hakan gündüz tez - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SĐYASET BĐLĐMĐ VE KAMU YÖNETĐMĐ (SĐYASET BĐLĐMĐ)
ANABĐLĐM DALI
ANNAN PLANI SÜRECĐ’NDE YAŞANAN TOPLUMSAL
HAREKETLENMEDE KIBRIS TÜRK SENDĐKACILIĞI’NIN
ROLÜ
Yüksek Lisans Tezi
Hakan GÜNDÜZ
Ankara-2008
i
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SĐYASET BĐLĐMĐ VE KAMU YÖNETĐMĐ (SĐYASET BĐLĐMĐ)
ANABĐLĐM DALI
ANNAN PLANI SÜRECĐ’NDE YAŞANAN TOPLUMSAL
HAREKETLENMEDE KIBRIS TÜRK SENDĐKACILIĞI’NIN
ROLÜ
Yüksek Lisans Tezi
Hakan GÜNDÜZ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Serpil SANCAR
Ankara-2008
ii
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SĐYASET BĐLĐMĐ VE KAMU YÖNETĐMĐ (SĐYASET BĐLĐMĐ)
ANABĐLĐM DALI
ANNAN PLANI SÜRECĐ’NDE YAŞANAN TOPLUMSAL
HAREKETLENMEDE KIBRIS TÜRK SENDĐKACILIĞI’NIN
ROLÜ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Serpil SANCAR
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
Đmzası
Prof.Dr. Serpil Sancar
...................................
Doç.Dr. Alev Özkazanç
...................................
Yrd.Doç.Dr Koray Karasu
...................................
Tez Sınavı Tarihi....................................
i
ĐÇĐNDEKĐLER
Sayfa No:
KABUL ONAY ....................................................................................................... i
ĐÇĐNDEKĐLER ....................................................................................................... ii
KISALTMALAR .....................................................................................................v
TABLOLAR DĐZĐNĐ ........................................................................................... viii
GRAFĐKLER DĐZĐNĐ ..............................................................................................x
BÖLÜM I .................................................................................................................1
1. Giriş......................................................................................................................1
BÖLÜM II................................................................................................................8
2. Sendika ve Sendikacılık .......................................................................................8
2.1 Sendika – Siyaset Đlişkisi .................................................................................11
BÖLÜM III ............................................................................................................17
3. Kıbrıs’ta Devlet-Toplum Đlişkileri ve Toplumsal Hareketler.............................17
3.1. KKTC’nin Kuruluş Süreci ve Siyasal Rejimin Nitelikleri..............................17
3.2. Siyasal Rejim, Toplumsal Hareketler ve Milliyetçilik....................................28
BÖLÜM IV ............................................................................................................48
4. Kıbrıs Türk Sendikal Geleneğinin Oluşum ve Gelişim Dinamikleri .................48
4.1. 1974 Öncesi Dönem......................................................................................48
4.2. Sendikal Örgütlenme Tarzı ve Đdeolojik Eğilimler-1974 Sonrası
Dönem ...........................................................................................................56
4.3. Kıbrıs Türk Sendikal Hareketinde “Sendika-Siyaset” Đlişkisine, Kıbrıs
Türk Sendika Başkanlarının ve Kıbrıs Türk Toplumunun Tutumları...........63
ii
BÖLÜM V .............................................................................................................80
5. ‘Annan Planı’ Sürecinde ve Sonrasında Kıbrıs Türk Sendikalarının
Pozisyonu .........................................................................................................80
5.1. Annan Planı Referandumu Öncesi KKTC’deki Ekonomik Durum ve
Đlerleyen Toplumsal Huzursuzluk .................................................................81
5.2. Annan Planı Öncesi KKTC’deki Siyasal Durum............................................98
5.2.1. Koalisyonlar Dönemi ve Siyasal Đstikrarsızlık.............................................98
5.2.2. Asker-Sivil Yönetim Gerginliği.................................................................101
5.2.3. Muhalefete Yönelik Baskılar: Casusluk Đddiaları ve Siyasal Cinayet .......104
5.2.4. Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Rejim Krizi .................................................106
5.2.5. Annan Planı ve 2003 Seçimleri..................................................................109
5.2.6. Demografik Yapının Değişmesi.................................................................112
5.3. Sendikal Hareketin Şahlanışı: Bu Memleket Bizim Platformu.....................115
5.3.1. “18 Temmuz 2000” Mitingi ve Yeni Bir Sürecin Başlangıcı ....................115
5.3.2.Annan Planı’nın Hazırlanması Süreci.........................................................122
5.3.3. “Çözüm ve AB Mitingleri” ve Annan Planı Üzerinden Saflaşmalar.........131
5.3.4. Sivil Toplumun Gelişmesi Ve Kıbrıslılık Bilinci.......................................140
5.4. Bir Sürecin Sonu ...........................................................................................152
BÖLÜM VI ..........................................................................................................159
6. Sonuç................................................................................................................159
7. Kaynakça..........................................................................................................164
8. Ekler .................................................................................................................176
EK: 1 Görüşülen Mevcut Sendika Başkanlarının Đsimleri ve Sendikaları...........176
EK: 2 Ulaşılan Sendika Eski Başkanlarının Đsimleri ve Sendikaları ...................178
iii
EK: 3 Tezde Kullanılan Grafiklerin Oluşturulmasında Faydalanılan Tablolar ...182
Grafil 1.’in Oluşturulmasında Kullanılan Veriler ................................................182
Grafil 2.’nin Oluşturulmasında Kullanılan Veriler ..............................................183
Grafil 3.’ün Oluşturulmasında Kullanılan Veriler ...............................................184
Grafil 4.’ün Oluşturulmasında Kullanılan Veriler ...............................................186
Grafil 5.’in Oluşturulmasında Kullanılan Veriler ................................................188
EK: 4 Araştırmalar Sırasında Kullanılan Anketler ..............................................190
TEZ ÖZETĐ..........................................................................................................202
SUMMARY .........................................................................................................203
iv
KISALTMALAR
Adalet ve Kalkınma Partisi
AKP
Amerika Birleşik Devletleri
ABD
Avrupa Birliği
AB
Barış ve Demokrasi Hareketi
BDH
Basın Emekçileri Sendikası
BASIN-SEN
Bayrak Radyo Televizyonu Çalışanları Sendikası
BAY-SEN
Belediye Emekçileri Sendikası
BES
Birleşik Kıbrıs Partisi
BKP
Birleşmiş Milletler
BM
Bizim Parti
BP
Büro Đşçileri Sendikası
BÜRO-ĐŞ
Büro Đşçileri Sendikası
BÜRO-ĐŞ
Cumhuriyet Halk Partisi
CHP
Cumhuriyetçi Türk Partisi
CTP
Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler
CTP-BG
Çağdaş Memurlar Sendikası
ÇAĞ-SEN
Çalışan Halkın Đlerici Partisi
AKEL
Demokrat Parti
DP
Demokratik Mücadele Partisi
DMP
Devlet Planlama Örgütü
DPÖ
Devrimci Genel Đş Sendikası
Dev-Đş
Doğu Akdeniz Üniversitesi Birlik ve Dayanışma Sendikası
DAÜ-BĐR-SEN
Doğu Akdeniz Üniversitesi Çalışanları Sendikası
DAÜ-SEN
v
Doğu Akdeniz Üniversitesi Personel Sendikası
DAÜ-PER-SEN
Dünya Sendikalar Federasyonu’nun
DSF
Gayri Safi Milli Hasıla
GSHM
Gümrük Çalışanları Sendikası
GÜÇ-SEN
Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı
GKK
Hür Demokrat Parti
HDP
Kamu Çalışanları Sendikası
Kamu-Sen
Kamu Đktisadi Teşebbüsler
KĐT
Kamu Đşçileri Sendikası
KAMU-ĐŞ
Kıbrıs Komünist Partisi
KKP
Kıbrıs Türk Đşçi Birlikleri Kurumu
KTIBK
Kıbrıs Đşçi Federasyonu
PEO
Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası
KTAMS
Kıbrıs Türk Belediye Müstahdemleri Sendikası
BEL-SEN
Kıbrıs Türk Dayanışma Sendikası, Koop. Görevlileri Sendikası
KOOP-SEN
Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu Çalışanları Sendikası
EL-SEN
Kıbrıs Türk Federe Devleti
KTFD
Kıbrıs Türk Hekimler Sendikası
TIP-ĐŞ
Kıbrıs Türk Hür Đşçi Sendikaları Federasyonu
HÜR-ĐŞ
Kıbrıs Türk Đlkokul Öğretmenler Sendikası
ĐLK-SEN
Kıbrıs Türk Đşçi Sendikaları Federasyonu
TÜRK-SEN
Kıbrıs Türk Kamu Görevlileri Sendikası
KAMU-SEN
Kıbrıs Türk Liman ve Taşıt Đşçileri Sendikası
LĐMAN-SEN
Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası
KTOEÖS
vi
Kıbrıs Türk Öğretmen Sendikası
KTÖS
Kıbrıs Türk Ticaret Odası
KTTO
Kıbrıs Yayıncılar Birliği
Kıb-Yay
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
KKTC
Memur Sendikaları Federasyonu
MEMUR-SEN
Milli Güvenlik Kurulu
MGK
Milliyetçi Adalet Partisi
MAP
Milliyetçi Hareket Partisi
MHP
Özel Harb Dairesi
ÖHD
Sivil Savunma Teşkilatı
SST
The Peace Research Institute, Oslo
PRlO
Toplumcu Kurtuluş Partisi
TKP
Türk Mukavemet Teşkilatı
TMT
Türk Silahlı Kuvvetleri
TSK
Türkiye Cumhuriyeti
TC
Türkiye Đşadamları Derneği
TUSĐAD
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
TOBB
Ulusal Birlik Partisi
UBP
Ulusal Diriliş Partisi
UDP
Yeni Kıbrıs Partisi
YKP
Yeniden Doğuş Partisi
YDP
Yurtsever Birlik Hareketi
YBH
vii
TABLOLAR DĐZĐNĐ
Sayfa No:
Tablo 1: Ölçek Maddelerine Yönelik Puanlama ve Sınıflandırmalar ..................7
Tablo 2: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Kıbrıs'ta Siyasi Partiler
Oylarını Arttırmak Amacıyla Seçim Dönemlerinde Aday
Listelerinde Sendikacılara da Yer Veriyorlar mı? Konusundaki
Görüşleri (Soru # 32) ...........................................................................73
Tablo 3: Kıbrıs Türk Toplumunun, “Kıbrıs'ta Siyasi Partiler Oylarını
Arttırmak Amacıyla Seçim Dönemlerinde Aday Listelerinde
Sendikacılara da Yer Verirler” Sorusuna Yanıtları (Soru # 143) ........74
Tablo 4: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Sendikaların Yönlendirildiği
Konusundaki Görüşleri ........................................................................75
Tablo 5: KKTC’de 1991-1996 Dönemi Temel Ekonomik Göstergeler .............82
Tablo 6: KKTC’de 1997-2004 Dönemi Temel Ekonomik Götergeler...............83
Tablo 7: KKTC’de 1977-2002 Dönemi Enflasyon ve Đşsizlik Oranı.................85
Tablo 8: KKTC’de 1977-2004 Dönemi Fert Başına GSMH..............................87
Tablo 9: KKTC’de 1977-2001 Dönemi Kamu Hizmetlerinin GSYH Payı
ve
Kamu
Hizmetinde
Çalışan
Nüfusun
Çalışan
Nüfus
Đçerisindeki Payı...................................................................................88
Tablo 10: Geçmişten Günümüze KKTC’de Meydana Gelen Ekonomik
Krizler Ve Bu Krizlerin Ekonomik Daralma Üzerindeki Etkisi ..........89
Tablo 11: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Annan Planı ve Referandum
Sürecinde Halkta Yaşanan Hareketliliği Algılayış Biçimi.................145
viii
Tablo 12: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Annan Planı ve Referandum
Sürecinde Sendikalarda Yaşanan Hareketliliği Algılayış Biçimi ......147
Tablo 13: Kıbrıs Türk Toplumunun, Annan Planı ve Referandum Sürecinde
Sendikalarda Yaşanan Hareketliliği Algılayış Biçimi .......................149
Tablo 14: Kıbrıs Türk Toplumunun, Annan Planı Referandum Sürecinde
Halkta Yaşanan Hareketleri Algılayış Biçimi....................................150
Tablo 15: Kıbrıs Türk Sendika Başkanları ve Kıbrıs Türk Toplumunun,
Kıbrıs Sorunu Konusundaki Çözüm Düşünceleri ..............................153
ix
GRAFĐKLER DĐZĐNĐ
Sayfa No:
Grafik 1: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının Sendika-Siyaset Đlişkisine
Bakış Açıları.........................................................................................64
Grafik 2: Kıbrıs Türk Toplumunun Sendika-Siyaset Đlişkisine Bakış
Açıları...................................................................................................66
Grafik 3: Sendikaların Siyasi Yöntemleri ile Đlgili Sorulara Kıbrıs Türk
Sendika Başkanlarının Yanıtları ..........................................................68
Grafik 4: Sendikaların Siyasi Yöntemleri ile Đlgili Sorulara Kıbrıs Türk
Toplumunun Yanıtları..........................................................................71
Grafik 5: Kıbrıs Türk Toplumunun, Kıbrıs Türk Sendikal Hareketinde
Sendikaların Yönlendirilmesi ve Sendika Başkanlarına Olan
Güvenleri..............................................................................................77
x
BÖLÜM I
1. Giriş
“Değişim” her toplum için etkisinden kaçınılmaz bir olgudur. Değişen
zamana ve oluşan yeni iç ve dış değerler karşısında her toplum kaçınılmaz olarak
değişime uğrar. Toplumların bazıları değişime daha açık kimileri daha muhafazakar
bir tavır gösterirler. Kuşkusuz bu tavır her toplumun kendi yapısından kaynaklanır.
Özellikle toplumsal kurumlarındaki yapısal özellikler bunda etkili olur. Toplumun
herhangi bir yerinde oluşabilecek bir değişim ivmesi diğer toplumsal kurumları da
etkiler. Bu toplumsal hareket süregelen bir devinimle devam ederken bunun nedeni
içsel ya da dışsal nedenler olabilir.
Sendikalar da gerek ekonomi gerekse siyaset kurumu içerisinde önemli bir
yere sahip kuruluşlardır. Sendikaların toplumda yarattıkları hareketler toplumsal
anlamda her zaman için önemli olmuştur. Sendikalar, işçilerin kendi hak ve
çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere oluşturdukları, örgütlendikleri sınıfsal ve
toplumsal örgütlerdir. Ancak günümüz koşullarında sendikalar işçi sınıfının
ekonomik örgütleri olarak yalnızca ücretlerin ya da parasal sosyal hakların
belirlenmesi amacıyla toplu sözleşmeler yapan örgütler değildir. Sendikalar;
toplumsal ve siyasal
yaşamın içinde; çalışanların çıkarları doğrultusunda
etkinliklerde bulunurlar. Sendikalar üyelerinin sosyal ve ekonomik hakları için her
zaman siyasi mevkilerle mücadele etmek zorundadır. Kimi zaman uzlaşarak kimi
1
zaman çatışarak bu mücadeleyi yürütürler. Ama her halükarda siyasetin başat
aktörlerinden biri olarak karşımıza çıkarlar.
Sendikacılık olgusunu tartışırken demokrasi olgusunu da tartışmaya katmak
doğru olur. Demokratik olmayan bir toplumsal yapıda sendikacılık faaliyetleri de
sınırlı kalacaktır. Sendikacılık faaliyetlerinin sınırlı olduğu bir toplumda da
demokrasi olgusuna kuşku ile bakılacaktır. Bugün toplumların demokratik ve
gelişmişlik düzeyleri analiz edilirken ülkedeki sendikal faaliyetler de önemli bir
kriter olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu veriler ışığında o toplumun demokratik
düzeyi hakkında karar verilmektedir. Bu bağlamda hedefini batıya çevirmiş olan ve
kendini batı çağdaş toplumlarından biri olarak görmek isteyen Kıbrıs Türk toplumu
için de bu olgu oldukça önem taşımaktadır. Özellikle Annan Planı olarak bilinen ve
adada kalıcı bir çözümü hedefleyen BM Planının oluşumu ve referandum sürecinde
Kıbrıs Türk toplumunda yaşanan hareket, demokratik bir toplumsal hareket olması
bakımından sendikal dinamiğin analizini gerekli kılmaktadır. Sendikalar bu süreçte
kurdukları şemsiye örgütlerle ve organize ettikleri grev ve gösterilerle öncülü bir rol
üstlenmiş, yüz binlerin sokaklara dökülmesiyle yapılan lehte hareketler ve sendikal
faaliyetlerin o dönemdeki canlılığı, üzerinde durulması gereken önemli bir siyasal ve
sosyal olgu olarak karşımıza çıkmıştır. Bu çerçeve içerisinde üzerinde durulması
gereken, Annan Planı sürecindeki Kıbrıs Türk sendikal hareketinin tabandan gelen
toplumsal ve siyasal dinamikleridir. Ayni zamanda bu toplumsal hareketin
oluşmasında siyasal, ekonomik ve sosyal sorunların oynağı roldür.
Kıbrıs sendikal hareketi hiçbir dönemde sadece sınıfsal mücadele yapmamış
ayrıca toplumsal hareketler içinde de çok önemli roller üstlenmiştir. Bu roller Kıbrıs
2
sorunu seyrinde de kendini göstermiştir. Bugün geldiğimiz noktada Annan Planı
olarak adlandırılan BM Planı sürecinde sendikalar ve sivil toplum örgütlerini bir
araya getiren şemsiye örgüt olan “Bu Memleket Bizim Platformunu” oluşturan
örgütlerin büyük bölümü sendikalardır. Özellikle memur ve öğretmen sendikaları
geniş halk hareketlerinde başat roller üstlenmiş ve kimi kesimlerde ‘ demokratik
toplum devrimi’ diye adlandırılan hareketlerde başrolleri almışlardır. Bu dönemde
demokrasinin gereklerini yerine getirmiş ve toplumda bir irade oluşmasında ciddi
devinimler yaratmıştır. Toplumsal dinamikleri tartışılan, ekonomik ve siyasal
egemenliği tartışılan bir toplum yapısında oldukça önemsenmesi gereken bir durum
olarak karşımıza çıkar.
Onlarca yıldır Kıbrıs Türk Toplumunda oluşan toplumsal olaylarda sendikal
faaliyetlerin canlılığı dikkat çekmiştir. Kıbrıs sorununun varlığı her dönemde
sendikal faaliyetlere de yansımış ve onun şekillenmesinde rol oynamıştır. Sendikalar
vasıtası ile ulusalcılık yüceltilmiş, sokak çatışmaları çıkmış, gösteriler, mitingler ve
ayaklanmalar olmuştur. Ulusalcılık hareketlerinde çatışmaya kadar her yöntemi
kullanan EOKA-TMT gibi örgütlerin de beslenme alanı sendikalar olmuştur.
Günümüzde de sendikalar özellikle kitle iletişim araçlarının da gelişimi ile daha canlı
tutulabilir veya yönlendirilebilir olmuştur. Kıbrıs Türk Toplumunda da sendikalar
ekonomik örgütler gibi görünseler de aslında hem politik hem de toplumsal işlevleri
de bünyesinde barındıran en önemli örgütler olmuştur.
Bu araştırma, Kıbrıs Türk sendikal hareketini araştırmanın sınırlı ölçüsünde
irdelemeyi ve ‘Annan Planı’ sürecinde yaşanan “demokratik toplumsal devrim”
hareketinin nedenlerini ve bu toplumsal harekette Kıbrıs Türk sendikacılığının rolü
3
hakkında bugüne kadar elde edilmemiş bulgulara ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu
bulgular Kıbrıs Türk sendikaları ve ‘Annan Planı’ döneminde yaşanan toplumsal
hareketlerin nedeni hakkında daha somut akıl yürütebilme olanağı bulmamıza neden
olacaktır. Bu araştırma kapsamında bu noktaların irdelenmesine çalışılmıştır.
Bu tez, ‘Annan Planı’ sürecinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşanan
toplumsal hareketlerin dinamiğini ve Kıbrıs Türk sendikal hareketinin bu toplumsal
hareketteki rolünü konu edecektir. Araştırma ‘Annan Planı’ dönemindeki sendikal
faaliyetlerle sınırlandırılmıştır. Ancak Kıbrıs sorunu ekseninde gelişen ve şekillenen
Kıbrıs’taki sendikal faaliyetlerin tarihsel gelişiminin aktarılması konuyu daha iyi
anlamamız açısından da gereklidir. Bunun yapılması çalışmanın sınırları içerisinde
mümkün olabilmektedir. Geniş bir dönemi kapsasa bile konu ile ilgili yapılan
bilimsel çalışmalar da oldukça sınırlıdır. Kıbrıs sorunu ekseninde gelişen sendikal
faaliyetler geniş bir yelpazeyi oluşturmaktadır. Çalışma ‘Annan Planı’ dönemindeki
sendikal faaliyetlerle odaklanırken; bu dönemde yaşana sorunların kaynağına
inilmesi kaçınılmazdır.
Tüm toplumsal hareketlerde olduğu gibi, 2000-2004 yılları arasında ülkede
yaşanan toplumsal hareketlerde, siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlar büyük bir
rol oynamıştır. Annan Planı’nın müzakere edildiği dönemde yaşanan bu toplumsal
hareketlerde sendikaların bu anlamda öncü rol oynaması ve bir şekilde bunda başarılı
olmalarının nedeni buna dayanmaktadır. Bu toplumsal hareketler Annan Planı’na
dair referandum sonrasında sona ermiştir. Bu noktada sendika-siyasal parti ilişkileri
belirleyici olmuştur. 2003-2004 yıllarında yapılan seçimler sebebiyle sendika
liderlerinden bir bölümünün milletvekili ve bakan olması, halen meclis üyelerinin bir
4
bölümünün sendikacılık kökenli liderler olmaları, bürokrasinin atanmış kısmında
birçok sendika liderinin görev almış olup hala bir bölümünün görev almaları sendikal
faaliyetlerin gücünü etkilemiştir. Ada’nın kuzeyinde devrimsel nitelikte toplumsal
hareketler yaşanmıştır. Ülke nüfusunun büyük bir kısmı bu hareketlere katılmıştır.
Toplumsal hareketin ortaya çıkış nedenleri, sendikalarının bu süreçte öncü rol
üstlenmeleri ve daha sonrasında bu sürecin siyasal parti-sendika ilişkileri nedeniyle
etkisini yitirmesi, ülkedeki sendikal hayatın, demokratik yapının ve siyasal rejimin
geleceğine ışık tutacak niteliktedir. Bu da bu tezi önemli kılan temel noktadır.
Bu araştırma yazılı literatür taraması ve alan araştırması şeklindedir. Yazılı
literatür taramasında net verilere 1974 sonrası ulaşılacağına inanıldığından, yazılı
literatür 1974-2008 yıllarını kapsayan dönem için taranmıştır. Araştırmada yazılı
literatür dışında, destekleyici olarak sormaca (anket) da hazırlanmıştır.
Araştırmaının yazılı literatür taraması ve destekleyici olarak kullanılarak
yapılmasının nedeni araştırmanın var olan durumu belirleme amacı ile ilişkilidir.
Araştırmanın evrenini sormacanın yapıldığı tarihteki DPÖ verileri ışığında
KKTC’de 18 yaş üstü olan 126.500 kişi oluşturmuştur. Araştırmanın evrenin tümüne
ulaşılma sınırlılığı ve fayda analizi açısından sakıncası dikkate alınarak araştırmada
Çıngı Formülü örneklem tekniği kullanılmıştır. Hodge & Gillespie örnekleme
stratejisine göre paralel kabul edilen Çingi formülü örnekleme tekniğinde 120.000
kişiden kalabalık örnekleme grupları için oran 0.00298 dir (126.500X0.00298=377).
Araştırma sürecinde 5 farklı bölgeden toplam 377 kişiye ulaşılmıştır. 377 kişinin
bölgelere dağılımı ise oranlı tabakalı örnekleme (Gökçe: 07,117) yaklaşımı
çerçevesinde bu oranlar Lefkoşa için %32.10, Magosa için %25.73, Girne için
5
%18.83, Güzelyurt için %13.26 ve Đskele için %10.08 olarak tesbit edilmiştir.
Araştırmanın önemli veri kaynaklarının biri olarak kabul edilen mevcut 42
sendikanın başkanlarının tümüne ulaşılmış fakat başkanların ikisi sormacaya
katılmak istememiştir. Sendikaların eski başkanlarına ulaşılma sürecinde ise
örnekleme yoluna gidilmemiş olunmasına rağmen 185 eski sendika başkanından
hayatta olan ve KKTC sınırları içerisinde yaşayan 88 sendika başkanına ulaşılmıştır.
Görüşülen mevcut sendika başkanlarının isimleri ve sendikaları EK 1 ve ulaşılabilen
sendika eski başkanlarının isimleri ile sendikaları da EK 2’de verilmiştir.
Araştırmada örneklem gruptan elde edilen veriler; çok başarılı, başarılı, ne
başarılı ne başarısız, başarısız, çok başarısız değişkenleri ve tamaman katılıyorum,
katılıyorum, ne katılıyorum ne katılmıyorum, katılmıyorum, hiç katılmıyorum
şeklinde beş dereceli soru tipi; her zaman katılırım, genellikle katılırım, bazen
katılırım, hiç katılmam şeklinde dört dereceli soru tipi; güveniyorum, belirli oranda
güveniyorum,
güvenmiyorum
şeklinde
üç
dereceli
soru
tipi
kapsamında
çözümlenmiştir. Elde edilen veriler SPSS 10.00 ortamında ortalama ve yüzde olarak
saptanmış ve yorumlanmıştır. Araştırmada Beş, Dört ve Üç dereceli soru tipi ölçek
maddeleri için kabul edilen puanlama ve sınırlandırmalar tablo 1’de gösterilmiştir.
6
Tablo 1: Ölçek Sorularına Yönelik Puanlama ve Sınıflandırmalar.
Ölçek
Puan
Ortalama
Yüzde Aralığı
Ağırlığı
Beş Dereceli Soru Tipi 1
Çok Başarısız
1
1,00-1,79
%20,00-%36,00
Başarısız
2
1,80-2,59
%36,01-%52,00
Ne Başarılı ne Başarısız
3
2,60-3,59
%52,01-%68,00
Başarılı
4
3,60-4,19
%68,01-%84,00
Çok Başarılı
5
4,20-5,00
%84,01-100,00
Hiç Katılmıyorum
1
1,00-1,79
%20,00-%36,00
Katılmıyorum
2
1,80-2,59
%36,01-%52,00
Ne Katılıyorum ne Katılmıyorum
3
2,60-3,59
%52,01-%68,00
Katılıyorum
4
3,60-4,19
%68,01-%84,00
Tamamen Katılıyorum
5
4,20-5,00
%84,01-100,00
Hiç Katılmam
1
1,00-1,75
%25,00-%43,75
Bazen Katılırım
2
1,76-2,50
%43,76-%62,50
Genellikle Katılırım
3
2,51-3,25
%62,51-%81,25
Her Zaman Katılırım
4
3,26-4,00
%81,26-100,00
Güvenmiyorum
1
1,00-1,66
%33,00-%55,30
Belli Oranda Güveniyorum
2
1,67-2,33
%55,31-%77,60
Güveniyorum
3
2,34-3,00
%77,61-100,00
Beş Dereceli Soru Tipi 2
Dört Dereceli Soru Tipi
Üç Dereceli Soru Tipi
(Balcı, 1993: 63)
7
BÖLÜM II
2. Sendika ve Sendikacılık
Sendika, üyelerinin ortak mesleki çıkarlarını savunmak için kurulmuş
örgüttür. Genel olarak ekonomik mücadele aracı olarak kabul edilen sendika, esas
amacı üyelerinin hayat şartlarını geliştirmek olan, işgüçlerini ücret karşılığında
kiralayanların kurdukları bir tür örgüttür (Martin, 1992: 11).
Sendikalar, belli çıkarlar doğrultusunda yönlendirilen bir grup davranışı
olmaktadır. Doğuşu ve tarihsel gelişimi açısından birer işçi kuruluşu olan sendikalar,
sanayi devrimiyle ortaya çıkmıştır. Fabrikaların kurulmasına paralel olarak sayıları
gittikçe artan işçiler ortak çıkarlarını savunmak için “sendika” denen örgütlerde bir
araya gelmişlerdir. 19. yüzyılın işçi hareketleri çok düşük ücretlerin, uzun çalışma
sürelerinin, kötü çalışma şartlarının ve müteşebbisin piyasaya bağımlılığının
doğurduğu ve yönlendirdiği bir grup davranışı olmuştur. 19. yy.da bir hareket olarak
başlayan işçi hareketleri ekonomik kökenli olmasına rağmen siyasi bir niteliğe
bürünmüştür.
Bugünkü
sendikalara
benzer
özellikte
bilinen
ilk
sendikal
örgütlenmeler 1700’lü yılların başında Đngiltere’de ortaya çıkmıştır. Bunların
çoğunluğu meslek sendikalarıdır (Martin, 1992: 10).
Genel olarak, sendikaların bazı temel amaçları vardır. Sendika üyelerinin
haksız olarak işsiz kalmalarını önlemeye çalışır, üretimin paylaşılmasında emeğin
payını artırmaya ve çalışandan alınan artı ürün miktarını azaltmaya gayret gösterir
8
(Martin, 1992: 11). Ülkelere göre niceliği ve niteliği değişse de sendikalar çeşitli
faaliyetlerde bulunurlar. Bunlar grev, toplu sözleşme, yönetime katılma, hakeme
başvurma ve diğer faaliyetlerdir (Martin, 1992: 12). Grev, idare veya işveren
karşısında sendikalara tanınan en etkili direnme aracıdır. Genel olarak grev, işverene
veya yönetime isteklerini benimsetinceye kadar çalışanların topluca ve ani olarak
işlerini bırakmalarıdır. Bir başka tanıma göre grev isteklerini işverene kabul ettirmek
amacıyla işçilerin işlerini topluca bırakmalarıdır (Martin, 1992: 13).
Sendikacılık, çalışanların ortak çıkarlarını savunmak üzere, aynı mesleğe
sahip kişileri bir araya getirme ve ulus yaşamında sendikaların etkili bir rol oynaması
amacını güden öğretidir. Đşçi sendikacılığı, tarihi boyunca, ulusal ve siyasal koşullar
içinde sanayi işçiliğinin ve üretim tekniklerinin hızlı değişmelerine uyum sağlamak
zorunda kalmış, ülkelere ve çalışma alanlarına (işkollarına) göre farklı sendikacılık
gelenekleri ortaya çıkmıştır. Günümüz sendikacılığı, bu çeşitli gelenekler arasındaki,
çoğu kez sert geçen tartışmalarla beslenmiş, Büyük Britanya, Fransa ve ABD’de
kurulan ilk sendikalar çoğu kez vasıflı belirli meslek dalları ve yerel temeller
üzerinde örgütlenmiştir (Hobson, 2004: 3).
19. yüzyıldan başlayarak Korporatist gelenek, reformcu gelenek ve devrimci
gelenek olmak üzere üç büyük sendikacılık geleneği ortaya çıkmıştır. Korporatist
gelenek, meslek esasına dayanan bölgesel ve ulusal düzeyde federasyonların
kurulmasını teşvik etmiş, eski loncaların izinden giderek ilk ortaya çıkan meslek
odaları gibi korporatif sendikacılık da daha çok, makine kullanımının ve liberal
sanayinin yaygınlaştırdığı proleterleşmeye karşı kendini savunan, nitelikli işçileri
harekete geçirmiştir. O yıllarda meslek sendikaları işçinin bir günlük çalışma ücreti
9
kadar aidat almıştır. Bu sendikalar, kuruldukları günden itibaren yalnız üyelerinin
ücretleri ve çalışma koşullarıyla değil, aynı zamanda mesleğe (işe) alınmanın
denetimiyle de ilgilenmişlerdir. ABD’deki American Federation of Labor (AFL),
1955’te Congress of Industrial Organaizations (CIO) ile birleşene kadar, ilke olarak,
meslek sendikalarının korporatif biçimdeki örgütlenmesidir (Montgomery, 1992: 20).
Reformcu geleneği sürdüren sendikalar, toplumun kapitalist örgütlenme
biçimini eleştirmezler, devlet ve özel sektör kuruluşlarındaki yetkililerle yalnızca en
iyi koşullar içinde pazarlık yapma yollarını araştırırlar. Sendika federasyonları, her
meslekteki işçileri, sanayi kollarına göre gruplandırırlar. Bu tür sendikacılık, sosyal
güvenlik ve iş yasalarının iyileştirilmesi için toplu iş sözleşmeleri ve ulusal çapta
büyük pazarlıklar yapabilme amacını güder. Anglosakson sendikaların çoğu, çeşitli
sanayi dallarını etkileyen iktisadi sorunlar karşısında uzman profesyonel kadroları ve
gerektiğinde etkin grevleri örgütleyebilecek önemli mali kaynaklarıyla, bu tür
sendikacılıkta çok ustalaşmıştırlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra batılı
sendikaların çoğu, reformcu bir stratejiyi benimsemişlerdir (Hobson, 2004: 10).
19. yüzyılın sonunda Fransa ve Almanya’da oldukça canlı olan devrimci
sendikacılık geleneği, sınıf dayanışmasını geliştirmek ve kapitalist sistemi devirecek
koşulları yaratmak için her meslekten işçiyi bir araya getirmekten yanadır. O
dönemde genel grev, devrimci sendikacıların burjuva sınıfını yıkmak için seçtikleri
bir amaçtır. Çoğunlukla devrimci sendikacılık, antimilitarist düşüncenin sıkı bir
savunuculuğunu yapar ve K. Marx’ın “işçilerin vatanı yoktur” yolundaki sözünü
benimser. Birinci Dünya Savaşı’nın ilanı ve genel seferberlik, devrimcilerin sendika
hareketi içindeki etkisini zayıflatır (Hobson, 2004: 11).
10
2.1. Sendika – Siyaset Đlişkisi
Sendika-siyaset ilişkisi dünyada hep tartışıla gelmiştir. Pratikte yaşanan
konuyla ilgili her yeni olay, tartışmanın yinelenmesine nedendir. Sendika siyaset
ilişkisi, sendikal anlayışlardaki farklılığın en temel nedenlerindendir. Böyle olunca
da bu tartışma güncelliğini her zaman için korur.
Sendikaların öncelikli talebi ücret talebidir. Çalışanların ücretlerinin
artırılması ekonomik nedenlere bağlı taleptir. Bu noktada devletin olanakları
argümanı ortaya çıkmakta ve devlet olanakları, bu olanakların nasıl ve kimlerin
lehine kullanıldığı; yani kaynakların adil paylaşılması gündeme gelmektedir.
Devletin vergi politikasını, vergilerin kimlerden hangi oranda alındığını ya da
alınamadığını, alınabilen vergilerin nasıl paylaşıldığı tartışması konunun odak
noktasını
oluşturmaktadır.
Böylece
siyasi
bir
sorunu
tartışma
noktasına
gelinmektedir.
Sendikaların ekonomik taleplerinin birinci sırasında yer alan daha iyi ücret
talebi bile, sendikaları ilk adımda siyasi konuların göbeğine sokmaktadır.
Sendikaların uğraşması gereken ekonomik ve sosyal haklardan hangisi ele alınırsa
alınsın, bu hakların elde edilmesi, kullanılması, bir biçimiyle mutlaka siyasetle
yakından ilgilidir. Sendikaların bu sosyal hakları savunmaları, bir baskı grubu olarak
da ister istemez, siyasal davranışlarda bulunmaları demektir.
Sendikalar aynı zamanda birer baskı grubudur ve örgütlü kesimler yönetenler
ile yönetilenler diyalogunun sadece seçimlerde oy verme biçimiyle sınırlı kalmasına
izin vermez. Örgütlü güçleriyle siyasal iktidarı, seçim dönemlerinin dışında da
11
etkileyerek kolektif bir menfaat sağlamaya çalışırlar. Siyasal iktidardan elde edilecek
bu menfaat siyasallaşır ve siyasal çıkara dönüşür. Ekonomik, sosyal, kültürel hak ve
çıkarların korunup geliştirilmesi işlevi, geniş anlamda siyasetten soyutlanamaz.
Sendikalar siyasal partiler gibi iktidara talip değildirler. Sendikaların siyasi
çalışmaları ve bu çalışmaları yaparken hükümetlerden bağımsızlığına ilişkin 1952
yılında alınan; “Sendikal Hareketin Bağımsızlığı Hakkında Uluslararası Çalışma
Konferansı Karar”ında şöyle denilmektedir: “Sağlam, özgür ve bağımsız bir sendikal
hareketin iyi endüstriyel ilişkiler için temel koşul olduğunu ve genel olarak her
ülkede sosyal koşulların gelişmesine katkıda bulunacağını, Sendikal hareket ile
siyasal partiler arasındaki ilişkilerin kaçınılmaz olarak her ülkeye göre değişeceğini,
Sendikaların herhangi bir siyasi üyelik durumunun ya da siyasi eylemin her ülkenin
ulusal koşullarına bağlı olduğunu” belirleyerek sendika siyaset ilişkisi konusunda,
her ülkenin kendine has koşullarının belirleyici olması gerektiğinin özellikle altı
çizilmiştir (ILO Resolution, 1952).
Uluslararası
Çalışma
Konferansı,
sendikal
hareketin
özgürlüğü
ve
bağımsızlığı ile işçilerin sosyal ve ekonomik refahını geliştirmeye yönelik ana
görevini korumak için temel bazı ilkelerin belirlenmesi gerektiğini dikkate alarak, 26
Haziran 1952 tarihinde aşağıdaki kararları ilke olarak kabul etmişti:
•
Sendikal hareketin temel ve değişmez görevini işçilerin ekonomik ve sosyal
yönden gelişmeleridir.
•
Sendikaların ayrıca tek tek her ülkede sosyal ve ekonomik gelişmeyi teşvik
etmek ve toplumu bütünüyle ileri götürmek gibi diğer unsurlarla ortaklaşa
sürdürmek durumunda olduğu önemli bir görevi vardır.
12
•
Bu amaçlar için siyasi değişmeler ne olursa olsun, ekonomik ve sosyal
görevini yerine getirecek bir konumda olması için sendikaların hareketin her
ülkede özgürlüğünü ve bağımsızlığını koruması temeldir.
•
Böylesi bir özgürlüğün ve bağımsızlığın koşulu, sendikaların ırk, ulusal
köken ya da siyasi üyelik ayrımı yapmayan bir üyelik yapısına göre
oluşturulmaları ve sendikal amaçlarına bütün işçilerin ekonomik ve sosyal
çıkarları ve dayanışma temelinde ulaşmalarıdır.
•
Ekonomik ve sosyal politikalarını uygulamada sendikalarla işbirliği yapmak
isteyen hükümetler, bu işbirliğinin değerinin büyük ölçüde sosyal
kalkınmanın teşvik edilmesinde temel etken olarak sendikal hareketin
özgürlüğüne ve bağımsızlığına dayandığını bilmek zorundadırlar ve sendikal
hareketin siyasi amaçların elde edilmesine yönelik birer araç haline
dönüştürmek ya da bir siyasi parti ile özgürce kurulan ilişkisi nedeniyle,
sendikal
hareketin
olağan
işlerine
karışmak
gibi
girişimlerde
bulunmamalıdırlar (ILO Resolution, 1952).
Sendika-siyaset veya parti ilişkisi konusunda farklı ülkelerde çok ilginç farklı
uygulamalar göze çarpmaktadır. Sendikayla işçi partileri arasındaki ilişkiler
konusunda, sendikacılık tarihinde, dört büyük görüş vardır.
Anarko-sendikacılık, sendikaların her tür siyasal partilerden kesin olarak
bağımsız olmasını savunur. Bu
görüş, üretimin bizzat işçiler tarafından
denetlenmesinden yana olduğundan, sendikaların kendi içinde “temel” girişimlerde
önceliklere sahip olmasını ileri sürer. Bu anlayış içindeki sendikaların federasyon ve
konfederasyonları, ilke olarak, eşgüdüm işlevi görürler. Anarko-sendikacılığın en
13
güçlü örnekleri Fransa, Đtalya ve Đspanya’da görülür. Fransa’daki tüm işçi
sendikalarının statüsü, Genel iş Konfederasyonu’ndan (CGT) ve 1906 Amiens
kurallarından sonra, görüşlerine yakın her tür siyasal partilerden, kurumsal olarak,
tümüyle bağımsızdır (Strikes, 1986: 23).
Đtalya’da 3 Haziran 1944 tarihinde Sosyalist, Komünist, Hıristiyan Demokrat
sendikalar bir anlaşma imzalayarak, Đtalya sendikacılık hareketinin birliğini sağlama
anlamında Đtalyan Genel Emek Konfederasyonu’nu (CGIL) oluşturur. Ortaya
koydukları anlaşma metninde yer alan ifadeler, işçi sınıfının siyasal tercihlerinin
farklılık gösterdiği durumlarda, sendikal birliğin sağlanmasında siyasal partilerden
bağımsızlığın önemini vurgulanır. Soğuk savaşla birlikte Đtalyan sendikacılık
hareketi siyasal çizgilere göre bölünür. Ancak, 1969 yılındaki kitle eylemleri
sendikal bölünmüşlüğün işyeri düzeyinde aşılmasını getirir. Farklı siyasal
eğilimlerden ve sendikalardan işçiler, işyerlerinde ortak komite ve konseyler
kurarlar. Tabandaki bu gelişmeler, sendikalar ve üyeler arasında siyasal parti
farklılıklarının sürdüğü durumlarda, konfederasyonlar arasındaki işbirliğinin
sağlanmasının önkoşulu olarak, sendikaların siyasal partilerden bağımsızlaşmasının
gereğini savunurlar.
Mesleki sendikacılık, bir işçi partisi aracılığıyla ya da sendika örgütünü
doğrudan doğruya temsil edecek üyelerle Parlamento’da sendikalist bir siyasetin
temsil edilmesi esasına dayanır. Đngiltere’deki Labour Party, 1906’da kurulduğunda,
sendikaların sosyal nitelikli yasa önerilerini Parlamento’da savunmalarına olanak
sağlayan, 29 trade-union üyesi Parlamento’da temsil edildi. Đngiltere’de 1976 yılında
Sendikalar Kongresi’ne üye 113 sendika mevcuttu ve bunların 61’i Đşçi Partisine
14
üyeydi. Bu tarihte Đşçi Partisi’nin 6.5 milyon toplam üyesinin, 5.8 milyonu, partiye
üye sendikalar aracılığıyla sağlanan kolektif üyelikten oluşuyordu. 1975 yılında Đşçi
Partisi’nin toplam geliri 1.247.000 Sterlindi ve bu miktarın 1.118.000 Sterlinlik
bölümü sendikaların aktardığı kaynaktan oluşmaktaydı (Strikes, 1986: 23).
Sosyal demokrat çözüm, işçilerin siyasal dilekleri konusunda sosyalist partiye
öncelik ve üstünlük tanıma esasına dayanır. Sendika ile parti arasında bir işbölümü
vardır. Sendikalar, iktisadi mücadeleleri yönetir, partiler de işçi hareketlerine görüş
açıları verirler. Gotha’da Alman sosyal demokrat parti birinci kongresi dolayısıyla
toplanan sendika konferansı şu savları ileri sürer: 1. Đşçilerin görevi, siyaseti
sendikalardan uzak tutmaktır; 2. Đşçilerin manevi yükümlülüğü, proletarya elverişli
iktisadi ve siyasal konum sağlayabilecek tek parti olan sosyal demokrat partiye
girmektir (Hyman, 2001: 60).
Leninci çözüm, sınıf mücadelesi içinde komünist partiye yönetici bir rol verir.
Sendika bir kitle örgütüdür. Bu örgüt Marxçı kurama dayanan doğru bir siyaset
geliştirebilecek yetenekte değildir. Parti, militanları aracılığıyla, siyasetini sendikaya
kabul ettirmelidir. Sendikanın, parti ve işçi kitlesi arasında bir “aktarma kayışı”
olmasından, ancak bu anlamda söz edilebilir. Öteki anlamda, militan işçileri ortaya
çıkarmak ve onları deneyden geçirmek anlamında komünizmin bir ilkokulu olarak
sendikacılıktan söz edilebilir. Böylece Lenin, bir yandan sendikaların korporatist ve
gerici yönünü belirtirken öte yandan bu örgütlerin birçok işçi için “tam bir
örgütsüzlükten ilkel, aşağı, en basit ve erişilmesi en kolay örgütlenme biçimine ilk
kez” bir geçiş oluşturduklarını kabul eder (Hyman, 2001: 63).
15
Sendikacılık söz konusu olunca bazen “siyasal” olan her şeye şüpheyle
bakılır. Bunun nedeni siyasetin varlıklı kişilere özgü bir uğraş alanı olduğu ve bu
alanda bağlantıları olan unsurların kendi çıkarlarıyla hiçbir ilgisi bulunmadığı
kanaatinin işçilerde yerleşmesidir. “Sendikaların siyasete girdiği vakit kendi öz
sorunlarının
unutulacağından,
güçlerinin
başkalarının
çıkarları
için
sömürüleceğinden endişe eden işçilerin tepkilerini anlamak kolaydır. Siyaset
karşısında uyanabilen bu olumsuz yargı ve tutum bazı ülkelerde siyasal iktidarların
sendikalar için siyasal eylemi yasaklamasını kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla, siyasal
eylemin kanun yoluyla veya başka yollarla yasaklanmış olması ve sınırlandırılması
halinde sendikaların faaliyet alanlarının daraltılması teşebbüslerini onaylamayanların
siyasal eylem tanımının çerçevesini dar tutmak yönünde çaba harcamaları
beklenebilir. Siyasal eylem; siyasal iktidarların ele geçirilmesi, ortadan kaldırılması
gibi köklü bir amaca yönelik olabileceği gibi, var olan iktidara bazı kararlar
aldırmaya veya iktidarı bazı kararlardan vazgeçirmeye yönelik olabilir. Ayrıca
siyasal eylem mutlaka bir şeyler yapmak değildir. Bazen hiçbir şey yapmamak da
siyasal eylem sayılabilir” (Işıklı, 1990: 58).
Siyasal eyleme ilişkin böyle bir tanımı kabul edince, sendikaları siyasal
eylemde bulunmayan kuruluşlar olarak görmek imkansızlaşmaktadır. Sendikacılığın
oluştuğu ve geliştiği toplumlarda siyasal iktidarın, bireylerin ve siyasal sınıf ve
tabakaların hayatında kazandığı fonksiyonlar dolayısıyla, sendikalar ister istemez
siyasete dahil olurlar.
16
BÖLÜM III
3. Kıbrıs’ta Devlet-Toplum Đlişkileri ve Toplumsal Hareketler
3.1. KKTC’nin Kuruluş Süreci ve Siyasal Rejimin Nitelikleri
Kıbrıs Türk toplumunun siyasal düzeni zamanla değişik evrelerden geçmiştir.
1960 Anayasasının öngördüğü Başkanlık Sistemi’ne dayalı iki toplumlu düzen, 1963
Aralık ayında Türk toplumuna yapılan saldırı ve bu toplumun Cumhuriyet
hükümetinden dışlanması ile son bulur. Bu tarihten sonra Kıbrıs’ta iki toplumun
birbirlerinden kopması ile toplumların yürütme, yasama ve yargı sistemlerinde de
farklılaşma baş göstermiş olur (Necatigil, 1988: 1).
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında öngörülen haklarından yoksun
bırakılan ve Cumhuriyet yönetiminden dışlanmış olan Kıbrıs Türk Toplumu kendi
yönetimini kurmak zorunda kalmıştır. 1963-1967 devresinde Türk toplumu merkezi
bir “Genel Komite” tarafından yöneltilmektedir. Aynı zamanda 1960 Anayasası
altında kurulan Türk Cemaat Meclisi de görevine devam eder. Temsilciler Meclisi
Türk üyeleri de bazen ayrı olarak toplanmakta ve elzem olan konularda yasama
görevini yerine getirmektedir. Bu devrede Kıbrıs Türk toplumunun yargı işlemleri
Genel Komite tarafından kurulan bazı Komisyonlar tarafından görülür. Đlk etapta
Ceza Komisyonu ve Kira Takdir Komisyonları kurulmuştur (Necatigil, 1988: 1-2).
17
1967 Aralık ayında Temel Kuralların kabul edilmesi ile Kıbrıs Geçici Türk
Yönetimi kurulur. Temel Kurallar, Yönetimin yasama, yürütme ve yargı organlarının
esas teşkilatlanmasında gerekli olan düzenlemeyi sağlar. Aynı zamanda 1960 Kıbrıs
Cumhuriyeti Anayasası’nın kuralları, Geçici Türk Yönetiminin yargı işlerinin
bağımsız Türk mahkemeleri tarafından görüleceğini, mahkemelerin teşkili ve
yargıçların yetki, görev ve statülerinin yasa ile düzenleneceğini öngörmektedir.
Temel Kurallara göre, Türk yargıçlar Türk Yönetimi yürütme Kurulu Başkanı
Yardımcısının teklifi üzerine Başkan tarafından tayin edilmektedir. Bu yöntem 1975
yılına kadar devam eder.
1974 Barış Harekatından sonra Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi bu defa Otonom
Kıbrıs Türk Yönetimi olarak isimlendirilir. Kıbrıs Türk Federe Devleti ise, Kıbrıs
Cumhuriyeti ülkesinin kuzey kesiminde etkin bir rol oynayan Otonom Kıbrıs Türk
Yönetimi’nin 13 Şubat 1975 tarihili bildirisi ile kurulur. Bu girişimin amacı bildiride
özetle şöyle belirlenmiştir: “Temel maddeleri antlaşmalarla saptanmış bulunan Kıbrıs
Cumhuriyeti Anayasasının iki toplumlu ve iki bölgeli federal yapıyı ön görecek
biçimde aynı usulle değiştirilmesine kadar geçecek süre içerisinde Kıbrıs Türk
Yönetimi’nin yeniden düzenlenmesi ve teşkilatlanması ve Kıbrıs Türk Toplumunun
sosyal ve iktisadi hayatının yeni ve sağlıklı bir düzene tabi kılınmasını sağlamak ve
ayrıca, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açacak düzenlemenin
hukuksal esasının yaratmak” (Necatigil, 1988: 3).
Kıbrıs Türk halkının tüm kesimlerini temsil eden elli üyeli KTFD Kurucu
Meclisi ilk toplantısını 24 Şubat 1975’te yapar. KTFD Kurucu Meclisinin hazırladığı
ve kabul ettiği Anayasa halkın büyük çoğunluğu tarafından bir referandumla
18
onaylanır. Bu, Kıbrıs Türklerinin kendi iradeleri ile hazırlayıp onayladığı ilk anayasa
olur. Kıbrıs Türkleri böylece hem kendi devletine, hem kendi anayasasına sahip oldu.
Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasını müteakip kabul edilen yeni
Anayasa’da; Devletin idare şekli yeni esaslara bağlanarak Devlet Başkanının
yürütme erkini Meclis’e karşı sorumlu olduğu belirtilen Bakanlar Kuruludan oluşan
hükümete ve hükümetin başı olarak Başbakanlık makamının ilk kez düzenlendiği
hükümlere bırakmıştır. Đlk Başbakan Nejat Konuk’tur. Yapılan Milletvekilliği genel
seçimleri sonrasında Cumhurbaşkanı tarafından hükümeti kurma görevini alarak 5
Temmuz 1976 da hükümeti kurmuştur. 12 Temmuz 1976 tarihinde Mecliste
Hükümet Programını okuyarak göreve başlamıştır. Federe Devlet döneminde kurulan
hükümetlerin biri Kurucu Meclis döneminde geçiş hükümeti, beşi tek parti, biri de
koalisyon hükümetidir.
Kıbrıs’ta ‘Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması gerçekleşmemiştir.
Diğer taraftan gerçekten eşit statüde görüşme yapacak hale gelme amacıyla, halkların
kendi kaderlerini tayin etme (self-determination) hakkına dayanılarak, 15 Kasım
1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilir. Kıbrıslı Türklerin amacı
ilerde kurulacak Kıbrıs Federe Cumhuriyetinin eşit haklarla ortak kurucularından biri
olduğunu kesinleştirmektir. Ayni gün Türkiye yeni Cumhuriyeti tanır; fakat BM
Güvenlik Konseyi ‘sözde ayrılık yasal olarak geçerli değildir’ kararını alır (Necatigil,
1996: 4-6).
Daha sonra 2 Aralık 1983te yapılan Meclis Toplantısında Meclisin 70 üyeden
oluşan bir Kurucu Meclis haline gelmesini öngören bir karar sureti kabul edilmiştir.
Kurucu Meclisin oluşturulmasında esas amaç, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
19
anayasasını yapmak ve seçimler yapılıp yeni meclisin göreve başlamasına kadar
geçecek sürede gerekli diğer yasaları yapmaktır. Bir başkan ve on dört üyeden oluşan
Anayasa Komisyonu’nun hazırlamış olduğu Anayasa Tasarısı 8 Haziran 1984 gün ve
57 sayılı Resmi Gazete Ek I, Bölüm II’de halkın görüşüne sunulmak üzere
yayınlanmıştır (Necatigil, 1988: 15-16).
Kurucu Meclis Anayasa çalışmalarını 12 Mart 1985’te tamamlar. Meclisin bu
tarihte kabul etmiş olduğu Anayasa 21 Mart 1985 gün ve 24 sayılı Resmi Gazetede
yayınlanır. Anayasa 5 Mayıs 1985’te halkoylamasına sunulur ve seçmenlerin
%70’inin “evet” oylarıyla kabul edilir. Anayasada, halkoylaması sonucu birlikte 7
Mayıs 1985 günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Anayasası olarak yürürlüğe
girer (Necatigil, 1988: 15).
164 Madde ve 13 geçici maddeden oluşan Anayasanın hazırlanmasında, 1975
Kıbrıs Türk Federal Devleti Anayasası baz olarak alınmıştır; ancak, sözkonusu
Anayasanın, Kıbrıs uyuşmazlığının kısa bir sürede çözüme kavuşturulabileceği
inancıyla, federe bir devlet olma esası gözetilerek yapılmış olması nedeniyle, yeni
oluşturulan cumhuriyetin gereksinimlerini yanıtlayacak düzenlemelere gidilmiştir.
Bir yandan 1975 Anayasasının uygulanmasıyla ortaya çıkan aksaklık,
eksiklik ve yetersizlikleri gidermek, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan halkın
istek ve gereksinimlerini karşılamak, bir yandan da bağımsız ve etkin bir devlet
olmanın gereklerine uygunluğu sağlamak amacıyla, 1985 Anayasasında 1975
Anayasasına oranla köklü değişiklikler ve yeni düzenlemeler getirilmişti.
20
Anayasada,
Birleşmiş
Milletler
gözetiminde
sürdürülmekte
olan
toplumlararası görüşmelerde Kıbrıs sorununa bir çözüm olarak kabul edilen iki
toplumlu ve iki bölgeli federasyondan söz edilmemektedir. Bununla birlikte,
Anayasa çalışmaları sürdürülürken, Kurucu Meclis 12 Mart 1985 tarihli toplantısında
kabul ettiği bir kararla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ilanının, iki eşit halkın ve
onların kurdukları yönetimlerin, gerçek bir federasyon çatısı altında yeniden bir
ortaklık kurmalarını engellemeyeceğini, bunun aksine federasyonun kurulmasına
yardımcı olacağını, vurgulamaktadır (Necatigil, 1988: 15-16).
Kabul edilen Anayasa bir temsili demokrasiyi öngörmektedir. Egemenlik
KKTC yurttaşlarından oluşan halkındır ve halk adına görevlendirilen organlar eliyle
kullanılır. Hiçbir organ, makam veya merci kaynağını bu anayasadan almayan bir
yetkiyi kullanamaz. Anayasa, Genel Đlkeler Başlığı altında, Devletin şekli ve
niteliğini “demokrasi, sosyal adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan laik bir
Cumhuriyettir” diyerek açıklamaktadır (KKTC Anayasası: 6).
1975 Anayasasıyla karşılaştırıldığında, 1985 Anayasası temel hak ve
özgürlükleri koruyan daha detaylı hükümler içerir. Örneğin ceza yasası altında
verilen taammüden adam öldürme için idam cezası, geçici 13. madde ile
kaldırılmıştır. Madde 15, idam cezasının sadece savaş halinde vatana ihanet,
devletlerarası hukuka göre korsanlık ve tedhiş suçları için uygulanabileceğini ilan
eder. Bu durumlarda bile idam cezası Yasama Meclisinin madde 78 altındaki hükme
göre vereceği kararı olmadan icra edilemez. Açlıktan korunma hakkı, işsiz ve
muhtaçların korunması, tüketicilerin korunması ve sporun geliştirilmesi gibi yeni
ekonomik ve sosyal haklar da öngörülmüştür. Vatandaşların kazanılmış haklarını
21
koruyan kapsamlı hükümler bu anayasada mevcuttur. Bu hak ve özgürlüklerin
kullanılması ile ilgili yasanın öngördüğü şekilde tahdit ve sınırlamalar her maddede
özel olarak belirtilmiştir. Bu kısıtlamalar genel olarak, ulusal güvenlik, başkalarının
haklarının korunması ve demokratik kurumların devamı ve kamu düzenini sağlamak
amaçlarıyla yasa emriyle uygulanabilir.
Cumhurbaşkanı devletin başıdır ve 5 yıllık bir dönem için seçilir. Anayasaya
saygının korunması, kamu işlerinin kesintisiz ve düzenli bir şekilde yürütülmesi ile
devletin devamlılığından sorumludur. Cumhurbaşkanı Kabine toplantısına başkanlık
edebilir; fakat oy verme hakkına sahip değildir. Cumhurbaşkanı görevi ile ilgili
işlerden sorumlu değildir, fakat Başbakanın ve Bakanların sorumlulukları devam
eder. Cumhurbaşkanı milletvekilleri arasından Başbakanı ve Başbakanın önerisi
üzerine Bakanları atar. Cumhurbaşkanı, Başbakanın isteği üzerine herhangi bir
bakanın görevine son verebilir (Necatigil, 1988: 34).
Cumhurbaşkanı Meclisten geçen yasaları geri çevirmeye veya Resmi
Gazete’de yayımlatarak ilan etmeye yetkilidir. Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi
olarak oturum yapan Yüksek Mahkemeden Meclisin herhangi bir yasasının veya
kararının anayasaya aykırı olup olmadığı görüşünü alabilir. Anayasaya göre
sıkıyönetim ve seferberlik hali ilan edildiğinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında
toplanan Bakanlar Kurulu olağanüstü durumun veya sıkıyönetimin gerekli kıldığı
konularda yasa gücünde kararname çıkartabilir.
KKTC’de Cumhurbaşkanının rolü, parlamenter sistem ölçeğinde kabul
edilebilir
sınırlarda
olsa
da
sembolik
olmaktan
üstün
bir
konumdadır.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, Cumhurbaşkanını, yürütme organında
22
önemli bir pozisyona sokmaktadır. Bütün bunların ötesinde, KKTC’yi Kıbrıs sorunu
ile ilgili görüşmelerde Cumhurbaşkanının temsil etmesi pratiği, dış politikada önemli
bir konuma getirdiği Cumhurbaşkanını sembolik olmanın ötesinde yetkiler ile
donatmaktadır. Bu biçimiyle KKTC, saf bir parlamenter sistem olmanın ötesinde,
“Çeyrek Başkanlık Sistemi” dir.
KKTC’nin ‘Yarı Başkanlık Sistemi’ ölçüsünde olmayan yürütme organı
pozisyonu ve parlamenter sistemin ötesine geçen Cumhurbaşkanının rolünü, ‘Çeyrek
Başkanlık Sistemi’ olarak nitelendirilebilir; ancak Kıbrıs Türk toplumu içerisinde
tarihten gelen “Denktaş karizması” anayasal olmasa bile hükümetler ve siyasal rejim
üzerinde hep etkili olmuştur.
KKTC Anayasası Bakanlar Kurulunun Başbakan ve Bakanlardan oluşmasını
şart koşar. Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından milletvekilleri arasından atanır.
Bakanlar milletvekili olmayan kişiler arasından atanabilir. Bakanlar, Başbakanın
önerisi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Bakanlıklar, anayasa tarafından
öngörülen prensiplere uygun olarak, Başbakanın önerisi ve Cumhurbaşkanının
onayıyla, kararname ile kurulur. Bakanlıkların sayısı 10’u geçemez. Başbakan,
bakanlar arasındaki koordinasyonu sağlamak, Bakanlar Kurulunun genel politikasını
belirlemek, ve ilgili yasaların uyumunu gözetmek zorundadır. Bakanlar Kurulu
toplantılarına Başbakan başkanlık eder. Yeni kurulan hükümet göreve başlamadan
önce güvenoyu almak zorundadır (Necatigil, 1988: 36).
Anayasa egemenliğin kayıtsız şartsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni
oluşturan vatandaşlara ait olduğunu ifade eder. Devletin yasama yetkileri beş yıllık
bir dönem için seçilmiş 50 milletvekilinin oluşturduğu Meclis tarafından icra edilir.
23
Meclisin kanun yapma, Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetleme, bütçe ile ilgili
kanun tasarılarını tartışma ve onaylama, genel ve özel af çıkarma, ve mahkemeler
tarafından verilen ölüm cezalarının uygulanıp uygulanmaması ile uluslararası
anlaşmaları onaylama yetkisi vardır (Necatigil, 1988: 31-34).
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki en üst mahkeme Yüksek Mahkemedir.
Yüksek Mahkeme, Anayasa, Yargıtay ve Yüksek Đdare Mahkemesi olarak görev
yapar ve Anayasanın emrettiği tüm konularda son kararı vermekle yetkili tek
mahkemedir. Yargıtay göreviyle oturum yapan Yüksek Mahkeme, KKTC’de en
yüksek Đstinaf Mahkemesidir. Adli mahkeme kararlarına ilişkin belirli konularda
yeniden inceleme yapma ile yetkilidir. Yüksek Đdare Mahkemesi göreviyle; oturum
yapan Yüksek Mahkeme, idari hukuka ilişkin konularda karar verme yetkisine sahip
tek mahkemedir. Yüksek Mahkeme Başkanı ve üyelerinin atanması KKTC
Cumhurbaşkanının onayına tabidir (Necatigil, 1988: 41-47).
Anayasanın 53’üncü maddesi çalışanlar ve işverenlerin, önceden izin
almaksızın sendikalar ve sendika birlikleri kurma, bunlara serbestçe üye olma ve
üyelikten ayrılma hakkını düzenlemektedir. Anayasa’nın 54. maddesi de çalışanların,
işverenle olan ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal durumlarını korumak ve düzeltmek
amacıyla toplu sözleşme ve grev hakkını tanımaktadır. Anayasa grev hakkının
kullanılmasına, yalnızca ulusal güvenliği, anayasal düzeni, kamu güvenliğini
korumak amacıyla sınırlama koymaktadır. Đlgili madde uyarınca yargıçlar, savcılar,
silahlı kuvvetler mensupları, polis mensupları ve sivil savunma kilit personelinin
grev hakkı yoktur. Kamu Görevlileri Yasası’nın 112. maddesi de sendika yönetim
kurulu üyelerine veya yönetim kurulunun uygun göreceği sendika üyelerine, yasal
24
yıllık izinlerine ek olarak yılda 15 gün ödenekli ve aralarla da kullanılabilen 6 ay
ödeneksiz izin verilmesini düzenlemiştir.
1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu zaman bu cumhuriyet Başkanlık
Sistemi’ne dayalı bir mekanizmayla büyük ölçüde şekillendirilmiştir. Başkanlık
Sistemi’ne dayalı bir yapı içerisinde coğrafi olmayan fonksiyonel federatif sistemin
Kıbrıs Türk Halkı’na siyasal eşitlik olarak düşünülen noktaları Cumhurbaşkanı yanı
sıra Cumhurbaşkanı Muavinine büyük ölçüde endeksleyen bir mekanizma
oluşturulmuştur.
Bu mekanizmanın içerisinde Kıbrıs Türk Halkı’nın o günkü tarihsel koşulda,
toplum olma yapısı dikkate alınmış ve her iki tarafın Cemaat Meclisleri’ne yetki ve
fonksiyonları çok sınırlı bir şekilde oluşturulmuştur. Cemaat Meclisleri’nin yetki ve
fonksiyonları da parlamenter bir yapıdadır. O dönemde Kıbrıs Türk toplumunda çok
partili bir düzen gelişmemiştir. Büyük ölçüde o günün konjonktürüne göre ‘ulusal
hedefler’ doğrultusunda şekillenen siyasi bir atmosfer vardır.
Kıbrıs Türk toplumu demokratik olmayan, otoriter bir Başkanlık Sistemi’ni
1963-74 yılları arasında yaşamıştır. Cemaat Meclisi’nin rol ve fonksiyonu önemli
ölçüde zayıflamıştır. O günün tarihsel koşulları bu sürecin içerisinde büyük ölçüde
lider yönetimine dayalı toplum içi bir siyasi ilişki oluşturmuş, bu siyasi ilişki Kıbrıs
Türk Halkı’nın içerisinde büyük ölçüde bir sıkıntı yaratmıştır. Bu dönemde adada
yaşanan çatışmalar ve toplumlar arası gerginliğin getirdiği bir belirleyicilik vardır.
1970’te siyasi partilerin önderliğinde milletvekili adayları belirlenmediğinden
ulusal şemsiye çerçevesi tarafından belirlenen milletvekili adayları ilk kez bir liste
25
halinde topluma sunulmuştur. Her ilçeden çıkan bağımsız adaylar toplumdan siyasi
tartışmalara neden olmuştur.
Bu tartışma toplumdaki bir arayışı gündeme getirmiştir. 1970’te yaşanan
gelişmelerin yanı sıra sistem de kendi içinde bir sıkıntı yaratır. 1973 Cumhurbaşkanı
Muavinliği seçimlerinde, Türkiye’nin müdahalesiyle Dr. Fazıl Küçük’ün aday olması
ve sonrasında adaylıktan çekilmesi; Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin kurucusu Mithat
Berberoğlu’nun aday olması ve onun da bir müddet sonra adaylıktan çekilmesi,
toplumda Başkanlık Sistemi ve mantığı doğrultusunda içte önemli bir tartışma
yaratır; ama Kıbrıs sorunuyla ilgili mücadele ve buna bağlı olan yapı büyük ölçüde
bu konuyu tam anlamıyla öne çıkarmaz.
20 Temmuz Barış Harekatı’yla birlikte bu kez oluşan yeni konjonktürde,
farklı bir durum ortaya çıkar. Đki bölge oluşur, iki bölgede Kıbrıs Türk Halkı’nın
kendi kendini yönetmesi için o güne kadar var olan Geçici Türk Yönetimi, sonra
Kıbrıs Türk Yönetimi, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’ne, sonra Kıbrıs Türk Federe
Devleti’ne dönüşen, bununla da ilgili olarak bir Kurucu Meclis oluşumu ve Kurucu
Meclis oluşumuyla birlikte Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Anayasal sürece doğru
giren gelişmesi başlamıştı.
Burada farklı konjonktürel değişimler de ortaya çıkmıştır. Kurucu Meclisin
oluştuğu dönemde Anayasa taslağı olarak Meclise sunulan ilk taslak ağırlıklı olarak
bir Başkanlık Sistemi yapısını öngörüyor; ama yaşanan sürecin içerisinde özellikle
Kıbrıs Türk toplumunun içerisinde 1963-74 yılları arasında tek lider yönetimine
dayalı bir idari yapıya yönelik tepkiler, bunun yanı sıra Türkiye’de özellikle Bülent
Ecevit’in büyük ölçüde Parlamenter Demokratik Sisteme dönük yapıya halkın
26
sempatisi bu noktada belirleyici olmuştur.1963-1974 yılları arasında toplum içinde
yaşanan anti demokratik uygulamalar ve dönemin Toplum Lideri Rauf R. Denktaş’ın
diktatörlüğüne yol açabilecek modeller demokratik kesimlerin en büyük endişesidir.
Denktaş ile sembolleşen Başkanlık sistemi insanları korkutur. Ayrıca Kıbrıs Türkleri
içerisinde dünyada var olan 68 kuşağının yarattığı bir kısım demokratik etkileşimler
farklı bir tartışmayı Kıbrıs Türk toplumunun gündemine de taşımış ve Kurucu
Meclise 68 kuşağının temsilcisi pek çok insan katılmıştır. Bunun yanı sıra Kurucu
Mecliste Cemaat Meclisinden gelen ve bu yapıyı sorgulayan bir kısım
milletvekillerinin de katılımıyla Anayasa tartışmaları Parlamenter Demokratik
Sisteme dönük ağırlık taşıyan bir içeriğe kavuşmuştur (Garip, 2008: 694).
1974 sonrası oluşan ortamda Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin bu ilk Anayasası
ağırlıklı olarak Parlamenter Sisteme dayalı bir yapı içermekteydi; ancak, Kıbrıs
sorunu gibi temel bir sorun Kıbrıs Türk toplumunun en önemli konusu olduğu için ve
bütün görüşme süreçlerinde Cumhurbaşkanının Toplum Lideri olarak görüşmelerde
taraf olması, Kıbrıs Türk toplumunun lideri olarak taraf olması çerçevesinde büyük
ölçüde Cumhurbaşkanlılığının Kıbrıs sorununda belirleyici olduğu bir yapı oluşmuş
oldu. Bu yapı KKTC’nin kuruluşundan sonra da kimi zaman çelişkilerle, kimi zaman
farklı yönleriyle yeni bir ilişki biçimi getirmiştir. Oluşan Parlamenter Demokratik
yapı Kıbrıs Türk toplumunun içerisinde önemli bir kısım sıkıntıların gündemden
düşmesini engelleyememiştir.
27
3.2. Siyasal Rejim, Toplumsal Hareketler ve Milliyetçilik
Kıbrıs’ın
kuzeyinde,
1976-2003
dönemi
milletvekilliği
seçimlerinde
süreklilik arz eden siyasal partiler Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), Ulusal Birlik
Partisi (UBP), Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) ve Demokrat Parti (DP)’dir. 20
Temmuz 1974 sonrasın ilk gündem maddesine TMT içinden farklı ve çelişkili iki
model önerilmesiyle orta çıkan çatlak, 1975’te oluşturulan Kurucu Meclise de
yansıyınca, TMT’nin feshedilip Kuzey Kıbrıs’ta, biri Denktaş’ın kurduğu UBP, öteki
de TMT’nin üç kurucusundan biri olan Burhan Nalbantoğlu’nun öncülüğünde
kurulup toplumcu düzen talep eden ulusalcı demokratik Toplumcu Kurtuluş Partisi
olmak üzere iki farklı çizgi ve partinin devlet iktidarı için yarışacağı bir siyasal
sistem ortaya çıkaracaktır.
KKTC’nin en eski partisi ve sol ideolojiye sahip olan Cumhuriyetçi Türk
Partisi 27 Aralık 1970 tarihinde Avukat Ahmet Mithat Berberoğlu’nun liderliğinde
kurulmuştur. Başlangıçta önemsiz, marjinal rol oynayan CTP’nin ilk başkanı Ahmet
Mithat Berberoğlu’dur. Daha sonra parti başkanlığına Özker Özgür, 14 Ocak 1996
tarihinde ise Mehmet Ali Talat seçilmişlerdir. 1990 Milletvekilliği seçimlerine
Demokratik Mücadele Partisi (DMP) ile seçim ittifakına gitmesi nedeniyle parti ismi
ile katılmayan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), 13 Ekim 1991 tarihli Milletvekilliği
Ara Seçimlerini de protesto ederek katılmamıştır. CTP 10 Temmuz 2003 tarihinde
Parti tüzüğünde yapılan Geçici Madde değişikliği ile 14 Aralık 2003 seçimlerine
CTP-BG (Birleşik Güçler) amblem ve logosu ile katılmıştır (Aydoğdu, 2005: 128).
28
Merkez sağ ideolojiye sahip Ulusal Birlik Partisi, 11 Ekim 1975’te kurulmuş
ve bu partinin ilk genel başkanlığını Rauf Raif Denktaş yapmıştır. UBP tam bir
devlet partisi olup başkanı Denktaş, 1976 yılındaki genel seçimlere kadar resmen
uygulanan başkanlık rejimi uyarınca, hem devlet hem parti başkanıdır. Daha sonra
Nejat Konuk, Osman Örek ve Mustafa Çağatay’ın genel başkanlığını yaptığı bu
partide en uzun süreli genel başkanlığı Derviş Eroğlu yapmıştır (1983-2004). 19762003 dönemi seçimlerinin tamamına katılmış olan UBP, KKTC’nin temel siyasi
partisi olma vasfını 14 Aralık 2003 hariç tüm milletvekilliği genel ve ara
seçimlerinde birinci parti olmasından almaktadır (ibid.128). 14 Aralık 2003 seçimleri
yanısıra 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı Referandumu sonrasındaki
gelişmeler çerçevesinde UBP Genel Başkanı Derviş Eroğlu 13 Temmuz 2004
tarihinde “UBP Đlerleme ve Gelişim için Siyasal Vizyon” adı ile partinin yeni bakış
açısını açıklamıştır. 16 Aralık 2006 ‘da yapılan XVI. Olağan Kurultay’da Tahsin
Ertuğruloğlu, UBP Genel Başkanı seçilmiştir.
18 Mart 1976’da kurulan ve merkez sol ideolojiye sahip olan TKP’nin ilk
başkanı Alpay Durduran’dır. Đsmail Bozkurt, Mustafa Akıncı ve Hüseyin Angolemli
daha sonra genel başkanlık görevinde bulunmuşlardır. 1990 Milletvekilliği
seçimlerine Demokratik Mücadele Partisi (DMP) ile seçim ittifakına gitmesi
nedeniyle parti ismi ile katılmayan Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP), 13 Ekim 1991
tarihli Milletvekilliği Ara Seçimlerine de protesto ederek katılmamıştır. Toplumcu
Kurtuluş Partisi 14 Aralık 2003 tarihinde çeşitli siyasi ve toplumsal kuruluşların
desteğini almak üzere bir ittifaka giderek bünyesindeki milletvekillerinin istifası ile
Mustafa Akıncı’nın başkanlığında Barış ve Demokrasi Hareketi’ni (BDH)
kurmuşlardır. Seçimlere kadar TKP Genel başkanlığını sürdüren Hüseyin Angolemli
29
siyasi partiler yasasındaki mali destek için partide kalmış, seçimlerde BDH’dan aday
olarak milletvekili seçilmiştir. 14 Aralık 2003 seçimlerinden sonra BDH’dan istifa
ederek partiye geri dönmüştür (ibid.144). 2007 yılında TKP ve BDH birleşmiştir.
Toplumcu Kurtuluş Partisi adı altında siyasi faaliyetlerini Mehmet Çakıcı
başkanlığında halen sürdürmektedir.
4 Mayıs 1992’de “Dokuzlar Muhtırası” akabinde UBP’den istifa eden Hakkı
Atun, Serdar Denktaş, Mustafa Adaoğlu, Süha Türköz, Taşkent Atasayan, Nazif
Borman, Aytaç Beşeşeler, Erkan Emekçi, Atay A. Raşit; Hakkı Atun’un ilk Genel
Başkanlığında Demokrat Partiyi kurmuşlardır. Parti merkez sağ ideolojiye sahiptir.
Parti genel başkanlığı, Serdar Denktaş, Salih Coşar ve tekrar Serdar Denktaş arasında
değişim göstermiştir. 14 Aralık 2003 seçimleri sonucunda DP “kilit parti” olmuştur.
CTP-DP Koalisyon protokolüne göre oluşturulan yeni hükümetin içinde yer alan bu
partideki iki milletvekilinin (Ahmet Kaşif, Ünal Üstel) partiden istifa etmesi ile
hassas bir denge ile kurulan hükümetin üyesi olan partiler Mecliste azınlık durumuna
düşmüşlerdir (ibid. 145).
Adanın kuzeyinde tarihsel süreç içerisinde sendikaların siyasal partiler
üzerinde etkin oldukları rahatlıkla gözlenebilmektedir. 1968 yılında kurulan KTÖS,
var olan tüm siyasal partilerden de daha eskidir. KTÖS 1960lı yılların baskıcı
yönetiminin Kıbrıslı Türkler üzerinde hakim olduğu dönemde toplum içinde farklı
sesleri dile getirebilen ve siyasal parti gibi muhalefet yapabilen tek örgüttür. O
dönemde ulusal sol ideolojiye sahip öğretmenler sendika içerisinde aktif olup
TMT’nin de belkemiğini oluşturmaktadır.1974’ten sonra kurulan ve ana omurgasını
öğretmenlerin oluşturduğu TKP’nin kökenlerin de KTÖS vardı (Egemen, 2006: 155,
30
259). Ulusalcı demokratik solun partisi olan TKP’nin toplumsal tabanı, başta
öğretmen ve memur gibi orta sınıflardan oluşmaktadır. 1976-1993 döneminde
ulusalcı ideolojinin en büyük rakibi ve muhalefeti TKP’de vücut bulmuştur. Ülkede
seçmenlerin önemli bir kısmını oluşturan memur kitlesinin, anayasal ve yasalarla
siyaset yapması yasaklanmıştır. Memurların siyasi partilere üye olmaları, siyasal
içerikli makale yazmaları, seçimlerde çalışmaları, parti lehine kamuoyu önünde
konuşmaları da yasaklanmıştır (Kamu Yasası, 1979: madde36,37,38,39). Siyaset
yapmak isteyen öğretmen ve memurlar, siyaset yasağının delinebilmesi için
sendikaları bir araç olarak kullanmışlardır. Bunun neticesinde de sendikaların siyasi
partileri yönlendirdiği ve her zaman sendikaların siyasetin bir parçası olduğu bir yapı
ortaya çıkmıştır. KTÖS-TKP ilişkisi ve etkileşimi bu doğrultuda gelişmiştir. Đşçi
sendikası DEV-Đş’in de CTP üzerinde benzer ağırlığı bu dönemde etkisini
göstermiştir. 1974 sonrasında ülkede devlet adına çalışan sanayi, işçi kesiminin
doğması buna bir etkendir; ancak bu durumun en olumsuz yanı 1974 sonrasında
siyasi farklılıkların neticesinde sendikal hayatın yapılanmasında, aynı iş kolunda
birden fazla sendikanın ortaya çıkmasına da neden olmasıdır. Sol ideolojiye sahip
olan, önce TKP sonrasında ise CTP’ye yakın duran Kıbrıs Türk Amme Memurları
Sendikasına alternatif olarak ulusalcı çizgiye sahip olan Kamu-Sen’in iktidar
odakları tarafından kurulması bu durumu yansıtır niteliktedir.
1981-85 yılları arasındaki sürece bakıldığı zaman, KKTC’de özellikle
iktidardaki partiye muhalefet eden bir çoğunluğun Meclise seçildiği görülmektedir.
Bu dönemde halkın sol partilere verdiği desteğin artması karşısında, iktidarını
sağlamlaştırma ve güvence altına alma gereksinimi hisseden sağ parti, Ulusal Birlik
Partisi (UBP) yeni bir hamleyle seçim kanununu değiştirir. Yapılan yeni seçim
31
kanununun amacı, birinci parti olan UBP’nin alacağı oy oranıyla mütenasip
olmayacak biçimde tek başına iktidara gelmesinin ve solun Parlamento’da eksik
temsil edilmesin, gerçekleştirebilmektedir. Bu noktada, en güçlü iki sol parti,
önlerindeki tek çıkar yolun Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine
oluşturulacak bir muhalif cepheyle katılmak olduğunu tespit eder ve bu amaçla
sağdaki küçük partilerden biri olan ve 1984 yılında kurulan Yeniden Doğuş Partisi
(YDP) ile seçim ittifakı oluşturur. Đlk başkanlığını Emekli subay Aytaç Beşeşler’in
yaptığı bu parti seçmen tabanı olarak Türkiye’den gelen göçmenlere yönelmiş ve
Türkiyeliliği ön plana çıkartmıştır. Parti başkanlığına Beşeşler’den sonra Orhan Üçok
ve Ali Özhan Altınışık seçilmiştir. Partinin, bir dönem itibarıyla tüm başkan ve
üyelerinin Türkiye kökenli olması kamuoyunda tepki toplamış; bunun üzerine parti
Türkiye kökenli olmayan üyelere de açılırken Dr. Ahmet Kaşif bu kritere uyan ve
milletvekili seçilen ilk kişi olmuştur. Partinin siyasal yaşamı 1992 yılında Demokrat
Partiye katılması ile sona ermiştir. Bu anlayış, 1981 seçimlerinde sağın iktidarını
kaybetme ihtimalinin ortaya çıkmasının ardından, devletin bir tehlikeye maruz
kalması durumunda hangi tedbirlerin gündeme alınabileceğini göstermektedir. O
dönemde Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmekte olan müttefiklerle birlikte hareket
edilerek solun iktidara ortak olması engellenmiş ve Kıbrıs’ta ilk defa güvensizlik oyu
kullanılarak bir hükümetin düşürülmesi sürecini getiren siyasi atmosfer, parlamento
içi bir kısım değişimler ve Türkiye’deki askeri yönetimin müdahalesiyle kesintiye
uğramıştır (Garip, 2008: 690-694).
Türkiye Cumhuriyeti’nde sivil idareye geçilmesinden bir hafta önce,
KKTC’de bağımsızlık ilan edilmiştir. Bu adım, 1975 Anayasasındaki federal devlet
projesine bağlı kalmak isteyen sol üzerinde şok etkisi yapmıştır. Uzun süren
32
tartışmaların ardından, solun bir kesimi, devletin kurulmasına karşı çıkmaya, buna
gücünün yetmeyeceği anlaşılınca da, 1985 Anayasasına karşı çıkmaya karar
vermiştir. Bu dönemde, solun iki güçlü siyasi partisinden biri olan Toplumcu
Kurtuluş Partisi’nin (TKP) Anayasaya destek vermesine karşın, halkoylamasında %
29.82 oyla ‘hayır’ çıkmıştır (Necatigil, 1988: 1).
6 Mayıs 1990’da yapılan KKTC’nin 2. genel seçimine üç parti katılmıştır.
Seçime TKP, CTP ve YDP “Demokratik Mücadele Partisi” (DMP) adı altında
birleşerek girmiştir. UBP % 54.7 ile 34 milletvekili çıkartarak, tek başına iktidara
gelmiş, DMP % 44.5 ile 16 milletvekili çıkartırken, Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) % 0.8
oyla barajın altında kalmıştı. 30 Haziran 1990’da toplanan Meclis Genel Kurulu,
seçimlere Türkiye’nin müdahale ettiği gerekçesiyle oturumlara katılmayan 12 DMP
milletvekilinin milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde Hukuk ve Sosyal Đşler
Komitesi’nden gelen raporu 4’e karşı 33 oyla kabul etmiş, böylece 50 kişilik
Cumhuriyet Meclisinde 12 sandalye boş kalmıştır. 13 Ekim 1991’de ara seçime
gidilmiş. CTP ve TKP ara seçimi de boykot etmiştir. Seçime katılan 6 partiden UBP
11, Hür Demokrat Parti (HDP) ise 1 milletvekili çıkarmıştır (Aydoğdu, 2005: 145).
1993’te erken genel seçimler yapılmıştır. UBP % 29 oy oranı ile 17, 1992’de
UBP’den ayrılanların kurduğu DP % 29.2 ile 15, CTP % 24.2 ile 13, TKP % 13.3 ile
5 milletvekilliği kazanmıştır. 1993 erken genel seçimlerinde UBP’nin 17 yıllık
iktidarı elinden alınırken CTP ilk defa iktidara gelmiştir. Bu seçimlerde ve sonraki
seçimlerde Anayasaya göre tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı Rauf Raif
Denktaş DP’ye yakın bir tavır izlemiş, bunu kimi zamanlar (özellikle de 1993’te)
açık bir şekilde belirtmiştir. DP % 29,2 oy oranı ve 17 milletvekiliyle mecliste
33
bulunurken Cumhuriyetçi Türk Partisi ile birlikte koalisyon hükümetini kurmuştur.
Bu hükümette DP genel başkanı Hakkı Atun başbakan olarak yer almış, Rauf Raif
Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş da Gençlik Bakanlığı yapmıştır. 1996’da DP-CTP
hükümetinin bozulmasıyla Dr. Derviş Eroğlu başkanlığındaki UBP-DP hükümetinde
küçük ortak olarak yer almış, bu koalisyon hükümeti 3 kez bozulup kurulmuş,
partiler arası yapılan transferlerle, 6 Aralık 1998’deki genel seçimlerden önce
Mecliste UBP 17, DP 14, CTP 12, TKP 5 ve YBH 1 sandalyeye sahip olmuştur, bir
de bağımsız milletvekili bulunmuştur (ibid.145).
6 Aralık 1998’de yapılan genel seçimde UBP oy patlaması yaparken, DP ve
özellikle de CTP’nin oylarında azalma olur. Seçimde UBP % 40.33 oy oranıyla 24
milletvekili, DP % 22.61’le 13, TKP % 15.36 ile 7 milletvekili, CTP % 13.35 ile 6
milletvekili çıkarmış, seçime giren, Yurtsever Birlik Hareketi (YBH), Milliyetçi
Adalet Partisi (MAP) ile ittifak yapan Ulusal Diriliş Partisi (UDP) ve Bizim Parti
(BP) % 5’lik seçim barajının altında kalmıştır. 1993’te % 92.9 olan seçime katılım
oranı 1998’de % 85 dolayına düşmüştür.
2003 seçimleri ise BM’nin çözüm planının gölgesinde gerçekleşmiştir.
1997’de, Kıbrıs sorununun temel parametreleri değişmiştir. AB’nin Kıbrıslı
Rumlarla üyelik görüşmelerine başlaması kararı, çözümün önünde yeni bir engel
yaratmış, AB’nin bu kararı, Kıbrıslı Rumların bir çözüme ulaşma motivasyonlarını
ortadan kaldırmıştır. Bunun yerine, üye olana kadar bekleyecekler ve sonra bu gücü,
kendi lehlerinde bir çözümü zorlamak için kullanmayı planlamışlardır. Aralık
1999’da Helsinki’de toplanan Avrupa Konseyi’nde alınan bir kararla Türkiye’nin AB
üyeliğine aday olarak ilan edilmesinin ardından, Türkiye ve AB arasındaki gerilim
34
azalmış. Aynı zamanda, New York’ta yeni bir görüşme süreci başlamıştır, fakat bu
kısa süreli olmuş, takip eden yaz dönemine kadar, görüşmeler bozulmuş, Ada’nın
AB’ye gireceği belirginleştikçe, Türkiye ve AB arasındaki gerginlik de tekrar
artmaya başlamıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, belki durumun
vahametini anlayarak gözlemcileri şaşırtacak bir hareketle, dönemin Rum Yönetimi
lideri Glafkos Klerides’e, yüz yüze görüşmeyi teklif eden bir mektup yazmış ve
teklifi kabul görmüş, iki lider arasında Kasım ve Aralık 2001’de yapılan birçok gayri
resmi toplantının ardından, 14 Ocak 2002’de BM gözetiminde yeni bir barış süreci
başlamıştır. Annan Planı’na tam destek belirten CTP, 2003 seçimlerine hazırlanırken
Annan Planı temelinde bir çözüme ulaşmak için listelerini merkez sağ, sosyal
demokrat ve liberal kesimlere açarak CTP-Birleşik Güçler doğmuştur. Aralık 2003’te
yapılan seçimlere “Avrupa Evet”, “Ortak Görüş: Tek Đktidar” ve “Talat Görüşmeci”
sloganlarıyla giren CTP bu seçimlerden 1. parti olarak çıkmış ve Mecliste 19
milletvekiliyle yer almıştır. Ocak 2004’te Demokrat Parti ile koalisyon hükümetini
kuran CTP, bu hükümette başbakanlık ve 5 ayrı bakanlıkla temsil edilmiş. Kıbrıslı
Türkler ilk kez bir sol partiyi iktidara birinci parti olarak çıkarma kararını
verirlerken, Annan Planı referandumunun ilk provası da genel seçimlerde
gerçekleşmiştir.
1970’ten bu tarihe kadar Rauf Raif Denktaş, içeride Kıbrıslı Türklerin
Başkanı, dışarıda ise Kıbrıslı Türklerin Toplum Lideri olmuştur. 1970 seçimlerinde
Türk Cemaat Meclisi Başkanlığına seçilen Denktaş, 28 Şubat 1973’e kadar Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Muavini ve Kıbrıs Türk Yönetim Başkanı seçilmiştir. 13 Şubat
1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanından sonra Devlet ve Meclis Başkanı
görevlerini de yürüten Denktaş, Anayasa uyarınca 1976’da yapılan ilk genel
35
seçimlerde Devlet Başkanlığına seçilmiş, 1981 yılında ikinci kez Devlet Başkanı
olmuştur. 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanından sonra
tekrar Cumhurbaşkanlığına seçildi. 22 Nisan 1990’da yapılan erken seçimde ikinci
kez Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 1995’teki seçimlerde de Cumhurbaşkanı seçildi.
1974 sonrası sürece bakıldığında iki kez KTFD Devlet Başkanlığı, dört kez KKTC
Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmış, biri ara diğeri erken seçim olmak üzere sekiz kez
milletvekilliği seçimleri gerçekleşmiş, yedi kez de Belediye Başkanlığı, Belediye
Meclis Üyeliği, Muhtarlık ve Đhtiyar Heyeti Üyeliği seçimleri yapılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçilerinin iki kez ayni tarihlerde geçekleştiği
bu dönemde on dokuz ayrı seçim süreci yaşanmıştır. 1974 Barış harekatından sonra
“Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi” ve 1976 KTFD Anayasasının kabul edilmesi
sürecinde 13.2.1975 - 5.7.1976 döneminde görev alan Bakanlar Kurulu dışarıda
tutulursa, 5.7.1976 tarihinde göreve başlayan 1. Konuk Hükümetinden 13 Ocak 2004
tarihinde göreve başlayan Talat Hükümetine kadar toplam 17 hükümet görev
yapmıştır. Bu sayıya kabinelerde yapılan değişiklikler dahil edilmemiştir. Bu dönem
zarfında aradan geçen 28 yılda 17 hükümetin görev yapması oldukça sıkıntılı bir
atmosferi yansıtmaktadır. Hükümetlerin ortalama görev süresi yaklaşık bir buçuk
yıla tekabül etmektedir. 1994 yılına kadar 10 kez tek parti tarafından hükümet
kurulmuş iken bu tarihten itibaren seçimler sonucu oluşan Meclis aritmetiğine göre 7
kez koalisyon hükümetleri görev yapmıştır. 1976 yılından günümüze kadar yapılmış
olan Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği ve yerel seçimler ortalama bir buçuk yıllık bir
takvim içerisinde gerçekleşmiştir. Özellikle Yasama, Yürütme aynı zamanda
partilerin Merkez Yönetim Kurulları iç içe girmiştir. Parti kurullarının Yasama ve
Yürütmeyi
kontrol
ettiği
bir
yapı
ülkedeki
36
siyasal
huzursuzlukların
ve
istikrarsızlıkların oluşmasında ve sık sık koalisyonların ortaya çıkmasında etken
olmuştur. Bu durum seçim ekonomisini daima gündemde tutmuş ve sonuç olarak
seçim ekonomisinden kurtulamayan, sağlıklı karar almaktan uzak hükümetler ve bu
dönemlerin kazanımları beklentisi içerisinde olan bir toplum ortaya çıkmıştır.
Kıbrıslı Türkler açısından 1980’li yıllar 1990’lı yıllara göre siyasal anlamda
daha istikrarlı bir dönem olmuştur. 1974 sonrasında Kıbrıslı Türklerin en temel
ihtiyacı güvenliktir ve bu bir şekilde sağlanmıştır. Ekonomik gereksinimlerden çok
güvenlik ve siyasi istikrar Kıbrıslı Türklerin temel ihtiyacının bir ifade olarak
sandığı da yansımıştır. KKTC’de temel olma vasfını elde etmiş partilerin oy
tabanları uzun yıllar değişmemektedir. Halkın ideolojik çizgilerinde 1980’li
yıllarda süreklilik mevcuttur; ancak bu saptama başlı başına ülkedeki durumu
özetler nitelikte değildir. Kuzey Kıbrıs’ta Ankara’nın müdahale etmediği tek bir
milletvekili ya da başkanlık seçimi yapılmamıştır. Türkiye her dönemde ülkedeki
seçimlere müdahale etmiştir. Türkiye’nin belirlediği siyasal partiler ve siyasetçiler
adanın kuzeyinde iktidara gelebilmiştir (Düzel, 2007: 1).
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, adı devlet olan ama bir devletin
fonksiyonlarını yerine getiremeyen ve Türkiye’nin denetimi altında olan bir
yapıdır. KKTC 1983 yılında ilan edildiği halde dünyanın tanımadığı, hatta
Türkiye’nin bile tanımanın gereklerini yerine getiremediği bir ülkedir. Türkiye’nin
asker ve sivil bürokrasisi ülkedeki siyasal hayata daima müdahale etmiştir. Bu
müdahaleler kimi zaman bir siyasi parti kılığında, kimi zaman bir partinin genel
başkan yardımcısı kılığında, kimi zaman asker kılığında, kimi zaman sivil bürokrat
kılığında olmuştur.
37
KKTC Anayasası’nın geçici 10. maddesi ülke güvenliğini tamamen Türk
ordusuna verirken, ordunun ülke içindeki konumunu güçlendirmekte ve bir çok anti
demokratik yapılanmanın ortaya çıkmasına neden olmaktadır (KKTC Anayasası:
madde 62). Kıbrıslı Türklere ait olan Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı (GKK)
yaklaşık 4500 kişiden oluşmaktadır ve başlarındaki General Türkiye Genel Kurmay
Başkanlığı tarafından atanmaktadır. GKK’nın başına herhangi bir Kıbrıslı Türk
atanmış değildir, ki son zamana kadar Kıbrıslı Türklerin Albaylık’tan sonra
Generalliğe yükselmeleri GKK yasasına göre mümkün bile değildi, diğer yandan
KKTC’deki Polis Genel Müdürlüğü de GKK’ya bağlıdır, bu durum ülkedeki polis
teşkilatının tamamen asker denetiminde olmasına sebep olmaktadır. Polise bağlı olan
Đtfaiye Teşkilatı da bu kapsam içerisindedir. Sivil Savunma Teşkilatının başında da
mutlaka Türkiye’den gelen sivil giyimli bir albay bulunmakta ve ülkede orduya bağlı
bir de Sivil Đşler adıyla bir istihbarat örgütü faaliyet göstermektedir. KKTC Merkez
Bankası Başkanı da Ankara tarafından atanmaktadır (Düzel, 2007: 1).
Ülkedeki bu anti demokratik yapı Türkiye’nin KKTC üzerinde etkinliğini
ortaya koyarken bu unsurlar tarafından sık sık sivil hayata ve siyasete müdahale
edildiği görülmektedir. Seçilmişlerin yetkilerini paylaşma isteği ve arzusu ülkede bir
gelenek halini almıştır. Özellikle Lokmacı Sınır Kapısı’nın açılması konusunda
Cumhurbaşkanı ve asker arasında yaşanan gerilim bunun en son somut örneğidir.
Askerin Anayasa’nın geçici 10. maddesine dayanarak, KKTC Cumhurbaşkanı’nın
talimatına rağmen, Sınır Kapısı’nın açılması askerin “yetki bendedir” tavrı yüzünden
mümkün olmamış ve konunun çözümü KKTC Cumhurbaşkanı’nın Ankara’ya
gitmesi ve orada T.C Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı ile
görüşme yapmasıyla mümkün olmuştur (Hastürer, 2007: 9).
38
KKTC’de askere ait “Radyo Vatan” ve “Kuzeyin Sesi” isimli iki radyo kanalı
da faaliyet göstermektedir. Bu radyo kanalları milliyetçi çizgide yayın yapmak
suretiyle ülkede kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Özellikle Annan Planı’nın
yoğun bir şekilde ülke gündeminde tartışıldığı dönemde her iki radyo kanalı, plan
aleyhine yayınlar yapmıştır. Siyasetin dışında olması gereken asker bu dönemde
yoğun bir şekilde konuya müdahil olmuş ve plan aleyhinde ülkedeki milliyetçi
cephenin oluşturulmasında öncü rol üstlenmiştir.
Türkiye’nin asker ve sivil bürokrasisinin ülkedeki siyasal hayata müdahalesi
örtülü de yapılmaktadır. KKTC’de faaliyet gösteren ve üyelerinin büyük
çoğunluğunu Türkiyeli gazetecilerin oluşturduğu ‘Dış Basın Birliği’, ‘Emekli
Subaylar Derneği’, ‘Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği’, ‘KKTC’yi Koruma Derneği’,
‘Ulusal Halk Hareketi’, 1984 yılında Türkiye kökenli seçmenlere yönelik kurulan ve
ilk Başkanlığı’nı emekli subay Aytaç Beşeşler’in yaptığı ‘Yeniden Doğuş Partisi’
Türkiye asker ve sivil bürokrasisinin kurdurmuş olduğu oluşumlardır. Türkiye’den
gelen göçmenlere ise ‘Hataylılar Derneği’, ‘Karadenizliler Derneği’, ‘Adanalılar
Derneği’, ‘Göçmenler Derneği’ gibi ‘sivil toplum’ örgütleri kurdurtmak suretiyle
Türkiye ülkedeki siyasal hayata dolaylı şekilde müdahale etmektedir. 1974’den
sonrasında Türkiye’den ülkeye taşınan nüfus önemli bir güç olmuş durumdadır. Bu
insanların kesin rakamı hakkında resmi bir bilgi ve veri yoktur. Tahmini rakam ise
100,000 civarındadır. 2006 nüfus sayımına göre KKTC nüfusu 265,100 kişidir (DPÖ
Đstatistik Yıllığı, 2007: 30).
KKTC bütçesinin önemli bir kısmı ve yatırımların tamamı Türkiye tarafından
karşılanmaktadır. Bu yardımlar hibe şeklinde olup kontrolü ve dağıtımı, TC Lefkoşa
39
Büyükelçiliği
bünyesinde
yer
alan
‘TC
Yardım
Heyeti’
vasıtası
ile
gerçekleşmektedir; ancak söz konusu kurumun etkinliği ve faaliyetleri ve KKTC’li
makamlara ast üst ilişkisi boyutunda yaklaşımları ülkede her dönem sıkıntı
yaratmaktadır.
Kıbrıslı Türklerin siyasi iradelerine yönelik dıştan gelen bu müdahaleler
olumsuz karşılanmakta ve Türkiye ve Türkiyelilere yönelik olarak toplum içinde bir
tepkinin oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle ülkeye Türkiye’den gelen kaçak
işçilerin (50,000 kişi olduğu tahmin edilmektedir) iş piyasasında yaratmış olduğu
haksız rekabet ortamı ve kültür farkı gibi etmenler bu yapının pekişmesine neden
olmuştur (DPÖ Đstatistik Yıllığı, 2004: 137-143). KKTC’de üniversite eğitimi almak
için gelen yaklaşık 30,000 Türkiyeli öğrencinin, devamlı suretle ülkedeki siyasal
hayata müdahil olmaya başlaması ülkedeki hoşnutsuzluğun bir diğer sebebidir (DPÖ
Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2004: 66-68).
Ülkede yurttaşlık yasasın aykırı olarak yapılan gayrı yasal vatandaşlıklar ise
toplumda tepkiyle karşılanmaktadır. Ülkenin demografik yapısının bozulmasıyla
birlikte siyasi iradelerinin ellerinden alınacağı endişesi Kıbrıslı Türklerin
çoğunluğunun ortak paydasıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet
Meclisinin 21 Mayıs 1993 tarihli birleşiminde kabul olunan “Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Yurttaşlık Yasası”, Anayasa’nın 94 (2) maddesi gereğince, yabancı bir
kişi KKTC’de Bakanlar Kurulu veya Đçişleri Bakanlığı Kararı ile de Yurttaşlık Hakkı
kazanabilir. Aranan koşulların başında ise başvuru tarihinden geriye doğru Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde beş yıl kesintisiz ikamet etmiş olmak bulunmaktadır.
Sonrasında Đçişleri Bakanlığı’nın yapılan yurttaşlık başvurularını bir önerge ile
40
Bakanlar Kuruluna sunması ve kabul edilen başvuruların Resmi Gazete’de
yayınlanması gerekmektedir (Yurttaşlık Yasası, 1993: 11 sayı: 25/1993)
Özellikle bu üç husus dikkatte alınmadan yapılan hukuk dışı uygulamalar,
Kıbrıslı Türklerin en büyük kaygılarından biridir. Bu konuyla ilgi yapılan hukuk dışı
uygulamaların sembolü haline gelen olay ise 2002-2003 yıllarında Ankara Ticaret
Odası Başkanı Sinan Aygün ve 156 kişinin Kıbrıs yurttaşlığına alınmalarıdır. Bütün
bu yaşananlar Kıbrıslı Türkler arasında ‘Kıbrıslılık’ kimliğinin ön plana çıkmasına ve
ülkede genelinde daha fazla vurgulanmasına neden olmuştur. Bu dönüşüm özellikle
1990’lı yılların ikinci yarısından sonra artışa geçmiştir. Bu konuyla ilgili detaylı
çalışma 5. Bölümde yapılmıştır.
1980’li yıllarda ve 1990’lı yılların ilk yarısında Kıbrıslı Türklerin 1974’ün
getirmiş olduğu güven ortamıyla birlikte milliyetçi çizgide olan siyasal partilerin
argümanı olan ‘Kıbrıs sorunu 1974 yılında sona ermiştir’ yaklaşımı büyük oranda
toplum tarafından da kabul görmektedir. Bu dönemde Türk milliyetçiliği ön planda
çıkmış hatta Türkiye ile entegrasyona gidilmesi meselesi hararetli bir şekilde
tartışılmış, toplumun büyük çoğunluğu tarafından da entegrasyon fikrine sıcak
bakılmıştır, ancak uluslararası konjektür buna imkan vermemiştir. ‘Kıbrıs’ta barış’,
‘Rumlarla yeniden bir arada yaşama’ gibi söylemler sınırlı sayıdaki sol ideolojiye
sahip kişilere aittir. Ülkedeki baskıcı rejim ve devlet kanalından başka bir medya
organının olmayışı bunun neticesinde tek boyutlu enformasyon bir çok hususun
devlet tarafından da maniple edilmesine neden olmaktadır. Yazılı basın ise sıkı sık
susturulmakta ve gazeteciler mahkemelerde yargılanmaktadır. CTP’nin yayın organı
olan “Yenidüzen” gazetesinin basılabilmesi için Rum komünist partisi AKEL’in para
41
veya matbaa makinesi gönderdiği iddiaları karalama kampanyasına dönüşmüş ve
dönemin CTP genel Başkanı Özker Özgür bir makalesinden dolayı Denktaş ile
davalık olmuş, Denktaş mahkeme sonucu kazandığı tazminatı alabilmek için
gazetenin matbaa makinelerine 1988’de polis vasıtasıyla el koymaya çalışmıştır.
Siyasi görüşlerinden dolayı 1974 sonrası hapse atılan, Meclis kararıyla hapisten
çıkarılan ve defalarca yargılanan Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS)
Başkanı Gazeteci Arif Hasan Tahsin’in durumu ise buna bir başka örnektir. Öte
yandan, 1989 yılında Toplumcu Kurtuluş Partisinden uzaklaştırılan Alpay Durduran
ve arkadaşları tarafından kurulan Yeni Kıbrıs Partisi (YKP), “Kıbrıslılık” bilincini ön
plana çıkaran siyasal bir çizgi benimserken, bunun bedelini ağır ödemiştir. YKP bu
dönemde ülkede yaşanan baskıcı rejimden en çok nasibini alan muhalif harekettir.
Muhalif hareketini parti binası defalarca bombalanmış ve kurşunlanmıştır. Parti
Başkanının arabası da bir kez havaya uçurulmuştur. 2000’li yıların başında Avrupa
gazetesinin sahibi ve köşe yazarlarının casusluk iddiasıyla tutuklanmaları ve bu
gazeteye yönelik şiddet içerikli saldırılar konuyla ilgili bir diğer örnektir. Konu
detaylı olarak 5. bölümde incelenmiştir.
Muhalif partiler ve gazetecilere yönelik baskılar aynı zamanda sendikalara da
yapılmaktadır. Bu baskı neticesinde toplumun sendikalara üyelikleri sınırlı düzeyde
kalmakta ve sendikaların kitlesel eylemleri az sayıda katılımla gerçekleşmektedir.
Ülkedeki siyasal baskılar sendikalaşmanın ve sendikal faaliyetlerin önündeki en
büyük engeldir; ancak buna rağmen sendikaların devlete karşı gücü her zaman etkin
olmuş, gerek Kıbrıs sorunu bağlamında gerekse çalışanların haklarının korunması
konusunda seslerini her zaman yükseltebilmişler ve gerektiğinde seslerini duyurmayı
başarmışlardır. Kuzey Kıbrıs’ta sivil toplum örgütleri aslında çok etkili değildir.
42
Kayıtlı olarak var olan sivil toplum örgütleri ya çok küçük örgütlenmeler ya da
hükümet, devlet veya AB-ABD tarafından desteklenen örgütlerle yakın ilişkide
bulunan örgütlenmelerdir. Durum böyle olunca da, toplumsal çıkarların yani ülke
çıkarlarının neler olduğuna dair bir söz söyleme ve eylem yaratmak zorlaşmaktadır.
Sivil toplumun yarattığı bu boşluğu da daha fazla eylemlilik gösteren meslek
örgütleri ve sendikalar gidermektedir. Sendikalar 2000’li yılların öncesine kadar
büyük kitlesel hareketlerle örgütlemeyi başaramamalarına rağmen bu dönemde
Türkiye tarafından dayatılan ekonomik paket, ve Kıbrıslı Türklerin iradelerine
yapılan müdahaleler, sendikaların bir ilke imza atmalarını sağlamıştır.
Geçmiş dönemde sendikal ve muhalif hareketlere katılımın düşük olmasının
bir diğer sebebi ise ekonomik durumdur. Kıbrıs Türk toplumunun 1963 sonrasında
sergilediği askeri hizmetlere dayalı mücahit toplum görüntüsü, 1974’ten sonraki
dönemde, sivil kamu hizmetlerine dayanan memur toplum görüntüsüne dönüşmüştür.
1974 sonrasında ekonomik izolasyonlar, Türkiye’ye bağımlı ekonomik yapı Kıbrıslı
Türkleri üretimden koparmış ve kamu önemli bir ekonomik faaliyet alanı olmuştur.
1974 sonrasının Kıbrıs Türk toplumunda, istihdam edilenler içinde devlet
memurlarının oranı istikrarlı bir seyirle hep artmıştır. KKTC’de 20,000 üzerinde
kamu çalışanı devletten maaş almaktadır (Garip, 2008: 769). Devlet memurluğu
temel istihdam kaynağı olmuş ve pek çok ailede en az bir devlet memurunun
bulunduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. Kamu sektöründeki bu rakam toplam nüfusa
göre önemli bir orandır. Devlet ise kamuda görev alma talebini insanlara yönelik
önemli bir siyasi koz olarak kullanmıştır. Bu dönemde insanların fikirlerini açıkça
söylemeleri ve bir konuda taraf olmaları, kamuya girişte belirleyici rol oynamaktadır.
Devlet bu kozunu önemli bir silah olarak kullanmış ve kendisine karşı oluşacak
43
muhalif hareketlerin doğmasını engellemiştir. Memur kitlesinin işe alınıp göreve
başlaması, atanması, terfi, nakli, disiplin ve özlük işleriyle görevden alınması “Kamu
Hizmeti Komisyonu” adı verilen ve Anayasa tarafından “özerk” bir organ olması
öngörülen beş kişilik bir kurulun elindedir. Komisyon üyelerinin hepsinin siyasi
atama olması Komisyon’un yalnızca kağıt üstünde özerk bir yapıda olmasına sebep
olmuş ve işe alımlarda tamamen siyasal tercihler rol oynamıştır. Türkiye’nin açık
müdahalesine şahit olduğumuz 1981 seçimlerinde 4000’e yakın seçmen işe alınmış
aileleriyle birlikte düşünüldüğünde seçmenlerin %15-20’sine yakınının desteği
böylece sağlanmıştır (Egemen, 2006: 165).
1974 sonrasında 80,000 Kıbrıslı Türk Güney’den Kuzey’e göçmen olmuştur.
Ayni zamanda yaklaşık 30,000 insan Türkiye’den Kıbrıs’a göçmen olarak
getirilmiştir. Bu insanların ortak dertleri, ihtiyaçları ve beklentileri: Ev sahibi olmak
ve geçim kaynağını sağlamaktır. Adanın %37’lık kısmını oluşturan Kuzey Kıbrıs
toprakları ve bu topraklar üzerindeki taşınır taşınmaz bütün kaynaklar devletin eline
geçmiştir. Bu kaynakların topluma paylaştırılmasında da yine siyasal tercihler
belirleyici olmuş ve insanların temel ihtiyaçlarını ve kendini geliştirebilme talepleri,
devlet tarafından siyasi bir koz olarak kullanılmıştır. Ülkede uzun yıllar süren
Denktaş-UBP iktidarının varlığını sürdürebilmesinin bir diğer nedeni de budur.
Ülkede ganimet ekonomisine dayalı sistem bu yapının, siyasal varlığının temelini
oluşturur (ibid. 165-169).
44
Ülkede uzun yıllar süren tek parti, tek adam iktidarının sürdürülebilmesi için
liberal ekonominin* gerekleri tam anlamda uygulanmamış ve özellikle mali sektör
uzun yıllar siyasilerin kontrolünde faaliyet göstermiştir. Merkez Bankası kaynakları
mali sektörün denetlenip kontrol altında tutulması ve olası krizlere erken müdahale
için kullanılmamış, kaynaklar daha çok politik amaçlı istihdamları karşılayabilmek
ve bütçe açıklarını kapatabilmek için siyasiler tarafından kullanılmıştır. Bunun
neticesinde ise ülkede 2000 yılında derin bir mali ve finansal kriz yaşanmış ve
toplumsal tepkinin oluşmasına neden olmuştur.
1974’ten KKTC Merkez Bankasının kuruluş tarihi olan 1984 yılına kadar
KKTC’de
Merkez
Bankası
fonksiyonları
TC
Ziraat
Bankası
tarafından
yürütülmektedir. KKTC Merkez Bankasının kurulması ile TC Ziraat Bankasının bu
görevi sona ermiştir. Mali sektörü düzenleme yetkisi Ekonomi Bakanlığında
toplanmış, denetlemede ise hem Merkez Bankası hem de Ekonomi Bakanlığı yetkili
kılındığından nihai karar merci Bakanlık, yani siyasi otorite olmuştur. Ayrıca ilgili
yasal düzenlemelerde de yetersizlikler ve zayıflıklar olması bilinmesine rağmen
zamanında gerekli tedbirler alınmamıştır. Merkez Bankasının en temel görevleri
*
KKTC yasal mevzuat altyapısına baktığımız zaman uygulamada zaman zaman sıkıntılar yaşansa da
mali sektörde liberal bir ekonomik modelin yer aldığı rahatça görülebilir. KKTC’de 38/1997 Sayılı
Para ve Kambiyo Yasası liberal ekonominin altyapısını hazırlamıştır. Ülkede tedavüldeki resmi
paranın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ithali ile yurt dışına ihracı, yurt içinde ve yurt dışında her
türlü kullanımı serbesttir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde gerçek ve tüzel kişilerin döviz
bulundurması, dövizle tasarruf yapması, dövizi bir mübadele aracı olarak kullanması ve ödeme emri
ve akitlerdeki rakamları döviz ile ifade etmesi serbesttir.
45
Avrupa Birliği ve dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi para politikalarının etkin
kullanımı ile fiyat istikrarını sağlamaktır. KKTC’nin kendi parası olmadığından para
istikrarını sağlaması da mümkün olmamaktadır. Bu nedenle finans sektörünün etkin
denetimi ve düzenlenmesi ile mali sektörün istikrarı hedeflenmiştir. Merkez
Bankalarının ikinci KKTC Merkez Bankasının ilk fonksiyonu olan finansal istikrar
krizden sonra daha da büyük önem taşımaya başlamıştır. KKTC finans sektörü
ağırlıklı olarak Bankalar tarafından yönlendirilmektedir. Bu nedenle finansal istikrarı
sağlamak için bankacılık sisteminin etkin denetimi önem kazanmaktadır. Ancak
Avrupa Birliği normlarına uygun yeni ve çağdaş teknikler yardımıyla bu denetimler
daha etkin hale getirilmeye başlanmış yaşanan finansal krizden sonraya denk
gelmiştir. KKTC Merkez Bankası geçmişte kamu harcamalarını finanse etmek,
hükümete danışmanlık yapmak ve son para merci olmak gibi amaçlarla sınırlıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, özellikle 1990’lı yıllarda sektörde faaliyet
gösteren banka sayısının hızla artması mevcut kontrol mekanizmasının son derece
yetersiz ve hantal olduğunu ortaya çıkarmış ve sistemde sorunlar yaşanmaya
başlamıştır. 1999 yılı sonunda, Türkiye Cumhuriyetin’de meydana gelen ekonomik
krize paralel olarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetin’de de genelde ülke
ekonomisinde özelde ise bankacılık ve finans sektöründe problemler yaşanmaya
başlamış ve sonuç olarak bankalar krizi baş göstermişti. Bu dönemde, gerek mali
gerekse idari açıdan ciddi problemleri bulunan KKTC Merkez Bankası Mali Sektöre
etkin bir şekilde müdahale edememiştir. Bu sıkıntıları gidermek için ancak kriz
sonrasında yasal altyapı ile teknik altyapının günün gelişen şartlarına uyum
sağlayabilmesi amacıyla bu konuda değişiklikler yapılabilmiştir. Bunlardan en
önemlileri Bankalar Yasası ve KKTC Merkez Yasası ve Tassaruf Mevduatı Sigorta
46
Fonu Yasasıdır. Đlgili yasalar ile Merkez Bankasının özerk bir yapıya kavuşturularak,
bankaların kuruluşundan tasfiyesine kadar olan süreçte alınacak karar ve yapılacak
eylemler hususunda KKTC Merkez Bankası yetkili kılınmıştır. Siyasi otoritenin
ekonomi üzerindeki etkinliğinin sınırlandırılabilmesi ancak ülkede yaşanan derin
ekonomik kriz sonrasında gerçekleştirilebilmiştir.
(http://www.kktcmb.trnc.net/ser/turkce/mevzuat/mevzuat_merkezbankasi.html).
47
BÖLÜM IV
4. Kıbrıs Türk Sendikal Geleneğin Oluşum ve Gelişim Dinamikleri
4.1. 1974 Öncesi Dönem
1570 Osmanlı işgalinden sonra Kıbrıs’a Türkiye’den gelen ve çoğunluğu
tarım işçisi olan ilk Müslüman yerleşik nüfus yoğun sömürüye maruz kalmıştır.
Yerel Müslüman nüfusun büyük bölümü için de geçerli olan bu durum karşısında
19.yy.’ın sonunda Kıbrıs’ta sınıf bilincinin yavaş yavaş geliştiği görülür, ancak
Kıbrıs’ta ilk işçi birliği Nisan 1919 da kurulur. Bu, Đnşaat Đşçileri Birliğidir ve
Kıbrıs’taki ilk işçi sendikasıdır. Đnşaat işçilerinin örgütlenmesinin ardından tütün
işçileri, liman işçileri, terziler, berberler de sendikal örgütlenmeye gitmişlerdir
(Kürkçügil, 2003; 302).
Kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıktığı her yerde olduğu gibi 20.yüzyılın
başında yabancı işletmelerin kuruluşuna bağlı olarak hızlanan kapitalistleşmeyle
birlikte Kıbrıs’ta da toplumsal sınıflar belirginleşmiş ve sınıf eksenli bakış açısı da
oluşmaya başlamıştır. Oluşan işçi sınıfı da zamanla kendi örgütlerini kurmaya
başlamıştır. Đlk işçi sendikaları ardı ardına kurulurken, Türk ve Rum işçiler aynı çatı
altında örgütlenmeye başlamış, milliyetler temelinde bir örgütlenme yerine, daha
bilinçli olarak sınıf temelinde, sınıf çatısı altında örgütlenmeye yönelmişlerdir
(Kızılyürek, 2003: 255).
48
Kıbrıs’ta ilk grevler de yine bu yıllarda başlamıştır. 1926 yılında kurulan
Kıbrıs Komünist Partisi (KKP), Kıbrıslı Rum ve Türk Đşçileri birlikte örgütlenmeye
çağırmıştır. Kıbrıs’ta kapitalistleşme sürecine ve yabancı işletmelerin kuruluşuna
bağlı olarak artan işçi sayısı hızla yeni sendikal örgütlenmelere yol açmıştır. Yabancı
yatırımların yoğunlaşmasıyla özellikle maden işletmeciliğinde hatırı sayılır sayıda
işçi, oldukça ağır koşullarda çalışıyordu. Örneğin, 18 Mart 1925 tarihinde, bir maden
ocağı kazasında 11 işçi yaşamını yitirmişti. 1930’lu yıllarda pek çok iş yerinde her
iki etnik toplumdan işçilerin katılımıyla çeşitli grevler gerçekleştirilmişti. Kıbrıs
Komünist Partisi üyelerinin ezici çoğunluğu Kıbrıslı Rum olmasına karşın, parti,
Helen milliyetçiliği ve Enosis politikasına karşı çıkmış, işçi-köylü iktidarına dayalı
tam bağımsız bir Kıbrıs Sovyetler Cumhuriyeti’nin kurulmasını ve oluşmasını
umduğu Sovyet Sosyalist Balkan Federasyonu’na katılmayı savunmuştur. Kıbrıslı
Türk ve Rumların kapitalizm ve emperyalizme karşı ortak cephe kurmasında ısrarcı
olan parti, hem Ortodoks Kilisesi hem de sömürge yönetimi tarafından baskı altına
alınmıştır. Örneğin 1926 yılında, Limasol’da gerçekleştiren yapıcılar grevi, işçilerin
“Helenler”
ve
Komünistler”
olarak
bölünmesiyle
başarısızlığa
uğramıştır
(Kızılyürek, 2003:256-257). Sömürge yönetimi, anti-komünist olduğu için Ortodoks
Kilisesi’ni komünistlere karşı kullanmaya çalışmış ve bu yüzden Kıbrıs Kilisesi’ni
tam denetim altına almaktan kaçınarak Kilise’ye belli ölçüler içinde özgürlük
tanınmıştır.
1920’li ve 30’lu yıllarda Kıbrıslı Türk ve Rum işçiler aynı çatı altında
örgütlenmişler ve işçi mücadelesinde Kıbrıslı Türkler aktif olarak yer almışlardır.
Komünist partisine resmen üye olmamışlar; fakat o yıllarda verilen mücadele ve
yapılan grevlere örgütlü olarak katılmışlardır. 1936 yılında 3000 işçinin katıldığı
49
Karadağ maden grevini yönlendirmek üzere oluşturulan ve sömürge yönetimi
tarafından bir haftalık hapis cezasına çaptırılan ortak komitenin 8 üyesinden 3’ü
Türk’tür. Bu grev, 1936’da Karadağ Maden Ocağında çalışan 2000’i aşkın Kıbrıslı
Türk ve Rum işçinin maaşlarında şirketin gerçekleştirdiği keyfi kesinti üzerine
gerçekleşmiştir (Varnava, 1997: 12-13). Đşçiler topladıkları grev kurulunda, şirkete
iletilecek taleplerin incelenmesi ve grevin yürütülmesi için ortak bir komite
seçmişler, grev, polisin müdahalesi ile sona ermiş ve grev komitesi üyeleri
tutuklanarak bir hafta boyunca cezaevinde tutulmuşlardır. Bu grevde işçiler henüz
örgütlü değillerdir, çünkü şirket o yöndeki tüm girişimleri işten atma ve bölgeden
sürgün ile cezalandırmıştır.
Sendikal mücadele 1930’lu yılları sonuna doğru ise iyice güçlenmiştir. 1939
yılında Đşçi Sendikaları Federasyonu kurulması için girişim başlatılmış ve 1941
yılında, 7500 işçiyi temsilen bir araya gelen 194 işçi, ilk federasyon olan Kıbrıs
Sendikalar Komitesi’ni kurmuşlardır. Örgüt, 1946 yılında Kıbrıs Đşçi Federasyonu
(PEO) adını almıştır. Aynı yıl (1941), büyük çoğunluğu yasa dışı Kıbrıs Komünist
Partisi üyesi olan solcu önderler, ‘Çalışan Halkın Đlerici Partisi’ adıyla AKEL’in
Kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir.
Ayrı Türk Sendikalarının henüz var olmadığı bu dönemde, Đşçi Federasyonu,
Kıbrıslı Türk işçileri de bünyesinde toplamıştır. PEO sendikalarının birçok Kıbrıslı
Türk üyesi, işçi genel kurulu ve kongrelerinde çeşitli sendikal organlara seçilmiş ve
ait oldukları sendikaların ve PEO’nun faaliyetlerinde rol almışlardır (Varnava, 1997:
15-17).
50
Aynı sendikalarda örgütlenme ile ifadesini bulan ortak sendikal mücadele,
1944-45 döneminde Kıbrıslı Rumların Enosis mücadelesinin hız kazanmasıyla büyük
yara almış ve ortak siyasal anlayışa dönüşememiştir. Đşçi federasyonu kurulur
kurulmaz, AKEL gibi tavrını Enosis’ten yana belirlemişti ve bu tutumuyla işçi
sınıfının ortak mücadelesini ta başından zorlaştırmıştı. Kıbrıslı Rumlar ve sendikal
hareket, Đkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, Britanya ve diğer müttefik
ülkelerin savaşın amaçları arasında olduğunu ilan ettikleri ve Kıbrıslı Rumlar için
Yunanistan ile birleşme anlamına gelen “halkların self-determinasyon” hakkının
hayata geçirilmesi için harekete geçmişlerdir (Kızılyürek, 2003: 256-258).
1944 Ağustosu’nda Britanya’nın Sömürge Bakan Yardımcısı Sör Kosmo
Parkinson’un Kıbrıs’a ziyareti sırasında yaşanan halk hareketi ortak sendikal hareketi
de olumsuz olarak etkilemiştir. Bu bağlamda, çok sayıda Kıbrıslı Türk işçinin
çalıştığı Lefkoşa Ayakkabı Sektörü Sendikasında gelişen olaylar bu duruma bir
örnek teşkil etmektir. Söz konusu sendikanın 13 Ekim 1944 sayılı bildirisinde
Parkinson’un ziyareti sırasında gerçekleştirilen etkinlikler neticesinde 120 Kıbrıslı
Türk üyenin örgütten kopup Türk sendikaları oluşturmak amacıyla harekete
geçtikleri vurgulanmıştır.
Öte yandan, Parkinson’a Enosis lehinde bir muhtıra veren ve “Kıbrıs
işçilerinin Enosis istediğini” iddia eden PEO sendikasına üye Türk işçiler de bunu
protesto için 22 Ağustos 1944 tarihinde bu solcu sendikadan ayrılarak aynı gün
“Güneş Türk Đşçi Birliği” ni kurmuş, bu birliğe Niyazi Dağlı başkanlığındaki Türk
Đşçileri de katılınca, 1000 civarında Türk işçisi bir çatı altında toplanmıştır.
51
Ayrı Türk sendikalarının kurulmasına karşın, hatırı sayılır oranda Kıbrıslı
Türk işçi, Đşçi Federasyonunda kalmaya devam etmiştir; ancak 1941’den itibaren
benimsenen Enosis politikası, Đşçi Federasyonunun, 24-25 Eylül 1944 tarihli üçüncü
kurultayında resmen benimsenmiştir. Toplam 464 işçi temsilcisinin katıldığı
Kurultayda dokuz Kıbrıslı Türk hazır bulunmuştur. Bu durum, gelişen Enosis
politikasına karşı Kıbrıslı Türklerin temkinli davranmaya başladığının ve hatta ayrı
örgütlenme girişimlerinin başlatıldığının bir göstergesidir. Milliyetçilik ekseninde
güçlenmeye başlayan bu Enosis hareketi Kıbrıs’ta sendikal örgütlenmeyi olumsuz
yönde etkilemiş, Rum ve Türk işçilerin birlikte hareket etmelerini zorlaştırmıştır
(Varnava, 1997: 17-21).
Enosis politikasını benimseyen AKEL ve Đşçi Federasyonunun, söylemlerinde
Kilise ve Kıbrıs Rum sağından farklılıklar göstermesine rağmen Türk azınlığın ulusal
demokratik haklarından bahsetmeleri Kıbrıslı Türkleri rahatsız etmiştir. Enosis
tarafından Kıbrıslı Türk işçiler açısından ortak bir politika olması mümkün
görülmemektedir. Kıbrıs Türk liderliği, sömürge yönetiminin desteği ile Enosis’e
karşı yoğun bir mücadele başlatmış, Kıbrıslı Türk işçilerinin de bu mücadelede yer
alması yönünde tavır sergilenmiştir. Kıbrıslı Türk seçkinleri, yapılan gizli
toplantılarda Türk işçisinin Rum işçisinden ayrılması gerektiği konusunda mutabık
kalmış ve Kıbrıs Türk işçi Birlikleri Sendikası kurulması konusunda Türk işçilerine
çağrıda bulunmuşlardır.
Bu dönemde Enosis politikası ile başlayan sendikal ayrışma, Kıbrıslı Türk
seçkinlerin girişimiyle ayrılmaya dönüşmüş ve bu ortamdan faydalanmak arzusunda
olan sömürge yönetiminin katkısıyla kurumlaşmaya başlamıştır. Enosis’e karşı
52
oluşturulan ve Kıbrıslı Türk işçiler arasında baş gösteren Enosis endişesinden
beslenen bu ‘kutsal ittifakın sonucu olarak ayrı ilk Türk sendikası kurulmuştur. Đlk
etapta marangozlar Kıbrıs Türk Đşçi Birliğini (sendikasını) kurmuşlar, ardından
Telefon Müstahdemleri Sendikası ve Lefke Maden Đşçileri Sendikası kurulmuştur.
1944 yılında, “Güneş Türk Đşçi Birliği” isim değiştirerek “Lefkoşa Türk Birliği”
olmuş ve Kıbrıs’taki bütün Türk işçilerini bir çatı altında toplamak; Kıbrıs Adası
Türk Đşçi Birlikleri Siyasi Partisini kurmak; ve Kıbrıs’taki tüm kuruluşları bir çatı
altında toplamak ve Enosis’e karşı tek bir vücut olarak karşı çıkmak amacı
gütmüştür. 1945’te ise, çatı örgütü olarak, “Kıbrıs Türk Đşçi Birlikleri Kurumu”
(KTIBK) kurulmuştur (Kızılyürek, 2003: 262-263).
Đşçilerin içinde bulundukları ağır koşullar ve Türk sendikalarının mali
olanaksızlıkları, ayrı bir örgütlenmeye gitmelerine karşın, sendikalar arası işbirliğini
kaçınılmaz kılmıştır, bu durumda KTIBK ile PEO arasında, 8 Ocak 1948’de işbirliği
anlaşması imzalanmış, bu anlaşmayla işçi sınıfının yaşam koşullarını iyileştirmek
için iki taraf da, sıkı bir işbirliği yapmayı taahhüt etmiştir. KTIBK ve PEO, Kıbrıs
Maden Şirketinde aynı yıl gerçekleştirilen Kıbrıs tarihinin en büyük grevinde ortak
hareket etmişlerdir. 16 Aralık 1947’te Kıbrıs Maden Şirketinde çalışan 700’ü Kıbrıslı
Türk olan 2000’den fazla işçi çalışma koşullarının iyileştirilmesi, tatil hakkı, ek
mesai ödeneği, 8 saatlik iş günü gibi taleplerle 13 Ocak 1948’de, grev
başlatmışlardır. Kıbrıs tarihinin bu en uzun grevi 16 Mayıs 1948’de son bulmuştur.
Halkın da büyük desteğini kazanan bu ortak işçi eyleminde, 17’si Kıbrıslı Türk olan
74 işçi hapse mahkum edilmiştir (Varnava, 1998: 22).
53
Kıbrıslı Rumlar ile Türkler arasındaki çalışma ilişkilerini etkilemiş olan
önemli bir olay da, 15 Ocak 1950’de yapılan Enosis ile ilgili halk oylamasıdır. Oy
hakkı olan 224,757 Kıbrıslı Rum’dan toplam 215,108’i (% 95,70), Enosis için oy
kullanmıştır. 800 Kıbrıslı Türk de Yunanistan’la birleşmeden yana oy kullanmıştır.
Bununla beraber Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu, oylamaya güçlü bir tepki göstermiş,
11 Aralık 1949’da Kıbrıslı Türkler, bir süre önce açıklanan oylamaya karşı,
Lefkoşa’da bir miting düzenlemişlerdir. Nisan 1950’de, Kıbrıs Türk toplumunun,
Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesine ilişkin bütün fikirlere karşı olduğunu ifade eden
bir memorandum Birleşmiş Milletler’e sunulmuştur. Bu tepkinin tipik bir örneği,
Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi’nin başkanı Dr. Fazıl Küçük tarafından Đngiliz
hükümetine gönderilen ve 80.000 Kıbrıslı Türkün Enosis’e karşı olduğunu belirten
bir telgraftır. Telgrafta “80 bin Kıbrıslı Türk, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ve
muhtariyete ilişkin Rum taleplerini oybirliğiyle reddetmiş bulunmaktadır. Kıbrıslı
Türkler, Enosis ve muhtariyetin Türk toplumunun yok olmasına yol açacağına
inanmaktadır’’ (Kürkçügil, 2003: 325) denilmektedir.
1940’lı ve 1950’li yıllarda hem PEO’nin hem de komünist hareketin Enosis
beklentisiyle milliyetçi söyleme yönelmesi Türk işçileri rahatsız etmiş, ancak büyük
bir ayrışma olmamıştır. Ancak Enosis’in bir etkisi olarak 1958’de Taksim’in ortaya
çıkması işçi sınıfında milliyetçilik temelinde bir bölünmeyi başlatmıştır. 1954
yılında, toplam 18,085 üyesi bulunan PEO’nun 1700 Kıbrıslı Türk üyesi vardır.
KTIBK’da ise 740 üye kayıtlıdır. Bu rakamlar, giderek KTIBK lehine değişir. 1955
yılında, PEO’da 1400, KTIBK’da ise 2,214, 1957 yılında ise toplam 3,244 örgütlü
5,256 örgütsüz Kıbrıslı Türk işçiden, 1,114’ü PEO’da, 1,800’ü ise KTIBK’da
toplanmışlardır. Bu rakamlardan da görüleceği üzere 1958 yılında Kıbrıslı Türk işçi
54
ve işçi önderlerine dönük terör eylemlerinden önce Kıbrıslı Türk işçiler Türk
sendikalarında yoğunlaşmaya başlamıştır.
1958 yılında anti-komünist EOKA örgütünün, AKEL ve PEO üyelerine karşı
başlattığı terör olayları ile Kıbrıslı Türk işçiler de öldürülmeye başlanmıştır. 1958
yılı 1 Mayıs kutlamalarına Kıbrıslı Rumlarla birlikte katılan PEO üyesi işçiler,
TMT’nin yayınladığı bir bildiriyle PEO üyeliğinden istifaya çağrılmıştır.
Volkan’ın, Özel Harb Dairesi (ÖHD) tarafından, Türk Mukavemet
Teşkilatı’na (TMT) dönüştürülmesi ile birlikte ayrışma süreci dışarıdan müdahaleler
ile daha da hızlandırılmıştır. TMT Rumlarla ortak sendikalarda PEO çatısında
örgütlü mücadeleye devam etmek isteyenlere karşı şiddete dayalı baskıya
başvurmuştur. TMT Türk işçilerin PEO’den istifa ettiklerini gazetede ilan
etmemeleri halinde öldürüleceklerini bir ilan ile duyurmuş, bunu da kararlılık ile
yerine getirmiştir. Böylece tek çatı altında sınıf temelli örgütlenmenin yerini milliyet
temelinde, milliyetçi duygular içeren bir örgütlenme almıştır. Enosis ve Taksim
işçiler arasında da somutlaşmıştır.
Sömürge yönetiminin sona ermesi ve 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan kısa bir süre sonra, 1963 yılına gelindiğinde Kıbrıs’ta gelişen Rum
ırkçı-milliyetçi hareketine dönüşen ENOSĐS hareketi ve ona tepki olarak tetiklenen
Türk milliyetçiliği, iki toplumu bir ayrışmanın eşiğine getirmiştir. Makarios’un
Anayasa değişikliği ve paralelinde Kıbrıs Türk tarafının Cumhuriyet’ten atılması ve
yaşanan çatışmalar ayrılıkçılığı belirginleştirmiştir. 1968 yılı sonunda, Kıbrıslı Türk
işçi ve memurlarının kurmuş olduğu 9 sendika, daha sonra TÜRK-ĐŞ’e de üye olacak
55
olan, Türk-Sen adı altında bir araya gelerek, en önemli çatı örgütlerini
oluşturmuşlardır (Akkaya, 2004).
Sivil toplum örgütlenmesine izin verilmesiyle 1968 yılı sonrasında kurulan
birçok sendikanın yanı sıra 1970 yılında bir sol hareket olarak Cumhuriyetçi Türk
Partisi (CTP) de kurulmuştur. Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kurulan sendikalar
üzerinde etkili olmakla birlikte birçok sendikanın genel kurullarında boy
göstermiştir. O dönemde siyasi bir misyon ile kurulan Kıbrıs Türk Öğretmenler
Sendikası (KTÖS) 1973 yılındaki Genel Kurulu’nda TMT Bayraktarlığı bir liste
hazırlamış ve o listenin dışında kimsenin aday olmasına imkan tanınmamıştır.
(Hastürer, 2005: 5)
1974’e gelinceye kadar her iki kesim arasında sınıfsal temelde bir işbirliği ve
mücadele isteği, güçlü olmasa da varlığını sürdürürken Kıbrıs’ta 1974 ‘te yaşanan
gelişmelerle yeni bir süreç başlamıştır.
4.2. Sendikal Örgütlenme Tarzı ve Đdeolojik Eğilimler-1974 Sonrası Dönem
15 Temmuz 1974 darbesi ve bunu izleyen 20 Temmuz Barış Harekatı
sonrasında bölünen adada yeni bir politik ortam oluşmuş ve iki halk kendi
yönetimleri altında yaşamaya başlamışlardır. Đngiliz üslerinde ve Birleşmiş Milletlere
ait işyerleri dışında ortak çalışma alanı kalmayınca Kıbrıs Türk sendikal gelişimi de
kendi yolunu bulmaya başlamıştır. Bu süreçteki sendikal hareketin kendi içinde bir
rekabeti ve bu rekabetin sonucu olarak parçalanma süreci olmuştur. Önceleri
ideolojik olarak başlayan bölünme, devamında işyeri ve meslek sendikacılığı
56
temelinde sürmüştür. Bu da etkisiz ve güçsüz bir yapılanmaya sebebiyet vermiştir.
Ayrıca, 1974 sonrası dönemde Kıbrıs Türk sendikacılığı, özellikle Türkiye’deki
üniversitelerde eğitim gören ve daha sonra Kıbrıs’a dönen Kıbrıslı öğrencilerin
sendikal örgütlenmeye ve bu sendikaların politikalarına yaptıkları katkı ile
Türkiye’deki sendikacılıktan etkilenmiştir. Bu süreci iç bölünmeler ve sağ-sol
temelinde yeniden yapılanma çabalarıyla geçiren Kıbrıs Türk sendikal hareketi,
milliyetçiliğin doruk noktalara ulaştığı ve güvenlik kaygısı ile yapılan sıkı denetim
ve uygulamalar çerçevesinde gelişmeye çalışmıştır.
1963 tarihine kadar ada ekonomisini etkileyecek önemli bir gücü olmayan ve
1963-1974 yılları arası dönemi de varlığını sürdürme çabası içerisinde geçiren Kıbrıs
Türk toplumu birkaç küçük işletme dışında önemli bir sanayi kuruluşuna sahip
değildir. Sanayi işçileri, Kıbrıs Türk toplumunda 1974 sonrasında ortaya çıkan bir
sınıftır. Bu sınıf devlet işletmelerinde “devlet işçisi” olarak çalışmakta ve istihdam
edilen nüfusun % 10’unu bulmamaktadır. Bu durumları nedeniyle de devlete yakın
çevrelerden işe alınmakta ve muamele görmektedirler. Bunun yanı sıra 1980’li
yılların ikinci yarısından sonra Türkiye’den gelen kaçak işçi sayısında hatırı sayılır
bir artış gerçekleşmiştir. Bu nedenler Kuzey Kıbrıs’taki işçiler nitelik olarak kaçak
ya da göçmen statüsünde bulunan kişilerden oluşmaktadır. Sonuç olarak bu sınıfın
siyasete ağırlık koyabilecek bir örgütlenmeye gitmesi mümkün olmamıştır (Egemen,
2006: 186-187).
1974 sonrasında Kıbrıs Türk toplumunda sermaye birikiminin olmaması ve
Türkiye’de uygulanmakta olan karma ekonomi modelinin benimsenmesi sonucu var
olan işletmeler de devlet denetimindeki şirketlere devredilmiştir. 1980’lerde
57
Türkiye’de serbest piyasa ekonomisine geçilmesi ile birlikte izleyen yıllarda KKTC
ekonomisinde de karma ekonomi modeli terk edilerek serbest piyasa ekonomisine
geçilmiş, bu geçişe rağmen kamunun ekonomi içindeki ağırlığı azalmamış, aksine
artmıştır. Özel sektörün payı ise azalmış, bunun sonucu olarak kamu kuruluşlarının
büyük bir kesim tarafından gelir kapısı olarak görülmesi kamu personeli sayısını
hızla artırmış ve 20 binin üzerinde kamu görevlisi ortaya çıkmıştır. Bu noktada,
Kuzey Kıbrıs’ta sanayileşme düzeyinin düşüklüğü, sanayi işçisi sayısındaki azlık ve
kamu sektöründe çalışan nüfusun çokluğu sınıf perspektifli bir sendikal örgütlenmeyi
engellemiştir. Bu nedenle KKTC’de sendikal örgütlenmeye daha çok memurlar
katılmış ve kamu sendikacılığı oluşmaya başlamıştır.
KKTC Anayasası’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar, Özgürlükler ve Ödevler”
başlığı altındaki Üçüncü Bölümü’nde yer alan 53. maddesi uyarınca çalışanlar ve
işverenlere sendika kurma ve sendikalara serbestçe üye olma hakkı tanınmıştır. Bu
hak “ulusal güvenliğin, kamu düzeninin ve genel ahlakın korunması amacıyla”
sınırlanabilen bir yasayla korunmaktadır. Bunun yanı sıra anayasanın 54. maddesi de
çalışanlara, “işverenlerle olan ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal durumlarını korumak
ve düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev hakkı” sunmaktadır. Yargıçlar,
savcılar, silahlı kuvvetler mensupları, polis mensupları ve sivil savunma kilit
personelinin grev hakkı yoktur. (KKTC Anayasası, s. 22) Kamu personeline anayasa
ile sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı verilirken KKTC Kamu Görevlileri
Yasası’nın 112. maddesi de kamu görevlilerinden sendika yönetim kurulu üyesi
olanlara veya yönetim kurulunun uygun göreceği sendika üyelerine sendikal
amaçlarda kullanılmak koşuluyla, yasal yıllık izinlerine ek olarak 15 gün ödenekli ve
6 ay ödeneksiz izin verilmektedir. (KKTC Kamu Görevlileri Yasası, s. 72)
58
Kıbrıs
Türk
sendika başkanlarının
meslek
guruplarına bakıldığında
başkanların büyük bir çoğunluğunun kamu çalışanı olduğu görülmektedir.
Sanayileşme oranı oldukça düşük, sınırlı turizm ve eğitim sektörünün ekonomik
dinamikler oluşturduğu Kıbrıs Türk ekonomisi ve toplum yapısı içerisinde kamu
çalışanlarının oransal fazlalığı sendikalaşma yapısına da yansımıştır. Sanayileşmenin,
sendikalaşmanın başladığı dönemde de sınırlı olması, bu hareketin ağırlıklı olarak
memur sendikacılığı şeklinde başlamasına sebep olmuştur. Đşte bu geleneğin hala
devam ettiği gözlemlenmektedir. Bu araştırmaya katılan sendika başkanlarının
sendikaları ise aşağıdaki gibidir:
Kıbrıs Türk Đngiliz Askeri Üs Müstahdemleri Sendikası (AS-SEN), Kıbrıs
Türk Banka Ticaret ve Büro Çalışanları Sendikası (BANK-SEN), Basın Emekçileri
Sendikası (BASIN-SEN), Kıbrıs Türk Ofis Banka ve Ticaret Çalışanları Sendikası
(BASS), Bayrak Radyo Televizyonu (BRT) Çalışanları Sendikası (BAY-SEN),
Kıbrıs Türk Belediye Müstahdemleri Sendikası (BEL-SEN), Belediye Emekçileri
Sendikası (BES), Büro Đşçileri Sendikası (BÜRO-ĐŞ), Çağdaş Memurlar Sendikası
(ÇAĞ-SEN), Doğu Akdeniz Üniversitesi Birlik ve Dayanışma Sendikası (DAÜ-BĐRSEN), Devrimci Genel Đş Sendikası, Doğu Akdeniz Üniversitesi Personel Sendikası
(DAÜ-PER-SEN), Doğu Akdeniz Üniversitesi Çalışanları Sendikası (DAÜ-SEN),
Devrimci Đşçi Sendikaları Federasyonu (DEV-ĐŞ), Diyanet ve Vakıf Görevlileri
Sendikası (DĐN GÖR-SEN), Devrimci Genel Đş Sendikası, Kıbrıs Türk Elektrik
Kurumu Çalışanları Sendikası (EL-SEN),
Birleşik Kamu Koperatif Tarım ve Diğer
Sanat ve Hizmetler Emekçileri Sendikası (EMEK-ĐŞ), Kıbrıs Türk Gıda, Tütün ve
Müşkirat Đşçileri Sendikası (GIDA-SEN), Gümrük Çalışanları Sendikası (GÜÇSEN), Kıbrıs Türk Hür Đşçi Sendikaları Federasyonu (HÜR-ĐŞ), Kamu Đşçileri
59
Sendikası (KAMU-ĐŞ), Kıbrıs Türk Kamu Görevlileri Sendikası (KAMU-SEN),
Kıbrıs Türk Hemşireler Birliği, Kıbrıs Türk Đşverenler Sendikası, Kıbrıs Türk
Dayanışma Sendikası, Kooperatif Görevlileri Sendikası (KOOP-SEN), Kıbrıs Türk
Amme Memurları Sendikası (KTAMS), Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler
Sendikası (KTOEÖS), Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS), Kıbrıs Türk
Liman ve Taşıt Đşçileri Sendikası (LĐMAN-SEN), M/SA Türk Genel Đş Sendikası,
Memur Sendikaları Federasyonu (MEMUR-SEN), Kıbrıs Türk Sağlık ve Sosyal
Hizmetleri
Kamu
Görevlileri
Sendikası
(SAĞLIK-SEN),
Kıbrıs
Türk
Telekomünikasyon Müstahdemleri Sendikası (TEL-SEN), Turizm Emekçileri
Sendikası (TES), Kıbrıs Türk Hekimler Sendikası (TIP-ĐŞ), KKTC Petrol Đşçileri
Sendikası (TÜRK-PETROL ĐŞ), Gelir ve Vergi Dairesi Çalışanları Sendikası
(VERGĐ-SEN) ve Veteriner Hekimler Sendikası (VET-SEN).
KKTC oluşan sendikalara bakıldığında, sendikaların 1990’lı yıllarda daha çok
mesleki temelde bir örgütlenmeye gidildiği, çok parçalı bir özellik gösterdiği
görülmektedir ki bu durum da dağınık, çok sayıda, güçsüz sendikanın varlığını
göstermektedir. 2000’li yıllarda, aynı işkolundaki sendikalar, gönüllülük temelinde,
tek çatı altında örgütlenmeye yönelmiş ve bu da güçlü bir sendikacılığın oluşmasının
ilk işareti olmuştur. “Karayolları çalışanlarının kurduğu YOL-ĐŞ’i (YOL-ĐŞ, daha
sonra, 5. Genel Kurul’unda Emek-Đş adını aldı), ile Devrimci Genel Đş Sendikası
(1975 yılında kuruldu) 1976 yılında bir araya gelerek, Türk-Đş’in denetimi ve
güdümündeki Türk-Sen’e karşı sınıf sendikacılığını savunan Devrimci Đşçi
Sendikaları Federasyonu’nu (DEV-ĐŞ) kurdular. Sınıf perspektifli bir örgütlenme
olan Dev-Đş, Dünya Sendikalar Federasyonu’nun (DSF) 10. Kongresinde, 1986
yılında üyeliğe kabul edildi ve bu üyeliği hala sürmektedir. DEV-ĐŞ’e yukarıda
60
belirtilen kurucu iki sendikadan başka KKTC Petrol Đşçileri Sendikası (TÜRKPETROL-ĐŞ) ve Kıbrıs Türk Kamu Hizmeti Đşçileri Sendikası (YÖN-SEN) da
üyedir. Kuzey’in ilk tepe örgütü olan Türk-Sen’in, 2000 yılına gelindiğinde
politikalarında da önemli değişiklikler yaşanmış, Türk-Sen ile Türk-Đş Kıbrıs
sorununun çözümü konusunda zıt politikaları savunur hale gelmişlerdir. Türk-Sen de,
birleşik Kıbrıs’ı ve AB’ye üyeliği savunan Bu Memleket Bizim Platformu ve Ortak
Vizyon’un kurucu üyesidir. 1994 yılında kurulan Tüm Kıbrıs Sendikalar Platformu
(All Cyprus Trade Unions Form) kurucu üyeleri arasındadır. Türkiye’de Türkiye Đşçi
Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-ĐŞ) üyeliği yanı sıra Uluslararası Hür Đşçi
Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Avrupa Đşçi Sendikaları Konfederasyonu
(ETUC) üyeliğine sahip olan Federasyon, Kıbrıs’ta uluslararası ilişkileri en örgütlü
olan sendikal kuruluştur” KKTC Hür Đşçi Sendikaları Konfederasyonu (HÜR-ĐŞ) ise
Kıbrıs’ın üçüncü tepe örgütüdür. Bu Konfederasyon’a ise şu sendikalar üyedir:
Kıbrıs Türk Đlkokul Öğretmenler Sendikası (ĐLK-SEN), Doğu Akdeniz Üniversitesi
Yönetsel Personel Sendikası (DAÜ-PER-SEN). Kıbrıs Türk Đlkokul Öğretmenler
Sendikası (ĐLK-SEN), 1984 yılında Başöğretmenler Sendikası adı altında kurulmuş,
5 Kasım 1988 tarihinde gerçekleştirilen olağanüstü genel kurulda bugünkü ismini
almıştır. 1999 yılı itibarı ile 268 üyesi vardır. DAÜ-PER-SEN ise 6 Kasım 1995
tarihinde kurulmuştur. Bu üç üst tepe örgütüne üye olmayarak, bağımsız kalan çok
sayıda, ama içlerinde oldukça etkili olan başka sendikalar da bulunmaktadır.
(Akkaya, 2004).
Kıbrıs
Türk
sendikacılığına
tarihsel
süreç
içerisinde
bakıldığında
sendikacılığın Kıbrıs Sorunu ile paralel geliştiği ve şekillendiği görülmektedir. Kıbrıs
tarihinde gelişen olaylar çerçevesinde Enosis ve Taksim politikalarının milliyetçi
61
temelleri üzerine kurulmaya çalışan sendikal hayat 1960’lı yılların sonlarına doğru
Kıbrıslı Türklerde yaşanan sivilleşme hareketi ile gelişmiştir. 1974 sonrasında ise
Kıbrıs Türk sendikalarının gelişiminin ideolojik olarak ayrıştığı görülmektedir. Bu
durum neticesinde adanın kuzeyinde sendikacılık zayıf ve etkisiz kalmaya
başlamıştır. Bunun başlıca nedeni çalışanların sınıf perspektifli sendikalardan
ayrılmaya zorlanması ve yönetime yakın sendikalara yönlendirilmeleridir. 2000’li
yıllara gelene kadar, Kuzey Kıbrıs’ta kamu hizmetinde çalışan kişi oranının yüksek
olması devletle yapılan özlük hakkı, maaş artışı gibi pazarlıklarda devlet ayağının
güçlü olmasına neden olmuştur. Bunun yanı sıra özellikle aktif olan sol görüşlü
sendikalar, sol siyasi partilerle her zaman sıkı bir ilişki içerisinde olmuş ve bu
partilere destek vermişlerdir. Bütün bu sendikal faaliyetlerin toplum üzerindeki etkisi
minimum düzeyde gerçekleşmekte ve faaliyetleri kendi üyeleri ile sınırlı
kalmaktadır. Ülkedeki baskıcı siyasal rejim toplumun örgütlenmesinde en büyük
engelken sendikacılık toplum üzerinde sınırlı bir etkiye sahiptir.
2000’li yıllara gelindiğinde sendikal hareketlerin siyasi partiler ve hükümetler
üzerinde etkin bir rol oynamaya başladığı görülmektedir. Birleşik Kıbrıs ve AB
üyeliğini politikalarının merkezine yerleştirmiş olan çok sayıda sendika, muhalefetin
de en dinamik unsuru olmuştur. Şöyle ki bu sendikaların “Bu Memleket Bizim
Platformu” ile “Ortak Vizyon” çatısı altında diğer siyasal partiler ve demokratik kitle
örgütleri ile birlikte hareket ettiği görülmektedir. 1970’lerin ve 1980’lerin sendikal
politikaları ile karşılaştırıldığında, özellikle Dev-Đş ve bağlı sendikalarının antiemperyalist, bağımsız bir devlet söyleminden vazgeçerek daha güvenli gördükleri
Avrupa Birliği çerçevesinde gelişimlerini sürdürdükleri söylenebilir. Bu dönemde
Kıbrıslı Türkler arasında ilk kez on binlerin sokaklara döküldüğü toplumsal
62
hareketlilik gerçekleşmiş ve ülkede yaşanan bu toplumsal hareketliliğin merkezinde
de sendikalar yer almıştır.
4.3. Kıbrıs Türk Sendikal Hareketinde “Sendika-Siyaset” Đlişkisine, Kıbrıs
Türk Sendika Başkanlarının ve Kıbrıs Türk Toplumunun Tutumları
Sendikalar kuşkusuz ki meslek örgütleridir. Öncelikli hedefleri mesleki
çıkarlardır. Bu bağlamda sendikaların en öncelikli talepleri de ücret talebidir; ancak
gerek ücret talebi gerekse diğer sosyal çıkarlar sendikaları siyasal eylemde
bulunmaya iter. Bu siyasal eylemler çerçevesinde seçim dönemlerindeki tavırlar,
siyasal ve ekonomik çevrelerce kurulan seçim dönemi ve diğer dönemlerdeki ilişkiler
önemli yer tutar. Genel anlamda sendikal literatür ve sendikal pratik göstermektedir
ki sendika – siyaset ilişkisi her zaman kuşku ile karşılanmıştır. Sendikaların temel
işlevleri olan mesleki çıkarları savunmak için bağımsız olmaları gerekliliği sürekli
vurgulanmıştır. Bu bağlamda sendikaların nasıl bir siyasal tavır sergileyecekleri,
siyasal parti ve siyasi kişilerle olan ilişkileri hep göz önünde tutulmuştur.
Sendikaların bağımsızlığı vurgulanırken kendi dışındaki ekonomik çevrelerin de
sendikaların bağımsızlığına tehlike düşürecek boyutta ilişkilerde bulunmaları
sorgulanmıştır.
Kıbrıs Türk Sendikal Hareketi değerlendirildiğinde sendika siyaset ilişkisinin
ne kadar canlı olduğunu görülmektedir. Genelde Kıbrıs tarihinde özelde Kıbrıs Türk
Sendikal Hareketinin temelinde her zaman sendikalara biçilen ulusal ve uluslararası
siyasal roller çok ciddi yer tutmuştur. Bu bağlamda yapılan saha araştırmasında
63
gerek Kıbrıs Türk Sendikal Hareketine yön veren başkanlarının gerekse Kıbrıs Türk
halkının konu ile ilgili tutum ve bakış açılarının tezin bütününü destekler nitelikte
olduğu ve önemli sonuçlar çıkaracağı düşünülmüştür. Bunun için iki eksende sorular
geliştirilmiştir. Kıbrıs Türk sendika başkanlarının tutumları ve Kıbrıs Türk
toplumunun tutumları. Seçim dönemlerinde sendika-siyasal parti ilişkileri, genel
anlamda karşılıklı sendika siyasal parti ilişkileri, bazı sendika dışı özel kişilerle ilişki
kurma eğilimleri, sendikaların ekonomik ve siyasal çevrelerce yönlendirilmesi ile
ilgili sorular geliştirilmiş ve sorgulanmıştır.
100
84
66,50
62,50
60,50
68
X
55,20
47,50
52
39,00
36
20
Genel
ortalama
1
2
3
4
5
1. Sendikalar seçim dönemlerinde kendi çıkarları doğrultusunda bir parti lehinde veya alehinde
tavır alabilir.
2. Sendikalar siyasi partilerin uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
3. Siyasi partiler sendikaların uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
4. Sendikalar seçim zamanı kendi davalarını destekleyen partilere yardımcı olmalıdırlar
5. Sendikalar siyasi partilere örgütlü bir biçimde parasal yardım yapmalıdırlar
Grafik: 1.
Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının Sendika-Siyaset Đlişkisine Bakış
Açıları.
Grafik 1.’de sendikal hareketin önemli ilişkilerinden biri olan sendika siyaset
ilişkisi araştırılmıştır. Günümüz Kıbrıs Türk sendika liderlerinin sendika siyaset
ilişkisine bakış açılarını gösteren 5 maddelik Grafik 3.’de genel anlamda % 55,20
oranında ne katılırım ne katılmam aralığında baktığı gözlenmiştir. Özellikle
64
sendikacılık literatüründe her zaman tereddütle bakılan sendika-siyasal parti ilişkisini
içeren sorulardan biri olan sendikalar seçim dönemlerinde kendi çıkarları
doğrultusunda bir parti lehine veya aleyhine tavır alabilir sorusunun % 60,50 bir
oranda ne katılırım ne katılmam aralığında bir tutuma sahip olduğu gözlenmiştir. Bu
soru sendika başkanlarının seçim dönemlerinde sendikaları lehine herhangi bir
partiye destek verilebilme ihtimalini olası olarak gördüklerini gösterir. Burada
olumsuz bir tutum içinde olmadıkları ve bu ihtimali olası gördükleri gözlenmektedir.
Bu demokratik bir tavır olarak algılanabilir. Bu ilişki çerçevesinde bir diğer soru ise
sendikaların siyasi partilerin uyguladıkları politikaları belirlemelidir sorusudur ki bu
ilişkiye de % 66,50 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında bir tutum
gözlenmiştir. Bu da gösterir ki Kıbrıs Türk sendika başkanlarının sendikaların parti
politikalarını belirlemede istekli ve bu ilişkiye olumsuz bakılmadığıdır; ancak bu
ilişkinin tersi sayılabilecek bir soru olan siyasi partiler sendikaların uyguladıkları
politikaları belirlemelidir sorusu ve bu ilişkiye Kıbrıs Türk sendika başkanlarının
%47,50 oranında katılmam aralıkta olumsuz baktığını gösterir. Kıbrıs Türk sendika
başkanları önemli sayılabilecek bir oranda siyasal partilerin politikalarını
belirleyebilme ilişkisine olumsuz bakmazken, partilerin ayni ilişki çerçevesinde
sendikaların politikalarını belirlemelerine olumsuz bakmaktadırlar. Kuşkusuz ki
sendikalar meslek örgütleri olarak meslek çıkarlarını korurken siyasal partileri
etkilemelidir; bu tavır hem siyasal hem de mesleki bir tavırdır. Bu yüzden
demokratik ve mesleki bir tavır olarak Kıbrıs TürkSendika başkanları bu ilikiye olası
bakmaktadır. Sendika siyasal parti ilişkisine yönelik bir diğer soru ise sendikaların
seçim dönemlerinde kendi davalarını destekleyen partiler yardımcı olmalıdırlar
sorusudur ki bu soru da % 62,50 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında yine
65
çekimser tutum gözlenmiş ve bu ilişki ihtimal dahilinde tutulmuştur. Bir nevi ödül
niteliğinde olan ve sendikal mücadelelerinde destek veren siyasi partilerin bu
desteklerinin devamı için seçim desteği vermek sendika başkanlarının kendi
davalarında siyasal güçleri kullanmayı olası gördüklerini gösteren bir diğer
göstergedir. Ancak Kıbrıs Türk sendika başkanları bu ilişkinin meşru zeminler dışına
çıkmasına da olumlu bakmamaktadır. Şöyleki sendikaların siyasi partilere örgütlü ve
düzenli bir biçimde parasal yardım yapmaları sorusu % 39,00 oranında ortadan az,
katılmam aralığında bulunmuştur. Bu da Kıbrıs Türk sendika liderlerinin meşru
zemin olarak herhangi bir organik sendika-siyasal parti ilişkisini görmediklerini ve
bu ilişkiyi onaylamadıklarını gösterir. Bunu özellikle bunu parasal yardım yaparak
sendikal mücadelede siyasal partiler yönünde çıkar sağlama düşüncesinin olumlu
karşılanmadığı şeklinde yorumlanabilir. Bu tavır da Kıbrıs Türk sendika
başkanlarının bu ilişkileri demokratik sınırlar içerisinde tutulması gerektiği inançları
olduğunu gösterir.
100
84
65,71
X
68
57,37
64,04
56,03
51,71
49,34
52
36
20
Genel
ortalama
1
2
3
4
5
1. Sendikalar seçim dönemlerinde kendi çıkarları doğrultusunda bir parti lehinde veya alehinde
tavır alabilir.
2. Sendikalar siyasi partilerin uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
3. Siyasi partiler sendikaların uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
4. Sendikalar seçim zamanı kendi davalarını destekleyen partilere yardımcı olmalıdırlar.
5. Sendikalar siyasi partilere örgütlü bir biçimde parasal yardım yapmalıdırlar.
Grafik: 2. Kıbrıs Türk Toplumunun Sendika-Siyaset Đlişkisine Bakış Açıları.
66
Grafik 1 de yorumlanan sorular Grafik 2’de de sendikacılık siyaset ilişkisine
Kıbrıs Türk toplumunun nasıl baktığına yönelik sorulardır. Grafik 2.’den de
görülebileceği üzere Kıbrıs Türk toplumu sendikacılık-siyaset ilişkileri ile ilgili 5
sorunun geneline %57,37 ortadan aralıkta ne katılırım ne katılmam aralığında
algıladığı gözlenmiştir. Bu da gösteriyor ki Kıbrıs Türk halkı sendikacılık siyaset
ilişkisi konusunda olumlu ya da olumsuz net bir tutum geliştirememiştir. Genel
bakıştan sonra soru bazlı analizleri değerlendirecek olursak sendikaların seçim
dönemlerinde kendi çıkarları doğrultusunda bir parti lehine veya aleyhine tavır
alabilir sorusunda % 65,71 oranı ile, sendikalar siyasi partilerin uyguladıkları
politikaları belirlemelidir sorusunda % 56,03’le, siyasi partiler sendikaların
uyguladıkları politikaları belirlemelidir sorusunda % 51,71 oranı ile, sendikalar
seçim zamanlarında kendi davalarını destekleyen partilere yardımcı olmalıdırlar
sorusu % 64,04 oranı ile ne katılırım ne katılmam aralığında algıladıkları
gözlenmiştir. Sendika siyaset ilişkisinde siyasal partilerle sendikaların ilişkisi her
zaman kuşku ile karşılanmış ve bu ilişkinin boyutu her zaman tartışılmıştır. Ancak
Kıbrıs Türk toplumu sendikaların siyasal partilerin politikalarını belirlemelidir
ilişkisine daha meşru bakarak bu ilişkiyi demokratik sınırlar içerisinde algılamıştır.
Ancak daha somut ve organik bir ilişki olan sendikaların siyasi partilere örgütlü bir
biçimde para yardımı yapmalıdırlar sorusunda Kıbrıs Türk toplumu % 49,34 ile
katılmıyorum olarak algılamıştır. Siyasi partilere destek verme ve etkileşim içine
girme noktasında net tavır alamayan, hatta sendikaların partileri desteklemelidir ve
politikalarını elirlemelidir sorularına daha olumlu bakması; ancak Kıbrıs Türk
toplumu bu ilişkinin boyutu organik bir bağa dönüşme ihtimaline karşı tavrını
netleştirmiş ve bu boyuta katılmadığı demokratik sınırlarda görmediği gözlenmiştir.
67
100
84
71,50
68
70,26
74,00
62,50
59,22
X
53,33
52
44,00
38,95
36
20
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Grafik: 3.
Genel
1
2
3
4
5
6
7
ortalama
Sendikalar belirli görevlerdeki seçilmiş siyasilerle özel ilişkiler kurmalıdırlar
Sendikalar basın gücüyle siyaseti etkilemelidirler.
Sendikalar siyasi parti kurup mücadelelerini siyasi platformda da yürütmelidirler.
Sendikalar tarafsız kalıp siyasette güncel politikalar benimsemelidirler.
Sendikalar her yerde genel grev yaparak siyasi sistemi çökertmelidirler.
Sendikalar tabanın sesine göre siyasi duruşunu belirlemelidir.
Sendikalar siyasi partilere eşit mesafede olmalıdır
Sendikaların Siyasi Yöntemleri ile Đlgili Sorulara Kıbrıs Türk Sendika
Başkanlarının Yanıtları.
Grafik 3.’den de takip edilebileceği gibi 7 farklı soru ile sendika siyaset
ilişkisi irdelenmeye devam etmiştir. Sendikacılık siyaset ilişkisi sendikacılığın en
temel ilişkilerinden biridir. Sendikal mücadelenin yapıldığı temel arenalardan biri
olan siyaset arenası sendikaları ister istemez siyasetin içinde olma zorunluluğu ile
karşı karşıya bırakır. Bu bağlamda kimi zaman ürkülen ve çekinilen bir alan olan
siyasi alan sendikalar için kaçınılmaz ilişkilerin öründüğü bir alandır. Siyasi
mücadele tarzının sedikacılık modellerinde temel kriterlerden bir olduğunu
düşündüğmüzde bu alanlardaki ilişkiler örüntüleri de sendikacılık olgusu için önem
taşır. Đşte grafikte ki sorular sendikacılık siyaset işikisine Kıbrıs Türk sendika
başkanlarının nasıl baktığna yönelik sorulardır. Özellikle sendika siyaset ilişkisinde
siyasi yöntemlerle ilgili bu sorularda grafik 4’den de anlaşılacağı üzere Kıbrıs türk
68
sendika liderleri % 59,22 oranında bir oranda ne katılırım ne katılmam aralığında
çekimser tutumla çılmıştır. Bu da gösteriri ki Kıbrıs Türk sendika liderleri bu
maddelerde de sendika siyaset ilişkisine olumlu yada olumsuz herhengi bir tutuma
sahip değil kararsız bir tutum içindedir.
Özellikle sendikal mücadelenin siyasi mücadele yöntemlerinden biri olan
sendikaların siyaseti basın yolu ile etkilemesi gerektiği sorusu % 71,5 oranında
ortadan çok aralıkta yüksek bir olumlulukla baktılkarı gözlemlenmektedir.
Günümüzde basın her türlü siyasi ve ekonomik mücadelenin oluştuğu temel bir
alandır. Demokrasinin temel gereği olan toplum kesimlerine ulaşmak ve buradaki
iradeyi etkilemek noktasında da en etkili töntemlerden biridir. Basını kullanarak
sesler en ulaşılmaz noktalara gerek ulusal gerekse uluslararası coğrafyalara
ulaşabilir. Bu bağlamda sendikal mücadele açısından da basını kullanarak ekonomik
ve siyasi çevreleri etkilemek son derece önemli bir demokratik tavırdır. Bu sorudan
da gözlenebileceği gibi Kıbrıs Türk sendika başkanları da sendikaların basınyolu ile
siyaseti etkilemesini en etkili ve kabuledilir yöntem olarak bakmaktadırlar.
Bir diğer soru is sendikaların seçilmiş kişilerle özel ilişkiler kurarak siyaseti
etkilemelidir sorusudur. Bu soruda siyasilerin kapalı kapılar ardından da bazı ilişki
türlerini kullanıp siyaseti sendikalar lehine etkileyebileceklerine nasıl baktıklarıdır.
Gözlendiği üzere Kıbrıs Türk sendika başkanları bu ilişki düzeyine de %53,33
oranında ne katılıyorum ne katılmıyorum aralığında kararsız bir tutuma sahiptir.
Seçilmiş kişilerin insan olma özelliklerinin de kullanarak sendikalar lehine bu
özelliklerinin siyaaset arenasında kullanılabileceği siyasi etik anlamında olumsuz
karşılanabilir. Batıda lobi faaliyeti olarak da adlandırılabilen bu faaliyet Kıbrıs Türk
69
sendika liderleri tarafından da kabul edilemez bir yöntem olarak görülmemektedir.
Batı demokrasisinin en etkili yollarından olan lobi faaliyetleri net bir tavırla kabul
edilmese de yine de olası bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Grafik 3.’de de gözlenebilen sendikalar parti kurup mücadelelerini siyasi
platformda da yürütmelidir, sendiklar tarafısız kalıp siyasette güncel politikalar
benimsemelidir ve sendikalar her yerde genel grev yaparak siyasi sistemi
çökertmelidir soruları Kıbrıs Türk Sendika başkanlarının siyasal hareket tarzındaki
tutumlarına işaret eder. Soruları tek tek ele aldığımızda siyasi mücadele
yöntemlerinden biri olan siyasi parti kurup sendikal müculadeleyi bu yolla devam
ettirme sorusu Kıbrıs Türk sendika başkanları tarafından % 44,00 oranında
katılmıyorum aralığına olumsuz bir tutum içinde olduklarınını belirtmişlerdir. Bir
başka siyasi mücadele yöntemi olan genel grevlerle siyasi sistemi çökertmek ise
%38,95 oranında katılmıyorum aralığında olumsuz olarak kabul edilmiştir ve bu
yöntemin başkanlar tarafından benimsenmediği gözlemlenmektedir. Bu iki soru
birlikte değerlendirildiğinde her iki siyasi mücadele tarzı da Kıbrıs Türk sendika
başkanları tarafından benimsenmemiştir. Bir diğer siyasi mücadele yöntemi olan
tarafsız kalıp siyasette güncel politikalar benimsemek yöntemi Kıbrıs Türk sendika
başkanları tarafından ise % 62,50 aralıkta ne katılırım ne katılmam aralığında
çekimser bir tutumda oldukları gözlenmektedir. Bu yöntem de net olarak sendika
başkanları tarafından kabul edilir bir yöntem olmasa da diğer iki yönteme göre daha
kabul edilir olarak algılanmaktadır. Sendikaların siyasi partiler eşit mesafede
olmalıdır sorusu da Kıbrıs Türk sendika başkanları tarafından % 74,00 oranında
katılırım aralığında kabul edilmiştir bu durum tarafsız sendikacılık anlayışının Kıbrıs
Türk sendikal liderleri arasındaki daha kabul edilebilir eğilimini güçlü olduğunu
70
kanıtlayan bir diğer değişkendir. Burda ölçülen bir diğer soruda da sendikaların
siyasi duruşunu belirlemede tabanın sesine göre olması gerektiği sorusudur. Bu soru
da Kıbrıs Türk sendika liderleri tarafından %68,50 oranında katılıyorum aralığında
olumlu karşılanmıştır. Bu da göstermiştir ki Kıbrıs türk sendika liderleri siyasi
mücadele gibi hassas ve zemini kaygan olduğu bir alanda tabanına bağlı hareket
etme eğilimindedirler. Bu da demokratik bir tavır olarak algılanabilir.
100
84
74,14
74,58
69,42
68
61,90
59,89
61,82
X
51,95
52
41,51
36
20
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Grafik: 4.
Genel
1
2
3
4
5
6
7
ortalama
Sendikalar belirli görevlerdeki seçilmiş siyasilerle özel ilişkiler kurmalıdırlar.
Sendikalar siyasi parti kurup mücadelelerini siyasi platformda da yürütmelidirler.
Sendikalar tarafsız kalıp güncel politikalar benimsemelidirler.
Sendikalar her yerde genel grev yaparak sistemi çökertmelidirler.
Sendikalar tabanın sesine göre siyasi duruşunu belirlemelidir.
Sendikalar basın gücüyle siyaseti etkilemelidirler.
Sendikalar siyasi partilere eşit mesafede olmalıdır.
Sendikaların Siyasi Yöntemleri ile Đlgili Sorulara Kıbrıs Türk
Toplumunun Yanıtları.
Grafikte ki Sorular sendikacılık siyaset ilişkisine Kıbrıs Türk toplumunun
nasıl baktığına yönelik sorulardır. Đşte bu ilişkiler örüntüsünde özellikle sendikaların
siyasi yöntemleri ile ilgili olan bu maddelerin genel değerlendirmesinde bu maddeler
bir arada Grafik 4.’den de görüldüğü gibi % 62,27 aralığında ne katılırım ne
katılmam aralığına algılandığı gözlemlenmektedir. Genel anlamda Kıbrıs Türk
toplumunun bu ilişkiyi olası gördüğü yorumu yapılabilir. Soru analizine geçecek
71
olursak Kıbrıs Türk toplumu sendikalar belirli görevlerdeki seçilmiş kişilerle özel
ilişkiler kurmalıdır maddesine % 59,89’luk bir oranda ne katılırım ne katılmam
ayağında algılamıştır. Kıbrıs Türk toplumu bu ilişkiyi de reddedmemiş ve olası
görmüştür. Sendikal hareketin karakteristik hareket tarzlarından biri de sendikaların
siyasal arenadaki hareket tarzıdır. Sendikaların siyasi parti kurup mücadelelerini
siyasi platforma bu yolla taşıma fikri Kıbrıs Türk toplumuna sorulduğuna tablodan
da anlaşılacağı üzere Kıbrıs Türk toplumu % 51,95 oranı ile katılmamaktadır. Burada
gözlenen sonuç Kıbrıs Türk toplumunun sendikaların siyasi parti kurup mücadeleyi
bu tarzda siyasallaştırmasına olumsuz baktıklarıdır. Buna paralel bir diğer siyasal
hareket tarzı olan genel grevler yaparak sistemi çökertme yöntemine de Kıbrıs Türk
toplumu tablodan da görülebileceği gibi % 41,51 oranında katılmam aralığında
gözlenmiş ve bu yönteme karlı bir şekilde olumsuz bir tutum belirmişlerdir. Her iki
soruya da baktığımızda ne siyasal parti kuruma ne de genel grevlerle sistemi
çökertme tarzları Kıbrıs Türk Toplumu tarafından kabul edilen siyasal hereket
tarzları değildir. Bir diğer siyasal hareket tarzı olan sendikaların tarafsız kalıp güncel
politikalar benimsemesi gerektiği hareket tarzı ise Kıbrıs Türk toplumunda %74,14
oranında katılırım aralığında gözlenmiştir. Bu da göstermektedir ki Kıbrıs Türk
halkına göre sendikalar için tarafsız siyaset daha uygun ve kabul edilir bir
siyasal yöntemdir. Buna paralel sendikalar siyasi partilere eşit olmalıdır sorusu da
Kıbrıs Türk halkı tarafından yine % 74,58 oranı ile katılırım aralığında çıkarak
yukarıdaki yorumu yani Kıbrıs Türk sendikaların siyasi arenada partisel alanda
tarafsız kalması gerektiğini benimsemiş ve bunun olumlu bulmuştur. Kıbrıs Türk
halkının olumlu bulduğu ve katıldığı bir diğer yargı da sendikaların siyasi duruşlarını
tabanın sesine göre almalarının gerektiğine olan inançlarıdır. Tablodan da
72
görülebileceği gibi bu yargı % 69,42 oranında katılırım aralığında gözlenmiştir.
Kıbrıs Türk halkının bu tutumu sendikaların lider hegomonyasıda idare edilmesi
yerine demokratik bir şekilde tabandan kaynaklanan taleplerle yönetilmesi
gerektiğine duyulan inançtan kaynaklanır. Kıbrıs Türk halkının çekimser kaldığı bir
diğer nokta da sendikaların basın yolu ile siyaseti etkilemeleri ihtimalidir. Grafik
8’den de görülebileceği gibi Kıbrıs Türk toplumu sendikalar basın yolu ile siyaseti
etkilemelidir maddesine % 61,82 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında
inandıkları gözlenmiştir.
Tablo 2: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Kıbrıs’ta Siyasi Partiler Oylarını
Arttırmak
Amacıyla
Seçim
Dönemlerinde
Aday
Listelerinde
Sendikacılara da Yer Veriyorlar mı? Konusundaki Görüşleri (Soru # 1).
Frekans (n)
%
Tamamen katılıyorum
3
7,50
Katılıyorum
26
65,00
Ne katılırım ne katılmam
3
7,50
Katılmıyorum
6
15,00
Hiç katılmıyorum
1
2,50
F.Y./C.Y.
1
2,50
Toplam
40
100,00
3,62
72,31
Tablo 2.’den de takip edilebileceği gibi, sendikal mücadele siyasi alanla iç içe
olmuş bir mücadeledir. Bu mücadelenin doğal sonucu olarak özellikle göz önünde
olan sendikacıların önemli bir siyasi potansiyelleri oluşmaktadır şöyle ki sendikal
mücadele sırasında geniş üye tabanına ulaşabilen sendikacı kamuoyundaki
mücadelede de tanınmış bir sima olmaktadır. Bu durum ise sendikacıyı önemli, siyasi
73
potansiyele sahip kılmaktadır. Pek doğal bir başka sonuç da bu siyasal potansiyelden
kendi mücadelesinde yararlanmak isteyen siyasal partilerin seçim dönemlerinde aday
listelerinde sendikacılara yer verme isteği ve eğilimidir. Đşte buna yönelik bir soru
olan Kıbrıs’ta siyasi partiler oylarını artırmak amacı ile seçim dönemlerinde aday
listelerinde sendikacılara yer verirler sorusudur. Bu soruya Kıbrıs Türk sendika
liderleri % 72,31 oranında katılırım aralığında bakıldığı gözlemlenmektedir. Bu da
gösterir ki Kıbrıs Türk sendika liderleri Kıbrısta siyasi partilerin oylarını artırmak
amacıyla aday listelerinde sendikacılara da yer verdiklerine inanmalarıdır. Bu sonuç
dikkat çekicidir ve bu ilişkilerin varlığını gösterir.
Tablo 3 : Kıbrıs Türk Toplumunun, “Kıbrıs’ta Siyasi Partiler Oylarını Arttırmak
Amacıyla Seçim Dönemlerinde Aday Listelerinde Sendikacılara da Yer
Verirler” Sorusuna Yanıtları (Soru # 2).
Frekans (n)
%
Tamamen katılırım
14
3,70
Katılıyorum
228
60,60
Ne katılırım ne katılmam
22
5,90
Katılmıyorum
66
17,60
Hiç katılmıyorum
1
0,30
F.Y./C.Y.
45
12,00
Toplam
376
100,00
3,57
71,36
Grafikte irdelenen soru Kıbrıs’ta siyasi partiler oylarını artırmak amacı ile
seçim dönemlerinde aday listelerinde sendikacılara yer verirler maddesidir. Tablo
3.’den de görülebileceği gibi bu maddeye Kıbrıs Türk toplumu % 71,36 oranında
74
katılırım aralığında bakıldığı gözlemlenmektedir. da gösterir ki Kıbrıs Türk halkı
Kıbrıs’ta siyasi partilerin oylarını artırmak amacıyla aday listelerinde sendikacılara
da yer verdiklerine inanmalarıdır. Gerek Kıbrıs Türk sendika başkanları gerekse
Kıbrıs Türk toplumu siyasal partilerin sendikacıları oylarını artırmak için aday
listelerine koyduklarına inandıklarıdır. Bu durum sendika- siyaset ilikisinin kamuoyu
nazarında gayet canlı algılandığının hatta yadırganmadığının göstergesidir.
Tablo 4: Kıbrıs
Türk
Sendika
Başkanlarının,
Sendikaların
Yönlendirildiği
Konusundaki Görüşleri.
Frekans (n)
%
Kıbrıs Türk Sendikaları Siyasi Güçler Tarafından Yönlendiriliyor (Soru # 3).
Tamamen katılıyorum
1
2,50
Katılıyorum
10
22,50
Ne katılırım ne katılmam
12
30,00
Katılmıyorum
16
42,50
Hiç katılmıyorum
1
2,50
Toplam
40
100,00
2,85
57,00
Kıbrıs Türk Sendikaları Ekonomik Güçler Tarafından Yönlendiriliyor (Soru # 4).
Katılıyorum
2
5,00
Ne katılırım ne katılmam
4
10,00
Katılmıyorum
29
72,50
Hiç katılmıyorum
5
12,50
Toplam
40
100,00
2,08
41,50
Sendikal mücadelede önemli bir tartışma konusu olan müdahale, güdüm ve
yönlendirme konusunda Kıbrıs Türk sendika başkanlarının görüşleri Tablo 4.’de
75
karşılaştırılmaya çalışılmıştır. Günümüzde literatürde sendikaların mücadelesinin
güdümlü olup olmadığı bu gücün siyasi ve ekonomik çevreler tarafından kullanılıp
kullanılmadığı önemli bir meseledir. Sendikalar burjuva egemen sınıfının, kendi
egemenliklerini devam ettirmek için yönlendirip, güdülediği hatta bazen var ettiği
uydu örgütlermidir? Sendikalar farklı mücadele yöntemleri ile işçi sınıfının gücünü
bölüp egemen sınıfa hizmet mi etmektedirler? Sosyal, politik ve ekonomik
sömürünün devamını mı sağlamaktadır? Đşte bu tartışmalar kitle iletişim araçlarının
geliştiği ve yönlendirmenin daha rahat yapılabileceği bir ortamda hala tatışma
zeminini korumaktadır. Bu meseleye yönelik Kıbrıs Türk sendika başkanlarımıza
sorulan sorularda grafikte de görülebileceği üzere genel anlamda Kıbrıs Türk
Sendika başkanlarının siyasi ve ekonomik alanlardaki yönlendirmenin olduğuna
yönelik inançları % 49,25 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında olduğu
gözlenmiştir. Anılan amaç çerçevesinde madde bazında baktığımız zaman özellikle
siyasi yönlendirmenin varlığına olan inancın % 57,00 oranında ne katılırım ne
katılmam aralığında olması dikkat çekicidir. Ekonomik yönlendirme olduğuna dair
sendika başkanlarında var olan inanç ise % 41,50 oranında katılmıyorum aralığında
algılanmıştır. Hatta siyasi yönlendirmenin ne katılırım ne katılmam aralığında
çıkmasına rağmen oranın yüksekliği oldukça dikkat çekicidir. Bu durum da net
olarak kabul edilmesede, bir siyasi yönlendirmenin varlığının kabulu olarak da
yorumlanabilir. Demokratik bir süreçte sendika siyaset ilişkisinin canlı olması
normal karşılanmalıdır. Gerek sendikaların gerekse siyasalpartilerin demokratik
sınırlar çerçevesinde birbirlerini yönlendirmeleri bu yüzden Kıbrıs Türk senika
başkanları ve Kıbrıs Türk toplumu tarafından olası karşılanmışır. Ayni durum
76
ekonomik yönlendirmede olumsız karşılanmış ve demokratik sınırlar içerisinde
görülmemiştir.
100
84
64,91
68
X
68,09
68,20
61,08
62,26
2
3
52
36
20
Genel
ortalama
1
4
1. Kıbrıs Türk sendikaları siyasi güçler tarafından yönlendiriliyor
2. Kıbrıs Türk sendikaları ekonomik güçler tarafından yönlendiriliyor.
3. Kıbrıs Türk sendika yöneticileri bu görevlerinden dolayı haksız yere ekonomik çıkar elde
ederler.
4. Kıbrıs Türk sendika yöneticileri bu görevlerinden dolayı haksız yere siyasi çıkar elde ederler.
Grafik: 5. Kıbrıs Türk Toplumunun, Kıbrıs Türk Sendikal Hareketinde Sendikaların
Yönlendirilmesi ve Sendika Başkanlarına Olan Güvenleri.
Kıbrıs Türk sendikal hareketinde sendikaların yönlendirilmesi ve sendika
başkanlarına olan güven maddelerinin birlikte değerlendirilmesi Grafik 5.’de
görülebilir.
Bu
maddeler
olumsuz
yargı
bildiren
maddeler
olup
tersten
değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Kıbrıs Türk halkı sendikaların yönlendirilmiş bir
hareket içerisinde olabileceğine ve sendika başkanların güvensiz olabileceklerine
yönelik maddelere % 64,91 oranında ne katılıyorum ne katılmıyorum aralığında
kabullenmiştir. Bu da Kıbrıs Türk sendikaları ve başkanlarına yönelik bu olumsuz
yargıları benimsemediği sonucunu çıkarır. Ancak buradaki değerin çekimser bir
tutum olması dikkat çekicidir. Sendikal mücadelede müdahale, güdüm ve
yönlendirme önemli bir tartışma konusudur. Günümüzde literatürde sendikaların
77
mücadelesinin güdümlü olup olmadığı bu gücün siyasi ve ekonomik çevreler
tarafından kullanılıp kullanılmadığı önemli bir meseledir madde bazlı analizlere
gelince Grafik 5.’den de görülebileceği üzere Kıbrıs Türk toplumu Kıbrıs Türk
sendikaları siyasi güçler tarafından yönlendiriliyor şeklindeki yargıya % 68,20
oranında katılıyorum aralığında bir tutum ortaya koymuştur. Siyasi yönlendirme
sendikal mücadelede güven sarsıcı bir unsurdur. Sendikal mücadele ekonomik alanda
olduğu kadar siyasi alanda da paralel bir mücadeledir. Marx sınıfsal kalkınmanın
kaldıracı olarak gördüğü sendikalara siyasi mücadeleyi de işaret etmiş ve sınıfsal
kalkınmanın ancak bu şekilde olabileceğini belirtmiştir. Siyasal yönlendirmenin
varlığının kabulu demokrasi sınırlarında olası olarak algılanmıştır. Ancak bu
yönlendirmenin ekonomik çevreler tarafından yapıldığı sorusuna ise Grafik ‘den de
görülebileceği gibi % 61,08 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında tutum
gözlenmiştir. Bu bulgu Kıbrıs Türk toplumunun sendikalara karşı ekonomik
çevrelerce yönlendirilip yönlendirilmediği konusunda kararsız kalıp çekimser bir
tutum sergilediğini göstermektedir. Yani Kıbrıs Türk toplumu ekonomik çevrelerin
yönlendirmesi yoktur dememektedir ancak vardır da dememektedir. Kıbrıs Türk
sendika yöneticileri bu görevlerinden dolayı haksız yere ekonomik çıkar elde eder
şeklindeki yargıya da % 62,26 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında tutumu
gözlemlenmektedir. Buna paralel Kıbrıs Türk sendika liderleri bu görevlerinden
dolayı haksız yere siyasi çıkar elde eder şeklindeki yargıya ise % 68,20 ile katılırım
aralığında bir tutum gözlenmiştir. Kuşkusuz bu maddelerin içerdiği yargılar ağır ve
sert yargılardır. Kıbrıs Türk sendika başkanlarına duyulan güvenin ve tutumun
anlaşılabilmesi için önemli sonuçları bünyesinde barındırır. Bu bağlamda Kıbrıs
Türk sendika başkanlarındın bu görevlerinden dolayı haksız yere ekonomik çıkar
78
elde ederler şeklindeki çok ağır bir yargıya bile çekimser kalmaları düşündürücüdür.
Belki bu yargıya katılmamışlardır ancak böyle ağır bir yargıya olumsuz bir tutum da
geliştirmemiş ve ihtimalleri eşit kılmıştır. Araştırmacı bu konuda güvensizlik olarak
değerlendirmiştir. Buna paralel siyasi çıkar noktasında Kıbrıs Türk halkı sendika
başkanlarının bu görevleri ile ilgili haksız yere siyasi çıkar elde ediyor olduklarına
olumlu tutum belirtmiş ve buna katıldığını belirtmişlerdir. Bir de hak mücadelesi
yapan ve bir sınıf veya kesimin çıkarları için mücadele edilen bir mücadele alanında
bu durum hiç kabul edilebilir değildir. Ancak Kıbrıs Türk halkının bu konudaki
yargıları oldukça önemli ve düşündürücüdür.
79
BÖLÜM V
5. ‘Annan Planı’ Sürecinde ve Sonrasında Kıbrıs Türk Sendikalarının
Pozisyonu
Yarım asırlık Kıbrıs sorununun en önemli dönüm noktalarından birisi “Annan
Planı” isimli BM, ABD ve Đngiliz patentli çözüm planının adada yaşayan iki halkın
onayına referandumla sunulmasıdır (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanlığı,
2004: 1-6). 2004 yılında referanduma sunulan bu planın hazırlık safhası yaklaşık 4
yıl sürmüştür. 2000 yılından itibaren süreç yoğunluk kazanmış ve Kıbrıslı Türklerin
sivil toplum örgütleri bu süreçte önemli bir rol oynamıştır.
Süreçte önemli ve aktif bir rol oynayan sivil toplum örgütlerinin yer aldığı
“Bu Memleket Bizim Platformu”nda yer alan sendikalar bu oluşumun ana
omurgasını oluşturmuşlardır. Bu oluşum Kıbrıs Türklerinin tarihlerindeki bir ilki
gerçekleştirerek, devletten bağımsız bir harekette sürece müdahil olmalarını
sağlamıştır.
Yaklaşık 200 bin kişilik nüfusa sahip Kıbrıslı Türklerin on binlercesinin
meydanlara doluşması Kıbrıslı Türklerin siyasal tarihinde önemli bir dönüm noktası
olmuştur. Sendikaların bu dönemdeki rolünü ve bu kitlesel hareketlerin neden
gerçekleştiğini sağlıklı bir şekilde tahlil edebilmek için bu dönemde ve öncesinde
yaşanan ekonomik, siyasal ve sosyal olaylara göz atılması kaçınılmazdır.
80
5.1. Annan Planı Referandumu Öncesi KKTC’deki Ekonomik Durum ve
Đlerleyen Toplumsal Huzursuzluk
KKTC ekonomisi geçtiğimiz yıllarda kronikleşmiş iç sorunlar, dış
etkenlerden kaynaklanan sorunlar, ekonomik istikrar programlarının tam olarak
uygulanamaması, yasal ve kurumsal altyapı eksiklikleri ve art arda yaşanan mali
krizler
neticesinde
istikrarlı
olamamış
ve
hedeflenen
büyüme
trendini
yakalayamamıştır. Ekonomi kimi zaman yüksek büyüme oranları yakalamasına
rağmen süreklilik arz edememiş ve pek çok dönemde küçülme göstermiştir. Temel
ekonomik göstergelerden enflasyon, bütçe açığı ve dış ticaret açığı yüksek oranlarda
süreklilik göstermiştir. Fert başına milli gelir kimi zaman azalmasına rağmen Dolar
bazında küçük artışlarda olmuştur. Ancak bu artışlar yine de Avrupa Birliği ve diğer
gelişmiş ülkelerin ortalamalarının gerisinde bir seyir izlemiştir.
1974 yılından KKTC’nin kuruluş yılı olan 1983 yılına kadar olan dönemde
Devlet Planlama Örgütünün (DPÖ) 1976 yılında kurulması ve 1977 yılında planlı
ekonomiye
geçiş
sürecinin
başlamasına
kadar
sağlıklı
istatistik
bilgisi
tutulmamaktaydı. 1976 yılından sonra tutulmaya başlanan istatistik bilgilerinden bu
dönemde yüksek enflasyon, istikrarsız büyüme, iç ve dış açık sorunlarının var olduğu
gözlemlenmektedir. 1984 yılında KKTC Merkez Bankasının kurulmasından sonra
genel ekonomik göstergelerden büyüme hızı, kişi başına düşen milli gelir pozitif
eğilimli olmasına rağmen iç ve dış borçlanma sorunu büyümekte, enflasyon oranının
ise % 40-70 oranına yaklaştığı görülmektedir. 1991’de küçülen ekonomi daha
sonraki iki yılda yüksek bir büyüme oranı yakalamış, 1994 krizi neticesinde yeniden
küçülen ekonomi 1995’ten sonra tekrar büyüme trendine girmiştir. Enflasyon
81
kronikleşmiş ve % 215’lere (1994 yılı) varan oranlara kadar yükselmiştir (DPÖ
Ekonomik Sosyal Göstergeler, 2004: 70-71). Đç ve dış borçlanma sorunu devam
etmesine rağmen Fert başına düşen milli gelir 1994 yılı hariç Dolar bazında artmaya
devam etmiştir (Tablo 5).
Tablo 5: KKTC’de 1991-1996 Dönemi Temel Ekonomik Göstergeler.
TEMEL GÖSTERGELER / 1991
1992
1993
1994
1995
1996
YILLAR
GSMH (Milyon $)
541.4
585.5
624.9
554.3
755.7
773.9
Reel Büyüme Hızı (%)
-5.3
7.8
5.9
-3.7
2.6
2.9
Fert Başına GSMH ($)
3,116
3,343
3,528
3,093
4,167
4,222
Enflasyon Oranı (%)
46.3
63.4
61.2
215.0
72.2
87.5
Bütçe Açığı (Milyon $)
60.8
49.5
46.7
29.4
83.7
32.0
Dış Ticaret Dengesi (Milyon $)
-248.6
-316.8
-309.4
-233.2
-298.8
-247.9
Đşsizlik Oranı (%)
1.41
1.00
0.75
0.92
0.98
1.16
Kaynak: Devlet Planlama Örgütü
4 Ekim 2000 tarihinde yürürlüğe giren ve 2003 yılı sonuna kadar
uygulanması düşünülen ekonomik istikrar programı, ekonomide ihtiyaç duyulan
yapısal değişimlerin sağlanmasını özellikle kamu açıklarının sürdürülebilir seviyeye
getirilmesini, bunun sonucunda kalkınma sürecinin başlatılmasını öngörmüştür;
ancak KKTC’deki 2000 yılı bankalar krizi ve Türkiye’de 21 Şubat 2001 krizi sonrası
geçilen dalgalı kur sistemi Ekonomik Đstikrar Programı’nda yer alan bazı önlemlerin
82
uygulanabilirliğini olumsuz yönde etkilemiştir. 1997 yılından 1999’a kadar yüksek
bir büyüme gösteren KKTC ekonomisi art arda meydana gelen krizler neticesinde
2000 yılındaki bankalar krizinin yarattığı olumsuz etki de eklenince durgunluk
sürecine girmiş ve 2001 yılındaki kriz neticesinde ekonomi küçülmüştür. 2002
yılından itibaren GSMH Dolar bazında artmış, reel büyüme hızı %10’nun üzerinde
gerçekleşmiştir (DPÖ Ekonomik Sosyal Göstergeler, 2004:44). Aynı dönemde fert
başına GSMH artmış, enflasyon oranı düşmeye başlamıştır. Đç açık düşmeye
başlamasına rağmen yüksek gerçekleşmiş, dış açık sorunu ise artış trendi ile
devamlılık göstermiştir (Tablo 6).
Tablo 6: KKTC’de 1997-2004 Dönemi Temel Ekonomik Göstergeler.
Temel Göstergeler / Yıllar
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
GSMH (Milyon $)
759.8
890.5
963.9
1,039.9 908.8
941.4
1,283.7 1,765.2
Reel Büyüme Hızı (%)
4.1
6.0
7.4
0.8
-5.4
6.9
11.4
15.4
Fert Başına GSMH ($)
3,763
4,361
4,666
4,978
4,303
4,409
5,949
8,095
Enflasyon Oranı (%)
81.7
66.5
55.3
53.2
76.8
24.5
12.6
11.6
Bütçe Açığı (Milyon $)
22.6
29.6
66.6
68.6
146.1
225.1
176.9
104.2
Dış Ticaret Dengesi (Milyon $)
-298.9 -377.1 -360.3 -374.5
-237.4 -264.2 -427.0 -791.1
Đşsizlik Oranı (%)
0.90
1.63
0.98
1.08
1.56
1.62
1.37
2004
1.70
Kaynak: Devlet Planlama Örgütü
1.Dış yardımlar ve Borçlanmalar hariç.
KKTC ekonomisi reel olarak istikrarsız bir büyüme hızına sahiptir. Đnişli
çıkışlı büyüme hızı ekonomi için belirsizlik yaratmakta ve geleceğe yönelik plan ve
83
programları olumsuz etkilemektedir. Büyüme hızının istenilen istikrardan uzak
olması, hedeflenen kalkınma hamlesine geçilememesinin en önemli nedenidir. 20032004 döneminde yakalanan %10’un üzerindeki büyüme hızı sürdürülebilir değerlerin
çok üzerinde olduğundan ekonomiye istikrar getirmesi çok güçtür. Ticaret ve turizm
gelirleri bazı yıllarda düşmesine rağmen genelde pozitif bir büyüme göstermiştir.
Tarım üretimi dalgalı bir seyir izlemiş ve 2001 yılına kadar da 1977 yılındaki
seviyesinin üzerine pek çıkamamıştır. Sanayi üretimi ise Ticaret ve Turizm gelirleri
gibi bazı yıllarda düşmesine rağmen genelde pozitif bir trend izlemiş özellikle 1997
yıllından sonra istikrarlı bir büyüme trendine girmiştir. 2001 yılı ve sonraki 3 yılda
Ticaret ve Turizm sektöründeki gelir miktarı diğer iki sektörün üzerinde artmıştır
(DPÖ Ekonomik Sosyal Göstergeler, 2004: 60). Enflasyon gelecek için belirsiz bir
ortam yaratmakta ve TL’ye olan güvenin ortadan kalkmasına neden olmaktadır.
KKTC’nin en önemli sorunu bu dönemde kronikleşmiş enflasyondur. Yıllardır
enflasyon %50 seviyelerinde seyretmekteydi. Đşsizlik oranı düşük seviyelerdeydi.
Ancak işsizlik oranının göç ve kayıt eksikliği nedenleriyle saptanan rakamlardan
daha fazla olduğu tahmin edilmektedir (Tablo 7).
84
Tablo 7: KKTC’de 1977-2002 Dönemi Enflasyon ve Đşsizlik Oranı.
Yıllar
Enflasyon Oranı (%)
Đşsizlik Oranı (%)
1977
-
2,90
1978
32,4
5,04
1979
77,7
4,04
1980
93,0
3,29
1981
42,8
2,94
1982
33,2
2,44
1983
33,8
2,15
1984
70,7
2,69
1985
43,0
2,23
1986
48,1
2,38
1987
43,0
1,79
1988
62,6
1,32
1989
51,8
1,10
1990
69,4
1,18
1991
46,3
1,41
1992
63,4
1,00
1993
61,2
0,75
1994
215,0
0,92
1995
72,2
0,98
1996
87,7
1,16
1997
81,7
0,90
1998
66,5
0,98
1999
55,3
1,08
2000
53,2
1,66
2001
76,8
1,63
2002
40,0
1,62
2003
1,37
2004
1,70
Kaynak: Devlet Planlama Örgütü
85
Dolar kurundaki değişim oranının en düşük olduğu 1990 yılında Dolar kuru
değişim oranı % 22.4 seviyesindedir. 1980 ve 1994 yıllarında % 100’ün, 1997 ve
2001 yıllarında ise % 80’in üzerinde bir artış gösteren dolar kuru değişim oranı
ortalama olarak % 61’lik bir değişim göstermiştir (DPÖ Ekonomik Sosyal
Göstergeler, 2004: 40). Buradan çıkarılacak en önemli sonuç Dolar kurundaki bu
yüksek oranlı değişimlerin kamuoyunda bir belirsizlik yaratması, satın alma gücünü
kaybeden TL’ye olan güvenin yitirilmesi ve enflasyonun körüklenmesidir.
Ambargolar altındaki KKTC ekonomisi yeterince ihracat yapamamaktadır. Ayrıca
yerli üretimin düşük seviyelerde kalması ve ithalata ağırlık verilmesi KKTC’nin
sürekli ve yüksek oranlarda dış ticaret açığı verilmesine neden olmaktadır. Dış ticaret
açığının GSMH’ya oranı genelde % 40 ve üzerinde seyretmekteydi. Sürekli dış açık
KKTC ekonomisinin gelişimini olumsuz etkilemekteydi. Đhracatın ithalatı karşılama
oranı sürekli olarak bir düşüş göstermiş ve % 10-15 seviyelerine kadar düşmüştü
(DPÖ Ekonomik Sosyal Göstergeler, 2004: 54-56). Bunun en önemli nedeni dışa mal
satımlarının istenilen seviyede olmaması ve sürekli ithalat artışlarıdır. Bu nedenle dış
açık süreklilik arz etmiş ve ekonomik kırılganlığı artırmıştı.
Dolar bazında fert başına düşen milli gelirde yıllar içerisinde genelde artış
gözlemlenmektedir (DPÖ Ekonomik Sosyal Göstergeler, 2004: 2-6), fakat fert başına
milli gelir her zaman için Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği ve diğer Gelişmiş Ülke
ortalamalarının oldukça altında kalmıştır (Tablo 8).
86
Tablo 8: KKTC’de 1977-2004 Dönemi Fert Başına GSMH.
Yıllar
Fert Başına GSMH ($)
Yıllar
Fert Başına GSMH ($)
1977
1444
1991
3116
1978
1463
1992
3343
1979
1556
1993
3528
1980
1561
1994
3093
1981
1435
1995
4167
1982
1361
1996
4222
1983
1305
1997
3763
1984
1274
1998
4361
1985
1498
1999
4666
1986
1757
2000
4978
1987
2009
2001
4303
1988
2043
2002
4409
1989
2513
2003
5949
1990
3447
2004
8095
Kaynak: Devlet Planlama Örgütü
KKTC ekonomisi sürekli olarak bütçe açığı veren bir yapıdadır. Kronik bütçe
açıklarının dolar cinsinden GSMH’ya olan oranı genelde %5’in üzerinde bir seyir
izlemiştir (DPÖ Ekonomik Sosyal Göstergeler, 2004: 40-44) Bütçe açıklarının
finansmanının mali sektörden ve Merkez Bankasından sağlanması sektörü ve Merkez
Bankasını olumsuz etkilemişti. Nakit sıkıntısı yaşayan bankalar reel kredi faizlerini
yüksek tutmakta, asli görevleri olan reel sektöre kredi yaratma, yatırımları teşvik
etme görevlerini yerine getirememekte ve böylece reel sektörün önü tıkanmaktadır.
Ayrıca, mali bünyesi zayıflayan Merkez Bankası piyasaları düzenleme görevini
yerine getirememektedir.
Kamu kesiminin GSYH içerisindeki payı, kamuda çalışan personelin toplam
çalışan nüfus içerisindeki payından her yıl için daha düşüktür. Bu da bize kamu
87
kesiminin verimsiz çalıştığını göstermektedir. Kamuda çalışan nüfus ortalama %20
seviyelerindeyken kamu çalışanlarının GSYH üretimine katkıları özellikle son
yıllarda %16 seviyelerine kadar düşmüştü (DPÖ Ekonomik Sosyal Göstergeler,
2004: 76). Yani verimsiz çalışanların oranları artmaktadır (Tablo 9).
Tablo 9: KKTC’de 1977-2001 Dönemi Kamu Hizmetlerinin GSYH Payı Ve Kamu
Hizmetinde Çalışan Nüfusun Çalışan Nüfus Đçerisindeki Payı.
Yıllar Kamu Hiz. Kamu Hiz. Çalışan
Yıllar
Kamu
Kamu Hiz. Çalışan
GSYH
Nüf.’un çalışan Nüf.
Hiz.
Nüf.’un çalışan Nüf.
Payı
Đçerisindeki Payı
GSYH
Đçerisindeki Payı
Payı
1977
19,9
29,1
1991
19,3
22,4
1978
16,4
28,8
1992
18,7
21,9
1979
16,3
30,7
1993
18,7
21,7
1980
16,0
30,1
1994
22,0
21,9
1981
17,4
30,7
1995
20,6
21,7
1982
15,9
30,8
1996
19,5
21
1983
16,2
22,7
1997
19,2
20,4
1984
17,4
22,6
1998
21,4
20,5
1985
14,7
23,5
1999
22,6
20,2
1986
17,8
22,9
2000
24,0
20,2
1987
16,6
22,8
2001
18,6
20,0
1988
16,2
22,6
2002
19,7
19,4
1989
14,7
22,1
2003
21,6
18,8
1990
16,9
22,3
2004
20,8
18,4
Kaynak: Devlet Planlama Örgütü
88
Verimsiz çalışan kamu kesimi yeterli kaynak yaratamadığından yıllar
içerisinde bütçe açıkları vermektedir. Bu açıklar Merkez Bankası avansları ile kamu
kurum
ve
kuruluşlarına
kullandırılan
Banka
plasmanları
ile
kapatılmaya
çalışıldığından mali piyasaların gücü zayıflamakta, reel faizler yükselmekte ve reel
sektör yeteri kadar fonlanamamaktadır. Bahsedilen diğer temel ekonomik
büyüklüklerin de zayıf olması ekonomideki kırılganlığı artırmakta ve KKTC
ekonomisinin krizlerden ağır bir şekilde etkilenmesine neden olmaktadır. KKTC
ekonomisinde dönüm noktası oluşturan gerek iç gerekse dış dinamiklerden
kaynaklanan 5 büyük kriz dönemi yaşanmıştır (Tablo 10). Kriz dönemlerinde
ekonomik daralmalar büyük oranlı gerçekleşmiş ve arzulanan ekonomik atılımlar
gerçekleştirilememiştir.
Tablo 10: Geçmişten Günümüze KKTC’de Meydana Gelen Ekonomik Krizler Ve
Bu Krizlerin Ekonomik Daralma Üzerindeki Etkisi.
Yıllar
GSMH Artış (%)
Açıklama
1981
-7.5
1980 Yılı Develüasyonu
1991
-5.3
Asil Nadir’in Đflası
1994
-3.7
ABAD Kararları ve 1994 Develüasyonu
2000
-0,6
Ekonomik Kriz
2001
-5,4
Ekonomik Kriz ve 2001 Develüasyonu
Kaynak: KKTC Merkez Bankası
KKTC’de bankacılık sektörünün faaliyetleri 1974 öncesinde oldukça sınırlı
iken 1974 sonrasında gelişmeye başlayan bankacılık faaliyetleri dolayısı ile banka
sayısında artışlar gözlemlenmiştir. Bu artışlar Türkiye kökenli kamu bankalarının
89
KKTC’de şube açmaları ve işadamlarının kendi özel bankalarını kurmaları ile devam
etmiştir. Mali istikrarsızlığın en önemli nedenleri; mevcut mevzuatın sektörün
ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalması, çok fazla sayıda ve küçük ölçekli
bankaların sektöre girmesi, asgari sermaye miktarının çok düşük bir seviyede
düzenlenmiş olması, aktif kalitesinin az olması, kanuni takibe intikal etmiş kredilerin
fazla ve bunlara ayrılan karşılıkların yetersiz olması, kamu açıklarının kapatılması
amacıyla bankaların ve Merkez Bankasının nakit kaynaklarını kullanması ve bu
paraların geriye dönüşünün zor ya da hiç olmaması nedeniyle söz konusu
kuruluşların mali bünyelerinin zayıflatılması ve sektör üzerindeki etkinliklerinin
azaltılması gösterilebilir.
Bankalar krizinin en temel 3 nedeni olarak kırılgan ekonomik yapı, kırılgan
mali sektör ve zayıf Merkez Bankası otoritesi konuları sıralanabilir.
Ülke ekonomisinin reel büyüme hızının aşırı dalgalı olması belirsiz bir ortam
yaratmakta ve geleceğe yönelik yatırım kararlarını olumsuz etkilemektedir. Kamu
haricinde çalışan nüfusun % 35’ten fazlası Ticaret-Turizm, Sanayi ve Tarım
sektörlerinde istihdam edilmiştir (DPÖ Ekonomik Sosyal Göstergeler, 2004: 76).
Ancak bu sektörlerin yıllar içerisinde arzulanan GSMH katma değeri yaratamamaları
ekonominin istenilen düzeyde büyüme gerçekleştirmesine engel olmuştur. Kronik
enflasyon sorunu yıllarca ekonominin en önemli sorunu olmuş, enflasyon TL’nin
satın alma gücünü düşürdüğünden TL’ye olan güven yitirilmiş, belirsizlik yaratan
enflasyon ortamında faizler aşırı yüksek olduğundan yatırımcıların yatırım kararları
alması güçleşmiş ve ekonomik yatırımlar durmuştur. 1980, 1994 ve 2001 yıllarında
90
yaşanan yüksek devalüasyonlar ve diğer yıllardaki % 60-65 dolayındaki Dolar kuru
artışları TL’nin hızla erimesine ve enflasyonun daha da artmasına neden olmuştur.
Dış ticaret açığının GSMH’ya oranı yüksektir, ayrıca tasarruf tedbirlerinin
yetersizliğinden yıllardır yatırımlar yurtiçi tasarrufların üzerinde bir seyir izlemiştir.
Bu nedenle yatırımlar dış kaynaklardan finanse edilmektedir. Sürekli ortaya çıkan iç
ve dış açık ise ekonominin kırılganlığını artırmaktadır. Bütçe Açıkları’nın GSMH’ya
oranı genelde %10 civarındadır. Bütçe Açıkları KKTC’nin para basma olanağı
olmadığından, Merkez Bankasından çekilen avanslar ya da mali piyasalardan
borçlanma yolu ile kapatılmaya çalışılmıştır. Bunun neticesinde yüksek reel faizler,
mali bünyesi zayıflamış Mali Sektör ve Merkez Bankası yaratılmıştır.
Kamu kesiminin Borç Stok’u fazladır. Aşırı Borç Stok’u Kamunun kaynak
yaratmasını engellemekte ve yeni yatırımlara olanak vermemektedir. Bunun
neticesinde ekonomi istenilen seviyede büyüyememektedir. Kaynağı olmadan tarım
sektörüne transferler yapılmış, erken emeklilik imkanları ile kamunun yükü artırılmış
ve geçmiş yıllarda seçim dönemlerinde yüksek reel maaş artışları yapılmıştır.
KĐT’lerin populist yönetimlerle zarar ettirilmeleri, Kamu borçlarına yüksek reel faiz
tahakkuk ettirilmesi ayrıca 1974 öncesi primleri ödenmemiş olmasına rağmen sigorta
kapsamına alınan hizmetler bütçe açıklarının en önemli nedenleri arasında
gelmektedir. Kamu Açıklarının en önemli nedenlerinden birisi de yıllardır Kamunun
GSMH’ya katma değerinin düşük, çalışan sayısının yüksek olması nedeniyle
memurların verimsiz çalışması ve Kamu finansman gereğinin yıllardır artarak
sürmesiydi. Geçmişten günümüzde Kamudan çek alan kişilerin sayısındaki artış bu
kişilerin nüfus içerisindeki oranının sürekli olarak artmasına neden olmaktadır.
91
Günümüzde 260.000 kişilik bir nüfusta Kamudan çek alan yaklaşık 60.000 dolayında
kişinin oluşturduğu %28.3’lük oran çok büyük bir orandır (DPÖ Đstatistik Yıllığı,
2004: 138). Bu nedenle Kamu sürekli olarak açıklarını kapatmak için daha önce
belirtilen kaynaklardan borçlanmakta ve borç stoku sürekli olarak yüksek seviyelerde
seyretmekteydi.
KKTCde bankacılık sektörünün analizi yapıldığında mevcut duruma
gelinmesindeki temel sorunlar dört başlık altında toplanabilir. Bu sorunların başında
1990’lı yıllardan itibaren, banka kurma şartlarının kolay olması sonucu, banka kurma
girişimlerinin ivme kazanması ve banka sayısındaki hızlı artışa rağmen sistemde
yeniliğe ve yapılanmaya gidilmemiş olmasıdır. Ekonomik ortamın bozuk olması
(yüksek enflasyon, siyasi güvensizlik, uzun vadeli tahminde bulunamama) bankacılık
sektörünün gerçek faaliyetlerini engellemiş, sistem reel sektörü fonlamaktan çok
kamu kesimine borç veren bir yapıya dönüşmüştür. Mali sektörün düzenlenmesi ve
denetlenmesi siyasi otoritenin kararlarına bağlı olduğu halde ilgili yasal
düzenlemelere gidilmemiş ve zamanında gereken tedbirler alınmamıştır. Bazı
bankaların bankacılık hizmetleri dışında farklı alanlarda da faaliyette bulunmaları bu
bankaların mali gücünü zayıflatmaktadır. Kooperatif bankalarının, bankacılık
mevzuatından kaynaklanan yükümlülüklere tabi olmadan, bankacılık faaliyetleri
yürütmesi sonucu, haksız rekabete neden olması ve sektördeki dengelerin bozulması,
sistemin önemli sorunlarından biridir. Bankacılık kesiminin en önemli sorunları
arasında özsermayelerinin uluslararası kriterlere göre çok düşük seviyede olması
nedeniyle krizlere karşı savunmasız bir yapı oluşturması, bankaların aile şirketi
şeklinde kurulması ve banka kaynaklarını kendi işlemlerinde kullanmaları, kredilerin
büyük oranda grup kredisi olarak kullandırılması ve bu kredilerin geriye
92
dönüşlerinde mevcut yasal düzenlemelerden dolayı sıkıntı yaşanması sayılabilir.
Sonuç itibarı ile bankaların aktif kaliteleri oldukça zayıflamıştır. Tüm bunlara
ilaveten genelde bankaların kendi iç kontrol mekanizmalarını oluşturmamaları ileriye
yönelik risklerin göz ardı edilmesine neden olmuştur. Bankaların açık pozisyon
taşımaları ve bu gibi risklerden korunma mekanizmalarının olmayışı kriz için
elverişli bir ortam ve kırılgan bir bankacılık sektörü yaratmıştır. Likidite ve faiz riski
taşıyan bankacılık sektörü, Şubat Krizi sonrası TL’nin dalgalanmaya bırakılması ile
kur riski kayıpları ve yükselen faizlerle bilançolardaki olumsuzluklar ile de karşı
karşıya kalmıştır. Ülkedeki ekonomik ve siyasi istikrarsızlık neticesinde mevduat
vadeleri kısalırken, kısa vadeli borçlar yatırımcıya uzun vadeli kredi olarak
verilmiştir, bunun neticesinde vade uyuşmazlığı sorunu ortaya çıkmıştır. Mali
sektörü düzenleme yetkisi Bakanlıkta toplanmış, denetleme de ise hem Merkez
Bankası hem de Bakanlık yetkili kılınmış ancak, nihai karar merci Bakanlık yani
siyasi otorite olmuştur. Bu durumda mali sektörün düzenlenmesi ve denetlenmesi
siyasi otoritenin kararlarına bağlı hale gelmiştir. Ayrıca ilgili yasal düzenlemelerde
de yetersizlikler olduğu halde zamanında gereken tedbirlerin alınması yoluna
gidilmemiştir. Merkez Bankalarının kaynaklarının en önemli kalemini emisyon
oluşturmaktadır.
Ancak
KKTC
Merkez
Bankası
bu
fonksiyonu
yerine
getirmediğinden, yükümlülüklerinin önemli bir kısmı yabancı kaynaklardan
oluşmaktadır. Bu da yabancı kaynağa dayalı bilanço yapısında varlıkların büyük
oranda likit kalemlerden oluşmasını gerektirmektedir. Merkez Bankasının bilanço
yapısına bakıldığında ise kaynaklarının önemli bir bölümünün kamu finansmanında
kullanıldığı ve geri ödemelerin sınırlı kaldığı veya hiç yapılmadığı ortaya
93
çıkmaktadır. Bunun sonucunda Merkez Bankasının mali gücü zayıfladığından,
sektörde oluşabilecek herhangi bir probleme müdahale edebilme yeteneği azalmıştır.
Yukarıda belirtilen ana nedenlerden temeli zayıflayan sektör kırılgan bir
yapıya bürünmüş ve meydana gelebilecek küçük krizlere dahi karşı koyamayacak bir
duruma gelmiştir. KKTC’deki bankalar krizi 24 Aralık 1999 tarihinde Türkiye
Cumhuriyetinde Yurtbank A.Ş.’ye devlet tarafından el konulması ile birlikte, ayrı bir
tüzel kişilik olmasına rağmen ülkemizde ayni isimde faaliyet gösteren banka ile ilgili
mudiler arasında tedirginlik yaşanması ve bu tedirginliğin bir krize dönüşmesi ile
başlamıştır. Eşzamanlı olarak kamuoyunda bir panik başlamış ve diğer bankalardan
da yoğun mevduat çekilişi talebi olmuştu. Bu talebi karşılayamayan mali bünyeleri
zayıflamış,
mükellefiyetlerini
yerine
getiremeyen
5
bankanın
(Yurtbank,
Everestbank, Kıbrıs Finans Bank, Hürbank ve Kıbrıs Kredi) yönetimi Bakanlar
Kurulu kararı ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmiştir.
Sözkonusu bankaların bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izinleri kaldırılarak
tasfiye süreci başlatılmıştır. Oluşan paniği yatıştırmak amacıyla Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu Yasasında yapılan değişikliklerle 7000 STG’ne kadar Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu güvencesi kapsamında olan bankalardaki tasarruf hesapları
2004 yılına kadar %100 güvence altına alınmıştır.
Hükümetin tüm önlemlerine, yatırımı teşvik için ayrılan kaynağın bankalara
aktarılmasına rağmen, bankalar sektöründeki sorun, “fiskos” haberlerinin de etkisiyle
tam olarak giderilememiştir. Ortalıkta dolaşan dedikoduların etkisi ile, mevduat
sahipleri bankalardaki paralarını çekmeye devam etmiş, bazı bankalar, mali
bünyesinde sorun olmadığını göstermek için, trilyonları masanın üzerine yığarak,
94
banka içinde mevduat sahiplerine sergilemiş, ortam bir süre durulmuş ancak, 8
Mayıs’ta, mali durumları zayıfladığı ve likidite sorunu yaşadığı için, Asil Nadir’in
sahip olduğu Kıbrıs Endüstri Bankası ile dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın
dünürü Salih Boyacı’nın sahibi olduğu Kıbrıs Kredi Bankası’nın yönetimine, devlet
el koymuş. Bakanlar Kurulu, iki bankaya devlet tarafından yönetici atanması ve
mevduat ödemelerinin 6 ay durdurulması yönünde karar almıştır. Son gelişme
sonucu paniğe kapılan halk, bankadaki paralarını çekme işlemini hızlandırınca,
Peyak Bankası, nakit sorunu yaşadığı gerekçesiyle kapatmış, hükümet, bankaya nakit
akışı yapmış ve bir gün sonra normal faaliyetlerine tekrar başlamıştır.
Hükümetin kendilerini kandırdığını savunan mudiler, hak aramak için daha
sonra yeniden sokağa dökülmüş, hak arama eyleminde, kimsenin beklemediği
gelişmeler yaşanmış ve halk 24.7.2000 tarihinde Cumhuriyet Meclisi’ni işgal ederek
tahrip etmiştir (Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 24, 2000: 10). Onuncu Yıl Parkı’nda
toplanan yaklaşık 2 bin mudi önce Cumhurbaşkanlığı binasına yürüyerek, bildiri
okumuş. Bildiride Cumhurbaşkanının hükümetle gerekli işbirliğini yaparak banka
zedelerin mevduatlarını geri alması için gerekli çalışmayı yapması istenmiştir.
Kızgın kalabalık daha sonra sloganlar atarak Cumhuriyet Meclisi binasına yürümüş.
Meclis’in bahçe kapısından içeri giren mudiler, binanın ana giriş kapısında polisin
engellemesiyle karşılaşmıştır. Meclis genel kurulunun yapıldığı sırada binaya gelen
mudiler, Genel Kurul Salonuna girerek ve Meclis kürsüsüne çıkmış, mudileri
temsilen Meclis kürsüsüne çıkan avukat Ali Rıza Görgüner, Başbakan Derviş
Eroğlu’nu görüşmek için Meclis’e çağırmıştır. Meclis’teki broşür ve kitapları yerlere
atan mudiler bu arada camları kırmış, ancak bazı kişilerin gözaltına alınmasından
sonra mudiler bu kez polisi, pet şişe, taş, yumurta ve kola kutusu yağmuruna
95
tutmuşlardır. Bunun üzerine polis Meclis binası önündeki göstericileri dağıtmak için
göz yaşartıcı bomba kullanmıştır. Bir polis aracını da ters çeviren eylemciler, Meclis
bahçesindeki milletvekili otomobillerine de zarar vermişlerdir.
KKTC’de yaşanan bu bankacılık krizinin topluma maliyeti yaklaşık
$200,000,000 olmuştu. Krize giren 6 bankada, 60 binin üzerinde mudi ve 120 trilyon
TL’nin üzerinde ise mevduat vardır (Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 25, 2000: 14-15).
Mali sektörün olumsuz yapısı ülke ekonomisinde derin yaralar bırakmıştır;
ancak bu ekonomik sıkıntılara uluslararası aktörelerin de katkısı vardır. 1994 yılında
Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın kararı buna bir örnek teşkil etmektedir. (Gökçekuş,
2008:4-7). KKTC’nin narenciye, patates ve konfeksiyon ihracatını engellemek için
Rumlar
tarafından
Đngiliz
Mahkemelerinde
dava
açılmıştır.
Đngiltere
Mahkemelerinde açılan bu davalar daha sonra, ABAD’a aktarılmış ve 5 Temmuz
1994’de ABAD’ın verdiği kararla narenciye ve patatesin AB üyesi ülkelere ihracı
yasaklanmış, Kıbrıs konfeksiyonuna da % 14 oranında gümrük uygulaması
başlatılmıştır. GSYĐH içerisindeki payı (% 9) yıldan yıla azalmakla beraber tarım,
yarattığı katma değer, istihdam payı (% 18), ihracat payı (% 32) ve diğer sektörlere
katkısı dolayısıyla KKTC ekonomisinin belkemiği olmuştur. Sanayi ürünleri
ihracatının da % 24’ü tarımsal kökenliydi, ancak ABAD kararları ve ihracatta sağlık
sertifikası sorunu gibi nedenler, tarım üretimi ve ihracatının azalmasına ve tarımda
çalışan nüfus payının düşmesine neden olur. 1993 yılında Kuzey Kıbrıs’tan AB’ye
yapılan ihracat yaklaşık $37 milyonu bulurken, sözkonusu karar neticesinde bu
rakam 10 yıl içerisinde $12.5 milyona düşmüştür (DPÖ Đstatistik Yıllığı, 2004: 223243).
96
KKTC ekonomisi bir ada ekonomisinin özelliklerini taşımaktadır. Doğal
kaynakların kısıtlı olması, ulaştırma ve enerji problemleri, bir ada ekonomisi
olmasından kaynaklanan en tipik sorunlardır. Bunlardan da önemli bir diğer sorun ise
Türkiye haricinde diğer ülkelerce tanınmamasından kaynaklanmaktadır. Türkiye ile
kurulan sıkı ekonomik ve siyasi ilişkiler, para birimi olarak TL’nin kullanılması,
KKTC ekonomisinin, gerek yapısal olarak, gerekse konjonktür dalgalanmaları
itibariyle Türkiye ekonomisinden etkilenmesine yol açmaktadır. 1990’lı yıllarda Asil
Nadirin iflası, ABAD kararları, peşi sıra gelen ekonomik krizler ambargo altında
küçük bir ada ülkesi olan KKTC’de telafisi uzun süre mümkün olmayan sorunlar
yaratmıştır.
Annan Planı’nın referandumu öncesinde, Kıbrıslı Türklerin ekonomisinin son
10 yılı bu genel çerçevede gelişmiştir. Ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların siyasete
ve toplumsal hayata yansımalarının olması kaçınılmazdır. Özellikle ortaya çıkan
ekonomik sıkıntılar Kıbrıslı Türklerin siyasal düşüncelerini yeniden şekillendirmiş,
Kıbrıslı Türklerin aktif bir şekilde toplumsal hareketlerde yer almasını sağlamıştır.
Siyasal baskılardan rahatsız olan ve Türkiye’nin kendi iradelerine saygı göstermesini
bekleyen Kıbrıslı Türkler bu beklenti ve taleplerini siyasal arenaya ilk kez taşımayı
başarmışlardır. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi dayatmalarından rahatsız olan
Kıbrıslı Türkler, Türkiye ile olan ilişkilerinin yeni bir boyut kazanması yönündeki
taleplerini yüksek sesle dile getirmeye başlamışlar, Kıbrıslı Türkler açısından
ekonomik sıkıntılardan çıkış yolu olarak da Avrupa Birliği üyeliği ön plana çıkmıştır.
97
5.2. Annan Planı Öncesi KKTC’deki Siyasal Durum
5.2.1. Koalisyonlar Dönemi ve Siyasal Đstikrarsızlık
11 Ekim 1975’te kurulan ve 1976-2005 dönemindeki seçimlerinin tamamına
katılan Ulusal Birlik Partisi (UBP), KKTC’nin temel siyasi partisi olma vasfını 14
Aralık 2003 hariç tüm milletvekilliği genel ve ara seçimlerinde birinci parti
olmasından almaktadır. Bu partinin ilk genel başkanlığını Rauf Raif Denktaş’tır.
Daha sonra Nejat Konuk, Osman Örek ve Mustafa Çağatay’ın genel başkanlığını
yaptığı bu partide genel başkan olan Derviş Eroğlu bu görevi 1983’den itibaren
devralmıştır.
6 Mayıs 1990’da yapılan parlamento seçimleri ve sonuçları 1990’lı yıllardaki
iç siyasal gelişmelerin yeniden şekillenmesinde bir dönüm noktasıdır. Yapılan
seçimlerde UBP 34 milletvekili ile mecliste önemli bir çoğunluk elde etmiş,
Toplumcu Kurtuluş Partisi, Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Yeniden Doğuş Partisi
seçimlere “Demokratik Mücadele Partisi” (DMP) adı altında katılmış ve 16
milletvekili çıkartmıştır. DMP’den seçilen 16 milletvekilinden 14’ü Cumhuriyet
Meclisi’nin ilk birleşimine, seçimlere Türkiye tarafından müdahale edildiği
gerekçesiyle katılmamışlar, 30 Haziran 1990’da toplanan Meclis Genel Kurulu,
oturumlara katılmayan 12 DMP milletvekilinin milletvekilliğinin düşürülmesi
yönünde Hukuk ve Sosyal Đşler Komitesi’nden gelen raporu 4’e karşı 33 oyla kabul
etmiştir. Böylece 50 kişilik Cumhuriyet Meclisi’nde 12 sandalye boş kalmış, bunun
üzerine 13 Ekim 1991’de ara seçime gidilmiş, CTP ve TKP ara seçimi de boykot
etmiştir. Seçime katılan 6 partiden UBP 11, Hür Demokrat Parti (HDP) ise 1
milletvekili çıkarmıştır (Aydoğdu, 2005: 46-48).
98
Ara seçimlere güçlü muhalif iki siyasal partinin girmemesi neticesinde
Mecliste UBP milletvekillerinden oluşan bir yapı ortaya çıkmıştır. Dönemin
Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş; Meclisin dışa yönelik görünümünde ters etki
yaratmaması ve tek parti ezici çoğunluğunun olmaması açısından UBP’nin de bu ara
seçimlere katılmaması yönünde UBP yönetimine dolaylı olarak telkinde bulunmuş
ancak UBP yetkilileri bu durumu kabul etmeyerek ara seçimlere katılmıştır.
Seçimler sonucunda 50 milletvekilinden oluşan KKTC Cumhuriyet
Meclisinde 45 milletvekili çoğunluğuna sahip olan UBP parti içerisinde, içten ve
dıştan kaynaklanan bölünme eğilimlerinin ön plana çıkacağı bir sürece girmiştir. Bu
durumu hisseden UBP Başkanı ve dönemin Başbakanı Derviş Eroğlu; parti
bünyesinde “Dokuzlar Hareketi” olarak adlandırılan grup içinde bu hareketin
nüvesini teşkil eden mevcut bakanları (Serdar Denktaş hariç) seçimlerden yaklaşık
üç ay sonra hükümet içerisinde yapmış olduğu değişikliklerle yeni Bakanlar
Kuruluna almayarak bu eğilimleri bir ölçüde törpülemeye çalışmıştır. Yeni Kurulan
Bakanlar Kurulunda görev alan Serdar Denktaş’ın 1992 tarihinde bu görevinden
istifa etmesi ile birlikte UBP içindeki bölünme su yüzüne çıkarak yeni bir parti
kurulması hazırlıkları başlamış ve sonuçta UBP’den ayrılan dokuz milletvekili Hakkı
Atun başkanlığında Demokrat Parti’yi (DP) 30 Temmuz 1992 tarihinde
kurmuşlardır.
Bu siyasal bölünmenin kökenlerine bakıldığında ideolojik bir ayrışmadan çok
kişisel kaygıların ağır bastığı ve daha derinde temel meselenin seçim boykotuyla
başlayan genel siyasi kriz olduğu anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Denktaş’ın
UBP’nin kurucusu olarak partiye hakim olma arzusu bu bölünmenin temel nedeni
99
iken onun tek adam-tek parti özelliği netleşmekte ve aynı zamanda görünür ve gayrimeşru hale gelmekte, krizi daha da derinleştirmektedir. Đdeolojik olmayan bu
bölünmenin sonuçları KKTC’de koalisyonlar dönemini açarken; siyasal istikrasızlık
ve çalkantılar 1990’lı yılların ve 2000’li yılların başında iç siyaset dünyasının temel
gerçeği olmuştur.
Bu koşullar altında, 1993’te erken genel seçimler yapılmıştır. UBP % 29 oy
oranı ile 17, 1992’de UBP’den ayrılanların kurduğu Demokrat Parti (DP) % 29.2 ile
15, CTP % 24.2 ile 13, TKP % 13.3 ile 5 milletvekilliği kazanmış, DP ile CTP
koalisyon hükümeti kurmuş, bu koalisyon hükümeti 3 kez bozulup kurulmuştur.
1996’da, Derviş Eroğlu’nun başbakanlığında UBP-DP koalisyonu kurulmuştur.
Partiler arası yapılan transferlerle, 6 Aralık 1998’deki genel seçimlerden önce UBP
17, DP 14, CTP 12, TKP 5 ve Yurtsever Birlik Hareketi de (YBH) 1 sandalyeye
sahiptir. Bir de bağımsız milletvekili bulunmaktadır (Aydoğdu, 2005: 53-54).
6 Aralık 1998’de yapılan genel seçimde UBP oy patlaması yaparken, DP ve
özellikle de CTP’nin oylarında azalma olur. Seçimde UBP % 40.33 oy oranıyla 24
milletvekili, DP % 22.61’le 13, TKP % 15.36 ile 7 milletvekili, CTP % 13.35 ile 6
milletvekili çıkarır. Seçimlerde birinci ve üçüncü olan partiler tarafından UBP-TKP
Koalisyon Hükümeti kurulur. Hükümetin kurulmasında ikinci parti olan DP ile
koalisyon arayışına gidilmemesinde en büyük etken önceki seçim sonrası DP-CTP
koalisyonu sırasında UBP’nin dışlanması kadar UBP ve DP parti tabanlarının
genelde aynı seçmen kitlesine hitap etmesi olduğu söylenebilir.
6. Eroğlu Hükümeti’nin TKP kanadının dış politika ve iç güvenlikle ilgili
konularda Cumhurbaşkanı ile uyumsuzluğu, hükümetteki UBP ile TKP arasındaki
100
görüş farklılığını ortaya çıkarmış ve bu uyumsuzluk hükümetin 2001 yılında sona
ermesinde etkili olmuştur. UBP-TKP koalisyon hükümetinin bozulması ve yerine
UBP-DP hükümetinin kurulması en sessiz gidiş geliş oldu. Denktaş’la Eroğlu’nun
arasındaki
anlaşmazlıklar
o
dönemde
de
kendini
göstermesine
rağmen
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, hiç sıkıntı çekmeden hükümeti kurma görevini
Eroğlu’na vermiştir. Halbuki Meclis aritmetiği, UBP dışında hükümet oluşumlarına
izin verir, ancak UBP-TKP koalisyonunun bozulup, UBP-DP koalisyonunun
gündeme gelmesi, iç politikadan ziyade dış politikayla bağlantılıdır. Kıbrıs
konusunda gelişmeler hızlanırken, tam uyumlu ve her türlü manevraya açık bir
koalisyon hükümeti, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş tarafından istenmiş ve bu istek
kabul görmüştür. Türkiye’nin UBP-TKP koalisyon hükümetine yeterince sıcak
bakmadığı ortaya çıkmış, bu duruma daha fazla dayanamayan UBP, ortağını
değiştirmeye karar vermiştir (Aydoğdu, 2005: 54-56). Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş,
dış politikadaki etkinliğine karşılık, iç politikada etkinsizliği kabullenemeyip DP’yi,
hükümet ortağı yapmak istedi. Aslında kurulan UBP-DP değil, UBP-Denktaş
koalisyon hükümetidir. Ancak UBP ve TKP Hükümetinin yıkılış gerekçeleri
ülkedeki genel siyasi atmosferin daha iyi anlaşılması için irdelenmesi gerekmektedir.
5.2.2. Asker-Sivil Yönetim Gerginliği
Đç siyasal gelişmeler açısından KKTC’de yaşanan bu dönemle ilgili olarak en
önemli gelişme asker ile sivil yönetim arasında yaşanan gerginliktir. UBP-TKP
koalisyon hükümeti programında olmamasına rağmen merkez sol ideolojiye sahip
koalisyonda turizmden de sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevi yapan TKP Genel
101
Başkanı Mustafa Akıncı, polisin ve itfaiyenin sivil otoriteye bağlanmasını sıkı sık
dile getirmiş, ancak dönemin Güvenlik Kuvvetleri Komutanı (GKK) Ali Nihat
Özeyranlı bu isteğe karşı çıkarak tartışmayı tırmandırmıştır.
Başbakan Yardımcısı Mustafa Akıncı, “Biz kendi kendimizi yönetmek
istiyoruz!”
şeklinde
bir
yaklaşım
içine
girmiş,
bunun
üzerine
dönemin
Cumhurbaşkanı Denktaş, askeri yönetimden yana tavır takınarak Akıncı’nın sözleri
karşısında Özeyranlı da “iç ve dış tehditlere karşı mücadele yürüttüklerini”
söyleyerek; “Đhanetin bir bedeli vardır, bu bedel devlet tarafından, yasalar tarafından
ödettirilecektir” demiştir (Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 1, 2000: 12-14). Bu sözlere
kimi “sol” partilerden şu yanıt gelmiştir: “Asker kışlaya dönsün!” “Sol” partilerin bu
tavrı üzerine Özeyranlı muhtıra niteliğinde bir konuşma yapmış, konuşmasında:
“Şayet toplumun gözü önünde devletin temellerine dinamit konulursa, yıkılmaya
çalışılırsa, GKK’dan önceki yetkililer, devlete sahip çıkmazsa, sahip çıkacak makam
milletin anayasayla görevlendirdiği GKK’dır. TSK generalinin boğazı dokuz
boğumludur, her aklına geleni söylemez ama yerinin geldiğine karar verirse
değerlendirmeyi yapar” (Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 1, 2000: 14). Polis Genel
Müdürlüğünün yeni merkez binasının açılış töreninde yapılan konuşmaya törende
bulunan Başbakan Yardımcısı Akıncı tepki göstermiş ve töreni terketmiştir. General
konuşmasına devam ederek; söylediği sözlerde ne kadar haklı olduğunu vurgulayıp
sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Demokrasiyi hazmetmelisiniz. Demokrasiyi abur
cuburla karıştırıp usulüne uygun yemez, elle yerseniz midenize oturur, karnınızı
şişirir, gaz yapar, sizi rahatsız eder, sonra rahatlayayım diye önce devlete sonra
kendinize zarar verirsiniz” (Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 1, 2000: 14). Özeyranlı’nın
bu “muhtırasına” Akıncı, “Komutan son günlerdeki demeçleriyle çizmeyi aşmıştır.”
102
diyerek “kendi kendilerini yönetmek istediklerini” bir kez daha dile getirmiştir (Türk
Ajansı Kıbrıs, Temmuz 2, 2000:11-15).
Bu tartışmalara dönemin CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat da katılır.
Talat, GKK Komutanı’nın ‘kendi emir ve komutası altındaki’ sivil örgütlerle
görüşerek sivil iradeye veryansın ettiğini, son olarak da Polis Merkez Binası’nın
açılışında halkın oylarıyla seçilenlerin yönettiği kurumlara güvensizlik aşılamaya
çalışarak polis örgütünün sivil iradeye bağlanmasına karşı çıktığını söyler. Talat,
komutanın demokrasi güçlerine, Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Akıncı’ya ve
sivil idareye ‘saldırısı’ sonucu, Kıbrıs Türk halkının hak etmediği bir tavırla karşı
karşıya kaldığını ve Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’nın görevden alınması
gerektiğini” açıklar (ibid, s. 9-10).
KKTC’nin en büyük ve etkili gazetesi olan “Kıbrıs” gazetesinin Yazı Đşleri
Müdürü Başaran Düzgün, Akıncı ile GKK Komutanı arasındaki gerginliği konu alan
yazısında darbe iddiasına şu şekilde yer verir:
“Türkiye’de Ergenekon operasyonu ile ortaya çıkan kimi
gerçekler veya iddiaların boyutu zaman zaman Kıbrıs’ı da kapsıyor, ama
bunlar şimdilik iddia ötesine geçemedi. Eski Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş’ın tutuklanan orgenerallere yakınlığı, yine tutuklananların
önemli bir bölümüyle siyasi mesai yapması ve nihayette Ergenekon
davasını “saçma-sapan bir dava” olarak nitelendirmesi güçlü kanaatler
oluşturdu ama kesin deliller oluşturamadı. Bu yüzden de Ergenekon’un
Kıbrıs ayağı hep eksik kaldı. Malumdur, Türkiye’de, üstlerine vazife
sayıp darbeye heveslenenler çok oldu. Bunların bir kısmı ordu içinde
103
diğerleri de sivil yapılanma çerçevesinde tasfiye edildiler. Peki Kıbrıs’ta
darbe yapmaya heveslenenler oldu mu? Bu sorunun enteresan bir yanıtı
var. Aslında tam bir darbe girişimi mi bilmiyorum ama siyasal
tarihimizde mutlaka yer alması açısından da bu “tarihi olayı” okuyucu
ile paylaşmak istiyorum. Đddiaya göre Akıncı’nın “General çizmeyi aştı”
açıklamasından ve muhalefetin “General derhal görevden alınmalıdır.”
taleplerinden sonra Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Ali Nihat Özeyranlı
emrindeki askeri birlikleri alarma geçirmiş ve “darbe tebliği”
sayılabilecek bir bildiri hazırlamıştır. Bu durumu haber alan ve harekete
geçen dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş dönemin kolordu
komutanını da yanına alarak General Özeyranlı’nın makamına gitmiş,
Özeyranlı hazırladığı bildiriyi gözyaşları içinde okumuş ve “Şerefli Türk
ordusu bu hainliğe seyirci kalamaz!” demiştir. Bunun üzerine Denktaş
devreye girmiş ve “Paşam bu bir darbe ilanıdır. Hassasiyetinizi
anlıyoruz; ama biliniz ki Kıbrıs davasını kaybederiz” demiştir.
Denktaş’ın müdahalesi üzerine Özeyranlı teskin olmuş ve mesele
“darbeye dönüşmeden” kapatılmıştır.” (Düzgün, 2008:5).
5.2.3. Muhalefete Yönelik Baskılar: Casusluk Đddiaları ve Siyasal Cinayet
Bu dönemde KKTC’de yaşanan siyasal gelişmeleri casusluluk iddiaları takip
etmiştir. Sol muhalif çizgisini Avrupa gazetesine yansıtan, yayınlarıyla Denktaş
yönetimini, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığını ve Türkiye’nin Kıbrıs siyasetini
eleştiren gazetenin sahibi ve başyazarı Şener Levent ile gazetenin iki yazarı Harun
104
Denizkan ve Ali Osman Tabak, bir astsubay, eşi “casusluk” iddiasıyla
tutuklanmışlardır. 7 Temmuz 2000’de gerçekleşen tutuklama Güvenlik Kuvvetleri
Komutanı Ali Nihat Özeyranlı’nın girişimiyle gerçekleşir. Güvenlik Kuvvetleri
Komutanlığı ertesi günü adeti olmayan bir biçimde bir bildiri yayımlayıp, Levent’i
‘casusluk şebekesinin başı olarak’ suçlanmış, ancak Yargıç Emine Dizdarlı, dönemin
Cumhurbaşkanı Denktaş’ın “casusluk delillerini gördüm” demesine rağmen 11 gün
sonra Levent’in beraatına karar vermiştir; çünkü Levent’in Denktaş ve ailesinin özel
mülkleri haline getirdikleri Girne’nin batısında yer alan ve Yılan Adası olarak bilinen
bölgede
dahil
olmak
üzere
askeri
bölgeleri
fotoğrafladığına
dair
kanıt
bulunamamıştır (Avrupa, Temmuz 16, 2000: 1).
Gazetecilerin tutuklanmasının arkasında yatan gerçek, KKTC’de Güvenlik
Kuvvetleri Komutanı Ali Nihat Özeyranlı ile koalisyon hükümetinin Başbakan
Yardımcısı Mustafa Akıncı arasında yaşanan, polisin kime bağlanması gerektiği
noktasında ilerleyen tartışmada Avrupa gazetesinin polisin sivil idareye bağlanmasını
isteyen görüşe destek vermesi ve buna karşı çıkan Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Ali
Nihat Özeyranlı’yı eleştirmesidir. KKTC’de askeri eleştirmenin karşılığı Avrupa
gazetesine askeri mahkemede açılan 70, normal mahkemelerde açılan 35 dava
olmuştur.
Başbakan Yardımcısı ve Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) lideri Mustafa
Akıncı ile girdiği tartışmalar ve Avrupa gazetesine yönelik casus operasyonuyla
tartışma konusu olan GKK Komutanı Ali Nihat Özeyranlı’nın yerine atanan
Tuğgeneral Galip Mendi’nin adaya varışı da yeni gerilimlerin işareti olmuş,
Tuğgenerallikten Tümgeneralliğe yükseltilen ve Türkiye’ye dönen Özeyranlı’nın
105
yerine, adada daha önce Sivil Savunma Teşkilatı (SST) Başkanlığı yapan Mendi’nin
getirilmesi muhalefette tepki yaratmıştır.
Tepkinin nedeni, 1996’da muhalif gazeteci Kutlu Adalı’nın, başında Galip
Mendi’nin bulunduğu Sivil Savunma Teşkilatı (SST) tarafından öldürüldüğü
yolundaki yaygın iddialardır. Denktaş’ın özel kalem müdürlüğünden gelen; ancak
daha sonra muhalifler arasında saf tutan Adalı, öldürülmesinden önceki günlerde, art
arda SST’yi hedef alan yazılar yazmıştır. Adalı özellikle, SST’nin Saint Barnabas
Manastırı’na yaptığı esrarengiz baskının üzerine gitmiştir. Đddiaya göre baskında
manastır bekçileri bağlanmış ve 1974 öncesi buraya gömülen bir ganimet
çıkarılmıştır. Bekçiler ‘baskıncıların’ kullandığı arabaların SST’nin plakalarını
taşıdığı yönünde ifade vermiştir. Ardından Adalı tehditler almaya başlamış ve eşinin
iddiasına göre tehditlerden biri bizzat Mendi’den gelmiştir. Adalı cinayetinden önce
Abdullah Çatlı’nın adaya geldiği de iddia edilmiş ve bu iddia yalanlanmamıştı.
Mendi’nin GKK Komutanlığı sırasında ise Afrika ismini alan Avrupa gazetesinin
matbaaları bombalanmıştır. Bu gelişmeler Kıbrıslı Türkler arasında büyük tepkiye
neden olmuştur. Bugün Korgeneral olan Mendi, Türkiye’de Ergenekon soruşturması
çerçevesinde, Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan emekli orgeneraller Hurşit Tolon
ve Şener Eruygur’u TSK adına ziyaret etmiştir (Mutluyakalı, 2008:7).
5.2.4. Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Rejim Krizi
Đç siyasi gelişmeler açısından, 15 Nisan 2000 tarihinde yapılan KKTC
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve ardından yaşanan siyasi gelişmeler de analiz edilmesi
106
gereken diğer bir konudur. 15 Nisan 2000’ de yapılan Cumhurbaşkanlığı 1.tur
seçiminde hiçbir aday kullanılan geçerli oyların yarıdan bir fazlasını alamadığından
en çok oy alan bağımsız aday Rauf Denktaş ile UBP adayı Derviş Eroğlu arasında 22
Nisan 2000 tarihinde yapılacağı ilan edilen 2. tur Cumhurbaşkanlığı seçiminde
Derviş
Eroğlu’nun
adaylıktan
çekilmesiyle
Rauf
Denktaş
yasa
gereği
Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
KKTC’de Kıbrıs sorunuyla ilgili görüşmecilik görevini Meclisin vermiş
olduğu yetkiyle Cumhurbaşkanı sürdürmektedir. Bu sebepten yıllarca Rauf Denktaş
bu görevlendirme çerçevesinde Kıbrıslı Rumlarla gerçekleşen toplumlararası
müzakereleri Kıbrıslı Türkler adına yürütmüştür. 2000’de Türkiye’de iktidarda
bulunan Bülent Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinde “Kıbrıs milli
davasının”, Denktaş ile sürdürülebileceğine dair inanç mevcuttur. Bu bakış açısı
aslında
yıllarca
Denktaş’ın
KKTC’deki
iktidar
varlığının
nedenini
de
oluşturmaktadır. Türkiye’deki hükümet, asker ve bürokrasinin ayrı desteğini almış
olan Denktaş, 2000 yılındaki seçimleri bir çok soru işareti altında kazanmıştır.
Eroğlu’nun adaylıktan çekilmesinin en büyük gerekçesi, ki bu durum toplumun
büyük bir kesimi tarafından da paylaşılmaktaydı, Türkiye’den gelen müdahaleler ve
baskılardır. Bu müdahale ve baskılar Eroğlu tarafından seslendirilmese bile herkesin
kabul ettiği gerçeklerdir. Bu dönemle ilgili olarak yaşananları Kıbrıs gazetesinin köşe
yazarı Hasan Hastürer, 8 Kasım 2004 tarihinde köşesinde şu şekilde aktarmaktadır:
“2000 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, ikinci tura
Rauf Denktaş ve Dr. Derviş Eroğlu kalmıştı. Eroğlu’nun morali
yerindeydi. Đkinci tura kalmalarının sonrasında aralarında benim de
107
bulunduğum bir grup gazeteciye, Girne Dome Otel’de yemek vermişti.
Dome Otel’deki o akşamı dün gibi anımsarım. Eroğlu’nun sol yanında
oturuyordum. Üç dört kritik telefon görüşmesi yapmıştı. Garsonların
dışarı çıkmasını istedikten sonra Türkiye kaynaklı müdahaleleri
gündeme getirip, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale için adaya
gönderilen Mit ajanlarını anlatmıştı. Yemek ve sohbet, gece yarısına
kadar sürmüştü. Ertesi akşam Hasan Kahvecioğlu’nun televizyon
programında birlikte olmak için anlaştık. Yani gece yarısına kadar
adaylıktan çekilmesi gündemde değildi. Ertesi gün sabah saatlerinde
Eroğlu’nun adaylıktan çekileceği, kulislere fısıldandı...Eroğlu, birkaç
saat sonra adaylıktan çekildi. O günden sonra Eroğlu, çeşitli
ortamlarda adaylıktan çekilmesiyle ilgili, başta o dönemdeki koalisyon
ortağı TKP olmak üzere, Denktaş’a karşı partilerin kendini
desteklememesini gösterdi. Söylediklerine hiç inanmadım. Ankara
kırılmasın diye gerçeği hep gizledi...”(Hastürer, 2004: 9)
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Denktaş ile Eroğlu arasında siyasal
kriz tırmanışa geçmiştir. Denktaş iki başlı bir yapı oluştuğunu, bu koşullarda birlikte
çalışmanın koşullarının ortadan kalktığını, Eroğlu ile çalışmak istemediğini bildirir
ve Eroğlu’na istifa etmesi gerektiğini söyler. Eroğlu ise istifa etmeyeceğini
açıklayarak “tabanı bulunduğunu”, seçimle işbaşına geldiğini söylemiştir.
Bunun üzerine çok açık bir biçimde Denktaş’tan yana tavır koyan Türkiye,
Eroğlu yerine bir teknokratlar hükümeti kurulabileceğini telaffuz etmeye başlamış;
Denktaş böyle bir hükümetin başarılı olacağını söylemiştir. Ayrıca rejim
108
değişikliğine ihtiyaç duyulduğunu, Başkanlık sistemine geçilmesini istemiştir. Bu
gelişmeler Rauf Denktaş ile Derviş Eroğlu’nun arasını iyice açar, Denktaş, Cenevre
görüşmelerinden dönüşte Eroğlu ve ekibi tarafından karşılanmadığından, Denktaş ise
haftalık olağan görüşmeyi iptal etmiştir. Tüm bu tartışma ve gerginlikte taraf olan
Türkiye’nin Kıbrıs Đşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel de Derviş
Eroğlu ile tartışarak Eroğlu’nun huzursuzluklar karşısında ayrı yapmadığını
söylemiş, böylece Şükrü Sina Gürel de, tartışmalarda taraf olma sıfatıyla muhalifini
sıkıştırmanın yollarını aramıştır.
5.2.5. Annan Planı ve 2003 Seçimleri
14 Aralık 2003’te yapılan Milletvekilliği Genel Seçimleri bir önceki
seçimden 5 yıl sonra yapılmıştır, ancak bu seçim Kıbrıslı Türklerin bugüne kadar oy
verdikleri seçimlerden çok ayrı bir atmosfer içerisinde gerçekleşmiştir. Seçime
Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Mayıs 2004’te AB’ye katılımı ve Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırlamış olduğu Annan Planı damgasını
vurmuştur.
Seçim öncesinde özellikle o dönem muhalefette yer alan partilerden
Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Mustafa Akıncı’nın liderliğindeki Barış ve Demokrasi
Hareketi Partisi ile Kıbrıs Ticaret Odası Başkanı Ali Erel’in kurmuş olduğu Çözüm
ve Avrupa Birliği Partisi “AB, Çözüm ve Barış” simgeleri altındaki propaganda ve
örgütlenmeleri ile milletvekili seçimini bir ölçüde “AB’ye, Çözüme ve Barışa-Annan
Planına evet diyenler” ile “hayır diyenler” havasına büründürmüş; bir diğer deyişle
109
bu seçim “Annan Planında öngörülen referanduma’a dönüştürülmüştür. Đktidar
partileri olan UBP ve DP ise “AB’ya, Barışa ve Çözüme Hayır” demediklerini ancak
“Annan Planını bu haliyle kabul etmediklerini” seçim sürecinde vurgulamışlardır. Bu
atmosfer içerisinde yaklaşık sekiz ay boyunca radyo, televizyon ve basında yer alan
haber ve programlar bu iki konu üzerindeki farklı görüşlerin mücadele ettiği bir nevi
arena görünümünü almış; toplum bu konuda ikiye bölünmüştür.
Kıbrıs Türkleri arasında yaşanan bu sıcak seçim atmosferine KKTC’yi
tanımamış olmalarına rağmen özellikle ABD, Đngiltere ve AB’ye üye olan ülkelerin
hemen hemen hepsi doğrudan veya dolaylı olarak müdahil olmuşlardır. Bu ülke
yetkililerinin basına yansıyan açıklamalarında, bir taraftan Türkiye’nin seçimde
tarafsız kalmasını isterlerken diğer yandan, yetkililerin seçimi Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş ve iktidar partilerini doğrudan hedef alan ifadeleri olmuştur (Türk Ajansı
Kıbrıs, Aralık 2, 2003: 23-24). 14 Aralık 2003 Milletvekilliği Genel Seçimlerini,
ülke seçim tarihinin hiçbir döneminde görülmediği kadar yüksek sayıda yabancı
parlamenterler, uluslararası gözlemci ve basın mensubu izlemiştir. Seçim sonucunda
CTP % 35,17 ile birinci parti olarak çıkmış ve Mehmet Ali Talat başbakanlığında
CTP-DP Koalisyon Hükümeti kurulmuştur.
Batılı devlet ve örgütlerin KKTC’de yapılan herhangi bir seçime bu kadar
karıştıkları başka bir dönem olmamıştır; ancak Kıbrıslı Türklerin siyasal kültürüne
bakıldığında bunların seçim müdahalelerinin Türkiye’nin müdahalesi karşısında
etkili olmayacağı açıktır. Đlk kez sol bir parti KKTC’de hükümeti kurma görevini
eline alırken yine ilk kez sol bir parti Ankara’daki hükümetin desteğini almıştır. Bu
siyasal dönüşümün temelinde yatan gerekçe aslında KKTC’deki iktidara gelişin
110
değişmeyen temel gerçeğidir. Bir kez daha Ankara’daki hükümetin işaret ettiği
siyasal parti KKTC’de iktidara gelmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 yılında iktidara geldiği günlerde, Annan
Planı masaya yaratılmış ve Cumhurbaşkanı Denktaş, ilk başta AKP’den bir tepki
almasın diye planı müzakere ediyormuş gibi davranmıştır. Bu dönemde AKP lideri
Tayyip Erdoğan ve Başbakan Gül’ün çözüm çağrısı yapan açıklamaları artınca,
Denktaş
tutumunu
değiştirmiş
ve
AKP’ye
karşı
tutum
almıştır.
KKTC
Cumhurbaşkanı TSK’nın bazı etkili kişilerini, Dışişleri Bakanlığının Kıbrıs Dairesi
ve Bakanlığın en tutucu isimlerini ve Mümtaz Soysal’ı arkasına alarak Kıbrıs’tan
Erdoğan liderliğine ve partisine karşı muhalefet yapmaya başlamıştır. Denktaş, bu
muhalif hareketini, çözüm olduğu taktirde çıkarı bozulacak dernekleri, eski silah
arkadaşlarını, ülkücü gençleri ve Türkiye’den gelip Üniversite tahsili yapan MHP
eğilimli gençleri kullanarak sokağa taşımıştır.
Kıbrıs sorununun, Rum Yönetimi’nin tek başına AB üyesi olacağı 1 Mayıs
2004 öncesi çözümünde kilit önem taşıyan KKTC genel seçimlerinin öncesinde
Ankara-Lefkoşa hattında ilişkiler daha da gerginleşmeye başlamıştı. Denktaş’ın
muhalefetine karşı TC Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın, 14 Aralık seçimi sonrası
adanın
kuzeyinde
yeni
bir
yönetim
olursa
Kıbrıs
konusunun
farklılık
kazanabileceğini söyleyerek, çözüm ve AB yanlısı muhalefete destek vermesi KKTC
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la iplerin tamamen kopmasına ve CTP’nin iktidar
yolunun açılmasına neden olmuştur. Đdeolojik olarak AKP ve CTP’nin farklı bir
çizgide olmasına rağmen, Kıbrıs’ta çözüm perspektifi bu iki partinin ortak bir
paydada buluşmasına neden olmuştur. Bu iki partinin yakınlaşmasının temel nedeni
111
de budur. Buna muhalefet eden Denktaş ve UBP siyasal arenada Ankara hükümeti
tarafından dışlanır ve bu durum KKTC siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcı olur.
Bu gelişmeler aynı zamanda, Annan Planı sonrasında 2005 yılında gerçekleşen
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ankara hükümetinden ihtiyacı olan desteği
alamayan Denktaş’ın 40 yıllık iktidarının sonunun da habercisi olmuştur (Radikal,
Ekim 22, 2003: 1).
5.2.6. Demografik Yapının Değişmesi
KKTC’deki demografik yapının değişmesi, artan nüfusla işsizlik oranın ve
adli suç oranın artması bu dönemde yaşanan en önemli sosyal sorunların başında
gelmektedir. Kaçak iş gücü sorunu, sosyo-ekonomik yapı ve kamu maliyesi üzerinde
olumsuz etki yapmaktadır. Ülkede kaçak iş gücü sorunu önemli boyutlara ulaşmıştır.
2000 yılı için kaçak işgücü sayısının yaklaşık 21,000 olduğu tespit edilmişti. Bu
işgücünün yarattığı ekonomik kayıp ise GSMH’nın % 6,4’üne, kamu gelirlerinin %
14’üne karşılık gelmekteydi (Devlet Planlama Örgütü Yıllığı, 2001: 34-36).
Kıbrıslı Türklerin, KKTC hükümetlerinin seçim arifelerinde yoğun olarak
uyguladıkları “keyfi vatandaşlıklar” diğer bir hassas konudur. Toplumun sürekli
değişen demografik yapısı büyük bir huzursuzluk sebebi olmaktadır. Hiçbir kıstasa
uymadan yapılan vatandaşlıklar Kıbrıslı Türkler açısından iradesini, kimliğini ve
varoluşunu sürekli tehdit eden bir sorun olarak görülmektedir. Vatandaşlık
işlemlerinden sorumlu olan Đçişleri Bakanı Mehmet Albayrak’ın katıldığı bir radyo
programında ‘son yapılan vatandaşlıklardan bilgim yok’ demesi olayı daha da ciddi
112
bir hale sokmuştur. Sadece ‘üçüncü kuşak’ yurttaşlık dosyalarını Bakanlar Kuruluna
sunduğunu ifade eden Albayrak, diğer vatandaşlıklarla ilgili bir bilgisi olmadığını
anlatarak, vatandaşlıkların keyfi yapıldığını gözler önüne sermiştir. Bu konuda
yaşanan en çarpıcı gelişme ise KKTC Bakanlar Kurulu’nun 2002 ve 2003 yılları
arasında 15 ayrı Bakanlar Kurulu kararıyla 156 kişiye mevcut yasaya aykırı olarak
vatandaşlık vermesidir. Bu uygulamalar ülkedeki demografik yapının bozulduğu
endişesini taşıyan Kıbrıslı Türklerin yoğun tepkisini çekmiştir. Ankara Ticaret Odası
Başkanı Sinan Aygün’ün KKTC’de bir konferansta, KKTC kimliğini göstererek
“Yarım saat içinde vatandaş oldum” demesi, Annan Planı için yapılan referandum
öncesinde, Kıbrıs sorununun çözümü için “Denktaş’ın çizgisi”ni takip eden Sinan
Aygün’e toplumun ve muhalefetin büyük tepki göstermesine neden olmuştur. Sinan
Aygün, 29 Şubat 2003 tarihinde iktidarda bulunan Derviş Eroğlu liderliğindeki UBP
ve Serdar Denktaş liderliğindeki koalisyon hükümetinin kararıyla vatandaş
yapılmıştır. Daha sonra KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 2002 ve 2003
yılları arasında 15 ayrı Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlık verilen çoğu Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı 223 kişi aleyhine, 2003 yılında muhalefet lideriyken, dava
açmıştır, halen iktidarda bulunan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) de o dönemdeki
liderleri Talat’a katılarak davacılar arasında yer almıştır. 5 Şubat 2003 tarihinde
açılan dava 4 yıl sürmüş ve mahkeme 2007 yılında haklarında dava açılan 223
kişiden 156’sının vatandaşlığını iptal etmiş (Hürriyet, Kasım 17, 2007: 1) ancak bu
uygulamalar toplumun tepkisini çekmesinin yanında ülkede Kıbrıslı-Türkiyeli
tartışmalarının ve ayrımcılıklarının da pekişmesine ve gelişmesine yol açmıştır.
Genel olarak 1975-2005 arası dönemde oluşan siyasi tabloya bakıldığında,
Kıbrıs sorunu hakkındaki politikası ve iç siyasete yönelik tavırlarıyla Türkiye’den
113
onay almış UBP iktidarının gerek tek başına gerekse kurduğu koalisyon
hükümetleriyle etkin bir rol oynadığını görmekteyiz. Ancak, bu dönemde kurulan
UBP-TKP
koalisyon
hükümeti
ile
birlikte
KKTC’de
asker-sivil
yönetim
gerginliğinin yaşandığı ve bunun da KKTC siyasal yaşamında birtakım taşların
yerinden oynamasını sağladığı söylenebilir. Asker ve sivil yönetim arasındaki
gerginlik aynı dönemde yaşanan ekonomik sıkıntılar ve Türkiye tarafından empoze
edilen ekonomik paketler sivil toplumda bir hoşnutsuzluğun baş göstermesine sebep
olmuştur. 2000 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Türkiye’nin etkin
bir şekilde rol alması Türkiye’nin KKTC siyasal yapısında ne kadar etkin olduğunu
bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu dönemde Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulma çabaları
çerçevesinde başlayan yüz yüze görüşmeler neticesinde taraflara sunulan Annan
Planı ve beraberinde getirdiği tartışma ortamı doğal olarak KKTC’nin siyasal
yaşamını da yakından etkilemiştir. 2003 yılında yapılan Milletvekilliği seçimleri, bu
anlamda Annan Planı’na onay veren ve vermeyen partiler arasında bir rekabet
ortamında gerçekleşmiştir. Bu dönemde yine Türkiye’nin müdahalesi gündeme
gelmiş ve seçim sonuçlarını etkilemek anlamında birçok kişiye yasalara uygun
olmayan vatandaşlıklar verilmiştir. Kıbrıslı Türklerin demografik yapılarının
bozulmasıyla
birlikte
siyasal
iradelerinin
ellerinden
alınması
endişesi
ve
Türkiye’deki sivil asker bürokratların ülkenin içişlerine müdahaleleri büyük tepki
almaya başlamıştır. Türkiye’nin anti demokratik müdahaleleri ve hukuk dışı
uygulamaları ve bunları kendi uzantıları ile ülke içerinde yapmaya çalışması ülkede
“Kıbrıslılık” kavramının gelişmesine ve bu yönde siyasal hareketlerin oluşmasına
neden olmuştur.
114
5.3. Sendikal Hareketin Şahlanışı: Bu Memleket Bizim Platformu
Ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılar ve Türkiye tarafından topluma dayatılan
ekonomik paketler ve reçeteler Kıbrıslı Türkler arasında tepkinin artmasına, siyasal
iradelerine de Türkiye tarafından saygı gösterilmediğini düşünen Kıbrıslı Türklerin
Türkiye’ye yönelik tepkilerin oluşmasına neden olmuştur. Kıbrıslı Türklerin genel
toplumsal yapısının 1974’ten bu döneme kadar siyasal, ekonomik ve sosyal konular
ve problemlere yönelik olarak genelde tepkisiz olduğunu söylemek mümkündür,
ancak 1990’lı yıllarda başlayan ve 2000’li yıllara da damgasını vuran siyasal,
ekonomik ve sosyal sorunlar ve çalkantılar muhalif bir toplumsal hareketin ortaya
çıkmasını kaçınılmaz bir hale sokmuştur. Özellikle derin ekonomik sıkıntılar ve
insanların ekonomik kayıpları kitlesel bir tepkinin temellerini oluşturmuştu. Sendikal
hareket ise toplumun bu yönde nabzını tutarak sürece yön vermeye başlamıştır.
Ülkede, Türkiye’ye siyasi ve ekonomik bağımlılık karşısında “halk iradesi”,
“Kıbrıslılık” ve “demokrasi” talepleri yükselmiştir.
5.3.1. “18 Temmuz 2000” Mitingi ve Yeni Bir Sürecin Başlangıcı
Uluslararası Para Fonu’nun, Türkiye’nin ekonomik darboğazdan çıkması için
kendisine sunduğu acı reçetelerin benzerini, 2000 yılında Türkiye de KKTC için
uygulamaya koymuştu. Bu dönemde Türkiye bürokratları tarafından hazırlanan ve
KKTC hükümetine sunulan sosyo-ekonomik paket ülkenin gündemini işgal
etmektedir. “Paket”, “Sosyo-Ekonomik Paket”, “Đstikrar Paketi” veya bir başka
kesimin “Yıkım Paketi” olarak dile getirdiği “Paket” sözcüğü siyasilerin, medyanın,
115
sivil toplum örgütlerinin ve özel sohbetlerde bireylerin en çok kullandığı bir sözcük
haline gelmiştir. Ekonomik sorunlarla gündeme gelen “Paket”le ilgili gelişmeler
2000 yılına ve onu takip eden yıllara damgasını vurmuştur (Türk Ajansı Kıbrıs,
Mayıs 31, 2000: 5).
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ekonomik sıkıntılarından çıkış yolu
bulunması amacıyla, KKTC Hükümeti yetkilileri ve TC yetkililerinin işbirliğiyle
hazırlanan ve özellikle kamu giderlerinde birçok kısıtlamalar öngören sosyoekonomik paketin uygulanmasına, sendikalar ve sivil toplum örgütleri, kazanılmış
hakların geri alınacağı ve ekonomiye canlılık getirmeyeceği gerekçesiyle pakete
karşı çıkmışlardır. Görüş ayrılıkları dolayısıyla 2000 yılında iktidar ile muhalefet;
sendikalar ile hükümet arasında demokratik platformlarda tartışmalar yaşanmış,
grevler yapılmış, mitingler düzenlenmiştir. Sosyo ekonomik paketin ve alınan bazı
kararların KKTC halkının iradesini yansıtmadığını savunan 41 örgüt “Bu Memleket
Bizim” sloganı altında bir platform oluşturmuştur. Türkiye ve onun KKTC’deki
uzantıları olan asker, sivil bürokratların ülkedeki faaliyetlerine tepki olarak
oluşturulan “Bu Memleket Bizim Platformu” Türkiye’den kendi siyasi iradesine
saygı talep eder ve demokratik olmayan uygulamalara tepkisini ortaya koyar. “Bu
Memleket Bizim Platformu”nu oluşturan örgütlerin büyük bölümü sendikalardır.
Özellikle memur ve öğretmen sendikaları geniş halk hareketlerinde bu dönemde
başat roller üstlenmiş ve kimi kesimlerde devrim diye adlandırılan hareketlerde
başrolleri almışlardır. KKTC halkının iradesi ve demokrasi talepleri bu dönemde öne
çıkmaya başlamıştır. Bu da Annan Planı sürecinde, KKTC’nin siyasal rejimine karşı
çok yönlü bir sorgulamanın başlatılması anlamına gelmektedir.
116
“Bu Memleket Bizim Platformu”nun kökeni, 31 Mayıs 2000’de 25 sivil
toplum örgütünün hükümetin ortaya koyduğu Sosyo- Ekonomik Paketi geri alıncaya
kadar hükümetle görüşme yapılmaması ve yaygın eylemlerin hayata geçirilmesi
kararını aldıkları döneme dayanır. Daha sonra bu platformun üye sayısı 41’e
yükselmiştir. 25 örgüt† adına yazılı bir açıklama yapan KTOEÖS Başkanı Ahmet
Barçın, “sözde ekonomik ve sosyal paket” olarak tanımladıkları paketin, toplumun
tüm kesimleri tarafından reddedildiğini duyurur” (ibid, s.5.) Oluşturulan platformun
temel ayağını ülkede yer alan sendikalar oluşturmaktadır. Özellikle platformda yer
alan memur ve öğretmen sendikaları bu sürecin kilit rolünü üstlenmektedirler.
Bu kitlesel oluşumun önemli ilk kitlesel hareketi 18 Temmuz 2000’de
gerçekleşir. Aralarında CTP, TKP, YBH gibi siyasi partilerin de bulunduğu 33 kitle
örgütü, 18 Temmuz 2000 tarihinde “Bu Memleket Bizim” sloganıyla miting
düzenleme kararı alır. Düzenleme komitesi tarafından yapılan açıklamada, halkın
ülkeyi özgür ve demokratik çerçevede yönetmesi gerektiği ifade edilir. Komite,
komplo teorileriyle tutuklananların serbest bırakılmasını sağlamak ve askeri
otoritenin sivil yaşama müdahalelerini ortadan kaldırmak gerektiğine vurgu yapar.
Amaçlarının barış, demokrasi, çözüm, adalet için, yıkım paketlerine, dayatmalara
hayır demek olduğunu belirten Platform yetkilileri Kıbrıs’ta barışın yolunu açmak
†
25 örgüt şunlardan oluşmaktaydı: KTOEÖS, KTÖS, KTAMS, DEV-ĐŞ, KT Çiftçiler Birliği, TÜRK-
SEN, GÜÇ-SEN, KAMU-SEN, EMEK-ĐŞ, KAMU-ĐŞ, Devrimci Genel Đş, EL-SEN, TEL-SEN,
KOOP-SEN, HÜR-ĐŞ, ĐLK-SEN, KT Hayvan Üreticileri Birliği, KITSAB, Serbest Çalışan Hekimler
Birliği, KT Esnaf ve Zanatkarlar Odası, Müteahitler Birliği, Tüketiciler Derneği, YeşilırmakYedidalga Üreticiler Birliği, Kıbrıs Kredi ve Kıbrıs Endüstri Bankası Mudileri
117
için halkı “‘Bu memleket bizim’ diye haykırmaya” çağırır. (Türk Ajansı Kıbrıs,
Temmuz 18, 2000: 5).
Bu kitlesel hareketin temel gerekçesi Türkiye’den getirilen ekonomik pakete
karşı duruş ve banka mudilerinin demokratik tepkilerinin ortaya konmasıdır; ancak o
günlerde Türkiye’nin iç siyasete müdahaleleri, sivil-asker gerginliği ve gazeteci
Şener Levent’in tutuklanmasının siyasal arenaya da çekilmesine neden olmuştur.
Mitingde “Bu Memleket Bizim” sloganının seçilmiş olması ve özünde ‘Kıbrıslılık’
bilinci ve milliyetçiliğinin yattığı bu duruş ülkedeki genel atmosferi anlatır
niteliktedir. Bu slogan Annan Planı’nın tartışıldığı süreçte de 41 kitle örgütü
tarafından en çok kullanılan slogan olacaktır.
Aralarında CTP ve YBH’nın de bulunduğu 33 örgütün ortak organize ettiği
“Bu Memleket Bizim” mitingi daha sonra bir çok tarihi mitinge de ev sahipliği
yapacak olan Lefkoşa Đnönü Meydanı’nda gerçekleşmiştir. Mitinge katılan Kıbrıslı
Türkler ellerinde, “Denktaş gidecek barış gelecek”, “Baskılar bizi yıldıramaz”,
“Faşizme geçit yok”, “Yönetme hakkı bizimdir” yazılı pankartlar taşırlarken; miting
boyunca sık sık, “Denktaş istifa”, “Faşizme hayır”, “Birlik-mücadele-dayanışma”,
“Özgür basın susturulamaz” gibi sloganlar atılmıştır (ibid, s.5). Miting sırasında
Yurtsever Birlik Hareketi (YBH) Genel Sekreteri Đzzet Đzcan ve Cumhuriyetçi Türk
Partisi (CTP) Genel Başkanı Mehmet Ali Talat birer konuşma yaparlarken,
programda olmamasına rağmen tutukluluğu aynı gün sona eren gazeteci Şener
Levent de kısa bir konuşma yapmıştır. Konuşmacılar özellikle son günlerde yaşanan
casusluk suçlamaları ve ekonomik paket üzerinde durmuşlardır. Đzcan konuşmasında,
“Başbakan’ın emrinde olan bir general, Başbakana ve onun yardımcısına hakaret
118
ediyor, Cumhurbaşkanı da, ‘Konuşmasını ben istedim’ diyor. Yani halkının üzerine
askeri sürdüğünü itiraf ediyor. Böyle bir Cumhurbaşkanı Kıbrıs Türk halkını temsil
edebilir mi?” ifadelerini kullanmıştır.
CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’da mitingde yaptığı konuşmada,
“Burada ‘polisimi de, ekonomimi de, itfaiyemi de ben yönetmek istiyorum’ mesajını
en iyi şekilde verdiniz. Bundan böyle yurdumuza daha fazla sahip çıkacağız. Hangi
partiden olursanız olun, hukuk düzeni için, adaletli düzen için mücadele edeceğinizi
gösterdiniz” dedi. Talat ayrıca, “Casusluk komplolarına gelmedi” dediği yargıç
Emine Dizdarlı’ya da teşekkür etmiştir. Avrupa gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Şener Levent ise yaptığı konuşmada, “Herkes Kıbrıs Türkünün üzerine ölü
toprağının serildiğini söylüyordu. Gelsinler ve Kıbrıs Türkü’nün nasıl dimdik ayakta
olduğunu burada görsünler”. Tutuklandığı gece polislere, “Ya beni burada öldürün,
ya da çıktıktan sonra silah bendedir” dediğini açıklayan Şener Levent, “Ama benim
silahım kalemimdir” diyerek elinde tuttuğu kalemini halka gösterir (ibid. s.5).
18 Temmuz 2000 tarihinde gerçekleşen miting önemli sonuçlar doğurmuştur.
33 örgütün ve Kıbrıs Türk sendikalarının öncülüğünde gerçekleşen bu miting o güne
kadar ülkede gerçekleşen devletten bağımsız en büyük kitlesel hareket özelliğindedir.
Geçmişte Kıbrıs Türk sendikalarının gerçekleştirmiş oldukları mitingler, “1 Mayıs”
kutlamaları veya eylemler az sayıda katılım ile kendi üyeleri arasında
gerçekleşmekteydi. Tarihte ilk kez sendikalar on bin kişinin katılımıyla böylesine
büyük bir kitlesel hareketi oluşturmayı başarmışlardır. Bu başarıları 33 örgütten
oluşan “Bu Memleket Bizim” platformuna daha sonra Kıbrıs Türk Ticaret Odası gibi
örgütlerin de katılımını sağlayarak “41 örgüt” diye anılmalarına sebep olmuştur.
119
Burada yaşanan oluşum ideolojik olarak farklı kamplarda yer alan sendikalar ve
işveren örgütlerinin aynı amaç doğrultusunda bir araya gelmeleridir. Bu ittifakın
ömrü referandumun gerçekleşeceği güne kadar devam edecektir.
Ada’nın Kuzeyindeki alışık olunmayan bu hareketlenme Rum tarafında da
takip edilmektedir. 18 Temmuz mitingini Rum basını kendi beklentilerini de katarak
şu şekilde yansımıştır: HARAVGĐ, “Đşgal Bölgelerindeki Büyük Mitingte Talep
Edildi.. Denktaş Đstifa..”; POLĐTĐS, “Đşgal Bölgelerinde Denktaş’a Karşı Büyük
Miting..”; ALĐTHĐA, “Đşgal bölgelerindeki Büyük Mitingte ‘Rauf Denktaş’ın Đstifası
Đstendi..”;
CYPRUS
MAĐL,
“Kuzey’de
Binlerce
Denktaş
Aleyhtarı..”;
FĐLELEFTHEROS, “Denktaş’ın Đstifasını Đstediler.. ve Atilla’nın Geri Dönmesini..”
(Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 20, 2000: 7) .
18 Temmuz mitinginden sonrada ülkedeki eylemler durulmuyordu. 2000
yılının ekonomik paket tartışmalarıyla geçmesi bunun en büyük nedenidir.
Hükümetin uygulama kararı aldığı Ekonomik Đstikrar Paketi’ni “Yıkım Paketi”
olarak nitelendiren “Bu Memleket Bizim” Platformu’ndaki 17 sendika yanında HürĐş’e bağlı sendikalar Kamu-Đş, Bay-Sen, Daü-Per-Sen, Đlk-Sen, Büro-Đş, ayrıca
herhangi bir federasyona bağlı olmayan Kamu-Sen ülke genelinde 4 Aralık 2000
tarihinde Genel Grev başlatmıştı. 35 bin kişin katıldığı grev ülkede hayatı felce
uğratmıştır. KTÖS ve KTOEÖS’ün grevi nedeniyle okullardaki eğitim hizmetleri
tamamen
durmuştur.
Sendika
başkanları
grevle
ilgili
olarak
yaptıkları
değerlendirmelerde, özellikle stratejik işyerlerinde genel greve katılım oranının
yüksek olmasından memnuniyet belirtmişlerdir. Sendika başkanları, grev kararını
yeniden gözden geçirme konusundaki asgari müştereklerinin, hükümetin ekonomik
120
paket
çerçevesinde
meclise
götürdüğü
yasaları
geri
çekmesi
olduğunu
duyurmuşlardır. Dönemin Başbakanı Eroğlu ise sendikaların yapmış olduğu
grevlerin siyasi amaçlı olduğunu açıklayarak sendikaları suçlamış, Başbakan Derviş
Eroğlu’nun genel grevi “siyasi” olarak niteleyen açıklamasını da 20 sendika adına
değerlendiren KTÖS Genel Sekreteri Varol Öztuğ, “Süresiz genel grev elbette
siyasidir. Ama olguları yaratan sendikalar ve çalışanlar değil, Ankara’nın
dayatmaları ve hükümetin tutumudur” diye cevaplamıştır (Türk Ajansı Kıbrıs, 4
Aralık 2000: 4).
Ülkedeki siyasi gerilim daha da tırmanmaya devam eder. Öğretmenler
Sendikası KTÖS’ün, Ocak 2001 tarihinde gazetelere vermiş olduğu ilan ülkede
siyasal bir depreme neden olmuştur. KTÖS Gazetelere verdiği ilanla “ne paranı, ne
paketini, ne memurlarını istemiyoruz…esir olmak istemiyoruz” diyerek Ankara’ya
seslenmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, gazetelere verdiği ilanla
Ankara’ya seslenen Öğretmenler Sendikası KTÖS’ü kınamıştır. Đlanı okuyunca şok
olduğunu söyleyen Denktaş, “Bu düşmana hizmettir, nankörlüktür. Böyle bir bildiri
ancak Rum tarafından gelebilirdi” demiştir. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, bu
zihniyette insanlara öğretmenlik izni verilmemesi gerektiğini de söyleyerek yasalarda
bu konuda eksiklik varsa gereğinin yapılmasını istemiştir (Türk Ajansı Kıbrıs, Ocak
30, 2001: 2).
Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği, Ulusal Hedef Đçin Mücadele Platformu,
Parlamenterler Birliği, Baf Türk Birliği, Barış Harekatı Gaziler Derneği ve Đlk-Sen;
Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS)’ün yerel bir gazeteye verdiği ilanın,
Kıbrıs Türk Halkı ile Anavatan Türkiye’nin arasını açacak nitelikte olduğunu
121
belirterek tepki göstermişler. Ulusal Hedef Đçin Mücadele Platformu Merkez
Komitesi’nden yapılan açıklamada ise “Bu paralı ilanı veren KTÖS yetkilileri hangi
güçlere, hangi misyonlara hizmet etmektedir. Rum tarafındaki dostlarına mı, yoksa
Avrupa’daki dostlarına mı yaranmaya çalışmaktadır?” diye eleştirilmiştir (ibid., s.4).
Bu gelişmeleri öğretmen Nilgün Orhon’un tutuklanması takip etmiş.
Türkiye’yi “işgalcilikle” suçlayan Avrupa Gazetesi’ne köşe yazıları yazan şehit kızı
tarih öğretmeni Nilgün Orhon, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını eleştirerek ülkede yeni
bir krize yol açmıştır. Köşe yazısında ‘Ayşe tatile çıktı’ parolasıyla Kıbrıs’a gelen
Türk askerini kastederek ‘‘Ayşe artık işbaşı yapsın’’ diyen Orhon görevinden
alınmıştır. Bu gelişmeleri 6 sendikacının polis tarafından gözaltına alınması takip
etmiş, olay, meslektaşlarının bir yazısından ötürü görevinden alınan tarih öğretmeni
Nilgün Orhon’un göreve iadesi istemiyle bir günlük grev kararı almasıyla
başlamıştır. ‘20 Temmuz Fen Lisesi’ni basan polis protesto gösterisi yapan
öğretmenleri okuldan çıkarmış ve 6 sendikacıyı da gözaltına almıştır. Gözaltındaki
sendikacılardan bir süre haber alınamaması üzerine çok sayıda sivil toplum örgütü
temsilcisi olay yerine gelmiş, Lefkoşa’daki diğer okullardan da öğretmenler 20
Temmuz Lisesi önünde toplanmaya başlamış ve diğer bölgelerden öğretmenler de
olay yerine gelerek Meclis’e doğru yürüyüş gerçekleştirmişlerdir.
5.3.2. Annan Planı’nın Hazırlanması Süreci
Ülkede bu siyasal çekişmeler ve ekonomik kriz yaşanırken Annan Planı’nın
müzakere edileceği süreç bu dönemde başlamıştır. Annan Planı çerçevesindeki
122
müzakereler iki yıllık yoğun bir diplomasi trafiğine sahne olmuş, Rauf Denktaş’ın
isteğiyle taraflar 16 Ocak 2002’de doğrudan görüşmelere başlamıştır. Ancak
görüşmeler çıkmaza girmiş ve bunun üzerine BM Genel Sekreteri Kofi Annan,
sürece müdahale ederek iki tarafı da 3-4 Ekim’de New York’a davet etmiştir.
Görüşmeler sonunda, iki komite kurulmasına karar verilmiştir.
Annan, 11 Kasım 2002’de taraflara kapsamlı çözüm önerisiyle iki harita
sunmuş ve ilk değerlendirmelerini bir hafta içinde istemiştir. Rum tarafı, planı
müzakere etmeyi kabul ettiğini ancak “planda değişiklik olmazsa kabul
etmeyeceğini” açıklamış, Türk tarafı ise “planı müzakere edilebilir bir hale getirmek
için müzakereye hazır olduğu” yanıtını vermiştir. Đki tarafın önerileri doğrultusunda
gözden geçirilen plan 10 Aralık’ta yeniden sunulmuş, Denktaş, “planın, eski plan
olduğunu” açıklamıştır. AB’nin 12-13 Aralık 2002’de Kopenhag’daki genişleme
zirvesinde, Rum kesimi üyeliğe kabul edilir. Zirvede, 28 Şubat 2003’e kadar çözüme
varılması yönünde taraflara çağrı yapılır. Annan, 28 Şubat’a kadar izlenecek
prosedürle ilgili yol haritası niteliğinde mektup gönderir. Bu arada Rum kesimindeki
başkanlık seçimlerini Tassos Papadopulos kazanmıştır. Annan, gözden geçirilmiş
planın 3. şeklini taraflara sunmak üzere 26 Şubat’ta Kıbrıs’a gelir. BM Genel
Sekreteri Kofi Annan, adaya yaptığı ziyaret sırasında Yeşil Hat’ta Rum Yönetimi
Başkanlığı’nı Klerides’ten devralacak olan Tasos Papadopulos ve KKTC
Cumhurbaşkanı Denktaş ile bir araya gelir. Görüşmeye Klerides de katılır. Denktaş
ve Papadopulos’un ilk kez aynı masada oturduğu görüşmede Annan sürpriz bir öneri
ortaya atar. Genel Sekreter liderlere ‘Planı sizin imzanıza gerek kalmadan
referanduma sunun. Kararı iki toplum versin’ der.
123
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Anayasa Danışmanı Mümtaz Soysal
da, BM Genel Sekreteri’nin, taraflardan 30 Mart 2003’de üçüncü planı referanduma
götürme, 10 Mart 2003’te ise bir Avrupa başkentinde taahhütname imzalanmasını
istediğini açıklar. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş hemen, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri Kofi Annan’ın referandum önerisine karşı olduğunu açıklar. Denktaş,
referandumun hatalı ve yanlış olacağını söyler. Denktaş gelişmeleri “Halk ne
yapacak. Bir şey bilmeden evet diyecek veya hayır diyecek. Bu halka haksızlıktır.
Böyle bir şeyin evvela Meclisten geçmesi lazım, referanduma gidip gitmeme
konusunda kararı Meclisin vermesi lazım” sözleri ile değerlendirir ve planı
avukatların dahi zor anladığını söyler. Denktaş, Rumların, Türk tarafı evet de, hayır
da dese Avrupa Birliği’ne girmenin rahatlığı içerisinde olduğunu, liderlerin onayı
alınmadan referanduma gidilmesinin Türk tarafını hedef alan bir yaklaşım olduğunu
söyler (Yeni Düzen, Şubat 28, 2003: 1).
Denktaş, Annan ve Rum liderler Papadopulos ve Klerides’le yaptığı dörtlü
görüşmenin ardından Bakanlar Kurulu’nu olağanüstü toplar. KKTC Cumhuriyet
Meclisi bu isteği karara bağlamaz ve görüşmeler sonuçsuz kalır. Denktaş’ın 31
Mart’ta “Türk tarafının hazırlığı var” açıklamasını yapması müzakerelerde yeni bir
dönemi de başlatır. Denktaş, 2 Nisan’da Kıbrıs Rum tarafına 6 maddeden oluşan
güven artırıcı önerilerini sunar. Papadopulos, öneriyi reddeder ve “Sadece BM
çerçevesinde görüşebilirim” der. Rum kesimi AB’ye giriş sözleşmesini imzalar.
Bunun üzerine KKTC Bakanlar Kurulu, 21 Nisan 2003’de yaptığı olağanüstü
toplantıda, KKTC ile Rum kesimi arasındaki geçişlerin serbest bırakılması yönünde
tarihi bir karar alır.
124
Başbakan Erdoğan, KKTC’nin 20. kuruluş yıldönümü törenlerine katılmak
için 15 Kasım’da KKTC’yi ziyaret eder ve Kıbrıs Türk tarafının yaptığı açılımların
heba edilmemesi çağrısında bulunur. KKTC’de ise 14 Aralık 2003’te tarihinde
yapılan milletvekili genel seçimleri sonucunda CTP ve DP, “toplumsal uzlaşı ve
çözüm hükümeti kurduklarını” açıklar. Kıbrıs sorunuyla ilgili taraflar müzakere için
girişimleri hızlandırır. ABD Başkanı George Bush, Yunanistan Başbakanı Kostas
Simitis ve Erdoğan’a mektup göndererek, Annan Planı temelinde çözüm için çaba
göstermeleri çağrısı yapar. Çankaya Köşkü’nde 8 Ocak 2004’te toplanan Kıbrıs
zirvesinden ise “Türkiye, BM’nin müzakere sürecine etkin katkıda bulunmaya
devam edecektir” kararı çıkar. MGK’nın 23 Ocak’taki toplantısında da, Türkiye’nin,
BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonuna olan desteğini sürdürdüğü ve Annan
Planı da referans alınarak adanın gerçeklerine dayalı bir çözüme ulaşılması
konusundaki siyasi kararlılığını yinelediği belirtir (Yetkin, Ocak 20, 2004: 1).
MGK’nın ardından Davos’a hareket eden Erdoğan, Annan ile bir araya gelir
ve iki tarafın da güvendiği bir arabulucu atamasını ister. Kıbrıs müzakerelerinin
yeniden başlamasına giden süreçte Erdoğan’ın ocak ayı sonundaki ABD ziyareti de
önemli bir etken olur. Bush, Türk tarafının isteği üzerine Kıbrıs konusunda Dışişleri
Bakanı Colin Powell’ı görevlendirir. Annan, 5 Şubat’ta Denktaş ve Papadopulos’u,
müzakerelere yeniden başlamaları için 10 Şubat Salı günü New York’a davet eder.
New York görüşmelerinin sonunda her iki tarafın da onayıyla Annan, müzakerelerin
19 Şubat’ta adada başlamasını öngören deklarasyonunu açıklar. Annan, tarafların
değişiklik önerilerini dikkate alarak hazırladığı planın son halini 31 Mart gecesi
sunarak, bu metnin daha önceki taahhütler çerçevesinde referanduma götürülmesini
ister. Denktaş ve Papadopulos, referandumda “hayır” kampanyası yürüteceklerini
125
açıklarken, her iki lider de halklarına plana “hayır” demeleri çağrısında bulunur.
Referandumlarda, Kıbrıslı Türkler % 65 oranında “evet” derken, Rumlar % 76
oranında “hayır” der (Hannay, 2008: 1-7).
Kıbrıs Türk tarafınca kabul edilen ve Rumların büyük çoğunluğu tarafından
reddedilen Annan Planı, temel olarak iki kurucu devletin ortaklığına dayanan yeni bir
federal devleti öngörmektedir. Kurulacak yeni devlette merkezi otoritenin zayıf
olduğu ve ondan artan tüm yetkilerin kurucu devletlere bırakıldığı bir model
düşünülmektedir. Kurulacak olan yeni devlette sayısal olmayan ancak siyasal eşitlik
ana hususlardan biridir. Bunun ifadesi olarak da yeni devletin başkanı rotasyon
usulüyle Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar arasında belirlenecektir. Bunun için bir
Başkanlık Konseyi oluşturulacaktır. Başkan ve başkan yardımcıları farklı oluşturucu
devletten gelecektir. Uluslararası temsiliyetin eşit paylaşımı, Yüksek Mahkemede
eşit sayıda yargıcın bulunması gibi prensiplerle iki tarafın siyasi eşitliği Planda etkin
bir şekilde vurgulanmıştır (Kıbrıs Sorunun Kapsamlı Çözümü, 2004: 8-55).
Yeni bir sınır düzenlemesi yapılarak Kıbrıslı Türklerin elinde olan % 37’lik
toprak parçası % 29’a düşürülecektir. Verilecek olan topraklar üzerine 1974’te
göçmen olan Rumlar geri dönebilecektir. Kıbrıs Türk devletçiğine dönecek olan
Rumlarda söz konusudur, ancak bu rakam her bölgede Kıbrıslı Türklerin nüfuslarının
% 10’unu geçmemek üzere sınırlandırılmıştır. AB müktesebatına aykırı olmasına
rağmen bu kısıtlamalar Kıbrıs’ın özel durumu nedeniyle AB içinde kalıcı
derogasyonlar haline geleceklerdir. Annan Planı mülkiyet rejimi konusunda sınır
düzenlemesi dışında kalan yerlerde, Rum malları üzerinde yaşayan Kıbrıslı Türklere
öncelik hakkını tanımaktadır, ancak mal-mülk meselesi Kıbrıs konusunun en
126
karmaşık meselesidir ve bu karmaşık meselenin çözüm önerileri de o derece
karmaşık halde plana yansıdığı bir diğer gerçektir. Malın 1974’teki bedeline 30 yıllık
faiz oranı da eklenerek, Kıbrıslı Türkler o malın sahibi olabilecektirler. Bu
düzenleme ile 1974’te göçmen olan 160,000 Kıbrıslı Rum’un 100,000’nin yeniden
topraklarına dönebileceği hesaplanmıştı (ibid. 125-174). Garantörlük sistemi yeni
devlette de devam edecektir ve adada bulunan Türk ordusu zaman içerisinde
kademeli olarak düşürülecektir, 15 yıl sonunda ise bu rakam 950 kişi olacaktır.
Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleştiği zaman ise taraflar Garantörlük sistemini
yeniden değerlendireceklerdir (ibid. 8, 15-17).
Dönemin Cumhurbaşkanı Denktaş’a göre BM Genel Sekreteri Kofi Annan,
planı dört kez tarafların önüne getirmiş ancak bir kaç küçük ayrıntının dışında bütün
planlar daha öncekilerle hemen hemen aynı olmuştur. Denktaş planın kabul edilmesi
halinde AB içerinde Kıbrıslı Türklerin azınlığa düşeceğine inanmaktadır ve
kurulacak yeni devlet içerisinde de Kıbrıslı Türklere azınlık haklarının verildiğini
düşünmektedir. Kurucu devletlerin egemen birer devlet olmadıklarını ve ABD’deki
gibi eyalet yetkileriyle donatıldığını hatta bir çok yetkinin belediye yetkisi olduğunu
değerlendirmektedir.
Bu
sebepten
dolayı
yeni
devletin
zaman
içerisinde
Rumlaşacağına inanan Denktaş, plan mevcut haliyle kabul edilirse KKTC’nin
Güzelyurt’tan Yeşilırmak’a kadarki bölümünün tamamı Rumlara verilerek, 50-60 bin
Kıbrıslı Türkün yeniden göçmen duruma düşürüleceğini ifade etmektedir. Bu
bölgelerin Ada’nın tarıma en elverişli bölgelerinden bir tanesi olup buraların
Rumlara verilmesinin, Türk tarafının tarım alanlarından en önemli kısmını
kaybetmesi anlamına gelmektedir. Denktaş, planın kabulü halinde Türk askerini
zaman içerisinde Ada’dan atılacağını ve Kıbrıslı Türklerin Rumların merhametine
127
bırakılacağını ve Türkiye’nin
güneyinin de Rumlar tarafında sarılacağını
düşünmektedir. Böylece Rumların yıllardır tekrarladıkları, Türkiye’nin Ada’da
işgalci bir devlet olduğu yönünde ki propagandalarının da geçerlilik kazanacağı
fikrindedir. Denktaş dış güçlerin, ‘ya imza ya referandum’, ‘planı sizin imzanıza
gerek kalmadan referanduma sunun, kararı iki toplum versin’ diyerek planın bir an
önce geçmesi için dayatmada bulunduğunu ve daha önce dünyanın hiç bir bölgesinde
bir devlete dışardan böyle dayatmanın olmadığını dile getirmektedir. Denktaş, sözde
demokratik çözüm olarak ortaya konulan bu belge ile devletin tüm yasal kurum ve
kuruluşlarının devre dışı bırakılarak bu amaçların hayata geçirilmeye çalışıldığını
düşünmektedir (Yeni Düzen, 2003: 1).
Türkiye hükümeti planı desteklemektedir. Çözümün 2004 sonrasına özellikle
Türk tarafından kaynaklanan bir isteksizlik ya da engelleme sonucunda ertelenmesi,
Türkiye’nin AB üyeliğinin önünü büyük ölçüde tıkayacaktır. AB’nin güçlü ülkeleri,
Almanya
ve
Fransa,
engelleyebileceklerdir.
Türkiye’nin
Çözümsüz
bir
üyelik
Kıbrıs
müzakerelerine
sorununun,
başlamasını
çeşitli
nedenlerle
Türkiye’nin üyeliğini hazmedemeyen yeni ve eski pek çok AB ülkesi tarafından
bahane olarak kullanılması kaçınılmazdır. Gerçek dönüm noktası ise 1 Mayıs
2004’tü. Bu tarih itibarıyla geçici dahi olsa soruna çözüm bulunamazsa, Rum tarafı
AB içinde Türkiye’ye ilişkin her konuda söz sahibi olacaktır. 1 Mayıs 2004
öncesinde varılacak bir çözümle Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Rumlarıyla eşit statüde
AB’ye girmeleri, özellikle de Türkçe’nin AB’nin resmi bir dili olması, hem
siyaseten, hem de psikolojik olarak AB’de Türkiye lehine önemli bir katkı
sağlayacağı
değerlendirilmektedir.
Öte
yandan,
Avrupa
Đnsan
Hakları
Mahkeme’sinde, Rumlar tarafından Türkiye aleyhine açılan mal-mülk meseleleriyle
128
ilgili davalar da Türkiye’nin başını ağrıtmaktadır. Ama Türkiye devleti Plan’a
desteğini
bazı
kırmızı
çizgilerle
ortaya
koymaktadır.
Bunlar
Türkiye’nin
garantörlüğü, iki kurucu devletten oluşan yeni devlet, siyasal eşitlik ve sınır
çizgisinin düz bir hat şeklinde belirlenmesidir. Bunlar ABD’nin de sürece müdahale
etmesiyle plana girmiş ve Türkiye bu koşullar altında Annan Planı’nı desteklemiştir.
Plan
mükemmel
değildir
ve
Türk
tarafının
tüm
beklentilerini
karşılamamaktadır. Özellikle Planın mülkiyete ilişkin düzenlemelerinde, ikametten
doğan hakların kullanılmasında, çözülmesi gereken sorunlar vardır. Annan Planı,
doğal olarak Türk tarafının siyasi pozisyonlarında ifade edilen tüm beklentilerini
karşılamaktan uzaktır; ancak Plan, Türk tarafının çıkarlarını da koruyan bir belgedir.
Annan Planı şimdiye kadar ortaya konmuş tek kapsamlı çözüm önerisidir. Annan
Planı, 1968’den 2004 yılına kadar gerçekleşen toplumlararası görüşmelerin bir
ürünüdür. Çözümsüzlüğün sürmesinin bedelinin Türk tarafınca ödenmesi olasılığı
beklenen bir gelişmedir. Annan Planı nihayetinde bir uzlaşma önerisidir. Türk
tarafının beklentilerini karşılamadığı ölçüde, hatta ondan çok daha fazla Rum
tarafının beklentilerini de karşılamamaktadır; ancak Plan sürdürülebilir bir çözümün
hayata geçirilebilmesini mümkün kılmaktadır. Annan Planı tarafların çıkarları kadar,
AB normlarını da dikkate alan nitelikte bir belgeydi. Plan içinde Türk tarafı lehine
derogasyonlar bulunmaktadır. Türk tarafının iki kesimlilik talebini tam olarak
karşılamasa da, yerleşim ve mülk edinme özgürlükleri kişi ve sermaye dolaşım
özgürlükleri çerçevesinde ciddi kısıtlamalara tâbiiydi. Buna rağmen iki kesimlik
günümüzde saf bir etnik ayrımcılık mantığı temeline oturtulamaz. Türk kesiminin
içinde Rum kökenlilerin olmasından daha doğal bir şey olamaz. Lozan sonrasında
Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Mübadele Antlaşması dahi Đstanbul
129
Rumları ile Batı Trakya Türklerini yerlerinde bırakmıştır. Önemli olan oluşturucu
devletlerin ulusal karakterlerinin korunması, taraflardan birinin azınlık konumuna
düşürülmesinin önüne geçilmesidir.
Planla Türkiye’nin AB üyeliği arasında bağlantı bulunmaktadır. Rumların
Türk kesimine yerleşimi ile ilgili kısıtlamaların kaldırılması, askerlerin çekilmesi
Türkiye’nin üyeliğine bağlanmıştır. Genellikle iddia edilenin aksine, Annan Planı
Türkiye’nin ve Türk tarafının güvenlik çıkarlarını şu anki durumdan daha fazla
koruyabilecektir. Adanın silahsızlanması Türkiye’nin güneyden çevrelenmesi
olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Türkiye’ye hasım, Avrupa Birliği şemsiyesi
altında silahlanmış bir Kıbrıs yerine, ortaklık devletini kurmuş ve silahsızlanmış bir
Kıbrıs, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına daha fazla hizmet edeceği muhakkaktır.
Çözümün sağlanmasından sonra KKTC’nin yaptığı yasal, idari veya herhangi bir
işlem Annan Planının herhangi bir hükmü ile çelişmediği ve uluslararası hukuka
aykırı olmadığı oranda geçerli kabul edilecektir. Bir çözüm sonrası KKTC üzerindeki
ambargoların kalkmasıyla ve dış dünyaya daha rahat açılmasıyla elinde
bulundurduğu özellikle turizm potansiyelini iyi kullanabilen bir Kıbrıs Türk Kurucu
Devleti çok kısa zamanda yüksek büyüme hızıyla ekonomisini geliştirebilecektir.
Ülkede statükonun devamını açıkça savunan Denktaş’ın Planı değerlendirme
safhasında ortaya koyduğu fikirler kaçınılmaz olarak bu düşüncesi çerçevesinde
gelişmiştir. Güzelyurt bölgesinde 30,000 Kıbrıslı Türk’ün yeniden göçmen olacağı
bir gerçektir; ancak bu bölgeden plana verilen destek ülke geneli olan % 65’in de
üstüne çıkarak % 75’leri bulduğu çarpıcı bir gerçektir. 30 yıl boyunca her toprak
düzenlemesi tartışıldığında Kapalı Maraş ve Güzelyurt bölgesi listenin başında yer
130
almaktadır. Bu sebepten dolayıdır ki hem bu bölgede yaşayan insanlar hem de devlet
bölgeye yatırım yapmamıştır. Bir gün Rumlara verecekleri topraklara yakınlarını
defnetmek istemeyen insanlar yakınlarını Lefkoşa’ya defnetmektedir. Đnsanların
köylerinde kendilerine ait mezarları yoktur. Bu durum da Kıbrıs’ta yaşayan
insanların sosyo-psikolojik yapısını yansıtır niteliktedir.
5.3.3. “Çözüm ve AB Mitingleri” ve Annan Planı Üzerinden Saflaşmalar
Türkiye’den ‘dayatıldığı’ düşünülen ekonomik ve sosyal pakete bir tepkinin
neticesinde
sendikaların
öncülüğünde
oluşturulan
“Bu
Memleket
Bizim
Platformu”nun gerçekleştirmiş olduğu mitingler ve mitinglere halk katılımının
yüksek olması, platformun yeni bir misyon üstlenmesine neden olmuştur. Yine
sendikaların ve özellikle memur ve öğretmen sendikalarının liderliğinde yeni kitlesel
eylemler Annan Planı’nın müzakere edildiği döneme damgasını vurur. Annan
Planı’nın 2002 yılında taraflara resmen sunulmasının ardından, 41 örgüt adada kalıcı
barışın bulunması ve birleşik Kıbrıs’ın AB’ye üyeliği yönünde siyasilere baskı
yapılması ve halkın eğilimlerinin bu yönde gelişmesi doğrultusunda kitlesel
hareketlere başlarlar. Sol eğilimli siyasal parti, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve
ekonomik odalardan oluşan 41 örgütün temel hedefi Kıbrıs’ta çözüm ve Avrupa
Birliği üyeliği olup; sloganları ise “Kıbrıs’ta Barış Engellenemez” olur. Bu süreçte
de yine memur ve öğretmen sendikaları anahtar rol üstlenirken, grev ve mitinglerle
KKTC’li yöneticiler üstünde bu anlamda önemli bir siyasi baskı unsuru olurlar. BM
planının kabulü için yapılan bu eylemler, Kıbrıslı Türklerin 1974’den sonra
gerçekleştirdiği ilk önemli sivil siyasal harekettir. 12 Aralık 2002’de gerçekleştirilen
131
Avrupa Birliği’nin (AB) Kopenhag Zirvesi, Türkiye açısından üstü örtülmeye
çalışılan bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır. Bu hayal kırıklığının sebebi büyük
oranda Türkiye’ye AB üyeliği için müzakere tarihi verilmemesidir. Türkiye AB
yolunda yerinde sayarken, Kopenhag Zirvesine damgasını vuran AB’nin genişleme
dalgasında ‘Kıbrıs’ da üyeliğe kabul edilmiştir.
Kopenhag zirvesinin sonuç bildirgesinde yer alan “Kıbrıs’ın tam üyeliğe
kabulü” ibaresinin netliğe kavuşturulması için, Kıbrıs sorununun Türk ve Rum
taraflar arasında yürütülecek müzakerelerle önce 28 Şubat 2003 sonra da 28 Mart
2003’e kadar çözülmesi öngörülmüştür; ancak 12 Aralık’tan sonra ki süre zarfında,
Denktaş ile Kleridis -ve ardından Papadopoulos- arasındaki kimi zaman kesintilere
uğrayan görüşmelerden bir sonuç alınmaması, Denktaş’ın işi yokuşa sürmesi ve
TSK’nin Denktaş’ın bu tavrının arkasında durması, belirlenen tarihe kadar bir
anlaşmaya varılmasının imkansız olduğunu göstermektedir.
“Biz 200 bin kişi, 65 milyonun hakkını, geleceğini, güvenliğini zarara
uğratacak bir adım atamayız. Onun için anavatanla tam bir işbirliği içerisinde
yürümek bizim boynumuzun borcudur.” Denktaş’ın bu sözleri, başta TSK olmak
üzere, CHP’den MHP’ye kimi güçlerin sözcülüğünü yaptığı, Türkiye’nin resmi
Kıbrıs politikasının özeti niteliğindedir. Annan Planı ilk haliyle sunulduktan sonra,
plana karşı alınacak tavır konusunda Türkiye ciddi bir saflaşma yaşanmıştır. Yaşanan
bu saflaşma iç politika alanında var olan çelişkilerin ve gerilimlerin üzerine bir
yenisini daha ekler; saflaşmanın bir cephesinde AKP ve Batıcı laik burjuvazi yer alır.
Türkiye Đşadamları Derneği (TUSĐAD), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)
gibi demokrat çevreler, Kıbrıs sorununa, AB ile ilişkileri olumsuz yönde
132
etkileyebilecek gelişmelerin önüne geçilmesini esas alarak yaklaşırlar. Kıbrıs
konusunda yaşanan geçmiş anlaşmazlıklarda “Kuzey Kıbrıs’ı ilhak ederiz!” tehdidini
savuruveren eski hükümetlerin yaklaşımından farklı olarak AKP hükümeti, Annan
Planı etrafında şekillenecek bir anlaşmaya olumlu bakar. Türkiye’nin liberal ve
demokrat kesimleri de Annan planına destek vermektedir. Bu kesim, Kıbrıs’taki bu
demokratik ve toplumsal devrimin Türkiye’ye de yansıması umudu içerisindedirler.
Saflaşmanın bir diğer kanadını ise TSK’nın başını çektiği “çözümsüzlük cephesi”
oluşturur. “Çözümsüzlük cephesi” Denktaş’ı da yanına alarak Annan Planı
doğrultusunda bir anlaşma gerçekleştirilmesinin önünü kesmeye çalışmaktadır
(Kızılyürek, 2008: 4).
Türkiye’de tartışmalar hararetli bir biçimde devam ederken Kuzey Kıbrıs
tarihinin en büyük gösterilerine sahne oluru. Bu Memleket Bizim Platformu ve Sivil
Toplum Örgütleri Ortak Vizyon Komitesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Çözüm ve AB”
mitinglerine katılımı arttırmak için Kuzey Kıbrıs’ın değişik bölgelerinden otobüs
seferleri düzenlenir; aralarında öğretmen ve memur sendikalarının da bulunduğu
sendikalar iş bırakarak mitinge katılır. “Çözüm ve AB” mitinglerine Annan Planı’nın
bir an önce imzalanmasını talep eden anlayış rengini verir. Kıbrıslı Türkler, AB
yolunu açan Annan Planı’na bel bağlamış durumdadırlar. Kıbrıs’ta çözüm ve Avrupa
Birliği üyeliği öngören “Ortak Vizyon”a imza koyan 92 sivil toplum örgütü,
mitinglerle ilgili olarak halka şu çağrıyı yapar:
“Toplumsal varlığımızın devamı; siyasi irademize sahip olmak;
insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün egemen olacağı bir düzen;
baskıların sona ermesi; çözüm ve AB üyesi olacak bir Kıbrıs; planlı bir
133
ekonomi; üretmek ve üretilenleri satabilmek; istikrarlı bir para birimine
kavuşmak; Kıbrıs’ta ve bölgede barış ortamının sağlanması; insanca
yaşam koşullarına ulaşmak; halkımızın ve gençlerimizin göç etmemesi;
uluslararası tanınmışlığa sahip olmak; çözümün hemen olması gerektiği
hususundaki kararlılığı kanıtlamak; BM planının görüşme zemini olarak
kabul edilmesini ve müzakerelere hemen başlanması gerektiğini yüksek
sesle haykırmak; Avrupa Birliği ve dünyadaki onurlu yerimizi almak için
haydi meydanlara…” (Yeni Düzen, Kasım 27, 2002: 1).
Kamu çalışanları ve öğretmenlerin grev yaparak, esnaf ve iş adamlarının da
kepenk kapatarak destek verdiği mitinglerde, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın
taraflara sunduğu “Çözüm Planı” hakkında halka bilgi verilirken, planın görüşülmesi
amacıyla halkın ağırlığını kullanması istenmektedir. 27 Kasım 2002, 26 Aralık 2002,
14 Ocak 2003, 27 Şubat 2003 ve referandumdan kısa bir süre önce 14 Nisan 2004’te
on binlerce kişinin Lefkoşa sokaklarına aktığı mitingler tam da Annan Planı’nın
müzakere edildiği ve taraflara sunulduğu dönemlerde gerçekleşmiştir. Bu durum
Denktaş üzerindeki baskıyı daha da arttırmıştır. Kıbrıs Türk sivil toplum örgütlerinin
“Kıbrıs’ta Çözüm ve Avrupa Birliği Üyeliği” konusunda Lefkoşa’nın Đnönü
meydanında düzenledikleri mitinglere katılan on binlerce kişi, Kıbrıs, Türkiye ve
dünya kamuoyu ile siyasilere “BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın taraflara sunduğu
planı görüşmeye zemin olarak kabul ettikleri” mesajını vermişlerdir. Đnönü
meydanını dolduran onbinlerce kişi, ‘Çözüm ve Avrupa Birliği’ üyeliği konusundaki
taleplerini attıkları sloganlarla dile getirmişlerdir.
134
Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın inisiyatifiyle oluşturulan “Ortak Vizyon”a imza
koyan 92 örgütün ve Bu Memleket Bizim Platformu’nun çağrısı ve TKP, CTP, YBH
ve BKP gibi partilerinin desteklediği “Çözüm ve AB” mitinglerinde en çok
kullanılan sloganlar “Kıbrıs’ta Barış Engellenemez”, “Kıbrıslı Türk’ün Đradesine
Saygı”, “Denktaş Masaya”, “Sorunu Çözelim, AB’ye Girelim” ve özellikle gençlerin
“Kıbrıs’tan Göç Etmek Đstemiyoruz” şeklinde olmuştur. Miting alanının ön
saflarının, üzerinde okul formaları bulunan ortaokul ve lise öğrencileri tarafından
doldurulması dikkati çekmektedir. Öğretmen sendikalarının bu mitinglere katılımı ve
okullarda
greve
gidilmesi
mitinglerin
yoğun
genç
nüfusun
katılımıyla
gerçekleşmesini sağlamıştır. Özellikle genç neslin hedefinde Cumhurbaşkanı
Denktaş durmakta ve ‘Kıbrıs’tan göç olgusu’ sloganlarının en tepe noktasını
oluşturmaktadır. On binlerin katıldığı mitinglerde “Bu Memleket Bizim Platformu”
içinde bulunan KTÖS, KTOEÖS, KTAMS, TÜRK-SEN, DEV-ĐŞ başta olmak üzere
onlarca sendika bu sürecin öncüsü durumundaydılar. Mitinglerde “Bu Memleket
Bizim Platformu” adına halka konuşmalar yapan sendika başkanları, yöneticileri
“kuklalık yapmaktan öteye gidememekle” suçlarlarken “Kıbrıs’ta çözüm, barış,
eşitlik,
ortaklık
ve
güvenlik”
taleplerini
dile
getirmektedirler.
Dönemin
Cumhurbaşkanı Denktaş’a da çağrıda bulunarak “Halkımız bir an önce BM Genel
Sekreterine olumlu cevap verilmesini ve görüşmelere oturup bu planı temel alarak
meseleyi bir an evvel bitirmeyi istiyor” denilmektedir. Öte yandan Denktaş “Bu
mitingleri misyonerler düzenliyor”, “Eylemler KKTC’nin iradesini yansıtmıyor”
şeklinde açıklamalar yapmaktadır. “Bu Memleket Bizim Platformu” adı altında
örgütlenen siyasi parti, sendika ve sivil toplum kuruluşları, 24 Nisan’da referanduma
sunulacak Annan Planı’na ‘Evet’ denilmesi için son mitinglerini 14 Nisan 2004
135
tarihinde düzenlemişlerdir. Lefkoşa Đnönü Meydanı’da düzenlenen mitinge katılımı
artırmak ve destek vermek amacıyla bazı sendikalar yine genel greve girmişlerdir.
Miting alanını dolduran kalabalık, ellerinde mavi beyaz balon ve ‘Birleşik Kıbrıs
Cumhuriyeti’ bayrağı taşımaktadırlar. “Referandumda evet deyin” mitingine
katılanlar, ‘Kıbrıs’ta barış engellenemez’ sloganı atarken ellerinde ‘Yes be annem’,
‘Evet bizi dünyaya bağlar’, ‘Her şey çocuklar için’ ve ‘Kıbrıs evet de dünya seninle’
gibi pankartları taşımışlardır. Rum komünist AKEL partisinin referandumun
ertelenmesi yönündeki kararına da mitingde tepki gösterilmiştir (Türk Ajansı Kıbrıs,
Nisan 14, 2004: 4).
Kıbrıslı Türklerin başlattığı demokratik süreç, Kıbrıslı Rumlara ilham
kaynağı olsa da Güney Kıbrıs’ta herhangi bir kitlesel hareketlilik yaratmamıştı.
Kuzeydeki eylemlerle eşgüdümlü olarak çeşitli destek gösterileri düzenlenmiştir. Bu
durum Kıbrıslı Türkler arasında büyük hayal kırıklığı yaratmaktadır. Bu hayal
kırıklığının gerekçesini ve Rum tarafının bu mitinglere genel bakış açısını dönemin
Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Yannakis Kasulides ile NE.O isimli siyasal partinin
Başkanı ve Rum Başkan adaylarından Nikos Kutsu açıklamaları oluşturur
niteliktedir. Kasulides adanın kuzeyinde yaşananları şöyle yorumlamaktadır: “Tüm
bunlar çok cesaret verici. Denktaş döneminin sona ermesine tanık oluyoruz. Bu
muhalefet tıpkı Romanya diktatörü Çavuşesku’yu deviren hareket gibi büyük bir çığa
dönüşebilir (Türk Ajansı Kıbrıs, Aralık 28, 2002: 1). Dönemin NE.O isimli siyasal
partinin Başkanı ve Rum Başkan adaylarından Nikos Kutsu ise: “Kıbrıslı Türkler’in
mitinginde 1963’ten beri ilk kez Kıbrıs bayraklarının sembolik mevcudiyeti, Kıbrıslı
Türkler’in Kıbrıs Cumhuriyetinin yeniden birleşmesini istediklerinin göstergesidir.
Cumhurbaşkanı Kıbrıs’ın tamamının temsilcisi olarak hareket etmek ve Kıbrıs’ta
136
yasallığın meyvesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni korumak zorundadır. 16 Nisan
2003’te AB’ye girmesi gereken budur. Kıbrıslı Türkler’in Kıbrıs Cumhuriyeti
pasaportu almak istedikleri bir zamanda, hükümetin kendi kendinden şüphe duyması
nasıl mümkün olabilir?” (ibid, s.1).
Adada gerçekleşen mitingler Türkiye’de de önemli yankı uyandırmıştır. Đlk
kez Türkiye medyası, Kıbrıs ile ilgili haberleri yoğun bir şekilde gündemine almıştır.
Bu sürede Kıbrıs, Türkiye medyasının ve kamuoyunun en başta gelen konusu
olmuştur. Bunda muhakkak ki Türkiye-AB ilişkileri anahtar rol oynamaktadır; ancak
KKTC’de on binlerce insan tarafından gerçekleşen mitingler, Kıbrıs sorunun Türk
kamuoyunun da gündemine girmesini sağlamıştır. Kıbrıs konusunda Denktaş’tan
farklı bir söyleme Türkiye kamuoyu ilk kez bu dönemde yoğun bir şekilde şahit
olmuştur. Mitinglerde “Türk bayrağı dalgalanmadı”, “Kıbrıslı Türklerde milli bilinç
konusunda ciddi bir çözülme olduğu” yönündeki değerlendirmeler dışında ülkede
gerçekleşen mitingler, Türkiye bürokrasisi ve hükümeti üzerinde de etkili olmuştur.
Karar alma organları izlenecek politika konusunda bu gerçekleri de dikkate almak
zorunda kalmışlardır ( Yetkin, Ocak 20, 2004: 1). Diğer yandan, Kofi Annan’ın
adaya ziyareti sırasında taraflara önerdiği “planın liderlerin imzası olmadan halkın
referanduma götürülmesi” önerisi miting meydanlarının desteğini almıştır. Annan’ın
gözetiminde gerçekleşen görüşmelerde referandum tartışması yaşanırken, adanın
Kuzeyi’nde gerçekleşen 27 Şubat mitinginin sonunda ise 6 maddelik bir de karar
tasarısı kalabalığın oyuna sunulmaktadır. Bazı maddeleri hep bir ağızdan “hayır”,
bazı maddeleri de “evet” diye yanıtlayan yığınsal kalabalık karar tasarısının tümünü
de “evet” diyerek kabul ederler. Meydandakilerin onayladığı karar tasarısı şöyledir:
137
1- ABD’nin Irak’a yönelik saldırıları ile savaş senaryolarını, Ortadoğu’dan
başlayarak geniş bir coğrafyada tam bir siyasal egemenlik kurma
çabalarını onaylıyor musunuz? (Hayır)
2- Halkımızın barış ve çözüm iradesine karşı direnen Sn. Denktaş’ın
halkımızı temsil etmediğini yeniden onaylıyor musunuz? (Evet)
3- Annan Planının 3. versiyonunu büyük bir kararlılıkla onaylıyor musunuz?
(Evet)
4- 30 Mart referandumunun gerçekleştirilmesi için tüm demokratik yolları
kullanarak sonuca ulaşılmasını kabul ediyor musunuz? (Evet)
5- Halkımızın iradesine ve kararlılığına rağmen Mecliste referandum
kararının alınmasına olumsuz tavır takınacak milletvekillerini halkımızın
vicdanında mahkum etmesini kabul ediyor musunuz? (Evet)
6- Kıbrıs’ta siyasal iki eşit toplum temelinde iki kurucu devletin oluşturacağı
Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kabul ediyor musunuz?
(Evet) (Kıbrıs, Şubat 28, 2003: 1)
Özellikle Kıbrıslı Türk yöneticilerin referandum önerisine karşı duruşu,
bundan sonraki toplumsal hareketin temel hedefi haline gelir. Ülke genelinde kurulan
‘sembolik sandıklar’ ve ‘barış ateşleri’ ile referandum talebi seslendirilir. “Bu
Memleket Bizim Platformu”nun gerçekleştirdiği eylemler sayesinde Kıbrıslı Türkler
referandum haklarını bir yıl sonra kullanma şansına sahip olurlar. Referandum hakkı,
bu süreçte Kıbrıslı Türklerin elde ettikleri en somut kazanımlardan biridir. Öte
yandan 1974’ten, 23 Nisan 2003’te adada sınır kapıları kapalıdır. Türk ve Rum
bölgeleri arasında geçişler çok sınırlı ve özel izinlere bağlıdır. Sendikalar
138
öncülüğünde gerçekleşen bu büyük mitinglerde ifade edilen daha fazla özgürlük,
karşılıklı serbest geçişler ve insan haklarına saygı talepleri; Kıbrıs’ta sınır kapılarının
açılması sürecini de sağlamıştır. Özellikle bu demokratik talepler dönemin hükümeti
üzerinde büyük bir baskı unsuru olmuş ve adada yeni bir dönemin başlamasını
sağlamıştır. Bu sürecin Kıbrıs’ta yaşanabilmesinde Türkiye’deki siyasi yelpazenin
rengi ve değişimi de belirleyici olmuştur. Her zaman olduğu gibi bu dönemde de
Türkiye’deki siyasal yapı etkisini adaya yansıtmıştır. Türkiye’de Ecevit, Yılmaz,
Bahçeli ve Şükrü Sina Gürel’in ana aktörler olduğu ve Kıbrıs konusunda aşırı
milliyetçi bir tutuma sahip olan hükümetin yerini Kıbrıs konusunda daha liberal bir
tutum alan AKP’ye bırakması KKTC’de de etkisini önemli bir şekilde göstermiştir.
Mitinglerde devamlı suretle Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik yapmış oldukları
söylemlerden dolayı Erdoğan ve Gül’e teşekkür edilmektedir. O dönemde adanın
kuzeyinde özellikle Erdoğan, çözüm ve AB’ye üye olma arzusunda olan kesimler
tarafında adeta bir halk kahramanı gibi kabul görmektedir. Ada’nın Güneyinde
yaşayanlar bile çözüm umutlarını Erdoğan’da aramaktadırlar.
Kıbrıslı Türklerde yaşanan bu sosyal patlamanın temelinde ülkede yaşanan
siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlar yatmaktadır. Devlet tarafından halka yıllardır
uygulanan baskı ve sindirme siyaseti de bu noktada gözden kaçırılmamalıdır.
Özellikle üretimden kopuk Kıbrıslı Türklerin en önemli ‘geçim kaynağı’ olan kamu
hizmetine giriş, ülkede devlet tarafından insanlar üzerinde kullanılan en önemli
silahtır. Kıbrıslı Türklerin demokratik haklarını kullanma ve görüşlerini ifade
edebilmeleri geçmiş dönemlerde bu sebepten kolay ve doğal bir olgu değildir. Bu
dönemde siyasal baskılardan çekinmeyen Kıbrıslı Türkler, özellikle memur ve
öğretmen sendikaları öncülüğünde Kıbrıslı Türklerin siyasi hayatlarında yeni bir
139
sürecin başlamasını sağlamışlardır. Belki de bu süreçte Kıbrıslı Türklerin en büyük
kazanımı bu olmuştur.
5.3.4. Sivil Toplumun Gelişmesi, Kıbrıslılık Bilinci
Annan Planı’nın müzakere edildiği dönemde, adadaki iki toplumun 40 yıl
boyunca bir çözüm üzerinde anlaşmamaları, Kıbrıs dışından güçlerin müzakere
sürecine müdahale etmesine neden olmuştur. Genelde bu müdahaleler resmi
siyasetçiler ve diplomatlar tarafından yapılmıştır. Özellikle Birleşmiş Milletler bu
anlamda önemli rol oynamıştır. Önemli diğer aktörler ise ABD ve Đngiltere’dir. Bu
süreçte bir çok Avrupa devleti de oluşturdukları projelerle çözüm sürecine ve adada
tansiyonun düşmesine katkıda bulunmaya çalışmışlardır.
Bu süreçte önemli rol oynayan diğer bir kesim ise Kıbrıs dışındaki sivil
toplum örgütleridir. Bu dönemde Kıbrıs dışından önemli miktarda sivil toplum
örgütü geliştirdikleri projelerle sürece müdahil olmuşlardır. Bireysel katılımlar,
Fulbright Komisyonu tarafından desteklenen projeler ve diğer aktörler ile iki
toplumlu etkinlikler geliştirilerek, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların ‘birbirlerini
tanımasını’ ve ‘yakınlaşmasını’ sağlamaya çalışmışlardır. Bu süreçte küresel çaplı
sivil toplum önemli bir rol üstlenmiş ve bu hedef doğrultusunda çeşitli yöntemler
geliştirilmiştir. Đki toplum arasında güven artırıcı önlemler, ortak çevre projeleri veya
Ricahard Holbrooke tarafından temelleri atılan iki toplumlu işadamları forumları bu
projeler tarafından tasarlanmış ve finansal olarak desteklenmiştir (Tirman: 2004).
Amerikan hükümeti tarafından desteklenen Full Bright Komisyonu’nun adaya
140
getirmiş olduğu, çatışma çözme uzmanları ile (conflict-resolution specialists) iki
toplum içerisinde çalışmış ve birçok projeler geliştirmişlerdir. Merkezi Norveç’te
bulunan “The
Peace Research Institute, Oslo“,
isimli örgüt de bu sürecin Avrupa ayağı
olarak önemli faaliyetlerde bulunmuş ve iki toplumda yer alan elit kesimler arasında
bir forum oluşturmuştur. Merkezi Kudüs’te bulunan “Seeds of Peace” isimli örgüt ise
2000 yılından itibaren iki toplumun gençlerinin oryantasyonu projelerini üstlenmiştir.
Bu dönemde birçok Amerikalı ve Avrupalı kuruluş, atölye çalışmalarıyla
adada aktif bir rol oynamakta ve neredeyse iki toplumun tüm kesimlerine
ulaşmaktadır. Bu çalışmalar sebebiyle iki toplum arasındaki temaslar yoğunlaşmaya
başlamıştır. Birçok sendika da bu faaliyetler kapsamında karşılıklı olarak birbirlerini
ziyaret ederek ve atölye çalışmalarında bulunarak bu sürecin parçası olmuşlardır.
Tüm çalışmalarda öne sürülen gerekçe ise adada bir çözümün bulunmasına katkı
sağlanmasıdır. Dönemin Cumhurbaşkanı Denktaş ise tüm bu gelişmeleri ‘ajan
faaliyetleri’ olarak değerlendirmekte ve ‘toplumun aklını çelmeye yönelik girişimler’
olarak yorumlamaktadır. Denktaş, “olmayan “Kıbrıslılık” bilincinin geliştirilip,
Kıbrıslılık propagandasının yapılması için dış güçlerden bu örgütlere para
aktarıldığı” yönünde iddiaları sık sık dile getirmektedir. Milliyetçi çizgide yer alan
ve Annan Planı’na karşı olan Volkan gazetesinin köşe yazarı Sabahattin Đsmail konu
ile ilgili olarak köşesinde şunları yazmaktaydı:
“Dolarla Yaratılmak Đstenen ‘Kıbrıslılık’ Kimliği”: 4 günden
beridir, sözüm ona ‘KIBRISLILIK’ propagandası yapmak ve Rumlarla
ortak ayrı bir ‘ KIBRISLI KĐMLĐĞĐ ‘ yaratmak amacıyla Dış güçlerden
para alan kişi ve örgütleri manşetlerimizde duyuruyoruz. Dış güçler
141
tarafından fonlanan kişi ve örgütler aslında Kıbrıs Türk halkına
yabancı değil...Bunlar uzun yıllardır dış güçlerle içli dışlı sarımsak
başlı olmuş, ABD ve AB Büyükelçilikleri ile çok yakın ilişki içinde olan,
kendilerini TÜRK olarak tanımlamak yerine KIBRISLI olarak
tanımlayan, Rumlarla Türklerin ortak KIBRISLILIK KĐMLĐĞĐ altında
birleşmesi ve ayrı bir KIBRISLI MĐLLETĐ yaratmaları gerektiğine
inanan kişi ve örgütlerdir...4 günden beri yaptığımız yayınlarda da
görüldüğü gibi, Dış güçlerden yüz binlerce doları cukkalamak için
yapılması gereken iş çok basit: 1- Onların güvendiği bir kuruluşun
yardımıyla bir proje hazırlayacaksınız...Şu an KKTC’de bu kuruluş,
ABD Büyükelçiliği’nin icazeti ve fonlaması ile kurulan Management
Center’dir...Bilindiği gibi bu merkez, BDH Genel Başkanı Mustafa
Akıncı’nın eski müsteşarı ve BDH kurucularından Bülent Kanol
tarafından kurulmuştur...2- Dış güçlere sunulacak ve Fonlama talep
edilecek proje ‘ĐKĐ TOPLUMLU’ olacaktır...3- Projenin amacı, ‘ ĐKĐ
TOPLUMU YAKINLAŞTIRMAK’ olacaktır...4- Projenin, GENÇLERE
YÖNELĐK olması desteklenmesi için tercih nedenidir...Çünkü hedef
uzun vadelidir...Rumlarla ortak KIBRISLI KĐMLĐĞĐ kazandırılacak
gençler, ileride önce kendi toplumlarının, sonra da Rumlarla ortak
kurulacak Birleşik Kıbrıs’ın yöneticileri olacaktır...Kendi çocuklarını
da
TÜRK
ve
RUM
olarak
değil
KIBRISLI
olarak
yetiştireceklerdir...Nitekim, son yaptığımız yayınlarda da görüldüğü
gibi, 100 binle 200 bin dolar arasında fon talep edilen projelerin tümü
‘iki toplumlu ve gençlere yöneliktir’...Belli ki, bazı örgüt ve çevreler,
142
dış güçlerden para almanın yolunu bulmuştur...Onların ve Rum
yönetiminin esas amacının, KIBRISLI MĐLLETĐ yaratmak adı altında
Türk kimliğini adadan silmek olduğunu biliyorlar...”(Đsmail:2007: 1)
Öte yandan ABD, 2004 yılında gerçekleşen referandumda Rum tarafından
sonucun “hayır” çıkmasının nedeni olarak dönemin Rum lideri Papadopulos’u
sorumlu görmektedir. Bu dönemde ABD’nin artırdığı baskılardan bunalan
Papadopulos, karşı saldırıya geçerek, bu ülkenin ve BM’nin, referandumda evet
çıkarmak için Rum tarafında da para dağıttığını, elinde bunları kanıtlayacak belgeler
olduğunu açıklar. Papadopulos, Alvaro De Soto’nun, kendisine; ‘Referandumdan
önce Kıbrıs’ta para dağıtıldığını çünkü BM ve diğerleri tarafından, Annan planının
ileri götürülmesinin iki toplumlu bir mesele olduğunun ve güçlendirilmesi
gerektiğinin düşünüldüğünün’ belirtildiği bir mektup gönderdiğini açıklar (Türk
Ajansı Kıbrıs, Ekim 2004: 3-4). Rum tarafında Papadopulos’un açıklamaları büyük
yankı uyandırır. Rum gazeteleri, iki toplumlu amaçlar için paranın sadece BM
tarafından değil, Ocak 2004’te devlet bütçesinden ayrılan 12 milyon doların da ABD
tarafından verildiğini öne sürerler. Dönemin Rum Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu ise
gazetecilerin sorusu üzerine şu açıklamayı yapar: “Paraların kimde son bulduğuna
ilişkin Kıbrıs Cumhuriyeti bilgi edinmeyi başaramadı. Bildiğim şey Amerikanların
yılın başında belirttiğim miktarı serbest bırakmasıdır. Bunun ötesinde, bu paraların,
kimler tarafından kabul edildiğini ve nerelerde kullanıldığına ilişkin herhangi bir
bilgi toplayamadık”. Amerikalıların başka zamanlarda da Güney Kıbrıs’a para
aktarıp aktarmadığı sorusuna ise Yakovu, “ABD, 30 yıldır özgür ve işgal altındaki
bölgelere para veriyor. Başlangıçta bu para 14 milyon dolardı ve iki toplumlu
çalışmalar için kullanılıyordu. Bu paranın, hangi amaçlar için kullanılacağına Kıbrıs
143
Cumhuriyeti’yle birlikte karar verildi. 2003 yılı ortasından beridir Amerikalılar
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne, bu paraların nasıl, nerelerde ve ne şekilde kullanıldığına dair
bilgi vermiyor “ (Türk Ajansı Kıbrıs, Ekim 16, 2004: 4-7).
BM’nin yetki ve görevlerinin dışında olmasına rağmen “Annan planıyla ilgili
bilgilendirme” adı altında Kıbrıs Türk toplumu içerisinde çalışmalar yaptığı herkes
tarafından bilinmektedir. “Kıbrıs Đçin Annan Planı: Vatandaşın El Kitabı” adlı
kitapçık, KKTC’de ilk kez 27 Ekim 2003 tarihinde gündeme geldi. PRlO’nun
hazırladığı “Cyprus Decides” adlı projenin ilk aşaması olarak bu kitapçık 20 bin adet
olmak üzere basılır ve KKTC’de ücretsiz olarak geniş biçimde dağıtılır. Birçok
medya kurumu da almış olduğu reklam ilanları ve programlarla bu sürece dahil
olmuşlardır. Ada’nın Kuzeyinde yer alan bir çok sivil toplum örgütü ve sendikalar bu
süreçte yapmış oldukları çeşitli faaliyet, projeler ve atölye çalışmaları bir şekilde
yukarıda bahsedilen kurumlar tarafından finanse edilmiştir. Bu yöntemin küçük bir
toplum olan Kıbrıslı Türkler üzerinde de etkili ve hatta başarılı olduğunu söylemek
mümkündür. Dışarıdan şekillendirilen bu sürecin, sendikaların öncülüğünde
gerçekleşen toplumsal hareketin, bir şekilde zemin bulmasında önemli bir yere sahip
olduğu
gerçeği
görmezden
gelinemez.
Kıbrıslı
Türklerin
iradesine
saygı
gösterilmemesi, yaşanan anti demokratik ve hukuk dışı uygulamalar böyle bir kitlesel
hareketin yaşanmasındaki en önemli nedenlerdir. Dışarıdan yönlendirilen bazı
girişimler de bu sürecin oluşmasında belirleyici olmamasına rağmen bir katkıda
bulunduğu
muhakkaktır;
ancak,
bu
kadar
kapsamlı
kitlesel
hareketlerin
gerçekleşmesinde dışarıdan yapılacak yönlendirmelerin Kıbrıslı Türklerin üzerinde
etkisi sınırlı kalmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde bakıldığında Türkiye dışında
hiçbir uluslararası örgüt bu tarz bir kitlesel hareketin yaratılmasına sebep olmamıştır.
Bunun sebebi de Kıbrıslı Türklerin güvenlik endişesi ve güven duygusudur.
144
Bu noktada saha araştırmamıza dönerek şunları söyleyebiliriz: Kıbrıs Türk
sendika başkanları, Annan Planı ve referandum sürecinde halkta yaşanan
hareketliliği halkın kendi inisiyatifi ile gerçekleştiğine inanmaktadır. “Annan Planı
Referandum Sürecinde Halkta ve Sendikalarda Yaşanan Hareketliliği Kıbrıs Türk
Toplumu ve Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının Algılayış Biçimi” başlığı altında
yapmış olduğumuz saha araştırması ile ilgili tablo aşağıda verilmiştir.
Tablo 11: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Annan Planı ve Referandum
Sürecinde Halkta Yaşanan Hareketliliği Algılayış Biçimi.
Frekans (n)
%
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Halkta Yaşanan Hareketlilik Halkın Kendi
Đnisiyatifi ile Gerçekleşmiştir (Soru # 5)
Tamamen katılıyorum
3
7,50
Katılıyorum
20
50,00
Ne katılırım ne katılmam
9
22,50
Katılmıyorum
8
20,00
Toplam
40
100,00
3,45
69,00
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Halkta Yaşanan Hareketlilik Yönlendirilmiş
Bir Hareket Olarak Gerçekleşmiştir (Soru # 6)
Tamamen katılıyorum
2
5,00
Katılıyorum
9
22,50
Ne katılırım ne katılmam
5
12,50
Katılmıyorum
19
47,50
Hiç katılmıyorum
5
12,50
Toplam
40
100,00
2,60
52,00
Tablo 11.’de Kıbrıs Türk sendika başkanlarının, Annan Planı ve referandum
sürecinde halkta yaşanan hareketliliği nasıl bir hareket olarak gördükleri
145
araştırılmıştır. Ada da ilk defa 30 yılı aşkın bir süredir devam eden şu anki durumun
devamının değişebilmesi açısından kararlı bir süreç yaşanmıştır. Bunun araştırma
açısından önemi ise bu süreçte halkta ve sendikalarda yaşanan hareketliliktir.
Özellikle referandum sürecine gidileceği belli olduktan sonra dünya tarihinde az
rastlanan toplumsal hareketler gözlenmiştir. Adada kendi hareket alanını belirlemiş
birçok meslek örgütü, sivil toplum örgütleri ve sendikalar ‘Bu Memleket Bizim’
platformu adını verdikleri bir şemsiye örgüt kurarak bu harekete ivme kazandırmıştır.
Bu dönemde toplumda benzerine çok az rastlanan yoğunlukta yol gösterileri
yapmıştır. Hareketin karşısında olan iddialar hareketteki bu yoğunluğun yapay ve
bazı çevrelerin yönlendirmesi ile gerçekleştiği yönündedir. Bu noktada Kıbrıs Türk
sendika başkanlarının hangi inanç ve yönelimde olduklarını tespit etme amacıyla
oluşturulan bu iki maddenin birincisinde Kıbrıs Türk sendika başkanları % 69,00
oranında ortadan çok aralıkta katılırım tutumuyla bu hareketin halkın kendi inisiyatifi
ile gerçekleştiğine inandığı gözlenmiştir; ancak diğer maddede Kıbrıs Türk Sendika
liderleri % 52,00 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında olarak bu hareketin
yönlendirilmiş ve yapay bir hareket olduğu ihtimali karşısında çekimser kalmışlardır.
Her iki madde birlikte değerlendirildiğinde çıkan sonuç düşündürücüdür. Halkta
yaşanan hareketliliğin halkın kendi inisiyatifi ile gerçekleştiğine olan inanç oranı çok
daha fazla olmakla birlikte başkanlar bu harekette yapay bir yönlendirmenin olduğu
seçeneğini de göz ardı etmemişlerdir.
Annan planı gerek ulusal gerek uluslararası kamuoyunda oldukça
önemsenmiş bir süreçtir. 30 yıllık bir çözümsüzlük süreci ve adanın her zaman ciddi
hesaplara sahne olması, dünyanın önemli güçlerinin adada aktör olması bu süreci
daha da önemli kılmıştır. Yani adada yaşanan her süreç uluslararası öneme sahiptir.
146
Böylesine önemli bir süreç karşısında Annan planı ve referandum sürecinde
uluslararası aktörlerin, ki bunların en önemlisi süreci yürüten BM’nin, sürece
müdahale etmemesi, plan ve referandum sürecinin başarısı için müdahil olmaması
beklenebilir miydi? Plana karşı çevreler bu konuda yapılan propagandaları
yorumlarken “halkı kandırıyorlar”, “satın alıyorlar” gibi yakıştırmalarla kendi
propagandalarını yapmışlardır. Tablo 11 ve maddelerden de anlaşılacağı üzere Kıbrıs
Türk sendika başkanları halkta yaşanan hareketliliğin kaynağının yine halk olduğunu
düşünmektedir. Bunun yanında yönlendirmenin yani propaganda faaliyetlerinin
etkisini de göz ardı etmeyerek bunu da olağan bir süreç olarak yorumlamışlardır.
Tablo 12: Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Annan Planı ve Referandum
Sürecinde Sendikalarda Yaşanan Hareketliliği Algılayış Biçimi.
Frekans (n)
%
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Sendikalarda Yaşanan Hareketlilik Sendika
Yönetimi ve Üyelerinin Kendi Đnsiyatifi ile Gerçekleşmiştir (Soru # 7)
Tamamen katılıyorum
5
12,50
Katılıyorum
21
52,50
Ne katılırım ne katılmam
4
10,00
Katılmıyorum
9
22,50
F.Y./C.Y.
1
2,50
Toplam
40
100,00
3,56
71,28
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Sendikalarda Yaşanan Hareketlilik
Yönlendirilmiş bir Hareket Olarak Gerçekleşmiştir (Soru # 8)
Katılıyorum
14
35,00
Ne katılırım ne katılmam
4
10,00
Katılmıyorum
16
40,00
Hiç katılmıyorum
6
15,00
Toplam
40
100,00
147
2,65
53,00
Günümüz Kıbrıs Türk sendika liderlerinin Annan Planı sürecinde halkta
yaşanan hareketliliği algılayış biçiminin değerlendirilmesi çerçevesinde yazılanların
tümünün burada da geçerli olduğu vurgulanmalıdır; ayrıca bu hareketteki
sendikaların gücü yadsınamaz. ‘Bu Memleket Bizim’ platformunda yer alan birçok
sendika gösteri günleri genel grev yapmış ve üyeleri mitinglerde yer almıştır. Bu
hareketin en güçlü bacaklarından biri sendikalar olmuştur. Sendikalardaki bu
iradenin de yapay olup olmadığı tartışılmıştır. Đşte bu konudaki Kıbrıs Türk sendika
başkanlarının eğilimlerine yönelik bu araştırma maddelerinde de sonuç hemen hemen
aynı oranda daha önceki amaç sonucu ile aynı çıkmıştır. Şöyle ki, Tablo 12.’den de
görülebileceği gibi, Kıbrıs Türk sendika başkanları sendikalarda yaşanan
hareketliliğin % 71,28 oranında ortadan çok aralıkta katılırım, olumlu olarak bakmış
ancak, % 53,00 oranında ne katılırım ne katılmam aralığında da bu hareketin
yönlendirilmiş bir hareket olduğu ihtimaline olumsuz bakmadıkları da gözlenmiştir.
Bu durum bir önceki madde ile benzer sonucu doğurmuştur. Sendikalarda yaşanan
hareketliliğin sendikaların kendi inisiyatifi ile gerçekleştiğine olan inanç yüksektir
ancak yapılan propagandaların da sendikal harekette etkili olduğu yadsınmamıştır.
148
Tablo13: Kıbrıs Türk Toplumunun, Annan Planı ve Referandum Sürecinde
Sendikalarda Yaşanan Hareketliliği Algılayış Biçimi.
Frekans (n)
%
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Sendikalarda Yaşanan Hareketlilik
Sendika Yönetimi ve Üyelerinin Kendi Đnsiyatifi ile Gerçekleşmiştir (Soru # 9)
9
2,40
Katılıyorum
160
42,60
Ne katılırım ne katılmam
28
7,40
Katılmıyorum
120
31,90
Hiç katılmıyorum
3
0,80
F.Y./C.Y.
56
14,90
Toplam
376
100,00
Tamamen katılırım
3,16
63,25
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Sendikalarda Yaşanan Hareketlilik
Yönlendirilmiş/Yapay bir Hareket Olarak Gerçekleşmiştir (Soru # 10)
Tamamen katılırım
11
2,90
Katılıyorum
181
48,10
Ne katılırım ne katılmam
26
6,90
Katılmıyorum
106
28,20
Hiç katılmıyorum
4
1,10
F.Y./C.Y.
48
12,80
Toplam
376
100,00
3,27
65,42
Annan Planı referandum sürecinde yaşanan sivil toplum hareketinin
büyüklüğü ve etkisi Tablo 13.’de ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu maddede, Bu
süreçte “sendikalarda yaşanan hareketliliğin sendika yönetimi ve üyelerinin kendi
inisiyatifi ile gerçekleşmiştir” yargısına Kıbrıs Türk halkı % 63,25’lik bir oranda ne
katılırım ne katılmam demiştir. Kuşkusuz Annan Planı sürecinde yaşanan toplumsal
hareketin büyüklüğü ve yoğunluğu birçok tartışmayı da beraberinde getirmiş ve bu
bağlamda bu hareketin bazı güçler tarafından yönlendirilmiş olma ihtimali
149
tartışılmıştır. Bu bağlamda bu harekette baş rollerden birini oynayan sendikalar da bu
tartışmaların odağında kalmıştır. Madde sonucundan da anlaşılacağı üzere Kıbrıs
Türk halkı bu konuda net bir inanış ortaya koyamamıştır. Kuşkusuz maddenin karşıtı
olan, Annan Planı referandum sürecinde sendikalarda yaşanan hareketlilik
yönlendirilmiş bir hareket olarak gerçekleşmiştir maddesi % 65,42 oranla aynı
aralıkta algılanmıştır.
Tablo14: Kıbrıs Türk Toplumunun, Annan Planı Referandum Sürecinde Halkta
Yaşanan Hareketleri Algılayış Biçimi.
Frekans (n)
%
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Halkta Yaşanan Hareketlilik Halkın
Kendi Đnisiyatifi ile Gerçekleşmiştir (Soru # 11)
Tamamen katılırım
20
5,30
Katılıyorum
197
52,40
Ne katılırım ne katılmam
30
8,00
Katılmıyorum
107
28,50
Hiç katılmıyorum
6
1,60
F.Y./C.Y.
16
4,30
Toplam
376
100,00
3,18
63,72
Annan Planı ve Referandum Sürecinde Halkta Yaşanan Hareketlilik
Yönlendirilmiş/Yapay bir Hareket Olarak Gerçekleşmiştir (Soru # 12)
Tamamen katılırım
19
5,10
Katılıyorum
144
38,30
Ne katılırım ne katılmam
26
6,90
Katılmıyorum
153
40,70
Hiç katılmıyorum
14
3,70
F.Y./C.Y.
20
5,30
Toplam
376
100,00
150
2,84
56,86
Tablo 11.’de olduğu gibi Tablo 14.’de de Annan Planı ve Referandum
sürecinde halkta yaşanan hareketlilik sorgulanmıştır. Bu maddede Kıbrıs Türk
toplumunun kendi yarattığı hareket sorgulanmıştır. Kıbrıs Türk toplumu, bizzat
kendisinde yaşanan bu hareketin halkın kendi inisiyatifi ile gerçekleşmiş olma
inancında % 63,72’lik oranla ne katılırım ne katılmam aralığında kararsız kalmıştır.
Buna karşılık halkta yaşanan bu hareketliliği yönlendirilmiş bir hareket olma
ihtimaline de %56,86 oranında ne katılırım ne katılmam arlığında çıkmış olması net
bir tutum geliştiremediğini gösterir. Burada da toplumun kendi hareketine kuşku ile
baktığı görülmektedir. Ne katılırım ne katılmam aralığı kararsız bir aralıktır. Oysa ki
hareketin gözlenen ve gerek ulusal gerek uluslararası düzeyde yankısı daha güçlü ve
halkın daha inanarak katıldığı bir hareket olmuş olduğu araştırmacı tarafından tahmin
edilmekteydi.
Bunun nedenlerini düşünmek gerekir. Öncelikle araştırmacı bunun en önemli
nedeninin toplumsal hayal kırıklığı olduğunu düşünmektedir. Demokratik bir halk
devrimi niteliğinde olduğunu söyleyebileceğimiz bir hareket sonucunda Kıbrıs Türk
toplumu herhangi bir sonuç alamamıştır. Halk üzerine düşen görevi fazlasıyla
yapmış, sokaklara dökülmüş, değiştirilemez denen iktidarları, liderleri yarattığı
hareketle değiştirmiş, karşı konulamaz denilen güçleri bertaraf ederek referandumdan
da % 65 “evet”le plana destek vermiştir; ancak Rum tarafının % 75 gibi bir oranda
“hayır” demesi ile Plan rafa kalkmıştır. Kıbrıs Türk tarafı yaptığı devrimle “aferin”
den öte hiçbir somut kazanım elde edememiştir. Somut bir sonuç alamamanın
yanında uluslararası kamuoyunda da ciddi ve kazanımlar elde edememiştir. Bunun
toplumsal anlamda çok büyük bir hayal kırıklığı yaratmış olduğu açıktır. Bunun
yanında bir başka neden toplumu bir çözüm sürecine taşıyacağı iddiası ve talebi ile
151
iktidar olan CTP’nin bu konuda somut ilerlemeler kaydedememiş olmasıdır.
“Statükoya hayır”. “Denktaş, Eroğlu gidecek statüko bitecek” sloganları ile iktidara
gelen CTP ağırlıklı hükümetler statükoyu devam ettirmekten başka politikalar
izleyememişlerdir. Oysaki Kıbrıs Türk toplumu statükoyu değiştirmeleri için bu
partiyi iktidar yapmıştır. Gerek iç gerekse dış politikada statükonun değişimi ile ilgili
hiçbir somut gelişme sağlanamamıştır. 25 yıl boyunca iktidara geldiği anda “Kıbrıs
sorununu çözeceğim”, “Kıbrıs sorununun çözümü iki günlük bir meseledir” diyen bir
iktidarı Kıbrıs Türk halkı hem hükümet hem de Cumhurbaşkanı yapmış ve tüm
yetkileri vermiştir. Kısaca 25 yıldır toplumun barış yanlısı kesimlerine hep umut olan
bir siyasal partiyi Kıbrıs Türk Toplumu tüm kurumları ile iktidar yapmıştır; ancak
bunun karşılığını görmek bir tarafa toplumsal seyirde ne çözüm ne de toplumsal
hayatta bir değişiklik görmüştür. Bu da geriye yönelik Annan planına bakış
açısındaki netliği de etkilemiş ve Kıbrıs Türk Toplumu Plana %65 oranında “evet”
demesine rağmen bu konudaki araştırma maddesinde net bir tutum gösterememiştir.
5.4. Bir Sürecin Sonu
Yaşanan devrimsel hareketten sonra gerek sendikal harekette gerekse
toplumsal tepkilerde önemli değişmeler gözlenmiştir. Böyle bir hareketin gücünü
korumuş olup olmadığı önemli bir noktadır; ancak yapılan saha araştırmasında Kıbrıs
sorununun çözümü ile ilgili araştırma maddesi de üzerinde durulması gereken bir
maddedir.
152
Tablo 15: Kıbrıs Türk Sendika Başkanları ve Kıbrıs Türk Toplumunun, Kıbrıs
Sorunu Konusundaki Çözüm Düşünceleri.
Frekans (n)
%
Kıbrıs Türk Sendika Başkanlarının, Kıbrıs Sorunu Konusundaki Çözüm
Düşünceleri (Soru # 13)
Đki toplumlu iki bölgeli federasyon
35
87,50
Đki bağımsız cumhuriyet
4
10,00
Hiçbiri
1
2,50
Toplam
40
100,00
Kıbrıs Türk Toplumunun, Kıbrıs Sorunu Konusundaki Çözüm Düşünceleri (Soru
# 14)
Đki bağımsız cumhuriyet
154
41,00
Đki toplumla iki bölgeli federasyon
133
35,40
Şimdiki durumun devamı
39
10,40
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devam ettirilmesi
27
7,20
Türkiye’ye entegrasyon
17
4,50
Hiçbiri
6
1,60
Toplam
376
100,00
Annan Planı referandum sonucu Kıbrıs Türk tarafı için “% 65 evet” olarak
sonuçlanmıştır. Bu şu demektir: BM’nin iki toplumlu bir federasyon önerisine Kıbrıs
Türk toplumu evet demiştir ve bu temelli bir devlet düzeninde yaşamayı gelecek
olarak benimsemiştir. Tablolardan da görüleceği gibi Kıbrıs Türk sendika
başkanlarında bu konuda herhangi bir tutum değişmesi yaşanmamıştır. Onlar için
hala iki toplumlu federasyon tezi % 87,50 ile en ideal çözümdür (Tablo 15.). Ancak
Kıbrıs Türk halkının bu konudaki tutumunu gösteren tabloda iki toplumlu iki bölgeli
federasyonu çözüm olarak benimseyen toplum kesimi % 35,40’tır. Oysaki Kıbrıs
Türk toplumu benzer bir öneri yapan Annan Planı’na % 65 evet demiştir. Bu durum
153
bize iki bölgeli bir federasyon tezinde Kıbrıs Türk sendika başkanlarının tutumlarının
zaman içerisinde değişmediğini gösterir. Ancak Kıbrıs Türk toplumundaki %100’e
yakın bir oranda yaşanan bir tutum değişikliği vardır. Kıbrıs Türk toplumunun iki
bölgeli federasyon tezine olan inancı zayıflamış ve kabul gören temel tez olma
özelliğini kaybetmiştir.
Bunun nedenleri ile ilgili Tablo 12., 13. ve 14.’te yapılan analizlerle benzer
bir analiz yapılabilir. Annan sürecinin çözüm yönünde başarısızlıkla sonuçlanması ve
hareketin bir diğer sonucu iktidar değişikliğinin de çözüm yönünde somut ilerlemeler
sağlayamamış olması toplumsal bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu durum çözüm
yönündeki tutumunda da değişmesine neden olmuştur. Bu durum karşısında
gözlenmektedir ki yaşanan plan sürecindeki sonuçsuzluk ve iktidar değişikliğinin
statükonun değişmesi noktasındaki başarısızlığı Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs
sorunundaki çözüm tercihini de değiştirmiştir. Annan Planı olarak bilinen BM planı
sürecinde yaşanan toplumsal hareketlilikte sendikaların öncü rol alması önemlidir.
Bu süreç, Kıbrıs Türk sendikal hareketinde de önemli bir yer tutmuştur; ancak
sendikalar öncülüğünde ülkede yaşanan dönüşüm Annan Planı sonrasındaki
dönemde ilerletilememiştir. Bu dönemde, ‘Bu Memleket Bizim’ platformu adı
altında toplanan sendikalar arasında bölünmeler gerçekleşmiştir. Bu sürecin bölünme
ile noktalanmasındaki en temel neden ise bazı sendikaların ve sendika liderlerinin
2004 yılında iktidara gelen CTP ile organik ve ideolojik bağlantıları kurmuş
olmalarıdır.
‘Bu Memleket Bizim’ platformu altında yer alan öğretmen sendikaları olan
Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS), Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler
154
Sendikası (KTOEÖS), memur sendikası Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası
(KTAMS) ve Devrimci Đşçi Sendikası’nın (Dev Đş) ve sendika başkanlarının CTP ile
ideolojik yakınlıktan öte siyasal bağlantıları mevcuttur. Annan Planı’nın müzakere
edildiği dönemde özellikle KTÖS, KTOEÖS ve KTAMS sendikalarının üyelerinin
öğretmen ve diğer memurlardan oluşması nedeniyle önemli bir şekilde sokaktaki
süreci yönlendirmeyi başardıkları bir gerçektir. Sonrasında ise bu sendika
başkanlarının CTP’den milletvekili çıkması veya siyasal atamalarla belli makamlara
gelmesi de bu süreci sona ermesinin nedenlerinden olmuştur. KTOEÖS, KTAMS ve
Dev Đş Başkanları CTP’den milletvekilli olurken, KTÖS Genel Başkanı ise Eğitim
Bakanlığı’nın müsteşarı olmuştur. Öte yandan, KTAMS genel başkanı Ali Seylani,
milletvekili seçildikten sonraki süreçte sendika başkanlığını da sürdürmüştür.
Seyla’nin bu iki kimliği sendikanın imajının halk nazarında zedelenmesine neden
olurken; bu durum ülkede sendika ve siyasi partilerin yakınlıktan öte ilişkilerinin
durumunu ortaya koyan en önemli gösterge niteliğini taşımaktadır. Özellikle halk
tarafından bu durum, söz konusu sendika liderlerinin toplumsal hareketlerde rol
oynayarak kendi kişisel hedeflerine giden yolda bir araç olarak kullanmaları olarak
algılanmıştır. Bu nedenle halkın sendikalara bakış açısında önemli bir erozyon ortaya
çıkmıştır. Sendikalar içerisinde yapılan değerlendirmeler ve tartışmalar sonucunda,
KTÖS ve KTOEÖS içerisinde yeni oluşumlar ortaya çıkmış ve bu yeni oluşumla
iktidar partisi CTP’ye uzak durmak suretiyle, sendikal ve siyasal talepleriyle ülkede
önemli bir ‘muhalefet’ alternatifi haline gelmişlerdir; ancak KTAMS ve Dev Đş için
aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. CTP ile iki sendikanın ideolojik
etkileşimlerinin yanında siyasal bağlantıları devam etmektedir. Kıbrıs Türk Orta
Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) Yönetim Kurulu, 3 Ekim 2007 tarihinde
155
sendikanın eski başkanı ve sendika üyesi Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler
(CTP-BG) Lefkoşa Milletvekili Ahmet Barçın’ı sendikadan ihraç talebiyle Disiplin
Kurulu’na sevk etmiştir. KTOEÖS Başkanı Adnan Eraslan yaptığı yazılı açıklamada
Barçın’ın, “hükümetle birlikte, gerçekleri saptırarak topluma anlattığı gerekçesiyle
Yönetim Kurulu’nun oybirliğiyle aldığı karar çerçevesinde Disiplin Kurulu’na sevk
edildiğini açıklamıştır (Türk Ajansı Kıbrıs, Ekim 3, 2007: 4-7).
Tüm bu gelişmeler ‘Bu Memleket Bizim’ platformu altında bir araya gelen
sendikalar arasında da önemli bir kamplaşmaya girilmesine neden olur. 30 Ocak
2008 tarihinde “Kıbrıs Barış Platformu” adı altında yeni bir platform oluşturulur.
Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS), Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler
Sendikası (KTOEÖS), Kıbrıs Türk Hekimleri Sendikası (Tıp-Đş), Doğu Akdeniz
Üniversitesi Birlik ve Dayanışma Sendikası (Daü-Bir-Sen), Kıbrıs AB Derneği
(KAB), Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP), Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP), Yeni
Kıbrıs Partisi (YKP), Kıbrıs Yayıncılar Birliği (Kıb-Yay), Devlet Çalışanları
Sendikası (Çağ-Sen) bu platformda yer alan örgütlerdir (Türk Ajansı Kıbrıs, Ocak
30, 2008:24-25). Kıbrıs Barış Platformu “Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesini geri
almak için, Kıbrıslı Türklere yönelik kültürel, siyasi ve ekonomik asimilasyonu
ortadan kaldırmak için, dış karışmacılığa karşı çıkmak, demokratik şeffaf ve Kıbrıslı
Türklerin iradesine dayalı sivil bir yönetim oluşturabilmek için” kurulduğunu açıklar
(ibid, s.24). “Kıbrıs Barış Platformu” aslında iktidar partisi CTP’nin örgütleri kontrol
etme niyetine karşılık olarak ortaya çıkan bir oluşumdur.
Örgütler arasındaki bölünmenin ilk somut etkisi 1 Mayıs Đşçi Bayramının iki
farklı etkinlikle kutlanmasıyla başlar. Başkent Lefkoşa, ‘1 Mayıs Tertip Komitesi’ ile
156
Kıbrıs Barış Platformu’nun ayrı zamanlarda ayrı yerlerde organize ettiği kutlamalara
ev sahipliği yapar. Aynı bölünme ‘1 Eylül Dünya Barış’ gününde de devam eder
(Sonay, Mayıs 6, 2008: 1). Belediye Emekçileri Sendikası (BES), Kıbrıs Türk Amme
Memurları
Sendikası
(KTAMS)
ve
Kıbrıs
Öğretmen
Sendikası
(KTÖS)
sendikalarının ortaklığında faaliyet gösteren BELÇA Ltd. isimli Şirketine ait
Lefkoşa’da 4, Gazimağusa’da 1 süpermarket ve market bulunmaktadır. Görülüyor ki
sendikalar ülkede bir şekilde işveren durumundadırlar. BELÇA’da mali kriz
nedeniyle 10 işçinin işten çıkarılması söz konusu sendikalar arasında yeni bir
çatışmanın doğmasına neden olur. Dev Đş, işten çıkarılan işçilerin durumuna dikkat
çekmek ve KTÖS’ü protesto etmek için sendikanın kapısına siyah çelenk koyar.
Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası ise sendikaya siyah çelenk koyan Devrimci Đşçi
Sendikaları Federasyonu’nun (Dev-Đş), Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP)
“taşeron örgütü olduğu” iddiasıyla, “geri iade maksadıyla” CTP Genel Merkezi’ne
siyah çelenk bırakır. KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil basına yaptığı açıklamada,
CTP’nin kendi yapamadığını, kendine bağlı “taşeron” örgütlerini KTÖS’ün üzerine
“salarak” ve bir takım eylemlerle, hareketlerle protesto etmeye yönelerek yaptığını
ileri sürer. Tüm bu gelişmeleri CTP’ye yakınlığıyla bilinen Kıbrıs Türk Amme
Memurları Sendikası’nın (KTAMS), BELÇA Ltd. Şirketi’nin ortaklığından
ayrılacağı açıklaması takip eder. Devrimci Đşçi Sendikaları Federasyon’u da (Dev-Đş),
bundan sonra Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası’nın (KTÖS) yöneticileriyle
ilişkilerini askıya aldığını ve BELÇA’daki “ayıbın temizlenmesine kadar” hiç bir
platformda birlikte olmama kararı aldığını açıklar (Kıbrıs Eylül 20, 2008: 20-21).
Bütün bu gelişmeler Annan Planı döneminde sendikalar arasında gerçekleşen
birlikteliğin sona erdiğinin ilanı niteliğindedir. Sendikaların siyasetle uğraşmasından
157
çok siyasetin parçası haline gelmeleri ve sendikacılarının konumlarını sıçrama tahtası
olarak kullanmaları bu bölünmenin nedeni olmuştur. Bu aynı zamanda tarihi bir
sürecin de noktalandığı anlamına gelmektedir.
Sendika başkanının sendikal mücadele gereği her zaman siyasetin içinde
olduğu söylenebilir. Yapılan mücadele büyük oranda siyasi platformdadır. Özellikle
de KKTC’de kamu alanında çalışanların oranının yüksekliği sendikal mücadeleyi
daha da siyasileştirmektedir. Bu durumda sendika başkanlarının bu mücadelede,
ileride siyaset yapma isteğini taşıması düşündürücüdür. Đleride herhangi bir siyasal
parti bünyesinde siyaset yapma eğilimi taşıyan bir başkanın bu mücadeleyi verirken
bu eğiliminden etkilenmeyip objektif davranmasını beklemek ancak iyimser bir
değerlendirme olur. Sendikal mücadelenin siyasi alanla iç içe olması ve bu
mücadelenin doğal sonucu olarak özellikle göz önünde olan sendikacılar, önemli bir
siyasi potansiyel oluşturmaktadır. Sendikal mücadele sırasında geniş üye tabanına
ulaşabilen sendikacı kamuoyundaki mücadelede de tanınmış bir sima olmaktadır. Bu
durum ise sendikacıyı önemli, siyasi potansiyele sahip kılmaktadır. Pek doğal bir
başka sonuç da bu potansiyelden kendi mücadelesinde yararlanmak isteyen siyasal
partilerin seçim dönemlerinde aday listelerinde sendikacılara yer verme isteği ve
eğilimidir. Kıbrıs’taki siyasi partilerin oylarını artırmak amacı ile seçim
dönemlerinde aday listelerinde sendikacılara yer vermesi siyasal partiler ile
sendikaların ilişkilerinin boyutunu yansıtır niteliktedir.
158
BÖLÜM VI
6. Sonuç
Kökenleri 19.yüzyıla dayanan Kıbrıs sorunu, 20. yüzyıldan itibaren adada
yaşayan iki temel toplum olan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların milliyetçilik
ideolojisi ile tanışmalarından sonra etnik bir çatışmanın ortaya çıkmasıyla
başlamıştır. 1950’li yıllarda yaşanan etnik çatışmalar Kıbrıs’ın ikiye bölünmesinin
temellerinin atıldığı dönemdir aslında. Đki tarafın da böyle bir ortaklığa hazır
olmadığı bir anda kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, varolan sorunların kısa süreli göz ardı
edilmesinden ve etnik kökenli çatışmamın ertelenmesinden başka bir amaca hizmet
etmemiştir. Yeni kurulan ortaklık devletini, iki toplumun da benimsemesi hiçbir
zaman olmamıştır. Ada’da tarih boyunca ‘Kıbrıslılık’ bilinci ve Kıbrıs milleti
oluşmadığı gibi, etnik kökenlerin ön plan çıkarılması hep süre gelmiştir. Ortaklık
Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra EOKA ve TMT gibi iki silahlı örgütün
güdümünde bir Kıbrıs siyaseti belirlenmiş ve iki topluma da bu siyaseti uygulama
başka farklı bir seçenek sunulmamıştır. Taksim ve Enosis denkleminde geliştirilen
siyaset, Kıbrıs’ta süreci Türkiye’nin 1974’de adaya müdahalesine taşımıştır.
Özellikle Rumlar, Enosis hayalini bu hedefe en çok yaklaştıkları zaman
yitirmişlerdir.
Kıbrıs’ta yaşanan toplumlararası çatışmalar nedeniyle Birleşmiş Milletler,
1964’te adaya, ada barışının korunması için asker göndermiş ancak BM bu anlamda
159
her iki tarafı da tatmin eden herhangi bir başarı sergileyememiştir. Bütün bunlara
rağmen BM iki toplum arasında 1968’den başlayarak günümüze kadar iki toplum
arasındaki en önemli iletişim kaynağı olmuştur. Bu misyon çerçevesinde 1974’ten
sonra çeşitli fikirlerle BM iki taraf arasında arabuluculuk yapmak suretiyle adada
kalıcı bir barışın bulunmasına çalışmıştır. Bu çalışmalarının en önemlisi ve belki de
sonuca ulaşma anlamında en muhtemeli, 2004 yılında yaşanan referandum sürecidir.
Bu dönemde Kıbrıslı Türkler arasında ilk kez onbinlerin sokaklara döküldüğü
toplumsal hareketlilik gerçekleşmiştir. Ülkede yaşanan bu toplumsal hareketliliğin
merkezinde ise sendikalar yer almıştır. Tarihsel süreç içerinde Kıbrıs Türk
sendikacılığı, Kıbrıs sorunun paralelinde gelişmiş ve şekillenmiştir. Milliyetçilik
ekseninde gelişmeye çalışan sendikal hayat 1960’lı yılların sonlarına doğru Kıbrıslı
Türkler’de yaşanan sivilleşme hareketiyle yeni bir çehreye bürünmüştür. 1974
sonrasında sendikal hayatın adanın kuzeyinde ideolojik olarak ayrılmaya başlamıştır.
Ama bütün bu sendikal faaliyetlerin toplum üzerindeki etkisi minimum düzeyde
gerçekleşmekte ve faaliyetleri kendi üyeleri ile sınırlı kalmaktadır. Ülkedeki baskıcı
siyasal rejim toplumun örgütlenmesinde en büyük engeldir. Bu sebeple dolayı
sendikacılık toplum üzerinde sınırlı bir etkiye sahiptir.
2004 yılında yaşanan referandum sürecinde ise Kıbrıslı Türkler sendikaların
öncülüğünde,
devletten
bağımsız
olarak
ilk
kez
inisiyatif
alarak
süreci
yönlendirmeye çalışmış ve aktif bir şekilde süreçte söz sahibi olmuştur. Kıbrıslı
Türklerin bu sosyal ve kültürel yapıları dikkate alındığında bu durum bir ilk olma
özelliğini taşımaktadır. Kıbrıslı Türklerin nüfusu dikkate alındığında yaşanan bu
kitlesel hareketin önemi daha da artmaktadır.
160
2000 yılından referandumun gerçekleştiği 2004 yılına kadar gerçekleşen bu
tarihi toplumsal hareketin oluşmasına ülkede yaşanan siyasal, ekonomik ve sosyal
gelişmeler neden olmuştur. Özellikle ülkede yaşanan ekonomik krizler ve Kıbrıslı
Türklerin kendi iradesine sahip çıkma talepleri, bu toplumsal hareketlerin oluşmasına
neden olmuştur. Kıbrıs Harekatı’ndan bu yana askeri ve siyasi bakımdan Türkiye’nin
denetimi altında bulunan KKTC, ekonomik olarak da Türkiye’ye bağımlı hale
gelmiştir. Bu durum 1974’ten bu yana tarım ve sanayi sektöründe geri bırakılmanın
acısını çeken Kıbrıslı Türklerin işsizlik ve göç gibi sorunlarla boğuşmasına neden
olmuştur. Ekonominin Türkiye’ye bağımlı kılınması karşısında, adada kendilerine bir
gelecek göremeyen Kıbrıslı Türkler -özellikle gençler- çözümü göçte bulunmaktadır.
Sendikaların temelini oluşturduğu “Bu Memleket Bizim Platformu”nun
düzenlemiş olduğu mitingler, ülkedeki siyasi gündemin belirlenmesini ve
şekillenmesini sağlamıştır. Özellikle kamu sendikaları ve öğretmen sendikalarının bu
süreçte aktif rol oynamaları ve bu sendikaların grevleri ülkedeki toplumsal hareketin
oluşmasında önemli bir paya sahiptir. Ülkede yaşanan toplumsal hareketlerin
dışarıdan yönlendirildiği ve halkın kandırıldığına dair yaklaşımlar da mevcuttur.
Ancak, bu kadar büyük kitlesel hareketlerin gerçekleşmesinde dışarıdan yapılacak
yönlendirmelerin Kıbrıslı Türklerin üzerinde etkisi sınırlı kalmaktadır. Tarihsel süreç
çerçevesinde bakıldığında Türkiye dışında hiçbir uluslararası aktörün Kıbrıslı
Türkler üzerinde bu denli kitlesel hareketleri yaratması mümkün değildir. Kıbrıslı
Türklerin güvenlik endişesi ve güven duygusu bu gerekçenin temelini teşkil eder.
Ülkede toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasındaki temel neden halkın ekonomik,
siyasal ve sosyal sıkıntıları ve istemleriyle, ilk kez sendikaların siyasal duruşlarının
bu denli ortak bir paydada buluşmasıdır. Geçmiş dönemlerde neden bu tür toplumsal
161
hareketlerin ülkede gerçekleşmediğinin cevabı da sendikaların bu konular
karşısındaki siyasal duruşlarında saklıdır. ‘Annan Planı’ diye tanımladığımız süreçte
ortaya çıkan toplumsal hareketlenmenin sebebi de buna dayanmaktadır.
Devlet destekli olmayan sendikalar öncülüğünde ilk kez halk tarafından
yapılan mitingler ülke tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Kıbrıslı Türkler kendi
idarecilerinin karşı olmasına rağmen bir çözüm planını referanduma götürmeyi
başarmışlardır. Ülkede tabu olan birçok konu tartışılmış ve adanın kuzeyinde
yaşayan insanlar ilk defa siyasi görüşlerini açıklama konusunda var olan korkularını
yenmişlerdir.
Kronikleşen Kıbrıs sorunu bugün hala bir çözüm beklemektedir. Bundan daha
önemlisi ise iki toplum arasında var olan sosyal ve psikolojik etkenler daha da
artmaktadır. Sendikalar tarafından örgütlenen toplumsal hareket bugün itibariyle
başlangıçtaki gücünü ve etkisini yitirmiştir. Değişimin temelinde yatan gerekçe ise
bazı sendikaların siyasi duruşlarını iktidar partisine endekslemesidir. Bu olgu “Bu
Memleket Bizim Platformu” çerçevesinde bir araya gelen sendikalar arasında fikir
ayrılıklarına ve aralarındaki birlikteliğin ortadan kalkmasına neden olmuştur.
Sonrasında sendikalar arasında yaşanan gerginlikler kamuoyunda sendikalara yönelik
bakış açısında büyük bir erozyonun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu siyasal
hareketliliğin ardından birçok sendika başkanının iktidar partisinden milletvekili
çıkması veya kamuda hatırı sayılır görevler almaları da halk nazarında sendikaların
meşruluklarını yitirmelerine ve halktan büyük tepki almalarına neden olmuştur.
Sendikalar bir siyasi partinin yan örgütü konumuna gelirse, farklı siyasi
tercihi olanların o sendikayla bağları önce zayıflar sonra kopma noktasına gelir.
162
KKTC’de aynı iş kolunda birden fazla sendikanın ortaya çıkma nedeni siyasi
farklılıktır ve ülkedeki sendikaların hemen hemen hepsinin partilerle bağlantısı
olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Sendikaların siyasi görüşü ve tercihi olabilir. Ama
bu tercih bir partinin yan örgütü noktasına getirmemelidir. Aksi durumda sendika
önemli güç kaybına uğramaya hatta yok olmaya mahkumdur.
Yukarda bahsi geçen durumlar sendikaların müzakere verimliliğini de
etkilemektedir. Siyasi erke yakınlıkla elde edilen kazanımlar şaibelidir ve sendikal
birikim açısından eksileri artılarından fazladır. Kıbrıs Türk toplumunda sendikal
hareketin geçmişi siyasi partilerden eskidir. Özellikle solda KTÖS, KTÖES ve
KTAMS’ın siyasi partilerden bağımsız bir etkinliğe sahibi olduğu tarihsel bir
gerçektir. Bir dönem ülkede partilerin sendikaları değil, sendikaların partileri idare
edip etmediği bile tartışılmıştır. Siyasi partiler doğrudan halka dönük örgütlenme
yerine sendikaları, sivil toplum örgütlerini kontrol altına almayı tercih ettiği gün
sendikalar ve sivil toplum örgütlerinde geriye gidişin başlaması kaçınılmazdır.
Siyasi partilerin misyonu ile sendikaların misyonu ayrıdır. Toplumsal yarar
için geniş platformda işbirliği olması gerekendir ancak sendikaların siyasal partilerin
alt örgütü haline gelmesi durumu değiştirmektedir. Sivil toplum örgütlerinde başarılı
çalışma yapanların aktif siyasi yaşama geçmelerine ilke olarak karşı çıkılmayabilir.
Ancak bu gerçekleşirken sendikanın ya da ilgili sivil toplum örgütünün sıçrama
tahtası yapılmaması gerekir. Sendikalar sıçrama tahtası yapılırsa bunun zararları
tahminlerin ötesinde olur. Milletvekili seçilen sendikacıların bir kısmı sendikal
görevlerinden ayrılmadan hem sendikacılık hem de politikacılık kimliklerini koruma
tercihi sendikal faaliyetlere verilebilecek en önemli zararlardan biridir.
163
7. KAYNAKÇA
Adams, Thomas and Cottriell, Alvin, Cyprus Between East and West, Baltimore,
The Johns Hopkins Press, 1968.
Alemdar, Şakir, International Aspects of the Cyprus Problem, in C.H.Dood (ed.),
The Political, Social and Economic Development of Northern Cyprus,
Cambridgeshire, England, The Eothen Press, 1993.
Alkan, Türker, Siyasal Bilinç ve Toplumsal Değişim, Ankara, Gündoğan yayınları,
1989.
An, Ahmet, Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Lefkoşa, Galeri Kültür
Yayınları, 1996.
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1990), Ankara, Türkiye Đş Bankası
Kültür Yayınları, 1991.
Aydoğdu, Ahmet, Tarihsel Süreçte Kıbrıs Türk Seçimleri ve Yönetimleri,
Ankara, BRC Basım ve Matbaacılık, 2005.
Birand, Ali Mehmet, 30 Sıcak Gün, Đstanbul, Milliyet Yayınları, 1990.
Balcı, Ali, Sosyal Bilimlerde Araştırma, Ankara, Yavuz Dağıtım, 1993
164
Calvocoressi, Peter, Resilient Europe 1870-2000, London, Longman, 1991.
Crawshaw, Nancy, Cyprus: A Crises of Confidence, New York, World Today,
1994.
Cuellar, Perez De., Year Book of the 1988, New York, Department of Public
Information UN, Volume 32,1988.
Devlet Planlama Örgütü 2000 Yıllığı, Devlet Basım Evi, Lefkoşa, 2001, s.34-36.
Druşotis, Makarios, Karanlık Yön: EOKA, Lefkoşa, Galeri Kültür Yayınevi, 2005.
Egemen, Salih, Kıbrıslı Türkler Arasında Siyasal Liderlik, Lefkoşa, Ateş
Matbaası, 2006.
Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, Lefkoşa, Devlet Planlama Örgütü, 2004
Erim, Nihat, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler Đçinde Kıbrıs, Ankara, Ajns-Türk
Matbaacılık Sanayi, 1975.
Ertegün, Münir Necati, In Search of a Negotiated Cyprus Settlement, Lefkoşa,
Ulus Matbaacılık, 1981.
Ertegün, Münir Necati, The Cyprus Dispute, Lefkoşa, K. Rüstem&Brother, 1984.
165
Esenbel, Melih, Ayağa Kalkan Adam, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1993.
Frieden, Jeffry and Lake, David, International Politics and International
Economics, New York, St.Martin’s Press, inc., 1991.
Garip, Tamer, Bir Ülke Düşü’nün ki, Ankara, Omay Matbaacılık, 2008.
Gökçekuş, Ömer, The Economic of the Isolation of Turkish Cypriots, Kyrenia,
FREEBIRDS Publishing, 2008.
Gökçe, Birsen, Toplumsal Bilimlerde Araştırma, Ankara, Savaş yayınevi, 2007
Gürel, S. Şükrü, Kıbrıs Tarihi (1878-1960), Đstanbul, Kaynak Yayınevi, 1985.
Hain, Peter, Political Strikes: The State and Trade Unionism in Britain, London,
Viking Press, 1986.
Hannay, David, Cyprus: The Way Ahead, in Ahmet Sözen (ed.), The Cyprus
Conflict: Looking Ahead, Famagusta, Published by Esatern Mediterranean
University Printing-House, 2008.
Hobson, John, Problems of Poverty, Montana, Kessinger Publishing, 2004.
166
Hodge, D.R., & Gillespie,D,: An Alternative To Likert Sacales. Social Work
Resarch, Phase Comletions, 2003
Hyman, Richard, Understanding European Trade Unionism: Between Market,
Class and Society, New York, Sage Publications, 2001.
ILO Resolution, Resolution concerning the Effective Prosecution in All
Countries of the Aims and Objectives of the International Labour Organisation
in Conditions of Freedom and Security, Switzerland, Resolution Adopted by ILO
in Geneva, 1952.
International Peace Research Institute of Oslo (PRIO) Report, “The Day After:
Commercial Opportunities Following a Solution to The Cyprus Problem”, 2008.
Işıklı, Alpaslan, Gerçek Örgütlenme: Sendikacılık, Đmge Kitapevi, 2005.
Đsmail, Sabahattin, Kıbrıs Cumhuriyeti’in Doğuşu-Çöküşü ve Unutulan Yıllar
(1967-1974), Lefkoşa, Başbakanlık Basım Evi, 1992.
Đstatistik Yıllığı, Lefkoşa, Devlet Planlama Örgütü, 2004.
Kıbrıs Sorunun Kapsamlı Çözümü (Annan Planı), Lefkoşa, KKTC Başbakanlığı,
Mart 31, 2004.
167
Kızılyürek, Niyazi, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, Đstanbul, Đletişim Yayınları,
2003.
Kızılyürek, Niyazi, Paşalar Papazlar, Londra, Đstanbul Graphic, 1988.
Kızılyürek, Niyazi, Ulus Ötesi Kıbrıs, Lefkoşa, Kassulitis Yayınevi, 1993.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası, 1985.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Genel Nüfus ve Konut Sayımı Kesin Sonuçları,
Lefkoşa, Devlet Planlama Örgütü, 2007.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kamu Görevlileri Yasası, 1979.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yurttaşlık Yasası, 1993.
Kürkçügil, Masis, Kıbrıs Dün ve Bugün, Đtkaki Yayıncılık, 2003.
Martin, Celalettin, Memur Sendikacılığı, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Y. Doç. Dr. Đbrahim Ongün, 1992,
Ankara.
168
Montgomery, David, Workers Control in America: Studies in the History of
Work, Technology and Labor Struggles, New York, Cambridge University Press,
1992.
Necatigil, Zaim M. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Anayasa ve Yönetim
Hukuku, Lefkoşa, Rüstem Kitapevi, 1988.
Necatigil, Zaim M., The Cyprus Question and the Turkish Position in
International Law, Oxford: Oxford University Press, 1989.
Necatigil, Zaim M., The Turkish Republic of Northern Cyprus: StateHood and
Recognition, Journal For Cypriot Studies, 1996, 2(1): 4-6.
Polyviou, Polyvious, Cyprus: Conflict and Negotiations 1960-1980, London,
Gerald Duckworth, 1980.
Rabie, Mohammed, Conflict Resolution and Ethnicity, London, Praeger, 1994.
Ray, Jag, A history of the anarchist origins of the largest trade union in France
1895-1921: The CGT, France, September 12, 2006. http://libcom.org/history/18951921-the-cgt-france.
Stavrinides, Zenon, The Cyprus Conflict-National Identity and Statehood,
Nicosia, CYREP, 1999.
169
Swan, George, Constitutional Majority Rule and the Cyprus Constitution: The
1983 Cyprus Crisis in Critical Perspective, Boston College Third World Journal,
5(1): 63-65, Autumn 1984.
Swann, Dennis, The Economics of the Common Market: Integration in the
European Union, England, Penguin Books, 1995.
Tirman
John,
Working
Towards
a
Just
Peace,
2004.
http://www.cyprus-
conflict.net/conflict%20res%20-%20section.htm.
Varnava, Pantelis, Bir Madenci Hatırlıyor, Lefkoşa, Baskı PEO, 1998.
Varnava, Pantelis, Kıbrıslı Rum ve Türklerin Ortak Đşçi Mücadeleleri, Lefkoşa,
Baskı PEO, 1997.
Volkan, Vamık and Itzkowitz, Norman, Turks and Greeks Neighbours in Conflict,
Cambridgeshire, the Eothen Press, 1994.
Xydis, Stephen, Cyprus Conflict and Conciliation 1954-1958, Columbs, The Ohio
State University Press, 1967.
Yavuzalp, Ercümet, Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik, Ankara, Bilgi Yayınevi,
1993.
170
Yeşilada, A. Birol and Wood David, The Emerging European Union, Newyork,
Longman Publishers, 1996.
Yazılı Basın:
“Bu Memleket Bizim Mitingi” Yapıldı, Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 18, 2000, s.5.
“Bu Vatan Bizim” Mitingi ve Rum Basını, Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 20, 2000,
s.7.
24 Nisan’da Tarihle Randevumuz var... Barışa Ulaşmanın Yolu Đki ‘Evet’ten
Geçer’, Türk Ajansı Kıbrıs, Nisan 14, 2004, s.20.
25 Örgüt Paket Geri Alınan Kadar Hükümet Đle Görüşmeme Kararı Aldı, Türk
Ajansı Kıbrıs, Mayıs 31, 2000, s.5.
Banka Sorunu 8 Aydır Sürüyor, Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 25, 2000, s.14-15.
BELÇA Krizinde Sendikal Ayıp, Kıbrıs, Eylül 20, 2008, s.20-21
Cumhurbaşkanı Denktaş KTÖS’ün Đladına Sert Tepki Gösterdi, Türk Ajansı
Kıbrıs, Ocak 2001, s.2.
Denktaş Masaya, Yeni Düzen, Kasım 27, 2002, s.1
171
GKK Komutanı Özeyranlı’dan Yeni Açıklamalar, Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz
1, 2000, s.12-14.
Grev, Türk Ajansı Kıbrıs, Aralık 4, 2000, s.4.
Güney’de Đç Savaş Ortamı, Türk Ajansı Kıbrıs, Ekim 16, 2004, s.4-7.
Halk Kararını Yineledi, Kıbrıs, Şubat 28, 2003, s.1
Kıbrıs Barış Platformu Oluşturuldu, Türk Ajansı Kıbrıs, Ocak 30, 2008, s.18-20.
Kıbrıs Kavgası Kızıştı, Radikal, Ekim 22, 2003, s.1
KKTC’de Muhalefet Kazanırsa Đyi Olur, Türk Ajansı Kıbrıs, Aralık 2, 2003, s.2324.
KKTC’deki Gösterinin Rum Basınına Yansıması, Türk Ajansı Kıbrıs, Aralık 28,
2002, s.1.
Komutan Tavrı Đle Gereksiz Yere Đç Politikada Taraf Oldu, Türk Ajansı Kıbrıs,
Temmuz 2, 2000, s.11-15.
KTÖS Yönetim Kurulu, Sendikadan Kesin Đhraç Đstemiyle Eski Başkanı Ahmet
Barçı’nı Disiplin Kuruluna Sevk Etti, Türk Ajansı Kıbrıs, Ekim 3, 2007, s.24-25.
172
Merkezi Londra`da Bulunan Ulusal Gazeteciler Sendikası`nın Temsilcileri,
Kıbrıs Rum Kesimi Yetkilileriyle Görüşecek, Avrupa, Temmuz 16, 2000, s.1
Mudiler Zorla Meclise Girdiler, Türk Ajansı Kıbrıs, Temmuz 24, 2000, s.10.
Papadopulos’un Açıklaması, Türk Ajansı Kıbrıs, Ekim 15, 2004, s.3-4.
Talat’ın Nüfus Kağıdı Temizliği, Hürriyet, Kasım 17, 2007, s.1
Toplumsal Birlik Ancak Demokrasi Đçerisinde Korunabilir, Türk Ajansı Kıbrıs,
Temmuz 2, 2000, s.9-10.
Balkır, Canan, KKTC Ekonomisi: Bir Đflasın Öyküsü, Radikal 26,2003, s.1
Düzel, Neşe, Türk Ordusunun Denetimini Başta Biz Đstemiyoruz, Radikal, Ocak
15, 2007.
Düzgün, Başaran, Kıbrıs’ta Darbeyi Kim Yapacaktı?, Kıbrıs, Temmuz 20, 2008,
s.5
Hastürer, Hasan, Demokrasi Kurumlaşmadıça !, Kıbrıs, Kasım 8, 2004, s.9.
Hastürer, Hasan, Đlle de Demokrasi, Kıbrıs, Şubat 27, 2005, s.9.
173
Đsmail, Sabahattin, Dolarla Yaratılmak Đstenen ‘Kıbrıslılık’ Kimliği, Volkan,
Nisan 23, 2007, s.1.
Kızılyürek, Niyazi, “Ergenokon” Bir Süreçtir: Türkiye’de Demokratikleşmeye,
Kıbrıs’ta da Barış’a Karşı “Kutsal Đttifak”, Yeni Düzen, Temmuz 14, 2008, s.4
Mutluyakalı, Cenk, Tesadüf mü? Komplo mu?, Yeni Düzen, Eylül 5, 2008, s.7.
Sonay, Meltem, Birlik Mücadele Dayanışma Rastgele Üretilmiş Bir Slogan
Değildir, Yeni Düzen, Mayıs 6, 2008, s.1.
Yetkin, Murat, Dışişleri Kriterleri, Radikal, Ocak 20, 2004.
Internet:
Akkaya,
Yüksel,
Avrupa
Birliği
ve
Sendikacılık,
http://www.sav.org.tr/yazialmanak.asp?curyazi=AB_K_03_Y_Akkaya.htm,2002.
Akkaya, Yüksel, Enosis, Taksim, AB Hattında Kıbrıs’ta Emekçiler II,
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=489,
Akkaya,
Yüksel,
Enosis,
01 Haziran 2004.
Taksim,
AB
Hattında
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=51, 08 Mart 2004.
174
Kıbrıs’ta
Emekçiler,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Merkez Bankası, www.kktcmb.trnc.net, Kasım, 2008
Kuzey
Kıbrıs
Türk
Cumhuriyeti
Merkez
www.kktcmb.trnc.net/ser/turkce/mevzuat/mevzuat_merkezbankasi.html.
175
Bankası
Kasım, 2008.
Yasası,
8. EKLER
EK: 1 Görüşülen Mevcut Sendika Başkanlarının Đsimleri ve Sendikaları
SENDĐKA ĐSMĐ:
BAŞKAN ĐSMĐ
KTOEÖS:
Adnan Eraslan
BANK-SEN:
Zübeyir Boransel
BES:
Tahir Hoca
M/SA TÜRK GENEL –ĐŞ SEN:
Halil Karagil
LĐMAN-SEN:
Altunay Fahri
TEL-SEN:
Erkan Birer
K.T HEMŞĐRELER BĐRLĐĞĐ:
Fatma Savaşkan
KTÖS:
Mehmet Karaali
KTAMS:
Ali Seylani
EL-SEN:
Hasan Kaide
AS-SEN:
Adnan Tancer
TIP-ĐŞ:
Erol Şeherlioğlu
EMEK ĐŞ:
Đsmail Özbarış
KOOP-SEN:
Mehmet Ali Güroz
KAMU-SEN:
Mehmet Özkardaş
DEVRĐMCĐ GENEL-ĐŞ SEN:
Hasan Felek
K.TÜRK ĐŞVERENLER SEN:
Hasan Sungur
DEV-ĐŞ:
Mehmet Seyis
BAY-SEN:
Ahmet Çaluda
KAMU-ĐŞ:
Hüseyin Z. Akyön
DAÜ-SEN:
Ulaş Gökçe
176
TES:
Bayram Karaman
BASIN-SEN:
Kemal Darbaz
ÇAĞ-SEN:
Ertaç Đçemen
HÜR-ĐŞ:
Özay Andıç
GÜÇ-SEN:
Mehmet Tosun
K.T.DAYANIŞMA SENDĐKASI:
Mustafa Baturalp
GIDA-SEN:
Arslan Bıçaklı
BEL-SEN:
Fikret Keleş
BÜRO-ĐŞ:
Yakup Ö. Latifoğlu
VERGĐ-SEN:
Hayri Uğurlu
TÜRK-PETROL-ĐŞ:
Levent Şenkat
DAÜ PER-SEN:
Mudahar Akar
VET-SEN:
Đshak Karal
VET HEK-SEN:
Nazım Akçaba
MEMUR-SEN:
Şener Özburak
BASS:
Ali Yeltekin
DAÜ BĐR-SEN:
Tevfik Yoldaş
SAĞLIK-SEN:
Kemal Oktar
DĐN GÖR-SEN:
Mehmet Dere
177
EK: 2 Ulaşılan Sendika Eski Başkanlarının Đsimleri ve Sendikaları
SENDĐKA ĐSMĐ:
BAŞKAN ĐSMĐ
KTOEÖS:
Ümit Serdaroğlu
Olgun Olay
Ahmet Barçın
BANK-SEN:
Özel Tahsin
Ekrem Sayılı
Harun Dimililer
BES:
Gülev Sıdal
TGĐS:
Tuğrul Bicenleroğlu
Ahmet Öztenay
LĐMAN-SEN:
Asaf Şentürk
TEL-SEN
Hasan Değirmencioğlu
Özkan Atasoy
Mehmet Ceylanlı
K.T.H.BĐR
Remzi Atakan
Baykal Sarper
Yeşim Kubilay
KTÖS:
Arif (Hasan Tahsin)Desem
Bekir R. Hınçal
Ertan Ali Güllü
Mehmet Süleymanoğlu
Erdoğan Sorakın
KTAMS:
Ali Rıza Kırçay
178
EL-SEN:
Đrfan H. Paralik
Hüseyin Konuralp
Behzat (Ferdi)Ferdioğlu
Mehmet Süleyman Ekingen
Kubilay Özkıraç
TÜRK-SEN:
Önder Konuloğlu
AS-SEN:
Nihat Elmas
Sunalp Derviş Tancer
TIP-ĐŞ:
Savaş Özyiğit
EMEK-ĐŞ:
Đsmail Özbarış
Bayram Çelik
YÖN-SEN
Hüseyin Alaysa
Niyazi Düzgün
KAMU-SEN:
Ahmet Ötüken
Hasan Kozok
DEVRĐMCĐ GENEL ĐŞ:
Ali Gülle
DEV-ĐŞ:
Bayram Çelik
Ali Gülle
BAY-SEN:
Gürel Safa
Mazhar H. Özkol
Günay Baykara
Sevgi Aşık
Cafer Özsoykal
Kemal Gökdel
179
Özer Kanlı
Cemal Dermuş
KOOP-SEN:
Ziya Özçürümez
Halil Hürdoğan
Hüseyin Erk
KAMU-ĐŞ:
Hüseyin Alaysa
Hüseyin Z. Akyön
ĐLK-SEN:
Đlker Erdenizci
Hasan Yükselen
Đbrahim Bıyıkoğlu
Yusuf Yücem
Gönül Uygun
DAÜ-SEN:
Mehmet Taşker
Đbrahim Ali Sezai
Tahir Çelik
Ayla Gürel
Hüseyin Demirel
Mustafa Uyguroğlu
Mehmet Çağlar
BASIN-SEN:
Hüseyin Güven
Hüseyin Yaylalı
ÇAĞ-SEN:
Mehmet Davulcu
GIDA-SEN:
Osman Arif
BEL-SEN:
Şevki Nasipoğlu
180
Mehmet Hasan Turan
HAVA-SEN:
Mehmet Ergin
Osman Nalbantoğlu
KAP-SEN:
Hasan Y. Işık
VET-SEN:
Toğal Bayraktaroğlu
Uğur Çavuş
VET-HEK-SEN:
Osman Korukoğlu
Tulgay Savaşan
Ramadan Gökşan
DAÜ-BĐR-SEN:
Cem Süleyman Çıralıoğlu
MEC-SEN:
Tayfun Oktar
TARIM-SEN:
Şerifali Rifat
Đbrahim Koreli
KALK-SEN:
Ercan Đbrahimoğlu
181
EK: 3 Tezde Kullanılan Grafiklerin Oluşturulmasında Faydalanılan Veriler
Grafil 1.’in Oluşturulmasında Kullanılan Veriler
Frekans (n)
%
Sendikalar Seçim Dönemlerinde Kendi Çıkarları Doğrultusunda Bir Parti Lehinde
veya Alehinde Tavır Alabilir (Soru # 15).
Tamamen katılıyorum
2
5,00
Katılıyorum
15
37,50
Ne katılırım ne katılmam
6
15,00
Katılmıyorum
16
40,00
Hiç katılmıyorum
1
2,50
Toplam
40
100,00
3,02
60,50
Sendikalar Siyasi Partilerin Uyguladıkları Politikaları Belirlemelidir (Soru # 16).
Tamamen katılıyorum
2
5,00
Katılıyorum
22
55,00
Ne katılırım ne katılmam
5
12,50
Katılmıyorum
9
22,50
Hiç katılmıyorum
2
5,00
Toplam
40
100,00
3,32
66,50
Siyasi Partiler Sendikaların Uyguladıkları Politikaları Belirlemelidir (Soru # 17).
Tamamen katılıyorum
1
2,50
Katılıyorum
7
17,50
Ne katılırım ne katılmam
1
2,50
Katılmıyorum
28
70,00
Hiç katılmıyorum
3
7,50
Toplam
40
100,00
2,37
47,50
Sendikalar Seçim Zamanı Kendi Davalarını Destekleyen Partilere Yardımcı
Olmalıdırlar (Soru # 18).
Katılıyorum
22
55,00
Ne katılırım ne katılmam
3
7,50
Katılmıyorum
14
35,00
F.Y./C.Y.
1
2,50
182
Toplam
40
100,00
3,21
62,50
Sendikalar Siyasi Partilere Örgütlü Bir Biçimde Parasal Yardım Yapmalıdırlar
(Soru # 19).
Katılıyorum
2
5,00
Ne katılırım ne katılmam
4
10,00
Katılmıyorum
24
60,00
Hiç katılmıyorum
10
25,00
Toplam
40
100,00
1,95
39,00
Grafil 2.’nin Oluşturulmasında Kullanılan Veriler
Frekans (n)
%
Sendikalar Seçim Dönemlerinde Kendi Çıkarları Doğrultusunda Bir Parti Lehinde
veya Aleyhinde Tavır Alabilir (Soru # 20)
Tamamen katılırım
15
4,00
Katılıyorum
193
51,30
Ne katılırım ne katılmam
14
3,70
Katılmıyorum
117
31,10
Hiç katılmıyorum
4
1,10
F.Y./C.Y.
33
8,80
Toplam
376
100,00
3,29
65,71
Sendikalar Siyasi Partilerin Uyguladıkları Politikaları Belirlemelidir (Soru # 21)
Tamamen katılırım
4
1,10
Katılıyorum
119
31,60
Ne katılırım ne katılmam
35
9,30
Katılmıyorum
184
48,90
Hiç katılmıyorum
6
1,60
F.Y./C.Y.
28
7,40
Toplam
376
100,00
2,80
56,03
Siyasi Partiler Sendikaların Uyguladıkları Politikaları Belirlemelidir (Soru # 22)
Tamamen katılırım
4
1,10
Katılıyorum
85
22,60
183
Ne katılırım ne katılmam
28
7,40
Katılmıyorum
212
56,40
Hiç katılmıyorum
11
2,90
F.Y./C.Y.
36
9,60
Toplam
376
100,00
2,59
51,71
Sendikalar Seçim Zamanı Kendi Davalarını Destekleyen Partilere Yardımcı
Olmalıdırlar (Soru # 23)
Tamamen katılırım
9
2,40
Katılıyorum
190
50,50
Ne katılırım ne katılmam
25
6,60
Katılmıyorum
128
34,00
Hiç katılmıyorum
4
1,10
F.Y./C.Y.
20
5,30
Toplam
376
100,00
3,20
64,04
Sendikalar Siyasi Partilere Örgütlü Bir Biçimde Parasal Yardım Yapmalıdırlar
(Soru # 24)
Tamamen katılırım
4
1,10
Katılıyorum
76
20,20
Ne katılırım ne katılmam
16
4,30
Katılmıyorum
233
62,00
Hiç katılmıyorum
18
4,80
F.Y./C.Y.
29
7,70
Toplam
376
100,00
2,47
49,34
Grafil 3.’ün Oluşturulmasında Kullanılan Veriler
Frekans (n)
%
Sendikalar Belirli Görevlerdeki Seçilmiş Siyasilerle Özel Đlişkiler Kurmalıdırlar
(Soru # 25)
Katılıyorum
Ne katılırım ne katılmam
Katılmıyorum
12
22,50
6
12,50
17
50,00
184
Hiç katılmıyorum
F.Y./C.Y.
4
12,50
1
2,50
Toplam
40
100,00
Sendikalar Basın Gücüyle Siyaseti Etkilemelidirler (Soru # 26)
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Ne katılırım ne katılmam
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
2
5,00
27
67,50
4
10,00
6
15,00
1
2,50
2,67
53,33
Toplam
3,58
71,50
40
100,00
Sendikalar Siyasi Parti Kurup Mücadelelerini Siyasi Platformda da Yürütmelidirler
(Soru # 27)
Katılıyorum
6
15,00
Ne katılırım ne katılmam
1
2,50
Katılmıyorum
28
70,00
Hiç katılmıyorum
5
12,50
Toplam
44,00
40
100,00 2,20
Sendikalar Tarafsız Kalıp Siyasette Güncel Politikalar Benimsemelidirler (Soru #
28)
Tamamen katılıyorum
2
5,00
Katılıyorum
17
42,50
Ne katılırım ne katılmam
5
12,50
Katılmıyorum
16
40,00
Toplam
40
100,00
3,13
62,50
Sendikalar her yerde genel grev yaparak siyasi sistemi çökertmelidirler (Soru # 29)
Ne katılırım ne katılmam
3
7,5
Katılmıyorum
30
75
Hiç katılmıyorum
5
12,5
F.Y./C.Y.
2
5
Toplam
1,95
38,95
40
100
Sendikalar Tabanın Sesine Göre Siyasi Duruşunu Belirlemelidir (Soru # 30)
Tamamen katılıyorum
2
5
Katılıyorum
25
62,5
Ne katılırım ne katılmam
3
7,5
185
Katılmıyorum
9
22,5
F.Y./C.Y.
1
2,5
Toplam
3,51
40
100
Sendikalar Siyasi Partilere Eşit Mesafede Olmalıdır (Soru # 31)
Tamamen katılıyorum
2
5,00
Katılıyorum
30
75,00
Ne katılırım ne katılmam
2
5,00
Katılmıyorum
6
15,00
Toplam
40
100,00
3,70
70,26
74,00
Grafil 4.’ün Oluşturulmasında Kullanılan Veriler
Frekans (n)
%
Sendikalar Belirli Görevlerdeki Seçilmiş Siyasilerle Özel Đlişkiler Kurmalıdırlar
(Soru # 32)
Tamamen katılırım
6
1,60
Katılıyorum
158
42,00
Ne katılırım ne katılmam
25
6,60
Katılmıyorum
156
41,50
Hiç katılmıyorum
8
2,10
F.Y./C.Y.
23
6,10
Toplam
376
100,0
2,99
59,89
Sendikalar Siyasi Parti Kurup Mücadelelerini Siyasi Platformda da Yürütmelidirler
(Soru # 33)
Tamamen katılırım
3
1,60
Katılıyorum
105
30,60
Ne katılırım ne katılmam
20
6,10
Katılmıyorum
197
51,60
Hiç katılmıyorum
28
4,00
F.Y./C.Y.
23
6,10
Toplam
376
100,0
2,60
51,95
Sendikalar Tarafsız Kalıp Güncel Politikalar Benimsemelidirler (Soru # 34)
Tamamen katılırım
29
7,70
186
Katılıyorum
263
69,90
Ne katılırım ne katılmam
12
3,20
Katılmıyorum
59
15,70
Hiç katılmıyorum
2
0,50
F.Y./C.Y.
11
2,90
Toplam
376
100,0
3,71
74,14
Sendikalar Her Yerde Genel Grev Yaparak Sistemi Çökertmelidirler (Soru # 35)
Tamamen katılırım
1
0,30
Katılıyorum
32
8,50
Ne katılırım ne katılmam
14
3,70
Katılmıyorum
270
71,80
Hiç katılmıyorum
53
14,10
F.Y./C.Y.
6
1,60
Toplam
376
100,0
2,08
41,51
Sendikalar Tabanın Sesine Göre Siyasi Duruşunu Belirlemelidir (Soru # 36)
Tamamen katılırım
14
3,70
Katılıyorum
234
62,20
Ne katılırım ne katılmam
28
7,40
Katılmıyorum
83
22,10
Hiç katılmıyorum
4
1,10
F.Y./C.Y.
13
3,50
Toplam
376
100,0
3,47
69,42
3,09
61,82
Sendikalar Basın Gücüyle Siyaseti Etkilemelidirler (Soru # 37)
Tamamen katılırım
4
1,10
Katılıyorum
177
47,10
Ne katılırım ne katılmam
24
6,40
Katılmıyorum
141
37,50
Hiç katılmıyorum
6
1,60
F.Y./C.Y.
24
6,40
Toplam
376
100,0
Sendikalar Siyasi Partilere Eşit Mesafede Olmalıdır (Soru # 38)
Tamamen katılırım
17
4,50
Katılıyorum
278
73,90
Ne katılırım ne katılmam
15
4,00
Katılmıyorum
45
12,00
187
Hiç katılmıyorum
3
0,80
F.Y./C.Y.
18
4,80
Toplam
376
100,0
3,73
74,58
Grafil 5.’in Oluşturulmasında Kullanılan Veriler
Frekans (n)
%
Kıbrıs Türk Sendikaları Siyasi Güçler Tarafından Yönlendiriliyor (Soru # 39)
Tamamen katılırım
17
3,20
Katılıyorum
189
48,40
Ne katılırım ne katılmam
44
11,70
Katılmıyorum
82
23,10
Hiç katılmıyorum
2
0,50
F.Y./C.Y.
42
13,00
Toplam
376
100,00
3,41
68,20
Kıbrıs Türk Sendikaları Ekonomik Güçler Tarafından Yönlendiriliyor (Soru # 40)
Tamamen katılırım
5
1,30
Katılıyorum
138
36,70
Ne katılırım ne katılmam
45
12,00
Katılmıyorum
121
32,20
Hiç katılmıyorum
5
1,30
F.Y./C.Y.
62
16,50
Toplam
376
100,00
3,05
61,08
Kıbrıs Türk Sendika Yöneticileri bu Görevlerinden Dolayı Haksız Yere Ekonomik
Çıkar Elde Ederler (Soru # 41)
Tamamen katılırım
6
1,60
Katılıyorum
149
39,60
Ne katılırım ne katılmam
33
8,80
Katılmıyorum
118
31,40
Hiç katılmıyorum
4
1,10
F.Y./C.Y.
66
17,60
Toplam
376
100,00
188
3,11
62,26
Kıbrıs Türk Sendika Yöneticileri bu Görevlerinden Dolayı Haksız Yere Siyasi Çıkar
Elde Ederler (Soru # 42)
Tamamen katılırım
16
2,90
Katılıyorum
186
49,50
Ne katılırım ne katılmam
45
12,00
Katılmıyorum
79
22,30
Hiç katılmıyorum
3
0,80
F.Y./C.Y.
47
12,50
Toplam
376
100,00
189
3,40
68,09
EK: 4 Araştırmalar Sırasında Kullanılan Anketler
1, 3-6, 13-19, 25-31: Faal Sendika Başkanlarına Yöneltilen Sorular
7-8:
Sendikalı Vatandaşlara Yöneltilen Sorular
2, 9-12,20-24, 32-42: Vatandaşlara Yöneltilen Sorula
Soru # 1: Kıbrıs'ta siyasi partiler oylarını arttırmak amacıyla seçim
dönemlerinde, aday listelerinde sendikacılara da yer verirler.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 2: Kıbrıs’ta siyasi partiler oylarını arttırmak amacıyla seçim
dönemlerinde, aday listelerinde sendikacılara da yer verirler.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 3: Kıbrıs Türk sendikaları siyasi güçler tarafından yönlendiriliyor
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 4: Kıbrıs Türk sendikaları ekonomik güçler tarafından yönlendiriliyor.
190
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 5: Annan Planı ve referandum sürecinde halkta yaşanan hareketlilik
halkın kendi inisiyatifi ile gerçekleşmiştir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 6: Annan Planı ve referandum sürecinde halkta yaşanan hareketlilik
yönlendirilmiş/yapay bir hareket olarak gerçekleşmiştir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 7: Annan Planı ve referandum sürecinde sendikalarda yaşanan
hareketlilik sendika yönetimi ve üyelerinin kendi inisiyatifi ile gerçekleşmiştir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
191
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 8: Annan Planı ve referandum sürecinde sendikalarda yaşanan
hareketlilik yönlendirilmiş/yapay bir hareket olarak gerçekleşmiştir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 9: Annan Planı ve referandum sürecinde sendikalarda yaşanan
hareketlilik sendika yönetimi ve üyelerinin kendi inisiyatifi ile gerçekleşmiştir.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
Soru # 10: Annan Planı ve referandum sürecinde sendikalarda yaşanan
hareketlilik yönlendirilmiş/yapay bir hareket olarak gerçekleşmiştir.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
Soru # 11: Annan Planı ve referandum sürecinde halkta yaşanan hareketlilik
halkın kendi inisiyatifi ile gerçekleşmiştir.
Tamamen katılıyorum
192
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
Soru # 12: Annan Planı ve referandum sürecinde halkta yaşanan hareketlilik
yönlendirilmiş/yapay bir hareket olarak gerçekleşmiştir.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
Soru # 13: Sizce aşağıdakilerden hangisi Kıbrıs Sorununa bir çözüm olabilir
(Faal Sendika Başkanarıa Yöneltildi)?
1) Đki toplumlu iki bölgeli federasyon
2) Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devam ettirilmesi
3) Đki bağımsız cumhuriyet
4) Türkiye'ye entegrasyon
5) Şimdiki durumun devamı
6) Hiçbiri
7) Cevap Yok
Soru # 14: Sizce aşağıdakilerden hangisi Kıbrıs Sorununa bir çözüm olabilir
(Vatandaşlara Yöneltildi)?
1) Đki toplumlu iki bölgeli federasyon
2) Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devam ettirilmesi
3) Đki bağımsız cumhuriyet
4) Türkiye'ye entegrasyon
5) Şimdiki durumun devamı
193
6) Hiçbiri
7) Cevap Yok
Soru # 15: Sendikalar seçim dönemlerinde kendi çıkarları doğrultusunda bir
parti lehinde veya aleyhinde tavır alabilir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 16: Sendikalar siyasi partilerin uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 17: Siyasi partiler sendikaların uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 18: Sendikalar seçim zamanı kendi davalarını destekleyen partilere
yardımcı olmalıdırlar
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
194
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 19: Sendikalar siyasi partilere örgütlü bir biçimde parasal yardım
yapmalıdırlar
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 20: Sendikalar seçim dönemlerinde kendi çıkarları doğrultusunda bir
parti lehinde veya alehinde tavır alabilir.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Ne katılırım ne katılmam
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 21: Sendikalar siyasi partilerin uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
195
Soru # 22: Siyasi partiler sendikaların uyguladıkları politikaları belirlemelidir.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
Soru # 23: Sendikalar seçim zamanı kendi davalarını destekleyen partilere
yardımcı olmalıdırlar
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
Soru # 24: Sendikalar siyasi partilere örgütlü bir biçimde parasal yardım
yapmalıdırlar
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 25: Sendikalar belirli görevlerdeki seçilmiş siyasilerle özel ilişkiler
kurmalıdırlar
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
196
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 26: Sendikalar basın gücüyle siyaseti etkilemelidirler.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 27: Sendikalar siyasi parti kurup mücadelelerini siyasi platformda da
yürütmelidirler.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 28: Sendikalar tarafsız kalıp güncel politikalar benimsemelidirler.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 29: Sendikalar her yerde genel grev yaparak sistemi çökertmelidirler.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
197
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 30: Sendikalar tabanın sesine göre siyasi duruşunu belirlemelidir.
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 31: Sendikalar siyasi partilere eşit mesafede olmalıdır
1) Tamamen katılıyorum
2) Katılıyorum
3) Ne katılırım ne katılmam
4) Katılmıyorum
5) Hiç katılmıyorum
6) F.Y. / C.Y.
Soru # 32: Sendikalar belirli görevlerdeki seçilmiş siyasilerle özel ilişkiler
kurmalıdırlar
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 33: Sendikalar siyasi parti kurup mücadelelerini siyasi platformda da
yürütmelidirler.
Tamamen katılıyorum
198
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 34: Sendikalar tarafsız kalıp güncel politikalar benimsemelidirler.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 35: Sendikalar her yerde genel grev yaparak sistemi çökertmelidirler.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 36: Sendikalar tabanın sesine göre siyasi duruşunu belirlemelidir.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 37: Sendikalar basın gücüyle siyaseti etkilemelidirler.
Tamamen katılıyorum
199
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 38: Sendikalar siyasi partilere eşit mesafede olmalıdır
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 39: Kıbrıs Türk sendikaları siyasi güçler tarafından yönlendiriliyor
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 40: Kıbrıs Türk sendikaları ekonomik güçler tarafından yönlendiriliyor.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 41: Kıbrıs Türk sendika yöneticileri bu görevlerinden dolayı haksız yere
ekonomik çıkar elde ederler.
200
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y.
Soru # 42: Kıbrıs Türk sendika yöneticileri bu görevlerinden dolayı haksız yere
siyasi çıkar elde ederler.
Tamamen katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
F.Y. / C.Y
201
ÖZET
Bu araştırma Kıbrıs Türk Toplumunda Annan Planı Sürecinde yaşanan
hareketlenmeyi ve bu hareketlenmede Kısır Türk sendikacılığının üstlendiği rolü
konu edinir. Bahsi geçen bu dönemde Kıbrıs Türk Toplumunda devrimsel hareketler
yaşanmış ve bu dönemi olağanüstü öneme sahip bir dönem olarak karşımıza
çıkarmıştır. Araştırma bahsi geçen döneme ait bilimsel bir araştırma niteliğine
literatür taraması ve sormaca tekniği ile yaklaşmış ve yorumlanmıştır. Beklendiği
gibi yapılan araştırma ve çözümlemeler ışığında bahsi geçen dönemde oluşan
toplumsal hareketin demokratik halk hareketi niteliğinde olduğu düşünülmektedir.
202
SUMMARY
This study covers the movements of Turkish Cypriot Community during the
Annan Plan and the role of trade unions on these movements. These movements
were extremely important and they also increased the importance of this period. This
study was conducted as research study on literatures and also questional technique
was used by asking questions to the leaders of trade unions and etc. The results and
evaluations of the findings showed that, as suggested, this movement was a
demographic society movement.
203
Download