Tevfizi talakta, erkek kadına talak hakkı verdiği zaman

advertisement
1
İçindekiler
Hz. Adem’in unuttuğu şey nedir? ................................................................................................3
"Cehennemlikler cehenneme atılacaklar. Cehennem: Daha ziyâde var mı? diyecek. Nihayet
(izzet sahibi olan Rabb) ayağını basacak. Bu sefer cehennem: yeter, yeter! diyecektir."
hadisini açıklar mısınız? ..............................................................................................................4
Saadet asrına benzer bir dönem olacak mıdır? ...........................................................................5
Ümmetim asla yanlış bir hüküm üzerinde ittifak etmeyecektir, şeklinde bir hadis var mıdır? .6
"Ben bundan önce de bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?" (Yunus 10/16) ayetini
açıklar mısınız?.............................................................................................................................8
Ölüyle cinsel ilişkinin (nekrofili) cezası nedir?...........................................................................9
Salavatın alamı destek çıkmak anlamında mıdır? ....................................................................10
Tevfizi talakta, erkek kadına talak hakkı verdiği zaman erkeğin talak hakkında azalma olur
mu?..............................................................................................................................................11
Kuran’da lafzı nesh olmuş hükmü devam eden ayetler var mı? ..............................................12
Ruhu'l-kudüs'ün melek ve Cebrail olduğu konusunda ayet var mıdır? ..................................14
2
Hz. Adem’in unuttuğu şey nedir?
Ta Ha suresinin 115. ayetinde geçen “Nesiye” kelimesine farklı anlamalar verilmiştir:
- İbn Abbas ve Mücahid’e göre bu kelime unutmak değil, terk etmek anlamına gelir. (Taberi,
ilgili, yer)
Buna göre ayetin manası: “Doğrusu Biz daha önce Âdem’e de (şeytanı düşman bilip ona
uymaması konusunda) vahiy ve emir vermiştik, ne var ki o ahdi/emrimizi terk etti, onda
bir azim bulamadık” şeklinde olur.
- İbn Zeyd’e göre, “Nesiye” kelimesi aslı anlamında olup unutmayı ifade eder.
Buna göre ayetin manası şöyle olur: “Doğrusu Biz daha önce Âdem’e “Ey Âdem! bu şeytan
senin ve eşinin düşmanınızdır. Dikkat edin ki, sizi cennetten çıkarmasın” şeklinde vahiy
etmiş ve emir vermiştik, ne var ki o bu ahdi unuttu, onda bir azim bulamadık.”
- Bir diğer rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: İnsana “insan” denmesinin hikmeti,
Âdem’in Allah’ın ahdini unutmasıdır.” (Taberi, a.y)
Buna göre, Hz. Adem’in unuttuğu şey, “şeytanın onun düşmanı olduğuna” dair Allah’ın
yaptığı ikazıdır. Bu ikaza rağmen, onun şeytanın sözüne kanması, bu ikazı unuttuğunu gösterir.
- Genel bir değerlendirme çerçevesinde diyebiliriz ki;
Hz. Âdem’in ahdi unutması, onun şeytanın dediklerine bilinçli bir şekilde uymasına aykırı
değildir. Çünkü, unutulan şey “şeytanın düşman olduğu” hususudur.
Bu sebeple, onun şeytanın düşman olduğuna dair Allah’ın tavsiyesini unutması, onun şeytanın
dediklerine bilerek uymasına aykırı değil, hatta daha da pekiştiricidir. Çünkü, Hz. Âdem’in
şeytana uyması, onun dediklerine kanmasından kaynaklanmıştır. Onun sözlerine kanması ise,
onu gerçekten nasihat eden bir dost gibi görmesinden ileri gelmiştir. Şeytanı dost gibi görmesi
ise, “onun azgın bir düşman olduğuna” dair Allah’ın tavsiyelerini unutmasından
kaynaklanmıştır.
Demek ki, Hz. Adem’in “şeytanın, kendisine düşman olduğunu” unutması, ona kanmasına
yol açmış ve bu da onun bilinçli bir şekilde şeytanın desiselerine kapılmasını sağlamıştır.
- Denilebilir ki, Kur’an’da Hz. Adem’in özrünün kabul görmesinin önemli bir sebebi, onun
“AHD”i unutmasıdır. Buna mukabil, “onun suç işlediği”ne dair ifadeler ise, bilinçli bir
şekilde şeytana kanması ve ona uymasıdır.
3
"Cehennemlikler cehenneme atılacaklar. Cehennem: Daha
ziyâde var mı? diyecek. Nihayet (izzet sahibi olan Rabb)
ayağını basacak. Bu sefer cehennem: yeter, yeter!
diyecektir." hadisini açıklar mısınız?
İlgili hadis şöyledir:
"Cehennemlikler cehenneme atılacaklar. (Atıldıkça, cehennem:) Daha ziyâde var mı?
diyecek. Nihayet (izzet sahibi olan Rabb) ayağını basacak. Bu sefer cehennem: yeter,
yeter! diyecektir."(Buhari, Tefsir, 282)
Allah'ın zatı hakkında düşünüp O’na bir şekil isnad etmek haramdır. Onun zatını idrak etmek
aklen mümkün değildir. Çünkü Allah'ın hiçbir benzeri yoktur. Hiçbir şey O'na denk değildir.
(İhlâs, 1-5) Gözler Onu idrak edemez, (En'âm, 103) çünkü aklın ulaşabildiği ve kavrayabildiği
şeyler ancak madde cinsinden olan şeylerdir. Allah ise madde değildir. Duyu organlarımızla
tespitini yaptığımız ve hâlen yapamadığımız eşyanın tümü noksanlıklardan uzak olan bir
yaratıcı tarafından yaratılmıştır. Yaratılan ise yaratıcısının ne parçası, ne de benzeridir.
Cenab-ı Hak el, ayak gibi mahluka ait a'za ve cevahirden münezzehtir. Kur'an'da ve hadisde
varid olan bu nevi kelimeler müteşabihattandır. Bu hadiste Rabbimizin Cehennem'e ayağını
basması tabiri ile murad olunan Cehennem'i tezlil ve tahkir eder, manasıdır.(İbn Hacer, Fethul
Bari, VIII, 483; Sahih-i Buhari Muhtasarı veTecrid-i Tarih trc. XI, 187)
Hadiste geçen ayağını basma ifadesini Elmalılı, "Biz O gün cehenneme: "Doldun mu?"
diyeceğiz. O da: "Daha fazla var mı?" diyecektir" ayetinin tefsirinde ele almış ve şu şekilde
yorumlanmıştır.
"Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım." (Hûd, 11/19)
ifadesi gereğince grup grup atılan cin ve insandan doldurulacak, fakat hızı kesilmeyecek,
günahkârlara öfke ve şiddetinden daha fazlasına hırs gösterecektir. Ayağın koyulması ise
çiğnemek gibi gazap eseri olan bir sıkıştırma ile cehennemin bu hiddet ve şiddetini kırmaktan
kinayedir. (Elmalılı, Hakk Dîni, VI, 4519).
4
Saadet asrına benzer bir dönem olacak mıdır?
- Hz. Huzeyfe anlatıyor: Resulüllah(a.s.m) şöyle buyurdu:
“Nübüvvet içinizde –Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu
ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da-Allah’ın dilediği
kadar devam eder; ardından Allah onu da –dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra
ısırıcı bir saltanat olur. O da –Allah’ın dilediği kadar- devam eder, sonra Allah
dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat/bir krallık/zalim
yönetimler başagelir; o da –Allah’ın dilediği kadar- devam eder, ardından Allah dilediği
zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur” buyurdu ve
sonra sustu. (bk. Ahmed b. Hanbel, 4/273)
Hafız el-Heysemi; “hadisi, Ahmed b. Hanbel, Bezzar -daha tam-, Taberanî -bir kısmını- rivayet
etmiştir; Ravileri güvenilirdir.” diyerek hadisin sıhhatine hükmetmiştirç (bk. Mecmau’zZevaid, 5/226).)
Beyhakî de aynı hadise yer vermiş ve herhangi olumsuz bir beyanda bulunmamıştır. (bk.
Beyhakî, Delailu’n-nübüvve, 7/413)
Bu hadis-i şerifte İslam ümmetinin geçireceği hayat safhaları haber verilmiş ve tarih tarafından
tasdik edilmiştir. Bu açıdan bu hadis gelecekten haber vermek açısından bir mucizedir.
- Bu hadisin anlattığı safhaları şöyle sıralayabiliriz:
1. Peygamberlik dönemi; 23 yıl sürmüştür.
2. Raşit halifeler devri; 30 yıl sürmüştür.
3. Saltanat devri; Hz. Muaviye (veya oğlu Yezid) ile başlayan ve Osmanlı devletinin sonuna
kadar devam eden süreç.
4. Ceberut devri; Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra bütün İslam aleminde küçük-büyük
devletlerde hüküm sürmüş ve sürmekte olan eşedd-i zulüm, eşedd-i istibdat ve ceberut
dönemine işarettir. Bu devir -tüm İslam aleminde- artık sekerâta başlamış, her hal-ü kârda
yakında ölecektir.
5. Asr-ı saadete benzer bir dönem; İnsanların yeniden dine döndüğü, dinsizliğin çöktüğü,
ahlaksızlığın iflas ettiği, dindarlık, dürüstlük, ilim ve sırat-ı müstakim yolunun açıldığı bir devir
olarak gerçekleşeceğine ümidimiz tamdır. Bu hadisin haber verdiği dört safhanın doğruluğu,
beşinci safhanın da doğruluğunun garanti belgesidir.
“Ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İslâm'ın sadâsı
olacaktır!" (Tarihçe-i Hayat, 133), "Şu istikbal zulümatı ve inkılabları içerisinde en gür ve
en muhteşem sada, Kur'anın sadası olacaktır!" (Tarihçe-i Hayat, 145) müjdesini veren
Bediüzzaman hazretlerinin bu veciz ifadesi, hadisin bu son fıkrasının bir nevi açıklaması
hükmündedir.
5
Ümmetim asla yanlış bir hüküm üzerinde ittifak
etmeyecektir, şeklinde bir hadis var mıdır?
Bu konuda değişik hadis rivayetleri vardır. Alimlerin değerlendirmeleri rivayette yer alan
ifadelerin tümüne yönelik olduğu için, bazen “zayıf”, bazen “sahih” bazen “garip”
sözcüğüyle belirtilmiştir. Ancak “Ümmetin dalalette birleşemeyeceği”ne dair ifadenin sahih
olduğu anlaşılmaktadır.
Bu hususu belirtikten sonra, ilgili bazı rivayetleri olduğu gibi aktarmakta fayda vardır:
1) “Allah bu ümmeti (veya Muhammed’in ümmetini) dalalette birleştirmez. Allah’ın eli
cemaatin üzerinedir. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur.” (bk. Trimiz, Fiten,7)
Tirmizi, bu rivayetin “garib” olduğunu belirterek onun zayıf olduğunu bildirmiştir. (Tirmizi,
a.y)
Tirmizi’ye göre,“Allah’ın eli cemaatin üzerinedir” manasına gelen hadisin ifadesinde geçen
“cemaat”ten maksat, İslam alimleri, fakih ve muhaddislerdir. (a.y)
2) “Ümmetim dalalet üzerine birleşmez. Öyleyse bir konuda ihtilaf olduğunu
gördüğünüzde Sevad-ı azama (büyük çoğunluğa) tâbi olun.” (İbn Mace, Fiten, 8)
Suyuti’ye göre, hadiste yer alan “sevad-ı azam”dan am maksat, “sultana (devlete) itaat eden ve
dosdoğru yolu takip eden kimselerdir. Ehl-i ilim, ehl-i tasavvuf arasındaki ihtilaf gerçekte
ihtilaf sayılmaz. gerçek ihtilaf İslam’ın ruhuna aykırı fikirler ihtiva eden ehl-i dalalet olan
fırkaların ihtilafıdır.” (Suyutî, Şerhu Süneni İbn Mace, 1/283)
İbn Mace’nin bu rivayetinde yer alan “Ebu Halef el-Ama” adlı ravi alimler tarafından zayıf
kabul edilmiştir. (bk. Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 1/62) Bu sebeple bu rivayet zayıftır.
3) Bir rivayete göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Ben Rabbimden dört şey istedim;
üçünü bana verdi, bir tanesini vermedi; Allah’tan ümmetimi dalalette birleştirmemesini
istedim, bana (bunu söz) verdi. Allah’tan, daha önceki ümmetleri helak ettiği gibi,
onları(ümmetimi) kıtlıkla helak etmemesini istedim, bunu da bana verdi. Allah’tan,
düşmanlarının onlara (sürekli galip olacak şekilde)üstün getirmemesini istedim, onu da
bana (söz)verdi. Sonra Allah’tan onların arasına tefrika vermemesini, onların kendi
aralarında birbirlerine -iç çatışmalarla-acı vermemelerin istedim, bunu benden
esirgedi. (Ahmed b. Hanbel, 45/200, Taberanî, h. no:2171 )
- Hafız Heysemi, bu rivayette bir meçhul ravi bulunduğundan bunun zayıf olduğunu
belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-zevaid, h. no: 11966)
- Bununla beraber, Heysemi, Taberanî’nin “ümmetin dalalette birleşmeyecekleri”ne dair
diğer bir rivayetinin (Taberani/Kebir, h.no: 3440) sahih olduğunu belirtmiştir. (bk. Heysemi,
Zevaid, 5/218/ h.no:9100)
- Hâkim’in aynı konuda yaptığı rivayetin senedinde ravilerin hepsi sağlamdır. İçlerinde az
bilinen İbrahim b. Meymun el-Adeni, Abdurrazzak ve İbn Main tarafından tevsik edilmiştir.
Hakim’in verdiği bu bilgi Zehebi tarafından da desteklenmiştir. (bk. Müstedrek/Tehlis, 1/202)
- Özetle, “İslam ümmetinin dalalette birleşmeyecekleri”ne dair hadis rivayetinin değişik
varyantlarına bakıldığı zaman bunların en az “hasen” derecesinde olduğu görülür. (bk. Elbanî,
Sisiletu’l-ahadis’i-sahiha, h. no: 1332)
6
- İslam’a bağlı olmakla beraber, çok farklı yönleri bulunan kesimler açısından bakıldığında,
genel olarak farklı iki ayrı zihniyet söz konusudur. Bunlardan birincisi. Ehl-i sünnet ve cemaat,
ikincisi: Ehl-i bid’a olanlardır.
Ehl-i sünnet ve cemaat, hadis-i şerifte Hz. Peygamber tarafından “Benim ve ashabımın
üzerinde bulunduğu çizgiyi takip edenler” olarak tanımlanmıştır. (Mecmauz’-zevaid,1/189)
Dolayısıyla bu itikada bağlı olmayanlar bidat ehli sayılır. Bunlar 72 fırkadır. Mutezile,
Cehmiye, Kaderiye, Şia ve benzerleri bu kısma dahildir.
Ehl-i sünnet ve cemaatin kendi arasında iki ayrı itikadî mezhepleri vardır: Eşarî ve Maturidî.
Bunların temel esaslara ait hususlarda pek bir farkları yoktur. Detaylarda bazı nüansları vardır.
Bu sebeple ikisi de aynı kesimi temsil etmektedir.
Kur’an ve Sünnet çizgisi üzerinde olduğumuzun belgesi ise, ehl-i sünnet ve’l-cemaat denilen
dört mezhep alimlerinin takip ettiği yoldur. Bilindiği üzere, her biri parlak bir yıldız gibi
parlayan alimleri barındıran bu büyük cemaat, daha önce 12 mezhepten oluşuyordu. Sonra 4’te
karar kıldı. Bu kadar büyük âlimlerden oluşan bir cemaatin yanlış yapma ihtimali elbette çok
azdır.
7
"Ben bundan önce de bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor
musunuz?" (Yunus 10/16) ayetini açıklar mısınız?
De ki, "Eğer Allah dileseydi ben onu size okumazdım. O da onu hiçbir şekilde size
bildirmezdi. Bilirsiniz ki, ben sizin içinizde bundan önce yıllarca bulundum. Siz hâlâ
aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?" (Yunus 10/16)
Hakk'ın hükümlerini gösteren ve şirkin (Allah'a ortak koşmanın) batıl olduğunu ortaya koyan
âyetler, bütün yönleriyle birer kesin belge olarak müşriklere okunduğu veya okunacağı zaman,
Bizimle karşı karşıya geleceklerini ummayan, hakkın huzuruna çıkacak yüzleri bulunmayan, o
kalpleri ve amelleri, düşünceleri ve emelleri bozuk, hak ve hakikat düşmanları, bundan başka
bir Kur'ân getir veya bunu değiştir, dediler veya derler. Hoşlanmadığımız bazı âyetlerini olsun
hoşumuza gidecek şekilde değiştir. Bunda birtakım değişim tadilat ve tebdilat yap, başka bir
şekle koy. Belki o vakit halimize ve çağımıza uygun okuyabileceğimiz bir şey olur gibisinden
dedikodular yayarlar, bununla da sanki Kur'ân'ı Peygamber'in kendisi yapıyormuş gibi bir
ortam oluşturmak isterler ve acaba bu suretle kandırıp bir kaç kelimesini tebdil ettirir de daha
sonra bunu aleyhinde bir delil olarak kullanabilir miyiz, diye düşünürler.
Sen de de ki: bana, onu kendi yanımdan değiştirmek diye birşey yoktur, ben hiçbir şeye değil,
bana ne vahyolunuyorsa ben ancak ona uyarım.
Fakat bu senin kendi sözün, sırf kendi kendine ileri sürdüğün iddiaların, diyecek olurlarsa,
yalnızca bu haberle kalmayıp, bunu yani Kur'ân'ın vahiy olduğunu akıl yoluyla da isbat etmek
ve gözler önüne sermek için ey Muhammed, de ki; eğer Allah dileseydi ben size karşı bunu
okumazdım bile ve Allah, size onunla ilgili hiçbir bilgi vermezdi. Benim dilimle size onu
bildirmezdi, hiç duyurmazdı, sizi ondan haberdar bile etmezdi. Allah, benim bu Kur'ân'ı size
okumamı ve size bunu bildirmemi dilemeseydi, ne ben bunu böyle size okurdum, ne de benim
dışımda başka bir yolla sizi ondan haberdar ederdi. Siz böyle birşeyi asla duymazdınız. Fakat
Allah dilediği için böyle oluyor. Zira bundan önce bu kadar sene sizin aranızda ömür sürdüm
durdum.
Yani Kur'ân vahyolunup, peygamberlik verilmeden önce bütünüyle bir ömür denecek uzunca
bir süre, yani kırk yıl kadar sizin içinizde, sizinle birlikte yaşadım, içinizde bir ömür geçirdim,
Ta çocukluğumdan beri bütün ayrıntıları ile hayatımı nasıl geçirdiğimi bilirsiniz, ve pekâlâ
bilirsiniz ki, ben bütün o süre içinde birşey okuyor muydum? Kur'ân'ın gerek icazkâr nazmına,
gerek içindeki mânâ ve hakikatlere ait size birşey söylüyor muydum? Nazım veya nesir olarak
edebiyat ile hiç meşgul olduğum var mıydı? Size şairlik, hatiplik, müelliflik taslıyor muydum?
Okuma-yazma bilmeyen fakat şiir ve inşa ile uğraşan cahiliyye şairleri kadar olsun şiirle
uğraşıyor muydum? Bir gün gelip âleme meydan okumak ve müsabakaya davet etmek için
hazırlanıyor muydum? Kimseye tahakküm etmek, didişmek, saldırmak gibi huylarımı hiç
gördünüz mü? Yalan söylemek şöyle dursun, hakkımda bir şüphe veya şaibe uyandıracak bir
davranışımı gördünüz mü? Hepinizce iffet, doğruluk, dürüstlük, sadakat ve emanet sahibi
olarak bilinen Muhammedü'l-emin ben değil miydim? Hiç aklınız yok mu? Bir kerre akıl edip
düşünmez misiniz? Yani bana ve Allah'ın âyetlerine karşı şimdi söylediğiniz sözler, ettiğiniz
tarizler, yaptığınız işler ve ileri sürdüğünüz teklifler hep akılsızlık eseridir. Yoksa başka hiç bir
delil, belge ve kanıt olmadan, hiçbir habere gerek bulunmadan, yalnızca aklınızı başınıza
alsanız, benim bundan önce içinizde geçirdiğim o uzun süre boyunca hayatımı ve ahlakımı bir
düşünseniz hiç şüphesiz beni tasdik edersiniz.
8
Allah şimdi de önceki halimde kalmamı dileseydi, bana vahiy ve peygamberlik vermese idi
benim bunları size okumam ve Allah tarafından bildirmem ve ilan etmem ihtimali yoktu. Ben
kendi kendime ne böyle bütün belağat ve edebiyat sahiplerine meydan okuyan bir kitap
meydana getirebilirdim, ne de bütün insanlara karşı böyle bir inzar ve tebşir görevinin, böyle
hiç kimsenin tek başına yapamıyacağı ağır yükün altına girebilirdim. Lâkin işitiyorsunuz ki,
şimdi ben bunları size okuyorum ve tebliğ ediyorum. Bundan da anlamanız gerekir ki, Allah
Teâlâ öyle değil böyle olmasını istedi: Bana eğitim ve öğretim ile elde edilemiyecek vahiy ve
nübüvvet ihsan etti ve bunları bildirdi. Bunlar size şahsen benim değil, Rabbimizin bildirisi ve
öğretisidir. Ve ben O'nun vahyine uymaktan başka birşey yapamam. Bütün güçlerin ve
sebeplerin üstünde işleri tedbir eden ve merci-i küll (herşeyin mercii) olan "O'nun izni olmadan
hiçbir yardımcının söz konusu olmadığı" Allah Teâlâ'nın emir ve iradesine müdahele, O'nun
âyetlerine itiraz yine hakkın âyetlerinden biri olan akıl ile asla bağdaşabilir birşey değildir. Siz
nasıl oluyor da Allah'ın vahyini tebdil etmemi, onu değiştirip başka bir şekle sokmamı teklif
ediyorsunuz? Hiç Allah'dan korkmadan yalana ve iftiraya cür'et ediyorsunuz? (Elmalılı, Hak
Dini Kuran Dili, Yunus Suresi 15 ve 16. ayetin tefsiri)
Ölüyle cinsel ilişkinin (nekrofili) cezası nedir?
- Bu konuda da herhangi bir hadis rivayetine rastlayamadık.
- Bu konuda dört mezhebin görüşü şöyledir:
Maliki mezhebine göre, ölü bir kadınla cinsel ilişkiye gören kimseye zina cezası verilir.
Çünkü, böyle bir fiil, normal zina suçına ilave olarak, ölünün saygınlığını kırıcı olduğundan
normal zina suçundan daha çirkin ve daha büyük bir günahtır. (bk. Haşiyetu’d-Dessûkî, 4/314)
Hanefi, Şafii ve Hanbeli mezhebine göre, ölü bir kadınla cinsel ilişkiye giren kimseye -haram
ve büyük günah olmakla beraber- zina suçuna verilen ceza verilmez. Çünkü, bu tür bir ilişki
tiksindiricidir; insanın tabiatına terstir. Gerçek lezzeti vermekten uzaktır. Bu sebeple, bu
fiili işleyen kişiye zina cezası değil, tazir cezası verilir ve tedip edilir. (bk. el-Bedai’, 7/34; elMuğni,8/181; Muğni’l-Muhtaç, 4/154; el-Muhezzeb, 2/269; V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî,
6/269)
9
Salavatın alamı destek çıkmak anlamında mıdır?
- Kur’an’da salatın destek çıkmak manasına geldiğini gösteren herhangi bir ifadeye
rastlayamadık.
- Salavat kelimesi, “Salat”ın çoğuludur. Asıl manası rahmettir.
Salat/Salavat Allah’tan olsa rahmet; meleklerden gelse mağfireti talep etmek, insanlardan
olduğu takdirde dua anlamına gelir.
Allah’a nispet edildiği zaman, “Salat”ın rahmet manası yanında, medh-u sena ve mağfiret gibi
anlamlarının da olduğu kabul edilmektedir. (bk.eş-Şerhu’l-Mumti’, 3/149-150)
Bir âyette, “Allah ve melekleri peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona
salât edin ve onu tam bir teslimiyetle selâmlayın” buyurulur (Ahzâb 33/ 56; ayrıca bk.
Bakara 2/157; Tevbe 9/ 99, 103; Ahzâb 33/43)
Müfessirler, bu âyette Allah’ın peygambere salâtının ona rahmet etmesi ve onu melekleri
katında övmesi, meleklerin salâtının peygamber için istiğfarda bulunmaları ve müminlerin
salâtının Allah’tan peygamberin kendi katındaki makamını yüceltmesi için dua etmeleri
anlamına geldiğini ifade ederler.
Âyetin ikinci kısmında geçen “tam bir teslimiyetle selâmlama” ifadesi ise ya -namazların son
ka‘desinde okunan Tahiyyat duasında olduğu gibi- belli selâm kelimelerini kullanarak Hz.
Peygamber’in mânevî şahsiyetini selâmlama ya da onun emirlerine tam anlamıyla boyun eğme
şeklinde anlaşılmıştır. Âyetteki emrin gereklilik mi (vücûb) yoksa tavsiye mi (nedb) ifade ettiği
tartışılmış, vücûb ifade etmekle birlikte hayatta bir defa yerine getirilmesinin yeterli ve
diğerlerinin mendup hükmünde olacağı (Kādî İyâz, II, 64), bir mecliste Resûl-i Ekrem’in adı ilk
anıldığında veya bir metinde ilk yazıldığında salâtü selâmda bulunmanın âyetteki emri yerine
getirmek için yeterli sayılacağı kabul edilmiştir.
Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmekle ilgili hadislerden birinin meâli şöyledir: “Kıyamet
günü insanların bana en yakını bana en çok salavat okuyanıdır” (Tirmizî, “Vitir”, 21;
başka örnekler için bk. Wensinck, el-Mu'cem, “ślv” md.)
İlave bilgi için tıklayınız:
Niçin Peygamber Efendimizin (asm) ismi anıldığında salavat ...
Peygamberimize salavat okunmadan edilen dua yükselmezmiş ...
10
Tevfizi talakta, erkek kadına talak hakkı verdiği zaman
erkeğin talak hakkında azalma olur mu?
İslam’da boşama yetkisi prensip olarak kocaya verilmiştir. Boşama yetkisini elinde bulunduran
kocanın, bu yetkisini, nikah akdi sırasında veya evlilik süresi içinde karısına veya bir başkasına
devretmesi mümkündür. Buna “tefviz-i talak” denir.
Tefviz, nikah akdi esnasında olabileceği gibi, evliliğin devam ettiği bir zamanda da yapılabilir.
Nikah akdi esnasında tefviz olacaksa bu, kadının o sırada bu hakka kendisinin de sahip
olmasını şart koşmasıyla olur.
Kadın bu hakka nikah kıyılırken mesela “boşama yetkisi elimde bulunup, dilediğim zaman
kendimi boşama şartıyla evleniyorum” demesi ve erkeğin de bunu kabul etmesi ile sahip olur.
Yani talakın devri teklifinin önce kadın tarafından yapılıp erkeğin daha sonra kabul etmesi
gerekir. Bu şekliyle boşama yetkisini alan kadın dilediği zaman boşanabilir (bkz. Fetavay-ı
Hindiyye, I, 387 vd. ; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, II, 276).
Kadına verilen boşama yetkisi erkeğin boşama hakkında bir eksilmeye sebep olmaz.
Erkek bu durumda da üç boşama hakkında sahiptir. Boşama da yetki devri kısmen ya da
tamamen olabileceğinden üç boşama hakkından diyelim birisi verilmişse bu durumda kadın bir
boşama hakkını kullanabilir. Eğer mutlak yetki verilmişse kadına üç boşama hakkı da verilmiş
demektir.
11
Kuran’da lafzı nesh olmuş hükmü devam eden ayetler var
mı?
- Kur’an’da lafzı mensuh, hükmü baki olan bir ayet yoktur.
- Bu konuyla ilgili birkaç rivayet vardır:
Birincisi: Rivayete göre, Hz. Aişe: “Recim ayeti ile, süt emzirme ile ilgili -bir kağıda yazılıbir ayet vardı. Bu kağıt benim evimde yatağımın bulunduğu sedirin altındaydı. Orada
‘Büyükler için emzirme sayısının on olduğu’ yazılıydı. Hz. Peygamber hastalandığında
biz onunla meşgul iken, bir keçi gelip onu yemişti.” (İbn Mace, Nikah, 36)
Bu rivayete dayanarak, “recim ile, on defa emzirme” hükmünün baki, ayetin lafzı ise
neshedildiğini söyleyenler olmuştur. (bk. İbnu’l-Cevzî, Nevasihu’l-Kur’an, Medine,
1404/1984, s.118-119)
- İbn Hazm gibi bazı alimler, bu rivayetin uydurma olduğunu kesin bir dille ifade etmişler. (bk.
İbnu’l-Cevzî, a.y; el-İhkam fi ususli’l-Ahkam, 4/453-454)
- Abdurrahman el-Cezerî’nin de ifade ettiği gibi, bütün ümmetin ittifakıyla, mutevatir/en
sağlam bir yolla bize kadar gelen Kur’an’ın ayetleri, böyle ahad/mutevatir olmayan rivayetlerle
ispat edilemez, Kur’an olarak kabul edilemez. (bk. Cezerî, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa,
IV/257)
İkincisi: Hz. Aişe’nin kölesi Ebu Yunus anlatıyor: “Hz. Aişe kendisi için bir Mushaf yazmamı
istedi. Ve: ‘Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkıp huşû ile Allah’ın divanında
durun’ (Bakara, 238) ayetine geldiği zaman bana haber ver” dedi. Ben o ayete geldiğimde
kendisine haber verdim. Bana ayeti: ‘Namazlara, hele salat-ı vustaya ve ikindi namazına
(salati’l-asri) dikkat edin’ şeklinde “salati’l-asri” ilavesiyle yazdırdı.” (Müslim, Mesacid,
207)
- Bu hadise dayanarak bazıları, “salati’l-asri” cümlesinin lafzı nesh edilmiş olduğunu
söylemişlerdir. (bk. Müslim, Mesacid, 208)
- Burada yer alan “Salatu’l-Asr” ifadesi, Hz. Peygamberin bir nevi tefsiridir, “Salatu’lVusta”nın açıklamasıdır. Nitekim, Hz. Ali’den gelen rivayette Hz. Peygamberin Hendek
savaşında da “Bunlar/kâfirler bizi salat-ı vustadan, ikindi namazından alı koydular…” demiştir.
(Müslim, Mesacid, 205,206)
- İmam Nevevi de Hz. Aişe’nin “ikindi namazı” ilavesiyle yazdırdığı rivayette yer alan söz
konusu “ve salati’lasri” (ikindi namazı) cümlesinin ayet olamayacağını belirtmiştir. Zira Kur’an
tevatür yoluyla gelmiş, bu ise mütevatir değilidr. (bk. Nevevi, Şerhu Müslim, 5/131)
- Demek ki bu konuda da lafzı mensuh, hükmü baki bir şey söz konusu değildir.
Üçüncüsü: Recim meslesidir:
Buhari ve Müslim’in İbn Abbas’tan yaptığı rivayete göre Hz. Ömer şöyle demiştir: “Allah,
Muhammed’i hak ile gönderdi. Ve ona Kitabı vahiy etti. Ona vahiy edilen şeylerden biri
de recim ayetidir. Biz bu ayeti okuduk, anladık. Aklımıza koyduk. Hz. peygamber
recmetti. Ondan sonra biz de recmettik. Korkarım ki, uzun bir zaman geçtikten sonra,
birileri kalkıp ta; biz Allah’ın kitabında recim ayetini görmüyoruz, diyecek ve böylece
Allah’ın vahiy ettiği bir farizayı/yapılması gereken bir görevi ihmal ederek dalalete
düşecekler.
12
Halbuki, zina eden evli her erkek ve kadının recmedilmesi hususu Allah’ın kitabında
vardır. Yeter ki bu fiil, şahitlerle veya gebelikle yahut da suçu itiraf etmekle sabit olsun.”
(Buharî, Hudud, 31; Müslim, Hudud, 4)
- Evvela (Buhari ve Müslim’de yer almamakla beraber), Rivayetlerde gelen Recim ayetinin
metni farklılık göstermektedir. Bu ise, senedi sahih olsa bile bu metnin ayet olma ihtimalini
zayıflatıyor. Arapça’yı bilen bir kimse, bu metinlerin -bizzat Kur’an’da (meal olarak) geçen
“Allah Alimdir, Hakimdir” gibi ifadelerin dışında- Kur’an’ın ayetlerine hiç benzemediğini
görecektir.
Hadis rivayetinin metni için bk.Ahmed b. Hanbel, V/132,183; İbn Mace, Hudud, 9; Hakim, elMüstedrek, IV/359.
- Bu rivayetin metninde geçen “şeyh-şeyhet” kelimelerinin anlamı yaşlı erkek ve yaşlı kadın
demektir. Bu kelimelerin anlamına göre, evli olsun, olmasın, kırk yaşını geçenler/yani yaşlı
olanlar zina ettikleri takdirde recim cezasını görürler. Yaşları kırkın altında olanlar -yaşlı
sayılmadıklarından- yine evli olsun olmasın yalnız yüz değnekle cezalandırılır. Bu ise, recim
cezasını yaşlı olsun, genç olsun, evli olan herkes için geçerli olduğunu ifade eden pek çok sahih
hadislere ve cumhur-u ulemanın kabul ettiği görüşlerine tamamen ters düşmektedir. (bk.
Cezerî, a.y, IV/258-259)
- Nitekim rivayete göre, Hz. Amr b. As ve Hz. Zeyd b. Sabit, Kur’an ‘ı Mushaf halinde
yazarken, aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
Zeyd dedi ki: “Ben böyle bir ayeti Hz. Peygamber’den duymuştum.”
Amr b. As şöyle cevap verdi: “Böyle şey olur mu? Görmüyor musun/hep bildiğimiz,
öğrendiğimiz şu değil mi ki; bekâr olduğu takdirde -yaşlı da olsa- değnek cezasını, evli olduğu
takdirde -genç de olsa- recim cezasın hakkediyor. (Bk. Ahmed b. Hanbel, V/183; Hakim,
IV/360)
- Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki, ünlü fıkıh âlimi, el-Cezerî gibi bazı alimler “bu tür
rivayetlerin doğru olmadığından asla şüphe etmediklerini” belirterek görüşlerini açıkça ortaya
koymuşlardır. (bk. Cezerî, a.y)
- Şunu da belirtelim ki, evli olanların zina suçu sabit olduğu takdirde cezalarının recim
olduğuna dair pek çok sahih hadis söz konusudur. Cumhur-u ulemanın görüşü de bu
merkezdedir.
13
Ruhu'l-kudüs'ün melek ve Cebrail olduğu konusunda ayet
var mıdır?
- “Biz Mûsâ’ya kitap verdik. Ondan sonra peş peşe peygamberler gönderdik. Meryem’in oğlu
Îsâ’ya da mûcizeler, açık deliller verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik.
Demek size her ne zaman bir peygamber gelip de nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey
getirirse kafa tutacak, onların kimine yalancı deyip kimini öldüreceksiniz ha!” (Bakara, 2/87)
mealindeki ayette yer alan “Demek size her ne zaman bir peygamber gelip de..” ifadesi,
Ruhu’l-Kudüs’un bir melek olduğuna işaret etmektedir. Çünkü, burada Hz. Musa ve Hz.
İsa’nın peygamberliğine vurgu yapılmıştır. peygamberlikle ilgili vahiy getiren aracın ise melek
olduğu bilinmektedir.
- “Allah melekleri, kendi tarafından bir vahiy ile kullarından dilediği kimselere, “Ben’den
başka tanrı yoktur. Bana karşı gelmekten sakının!” diye uyarmak üzere gönderir” (Nahl, 16/2)
mealindeki ayette vahyin melekler vasıtasıyla peygamberlere indirildiği gerçeğine vurgu
yapılmıştır.
- “Elbette bu Kur’ân, Rabbülâlemin’in indirdiği bir kitaptır. Onu Rûhu’l-emin, uyaran
nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir” (Şuara, 26/192195) mealindeki ayette de Vahiy meleği “Rûhu’l-emin” olarak vasıflandırılmıştır ki, bu aynı
zamanda “Ruhu’l-Kudüs” anlamına gelir. Zira emanet bir kutsiyetin unvanıdır.
- “De ki: “Kim Cebrâil’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’ân’ı daha önceki kitapları tasdik
etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah’ın izniyle senin kalbine o
indirmiştir” (Bakara, 2/97) mealindeki ayette Vahiy meleğinin ismi CİBRİL/CEBRAİL
olduğu açıkça belirtilmiştir.
Bütün bu açıklamalar, Hz. İsa ile ilgili olarak kullanılan “Ruhu’l-Kudüs” unvanının Hz. Cebrail
olduğu hususu, tereddüde mahal bırakmayacak açıklıktadır.
- Vahiy meleğinin adı Hz. Cebrail/Cibril olduğunu gösteren birçok sahih hadis vardır.
Bunlardan en meşhur olan ve “Cibril hadisi” olarak şöhret bulan aşağıdaki hadis-i şeriftir:
- Hz. Ömer anlatıyor:
"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanında oturuyordum. Derken elbisesi
bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eden
hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden hiç kimse onu tanımıyordu. Gelip Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in önüne oturup dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının
üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:
‘Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver! Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
‘İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet
etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a
haccetmendir’ diye cevap verdi.
- Yabancı: ‘Doğru söyledin" diye tasdik etti. Biz hem sorup hem de söylenenleri tasdik
etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu: ‘Bana iman hakkında bilgi ver?’
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu soruya şöyle cevap verdi:
‘Allah'a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani
hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmandır.’
14
Yabancı yine: ‘Doğru söyledin!’ diye tasdik etti.
Sonra tekrar sordu: ‘Bana ihsan hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm),
bu soruya:‘İhsan Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu
görmesen de O seni görüyor’ şeklinde cevap vedi.
Adam tekrar sordu: ‘Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer: ‘Kıyamet hakkında kendisinden soru sorulan
kişi, soruyu sorandan daha fazla birşey bilmiyor’ diyerek karşılığını verdi.
Bunun üzerine yabancı: ‘Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!’ dedi. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı: ‘Köle/Cariye olan kadınların efendilerini
doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir (Müslim'in rivayetinde fakir kelimesi yoktur), davar
çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.’
(Hz. Ömer devamla şöyle dedi): Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet
kaldım. -Bu ifade Müslim'deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'la karşılaştım" şeklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm):
‘Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun?’ dedi.
Ben: ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince şu açıklamayı yaptı:
"Bu, Cebrail aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi.” (Müslim, iman, 1, 5) -Buhari
de benzer bir rivayeti Ebu Hureyre’den nakletmiştir. Bk. Buhari, İman, 37)
15
Download