Harun Yahya - Kıyamet Alametleri www.CepSitesi.Net

advertisement
Harun Yahya - Kıyamet Alametleri
www.CepSitesi.Net
Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine
apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar?
İşte onun işaretleri gelmiştir...
(Muhammed Suresi, 18)
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
KURAN'DA KIYAMET ALAMETLERİ
Kıyamet Saati Yakındır
Kuran Ahlakının Tüm Dünyaya Anlatılması
Elçiler
İslam Ahlakının Dünyaya Egemen Olması
Hz. ‹sa (as)'ın Yeryüzüne Dönüşü
Ay'ın Yarılması
HADİSLERDE KIYAMET ALAMETLERİ
Savaşlar ve Anarşi
Büyük Şehirlerin Yok Olması: Savaşlar ve Afetler
Depremler
Fakirlik
Ahlaki Çöküş
Hak Dinin ve Kuran Ahlakının Terk Edilmesi
Sosyal Bozulma
Bilim ve Teknoloji
Hz. İsa (as) ve Sahte Peygamberler
Altınçağ
Altınçağ Sonrası
GİRİŞ
Tarih boyunca pek çok insan dağların heybetli yapılarını, yıldızların ve Güneş'in
büyüklüklerini kendi ilkel anlayışlarına göre yorumlamış; evrenin sonsuza kadar var
olacağını zannetmişlerdir. Bu batıl inanış putperest ve maddeci Yunan felsefelerinin, Sümer
ve Mısır sapkın dinlerinin bel kemiğini oluşturmuştur.
Böyle bir inanca sahip insanların büyük bir yanılgı içinde oldukları bizlere Kuran'da
bildirilmiştir. Allah'ın Kuran'da verdiği haberlerden biri evrenin yaratıldığı ve bir sonunun
olduğu gerçeğidir. Tüm insanlar ve canlılar gibi evrenin de bir ölümü vardır. Milyarlarca
senedir işleyen kusursuz düzen herşeyi yaratan Rabbimizin eseridir ve bu düzen O'nun
emriyle ve O'nun belirlediği bir zamanda görkemli bir şekilde son bulacaktır.
Kainatın, mikroorganizmalardan insanlara kadar içindeki tüm canlılar, yıldızlar ve
galaksilerle birlikte ortadan kaldırılacağı zaman ayetlerde saat olarak ifade edilir. Bu saat
herhangi bir saat değildir; Kuran'da kıyamet vakti anlamında kullanılan belirli ve özel bir
saattir.
Kuran'da kıyamet saatinin geleceği haberinin yanı sıra, o zaman yaşanacak olaylar da
tüm aşamalarıyla ayrıntılı olarak tasvir edilmiştir: Gök yarılıp-parçalandığı zaman,
Denizler tutuşturulduğu zaman, Dağlar kökünden sökülüp savrulduğu zaman, Güneş
köreltildiği zaman… İnsanların bu dehşet verici felaket karşısındaki korkuları, panikleri ve
şaşkınlıkları da ayetlerde detaylı olarak anlatılmış, kaçacak veya saklanacak herhangi bir yer
bulamayacakları vurgulanmıştır. Bunlardan çıkaracağımız sonuç, hiç şüphesiz kıyametin
kainatın tarihinde benzeri yaşanmayan çok büyük bir felaket olacağıdır. Kıyamet günü
hakkındaki detaylı çalışmalarımız Kıyamet Günü ve Ölüm Kıyamet Cehennem adlı
kitaplarımızda bulunmaktadır. Elinizdeki kitap ise kıyametin yaklaşmasına doğru
gerçekleşeceği bildirilen olayları konu almaktadır.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki kainatı bekleyen kaçınılmaz sonun, her dönemde
merak uyandıran bir konu olduğu ayetlerden anlaşılmaktadır. Ayetlerde, insanların
Peygamberimiz (sav)'e kıyamet saatinin ne zaman geleceğini sorduklarını Allah şöyle
bildirmektedir:
Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. (Araf
Suresi, 187)
O ne zaman demir atacak? diye sana kıyamet-saatini soruyorlar. (Naziat Suresi, 42)
Peygamberimiz (sav)'e bu soruya Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır. (Araf
Suresi, 187) şeklinde cevap vermesini Allah emretmiş, böylece kıyametin zamanını sadece
Kendisi'nin bildiğini ifade etmiştir. Kıyametin saati Allah'ın dilemesi dışında kimse
tarafından bilinemez, ancak Peygamberimiz (sav)'in hadislerine ve Kuran'da yer alan
işaretlere bakılıp yüzyıllık dönem olarak kıyametin hangi dönemde olabileceğine dair
tahminde bulunulabilir. İman eden hiç kimsenin kalmadığı, küfrün hakim olduğu bir
dönemde kıyamet kopabilir denilebilir. Nitekim büyük Ehl-i Sünnet alimi Berzenci
Hazretleri ve Suyuti Hazretleri, Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak ümmetin
ömrünün Hicri 1500’ü geçmeyeceğini yani 1600'leri bulmayacağını söylemektedirler.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de, yine hadislerdeki bilgilere göre, Müslümanların
Hicri 1506’lara kadar Yüce Allah’ın hak üzerinde galibane olarak devam edeceklerini, Hicri
1545 (Miladi 2120) tarihinde ise kıyametin kopmasının muhtemel olacağını ifade
etmektedir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, kıyamet saati hakkında bilgi veren birçok ayet
bulunmaktadır. Konuyla ilgili diğer ayetleri incelediğimizde önemli bir gerçekle karşılaşırız.
Kuran'da kıyamet için bir tarih açıklanmaz, fakat kıyamet öncesinde ortaya çıkacak
alametler haber verilir. Bir ayette kıyametin birçok işaretinin bulunduğunu Allah bize şöyle
bildirir:
Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı
gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıpdüşünmeleri onlara neyi sağlar? (Muhammed Suresi, 18)
Bu ayette, öncelikle, geleceği bildirilen kıyametin alametlerinin Kuran'da yer aldığı
anlaşılmaktadır. Bu büyük haberin işaretlerini anlamak için yapmamız gereken ayetler
üzerinde düşünmektir. Aksi takdirde, ayette bildirildiği gibi, kıyamet anı geldikten sonra
düşünmenin bir faydası olmayacaktır.
Peygamberimiz (sav)'in günümüze ulaşan sözlerinin, yani hadislerinin bir bölümü de
kıyamet alametleri hakkındadır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde hem kıyamet işaretlerini
haber vermiş, hem de kıyametin hemen öncesindeki dönem ile ilgili detaylı açıklamalarda
bulunmuştur. Kıyamet alametlerinin ortaya çıkacağı bu devir İslami kaynaklarda Ahir
Zaman (Son Zaman) şeklinde isimlendirilmiştir. Ahir Zaman ve kıyamet alametleri konuları
İslam tarihi boyunca oldukça dikkat çekmiş, İslam alimlerinin ve araştırmacıların eserlerine
sık sık konu olmuştur.
Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılacağını bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) de, hadislerinde bu büyük ve kutlu olaya ahir zamanda Hz.
Mehdi (as)’ın vesile olacağını haber vermiştir. Kuran ahlakının gereği olarak ve
Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi, İslam ahlakının hakimiyeti sevgiyle olacaktır. İslam
ahlakının hakim olmasıyla yeryüzü huzur ve güvenliğe kavuşacak, her türlü kargaşa,
çatışma, anarşi ve terör son bulacaktır. Ahir zamanın kargaşalarından ve zulümlerinden
büyük sıkıntı duyan insanlar, İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılacak olan Hz. Mehdi
(as)’ın adaletinden, merhametinden, cömertliğinden, sevgisinden, ilgisinden razı
olacaklardır.
Ahir zamanda Hz. Mehdi (as)’ın, Allah’ın izniyle, muhakkak ortaya çıkacağı
Peygamberimiz (sav)'in hadis-i şeriflerinde şöyle müjdelenmiştir:
Dünyada tek bir gün kalsa bile (kıyamet kopmadan) Allah o günü uzatacak, adı adıma,
babasının adı da babamın adına uygun, Ehl-i Beytimden mutlaka bir şahıs (Hz. Mehdi (as))
gelecek, daha önce zulüm ve haksızlıkla dolu olan yeryüzünü adalet ve insafla dolduracak.
(Ebu Davud ve Tırmizi / Büyük Hadis Külliyatı, Rudani 5.Cilt, s. 365)
Hadislerde bildirildiğine göre, Hz. Mehdi (as) ahir zamanda zuhur edecek ve İslam
ahlakını yeryüzüne hakim edecektir. Hz. Mehdi (as)’ın ortaya çıkışıyla yeryüzündeki tüm
zulüm ve haksızlıklar sona erecek, dünyaya adalet, barış, sevgi, huzur ve güven
yerleşecektir. Bu kutlu olaylar bazı hadislerde de şu şekilde haber verilmektedir:
Tüm bilgiler biraraya getirildiğinde ortaya önemli bir sonuç çıkmaktadır. Ayet ve
hadisler Ahir Zaman'ın iki safhalı olduğunu göstermektedir. Birinci devre dünyanın maddi
ve manevi sorunlarla dolu olduğu bir dönem; bunun ardından gelecek ikinci devre ise
Altınçağ olarak adlandırılan, Kuran ahlakının ve her alanda üstün bir refahın yaşanacağı bir
çağdır. Dünyanın, Altınçağ'ın sona ermesiyle birlikte çok hızlı bir sosyal çöküş içine
girmesiyle de kıyamet saatinin gelişi beklenmektedir.
Okuduğunuz kitabın amacı da kıyamet alametlerini ayet ve hadisler doğrultusunda
incelemek; bu işaretlerin birbiri ardınca, birebir tasvir edildiği şekilde, içinde yaşadığımız
çağda ortaya çıkmaya başladığını gözler önüne sermektir. On dört asır öncesinden bildirilen
alametlerin çıkışı, inananların Allah'a olan iman ve bağlılıklarını artıran son derece büyük
olaylardır. İlerleyen sayfalardaki çalışmamız da Rabbimizin Ve de ki: Allah'a hamdolsun.
O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız. (Neml Suresi, 93) vaadi
doğrultusunda hazırlanmıştır.
Özellikle belirtmek istediğimiz önemli bir husus da şudur ki, herşeyin en doğrusunu
Allah bilir. Her konuda olduğu gibi kıyamet hakkında da O'nun bize öğrettiğinden başka
hiçbir bilgimiz yoktur.
Peygamberimiz (sav)'in Hadislerinde Haber Verdiği
Alametlerin Hepsi Bu Yüzyılda Gerçekleşmiştir
Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen bir hadiste;
ifadesiyle Hz. Mehdi (as)'ın Hicri 1400'de zuhur edeceği açık bir şekilde haber
verilmiştir. Yine son 1000 yılın en büyük İslam alimi Üstad Said Nursi külliyatında Hz.
Mehdi (as)’ın Hicri 1400’de zuhur edeceğini bildirmiştir:
Gerçekten de Hicri 1400’ün başlamasıyla birlikte ise peygamberimiz (sav) tarafından
bildirilen ahir zaman alametleri teker teker ve ardı ardına gerçekleşmeye başlamıştır.
Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen birçok hadis; büyük İslam alimi İmam
Rabbani’nin ünlü eseri Mektubat-ı Rabbani’de, ehli sünnet hadis literatüründe en önemli altı
kitabı olan Kütübi Sitte'de yer almaktadır. Ayrıca Said Nursi Hazretleri’nin eserlerinden
olan Barla Lahikası, Kastamonu Lahikası, ve Şualar’da defalarca ve yine Üstad’ın Hicri
1327 yılında Şam’da Emevi Camii’nde on bin kişiye verdiği hutbesinde (Hutbe-i
Şamiye’de) Hz. Mehdi (as)’ın Hicri 1400 yılında çıkacağı çok açık bir şekilde
belirtilmektedir.
Yine Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen ve İmam Rabbani, Celalleddin Suyuti,
Ahmed bin Hanbel, Üstad Said Nursi Hazretleri gibi büyük İslam alimlerinin eserlerinde yer
alan ve İslam ümmetinin ömrünün Hicri 1500’lere kadar olacağını ifade eden hadislerin
varlığı da açıktır:
İmam Suyuti, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ümmetin ömrünün 1500 seneyi
aşmayacağını bildirdiğini haber vermektedir:
Said Nursi ümmetin ömrünün HİCRİ 1506 yılına kadar olacağını söylemektedir:
Yine üstad, Kastamonu Lahikası’nın 33. sayfasında kıyametin kopma tarihini 1545
olarak vermiştir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Bu sahih kaynaklar doğrultusunda Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne dönüşünün, Hz.
Mehdi (as)’ın çıkışının, İslam ahlakının yeryüzüne hakim oluşunun vaktinin Hicri 1400’den
sonraki bir yüzyılda olmayacağı son derece açıktır. Hicri 1400 yılı İslam ahlakının, Hz. İsa
(as) ve Hz. Mehdi (as) önderliğinde tüm dünyaya hakim olacak, ardından ise yeniden çok
büyük bir bozulma yaşanacak, bu bozulmanın sonunda kıyamet kopacaktır.
Tüm Müslümanların, Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen ahir zaman ile ilgili
sahih hadislere ve en büyük İslam alimlerinin izahlarına kesinlikle itibar etmeleri
gerekmektedir. Aksinde aşağıda örneklerine yer vereceğimiz ve tamamı arka arkaya
gerçekleşen bu alametleri görmezden gelmek bunların bir defa daha arka arkaya
gerçekleşmesi gerektiğini iddia etmek anlamına gelir. Oysa bu alametler zaten bir kez ve bir
sıra şeklinde meydana gelmiştir. Ve bu durum Müslümanların, Peygamberimiz (sav)’in
haber verdiği ahir zamanın içinde yaşadıklarını anlamaları için yeterlidir. Gerçekleşen söz
konusu yüzlerce alamete rağmen aynı alametler birkez daha olsun demek akla ve mantığa
kesinlikle uygun olmaz. Samimi bir Müslüman için, bu alametlerin Peygamberimiz (sav)’in
bildirdiği şekilde gerçekleştiğini bir kere görmek kesinlikle ahir zamanda yaşadığımıza, Hz.
Mehdi (as)’ın inşaAllah zuhur etmiş olduğuna, Hz. İsa (as)'ın bu dönem içinde geleceğine
ve kıyametin yaklaşarak geldiğine inanması için yeterlidir.
Kıyamet Anında İnkar Edenler İçin Korkunun
En Şiddetlisi Olacaktır
ADNAN OKTAR: Hz. Mehdi (as) ile beraber insanların beyninde o çalışmayan
kısımlar çalışmaya başlayacak. Diyorlar ya hani insanın beyninin şu kadar kısmı çalışıyor,
şu kadar kısmı çalışmıyor. İşte o çalışmayan kısımlar çalışmaya başlayacak. 20122014’lerden sonra. Bakın bakalım medeniyet neymiş, sanat neymiş, bilim neymiş, insanlık,
sevgi, aşk, muhabbet neymiş bütün dünya görecek. Yani çok coşkulu bir çıkış olacak
inşaAllah. Çok şiddetli coşkulu... Bu aşkı muhabbeti Hz. Mehdi (as) insanlara aşılayacak,
vesile olacak. Mesih’in inmesiyle bu had safhaya ulaşacak. Yani cezbeye gelecekler böyle
artık, yani manevi sarhoşluk, sekir hale meydana gelecek. Kendilerini kaybedecek insanlar.
Gerek Hıristiyan âlemi, gerek İslam âlemi, gerek de Museviler. Böyle bir aşkı ve coşkuyu
yaşayacaklarını belki hiç tahmin etmemişlerdir. Ama Hz. Mehdi (as)’ın vefatından sonra,
Hz. Mesih (as)’ın vefatından sonra muazzam bir ruh boşluğuna düşecek insanlık. Yani
muazzam bir ruh boşluğu, arkasından Hicri 1500’lerden sonra diyor Said Nursi Hazretleri,
muazzam bir çöküş başlıyor. 2-4-8-16, kıyamete doğru. 1543 gibi hiç Allah’a, dine iman
eden insan kalmıyor, hiç. Kuran; kâğıt üzerinde harfi kalmayacak, hiç. İki yıl kadar devam
edecek diyor Said Nursi Hazretleri, Allahuâlem diyor, ama Allahuâlem dediği her konu oldu
şu ana kadar... Camiyi, Kâbe’yi yıkacaklar. Kâbe’yi yıkacaklar, dümdüz. Yani dozerle
veyahut bir şeyle yıkacaklar. Kâbe’nin hiçbir şeyi kalmayacak, düz arazi haline getirecekler
Kâbe’yi. Camileri de yıkacaklar, cami nerede cami? Ya meyhane olarak kullanacaklar, ya
ona benzer yani mahvedecekler. Allah onlara iki yıl müsaade veriyor inşaAllah, iki yıl.
Sonra bir insanın yaşayabileceği en yüksek korkuyu Allah, en şiddetli yaşatacak. Yani bir
anda insanların saçının beyaz olması görülmüş bir şey değildir. Kıyamette bu oluyor işte.
Cenab-ı Allah diyor sen onları sarhoş zannedersin diyor, onlar sarhoş değildir diyor Allah.
Soru soruyorsun, cevap vermiyor. Konuşamazlar diyor Allah o gün. Konuşma yok, acayip
sesler çıkarıyor. Adın ne dersen garip sesler çıkarıyor, çıkaramaz yani şuur tamamen gidiyor
korkunun şiddetinden... Hani kabadayıydın sen, hani bütün kâinata hükmediyordun? Değil
mi, hani yeniden insan yaratacak güçteydin sen, hani mekikle uzayda sistemler kuracaktın
değil mi? Hani göktaşını havada patlatacaktın değil mi? Aczini ve zavallılığını bütün
şiddetiyle görecek insanlar... Diyecekler ki, Bediüzzaman denen şahıs 1545’te kıyamet
kopacak demişti, ne oldu? diyecekler. Böyle yerlere yatacaklar güleceğiz diye, akıllarının
ucundan geçmeyecek, onlar yılın belki ortasına kadar gelecekler, baktılar hiç birşey
olmuyor, bir akşam vakti diyor ama o İstanbul kastediliyor. Heryerin farklıdır. İstanbul’da
akşam namazının çabuk kılınması vardır biliyorsunuz.
SUNUCU: Farzın önde olması.
ADNAN OKTAR: Evet, çabuk kılınması vardır. Bu İstanbul’a bakan bir rivayettir.
Çünkü bütün ahir zaman olayları hep İstanbul’a göre söylenmiştir. Tam böyle boğaza karşı
şarapları yudumlarlarken birden Boğaz'ın birbirine yaklaştığını ve uzaklaştığını görmeye
başlayacaklar. Ve akıl almaz bir panikle Boğaz'dan muazzam lav sütunlarının göklere
çıkmaya başladığını görecekler. Bu bir havai fişek gibi olmayacak tabii onlar için. Ondan
sonra Allah’ın gücünü, dehşetini ve o pervasızlığın karşılığının ne olacağını orada
anlayacaklar. Vücut sistemleri bozulacak, yani vücut kontrollerini kaybedecekler. Cenab-ı
Allah nezaketli bir üslupla söylüyor bakın diyor ki; gebeler çocuklarını düşürürler diyor,
yani anlayın ondan gerisini. Bütün vücut sistemleri bozulacak korku şiddetinden... Dağlar
harekete geçiyor. Mesela yedi tepe deniyor, yürüyecek dağlar ve eriyerek yürümeye
başlayacak. Gittikçe, sarsıntının şiddetiyle erimeye başlayacak. O zaman Allah’ın gücünü
ve azametini tam anlamış olacaklar. Gök tamamen Meleklerle doluyor. Ama artık o gün
Allah göz açtırılmaz diyor. Tabii, bitiyor. Zaten şuur gitmiş yani tövbe edecek hali de yok.
Ne yapacağını da bilmiyor onda... Tabii, hakkel yakin… Gökten melekler inmeye başlıyor
saf saf yere. Bunu görmelerine de çok az kaldı insanların. Bakın insanların şu an
torunlarının torunu rahat rahat görecektir. 1545 yani 2120… Benim bu kasetlerimi de o
zamanlara saklayacaklar, hoca böyle demişti falan diyecekler. Ona da böyle eğlenecekler,
hoşlarına gidecek. Ama olay başladığında o kaseti çıtır çıtır yemeye başlayacaklar. Yani
şuuru kapandığı için inşaAllah. (Sayın Adnan Oktar’ın röportajlarından, TV Kayseri, 1
Kasım 2009)
KURAN'DA KIYAMET ALAMETLERİ
Kıyamet Saati Yakındır
İnsanların büyük bir bölümü kıyamet günü hakkında bilgi sahibidir. Hemen hemen
herkes kıyamet saatinin dehşetinden az veya çok haberdardır. Buna rağmen, insanların
büyük çoğunluğunun böylesine hayati bir konuda gösterdikleri ortak bir tepki vardır;
kıyamet üzerine düşünmek veya konuşmak istemezler. Kıyamet saati geldiğinde yaşanacak
korkuyu akıllarına getirmemek için yoğun bir çaba sarf ederler. Gazetede okudukları bir afet
haberinin veya bir felaketi gösteren bir filmin kendilerine kıyameti hatırlatmasına dahi
tahammül edemezler. Bu günün mutlaka karşılaşılacak olan büyük bir gerçek olduğunu
düşünmekten kaçınırlar. Bu konudan bahseden kişileri dinlemek, bu büyük günü anlatan
yazıları okumak istemezler. Bunlar, kıyamet gerçeğinin neden olduğu korkudan kaçmak
amacıyla geliştirdikleri yöntemlerden bazılarıdır.
Çoğu insan da kıyamet saatinin gerçekleşeceğine ciddi anlamda ihtimal vermez.
Bunun bir örneğini Kehf Suresi'nde sözleri haber verilen zengin bağ sahibinin ifadelerinde
de görmekteyiz:
Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime
döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım. (Kehf
Suresi, 36)
Bu ifadelerde Allah'a inandığını söyleyen, fakat kıyamet gerçeğini düşünmeyen,
üstelik ayetlere uygun olmayan iddialar ileri sürenlerin gerçek zihniyetleri gözler önüne
serilmektedir.
Başka bir ayette de kıyamet saati ile ilgili olarak kuşkuya kapılan, şüpheye düşen
inkarcılardan Allah şöyle söz eder:
Gerçekten Allah'ın vaadi haktır, kıyamet-saatinde hiçbir kuşku yoktur. denildiği
zaman siz: kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahmin)
bulunup zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz. demiştiniz.
(Casiye Suresi, 32)
Bir kısım insanlar da kıyamet saatini bütünüyle inkar ederler. Böyle bir tavır
gösterenleri ise Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; Biz kıyamet-saatini yalan sayanlara
çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (Furkan Suresi, 11)
Gerçeği öğrenmek amacıyla, bizlere yol gösterecek kaynağımız olan Kuran'a ve
hadislere baktığımızda apaçık bir gerçekle karşılaşırız. Kıyamet hakkında kendini kandıran
insanlar büyük bir hata yapmaktadırlar. Çünkü Allah ayetlerinde, kıyamet saatinin yakın
olduğunu ve bu konuda hiçbir şüpheye yer olmadığını haber vermektedir:
Gerçek şu ki kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur... (Hac
Suresi, 7)
Biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir
amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o kıyamet-saati de yaklaşarak-gelmektedir... (Hicr
Suresi, 85)
Şüphesiz kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, bunda hiçbir kuşku yok...
(Mümin Suresi, 59)
Allah'ın Kuran'da kıyametle ilgili bildirdiği ayetlerin üzerinden 1400 sene kadar uzun
süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir.
Ancak burada söz konusu olan, Dünya'nın, Güneş'in, yıldızların, kısacası tüm kainatın
sonudur. Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört yüzyıllık bir
zaman diliminin çok kısa Bediüzzaman Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir teşbih
ile şöyle cevap vermiştir:
Kuran, kıyamet yakındır ferman ediyor. Bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi,
yakınlığına zarar vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin
veya iki bin sene, bir seneye nispetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Kıyamet saati
yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne nispet edilip uzak görülsün.1
SAYIN ADNAN OKTAR’IN RÖPORTAJLARINDAN
Bediüzzaman, üç inkılabı azimeye dikkat çekmiştir
ADNAN OKTAR: ... Ama açıkça söylüyorum gelmiş geçmiş en büyük müceddid ve
müçtehiddir Said Nursi. Ben diyor; bakın yüksek ahlakına bakın bu güzel insanın. Ben
seyyid değilim diyor, o gelecek mübarek kişi seyyiddir diyor. Ondan sonra, o ahir zamanda
gelecek şahsın diyor Mehdi’nin pişdar, öncü bir neferiyim diyor, askeriyim diyor, herhangi
sıradan bir askeriyim diyor ve ona ortam hazırlıyorum diyor. Ve geldiği vakit diyor; Risale-i
Nur’un gerçek sahibi diyor, bu eserlerin gerçek sahibi O’dur diyor ve en iyi O anlayacak bu
Risale-i Nur Külliyatı’nı diyor. Yani benim değerimi de en iyi O bilecek diyor. Risale-i
Nur’un da en iyi kıymetini bilecek O’dur diyor. İnşaAllah. Risale-i Nur’un da yine sırlarını
ortaya çıkaracak Hz. Mehdi (as)’dır. Yani içi sır doludur Risale-i Nur Külliyatı’nın.
Metafizik bir insandır, olağanüstüdür... Ta hicri 1506’ya kadar, ta 1506'dan 1542’ye kadar
gizli mağlubane diyor. Ve bir Taife-i Azam diyor Hz. Mehdi (as)'ın talebelerine. O ayrı bir
azam onları da ayrı olarak katıyor; onlar da diyor yani devam edecekler diyor. İnşaAllah. Ve
ahir zamanda yine hizbi makbuldür diyor. Makbul bir hiziptir diyor. Yani Risale-i Nur
Külliyatı halen okunmaya devam edecek diyor. 42'ye kadar diyor. 42’den sonra ne Risale-i
Nur kalıyor, ne Kuran kalacak, hepsi göğe ref ediliyor. Üç yıl kadar kepazeliklerine devam
edecekler, üç yıl. Evet, 1542'den 42, 43, 44, 45. 1545’de bütün vücut sistemleri felç olacak
korkunun şiddetinden. Allah diyor başları saçları bütün saçları bembeyaz olacak diyor. Yani
insanın aklının alabileceği en büyük korku şokunu yaşayacaklar. Dünyanın dönüşü tersine
olmaya başlıyor. Kuran diyor dünyanın başından alınmasıyla diyor, yani dünyanın beynidir
Kuran diyor. Alınmasıyla dünya da artık divane olur, aklını kaybeder diyor. Ve intizamsız
hareketlerle başını başka bir seyyareye vurur diyor. Yani bir gök taşı, büyük bir göktaşı,
ama çok hacimli bir taş ki hep teğet geçiyor şu an zaten biliyorsunuz, sık sık teğet geçiyor,
bu sefer teğet geçmeyecek. Vurdu mu tersine çevirmeye başlayacak Dünya'yı. Mağma,
mağmanın hareketi durmadığı için, çünkü kabuk duracak; kabuk tersine dönüyor, ama
mağma dönmeye devam ediyor hızdan dolayı. Mesela bir kabın içine siz su doldurursanız,
onu santrifüjle hızla şey yaparsanız birden durdurursanız kabı, su dönmeye devam eder ve
bu muazzam tahribat yapacak işte. Ayette de belirtilen odur; Denizlerin yandığını görürsün
diyor. Her yerden, boğazlardan, Marmara’dan, Akdeniz’den, her yerden binlerce, on
binlerce km yüksekliğe lavlar fışkırmaya başlayacak yeraltından. Her yer parçalanacak,
Boğazlar açılıp kapanacak. Kısa bir süredir, ama korkunun en şiddetlisini yaşayacaklar,
melekler de sürekli o anda inmeye başlayacak zaten... Ama aklın ihtiyari kalkmış artık,
dönüşü yok ondan sonra inşaAllah. Seri olaylardır bunlar. Yani yoksa bu yüz yirmi yıl
bundan sonra yaşanacak. Öyle bir konu yok. Nitekim gösterdim hadisleri... Üç inkılabı
azimeye diyor dikkat çekiyor Üstad, biri de 1545. En şiddetlisi işte bu. Bu kıyamet. İnkılabı
azime, yani büyük inkılap, büyük değişiklik ve bununla sonlanacak diyor. Ve küfrün başına
kıyamet kopmasına ima eder diyor inşaAllah, Aziz Allah. (Kanal 35, 4 Ekim 2009)
Kuran Ahlakının Tüm Dünyaya Anlatılması
Kuran ayetlerinde, Allah'ın sünneti şeklinde bir ifade ile karşılaşırız. Bu ifade
Kuran'da Allah'ın kanunları anlamında kullanılmaktadır. Ayetlerde, bu kanunların daima
geçerliliğini koruduğu haber verilmiştir. Bu konudaki bir ayette Allah şöyle buyurur:
(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir.
Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi, 62)
İşte değişmeyen bu İlahi kurallardan birisi toplumların helak edilmeden önce
peygamberler ve elçiler vesilesiyle, bazen de kutsal bir kitap gönderilerek uyarılmasıdır. Bu
gerçeği bildiren bir ayet şöyledir:
Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir Kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi
yıkıma uğratmadık. (Hicr Suresi, 4)
Tarih boyunca Allah, yıkıma uğrayan her topluma önce, elçiler göndermiş ve hakkı
kendilerine bildirmiştir. Buna rağmen isyan ve azgınlığa devam edenler, kendileri için
belirlenmiş süreleri dolduğunda helak edilmiş, gelecek nesiller için ibret konusu
olmuşlardır. Allah'ın bu kanununu düşündüğümüzde bazı önemli sırlar ortaya çıkmaktadır.
Kıyamet, dünya üzerindeki tüm toplumların başına gelecek son felakettir. Kuran
insanların öğüt alıp düşünmesi için indirilen İlahi kitapların sonuncusudur ve kıyamete
kadar tek yol gösterici olarak kalacaktır. Ayetlerde bildirildiği gibi; ... O (Kuran) alemlere
bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir. (Enam Suresi, 90)
Kuran'ın sadece belirli bir zamana ve mekana hitap ettiğini zanneden insanlar ise derin
bir gaflet içindedir, çünkü Kuran, tüm alemler için ortak bir çağrıdır.
Peygamberimiz (sav) döneminden beri Kuran hakikatleri tüm dünyaya tebliğ
edilmektedir. Özellikle içinde yaşadığımız çağ, Allah'ın tarihte benzeri görülmedik
teknolojik gelişmeler yaratması vesilesiyle, Kuran'ın emirlerinin tüm insanlığa
duyurulabildiği bir dönemdir. Bugün bilim, eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarındaki
gelişmeler en uç noktaya varmak üzeredir. Özellikle bilgisayar ve internet teknolojileri
sayesinde dünyanın dört bir yanındaki insanlar saniyeler içinde birbirleriyle
konuşabilmekte, bilgilerini paylaşabilmekte ve iletişim kurabilmektedir. Bilim ve teknoloji
devrimi tüm dünya ülkelerini birleştirmekte; küreselleşme, dünya vatandaşlığı gibi ifadeleri
söz dağarcığımıza kazandırmaktadır. Kısacası tüm dünyadaki insanları birbirinden ayıran
bütün engeller hızla ortadan kalkmaktadır.
Bu gerçekler ışığında rahatlıkla şunu söylemek mümkündür: Yaşadığımız Bilgi
Çağında Allah, her türlü teknolojik gelişmeyi hizmetimize vermiştir. Müslümanların üzerine
düşen sorumluluk da, Allah'ın sunduğu bu imkanları en güzel ve faydalı şekilde kullanmak,
dünyanın ayak basılan her noktasında insanları Kuran ahlakına davet etmektir.
Elçiler
Allah'ın kainatın yaratılışından günümüze kadar var olan değişmeyen kanunlarından
önceki bölümde bahsetmiştik. Bu İlahi kanunlardan birisi de elçi gönderilmeyen topluma
Allah Katından bir azap gelmemesidir. Allah bu vaadini aşağıdaki ayetlerde şöyle haber
vermektedir:
Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi
göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden
başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)
... Biz bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz. (İsra
Suresi, 15)
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.
(Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır). Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)
Ayetlerde bildirildiği gibi, Allah toplumların merkezi yerleşim birimlerine uyarıcıkorkutucu olarak elçilerini gönderir. Bu elçiler de insanlara Allah'ın emirlerini bildirirler.
Ancak inkarcı toplumlar her dönemde kendilerini uyaran elçileri alayla karşılar, yalancılık,
çıkarcılık, delilik gibi çeşitli iftiralarla onları suçlarlar. Ahlaksızlık ve azgınlıklarına devam
eden bu toplumları Allah hiç beklemedikleri bir anda büyük bir felaket ile helak etmektedir.
Nuh, Lut, Ad, Semud halklarının ve Kuran'da bahsi geçen diğer kavimlerin ibret verici
yıkımları söz konusu helaka birer örnektir.
Allah bize Kuran'da elçilerini şu sebeplerle gönderdiğini belirtmiştir: Toplumu
müjdelemek, insanlara sapkın inançlarını bırakıp Allah'ın dinini ve güzel ahlakı yaşamaları
için önemli bir fırsat tanımak, elçilerin davetinden sonra insanların kıyamet günü ileri
sürecek mazeret ve bahanelerinin kalmaması için onları uyarmak; İşte bu amaçları Allah bir
ayette şöyle haber verir:
Elçiler, müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki, elçilerden sonra
insanların Allah'a karşı (savunacak) delilleri olmasın... (Nisa Suresi, 165)
Ahzab Suresi'nin 40. ayetinde haber verildiği gibi, Peygamberimiz (sav) son
peygamberdir. Hz. Muhammed (sav), ... Allah'ın Resulü (elçisi) ve peygamberlerin
(nebilerin) sonuncusudur. (Ahzap Suresi, 40) Başka bir ifadeyle, Hz. Muhammed (sav) ile
Allah'ın insanlığa gönderdiği vahiyler tamamlanmıştır. Buna karşın Peygamberimiz (sav)'in
tebliğ ettiği Kuran'ın anlatılması ve hatırlatılması anlamındaki sorumluluk, kıyamete kadar
tüm Müslümanlar için sürmektedir.
İslam Ahlakının Dünyaya Egemen Olması
Kuran'da sık sık bildirilen hususlardan biri azgınlıkları ve isyanları nedeniyle Allah'ın
helak ettiği kavimler ve bunlardan çıkarılması gereken ibretlerdir. Sözü edilen geçmiş
toplumlar ile günümüzdeki bazı toplumlar arasında büyük benzerlikler olduğu tartışma
götürmez bir gerçektir. Hatta günümüzde, cinsel sapkınlıklarıyla tanınan Lut kavmi,
dolandırıcı ve sahtekar Medyen halkı, alaycı ve kendini beğenmiş Nuh kavmi, isyankar ve
azgın Semud halkı, nankör İrem halkı ve helak edilen diğer toplumların tutumlarını bile
aşmış şekilde hayat sürdüren kimi insanlar yaşamaktadır. Açıktır ki, tüm bu ahlaki
dejenerasyonun arkasında insanın Allah'ı ve yaratılış amacını unutması yatmaktadır.
İçinde bulunduğumuz dönemdeki cinayet, sosyal adaletsizlik, dolandırıcılık ve
hırsızlık vakaları, ahlaki yozlaşma gibi olumsuzluklar insanların bir kısmını umutsuzluğa
düşürmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, Allah Kuran'da rahmetinden umut kesilmemesini
emretmiştir. Ümitsizlik, yılgınlık müminlere özgü özellikler değildir. Allah, şirk koşmadan
katıksız olarak Kendisine kulluk eden, O'nun rızasını kazanmaya yönelik hayırlı işler yapan
müminleri güç ve iktidar sahibi yapacağını müjdelemektedir:
Allah içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir. Hiç
şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da
yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak; kendileri için seçip beğendiği dinlerini
kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe
çevirecektir. Onlar yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar.
Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Hak dini içtenlikle yaşayan salih kulların yeryüzüne mirasçı kılınmasının İlahi bir
kanun olduğunu Allah şöyle bildirir:
Andolsun, Biz Zikir'den sonra Zebur'da da Şüphesiz Arz'a salih kullarım varis
olacaktır diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105)
Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan
korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır). (İbrahim Suresi, 14)
Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği
halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlugünahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız
diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. (Yunus Suresi,
13-14)
Musa kavmine: Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki arz
Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler
içindir. dedi. Dediler ki: Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da eziyete
uğratıldık. (Musa) Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri
yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek.
dedi. (Araf Suresi, 128-129)
Allah yazmıştır: Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de. Gerçekten Allah,
en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Yukarıdaki ayetlerde verilen müjde ile birlikte Allah, müminlere çok önemli bir vaatte
daha bulunmaktadır. İslam dini bütün dinlere üstün kılınmak için insanlığa gönderilmiştir.
Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de
Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O
dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen
O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)
Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi
nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere
gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün
kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)
Hiç kuşkusuz Allah, vaadinin gerçekleşeceğinde şüphe olmayan ve vaadinden
dönmeyendir. Sapkın felsefeleri, çarpık ideolojileri ve batıl din anlayışlarını ortadan
kaldıracak, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan güzel ahlak İslam ahlakıdır.
Yukarıdaki ayetlerde haber verildiği gibi, inkarcıların ve müşriklerin bu büyük müjdeyi
engelleyebilmesi ise söz konusu değildir. (Bu konudaki kapsamlı çalışmamızı Altınçağ
isimli kitabımızda bulabilirsiniz.) İslam ahlakının tam anlamıyla yaşanacağı bu dönem
sevginin, fedakarlığın, yardımlaşmanın, dürüstlüğün, sosyal adaletin, güven ve huzurun
hakim olacağı bir zaman olacaktır. Cennet benzeri özellikleri nedeniyle Altınçağ olarak
adlandırılan böyle bir dönem bugüne kadar yaşanmamıştır. Bu kutlu dönem kıyamet
öncesinde yaşanacaktır; şu an Allah'ın takdir ettiği zamanı beklemektedir.
Hz. İsa (as)'ın Yeryüzüne Dönüşü
Hz. İsa (as), Allah'ın seçkin kıldığı bir peygamberdir; dünya tarihinde hakkında en çok
konuşulan elçilerden de birisidir. Allah'a şükürler olsun ki konuşulanlardan neyin doğru
neyin yanlış olduğunu anlamamıza vesile olacak bir kaynak elimizde bulunmaktadır, o da
Allah'ın koruması altında bulunan tek İlahi kitap olan Kuran'dır.
İsa Peygamber (as) ile ilgili gerçek bilgilere ulaşmak için Kuran'a başvurduğumuzda
şunları görürüz:
 Hz. İsa (as) Allah'ın elçisi ve kelimesidir. (Nisa Suresi, 171)
 Allah kendisine İsa Mesih ismini vermiştir. (Al-i İmran Suresi, 45)
 İnsanlığa bir ayet, bir işaret kılınmıştır. (Enbiya Suresi, 91)
 Hz. İsa (as) daha beşikteyken insanlarla konuşmuş (Al-i İmran Suresi, 46),
Allah'ın dilemesiyle birçok mucize göstermiştir. Allah'ın ona lütfettiği bir başka
mucizes de yetişkinliğinde yeryüzüne geri dönmesi ve insanlarla konuşmasıdır. (Al-i
İmran Suresi, 49; Maide Suresi, 110)
 İsa Peygamber (as) İncil'i tebliğ etmiştir. (Hadid Suresi, 27)
 Üçleme yanılgısına inananlar (Allah'ı tenzih ederiz) doğru yoldan sapmış, küfre
düşmüşlerdir. (Maide Suresi, 72)
 İnkarcılar onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır, ama Allah bu tuzağı
bozmuştur. (Al-i İmran Suresi, 54)
 Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden yeryüzüne dönüşü kıyamet için bir
alamettir. (Zuhruf Suresi, 61)
 Hz. İsa (as) tekrar dünyaya geldiğinde ona inanmayan hiç kimse
kalmayacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Allah, inkarcıların Hz. İsa (as)'ı öldürmelerine izin vermemiş, onu Kendi Katına
yükseltmiştir. Ve tekrar yeryüzüne döneceğini insanlara müjdelemiştir. Hz. İsa (as)'ın
yeryüzüne dönüşü ile ilgili olarak da Kuran'da şu haberler verilir:
 İsa Peygamber (as)'ı öldürmek için tuzak kuran inkarcıların onu kesinlikle
öldüremediklerini Allah şöyle haber verir:
Ve : Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük demeleri
nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar.
Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa
düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin
hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
 Hz. İsa (as)'ın ölmediği insanların yaşadığı boyuttan alınarak, Allah Katına
yükseltildiğini haber veren ayet şöyledir:
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
 Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Hz. İsa (as)'a uyanların kıyamete kadar inkara
sapanların üstüne geçirileceği haber verilmektedir. Günümüzden 2000 yıl kadar önce Hz.
İsa (as)'a tabi olan havarilerin hiçbir siyasi güce sahip olmadıkları tarihi bir gerçektir. Bu
dönem ile günümüz arasında yaşayan ve kendilerini Hıristiyan olarak adlandıranların ise
başta teslis (üçleme) olmak üzere pek çok sapkın inancı savundukları, dolayısıyla gerçek
anlamda İsevi olarak tabir edilemeyecekleri de açıktır. Çünkü Kuran'ın birçok ayetinde
teslise inananların inkara saptıkları ifade edilir. O halde kıyamet saati öncesindeki bir
dönemde, inkarcılara üstün gelecek gerçek İseviler ortaya çıkacak Al-i İmran Suresi'ndeki
İlahi vaat de böylece tecelli edecektir. Kuşkusuz müjdelenmiş bu topluluk, Hz. İsa'nın
yeryüzüne dönüşüyle kendini gösterecektir.
 Kuran'da verilen bir diğer bilgi de Hz. İsa (as)'ın vefatından önce tüm Ehli Kitap'ın
kendisine iman edeceği şeklindedir
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona (Hz. İsa'ya) inanmayacak kimse
yoktur. Kıyamet günü, o (Hz. İsa) da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi,
159)
Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. İsa (as) ile ilgili olarak henüz
gerçekleşmemiş olan üç İlahi vaat vardır. İlk olarak, İsa Peygamber (as)'ın her insan gibi
yaşadıktan sonra öleceği bildirilmektedir. İkinci vaat, tüm Ehli Kitap'ın onu cismani olarak
göreceği ve ona yaşarken itaat edeceğidir. Şüphesiz söz konusu bu iki haber de Hz. İsa
(as)'ın kıyamet öncesindeki gelişinde gerçekleşecek olaylardır. Ayetteki üçüncü haber olan
Hz. İsa (as)'ın Ehli Kitap hakkındaki şahitliği de kıyamet gününde gerçekleşecektir.
 Kuran'da Hz. İsa (as)'ın içinde bulunduğumuz ahir zamanda yeniden yeryüzüne
döneceğini açıklayan bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde geçmektedir.
Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yenidenkaldırılacağım gün de. (Meryem Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir
gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa (as)'ın Allah Katına
yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi
verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa (as)'ın öleceği günden
bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa (as)'ın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir
süre yaşadıktan sonra, vefat etmesiyle mümkün olabilir.
 Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne dönüşünü haber veren bir diğer ayet şöyledir:
Ona (Hz. İsa'ya) kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 48)
Bu ayette geçen kitap kelimesinin neyi ifade ettiğini anlamak için konuyla ilgili diğer
Kuran ayetlerine baktığımızda şunu görürüz: Tevrat ve İncil ile birlikte aynı ayette
kullanılması halinde kitap, Kuran anlamını ifade etmektedir; Al-i İmran Suresi'nin 3. ayeti
buna bir örnek olarak verilebilir. Bu durumda, 48. ayetteki Hz. İsa (as)'ın öğreneceği
bildirilen kitap da ancak Kuran olabilir. İsa Peygamber (as)'ın bundan yaklaşık 2000 sene
önceki yaşamında, Tevrat ve İncil üzerine bilgi sahibi olduğu bilinmektedir. Kuran'ı
öğrenmesinin ise yeryüzüne yeniden gelişinde gerçekleşeceği açıktır.
 Al-i İmran Suresi'nin 59. ayetindeki şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu,
Adem'in durumu gibidir ifadesi de oldukça dikkat çekicidir. Bu ayette iki peygamber
arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekilmiş olabilir. Bilindiği gibi, hem Hz. Adem (as)
hem de Hz. İsa (as) babasızdır. Ayrıca yukarıdaki ayette, Hz. Adem (as)'ın cennetten
yeryüzüne indirilmesi Hz. İsa (as)'ın içinde bulunduğumuz Ahir Zaman'da Allah Katından
yeryüzüne indirilmesine de benzetilmiş olabilir.
 Kuran'da Hz. İsa (as) ile ilgili şöyle bir bilgi de verilmektedir:
Şüphesiz o (Hz. İsa) kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana
hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Hz. İsa (as)'ın Kuran'ın indirilişinden altı yüzyıl önce yaşadığını biliyoruz. O halde
yukarıdaki ayette bildirilen, onun ilk hayatının değil Ahir Zaman'daki dönüşünün kıyamet
için bir bilgi kaynağı olacağıdır. Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi hem Hıristiyan hem de İslam
dünyasında sabırsızlıkla beklenmektedir. Bu kutlu misafirin yeryüzünü şereflendirmesiyle
de çok önemli bir kıyamet alameti daha tecelli etmiş olacaktır.
 Hz. İsa (as)'ın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi 110.
ayette ve Al-i İmran Suresi 46. ayette geçen kehlen kelimesidir. Ayetlerde Allah şu şekilde
buyurur:
Allah şöyle diyecek: Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla.
Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de
insanlarla konuşuyordun… (Maide Suresi, 110)
Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O
salihlerdendir. (Al-i İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa (as) için
kullanılmaktadır. Hz. İsa (as)'ın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan kehlen
kelimesinin anlamı otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak
basan, yaşı kemale ermiş kimse şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla 35
yaş sonrası döneme işaret ediyor şeklinde çevrilmektedir.
Hz. İsa (as)'ın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini, yeryüzüne
indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbn Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan
İslam alimleri, Hz. İsa (as)'ın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını,
dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa (as)'ın nüzulüne (yeniden yeryüzüne gelişine) dair bir delil
olduğunu söylemektedirler. (Faslu'l-Makal fi Ref'I İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'dDeccal, s. 20)
Kuran ayetlerine bakıldığında bu ifadenin bir tek Hz. İsa (as) için kullanıldığını
görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de
yetişkin oldukları dönemde tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran'da hiçbir
peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamıştır. Bu ifade sadece Hz. İsa (as) için ve
mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından
gelen beşikte ve yetişkin iken kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çeker.
Hz. İsa (as)'ın beşikteyken konuşması Allah'ın dilemesiyle gerçekleşen bir mucizedir.
Bu görülmüş bir olay değildir ve ayetlerde bu mucizevi olay birçok kez anlatılmaktadır. Bu
kelimenin hemen ardından gelen yetişkin iken de insanlarla konuşması şeklindeki ifadenin
de bir mucize olduğu anlaşılmaktadır. Eğer yetişkin iken ifadesi, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına
alınmadan önceki hayatına işaret ediyor olsaydı, o zaman Hz. İsa (as)'ın konuşuyor olması
bir mucize olmayacaktı. Bir mucize olmadığı için de beşikteyken konuşmasının ardından ve
bu mucizevi durumla eşdeğer bir anlamda kullanılmazdı. O zaman beşikten yetişkin
oluncaya kadar şeklinde bir ifade kullanılırdı ki, bu da, Hz. İsa (as)'ın beşikte konuşmaya
başlamasından göğe yükseltilmesine kadar süren tebliğini anlatmış olurdu. Ancak ayette iki
büyük mucizevi zamana dikkat çekilmektedir. Bunlardan birincisi beşikteyken konuşması,
ikincisi ise yetişkin iken konuşmasıdır. Dolayısıyla mucizevi bir döneme işaret eden
yetişkin iken ifadesi, Hz. İsa (as)'ın mucizevi bir şekilde tekrar yeryüzüne döndükten
sonraki dönemde, yetişkin iken insanlarla konuşmasıdır.
Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişi hakkındaki bilgiler Peygamber Efendimiz
(sav)'in hadislerinde de mevcuttur. Peygamberimiz (sav)'in birçok hadisinde bu müjdenin
yanı sıra Hz. İsa (as)'ın dünyada yapacakları ile ilgili haberler de bulunmaktadır. Bu konu
hadisler doğrultusunda, elinizdeki kitabın Hz. İsa (as) ve Sahte Peygamberler bölümünde
incelenmektedir. (Daha geniş bilgi edinmek isteyenler Hz. İsa Gelecek isimli kitabımızdan
faydalanabilir.)
Burada önemli bir konuyu daha hatırlatmakta yarar vardır: Hz. Muhammed (sav)
Allah'ın insanlara gönderdiği son peygamberdir. Allah Peygamberimiz (sav)'e Kuran'ı
vahyetmiş ve kıyamete kadar tüm insanları Kuran'a uymaktan sorumlu tutmuştur. Hz. İsa
(as) da Ahir Zaman'da bir mucize olarak dünyaya gelecek, ancak Peygamberimiz (sav)'in de
bildirdiği gibi, yeni bir din getirmeyecektir. Peygamberimiz (sav) tarafından insanlığa
öğretilen hak din Kuran'da bildirilen İslam dinidir ve Hz. İsa (as) da yeryüzüne ikinci
gelişinde Kuran'a tabi olacaktır.
Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde bildirildiğine göre, Hz. Mehdi (as) da ahir
zamanda zuhur edecek ve Hz. İsa (as) ile birlikte İslam ahlakını yeryüzüne hakim edecektir.
Bu iki kutlu insanın vesile olmasıyla yeryüzündeki tüm zulüm ve haksızlıklar sona erecek;
dünyaya adalet, barış, sevgi, huzur ve güven yerleşecektir.
Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) Bu Yüzyılda Gelecektir
Her yüz senede bir din ahlakını bidatlerden kurtarmak ve yenilemek için Allah
tarafından bir zatın gönderildiği, Sünen-i Ebu Davud, Mektubat-ı Rabbani gibi büyük ve
muteber ehli sünnet alimlerinin eserlerinde açık bir şekilde belirtilmiştir:
Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen hadislerde ahir zamanda zuhur edeceği
müjdelenen Hz. Mehdi (as)'ın çıkış zamanı olarak ise Hicri 1400 yılı verilmiştir:
Bu 100 yıllık sürede İslam ahlakı belli bir süreç içinde tüm dünyaya hakim olacak, din
ahlakına karşı mücadele veren deccaliyet sistemi ise tamamen ortadan kalkacaktır. Ancak
aşağı yukarı 100 sene kadar sürecek olan bu yükselme döneminin ardından yani Hicri
1500'lerle birlikte Dünya yeniden bir bozulma sürecine girecektir. Ehl-i Sünnetin büyük
hadis ve fıkıh alimlerinden biri olan İmam Ahmed İbni Hanbel gibi birçok alimin
birbirlerinden naklettikleri bir hadiste Peygamberimiz (sav) kendine kadar dünyada geçen
zamanın 5600 yıl olduğunu bildirerek insanlık tarihinin başlangıcı hakkında önemli bir bilgi
vermiştir:
Diğer yandan başka birçok hadiste ise dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğuna dair açık
izahlar bulunmaktadır:
Hicri 1300'ün ve son bin yılın en büyük müceddidi olan Üstad Said Nursi Hazretleri
ise İslam ahlakının hakimiyet süresi için Hicri 1500'leri vermiştir. Üstad bu tarihlere kadar
ki dönemin Müslümanların açık ve aşikar galibiyet dönemleri olacağını ifade etmiştir.
Bundan sonraki yıllarda ise İslam ahlakının dünya üzerindeki yükseliş döneminin sona
ereceği ve kafirler için bir kıyamet kopmasının Hicri 1545 itibariyle söz konusu olacağını
söylemiştir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Büyük Ehl-i Sünnet alimi Berzenci Hazretleri de dünyanın ömrünün Hicri 1600'e
ulaşmayacağını yani Hicri 1500'lü yıllar içinde kıyametin kopmasının Allah'ın izniyle
beklendiğini ifade etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen hadise dayalı olarak Suyuti Hazretleri ise
yaptığı açıklamada şöyle belirtmektedir:
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinden ve büyük İslam alimlerinin açıklamalarından da
açıkça anlaşıldığı üzere, içinde bulunduğumuz Hicri 1400'ler Hz. İsa (as)'ın gelişi ve Hz.
Mehdi (as)'ın zuhur çağıdır. Bu yüzyılda Hz. Isa (as) yeniden yeryüzüne gelecek, Hz. Mehdi
(as) zuhur edecek ve İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır.
Ay'n Yarılması
Kuran'ın 54. Suresi'nin adı olan Kamerin Türkçe karşılığı Aydır. Bu surenin büyük bir
bölümünde, kendilerine gönderilen peygamberlerin uyarılarını yalanlayan Nuh, Ad, Semud
ve Lut halkının, Firavun ve çevresinin başlarına gelen yıkımlar anlatılır. Aynı zamanda
birinci ayette kıyamet vakti ile ilgili çok önemli bir haber verilir:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)
Ayette kullanılan yarmak fiilinin Arapça karşılığı şakkadır. Bu kelimenin Arapça'da
farklı anlamları bulunmaktadır. Bazı Kuran tefsirlerinde ikiye yarılmak manası tercih
edilmektedir. Bununla birlikte, şakka kelimesi Arapça'da toprağı sürme, toprağı kazma
anlamlarında kullanılmaktadır.
İkinci anlamına örnek olarak, Abese Suresi'nin 26. ayetinde geçen kullanımını
verebiliriz:
Biz, şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık. Sonra yeri yardıkça yardık. Böylece onda
taneler bitirdik, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar. (Abese Suresi, 25-29)
Açıkça görüldüğü gibi, bu ayetteki şakka ifadesi yerin ikiye yarılması manasında
değil, çeşitli bitkilerin yetişmesi için toprağın sürülerek yarılması anlamında kullanılmıştır.
İşte tam bu noktada, 1969 yılına geri döndüğümüzde Kuran'ın çok büyük bir mucizesiyle
karşılaşmaktayız. Kamer Suresi'nde on dört yüzyıl öncesinden haber verilen ayet, 20
Temmuz 1969'da Ay yüzeyinde yapılan çalışmalar ile gerçekleşmiştir. Amerikalı
astronotların Ay'a ayak basarak, Ay toprağı üzerinde bilimsel araştırmalar yapmaları, taş ve
toprak örnekleri toplamaları ayın yarılması ayetindeki ifadelere tam olarak uymaktadır.
Astronotlar Ay yüzeyinde bulundukları süre boyunca bilimsel çalışma ve deneyler
yapmışlar, 22 kilogram ağırlığında taş ve toprak örneği toplamışlardır. Bu numuneler daha
sonra büyük bir ilgi odağı olmuştur. NASA'nın raporlarında halkın örneklere gösterdiği
alakanın, muhtemelen 20. yüzyıldaki diğer uzay araştırmalarının topladığı ilginin üstünde
olduğu belirtilmiştir.2
Bununla birlikte 2009 yılının Ekim ayı içerisinde de ayette bildirilen bu olaya işaret
eden bir gelişme daha yaşanmıştır. Ay'da su aramaları yapan NASA, Ay'ı bombalamış ve
9000km'lik hızla gerçekleşen bu çarpmanın etkisiyle 350 ton ağırılında bir toz bulutu
oluşmuştur. Yani, Ay'ın yüzeyi bir kez daha yarılmıştır. Ayette haber verildiği gibi Saat'in
yani Hz. İsa (as)'ın gelişinin, Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunun, Dabbetü’l-Arz’ın çıkışının,
kıyametin kopmasının yaklaştığı vakitte Ay yarılmıştır. Görüldüğü gibi bu ayette,
Peygamber Efendimiz (sav)’in Allah'ın takdiriyle gösterttiği Ay’ın yarılması mucizesinin
dışında söz konusu olaylara da işaret edilmektedir.
Şunu da belirtelim ki, sözü edilen alameti haber veren ayetlerin devamında çok önemli
bir ihtar vardır. Bu ayetlerde, Allah Katından gelen işaretlerin insanları gaflet ve
hatalarından döndürecek büyük fırsatlar olduğu, bu uyarıları gördükleri halde
yalanlayanların ne tanınmış-ne görülmüş bir gün olarak tanıtılan kıyamet günü
diriltildiklerinde pişman olacakları hatırlatılmaktadır:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir ayet (mucize) görseler,
sırt çevirirler ve (Bu) süregelen bir büyüdür derler. Yalanladılar ve kendi hevalarına
(istek ve tutkularına) uydular; oysa her iş 'sonunda kendi amacına varıp karar
kılacaktır.' Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp
vazgeçirtecek nice haberler geldi. (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir.
Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor. Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağrıcının
'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün… Gözleri 'zillet ve dehşetten
düşmüş olarak', sanki yayılan çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. Boyunlarını
çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: Bu, zorlu bir gün.
(Kamer Suresi, 1-8)
HADİSLERDE KIYAMET ALAMETLERİ
On dört yüzyıl önce Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), kıyamet ile ilgili bazı
gaybi bilgileri ve bunlara dayalı düşüncelerini kendisiyle birlikte olan Müslümanlara
aktarmıştır. Bu değerli sözler nesilden nesile geçmiş, hadis kitapları ve İslam alimlerinin
eserleriyle günümüze ulaşmıştır. Elinizdeki kitabın ilerleyen bölümlerinde kullanılan
hadisler de Peygamberimiz (sav) tarafından işte bu anlamda söylenmiş haberleri
içermektedir. Bu hadislerin sahih, yani güvenilir ve doğru olduğunun en önemli
ispatlarından biri ise, söz konusu hadislerde haber verilen tüm alametlerin Hicri 1400'ün
başından itibaren son 30 yıl içerisinde arka arkaya gerçekleşmiş olmasıdır. Hadislerdeki
olayların tahakkuku, bu hadislerin doğruluğunun teyitidir.
Şunu da açıklamak gerekir ki, hadislerde bildirilen işaretlerin bir kısmı 1400 yıllık
İslam tarihinin herhangi bir döneminde, dünyanın belirli bir bölgesinde, belirli bir oranda
görülmüş olabilir. Böyle bir durum o dönemin Ahir Zaman olduğunu göstermez. Zira bir
devrin Ahir Zaman olarak nitelendirilmesi için kıyamet alametlerinin tümünün aynı çağda,
birbirlerini izleyerek gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu durum bir hadiste şöyle ifade
edilmiştir:
Yukarıdaki bilgi ışığında Ahir Zaman hadisleri incelendiğinde hayret verici bir sonuç
meydana çıkmaktadır. Peygamberimiz (sav)'in yüzyıllar önce ayrıntılarıyla açıkladığı
işaretler yeryüzünün hemen hemen her köşesinde, birbiri ardınca ve tam anlamıyla
belirtildiği biçimde içinde bulunduğumuz çağda yaşanmaktadır. Hadisler sanki zamanımızın
eksiksiz bir portresini çizmektedir. Elbette bu, derin düşünülmesi gereken son derece
mucizevi bir olaydır. Gerçekleşen her alamet insanlara, Allah'ın huzurunda hesap
verecekleri kıyamet gününün çok yaklaşmış olduğunu ve bir an önce Kuran ahlakını hayata
geçirmelerinin önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Bu açık gerçeğe rağmen, Hz. İsa
(as)'ın bu yüzyılda gelmeyeceğini, Hz. Mehdi (as)'ın bu yüzyılda zuhur etmeyeceğini,
İslam'ın bu yüzyılda yeryüzüne hakim olmayacağını söyleyenler ise büyük bir yanılgı
içindedirler. Bu kimselerin yanlış bakış açısına göre son 30 yıl içinde gerçekleşen ve
gerçekleşmeye devam 200'den fazla alametin aynı şekilde, tekrar, arka arkaya, yeniden
gerçekleşmesi gerekmektedir. Şüphesiz bu samimi ve gerçekçi bir iddia değildir. Akılcı ve
samimi olan tutum ise, Hz. İsa (as)'ın gelişinin ve Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunun, yani
kıyametin yaklaştığının alameti olan yüzlerce olayın içinde bulunduğumuz bu yüzyılda
gerçekleşmiş olduğunu görmek ve bu kutlu dönemde yaşıyor olmanın sevincini ve
coşkusunu hissetmektir.
Kitabın bu bölümünde Peygamberimiz (sav)'in haber verdiği kıyamet alametlerinden
sadece bir kısmına yer verilmiştir.
(Konuyla ilgili daha detaylı bilgi edinmek isteyenler www.hazretimehdi.com
adresinden faydalanabilirler.)
Savaşlar ve Anarşi
Peygamberimiz (sav) Ahir Zaman'ın özelliklerini anlattığı bir hadisinde şunları haber
vermiştir:
Hercü merc kelimesinin sözlüklerdeki karşılığı darmadağınıklık, karmakarışıklık
anlamlarıdır ve hadiste bu durumun belirli bir bölge ile sınırlı kalmayıp, dünyanın her
tarafına yayılacağı belirtilmektedir. Yolların kesilmesi ve bir kısım insanların diğerlerine
saldırmaları da hadiste işaret edilen çağın belirtileri arasında sayılmaktadır.
Başka bir hadiste de yukarıdaki olay benzer şekilde yer almaktadır. Kıyamet
yaklaşır… herc çoğalır diyen Peygamberimiz (sav)'e hercin ne olduğu sorulmuş, O da herc
öldürmelerdir yanıtını vermiştir. (Kur'an ve Sünnette Kıyamet ve Ahiret, s.172 )
Peygamberimiz (sav)'den bu konu hakkında bizlere ulaşan diğer hadisler de şunlardır:
Yukarıdaki hadislerin incelenmesi bizleri önemli bir sonuca götürmektedir.
Peygamberimiz (sav), sözünü ettiği çarpışmalar, kargaşa ve katliamlar ile tüm yeryüzünü
kaplayan savaşları ve terör eylemlerini tasvir etmekte, bu olayların da bir kıyamet alameti
olduğunu belirtmektedir.
Geride kalan on dört asırlık döneme baktığımızda görürüz ki, 20. yüzyıldan önceki
savaşlar bölgesel kalmışlardır. Tüm dünya halklarını, siyasi mekanizmalarını,
ekonomilerini, sosyal yapılarını etkileyen savaşlar ise yakın geçmişte yaşanan iki dünya
savaşı olmuştur. I. Dünya Savaşı'nda 20 milyondan, II. Dünya Savaşı'nda da 50 milyondan
fazla insan ölmüştür. II. Dünya Savaşı'nın aynı zamanda, tarihin en kanlı, en büyük ve en
yıkıcı savaşı olduğu bilinen bir gerçektir.
Çağımızın modern savaş teknolojisi, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahları
savaşların etkilerini tarihte görülmemiş boyutlara taşımıştır. Hatta geliştirilen kitle imha
silahları nedeniyle dünyanın üçüncü bir dünya savaşını kaldıramayacağı da genel kabul
görmüştür.
II. Dünya Savaşı sonrasındaki Soğuk Savaş, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Arap-İsrail
Savaşları, İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı çağımızın en önemli olayları arasındadır.
Bölgesel savaşlar, çatışmalar ve iç savaşlar aynı anda dünyanın birçok bölgesinde yıkıcı
sonuçlara neden olmaktadır. Bosna, Filistin, Çeçenistan, Afganistan, Keşmir ve daha pek
çok yerde yaşanan sorunlar insanlığı etkilemeye devam etmektedir.
Savaşlar kadar tüm dünya insanlarını ilgilendiren diğer bir kargaşa konusu da
uluslararası ve organize terör olaylarıdır. Boston Üniversitesi'nden Prof. Vojtech Mastny'nin
belirttiği gibi, terör olayları 20. yüzyılın ortalarından sonra kat kat artmıştır.4 Gerçekte
terörizmin 20. yüzyıla has bir olgu olduğunu söylemek bile mümkündür. Irkçılık, komünizm
ve benzeri ideolojik amaçlarla ya da etnik iddialarla ortaya çıkan örgütler, gelişen
teknolojinin de yardımıyla kanlı eylemler yapmışlardır.
Dünyamızın yakın tarihindeki terör eylemleri zaman zaman büyük kaos ortamlarına
zemin hazırlamıştır. Tüm Müslümanların şiddetle kınadığı vakalarda çok kan dökülmüş,
sayısız insan ölmüş veya sakat kalmıştır. Ancak insanlık hala bu olaylardan hissesine düşen
dersi almış değildir. Terör dünyanın birçok bölgesinde, öldürücü anarşik olaylara neden
olmaya devam etmektedir.
Konuyla ilgili ayetlerde de çıkarmamız istenen dersler yer almaktadır. Rum Suresi'nde
insanların yaptıkları şeyler dolayısıyla yeryüzünde karışıklıkların ortaya çıktığı şöyle
bildirilmektedir:
İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad
(karışıklık, kötülük) ortaya çıktı. Umulur ki dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının
bir kısmını kendilerine taddırmaktadır. (Rum Suresi, 41)
Şunu da eklemek gerekir ki, ayette önemli bir hatırlatma yapılmaktadır. İnsanların
yaptıkları yanlışlardan kaynaklanan acı ve üzüntüler, onları hatalarından döndürmesi için
birer fırsat mahiyetindedir.
Kısacası, dünyanın hercü merc içinde kaldığı dönem içinde bulunduğumuz çağda tam
anlamıyla yaşanmış ve neticede bir kıyamet işareti daha bu şekilde tecelli etmiştir. Aynı
zamanda bu işaret, insanlara bir an önce Kuran ahlakını yaşamaları için yapılan önemli bir
uyarı olmuştur.
Büyük Şehirlerin Yok Olması:
Savaşlar ve Afetler
Peygamberimiz (sav)'in Ahir Zaman'la ilgili verdiği haberlerden birisi de şu
şekildedir:
Hadiste belirtilen büyük şehirlerin helak oluşu, savaşlar ve çeşitli doğal afetler
sonucunda meydana gelen yıkımları akla getirmektedir. Yakın geçmişte geliştirilen nükleer
silahlar, uçaklar, bombalar, füzeler ve benzeri çağdaş silahların savaşlarda kullanılması
büyük tahribata neden olmuştur. Bu korkunç silahlar tarihteki benzerleriyle
kıyaslanmayacak düzeyde yıkımlara yol açmıştır. Elbette hedef konumundaki büyük
şehirler de bu yıkımlardan birinci derecede etkilenen yerler olmuştur. II. Dünya Savaşı'nın
benzersiz sonuçları buna bir örnek olarak verilebilir. Dünya tarihinin en büyük savaşında,
atom bombasının kullanılmasıyla Hiroşima ve Nagasaki tamamen yerle bir olmuştur.
Avrupa'nın başkentleri ve önemli şehirleri de ağır bombardımanlar neticesinde büyük
ölçüde yıkılmıştır. Britannica Ansiklopedisi II. Dünya Savaşı'nın Avrupa şehirlerinde neden
olduğu hasarı şöyle anlatır:
Meydana gelen tahribat Avrupa'nın büyük bölümünü ayın yüzeyine dönüştürmüştü:
Şehirler bombardımanlar sonucunda harap oldu, sayfiye yerleri kavruldu ve simsiyah oldu,
yollar bombaların açtığı çukurlarla kaplandı, demiryolları kullanılamaz hale geldi, köprüler
yıkıldı, limanlar batık gemilerle doldu. Savaş sonrası Almanya'nın Amerikan Bölgesi askeri
valisi General Lucius D. Clay'in dediği gibi, Berlin sanki ölülerin şehri gibiydi.5
Kısacası, II. Dünya Savaşı'nın tarihte benzeri görülmeyen genişlikteki tahribatı hadisin
işaret ettiği olayla birebir uyuşmaktadır.
Şehirlerin yok olmasına neden olan bir diğer etken de doğal afetlerdir. Doğal afetlerin
içinde bulunduğumuz çağda hem sayısal hem de büyüklük olarak arttığı istatistiksel bir
gerçektir. Son on yılda baş gösteren iklim değişikliklerinin yol açtığı felaketler bir dönüm
noktası olarak kabul edilmektedir. Sanayi, zararlı ve istenmeyen bir yan ürün olan küresel
ısınmaya sebep olmakta, giderek ısınan dünya atmosferindeki dengeler bozulmakta ve
böylece iklim değişiklikleri meydana gelmektedir. 1998 yılı şimdiye kadar kaydedilen en
sıcak yıl olmuştur.6 Amerika Ulusal İklimsel Veri Merkezi'nin kayıtlarına göre de en fazla
iklimsel afet 1998'de meydana gelmiştir.7 Örneğin gözlemciler, 1998'deki Mitch
Kasırgası'nın Orta Amerika'nın tarihinde meydana gelen en kötü felaket olduğunu
belirtmişlerdir.8 2006 yılında meydan gelen Katrina Kasırgası, New Orleans şehrinin
neredeyse tamamının suların altına gömülüp yere batmasına neden olmuştur.
Son yıllardaki kasırga, fırtına, tayfun ve hortum gibi felaketler başta Amerika kıtası
olmak üzere dünyanın birçok yerinde yıkıcı zarara neden olmuştur. Bunlara ek olarak seller
de bazı yerleşim merkezlerinin sular ve çamur altında kalmasına yol açmıştır. Ayrıca
depremler, volkanlar ve tsunami dalgalarının yaptığı büyük tahribatlar da unutulmamıştır.
Sonuç olarak, tüm bu afetlerin büyük şehirlerde sebep olduğu yıkımlar önemli birer işaret
olmuşlardır.
Depremler
Hiç şüphesiz tarih boyunca çok az doğa olayı depremler kadar insanlığı etkilemiştir.
Her an, her yerde meydana gelebilen depremler yüzyıllar boyunca çok sayıda kişinin
ölümüne ve astronomik boyutlarda maddi zarara yol açmış, bu özellikleri nedeniyle insanlar
için korku kaynağı olmuştur. 20. ve 21. yüzyılın teknolojik koşulları bile depremlerin
verdiği hasarı ancak belirli ölçülerde engelleyebilmiştir.
Teknolojinin, kendilerine doğaya hükmetme olanağı sağlayacağı hayaline kapılan bazı
insanlara ise 1995 Kobe depremi anlamlı bir ders vermiştir. Hatırlanacağı gibi, Japonya'nın
büyük endüstri ve ulaşım merkezinde yaşanan deprem hiç beklenmedik bir anda meydana
gelmiştir. Bu deprem sadece 20 saniye sürmesine rağmen, Time dergisinde belirtildiğine
göre, 100 milyar dolar civarında zarara neden olmuştur.9
ABD Jeolojik Araştırma Kurumu (USGS)'nun raporlarına göre ise 1556-1975 arasında
5.0 ve daha büyük şiddetteki depremlerin sayısı sadece 110'dur. 1980-2003 yılları arasında
sadece 23 sene içinde meydana gelen büyük şiddetteki depremlerin sayısı ise 1685'tir.
Görüldüğü gibi, geçmiş yıllarda deprem sayısının çok az iken, Hicri 1400 yılının başından
itibaren depremler armıştır.
Son birkaç yıl içinde meydana gelen büyük ve sürekli depremler, dünya kamuoyunun
gündeminde devamlı olarak ilk sıralarda yer almaktadır. Amerikan Ulusal Deprem
Enformasyon Merkezi verilerine bakılırsa 1999 yılında, yeryüzünde 20.832 deprem
meydana gelmiştir. Bu depremlerde tahmini olarak 22.711 insan hayatını kaybetmiştir.10
Son otuz yılda dünyada gerçekleşen depremlerden birkaçı şöyledir:
 28 Temmuz 1976’da Çin’de 7.8 büyüklüğündeki deprem oldu. 242 bin kişi hayatını
kaybetti ve 164 bin kişi yaralandı.
 7 Aralık 1988’de Ermenistan’da meydana gelen depremde 20.000 kişi hayatını
kaybetti, 500.000 kişi de evsiz kaldı.
 20 Haziran 1990’da İran’da yaşanan 7.7 büyüklüğündeki depremde 40 bin kişi öldü,
100 bin kişi yaralandı.
 1995 yılındaki Kobe Depremi, 20 saniye sürmesine rağmen 100 milyar dolar
civarında zarar oldu.
 Hindistan’da 26 Ocak 2001'de yaşanan 6.7 şiddetindeki depremde 25 bin kişi
hayatını kaybetti, 166 bin kişi yaralandı.
 26 Aralık 2003’de İran’da meydana gelen 6.7 büyüklüğündeki depremde 31 bin 884
kişi hayatını kaybetti, 18 bin kişi yaralandı.
 26 Aralık 2004’te Endonezya’da, 9.0 büyüklüğündeki deprem sonucu oluşan
tsunamide 300 bin kişi hayatını kaybetti.
 8 Ekim 2005’de Pakistan’da gerçekleşen 7.6 şiddetindeki depremde yaklaşık 100 bin
kişi hayatını kaybetti.
Tüm bu vakalar Peygamberimiz (sav)'in 1400 yıl önce söylediği şu sözleri akıllara
getirmektedir:
Kuran'da da deprem ile kıyamet arasındaki ilişkiyi işaret eden ayetler bulunmaktadır.
Kuran'ın 99. Suresi'nin adı Zelzele (büyük sarsıntı, deprem) Suresi'dir. Sekiz ayetten oluşan
bu surede yerin şiddetli sarsıntısı tasvir edilmekte, bunun ardından da kıyamet günü
insanların diriltilecekleri ve Allah'ın huzurunda hesap verecekleri, zerre ağırlığınca da olsa
yaptıkları işlerin karşılığını alacakları anlatılmaktadır:
Yer, o şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı, Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve
insan: Buna ne oluyor? dediği zaman, O gün (yer) haberlerini anlatacaktır. Çünkü
senin Rabbin ona vahyetmiştir.
O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye bölük bölük fırlayıp-çıkarlar.
Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer
(kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 1-8)
Fakirlik
Bilindiği gibi, fakirlik, düşük gelir düzeyi nedeniyle insanın beslenme, barınma,
kıyafet, sağlık hizmetleri gibi temel ihtiyaçlarından yoksun kalmasıdır. İleri teknolojik
olanaklara rağmen fakirlik, günümüz dünyasının önündeki başlıca sorunlardan biridir.
Halen Afrika, Asya, Güney Amerika ve Doğu Avrupa'da pek çok insan her gün açlıkla içiçe
yaşamaktadır. Sömürgecilik ve vahşi kapitalizm dünyadaki gelir dağılımının geri kalmış ve
gelişmekte olan ülkeler aleyhine bozulmasına neden olmuştur. Dünyada az sayıdaki mutlu
azınlık ihtiyaçlarından fazlasına sahip iken fakirlik ve yoksulluğun getirdiği sorunlarla
mücadele eden önemli sayıda insan bulunmaktadır.
Günümüzde dünya genelinde fakirlik çok ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır.
UNICEF'in son raporları göz önünde tutulursa, dünya nüfusunun dörtte biri tasavvur
edilemez sıkıntı ve yokluk koşullarında yaşamaktadır.11 Bir milyar üç yüz milyon kişi
günde 1 dolar, üç milyar kişi de günde 2 dolar ile geçinmektedir.12 Yaklaşık bir milyar üç
yüz milyon insan temiz sudan, iki milyar altı yüz milyon insan temel sağlık hizmetlerinden
yoksundur.13
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) 2000 yılı raporuna göre, 826
milyon insan yetersiz beslenmektedir. Diğer bir ifadeyle her altı kişiden biri açlık
çekmektedir.14
Gelir dağılımındaki adaletsizlik de son birkaç on yıl içinde aşırı derecede, düşünülenin
çok ötesinde büyümüştür. Birleşmiş Milletler kaynakları göstermektedir ki 1960'da dünya
nüfusunun en fakir %20'si ile en zengin %20'si arasındaki gelir oranı 1'e 30 iken, 1995'te 1'e
82 olmuştur.15 Sosyal adaletteki çöküşe bir örnek de dünyanın en zengin 225 şahsının
servetinin dünya nüfusunun %47'sinin senelik gelirine eşit hale gelmesidir.16
İstatistiklerin ortaya koyduğu bu güncel veriler aynı zamanda, Peygamberimiz (sav)'in
sözünü ettiği fakirliğin artacağı haberinin de göstergeleridir. Ahir Zaman'ın ilk döneminin
belirtileri olan fakirlik ve açlık hadislerde şöyle bildirilmiştir:
Peygamberimiz (sav)'in işaret ettiği dönemin günümüz koşullarını tasvir ettiği açıktır.
Geçmiş yüzyıllara bakıldığında kuraklık, savaşlar veya felaketler gibi nedenlerle zorluk ve
sıkıntılar yaşandığı fakat bunların geçici ve bölgesel boyutlarda kaldığı görülmektedir. Oysa
içinde bulunduğumuz çağda yaşanan fakirlik ve geçim zorlukları kalıcı, düzenli ve büyük
ölçekli bir yapı taşımaktadır.
Şüphesiz Rabbimiz sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir; insanlara zulmedici değildir.
Ancak insanlar yaptıkları kötülük ve nankörlükler nedeniyle yoksulluk ve sıkıntılara zemin
hazırlamaktadırlar. Elbette böyle haksız ve üzücü durumlar dini, ahlaki ve vicdani
değerlerden yoksun, bencillik ve çıkar ilişkileri üzerine kurulu bir dünya düzeninin
kaçınılmaz sonucudur.
Ekonomik Kriz Kıyamet Alametlerindendir
2007 yılında başlayan, 2008 ve 2009 yılında şiddetini artıran ve 2014 yılına kadar
sürmesi beklenilen ekonomik kriz de Peygamber Efendimiz (sav)'in haber verdiği
alametlerden biridir. Yüzbinlerce insanın işsiz kalmasına, fakirliğin doruğa tırmanmasına,
yüzlerce şirketin hatta ülkelerin batmasına sebep olan bu krizle ilgili hadislerden bazıları
şunlardır:
Ahlaki Çöküş
İçinde bulunduğumuz zamanda dünya toplumlarının sosyal yapılarını tehdit eden çok
büyük bir tehlike söz konusudur. Bu tehlike insan bedenini ölüme götüren virüslere benzer
şekilde sinsi bir faaliyet göstererek toplumu yıkıma sürüklemektedir. İşte bu tehlike bir
insan topluluğunu ayakta tutan ahlaki değerlerin yozlaşmasıdır. Eşcinselliğin, fuhuş
ticaretinin, evlilik dışı cinselliğin, cinsel suçların, pornografinin, tecavüz vakalarının ve
cinsel hastalıkların artışı ahlaki çöküşün bazı önemli göstergeleridir.
Bahsi geçen konular sürekli olarak dünya kamuoyunun gündemindedir. Pek çok insan
çevresinde olup bitenlerin, tehlikenin farkında değildir veya bu olayları sosyal hayatın bir
parçası olarak değerlendirme gafletine düşmektedir. Ancak istatistikler tehlikenin
boyutlarının görülmemiş bir artışla her geçen gün büyüdüğünü göstermektedir.
Cinsel hastalık oranları insanlığın önündeki sorunların büyüklüğünü gözler önüne
seren önemli bir kriterdir. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) kayıtlarına göre, cinsel yoldan
bulaşan hastalıklar en çok rastlanan hastalık gruplarından birini oluşturmaktadır; raporlar
her yıl tahmini olarak 333 milyon yeni vakanın meydana geldiğini göstermektedir.17
Bunlara ek olarak, AIDS büyük bir sorun olma konumunu korumaktadır. WHO istatistikleri
bugüne kadar 18.8 milyon insanın bu hastalıktan hayatını kaybettiği gerçeğini ortaya
koymaktadır.18 Dünya Sağlık Örgütü'nün AIDS ile ilgili 2000 yılı raporundaki şu ifadeler
konuyu çok iyi özetlemektedir: AIDS sosyal, ekonomik ve demografik yapılar üzerindeki
yıkıcı etkisiyle benzersizdir. 19
Ürkütücü gelişmeler arasında eşcinselliğin yayılışı da oldukça dikkat çekicidir.
Eşcinsellerin bazı ülkelerde resmi olarak evlenebilmeleri, evliliğin getirmiş olduğu sosyal
haklardan istifade edebilmeleri, dernek ve partiler kurmaları, dünya çapında yapılanmaları,
kutsal inançlara karşı gelmeleri, dini değerlere savaş açmaları, Peygamberimiz (sav)'in
döneminden bu yana geçen on dört yüzyıllık süre zarfında sadece çağımıza mahsus
olaylardır.
Günümüzdeki eşcinsellerin bu cüret ve pervasızlıkları eşcinselliği ile tanınmış Lut
halkının başına gelenleri düşündürmektedir. Kuran'da anlatıldığı gibi, Allah Hz. Lut'un
doğru yola davetine azgınlıkla karşılık veren Lut şehri ve halkını büyük bir felaketle helak
etmiştir. Bu sapık toplumdan geri kalanlar halen bir ibret belgesi olarak Lut Gölü'nün suları
altında durmaktadır.
Ahir Zaman toplumlarındaki ahlaki dejenerasyonu tasvir eden hadislerin bugünün
dünyasında tam anlamıyla ortaya çıktığı açık bir gerçektir.
 Fuhşun utanma ve gizlemeye gerek duyulmaksızın, açıkça yapılmasının bir kıyamet
alameti olduğu hadiste şöyle belirtilmiştir:
 Toplumda evlilik dışı cinsel ilişkilerin yaygınlaşmasının bir işaret olduğu da
Peygamberimiz (sav) tarafından şu şekilde dile getirilmiştir:
 Ahlaki değerlerin, utanma duygusunun zayıflaması şöyle tasvir edilmiştir:
Çok ilginçtir son dönemde bazı ülkelerde birtakım TV kanallarında gizli kamerayla
çekilmiş fuhuş görüntüleri yayınlanmaktadır. Yollarda insanlarla pazarlık yapan hayat
kadınları herkesin gözü önünde açıkça yol ortalarında fuhuş yapmaktadırlar. Burada, hadiste
kıyamet alameti olarak belirtilen bir olay daha tam dikkat çekildiği şekilde ortaya çıkmış ve
milyonlarca insana bu olay gösterilmiştir. Hadisler göstermektedir ki eşcinselliğin normal
bir yaşam biçimi olarak kabul edilmesi kıyamet öncesindeki dönemin önemli bir belirtisidir:
Hak Dinin ve Kuran Ahlakının Terk Edilmesi
Kıyamet alametleri ile ilgili hadisler bizlere söz konusu işaretlerin baş göstereceği
dönemin ayrıntılı bir tasvirini sunmaktadır. Peygamberimiz (sav)'in sözlerinden
anlaşılmaktadır ki, Ahir Zaman'ın birinci safhası dinin görünüşte uygulandığı, fakat gerçekte
Allah'ın dininin ve Kuran ahlakının neredeyse tamamen terk edildiği bir dönemdir. Apaçık
olan Kuran ayetlerinin görmezlikten gelindiği, Allah adına hükümler öne sürüldüğü, dinde
ayrılığa düşüldüğü, ibadetlerin gösteriş amaçlı yapıldığı, dinin çıkar ve menfaat sağlamak
için araç olarak kullanıldığı bir zamandır. İmanın bilgi ve araştırmaya değil de taklitçiliğe
dayalı olması da bu dönemin bir özelliğidir. Bu devirde sözde Müslümanlar çoğunlukta,
hakiki alimler ve samimi Müslümanlar ise azınlıktadır.
Peygamberimiz (sav) tarafından günümüzden on dört yüzyıl önce bildirilen ve tamamı
içinde bulunduğumuz çağda eksiksiz yaşanan alametler şunlardır:
 Kuran'da bildirildiğine göre, Peygamberimiz (sav) ahiret günü kendi kavminin
Kuran'ı terk edilmiş (bir kitap) olarak bıraktığını (Furkan Suresi, 30) ifade edecektir.
Hadislerde de Ahir Zaman'da Kuran'ın yol gösterici vasfının göz ardı edileceği, Kuran'dan
uzaklaşılacağı şöyle bildirilmiştir:
 Cuma Suresi'nin 5. ayetinde, Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki
derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu,
koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. benzetmesi yapılmıştır. Kuşkusuz bu
ayette Müslümanlar uyarılmakta, aynı vahim hataya düşmemek için dikkatli olmaları
gerektiği hatırlatılmaktadır. Zira Kuran öğüt alınması ve üzerinde düşünülmesi için
indirilmiş bir Kitap'tır.
Peygamberimiz (sav) Kuran'ın okunmasına rağmen içerdiği bilgi ve hikmet üzerine
düşünülmemesinin Ahir Zaman'ın bir özelliği olduğunu şöyle ifade etmiştir:
 Enam Suresi'nin 26. ayetinde insanları Kuran'dan alıkoyanlara dikkat çekilmektedir.
Hadislerden de sapkın fikir akımlarının, hak ve hakikatten uzak sistemlerin kıyamet
öncesinde, insanları Allah'ın yolundan saptıracak büyük fitneler meydana getireceği
anlaşılmaktadır.
 Haram ve helal fiilleri Allah Kuran'da eksiksiz olarak bildirmişken, dinde aslında
olmayan kuralların ve hükümlerin ortaya çıkması bir kıyamet alametidir:
 Ahir Zaman'da alim olarak kabul edilen bazı insanların gerçekte ikiyüzlü ve sahtekar
olduklarını, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle haber vermiştir:
 İslam'ın kurallarına gereken saygı ve özeni göstermeyen, dini, kendi menfaatleri
doğrultusunda araç olarak kullanmaktan çekinmeyen insanların durumu da şu şekilde
anlatılmıştır:
 İyiliğin tavsiye edilmesi ve kötülüğün önlenmesinin Allah'ın önemli bir emri olduğu
bilindiği halde yapılmaması da kıyametin yaklaştığının bir göstergesidir:
 Samimi Müslümanların günahkarların baskısı altında zayıf duruma düşmelerinin bir
kıyamet alameti olduğu hadiste şöyle bildirilmiştir:
 Peygamberimiz (sav)'in verdiği bir haber de Ahir Zaman'da gerçek müminlerin
neredeyse yok denecek kadar az sayıda olmasıdır:
 Samimi müminlerin inançlarını saklamaları ve ibadetlerini gizli sürdürmelerinin
hadisteki tasviri şöyledir:
 Cami ve mescitlerin sadece yol olarak kullanılan mekanlara dönüşmesinin bir işaret
olduğu aşağıdaki hadiste haber verilmektedir:
 Ahir Zaman'da Kuran'ı Allah'ın rızasını kazanmak için değil de kazanç elde etmek
için okuyan insanların da ortaya çıkacağı hadiste şöyle dile getirilmiştir:
 Kuran'ın sadece haz almak için adeta bir şarkı gibi okunması (Allah'ı ve Kuran'ı
tenzih ederiz) da bir işarettir:
 Müslüman olarak tanınan bazı şahısların çarpık bir kader anlayışına sahip olmaları,
bazılarının da yıldızların geleceğe dair haber verdiğine inanmaları Ahir Zaman'ın
göstergelerindendir:
 Faizin, Allah'ın haram kıldığı bir fiil olmasına rağmen alenen uygulanmasının bir
alamet olduğu hadiste şöyle belirtilmiştir:
 Hac ibadetinin yapılış amacının gezmek, ticaret yapmak, gösteriş yapmak veya
dilenmek olması Ahir Zaman'ın bir diğer belirtisidir:
Sosyal Bozulma
Günümüz insanlarının karşı karşıya olduğu önemli bir sorun toplumun temelini
oluşturan sosyal yapılardaki bozulmadır. Toplumsal çöküş değişik şekillerde kendini
göstermektedir. Dağılmış aileler, boşanmalardaki artış ve gayrimeşru çocuklar aile
kurumundaki tahribatın doğal sonucudur. Stres, huzursuzluk, mutsuzluk, endişe ve kaos pek
çok insanın hayatını adeta bir kabusa dönüştürmektedir. Manevi boşluk içindeki insanlar
bunalımlarına çare ararken alkol ve uyuşturucu bataklığına düşmekte veya karanlık yollara
girmektedir. Çözüm yolu kalmadığını düşünen bazıları da intiharı bir kurtuluş
zannetmektedirler.
Toplumsal yozlaşmanın en çarpıcı göstergelerinden birisi de yasalara aykırı
davranışlardaki büyük artıştır. Suç oranlarındaki artış konunun uzmanlarını dahi hayrete
düşüren boyutlara ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Suç Önleme Merkezi'nin
hazırladığı Evrensel Suç ve Adalet Raporu tüm dünya ülkelerini kapsayan şu genellemeleri
içermektedir:
Ortalama olarak, suç oranları 1980'lerde olduğu gibi, 1990'larda da yükselmeye
devam etmektedir.
Dünyanın neresi olursa olsun, beş yıllık bir periyotta, büyük şehirlerin sakinlerinin
üçte ikisi en az bir kere suç sayılan fiillerin hedefi olmaktadır.
Evrensel olarak ciddi suçlara hedef olma olasılığı (soygun, cinsel suçlar, saldırı) beşte
birdir.
Bölge ayrımı olmaksızın, gençler kategorisindeki mülkiyete yönelik suçlar ve şiddet
suçlarının her ikisi de ekonomik problemler ile ilgilidir.
Son yıllarda yasadışı uyuşturucu madde türleri sayıca artmış ve nitelik olarak da
çeşitlenmiştir.20
Aslında söz konusu olaylarda şaşılacak bir durum yoktur. Böyle bir sosyolojik
gelişmenin nedenleri Kuran'daki geçmiş toplumların kıssalarında açıkça anlatılmaktadır.
Sosyal dejenerasyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan her türlü sorun insanların Allah'ı ve
yaratılış amaçlarını unutmalarının, hak dinden ve manevi değerlerden uzaklaşmalarının
kaçınılmaz bir sonucudur.
Toplumsal bozulmanın unsurları aynı zamanda Peygamberimiz (sav)'in on dört yüzyıl
önce haber verdiği, günümüzde de eksiksiz olarak ortaya çıkan gelişmelerdir. Hz.
Muhammed (sav)'in insanların ihtilaf ve içtimai (sosyal) sarsıntılar içinde bulundukları
zaman (Ramuz-El Ehadis, 7/7) olarak tanımladığı Ahir Zaman'ın ilk devresi ile ilgili
hadisler şöyledir:
 Hadislerden anlaşılmaktadır ki, toplumda kötü insanların çoğalması, güvenilir kabul
edilen bazı insanların gerçekte yalancı, yalancı olarak tanınan bazılarının da gerçekte
güvenilir kişiler olması Ahir Zaman'ın bir özelliğidir:
 Dinimizin kurallarına ve kanunlara uygun elde edilmiş kazanç ile güvenilir
insanların az bulunacağı hadiste şöyle belirtilmiştir:
 Gerçek şahitliğin gizlenmesi, yalancı şahitliğin ve iftiranın ise yaygınlaşması bir
alamettir:
 Pek çok toplumda tek üstünlük kriterinin zenginlik olması, saygının kişinin
zenginliğine endeksli olmasının bir kıyamet alameti olduğu şöyle bildirilmiştir:
 İnsanlar arasındaki sosyal ilişkilerin bozulmasının da bir işaret olduğu hadislerdeki
tasvirlerden anlaşılmaktadır:
 Sorumluluğun işin ehli olmayanlara verilmesinin sonuçları da aşağıdaki hadiste
şöyle vurgulanmaktadır:
 Aile, akraba ve komşuluk ilişkilerinin bozulması, fertler arasındaki sosyal ve manevi
değerlerin kaybolması bu dönemin başka bir özelliğidir:
 Gençlerin sinirli olmaları, çocuklar ile yetişkin insanlar arasındaki sevgi ve saygı
ilişkilerinin bozulması hadislerde şöyle anlatılmıştır:
 Hadisler göstermektedir ki, aile kurumundaki bozulmaya bağlı olarak boşanmaların
ve evlilik dışı çocukların çoğalması Ahir Zaman toplumlarının bir niteliğidir.
 Materyalist felsefe ve dünya görüşlerinin etkisiyle insanların ahireti unutmaları,
dünyaya büyük bir hırsla bağlanmaları kıyamet öncesindeki dönemin bir vasfıdır:
 Birbirlerine kaba sövgü ve küfürlerle hitap eden insanların durumu hadiste şöyle
ifade edilmiştir:
 Bu dönemin başka bir özelliği de dedikodu ve alayın büyük rağbet görmesidir:
 Dalkavukların toplum içinde itibar görmeleri de şöyle haber verilmiştir:
 Ahir Zaman'da sık karşılaşılan bir durum da ticaret hayatında sahtekarlığın ve
rüşvetin olağan hale gelmesidir:
 Peygamberimiz (sav) Ahir Zaman'da cinayetlerin artışını şöyle bildirmiştir:
Bilim ve Teknoloji
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bilindiği gibi, günümüzden on dört yüzyıl önce
yaşamıştır. Tarihi kaynaklar Arap toplumunun, Kuran'ın tebliğ edildiği dönemde, evren ve
doğa üzerine herhangi bir inceleme yapabilecek teknolojiye sahip olmadığını
göstermektedir. Bu tespit şu anlama gelmektedir ki, Peygamberimiz (sav)'in yaşadığı dönem
ile günümüzün bilim ve teknoloji düzeyi arasında kıyas kabul etmez bir farklılık vardır.
Aslında bu ayrılık 20. yüzyılın başı ile 21. yüzyılın başı arasında bile oldukça büyüktür.
Bundan birkaç on sene önce isimleri bile telaffuz edilmeyen bazı teknolojik yeniliklerin
bugünün vazgeçilmez unsurları olması buna canlı bir delildir.
Bu devasa farklılıklara rağmen Peygamberimiz (sav) 7. yüzyılda, geleceğe yönelik
bazı haberler vermiştir. İlerleyen sayfalarda da Ahir Zaman'daki bilim ve teknoloji ortamını
tasvir eden söz konusu hadisler incelenecek, Peygamberimiz (sav)'in on dört yüzyıl önce
verdiği haberlerin günümüzde aynı şekilde gerçekleştiği gözler önüne serilecektir.
Tıp Teknolojisi:
Uzun yaşamak çağlar boyunca insanların belli başlı hedefleri arasında yer almıştır. Bu
uğurda büyük bir çaba harcanmıştır. Konuyla ilgili olarak, Hz. Muhammed (sav) de Ahir
Zaman'daki gelişmeleri haber verdiği bir hadisinde şunları söylemiştir:
Peygamberimiz (sav)'in verdiği bu haberin üzerinden on dört asır geçmiştir. Kayıtlar
geçen bu zaman aralığında, ortalama yaşam süresinin içinde bulunduğumuz çağda diğer tüm
dönemlerden daha fazla olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hatta 20. yüzyılın başları ile
sonları arasında dahi büyük bir fark vardır. Örneğin 1995 yılında doğmuş olan bir çocuğun
1900'lerde doğmuş birisine göre ortalama 35 yıl daha uzun yaşayacağı tahmin
edilmektedir.21 Bu konudaki çarpıcı bir başka örnek de geçmişte 100 seneden fazla yaşayan
insanların oldukça nadir, günümüzde ise çok sayıda olmasıdır.
Birleşmiş Milletler Nüfus Departmanı kaynaklarına göre, son birkaç yılda dünya
nüfusu yüksek ölüm oranlarından düşük ölüm oranlarına doğru dikkate değer bir geçiş
devresindedir. Demografik devrim olarak nitelenen bu gelişmenin merkezinde de yaşlıların
sayıca ve oranca artışı yer almaktadır. Böylesine hızlı ve geniş ölçekli bir gelişmenin
uygarlık tarihinin hiçbir döneminde görülmediği de aynı kaynakta vurgulanmaktadır.22
Şüphesiz yaşam süresindeki bu artış sebepsiz değildir. Tıp teknolojisinin ilerlemesine
bağlı olarak sağlık hizmetlerindeki gelişme insanların böyle bir nimete kavuşmasına olanak
sağlamıştır. Bunlara ek olarak, genetik bilimindeki gelişmeler ve halen büyük bir hızla
ilerlemekte olan İnsan Genomu Projesi sağlık alanında yepyeni bir dönem başlatmak
üzeredir. Bu ilerlemeler geçmiş zamanlarda yaşayan insanların hayal bile edemeyeceği bir
boyuttadır. Tüm bu gelişmelere dayanarak şunu söylemek mümkündür: Yaşadığımız çağın
insanları yukarıdaki hadisin haber verdiği uzun ve sağlıklı hayat standardını
yakalamışlardır.
Eğitim:
20. ve 21. yüzyılı geçmiş yüzyıllardan ayıran önemli bir özellik de okuryazarlık
oranlarında kaydedilen ilerlemedir. Geçmiş dönemlerde okuryazarlık toplumun belirli bir
kesiminin sahip olduğu bir imtiyaz statüsünde kalmıştır. 20. yüzyılın sonlarına doğru ise
başta UNESCO olmak üzere, hükümetler ve sivil toplum örgütleri dünya genelinde
kampanyalar düzenlemişlerdir. Bu eğitim seferberliği, teknolojik yeniliklerin de insanlığın
hizmetinde kullanılmasıyla birlikte günümüzde meyvelerini vermektedir. UNESCO'nun
1997 yılında yayınlanan raporuna göre, dünya nüfusunun %77.4'ü okur-yazar
konumundadır.23
Bu rakam kuşkusuz, geçen on dört yüzyıl içindeki en yüksek orandır. Aynı zamanda
da Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verdiği Ahir Zaman toplumlarının bir
niteliğidir:
İnşaat Teknolojisi:
Peygamberimiz (sav)'in haber verdiği, içinde bulunduğumuz dönemin ileri teknolojik
koşullarını tasvir eden bir işaret de yüksek binaların inşa edilmesidir.
Mimarlık ve mühendislik tarihine baktığımızda görürüz ki, yüksek katlı binalar 19.
yüzyılın sonlarında inşa edilmeye başlanmıştır. Teknolojinin ilerlemesi, çeliğin
yaygınlaşması ve elektrikli asansörlerin kullanılması gökdelen olarak tabir edilen yapıların
inşaatına hız kazandırmıştır. Gökdelenler 20. ve 21. yüzyıl mimarisinin önemli bir parçası
olmuş, günümüzde de birer prestij sembolü haline gelmiştir. Hadiste belirtilen, insanların
yüksek binalar yapma yarışı da ülkelerin daha yüksek gökdelenler yapabilmek için büyük
bir rekabet ve yarış içerisine girmeleriyle tam olarak gerçekleşmiştir.
Ulaşım Teknolojisi:
Tarih boyunca ulusların zenginlikleri ve güçleri, sahip oldukları ulaşım teknikleri ile
doğrudan doğruya bağlantılı olmuştur. Etkili ulaşım sistemlerini kuran toplumlar kalkınma
atılımlarını gerçekleştirmişlerdir.
Peygamberimiz (sav) de Ahir Zaman'ın özelliklerini anlatırken, ulaşımın gelişeceğini
şöyle ifade etmiştir:
Yukarıdaki hadisin son bölümündeki mesaj oldukça açıktır. Ahir Zaman'da yeni
araçlarla uzak mesafelerin kısa hale geleceği bildirilmiştir. Yaşadığımız yüzyılın sesten hızlı
uçakları, trenleri ve diğer gelişmiş ulaşım araçlarıyla, eski dönemlerde aylar süren
yolculuklar şimdi birkaç saat içinde, üstelik çok daha güvenli, rahat ve konforlu bir biçimde
yapılabilmektedir. Hadisin işareti de bu şekilde gerçekleşmektedir.
Günümüzün ileri teknoloji ürünü ulaşım araçlarına Allah Kuran'da şu şekilde işaret etmiştir:
Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha
sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır. (Nahl Suresi, 8)
Yukarıda verdiğimiz hadisin birinci bölümündeki zaman kısalacak ifadesine de bu
değerlendirme ışığında bakmak yerinde olacaktır. Açıktır ki, Peygamberimiz (sav) Ahir
Zaman'da işlerin diğer dönemlere oranla daha kısa zaman dilimlerinde tamamlanacağını bu
şekilde ifade etmiştir. Gerçekten de bilimin ilerlemesi her işin çok daha kısa sürelerde
yapılmasına ve çok daha mükemmel sonuçlar elde edilmesine imkan tanımaktadır. Benzer
başka bir hadis de bu görüşümüzü doğrulamaktadır:
Örneğin asırlar önce kıtalar arasında haftalar alan haberleşme şu anda internet ve
iletişim teknolojileriyle saniyeler içerisinde tamamlanmaktadır. Geçmişin kervanları ile
aylar süren seyahatler sonucu ulaşılabilen eşyaları, günümüzde anında temin etmek
mümkündür. Çok değil, daha birkaç yüzyıl önce tek bir kitabın yazılması için geçen sürede
bugün milyarlarca kitap basılabilmektedir. Temizlik, yemek pişirme, çocuk bakımı gibi
gündelik işler, teknolojik aletlerin yardımıyla vakit almaktan çıkmıştır.
Bu örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir. Elbette burada üzerinde durulması gereken
Peygamberimiz (sav)'in 7. yüzyılda haber verdiği kıyamet işaretlerinin günümüzde aynen
gerçekleşmesidir.
Hadislerde bildirilen diğer bir alamet olan Ahir Zaman'da ticaretin yaygınlaşması
(Ölüm Kıyamet ve Diriliş, s. 473) da ulaşımdaki ilerlemelere paralel olarak tam anlamıyla
gerçekleşmiş durumdadır. Gelişmiş ulaşım araçları tüm dünya ülkelerinin kendi aralarında
yoğun ticari ilişkiler kurmalarına ortam hazırlamıştır.
Haberleşme Teknolojisi:
Peygamberimiz (sav)'in verdiği haberler arasında oldukça dikkat çeken bir bilgi de
günümüzün iletişim teknolojisine işaret eden hadislerdir. Mucize niteliğine sahip bu
haberlerden birisi şöyledir:
Bu hadis dikkatli bir şekilde değerlendirildiğinde, içinde gizlenen hakikatler
anlaşılabilir. Kamçı bilindiği gibi, eski çağlarda özellikle at, deve gibi binek hayvanlarını
sürerken yaygın olarak kullanılmış bir araçtır; hadis incelendiğinde Peygamberimiz (sav)'in
bir benzetme yaptığı ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde yaşayan insanlara yönelik şöyle bir soru hazırlayalım: Kamçının şekline
benzetebileceğimiz ve konuşan nesne nedir?
Bu sorunun en mantıklı cevabı telsiz, cep telefonu veya benzeri iletişim araçları
olacaktır.
Cep telefonu veya uydu telefonu gibi kablosuz iletişim araçlarının çok kısa bir
geçmişi olduğunu göz önünde bulundurursak, Peygamber Efendimizin 1400 yıl önce yaptığı
tasvirin de ne kadar hikmetli olduğu anlaşılacaktır.
Kıyamet öncesi zaman diliminin içinde bulunduğumuza dair bir haber daha böylece
tecelli etmiştir.
Peygamberimiz (sav)'e ait başka bir rivayette de haberleşme teknolojisinin gelişimine
şöyle işaret edilmektedir:
Hadisteki mesaj oldukça açıktır: Kişinin kendi sesini duymasının Ahir Zaman'ın bir
özelliği olduğu belirtilmektedir. Şüphesiz insanın kendi sesini işitebilmesi için öncelikle
sesini kayıt etmesi ve sonra da dinlemesi gerekmektedir. Ses kayıt ve reprodüksiyon
teknolojisi de 20. yüzyılın bir ürünüdür; bu gelişme bilimsel bir dönüm noktası olmuş,
haberleşme ve medya sektörlerinin doğmasına yol açmıştır. Ses kaydı özellikle bilgisayar ve
lazer teknolojilerindeki son gelişmelerle mükemmele ulaşmış durumdadır.
Kısacası, günümüzün elektronik aletleri, mikrofonları ve hoparlörleri sesin
kaydedilmesi ve dinlenmesine imkan sağlamakta ve bizlere yukarıdaki hadisin verdiği
haberin tecelli ettiğini göstermektedir.
Ahir Zaman'ı tasvir eden hadislerdeki haberleşme teknolojisine işaret eden haberler
yukarıdakilerle sınırlı değildir. Konuyla ilgili diğer hadislerde de oldukça dikkat çekici
işaretler yer almaktadır:
Yukarıdaki hadislerde belirtilen elin mecazi bir anlamı olduğu açıktır.
İnsanların baktıklarında görebilecekleri bir nesne geçmiş dönemler için fazla bir
anlam taşımamaktadır. Ancak bugünün dünyasının vazgeçilmez bir parçası olan televizyon,
kamera ve bilgisayar gibi cihazlar hadislerde tarif edilen olaya tam olarak açıklık
getirmektedir. Yani bu hadiste geçen el ifadesi, güç anlamında kullanılmıştır. Ve gökten
dalgalar halinde gelen görüntülere yani televizyona işaret ettiği anlaşılmaktadır.
Konuyla ilgili diğer rivayetler de oldukça ilgi çekicidir:
Bu hadisler bütün yeryüzünde duyulacak ve her toplumun kendi lisanlarında
işitecekleri bir sesten bahsetmektedir; bu şekilde radyo, televizyon ve benzeri haberleşme
vasıtalarına işaret edildiği açıktır. Daha yüz yıl önce hayal edilemeyen bir gelişmeyi
Peygamberimiz (sav)'in 1400 sene önce haber vermesi de bir mucizedir.
Bediüzzaman Said Nursi de sözü edilen hadisleri yorumlamış; bunların radyo, telefon
gibi haberleşme vasıtalarını mucizevi bir şekilde haber verdiğini belirtmiştir.24
Görüntülü telefonlar, televizyonlar, uydu ve internet teknolojisi gibi gelişmeler
hakkındaki hadislerden bir diğeri de şu şekildedir:
Hadiste ahir zamanda yaşanacak teknolojik gelişmelere ve görüntü aktarım
sistemlerine dikkat çekilmiştir. Görüntülü telefonlar, televizyonlar, uydu ve diğer
haberleşme sistemleri vesilesiyle insanlar artık dünyanın herhangi bir yerinde bulunan
dostları ile kolayca görüşebilmektedirler. Peygamberimiz (sav) bu teknolojik gelişmeyi
1400 yıl önce bizlere haber vermiştir.
Bu dönemde yönetici konumunda olan kişiler haberleşmeyi ve bilmedikleri konuları
araştırıp öğrenmeyi ellerindeki avuç içi bilgisayarlar ve bilgisayarlı telefonlarla
gerçekleştireceklerdir:
Hadiste Hz Mehdi (as) döneminde yönetici konumunda olan kişilerin haberleşmek,
bilgi almak ya da bilmedikleri konuları araştırıp öğrenmek amacıyla avuç içi
bilgisayarlardan ve bilgisayarlı telefonlardan yararlanacaklarına dikkat çekilmiştir. Bu kutlu
dönemde teknolojinin en üst düzeye ulaşacağı, insanların kendilerine gelen haberleri ve
bilmeyip de öğrenmek istedikleri konuları ellerindeki avuç içi bilgisayarların ya da
bilgisayarlı telefonların tuşlarına basarak bu teknolojik aletlerin ekranlarından görüp
anlayacakları hadisten anlaşılmaktadır.
Yağmur Bombası
Müslim’in Nüvvas b. Sem’an’dan nakl ettiği bir hadisde şöyle varit olmuştur:
Hadiste ahir zamanda istenildiği zaman yağmur yağdırılabilecek yöntemler
geliştirileceği bildirilmiştir. Nitekim günümüzde bu yöntemler kullanılmaktadır. Yağmur
bombası veya bulut tohumlama olarak bilinen bu yöntem şöyle uygulanmaktadır:
Yağmur bombası, çok soğuk bulutlara, buz kristalleri saçarak yağmur ve kar şeklinde
yağışın sağlanmasıdır. Çok soğuk bulutlar sıkça görülür. Bunlar 0°C’nin altında veya hatta 40°C’nin altında bulunan çok küçük su damlacıklarından ibarettir. Böyle bir buluta buz
kristallerinin atılması şartları değiştirir. Kristaller suya göre daha düşük buhar basıncına
sahip olduğu için, su damlacıklarının buharlaşmasına sebep olurlar. Daha sonra bu nem, buz
kristallerinin üzerinde yoğunlaşır. Böylece, buz kristallerinin büyüklüğü aşağı düşerken
sürekli artar. Bu şekildeki bulut tohumlaması, yüksek seviyelerde buz kristallerinin oluşması
ile tabii olarak meydana gelir. Buz kristallerinin buluta düşmesi veya atmosferdeki
buzlaşmış tozların bulunması olayı tamamlar. Sun’i bulut tohumlaması havadan veya
yerden yapılabilir. Bir uçak kullanılarak, bulutların içine katı karbondioksit (kuru buz)
tanecikleri saçılır. Sıcaklıkları çok düşük olduğu için bu taneciklerde çok miktarda buz
kristalleri vardır.
Bu yöntemin günümüzde sık kullanıldığı yerlerden biri Kanada’dır. Konuyla ilgili
National Geographic dergisinin internet sitesinde şu bilgiler verilmiştir:
Kansas’ta (ABD) kimi zaman toplanan bulutlar yağmur beklentisi yaratır, ama bir
türlü boşalmaz; bunun yerine hasada zarar veren doluya çevirdiği zamanlar da olur. Batı
Kansas Hava Durumu Modifikasyon Programı bulutları yola getirmek için uçaklar gönderir.
Kanatlara takılı brülörlerin saldığı gümüş iyodür dumanı, yükselen havayı, belirli fırtına
bulutlarını sıfır derece altındaki iç bölüme doğru yöneltir. O yükseklikte gümüş iyodür
parçacıkları, bulut suyunun etrafında donabileceği birer çekirdek işlevini görür. Yeterli
ağırlığa ulaşan buz taneleri düşmeye başlar ve iniş sırasında eriyerek yağmura dönüşür.
Kuramsal olarak bakıldığında, bu strateji sadece yağış miktarını artırmakla kalmaz, nemin
bulutlar içinde yukarıya sürüklenerek dolu haline gelmesini de önler…
Yağmur bombası son 60 yıl içinde geliştirilmiş bir teknolojidir. Günümüzde içlerinde
ABD, İsrail, Kanada, Rusya, Tayland, Fas, Avustralya’nın da olduğu yaklaşık 24 ülke bu
yöntemi daha fazla yağış sağlamak için kullanmaktadır.
Süt Üretiminde Artış
Peygamber Efendimiz (sav)’in ahir zamana yönelik hadislerinde Deccal’in çıkış
alametlerinden biri olduğu belirtilen olaylardan biri de süt üretimindeki artıştır. Yaşadığımız
bu dönemde hayvancılık alanındaki kaydedilen gelişmeler, hadislerde işaret edilen bu verim
artışına sebep olmuştur. (Doğrusunu Allah bilir)
Bu hadis İbnil-Münadi Ali (K.V.) den rivayet etmiştir. Müslim’in Nüvvas b.
Sem’an’dan nakl ettiği bir hadiste şöyle varit olmuştur:
Günümüzde, kısa bir süre önce kullanılmaya başlanan hayvan popülasyonuna suni
tohumlama uygulanması, embrio transferi ve yüksek verimli hayvanlar ile hayvan
kalitesinin artırılması, Hollanda ve Belçika başta olmak üzere tüm ülkelerde süt üretiminde
büyük bir artışa sebep olmuştur. Örneğin Hollanda da bir inekten alınan günlük süt miktarı
ortalama 35 lt’ye çıkmıştır. Hatta günlük 53 lt süt veren ineklerin de olduğu bilinmektedir.
Define Dedektörü
Ahir zamanı anlatan deccalin çıkışını ve özelliklerini anlatan bir hadis-i şerifte de,
deccalin bir binanın yanından geçerken bu binanın altında saklı olan defineyi haber verdiği
anlatılmaktadır:
Bilindiği gibi, günümüzde yer altındaki metalleri tespit eden, değerli ve değerli
olmayan metalleri ve metal alaşımlarını birbirinden ayıran dedektörler yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu dedektörler sayesinde, bir binanın, göçüğün ya da toprağın altında
gömülü metal olup olmadığı hemen anlaşılmaktadır. Gömülü olan altın, gümüş, bakır, bronz
gibi metallerin yerlerinin kolaylıkla tespit edilmesini sağlayan bu dedektörler mühendislikte,
inşaatta, askeriyede sıkça kullanıldığı gibi, bazı kimseler tarafından da define dedektörü
olarak kullanılmaktadır.
Yukarıdaki hadiste de, define dedektörü gibi bir aletin kullanılmasına işaret ediliyor
olabilir. Bu yolla, yıkılmak üzere olan binanın altında hazine olduğu tespit edilmiş ve bu
hazine yeryüzüne çıkarılmış olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Trol Avcılığı
Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde ahir zamanda Deccal’in denizin dibine uzanarak,
derinlerdeki balıkların tutup çıkaracağına işaret edilmiştir. Günümüzde su ürünleri
avcılığında kullanılan trol ağları, hadisin işaretiyle tam olarak mutabık görünmektedir (en
doğrusunu Allah bilir). Trol ağları ile avcılık, pek çok türün aynı anda avlanıldığı bir avcılık
dalı olduğundan multi avcılık da denilmektedir. Bir sürütme ağı olan trol, dip ve orta su
balıkçılığında kullanılmaktadır. Çelik halatlarla denizin dibini tarayan bu ağlar, önüne çıkan
tüm balıkları içine almaktadır.
Trol ağı, külah biçiminde büyük bir torbaya benzer ve ağzı yaklaşık 30 metre
genişliğindedir. Ağ atılırken ağzı açık tutmak için her iki yanına tahta levhalar yerleştirilir.
Kapı denen bu tahta levhalar da çelik kablolarla trol teknesine bağlanır. Deniz dibinin
engebeli olmadığı yerlerde dip balıklarını avlamak için genellikle dip trolü kullanılır. Trol
teknesinden denize bırakılan trol ağı, tekneyle sürüklenir ve ağ deniz dibini tarayarak
yolunun üzerindeki balıkları toplar. Ağı sürükleme işi 1,5-3 saat kadar sürer. Sonra ağ bir
vinç yardımıyla çekilir ve içindeki balıklar tekneye boşaltılır. Balıklar temizlenip
yıkandıktan sonra, teknenin ambarında buzların arasına gömülerek saklanır. Bazı büyük ve
gelişmiş trol teknelerinde balıklar temizlendikten sonra soğutma aygıtlarında dondurulur.
Bu tür tekneler denizde daha uzun süre kalıp avlanmaya devam edebilir.
Güneş Ocaklarının Keşfi
Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen yukarıdaki hadislerde, deccalin dönemi ile
ilgili avlanan canlının bulunduğu yerde hemen pişirilip yenebilmesine dikkat çekilmektedir.
Tariflerdeki bir diğer yön de; bu eylemin Güneşli bir ortamda gerçekleşmesidir.
Hadislerdeki bu açıklamalar, günümüz teknolojisi ile kullanılan güneş ocaklarına dikkat
çekiyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Günümüzde LPG, doğalgaz, elektrik, odun ve kömürün yerine alternatif olarak
üretilen güneş ocakları sayesinde, Güneş’in altında et gibi yiyeceklerin dahi hemen pişirilip
yenmesi mümkün olmaktadır.
Güneş’ten gelen ısı, resimde görüldüğü gibi iç yüzeyi parlak plakalar sayesinde ocağa
odaklanmaktadır. Ocağın ortasına yerleştirilen yiyecek, yansıtılan Güneş ışınlarından gelen
yüksek ısı sayesinde pişmektedir. (Emily Krone, Elburn-made solar ovens give hope to
many Third World, Daily Herald, 26 Eylül 2004, ss. 1, 3)
Ahir zamanla ilgili bu tarifler, içinde bulunduğumuz döneme bakan yönleri itibariyle
son derece manidardır.
Duman Bulutları
Peygamberimiz (sav)’ın hadislerinden birinde, deccalin Güneş'i hapsedeceğine işaret
edilmiştir. Günümüzde çeşitli teknik yöntemlerle duman bulutları oluşturulabilmekte ve bu
bulutlar vesilesiyle güneş ışığı engellenebilmektedir. Duman bulutlarının oluşmasını
sağlayan sis bombaları, 1. ve 2. Dünya savaşlarında kullanılmış, tüm gökyüzünü kaplamış,
görüşü tamamen kapatmış ve gökyüzündeki uçakların ve paraşütlü askerlerin tespit
edilmesini engellemiştir. Bu suni oluşum, hadiste işaret edilen güneşin hapsedilmesi, yani
güneşin ışığının engellenmesi için kullanılacak bir yöntemdir ve hadisle mutabık
görülmektedir. (Doğrusunu Allah bilir)
Arap Topraklarında Nehirlerin Akması
Bu hadis-i şerif, bugün Arabistan yarımadasında özellikle İsrail ve Suudi Arabistan
gibi ülkelerde suyun bolca kullanılarak çölde tarım yapılmasına işaret etmektedir.
Hz. İsa ve Sahte Peygamberler
Tarih boyunca bazı yalancı ve sahtekarların peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktıkları
bilinen bir durumdur. Bu nevi sahtekarlar çıkar elde etmek için insanların temiz inançlarını
sömürmüş ve her türlü düzenbazlığa başvurmuşlardır. Ayrıca hadislerde, kıyamet öncesinde
sahte peygamberlerin ortaya çıkacağına da dikkat çekilmektedir.
Yukarıdaki hadis bizlere günümüz dünyasındaki gelişmeleri anımsatmaktadır. Bazı
sahtekarlar Müslümanların ve Hıristiyanların beklentilerini suistimal ederek peygamberlik
iddialarıyla ortaya çıkmakta ve bazen de büyük felaketlere neden olmaktadırlar.
Uzmanlar sözde mesih akımlarının 1970'li yıllarda ortaya çıkmaya başladığını, o
tarihten bu yana da hızlı bir artış içinde olduklarını ifade etmektedir.
Konuyla ilgili aşağıdaki alıntılar hafızalarımızı canlandırmaya yardımcı olmak için
seçilmiş birkaç örnektir:
(Britannica Ansiklopedisi'nden) Federal ajanlar ve mezhep üyeleri arasındaki 51
günlük gerginlik trajediyle sonuçlandı. Mezhebin Waco, Texas yakınlarındaki tesisleri
tamamen yandı. 33 yaşındaki, Branch Davidians hareketinin lideri ve sözde Mesihi David
Koresh de diğer 74 kişiyle birlikte öldü.25
(Time'dan) Geçen hafta İsviçre ve Kanada'da, sözde Mesih Luc Jouret'in
taraftarlarından ve onların çocuklarından oluşan 53 kişi öldü. Bu iki ülkenin polisleri
ölümlerin nedeninin toplu intihar, toplu katliam veya ikisinin bir karışımı olup olmadığını
araştırıyor.26
(Encarta Ansiklopedisi'nden) Sun Myung, Moon Unification (Birleştirme) Kilisesi'nin
kurucusudur. 16 yaşındayken bir rüya gördüğünü; bu rüyasında da İsa Mesih'in, Tanrının
yeryüzündeki krallığını kurmak için, Moon'un Tanrı tarafından seçildiğini ilan ettiğini iddia
etmiştir. Bu kilise 1990'ların ortalarında 2 milyondan fazla üyesi olduğunu ve 100'den fazla
ülkede örgütlendiğini ileri sürmüştür; günümüzde açıkça Moon'u İsa'nın halefi olarak kabul
etmektedir.27
(The Guardian'dan) En kötü mezhep katliamının korkunç delili… Uganda'da yeni
mezarlar bulundukça, liderleri tarafından kandırılan fanatik bir mezhebin 1000'e yakın
taraftarının öldüğünden endişe ediliyor…28
(CNN'den) Öyle bir olaydı ki, yol açtığı şok dalgaları dünyanın her yanına yayıldı:
Çağdaş tarihin en kötü toplu intiharı. Bir mezhebin üyeleri olan 900'den fazla insan Güney
Amerika ormanlarında bulundu. Ölüler Jim Jones'un taraftarlarıydı.29
Gündemden düşmeyen sahte peygamberlere Kuran ayetlerinde de dikkat çekilmiştir.
Bu konudaki bir ayet şöyledir:
Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey
vahyolunmamışken Bana da vahy geldi diyen ve Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de
ben indireceğim diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli
sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: Canlarınızı (bu kıskıvrak
yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun
ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık
göreceksiniz (dediklerinde) bir görsen... (Enam Suresi, 93)
Ayetin devamında haber verildiği gibi, bu insanlar uydurdukları yalanın karşılığını
mutlaka göreceklerdir.
Şüphesiz, tüm düzmece peygamberlerin yalanlarının tümüyle ortaya çıkacağı günler
yakındır. Çünkü hem Kuran ayetleri hem de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri, yalancıların
ardından Hz. İsa (as)'ın geri dönüşünü de müjdelemiştir.
Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne dönüşünün Kuran'da haber verildiğinden, gerek
Müslümanlar gerekse Hıristiyanlar tarafından büyük bir özlemle beklendiğinden bundan
önceki bölümlerde söz etmiştik. Hz. İsa (as)'ın dünyaya tekrar gelişi ile ilgili
Peygamberimiz (sav)'in de birçok hadisi bulunmaktadır. İslam alimlerinden Şevkani, Hz. İsa
(as)'ın dönüşüne dair 29 hadis olduğunu, bu hadislerin içerdiği bilgilerin de yanlış olma
ihtimalinin bulunmadığını belirtmiştir. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/338) (Konuyla ilgili daha
detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hz. İsa Ölmedi)
Sözü edilen hadisler ile bizlere ulaşan önemli bir haber daha vardır. Hz. İsa (as)'ın
dönüşü Ahir Zaman'ın ikinci devresi ve kıyametin büyük bir alameti olacaktır. Bu konudaki
bazı hadisler şöyledir:
Peygamber Efendimiz Hz. İsa (as)'ın geldiğinde, yapacaklarını da şöyle ifade etmiştir:
Öyle anlaşılmaktadır ki Hz. İsa, gelişiyle birlikte, teslis (üçleme), haç, ruhbanlık gibi
Hıristiyanlığın da esasında bulunmayan hurafeleri kaldıracak, bu dini indirildiği ilk haline
döndürecektir. Domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek, insanların Allah'ın bu
sınırını korumasını sağlayacaktır. Bu aşamada, üstünde önemle durulması gereken bir husus
bulunmaktadır. Ayet ve hadislerde, Hz. İsa (as)'ın Ahir Zaman'da, yeryüzüne döneceği
hiçbir şüpheye yer verilmeyecek şekilde müjdelenmiştir. Diğer taraftan, günümüzde bazı
Müslümanlar konuyla ilgili apaçık delilleri göz ardı etmekte bazıları da Hz. İsa (as)'nn Hz.
Muhammed (sav)'den sonra gelmesinin mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Böyle bir
düşünceye sahip olan Müslümanların öncelikle konuyla ilgili ayet ve hadisleri samimi ve ön
yargısız olarak incelemeleri yerinde olacaktır. İkinci olarak da Hz. Muhammed (sav)'in son
peygamber olması gerçeği ile Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne dönüşü gerçeği arasında herhangi bir
çelişki yoktur. Çünkü Hz. İsa (as) ikinci gelişinde yeni bir din getirmeyecek, Kuran'ın ve
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in tebliğ ettiği hak dinin hükümlerine tabi olacaktır.
Büyük İslam alimlerinden İmam Rabbani Hz. İsa (as)'ın Peygamber Efendimiz
(sav)'in yoluna tabi olacağını (Mektubat-ı Rabbani, 2/1309) belirtmiş ; İmam Nevevi ... Hz.
Muhammed (sav)'in yolunu tatbik etmek için geleceğini (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil
Mehdiyyil Muntazar, s. 64) ifade etmiştir. Bu konuda Kadı İyaz da Hz. İsa (as)'ın İslam'ın
hükümleriyle hükmedeceğini ve halkın terk ettiği dini uygulamaları yeniden
canlandıracağını (Sünen-i İbn-i Mace, 10/338) söylemiştir. Berzenci’nin kitabında ise bu
gerçek şöyle haber verilmektedir: Hazreti Muhammed (sav)'in şeriatı üzerine hüküm
verecek, kendisi Peygamber olduğu halde Peygamber'e tabi olacak ve Muhammed (as)'in
ümmetinden olacak… (Kıyamet Alametleri, s. 243)
Geçtiğimiz yüzyılın en büyük alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi de Risale-i Nur
Külliyatı'nda, bu konuyla ilgili dikkat çekici açıklamalar yapmıştır. Bediüzzaman'ın
tahlillerine göre, Hz. İsa (as) Ahir Zaman'da cismani olarak yeryüzüne dönecek, maddeci ve
tabiatçı felsefe akımlarından doğan inkarcı odaklar ile fikren mücadele edecektir. Onun
liderliğinde İsevilik ve Müslümanlık birleşerek güçlü dinsizlik akımını tamamen ortadan
kaldıracaktır. Hıristiyanlığı boş inançlardan, sapkınlıklardan, hurafelerden temizleyecektir.
Hıristiyanların Kuran'a tabi olmalarını sağlayacaktır. Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in,
bu müjdeleri herşeye gücü yeten Allah'ın sözüne dayanarak verdiğini, bu nedenle de
gerçekleşeceğinin kesin olduğunu belirtmiştir.30
Bu konuda, akla gelen önemli bir soru da Hz. İsa (as)'ı nasıl tanıyacağımızdır. Elbette,
Kuran'da anlatılan peygamberlerin ortak özelliklerine sahip olması onun en belirgin alameti
olacaktır. Bunun yanında onun gerçek İsa Mesih (as) olduğunun önemli bir fiziki alameti
daha vardır. Hz. İsa (as) ikinci gelişinde, onu daha önce gördüğünü, tanıdığını, geçmişini
bildiğini söyleyebilecek hiç kimse çıkmayacaktır. Onun fiziksel özelliklerini, simasını ya da
ses tonunu bilen tek bir kişi dahi olmayacaktır. Dünya üzerinde tek bir kişi ben onu daha
önceden tanıyorum, filanca zaman görmüştüm, onun ailesi ve yakınları şu kimselerdir gibi
bir iddiada bulunamayacaktır. Çünkü onu tanıyan tüm insanlar bundan yaklaşık olarak 2000
sene kadar önce yaşamış ve ölmüşlerdir. Annesi Hz. Meryem, Hz. Zekeriya, onunla yıllarını
geçirmiş olan havarileri, dönemin Yahudi önde gelenleri ve bizzat Hz. İsa (as)'dan tebliğ
almış olan insanlar vefat etmişlerdir. Dolayısıyla ikinci kez yeryüzüne gelişinde, onun
doğumuna, çocukluğuna, gençliğine ve yetişkinliğine şahit olmuş tek bir kimse olmayacak
ve onun hakkında hiç kimse hiçbir şey bilmeyecektir.
Kitabın önceki bölümlerinde de açıkladığımız gibi, Hz. İsa (as) Allah'ın Ol emriyle
babasız olarak dünyaya gelmiştir. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra ise bilinen hiçbir
akrabası olmaması çok doğaldır. Allah, Hz. İsa (as)'ın bu durumunu Kuran'da Hz. Adem
(as)'ın yaratılışına benzediğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu
topraktan yarattı, sonra ona ol demesiyle o da hemen oluverdi. (Al-i İmran Suresi, 59)
Ayette de belirtildiği gibi, Allah Hz. Adem (as)'a Ol demiştir ve Hz. Adem (as)
yaratılmıştır. İşte Hz. İsa (as)'ın ilk yaratılışı da Allah'ın Ol demesiyle gerçekleşmiştir. Hz.
Adem (as)'ın anne ve babası yoktur; Hz. İsa (as)'ın ilk dünyaya gelişinde ise sadece annesi
Hz. Meryem vardır, fakat yeryüzüne yeniden geleceği ikinci seferde onun annesi de hayatta
olmayacaktır.
Kuşkusuz bu durum, dönem dönem ortaya çıkan sahte Mesih tehlikesini de tamamen
ortadan kaldırmaktadır. Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne yeniden gelişinde, onun Hz. İsa (as)
olduğundan şüphe edilebilecek bir durum oluşmayacaktır. Hiç kimse bu kişi Hz. İsa (as)
olamaz diyecek geçerli bir sebep bulamayacaktır. Çünkü Hz. İsa (as), dünyadaki tüm diğer
insanlardan ayrılabilecek bu çok önemli özellikle, yani yeryüzünde kendisini tanıyan tek bir
kişi bile olmamasıyla hemen tanınabilecektir. Sonuç olarak, buraya kadar ortaya konulan
bilgiler Hz. İsa (as)'ın gelişine ve yapacaklarına ilişkin İlahi vaatlerin vaktinin çok yakın
olduğunu düşündürmektedir. Şüphesiz bizlere düşen görev, yüzyıllardır beklenen bu
mübarek kişiyi en güzel şekilde karşılamak için hazırlık yapmaktır.
Altınçağ
Hz. Muhammed (sav)'in tüm detaylarıyla tasvir ettiği Altınçağ ve bu dönemin
özellikleri de kıyametin önemli alametleri arasındadır. İslam alimleri bu döneme cennet
benzeri özellikleri nedeniyle Altınçağ ismini vermişlerdir. Hadislerden anlaşıldığına göre,
Altınçağ Ahir Zaman'ın ikinci döneminde yaşanacaktır.
Bu müjdelenmiş haberin gerçekleşeceği dönemin önemli özelliklerinden birisi bolluk
ve zenginliktir. Sözü edilen bolluğun tarihte bir eşinin olmadığı da hadislerde bilhassa
vurgulanmıştır:
Adı geçen dönemdeki zenginlik, başka bir hadiste de şöyle tasvir edilmiştir:
Bu konudaki diğer hadislerde de sıkıntı ve darlık yıllarının biteceği, ihtiyaç içinde
olan kimsenin kalmayacağı, hatta insanların sadaka verecek fakir bulamayacakları
belirtilmiştir:
Altınçağ'ın dikkat çeken bir niteliği de doğruluk ve adaletin yerleşmesi olacaktır.
Sıkıntı, haksızlık ve zorluklar yerini adalet ve hukukun geçerli olacağı günlere bırakacaktır.
Hadislerdeki ifadeyle, Yeryüzü zulüm ve işkence yerine adaletle dolacaktır. (Ramuz-El
Ehadis,7/7)
Silahların susması, düşmanlığın, kavgaların, sosyal çöküşün son bulması, insanlar
arasında dostluk ve sevgi bağının kurulması da bu devrin belli başlı özellikleri arasındadır.
Savaş endüstrisine harcanan olağanüstü meblağlardaki para, gıda, sağlık, imar, kültür
gereksinimlerine ve bütün insanların mutluluğunu sağlamaya yönelik yatırımlara kayacaktır.
Bu müjdelenmiş dönemin belirgin özelliklerinden biri de dinin özüne dönülmesi,
Peygamberimiz (sav) zamanındaki şekliyle yaşanması olacaktır. İslam dininde aslında
olmayan, sonradan uydurulmuş adetler, hükümler, hurafeler ortadan kaldırılacaktır. Gerçek
dinin uygulanmasıyla Müslümanlar arasındaki ayrılıklar son bulacaktır.
Kısacası Altınçağ, bolluk, huzur, barış, mutluluk, zenginlik ve rahatlık ortamının
hakim olacağı, sanat, tıp, haberleşme, üretim, ulaşım ve bunun gibi hayatın tüm alanlarında
dünya tarihinde yaşanmamış gelişmelerin görüleceği, Kuran ahlakının yaşanacağı bir çağ
olacaktır.
(Konuyla ilgili detaylı çalışmamız Altınçağ isimli kitabımızda yer almaktadır.)
Altınçağ Sonrası
Kuran'daki kıssaları okuduğumuzda önemli bir İlahi kuralın her dönemde geçerli
olduğunu görürüz. Allah'ın gönderdiği elçiyi yalanlayan ve ona karşı savaş açan toplumlar
helak edilmiş, elçiye tabi olan insanlar ise hak dinin getirdiği maddi bolluk ve manevi
huzuru yaşamışlardır. Elçinin ardından gelen dönemde ise bazı toplumlar kendilerine açıkça
tebliğ edilmiş olan hak dini hemen terk ederek şirke ve inkara sapmışlar, fitne ve fesat
çıkararak adeta kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlamışlardır.
Söz konusu kural elbette Ahir Zaman için de geçerli olacaktır. Peygamberimiz (sav),
Hz. İsa (as)'ın ölümü ve Altınçağ'ın ardından kıyamet saatinin geleceğini şöyle belirtmiştir:
Şüphesiz Ahir Zaman ve Altınçağ insanlığa son uyarının tam anlamıyla yapılacağı
dönemdir. Bazı hadislerde bu dönemden sonra artık dünyada hayırlı bir şey kalmayacağı
vurgulanır. Öyle anlaşılmaktadır ki, Hz. İsa (as)'ın ölümünden çok kısa bir süre sonra, tüm
dünya halkları Altınçağ'ın getirmiş olduğu maddi refah ortamında şımarıp azgınlaşacak, hak
dini tamamen terk edeceklerdir. Kıyamet saatinin de işte böyle bir ortamda, ansızın gelmesi
söz konusu olabilir. Elbette, doğrusunu Allah bilir.
SONUÇ
Şüphesiz Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. İnsan ise zamana ve mekana
tabidir. Bu apaçık gerçek şu anlama gelir ki, bizim için geçmiş, şu an ve gelecek olan Allah
Katında sadece bir andır; herşey O'nun Katında tek bir anda olup bitmiştir. Dünyanın
yaratılışından kıyamete kadar herşeyi Allah en ince ayrıntısına kadar düzenlemiş, en
küçüğünden en büyüğüne her olay Levh-i Mahfuz isimli kitapta kaydedilmiştir.
Allah'ın yarattığı kader içerisinde her olayın tüm detaylarıyla yeri ve zamanı
belirlenmiştir. Ayette bu gerçek Her bir haber için kararlaştırılmış bir zaman
(müstakar) vardır. Siz de bileceksiniz. (Enam Suresi, 67) şeklinde ifade edilir. Bu süre
öylesine kesin ölçülerle belirlenmiştir ki, ne bir an ertelenebilir, ne de bir an öne alınabilir.
Elbette kıyamet alametleri ve Ahir Zaman ile ilgili olayların gerçekleşeceği zamanlar
da saniyesi saniyesine Allah Katında tespit edilmiştir. Allah'a samimiyetle iman eden
müminler kaderi izlediklerinin bilincinde olarak asırlar boyunca kıyamet alametlerinin
çıkışını büyük bir merak ve heyecanla gözlemişlerdir. Ayet ve hadislerdeki işaretler üzerine
derin derin düşünmüşler, Ahir Zaman'ın ilk dönemindeki fitne ve belalara karşı hazırlıklı
olmaya gayret göstermişler, bununla birlikte müjdelendikleri Altınçağ'da yaşamayı da
yürekten arzu etmişlerdir.
Elinizdeki kitap boyunca incelenen ayet ve hadisler de sözü edilen İlahi vaatler ile
ilgili bazı gerçekleri açıkça ortaya koymaktadır. İçinde bulunduğumuz çağ kıyamet
alametlerinin büyük bir kısmının tam anlamıyla meydana geldiği bir dönemdir. Günümüz
dünyası söz konusu İlahi işaretlerin art arda ve tam tasvir edildiği şekilde ortaya çıkmaya
başladığına, dünya tarihinde benzeri görülmeyen gelişmelerin ilk defa yaşandığına şahit
olmaktadır. Hiç şüphesiz bunlar Peygamberimiz (sav)'in döneminden sonra yaşanan en
önemli gelişmelerdir. Bu İlahi işaretlerin ön yargıyla değerlendirilmesi, görmezlikten
gelinmesi veya yalanlanması ise böyle düşünenler için büyük bir kayıptır.
Açıkça görülmektedir ki, 21. yüzyıl dünya tarihinde, Allah'ın Hadi (hidayet veren)
isminin tecelli ettiği yepyeni bir dönemin başlangıcı olmaktadır.
Allah'ın vaadi kesin bir gerçektir. O'nun vaatlerini değiştirebilecek veya
engelleyebilecek hiçbir kimse yoktur.
Her konuda olduğu gibi, bu noktada da en hikmetli ve en güzel son söz Kuran'dadır.
Allah şöyle buyurmaktadır:
Ve de ki: Allah'a hamdolsun. O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip
tanıyacaksınız... (Neml Suresi, 93)
EK BÖLÜM: EVRİM YANILGISI
Darwinizm, yani evrim teorisi, yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış,
ancak başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın, cansız
maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve canlılarda ve evrimin
hiçbir zaman yaşanmadığını ortaya koyan 300 milyona yakın fosilin bulunmasıyla çok
mucizevi bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle çürümüştür. Böylece
Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır.
Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece
bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında
söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki
en büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile
getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar, Darwinist iddiaların
tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok bilim adamı tarafından dile
getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan
gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini
artık yaratılış gerçeğiyle açıklamaktadırlar. Bugün bilimsel gelişmeler, evreni ve tüm
canlıları Allah’ın yaratmış olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Evrim teorisinin çöküşünü ve yaratılışın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün
bilimsel detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük
önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.
Darwin'i Yıkan Zorluklar
Evrim teorisi, tarihi eski Yunan'a kadar uzanan pagan bir öğreti olmakla birlikte,
kapsamlı olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en
önemli gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıydı.
Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı
gerçeğine kendince karşı çıkıyordu. Darwin'in yanılgılarına göre, tüm türler ortak bir atadan
geliyorlardı ve zaman içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul
ettiği gibi sadece bir mantık yürütme idi. Hatta Darwin'in kitabındaki Teorinin Zorlukları
başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni
bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık belirtmişti.
Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını birer birer
dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne sürdüğü evrim mekanizmalarının, gerçekte evrimleştirici bir etkiye
sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya
koymaktadır.
Bu bölümde, bu üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
Aşılamayan İlk Basamak:
Hayatın Kökeni
Evrim teorisi, tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce ilkel dünyada
ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir. Tek bir hücrenin nasıl olup
da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve eğer gerçekten bu tür bir evrim
gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil kayıtlarında bulunamadığı, teorinin
açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk
basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen o ilk hücre nasıl ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi, yaratılışı cahilce reddettiği için, o ilk hücrenin, hiçbir tasarım, plan ve
düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde kör tesadüflerin ürünü olarak meydana geldiğini
iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda ortaya canlı bir hücre
çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.
'Hayat Hayattan Gelir'
Darwin, kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun
dönemindeki ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını
varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan spontane jenerasyon adlı teoriye göre, cansız
maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu
dönemde böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir
düşünceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine
biraz buğday konmuş ve biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil
sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden
oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı.
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız
maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu. Oysa
Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur,
evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve
deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti:
Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe
gömülmüştür. 31
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler.
Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın
kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.
20. Yüzyıldaki Sonuçsuz Çabalar
20. yüzyılda hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog
Alexander Oparin oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı
hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar
başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı:
Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı
oluşturmaktadır. 32
Oparin'in yolunu izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak
deneyler yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller
tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu iddia ettiği
gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji ekleyerek, proteinlerin
yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit) sentezledi.
O yıllarda evrim adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve
deneyde kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen
yıllarda ortaya çıkacaktı.33
Uzun süren bir sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının
gerçekçi olmadığını itiraf etti.34
Hayatın kökeni sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci
çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı
Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu gerçeği
şöyle kabul eder:
Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz
en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı? 35
Hayatın Kompleks Yapısı
Evrim teorisinin hayatın kökeni konusunda bu denli büyük bir açmaza girmesinin
başlıca nedeni, en basit sanılan canlı yapıların bile olağanüstü derecede kompleks yapılara
sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün teknolojik ürünlerden daha
komplekstir. Öyle ki bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler
biraraya getirilerek canlı bir hücre üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak
kadar fazladır. Hücrenin en temel yapı taşı olan proteinlerin rastlantısal olarak sentezlenme
ihtimali; 500 aminoasitlik ortalama bir protein için, 10950'de 1'dir. Ancak matematikte
1050'de 1'den küçük olasılıklar pratik olarak imkansız sayılırlar. Hücrenin çekirdeğinde yer
alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi bankasıdır. İnsan
DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900
ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş
proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak
DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin
meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın
kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California
Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim
1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve
DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal
dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla
insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna
varmak zorunda kalmaktadır. 36
Kuşkusuz eğer hayatın kör tesadüfler neticesinde kendi kendine ortaya çıkması
imkansız ise, bu durumda hayatın yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel
amacı yaratılışı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Evrimin Hayali Mekanizmaları
Darwin'in teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin evrim mekanizmaları
olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının
anlaşılmış olmasıdır. Darwin, ortaya attığı evrim iddiasını tamamen doğal seleksiyon
mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça
anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal
şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı
hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta
kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu
mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne, örneğin atlara
dönüştürmez.
Dolayısıyla doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir.
Darwin de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında Faydalı değişiklikler
oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz demek zorunda kalmıştı.37
Lamarck'ın Etkisi
Peki bu faydalı değişiklikler nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin ilkel bilim
anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı. Darwin'den önce
yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri
fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar, nesilden nesile biriken bu özellikler
sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan
türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları
uzamıştı.
Darwin de benzeri örnekler vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı kitabında, yiyecek
bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü iddia etmişti.38
Ama Mendel'in keşfettiği ve 20. yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım
kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı.
Böylece doğal seleksiyon tek başına ve dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma olarak
kalmış oluyordu.
Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar
Darwinistler ise bu duruma bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, Modern
Sentetik Teoriyi, ya da daha yaygın ismiyle Neo-Darwinizm'i ortaya attılar. NeoDarwinizm, doğal seleksiyonun yanına faydalı değişiklik sebebi olarak mutasyonları, yani
canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan
bozulmaları ekledi.
Bugün de hala bilimsel olarak geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen, Darwinistlerin
savunduğu model Neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı
türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının
mutasyonlara, yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia
etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek vardır: Mutasyonlar
canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için canlılara zarar verirler.
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül
üzerinde oluşan herhangi bir tesadüfi etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G.
Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en
iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana
getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana
gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde
meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle
zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona
yıkım getirir.39
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği
gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin
evrim mekanizması olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları sadece tahrip eden,
sakat bırakan bir genetik olaydır. (İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de
kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma evrim mekanizması olamaz. Doğal seleksiyon
ise, Darwin'in de kabul ettiği gibi, tek başına hiçbir şey yapamaz. Bu gerçek bizlere doğada
hiçbir evrim mekanizması olmadığını göstermektedir. Evrim mekanizması olmadığına göre
de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.
Fosil Kayıtları:
Ara Formlardan Eser Yok
Evrim teorisinin iddia ettiği senaryonun yaşanmış olmadığının en açık göstergesi ise
fosil kayıtlarıdır. Evrim teorisinin bilim dışı iddiasına göre bütün canlılar birbirlerinden
türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün
türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca senelik
uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda, iddia edilen
uzun dönüşüm süreci içinde sayısız ara türlerin oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı
sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya
da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngenkuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik,
kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali
varlıklara ara-geçiş formu adını verirler. Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte
yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması
gerekir. Ve bu garip canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir.
Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka
yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları
arasında bulunabilir.40
Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü
bulunamadığının da farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu
görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının Teorinin Zorlukları (Difficulties on
Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara
geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak
tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün
sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı
ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya
çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz
olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280)
Darwin'in Yıkılan Umutları
Ancak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil
araştırmaları yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve
araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların
yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın
bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar
seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil,
aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.41
Yani fosil kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan
eksiksiz biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir.
Dahası, bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir canlı
türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan, bir anda ve kusursuz olarak ortaya
çıkmasının tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü evrimci biyolog
Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki
açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya
çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci sayesinde
kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmiş
olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde
sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.42
Fosiller ise, canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya
çıktıklarını göstermektedir. Yani türlerin kökeni, Darwin'in sandığının aksine, evrim değil
yaratılıştır.
İnsanın Evrimi Masalı
Evrim teorisini savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni
konusudur. Bu konudaki Darwinist iddia, bugün yaşayan insanın sözde maymunsu birtakım
yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, insan
ile hayali ataları arasında bazı ara formların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali
olan bu senaryoda dört temel kategori sayılır:
1— Australopithecus
2— Homo habilis
3— Homo erectus
4— Homo sapiens
Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına güney maymunu anlamına gelen
Australopithecus ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden
başka bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere ve
ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok
geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait
olduklarını ve insanlarla hiçbir benzerlik taşımadıklarını göstermiştir.43
İnsan evriminin bir sonraki safhasını da evrimciler, homo yani insan olarak
sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha
gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına dizerek hayali bir evrim
şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte bu farklı sınıfların arasında evrimsel
bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli
savunucularından biri olan Ernst Mayr, Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte kayıptır
diyerek bunu kabul eder.44
Evrimciler Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens
sıralamasını yazarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler.
Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve Homo
erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.45
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara
kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (insan) ile aynı
ortamda yan yana bulunmuşlardır.46
Bu ise elbette bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini
açıkça ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould,
kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle
açıklar:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa,
o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz.
Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler.47
Kısacası, medyada ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım yarı maymun, yarı
insan canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan insanın
evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir masaldan ibarettir.
Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus fosilleri üzerinde 15 yıl
araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord Solly Zuckerman,
bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana uzanan gerçek bir soy
ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de ilginç bir bilim skalası yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği bilgi
dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir yelpaze oluşturmuştur.
Zuckerman'ın bu tablosuna göre en bilimsel -yani somut verilere dayanan- bilgi dalları
kimya ve fiziktir. Yelpazede bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler
gelir. Yelpazenin en ucunda, yani en bilim dışı sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre,
telepati, altıncı his gibi duyum ötesi algılama kavramları ve bir de insanın evrimi vardır!
Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:
Objektif gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim
teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki teorilerine
kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda kabul etmeleri bile
mümkündür.48
İşte insanın evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların
buldukları bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.
Darwin Formülü
Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl
saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir
örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu akıl dışı
iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve
sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir. şimdi
düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya
getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir
canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir deney tasarlayalım ve evrimcilerin aslında
savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına Darwin Formülü
adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot,
karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta
normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri
malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar amino asit,
istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan) protein
doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri
gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını
koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca,
hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi
şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne
yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları,
arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları,
karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları,
incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve
bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını
saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir
karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron
mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri
oluşturamazlar. Madde, ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur. Bunun aksini iddia
eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar
üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.
Göz ve Kulaktaki Teknoloji
Evrim teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve
kulaktaki üstün algılama kalitesidir.
Gözle ilgili konuya geçmeden önce nasıl görürüz sorusuna kısaca cevap verelim. Bir
cisimden gelen ışınlar gözde retinaya ters olarak düşerler. Bu ışınlar, buradaki hücreler
tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki görme merkezi
denilen küçücük bir noktaya ulaşırlar. Bu elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra
beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere
kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç
karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir
dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile bu netliği
her türlü imkana rağmen sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan
ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Bu gördüğünüz netlikte ve
kalitedeki bir görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü? Bu kadar net bir görüntüyü size
dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi
veremez. 100 yıldır binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için
fabrikalar, dev tesisler kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar
geliştirilmektedir. Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba.
Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size iki
boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır, on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine
ulaşmaya çalışmaktalar. Evet üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu da
gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç boyuttur. Arka
taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur. Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar
net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı
meydana gelir.
İşte evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen
oluştuğunu iddia etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler
sonucunda oluştu, atomlar biraraya geldiler ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdiler
dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz atomlar nasıl
yapsın?
Gözün gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen
oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır.
Aynı durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla
toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır;
iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen
görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum kulak için de geçerlidir, yani beyin ışık gibi sese de kapalıdır, ses
geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna
rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın
senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda
hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim
olduğu görülecektir.
Net bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı
çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok elektronik
alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye,
bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve
kalitede bir sese ulaşılamamıştır. En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli
müzik setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa
mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir cızırtı
mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece net
ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya
parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı
günden bu yana böyledir. Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı,
göz ve kulak kadar hassas ve başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme
olayında, tüm bunların ötesinde çok daha büyük bir gerçek daha vardır.
Beynin İçinde Gören ve Duyan
Şuur Kime Aittir?
Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını
dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak
beyne gider. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl
oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli gerçeğe
hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini görüntü, ses, koku ve his
olarak algılayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları
algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?
Elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir.
İşte bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu
sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur.
Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da
ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz. Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın,
beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu,
renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması
gerekir.
Materyalist Bir İnanç
Buraya kadar incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir
iddia olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime aykırıdır,
öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi yoktur ve fosiller teorinin
gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim
teorisinin bilime aykırı bir düşünce olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih
boyunca dünya merkezli evren modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden
çıkarılmıştır. Ama evrim teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı
insanlar teorinin eleştirilmesini bilime saldırı olarak göstermeye bile çalışmaktadırlar. Peki
neden?...
Bu durumun nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla
vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü
körüne bağlıdırlar ve Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama
olduğu için benimsemektedirler. Bazen bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard
Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard
Lewontin, önce materyalist, sonra bilim adamı olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru
varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey,
bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız
nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları
kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye
girmesine izin veremeyiz.49
Bu sözler, Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma
olduğunun açık ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar.
Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı var ettiğine inanır. Milyonlarca farklı canlı
türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların, böceklerin, ağaçların,
çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan
yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu,
hem akla hem bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendilerince Allah'ın apaçık
olan varlığını kabul etmemek için, bu akıl ve bilim dışı kabulü cehaletle savunmaya devam
etmektedirler.
Canlıların kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan herkes ise, şu açık gerçeği
görür: Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının eseridirler.
Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde düzenleyen ve tüm canlıları da
yaratıp şekillendiren Allah'tır.
Evrim Teorisi Dünya Tarihinin
En Etkili Büyüsüdür
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında
kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak
toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu
kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok
atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen,
akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein, Hubble gibi bilim
adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların,
limon ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya
inananlar bilim adamları, profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi
için dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü ifadesini kullanmak yerinde olacaktır.
Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve mantıkla
düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir perde çekip çok açık olan
gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç veya iddia daha yoktur. Bu, , Afrikalı bazı
kabilelerin totemlere, Sebe halkının Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim'in kavminin elleri ile
yaptıkları putlara, Hz. Musa'nın kavminin altından yaptıkları buzağıya tapmalarından çok
daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği
bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten
aciz duruma düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez;
inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin
üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla
görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha
aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah Hicr Suresi'nde ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar
büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:
Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de,
mutlaka: Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz diyeceklerdir.
(Hicr Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden
bu kadar uzak tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle
anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç insanın imkansız
senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara inanmaları anlaşılabilir. Ancak
dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz ve cansız atomların ani bir kararla biraraya
gelip; olağanüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle
işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini ve
sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine inanmasının, büyüden
başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin,
yaptıkları büyülerle insanları etkilediklerini Hz. Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla
bizlere bildirmektedir. Hz. Musa, Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa'ya,
kendi bilgin büyücüleri ile insanların toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa,
büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder.
Bu olayın anlatıldığı ayet şöyledir:
(Musa:) Siz atın dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini
büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş
oldular. (Araf Suresi, 116)
Görüldüğü gibi Firavun'un büyücüleri yaptıkları aldatmacalarla -Hz. Musa ve ona
inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına
karşılık Hz. Musa'nın ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, Kuran'da bildirildiği gibi
uydurduklarını yutmuş yani etkisiz kılmıştır:
Biz de Musa'ya: Asanı fırlatıver diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de
baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini
buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve
küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)
Ayetlerde de bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin
yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük
düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece
saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu iddialardan
vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve büyü bozulduğunda küçük
duruma düşeceklerdir. Nitekim yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir
felsefeci olan, ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin
yakın gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih
kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak,
bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle
karşılayacaktır.50
Bu gelecek, uzakta değildir aksine çok yakın bir gelecekte insanlar tesadüflerin ilah
olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve en
şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla dünyanın dört bir
yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Artık evrim aldatmacasının sırrını
öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.
Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim
hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi
bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)
Kitap Taramak Gerçekten İncelik Ve Beceri İsteyen, Zahmet Verici Bir İştir.
Ne Mutlu Ki, Bir Görme
Engellinin, Düzgün Taranmış Ve Hazırlanmış Bir E-Kitabı Okuyabilmesinden Duyduğu
Sevinci Paylaşabilmek Tüm Zahmete Değer.
Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin
5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.
Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız.
Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç
Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı YaDa E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi
Olmanız Ve Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir.
Benim Bu Kitaplarda Herhangi Bir Çıkarım YaDa Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme
Amacım
Yoktur.
Bu Yüzden E-Bookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha
Sonrası
Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı
Tavsiye Ederiz
Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından
www.CepSitesi.Net www.MobilMp3.Net www.ChatCep.Com www.İzleCep.Com
www.MobilMp3Ler.Com
Siteleri İçin Hazırlanmıştır. E-Book Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem
Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp E-Book Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin.
Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler
Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım .
Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı
Gerçek
Adreslerinden Takip Ediniz.
Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki
Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
By-Igleoo www.CepSitesi.Net
Download