ÖN SÖZ Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi tarafından Avrupa Bölgesinde fazla kiloluluğun yetişkinlerin %30-80’ini etkisi altına aldığı, çocukların ve adölesanların yaklaşık %20’sinin fazla kilolu olduğu ve bunların üçte birinin obez olduğu belirtildi. 2015’te yayımlanan Türkiye İstatistik Kurumu resmî güncel verileri, Türkiye’de 2008 yılında obezite oranının %15,2 olduğunu ancak bu oranın 2014 yılına gelindiğinde %19,9’a çıktığını gösterdi. Konunun önemi fark edilerek, Başbakanlık Genelgesi olarak da yayımlanan "Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı (2010-2014)” 2013-2017 dönemi için tekrar güncellendi. Bunun yanı sıra her gün yazılı ve görsel medyada obeziteyle ilgili onlarca habere yer veriliyor. Ancak parklarımıza yerleştirilen spor aletlerine, birçok farklı aktivite imkânını içinde barındıran son derece gösterişli spor komplekslerine, belediyelerimizin sunduğu ücretsiz spor olanaklarına, gıpta ederek izlediğimiz yıldızların popüler diyetlerini evlerimize kadar ulaştıran televizyon programlarına, devlet güvencesiyle tek kuruş ödemeden destek alabildiğimiz beslenme uzmanlarına rağmen bu salgın hastalığın pençesinde olan ülkelerden biriyiz. Yaşla birlikte metabolizma hızımızın yavaşlamasına karşın, yaşamı geçmiş beslenme/hareket(sizlik) alışkanlıklarıyla sürdürdüğümüz için vücut yağ oranımızda artış meydana gel7 mesi, hep vücut ağırlığı kontrolünün yaşam boyu sürdürülmesi gereken bir çaba olduğunu unutmamızdan kaynaklanıyor. Sonuçta şişman çocuk sağlıklıdır inancıyla yoğrulmuş annelerimizin börek-çörek günlerinde kendi yiyemez/yavaş yer diye elleriyle beslediği çocuklar değil miyiz bizler? Koşu bandında harcadığımız kalorinin öğlen yediğimiz sandviçin etiketinde yazan rakama bile ulaşamamasından hayıflanmıyor muyuz? Oysaki düzenli egzersiz ile arttırdığımız metabolizma hızımız sayesinde vücudumuz, herhangi bir fiziksel aktivite yapmıyorken bile (örneğin gazete okurken ya da televizyon seyrederken) hiç egzersiz yapmadığı döneme kıyasla çok daha fazla kalori harcıyor. Bu anlamda seçilen aktivitenin sürdürülebilir potansiyele sahip olması önemlidir. Şişman çocukların erişkin olduklarında da şişman olmaya devam etmeleri, onlara doğru beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıklarını kazandırabilecek ebeveynlerin önemini ortaya koymaktadır. Çocukla birlikte geçirilen boş zamanlara hareketli ev oyunlarının dâhil edilmesi, çocuğun okul sonrası aktivitelere katılmasının teşvik edilmesi ve ev işlerinin/yemek saatlerinin düzenlenmesi gibi konularda çocuğa yaşına uygun sorumluluklar verilmesi gerekmektedir. Küçük yaşlarda kazanılan alışkanlıkların yaşam boyu sürdürüldüğü gerçeğinden hareketle çocukların yetişkin olduklarında sahip olacakları alışveriş ve pişirme yöntemi tercihlerinin ailelerinkiyle paralellik göstereceği unutulmamalıdır. Okul öncesi eğitimlerin sınıf içi etkinlikler ile sınırlı kalmayıp farklı sportif etkinlikleri barındıracak biçimde şekillendirilebilmesi, bu kurumlarda görev yapan eğitimcilerin, çocukların temel hareket becerilerinin gelişimini destekleyici aktivitelere eğitim programlarında daha fazla yer verme yönündeki istek ve kararlılıkları ile mümkündür. Uluslararası müsabakalarda başarı elde eden pek çok spor8 cunun geçmişinde de küçük yaşlarda tanıştıkları farklı spor branşlarının yer aldığını görmekteyiz. Sağlıklı nesiller oluşturabilmenin yolu, geleceğin anne-babalarını şekillendiren ‘rol modellerin’ (ebeveynler, eğitimciler vb.) beslenme ve fiziksel aktivite konusundaki bilinç düzeylerini yükseltmelerinden geçmektedir. Eğitim ve sağlık politikalarında son yıllarda gerçekleştirilen irili ufaklı sayısız düzenlemenin obezite ile mücadeleye sağlayacağı katkıların somutlaştırılabilmesi adına ulusal düzeyde yapılacak çok sayıda bilimsel çalışmaya ihtiyacımız olacaktır. Ebeveynler için verilen ücretsiz doğum sonrası desteğinin (aşılama hizmeti ile sınırlı olmamasına rağmen çoğunlukla bu amaca hizmet ediyor) yeterli ve uygun beslenme yaklaşımını da içerecek şekilde ‘zorunlu’ hâle getirilmesi ile çok daha fazla sayıda sağlıklı bebeğe (takip edilen bebeğe) sahip bir ülke olabiliriz. Teknolojik gelişmelerin baş döndürücü hızına rağmen ülkemizde okur-yazar olmayan çok sayıda birey bulunmaktadır. Ne yazık ki bu nüfusun içerisinde yer alan pek çok ebeveyn, 1923’lerde Baird tarafından İngiltere'nin küçücük bir kasabasında icat edilmiş olan ve günümüzün en popüler kitle iletişim aracı ile elde edebilecekleri bilgiler ile sınırlı bırakılıyorlar. Unutulmamalıdır ki beslenme ve fiziksel aktivite konusunda doğru bilinç oluşturabilmiş ülkeler tüm toplumu kucaklayacak ‘hap’ formüller aramak yerine, toplumun farklı kesimlerinin (farklı yaş gruplarından farklı sosyoekonomik düzeye sahip bireylerin) ihtiyaçlarına cevap verebilecek yaklaşımları benimsemişlerdir. Çocukluk döneminde spora yönelen çocuk için işler bir miktar daha kolay olabilmektedir. Bilindiği gibi antrenman bir sporcuyu fiziksel ve ruh yapısal olarak geliştirir; bir donatı sürecidir. Bu süreç boyunca antrenör, sporcunun, yalnızca ilgili branşın gereklerine uygun olarak, fiziksel anlamda gelişimine 9 rehberlik etmekle kalmaz; bir yandan sporcunun sportif karşılaşmaya psikolojik olarak hazırlanmasını sağlarken, öte yandan onun sağlıklı bir birey olarak gelişimini sürdürmesini sağlar. Günümüzde iyi antrenör tanımı yapılırken, çoğunlukla onun antrenman programlamasındaki becerisi, uyguladığı modern teknikler, kullandığı bilimsel veriler üzerinde durulur. Oysa bir antrenörün sporcularının performanslarını arttırabilme yetisi kadar; ilkelerinin, alışkanlıklarının, kısaca yaşam biçiminin sporcuları üzerinde yaratabileceği etkiyi fark edebilecek yetiye de sahip olması gerekir. Büyüme-gelişme dönemlerinin gerektirdiği farklı beslenme özellikleri, rol model alınan antrenör tarafından bilinmeli ve özendirici yaklaşımlar ile desteklenmelidir. Zengin demir ve kalsiyum kaynağı olan tahin-pekmezi iştahla kaşıklayan bir antrenör “yemelisin çünkü büyüme çağındasın” tavrı sergileyen bir anneden kimi zaman daha etkili olmaktadır. Performansı arttırmak amacıyla yapılan antrenmanlar, mental çalışmalar vb. uygulamalar yeterli ve dengeli beslenme ile desteklenmediği sürece hedeflenen noktaya ulaşılması mümkün olamayacaktır. Spor yapan çocuğun optimal performansı yakalayabilmesi için karbonhidratlar, proteinler ve yağlardan oluşan makro besin ögelerini; vitaminler, mineraller ve sudan oluşan mikro besin ögelerini uygun ve yeterli miktarlarda tüketmesi gerekmektedir. Mesleki yeterliliklere (belge, diploma vb.) sahip olma sürecinde spor ve beslenme ilişkisinin önemini kavrayabilmiş bir antrenör, sporcusunun ailesini manipüle etme gücünü hiç kuşkusuz kullanacaktır. Karbonhidrat tüketimini sadece makarna ve ekmek yemek olarak algılayan bir annenin, meyve tüketimi ile vücuda sağlanan fruktozun (meyve şekeri), karaciğerde gerçekleşen glikojen sentezini arttırıcı etkisini bilebilmesi olası değildir. Ancak annesine “antrenörüm her gün 10 1 elma yememi söyledi” diyen genç sporcunun, çocuğunun gelişimi için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olan ailesi üzerindeki yadsınamaz bir etkisi olacaktır. Ebeveynler ile zaman zaman bir araya gelebilen antrenörün ailelerin beslenme alışkanlıkları ve yaşam biçimlerini tümüyle değiştirebilmesi olanak dâhilinde değildir. Antrenörün, çocukların ateşli bir hastalık geçirip de yeterli gıda alımı sağlayamadığı durumlar dışında ilave vitamin/mineral desteğine ihtiyaçları olmadığını satır aralarında ifade edebilme olanağı bulunmaktadır. Antrenman yapan çocuğun kalsiyum ihtiyacı artmaktadır ancak düzenli olarak yutturulan ve günlük kalsiyum ihtiyacının üzerinde bir alıma sebep olan kalsiyum tabletleri, böbrek taşı riskini de arttırmaktadır. Bu ve benzeri mineraller besinlerle birlikte alınabildiğinden yeterli ve dengeli beslenme ile eksiklik görülmemektedir. “Sağlıklı yaşam, bireyin beden yapısı (kalıtım) ve çeşitli besinlerin etkilerinin bilinmesini gerektirir’’ diyen Hipokratın vurgulamaya çalıştığı “farklı besin gruplarından uygun ve yeterli miktarlarda tüketme” eğilimi bugün Anadolu’muzun pek çok bölgesinde sergilenen ve uzun yaşamın sırrı olarak ifade edebileceğimiz bir yaklaşımdır. Yöresel zenginlikler, geniş aile yapılarının gerektirdiği yardımlaşma ile desteklendiğinde, büyük şehirin bize dayattığı zamansızlığın körüklediği sınırlı kalıplar içerisinde beslenme zorunluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Kenyalı ve Etiyopyalı rekortmen atletlerin küçük yaşlardan itibaren okula koşarak gittiklerini göz önüne alırsak kanımca geleceğimiz, köyden şehire göç olgusunu tersine çevirebilmekten geçmektedir. Mutlu ve sağlıklı yarınlara... 11