklı olarak yasal etki yaratacak kararlardan
oluşmaktadır. Üye devletlerin karar ve eylemleri ile, Topluluk organlarının vermiş
oldukları tavsiye ve görüşlere karşı iptal davası açılamaz.40
Hangi konulara dayanarak iptal davası açılabileceği ilgili maddede açık bir
şekilde belirtilmiştir. Bu bağlamda “yetkisizlik”, ”önemli usullere ilişkin hükümlerin
ihlali”, “antlaşmanın veya onun uygulanmasına ilişkin bir hukuk kuralının ihlali” ve
“yetkinin kötüye kullanılması” durumlarında Konsey, Komisyon, Parlamento,
Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Yatırım Bankası ile her gerçek ve tüzel kişi iptal
davası açma hakkını haizdir.
İptal davası da birey haklarının temini açısından önem arz eden bir dava
türüdür. Öte yandan diğer dava türlerinde olduğu gibi bu dava türünde de birey
haklarının
temini
açısından
engeller
bulunmaktadır.
Zira
iptal
prosedürü
çerçevesinde bireylerin dava yoluna başvurabilme hakkı, “kendilerini doğrudan ve
bireysel olarak ilgilendiren kararlara karşı dava açabileceklerini” vurgusuyla
sınırlandırılmıştır.41
Bireyler normalde, Topluluk hukukunun birincil ve ikincil
kaynaklarından doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde etkilenmektedirler.
İlkinde hak ve borçlar doğrudan bir Topluluk Hukuku kaynağından doğmaktadır.
40
BOZKURT, ÖZCAN, KÖKTAŞ, op.cit, s.122
23
İkinci durumda ise, bireylerin hak ve borçları Topluluk hukuku kaynağında yer alan
Topluluk emrine veya yükümlülüğüne istinaden yapılmış bir ulusal düzenleme
dolayısıyla doğmaktadır.42 Bireylerin söz konusu prosedüre başvurabilmeleri için,
ihlale uğramış olan hakkın doğrudan Topluluk hukuku kaynağından doğmuş olması
gerekmektedir. Bu bağlamda “doğrudan ve bireysel” olma şartı, bireylerin haklarının
temini açısından bir eksikli yaratarak yeterli koruma sağlayamamaktadır.
Bu hususların yanı sıra, iptal davasının yaptırımında da zarar gören kişi lehine
tazminata hükmedilmemektedir; eğer kişiler zararlarının tazminini istiyorlarsa ayrı
bir dava açmalıdırlar. İptal davası ile sadece yasal dayanaktan yoksun olan tasarruflar
iptal edilmektedir. Anılan karar geriye etkilidir, tasarrufu hükümsüz kılmakta ve hiç
yapılmamış sonucunu doğurmaktadır.43
İptal davası le ilgili olarak değinilmesi gereken son bir husus da “hukuka
aykırılık def’i” ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda; Parlamento ile
Konseyin müştereken veya Konseyin, Komisyonun ya da Avrupa Merkez
Bankasının tek başlarına çıkardıkları bir Topluluk tüzüğünün bir iptal sebebi ile sakat
olduğu, ATAD önünde her zaman bir def’i olarak ileri sürülebilmektedir. Görüldüğü
41
Ken COLLINSON, “A Charter of Fundamental Rights of the European Union: Unified Human
Rights Protection in Europe”, 2000, s.12
42
BAYKAL, op.cit, s.34
43
BOZKURT, ÖZCAN, KÖKTAŞ, op.cit , s.124
24
üzere böyle bir def’inin ileri sürülmesi iptal davasının süresi olan iki ay koşuluna
bağlı değildir.44
İptal ve ihlal davaları ile ön karar prosedürüne ilişkin korunmadaki aksaklıklar
göz önünde bulundurulduğunda bireylerin temel haklarının korunması ile ilgili olarak
şu husus göze çarpmaktadır ki,
ATAD Topluluk temel hakları gerçek anlamda
kullanmamakta ve korumamaktadır. Bu kapsamda ATAD’ın, temel hakları
uygulamasını, icra edilmesi gereken bir yükümlülükten ziyade referans yapılacak bir
konu olarak gördüğü değerlendirilmektedir. Keza ATAD AİHM’nin iyice gelişmiş
yargı yetkisini de uygulamamıştır. Tabiki Kurucu Antlaşmalar çerçevesinde yapılan
ATAD korumasının her zaman bu şekilde devam edeceğini söylemek mümkün
değildir; ancak ATAD’ın bu konuda da aktif olması gerektiği de göz ardı edilemez ve
yadırganamaz bir gerçeği oluşturmaktadır. Zira Kurucu Antlaşmalarda iptal ve ihlal
davalarından bireylerin yararlanabilmesi adına çok yüksek standartlar koyulması
bireylerin temel hak ve özgürlüklerine ilişkin mağduriyetlerinin devamlılığının
sağlanmasından başka bir işe yaramamaktadır . Eğer ATAD bireylerin hukuki anlamda
korunmasının sürekli olarak reddederse, bu durum ATAD’ın Topluluk ve bireyler
içerisindeki prestijinin kaybolmasına neden olacaktır.45
44
45
TEKİNALP, TEKİNALP, op.cit, s.251-251
Christoph ENGEL, “The European Charter of Fundamental Rights: A Changed Political
Oppourtunity Structure and its Normative Consequences.”, European Law Journal, 2001, C:7,
No:2, İngiltere,Oxford, s.156-157.
25
C)
ATAD’IN TEMEL HAKLARA İLİŞKİN YAKLAŞIMI
Topluluğun kurulmuş olduğu yıllardan itibaren ATAD, insan hakları
konusunda herhangi bir denetim yetkisine sahip olmamasına rağmen , önüne gelen
insan hakları ihlallerine ilişkin davaları geri çevirmemiştir. ATAD korumakla
yükümlü olduğu AB hukukunun esasını oluşturan özgün
bir içtihat hukuku
geliştirerek, temel hakları koruyan AB mevzuatının eksikliğini gidermekte yaratıcı
bir rol oynamıştır.
Divan, ilgili bütün ulusal anayasaların ortak gelenekleri ve AİHS’nin ve ona
bağlı eklerin hükümlerini içtihatlarına konu etmek suretiyle pek çok karara imzasını
atmıştır. Bu şekilde oluşan ve gelişen içtihat hukuku bireylerin temel hak ve
özgürlüklerinin korunması adına çok önemli bir yere sahip olmuştur. ATAD’ın insan
haklarına ilişkin bu yaklaşımı birey merkezli bir yapıya verilen önemin ve bu
çerçevede insan haklarına ilişkin bir düzenleme olmadan entegrasyon süreci
içerisinde
tam
bir
birlik
oluşumunun
sağlanamayacağının
bir
kanıtını
oluşturmaktadır. Keza ATAD sistemi içerisinde insan hakları ekonomik konulara
ilişkin uyuşmazlıklar ile başlayarak, günümüz itibariyle her alanı kapsayan bir iç ve
dış politika haline gelmiştir.
26
1)
İçtihat Hukuku Çerçevesinde Gelişen Temel Haklar
ATAD’ın içtihatlarıyla şekillenen insan hakları konusu dönem dönem farklı
yaklaşımlara maruz kalarak zamanla gelişmiştir. Bu çerçevede Kremzow46 davası
ATAD’ın konuya ilişkin ilk yaklaşımları adına önem taşımaktadır. Kremzow
davasında ATAD, bireylerin insan haklarını korumada başarısız olmuştur, zira
Topluluk hukuku, iç hukuka yansıtılamamıştır.47 Kendisinin önüne ön karar
prosedürü çerçevesinde gelen ve AT’nin dört temel ilkelerinden biri olan kişilerin
serbest dolaşımına ilişkin bu davada ATAD, uyuşmazlık konusunu ulusal hukuk
kapsamı içerisine sokarak, Topluluk amaçları dışında tutmuştur. Bu bağlamda
ATAD, temel hakların davadaki durumu ile hükümlerine başvurulabilecek kadar
Topluluk Hukuku arasında yeterli bir bağlantı bulamamıştır.
Kremzow davası, birçok Avrupa devletinin AT üyesi de olsalar, ATAD’ın
bireysel egemenliklerini korumayı sağlamasını istemediklerinin bir göstergesinin
oluşturmaktadır.
Zira Topluluk hukuku ulusal hukukun da üstünde uluslarüstü
niteliğe haiz bir hukuk olmasına rağmen, AT sınırlandırılmış yetkilerin esas alındığı
bir sistemdir. Bu kapsamda üye devletler Topluluğun çok da büyük bir güce sahip
olmasını istememektedirler. 48 Özellikle bir devlette yargının sahip olduğu güç göz
önünde bulundurulduğunda, durumun ciddiyeti daha da net anlaşılmaktadır; zira AT
46
Case C-299/95, Kremzow v. Republic Osterreich, 1997 ECR 1289.
Erin Mcalpin EISELEIN, “Kremzow v. Republic Osterreich: A Case for Excluding Human Rights
Issues from the Jurisdiction of the European Court of Justice”, Denver Journal of International
Law and Policy, 1999, C: 27, No: 4,s. 581
48
EISELEIN, ibid, s .571-572
47
27
hukukunun uluslararası hukuktan farkı, çok daha bağlayıcı ve yaptırımı olan
uluslarüstü nitelikte bir hukuk olmasıdır. Bu bağlamda Kremzow olayında da üye
devletler, temel hak ve özgürlüğe ilişkin bir durumun ATAD’ın yargılama yetkisine
kalmasını istememişler, bu husus da ister istemez ATAD karalarına yansımıştır.
Keza ATAD da Kurucu Antlaşmalar’da kendisine verilen yetki çerçevesinde hareket
etmeyi tercih etmiştir.
ATAD’ın temel haklara ilişkin konulardan uzak kaldığı diğer önemli kararlar
Stork49 ve Nold I50 davalarıdır. “Stork” davasında ATAD; bir topluluk işleminin
Alman Anayasasında düzenlenmiş olan temel haklara uygunluğunu denetlemede
kendisini yetkili görmediğini belirtmiştir. Anılan davada ATAD Topluluğa özgü bir
temel hak anlayışının var olup olmadığına değinmemiştir. Nold I davasında ise
ATAD, “Ulusal hukuk kuralları, anayasal kurallar dahi olsalar, ATAD bu kurallara
uyulmasını sağlamakla yükümlü değildir.” diyerek konuya ilişkin yaklaşımını açık
bir şekilde sergilemiştir. Bu çerçevede ATAD iç hukuk kurallarına uyulmasını
sağlamakla yükümlü olmayacaktır.
Kurucu Antlaşma hükümlerine sıkı bir şekilde bağlı kalarak, temel haklar
hakkındaki ulusal ve uluslararası hukukun kabulünü reddeden ATAD, zamanla bu
konuya ilişkin yaklaşımını da yumuşatmış ve ulusal ve uluslararası insan hakları
hukukunun dikkate alınmasına bir alt yapı oluşturmuştur.
49
Case 1/58, Friedrich Stork v. High Authority of the European Coal and Steel Community, 1959
ECR 17.
28
ATAD içtihadında temel haklara ilişkin bu yaklaşımı destekler nitelikteki ilk
dava Stauder51 davasıdır. Zira ATAD 1969 yılına kadar temel haklara ilişkin
başvuruları değerlendirmemiştir.52 Anılan davada
ise İlk defa temel hakların
topluluk hukukundaki temeli açıklanmıştır. Bu kararında ATAD “Divanın saygıyı
sağlamakla yükümlü olduğu, Topluluk hukukunun genel ilkeleri arasında yer alan
kişinin temel haklarına aykırı hiçbir unsur içermediği” sonucuna varmıştır. Ancak,
anılan davada ATAD özetle Topluluk hukuk düzeninin genel ilkelerinin temel
hakları da kapsadığı belirtilmiştir. Daha sonraki Internationale Handelsgesellschaft53
davasında ise ATAD, temel haklara saygının Topluluk hukukunun genel ilkelerinden
olduğunu tekrarlamış ve temel hakların korunmasının üye devletlerin ortak anayasal
gelenekleriyle desteklenmek zorunda olduğunu, ancak bu korumanın da Topluluğun
yapı ve amaçlarına uygun olması gerektiğini belirtmiştir.54 Bu şekilde üye devletlerin
ulusal hukukları çerçevesindeki ortak temel haklar düzenlemelerine saygı duyulmuş
ancak bunların kabul edilebilirliğinin sınırı da koymuştur. Bu çerçevede üye
devletlerin ortak anayasal gelenekleri temel haklar kapsamında değerlendirilecek,
ancak bu hakların korunmasında Topluluk amaçları gözetilecektir.
50
51
52
53
54
Case C-40/59, Nold I v. Commission, 1960, ECR 423
Case 29/69, Stauder v. City of Ulm, 1969 E.C.R. 419
Alysa WARD,:Case Comment: The Opinion of the Court of justice Regarding Accession to the
Europen Convention For The Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms: Redirecting
the Development of Fundamental Rights wıth the Europeane Union, www.heinonline.com.,s. 645
Case C-11/70 Internationale Handelsgesellschaft v. Einfuhr-und Vorratstelle für Getreide und
Futtermittel 1970 ECR 1125,
TEKİNALP, op.cit, s.756
29
“Nold 2”
55
davasında ise ATAD temel hak korumasının dayanaklarına üye
devletlerin taraf oldukları insan haklarına ilişkin uluslararası andlaşmaları da dâhil
etmiştir. Üye devletlerin anayasalarında tanınan ve korunan ya da üye devletlerin
işbirliği yaptıkları veya imzaladıkları uluslararası andlaşmalarla bağdaşmayan
önlemleri onaylamayacakları belirtilmiştir. ATAD Topluluğa üye devletlerin
anayasalarına yerleşik ortak ilkelerce tanınan ve korunan temel haklara aykırı
önlemlerin Topluluk bakımından da kabul görmeyeceğinin altını çizmiştir. Bu
davada ilk kez ve çok açık biçimde, doğrudan insan haklarının korunmasına
özgülenmiş bir belge olan AİHS’ye referans yapılmıştır. Böylece ATAD, bu hükmü
ile AİHS’nin Topluluk hukuku çerçevesi içinde yol gösterici bir kaynak olduğunu
vurgulamış olmuştur.56
Bu çerçevede ATAD, Topluluk hukukunun bir kaynağı olarak AİHS’ye ilk
özel atfını Rutili57 davasında yapmıştır. Burada ATAD, Topluluk hukukunun açık
hükümlerinin AİHS’nin içerdiği genel ilkelerde temelini bulabileceğine karar
vermiştir. Anılan davada ATAD, davaya konu olan tüzüğün, üye devletlerin
yabancıların denetimi bağlamında tanıdığı yetkileri, AİHS’nin çeşitli hükümlerinde
tanınan yetkilerden daha sınırlayıcı olduğu hükmüne vararak, açık ve net bir şekilde
AİHS’ye atıfta bulunmuştur.
55
Case C-4/73, Nold 2 v. Commission, 1974 ECR 491.
Burak TANGÖR, “Avrupa Birliğinde İnsan Hakları Sözleşmesi”, G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, C:1, s. 240
57
Case 36/75, Rutili v. Minister for the Interior 1975 E.C.R. 1219,
56
30
Yine AİHS’ye atıf yapılan Hauer58 davasında da ATAD, mülkiyetin korunması
ile ilgili olan AİHS’nin 1 nolu Protokolünde düzenlenen hakkın Topluluğa üye
devletlerin anayasalarında yer alan ortak bir hak olduğunu belirtmiştir.59 Bu
bağlamda hem AİHS hem de üye devletlerin ortak anayasal gelenekleri ATAD’ın
kararında ön plana çıkmıştır.
Bu çerçevede AİHS tarafından garanti altına alınan temel hak ve özgürlükler,
üye devletlerin bir takım ortak anayasal geleneklerin sonucu oldukları için, Topluluk
hukukunun genel prensiplerini oluşturmuştur. Temel haklar, üye devletlerden Birliğe
transfer edilecek yetkilerin, ulusal hukuk düzenleri altındaki bireylere sağlanan
koruma düzeyinin azalması sonucunu doğuracağı korkusuna tepki çerçevesinde
Birliğin hukuk düzeni içinde gelişmiştir; zira bu husus ATAD’ın, temel hakları,
karakter olarak Birlik hukukunun genel prensipleri arasında saymasının nedenini
açıklamaktadır.60
Öte yanan, ATAD’ın kararlarında AİHM’ye atıf yapması zamanla giderek
çoğalmıştır. Ancak ATAD, AİHM’nin kararlarına atıf yapmasına rağmen, AİHS’nin
insan hakları alanındaki sorunların yorumlanmasında kontrolün tamamıyla kendi
58
Case 44/79, Liselotte Hauer v. Land Rheinland-Pfalz., 1979 ECR 3727.
TANGÖR, op.cit, s.240
60
Oliver SCHUTTER, “The Implementation of the EU Charter of Fundamental Rights through the
Open Method of Coordination”, Jean Monnet Working Paper, No: 07/04, Newyork, s.3
59
31
elinde tutmasını istememiştir. Bu çerçevede ATAD, AİHS’yi daha çok kendisine bir
rehber olarak görmeyi tercih etmiştir.61
ATAD’ın bu şekilde yıllarca gelişen içtihat hukuku çerçevesinde zamanla bir
haklar kataloğunun oluşmuştur. Bu kapsamda ATAD’ın önüne gelen davalarla farklı
zamanlarda şekillenen hakların yer aldığı katalogda bulunan hak ve ilkeleri şu
şekilde saymak mümkündür:62
•
İnsan onuruna yakışır muamele.63
•
Eşitlik ilkesi.64
•
Ayrım yapmama ve eşit muamele ilkesi.65
•
Mülkiyet hakkı.66
•
Serbest dolaşım hakkı.67
•
Dernek kurma hakkı (örgütlenme özgürlüğü)68
•
Din ve inanç özgürlüğü69
61
Elizabeth DEFEIS,: “Human Rights and The European Union: Who Decides? Possible Conflicts
Between the European Court of Justice and the European Court of Human Rights”, Dickinson
Journal of International Law, 2001, C:19, No. 2, s.317
62
TEZCAN, op.cit , s.207
63
Bkz. Divanın 97/74 sayılı Casagrande davasında verdiği 03.07.1974 tarihli kararı.
64
Bkz. Divanın 08/57 sayılı Groupement des hauts fourneaux davasında verdiği 03.07.1974 tarihli
kararı.
65
Bkz. Divanın 43/75 sayılı Defrenne davasında verdiği 08.04.1994 tarihli kararı,
66
Bkz. Divanın 44/79 sayılı Hauter davasında verdiği 13.12.1979 tarihli kararı,
67
Bkz. Divanın 36/75 sayılı Rutuli davasında verdiği 28.10.1975 tarihli kararı.
68
Bkz. Divanın 175/73 sayılı Massa davasında verdiği 08.10.1974 tarihli kararı.
69
Bkz. Divanın 130/75 sayılı Prais davasında verdiği 27.10.1976 tarihli kararı.
32
•
Özel hayatın korunması.70
•
Aile hayatının korunması.71
•
Adil yargılama ve etkin yargısal korunma hakkı.72
•
Savunma hakkı.73
•
Cezai hükümlerin geriye yürümezliği.74
•
Suç ve cezaların yasallığı ilkesi.75
•
Mesken dokunulmazlığı.76
•
Fikir ve yayın özgürlüğü.77
•
Tıbbi sırların korunması.78
•
Meslek seçme özgürlüğü.79
•
Ticaret özgürlüğü.80
•
Rekabet özgürlüğü.81
70
Bkz. Divanın 136/79 sayılı National Pnasonic davasında verdiği 26.06.1980 tarihli kararı.
Bkz. Divanın 249/86 sayılı Commission/ Allemagne davasında verdiği 18.05.1989 tarihli kararı.
72
Bkz. Divanın 98/79 sayılı Pecastaing/ Belgique davasında verdiği 05.03.1980 tarihli kararı.
73
Bkz. Divanın 42-49/59 sayılı Snupat davasında verdiği 22.03.1961 tarihli kararı.
74
Bkz. Divanın 63/83 sayılı Regina Kent Kirk davasında verdiği 10.07.1984 tarihli kararı.
75
Bkz. Divanın 63/83 sayılı Regina Kent Kirk davasında verdiği 10.07.1984 tarihli kararı.
76
Bkz. Divanın 46/87 sayılı Hoechst/Commission davasında verdiği 21.09.1989 tarihli kararı.
77
Bkz. Divanın 43/82 sayılı VBVB ve VBBBB /Commission davasında verdiği 17.01.1984 tarihli
kararı.
78
Bkz. Divanın 62/90 sayılı Commission/ Allemagne davasında verdiği 08.04.1992 tarihli kararı.
79
Bkz. Divanın 44/79 sayılı Hauer davasında verdiği 13.12.1979 tarihli kararı.
80
Bkz. Divanın 11/70 sayılı Internationale Handelsgesellschaft davasında verdiği 17.12.1970 tarihli
kararı.
81
Bkz. Divanın 240/83 sayılı Procureur de le Rep./ADBHU davasında verdiği 07.02.1985 tarihli
kararı.
71
33
•
Hukuksal güvenlik ilkesi82
Bu hak ve ilkelere bakıldığında, önceden de değinildiği üzere AİHS’de yer
almayan ekonomik ve sosyal nitelikli hakların da Birlik sistemi içerisine dâhil
edildiği görülmektedir. Buna ek olarak, Topluluğun uluslarüstü yapısının doğal bir
sonucu olarak da, ATAD’ın varlığı ve bir takım hukuksal prensiplerin temel hakların
korunması çerçevesinde uygulanıyor olması, Topluluk sistemini AİHS’ye nazaran bir
adım öne çıkartmıştır83. Öte yandan bireylerin haklarının temini maksadıyla ATAD’a
başvuru prosedürlerinde yer alan engeller ya da eksikliler, aşağıda inceleneceği üzere
bireyler adına tam anlamıyla bir koruma sağlamaktan uzak görünmektedir.
2) ATAD’ın 2/94 Sayılı Görüşü84
Topluluk içerisinde yer alan insan hakları politikasına ilişkin hukuki eksiklik,
Topluluğun ya da Birliğin AİHS’ye taraf olması hususunu gündeme getirmiştir. Bu
kapsamda Avrupa Birliği Konseyi tarafından, AT’nin AİHS’ye taraf olmasının AT
Kurucu Antlaşması ile bağdaşıp bağdaşmayacağı konusunda ATAD’dan görüş
talebinde bulunulmuştur. Zira Kurucu Andlaşma’nın 300’üncü maddesi gereğince
Avrupa Parlamentosu, Konsey, Komisyon veya
82
bir üye devlet tasarlanan bir
Bkz. Divanın 169/80 sayılı Gonrand davasında verdiği 09.07.1981 tarihli kararı.
A.Işıl KARAKAŞ, Avrupa Topluluğu Hukuk Düzeni ve Ulus Devlet Egemenliği, Der Yayım,
İstanbul, 1993, s.65
84
ATAD’ın AİHS’ye katılımına ilişkin görüşü için bknz 2/94 ECHR [1996] ECR I-1759
83
34
antlaşmanın Antlaşma hükümlerine uygunluğu konusunda ATAD’dan görüş talep
edilebilmektedir. Bu hüküm ilk defa AİHS’ye katılma konusunda Konsey tarafından
işletilmiştir.
2/94 sayılı görüşü çerçevesinde ATAD, Topluluğun insan hakları alanında
genel normatif
bir yetkisinin bulunmayışından bahisle, kurucu antlaşmanın bu
haliyle AİHS’ye taraf olmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Anılan görüş
çerçevesinde ATAD “İnsan haklarına saygı Topluluk işlemlerinin hukukiliğinin bir
şartıdır. Bununla birlikte Sözleşme’ye katılma, Topluluğun ayrık bir uluslararası
sisteme girmesinin gerektirdiği gibi, tüm Sözleşme hükümlerinin Topluluk hukuk
düzeniyle bütünleşmesini gerektirmesi bakımından da Topluluğun bugünkü insan
haklarını koruma sisteminde ciddi değişiklikler gerektirir......Toplulukta insan
haklarını koruma sisteminin bu şekilde değiştirilmesi, Topluluk ve üye devletler
bakımından esaslı kurumsal sonuçlar ile birlikte anayasal önemde olur ve bu sebeple
Roma Antlaşması’nın 235’inci85 maddesinin kapsamını aşar. Bu değişiklik ancak
Antlaşmanın değiştirilmesi yoluyla sağlanabilir.” kararına varmıştır. Kısacası bu
kararıyla ATAD, kendisinin insan hakları alanındaki faaliyetlerinde “status quo”
nun devamlılığının sağlanmasına hükmetmiştir, bu bağlamda insan hakları
korunması her davada çıkan sonuçlar çerçevesinde yine ATAD tarafından
geliştirilecektir.86
85
“Ortak Pazar işleyişinde, Topluluğun amaçlarından birisini gerçleştirmek için Topluuk tarafından
bir girişimde bulunmak zorunlu olur da, bu Andlaşmada o girişim için gerekli yetki öngörülmemiş
bulunursa, Konsey…gerekli düzenlemeleri oybirliği ile yapar.”
35
Görüldüğü üzere ATAD’a göre, Topluluğun AİHS’ye taraf olması, Topluluğun
ayrı uluslararası bir sisteme dâhil edilmesini ve sözleşme hükümlerinin bütününün
Topluluk Hukuku düzenine entegrasyonunu içerdiği ölçüde, Topluluğun insan
haklarının korunması sisteminde esaslı bir değişiklik gerektirecektir. Böyle bir
değişiklik ise, “anayasal bir boyut olarak” ve ancak AT Antlaşmasının revize
edilmesi yoluyla gerçekleştirilebilecektir.87 Zira ATAD, bu konuya çoğu zaman
olumsuz bir yaklaşım sergilemiştir. Topluluğun AİHS’ye taraf olması, Topluluk
organlarının denetimini AİHM’nin yargı alanına sokacaktır. Bu hususa ek olarak
zaten AİHS’ye taraf olan üye devletlerin vatandaşları da temel haklarının ihlal
edildikleri gerekçesiyle, Birliğin de AİHS’ye taraf olduğunu gözeterek AİHM’ye
çok daha rahat olarak başvurabileceklerdir. Bu bağlamda ATAD, hukuki sorunları
bir yana bırakırsak, Topluluk hukuku sisteminde kendisiyle eş düzeyde bir
mahkemenin yetkisini kabul etmek istememesinin yanı sıra, Birliğe üye olmayan
devletlerin yargıçlarından oluşan bir mahkemenin Topluluk hukukuna ilişkin karar
verebilmesini de eleştirmektedir. Keza ATAD’a göre Topluluk Hukukunu tam
anlamıyla bilmeyen bir mahkemenin temel hak ve özgürlüklere ilişkin konuları
Topluluk Hukuku çerçevesinde yorumlaması çok da sağlıklı bir mekanizma
olmayacaktır.
86
87
WARD, op.cit, s.636
Mahmut GÖÇER, “Avrupa Birliği ve Temel Hakların Korunması”, www.anayasa.gov.tr/
anayargi, s.387
36
II. BÖLÜM
TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN TARİHÇESİ VE
HUKUKİ STATÜSÜ
Çağdaş medeniyetlerin bir simgesi niteliğinde olan temel haklar, Avrupa
Topluluklarının kuruluş yıllarından itibaren üzerinde durulan ve antlaşmalara geç
intikal etmiş olmasına rağmen uygulanan politikalarda her zaman göz önünde
bulundurulan bir konu olmuştur. Üye devletler tarafından özü itibariyle daha çok
ülkelerin egemenlik yetkilerine ve bu kapsamda ulusal hukuklarına hitap eden bir
konu olması nedeniyle de temel hakların antlaşmalara geçirilerek bağlayıcılık
kazanması her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Bu çerçevede bireylerin temel
haklarını güvence altına alan Temel Haklar Şartı’nın hukuki mahiyeti de üye
devletlerin anılan endişeleri çerçevesinde tam anlamıyla bağlayıcılık kazanamamakla
birlikte bir takım hukuki ve politik etkilerini devam ettirmiştir.
Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsünün belirlenmesinin doğru bir şekilde
açıklanabilinmesi açısından Şart’ın oluşum sürecinin irdelenmesi büyük önem arz
etmektedir. Zira Şart’ın geçmişi Topluluk organlarının ve üye devletlerin temel
haklara ilişkin yaklaşımlarını yansıtmaktadır. Bu kapsamda bu bölümde ilk olarak
Şart’ın tarihi gelişimi kapsamında temel haklara ilişkin düzenlemelere neden ihtiyaç
duyulduğu irdelenerek, kuruluş yıllarından günümüze kadarki olan dönem
içerisindeki gelişmelere yer verilecektir. Daha sonraki bölümde ise Şart’ın hukuki
37
mahiyeti, bir başka deyişle Birlik hukuku sistemi içerisinde bağlayıcı olup olmadığı
konusundaki tartışmalara yer verilerek bir sonuca ulaşılacaktır.
A) TEMEL HAKLAR ŞARTI’NA İHTİYAÇ DUYULMASININ SEBEPLERİ
1957 Roma Antlaşması’ndan itibaren ekonomik amaçlar ile faaliyetlerine
başlayan AT’nin, 1992 Maastricht ile gelen AB bünyesinde siyasi bütünleşmeye
doğru yol aldığı derinleşme süreci dikkate alındığında, pek çok konuda pek çok
ilerleme kaydettiği görülmektedir. Bu bağlamda Topluluğun dinamik yapısı göz
önünde bulundurulduğunda, ihtiyaçlara göre kurucu antlaşmalarda da değişikliklere
gidilmektedir. Zira Avrupa Birliği Hukukunda Kurucu Antlaşmalar, Topluluğun
temel kaynaklarını oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda Avrupa Kömür Çelik
Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu, AB
Antlaşması ve bu antlaşmaları değiştiren diğer belgeler Topluluğun “Anayasası”
olarak nitelendirilmektedirler. Topluluğun günden güne giderek artan faaliyetleri
sonucu Kurucu Antlaşmalarda değişiklik ihtiyacı gerektiren konulardan biri de temel
hakların korunması olmuştur. Keza Topluluk hukuku ile hiçbir ilgisi yokmuş gibi
gözüken konular dahi insan haklarına ilişkin konuların ATAD’ın önüne bir dava
olarak gelmesi, temel hakları Birlik politikaları içerisinde ön sıralara taşımıştır.
İnsan hakları alanına ilişkin, ne Roma ne Paris Antlaşması’nda herhangi bir
atıf bulunmamaktadır. Ancak, hem İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde hem
38
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde en üstün tutulan iki temel hak, fiilen Topluluk
kurumlarının özel yetki alanı içerisinde tutulmuştur. Anılan haklardan ilkini işçi ve
kendi hesabına çalışanlara tanınan dolaşım serbestisi hakkı, ikincisini ise milliyet ve
cinsiyete dayalı ayrımcılığın yasaklanması hakkı oluşturmaktadır.88 Anılan haklar
dışında Roma Antlaşması’nın, Avrupa Parlamentosu’nun denetim yetkisine ve
ATAD tarafından yargı denetim yetkisine ilişkin hükümleri de, entegrasyon
girişiminin en başından itibaren demokratik ilkelere ve değerlere saygı gösterme
çabasının bir ifadesidir.
Temel haklar üye devletlerin Avrupa Birliği’ne yetki transfer etmeleri sonucu
birey haklarının ulusal hukuk sistemlerine göre daha az korunacağı kaygısı
çerçevesinde gelişmiştir. Birlik içerisinde temel hakların sahip olduğu bu kötü ün
çerçevesinde iki sonucun çıkması mümkündür. Birinci sonuca göre temel haklar,
geliştirilmekte olan bir amaçtan ziyade AB’nin yetkilerini kullanmasında bir dış
sınır niteliğindedir. İkinci olarak temel hakların etkin korunmasının sağlanabilmesi
adına Birlik içerisinde etkin bir yetki alanı oluşturulmamıştır. 89
Görüldüğü üzere Topluluğun Kurucu Antlaşmalarında bir temel haklar
kataloğu yer almamasına rağmen temel hak benzeri uygulamalardan söz etmek
mümkün olmuştur. Keza, üye devletlerin hukuk düzenlerindeki temel hak korunması
dikkate alınarak, Topluluk için de benzer bir korumanın kaçınılmaz olduğunu da ileri
88
TANGÖR, op.cit, s.235
39
sürmek mümkündür. Avrupa Toplulukları Antlaşması’nın başlangıç kısmında yer
alan ifadeler, bu kaçınılmazlığın zımni bir göstergesi olarak yorumlanabilir. 90 Anılan
ifadede üye devletlerin Birliğin kuruluşu ile barış ve “özgürlüğün geliştirilmesi”
konusunda azimli oldukları belirtilmiştir. Bu şekliyle kurucu antlaşmalardaki
eksikliğin nedeni, üye devletlerin temel hak korunmasından arındırılmış bir alan
yaratma isteğiyle değil, bu antlaşmaların teknik ve ekonomik niteliklerinin baskın
olmasıyla açıklanabilecektir.
Öte yandan, insan hakları konusunun açık bir şekilde Kurucu Antlaşmalarda
düzenlenmemiş olması, AT’nin kuruluş yıllarından itibaren, Topluluk kurumlarının,
sahip oldukları geniş yetkileri kullanırken bireyin temel haklarını ihlal edebilecekleri
gerekçesiyle, temel insan hakları konusunda Toplulukların tabi olacakları açık
kurallar getirilmesi yönünde görüşler ileri sürülmesine neden olmuştur.
Her şeyden önce Avrupa Toplulukları konusu Kurucu Antlaşmalar, Maastricht
Antlaşması ile gelen üç sütunlu yapının ilk sütunun oluşturmaktadır ve bu bağlamda,
kurucu antlaşmalarda insan hakları alanında bir düzenlemenin olmaması bir takım
sorunları da beraberinde getirmektedir. Avrupa Toplulukları Kurucu Antlaşmaları’na
göre ATAD’ın yetki alanı “antlaşmaların uygulanması ve yorumlanması” şeklinde
sadece birinci sütunda yer alan konular ile sınırlıdır. Bir başka deyişle ikinci sütunu
teşkil eden “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası” ile, insan haklarına ilişkin konuların
89
Oliver de SCHUTTER, “The Implementation of the EU Charter of Fundamental Rights Through
the Open Method of Coordination”, Jean Monnet Working Paper, No: 07/04, s.3
40
çoğunlukta olduğu üçüncü sütunu teşkil eden “Adalet ve İçişleri Alanında İşbirliği”91
sütunu kapsamında yer alan konularda ATAD yetki sahibi değildir. Bu kapsamda
ATAD, kendisine verilen yetki çerçevesinde birbirlerinden farklı özellikler taşıyan
davalara bakmaktadır; ancak şu husus çok önemlidir ki; ATAD’ın söz konusu
davalara ilişkin yetkileri Kurucu Antlaşmalara ilişkindir. Öte yandan, uygulamaya
bakıldığında,
ATAD’ın
insan
hakları
alanındaki
davalara
da
baktığına
rastlanmaktadır. Zira ATAD, yasal bir düzenleme olmamasına rağmen, kendisine
intikal eden insan hakları alanındaki davaları geri çevirmemektedir.
1977 yılında Parlamento, Konsey ve Komisyon’un yaptığı ortak açıklamada,
Topluluk organlarının, üye devlet anayasaları ile 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nden kaynaklanan temel haklara saygılı olacaklarını belirtmeleri, artık
ATAD’ın insan haklarına ilişkin davalarda yargı kararlarını AİHS’ye dayanarak
vermesini de mümkün hale getirmiştir.92 Bu şekilde alınan kararlar sonucu AT
hukukunda, insan hakları alanında, 1960’lı yıllardan itibaren gelişmeye başlayan bir
“içtihat hukuku” oluşmuştur. Bu çerçevede 1977 Bildirgesi herhangi bir yasal
bağlayıcılığı olmamasına rağmen insan hakları alanında çok önemli bir aşama olarak
karşımıza çıkmaktadır.
90
91
92
TEKİNALP, op.cit, s.741
1999 Amsterdam Antlaşması ile beraber bu sütunun adı “cezai alanlarda polise ilişkin hususlarda
adli işbirliği” olarak değiştirilmiştir.
Ömer KURTBAĞ, “İnsan Hakları Koşuluna Dayalı Avrupa Birliği Dış İlişkileri ve Genişleme
Politikası”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C:1, 2002, s.2
41
1977 Bildirgesiyle çözülmeye çalışılmasına rağmen; söz konusu alandaki
hukuki boşluğun giderilmesi ihtiyacı, her zaman bir sorun olarak kendini göstermeye
devam etmiştir; zira AB’nin dinamik yapısı ve bu yapı sonucu sürekli gelişen
entegrasyon süreci, insan hakları alanındaki bu problemin giderek daha çok gündeme
gelmesine neden olmuştur. Bu durum da, Topluluğu insan hakları konusunda
herhangi bir düzenleme olmaması nedeniyle eleştirilerle karşı karşıya getirmiştir.
Bu çerçevede Avrupa Birliği, tüm üye ülkelerince kabul edilmiş ve evrensel
nitelikteki
AİHS’deki
ve
ek
protokollerdeki
hakları
ilke
olarak
kabul
etmiş ve uygulamalarını bu çerçevede geliştirmiştir. Ancak, her ne kadar
AİHS üye devletlerce kabul edilmiş olsa da, Avrupa Birliği normu olarak kabul
edilen bir metnin eksikliği duyulmaya devam etmiştir. Bireyler gerçek anlamda hangi
haklara sahip olduklarını bilmemektedirler. Üye devletlerin tümü AİHS’nin
protokollerini onaylamamışlardır. Keza ATAD’ın da kararlarına ilişkin açık ve net
bir alt yapısı bulunmamaktadır. Halbuki temel haklara ilişkin bir belgenin varlığı
halinde bireyler de daha belirgin ve ortak çıkarlar doğrultusunda iddialarını gündeme
getirebileceklerdir93.
Bu bağlamda ilk çözüm yolu olarak Topluluğun AİHS’ye taraf olması
önerilmiş94; ancak bu durum özellikle de ATAD tarafından büyük tartışmalara
yol açtığı için sürüncemede kalmıştır. ATAD, Topluluğun AİHS’ye taraf olmasına
93
E.Oddvar ERIKSEN, “Why a Charter of Fundamental Rights in the EU?”, Arena Working
Papers, No:02/36, 2002, s.3
42
ilişkin görüşünde Avrupa Topluluğu Antlaşması’nın hiçbir hükmünün “insan hakları
konusunda düzenleme yapmak ya da insan haklarıyla ilgili uluslararası antlaşmalar
yapmak” için Topluluk kurumlarına genel bir yetki vermediğini belirtmiştir95. Söz
konusu başarısız girişim sonucunda da Topluluğun, bahsedilen gereksinimler
dolayısıyla kendi “Temel Haklar Bildirgesi”ni hazırlaması gerektiği hususu daha çok
yandaş bulmaya başlamıştır. Bunların yanı sıra ATAD’ın sadece birinci sütunda
yetkili olması, insan haklarına ilişkin olarak yetki sahibi olmaması bir takım
sorunları da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar Amsterdam Antlaşması ile temel
Topluluk hakları içinde bulunan vize, göç, iltica ve kişilerin serbest dolaşımı ile ilgili
iade, sınırdışı etme gibi konular üçüncü sütundan alınıp birinci sütuna aktarılarak
ATAD’ın yargı yetkisi içine dâhil edilmiş olsa da, üçüncü sütun dâhilindeki polis ve
ceza infaz yetkilerinin genişlemesi, insan hakları alanındaki düzenlemelerin
eksikliğini hissettirmiştir; zira polis ve iç güvenlik gibi pek çok meselede ATAD’ın
yetkisi tanınmamıştır. Temel haklara ilişkin esas bir belgenin var olmayışı ATAD’ın
bu konuyu olaylara uygulamasında bir engel yaratmaya devam etmiştir.
ATAD’ın söz konusu alandaki yetki eksikliğinin yanı sıra Kurucu Antlaşmada
yer alan bir takım düzenlemelere karşın bireylerin temel haklarının korunması yolu,
çalışmanın ilk bölümünde ayrıntılı olarak değinildiği üzere yine kapatılmış
bulunmaktadır. Bu bağlamda, AT Kurucu Antlaşması Madde 230 çerçevesinde
ATAD’a bir temel hak ihlali gerekçesi ile Topluluk tüzükleri aleyhine karşı başvuru
imkânı getirilmiştir; ancak başvuranın doğrudan ve bireysel ilgisi olması şartı
94
95
ATAD’ın 2/94 sayılı görüşü çalışmanın ilk bölümünde ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Naz ÇAVUŞOĞLU, “Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Sözleşmesi:”Katılım Meselesi”, s.3
43
aranmaktadır.96 Madde 232 çerçevesinde ise, bir ihlalin saptanmasına yönelik olarak
açılacak bir davanın kabul görmesi ancak önceden ilgili kuruma başvurulmuş olma
şartına bağlanmıştır. Bunlara ek olarak ATAD’ın ön-karar prosedürü çerçevesinde de
bireylerin bir anlamda haklarının korunması mümkündür. Bu bağlamda bireyler,
ulusal mahkemeler aracılığı ile ATAD’a ulaşabilmektedirler; ancak bu durumun da
herhangi bir garantisi mevcut değildir; zira ulusal mahkemelerin ATAD’a gidip
gitmeme konusunda bir takdir hakları mevcuttur. Bireylerin temel haklarının
korunması ve mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin Kurucu Antlaşmalarda bulunan
bu engellerin giderilmesi de temel haklar adına çok büyük önem taşımaktadır.
Birey merkezli sorunları bir yana bırakırsak, temel haklara ilişkin bir de siyasi
boyut söz konusudur. Birliğin kendi insan hakları politikası çerçevesinde kendi
Temel Haklar Bildirgesi’nin bulunması elbette ki dış dünyanın da Birliğe olan bakış
açısını olumlu etkileyecekti. Bu şekilde Birliğin kendi temel haklara ilişkin belgesi,
ekonomik alanlara ilişkin faaliyetlerinin yanı sıra diğer siyasi alanlarda entegrasyon
adına önemli adımlar attığının bir göstergesini oluşturacaktı. Bu husus da Birliğin,
sadece ekonomik bütünleşme de değil, siyasi platform da
güçlü bir role sahip
olabileceğini de gösterecekti.
Görüldüğü üzere gerek ATAD’ın insan hakları alanındaki yargı yetkisinin
eksikliği, gerek bireylerin temel hakların korunmasına ilişkin düzenlemelerin
96
J. WEILER, “An ‘Ever Closer Union’ in Need Of A Human Right Policy: The European Union and
Human Rights”, Harward Jean Monnet Working Paper,Cambrıdge, 1999, s.41-43
44
pratikteki işleyişlerinin zorluğu, gerekse Avrupa Birliğinin siyasi entegrasyon
sürecindeki başarısının sağlanması konuları bir temel haklar düzenlenmesi ihtiyacını
açıkça ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda Şart’ın kabul edilişi, Avrupa Birliği’nin
temel ilkelerini ortaya koymak, uluslarüstü kurumlarını da siyasi ilkelerle bağlamak
ve aynı zamanda Avrupa Birliği’nin ekonomik alandan siyasi alana geçişi ve bu
kapsamda siyasi olarak da ağırlık kazanmasının da ön şartı olarak görülmüştür.
B)
TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN TARİHSEL GELİŞİMİ
1)
Avrupa Tek Senedi
Avrupa Tek Senedi’nin dibacesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve insan
haklarına saygıya atıf yapılarak insan hakları adına çok önemli bir gelişme
kaydedilmiştir. Zira bu atıf, temel hakların Birlik düzeyinde korunmasına ilişkin
bilincin iyice oluştuğunun göstergesidir.97 Bu kapsamda AİHS’nin oynadığı roller ve
insan hakları korumasının genel ilkesi anılan bölümde yer almaktadır.
Dibacede “Üye Devletlerin, yasaları ve Anayasalarıyla, AİHS ve Avrupa
Sosyal Şartı’nda belirtilen temel özgürlükleri, özellikle de özgürlük, eşitlik ve sosyal
adaleti temel alarak demokrasinin gelişmesi konusunda kararlı oldukları” ifade
45
edilmiştir. Ayrıca, “BM Şartı çerçevesinde yüklendikleri yükümlülüklere uygun
olarak, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasına birlikte katkıda bulunmak için,
üye devletlerin bağlı bulundukları demokrasi ilkeleri ve insan haklarına saygıyı
savunma bilincinde oldukları” belirtilmiştir.
Dibacede yer alan insan haklarına ilişkin bu tür düzenlemelerin uluslararası
hukuk açısından bağlayıcı olup olmadığı tartışma konusudur;98 ancak yine de
Topluluğun bu konudaki niyetini ortaya çıkarır mahiyette olduğundan büyük bir
önem arz etmektedir.
2) Maastricht Antlaşması
Temel haklar konusunun ilk kez antlaşma metnine girmesi, 1992’de imzalanan
Maastricht Antlaşması ile olmuştur. 1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht
Antlaşması, Avrupa Birliği’nin insan hakları ve demokrasi ilkeleri ile ilgili
politikalarında yeni bir aşamayı göstermiştir. Bu antlaşma ile insan hakları ve temel
özgürlüklere saygı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temel ilkeler olarak
kabul edilmiştir. Anılan ilkeler sadece Birlik içinde değil, Birliğin ilişkiye girdiği
ülkelerle olan ilişkilerinde de vazgeçilmez ilkeler olarak kabul edilmiştir.99 Bu
97
Elisabeth KARDOS, The Charter of Fundamental Rights of the European Union, s.4
Ercüment TEZCAN, op.cit, s.162
99
MENENDEZ, Agustin José: “Exporting Rights: The Charter of Fundamental Rights, Membership
And Foreign Policy Of The European Union”, Arena Working Papers, 02/18, 2002, s. 6
98
46
şekilde temel haklar Topluluğun genel ilkesi haline gelerek Topluluk müktesebatının
bir parçası haline gelmiş ve üye devletler için bağlayıcı olmuştur.100
Maastricht Antlaşması ile oluşturulan üç sütunlu yapının üçüncü sütununu
teşkil eden “Adalet ve İçişleri alanında işbirliği” sütunu kapsamında temel haklar,
antlaşma metnine dâhil edilmiştir. Zira anılan sütunda yer alan konular göz önünde
bulundurulduğunda insan haklarına ilişkin konuların ön plana çıktığı ve bu kapsamda
temel hakların öneminin arttığı görülmektedir.
AB Antlaşması ile ayrıca, temel haklar korunması için açık bir temel
oluşturulmuştur. AB Antlaşması’nda Avrupa Birliği’nin, AİHS ile teminat altına
alınan ve üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden kaynaklanan temel haklara,
hukukun genel ilkeleri olarak saygı göstereceği hükme bağlanmıştır. Bu şekilde üye
devletlerin ortak anayasal gelenekleri ve AİHS de Topluluk hukukunun kaynakları
arasına girmiştir. Bu kapsamda AİHS, Antlaşma’da Topluluk temel haklarının
hukuki dayanaklarından biri olarak tanındığından Birlik bakımından bütünüyle
geçerli hale gelmiştir. Zira AİHS’de yer alan tüm haklar Topluluklar bakımından
bağlayıcıdır. AİHS temel hak teminatları, ATAD’ın somut içtihatlarından bağımsız
olarak Avrupa Birliği bakımından geçerli olmaktadır. Anılan hüküm AİHS ile üye
devletlerin ortak anayasa geleneklerinden kaynaklanan temel hakları Topluluk
hukukunun genel hukuk ilkeleri olarak eşit hiyerarşide kaynak kabul etmiştir. Önemli
olan husus, burada AİHS’ye yapılan atfın, temel hakların sadece içeriğine ilişkin
100
ARSAVA, Nice Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği, s.107-108
47
olduğudur.101 Zira riayet edilecek temel hakların içeriğinin belirlenmeyip, AİHS’ye
ve üye devletlerin ortak anayasal geleneklerine atıfta bulunulması, bu hükmün en
temel eksikliği olarak doktrin tarafından eleştirilere maruz kalmıştır.
3)
Amsterdam Antlaşması
Amsterdam Antlaşması, AB Antlaşmasının getirdiği temel haklara ilişkin
korumanın Divan yetkisine dâhil edilmemesi gibi sağlıksız bir uygulamaya son
verilerek, getirdiği yenilikler ile ATAD’ın insan haklarına ilişkin konulardaki
yargılama yetkisini oldukça güçlendirilmiştir.
Amsterdam Antlaşması ile, Avrupa Birliği tarafından temel hakların
korunmasına dair genel ilkenin daha açık bir şekilde tanınmış olduğu
görülmektedir102. Antlaşmasının 6’ncı maddesinde yapılan düzenleme ile temel
hakların Avrupa Birliği’ndeki rolünü açık olarak ortaya konmuştur. Birlik özgürlük,
demokrasi, insan hakları, temel özgürlüklere saygı ve hukuk devleti ilkeleri üzerine
kuruludur. Bu ilkeler üye devletler için ortaktır. 6’ıncı madde ile anılan ilkeler,
Birliğe girebilmek için bir önkoşul haline getirilmiştir. Zira 1993 yılında gerçekleşen
Kopenhang Zirvesi ile de bu ilkeler “Kopenhang Kriterleri” adı altında tüm aday
ülkelerden talep edilmektedir. AB Antlaşması’nın dibacesine ayrıca eklenen bir fıkra
101
102
ARSAVA, ibid., s.108
COLLINSON, op.cit, s.25
48
ile insan haklarına saygının yanı sıra, 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı’nın önemini
teyit etmiştir.
Bu değerlere uyumun objektif olarak denetimi 7’nci maddede düzenlenmiştir.
Amsterdam Antlaşması’nın getirdiği en önemli yeniliklerden birisi de öngörülen bu
yaptırım mekanizmasıdır. Böylece, 7’nci madde ile Avrupa Birliği değerlerine ilişkin
yaptırım mekanizmasını oluşturmuştur. Anılan madde Avrupa Birliği’ne, 6’ncı
maddede yer alan ilkeleri ağır ve sürekli olarak ihlal eden üye devletlere karşı önlem
alma yetkisi tanımaktadır. Bu şekilde Antlaşma Birliğe liberal demokratik hukuk
devleti ilkeleriyle donatılmış anayasaları koruma ve Birlik ile üye devletlerin
anayasal dayanaklarını garanti altına alma görevi vermiştir. Bir başka deyişle
Amsterdam Antlaşması Avrupa Birliği’ne temel haklara ilişkin politika geliştirme ve
bu politikasına uygun olarak üye devletleri denetleme yetkisi vermiştir. Bu işleviyle
Avrupa Birliği üye devletlerin anayasalarının özünü garanti altına alan, kolektif
düzeni sağlayan birlik karakteri kazanmaktadır. Daha önce olmayan bu sistem,
Birliğin anayasal düzene kavuşturulması bakımından önemli bir aşamadır. Böylece
7’nci madde
üye devletlerin gerçekten ulusal olarak temel hakları koruyup
korumadıklarını kontrol etmek için Topluluk organları için yetki gerekçesi tesis
etmektedir. 103
AB Antlaşması’nın 7’nci maddesi, Nice Antlaşması ile önemli bir değişikliğe
uğrayarak önleyici bir önlem getirmiştir. Bu şekilde, üye devletin insan hakları
49
ilkesini ihlal değil, ihlal tehlikesinin olması halinde erken uyarı mekanizması
getirilmiştir. Öneri Komisyon’dan veya Avrupa Parlamentosu’ndan veya üye
devletlerin 1/3’ünden gelebilecek ve tehlikenin mevcudiyetine Konsey nitelikli
çoğunlukla karar verecektir. Bu aşamada Konsey, üye devlete tavsiyede
bulunabilecektir. Düzenli şekilde raporlar halinde denetlenen ihlal tehlikesi ortadan
kalkınca, Konsey kararını düzeltecektir.
Öte yandan Amsterdam Antlaşması ile gelen yaptırım mekanizması da açık bir
hüküm getirme niteliğinden uzaktır. Örneğin, söz konusu prosedürün işletilebilmesi
için üye devletlerden birinin Birliğin ilkelerini ciddi ve sürekli bir biçimde ihlal etme
koşulu aranmaktadır. Bu çerçevede hangi ihlallerin ciddi sayılacağı ya da “süreklilik”
koşulunun ne kadarlık bir zaman
dilimini taşıdığı hususu belirsizdir. Bunları
belirleyecek olan yine Birliğin uygulamaları ve bu çerçevede ATAD’ın kararları
olacaktır. Öte yandan anılan mekanizmanın günümüze kadar çok da fazla
işletilmemiş olduğu göz önünde bulundurulduğunda konuya ilişkin belirsizlik hala
varlığını sürdürmektedir.
Bir diğer konu da prosedürün başlatılmasına ilişkindir. 7’nci Maddeye göre
prosedürün başlatılabilmesi için Komisyon ve üye devletlerin üçte birinin başvurusu
gerekmektedir. Görüldüğü üzere, prosedürün başlatılabilmesi sadece Komisyon’un
103
ARSAVA, Nice Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği, s.23-24
50
ve üye devletlerin üçte birinin inisiyatifine bırakılmış, diğer organlara böyle bir yetki
tanınmamıştır. Bu durumun nedeninin; Komisyon’a AT Antlaşması ile verilen
“antlaşmanın bekçisi” niteliği olduğu değerlendirilmektedir. Üye devletler için de
üçte birlik bir başvuru şartı aranması da, prosedürün temel haklara ilişkin olarak
getirmiş
olduğu
ağır
yaptırım
dolayısıyla
basit
bir
şekilde
başlatılmak
istenmemesinden kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde, Konseye tanınan takdir yetkisi
de prosedürün işletilmesini yavaşlatan bir diğer etmendir. Zira bir üye devlet
aleyhine Birlik ilkelerinin ihlali nedeniyle yapılan teklif üzerine Konsey bu durumu
tespit etmek zorunda değildir. 7’nci maddede yer alan söz konusu hüküm
çerçevesinde “tespit edilebilir” ifadesi gereği Konsey’in bu konuda zorunlu bir
yetkisinin olmadığı, takdir yetkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Konsey,
takdir yetkisini kullanıp prosedürü başlatsa dahi, hükme göre ihlalin tespiti için
oybirliği gerektiğinden, temel haklara ilişkin yaptırımın104 AT hukuku içerisinde
kısır kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Amsterdam Antlaşması ile, birtakım aksaklıkları bünyesinde barındırmasına
rağmen oluşturulan yaptırım mekanizmasının yanı sıra, AB Antlaşması ile tanınan
ilkeler ATAD’ın yargı etkisi kapsamına dâhil edilerek güvence altına alınmıştır. Bu
çerçevede, ATAD’ın yargılama yetkisini insan hakları korumasını etkileyecek
şekilde
değiştirmiştir.
düzenlemelerde
temel
ATAD,
Birlik
kurumlarının
yaptıkları
haklara
uyulup
uyulmadığını
kontrol
eylem
ve
edebilecektir.
Amsterdam Andlaşması, ATAD’ın yetkisinin, göç, irtica, vize, sınır dışı, polis ve adli
işbirliği konularında genişletmiştir. Bunlara ek olarak, ayrıcılık da sadece cinsiyette
104
İhlalin tespiti için oybirliği aranırken, yaptırım kararı için nitelikli çoğunluk aranmaktadır.
51
kalmamış, etnik, dini, ırk ve inanç ayrımcılığına da genişletilmiştir. Doğal olarak
ATAD’ın bu yargılama yetkisi AT ve AB Kurucu Antlaşmalarında yetkili kılındığı
ölçüde olacaktır. Bir başka ifade ile ATAD Kurucu Antlaşmalarla yetkili kılınmadığı
durumlarda veya yetkisinin dışında bırakılan konularda temel haklara ilişkin
herhangi bir kontrol yapamayacaktır.105
4) Nice Antlaşması
1999 Köln Zirvesi’nde Avrupa Birliği’nin bir Temel Haklar Şartı oluşturması
gerektiği belirlenirken, bunun gerekçesi olarak bu tür hakların korunmasının Avrupa
Birliği’nin meşruiyeti için kaçınılmaz olduğu ileri sürülmüştür. Zira, devletler
Avrupa Toplulukları kurumlarına egemenlik devrinde bulunmuşlardır ve bu
egemenliğin meşruiyetinin sağlanması gereklidir. Bu egemenlik ulus devletlerde
temel haklar ve yurttaşlık hakları ile sağlanmıştır.
Anılan düşünce çerçevesinde, Aralık 2000’de Temel Haklar
Şartı Nice
Zirvesi’nde kabul edilmiştir. Yoğun bir katılımcı grubu tarafından hazırlanan Şart’ın
Antlaşmalar içinde yer alması için baskı yapılmış fakat bu diğer devletlerce kabul
edilmemiştir. Bu kapsamda 15 Aralık 2001 Laeken Zirvesi’nde kabul edilen Birliğin
geleceğine ilişkin deklarasyonda Şart’ın statüsü tartışılmıştır.106 2003 yılında yapılan
105
106
TEZCAN, op.cit, s.170
BOJKOV , op.cit, s.340
52
Avrupa’nın Geleceği Konvansiyonunda ise, Şart’ın hukuki statü kazanarak yeni
Anayasal antlaşma taslağı içine ilave edilmesini öngörülmüştür.
5) Anayasal Antlaşma
Şart’ın AB Anayasası’na dâhil edilmesi Şart’ın geleceği açısından çok önemli
bir adım oluşturmaktadır. Zira ulusal anayasalara bakıldığında, daha doğrusu
“anayasa” kavramı göz önünde bulundurulduğunda temel haklara ilişkin bir
düzenlemeyi içermeyen bir anayasanın gerçek anlamda “anayasa” sayılıp
sayılamayacağı da tartışmalı olacaktır.
Şart, Avrupa Birliği düzeyinde uygulanacak temel hakları ve yurttaşlık
haklarını belirlemekte ve yeni Anayasal Antlaşma’nın 2’nci kısmını oluşturmaktadır.
Anayasal Antlaşma’da, Anayasal Antlaşmasının omurgasını oluşturmakta olan
Şart’ın, Anayasa’nın ayrılmaz bir parçası olduğu ifadesi yer almaktadır. AB
Anayasal Antlaşması’na bakıldığında Şart’ın öze ilişkin olmayan bazı düzeltmeler
dışında aynı şekilde yer aldığı görülmektedir. Temel Haklar Şartı’nın Anayasaya
dâhil edilmesi ile insan haklarına ekonomik ve sosyal haklar ile eşit statü
53
verilmiştir.107 Şart temel insan hak ve özgürlüklerinin yaşama geçmesinde devletlere
ve aday ülkelere çok önemli görevler yüklemektedir.
Anayasal Antlaşma ile temel hakların bağlayıcılık kazanması adına çok önemli
bir gelişme olmasına rağmen, anayasanın başta Fransa olmak üzere çeşitli AB
ülkeleri tarafından veto edilmesi sonucu şimdilik rafa kaldırılmıştır. Ancak, AB
anayasasının üye devletlere kabul ettirilmesi çabalarının da sürekli olarak devam
ettiği bilinmektedir.
C)
TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN HUKUKİ STATÜSÜ
Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsü Şart’ın hazırlanış aşamasından bu yana
politik bir deklarasyon mu yoksa bağlayıcı bir doküman mı olduğu tartışma konusu
olmuştur.108 Yapılan tartışmalar çerçevesinde gündeme gelen çeşitli yaklaşımlar da
Şart’ın hukuki statüsündeki belirsizliği günümüze kadar taşımıştır. Bu bağlamda
Şart’ın hazırlanış aşamasındaki tartışmalar da, politik ve hukuki etkileri kapsamında
bir yol gösterdiğinden öncelikli olarak bu konuya değinilmesinde fayda
görülmektedir.
107
108
YOUNG, Alison, “The Charter, Constitution and Human Rights: Is this the Beginning or the End
for Human Rights Protections by Community Law?”, Euroepan Puplic Law, C.:11, No.:2,
Kluwer Law International, 2005, s.232
Mats LINDFELT, “The Implications of the Proposed EU Charter of Fundamental Rights: A
Political Declaration Or A Legally Binding Instrument?”, s.67
54
1)
Şart’ın Hazırlanış Aşamasındaki Tartışmalar
2000 yılında kabul edilmiş olan Temel Haklar Şartı, bir takım beklentiler
gözetilerek gündeme gelmiştir. Anılan beklentileri şu şekilde özetlenmesi
mümkündür:
-
Şart, AB’deki mevcut temel hakları düzenleyecek ve bir araya getirecektir ki bu
şekilde Birliğin değerler topluluğu olarak nitelendirilmesi sağlanacaktır.
- Temel hakların insanların mücadelesi ile kazanılması nedeniyle, Şart’ın açık ve
şeffaf bir prosedürle, AB yurttaşlarının geniş katılımıyla oluşması uygun
görülmüştür.
- Şart, AB yurttaşları tarafından dava konusu olabilmelidir. Söz konusu yöntem
Avrupa entegrasyonun şeffaflığının daha fazla kabul görmesini sağlayacaktır.109
Yukarıda sayılan beklentilere bakıldığında, ilk iki beklentinin karşılanmış
olduğunu; ancak Şart’ın yurttaşlar tarafından dava edilebilmesini öngören üçüncü ve
belki de uygulamaya ilişkin olduğu için en önemli beklenti konusunda ise Birliğin
başarısız olduğunu söylemek mümkündür.
109
Füsun ARSAVA, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi,
C:3, No:1, Güz, 2003, s. 2
55
İlk beklenti çerçevesinde inceleme yapacak olursak; Şart’ın, ATAD’ın yazılı
olmayan bir hukuk ile, içtihatlar yoluyla düzenlemiş olduğu temel hakları tek bir belge
içerisinde topladığını söylemek mümkündür. Şart AİHS’de yer alan haklara ilave
olarak medeni ve siyasi hakların yanı sıra sosyal ve ekonomik hakları da
içermektedir. Bu bağlamda Şart’ın Temel Haklar Şartı’nın AB politikalarının yapısını
değiştirme konusunda önemli bir potansiyeli vardır. Zira her şeyden önce üye
devletlerin onayları alınmış, daha sonra politik sonuçlara varılmıştır. Bu şekilde Şart’ın
Topluluk birincil hukukunun sağlam bir unsuru olması umulmuştur. Şart aynı zamanda
ATAD’a yeni bir hukuki harekât alanı da sağlayacaktır. Şart ile beraber hem Topluluk
kurumları üye devletler ile, hem de üye devletleri kendi aralarında özen göstermeye
başlayacaklardır.
Ancak
tabiki
Topluluğun
demokrasi
açığı
göz
önünde
bulundurulduğunda, Şart’ın ulusal anayasalardaki temel hakların yarattığı etkiden çok
daha az bir etki yapacağı kuşkusuzdur.110
İkinci beklenti çerçevesinde inceleme yapacak olursak, şu husus göze
çarpmaktadır ki; Şart’ın hazırlanışında katılımcılar çeşitlilik göstermiştir. Konula
ilgili olarak gönderilen heyetin Hükümetlerarası Konferansa paralel, ancak ondan
ayrı çalışması kabul edilmiştir. Heyette dört grup yer almıştır. Bunlar 15 devlet ve
hükümet başkanları temsilcileri, 30 ulusal parlamento temsilcisi, 16 Avrupa
Parlamentosu üyesi ve Komisyon başkanını temsilen bir Komisyon üyesinden
oluşmaktadır. Bunların dışında iki gözlemci ATAD’dan, iki gözlemci de AİHM’den
olmak üzere Avrupa Konseyi’nden çalışmalara katılmıştır. Ayrıca Ekonomik ve
Sosyal Komite, Bölgeler Komitesi, Ombudsman, sivil toplum örgütleri temsilcileri,
110
Christoph ENGEL, op.cit, s.153
56
ve uzmanlar da çalışmalara iştirak etmişleridir. Bunların dışında hükümet dışı
örgütler, Avrupa Sendikalar Birliği (European Trade Union Confederation),
Uluslararası Af Birliği (Amnesty International League) ve Uluslararası İnsan Hakları
Federasyonu Birliği( The International Federation of Human Rights League)
özellikle de görüşmelerin tıkandığı durumlarda bir kamuoyu oluşturarak Şart’ın
hazırlanmasında önemli bir role sahip olmuşlardır.111
Üçüncü beklenti kapsamında ise, Şart’ın hazırlık aşamasından hukuki statüsü
çeşitli tartışmalara sebep olmuştur. Üye devletlerin çoğu temel haklara Avrupa
seviyesinde dört temel özgürlük ötesinde daha bir içerik kazandırmak, ve Topluluk
tarafından sağlanan temel hak teminatına daha açıklık vermek için, temel hakların
Topluluk seviyesinde bağlayıcı olarak temin edilmesi görüşünü savunmuştur. Zira
siyasi birlik için bu bir önkoşuldur. AB’nin federal devlet yapısının güçlenmesinden
korkan, hükümetlerarası işbirliği modeli tarafları ise Temel Haklar Şartı’na kuşkuyla
yaklaşmışlardır. AİHS ve Sosyal Şart kapsamında Şart’ın gereksiz olduğunu
savunmuşlardır. Zira onlara göre böyle bir oluşum yeni egemenlik kayıplarının
olacağına bir işaret teşkil etmektedir.112 Sonuç olarak Şart siyasi bir deklarasyon
niteliğinde imzalanmıştır.
Temel Haklar Şartı hazırlanırken, “bağlayıcılık” niteliğinin o dönem itibariyle
kabul edilmemesi, bir anlamda Şart’ın hazırlanışını kolaylaştırmıştır; zira Şart için
111
Hakan TAŞDEMİR, Hasan DEMİR; “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı", Ankara Avrupa
Çalışmaları Dergisi, C.:2, No:3, 2002, s.93
57
bağlayıcı bir karakter öngörülmüş olması tartışmasız olarak müzakerelerin de çok
daha zor geçmesine neden olacaktır. Şart’ın hukuki olarak bağlayıcı nitelikte
olmaması ve ATAD’ın, AB Antlaşması’nın 6 ncı maddesi çerçevesinde AT için
geçerli temel hakları şimdiye dek geliştirme olanağına sahip olması, metnin
oluşmasında yardımcı olmuştur. Yapılan tartışmalar sonrasında, Temel Haklar Şartı
ile ilgili olarak, Şart’ın statüsünün 2004 yılında yapılacak olan hükümetlerarası
konferansta kararlaştırılmasına karar verilmiştir.
Bu kapsamda Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsünün ileriki zamanlarda
bağlayıcı olup olmaması gerektiği konusunda da
üye devletler, Temel Haklar
Şartı’nın ikiye bölünmüştür. Yapılan tartışmalar sonucunda Şart’ın hukuki statüsü
değerlendirildiğinde, Antlaşmalara katılmasına karşı çıkılmasının anlamsız olduğu
görüşü ağır basmaktadır; zira Temel Haklar Şartı’nın oluşumu yargı açısından çok
daha ayrı bir önemi bulunmaktadır. Bu bağlamda Temel Haklar Şartı’nın hukuki
bağlayıcılık kazanması ile birlikte, bu alandaki ATAD’ın sahip olduğu geniş takdir
yetkisi de daralmış olacak113 ve de temel haklar yavaş yavaş supranasyonel
kurumların takdir hakkını sınırlamak gibi önemli bir fonksiyona sahip olacaktır.114
Öte yandan bir başka görüş, Şart’ın hukuki statüsünün tayininin ATAD’a bırakılması
gerektiği çerçevesinde odaklanmıştır. Söz konusu görüşün bazı yönlerden dikkat
çekici gelmesi mümkündür; zira ATAD’ın temel haklara ilişkin olarak oluşan bir
içtihat hukuku mevcuttur ki bunun statüsünün de ATAD tarafından belirlenmesi çok
112
113
114
ARSAVA, AB Temel Haklar Şartı, s.5
Agustin José MENÉNDÉZ, Chartering Europe:The Charter of Fundamental Rights of the
European Union, ARENA Working Papers, WP 01/13,
ARSAVA, Nice Anlaşması sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği ,s.72
58
normal karşılanmalıdır. Bu bağlamda, nasıl ki, ekonomik amaçla başlayan AT
entegrasyonundan AB kanatları altındaki siyasi entegrasyona geçiş sürecinde, AT
hukuku ATAD tarafından yaratılmış ve özellikleri de ATAD içtihatlarıyla ortaya
çıkmışsa, temel haklara ilişkin düzenlemelerin akıbetinde rol oynayan mekanizma da
yine ATAD olmalıdır. Şart’ın hukuki statüsünün ATAD’a bırakılması yaklaşımına
karşı olanlar ise, Şart’ın bir fonksiyonunun da ATAD’ı, “genel prensipler”e ilişkin
yargı
yetkisini
nasıl
geliştirdiği
hususunda
kontrol
etmek
olduğunu
savunmaktadırlar; zira bu bağlamda Şart’ın statüsünü ATAD’ın ellerine bırakmak
kontrol açısından zor ve garip bir yöntem olacaktır.
Hukuki anlamda herhangi bir bağlayıcılığı olmamasına rağmen, Şart Birlik
hukukuna yol gösterici bir prensipler manzumesi niteliği taşımaktadır. Şart’ın en
temel özelliklerinden bir tanesi de tavsiye niteliğinden çok siyasi bir zorunluluk arz
etmesidir. Bu zorunluluk sadece üye devletleri için değil aday ülkeler için de
geçerlidir. Zira Şart basına tanıtılırken Komite üyesi tarafından Şart’ın aday ülkelere
de tanıtıldığı ve resmileşirse aday ülkeler için de bir ön şart olacağı ifade edilmiştir.
115
Ancak Şart resmileşmediği için tabiki bağlayıcı hale gelememiştir. Yine bu
yaklaşım Şart’a verilen ciddiyetin bir göstergesi niteliğini taşımaktadır. Zira Şart
Birliğin de kendi içinde insan haklarına ilişkin sorumlulukları olduğunun farkına
vardığını dışarıya gösterecek bir sinyal niteliği taşımaktadır.116
115
116
TAŞDEMİR, DEMİR, op.cit, s.95
Marika LERCH, “A Constructivist Analysis of the EU Charter of Fundamental Rights”,
Constitutionalism Web-Papers, No. 2, 2003, s.25
59
Öte yandan, Konvansiyon yöntemi ile oluşturulan Temel Haklar Şartı’nın
sürekli olarak bağlayıcı olma karakteri kazanamaması AB adına başedilmesi güç
sonuçlar doğurmaktadır ve bu sonuç önemli temel haklar bakımından sorumsuz bir
yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Zira bu kapsamda Şart’ın bağlayıcılık
kazanamamasını AB adına bir başarısızlık olarak nitelendirmek mümkündür. AB’nin
üye devlet yurttaşlarının yoğun demokratik katılımının yanı sıra, temel insan
haklarının teminatı ile sağlanan meşruiyete gereksinimi bulunmaktadır.117 Bu
bağlamda AB hukukunun gelişimi adına, entegrasyon sürecine Temel Haklar Şartı’nı
içeren bir anayasa ile devam edilmesi Avrupa halklarının ve Üye Devletlerin
iradelerine bağlıdır; ancak Temel Haklar Şartı’nın hukuki bir değeri olmayan politik
bir deklarasyon niteliğini taşıması, bazı hususların cevaplanması adına güçlükler
doğurmaktadır.
2)
Temel Haklar Şartı’nın Etkileri
Temel Haklar Şartı’nın en ilginç yanı, Antlaşmalara dâhil edilmemesine
rağmen, aşağıda değinildiği üzere, Şart’ın bir takım hukuki ve politik etkilerinin
olmasıdır. Bu bağlamda Şart “sui generis”118 bir yapıya sahiptir. Zira temel hakların,
aslında Topluluk hukukunda uzun zamandır benimsenmiş olan bir olgu olduğu
117
118
Füsun Arsava, “AB’nin Anayasallaşma Sürecinde Temel Haklar Şartı”, Ankara Avrupa
Çalışmaları Dergisi, c:3, No:2, Bahar, 2004, s.8
Klara KANSKA, “Will the Charter of Fundamental Rights Enhance Protection of Human Rights
by the European Community, No.4/2002, 2002, s.7
60
dikkate alındığında; yeni bir yetki katoloğunun oluşturulması önemli bir adımdır ve
bu çerçevede bazı etkiler doğurması da kaçınılmazdır.
Söz konusu durumlar ile ilgili olarak akla gelen ilk soru, neden pek çok kanun
sözcüsünün (advocates general) ATAD karşısındaki görüşlerinde Temel Haklar
Şartı’nı, Topluluk hukukunun resmi bir kanıtı olarak kullandığı ile ilgilidir. ATAD’ın
karşısına olaylarda Temel Haklar Şartı’nın bir savunma olarak kullanıldığı davalara
pek çok örnek gösterilmesi mümkündür.119 Yapılan atıfların büyük bir çoğu oldukça
sade ve yalın bir biçimdedir. Bu tür davalarda Şart kanun sözcülerinin argümanlarına
ek bir hukuki dayanak olarak gündeme gelmiştir. Anılan referanslara nazaran daha
üst düzeyde yapılan referanslarda ise Şart’ın hükümleri belirtilmiş, ancak Şart’ın
hukuki statüsüne hiç değinilmemiştir.120 Argümanlarda kullanılan bu tür hususlar
Şart’ın bağlayıcı olmasa dahi ne kadar önemli bir etkiye sahip olduğunun bir
göstergesidir. ATAD kararlarında şimdiye kadar Temel Haklar Şartı’na atıfta
bulunmamıştır, ancak İlk Derece Mahkemesi daha şimdiden pek çok kararında Şart’a
atıfta bulunmuştur.121 Bu çerçevede ATAD’ın da kararlarını verirken ileriki
zamanlarda Şart’a atıfta bulunması şaşılacak bir durum olmayacaktır.
119
120
121
Örnek davalar için bknz. Case C-413/99, Baumbast v. Scretary for the Home Department, Opinion
delivered on 5.06. 2001; Case C-131/00, Ingemar Nilsson v. Lansstryrelsen Norrbottens, Opinion
delivered on 12.06.2001; Case 211/02, Tideland Signal v. Commission, 27.09.2002; Case
C-116/01, P&Q European Ferries v. Commission, 05.08.2003; Case 236/01, Tokai Carbon v.
Commission, 29.04.2004, case 38/02, Groupe Danone v. Commission, 25.10.2005,Case 391/03,
Franchet and Byk v. Commission, 06.07.2006.
MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights
of the European Union”, Arena Working Papers, No: 02/7, 2002, s.3
Örnek davalar için bkz. T-54/99, Max. Mobil Telecommunications Service GmbH v.
Commission, 30.01.2002; T-377/00, Philip Morris International v. Commissions, 15.01.2003 ;
61
İkinci olarak; 2000 yılında Avusturya krizinde uygulanan yaptırımlara ilişkin
olarak hazırlanan raporda, Üye Devletlerin saygı duymaları gereken hakların
belirlenmesi açısından, Temel Haklar Şartı’na atıfta bulunulması, yine önemli bir
husustur. Bu bağlamda Amsterdam Antlaşması’nın 6 ve 7’nci maddelerinde önemli
maddeler alarak karşımıza çıkmıştır. 2000’de Avusturya için Portekiz tarafından bu
hükmün uygulanması isteği, Avrupa Birliği’nin 7’nci maddeyi ciddiye aldığını
göstermektedir. Söz konusu maddeler daha kapsamlı bir düzenlemeyi gerektiren
temel hakların AB adına ne denli önemli olduğunu vurgular niteliktedir.
Konuyla ilgili olarak akla gelen bir diğer soru ise, Komisyon’un, aday ya da
üçüncü ülkelerin, temel özgürlüklerin korunmasındaki ortak anayasal geleneklerinin
sınırlarının belirlenmesinde neden geniş bir şekilde Temel Haklar Şartı’nı
kullanmaya başladığı ile ilgilidir. Zira Komisyon Şart’ın kabul edildiği tarihten
itibaren, Şart’ın uygulanması gerekliliğine ilişkin pek çok karar direktif çıkarmıştır.
Bu bağlamda aday ülkelerin Birliğe katılımı açısından, siyasi kriterler içerisinde yer
alan demokrasi ve insan haklarına saygı, üyelik adına bir önkoşul haline gelmiştir.122
Aslında Şart’ın hazırlanış aşamasında da Topluluk organları Şart ile bağlı
kalacaklarını taahhüt etmişlerdir, ancak buradaki asıl sorun hukuki anlamda
bağlayıcılığı olmayan bir dokümanda Topluluk organlarının taahhütlerinin ne derece
yerine getirebilecekleri hususudur.123
122
123
T-67/01, JCB Service v. Commission, 13.01.2004, T-242/02, Sunrider v. OHMI,
13.07.2005; T-193/04, Tillack v. Commission, 04.10.2006.
MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights
of the European Union”, s.8-10
LINDFELT, op.cit, s.64
62
Temel Haklar Şartı’nın “bağlayıcı” karakteri onu, Topluluk birincil hukukunun
bir parçası haline getirirken, politik bir deklarasyon olarak kalan niteliği,
hükümetlerarası bir yapıya bürünmesine neden olacaktır; zira Şart’ın bu nitelikte
kalması vatandaşlara bu alanda yeni haklar tanınmış olmasını sağlamayacaktır. Bir
başka deyişle eğer Şart hukuki bir bağlayıcılık kazanamazsa, vatandaşların temel
haklara ilişkin bir ihlal söz konusu olduğunda, dava yoluna başvurmalarında
karşılarına çıkan engeller yine aynı şekilde devam edecektir. Bu bağlamda Şart’ın
antlaşmaya dâhil edilmesi ile, her bir AB yurttaşı, haklarının AB organları veya AT
hukuku uygulayan ulusal organlar tarafından ihlali halinde dava açma hakkı temin
edecektir. Temel hak ihlallerinin pür ulusal hukuk üzerinden gerçekleşmesi
durumunda ise, Şart’ın hukuki bağlayıcılığının söz konusu olmasında dahi üye
devletlerin temel hak düzenlemeleri geçerli olacaktır.124 Ancak bu noktada
çalışmanın birinci bölümüne incelenmiş olan bireylerin dava açma yollarına
başvurmalarına ilişkin belirsizliklerin olduğunu söylemekte yarar vardır.
Öte yandan
Şart’ın sadece politik bir niteliğe sahip olarak politik etkiler
doğurması hususu da belirli gerekçelere dayandırılmaktadır; zira kimilerine göre,
Temel Haklar Şartı’nın politik önemi, resmî bir hukuki etkiye sahip olmaktan yoksun
olmasına rağmen oldukça dikkat çekmektedir. Bu bağlamda ilk defa Topluluğun her
zaman ulaşmak istediği gibi hakların bir listesi oluşturulmuştur ve bu da
demokrasinin gelişimi, ayrıca uluslararası politik eylemler vasıtası ile bir haklar
standardının oluşturulması adına yeni fırsatlar oluşmasını sağlamıştır. Şart’ın aslında
esas amacı Avrupa vatandaşları için daha basit ve anlaşılır bir metnin
124
ARSAVA, “AB’nin Anayasallaşma Sürecinde Temel Haklar Şartı”, s.7
63
oluşturulmasıdır. Bu bir anlamda “hukuki güvence” kavramıyla bağlantılı bir olgudur
ki bu olgu da demokrasi adına çok önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu şekilde bir yetki katoloğunun oluşturulması demokrasi de şeffaflığın sağlanması
adına atılan büyük bir adımdır. Temel Haklar Şartı aynı zamanda anayasal bir adım
niteliğini de taşımaktadır. Zira siyasi aktörler tarafından yorumlanmış ve
oluşturulmuştur. Bu süreç anayasal bir sürece benzemektedir125 Şart hukuki bir
statüye sahip olmamasına rağmen sadece politik karakteri itibariyle çok yararlı
olacaktır. Eğer bu şekilde istenilen başarı sağlanamazsa, o zaman Şart’ın hukuki
temellere dayandırılması gündeme gelebilecektir. Zira Şart’ın siyasi karışıklıkları
olsa da, hukuki alt yapıya sağlama potansiyeli mevcuttur.126 Ancak, Şart’ın Birliğin
genişleme
süreci
içerisinde
de
ayrı
bir
kriter
olarak
değerlendirilip
değerlendirilmeyeceği de tartışma konusu olacaktır.127
Yukarıda değinilen açıklamalara rağmen, Temel Haklar Şartı, bağlayıcılık
anlamında hukuki bir statüye sahip olsun ya da olmasın bir takım hukuki boşluklar
her halükârda ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede akla gelen soruları şu şekilde
sıralamak mümkündür: Şart’ın yorumlanmasında ATAD’ın rolü ne olacaktır?
Topluluk hareketlerinin Şart ile uyumlu olup olmadığını kimler iddia edebilecektir?
Topluluk, Antlaşmaları, Topluluk politikasının genel amacı altında insan haklarına
uygun olarak değiştirmeli midir? Şart ile AİHS arasındaki ilişki ne olmalıdır? Şart’a
hukuki bir statüsü tanınmasının Üye Devletler üzerindeki etkisi ne olur? Tüm bu
soruların cevabı Şart’ın hukuki etkisiyle bağlantılı konular olarak karşımıza
125
126
ERIKSEN, op.cit, s.362
ENGEL, op.cit, s.159
64
çıkmaktadır. Ancak şu husus yadırganamayacak bir gerçektir ki, Temel Haklar Şartı
AB politikalarının değişimine neden olabilecek bir potansiyele sahiptir.128
127
128
Wojciech SAURSKI, Charter and Enlargement, European Law Journal, C:8,No:3, 2002, s.241
ENGEL, op.cit, s.152
65
III. BÖLÜM
TEMEL HAKLAR ŞARTI KAPSAMINDA
BİREYLERİN SAHİP OLDUĞU HAKLAR
Temel Haklar Şartı’nın merkezinde bireyler oturmaktadır. Temel haklara
ilişkin yapılan her düzenleme, araştırılan her detay, bireylerin mutluluğu ve huzuru
için de yapılmaktadır. Her ne kadar Birlik, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin
garantiye alınması konusunda, ekonomik alanda olduğu kadar gelişme gösterememiş
olsa da Temel Haklar Şartı’nın bu yönde önemli bir adım olduğu kuşkusuzdur. Bu
bağlamda Temel Haklar Şartı’na ilişkin olarak akla gelen ilk sorulardan biri de
aşağıda incelendiği üzere Şart’ın kimler için uygulama alanı bulabileceğine ilişkin
olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer önemli soru ise, Şart kapsamında birey
haklarının ne şekilde korunacağı hususudur.
Bu kapsamda çalışmanın üçüncü bölümünde Şart’ın kimlere uygulanacağı
belirtilerek, genel olarak kapsamına değinilecektir. Daha sonra Şart bünyesindeki
haklar sıralanarak, bu çerçevede bireylerin hangi haklara sahip oldukları
belirtilecektir. Son olarak ise, Şart kapsamında birey haklarının korunması konusu
incelenecektir. Bu bağlamda özellikler AİHS’nin Birlik sistemi içerisindeki yargı
rolüne yer verilecek ve ATAD ile AİHM arasında Şart’ın bağlayıcı niteliğe haiz
olduğu
gözetilerek,
ileride
doğabilecek
irdelenecektir.
66
uyuşmazlıkların
neler
olabileceği
A) TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN KAPSAMI
1) Genel Olarak
Temel Haklar Şartı’nın başlangıç kısmında “birey” kavramına değinilerek,
“Birlik, Birlik yurttaşlığı kavramını getirmek ve bir özgürlük, güvenlik ve adalet
alanı yaratmak suretiyle, bireyi eylemlerin odağına yerleştirmiştir.” ifadesi yer
almıştır. Bu ifade, Birliğin artık ekonomi boyutunu iyice aşarak birey merkezli bir
bütünleşmeye gidilmek istendiğinin bir göstergesinin oluşturmaktadır.
Şart, Topluluğun ve Birliğin görev ve yetkileri ile ikincillik129 ilkesini
gözeterek, özellikle de üye devletlerin ortak anayasal değerlerinden ve uluslararası
yükümlülüklerinden, AB ve AT Antlaşmalarından, AİHS’den, Topluluk ve AK
tarafından kabul edilen Sosyal Şarttan, ATAD ve AİHM’nin içtihat hukukundan
kaynaklanan hakları teyit etmektedir. Görüldüğü üzere Birlik üye devletlerin ulusal
hukuklarından başlamak üzere evrensel olarak da kabul edilen insan hakları
alanındaki tüm gelişmeleri kendine esas almıştır.
129
İngilizce’de “subsidiarite” olarak adlandırılmaktadır. Türkçe’de, uygulamada “ikincillik” yerine,
“ikame yetkisi”, “talilik” veya “sübsidiarite” kelimelerinin de kullanıldığı görülmektedir. ABA ile
ATA’ya eklenen 5’inci maddenin 2’nci fıkrasında “Münhasır yetkisine irmeyen alanlarda,
Topluluk ikincillik ilkesine göre, yalnızca önerilen tasarrufun amaçları üye ülkeler tarafından
yeterince gerçekleştirilemediği ve dolayısıyla önerilen tasarruf boyut ve etkileri bakımından
Topluluk tarafından daha iyi gerçekleştirilebildiği takdirde ve bu oranda tasarrufta bulunur.”
hükmü mevcuttur. Bu bağlamda “ikincillik ilkesi” işlevsel olarak Topluluk ile üye ülkeler
arasındaki yetki paylaşımı bakımından bir sınır çizmektedir.
67
Şart’ın içeriğine genel olarak bakıldığında, bireylere yeni haklar getirilmemiş
olduğu görülmektedir. Zira aslında Şart’tan önce de hukuki dayanağı olmasa bile
bireyler Şart’ta yer alan haklara ilişkin olarak bir şekilde temel haklara ilişkin
ihlallerini ATAD önüne getirebiliyorlardı. Keza 1960’lı yıllardan itibaren ATAD’ın
oluşturduğu içtihat hukuku buna imkân veriyordu. Ancak tüm hakların tek bir
katalog içerisinde toplanması elbette ki bireylerin statüsünü daha güçlü ve hukuki bir
konuma taşımıştır.
Şart ile bireyin sahip olabileceği tüm haklar tek bir belge içine toplanmak
istenmiştir. Şart AİHS’de yer alan haklara ilave olarak medeni ve siyasi hakların yanı
sıra sosyal ve ekonomik hakları da içermektedir. Bu bağlamda Şart sivil, politik ve
sosyal hakların görünmesini sağlayan ilk supranasyonel katalog olarak karşımıza
çıkmaktadır ve aslında AB’nin hangi hakları korumaya değer gördüğüne açıklık
getirmektedir.130 Şart genel niteliği itibariyle hakların bölünemezliği ilkesini
içermektedir131. Bu şekilde tüm hakları içeren bir katalog hazırlanmasının elbette ki
sebepleri mevcuttur. Herşeyden önce Şart’ın global düzeyde olması gözetildiğinden
bireyler için daha az kapsamlı bir düzenleme yapılmasının olumsuz etkileri olduğu
düşünülmüştür; zira Şart uzun süreli bir proje olacaktır. Bunların yanı sıra Şart
Birliğin yetkilerinin hiçbir zaman kesin bir sınırla belirlenemeyeceğinin de bir
130
MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the
European Union”, s.5
131
Massimo La TORRE, The Law Beneath Right’s Feet Preliminary Investigation for a Study of the
Charter of Fundamental Rights of the European Union, European Law Journal, C.8,No:4, 2002,
s.533
68
göstergesi olacaktır132.
Ancak tabiki Şart ile oluşturulan haklar kesin bir liste
değildir. İlgili 7’nci madde sadece Şart’ta öngörülen hakları değil, ayrıca AİHS
tarafından güvenceye alınan haklar ile Topluluğun genel prensipleri olarak üye
devletlerin ortak anayasal geleneklerinden doğan hakları da korumaktadır.133. Temel
Haklar Şartı evrensel bir insan hakları kategorisi için yaratılmıştır; bireyler ulusal
hukuklarında zaten temel haklar açısından korunmaktadırlar. Bu kapsamda hem
Avrupa vatandaşları için olan hem de herkes için, sadece üye devlet vatandaşlarını
değil, orada ikamet edenleri kapsayan ve de üye devletler içerisinde herhangi bir
sebeple yaşayan ya da bulunanlar için geçerli olan kategoriler mevcuttur.
Şart AB bünyesinde temel hakların anlam ve kapsamına, bireylerin hak ve
yükümlülüklerine açıklık getirerek, ortak hukuk düzeninin kabul görme şansını
yükseltmektedir. Zira AB yurttaşlarının özgürlük haklarını teyit eden bir değerler
topluluğu olarak görülecek olan Şart, AB’yi değerler topluluğu olarak ekonomik ve
parasal birliğin ötesine taşımaktadır. Şartla bir taraftan şimdiye dek gerçekleştirilen
entegrasyon konsolide edilmiş, diğer taraftan temel hakların mutlak olarak kodifiye
edilmesiyle, AB yurttaşlarına Brüksel kararlarına karşı kendilerini koruma olanağı
verilmiştir. Birlik yurttaşlarına hakları konusunda açıklık getirmesi ve Birlik
hukukunun uygulanma alanında hakların teminatı Şarttan beklentilerdir. Şimdiye dek
çeşitli devletler hukuku, Topluluklar ve ulusal hukuk metinlerinde dağılmış olarak
132
Juergen MEYER, Markus ENGELS, “The Charter of the Fundamental Rights of the European
Union”, http://www.fes.or.kr/Publications, s.7
133
YOUNG, op.cit, s.233
69
bulunan temel haklar tek bir metin içinde toplanmış ve yargıç hukuku yerine AB
yurttaşları tarafından rahatça anlaşılan bir metin ortaya çıkmıştır.134
Şart’ın önsözü özen gösterilerek bilinçli bir şekilde oluşturulmuştur ve dikkat
çekmektedir. Şart’ın sosyal ve ekonomik hakları içermesi sosyal değerleri ve bu
kapsamda ekonomik özgürlükleri güçlendirmektedir. Şart temel haklara ilişkin daha
geniş bir bakış açısı sağlamıştır. Bu husus da Şart’ı, üye ya da aday devletlerin temel
haklara ilişkin taahhüt ve faaliyetlerini belirleme konusunda temel politik unsur
haline getirmiştir. Son olarak Şart’ın
hazırlanış aşamasındaki demokratik ve
katılımcı süreç, Topluluğun dış faaliyetlerindeki insan haklarına ilişkin yetkisini
kuvvetlendirecektir.135
Ancak, tüm bu olumlu yönlerinin yanı sıra Şart’a genel olarak bakıldığında,
Temel Haklar Şartı’nda çelişkiler olduğu görülmektedir. Örneğin, AİHS sürekli
olarak güncellenmekteyken, Şart’taki kurallarda hiçbir değişiklik yapılmamaktadır.
Halbuki Şart’ın ileride bağlayıcı hale getirilmesi gerekiyorsa günümüz koşullarına
göre gerekli güncellemelerin yapılması gerekmektedir. Şart, AİHS’ye ağırlıklı olarak
önem vermekle birlikte, diğer ilgili Avrupa metinlerinde yer alan hakları da
bünyesinde barındırmaktadır. Bunlara ek olarak, AİHM’nin yetkisi, Şart’ın ilgili
kısmında belirtilmemesine rağmen, “Başlangıç” kısmında belirtilmiştir. Şart, ulusal
anayasaların rolüne büyük ölçüde vermesine rağmen, yine de ulusal anayasaları tüm
134
ARSAVA, AB Temel Haklar Şartı, s.5
70
unsurların üzerinde tutmamıştır. Temel Haklar Şartı, aslen Avrupa’yı esas almasına
rağmen, evrensel nitelikteki insan haklarının önemini de vurgulamaktadır. Şart
ayrıca, siyasi, medeni, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların bütünlüğünü kabul
etmekle birlikte, söz konusu hakların kullanılmasında ya da bir takım istisnaların söz
konusu olması gibi durumlarda gerekli ayrımı da gözetmektedir. En çok eleştirirlere
maruz kalan bir konu olarak da Temel Haklar Şartı, vatandaşları entegrasyon
sürecinin kalbi olarak değerlendirirken, bireylerin Topluluk mahkemelerinde
haklarını aramalarını büyük ölçüde kısıtlamaya devam etmektedir.136
Benzer şekilde Şart, varolan haklar konusunda genel bir çerçeve çizmekte, çok
detaylı açıklamalara girmemektedir. Bunların yanı sıra bazı Birliğin dış politikasında
çok önemli bir yere haiz olan bazı hassas konular da Şart kapsamı dışında
tutulmuştur.
Örneğin
Kopenhag
kriterleri
çerçevesinde
“azınlık
haklarının
korunması” üyelik sürecinin doğrudan etkileyebilen bir siyasi kriter olarak gündeme
gelirken, anılan konu Temel Haklar Şartı kapsamına alınmamıştır137. Bu husus da
özellikle de Fransa gibi devletlerin, kendi çıkarları138 söz konusu olunca insan
haklarına ilişkin konularda ne kadar hassas davrandıklarının bir kanıtını
oluşturmaktadır. Bu durum da Birliğin ister istemez iç ve dış politikasında bir
ayrımcılık yaptığının kanıtını oluşturmaktadır. Üye devletler arasında temel insan
haklarının tanımı konusunda geniş bir görüş birliği bulunmakla birlikte, bunların
135
MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights of the
European Union”, s.10
136
Christopher McCrudden, The Future of the EU Charter of Fundamental Rights, Jean Monnet
Working Paper , No:10/01, 2001, s.13-14
137
BOJKOV , op.cit, s.339
71
korunması ve kısıtlanması konusunda algılama farklılığı bulunmamaktadır. Bu
hakların kaynakları konusunda bir görüş birliği de yoktur. Kaynaklar konusunda
görüş birliği olmayınca haklar, özgürlükler ve sorumluluklar çeliştiğinde standart bir
çözüm ve uzlaşma yaklaşımı bulunamamaktadır. ATAD hakların üye devletlerde
farklı algılanmasını uzlaştırmakta yetersizdir, zira yeni kuşak hakların hepsi
hakkında bir uluslararası sözleşme imzalanması mümkün olmamıştır.
Bu hususlara ek olarak, Şart çerçevesinde “Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi
çerçevesinde yıllardır sağlamlaştırılmış ve geliştirilmiş bir sistem varken neden ayrı
bir insan hakları politikası benimsemiştir?” sorusunun cevabı da tartışma konusu
olmuştur. Bu sorunun cevabı da aslında aday ülkelere yönelik izlenen bir politikadan
kaynaklanmaktadır. Bu şekilde bir aday devletin üyeliği, o aday devlet müktesebatı
tamamıyla benimsemiş olsa dahi insan hakları kriterinin gündeme getirilmesiyle
engellenebilecektir.139 Keza insan hakları alanı yoruma açık belirsizliklerle doludur.
Bu kapsamda Temel Haklar Şartı’nın yorumu ve üye devletlere olduğu kadar aday
ülkelere de uygulanması çok büyük bir önem arz etmektedir.
138
Fransa kendi ülkesinde azınlık bulunduğunu kabul etmemektedir. Anayasasının 2’inci maddesi
uyarınca ülkesinde azınlık bulunmadığına ilişkin olarak BM Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi
72
2) Temel Haklar Şartı Kimlere Uygulanacaktır?
Temel Haklar Şartı’nın uygulama alanı belirlenirken, söz konusu alan
kapsamına giren kişilerin saptanması önem taşımaktadır. Bu kapsamda Temel Haklar
Şartı çerçevesinde Şart, “herkes” için geçerli olacaktır.
“Herkes”
kavramından
ne
anlaşılması
gerektiği
Şart’ın
içeriğinden
anlaşılmaktadır. Şart’ın, “Vatandaşlık Hakları” başlığında altındaki içerdiği kısma
bakılacak olursa, söz konusu kısımdaki hakların Birlik vatandaşlarına özgü olduğu
görülmektedir; dolayısıyla hukuki yorum çerçevesinde, Antlaşmanın diğer
kısımlarının sadece Birlik vatandaşları için değil, tüm bireyler için geçerli olduğunu
söylemek mümkündür. Burada söz konusu olan önemli husus, Birlik vatandaşları
dışındaki kişilerin kimler olduğunun tespitidir ki söz konusu problemin çözümü de
Başlangıç kısmında bulunmaktadır. Anılan kısımda “Bu Antlaşma, Birliğin
yetkileriyle görevlerine ve ikincillik ilkesine, özellikle üye devletlerde ortak olan
anayasal geleneklerden ve uluslararası yükümlülüklerden doğan haklara gereğince
saygı gösterilerek, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması hakkındaki
Avrupa Konvansiyonu’nu, Birlik ve Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen Sosyal
Anlaşmaları ve Avrupa Birliği Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin
içtihat
hukuklarını
teyit
eder.”
denilerek
AİHS’ye
atıfta
bulunulmuştur. AİHS’nin 6. maddesine göre ise, Sözleşme’nin taraf devletlerin yargı
139
veya Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere çekince koymaktadır.
SADURSKI, op.cit, s.344
73
yetkisinde bulunan herkese uygulanacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla AİHS de
herkese uygulandığına göre “herkes” kavramı şeklinde yorumlamak doğru
olmaktadır140. Söz konusu hükümden hareketle de, Temel Haklar Şartı’nın, üye
devletlerin yargı yetkisi içerisinde bulunana herkese ve Topluluk hukukunu
ilgilendirdiği durumlarda uygulanacağı sonucuna varmak mümkündür.
Bu bağlamda Temel Haklar Şartı’nın, tüm kişiler üzerinde etkili olması,
Topluluk tasarruflarının yanı sıra Topluluk hukukunu uygulayan ulusal tasarruflar
için de geçerli olması, birincil hukuk kadar ikincil hukuk kaynaklarının meşruluğunu
da artmasını sağlayacaktır. Temel Haklar Şartı neticesinde ATAD’ın verdiği
kararlarında, insan haklarını da en üst düzeyde korumaya çalışması, insanların Birlik
Hukuku’nu
da
daha
fazla
benimsemelerini
ve
desteklerini
arttırmalarını
sağlayacaktır. Bu şekilde bireylerin Birliğe olan inanç ve güvenlerinde de artış
olacak ve bireyler Birliği haklarını teminat altına alan bir bekçi olarak
görebileceklerdir.
B)
BİREYLERİN SAHİP OLDUĞU HAKLAR
Temel Haklar Şartı, dibace ile başlayarak “Onur”, “Özgürlükler”, “Eşitlik”,
“Dayanışma”, “Vatandaş Hakları”, “Adalet” ve ”Genel Hükümler” olmak üzere yedi
140
Steve PEERS, “Immigration, Asylum and the European Union Charter of Fundamental Rights”,
European Journal of Migration and Law, Kluwer Law International, 2001, s.146
74
bölümden meydana gelmiştir ve toplam 54 maddeden oluşmaktadır. Anılan bölümler
çerçevesinde düzenlenen haklara bakıldığında, hakların evrensel düzeyde kabul
edilen haklar ile paralellik gösterdiği ve özel düzenlemelerden kaçınıldığı
görülmektedir. Şart’ın dibace kısmında Birliğin ilke ve prensipleri sayılmakta,
ikincillik prensibi, üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden ve uluslararası
yükümlülüklerinden doğan hakları teyit edilmektedir.
Şart sayesinde bireylere tanınan haklar siyasi, ekonomik ve sosyal haklar ilk
defa tek bir katalog halinde toplanarak düzenli bir hale gelmiştir. Ancak gerek
Topluluk ve Birliğin temel hak ve özgürlüklere ilişkin yetersiz politikası gerekse
ATAD’ın konuya ilişkin yetersiz yorumları sebebiyle, Şart’ta düzenlenen hakların
içeriklerin de belirsizlikler söz konusu olmuştur. Bazı haklara ilişkin olarak ise, bu
hakların AB düzeyindeki yürütümünün, üye devletlerin anayasaları ile doğrudan bir
çelişki yaratmakla sonuçlanacağı değerlendirilmektedir.141 Anılan belirsizlikler ve
çelişkiler göz önünde bulundurulduğunda bireylerin sahip oldukları hakların tam
anlamıyla neleri kapsadığını bilmeleri de zor olacaktır. Bu çerçevede bireylerin
hukuki statülerini tam anlamıyla bilmediklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
141
Mueller DENNIS, ,“Rights and Liberty in the European Union, Supreme Court Economic
Review, C.13, 1. Baskı, 2005, s.11
75
1) Onur Başlığı
“Onur” adını taşıyan birinci başlıkta insanlık onuru, yaşama hakkı, kişinin
bütünlük hakkı, işkencenin ve insanlık dışı veya alçaltıcı muamelenin veya
cezalandırmanın yasaklanması, köleliğin ve zorla çalıştırmanın yasaklanması
düzenlemeleri yer almaktadır. Yaşama hakkına ilişkin madde çerçevesinde hiç
kimsenin ölüm cezasına çarptırılamayacağı veya idam edilemeyeceği ifade
edilmiştir. Kişisel bütünlük hakkı çerçevesinde günümüz koşullarına ve teknoloji
düzeyine uygun olarak gen yaratma uygulamalarına da değinilmiştir.
Şart’ta ölüm cezası ile ilgili olarak hiçbir istisna getirilmemiştir. Bu bağlamda
Şart’ın ölüm cezasının uygulanabileceği durumları da sayan AİHS’nin 6’ıncı
protokolünden daha üst seviyede bir koruma getirdiğini söylemek mümkündür.142
Şart’ın ilgili başlıkta yer alan maddelere ilişkin açıklamalar kısmında, insanlık
onuru ile ilgili olarak, bu hakkın sadece bir temel haktan ibaret olmadığı, aynı
zamanda temel hakların da esasını oluşturduğu ifade edilmiştir. İlgili kısımda ayrıca
işkence ve kötü muamele yasağının AİHS ile garanti altına alındığı ve bu çerçevede
aynı anlam ve amacı taşıdığı; yaşama hakkının AİHS’nin 2’inci maddesi143; kölelik
142
143
MEYERS, ENGELS, op.cit, s.8
Yaşama hakkı.
76
ve zorla çalıştırılma yasağının AİHS’nin 4’üncü maddesi144 ile uyumlu olduğu
belirtilmiştir. “İnsan ticareti yasağı” düzenlemesi ile ilgili olarak ise, anılan
düzenlemenin doğrudan insanlık onuru ile ilgili olduğu, özellikle de son yıllarda
internet aracılığıyla cinsel sömürmeye ilişkin organize suçlar çerçevesinde yaşanan
gelişmeler açısından önemli olduğu vurgulanmıştır.
2) Özgürlük Başlığı
İkinci başlıkta “Özgürlükler” düzenlenmiştir. Bu kapsamda, özgürlük ve
güvenlik hakkı, özel hayata ve aile hayatına saygı, kişisel verilerin korunması,
evlenme ve aile kurma hakkı düzenlenmiştir. Türkiye-AB müzakere sürecinde
özellikle gündem itibariyle problem yaratan düşünce, vicdan ve din özgürlüğü ile
ifade ve haber alma özgürlüğü de bu kapsama alınmıştır.
Anılan başlıkta ayrıca toplantı düzenleme ve dernekleşme özgürlüğü, sanat ve
bilim özgürlüğü, eğitim hakkı, meslek seçme özgürlüğü ve bir işte çalışma hakkı,
mülkiyet hakkı, sığınma hakkı ve son olarak nakil, ihraç ve suçluların iadesi
durumunda korunma konuları düzenlenmiştir. Bu bölümde yer alan en önemli
haklardan birinin de sığınma hakkı olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Sığınma
144
Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı.
77
hakkı, AT Antlaşması ya da AİHS’den alınmış bir hak değildir145; Temel Haklar
Şartı ile ilk defa uluslararası bir düzenlemeyle garanti altına alınmıştır. Anılan
hakkın, mültecilere ilişkin Cenevre Sözleşmesi’ne saygı duyulmasını düzenleyen
Antlaşmanın 63’üncü maddesi ile uyumlu olduğu ifade edilmiştir.
Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü kapsamında, bu hakkın din veya inanç
değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca içinde veya özelde, ibadet ve öğreti
vasıtasıyla dinini ve inancını ortaya koyma özgürlüğünü kapsayacağı belirtilerek
günümüzde hâlâ kimi çevrelerce iddia edilen AB’nin bir Hıristiyan topluluğu
olduğuna ilişkin yaklaşımlara da son nokta konmuş olmuştur.
AB’ye müzakere süreçlerinde aday ülkelerin, özellikle de Türkiye’nin önüne
getirilen eleştirilerin çoğunluğu bu bölümde yer alan haklara ilişkin olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ve eğitim hakkına ilişkin konular konuyla
ilgili olarak ön plana çıkmaktadır. Zira ATAD’ın bu tür konularda, dış dünyada
çoktan bir dış yetki alanı oluşturmuş olan AİHM gibi bir role sahip olmak istediği
değerlendirilmektedir.146
145
Steve PEERS,”Immigration, Asylum and the European Union Charter of Fundamental Rights”,
Euroepan Journal of Migration and Law, Kluwer Law International, 2001, s.162
146
Elizabeth DEFEIS, “Human Rights and The European Union: Who Decides? Possible Conflicts
Between the European Court of Justice and the European Court of Human Rights”, Dickinson
Journal of International Law, 2001, C:19, No. 2, ,s.329
78
Bu hususların yanı sıra Şart aile kurma, evlenme gibi haklarda da daha çok üye
devletlerin ulusal hukuklarına atıf yapmıştır. Bu durum da Birliğin özellikle de
yetkisin bulunmadığı durumlarda ulusal hukuklara duyduğu saygının bir göstergesi
olabileceği değerlendirilmektedir.147
“Özgürlükler” bölümünde yer alan haklara ilişkin açıklamalar kısmında;
özgürlük ve güvenlik hakkının AİHS’nin 5’inci maddesi148; özel hayata ve aile
hayatına saygı hakkının AİHS’nin 8’inci maddesi149 ile uyumlu olduğu; ancak
AİHS’de geçen “haberleşme150” kelimesi yerine teknolojik gelişmeler göz önünde
bulundurulduğunda “iletişim”151 kelimesinin tercih edildiği ifade edilmiştir. Evlenme
hakkına ilişkin olarak , bu hakkın AİHS’nin 12152’inci maddesi ile uyumlu olduğu;
ancak ona göre daha modernize edildiği belirtilmiştir. Düşünce ve vicdan özgürlüğü
hakkında ise AİHS’ye atıf yapılarak, AİHS’de yer alan sınırlamaların Şart
kapsamında da geçerli olacağı bildirilmiştir. İfade ve haber alma özgürlüğünün
AİHS’nin 10’uncu maddesi153, toplantı düzenleme ve dernekleşme özgürlüğünün
AİHS’nin 11’nci maddesi154, eğitim hakkının üye devletlerin ortak anayasal
gelenekleriyle AİHS’nin Protokolü’nün 2’inci maddesi155, mülkiyet hakkının AİHS
147
MEYERS, ENGELS, op.cit, s.9
Özgürlük ve güvenlik hakkı.
149
Özel hayata ve aile hayatına saygı.
150
İngilizce metinde “correspondence” olarak geçmektedir: Everyone has a right to respect……his
correspondence.”
151
İngilizce metinde “communication” olarak geçmektedir: Everyone has a right to respect……and
communication”.
152
Evlenme hakkı.
153
İfade özgürlüğü.
154
Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü
155
Eğitim hakkı.
148
79
Protokolünün 1’inci maddesi156; nakil, ihraç veya suçluların iadesi durumunda
korunma hakkının da AİHS’nin 4 Nolu Protokolünün 4’üncü maddesi157 ile uyumlu
olduğu belirtilmiştir. Meslek seçme özgürlüğü ve bir işte çalışma hakkı ile işyeri
çalıştırma özgürlüğünün ise ATAD içtihatlarına dayandığı vurgulanmıştır.
3)
Eşitlik Başlığı
“Eşitlik” adı altındaki üçüncü başlıkta, yasalar önünde eşitlik, ayrım yapmama,
kültür, din ve dil çeşitliliği, kadın-erkek eşitliği, çocuk hakları, yaşlıların hakları,
özürlü kişilerin topluma kazandırılması konularına yer verilmiştir. Bu kapsamda
cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, genetik özellikler veya diğer her türlü
düşünce, bir ulusal azınlığa mensubiyet, servet, doğum, sakatlık, yaş veya cinsel her
türlü ayrımcılık yasaktır.
“Eşitlik” başlığı altındaki haklara ilişkin açıklamalar kısmında, ayrımcılık
yasağının AİHS 14’üncü maddesi158 ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. Kültür din ve
dil çeşitliliği hakkının AB Antlaşmasının 6 ve AT Antlaşmasının 151’inci maddesi,
kadın erkek eşitliğinin AT Antlaşmasının 2 ve 3’üncü maddeleri, çocuk haklarının
20 Kasım 1989 tarihinde imzalanmış olan Çocuk Haklarına İlişkin New York
156
Mülkiyetin korunası.
Yabancıların topluca sınır dışı edilme yasağı.
158
Ayrımcılık yasağı.
157
80
Sözleşmesi; yaşlıların haklarının ASŞ’nin 23’üncü maddesi; özürlü kişilerin topluma
kazandırılması konusunun ASŞ’nin 15’inci maddesine dayandığı ifade edilmiştir.
4) Dayanışma Başlığı
Dördüncü başlık, “Dayanışma” adı altında düzenlenmiştir. Bu kapsamda,
çalışanların işte bilgi alma ve danışma hakkı, toplu iş görüşmesi ve eylem hakkı, iş
bulma hizmetine erişme hakkı, haksız işten çıkarma durumunda koruma, adil ve
dürüst çalışma koşulları, çocukların çalıştırılmasının yasaklanması ve gençlerin
işyerinde korunması, aile yaşamı ve mesleki yaşam, sosyal güvenlik ve sosyal
yardım, sağlık hizmetleri, genel ekonomik çıkara yönelik hizmetlere erişim, çevrenin
korunması ve tüketicinin korunması konuları düzenlenmiştir. Maddelere ilişkin
açıklamalar kısmında burada düzenlenen hakların hemen hemen tümünün ASŞ’nin
ilgili maddelerine dayandığı ifade edilmiştir.
Görüldüğü üzere “Danışma” bölümünde, bireylerin sosyal haklarına ilişkin
düzenlemeler getirilmiştir. Sosyal hakların Şart içine dâhil edilmesinin zaten gelişmiş
olan ekonomik entegrasyonu iyice güçlendireceği ve bu bağlamda ekonomik
özgürlükleri ile sosyal amaçların dengesinin kurulmasına önemli bir rol
oynayacaktır.159
159
Augustin Jose MENENDEZ, “The Sinews of Peace : Rights to Solidarity in the Charter of
Fundamental Rights of the European Union “, Ratio Juis, C:16, No.3, 2003, s.396
81
5)
Vatandaşlık Hakları
Beşinci başlık, “Vatandaşlık Hakları”nı düzenlemektedir. Söz konusu başlık
altında, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy verme ve aday olma, belediye
seçimlerinde oy verme ve aday olma, iyi yönetim hakkı, belgelere erişim hakkı,
Avrupa Ombudsmanı, dilekçe hakkı, hareket ve ikamet etme özgürlüğü ve
diplomatik koruma ile konsolosluk koruması konuları belirtilmiştir.
Bu bölümün özelliği, burada düzenlenen hakların, Şart’ın diğer bölümlerinde
düzenlenmiş olan hakların aksine herkese değil, sadece Birlik vatandaşlarına
yöneltilmiş olmasıdır. Beşinci başlık ile birlikte Birlik yurttaşlarının bugüne kadar
kurucu antlaşmaların çeşitli hükümlerinde160 dağılmış olan hakları, tek bir bölüm
altında toplanmıştır. Söz konusu haklar özellikle de AB’ndeki demokrasi açığının
kapatılması adına çok büyük önem taşımaktadır.
Bu çerçevede serbest dolaşım ve ikamet hakkı önem arz etmektedir. Daha
önceden AT Antlaşması’nın 18’inci maddesinde düzenlenen bu hak herhangi bir
ekonomik aktiviteden bağımsız ve temel bir bireysel hak olarak ele alınmıştır.
160
Örneğin seçme ve seçilme hakkı AT Antlaşması 19’uncu madde, diplomatic ve konsolosluk
korunmasından yararlanma hakkı AT Antlaşması 20’inci madde, Avrupa Parlamentosu nezdinde
şikayet hakkı AT Antlaşması 21’inci madde, hareket ve ikamet etme serbestesi AT Antlaşması 17
ve 18’inci madde.
82
Maddede bu hakla ilgili olarak herhangi bir kısıtlamaya yer verilmemiş olmasına
rağmen uygulamada bir takım koşulların gündeme geldiği görülmektedir.161
AB içinde siyasi bütünleşme adına en önemli haklardan biri de seçme ve
seçilme hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hak Avrupa Parlamentosu seçimleri
ve yerel seçimlerle sınırlıdır. Birlik yurttaşları, ikamet ettikleri üye devletlerde
Avrupa parlamentosu seçimlerinde oy verme ve aday olma hakkına sahip olacaktır.
Benzer şekilde Birlik yurttaşı belediye seçimlerinde de oy verme ve aday olma
hakkına da sahip olacaktır.
AB yurttaşlarının sahip oldukları siyasi haklar çerçevesinde bir diğer önemli
hak, dilekçe hakkıdır. Bu kapsamda Birliğin her vatandaşı ve bir üye devlette ikamet
eden veya kayıtlı iş merkezine sahip her gerçek ya da tüzel kişi, Avrupa
Parlamentosuna dilekçe verme hakkına sahip olacaktır.
“Vatandaşlık” başlığı altında bireylere tanınmış olan iyi yönetim hakkı da
özellikle Avrupa Yönetim Hukuku açısından yeni bir kavram olarak karşımıza
çıkmaktadır.162 “İyi yönetim hakkı”na göre herkesin, Birlik kurumları, teşkilatları ve
dairelerinde kendi işlerinin tarafsız ve adil bir biçimde, makul bir sürede yapılması
hakkına sahip olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan hak;
161
TEZCAN, op.cit, s.33
83
- Bir kişiyi olumsuz bir yönde etkileyecek herhangi bir bireysel önlem alınmasından
önce, kişinin kendini savunma hakkı,
- Herkesin, gizlilik konusundaki ve mesleki sırlarla iş sırları konusundaki meşru
haklara saygı gösterilerek, kendi dosyasına erişme hakkı,
- İdarenin verdiği kararların nedenlerini bildirme yükümlülüğü konularını
içermektedir.
Bunların yanı sıra bireyler, Birlik kurumlarının veya görevlilerinin işlerini
yaparken
neden
oldukları
zararların
Birlik
tarafından
tazmin
edilmesini
isteyebilecektir.
6)
Adalet Başlığı
“Adalet” adı altındaki altıncı başlık, ihlalin etkin bir şekilde giderilmesini
talep etme ve adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi ve savunma hakkı, suçların
ve cezaların meşruluğu ve oransallığı ilkeleri ile cezai kovuşturmada aynı suçtan iki
kez yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı konularına yer vermiştir.
Anılan başlıkta uluslararası ceza hukukunun genel ilkelerine yer verilmiş
olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, “ihlalin etkin bir şekilde giderilmesini talep
162
Aykut KURT, “Avrupa Hukuku’ İyi Yönetim Hakkı Çerçevesinde Ölçülülük İlkesi”,
http://www.danıştay.gov.tr, 16.04.2007
84
etme ve adil yargılanma hakkı” önem kazanmaktadır; zira söz konusu düzenleme
altında “Birlik yasalarınca garanti altına alınan hakları ve özgürlükleri ihlal edilen
herhangi bir kişi, bu Maddede belirtilen koşullara uygun olarak, bir mahkeme önünde
etkin bir şekilde giderilmesini talep etme hakkına sahiptir” hükmü yer almaktadır.
“Adalet” başlığındaki maddelerin açıklamalar kısmında; ihlalin etkin bir
şekilde giderilmesini talep etme ve adil yargılanma hakkının AİHS’nin 13’üncü
maddesi163, masumiyet karinesi ve savuna hakkının AİHS’nin 6’ıncı maddesi164;
suçların ve cezaların meşruluğu ve oransallığı ilkelerinin AİHS’nin 7’inci
maddesi165,
cezai
kovuşturmada
aynı
suçtan
iki
kez
yargılanmama
ve
cezalandırılmamam hakkı AİHS’nin 7 Nolu Protokolünün 4’üncü maddesi166 ile
uyumlu olduğu belirtilmiştir.
C)
ANTLAŞMANIN
YORUMLANMASINI
VE
UYGULAMASINI
DÜZENLEYEN GENEL HÜKÜMLER
İkinci bölümün son başlığı, ilkelerin ve hakların kapsamı ile yorumlanması,
korunmanın düzeyi ve hakların kötüye kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin
düzenlemeler getiren “Antlaşmanın Yorumlanmasını ve Uygulanmasını Düzenleyen
Genel Hükümler”dir. Söz konusu başlıkta, Temel Haklar Şartı’nın hukuki statüsü
163
164
Etkili başvuru hakkı.
Adil yargılanma hakkı.
85
adına çok önemli hükümler bulunmaktadır. Bu bağlamda Şart’ın amacı, temel
haklarının sağlanmasının sınırlarına, insan haklarının korunmasına ilişkin diğer
araçlarla olan ilişkilerine ve son olarak Şart’ın kötüye kullanımının engellenmesine
ilişkin olarak düzenlemeler bulunmaktadır.
1) 51’inci Madde: Kapsam
Antlaşma’nın
51’inci
maddesinde,
Antlaşmanın
Birlik
kurumlarına,
teşkilatlarına, dairelerine ve yalnızca Birlik hukukunu uyguladıkları durumlarda üye
devletlere hitap edeceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrada ise, Birlik hukukunun
uygulama kapsamının Birlik yetkileri dışında genişletilemeyeceği veya Birlik içi yeni
bir yetki ya da görev oluşturulamayacağı ve Anayasa’nın diğer kısımlarında tanınan
yetkilerde ve görevlerde değişiklik yapılamayacağı ifade edilmiştir.
Söz konusu maddenin ilk fıkrasında anlaşılacağı üzere, Şart’ın uygulanma alanı
belirtilmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda, Temel Haklar Şartı hükümleri ulusal
tasarruflarına ilişkin değildir; hükmün esas amacı Şart’ın sadece Topluluk
tasarruflarına ve Topluluk hukuku kendi iç hukukuna aktaran ulusal devlet
tasarruflarına karşı uygulanmasının sağlanmasıdır. Bir başka deyişle, temel haklara
ilişkin
165
166
olarak
yapılabilecek
herhangi
bir
ihlal,
Cezaların yasallığı.
Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı.
86
bazı
hareket
özgürlüğü
uygulamalarında cesaret kırıcı olmasına ve Birlik içindeki rekabetin bozulmasına
sebep olmasına ya da adalet ve iç işleri alanındaki karşılıklı işbirliğini tehlikeye
atabilme riskine sahip olmasına rağmen, Topluluk hukuku dışındaki uygulamalarda
üye devletler, Temel Haklar Şartı’na saygı göstermekle yükümlü değildirler.167
Aslında bu şekilde yapılmış olan düzenlemenin, Şart’ın kapsamına bakıldığında
ATAD’ın amacına tam uyumlu bir çözüm getirilmemiş olduğu görülmektedir. Zira
ATAD’a göre üye devletler Topluluk temel haklarına sadece Topluluk hukukunu
uygularken değil; aynı zamanda dayanak olduğu takdirde Topluluk hukukunun
yetkisi dışındaki iddiaları incelerken de gözetmektedir. Şart, ulusal tasarrufları
dışlayarak ATAD kararlarının dışında bir düzenleme getirmiştir.168
Bu hususla paralel olarak aslında ATAD kararlarında gecen “Topluluk hukuku
çerçevesinde” kelimesi yerine ‘Topluluk hukukunun uygulandığı alanlar’ teriminin
kullanıldığı görülmektedir; zira bu yöndeki bir kullanımın vurgulanarak tercih
edilmesinin amacının ulusal tasarrufların temel haklara ilişkin olarak dışlanması
olduğu değerlendirilmektedir169. Bu durum aslında Birlik hukukunun insan hakları
politikasının mevcut durumunu göstermektedir.
Bu kapsamda yine de 51’inci maddenin, Maastricht’in ve daha sonrasında
Amsterdam Antlaşması’nın, Topluluk temel hakları ve onların yargısal denetiminin
167
Oliver de SCHUTTER, op.cit,s.12
Ricardo Alanso GARCIA, “The General Provisions of the Charter of Fundamental Rights of the
European Union”, No: 28040, www.wbsco.com, s.4
169
GARCIA, ibid, s.9
168
87
uygulaması alanlarını gözeterek, sürekli değişen yaklaşımlarına bir son verdiğini
söylemek mümkündür.170 Bir başka deyişle Şart bağlayıcılık dahi kazanmış olsa
ATAD ikinci ve üçüncü sütunlarda yetkili olamayacaktır.171 Zira 1’inci madde
çerçevesinde üye devletlerin sadece Topluluk hukukunu uygularken Temel Haklar
Şartı ile bağlı olacakları açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir172. Ancak Birlik doğal
olarak Şart kapsamındaki güvencelerin Topluluk hukukunu uygulama amacını üye
devletler tarafından belirlenmesi yerine ATAD tarafından belirlenmesini tercih
edecektir.173
51’inci maddenin uygulama alanı ile ilgili olan bir başka ilginç nokta da şudur:
Anılan maddeye göre Şart Birlik kurumlarına, teşkilatlarına, dairelerine ve yalnızca
Birlik hukukunu uyguladıkları durumlarda üye devletlere uygulanacaktır. Görüldüğü
üzere maddede “bireyler” belirtilmemiştir. Bireylere atıf yapılmamış olunmasının
nedeninin, üye devletlere atıf yapılırken onların bireylerle olan ilişkilerinde Şart ile
bağlı
olacaklarına
ilişkin
bir
niyetin
ortaya
konulmuş
olduğu
değerlendirilmektedir.174
İkinci fıkrada yer alan Topluluğun Temel Haklar Şartı vasıtası ile yeni yetki
alanları ya da haklara sahip olamayacağının düzenlenmesi de bir anlamda Şart’ın
hazırlanışı aşamasındaki endişelerin devamlılığını vurgular nitelikte bir olgu olarak
170
GARCIA, ibid, s.4-7
LINDFELT, op.cit, s.83
172
Gerçi AB Anayasası ile bu durum engellenmiştir zira üç sütunlu yapı ortadan kaldırılarak tek bir
antlaşma metni içerisine dâhil edilmiştir.
173
SCHUTTER, op.cit, s.21
171
88
karşımıza
çıkmaktadır;
zira
bu
bağlamda
Şart’ın
Birlik
yetkilerinin
genişletemeyeceği hususu üye devletlerin bu konudaki duyarlılığının ne denli yoğun
olduğunun bir göstergesidir. Aslında kimi çevrelerce bu hükmün gereksiz olduğu
savunulmaktadır. Zira onlara göre “sınırlı yetki” prensibi bir temel haklar katoloğunun
oluşturulmasıyla zarara uğramayacaktır. Keza Madde 6/II’de Topluluk’u bağlayan
herhangi bir olayın Topluluk bireylerinin temel özgürlüklerine saygı göstereceği
hükme bağlanmıştır.175
AB Anayasal Taslağında da ise 51’inci madde ufak bir değişikliğe uğramıştır.
Bu bağlamda Şart’ın hazırlanışı esnasında yaptığı ancak, heyetin ilk bakışta göze
çarpmayan değişikliklerden bir tanesi de “üye devlet” kavramına verilen önem olarak
karşımıza çıkmaktadır. Özgün metinde yer alan “Andlaşmalar tarafından tanımlanan
yetkiler” lafzı, heyet tarafından değiştirilerek, yetkinin Anayasa ya da andlaşmalar
tarafından değil, “üye devletler tarafından tanımlandığı ya da verildiği” gerekçesiyle
“tarafından” sözcüğü kaldırılmıştır.176
2) 52’nci Madde
Andlaşma’nın 52’nci maddesinin ilk fıkrası, Şart tarafından getirilen özgürlük
ve hakların uygulanmasının sınırlanmasının genel çerçevesini çizmektedir. Temel
174
175
SADURSKI, op.cit, s.348
ENGEL, op.cit, s.156
89
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması belirli şartlar altında gerçekleştirilecektir. Bu
bağlamda sınırlamalar;
• Sadece gerekli olduklarında,
• Birlik
tarafından
kabul
edilen
genel
çıkar
amaçlarını
gerçekten
karşıladıklarında veya başkalarına ait hakların ve özgürlüklerin korunması
gerektiğinde,
• Özlerine saygı duyulacak şekilde,
• Yasalarla olabilecektir.
Şart, yukarıda sayılan sınırlamaları genel hükümler çerçevesinde koymuş ve bu
çerçevede her hak için ayrı sınırlamalar düzenleyen AİHS’den farklı bir yöntem
izlemiştir.177 Anılan sınırlamalarla ilgili dikkat çekici husus şudur ki; ulusal ve
uluslararası insan hakları tedbirleri genellikle belirli haklar için bazı sınırlamalar
getirmektedir; hukukilik, orantılılık ve gereklilik prensipleri ise bu sınırlamalara ek
olarak uygulanırlar, kısacası bağımsız birer şart niteliğinde değildirler. Eğer 52’inci
maddede yer alan istisnaların tamamıyla bağımsız birer koşul/şart oldukları kabul
edilirse, istisnaların Şart kapsamındaki AİHS’ye nazaran farklı kurallara tabi olduğu
anlamı akıllara gelebilecektir; ancak bu yaklaşımın kabul edilip edilemeyeceği de
tartışma konusudur. Anılan yaklaşımı kabul etmeyenlere göre, Şart’ta yer alan hakların
AİHS’de yer alan haklarla örtüşenlerin anlam ve kapsam bakımından aynı olduğu ifade
edildiğinden dolayı, hukuki yorum çerçevesinde istisnalar da AİHS ile aynı şekilde
176
177
Bertil Emrah ODER, “Avrupa Birliği’nde Anayasa ve Anayasalcılık”, Anahtar Kitaplar
Yayınevi, Mayıs, 2004, s.322
GARCİA, op.cit, s.28
90
yorumlanmalıdır. Zira eğer üye devletler AT veya AB hukukunu uygularken yeni
istisnalar ya da AİHS’den daha geniş istisnalar gündeme getirirse AİHS’ye ilişkin
yükümlülüklerini ihlal etmiş olacaktır. Bu husus da bir çelişki yaratmaktadır. Öte
yandan kimi çevrelerce de Şart’ta yer alan iki hükmün178 kendi istisnalarını
barındırdığını, bu durumun da Şart’ın oluşumu esnasında Şart’ın yaratıcılarının bu
eğilimde olduklarının kanıtı olduğunu savunulmaktadır179. Zira bu şekilde Birlik belki
de bir anlamda AİHS’ye tam olarak bağlı kalmayacağının ve kendi uygulamalarını
yaratacağının sinyallerini vermek istemektedir.
52’inci maddede belirtilen en önemli hususlardan biri de üçüncü fıkradaki, “Bu
Antlaşma, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Avrupa
Konvansiyonu tarafından garanti edilen haklara karşılık gelen hakları içerir.”
hükmünde yatmaktadır. Bu Bağlamda Şart’ın iki başlılık yaratmaktan kaçındığı
değerlendirilmektedir.180 Burada dikkat çeken husus Şart kapsamında AİHM’nin
yetkisinden bahsedilmemiş olmasıdır. Şart ile AİHS arasında oluşabilecek olası
ayrılık ya da bir boşluk durumunda, Şart AİHS ile aynı amacı benimseyecek ve
haklara aynı anlamı yükleyecektir. Bu hükme göre, AİHS kapsamındaki hakların
içeriği yine bu Sözleşme ile belirlenecektir. O halde Şart, AİHS kapsamındaki
hakların kapsamını ve anlamını değiştirmemektedir. AİHS kapsamında olmayan ve
yeni getirilen haklar konusunda bir açıklama bulunmadığına göre bu hakların kapsam
ve anlamının ise ATAD uygulamalarıyla belirleneceğini söylemek yanlış
178
Mülkiyet hakkına ilişkin 17’inci madde ile çocuk işçiliğinin yasaklanması ve çalışan gençlerin
korunmasına ilişkin 32’nci madde.
179
PEERS, op.cit, s.152
180
LINDFEAT, op.cit ,s.95
91
olmayacaktır. Öte yandan
iki başlılıktan kaçınılması amacıyla bu şekilde bir
düzenleme getirmesinin, uygulamada amacın tamamıyla tersine olarak tam bir
çatışma yaratabileceği de tartışılması gereken ayrı bir konudur.
Şart ile AİHS birlikte değerlendirildiğinde Şart’taki hakları, getirilen
kısıtlamalar
göz
önünde
bulundurularak
üç
kategoride
değerlendirmek
mümkündür:181
• AİHS’deki ile eşdeğer, bu çerçevede hiçbir şekilde kısıtlanmayacak haklar. Bu
haklara örnek olarak işkencenin yasaklanması, toplu sürgün yasağı, hiç kimsenin
ölüm cezasına, işkenceye veya diğer insanlık dışı ve alçaltıcı muameleye veya
cezaya
tabi
tutulmasının
ciddi
ihtimal
dâhilinde
bulunduğu
bir
ülkeye
gönderilemeyeceği, sürülemeyeceği ya da iade edilemeyeceği hakları verilebilir.
• AİHS’deki ile eşdeğer, sadece belirli bazı amaçlar için, orantılı ve yasa ile
kısıtlanmak koşulu ile kısıtlanabilecek haklar. Bu haklara örnek olarak düşünce,
vicdan ve din özgürlüğü, ifade ve bilgilenme özgürlüğü ile toplanma ve dernek
kurma özgürlüğünü vermek mümkündür.
• AİHS ile dengi olmayan, “Birliğin genel çıkarı” amacıyla doğrudan uygulanan
haklar. Bunlara ek olarak, yasa ile olma, hakkın özüne saygı, orantılılık koşullarının
arandığı haklar.
181
SADURSKİ, op.cit, s.354
92
52’inci maddenin üçüncü fıkrasının devamında ise bu hükmün daha kapsamlı
korunma sağlayan Birlik yasalarını engellemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu
bağlamda, insan hakları için minimum düzeyin AİHS çerçevesinde olacağını;
söylemek yanlış olmayacaktır. Birlik AİHS’yi benimsemekle birlikte daha üst bir
koruma da benimseyebilecektir. Bu hüküm ile Birliğin bir anlamda AİHS’ye nazaran
bir üstünlük elde edebileceğinin yolunu açtığını söylemek mümkündür.
AB Anayasası ile beraber 52’inci maddeye üç fıkra daha eklenmiştir. Bu
bağlamda dördüncü fıkrada “Bu Şart’ın üye devletlerde ortak olan anayasal
geleneklerden kaynaklanan temel hakları tanıması ölçüsünde, bu haklar sözü edilen
gelenekler ile uyumlu biçimde yorumlanırlar.” hükmü yer almıştır. Burada
bahsedilen “ortak anayasal değerler” kavramı özellikle Şart taslağı içine konmuştur;
zira “ortak anayasal değerler” kavramının ATAD içtihatlarında da Topluluk
hukukunun yapı ve amaçları çerçevesinde gözetildiği ve AB Antlaşması’nda da
vurgulandığı dile getirilmiştir.182 Bu husus da yine üye devletlerin önemsenme
kaygılarını belirtmektedir.
Beşinci fıkrada ”Bu Şart’ın ilkeler içeren hükümleri, kendi yetkileri
çerçevesinde, Birlik organlarının ve kuruluşlarının yasama ve yürütme işlemleri ile
ve Birlik hukukunu uyguladıkları durumlarda üye devletlerin işlemleri ile
uygulanabilir. Bunlar, mahkemeler tarafından yalnızca bu işlemlerin yorumu ve
hukuka uygunluk denetiminde kullanılabilirler” hükmü yer almaktadır. Anılan
93
hüküm ile “hak” ve “ilke” kavramı arasındaki farklılık vurgulanmak istenmiştir.
Şart’ta yer alan “ilkeler” madde metinlerinden ziyade genelde maddeleri açıklayıcı
notlarda vurgulanmıştır. Anayasanın hazırlanışından görevli olan Kurultay, açıklayıcı
notların Şart’ın yorumlanmasında dikkate alınmasını zorunlu olduğunu ifade etmiştir.
Açıklayıcı notlarda “ilkeler” çoğunlukla sosyal haklar için kullanılmıştır. Örnek
vermek gerekirse, “engelli kişinin hakkı”na ilişkin düzenlemenin açıklayıcı notunda
bu hak ilke olarak nitelendirilmiştir. Dolayısıyla 52’nci maddenin beşinci fıkrası
ilkelerin yargısal bakımdan dikkate alınarak uygulanabilmelerini koşullu hale
getirmiştir. Bu koşul, ilkeleri uygulayan belirli işlemlerin varlığıdır. Anılan işlemler,
Birliğin yasama ve yürütme işlemleri ile Birlik hukukunu uygulayan ulusal
işlemleridir. Ancak bu türden işlemlerin yorumu ve hukuka uygunluk denetimi söz
konusu olduğunda ilkeleri de yargı organları tarafından kullanılabilinecektir.183
52’nci madde ile ilgili olarak değinilmesi gereken son husus da 6’ncı fıkraya
ilişkindir. Anılan fıkraya göre, “Bu Şart’ın belirtildiği biçimde ulusal hukuk ve
uygulamalar tam olarak dikkate alınırlar.” Söz konusu fıkrayı yorumlamak için
Şart’ın başka maddelerine bakmak gerekmektedir; zira Şart’ın bazı maddelerinde
ulusal hukuk ve uygulamalarına atıfta bulunulmaktadır. Bu atıflar ile, ikincillik
ilkesine uygun olarak, Şart’ın içerdiği hakların uygulanmasında üye devletlerin
yetkisi tanınmıştır; ancak yapılan göndermelerin büyük bir çoğunluğunun sosyal
haklar kapsamında öngörülen haklar olması ilgi çekicidir. Ulusal hukuk ve
182
183
ODER, op.cit, s.323
ODER, ibid, s.327
94
uygulamalar, Şart’ın haklara ilişkin özgül normlarında zaten yer aldığından söz
konusu fıkra kurucu değil açıklayıcı niteliktedir.184
52’nci maddeye ilişkin olarak kimi akademisyenlerce yapılan
eleştirilere
rağmen, temel hak sınırlaması sisteminin başarıyla yapılmış olduğunu söylemek
mümkündür. Zira AİHS’de oldukça karmaşık bir ve münferit maddelerde yer alan
geniş temel hak sınırlamaları, Temel Haklar Şartı’nda pratik bir düzenleme ile
geliştirilmiştir.185
3) 53’ üncü Madde
Korumanın düzeyine ilişkin 53. maddesine baktığımızda, söz konusu maddede
Birlik yasalarının, uluslararası yasalar, Birlik veya devletlerin tümünün taraf olduğu
AİHS’yi de içeren uluslararası antlaşmalar ve üye devletlerin anayasaları tarafından
ilgili uygulama alanlarında kabul edildiği şekliyle, Antlaşma’nın hiçbir maddesinin,
insan haklarını ve temel özgürlükleri kısıtlayıcı veya olumsuz yönde etkileyici olarak
yorumlanamayacağı hükmü yer almaktadır.
53’üncü maddede Şart'ın olumsuz etkilerinden korunulması amacını güden
bir hüküm söz konusudur. Herhangi bir üye devletin Şart’taki bir hakka dayanarak
184
ODER, ibid, s.323
95
AİHS kapsamındaki veya başkaca uluslararası sözleşmelerle taahhüt ettiği diğer
insan
haklarının
ihlallini
veya
olumsuz
yorumlamasını
yapamayacağı
belirtilmektedir. Söz konusu düzenleme, Şart’ın öngördüğü koruma düzeyinin
uluslararası hukuk ve ulusal anayasaların sağladığı koruma düzeyinin altına
inmemesi yolunda bir güvence oluşturmaktadır. Bir anlamda Şart, 53’üncü madde
aracılığı ile ulusal anayasal düzenlerdeki temel hak anlayışının yerini almadığını da
ortaya koymaktadır. Şart, Birlik hukuku ile ulusal hukuk ilişkisini ve üstünlük
doktrininin sınırlarını belirleyen bir metin değildir. 186
Ancak, anılan madde Şart’ın yorumlanması açısından bir belirsizlik
içermektedir.187 Bu çerçevede insan haklarının korunması için olan uluslararası
araçlar, iç hukuklardaki korumayı yorumlamaya ve gerek olduğunda açıklıkları telafi
etmeye yararken Birlik sistemi içerisindeki yapı ile Şart iç hukukları her ne kadar
ulusal anayasalardaki temel hak anlayışının yerini almadığını iddia etse de
denetlemektedir.
4) 54 üncü Madde
Şart’ın 54’üncü maddesine göre, “Bu Bildirge'de yer alan hiç bir şey, işbu
Bildirge'de tanınan haklar ve özgürlüklerden herhangi birinin ortadan kaldırılmasını
185
186
ARSAVA, “AB’nin Anayasallaşma Sürecinde Temel Haklar Şart”, s.7
ODER, op.cit, s. 326
96
veya bunun, burada öngörülenden daha fazla kısıtlanmasını amaçlayan herhangi bir
faaliyette bulunma veya herhangi bir fiili gerçekleştirme hakkını verdiği şeklinde
yorumlanamaz.” hükmü yer almaktadır.
Madde 54’te ise, Şart'ın kendisinin de hak ve özgürlüklerin Şart'ta
öngörülenden daha fazla kısıtlama yaratacak şekilde yorumlanmaması ifade
edilmiştir. Bir başka deyişle anılan hüküm Şart’ta yer alan hakların daha kısıtlayıcı
bir şekilde yorumlanmaması adına bir güvence oluşturmaktadır.
Maddeye yönelik açıklama kısmında da belirtildiği üzere, 54’üncü madde
AİHS’nin 17’inci maddesinde yer alan hakkın kötüye kullanılmayacağı hükmü ile
uyumluluk göstermektedir. Uygulamada AİHS’nin konuyla ilgili olarak oldukça
hassas olduğu görülmektedir. Örneğin, Alman Komünist Partisinin188 Federal
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması üzerine anılan parti, AİHS’nin, 9189,
10190 ve 11191’inci maddelerinin ihlal edildiği iddialarıyla Komisyona192 başvuru
yapmıştır. Komisyon bu maddeleri uygulamak yerine, “daha genel bir niteliğe sahip”
telakki ettiği 17’inci madde hükmünden hareket etmiştir. Komisyona göre, 17’inci
maddenin amacı, “öngörülen hakları, demokratik kurumların özgürce işlemesi
yolundan korumak” bir başka deyişle, “Sözleşmenin koyduğu ilkelerin totaliter
187
GARCIA, op.cit, s.23
AİHK’nin 20.07.1957 tarih ve 250757 sayılı kararı.
189
Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü.
190
İfade özgürlüğü.
191
Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü.
192
11 Nolu Protokolün kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte AİHK ve AİHM tek bir
organ olarak birleşmişlerdir.
188
97
akımlarca kendi yararlarına istismarını önlemek”tir. Komisyon kararı kapsamında
olayda da ilgili partinin amacı ihtilal yoluyla proleter diktatörlüğü kurmak olduğu
için, rejimi diktatörlüğe götüren faaliyetler Sözleşmenin öngördüğü pek çok
özgürlüğün yok olmasına sebep olacaktır. Bu bağlamda Komisyon bu başvuruyu
“Sözleşme hükümleri ile telif edilemez” gerekçesiyle reddetmiştir.
98
IV. BÖLÜM
TEMEL HAKLAR ŞARTI ÇERÇEVESİNDE BİREYLERİN KORUNMASI
A) ATAD VE AİHM’NİN BİREY HAKLARINI KORUMADAKİ STATÜSÜ
1) Genel Olarak
Temel Haklar Şartı’nın resmî olarak bağlayıcılık kazandığını düşünürsek,
Şart’ın Topluluk hukuku içerisinde uygulanmasının nasıl olacağı tartışması gündeme
gelecektir. Normalde bireyler mağduriyetlerini, çalışmanın ilk bölümünde incelenen
ihlal davası, iptal davası ve de ön karar prosedürü çerçevesinde mahkeme önüne
getirmektedirler. Doğal olarak bu prosedürlere ilişkin aksaklıklar giderilmediği
sürece bireyler yine mağdur konumda olmayı sürdüreceklerdir.
Temel Haklar Şartı çerçevesinde, acaba Şart’ın üye devletlerce ya da Topluluk
organlarından biri tarafından ihlali durumunda bireyler, Topluluk mahkemelerine
doğrudan başvurabilecekler midir? Eğer Temel Haklar Şartı, Antlaşmalara dâhil
edilerek, hukuki anlamda bir bağlayıcılığa sahip olursa özellikle de bireylerin
haklarını savunabilmeleri adına gerekli ihtiyaçların genişletilmesi söz konusu
olacaktır. Temel Haklar Şartı’nın nihai amacı çerçevesinde bireylerin mağduriyetleri
99
ortadan kaldırılmak isteniyorsa bireylerin haklarının temini için aksaksız çalışan bir
mekanizmanın varlığına duyulan ihtiyaç kuşkusuzudur.
Ulusal anayasaların çoğunda bireysel haklar en üst düzeyde korunmaktadır ki
bu husus bir anlamda, demokrasinin de temelini oluşturmaktadır. Hakları anayasa ile
güvence altına alınmış olan bireyler bu şekilde ulusal hukuklarına daha çok
inanmakta ve güvenmektedirler. Eğer Avrupa Birliği de özellikle de son yıllarda çok
daha fazla önem vererek gelişme kaydettiği “Birlik Yurttaşlığı” ve “Avrupa Kimliği”
kavramları altındaki vatandaşlarının Topluluk hukukuna olan güvenlerini ve
desteklerini arttırmak istiyorsa, bireylere doğrudan başvuru hakkını temin etmesi
gerekmektedir. Zira bireylere doğrudan başvuru hakkı tanınmaz ise, Temel Haklar
Şartı’nın bağlayıcı hale gelmesiyle bireylere tanınan hakların, çok fazla bir anlam
ifade etmesi beklenemeyecektir.
Anılan belirsizlikler çerçevesinde, Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’na
dâhil edilmesi ile birlikte bireylerin ihlaller karşısında ATAD’a doğrudan başvuru
yapabilme imkânına sahip olup olmayacakları sorusunun cevabı henüz verilebilmiş
değildir; zira bu husus doktrinde de çok büyük tartışmalara neden olmaktadır. AB
Anayasası, veto edilmesi sonucu yürürlüğe girememiş olmasına rağmen, hâlâ AB’nin
gündemindedir. Bu kapsamda AB Anayasası’nın kabulü için gerekli çalışmalara
devam edilmektedir.
100
Bu bağlamda uygulama da ne tür bir yol izleneceğini yine ATAD gösterecek;
bu şekilde zamanla oluşan ATAD içtihatları da birey haklarının temini açısından çok
önemli bir yer teşkil edecektir. Ancak ATAD içtihatları doğal olarak tek başına
yeterli olmayacaktır, Kurucu Antlaşmalardaki iptal, ihlal ve ön prosedür davalarında
bireylerin doğrudan başvurma yapabilmeleri için gerekli olan koşulların ortadan
kaldırılması gerekecektir. Ya da bu seçeneğe bir alternatif olarak
Kurucu
Antlaşmalarda yapılacak bir değişiklik ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri ihlal
edildiğinde ATAD’a doğrudan dava açma haklarını sağlayacak yeni bir dava türünün
oluşturulması gerekmektedir.
Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’nda düzenlendiği şekliyle bağlayıcılık
kazanmasıyla ortaya çıkabilecek bir diğer belirsizlik de AİHS ile ilgili olarak
karşımıza çıkmaktadır. Zira AB Anayasasıyla birlikte Birlik de AİHS’ye taraf
olmaktadır. Acaba temel hak ve özgürlükleri ihlale uğrayan bireyler mağduriyetlerini
AİHM yoluyla mı gidereceklerdir? Bir kişinin haksızlığının ya da haklılığının
belirlenmesinde AİHM’nin kullanılması ne kadar mümkün olabilecektir? Bu hususa
ek olarak, üye devletlerle Topluluk organları arasındaki ve de Topluluk organlarının
birbirleriyle olan ilişkilerinde AİHS ile Şart’ın etkilerinin nasıl olacağı da akla gelen
sorulardan biridir.193
Bilindiği üzere AİHS, geçmişten günümüze bireylerin temek hak ve
özgürlüklerini garanti altına alan köklü bir sistemdir. Sözleşme’nin hukuki mahiyeti
101
AİHM’nin kendi içtihatlarıyla ortaya konmuştur. Bu kapsamda Sözleşme, karşılıklı
ve iki taraflı yükümlülükler ilişkisi dışında, objektif yükümlülükler de içeren ortak
bir garanti sistemi oluşturmaktadır. Kendine has yapısı ile yardımcı bir hukuk
düzenidir; ancak kavramları bağımsız olarak yorumlamaktadır. AİHS, insan
haklarının etkili korunmasına hizmet ederken, daha geniş bir düzeyde de üye
devletler arasında birlik amacın gelişmesine katkıda bulunmaktadır.194
Mahkemeye devlet başvurusu ve bireysel başvuru olmak üzere iki şekilde
başvurulabilmektedir.195 Bireysel başvuru bireylere, Sözleşme’den doğan hak ve
özgürlüklerinin ihlali durumunda doğrudan bir devleti şikayet edebilme yetkisini
tanımaktadır. Bu bağlamda birey, devlet yanında, uluslararası hukukun bir sujesi
haline gelmektedir.196 AİHS’nin 34’üncü maddesine göre, bireysel başvuru
kapsamında birey, devleti uluslararası bir yargısal organ önüne davalı olarak
götürebilmekte ve bir yaptırma maruz bırakabilmektedir.
AİHM’ye başvuru koşullarına bakıldığında, AİHS’nin 35’inci maddesine göre,
Sözleşme ile güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerin, Sözleşme’ye taraf
olan devletçe çiğnendiği kanısında olan bireyin, ilgili devleti AİHM’ye şikayet
edebilmesi için, uluslararası hukuka uygun olarak, iç başvuru yollarını tüketmiş
olması gerekmektedir. Ancak davanın ulusal yargı önünde sürüncemede kalması ve
193
MCCRUDDEN, op.cit, s.13-14
Mustafa YILDIZ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1998
s.126
195
Tezin amacı ve bütünlüğü açısından çalışmada sadece bireysel başvuru hakkına yer verilecektir.
194
102
“makûl” bir süre içerisinde sonuçlandırılamaması, bireyi iç hukuk yollarını tüketme
prosedüründen kurtarabilmektedir.197 Aynı zamanda temek hak ve özgürlükleri ihlale
uğramış olan bireyin, iç hukuk yollarını tüketen son kararın alındığı tarihten itibaren
altı ay içerisinde başvurusunu yapmış olması gerekmektedir.
Başvuru için gerekli olan bu koşulların yanı sıra, başvuru daha önce
Mahkemece incelenmiş olan bir başvuru ile esas itibariyle aynı olmamalıdır. Aynı
zamanda aynı konuda daha önce başka bir uluslar arası yere başvurulmamış olması
gerekmektedir. Görüldüğü üzere bireyler ATAD’a göre çok daha rahat bir şekilde
başvuru yapıp, mağduriyetlerini yargı önüne getirebilmektedirler.
Bu bağlamda birey yıllardan beri insan hakları üzeride çalışan ve bu konuda bir
içtihat hukuku oluşturmuş olan AİHM’ye mi başvuracaktır? Yoksa, Birlik’in
entegrasyon sürecide kilit taş konumunda olan ATAD’ı mı tercih edecektir? Zira
aşağıda ayrıntılı olarak incelendiği üzere Birliğin AİHM’ye taraf olması ile AİHM de
Topluluk hukukunda bireylerin temel hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak yargılama
alanına sahip olabilecektir. Bu durumda ise AİHS, ATAD ve AİHM tarafından
farklı yorumlanabilecek, iki mahkeme arasında bir içtihat çatışması yaşanabilecek ve
de uygulamadan doğan başka birtakım sorunlar gündeme gelebilecektir.
196
Şeref GÖZÜBÜYÜK, Feyyaz GÖLCÜKLÜ, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması,
Turhan Kitapevi, Ankara, 2005, s.33
197
GÖZÜBÜYÜK, GÖLCÜKLÜ, ibid, s.72
103
2) ATAD ve AİHM’nin Birey Haklarını Korumadaki Rollerinin
Karşılaştırılması
Avrupa Birliği üye ülkelerinin tümü AİHS’ye taraftır. Dolayısıyla üye
ülkelerden kaynaklanan iddialar, iddianın temeline bağlı olarak AİHM tarafından
dinlenebileceği gibi ATAD tarafından da dinlenebilecektir. Bu bağlamda AT Hukuku
sistemi içerisinde bireylerin temel özgürlüklere ilişkin haklarını savunabilecekleri
yargısal mekanizmalar ATAD ve AİHM olarak karşımıza çıkmaktadır.
Temel Haklar Şartı’nın başlangıç kısmında insan hakları alanına ilişkin yargı
yetkisi konusunda ATAD ve AİHS’den herhangi birine öncelik tanınmamıştır. Bu
bağlamda her iki yargı organı da hakların geliştirilmesi ve anlaşmaların
yorumlanması adına çok büyük bir öneme sahiptir. 198
Bu iki mahkemenin de bir takım benzerlik ve farklılıkları bulunmaktadır. Bir
yandan kararlarını doğrudan uygulama imkânı olmayan bu mahkemeler, ulusal
kurumların iyi niyetlerine bağlı bulunmaktadırlar. ATAD, ulusal mahkemelerle
zorunlu ama farklı bir biçimde tezahür eden yargısına dayanan bir işbirliği içerisinde
olurken; AİHM genellikle ulusal mahkemelerin çalışmalarını daha geleneksel olan
hiyerarşik bir ilişki içinde gözden geçiren bir pozisyonda bulunmaktadır. Bu hususa ek
198
DHABALIA, op.cit, s.568
104
olarak ATAD Birlik sistemi içerisinde bir “yasa yapıcı” gibi rol üstlenirken, AİHM’nin
böyle bir işlevi söz konusu değildir.199
ATAD, insan haklarıyla ilgili olarak dava hukuku yoluyla, Avrupa Topluluğu
hukuku üzerinde yargılama yetkisi tesis etmiştir. Bu haklar, AİHS ile garanti edilen
haklara ve üye ülkelerin tümünde ortak olan anayasal geleneklere dayanmakta olup
Topluluk hukukunun genel ilkeleri haline gelmiştir. AİHM’nin yargılama yetkisi ise
AİHS’nin maddelerine dayandırır. Geleneksel olarak AİHM, özellikle de politik,
ekonomik ve sosyal ilişkilerde üye devletlerin karakteristik özelliklerini dikkate
almaktadır. AİHS’nin önemi, güvence altına aldığı temel hak ve özgürlüklerden ya
da Avrupa Konseyi’nin temelini oluşturmasından değil, ortak güvence sistemine
dayanan uluslararası yargısal bir denetim mekanizması kurarak bireylere bu
güvenceyi vermesinden kaynaklanmaktadır.200
Aslında AİHM’nin bireylere sağlamış olduğu bu güvenceye rağmen AB’nin
uluslarüstü özelliği, Birlik faaliyetlerinin yerine getirilmesi açısından çok önemlidir;
zira bu bakımdan AİHM’ye nazaran üstün konumda olmaktadır. Bu yaklaşımın doğal
sonucu da, Topluluk hukukunun, temel haklara ilişkin ulusal ya da uluslararası
hukuka nazaran daha az koruma sağlasa dahi uygulanması gerektiğidir. Zira
ATAD’ın üye devletler üzerindeki yaptırımı AİHM’ye nazaran çok daha kuvvetlidir.
Eğer ATAD da Temel Haklar Şartı’na bağlayıcı bir statü vererek, işleyen bir
199
200
LINDFELT, op.cit, s.91
TANGÖR, op.cit. s.234
105
yaptırım mekanizması oluşturabilirse bireyler tarafından AİHS’ye nazaran daha çok
tercih edilebilecektir.
Bu kapsamda, AİHM, insan hakları konularında daha ayrıntılı ve uygun bir
biçimde oluşturulmuş olmasına rağmen, ATAD’ın üye devletlerle olan doğrudan
ilişkisi, onu Topluluk içerisinde bu konular ile daha başarılı bir şekilde ilgilenmesini
sağlamaktadır.201 Topluluk hukukunun üye devletler üzerindeki doğrudan etkisi göz
önünde bulundurulduğunda, kimi çevreler tarafından AT’nin AİHS’ye ve bu kapsamda
Avrupa Konseyi’ne nazaran insan hakları politikasının uygulanması konusunda çok
daha etkili ve başarılı olacağı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda AİHS bütünleşme
karakterinden yoksun görülmektedir. Keza gerçekte AİHM’nin kararlarını sistematik
bir şekilde yürürlüğe sokacak bir mekanizma gelişmemiştir; bu durum da üye
devletlerin iç hukuklarıyla ilgili bir problemdir.202 Bu bağlamda acaba ATAD,
AİHS’yi yorumlayarak, Üye Devletler üzerinde AİHM’ye nazaran daha mı etkili
olacaktır sorusu akılları karıştırmaktadır.
Topluluk hukukunun bir diğer önemli özelliği de yeknesaklığı sağlamaya
çalışmasıdır. Zira insan haklarına ilişkin kuralların Topluluk içerisinde etkili olması
isteniyorsa her üye devletin bu kuralları aynı şekilde yürürlülüğünü sağlamaları
gerekmektedir.203 Birlik içerisinde yeknesaklığı sağlama görevi de geçmişte olduğu
201
202
203
DHABALİA, op.cit, s.567
Clemens RIEDER, “Protecting Human Rights with in the European Union: Who is Better
Qualified To Do The Job- The European Court of Justice or The European Court of Human
Rights?”, www.heinonline.com., 2005, s.100
DHABALIA, op.cit, s.577
106
gibi ATAD’a düşmektedir. Bu çerçeve de ulusal mahkemeler, anayasal bir krizden
kaçınmak maksadıyla istemeseler dahi ATAD’ı izlemek zorunda kalmaktadırlar.204
İnsan hakları konusunda kimin yol gösterici olduğu tartışmasında yeknesaklık hususu
önemli bir nokta oluşturmaktadır. Kimi çevrelere göre, AİHM oybirliği üzerine
kurulmuş bir sisteme sahip olduğu için, bu yapı tutuculuğu ve Sözleşmenin
yorumlanmasının geliştirilmesinin gecikmesine neden olmaktadır. Zira AİHM üye
devletler bu tutuculuğundan dolayı şu anki uygulamadan öteye geçemediği gibi bir
yeknesaklık sağlamaktan da uzaktır. Bu durum ise her zaman Birlik içindeki
bütünleşmenin anahtarı rolünü üstlenmiş olan ATAD’a ters bir davranıştır. ATAD
kendini entegrasyonun hızlandırıcısı olarak görmektedir. Bu çerçevede ATAD’ın ana
görevi, kurumsal engelleri kırmak ve tek bir Avrupa oluşumu için üye devletleri bir
araya getirerek yeknesak kuralların uygulanmasını sağlamaktır.205 İnsan hakları
konusu da üye devletlerin kültürel uygulamalarını içinde barındıran bir konu
olduğundan dolayı ATAD’ın üye devletleri için istediği koruma ancak yeknesak
insan hakları kurallarıyla gerçekleşebilecektir. Bu çerçevede ATAD üye ülkelerin bu
konudaki tutumlarında ısrarlı ve hassas davranacaklarını bildiğinden, kararında, üye
ülkelerin anayasal geleneklerinden kaynaklanan temel hakların ATAD’ın kabul ettiği
genel hukuk prensiplerinin bir parçası olduğunu belirtmiştir. Olaya bir diğer bakış
açısından bakıldığında da şu husus söylenebilir ki, üye devletler ATAD’ı Topluluk
amaçlarının sağlanması amacıyla yaratmış olduğundan, ATAD AİHM’ye nazaran
daha çok üye devletlerin şikayetlerine yöneliktir.206 Dolayısıyla ATAD birey
ihtiyaçlarını daha çok göz önünde bulundurduğunda bütünleşme açısından da etkin bir
rol oynayacaktır.
204
RIEDER, op.cit, s.98
107
AİHM’nin ise Topluluk kurumları üzerinde doğrudan bir yargı yetkisi olmasa
da dolaylı bir yargı yetkisi mevcuttur.207 Zira üye devletlerin Topluluk faaliyetleri
uygulamalarının AİHS ile uyumlu olup olmadığını dolaylı olarak incelemektedir.
AİHM’ne üye devletler üzerindeki doğrudan yargı yetkisini kazandırmanın yolu ise
AT Antlaşmasının değiştirilerek Topluluğun AİHS’ye taraf olmasının sağlanmasıdır.
ATAD’ın 2/94 sayılı görüşü ile tıkanan bu yol AB Anayasası ile tekrar açılmıştır..
Bu kapsamda AB’nin AİHS’ne taraf olma yetkisinin bulunmadığı sorunu, AB
Anayasası’nda radikal bir çözüm benimsenerek çözülmüş ve söz konusu yetki
Birliğe tanınmıştır. Bu şekilde Birliğin AİHS’ye taraf olabileceğine ilişkin
araştırmaların yasal zemini oluşturulmuştur. Bu bağlamda kimi akademisyenler
tarafından Avrupa Birliği’nin Temel Haklar Şartı ile AB’nin AİHS’yi taraf olması
birbirlerinin alternatifi değil; aksine birbirlerini tamamlayıcı unsurları olduğu ifade
edilmiştir. Bu durum üye devletlerin kendi anayasal haklarına sahip olmalarıyla
birlikte, aynı zamanda AİHS’ye taraf olmaları gibidir.208 Zira AİHS’ye katılımın,
Anayasa’da tanımlanan Birliğin yetkilerini etkilemeyeceği belirtilmiştir. Bir başka
deyişle, Birlik ve üye devletler arasındaki yetki ayrımı varlığını korumuş olacaktır.209
Şart’ın uygulama alanının sınırlı olduğu görülmektedir. Bu bağlamda genel kural
205
RIEDER, op.cit, s.99
DHABALIA, op.cit, s.579
207
PEERS, op.cit, s.146
208
Diana RYLAND, “The Charter of Fundamental Rights of the European Union:Pandora’s Box or
Panacea?”, Managerial Law, Vol:45, No: 5/6, 2003, s.155
209
RYLAND, op.cit, s.159
206
108
olarak üye devletler kendi ulusal anayasaları ile izin verildiği ölçüde AİHM ile
korunabileceklerdir. Bu kuralın istisnası Topluluk hukukunun uygulaması olacaktır.
Her ne kadar AB Anayasasının210 veto edilmesiyle üye devletler Birliğin
AİHS’ye taraf olmasını ve Temel Haklar Şartı’nın bağlayıcılık kazanması şansını
tekrar kaçırmış olsalar da, AB Anayasasının ileriki dönemlerde kabulü her zaman söz
konusu olabilecektir. Anayasanın kabul edilmesi uzun bir süreliğine ertelense bile en
azından Temel Haklar Şartı’nın AB Anayasası’nda kabul edilen şekliyle Kurucu
Antlaşmalara dâhil edilebileceği Birliğin planları arasında yer almaktadır.
B) İKİ MAHKEME ARASINDAKİ YAŞANABİLECEK ÇATIŞMALAR
Avrupa’da temel hakların korunması, kurumsal araçlar açısından çoğulculuk
göstermektedir. Bireyler ulusal hukukları, AİHM ve AB sistemi içerisinde olmak
üzere üç yoldan temel hakları bakımından korunmaktadırlar. Bu üçlü yapı içerisinde
birey çoğunlukla en çok ulusal hukukuna güvenmektedir. Zira ulusal anayasalara
bakıldığında, pek çok ulusal hukuk sistemlerinin kendi bünyelerinde belirli ve detaylı
insan hakları düzenlemelerinin bulundukları görülmektedir.
210
Günümüz itibariyle AB Anayasasını, Avusturya, Belçika, GKRY, Estonya, Almanya, Yunanistan,
Macaristan, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Slovakya, Slovenya ve İspanya olmak
üzere toplam 15 devlet onaylamıştır.
109
AİHM ve ATAD’nin sağlamakta olduğu koruma düzeyi ulusal hukuklara
nazaran farklılık arz etmektedir. AİHM çerçevesinde birey haklarının korunması için
bir takım koşulların varlığı aranmakta, ATAD’daki koruma düzeyi ise AİHM’ye
nazaran çok daha gerilerde kalmaktadır. Konuyla ilgili olarak asıl sorun, Topluluk
hukukunun uygulanması dâhilinde AİHM’nin rolünün ne olacağına ilişkindir. Eğer
Temel Haklar Şartı hukuki anlamda bağlayıcı hale gelirse, ulusal mahkemeler,
ATAD ve AİHM arasında, insan hakları alanında bir yetki çatışmasını gündeme
gelebilecektir. Bu bağlamda benzer içerikli temel hakların iki, hatta üç ayrı hukuki
seviyede iddia edilmesi mümkün olabilecektir. İlgili temel haklar aynı içeriğe
sahiplerse, uyuşmazlık sorunu soyut kalacak ve çok güçlü hissedilmeyecektir. Ancak
temel hakların içeriklerinin birbirlerinden farklı olmaları durumunda önemli
uyuşmazlıkların gündeme gelmesi ihtimal dâhilinde olacaktır.211
Bu noktada, AİHM yargılama yetkisinin Şart’ın maddelerinin hiç birinde
belirtilmemesi önemli bir noktadır. AİHM’nin, Topluluk ve Birlik üzerindeki
uygulamasının kontrol ve düzeyi tartışmaya açık bir konudur. AİHM’nin, ATAD’ın
yargı denetimine açık olan tedbirler üzerinde denetim uygulamaya hazır olması tam
olarak net değildir. Bu hususun da ötesinde, AİHM’nin denetim yetkisini kabul etsek
bile, ATAD’ın AİHM’ne “eşit koruma” açısından ne kadar riayet ettiği hususunun
ne derece geniş olduğu da açık değildir; zira bu bağlamda Birliğin hukuk düzeni ile
AİHS’de verilen eşit korumanın geçerliliğinin revize edilmesi gerekliliği ortaya
çıkmaktadır. Tüm bu hususlara rağmen, AİHM’nin Topluluk ve Birlik üzerindeki
211
ARSAVA, Nice Anlaşması sonrasında Avrupa Birliği’nin Geleceği, s. 97
110
dolaylı denetimine ilişkin imkânların varlığını sürdürdüğü hususu açık olarak
görülmektedir.212
Yakın zamana kadar, AİHM, ATAD’ın Topluluk hukukunun etkilerine
dayanan iddiaları dinlemek konusundaki tekel yargılama yetkisine saygı göstermişti.
Ancak bu durum, son yıllarda değişmiştir ve AİHS, AB ile AT Antlaşması’nın
koruyucu hükümlerinin bıraktığı boşlukları doldurmaya yönelmiştir. Örtüşme ve
ATAD tarafından tanınan ek haklar, erişim ve yargılama yetkisi ihtilafına dair
büyüyen problemlere neden olmuştur.213 Bu bağlamda insan haklarına ilişkin
yargılama düzeyinin çeşitli koşullara göre hangi düzeyde gerçekleşeceği ve bu
koşulların yaratacağı sorunlar ve belirsizlikler aşağıda incelendiği üzere tartışmalara
neden olmaktadır.
1) Birliğin AİHS’ye Taraf Olmaması Durumu
Topluluğun AİHS’ye taraf olması halinde ATAD, AİHM’nin otoritesine tabi
olmak zorunda kalabilecektir. Bir başka deyişle ATAD, Topluluk ikincil mevzuatının
AİHS’ye
uygunluğunun
denetiminde,
bu
sözleşmenin
“AİHM
tarafından
yorumlandığı anlamda” hükümleriyle bağlı olacaktır. Zira bu şekildeki bir “tabi
olma” Birlik üyesi bazı devletlerin endişe ve tereddütlere kapılmalarına da yol
212
213
GARCIA, op.cit, s. 28
COLLINSON, op.cit, s. 5
111
açmıştır. Bu devletler bir yandan AB üyesi olmayan devletlerin yargıçlarının
Topluluk düzenini tartışmalarını istememiş, diğer yandan da Topluluk hukuku
yoluyla AİHS’nin iç hukuklarında daha fazla etki etmesinden endişe duymuşlardır.214
Keza üye devletlerin çoğu AİHS’ye taraf olmalarına rağmen, Sözleşme’nin ek
Protokollerine taraf değildirler. Bu durum daha çok ek Protokollerde üye devletler
için, uluslararası yargı makamları tarafından eleştirilmekten hoşlanmadıkları,
konunun kendi inisiyatiflerinde gelişmesini istedikleri konuların-azınlıklar gibibulunmasından kaynaklanmaktadır. Ya da olaya bir başka açıdan bakacak olursak,
örneğin AB üyesi, pek çok devlet Medeni ve Politik haklara ilişin Sözleşmeyi de
imzalamıştır ve bu sözleşme de çoğu üye devletlerin bağlı olduğu AİHS çerçevesinde
oluşturulmuştur. Ancak, Birlik AİHS’ye taraf olmadığından, her ne kadar AİHS AB
müktesebatı içerisinde yer alsa da, bazı devletler Sözleşme’ye bağlı kalırlarken,
diğerleri kalmamaktadır. Her ne kadar ATAD, kararlarında AİHS’ye atıf yapsa da
üye devletleri ATAD kararlarına uymamaya devam etmektedirler215.
Bu çerçevede üye devletler tarafından Birliğin AİHS’ye katılımı dışında,
Topluluğun insan haklarına ilişkin uygulamalarındaki boşluğun giderilmesi amacıyla
çeşitli öneriler gündeme gelmiştir. Bu önerilerden biri AİHS’nin tüm alt başlıklarının
AB Andlaşmasına aktarılması şeklinde olmuştur. Bu şekilde ATAD sadece
Topluluğun değil üye devletlerin hareketlerini de denetleme imkânı bulacaktır.
214
215
GÖÇER, op.cit, s.387
DHABALIA, op.cit, s.568
112
Anılan uygulama sonucunda da üye devletler AİHS’yi önemsemeyecek ve ATAD’ı
insan haklarının tek koruyucusu yapacaklardır.216
Bir diğer öneriye göre, insan haklarına ilişkin bir konu olduğunda ilk olarak
AİHM’ye AİHS’nin yorumlanması için başvurulması ve ATAD’ın da AİHM’nin
yorum ve kararları ile bağlı olmasıdır.217 Ancak ATAD kendinin başka bir kurumun
kararlarıyla bağlı olmasına izin verip vermeyeceği hususu da yine bir paradoks
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu bağlamda Birliğin AİHS’ye taraf olmadığı düşünüldüğünde, temel hakların
Topluluk sistemi içerisinde yargılamasının ne şekilde gerçekleşeceği tartışması ile
ilgili olarak, iki görüş ortaya çıkmaktadır. Görüşlerden ilki, mevcut Topluluk
mahkemeleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu çerçevede ATAD birey haklarının
korunmasında yine en etkili rolü oynayacaktır. İkinci öneri ise, insan hakları
sorunları ile ilgilenecek, yeni bir ihtisas mahkemenin oluşturulmasına ilişkin olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Her iki görüş de, temel hakların korunmasının, üçüncü bir taraf konumunda
olan
uluslararası
kurumların
denetimi
altında
olması
gerektiği
yönünde
eleştirilmektedir. Bu eleştiriyi yapanlara göre ATAD’ın ya da Topluluk sistemi
216
217
DEFEIS, op.cit , s.329
DEFEIS, ibid , s.330
113
içerisinde kurulacak bir diğer mahkemenin insan haklarının denetimine ilişkin bir
yetkiyi kullanması sağlıklı olmayacaktır; çünkü ATAD, Topluluk’a ait bulunan bir
konum içerisinde yer aldığından dolayı objektif olamayacaktır. İnsan hakları özü
itibariyle çok hassas bir konu olduğundan üçüncü tarafların yargı denetimi içerisinde
yer alması daha objektif bir bakış açısının oluşmasını sağlayacaktır. Bu hususlara ek
olarak temel haklara ilişkin denetimin ATAD tarafından yapılması ATAD’ın dava
yükünü de çok büyük boyutlara taşıyacaktır ki; bu da Topluluk sistemi içerisinde
istenmeyen bir durum olacaktır.
İkinci görüş çerçevesinde kurulması önerilen ihtisas mahkemesine ise,
Topluluğun yetkilerini kullanırken sınırlarını aşıp aşmadığının belirlenebilmesi için
çok daha geniş yetkilerin verilmesi söz konusu olacaktır. Ayrıca, burada akla gelen
soru şu husus olmaktadır: Kurulacak olan ihtisas mahkemesi ATAD ile eş düzeyde
mi olacaktır yoksa ATAD bir temyiz mahkemesi rolünü mü üstlenecektir? Eğer
birinci görüş, yani ATAD ile eş düzeyde bir mahkemenin kurulması söz konusu ise
Topluluk hukuku sistemimde aynı düzeydeki iki mahkemenin birden yetkili olarak
faaliyet göstermesi ister istemez işbölümü yapılmış olsa dahi yine bir takım
çatışmaların ortaya çıkmasına neden olabilecektir. ATAD’ın bir temyiz rolü
üstlenmesi ise ATAD’ın konuya ilişkin yükü yine artacaktır.
Tüm bu sorunlar çerçevesinde Birliğin AİHS’ye taraf olma görüşü, zamanla,
özellikle de ortaya çıkan problemler neticesinde çoğunlukla savunulur duruma
gelmiştir. Söz konusu görüşü savunanlar çerçevesinde, AİHS’ye katılım, ATAD ve
114
AİHM’nin temel haklar üzerindeki yargılama yetkilerine ilişkin uyumlu bir gelişme
getirecek bir araç görevini üstlenecektir. Zira AİHK’ye katılım, ATAD’ın
özerkliğinin yok olması sonucunu doğurmayacaktır. Bu bağlamda katılımdan sonra
da ATAD; Birlik hukuku ve Birlik hareketlerinin geçerliliği adına
uluslar-üstü
niteliğini taşıyan tek mahkeme olarak kalmaya devam edecektir. AİHM daha yüksek
bir mahkeme olarak kabul edilemeyecek, sadece Birliğin, AİHK’ye katılımdan doğan
uluslararası hukuk yükümlülükleri üzerinde dış kontrolü olan daha uzmanlaşmış bir
mahkeme olarak görülecektir.218
AİHS’ye katılımın olumlu etkileri de Birliğin geleceği açısından önem arz
etmektedir. Herşeyden önce AİHS gibi evrensel, Avrupa ülkeleri tarafından kabul
görmüş ve insan hakları konusunda uygulamalarıyla kendini ispatlamış bir sözleşmeye
katılım, Birliğe de dış politika nezdinde prestij sağlayacak ve bireylerin Birliğe olan
güvenini arttıracaktır. Zira Birlik üye devletlerinin tümü AİHS’ye taraftır; bu
kapsamda Birliğin de AİHS’ye taraf olması, bireylerin gözünde AİHS’nin rolünü de
yükseltecektir.
2) Birliğin AİHS’ye Taraf Olma Durumu
Birliğin AİHS’ye katılımının yararlılığının savunulmasına ilişkin yaklaşımlar AB
Anayasası’nda yansıtılmıştır. AB Anayasası’nın ilgili maddelerince Birliğe tüzel
218
RYLAND, op.cit, s.155
115
kişilik verilmiş ve Birliğin AİHS’ye taraf olması sağlanmıştır. Birliğe tüzel kişilik
verilmesindeki temel amaçlardan birisinin de AİHS’ye taraf olunmasının sağlanması
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Maastricht Antlaşması ile gelen üç
sütunlu yapıda temel hak ve özgürlüklere ilişkin kısımların çoğunlukta yer aldığı
konular ikinci ve özellikle “Adalet ve İçişlerinde İşbirliği” başlığını taşıyan üçüncü
sütunda yer almaktadır. Kurucu Antlaşmalara dâhil olan konular ise ekonomik sütun
altında birinci sütunda yer almaktadır. AT de birinci sütun çerçevesinde oluşmuştur.
İkinci ve üçüncü sütunda ise Birlik yetkilidir.
Andlaşmalara taraf olma yetkisi tüzel kişilere haizdir. Bu çerçevede AT tüzel
kişiliğe sahipken AB değildir. Dolayısıyla AİHS’ye taraf olabilecek olan AB değil,
AT’dir. Ancak AT de hukuki olarak insan hakları alanında yetkili değildir. İşte bu
çıkmazdan kurtulmak amacıyla AB Anayasası’nda üç sütunlu yapı ortadan kaldırılmış
ve “Birlik”’ adı altında Birliğe tüzel kişilik verilerek AİHS’ye taraf olmanın yolu
açılmıştır.
AİHS’ye katılım yönündeki tüm bu çalışmalarına rağmen, AB Anayasası’nın
Fransa ve Hollanda tarafından veto edilmesi, Birliğin AİHS’ye katılım yönündeki
girişimlerini engellemiştir. Öte yandan AB Anayasa’nın ileriki bir dönemde kabul
görmesi için Birliğin çalışmalarda bulunduğu ve bu konuyu her zaman gündeminde
tuttuğu da bilinen bir gerçektir.
116
AB tüzel kişilik olarak AİHS’ye taraf olması, insanların meşru haklarının
niteliği ve kapsamı konusunda kazanacakları güven ve belirlilik duygusu bir yana,
çok kapsamlı bir siyasi anlam taşıyacaktır. Avrupa yurttaşlığının ve Avrupa
kimliğinin bileşeni olan “ortak değerler”i dünyanın gözünde bir çırpıda
sembolleştirilmiş olacaktı. Ayrıca Avrupa Topluluklarının ve üye devletlerin
yeryüzünde insan haklarını savunmak amacıyla yaptıkları girişimlerin inandırıcılığı
da artacaktı. Özellikle de AK’ye üye olmuş Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinde
insan haklarına saygıyı pekiştirecekti, ama böyle bir kararla Avrupa Toplulukları
insan hakları alanında yine de genel bir yetki kazanmış olmayacak
ve zamanı
geldiğinde Topluluk antlaşmalarına ayrıntılı bir insan hakları katoloğunun dâhil
edilmesi gereği ortadan kalkmayacaktı. 219
İşin ilginç yanı şudur ki, ATAD; Topluluk tasarruflarının AİHS hükümlerin
ihlal etmemeleri düşüncesi çerçevesinde, bu yaklaşımını pek çok kez ifade etmiş
olmasına rağmen, yine de yargısal olarak tedbirleri kendi yorumlamakta ısrarcı
davranmaktadır.220 Zira AB AİHS’yi, ne olduğu gibi kendi bünyesine dâhil etmiştir,
ne de AİHS’nin güvence sistemini uygulamıştır. Yine de insan hakları konularında
AİHS’yi kendine referans almıştır.
219
220
TANGÖR, op.cit, s.245
Joseph H.WEILER, “Eurocracy and Distrust, Some questions concerning the role of the
European Court of Justice in the Protection of Fundamental Human Rights within the legal order
of the European Communities” ,Washington Law Review, C: 61, 1986, s.1126
117
AB Anayasası ile Birliğin AİHS’ye taraf olması, yukarıda bahsedilen olumlu
etkilerinin yanı sıra elbette ki birtakım hukuksal belirsizlik ya da sorunları da
beraberinde getirecektir. Her şeyden önce, ilk sorun, AİHS’nin, ATAD ve AİHM
tarafından farklı yorumlanabilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, AİHM
Sözleşmeyi Sözleşme’nin amaçları doğrultusunda yorumlarken, ATAD Sözleşmeyi
Topluluk amaçları doğrultusunda yorumlayacaktır.
AB’nin AİHS’nin tanıdığı kişisel başvuru hakkını ve AİHS’nin zorunlu yargı
yetkisini tanıması, AB hukuk kurallarının AİHS’ye uygunluk denetimini nihai olarak
Sözleşme organlarının yetkisi içine sokacaktır.221 Keza AİHM Birlik’i nasıl
yargılayacaktır? AİHM her şeyden ilgili uyuşmazlıkta önce Birliğin yetkilerini
kullanıp kullanmadığını tespit etmelidir. AİHM Birliğin Topluluk amaçları
doğrultusunda hareket ettiği tespit edilse bile, yine Sözleşme’nin yorumlanmasında
farklılık çıkabilecektir. Zira AİHS’nin amacı bireylerin insan haklarını korunması
iken, Topluluğun amacı ekonomik, siyasi ve sosyal bütünleşmenin sağlanmasıdır.
Gerçi Birlik AİHS’ye taraf olursa AİHM de ister istemez Topluluk hukukunun
yorumlanmasını yapabilecektir. Ancak burada da yine kısır bir döngü gibi Topluluk
hukukunu AİHS çerçevesinde yorumlanmasına ilişkin iki mahkeme arasından
çatışmalar söz konusu olabilecek, içtihat farklılıkları gündeme gelebilecektir. Zira bu
bağlamda geçmişte, ATAD ve AİHM’nin pek çok farklı kararı olmuştur. Bunlardan
221
TANGÖR, op.cit, s. 244
118
bazılarında yorum tamamıyla farklı şekilde yapılmışken bazılarında ise, sonuçların
uygulanmasında farklılıklar olmaktadır.222
Uygulamada, iki mahkemenin farklı yorumlarda bulunduğu maddelerden biri,
AİHS’nin 8’inci maddesinde düzenlenen “özel hayata ve aile hayatına saygı” ya ilişkin
olarak karşımıza çıkmaktadır. ATAD özel hayata ilişkin saygıyı, iş faaliyetlerinin
kapsamayacak şekilde yorumlamaktadır. Hoestch223 davasında davalı Hoestch,
şirketlere, uluslararası andlaşmalara katılıma ya da kota ve sabit fiyat uygulamalarına
yönelik araştırma yapılabilinmesi yetkisi veren Komisyon kararına itiraz etmiştir.
Hoechst, arama yetkisi olmadan araştırma yapılmasını reddetmiş ve Komisyonun bu
davranışının AİHS’nin 8’inci maddesi kapsamında özel hayata saygının ihlali
olduğunu iddia etmiştir. ATAD ise, AİHS’nin ilgili maddesinin öncelikli olarak
bireylerin kişisel özgürlüğüne ilişkin olduğunu, bu kapsamda iş faaliyetlerini
kapsamayacağını hükme bağlamıştır.
Hoestch davasından iki yıl sonra gündeme gelen Niemietz224 davasında ise,
AİHM, benzer bir konuya ilişkin olarak ATAD’dan farklı bir karar vermiştir. Anılan
davada davacı Avukat, Alman polisi tarafından aranan bürosuna ilişkin olarak, AİHS
8’inci maddenin ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM de profesyonel faaliyetlerin ve
mülklerin aranmasının özel hayata saygı kapsamında ihlal olduğu hükmüne vararak,
Alman polisi suçlu bulmuştur.
222
223
DEFEIS, op.cit, s.317
Bknz. Case C-46/87, Hoechst, 1991,
119
ATAD ile AİHM arasındaki benzer bir yetki çatışması da AİHS’nin 6’ncı
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına ilişkin olarak ortaya çıkmıştır.
ATAD’a göre adil yargılanma hakkı sadece cezai soruşturmalar için uygulanmaktadır,
idari prosedürler için söz konusu değildir. Orkem225 davasında, davacının rekabet
hukuku ihlallerinde bulunduğu gerekçesiyle, ilgili dokümanların verilmesine yönelik
Komisyon tarafından davacıdan bilgi talebinde bulunulmuştur. Bu davada ATAD,
kişinin kendi aleyhine delil vermeme hakkının sadece cezai prosedürler için geçerli
olduğunu hükme bağlamış ve bireylerin, ekonomik alanlara ilişkin ihlallerinde adil
yargılanma hakkına dayanamayacaklarını eklemiştir.
Benzer konulu bir davada ise AİHM yine farklı bir sonuca varmıştır. Funke226
davasında, Fransa gümrük görevlileri tarafından yeterli kanıt bulunamadığı için, para
transferi suçuna için başlatılamayan cezai prosedürü kapsamında, davacıdan belirli
dokümanları vermesi istenmiştir. Davacı, dokümanları vermeyi reddetmesi üzerine
yargılanmış ve para cezasına çarptırılmıştır. AİHM bu davada bu davranışın 6’ıncı
maddenin ihlali olduğuna karar vermiştir.
İki mahkeme kararları arasında çıkan bir diğer içtihat çatışması da ATAD’ın,
üye devletler için özellikle hassasiyet gerektiren temel hak ve özgürlüklere ilişkin
224
Niemietz v. Germany, 16 E.H.R.R. 97/33 (1933)
Case C-3283 ,Orkem SA v. EC Commissions, 1989
226
Funke v. France, 1 E.H.R.R. 897 (1993)
225
120
konularda karar vermek istemesinden kaçınmasından dolayı doğmaktadır.227 İfade
özgürlüğüne ilişkin davalar ATAD’ın bu yaklaşımına ilişkin en iyi örneklerden birini
oluşturmaktadırlar. Spuc v. Grogan228 davasında, Doğmamış Çocukların Korunması
Topluluğu tarafından, İngiltere’de, herhangi bir ücret almadan kürtaj klinikleri
hakkında bilgi veren çeşitli öğrenci organizasyonlarına karşı verilmiş bir uyarı söz
konusudur. ATAD’a ön karar yolu prosedürü çerçevesinde gelen davada ATAD’dan,
kürtaj kliniklerinin Avrupa Toplukları Antlaşmasının 60’ıncı maddesi anlamında bir
hizmet sayılıp sayılamayacağı, sayılması halinde, hizmet sağlama serbestisine ilişkin
Topluluk hükümlerinin, kürtaj klinikleri hakkında hukuka uygun olarak bilgi verilmesi
hizmetini yasaklayan ulusal hukuku engelleyip engelleyemeyeceği sorusunun
cevaplanması istenmiştir. Davada ayrıca, böyle bir bilginin verilmesini yasaklayan
ulusal hükümlerin, AİHS’nin ifade özgürlüğüne ilişkin 10’uncu maddesinin ihlali
anlamına gelip gelmeyeceği sorulmuştur. Anılan davada kanun sözcüsü Van
GERVAN, kürtaj kliniklerine ilişkin bilgi verme hizmetinin, her türkü kısıtlamayı
yasaklayan hizmet serbestisine ilişkin 60’ıncı madde kapsamında olduğunu
savunmuştur. GERVAN bu savunmasına ek olarak, bir devletin bu tür servislere ilişkin
bilgi yayımını yasaklayabileceğini de belirmiştir. GERVAN, konuya ilişkin bu şekilde
yorum yaparak, yaşam hakkını, ifade özgürlüğü karşısında dengelemiştir; bir başka
deyişle iki temel özgürlük içerisinde bir denge yaratmıştır. GERVAN’a göre,
doğmamış çocuklara ilişkin üye devlerin tümünde ortak bir anlayış ve uygulama
olmadığından dolayı, devletler bu konuda takdir hakkına sahiptirler. Bu bağlamda bir
devlet tarafından bu hizmete ilişkin bilginin verilmesinin yasaklanması,”demokratik
227
228
MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights
of the European Union”, s.326
Case C- 159/90, SPUC v. Grogan, 1990
121
toplumlarda gerekli” olarak nitelendirilmelidir229. Halbuki ATAD konuya ilişkin farklı
bir yaklaşım sergileyerek, biraz ürkek davranmıştır. ATAD, hamileliğinin ulusal
hukuka uygun olarak sona erdirilmesinin 60’ıncı madde anlamında bir hizmet
olduğunu vurgulamakla birlikte, dava konusu kuralın Topluluk hukuku amacı
içerisinde yer almadığından dolayı, ulusal hukukun, özellikle de AİHS’de yer alan
insan haklarına uyup uymadığı konusunda değerlendirme yapmasının uygun
olmayacağı hükmüne varmıştır. Sonuç olarak ATAD; AİHM’nin ifade özgürlüğü
konusunda dava konusuna ilişkin olarak yorum yapmayı reddetmiştir.
AİHM ise, Dublins Well Woman Center v. Ireland230 davasında, Irlanda yerel
mahkemesi tarafından verilen, “tıbbı personelin, hamile bir kadına, İrlanda dışındaki
kürtaj imkanları hakkında bilgi vermekten kısıtlaması” konulu uyarmayı madde
10’uncu maddenin ihlali olarak değerlendirmiştir.
Görüldüğü üzere iki mahkeme arasında AİHS’yi farklı yorumlamaktan
kaynaklanan içtihat çatışmaları mevcuttur. ATAD ile AİHM arasında ileride
oluşabilecek içtihat farklılıklarının ne şekilde çözülebileceği sorusu gözetildiğinde, iki
mahkeme arasındaki çatışma daha da önem kazanmaktadır. Bu çerçevedeki görüşlere
göre, AİHS’nin şu an, insan haklarını koruyan en güçlü ve en iyi araç olduğunu
düşünürsek, ATAD’ın, AİHM’nin oluşmuş içtihat hukukuna saygı duyması daha
isabetli olacağı savunulan görüşler arasındadır.
229
MENENDEZ, “Legal Status and Policy Implications of the Charter of Fundamental Rights
of the European Union”, s.327
122
Peki bir Şart hükmü ne zaman AB ya da AT Antlaşmasına, ne zaman AİHS’ye
dayanacaktır? Bu sorun, yapılan atıfa göre çözülecektir. Burada değinilmesi gereken
husus şudur ki, bazı tartışmalara göre AİHS’de yer alan hükümler bilinçli olarak
kesintiye uğrayarak Şart’a dâhil edilmiştir. Bu bağlamda oluşturulma aşamasındaki
niyetin yansıtılması bakımından Şart’ın lafzı önem taşımaktadır. Dolayısıyla
AİHS’de düzenlenen hakkın özü Şartta herhangi bir değişikliğe uğramadan
yansıtılmışsa bu hak AİHS’ye bağlıdır. Ancak değişikliğe uğrayarak yansıtılmışsa,
AT’ye dayanan Şartta yer alan hükümler ile AİHS’ye bağlı haklar arasında
uyuşmazlık var demektir. Bu kapsamda Şart’ın açıklama kısmında, AİHS’ile örtüşen
hakların kimisinde “based on” (dayanma), kimisinde ise “correspond”(bağlı
olma/uyma) kelimelerinin kullanılmasının, Şart’ı hazırlayanlar tarafından bilinçli
olarak yapıldığına ilişkin görüşler de mevcuttur.231
Yukarıda sunulan sorunlar haricinde usule ilişkin olarak da çok önemli sorunlar
bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi şudur ki, AB tüzelkişiliğe sahip olsa dahi
acaba AİHS’ye taraf olabilecek midir? Zira mevcut hukuki yapı çerçevesinde
AİHS’ye şu an sadece devletler taraf olabilmektedir. Dolayısıyla AB’nin AİHS’ye
taraf olması konusu gündeme geldiğinde; AİHS’de anayasal bir değişikliğe gidilmesi
ve
uluslararası
orgütlerin
de
AİHS’ye
gerekmektedir.
230
231
Dublins Well Woman Center v. Ireland E.H.R.R,1994
PEERS, op.cit, s.156
123
taraf
olabilme
yolunun
açılması
Usule ilişkin bir diğer sorunda başvuru koşulları ile ilgili olarak gündeme
gelmektedir. AİHS’nin 35/2 (b) Maddesinde, kişisel başvurunun kabul edilebilirlik
koşulları arasında, hakkının kullanılması, ilgili dilekçenin, başka bir uluslararası
soruşturma ya da çözüm merciine daha önce sunulmuş bir dilekçenin esas itibariyle
aynı olmamasına veya yeni bilgiler içermesine bağlı sayılmaktadır. Bu çerçevede
ATAD’ın maddenin kapsadığı uluslararası soruşturma ya da çözüm mercii içinde
değerlendirilmesi, AİHS’nin konusu içinde bir başvurunun ATAD’ın önüne gelmesi
ve
karara
bağlanması
AİHS
denetim
mekanizmalarının
işletilmesini
engelleyecektir.232 Bu kapsamda birey temel haklara ilişkin olarak bir mağduriyet
yaşadığında ATAD ile AİHM arasında nihai bir seçim tapma mecburiyetinde
kalacaktır.
Benzer şekilde AİHS’nin 35/1 Maddesinde ise bireyin AİHM’ye başvurması,
iç hukuk yolarının tüketilmesi koşuluna bağlanmıştır. Bu bağlamda birey iç hukuk
yollarını tükettikten sonra ve kesin kararın verildiği tarihten başlayarak 6 aylık süre
içerisinde AİHM’ye başvurabilecektir. ATAD’a başvurunun tüketilmesi gereken iç
hukuk yolları arasında düşünülmesi, bu madde açısından tartışma konusu olacaktır.
Eğer ATAD bir iç hukuk yolu olarak düşünülürse bu durum bireyin mağduriyetinin
süresinin iyice uzamasına neden olacaktır. Bu kapsamda ATAD’a, Kurucu
Antlaşmalar kapsamında sadece belirli koşullar altında ihlal ve iptal davaları ile ön
karar prosedürü yoluyla başvurulabileceğini de hatırlatmak gerekir.
232
TANGÖR, op.cit, s.244
124
Bunları yanı sıra AİHS’ye katılımın yaratacağı bazı sorunlarda Topluluğun
kendine özgü yapısından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere üye devletler AİHM’de
temsil edilmektedir. Bu bağlamda Birliğin AİHS’ye katılması halinde Topluluğun
Avrupa Konsey’inde temsili sorunu ortaya çıkabilecektir. Örneğin AİHM’de üye
devletlerin hakimlerinin yanı sıra bir de Topluluğu temsil eden hakim bulunacak
mıdır?233 Eğer böyle bir hakim seçilecekse, hangi kurallara göre nasıl seçileceği
sorunu da gündeme gelebilecektir.
Akıllara gelen bir diğer problem de Topluluğun açılacak davalarda taraf
olabilme ehliyetiyle ilgili sorunlar gündeme gelebilecektir. Zira Birliğin AİHS’ye
taraf olması halinde ATAD da dâhil olmak üzere Topluluk organları AİHM’nin
yargılama alanı içerisine girecekleridir234. Örneğin Topluluğa karşı insan haklarının
ihlali nedeniyle dava açılabilecek midir? Dava açılabilecekse Topluluk bu dava
sonucu sorumlu hale gelecek midir? Toplulukla üye devletler arasında sorumluluğun
paylaşımı söz konusu olabilecek midir?
235
Bu bağlamda Topluluğun bir tazminat
ödemesi söz konusu olursa Topluluk bunu ilgili devletten rücu edebilecek midir?
Tüm bu soruların cevabı günümüz itibariyle belirsizliğini korumaktadır.
AİHS’ye katılım çerçevesinde karşılaşılabilecek bir başka sorun da Topluluk
hukuk sistemi ile AİHS’den doğan hukuk sistemi arasındaki karşılıklı iletişim
sorunudur. Özellikle de ATAD ve AİHM önündeki prosedürlerde hissedilir bir
233
234
TEZCAN, op.cit, s. 251
YOUNG, op.cit, s.232
125
karışıklık yaşanacağı da kuşkusuzdur.236 Davanın/usul prosedürlerinin süreleri
sorunun bu duruma örnek olarak vermek mümkündür. .Her ne kadar AB içerisinde
bazı düzenlemeler yapılabilecek olsa da ATAD’a ilişkin prosedürler çok zaman
almaktadır. Zira ATAD’ın AİHM’ye nazaran çok daha fazla zaman alacak
prosedürlere sahip olduğu düşünüldüğünde AİHS’ye katılımın bireyin etkili hukuki
korumasından mahrum etmeye yönelik olarak ters etki yaratacaktır.237 Tüm bu
sorunlara ek olarak ulusal yargıçlar da bir ikilem de kalabileceklerdir. Ancak bu
kapsamda ulusal yargıç büyük bir ihtimalle üye devletler üzerinde doğrudan yaptırım
yetkisine sahip bulunan AB sistemindeki ATAD’ın otoritesini kabul etmeyi tercih
edecektir.
Görüldüğü üzere Birliğin AİHS’ye taraf olması durumunda ortaya çıkabilecek
belirsizliklerin sayısı oldukça fazladır. Öte yandan Şart’ın hukuki statüsünü bağlayıcı
kılmak ile birlikte AİHS’ye taraf olmamak da Birlik sistemi içerisinde köklü
değişiklikler yapılması ihtiyacını doğurmaktadır. Yukarıda açıklanan tüm bu sorular
da Birliğin entegrasyon süreci içerisinde cevaplarını bulacaklardır.
235
236
TEZCAN, op.cit, s.251
TEZCAN, ibid, s.252
126
SONUÇ
Avrupa Birliği siyasi entegrasyon sürecinin en önemli tartışmalarından birini
oluşturan Avrupa halklarının merkezinde bireylerin yer aldığı düşünüldüğünde,
Temel Haklar Şartı çok büyük önem arz etmektedir. Zira, kimi zaman yoğunlaşan
tartışmalara rağmen temel haklara ilişkin düzenlemelerin gelişerek günümüzdeki
halini alması, AB’nin bu konunun öneminin bilincinde olmalarını vurgular
niteliktedir.
Toplulukta insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı gösterilmesi ve bu hak
ve özgürlüklerin korunması, öncelikle üye devletlerin yetki alanlarına giren konular
içinde yer almaktadır. Birey bir yandan da ulusal anayasa hükümleriyle bir yandan da
yetkileri izin verdiği ölçüde AİHS organlarının ulusal hukuk sistemleri üzerindeki
denetimi yoluyla korunmaktadır. Ulusal hukuk ve AİHM dışında bireyler ATAD’ın
60’lı yıllardan itibaren geliştirmekte olduğu içtihat hukuku kapsamında da Birlik
sistemi içerisinde korunmaktadırlar. Ancak bireylerin temel hak ve özgürlüklerine
ilişkin mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla ATAD’a başvurma yöntemleri olan
iptal ve ihlal davaları ile ön karar prosedürü engellerle doludur.
237
RIEDER, op.cit, s.105
127
2000 yılında yapılan Nice Zirvesi’nde kabul edilen Temel Haklar Şartı siyasi
bir
deklarasyon
niteliğindedir,
bir
başka
deyişle
hukuki
bağlayıcılığı
bulunmamaktadır, bu aslında Birliğin insan hakları alanındaki büyük bir
başarısızlığıdır. Ancak, Şart’ın Kurucu Antlaşmalara intikal ettirilmemiş olmasına
rağmen bazı politik ve hukuki etkileri bulunmaktadır. Bu bağlamda ATAD önüne
gelen pek çok davada Temel Haklar Şartı’na atıf yapıldığı gibi, Birliğin insan
haklarına ilişkin dış politikasında da Şart önemli bir yer tutar hale gelmiştir.
Öte yandan anılan etkilere rağmen, Temel Haklar Şartı’nın hukuki anlamda
bağlayıcılık ile birlikte, daha önceden var olan bir takım hukuki ve politik etkileri
daha somut bir şekilde kendini göstermeye başlayacaktır. Zira ATAD’ın temel
haklara ilişkin içtihatları daha da netleşecek; üye devletler temel haklara ilişkin
yükümlülüklerinde daha dikkatli davranmaya başlayacaklardır. Bu şekilde bireylerin
temel hak ve özgürlükleri de resmî olarak garanti altına alınmış olacaktır. Zira Şart,
Avrupa Birliğinin üzerine oturduğu üç sütunlu yapıyı ortadan kaldırarak
Antlaşmaları tek bir metinde toplayan AB Anayasası’nın ikinci bölümüne,
Anayasanın ayrılmaz bir parçası olarak dâhil edilmemiştir. Ancak, AB Anayasası
bazı devletlerin veto etmesi sonucu yürürlüğe girememiş ve bu şekilde Şart’ın
bağlayıcı olmasına ilişkin olarak bir fırsat daha kaçırılmıştır. Yine de gerek AB
Anayasası’nın gerekse AB Anayasası’nın tekrar reddedilmesi ihtimaline karşılık
olarak sadece Temel Haklar Şartı’nın kabulü için Birlik sistemi içerisinde
çalışmalara devam edilmektedir.
128
Bununla birlikte, Temel Haklar Şartı’nın, beklentileri karşılayabilmesi,
beraberinde getirdiği birtakım belirsizlik ya da sorunların giderilmesi ile mümkün
olabilecektir. Şart’ın bağlayıcılık kazanması ile birlikte temel hakların korunmasının
hangi düzeyde gerçekleşeceği tartışma konusudur. İnsan haklarının uluslarüstü bir yapı
çerçevesinde gelişmesiyle AB Hukuku ile, evrensel nitelikte olan AİHS her zaman
karşılıklı bir etkileşim içerisinde olmuştur. Ancak Şart’ın bağlayıcı bir statüye haiz
olması halinde ATAD ile AİHM arasında ileride yetki çatışması yaşanabilecektir.
ATAD ile AİHM arasında ortaya çıkabilecek ihtilaflar ile ilgili olarak, Birlik’in
Şart kapsamında AİHS’ye taraf olması halinde, AİHM Topluluk organları üzerinde
denetim yetkisine sahip olacaklardır. Bu bağlamda bireyler Topluluk faaliyetlerine
karşı - kendilerine ATAD’a karşı doğrudan bir başvuru hakkı tanınmadığı takdirde AİHM’ye mağduriyetlerinin giderilmesi için başvurabileceklerdir. Bu seçenek dışında
bireyler ATAD’a doğrudan başvuru haklarına ilişkin bir mekanizma kurulmuş olsa
dahi AİHM’ye başvurmayı tercih edebileceklerdir. Bu bağlamda temel hak ve
özgürlüklerin iki mahkeme tarafından farklı yorumlandığı takdirde -ki örnekleri
mevcuttur- hangi mahkemeye ait kararın ne şekilde ve hangi yaptırımlar altında
uygulanacağına ilişkin belirsizlik mevcudiyetini sürdürmektedir. Zira bireyler için
daha üst bir koruma sağlanmaya çalışılırken, daha beter bir şekilde mağdur edilmeleri
de küçük de olsa ihtimal dâhilinde olacaktır.
Bu bağlamda belki de ATAD’ın evrensel düzeyde alanında kabul görmüş ve
konusunda uzman AİHM’nin kararlarına saygı duyması isabetli olacaktır. Ancak
129
ATAD kendisiyle eş düzeyde bulunan bir mahkemenin, istediği kadar insan hakları
konusunda
uzmanlaşmış
olsun
üstünlüğünü
kabul
etmek
istemeyeceği
değerlendirilmektedir. O halde Avrupa Birliği’nin, gerek kendi içerisinde gerekse dış
dünya karşında eğer ki sözü geçen bir politik aktör olarak yer almak istiyorsa,
bireylerin temel hak ve özgürlüklerine ilişkin resmî düzenleme yapma ihtiyacı
kaçınılmazdır. Benzer şekilde bireylerin haklarının temininin tam olarak sağlanması
adına gerekli mekanizmaların da işletilmesi gerekmektedir. Eğer ATAD ve bu
kapsamda Avrupa Biriliği bu konuda pasif kalırsa Topluluk bu konuda entegre
olamayacaktır. Temel Haklar Şartı’ndan düşündükleri şekilde yararlanamayacak olan
bireylerin entegrasyon sürecine olan destekleri azalacak, bu da Birliğin politik gücünün
oluşması adına çok büyük bir darbe teşkil edecektir.
Sonuç olarak, Temel Haklar Şartı’nın uygulamasının ve denetiminin ne şekilde
yapılacağının söylenmesi şu an itibariyle güç görünmektedir. Bu bağlamda, ulusal
hukuklar, AİHM ve ATAD kapsamındaki uyuşmazlıklar da göz önünde
bulundurulduğunda, bireylerin Şart kapsamındaki statüsü de belirsizliklerle doludur.
Şart’ın akıbetinin ne şekilde gelişeceğini gösterecek olan - Birlik sürecindeki çoğu
düzenlemede olduğu gibi- yine zaman olacaktır.
130
EK:
AVRUPA BİRLİĞİ TEMEL HAKLAR ŞARTI
131
AVRUPA BİRLİĞİ TEMEL HAKLAR ŞARTI238
I.
GİRİŞ
Avrupa halkları, aralarında daha yakın bir birlik oluşturmak için ortak değerlere dayalı
barışçı bir geleceği paylaşmaya kararlıdır.
Ruhani ve manevi mirasının bilincinde olan Birlik, bölünmez ve evrensel değerler
olan insan onuru, özgürlük, eşitlik ve dayanışma değerleri üzerine inşa edilmiştir. Demokrasi
ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanmaktadır. Birlik vatandaşlığını tesis ederek ve bir
özgürlük, güvenlik ve adalet bölgesi oluşturarak bireyi, faaliyetlerinin merkezine yerleştirir.
Birlik, bu ortak değerlerin korunması ve geliştirilmesine katkıda bulunurken Avrupa
halklarının kültürleri ve geleneklerinin çeşitliliği yanı sıra Üye Devletlerin ulusal kimlikleri
ve bunların ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerdeki kendi kamu makamlarının düzenlenmesine
saygı gösterir. Dengeli ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeye çalışır ve insanların,
eşyaların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını ve yerleşme özgürlüğünü sağlar.
Bu amaçla, toplum, sosyal ilerleme, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında temel
hak ve özgürlüklerin bir Bildirge'de daha açık bir şekilde ortaya konulması yoluyla bu hak ve
özgürlüklerin korunmasının güçlendirilmesi gerekmektedir.
Bu Bildirge, Topluluk ve Birliğin yetkileri ve görevlerini ve yetki ikamesi ilkesini
dikkate alarak özellikle Üye Devletlerin ortak uluslararası yükümlülükleri ve anayasal
gelenekleri, Avrupa Birliği Antlaşması, Topluluk Antlaşmaları, Avrupa İnsan Hakları ve
Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi, Topluluk ve Avrupa Konseyi
tarafından kabul edilen Sosyal Bildirgeler ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihat hukukundan kaynaklanan hakları yeniden teyit
etmektedir.
Bu haklardan yararlanılması, öteki kişiler, insanlık ve gelecekteki kuşaklar konusunda
sorumluluklar ve görevleri beraberinde getirmektedir.
Birlik, bu nedenle, aşağıda belirtilen hakları, özgürlükleri ve ilkeleri tanımaktadır.
238
http://www.deltur.cec.eu.int/avrptemelhaklarsarti.rtf adresinden alınmıştır.
132
BÖLÜM I
ONUR
Madde 1
İnsanlık onuru
İnsanlık onuru, ihlal edilemez. Saygı gösterilmeli ve korunmalıdır.
Madde 2
Yaşama hakkı
1. Herkes, yaşama hakkına sahiptir.
2. Hiç kimse, ölüm cezasına çarptırılmamalı veya idam edilmemelidir.
Madde 3
Kişinin bedensel ve ruhsal dokunulmazlık hakkı
1. Herkes, kendi bedensel ve ruhsal dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkına
sahiptir.
2. Tıp ve biyoloji alanlarında, özellikle aşağıda belirtilenlere saygı gösterilmelidir:
yasada belirtilen usullere uygun olarak ilgili kişinin özgürcü ve bilinçli
olarak vereceği muvafakat,
özellikle kişilerin seçilmesini amaçlayan insan ırkının soyaçekim yoluyla
ıslahına yönelik uygulamaların yasaklanması,
insan bedeninin ve bölümlerinin ticari bir kazanç kaynağı haline
getirilmesinin yasaklanması,
-
insanların kopyalama yoluyla üretilmesinin yasaklanması.
Madde 4
İşkence veya insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya ceza yasağı
Hiç kimse, işkenceye veya insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya cezaya tabi
tutulmamalıdır.
Madde 5
Kölelik ve zorla çalıştırılma yasağı
1. Hiç kimse, kul ya da köle olarak tutulamaz.
2. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz.
3. İnsan kaçakçılığı yasaklanmıştır.
133
BÖLÜM II
ÖZGÜRLÜKLER
Madde 6
Özgürlük ve güvenlik hakkı
Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir.
Madde 7
Özel ve aile yaşamına saygı
Herkes, özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahiptir.
Madde 8
Kişisel bilgilerin korunması
1. Herkes, kendisine ilişkin kişisel bilgilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir.
2. Bu tür bilgiler, belirtilen amaçlar için ve ilgili kişinin muvafakatine veya yasada
öngörülen başka meşru temele dayalı olarak adil şekilde kullanılmalıdır. Herkes, kendisi
hakkında toplanmış olan bilgilere erişme ve bunlarda düzeltme yaptırma hakkına sahiptir.
3. Bu kurallara uyulması, bağımsız bir makam tarafından denetlenecektir.
Madde 9
Evlenme ve aile kurma hakkı
Evlenme hakkı ve aile kurma hakkı, bu hakların kullanılmasına ilişkin ulusal
mevzuata uygun olarak teminat altına alınacaktır.
Madde 10
Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
1. Herkes, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din veya
inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını tek başına veya topluluk halinde, aleni
veya gizli olarak ibadet etme, öğretme, uygulama ve gereklerine uyma şeklinde açığa vurma
özgürlüğünü içerir.
2. Bu hakkın kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak dini nedenlerle
askerlik görevini yapmayı reddetme hakkı tanınmaktadır.
Madde 11
İfade ve haber alma özgürlüğü
1. Herkes, ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi
olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri
elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü içerir.
2. Basının özgürlüğü ve çoğulculuğuna saygı gösterilmelidir.
134
Madde 12
Toplanma ve örgütlenme özgürlüğü
1. Herkes, barışçıl bir biçimde toplanma özgürlüğü ile her düzeyde, özellikle
siyaset, sendika ve yurttaşlıkla ilgili konularda örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu,
herkesin kendi çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikalara girme hakkını da
içerir.
2. Birlik düzeyindeki siyasi partiler, Birliğin vatandaşlarının siyasi iradesinin ifade
edilmesine katkıda bulunurlar.
Madde 13
Sanat ve bilim özgürlüğü
Sanat ve bilimsel araştırma, kısıtlamaya tabi olmamalıdır. Akademik özgürlüğe saygı
gösterilmelidir.
Madde 14
Eğitim hakkı
1. Herkes, eğitim görme ve mesleki ve sürekli eğitimden yararlanma hakkına
sahiptir.
2. Bu hak, serbest zorunlu eğitim görme olasılığını da içerir.
3. Demokratik ilkelere ve ailelerin çocuklarının kendi dini, felsefi ve eğitim
konusundaki inançlarına uygun olarak eğitim ve öğretim görmelerini sağlama hakkına saygı
gösterilerek eğitim kurumları tesis etme özgürlüğüne, bu özgürlük ve hakkın kullanılmasına
ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak saygı gösterilmelidir.
Madde 15
Meslek seçme ve çalışma hakkı
1. Herkes, çalışma ve serbestçe seçilmiş veya kabul edilmiş bir mesleği ifa etme
hakkına sahiptir.
2. Birliğin her vatandaşı, herhangi bir Üye Devlette iş arama, çalışma, yerleşme
hakkını kullanma ve hizmet verme özgürlüğüne sahiptir.
3. Üye Devletlerin ülkelerinde çalışma izni almış olan üçüncü ülkelerin vatandaşları,
Birliğin vatandaşlarının çalışma şartlarına eşit çalışma şartlarından yararlanma hakkına
sahiptir.
Madde 16
Bir ticari faaliyette bulunma özgürlüğü
Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre bir ticari faaliyette bulunma
özgürlüğü tanınmaktadır.
Madde 17
Mülk edinme hakkı
1. Herkes, yasal şekilde elde ettiği mülküne sahip olma, kullanma, elden çıkarma ve
miras bırakma hakkına sahiptir. Bunların kaybı karşılığında zamanında adil bir tazminat
ödenmesi koşulu ile kamu menfaati nedeniyle veya yasada öngörülen koşullar çerçevesinde
yapılması dışında hiç kimsenin elinden mülkü alınamaz. Mülkün kullanımı, kamu menfaati
için gerekli olduğu ölçüde yasa ile düzenlenebilir.
2. Fikri mülkiyet, korunmalıdır.
135
Madde 18
Sığınma hakkı
Sığınma hakkı, 28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve sığınmacıların
statüsüne ilişkin 31 Ocak 1967 tarihli Protokol kuralları dikkate alınarak ve Avrupa
Topluluğunu kuran Antlaşma'ya uygun olarak teminat altına alınmalıdır.
Madde 19
İhraç, sınırdışı veya iade etme yasağı
1.
Toplu sınır dışı etmeler yasaktır.
2.
Hiç kimse, ölüm cezası, işkence veya başka insanlık dışı veya alçaltıcı muamele
veya cezaya tabi tutulması konusunda ciddi bir tehlikenin bulunduğu bir Devlete geri
gönderilemez, sınırdışı edilemez veya iade edilemez.
136
BÖLÜM III
EŞİTLİK
Madde 20
Yasa önünde eşitlik
Herkes, yasa önünde eşittir.
Madde 21
Ayrımcılık yasağı
1. Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal özellikler, dil, din veya
inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, hususiyet,
doğum, maluliyet, yaş veya cinsel eğilim gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması
yasaktır.
2. Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma ve Avrupa Birliği Antlaşmasının
uygulanması kapsamı çerçevesinde ve söz konusu Antlaşmaların özel hükümleri saklı
kalmak üzere milliyet nedeniyle her türlü ayrımcılık yasaktır.
Madde 22
Kültürel, dini ve dilsel çeşitlilik
Birlik, kültürel, dini ve dilsel çeşitliliğe saygı gösterecektir.
Madde 23
Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik
Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik, istihdam, çalışma ve ücret dahil olmak üzere
bütün alanlarda sağlanmalıdır.
Eşitlik ilkesi, yeterli şekilde temsil edilmeyen cinsin lehine belirli avantajlar
sağlanmasını öngören önlemlerin sürdürülmesini veya benimsenmesini engellemez.
Madde 24
Çocukların hakları
1.
Çocuklar, kendi refahları için gerekli olan koruma ve ihtimamdan yararlanma
hakkına sahiptir. Görüşlerini serbestçe ifade edebilirler. Bu görüşler, kendi yaşları ve
olgunluk düzeylerine uygun olarak kendilerini ilgilendiren konularda dikkate alınır.
2.
Kamu makamları veya özel kuruluşlar tarafından çocuklarla ilgili olarak yapılan
bütün işlemlerde, çocuğun çıkarlarının en iyi şekilde korunmasına öncelik verilmelidir.
3.
Her çocuk, bunun kendi çıkarlarına aykırı olması haricinde anne ve babasının
her ikisi ile düzenli olarak kişisel ilişki ve doğrudan temas sürdürme hakkına sahiptir.
Madde 25
Yaşlıların hakları
Birlik, yaşlıların, onurlu ve bağımsız bir yaşam sürdürme ve sosyal ve kültürel yaşama
katılma haklarını tanımakta ve saygı göstermektedir.
137
Madde 26
Engellilerin toplumla bütünleştirilmesi
Birlik, engelli kişilerin, bağımsızlıklarını, toplumsal ve mesleki yaşamla
bütünleştirilmelerini ve toplum yaşamına katılmalarını sağlamaya yönelik önlemlerden
yararlanma hakkını tanımakta ve saygı göstermektedir.
138
BÖLÜM IV
DAYANIŞMA
Madde 27
İşçilerin işletme içinde bilgi alma ve danışma hakkı
Topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen durumlar ve
koşullarda işçiler veya temsilcilerine, uygun düzeylerde zamanında bilgi verilmeli ve
danışmalarda bulunulmalıdır.
Madde 28
Toplu sözleşme görüşmeleri yapma ve eylem hakkı
İşçiler ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, topluluk mevzuatı ve ulusal
yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler müzakere etme ve
imzalama ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dahil olmak üzere kendi çıkarlarını
korumak için ortak eylem yapma hakkına sahiptir.
Madde 29
İşe yerleştirme hizmetlerinden yararlanma hakkı
Herkes, işe yerleştirme hizmetinden ücretsiz olarak yararlanma hakkına sahiptir.
Madde 30
Haksız işten çıkarmaya karşı koruma
Her işçi, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre haksız işten
çıkarmaya karşı korunma hakkına sahiptir.
Madde 31
Adil ve hakkaniyete uygun çalışma koşulları
1. Her işçi, kendi sağlığı, emniyeti ve onuruna saygı gösteren çalışma koşullarından
yararlanma hakkına sahiptir.
2. Her işçi, azami çalışma saatlerinin sınırlandırılması, günlük ve haftalık dinlenme
dönemleri ve yıllık ücretli izin hakkına sahiptir.
Madde 32
Çocuk işçi çalıştırmanın yasaklanması ve çalışan gençlerin korunması
Çocuk işçi çalıştırılması yasaktır. Gençler için daha elverişli olabilecek kurallar saklı
kalmak üzere ve sınırlı istisnalar dışında istihdam edilmek için asgari yaş sınırı, zorunlu
eğitimin tamamlanması için belirlenen asgari yaştan daha düşük olamaz.
İşe alınan gençler, yaşlarına uygun çalışma koşullarında çalıştırılmalı ve ekonomik
sömürüye ve emniyetlerine, sağlıklarına veya fiziksel, ruhsal, ahlaki veya sosyal
gelişimlerine zarar verme olasılığı bulunan veya eğitimlerini engelleyebilecek her türlü işe
karşı korunmalıdır.
Madde 33
Aile ve meslek yaşamı
1. Aile, yasal, ekonomik ve sosyal korumadan yararlanmalıdır.
139
2. Aile ve meslek yaşamının bağdaştırılması için herkes, doğumla bağlantılı bir
nedenle işten çıkarmaya karşı korunma hakkına ve bir çocuğun doğumu veya evlat
edinilmesinden sonra ücretli doğum ve ebeveynlik izni alma hakkına sahiptir.
Madde 34
Sosyal güvenlik ve sosyal yardım
1. Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre
doğum, hastalık, iş kazaları, bakıma muhtaç olma veya yaşlılık gibi durumlarda ve işten
çıkarılma durumunda koruma sağlayan sosyal güvenlik yardımları ve sosyal hizmetlerden
yararlanma hakkını tanımakta ve saygı göstermektedir.
2. Avrupa Birliği'nde yasal olarak ikamet eden ve dolaşan herkes, Topluluk hukuku ve
ulusal yasalar ve uygulamalara göre sosyal güvenlik yardımları ve sosyal avantajlardan
yararlanma hakkına sahiptir.
3. Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre
sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele için yeterli imkanlara sahip olmayan herkes için
uygun bir yaşam sağlamak amacıyla sosyal ve konut yardımından yararlanma hakkını kabul
etmekte ve saygı göstermektedir.
Madde 35
Sağlık hizmetleri
Herkes, ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen şartlar çerçevesinde koruyucu
sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına ve tıbbi tedaviden yararlanma hakkına sahiptir.
Bütün Birlik politikaları ve faaliyetlerinin tanımlanmasında ve uygulanmasında yüksek
düzeyde bir insan sağlığı koruması sağlanmalıdır.
Madde 36
Genel ekonomik konulardaki hizmetlerden yararlanma
Birlik, sosyal ve bölgesel uyumunu artırmak için Avrupa Topluluğu'nu oluşturan
Antlaşma'ya uygun olarak ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen genel ekonomik
konulardaki hizmetlerden yararlanma hakkını kabul etmekte ve saygı göstermektedir.
Madde 37
Çevresel koruma
Yüksek düzeyde bir çevresel koruma ve çevrenin kalitesinin iyileştirilmesi, Birliğin
politikalarına dahil edilmeli ve sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak sağlanmalıdır.
Madde 38
Tüketici Koruması
Birlik politikaları, yüksek düzeyde tüketici koruması sağlamalıdır.
140
BÖLÜM V
VATANDAŞLIK HAKLARI
Madde 39
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanma ve aday olma hakkı
1. Birliğin her vatandaşı, ikamet ettiği Üye Devlette, bu Devletin vatandaşları ile aynı
koşullar altında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanma ve aday olma hakkına
sahiptir.
2. Avrupa Parlamentosu üyeleri, genel serbest ve gizli oyla doğrudan seçilir.
Madde 40
Yerel seçimlerde oy kullanma ve aday olma hakkı
Birliğin her vatandaşı, ikamet ettiği Üye Devlette, bu Devletin vatandaşları ile aynı
koşullar altında yerel seçimlerde oy kullanma ve aday olma hakkına sahiptir.
Madde 41
İyi idare hakkı
1. Herkes, işlerinin Birliğin kurumları ve organları tarafından tarafsız ve adil bir
şekilde ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.
2. Bu hak, şunları içermektedir:
- herkesin, kendisini olumsuz şekilde etkileyebilecek herhangi bir işlemin
yapılmasından önce görüşlerinin dinlenmesini isteme hakkı;
- herkesin, kendi dosyasına erişme hakkı ve meşru gizlilik çıkarlarına ve mesleki ve
ticari gizliliğe saygı gösterilmesi;
-
idarenin, kararları konusunda gerekçe gösterme yükümlülüğü.
3. Herkes, Topluluğun kuruluşları veya görevlilerinin, görevlerinin ifası sırasında yol
açtıkları her türlü zararı, Üye Devletlerin yasalarındaki ortak genel ilkelere göre Topluluğa
tazmin ettirme hakkına sahiptir.
4. Herkes, Birliğin kuruluşlarına, Antlaşmaların lisanlarından birinde mektup
gönderebilir ve kendisine aynı lisanda cevap verilmesi zorunludur.
Madde 42
Belgelere erişme hakkı
Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu
devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, Avrupa Parlamentosu, Konsey ve
Komisyon belgelerine erişme hakkına sahiptir.
Madde 43
Kamu Denetçisi
Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu
devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, adli görevleri çerçevesinde hareket eden
Adalet Divanı Bidayet Mahkemesi hariç olmak üzere Topluluk kuruluşları veya organlarının
141
faaliyetlerinde karşılaşılan kötü idare vakalarını Birlik kamu denetçisine havale etme
hakkına sahiptir.
Madde 44
Dilekçe ile başvurma hakkı
Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu
devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, Avrupa Parlamentosu'nu dilekçe ile
başvurma hakkına sahiptir.
Madde 45
Dolaşım ve ikamet özgürlüğü
1. Birliğin her vatandaşı, Üye Devletlerin ülke sınırları içinde serbestçe hareket etmek
ve ikamet etmek özgürlüğüne sahiptir.
2. Bir Üye Devletin ülkesinde yasal olarak ikamet eden üçüncü ülkelerin
vatandaşlarına, Avrupa Topluluğu'nu tesis eden Antlaşma'ya uygun olarak dolaşım ve ikamet
özgürlüğü tanınabilir.
Madde 46
Diplomatik ve konsolosluk koruması
Birliğin her vatandaşı, tabiyetinde olduğu Üye Devletin temsil edilmediği bir üçüncü ülkenin
topraklarında, herhangi bir Üye Devletin diplomatik veya konsolosluk makamları tarafından,
sözkonusu Üye Devletin vatandaşları ile aynı şartlarda korunma hakkına sahiptir.
142
BÖLÜM VI
ADALET
Madde 47
Etkili hukuki bir yola başvurma ve adil yargılanma hakkı
Birlik hukuku tarafından teminat altına alınmış olan hakları ve özgürlükleri ihlal
edilen herkes, bu Maddede belirtilen şartlara uygun olarak bir mahkemede etkili bir hukuki
yola başvurma hakkına sahiptir.
Herkes, daha önceden yasa ile tesis edilmiş bağımsız ve tarafsız bir mahkemede makul
bir süre içinde yapılacak adil ve kamuya açık bir duruşma yapılması hakkına sahiptir.
Herkes, kendisine bilgi verilmesi, savunulması ve temsil edilmesi fırsatına sahip olmalıdır.
Gerekli imkanlara sahip olmayan herkese, bu yardımın adalete etkin bir şekilde
ulaşılmasının sağlanması için gerekli olması koşulu ile hukuki yardım sağlanacaktır.
Madde 48
Masumiyet karinesi ve savunma hakkı
1. Kendisine karşı ithamda bulunulan bir kişinin, yasaya göre suçlu olduğu
kanıtlanıncaya kadar masum olduğu kabul edilecektir.
2. Kendisine karşı ithamda bulunulmuş olan bir kişinin savunma haklarına saygı
gösterilmesi teminat altına alınmalıdır.
Madde 49
Cezayı gerektiren suçların ve cezaların orantılı olması ve yasada tanımlanması ilkeleri
1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan
bir fiil veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Hiç kimseye, suçu işlediği zaman
verilebilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Cezayı gerektiren bir suçun
işlenmesinden sonra yasanın daha hafif bir ceza öngörmesi durumunda bu ceza uygulanır.
2. Bu madde, işlendiği zaman uluslar topluluğu tarafından tanınmış genel ilkelere
göre suç sayılan bir eylem veya ihmal nedeniyle bir kimsenin yargılanmasına veya
cezalandırılmasına engel değildir.
3. Cezaların şiddeti, cezayı gerektiren suçla orantısız olmamalıdır.
Madde 50
Cezayı gerektiren aynı suçtan iki kere yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı
Hiç kimse, daha önce yasaya göre Birlik içinde kesin olarak beraat ettiği veya
mahkum olduğu bir suç nedeniyle mahkemede yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz.
143
BÖLÜM VII
GENEL HÜKÜMLER
Madde 51
Kapsam
1. Bu Bildirgenin hükümleri, yetki ikamesi ilkesi dikkate alınarak Birliğin kurumları
ve organlarına ve sadece Birlik hukukunu uyguladıklarında Üye Devletlere yöneliktir. Bu
nedenle,kendi yetkilerine uygun olarak haklara saygı gösterecekler, ilkelere uyacaklar ve
bunların uygulanmasını teşvik edeceklerdir.
2. Bu Bildirge, Topluluk veya Birlik için yeni bir yetki veya görev tesis etmemektedir
veya Antlaşmalarda belirtilen yetkilerde ve görevlerde değişiklik yapmamaktadır.
Madde 52
Teminat altına alınan hakların kapsamı
1. Bu Bildirgede kabul edilen hakların ve özgürlüklerin kullanılmasına getirilecek her
türlü sınırlandırma, yasada öngörülmeli ve bu hak ve özgürlüklerin özüne saygı
göstermelidir. Orantılı olma ilkesine tabi olarak sınırlandırmalar sadece gerekli olmaları ve
Birlik tarafından kabul edilen kamu yararı amaçlarına veya başkalarının hak ve
özgürlüklerini koruma gereksinimine gerçekten hizmet etmeleri koşulu ile uygulanabilir.
2. Topluluk Antlaşmaları veya Avrupa Birliği Antlaşmasına dayalı olan bu Bildirgede
tanınan haklar, söz konusu Antlaşmalarda belirtilen şartlar ve sınırlar çerçevesinde kullanılır.
3. Bu Bildirge'nin, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ile
teminat altına alınmış olan haklara tekabül eden hakları içermesi durumunda söz konusu
hakların anlamı ve kapsamı, söz konusu Antlaşma'da belirtilenlerle aynı olacaktır. Bu
hüküm, Birlik hukukunun daha kapsamlı koruma sağlamasını engellemez.
Madde 53
Koruma düzeyi
Bu Bildirge'de yer alan hiç bir şey, Birlik hukuku ve uluslararası hukuk ve Birlik,
Topluluk veya Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi dahil
olmak üzere Üye Devletlerin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla ve Üye Devletlerin
anayasaları ile kendi uygulama alanlarında tanınmış olan insan hakları veya temel
özgürlükleri kısıtladığı veya olumsuz şekilde etkilediği şeklinde yorumlanamaz.
Madde 54
Hakların istismar edilmesi yasağı
Bu Bildirge'de yer alan hiç bir şey, işbu Bildirge'de tanınan haklar ve özgürlüklerden
herhangi birinin ortadan kaldırılmasını veya bunun, burada öngörülenden daha fazla
kısıtlanmasını amaçlayan herhangi bir faaliyette bulunma veya herhangi bir fiili
gerçekleştirme hakkını verdiği şeklinde yorumlanamaz.
144
Aybike, AYGÜN, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı Çerçevesinde Bireylerin
Hukuki Statüsü, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Mehmet ÖZCAN
ÖZET
Bu çalışma, 2000 yılı Aralık ayında Nice Zirvesi’nde kabul edilen Avrupa
Birliği Temel Haklar Şartı çerçevesinde bireylerin hukuki statüsünü analiz etmeye
çalışmaktadır. Bu kapsamda, AB içindeki birey ve Birlik yurttaşlığı, ATAD’ın
temel hakları koruma prosedürlerinde karşılaşılan problemleri de kapsayacak
şekilde irdelendikten sonra, Şart’ın tarihsel gelişimine, hukuki statüsüne ve
bunların yanı sıra sahip olduğu hukuki ve politik etkilere değinilecektir. Daha
sonra Şart’ın yapısı ve Şart kapsamında bireylerin sahip olduğu haklar
açıklanacaktır. Son olarak, Şart çerçevesinde bireylerin temel haklarının
korunmasının ne şekilde olacağı tartışılacaktır. Bu çerçevede ATAD ile AİHM
arasında,
özellikler
de
AİHS
ile
Şart’ın
farklı
yorumlanmasından
kaynaklanabilecek muhtemel uyuşmazlıklar üzerinde durulacaktır.
Aybike, AYGÜN, The Legal Status Of Iniıviduals In The Framework of The
European
Union
Charter
Of
Fundamental
Rights,
Master’s
Thesisi,
Advisor: Assoc. Prof. Mehmet ÖZCAN
ABSTRACT
This thesis tries to analyze the legal status of the individuals in the
framework of the European Union Charter of Fundamental Rights, proclaimed at
the Nice European Council of December 2000. In this context, after examining the
concept of individuals and European citizenship alongside the procedural
problems arised in ECJ’s fundamental rights protection, this article focuses on the
historical bakground of the Charter with its legitimacy and legal-political effects.
Then the structure of the Charter and the rights that the individuals have,
regarding the Charter are analysed. Finally, the thesis discusses in a what way the
Charter will provide the protection of individuals’ fundamental rights and
freedoms. In this sense, the thesis questions the possible conflicts, especially arised
from the interpretation of the Convention on Human Rights and the Charter
differently, between the European Court of Justice and the European Court of
Human Rights.
Download