bilimname XXX, 2016/1, 461-492 Geliş Tarihi: 10.10.2015, Yayın Tarihi: 22.04.2016 GAİB ZAMİRİNİN MERCİİ ve TESPİTİNİN MEALLERE YANSIMALARI -Bakara 36. Ayet örneği- Ramazan MEŞE Arş. Gör., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ramazanmese@nevsehir.edu.tr İsmin yerine kullanılan zamirler bütün dillerde olduğu gibi Arap Dilinde de önemli bir yere sahiptir. Özellikle bu dilde III. şahıs zamiri olan gâib zamiri daha çok önem taşımaktadır. Çünkü diğer zamirlerden farklı olarak cümlede kime delalet ettiği konusu sorun teşkil etmektedir. Gâib zamirinin delalet ettiği kelimeye zamirin mercii denir. Kur'ân'da zamirlerin merciini doğru tespit etmek İslam'ın ilk dönemlerinde sorun teşkil etmemiştir. Ancak bu dönemden uzaklaştıkça Kur'ân'da zamirlerin mercii hakkında müfessirler ve dilciler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu farklı görüşler de, Kur'ân meallerini etkilemiş ve meali yapılan ayetlere farklı anlamlar verilmesine sebep olmuştur. Bu çalışmada Arap Dilinde gâib zamirinin mercii ve tespitinin meallere yansıması konusu incelenecektir. Öncelikle gâib zamiri ile mercii hakkında genel bilgiler verilecektir. Daha sonra Kur'ân-ı Kerim'de bir ayette gâib zamirinin merciinin tespit edilmesinde müfessirlerin görüşleri incelenecektir. Ve en sonunda da bir ayette var olan gâib zamirinin merciini tespit etmedeki problemin meallere yansıması konusu açıklanacaktır. Bu açıklamalar yapılırken örnek olarak Bakara sûresi 36. ayet esas alınacaktır. Anahtar kelimeler: Zamir, Merci, Gâib, Kur'ân, Meal. THE REFLECTIONS OF THE LOCATION, THE FICTION OF THE POSSESSIVE PRONOUNS INTO THE QURANIC TRANSLATIONS -The Example of al-Baqarah, 36Abstract The pronouns which are used for nouns have an important place in Arabic language as well as in other languages. Especially in this language the pronoun gâib whic is the third person singular pronoun is very important. Because apart from the other pronouns it is not definite for whom you are using. The word which the pronoun gâib refers to signifies its location. To decide the exact location of the pronouns in the Quran, especially in the first years of Islam, was not a very big problem. However, in the coming years, different views among the interpreters and Bu makale, Creative Commons Alıntı-Gayriticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. This article is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License. Öz Ramazan MEŞE linguists were emerged about the location of the possessive pronouns. These different views have influenced their Quranic interpretations and have lad to be given different explanations to the verses. In this study, we will examine the location and the determination of the possessive pronouns in the arabic language and its reflections to the Quranic translations. At first, we will begin with the general information about the possessive pronouns and its location. Afterwards the ideas of the Quran interpreters will be analyzed for the determination of the location of a possessive pronoun in a Quranic verse. Eventually, the reflection of the problem stating the location of a possesive pronoun in a Quranic verse will be explained. Our study is based on the verse of 36 from al-Bakarah. Keywords: Pronouns, Location, Possessive, Quran, Literal Exegesis. Giriş Bütün dillerin gramerinde olduğu gibi Arap gramerinde de zamir konusu önemli bir yer tutmaktadır. 1 Türk dil gramerinde zamir, kişi, özlük, gösterme ve soru veya belirsizlik kavramları vererek, varlıkların yerini tutan sözcük 2 şeklinde tanımlanmıştır. Arap gramerinde ise zamir, konuşan, dinleyen ve gâib (3. şahıs) gibi varlıkları şahıs halinde temsili olarak gelmektedir. 3 Cümlede daha çok kısaltma yapmak amacıyla kullanılan zamirlerin 4 karşıladığı, yerine kullanıldığı, medlullü isme ise zamirin mercii denir. Zamirin mercii, zamirle ifade edilen isim olması hasebiyle, merciin tespit edilmesi veya edilememesi doğrudan anlama etki eden önemli bir husustur. Bu bakımdan zamirler, anlam ihtimallerine yol açmaları bakımından birer mihenk taşıdırlar. Çünkü zamirler, zahir ismin yerini almaları yönüyle mübhem; farklı mercilere dönmeye muhtemel olmaları yönüyle de müşkil özelliklere sahiptirler. Sözün bağlamında zamirlerin hangi isme veya kavrama işaret ettiği çoğu zaman kolaylıkla tespit edilebilmekle birlikte bazen bu hususta bir kapalılık ve ihtilaf olabilmektedir. Bu kapalılık ve ihtilaf da cümlenin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. 5 1 Mehmet Şirin Çıkar, “Arap Gramer İlminde Zamir/Adılın Zikri Konusu” Üzerine, Oş Devlet |462| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 14-15. sayı, 2011, s. 167. Vecihe Hatipoğlu, Türkçenin Sözdizimi, TDK yay., Ankara 1972, s. 21. 3 Çıkar, a.g.m., s. 168. 4 Celaluddîn Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyûtî, el-İtkân fî Ulûmi'l-Kur'ân, thk. Mustafa Şeyh Mustafa, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 2008, s. 399. 5 Fatih Tiyek, “Kur'ân'da Zamirin Merciini Tespitteki Bağlamsal Sorun”, Bilimname, XXVII, 2014/2, s. 142-143; Ayrıca bkz., İsmail Aydın, Kur’ân Mübhemleri Olarak Zamirler, İzmir 2012, Tibyan yay., s. 161. 2 Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları Kur'ân-ı Kerim’de zamirler çok kullanılmıştır. Bundan dolayı Kur'ân’ı anlamaya çalışanlar için zamirlerin merciini belirlemek özellikle de gâib zamirinin merciini belirlemek meşakkatli bir iş haline gelmiştir. Zamirin mercii belirlenirken de yanlış ve eksik anlaşılma riskinin varlığı bu işle uğraşanları tedirgin etmiştir. Bundan dolayı bu konu ehemmiyet taşımakla beraber bizim meallerimizde bir problem haline gelmiştir. Tefsir ve dil alanlarında uzman olanlar zamirin mercii üzerinde çok durmuşlardır. Özellikle müfessirler zamiri farklı mercilere göndermenin ne denli yanlış anlaşılmalara yol açacağını çok iyi bilmektedirler. Zamirin hangi mercie gönderileceği konusu kolay bir konu değildir. Hele de Arap Dili gibi derin ve köklü bir yapıya sahip, belagat ve şiir gücü olan bir dil söz konusu olunca zamirlerin mercii konusu iyice karmaşık hale geliyor. Bu karmaşıklar haliyle meallere de yansımaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de gâib zamirinin merciini belirleme ve doğru tespit etmenin müfessirlerimiz ve dil bilimleriyle iştigal eden âlimlerimiz arasında bir problem haline geldiğini söyledik. Çünkü zamirin merciini belirlemek ve doğru tespit etmek için âlimler her ne kadar birtakım kaideler getirdi iseler de bu kaideler Kur'ân-ı Kerim'de ihlal edilmiştir. Bu ihlaller ilk dönemlerde insanlar arasında pek bir sorun teşkil etmiyordu. İnsanlar anlamadıkları yerleri Hz. Peygamber'e (s.a.s.) soruyorlar ve asıl maksadı anlıyorlardı. ِ ِ ﻀ Mesela; Fatiha sûresindeki ﲔ ُ “ َﻏ ِْﲑاﻟ َْﻤ ْﻐSenin gazabına َ ّﻮب َﻋﻠَْﻴ ِﻬ ْﻢ َوَﻻ اﻟﻀﱠﺎﻟ uğrayanların, dalâlete saplananların değil” 6 ayetindeki gâib zamiri ( )ﻫﻢun Yahudilere işaret ettiğini Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuştur. 7 Böylelikle mübhem olan bu gâib zamirin mercii Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından açıklığa kavuşturulmuş oldu. Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra gelen sahabe için de zamirlerin mercii pek problem teşkil etmemiştir. Çünkü sahabe, ayetlerin nüzulüne şahit olmuş, Kur’ân-ı Kerim hakkındaki bilgilerinin çoğunu doğrudan Hz. Peygamber’den (s.a.s.) almıştır. Mesela; ﺻ ُﺪوِرِﻫ ْﻢ ُ َوﻧَـَﺰ ْﻋﻨَﺎ َﻣﺎ ِﰲ “ ِﻣ ْﻦ ِﻏ ٍّﻞ َْﲡ ِﺮي ِﻣ ْﻦ َْﲢﺘِ ِﻬ ْﻢ ْاﻷَﻧْـ َﻬ ُﺎرOnların göğüslerinden kini çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akar…”8 ayeti tekid babından Hz. Ali, (r.a.) �ﺻ ُﺪوِرِﻫ ْﻢ ِﻣ ْﻦ ِﻏ ٍّﻞ إِ ْﺧ َﻮ ًا ُ َوﻧَـَﺰ ْﻋﻨَﺎ َﻣﺎ ِﰲ Fatiha, 1/7. Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyân an Te'vili Ayi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdilmuhsin et-Türkî, Dâru'l-Hicr, Kahire 2001, I/185-193; Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr el-Kurtubî, Câmiu Ahkâmi'l-Kur'ân, thk. Abdullah b. AbdilMuhsin etTürkî, Müessesetü'r-Risale, Beyrut 2006, I/231. 8 ˋArâf, 7/43. 6 7 |463| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE ِ ﲔ َ “ َﻋﻠَﻰ ُﺳُﺮٍر ُﻣﺘَـ َﻘﺎﺑِﻠGöğüslerindeki kini çıkarıp attık. Sedirler üzerinde kardeşçe karşılıklı otururlar” 9 ayetiyle açıklamış ve bu ayetin, Bedir ehli hakkında nazil olduğunu beyan edip, buradaki gâib zamiri (')ﻫﻢun da Bedir ehline râci olduğunu söylemiştir. 10 Başka rivayetlerde ise Hz. Ali (r.a.) "Ben, Osman, Talha ve Zübeyr'in onlardan (ayette bahsi geçen kişilerden) olmasını temenni ederdim" demiştir. 11 Gerek aklî melekelerin tabii olarak birbirine eşit olmaması, gerekse farklı ortamlarda bulunmaları gibi nedenlerle sahabe arasında da bazı görüş farklılıkları olduğunu söylemek gerekir. Ancak ilk muhatap olan sahabe tarafından neyi ve kimi karşıladığı bilinen bu zamirlerin çoğunun, sonraki muhataplar tarafından bilinirliğinin bu kadar yüksek düzeyde gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir. Sahabeden sonra gelen nesillerde ise Kur'ân-ı Kerim'deki zamirlerin mercileri ile alakalı ihtilaflar ortaya çıkmış ve Kur'ân-ı Kerim'de zamirlerin merciini tespit etmek zor bir iş haline gelmiştir. Kur'ân, İncil ve diğer kutsal metinler gibi isimleri çok kullanmamıştır. Sadece isimler bir kere kullanıldıktan sonra geri kalan kısımlarda zamirler ِ ِ kullanılmıştır. Mesela; ﻴﻤﺎ “ أَ َﻋ ﱠﺪ ﱠAllah, onlar için bir mağfiret ve ْ اﻪﻠﻟُ َﳍُْﻢ َﻣ ْﻐﻔَﺮةً َوأ ً َﺟًﺮا َﻋﻈ büyük bir mükâfat hazırlamıştır”12 ayetindeki ( )ﻫﻢzamirinin yerine açık isim getirilseydi, cümle yirmi beş kelimeden oluşacaktı. 13 Çünkü ayetin öncesinde ( )ﻫﻢgâib zamirine karşılık gelen birçok kelime vardır. Burada anlam zamirle tamamlandığından dolayı açık isim kullanılmamış ve kısaltma yapılmıştır. Biz de bu çalışmamızda Arap Dilinde ismin yerini tutan gâib zamirlerinin mercii ve bunun merciin tespitinin meallere yansımaları konusunu işleyeceğiz. Özelde ise Bakara sûresi 36. ayetteki gâib zamirinin mercii hakkında müfessirlerin kanaatini belirtip, bu ayetin Türkçeye aktarımında meal ile iştigal edenlerin nasıl bir yol tuttuklarını açıklamaya çalışacağız. Bu çalışmamızın giriş bölümünden sonra Arap Dilinde zamirler hakkında bilgi verip, zamirlerin mercilerini açıklayacağız. Daha sonra da Hicr, 15/7. et-Taberî, a.g.e., VII/199; Hüseyn b. Mes’ûd b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğavî, Meâlimi'tTenzîl fi Tefsiri'l-Kur'ân, thk. Abdurrezzâk el-Mehdî, Dâru İhyai’t-Türasi'l-Arab, Beyrut 2000, II/192. 11 Nâsiruddin Ebu Saîd el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Tev'îl, thk. Muhammed Abdurrahman Maraşlî, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arab, Bayrut 1997, III/13. 12 Ahzâb, 33/35. 13 es-Suyûtî, el-İtkân, s. 399. 9 |464| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 10 Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları Bakara 36. ayetin mercii ile alakalı farklı görüşleri aktarıp bu farklı görüşlerin meallerimize nasıl yansıdığını inceleceğiz. A. Zamirin Tarifi Zamir, sözlük anlamı olarak, kuru üzüm 14, akılda olan sır, kalbinde sakladığın şey, 15 gibi anlamlara gelir. Çoğulu (')ﺿﻤﺎﺋﺮdir. 16 Zamirin terim 15F anlamı ise; mütekellim, muhatap ve zamire delalet eden camid isme denir. 17 Bir başka ifade ile kısaltma amaçlı zahir isimlerin yerine mütekellim, muhatap ve gâibi ima etmek için konulan lafızlara zamir denir. 18 16F 17F Zamir Basralılara ait terimdir. 19 Zamire muzmer de denir. 20 Nahivciler zamirin zahir isimler gibi açık olmaması ve manasının kapalı olmasından dolayı bu şekilde isimlendirildiğini söylemişlerdir. 21 Fâdıl es-Samirrâî'ye göre bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi; zamirler sarîh olan bir ismi kapalı bir hale getirdiklerinden dolayıdır. Mesela; "ben" (� )أdediğin zaman ismini zikretmeyip bu lafız ile açık olan ismini kapalı hale getiriyorsun. Yine 14es-Sâhib İsmâ’îl b. ‘Abbâd b. Veziran b. el-‘Abbâs, el-Muhît fi’l-Luğa, thk. Muhammed Hasan Âli Yâsin, Dâru Alemi’l-Kütüb, I. Baskı, Beyrut 1994, XIII/21; Muhammed b. Muhammed el-Huseyn ez-Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, thk. Abdulkerim Azbâvî, Dâru Türâsi'lArabî, I. Baskı, Kuveyt 2001, XII/401; Muhammed b. Yakûb el-Firûzâbâdî, el-Kamûsu'lMuhît, Dâru'l-Hadîs, Kahire 2008, s. 981. 15 Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed b. el-'İzz b. el-Mukerrem el-Ensârî İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, Dâru Sâdır, Beyrut trs., IV/492; ez-Zebîdî, a.g.e., XII/401; Firûzâbâdî, a.g.e., s. 981. 16 Ebu Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî, Tâcu'l-Lüğa ve's-Sihâhu'l-Arabiyye, Dâru'l-Hadis, Kahire 2009, s. 684; İbn Manzur, a.g.e., IV/492; ez-Zebîdî, a.g.e., XII/401. 17 Ebu Muhammed Abdullah Cemaluddîn İbn Hişâm el-Ensârî, Şerhu Katri'n-Nedâ ve Belli's-Sedâ, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhâmid, el-Mektebetü'l-Asriyye, Beyrut 2011, s. 116; Abbas Hasan, en-Nahvu'l-Vâfi, Dâru'l-Meârif, Mısır trs., I/217; Abdulaziz Muhammed Fâhir, Tavdihu'n-Nahv, Matbaâtü's-Saâde, Mısır trs., I/81; Muhammed elAntâkî, el-Muhit fi Esvâtı'l-Arabiyye, Dâru'ş-Şerki'l-Arabî, Beyrut trs., I/199; Abdulhâdî elFadlî, Muhtasaru'n-Nahv, Dâru'ş-Şurûk, Cidde 1980, s. 43; Muhammed Muhyiddîn Abdulhâmid, et-Tuhfetü's-Seniyye, Şifa yay., İstanbul 2014, s. 175; Muhammed Semîr Necîb el-Lubdî, Mucʿemu'l-Mustalahâtı'n-Nahviyye ve's-Sarfiyye, Dâru'l-Furkân, Amman 1985, s. 134. 18 Yusuf Hasan Ömer, Şerhu'r-Radî ʿala'l-Kâfiye, Dâru Kütübi'l-Vataniyye, Libya 1966, II/402; Süleyman Feyyâz, en-Nahvu'l-Asrî, Merkezü'l-Ehrâm, Mısır 1995, s. 26; Mustafa elĞalâyînî, Câmiu'd-Durûsi'l-Arabiyye, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 2004, s. 94. 19Celaluddîn Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyûtî, Hemʿul-Hevâmiʿ fi Şerhi Cemʿil-Cevâmıiʿ, thk. Ahmed Şemsuddîn, Dâru’l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1998, I/190; Fâdıl Salih esSamirrâî, Meâni'n- Nahv, Dâru'l-Fikr, Ürdün 2000, I/42. 20 es-Suyûtî, Hemʿul-Hevâmıʿ, 1/190; el-Lubdî, a.g.e., s. 134; Abbas Hasan, a.g.e., I/217; Mehmet Talu, Sarf ve Nahv İlmi, Tereke yay., İstanbul 2012, II/20; Muhammed Esʿad enNâdirî, Nahvu'l-Lüğatı'l-Arabiyye, el-Mektebetü'l-Asriyye, Beyrut 1997, s. 209. 21 es-Samirrâî, a.g.e., I/42. |465| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE birinin kapısı çalındığı vakit; karşıdaki "kim o?" dediğinde "ben" diye cevap verilirse "sen kimsin?" denilip "ben" lafzı ile kimin kastedildiği sorulacaktır. Ancak "ben falanım" denildiği zaman kapalı olan bir durum ortaya çıkmış olacaktır. Kapıdaki kişi açık bir şekilde ismini söylemeyip "ben" lafzını kullanmasından dolayı açık ismin zikredilmesi istenmiştir. İşte "zamir" olarak isimlendirilmesi bu sebeptendir. 22 Kufeliler ise zamire kinaye ve mekni demişlerdir. 23 Kinaye terim olarak; hakiki manayı düşünmeye engel olacak bir karine bulunmamak şartıyla, bir sözü, gerçek manasına da gelebilecek şekilde, başka manada kullanma sanatıdır. 24 Kinaye ve mekni aynı anlamdadır. 25 Bu şekilde isimlendirilmesinin amacı zamirin işleviyle ilgilidir. Zira zamir, ismin yerine kullanılan ve ondan kinaye olan kelimedir. 26 Kinaye, tasrih kelimesine karşılık gelir. Yine beyan ilminde istiâre-i tasrihiyye ve istiâre-i mekniyye vardır. İstiâre-i tasrihiyyede müşebbeh bih zikredilmiştir. İstiâre-i mekniyye de ise müşebbeh bih zikredilmemiş gizlenmiştir. Yani mekniyye tam olarak bir sarih bir ismin gizlenmesi ve zikredilmemesidir. Bir şey söylemen fakat bu sözünle başka bir şey istemendir. 27 Zamirler mebni 28 ve camid isimlerdir. Bu sebeple tesniye ve cemiye has alametler onlara dâhil olmaz. 29 Zamirlerin mebni olmasının sebebi zamirlerin harflere benzemesidir. 30 Benzerliğin birinci yönü zamirlerin bağımsız olmayıp tekaddüm eden zahir bir mercie ihtiyaç duymasıdır. Bilindiği gibi harfler de bağımsız olmazlar, istinad edecek bir şeye ihtiyaç duyarlar. Bir diğer sebep ise zamirin zahir ismin bir parçası gibidir. Mesela; es-Samirrâî, a.g.e., I/42. es-Suyûtî, Hemʿul-Hevâmıʿ, 1/190; Cemaluddîn Ebi Muhammed Abdullah b. Yusuf İbn Hişâm en-Nahvî, Şerhu Şuzûri'z-Zeheb fî Maʿrifeti Kelâmî'l-Arab, thk. Muhammed Ebu Fadl Aşûr, Dâru İhyai't-Türâsi'l-Arab, Beyrut 2001, s. 74; en-Nâdirî, a.g.e., s. 209. 24 Cüneyt Eren ve Vecih Uzunoğlu, Arapça Belağat, Cantaş yay., İstanbul 2012, s. 92. 25 es-Suyûti, Hemʿul-Hevâmıʿ, 1/190; Muvaffakuddîn Ebi'l-Bekâ İbn Yaiş, Şerhu'l-Mufassal li'z-Zemahşeri, Dâru’l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2001, II/292; Abbas Hasan, a.g.e., II/217; es-Samirrâî, a.g.e., I/42. 25 Çıkar, a.g.m., s. 168. 26 Çıkar, a.g.m., s. 168. 27 es-Samirrâî, a.g.e., I/42. 28 Ebu Muhammed Bedrettin İbn Kasım el-Murâdî, Tavdihu'l-Mekâsid ve'l-Mesâlik bi Şerhi Elfiyyeti İbn Mâlik, thk. Abdurrahman Ali Süleyman, Dâru'l-Fikri'l-Arabî, bs., 2008, I/362; Abdullah İbn Abdurrahman İbn Akîl, Şerhu İbn Akîl ʿalâ Elfiyyeti İbn Mâlik, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulmâlik, Dâru't-Türâs, Kahire 1980, I/92. 29 İbn Akîl, a.g.e., I/93; Abbas Hasan, a.g.e., II/217. 30 İbn Kasım el-Murâdî, a.g.e., I/362. 22 23 |466| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları ( )زﻳﺪ ﺿﺮﺑﺘﻪdenildiği zaman fiile bitişik olan "hu" zamiri zahir ismin bir parçası olarak ona delalet etmektedir. 31 30F Arap gramer ilminde zamirler, marifelik bakımından en önde gelirler. Bunun nedeni de hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık olmasından kaynaklanmaktadır. Konuşanın bizzat (ben, biz), dinleyene (sen, siz) ya da üçüncü şahsa (o, onlar) delalet eden zamirin, muzmar şeklinde isimlendirilmesi de "bir şeyi idmar ettim, yani onu gizledim, sakladım" demekten kaynaklanmaktadır. 32 Mütekellimi marife yapan, konuşmanın çıktığı kişi olması, muhatabın dinleyen kişi, gâibin ise daha önce göndermede bulunmasından kaynaklanmaktadır. 33 Marife olarak cümlede görev yapan ve marife çeşitlerinden olan zamir, Arap dilinde çokça kullanılıp büyük bir öneme sahiptir. Zahir ismin yerine geçip onun ikinci bir kez kullanılmasını önlemek gibi bir faydası vardır. Zamir böylelikle dilin ulaşmaya çalıştığı iktisat unsurunu güvence altına alır. 34 Zamirler çok ve işlevsel olmalarından dolayı birçok kısma ayrılmışlardır. Zamirler delalet ettiği şeye göre mütekellim, muhatap ve gâib olarak birtakım kısımlara ayrılır. Yine bunlarda cümlede isme veya fiile bitişip bitişmemelerine göre muttasıl ve munfasıl olarak ikiye ayrılır. 35 Muttasıl zamirler de kendi aralarında cümledeki ˋirâbına göre merfû muttasıl, mansub muttasıl ve mecrûr muttasıl olarak kısımlara ayrılır. Munfasıl aynı şekilde zamirlerde kendi aralarında merfû ve mansub zamirler olarak ikiye ayrılır. 36 Arap Dilinde munfasıl mecrûr zamirler yoktur. Bu taksimat tablo halinde şöyledir: 37 B. Zamirin Mercii Zamirlerin hiçbiri ister mütekellim, ister muhatab ve ister gâib olsun belirsizlikten uzak değillerdir. Bu nedenle belirsizliği ve kapalılığı ortadan kaldıran bir mercii vardır. Zamirin döndüğü kelime (mercii) zamirden kapalılığı gideren kelimedir. Zamirlerin merciine genellikle müfessir de İbn Yaiş, a.g.e., II/293. es-Samirrâî, a.g.e., I/42; 33 Çıkar, a.g.m., s. 170. 34 el-Antâkî, a.g.e., I/199. 35 Mustafa Meral Çörtü, Sarf-Nahiv Edatlar, MÜİFV yay., İstanbul 2014, s. 210; R. Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, Ensar yay., İstanbul 2011, s. 64. 36 İbn Kasım el-Murâdî, a.g.e., I/364. 37 el-Antâkî a.g.e., I/199. 31 32 |467| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE denir. Zamirlerin merciinin genellikle zamirden önce gelmesi ve ona mutabık olması gerekir. Böylelikle söz konusu kapalılık ortadan kalkmış olur. 38 Tablo 1. Arap Dilinde Zamirlerin Taksimatı Mecrûr Muttasıl 39 düşünce platformu XXX, 2016/1 Merfû Muttasıl (Muzari) Merfû Muttasıl (Mazi) Mansub Munfasıl Merfû Munfasıl ِ (ﻗﻠﻢ )ي (ﻬﺑﺮ )ﱐ َ 39 أﻧﻈﺮ ُ ()ت ُ ﻧﻈﺮ ّإ�ي �أ (�)ﻗﻠﻢ ُ (�) ﻬﺑﺮ َ 40 ﻧﻨﻈﺮ ُ (�) ﻧﻈﺮ ��إ ﳓﻦ ()ك َ ﻗﻠﻢ ُ ()ك َ ﻬﺑﺮ َ 41 ﺗﻨﻈﺮ ُ ()ت َ ﻧﻈﺮ إ�ك َ أﻧﺖ َ ِ ﻗﻠﻢ ()ك ُ ِ ﻬﺑﺮ ()ك َ (ﺗﻨﻈﺮ)ﻳﻦ ِ ﻧﻈﺮ ()ت ِ إ�ك ِ أﻧﺖ (ﻗﻠﻢ)ﻛﻤﺎ ُ (ﻬﺑﺮ )ﻛﻤﺎ َ (ﺗﻨﻈﺮ)ان (ﻧﻈﺮ )ُﲤﺎ إ�ﻛﻤﺎ أﻧﺘﻤﺎ (ﻗﻠﻢ)ﻛﻢ ُ (ﻬﺑﺮ )ﻛﻢ َ (ﺗﻨﻈﺮ)ون ()ﰎ ُ ﻧﻈﺮ إ�ﻛﻢ أﻧﺘﻢ ()ﻛﻦ ّ ﻗﻠﻢ ُ ()ﻛﻦ ّ ﻬﺑﺮ َ (ﺗﻨﻈﺮ)ن ْ (ﻧﻈﺮ )ﺗُ ّﻦ إ�ﻛﻦ ّ أﻧﱳ َ (ﻗﻠﻢ)ه ُ (ﻬﺑﺮ )ه َ 43 ﻳﻨﻈﺮ ُ ﻧﻈﺮ إ�ﻩ ﻫﻮ (ﻗﻠﻢ)ﻫﺎ ُ (ﻬﺑﺮ )ﻫﺎ َ 45 ﺗﻨﻈﺮ ُ ﻧﻈﺮت ْ إ�ﻫﺎ ﻫﻲ (ﻗﻠﻢ)ﳘﺎ ُ (ﻬﺑﺮ )ﳘﺎ َ (ﻳﻨﻈﺮ)ان (ﻧﻈﺮ )ا إ�ﳘﺎ ﳘﺎ (ﻗﻠﻢ)ﻫﻢ ُ (ﻬﺑﺮ )ﻫﻢ َ (ﻳﻨﻈﺮ)ون (ﻧﻈﺮ )وا إ�ﻫﻢ ﻫﻢ ()ﻫﻦ ّ ﻗﻠﻢ ُ ()ﻫﻦ ّ ﻬﺑﺮ َ (ﻳﻨﻈﺮ)ن ْ (ﻧﻈﺮ ) َن إ�ﻫﻦ ّ ﻫﻦ ّ 42 44 46 Şahıs Mütekellim Vahde Mütekellim Ğayr-ı Vahde Muhatab Müfred Müzekker Muhatab Müfred Müennes Muhatab Müsenna Muhatab Cemi Müzekker Muhatab Cemi Müennes Gâib Müfred Müzekker Gâib Müfred Müennes Gâib Müsenna Gâib Cemi Müzekker Gâib Cemi Müennes Abbas Hasan, a.g.e., I/255-256. Mütekkellim vahde muzari fiilin zamiri, cevazen müstetir olup ( )أﻧﺎdir. 40 Mütekkellim gayr-ı vahde muzari fiilin zamiri, cevazen müstetir olup ( )ﻧﺤﻦdur. 41 Muhatab müfred müzekker muzari fiilin zamiri, cevazen müstetir olup ( َ )أﻧﺖdir. 42 Bu "nun" zamir değildir. Efʿâli hamsede refʿ alameti kabul edilir. 43 Gâib müfred müzekker muzari fiilin zamiri, cevazen müstetir olup ( )ھﻮdir. 44 Gâib müfred müzekker mazi fiilin zamiri, cevazen müstetir olup ( )ھﻮdir. 45 Gâib müfred müennes muzari fiilin zamiri, cevazen müstetir olup ( )ھﻲdir. 46 Gâib müfred müennes mazi fiilin zamiri, cevazen müstetir olup ( )ھﻲdir. 38 |468| bilimname Mansup Muttasıl Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları Konuşma esnasında mütekellim, muhatab ve gâib zamirlerinin olması bu zamirlerin sahibinin olduğunu gösterir. Mütekellim ve muhatab zamirinin mercii konuşma esnasında sahibinin var olmasıyla bilinir. 47 Ancak gâib zamirinin sahibi hali hazırda olmadığı için gâib zamirinden kimin kast edildiğini açıklamak için bir karine gerekir. Bu karinenin ise zamirden önce zikredilmesi gerekir 48 ve sonrasında da zamirin kendisine mutabık olması gerekir. Zamirin mercii dediğimiz bu kelime ile söz konusu gâib zamirinden kimin kast edildiği öğrenilmiş olur. Zamirlerin mercileri isim olmak durumundadır. Fiil merci olmaz. Bundan dolayıdır ki bazı durumlarda fiil geldiği halde mastar takdir ِ edilmiştir. Mesela; ب ﻟِﻠﺘﱠـ ْﻘ َﻮى َواﺗﱠـ ُﻘﻮا ُ “ ْاﻋﺪﻟُﻮا ُﻫ َﻮ أَﻗْـَﺮAdaletli olun o takvaya en yakın olandır” 49 ayetinde de olduğu gibi ( ) ُﻫ َﻮzamirinin mercii (اﻋ ِﺪﻟُﻮا ْ ) kelimesinden ِ ِ türeyen ( )اﻟﻌﺪلkelimesidir. 50 Yine aynı şekilde, ﻴﻞ ﻟَ ُﻜ ْﻢ ْارِﺟﻌُﻮا ﻓَ ْﺎرِﺟﻌُﻮا ُﻫ َﻮ أ َْزَﻛﻰ ﻟَ ُﻜ ْﻢ َ َوإ ْن ﻗ “Eğer size, ‘Geri dönün!’ denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır” 51 ayetinde merci zamirden önce geçen fiilin mastarı ()اﻟﺮﺟﻮع ِ ِ kelimesidir. Yine ﻮﻫ ْﻢ ِﻣْﻨﻪُ َوﻗُﻮﻟُﻮا َﳍُْﻢ ﻗَـ ْﻮًﻻ َﻣ ْﻌ ُﺮوﻓًﺎ َ َوإِذَا َﺣ ُ ﻀَﺮ اﻟْﻘ ْﺴ َﻤ َﺔ أ ُْوﻟُﻮا اﻟْ ُﻘْﺮَﰉ َواﻟْﻴَـﺘَ َﺎﻣﻰ َواﻟ َْﻤ َﺴﺎﻛ ُ ُﲔ ﻓَ ْﺎرُزﻗ “Mirastan payı olmayan yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin” 52 ayetindeki (ُ ) ِﻣْﻨﻪkelimesindeki zamirin döndüğü merci ( )اﻟ ِْﻘ ْﺴ َﻤ َﺔdeğildir. Aksi takdirde anlam bozulur ve mutabakat sağlanmamış olur. O halde zamir aynı harfleri bünyesinde barındıran ( )اﳌﻘﺴﻮمismine döner ki, o zaman anlam da tam olur. Dolayısıyla bazen anlam, zamirin döndüğü mercii belirleme konusunda yetkin olmaktadır. Zamirin merciinin zamirden önce gelmesi zorunludur. 53 ()أﺿﻤﺎر ﻗﺒﻞ اﻟﺬﻛﺮ yani zamirin merciini zikretmeden zamir kullanmak caiz değildir. 54 Ancak bu kural bazen ihmal edilmiştir. Şimdi zamirin merciinden önce ve sonra gelmesi ile ilgili yapılan sınıflandırmalara bakalım. en-Nâdirî, a.g.e., s. 214. Hemʿul-Hevâmıʿ, s. 399; el-Antâkî a.g.e., I/203; el-Ğalayînî, a.g.e., s. 100. 49 Mâide, 5/8. 50 Talu, a.g.e., II/20. 51 Nûr, 24/28. 52 Nisâ, 4/8. 53 Abbas Hasan, a.g.e., I/255/256. 54 Talu, a.g.e., II/20. 47 48es-Suyûtî, |469| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE 1. Lafzî veya Hakikî Tekaddüm: Bu durumda zamirin, merciinden sonra gelmesi, hem lafzen hem de rütbeten olur. Lafzenden maksat zamirin merciinin zamirden önce zikredilmesidir. Rütbetenden maksat ise; cümlenin oluşumunda zamirin merciinin yerinin zamirden önce olmasıdır. Mesela; fâil rütbe olarak mef'ûldan öncedir gibi. Mesela; ( )اﻟﻜﺘﺎب ﻗﺮأﺗﻪgibi. 55 54F 2. Manevi Tekaddüm: Bu da bazı kısımlara ayrılır. Bunlar; a. Zamirin mercii lafzen sonra gelse de, rütbeten önce gelmesi. Mesela; اﳌﻬﻨﺪس “ ﻧﺴﻖ ﺣﺪﻳﻘﺘﻪMühendis bahçesini düzenledi” gibi. Bu örnekte ()ﺣﺪﻳﻘﺘَﻪ ُ kelimesi mef'ûlü bih olup sonuna bitişen zamir ile beraber fâil olan ()اﳌﻬﻨﺪس kelimesinin önüne geçmiştir. Fâil olan kelime zamirin mercii olup rütbeten cümlede mef'ûlden önce gelmesi gereken bir kelimedir. Ancak lafzen cümlede mef'ûlden sonra gelmiştir. Dolayısıyla mef'ûle bitişik olarak gelen zamirin merci zamirden sonra gelmiştir. 56 b. Zamirin merciinin açıktan değil de zimnî olarak önce gelmesi. Bu tür durumlarda zamirin merciinin manasını kapsayan bir lafız daha olur. Aynı zamanda bu lafız zamirin merciini gösteren bir lafızdır. Bu lafız ile zamirin mercii arasında iştikak yönünden de bir ortaklık mevcuttur. Mesela; اﻋ ِﺪﻟُﻮا ُﻫ َﻮ ْ 57 ب ﻟِﻠﺘﱠـ ْﻘ َﻮى َواﺗﱠـ ُﻘﻮا ُ “ أَﻗْـَﺮAdaletli olun o takvaya en yakın olandır” ayetinde () ُﻫ َﻮ zamirinin merci (اﻋ ِﺪﻟُﻮا ْ ) kelimesinden anlaşılan ve aynı kökten olan ()اﻟﻌﺪل ِ kelimesidir. Yani bu cümle ب ﻟِﻠﺘﱠـ ْﻘ َﻮى َواﺗﱠـ ُﻘﻮا ُ ْاﻋﺪﻟُﻮا اْ َﻟﻌ ْﺪ َل ُﻫ َﻮ أَﻗْـَﺮşeklinde düşünülmelidir. Aynı zamanda fiil de zamirin merciine işaret etmektedir. Başka bir örnek vermek gerekirse; “ ﻣﻦ ﺻﺪق ﻓﻬﻮ ﺧﲑا ﻟﻪ و ﻣﻦ ﻛﺬب ﻓﻬﻮ ﺷﺮا ﻋﻠﻴﻪKim doğruyu söylerse onu için hayırlı olur, kim yalan söylerse onun için şer olur”. Burada ise () ُﻫ َﻮ ِ ) ِ ) kelimesi; ikinci cümlede ise (اﻟﻜﺬب zamirinin mercii ilk cümlede (اﻟﺼﺪق kelimesidir. Çünkü bu kelimelere ( )ﺻﺪقve ( )ﻛﺬبfiilleri işaret etmekle beraber zamirin mercii ile de aynı kökten gelmektedir. 58 57F |470| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 c. Zamirin merciinin bizzat değil de ona benzeyen bir lafzın önce gelmesi. Mesela; ﻻ ﺗﺮﺳﺐ إﻻ ﺑﻌﻤﻠﻬﺎ،“ ﻻ ﻳﻨﺠﺢ اﻟﻄﺎﻟﺐ إﻻ ﺑﻌﻤﻠﻪÖğrenci ancak çalışmasıyla Abbas Hasan, a.g.e., I/257. Ebu Abbas Muhammed b. Yezîd el-Muberrad, el-Muktedab, thk. Muhammed Abdulhâlık Useyme, Lecnetü İhyâi't-Türâsi'l-İslâmî, Mısır 1994, II/67; el-Ğalâyînî, a.g.e., s. 100. 57 Mâide, 5/8. 58 Abbas Hasan, a.g.e., I/257. 55 56 Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları ile kazanır ve ancak çalışmasıyla başarısız olur.” Burada ikinci cümledeki ()ﻫﺎ zamirinin mercii cümlede geçmeyen fakat öncesinde ona benzer olan ()اﻟﻄﺎﻟﺐ kelimesinin geçmesinden dolayı ( )اﻟﻄﺎﻟﺒﺔkelimesidir. 59 58F d. Zamirin merciine delalet eden, lafzen zikredilmeyen manevi bir şeyin geçmesi. Mesela; Bir trende oturan ve elinde yolculuk eşyaları olan birinin şöyle dediği zaman; “ ﳚﺐ أن ﻳﺘﺤﺮك ﰲ ﻣﻴﻌﺎدﻩZamanında hareket etmesi gerekir” buradaki muzari fiilin gizli zamiri olan ( )ﻫﻮzamirinin merciinin ()ﻗﻄﺎر tren olduğunu, konuşan kişinin trende olması ve elinde yolculuk eşyalarının olması gösterir. Buna manevi delalet deriz. 60 59F 3-Hükmî Tekaddüm: Zamirin lafzen ve rütbeten kendisinden sonra gelen mercie dönmesine 61 hükmî tekaddüm denir. ( )اﻟﺘﻘﺪم اﳊﻜﻤﻰDaha önce zamirin merciinin lafzî, hakikî ve manevî takaddümünden bahsettik. Şimdi ise zamirin belâgata ait inceliklerden, edebi güzellik ve söz sanatlarından dolayı hem lafız hem de rütbeten (kademe) yönünden kendisinden sonraki kelimeye râci olmasını gerektiren durumlardan bahsedeceğiz. a. ( ﺑﺌﺲ- )ﻧﻌﻢve benzerlerinin fâili müfred-müstetir zamir ise kendisinden sonra onu açıklayan bir nekra geldiğinde zamir hem lafız hem de rütbe (kademe) yönünden kendisinden sonraki kelimeye râci olur. 62 Çünkü kendinden önce herhangi bir merci geçmemiştir. Bundan dolayı da bu gelen kelime temyiz olarak ˋirâblanır. Mesela; “ ﻧﻌﻢ رﺟﻼ ﺻﺪﻳﻘﻨﺎArkadaşımız ne güzel adam!” burada ( )ﻧﻌﻢkelimesi mazi fiil, fâil ise müstetir ( )ﻫﻮolup ()رﺟﻼ kelimesine râcidir. ( )رﺟﻼkelimesi ise temyizdir. b. ( )ربkelimesi ile mecrûr olmuş ve kendisinden sonra zamirden kapalılığı kaldıran bir nekra kelime olan zamir de kendisinden sonra gelen kelimeye râci olur. 63 Kendisinden sonra gelen ve zamirinden ibhâmı kaldıran bu kelime, temyiz olarak ˋirâblanır. Mesela; “ رﺑﻪ ﺻﺪﻳﻘﺎ ﻳﻌﲔ ﻋﻠﻰ اﻟﺸﺪاﺋﺪNice arkadaşlar darlıkta yardım eder.” Bu cümlede ( )ربkelimesinden sonra gelen Abbas Hasan, a.g.e., I/257. Abbas Hasan, a.g.e., I/257. 61 İbn Hişâm en-Nahvî, a.g.e., s. 76. 62 Ebu Bekr Muhammed b. Sehl b. es-Serrâc en-Nahvî, el-Usûl fi'n-Nahv, thk. Abdu'l-Hüseyn el-Fetlî, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1997, I/114; Talu, a.g.e., II/21. 63 İbn Hişâm en-Nahvî, a.g.e., s. 76. 59 60 |471| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE zamir mecrûr ve kapalı bir şekilde gelmiştir. Kendisinden sonra gelen ()ﺻﺪﻳﻘﺎ kelimesi onu açıklamakta ve zamirin mercii olmaktadır. c. İki fiilden birincisinde bulunan merfû bir zamirin mercii kendinden sonra gelir. Mesela; ﱭ اﻟﻌﺮب ُُ “ ﳛﺎرﺑﻮن و ﻻ َْﳚAraplar savaşırlar korkmazlar” dediğimizde ( )ﳛﺎرﺑﻮنkelimesindeki merfû zamir vavın mercii ()اﻟﻌﺮب kelimesidir. 64 Aslında bu cümle ﱭ اﻟﻌﺮب ُُ ﳛﺎرب و ﻻ َْﳚşeklinde idi. Fakat her fiil tek başına bir fâile ihtiyaç duyar. Yani ( )اﻟﻌﺮبkelimesi her ikisi için ayrı ayrı fâil olması gerekir. Çünkü bir fâili iki fiil için müşterek fâil yapmak mümkün değildir. Bundan dolayı bu cümlede ( )اﻟﻌﺮبkelimesi ikinci fiilin fâilidir. Birinci fiilin fâili ise ( )اﻟﻌﺮبkelimesine râci merfû gâib zamirdir. d. Zahir bir isim kendisinden önceki ismi açıklamak için kendisinden önceki isme bedel olduğu zaman zamirin mercii zamirden sonra gelir. Mesela; اﻟﺴﺒّﺎق ّ “ ﺳﺄﻛﺮﻣﻪKazanana ikram edeceğim” cümlesinde (اﻟﺴﺒّﺎق ّ ) kelimesi ( )هzamirinden bedel olup, onu açıklamaktadır. 65 64F e. Mübteda olarak gelen ve haberi de kendisiyle aynı anlamda zahir isim olan zamir merciinden önce gelir. Burada kendisi ile aynı anlamda zahir olarak gelen haber mübtedayı açıklar. Yine mübteda ile haber mana yönünden aynı şeyi ifade ederler. Mesela; ﻫﻮ اﻟﻨﺠﻢ اﻟﻘﻄﱮcümlesinde ( )ﻫﻮzamiri mübteda; ( )اﻟﻨﺠﻢkelimesi de haberi olup, kendisine râci olan ( )ﻫﻮzamirinden sonra gelmiştir. f. Yine bir zamiru şe'n ve kıssanın mercii de kendisinden sonra gelebilir. Mesela; َﺣ ٌﺪ ( ﻗُ ْﻞ ُﻫ َﻮ ﱠDe ki; O Allah birdir) gibi. 66 َ اﻪﻠﻟُ أ 65F Netice olarak gâib zamirinin merciinin mutlaka olması gerekir. Bu mercii lafzî veya manevî olabilir. Zamirin mercii zamirden önce olması vaciptir. Ancak zamirin mercii hükmî ise zamirden sonra gelmesi vaciptir. C. Zamirin Merciinin Teaddüdü |472| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Gâib zamirinin tek bir mercii olması esastır. Merci olmaya uygun birden fazla kelime varsa mevcut durum da biriyle sınırlı kalmayı Talu, a.g.e., II/21. en-Nâdirî, a.g.e., s. 216. 66 İbn Hişâm en-Nahvî, a.g.e., s. 76. 64 65 Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları gerektiriyorsa ifadede en yakın olan merci, zamirin mercii olarak belirlenir. Mesela; “ ﺣﻀﺮ ﳏﻤﺪ و ﺿﻴﻒ ﻓﺄﻛﺮﻣﺘﻪMuhammed ve misafir geldi, ona ikram ettim” cümlesinde zamirin mercii olarak en yakın olan ( )ﺿﻴﻒkelimesi esas alınması gerekir. Çünkü burada zamir, müfred olarak gelmiş ve müfred bir kelimeye râci olması gerekir. Ancak ( )ﻓﺄﻛﺮﻣﺘﻬﻤﺎşeklinde olsa idi, o zaman zamirin mercii olarak ( )ﳏﻤﺪ و ﺿﻴﻒesas alınabilirdi. 67 6F Ancak şu iki durumda zamirin mercii en yakın mercie dönmez. 68 Birincisi; zamirin merciini en yakın mercii olmadığını gösteren bir delil olması durumda, zamirin mercii en yakın mercie dönmez. Mesela; ﺣﻀﺮت ﺳﻌﺎد “ و ﺿﻴﻒ ﻓﺄﻛﺮﻣﺘﻬﺎSuad ve misafir ve ona (Suad'a) ikram ettim” gibi. Zamirin müennes olması müennes mercie dönmesini gerektirir. İkincisi; zamire en yakın olan kelimenin muzâfun ileyh olması durumunda zamir, muzâf olan kelimeye döner. Ancak muzâf olan kelime (ﻛﻞ ّ ) veya ( )ﲨﻴﻊkelimeleri olmayacak. Mesela; “ زارﱐ وﻟﺪ اﻟﺼﺪﻳﻖ ﻓﺄﻛﺮﻣﺘﻪArkadaşın oğlu beni ziyaret etti, ona ikram ettim” cümlesinde zamire en yakın olan ( )اﻟﺼﺪﻳﻖkelimesi muzâfun ileyh olduğundan dolayı zamir, muzâf olan kelimeye ( )وﻟﺪdönmüştür. Ancak zamirin merciinin muzâf değil de muzâfun ileyh olduğunda dair bir delil varsa, o zaman zamir, muzâfun ileyh olan kelimeye döner. Mesela; ﻋﺮﻓﺖ ﻣﻀﻤﻮن “ اﻟﺮﺳﺎﻟﺔ و ﻃﻮﻳﺘﻬﺎMektubun içeriğini kavradım sonra onu katladım.” Burada zamirin müennes olması zamirin merciinin muzâfun ileyh olması gerektiğini göstermektedir. Eğer zamirin mercii birden fazla ise birden fazla mercie dönmemesini gerektirecek bir karine de yoksa zamirin mercii, tek bir mercii ile sınırlandırmaz ve birçok mercie dönmesi caizdir. Mesela; ﺟﺎء اﻷﻗﺎرب و اﻷﺻﺪﻗﺎء و “ أﻛﺮﻣﺘﻬﻢAkrabalar ve arkadaşlar geldi, onlara ikram ettim” cümlesinde zamirin mercii ( )اﻷﻗﺎربve ( )اﻷﺻﺪﻗﺎءolabilir. 69 68F Abbas Hasan, a.g.e., I/261. 68 Abbas Hasan, a.g.e., I/261-262. 69 Abbas Hasan, a.g.e., I/262; Ayrıca bkz., Talu, a.g.e., II/21-22. 67 |473| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE D. Zamir ve Mercii Arasındaki Uyumluluk (Benzerlik) Gâib zamirinin bir mercii olması gerektiğini yukarıda açıkladık. Şimdi ise gâib zamiri ile mercii arasında sayı ve tür yönünden bir uygunluk olması gereğini açıklayacağız. Nasıl ki mübteda ve haber arasında bir uyumluluk varsa zamir ile mercii arasında da bir uyumluluk olması gerekir. Zamir ile mercii arasındaki uyum gereğini şu maddelerle anlatmak mümkündür. 70 a. Zamirin mercii müfred müzekker veya müennes ise sahih olan görüşe göre zamir merciine uyar. Mesela; اﻟﻐﺮﻳﺒﺔ ﻋﺎدت ﺳﺎﳌﺔ- اﳌﺴﺎﻓﺮ ﺣﻀﺮ أﺑﻮﻩ “Yolcunun babası geldi - Yabancı selametle döndü” gibi. Aynı şekilde merci müsenna ise zamir de o şekilde olur. Mesela; اﻟﻐﺮﻳﺒﺘﺎ- ن ﻋﺎدﺎﺗ ﺳﺎﳌﺘﲔ اﳌﺴﺎﻓﺮان ﺣﻀﺮ أﺑﻮﳘﺎ “İki yolcunun babaları geldi - İki yabancı selametle döndü” gibi. b. Zamirin mercii cemi müzekker salim ise çoğunluğun görüşüne göre zamir, cemi vavı olur. Mesela; “ اﳌﺨﻠﺼﻮن إﻧﺘﺼﺮواSamimi olanlar zafer elde etti” gibi. c. Zamirin mercii gayr-ı âkıl cemi müennes salim ise zamirin müfred müennes olması daha evladır. Mesela; “ اﻟﺸﺠﺮات إرﺗﻔﻌﺖ و ﺳﻘﻴﺘﻬﺎAğaçlar boylandı sonra onları suladım” gibi. Ancak zamir cemi müennes şeklinde de gelmesi caizdir. Mesela; اﻟﺸﺠﺮات إرﺗﻔﻌﻦ و ﺳﻘﻴﺘﻬﻦgibi. Eğer zamirin mercii âkıl cemi müennes salim veya cemi teksir ise o zaman zamirin de cemi müennes nunu yani nunu nisve olması en evla olandır. Mesela اﻟﻐﻮاﱏ- اﻟﻄﺎﻟﺒﺎت ﺣﻀﺮن و أﻛﺮﻣﻬﻦ اﻟﻌﻠﻤﺎء “ ﺗﻌﻠّﻤﻦ و زادﻫﻦ اﻟﻌﻠﻢ ﺟﻼﻻBayan öğrenciler geldiler, âlimler onlara ikram etti - Şarkıcı kadınlar ilim öğrendiler ve ilim onların yüceliğini artırdı.” gibi. Ancak zamirin müfred müennes olması da caizdir. Mesela; اﻟﻄﺎﻟﺒﺎت ﺣﻀﺮت و أﻛﺮﻣﻬﺎ اﻟﻌﻠﻤﺎءve اﻟﻐﻮاﱏ ﺗﻌﻠّﻤﺖ و زادﻫﺎ اﻟﻌﻠﻢ ﺟﻼﻻgibi. d. Zamirin mercii, müfredi âkıl müzekker olan cemi teksir olursa zamir lafzın cemi olmasına riayet ederek cemi vavı olması caizdir. Mesela; اﻟﺮﺟﺎل ﺣﻀﺮوا “Adamlar geldi” gibi. Yine fiil veya benzerinde ta-ı te'nis olması şartıyla da müfred müennes olması caizdir. Mesela; اﻟﺮﺟﺎل ﺣﻀﺮتveya اﻟﺮﺟﺎل ﺣﺎﺿﺮةgibi. |474| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 70 Abbas Hasan, a.g.e., I/263-271; Talu, a.g.e., II/22. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları e. Zamirin mercii, ( )رﻛﺐve ( )ﻗﻮمgibi kadınlara mahsus olmayan topluluk ismi olursa zamir cemi vavı ve müfred müzekker olabilir. Mesela; اﻟﻘﻮم ﺳﺎﻓﺮوا “Kavim yola çıktı” veya اﻟﻘﻮم ﺳﺎﻓﺮgibi. f. Zamirin mercii, cemi cins isim olursa zamir müfred müzekker veya müfred müennes olabilir. Mesela; ﺎز َﳔْ ٍﻞ َﺧﺎ ِوﻳٍَﺔ ُ “ أ َْﻋ َﺠİçi boş hurma kütükleri”71 bu ِ ayette zamirin mercii (ﺎز ُ )أ َْﻋ َﺠkelimesi olup zamir ()ﻫﻲdir. Yine أ َْﻋ َﺠ ُﺎز َﳔْ ٍﻞ ُﻣْﻨـ َﻘﻌ ٍﺮ “Sökülmüş hurma kütükleri” 72 ayetin de ise zamir ( )ﻫﻮdir. g. Zamirin merci ( )ﻛﻢise, zamir (')ﻛﻢmin lafzına veya manasına riayet ٍ “ ﻛﻢZiyarete kaç arkadaş geldi” edilerek (')ﻛﻢe râci olur. Mesela; ﺻﺪﻳﻖ ﻗﺪم ﻟﻠﺰ�رة denildiğinde (')ﻛﻢmin lafzına riayet edilerek zamir müfred müzekker oldu. ٍ ﻛﻢşeklinde Yine bu cümlede manaya riayet edilerek zamir, ﻗﺪﻣﻮا ﻟﻠﺰ�رة- ﺻﺪﻳﻖ ﻗﺪﻣﺎ müsenna ve cemi olabilir. Mesela; “ ﻛﻢ ﻃﺎﻟﺐ ﳒﺢKaç öğrenci başardı” cümlesinde lafza itibar ederek zamir müzekker; manaya itibar ederek ﻛﻢ ﻃﺎﻟﺐ ﳒﺤﺖzamiri müennes söylemek caizdir. Aynı şekilde manaya riayet ederek zamirin “ ﻛﻢ ”ﻃﺎﻟﺐ ﳒﺤﺘﺎ – ﳒﺤﻦşeklinde olması da caizdir. Yine ( - أي ّ - ﻛﻞ ّ - ﻣﺎ- َﻣﻦ- ﻛﻠﺘﺎ- )ﻛﻼkelimeleri de ( )ﻛﻢe benzeyen ve onun gibi amel eden edatlardır. ğ. Zamirin mercii kuvvet yönünden farklı iki kelime ise; zamir en kuvvetli olana râci olur. Kuvvet yönünden farklı olmasından maksat daha tanınmış ve daha meşhur olan mercie dönmesidir. Mesela; zamir alemden, alem ise ism-i işaretten daha maruftur. Aynı şekilde zamirler arasında da kuvvet açısında bir ayrım vardır. Mütekellim muhatabtan, muhatab ise gâibten daha ma'ruftur. 73 Mesela; iki kelimeden her ikisi de merci olmaya uygunsa sahih olan görüşe göre zamir muhatab değil mütekellim olur. Mesela; �“ أ� و أﻧﺖ ﺳﺎﻓﺮBen ve sen yola çıktık” şeklinde söylenmesi gerekir. أ� و أﻧﺖ ﺳﺎﻓﺮﲤﺎşeklinde söylenmez. Bu şekilde kullanım çok azdır. Yine iki merciin her ikisi de uygunsa muhatab gâibin önüne geçer ve zamir muhatab olur. Hakka, 69/7. 72 Kamer, 54/20. 73 İbn Kasım el-Murâdî, a.g.e., I/375; İbn Akîl, a.g.e., I/106. 71 |475| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE Mesela; “ أﻧﺖ و ﻫﻮ ذﻫﺒﺘﻤﺎSen ve o gittiniz” gibi. Aynı şekilde eğer her iki uygun merciden birisi zamir biri de alem ise zamirin mercii zamir olan kelimedir. Mesela; “ أ� و ﻋﻠﻲ أﻛﻠﻨﺎBen ve Ali yedik” gibi. Yine “ أ� أﻟﺬى ﺳﺎﻓﺮتBen yola çıktım” demek ( )أ� أﻟﺬى ﺳﺎﻓﺮdemekten daha iyidir. h. Zamirin mercii ( )اﻟﺮوحkelimesi gibi müzekker ve müennes olmaya elverişli ise; zamirin de müzekker ve müennes olması caizdir. Mesela; اﻟﺮوح ﻫﻲ “ ﻣﻦ أﺳﺮار اﻹﳍﻴﺔ ﱂ ﺗُﻌﺮف ﺣﻘﻴﻘﺘﻬﺎ ﺣﱴ اﻟﻴﻮمRuh, ilahi sırlardandır, bugüne kadar hakikati bilinmemiştir” şeklinde söylemek caiz olduğu gibi, اﻟﺮوح ﻫﻮ ﻣﻦ أﺳﺮار اﻹﳍﻴﺔ ﱂ ﺗُﻌﺮف ﺣﻘﻴﻘﺘﻪ ﺣﱴ اﻟﻴﻮمşeklinde söylemekte caizdir. Aynı şekilde burada gelen zamirlerin birinin müzekker birinin de müennes olması da caizdir. Mesela; اﻟﺮوح ﻫﻮ ﻣﻦ أﺳﺮار اﻹﳍﻴﺔ ﱂ ﺗُﻌﺮف ﺣﻘﻴﻘﺘﻬﺎ ﺣﱴ اﻟﻴﻮمgibi. Buraya kadar gördüğümüz bu maddeler ile alakalı Kur'ân'dan bir kaç örnek verelim. Mesela; ِ ِﱠ ِ ِ ٍ اﻪﻠﻟ ﻓَـﺒ ِّﺸﺮُﻫﻢ ﺑِﻌ َﺬ ﱠ اب أَﻟﻴﻢ ﺐ َواﻟ ِْﻔ ﱠ َ ْ ْ َ ﻀ َﺔ َوَﻻ ﻳُﻨﻔ ُﻘﻮﻧَـ َﻬﺎ ِﰲ َﺳﺒِ ِﻴﻞ ﱠ َ َواﻟﺬ َ ﻳﻦ ﻳَﻜْﻨُﺰو َن اﻟﺬ َﻫ 74 ٍ ِ “Altın ve gümüşü biriktirip onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!” ﱠ Ayete baktığımız da gâib zamirinin merci olabilecek (ﺐ )اﻟ ِْﻔ ﱠ َ )اﻟﺬ َﻫve (ﻀ َﺔ kelimelerinden biri müzekker diğeri ise müennestir. Burada gâib zamiri müfred müennes mercii kendisine en yakın olana dönmüştür. Buna benzer bir başka örnek de Bakara sûresi 45. ayettir. ِ ِ ْ ﺼ َﻼ ِة وإِﻧـﱠﻬﺎ ﻟَ َﻜﺒِﲑةٌ إِﱠﻻ ﻋﻠَﻰ ﲔ اﺳﺘَﻌِﻴﻨُﻮا ِﺎﺑﻟ ﱠ َ َ َ اﳋَﺎﺷﻌ ْ َو َ َ ﺼ ِْﱪ َواﻟ ﱠ “Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin.” Bu ayette yine zamir kendisine en yakın olan merci yani (ﺼ َﻼ ِة )اﻟ ﱠ kelimesine dönmüştür. |476| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Bütün bu kurallara rağmen ve Kur'ân-ı Kerim'de zamir ile mercii arasında bir uyumluk olduğunu gösteren örneklerin var olmasına rağmen gâib zamirinin kendisinden önce veya sonra gelen bir isimle her zaman mutabakat sağladığı söylenemez. Hatta zamirlerden öyleleri vardır ki 74 Tevbe, 3/34. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları metinde hiçbir şeyle mutabakat sağladığı söylenemez. Bu Kur'ân-ı Kerim'in kendine ait kullanma şeklidir. Kur'ân-ı Kerim'de geçen bu örnekleri kaidelere uydurmak için çaba sarf etmenin gereği yoktur. Bu konuda Mısırlı âlim Taha Hüseyin şöyle der: "Şunu itiraf etmek gerekir ki, şârihler ve dilciler, böyle pek çok metinleri gramer kaidesine uydurmak için, görülmemiş bir gayret sarf etmişlerdir. Başka türlü yapmak çaresi kalmayınca, kelimeleri takdir etmek ve onları icat etmek maharetini göstermişlerdir. Kendilerini eziyete sokmuşlar ve bazen bizzat metni altüst etmişlerdir. Ve bununla beraber mezkûr zamirler muannid bir halde kalmışlardır. Hal böyle iken Kur'ân-ı Kerim'in, bütün mevsûk şiir ve nesirlerden daha evvel Arap gramerine temel vazifesi gördüğünde şüphe yoktur. Gramer kaidelerinin takviyesi için zikredilmiş olan şiir metinlerinin, Kur'ân-ı Kerim'ce te'yid edilmiş böyle bir gramer kaidesinin şiir tarafından da te'yid edildiğini göstermek için ekseriya bir işten geçtikten sonra icat edilmiş oldukları intibaı da vardır. Hâlbuki üçüncü şahıs zamirlerinin hali büsbütün bunun aksine delildir. Bizi meşgul eden gramer kaidesi, şiirle tam mutabakat halindedir ama Kur'âni metinle hiç de uyuşmamaktadır. Bu defa, gramerciler, zamir kaidelerini koymak için Kur'ân'la meşgul olmaksızın yalnız şiire dayanmışlardır denebilir mi? Bu garip görünüyor. Daha garibi ise, bir başka mülahazanın nazar-ı itibare alınması hali: yani, kaide, yalnız şiir üzerine tatbik edilemez, fakat ister İslam'dan önce veya vahiyle muasır olsun, isterse Emeviler devrinin mahsulü bulunsun, bütün nesir metinlerine tatbik edilir. Demek Kur'ân, ama yalnız Kur'ân'dır ki gramercilerin dikkatli tahkikinden kaçmıştır?" 75 E. Kur'ân-ı Kerim'de Zamirlerin Mercii Kur'ân-ı Kerim'de zamirlerin merci, kanaatimizce önemli konulardan biridir. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi Kur'ân-ı Kerim İncil ve Tevrat gibi isimleri çok kullanmayıp bir defa kullandığı isimlerin yerine zamirleri kullanmaktadır. Bu Kur'ân-ı Kerim'in az sözle çok şey anlatma sanatı ile ilgili bir konudur. Bu şekilde zamirlerin çok kullanılması müfessirler ve dilciler tarafından zamirin merciinin belirlenmesi meselesini ortaya çıkarmaktadır. Zira ilk dönemlerde yaşayanlar zamirlerin merciini tespit etmekte sorun yaşamıyordu. Çünkü ilk dönemde yaşayan sahabe Kur'ân-ı Kerim'in nüzulüne şahit olmuş ve bizzat Kur'ân'ın bahsettiği konulara vakıf idiler. Aynı şekilde o dönemde yaşayan insanlar anlamadıkları konuları da bizzat 75 Taha Hüseyin, “Kur'ân-ı Kerim'de Şahıs Zamirlerinin İşaret Zamiri Olarak Kullanılması,” (çev. Mehmet Hatipoğlu), XVII Şarkiyatçılar Kongresinde Sunulmuş Tebliğ, AÜİF Dergisi, Ankara 1960, s. 149. |477| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sorup öğreniyorlardı. Ancak sahâbenin vefat etmesi, İslam coğrafyasının genişlemesi, Kur'ân-ı Kerim'le muhatap olan insan sayısının artması ve Araplar dışındaki kavimlerin Müslüman olmaya başlamaları neticesinde Kur'ân-ı Kerim'in bahsettiği birtakım konuların anlaşılması zorlaştı. Böyle bir zorlukla karşılaşan müfessirler ve dilciler Arap dilinin kaidelerini belirlediler. Belirlenen kaideler arasında zamirlerin mercileri de vardı. Ancak zamirlerin mercileri ile ilgili olan kaideler Kur'ân tarafından bazen ihlal edilince zamirlerin mercii müfessirler ve dilciler arasında bir problem haline gelmiştir. Yukarıda söylediğimiz gibi Kur'ân-ı Kerim bahsettiği muarızlarının isimlerini her defasında zikretmemiştir. Umumiyetle düşmanlarca olduğu kadar Müslümanlarca da gayet iyi tanınan kabile isimlerinin, kabile reislerinin ve diğer şahsiyetlerin yerine zamir kullanmak daha basit daha muˋcîz ve daha zarif idi. Kureyşliler, daha doğrusu reislerinden üç veya dördü Hz. Peygamber'e (s.a.s.) iğfâlkâr bir sual sorduklarında ve Kur'ân-ı Kerim buna cevap vermek istediğinde: Ebu Sufyân, Nadr İbn Haris, Ubeyy İbn Halef, Ebu Cehil ve filan mevzuda sana soran diğerleri; diyeceği yerde: "Onlar sana sorarlar..." demesi, daha yüksekten cevap vermek olurdu. Onlar zira gizlice değil bilakis umumi meydanda sorduklarına göre, herkes onları biliyordu. Yine Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'ye hicret ettiğinde ve Yahudilerin Hz. Peygamber’i (s.a.s.) sorularıyla taciz ettikleri zaman, Kur'ân-ı Kerim, cevabında, soranların isimlerini zikretmemiştir. Herkes bu şahısları görüyor, işitiyor ve tanıyor olduğu için, onların isimlerini zikretmek yerine zamirler ile iktifa edilmiştir. Ancak Kur'ân-ı Kerim bazen isimlendirilmesi gereken özel hüviyetleri de zikretmekten geri durmamıştır. Mesela; "Ehli Kitap sana şunu soruyor" veya "İnsanlar sana soruyorlar" gibi zamirlerin yerine isimlerin kullanılması da özel bir manaya delalet etmesinden dolayıdır. Yani “Ehli Kitap sana soruyor” denmesinde sadece Medine Yahudileri değil genel kapsamda diğer Ehli Kitabı da içine aldığını kabul etmek gerekir. Yine İnsanlar sana kıyamet hakkında soruyorlar dendiği zaman da sadece Mekke'de yaşayan insanlar değil diğer insanları da kapsadığını söylemek doğru olur.76 |478| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 76 Taha Hüseyin, a.g.t., s. 151. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları Daha önce söylediğimiz gibi zamirlerin mercii ile alakalı olarak belirlenen kuralların Kur'ân-Kerim'de bazı ayetlerde pek geçerli olduğu söylenmez. Bunlar maddeler halinde şu şekildedir. 77 -Tesniyeye müfred zamirin dönmesi: Mesela; ٌث َﻛ َﻼﻟَﺔً أ َْو ْاﻣَﺮأَة ُ َوإِ ْن َﻛﺎ َن َر ُﺟ ٌﻞ ﻳُ َﻮر ﺖ ٌ “ َوﻟَﻪُ أEğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı ٌ ُﺧ ْ َخ أ َْو أ halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız ِ kardeşi varsa”78 ayetinde ( ُ ) ﻟَﻪdeğil, ( ) َﳍُﻤﺎolması gerekirdi. Yine ﺐ َﺧ ِﻄﻴﺌَ ًﺔ ْ َوَﻣ ْﻦ ﻳَﻜْﺴ “ أ َْو إِْﲦًﺎ ﰒُﱠ ﻳَـْﺮِم ﺑِِﻪ ﺑَِﺮﻳﺌًﺎHer kim [kendini ilgilendiren] bir günah işlerse bunun zararı, vebali ancak kendine yönelik olur” 79 ayetinde ( )ﺑِ ِﻪyerine ( )ﻬﺑِِﻤﺎolması gerekirdi. ِ ﻀﻮا إﻟَْﻴﻬﺎ ّ “ َوإذا َراَواْ ِﲡَﺎرًة أ َْو َﳍْﻮاً اﻧْـ َﻔOnlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler”80 ayetinde ( )إﻟَْﻴﻬﺎyerine ( )إﻟَْﻴﻬﻤﺎdenmeliydi. -Çoğula tesniye zamirinin dönmesi: Çoğul isimlere tesniye zamiri dönebilir.ﻚ اﻟﺴﻤﻮات واﻷرض وﻣﺎ ﺑَـْﻴـﻨَﻬﻤﺎ ُ “ وﻪﻠﻟ ُﻣ ْﻠGöklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir” 81 ayetinde "semâvât" çoğul, "arz" ise tekildir. Fakat bunlara dönen zamir tesniye olmuştur. ِﱠ - Müfred müzekker isme müfred müennes zamirin dönmesi: ﻳﻦ ﻳَِﺮﺛُﻮ َن َ اﻟﺬ ِ 82 س ﻫﻢ ﻓِﻴﻬﺎ َﺧﺎﻟِ ُﺪو َن َ “ اﻟﻔْﺮَد ْوFirdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar” ayetinde "firdevs" müzekker olmasına rağmen bu kelime için ( )ﻫﺎmüennes zamiri kullanılmıştır. - Müfred müzekker isme çoğul zamirle hitâb: رب ُ َﺣ َﺪ ُﻫ ُﻢ اﳌ ْﻮ ِّ ت ﻗﺎل َ َﺣ ﱠﱴ إذا َﺟﺎء أ َ ِ “ أَرِﺟﻌNihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim!, beni geri ﻮن ُ ْ gönder der”83 ayetinde Rabbe çoğul zamirle seslenilmiştir. 82F 77 Soner Gündüzöz, “Kur'ân'da Yerleşik Gramer Kurallarına Aykırı Dil Yapıları ve Kur'ân'ın Lehçe Haritaları Üzerine Bir İnceleme II,” Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 7, Güz 2002. s. 82-86. 78 Nisâ, 4/12. 79 Nisâ, 4/112. 80 Cuma, 62/11. 81 Mâide, 5/17. 82 Mü'minûn, 23/11. 83 Mü'minûn, 23/99. |479| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE -Müfred müennes isme müfred müzekker zamirin dönmesi: ﺖ َ َوﻣْﺮََﱘ اﺑْـﻨ َ ِ ِ ِ …ﺖ ﻓَـْﺮ َﺟﻬﺎ ﻓَـﻨَـ َﻔ ْﺨﻨﺎ ﻓﻴﻪ ﻣﻦ ُروﺣﻨﺎ ْ َﺼﻨ ْ “ ﻋ ْﻤَﺮا َن اﻟﱵ أİffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i َ َﺣ de... Biz, ona ruhumuzdan üfledik...” 84 ayetinde ( )ﻓِ ِﻴﻪde "Meryem" için müzekker "hu" gâib zamiri kullanılmıştır. -Mükesser çoğul isme müfred müzekker zamirin dönmesi: ﻟِﻴَﺄْ ُﻛﻠُﻮا ِﻣ ْﻦ ﲦََِﺮِﻩ “ َوَﻣﺎ َﻋ ِﻤﻠَْﺘﻪُ أَﻳْ ِﺪﻳ ِﻬ ْﻢ أَﻓَ َﻼ ﻳَ ْﺸ ُﻜُﺮو َنTa ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâlâ şükretmeyecekler mi?”85 ayetinde geçen müzekker "hu" gâib zamiri hurma bahçelerini ve üzüm bağlarını ifade etmek için getirilmiştir. 84F -Tesniye yerine ceminin kullanılması: Mesela; ﺴﺎ ِرﻗَﺔُ ﻓَﺎْﻗْﻄَﻌُﻮا أﻳْ ِﺪﻳﻬﻤﺎ واﻟ ﱠﺴﺎ ِر ُق و اﻟ ﱠ “Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesin”86 ayetinde ( )اﻳَ َﺪﻳْ ِﻬﻤﺎdenmeyip çoğul ( )أﻳْ ِﺪﻳﻬﻤﺎkelimesi kullanılmıştır. -Özne, tesniye olmasına rağmen fiilin cemi olarak gelmesi: Tesniye ِ yerinde çoğul zamiri kullanılabilir. Örneğin اب ْ ُ“ َوَﻫ ْﻞ أ ََﺎﺗ َك ﻧـَﺒَﺄSana ْ َاﳋ َ ﺼ ِﻢ إِ ْذ ﺗَ َﺴ ﱠﻮُروا اﻟْﻤ ْﺤَﺮ hasımların haberi ulaştı mı? Mâbedin duvarına tırmanmışlardı” 87 ayetinde ِ hasımların tapınağa tırmandıkları (اب َ ) ﺗَ َﺴ ﱠﻮُروا اﳌ ْﺤَﺮşeklinde çoğul kalıpta ifade ِ )ﺧﺼﻤkelimesi ile bunların iki hasım edilirken ondan sonra gelen ayette (ﺎن َْ َ oldukları söylenmektedir. Konuyu fazla uzatmamak amaçlı bu kadar madde ve örnekle yetinmek istiyoruz. 88 Kur'ân-ı Kerim'de bu yerleşik kurallara aykırı ayetlerin olmasından dolayı müfessirlerimiz, zamirlerin merciini doğru tespit edememe kaygısı yaşamışlardır. Bundan kaynaklı yine Kur'ân-ı Kerim mealleri yapan araştırmacılar da bu konuda sıkıntı yaşamışlardır. Biz de bu konuda Bakara suresi 36. Ayette geçen gâib zamirinin merciinin tespit edilmesinde müfessirler arasında görüş ayrılıkları ve bu ayrılıkların meallere yansımalarından bahsedeceğiz. |480| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Tahrîm, 66/12. Yasin, 36/35. 86 Mâide,5/38. 87 Sâˋd, 38/21. 88 Daha fazla bilgi için bkz., Gündüzöz, a.g.m., s. 82-86. 84 85 Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları F. Bakara 36. Ayetteki Gaib Zamirinin Mercii Hakkındaki Görüşler Bakara 36. Ayet şöyledir: ِ ِِ ِ ﺾ َﻋ ُﺪ ﱞو َوﻟَ ُﻜ ْﻢ ِﰲ ْاﻷ َْر ٍ ﻀ ُﻜ ْﻢ ﻟِﺒَـ ْﻌ ٌض ُﻣ ْﺴﺘَـ َﻘﱞﺮ َوَﻣﺘَﺎع ُ َﺧَﺮ َﺟ ُﻬ َﻤﺎ ﳑﱠﺎ َﻛ َﺎ� ﻓﻴﻪ َوﻗُـ ْﻠﻨَﺎ ْاﻫﺒِﻄُﻮا ﺑَـ ْﻌ ْ ﻓَﺄ ََزﱠﳍَُﻤﺎ اﻟﺸْﱠﻴﻄَﺎ ُن َﻋْﻨـ َﻬﺎ ﻓَﺄ ٍ إِ َﱃ ِﺣ ﲔ “Şeytan onların ayaklarını yenmesi yasak olan ağaçtan dolayı kaydırdı ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: ‘Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır’ dedik.” Bu ayet hakkında iki farklı kıraat olduğu, Hamza kıraatinde ()أزاﳍﻤﺎ şeklinde okunduğunu ve cumhurun ise ( )أزّﳍﻤﺎşeklinde okuduğunu tefsir kaynaklarından öğreniyoruz. 89 (زل ّ ) kelimesi ayağı kaymak, hata yapmak 90 gibi manalara gelir. (أزل ّ ) kelimesi ise bu kökün tefˋîl babından olup kaydırmak, yanlışa sevk ettirmek, hata yaptırmak gibi manalara gelir. Bu ayette (أزل ّ ) kelimesi iki manaya gelme ihtimali vardır. İlk olarak o ikisinin zilletinin ortaya çıkması, ikinci olarak ise uzaklaştırılmaları manaları söz konusudur. 91 90F Bu ayette geçen ( )ﻋﻦharf-i cerine muttasıl olarak gelen (" )ﻫﺎha" gâib zamirinin mercii hakkında kronolojik açıdan ilk tefsir kabul edilen 92 Mukatil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) eserinde, buradaki "ha" zamirinin merciinin itâat, boyun eğmek olduğu söylenmiştir. 93 Yani şeytan onları itâat etmekten ve boyun eğmekten alıkoydu. İbn Cerir et-Taberî, (ö. 310/923) “Câmiu’l91F 92F Ebu Leys Nasr b. Muhammed İbrahim es- Semarkandî, Bahru'l-Ulûm, thk. Ali Muhammed Muavved-Adil Ahmed Abdulmevcûd ve Zekeriyya Abdulmecîd, Dâru'lKütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1993, I/111; Ebu Muzaffer es-Semʿânî, Tefsiru'l-Kur'ân, thk. Yasîr b. İbrahim ve Ğanîm b. Abbas b. Ğanîm, Dâru'l-Vatan, Riyad 1997, I/69; Ebu Abbas Şihâbuddîn el-Halebî, ed-Durrü'l-Mesûn fi Ulumi'l-Kitâbi'l-Meknûn, thk. Ahmet Muhammed el-Hirât, Dâru'l-Kalem, Dimeşk trs., I/287; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, Dâru İbn Kesîr, Dimeşk 1993, I/80; Muhammed Reşid Rıza, Tefsiru'l-Menâr, Hey'etü'l-Mısrıyyeti'l-Amme li'l-Kitâb, Mısır 1990, I/231. 90 Muhammed b. Ahmed b. el-Ezherî, Tehzibu'l-Lüğa, thk. Muhammed Avd Murʿib, Dâru İhyai't-Türâsi'l-Arab, Beyrut 2001, XIII/114. 91 Muhyiddîn Mustafa ed-Derviş, ˋİrâbu'l-Kur'ân ve Beyânuhu, Dâru İbn Kesir, Dimeşk 1994, I/84. 92 Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, MÜİFV. yay., İstanbul 2008, s. 106. 93Mukatil b. Süleyman, Tefsiru Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah Mahmut Şehhâte, Dâru İhyâi't-Türâs, Beyrut 2002, I/99. 89 |481| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE Beyân an Tev’ilu Ayi’l-Kur'ân” adlı tefsirinde buradaki "ha" gâib zamirinin merciinin başkaldırma ve masiyet olduğunu söylemiştir. 94 ez-Zemahşerî, (ö. 538/1144) "el-Keşşâf " adlı esrinde bu zamirin merciinin ağaç ()اﻟﺸﺠﺮة olduğunu söyleyip, şeytanın onların ayaklarını ağaçtan dolayı kaydırdığını söyler. 95 İbn Atiyye (ö. 542/1148) "el-Muharreru'l-Vecîz" adlı eserinde buradaki "ha" gâib zamirinin merciinin ( )أزﳍﻤﺎolarak okuyanların kıraatinde ağaç ( )اﻟﺸﺠﺮةolduğunu söylemiştir. Ancak zamirin cennete ( )اﳉﻨﺔdönme ihtimali de vardır. ( )أزاﳍﻤﺎolarak okuyanların kıraatinde ise sadece cennete döneceğini söylemiştir. 96 Yine İbnu’l-Cevzi’nin (ö. 597/1200) "Zâdu’l-Mesîr" adlı tefsir kaynağında buradaki "ha" gâib zamirinin üç şeye râci olabileceğinin rivayet edildiğini söylemiştir. İlk olarak cennet ( )اﳉﻨﺔ, ikinci olarak itâat ()إﻃﺎﻋﺔ, üçüncü olarak ise ağaç ( )اﻟﺸﺠﺮةkelimesinin "ha" gâib zamirinin mercii olabileceğinin rivayet edildiğini söylemiştir. 97 en-Nesefi (ö. 710/1310) "Medârikü't-Tenzîl" adlı tefsirin de buradaki "ha" gâib zamirinin merciinin ağaç olduğunu, yani şeytanın ağaçtan dolayı onların ayağını kaydırdığını söylemiştir. Veya zamirin mercii cennet olup; yani şeytanın onlardan cenneti giderdiğini ve uzaklaştırdığını söylemiştir. 98 Alûsî (ö. 1270/1853) "Rûhu'l-Meânî" adlı tefsirinde; buradaki "ha" gâib zamirinin ağaç kelimesine döneceğini söylemiştir. Alûsî ayağın kaymasının yanılmayı gerektirdiğini, o zaman da zamirin ağaca dönmesi caiz olmakla beraber cennete döneceğini söylemiştir. Veya manadan anlaşılan itâat kelimesine döner demiştir. 99 İbn Âşûr (ö. 1393/1973) ise; "et-Tahrîr ve’t-Tenvîr" adlı eserinde "ha" gâib zamirinin merciinin ağaç kelimesine dönmesinin caiz olduğunu çünkü ona en yakın merciinin ağaç olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde ayağının kayması ve cennetten çıkarılmalarının sebebini, bu zamirin 96F 97F 98F |482| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 94Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi,, Camiu’l-Beyân an Te'vilu Ayi'l-Kur'ân, thk. Mahmud Muhammed Şakir ve Ahmed Muhammed Şakir, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire trs., I/536. 95Ebu Kasım ez-Zemahşeri, el-Keşşâf, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1987, I/127. 96 Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib b. Abdirrahmân İbn Atiyye el-Endulüsî, elMuharreru'l-Vecîz fi'l-Kitâbi'l-Azîz, thk. Abdusselâm Abduşşâfî Muhammed, Dâru'lKütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2001, I/129. 97Cemaluddin Ebû Ferec İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, thk. Abdurrezzâk elMehdî, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 2001, I/56. 98 Ebu'l-Berakât Hafizuddîn en-Nesefî, Medâriku't-Tenzil ve Hakâiku't-Te'vîl, thk. Yusuf Ali Bedyuvî, Dâru'l-Kelime't-Tayyib, Beyrut 1998, I/81. 99 Şihâbuddîn Mahmud b. Abdullah el-Hüseynî el-Alûsî, Ruhu'l-Meânî fi Tefsiri'l-Kur'âni'lAzim ve Sebaʿ Mesânî, thk. Ali Abdullah el-Bârî Atiyye, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1994, I/237. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları mercii açıklamaktadır demiştir. 100 Son olarak şöyle denebilir ki; (' )ﻋﻨﻬﺎdaki "ha" gâib zamiri önceki fiille alakalı bir kelimedir. Eğer "ha" gâib zamirinin merciini ağaç kelimesi kabul edersek burada ( )ﻋﻦharfi ceri sebep bildirir. Yani ağaçtan dolayı o ikisinin ayağı kaydı zillete uğradılar. Aynı şekilde bir önceki 35. ayette zahir olarak geçen cennet kelimesine de "ha" zamirinin dönmesi caizdir. Zamirin merciini itâat ()إﻃﺎﻋﺔ, hal ( )اﳊﺎﻟﺔve göğe ()اﻟﺴﻤﺎء dönmesi ile alakalı görüşler olsa da öncesinde bunlara delalet edecek bir delil olmadığı için uzak bir ihtimaldir. 101 10F Netice olarak birçok tefsirde "ha" gâib zamirinin mercii cennet, ağaç ve itâat üçgeninde dönmektedir. 102 Yine bazı kaynaklarda buradaki "ha" gâib zamirinin mercii, manevi olarak takdir edilmiş ve içinde bulunulan durum ve hal olduğu söylenip, şeytanın onların ayaklarını o durumdan kaydırdığını söylemişler. 103 Kanaatimizce de buradaki "ha" gâib zamirinin mercii ağaç kelimesidir. Çünkü gramer kaideleri ve mana esas alınınca en uygun mercii ağaç kelimesidir. Mana bakımından ( )ﻋﻦharfi ceri sebep bildiren harfi cer ِ kabul edilip ağaçtan dolayı (ﺎ� ﻓِ ِﻴﻪ َ )ﻓَﺄَ ْﺧَﺮ َﺟ ُﻬ َﻤﺎ ﳑﱠﺎ َﻛbulundukları yerden yani cennetten çıkarıldılar. Çünkü önceki ayetlerden de anlaşılacağı üzere o ağacın meyvesinden yemeleri kendileri yasaklanmıştı. Şeytan da ağaçtan yemelerini bir şekilde sağlayıp onları o ağaçtan dolayı zillete uğrattı. Gramer bakımından bakacak olursak söz konusu gâib zamirine "zamir en yakın mercie döner" kaidesince en yakın merci olarak bir önceki ayette geçen ağaç kelimesine dönmesi en uygun olandır. G. Bakara 36. Ayetin Meallerdeki Yansımaları "Ha" gâib zamirinin merciinin meallerimize yansımasına geldiğimizde bu ayete mealcilerimizin nasıl anlam verdiklerine bakmak gerekir. Mealler arasında farklılar mealcilerin Arapça düzeyi ile ilişkili olmasının yanında az da olsa bunun dışında, bağlı olduğu mezhep ve tarikat doğrultusunda meal yapmak, ayetleri günümüze ve bilime uygun hale getirmeye çalışmak, ayetlerden mucize çıkarmaya çalışmak, çelişkili, akıl ve bilimdışı görülen ayetleri farklı yansıtmaya çalışmak, reformist düşünceler nedeniyle ayetleri Tahir b. Muhammed İbn Âşûr et-Tûnisî, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru'tTûnisiyye, Tunus 1984, I/433. 101 el-Halebî, a.g.e., I/287. 102 el-Beydâvî, a.g.e., I/72; eş-Şevkânî, a.g.e., I/80; Muhammed Reşid Rıza, a.g.e., I/231; Ahmet b. Mustafa el-Merâğî, Tefsiru'l-Merâğî, Matbaâtu Mustafâ, Mısır 1946, I/91. 103 Ebu Zeraʿ İbn Zencelî, Hüccetü'l-Kıraât, thk. Saîd el-Afgânî, Dâru'r-Risâle, Müessesetü'rRisâle, Beyrut 1997, s. 94. ed-Derviş, a.g.e., I/86. 100Muhammed |483| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE farklı yansıtmak, ayetleri şiddet dışı ve hoşgörülü göstermeye çalışmak ve ayetleri şiddete yönelik ve hoşgörüsüz göstermeye çalışmak gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Şimdi belli başlı meallerde Bakara 36. Ayetin mealinin nasıl ele alındığına bakalım: Türkiye'de yapılan belli başlı meallerde Bakara 36. ayetteki "ha" gâib zamirinin mercii ile alakalı mealcilerin bir kısmı bu zamirin merciini "oradan" kelimesi ile açıklamışlardır. "Oradan" kelimesi hiçbir mealde parantez içinde dahi açıklığa kavuşturulmamıştır. Ancak bu kelime ile maksadın cennet olduğu kanaatindeyiz. Dolayısıyla bu meallerde zamirin mercii cennet olarak kabul edilmiştir. Meallerin bir kısmında ise yapılan çevirilerden anlaşılan ( )ﻓَﺄ ََزﱠﳍَُﻤﺎ اﻟﺸْﱠﻴﻄَﺎ ُن َﻋْﻨـ َﻬﺎcümlesinde ( )ﻋﻦharfi ceri sebep bildiren harfi cer kabul edilmiş ve ona göre çeviri yapılmıştır. Dolayısıyla bu çevirilerde "ha" gâib zamirinin mercii ya önceki ayette geçen ( )اﻟﺸﺠﺮةağaç kelimesi kabul edilmiş ya da manadan anlaşılan itâat ( )إﻃﺎﻋﺔolarak kabul ِ َ )وَﻻ ﺗَـ ْﻘﺮﺎﺑ ﻫ ِﺬ ِﻩ اﻟﺸﱠﺠﺮَة ﻓَـﺘ ُﻜbuyurmasına rağmen ِِ edilmiştir. Yani Allah'ın (ﲔ َ ََ َ ﻮ� ﻣ ْﻦ اﻟﻈﱠﺎﻟﻤ َ ََ َ ağaçtan meyve yemeleri onların bulundukları yerden ayaklarının kaymasına sebep olmuş. Bir kısım meallerde ise "ha" gâib zamirinin ne kendisinden ne de merciinden bahsedilmiştir. Bakara 36. ayetteki "ha" gâib zamirini "oradan" olarak çeviren mealler şöyledir; -Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır; "Bunun üzerine şeytan onları(n ayağını) oradan kaydırdı, içinde bulundukları (cennet yurdu)ndan çıkardı. Biz de: 'Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir nasib vardır.' dedik." Bu ayetin mealine bakıldığında "ha" gâib zamirinin merciine "oradan" kelimesi karşılık gelmektedir. Oradan ile maksat ile ilk akla gelen cennet kelimedir. Ancak Elmalılı tefsirin de; Şeytan ikisini de o ağaç yüzünden ayağını kaydırdı yahut ikisini de Cennetten kaydırdı demektedir. 104 Yani ağaç kelimesi de merci olabilmektedir. Bu kapalılıktan dolayı ayette gâib zamir "oradan" kelimesi ile karşılık verilip muğlâk bir şekilde bırakılmıştır. |484| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 -Abdülbaki Gölpınarlı; "Şeytansa oradan onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları makamdan çıkarıverdi. Dedik ki: Bazınız, bazınıza düşman olarak inin buradan. Bir zamana kadar yeryüzünde oturmanız, oradan rızıklanmanız mukadder." şeklinde meal vermiştir. 104 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul 1971, I/324. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları -Diyanet İşleri Başkanlığı (Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay) mealinde bu ayet; " Şeytan onları oradan kaydırdı, onları bulundukları yerden çıkardı. Onlara: 'Haydi birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz' dedik." şeklinde çevrilmiştir. -Süleyman Ateş; "Derken şeytan onlar(ın ayağın)ı oradan kaydırdı, içinde bulundukları (nimet yurdu)ndan çıkardı. (Biz de) dedik ki: 'Birbirinize düşman olarak inin. Sizin, yeryüzünde kalıp bir süre yaşamanız lazımdır" şeklinde meal verilmiştir. Bu çeviriye bakıldığında da "ha" zamirine karşılık olarak "oradan" kelimesi kullanılmıştır. -Ali Bulaç; "Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: 'Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır' dedik" şeklinde meal verip "ha" gâib zamirinin merci için "oradan" kelimesini kullanmıştır. -Gültekin Onan; "Şeytan, onları oradan kaydırıp bulundukları yerden çıkarttı. Nihayet, 'Birbirinize düşman olarak aşağı inin. Yeryüzünde belli bir süre kalıp yaşayacaksınız' dedik" şeklinde meal verilip yine "ha" zamirinin merciine karşılık olarak "oradan" kelimesi kullanılmıştır. -Hasan Basri Çantay; "Bunun üzerine Şeytan onları (n ayağını) oradan kaydırıp içinde bulunduklarından (onun ni'metlerinden) onları çıkarıvermiş (mahrum edivermiş) di. Biz de: 'Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde sizin için bir vakte (ömrünüzün sonuna) kadar durak ve faidelenecek şey vardır' demiştik" şeklinde meal vererek burada "ha" zamirine karşılık olarak “oradan” kelimesini kullanmıştır. Bakara 36. ayetteki "ha" gâib zamirine muttasıl olarak gelen ( )ﻋﻦharfi cerini sebep bildiren harfi cer olarak kabul eden ve ona göre çeviri yapan mealler şöyledir; -Mustafa Öztürk; "Ne var ki şeytan [yasak ağacın meyvesinden yemelerini sağlayarak] Âdem’i ve eşini yanılttı. Böylece onların meşakkatsiz/sıkıntısız yaşantılarının son bulmasına sebep oldu. Bunun üzerine Âdem’e, eşine ve şeytana şöyle buyurduk: 'Birbirinize düşman olarak orayı terk edin. Bundan böyle siz insanlar çoğalıp yeryüzüne dağılacak ve sınırlı süreli ömrünüz boyunca orada hayat mücadelesi vereceksiniz." şeklinde meal vermiştir. Bu çeviride "ha" gâib zamirinin mercii ilk bakışta olmadığı görülse de parantez içinde "yasak ağacın meyvesinden yemelerini sağlayarak" verilen kısım zamirin merciine bir delalet olabilir. Öyle ki yasak ağacın meyvesini |485| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE yemelerinden dolayı şeytan onları yanıttı. Buradaki ( )ﻋﻦharfi ceri bu çeviriye göre sebep bildiren harfi cer olup; "ha" gâib zamirinin mercii ise ağaç veya manadan anlaşılan itâat olarak kabul edilebilir. -Ahmet Tekin; "Şeytan, Adem ile eşini Cennetten uzaklaştırmak için, onları kusur işlemeye sevk etti. Bulundukları konumdan, Cennet nimetleri ve imkânları içinden onları çıkardı. Bunun üzerine: 'buradan ilişiğinizi keserek yeryüzüne göç edin. Birbirinize düşmanlığınız devam edecek. Yeryüzünde bir vakte kadar sizin için bir yaşama yeri, bir barınak ve kısmetiniz, nasibiniz var' dedik" şeklinde meal vermiştir. "Cennetten uzaklaştırmak için" şeklinde ifade ederek ( )ﻋﻦharfi cerinin sebep için olduğuna değinilmiştir. Dolayısıyla çeviriden anlaşılan kusur işlemeye yani başkaldırmaya sevk ettiğinden dolayı zamirin mercii manadan anlaşılan itâat olarak düşünülebilir. -Ali Ünal; "(Kibir ve gururuna yenik düşerek Allah’ın emrine isyanla küfrünü ortaya koyan ve hem İlâhî huzur ve rahmetten, hem de cennetten kovulup insana da düşman kesilen) şeytan, (daha önce kendisine karşı uyarmamıza rağmen Âdem’e ve eşine yasaklanmış ağaçtan tattırarak ayaklarını kaydırdı ve onları içinde bulundukları halden ve yerden çıkardı. Biz de, 'İnin, artık kiminiz kiminize düşmansınız (ve böyle bir hayat süreceksiniz. Zaten içindeki her şey sizin için yaratılmış bulunan ve orada hilâfetiniz takdirim olan) yeryüzünde belli bir süreye kadar mesken tutup kalacak ve oradan tam yararlanacaksınız.' dedik" şeklinde meal verilip ( )ﻋﻦharfi ceri sebep bildirin harfi cer kabul edilip o şekilde çeviri yapılmıştır. Dolayısıyla çeviriden anlaşılan "ha" gâib zamirin mercii yasaklanan meyveden yemeleri yani İbn Cerir et-Taberî (ö. 310/923) belirttiği gibi 105 itâat ve masiyet düşünülebilir. 104F Bakara 36. ayetteki "ha" gâib zamirinden ve merciinden hiç bahsetmeyen mealler şöyledir; |486| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 -Suat Yıldırım; "Derken Şeytan onların ayaklarını kaydırarak içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı. Biz de: 'Haydi, dedik, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin. Siz orada belirli bir süre ikamet edip yararlanacaksınız." şeklinde meal vermiştir. Bu çeviriye bakıldığında "ha" gâib zamirinin merciinin ayetin çevirisinde olmadığı görülecektir. Şeytan onların ayaklarını nerden ve ne sebeple kaydırdığına dair ayetin asıl metnin de var olmasına rağmen "ha" gâib zamiri bu çeviride dikkate alınmamıştır. 105 et-Taberî, a.g.e., I/536. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları Muhammed Esed; "Ama Şeytan orada ikisini de yoldan çıkardı ve böylece sahip oldukları konumu yitirmelerine sebep oldu. Bu yüzden Biz: 'İnin, (bundan böyle) kiminiz kiminize düşman olarak yaşayın ve yeryüzünü bir müddet için mesken edinip orada geçiminizi sağlayın!' dedik " şeklinde meal vererek " ha" gâib zamirinden bahsetmemiştir. Ömer Nasuhi Bilmen; "İmdi, Şeytan Âdem ile Havva'yı cennetten kaydırdı. Oradaki nimetlerden çıkarıp uzaklaştırdı. Biz de dedik ki: 'Bazınız bazınıza düşman olmak üzere yeryüzüne ininiz, sizin için yeryüzünde bir vakte kadar bir karar ve bir nasip vardır" şeklinde meal vererek yine bu zamirden bahsetmemiştir. Netice de denilebilir ki; Bakara 36. ayetteki "ha" gâib zamirinin mercii olarak ya oradan kelimesi kullanılıp bu zamirin merci muğlak bir şekilde bırakılmıştır. Ya gâib zamirine muttasıl olarak gelen ( )ﻋﻦharfi ceri sebep bildiren harfi cer kabul edilmiş ve "ha" gâib zamirinin mercii “ağaç” veya manadan anlaşılan “başkaldırı” olarak kabul edilmiştir. Ya da bu ayetteki "ha" gâib zamirinden hiç bahsedilmemiştir. Bütün bu ihtimallere bakıldığında; anlaşılır ve tam manasıyla istenilen bir çevirinin söz konusu olmaması ve mealler arasında farklılıkların olması elbette ki Arap Dili ile alakalı bir meseledir. Gerek meallerde ve gerekse daha önce açıkladığımız tefsir kaynakların söz konusu ayetteki "ha" gâib zamirinin mercii ile alakalı ortak bir kanaatin de olmaması bu ayetin söz konusu bütün ihtimallere açık olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak yapılan meallerde bu ayetin mercii daha açık ve de sade bir şekilde yapılması da mümkündür. "Oradan" kelimesi yerine "cennet" kelimesi veya bu zamirin merciinin çok düşük bir ihtimal olmasına rağmen "gök" kelimesi kullanılabilirdi. Mesela; "Şeytan onların ayaklarını cennetten kaydırdı" veya " Şeytan onların ayaklarını gökten kaydırdı " şeklinde meal vermek daha açık ve anlaşılır olacağı kanaatindeyiz. Yine söz konusu zamirin merciini "ağaç" olarak düşünenler için de -ki bizim kanaatimiz de bu zamirin merciinin ağaç olduğu yönündedir- "Şeytan onların ayaklarını ağaçtan dolayı kaydırdı"; aynı şekilde merciin manadan anlaşılan itâat olması halinde de "İtâatten dolayı şeytan onların ayaklarını kaydırdı" şeklinde düşünülebilir. Sonuç Arap Dilinde zamirler önemli bir yer tutmaktadır. İsmin yerine kullanılan zamirler cümledeki konumuna göre muttasıl ve munfasıl olarak birtakım kısımlara ayrılırlar. Zamirlerin ismin yerine kullanılması bu zamirlerin hangi isme delalet ettiklerini de önemli bir mesele haline |487| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE getirmektedir. Birinci şahsın konuşan kişi olması ikinci şahsın da karşındaki kişi olmasından dolayı delalet ettikleri isimlerin bariz olmaktadır. Ancak üçüncü şahıs olan gâib zamirinin delalet ettiği isim her zaman bariz olmamaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de de zamirler çok kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerim eşsiz belağatı ve veciz olmasından dolayı gereksiz uzatmalardan ve kullanımlardan sakınmıştır. Bundan dolayı birçok yerde isimler yerine zamirleri kullanmayı tercih etmiştir. Özellikle de gâib zamiri Kur'ân-ı Kerim'de en çok kullanılan zamir olmuştur. Gâib zamirinin çok kullanılması bu zamirlerin delalet ettiği isimlerin tespit edilmesi konusunda bir problem oluşturmuş. Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde yaşayan vahyin ilk muhatapları vahyin inişine şahit olduklarından ve Hz. Peygamber'e (s.a.s.) anlamadıkları şeyleri sorduklarından dolayı böyle bir sorun yaşamıyorlardı. Ancak zamanla Kur'ân-ı Kerim'i anlamaya çalışan müfessirler gâib zamirlerinin mercilerini belirlemede problemler yaşamaya başladılar. Her ne kadar dilciler zamirlerin mercilerini tespit etmede birtakım kaideler belirlemiş olsalar da Kur’ân-ı Kerim’de bu kaidelere aykırı örnekler mevcuttu. Böyle olunca gerek müfessirler gerekse dilciler gâib zamirinin merciini doğru tespit etme kaygısına düştüler. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim'de bazı ayetlerinde var olan gâib zamirleri ile alakalı farklı anlayışlar ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu farklı anlayışlar meallerimize yansıdı. Yapılan meallerde Kur'ân-ı Kerim'de var olan gâib zamirlerinin mercileri hakkında farklı anlayışlar bir ayete farklı manalara gelebilecek mealler verilmesine sebep oldu. |488| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Bakara 36. ayetteki "ha" gâib zamirinin mercii ile ilgili müfessirler farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bunlardan bir kısmı bu zamirin merciini "itâat" olduğunu, yani Adem ve Havva'nın (a.s.) Allah'ın yasaklamış olduğu bir şeyi çiğneyip itâat etmediklerinden dolayı şeytan onların ayaklarını kaydırdığını söylemişlerdir. Bir kısmı, Adem ile Havva'nın (a.s.) cennette oldukları ancak şeytanın onları kandırıp cennetten ayaklarını kaydırdığı için bu zamirin merciinin "cennet" olduğunu söylemişlerdir. Bir kısmı bir önceki ayette geçen "ağaç" kelimesinin en yakın merci olduğunu ve "ha" gâib zamirine muttasıl olan ( )ﻋﻦharfi cerinin de sebep bildirmesinden dolayı buradaki "ha" gâib zamirinin merciinin ağaç olduğunu söylemişler. Bir kısım müfessir de buradaki "ha" gâib zamirinin merciinin manadan anlaşılan içinde bulunulan durum "hal" olduğunu bir kısmı da yine "gök" (sema) olduğunu söylemişlerdir. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları Bütün bu anlayışlar neticesinde bu ayet hakkında yapılan meallere bakıldığında buradaki "ha" zamirinin mercii birçok mealde "oradan" kelime ile açıklanmıştır. Yani "Şeytan onları oradan kaydırdı" şeklinde meal verilmiştir. Bir kısım mealde ise ayette var olan ( )ﻋﻦharfi ceri sebep bildiren harfi cer kabul edilmiş ve zamirin mercii ya ağaç kabul edilip, yani "Şeytan onları ağaçtan dolayı kaydırdı"; ya da itâat kabul edilmiş yani "Şeytan onları itaatten dolayı kaydırdı" şeklinde yaklaşık anlamalar verilmiştir. Farklı meallerin verilmesi bu zamirin muhtemel mercilere dönme imkânının bulunmasındandır. Ancak bu mealler biraz daha anlaşılır olması da mümkündür. Mesela "oradan" yerine "cennetten" ifadesi kullanılması gibi. Netice olarak Kur'ân-ı Kerim'deki zamirlerin mercileri müfessirler ve dilciler arasında problem haline gelmiştir. Dolayısıyla Kur'ân- Kerim tercümelerinde bunun yansımaları görülmektedir. KAYNAKÇA ABBAS HASAN, en-Nahvu'l-Vâfi, Dâru'l-Meârif, Mısır trs. ABDULHÂMİD, Muhammed Muhyiddîn, et-Tuhfetu's-Seniyye, Şifa yay., İstanbul 2014. AYDIN, İsmail Kur’ân Mübhemleri Olarak Zamirler, Tibyan yay. İzmir 2012. el-ALÛSÎ, Şihâbuddîn Mahmud b. Abdullah el-Hüseynî, Ruhu'l-Meânî fi Tefsiri'l-Kur'âni'l-Azim ve Sebaʿ Mesânî, thk. Ali Abdullah el-Bârî Atiyye, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1994. el-ANTÂKÎ, Muhammed, el-Muhit fi Esvâtı'l-Arabiyye, Dâru'ş-Şerki'l-Arabî, Beyrut trs. el-BEĞAVÎ, Hüseyn b. Mes’ûd b. Muhammed el-Ferrâ, Meâlimi't-Tenzîl fi Tefsiri'l-Kur'ân, thk. Abdurrezzak el-Mehdî, Dâru İhyai’t-Türasi'lArabî, Beyrut 2000. EL-BEYDÂVÎ, Nâsiruddin Ebu Saîd, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Tev'îl, Thk., Muhammed Abdurrahman Maraşlî, Dâru İhyâu't-Türâsı'l-Arabî, Bayrut 1997. ÇIKAR, Mehmet Şirin, “Arap Gramer İlminde Zamir/Adılın Zikri Konusu Üzerine,” Oş Devlet Üniversite İlahiyat Fakültesi Dergisi, 14-15. sayı, 2011. ÇÖRTÜ, Mustafa Meral, Sarf-Nahiv Edatlar, MÜİFV yay., İstanbul 2014. |489| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE DEMİRCİ, Muhsin, Tefsir Tarihi, MÜİFV yay., İstanbul 2008. ed-DERVİŞ, Muhyiddin Mustafa, ʿİrâbu'l-Kur'ân ve Beyânuhu, Dâru İbn Kesir, Dimeşk 1994. el-CEVHERÎ, Ebu Nasr İsmail b. Hammâd, Tâcu'l-Lüğa ve's-Sıhâhu'l-Arabiyye, Dâru'l-Hadis, Kahire 2009. EREN, Cüneyt ve Uzunoğlu, Vecih, Arapça Belagat, Cantaş yay., İstanbul 2012. el-EZHERÎ, Muhammed b. Ahmed, Tehzibu'l-Lüğa, thk. Muhammed ʿAvd Murʿıb, Dâru İhyai't-Türâsı'l-Arabî, Beyrut 2001. el-FADLÎ, Abdulhâdî, Muhtasaru'n-Nahv, Dâru'ş-Şurûk, Cidde 1980. FÂHİR, Abdulaziz Muhammed, Tavdihu'n-Nahv, Matbaatu's-Saade, Mısır trs. el-FİRÛZÂBÂDÎ, Muhammed b. Yakûb, el-Kamûsu'l-Muhît, Dâru'l-Hadîs, Kahire 2008. GÜNDÜZÖZ, Soner, “Kur'ân'da Yerleşik Gramer Kurallarına Aykırı Dil Yapıları ve Kur'ân'ın Lehçe Haritaları Üzerine Bir İnceleme II,” Şarkiyat Araştırmaları Dergisi Sayı: 7 Güz 2002. el-ĞALAYÎNÎ, Mustafa, Camiu'd-Durûsı'l-Arabiyye, Müessetü'r-Risâle, Beyrut, 2004. el-HALEBÎ, Ebu Abbas Şihâbuddîn, ed-Durrü'l-Mesûn fi Ulumi'l-Kitâbı'lMeknûn, thk. Ahmet Muhammed el-Hirât, Dâru'l-Kalem, Dimeşk trs. HATİPOĞLU, Vecihe, Türkçenin Sözdizimi, TDK yay., Ankara 1972. HÜSEYİN, Taha, “Kur'ân-ı Kerim'de Şahıs Zamirlerinin İşaret Zamiri Olarak Kullanılması,” (çev. Mehmet Hatipoğlu), XVII Şarkiyatçılar Kongresinde Sunulmuş Tebliğ, AÜİF Dergisi, Ankara 1960. İBN AKÎL, Abdullah İbn Abdurrahman, Şerhu İbn Akîl ala Elfiyyeti İbn Malik, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulmâlik, Dâru't-Türâs, Kahire 1980. İBN ÂŞÛR, Muhammed Tahir b. Muhammed et-Tûnisî, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru't-Tûnisiyye, Tunus 1984. |490| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 İBN ATİYYE, Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib b. Abdirrahmân el-Endelüsî, el-Muharreru'l-Vecîz fi'l-Kitâbı'l-Azîz, Thk., Abdusselam Abduşşâfî Muhammed, Dâru'l-Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 2001. İBN HİŞAM EL-ENSÂRÎ, Ebu Muhammed Abdullah Cemaluddin, Şerhu Katru'n-Nedâ ve Bellu's-Sedâ, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhâmid, el-Mektebetü'l-Asriyye, Beyrut 2011. Gaib Zamirinin Mercii ve Tespitinin Meallere Yansımaları İBN HİŞÂM EN-NAHVÎ, Cemaluddin Ebi Muhammed Abdullah b. Yusuf, Şerhu Şuzûru'z-Zeheb fi Maʿrifeti Kelâmi'l-Arab, thk. Muhammed Ebu Fadl Aşûr, Dâru İhyau't-Turası'l-Arabî, Beyrut 2001. İBN KASIM EL-MURÂDÎ, Ebu Muhammed Bedrettin, Tavdihu'l-Mekâsıd ve'lMesâlık bi Şerhi Elfiyyeti İbn Malik, thk. Abdurrahman Ali Süleyman, Dâru'l-Fikri'l-Arabî, bs. 2008. İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadl Cemâluddin Muhammed b. el-'İzz b. el-Mukerrem el-Ensârî, Lisanu’l-‘Arap, Dâru Sâdır, Beyrut trs. İBN YAİŞ, Muvaffakuddin Ebi'l-Bekâ, Şerhu'l-Mufassal Li'z-Zemahşeri, Dâru'lKütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2001. İBN ZENCELÎ, Ebu Zeraʿ, Hüccetü'l-Kıraât, thk. Saîd el-Afgânî, Dâru'r-Risâle, Müessetü'r-Risâle, Beyrut 1997. İBNU'L-CEVZÎ, Cemaluddin Ebû Ferec, Zâdu'l-Mesîr fi İlmi't-Tefsîr, thk. Abdurrezzâk el-Mehdî, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 2001. el-KURTUBÎ, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr, Câmiu Ahkâmı'l-Kur'ân, thk. Abdullah b. Abdu'l-Muhsin et-Türkî, Müessetu'r-Risâle, Beyrut 2006. el-LUBDÎ, Muhammed Semîr Necîb, Mucʿemu'l-Mustalahâtı'n-Nahviyye ve'sSarfiyye, Dâru'l-Furkân, Amman 1985. el-MERÂĞÎ, Ahmet b. Mustafa, Tefsiru'l-Merâğî, Matbaâtu Mustafâ, Mısır 1946. el-MUBERRED, Ebu Abbas Muhammed b. Yezîd, el-Muktedab, thk. Muhammed Abdulhâlık Useyme, Lecnetu İhyâi't-Türâsi'l-İslamî, Mısır 1994. MUKATİL B. SÜLEYMAN, Tefsiru Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah Mahmut Şehhâte, Dâru İhyâi't-Türâs, Beyrut 2002. en-NÂDİRÎ, Muhammed Esʿad, Nahvu'l-Lüğatı'l-Arabiyye, el-Mektebetü'lAsriyye, Beyrut 1997. en-NESEFÎ, Ebu'l-Berakât Hafizu'd-Dîn, Medârıku't-Tenzil ve Hakâiku't-Te'vîl, thk. Yusuf Ali Bedyuvî, Dâru'l-Kelime't-Tayyib, Beyrut 1998. ÖMER, Yusuf Hasan, Şerhu'r-Radî ʿala'l-Kâfiye, Dâru Kütübü'l-Vataniyye, Binğazî 1966. REŞİD RIZA, Muhammed, Tefsiru'l-Menâr, Hey'etu'l-Mısrıyyetu'l-Amme Li'lKitab, Mısır 1990. |491| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Ramazan MEŞE es-SÂHİB, İsmâ’îl b. ‘Abbâd b. Veziran b. el-‘Abbâs, el-Muhît fi’l-Luğa, thk. Muhammed Hasan Âli Yâsin, Dâru Alemi’l-Kütüb, I. Baskı, Beyrut 1994. es-SAMİRRÂÎ, Fâdıl Salih, Meani'n- Nahv, Dâru'l-Fikr, Ürdün 2000. es-SEMʿÂNÎ, Ebu Muzaffer, Tefsiru'l-Kur'ân, thk. Yasîr b. İbrahim ve Ğanîm b. Abbas b. Ğanîm, Dâru'l-Vatan, Riyad 1997. es-SEMARKANDÎ, Ebu Leys Nasr b. Muhammed İbrahim, Bahru'l-Ulûm, thk. Ali Muhammed Muavved-Adil Ahmed Abdulmevcûd ve Zekeriyya Abdulmecîd, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1993. es-SERRÂC, Ebu Bekr Muhammed b. Sehl b. en-Nahvî, el-Usûl fi'n-Nahv, thk. Abdu'l-Hüseyn el-Fetlî, Müessetü'r-Risale, Beyrut 1997. SEVİNÇ, R. Resul, Arapçada Cümle Yapısı, Ensar yay., İstanbul 2011. es-SUYÛTÎ, Celaluddîn Abdurrahman b. Ebi Bekr, el-İtkân fî Ulûmi'l-Kur'ân, thk. Mustafa Şeyh Mustafa, Müessesetü'r-Risale, Beyrut 2008. es-SUYûTÎ, Celaluddîn Abdurrahman b. Ebi Bekr, Hemʿul-Hevâmıuʿ fi Şerhi Cemʿil-Cevâmiʿ, thk. Ahmed Şemsuddîn, Daru Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1998. eş-ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu'l-Kadîr, Dâru İbn Kesîr, Dimeşk 1993. TALU, Mehmet, Sarf ve Nahiv İlmi, Tereke yay., İstanbul 2012. et-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyân an Te'vili Ayi’lKur’ân, thk. Abdullah b. Abdu'l-Muhsin et-Türkî, Dâru'l-Hicr, Kahire 2001. et-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu'l-Beyân an Te'vilu Ayı'lKur'ân, thk. Mahmud Muhammed Şakir ve Ahmed Muhammed Şakir, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire trs. TİYEK, Fatih, “Kur'ân'da Zamirin Mercini Tespitteki Bağlamsal Sorun,” Bilimname, XXVII, 2014/2. YAZIR, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul 1971. |492| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 ez-ZEBÎDÎ, Muhammed b. Muhammed el-Huseyn, Tâcu'l-Arûs, thk. Abdulkerim Azbâvî, Dâru Türasi'l-Arabî, I. Baskı, Kuveyt 2001. ez-ZEMAHŞERİ, Ebu Kasım, el-Keşşâf, Dâru'l-Kitabi'l-Arabî, Beyrut 1987.