T.C GAZİ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİ ANABİLİM DALI OVULASYON İNDÜKSİYONUNDA OVARYUM PROLİFERASYON ANTİJENLERİNİN BELİRLENMESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Sinem DEMİR Tez Danışmanı Prof. Dr. Deniz ERDOĞAN ANKARA Ocak 2011 T.C GAZİ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİ ANABİLİM DALI OVULASYON İNDÜKSİYONUNDA OVARYUM PROLİFERASYON ANTİJENLERİNİN BELİRLENMESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Sinem DEMİR Tez Danışmanı Prof. Dr. Deniz ERDOĞAN Bu tez Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından 01/2010-47 proje numarası ile desteklenmiştir. ANKARA Ocak 2011 i İÇİNDEKİLER Kabul ve Onay i İçindekiler ii Resimler iv Tablolar x Kısaltmalar ve Simgeler xi 1. GİRİŞ 1 2. GENEL BİLGİLER 5 2.1.Ovaryum Embriyolojisi 2.1.1. Oogenezis 2.2. Ovaryum Anatomisi 5 8 12 2.2.1. Ovarium’un Yapısı 13 2.2.2. Ovarium Arterleri 14 2.2.3. Ovarium Venleri 14 2.2.4. Lenf drenajı 15 2.2.5. Ovarium Sinirleri 15 2.3. Ovaryum Histolojisi 2.3.1. Ovaryum Follikülleri 16 17 2.3.1.1. Primordiyal Follikül 17 2.3.1.2. Primer Follikül 18 2.3.1.3. Sekonder Follikül 19 2.3.1.4. Tersiyer Follikül( Graaf Follikül) 20 2.3.1.5. Atretik Follikül 21 2.3.2. Ovulasyon 21 2.3.3. Korpus Luteum 22 2.4. Ovaryum Fizyolojisi 2.4.1.Ovaryum Hormonlarının İşlevi-Östradiol ve Progesteron 24 28 2.4.1.1. Östrojenler 29 2.4.1.2. Östrojenlerin İşlevleri 30 2.4.1.3.Progestinler 32 2.4.1.4. Progesteronların İşlevleri 33 2.4.2. Hipotalamus’tan Salgılanan GnRH ve Bu Hormonun FH ve LH Salgılanmasına Etkileri 34 ii 2.5. İnfertilite ve Ovulasyon İndüksiyonu 36 2.5.1. İnfertilite 36 2.5.2. Ovulasyon İndüksiyonu 38 2.5.2.1.Gonadotropinler ile Ovulasyon İndüksiyonu 39 2.5.2.1.1.Gonadotropin Endikasyonları 41 2.5.2.1.2.Gonadotropinlerle Tedavi Rejimi 41 2.5.2.1.3.Gonadotropin Tedavi Sonuçları 43 2.5.2.2.Klomifen Sitrat(KS) ile Ovulasyon İndüksiyonu 43 2.5.2.2.1.Klomifen Sitrat Endikasyonları 44 2.5.2.2.2.Klomifen sitrat Dozu 45 2.5.2.2.3.Klomifen Sitrat Tedavi Sonuçları 45 2.5.2.2.4.Klomifen Sitrat’ın Yan Etkileri 46 2.6. Proliferasyon Hücre Çekirdek Antijeni (PCNA) 47 2.7. c-FOS 49 2.8. Lösemi İnhibitör Faktör (LIF) 52 3.GEREÇ VE YÖNTEMLER 54 3.1. Deney Hayvanları ve Gruplandırma 54 3.2. İmmunohistokimyasal Yöntem 56 3.3 İstatistiksel Yöntem 58 4. BULGULAR 59 4.1. PCNA Bulguları 59 4.2. C-FOS Bulguları 61 4.3. LIF Bulguları 62 4.4. İstatistiksel Bulgular 63 5.TARTIŞMA 120 6. SONUÇ 137 7. ÖZET 140 8. SUMMARY 142 9. KAYNAKLAR 144 10.EKLER 160 11.TEŞEKKÜR 161 12.ÖZGEÇMİŞ 162 iii RESİMLER Resim 1: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryum dokusunda yapılan PCNA boyaması (İmmünperoksidaz- HematoksilenX100). Resim 2: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryum dokusunda yapılan PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 3: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryum dokusunda yapılan PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 4: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100, CX100). Resim 5: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 6: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 7: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında yapılan PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100, CX100, DX100). Resim 8: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 9: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400). iv Resim 10: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusunda yapılan PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100,BX100). Resim 11: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusunda yapılan PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400,BX400). Resim 12: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X100). Resim 13: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 14: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 15: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100, CX100). Resim 16: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400, CX400). Resim 17: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 18: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X100). v Resim 19: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 20: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 21: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda cfos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). Resim 22: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda cfos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 23: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). Resim 24: : Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 25: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 26: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 27: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna ait ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz- Hematoksilen X100). Resim 28: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna ait ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz- Hematoksilen X400). vi Resim 29: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna ait ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz- Hematoksilen X400). Resim 30: Klomifen uygulaması yapılan grup ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). Resim 31: Klomifen uygulaması yapılan grup ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 32: : Klomifen uygulaması yapılan grup ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 33: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). Resim 34: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 35: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokusunda yapılan c-fos boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 36: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna ait ovaryum (İmmünperoksidaz- dokusunda yapılan LIF boyaması Hematoksilen X100). Resim 37: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz- Hematoksilen AX400, BX400). Resim 38: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X40). vii Resim 39: : Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 40: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 41: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması ). (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X40). Resim 42: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). Resim 43: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). Resim 44: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). Resim 45: Klomifen uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400, CX400). Resim 46: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). Resim 47: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). viii Resim 48: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grupların ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz- Hematoksilen AX100, BX100). Resim 49: : Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grupların ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz- Hematoksilen X400). Resim 50: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grupların ovaryum dokusunda yapılan LIF boyaması (İmmünperoksidaz- Hematoksilen X400). ix TABLOLAR Tablo 1. Hormon ve klomifen sitrat grubuna ait Graaf değerlerinin istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Tablo 2. Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum çaplarının istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Tablo 3. Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait primordiyal follikül sayılarının istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Tablo 4. Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait sekonder follikül sayılarının istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Tablo 5. Hormon uygulaması yapılan gruba ait tanıtıcı istatistikler Tablo 6. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait tanıtıcı istatistikler Tablo 7. Graaf çaplarına ait tanıtıcı istatistikler Tablo 8. Follikül sayılarına ait tanıtıcı istatistikler x KISALTMALAR ve SEMBOLLER ATP : Adenozin trifosfat cAMP : Siklik adenozin monofosfat DNA : Deoksiribonükleik asit FSH : Follikül uyaran hormon GnRH : Gonadotropin salgılatıcı hormon hCG : İnsan koryonik gonadotropin hormonu hMG : İnsan menapozal gonadotropin hormonu KOH : Denetimli ovaryan hipersitimülasyon KS : Klomifen sitrat LH : Lüteinize hormon OHSS : Ovaryan hiperstimülasyon sendromu OMI : Oosit olgunlaşmasını baskılayan madde PAS : Periyodik asit Schiff TBF : Testis belirleyici faktör TSH : Tiroid uyaran hormon WHO : Dünya Sağlık Örgütü ZP : Zona pellucida xi 1.GİRİŞ Ġnfertilite; Dünya Sağlık Örgütü‘ nce (WHO), korunmasız cinsel yaĢama karĢın bir yıl süresince gebe kalınamaması olarak tanımlanmaktadır. Üreme yaĢ grubundaki çiftlerin %10-15‘ini etkilemektedir. Ġnfertilite oranı son yıllarda giderek artmaktadır. Bu artıĢın önemli nedenleri arasında kadınlarda artan kariyer düzeyi, yüksek evlilik yaĢı ve boĢanma oranı, doğum kontrolü ve aile planlaması alanında geliĢmeler, gecikmiĢ doğum yaĢı gösterilmektedir. 1,2,3,4 Ġnfertilite değiĢik toplumlarda farklı nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Hull ve arkadaĢlarının Ġngiltere Bristol‘da 708 çift arasında yaptıkları bir araĢtırmada infertilite nedenlerinin %21‘inin ovaryan yetmezlik, %14‘ünün tubal etken, %21‘inin erkek faktörü ve %28‘inin açıklanamayan infertilite olduğu bildirilmiĢtir. Günümüzde infertilite nedenleri anovulasyon, tubal etkenler, erkek faktörü ve açıklanamayan infertilite olarak gruplanabilmektedir. Uterin ve endometrial etkenler, gamet ve embriyo defektleri ve gamet ya da embriyonun mikro çevresini etkileyebilecek herhangi bir durum da infertilitede rol oynayan diğer faktörlerdir. 5,6 Toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren bu sorun, psikolojik ve sosyal boyutunun yanı sıra son yıllarda ileri düzeyde geliĢme gösteren yardımcı üreme tekniklerinin de kullanılmaya baĢlanmasıyla, özellikle geliĢmekte olan ülkeler için büyük finansal sorunları da birlikte getirmektedir. Bu nedenle infertilite olgularında hastaya uygun sistematik bir yaklaĢımda bulunulması son derece önemlidir. 7 1 Sorunların aĢılmasına yönelik tedavi yöntemleri arasında ovulasyon indüksiyonu intrauterin inseminasyon ile birlikte infertilite tedavisinin temelini oluĢturur. Anovulatuar ya da normal ovulasyonu gerçekleĢtiren ancak yetersiz folliküler ve luteal geliĢmesi olan hastalarda infertilite tedavisi ilk seçenek olarak yerini almıĢtır. Ovulasyon indüksiyonu kapsamında, denetimli ovaryan uyarım için genellikle klomifen sitrat kullanılır. Klomifen sitrat‘ın infertilite tedavisinde ilk aĢama olarak seçilmesinin nedeni diğer tedavi seçeneklerine karĢın ciddi yan etkisi az, maliyeti düĢük, baĢarısı yüksek bir tedavi seçeneği olmasından kaynaklanmaktadır. Klomifen sitrat kimyasal olarak bir trifeniletilen türevidir. Enklomifen ve zuklomifen olarak iki izomerin karıĢımından oluĢmaktadır. Enklomifen daha çok oranda antiöstrojenik erke sahiptir. Klomifen sitrat, hipofiz ve hipotalamusta östrojen reseptörlerini bloke ederek bu merkezlerin östrojenlerin olumlu geri denetimlerinden kurtulmasını sağlar. Klomifen sitrat östrojen reseptörlerine bağlandığında bu reseptörleri birkaç haftaya varan sürelerde iĢgal eder. 7,8,9,10 Klomifen sitrat tedavisine yanıt vermeyen hastalara bir üst aĢama olarak, ―insan menopozal gonadotropin‖ (hMG) ile tedavi denenmektedir. FSH ve LH‘nın granuloza ve teka hücreleri üzerindeki etkileri çok iyi belirlenmiĢtir ve folliküler geliĢim için esastır. Etki düzeneği klomifen sitrata karĢın daha iyi bilinmektedir. Tedavinin baĢarılı olabilmesi için ovaryumların iĢlevsel gonadotropinlerin olması yerini alarak gerekir, çünkü ovulasyon verilen indüksiyonu hMG endojen yapmaktadır. Kendiliğinden olan döngülerde olduğu gibi FSH birincil olarak granüloza hücreleri ve LH teka lutein hücreleri üzerinde etki göstererek folikülogenezisi uyarırlar. 11,12 2 Ġnsan koryonik gonadotropin (hCG) ise, karbonhidrat yan zincirli glikoprotein yapılı bir hormondur. LH, FSH ve TSH‘nın heterodimerik yapısı ile benzerlik gösterir. Mazer ve Ravetz gebe kısrakların serum gonodotropinlerini ve koyunların hipofiz ekstrelerini follikül uyarımı için ve hCG‘yi folikül olgunlaĢmasının sonlandırılması için amenoreik kadınlarda kullanmıĢlar ve hipofizer bir faktörün folikül geliĢimini uyardığı ve hCG‘nin ovulasyonu indüklediği sonucuna varmıĢlardır. 13,14 Bugün ovulasyon indüksiyonunda amaç, anovulatuar hastalarda ovulasyonu baĢlatmaktır. Ovulasyon sağlanabildiği durumlarda ise esas amaç tek folliküllü ovulasyondur. 15 Ġnfertilite tedavisinde elde edilen baĢarıya koĢut olarak ovulasyon indüksiyon ajanlarının kullanımı her geçen gün artmaktadır. Bu artıĢ aynı zamanda istenmeyen yan etkileri de beraberinde getirmektedir. En sık rastlanan ciddi yan etki ovaryan hiperstimulasyon sendromu (OHSS)‘dur. Bu uyarım protokollerinin % 0.3-5‘inde oluĢan ölümcül olabilecek bir durumdur. Ovulasyon indüksiyonunda %35 oranında karĢılaĢılan çoğul gebelikler beraberinde getirdiği morbidite ve fötal mortalite nedeniyle istenmeyen durumlardan biridir. Ayrıca ovulasyon indüksiyonu sonrası meme, ovaryum ve endometriyum kanseri dağılımında artıĢ ile ilgili çok sayıda olgu sunumları bildirilmiĢtir. 6,16 Bu konuyla ilgili olarak yapılan diğer çalıĢmalarda ise üst üste yapılan hormonal ovulasyon induksiyonu uygulamalarının, önlenemez hücre çoğalmasına ve kansere neden olduğu da bildirilmiĢtir. Tüm bu çalıĢmalara ek olarak bu maddelerin kullanımının ovaryumda tam olarak ne gibi histolojik değiĢikliklere neden olduğu açıklığa kavuĢmamıĢtır. 17 3 Bizim çalıĢmamızda, klomifen sitrat ve gonodotropinlerin ovulasyon induksiyonu için kullanımları sonucunda ovaryumlarda neden olabileceği yapısal değiĢimlerin immunohistokimyasal olarak karĢılaĢtırmalı incelenmesi amaçlanmıĢtır. Bu amaçla hücre proliferasyon iĢaretleyicileri olan PCNA, LIF ve c-fos belirteçleri kullanılmıĢ ve bulgular karĢılaĢtırmalı olarak değerlendirilmiĢtir. 4 2.GENEL BİLGİLER 2.1.OVARYUM EMBRİYOLOJİSİ Embriyonun cinsiyeti, genetik olarak döllenme sırasında belirlenmiĢ olmasına karĢın, gonadlar geliĢimin 7. Haftasına değin erkek ya da diĢi yapısal özelliğe sahip değillerdir. 18 Cinsiyetin farklanması çok sayıda genin rol oynadığı karmaĢık bir süreçtir. SRY geni (Y kromozomu ‗nun üzerindeki cinsiyet belirleyici bölge) Y kromozomunun kısa kolunda (Yp11) bulunur ve cinsiyet belirleyicisidir. Bu genin protein ürünü olan transkripsiyon faktörü, geliĢmemiĢ durumdaki üreme organlarının cinsiyetini belirleyen genleri harekete geçirir. SRY geni Testis Belirleyici Faktör‘dür(TBF). Bu faktörün var olması durumunda fetusun cinsiyeti erkek, yokluğunda ise kızdır. 18 Gonadlar baĢlangıçta kölom epitelinin çoğalması ve altındaki mezenĢimin yoğunlaĢmasıyla oluĢmuĢ bir çift genital ya da gonadal kabartılar Ģeklinde belirirler. GeliĢimin 6. haftasına değin bu kabartılar içinde üreme hücreleri görülmez. 18,19 Ġlkel (primordiyal) üreme hücreleri, geliĢimin 2. haftasında primer embriyonik ektodermden (epiblast) köken alırlar. Daha sonra epiblasttan ayrılarak ameboid hareketlerle vitellus kesesinin ekstraembiyonik yapılarına 5 göç ederler. BaĢlangıçta embriyonun kaudalinde yerleĢik ekstraembriyonik mezodermde görülürler, sonra vitellus kesesi duvarı endoderminde izlenirler. GeliĢimin 4. haftasında son bağırsağın mezenterinin dorsali boyunca ilerleyerek 5. hafta baĢında ilkel gonadlara ulaĢırlar. 6. haftada ise genital kabartılara yerleĢirler. Ġlkel üreme hücrelerinin izlediği bu yola germ çizgisi (hattı) denir. Ġlkel üreme hücreleri açık renk sitoplazmaları ve oval Ģekilleriyle ayırt edilirler. Bu hücreler genital kabartılara ulaĢamadıklarında gonadlar geliĢemez. Gonadların ovaryum ya da testis‘e farklanmalarında ilkel üreme hücrelerinin tetikleyici etkisi vardır. 18,19 Ġlkel üreme hücrelerinin ilkel gonadlara ulaĢmasından hemen önce ve ulaĢması sırasında, genital kabartının epiteli çoğalır ve epitel hücreleri altındaki mezenĢimin içine gömülürler. Burada ilkel cinsiyet kordonları olarak adlandırılan düzensiz Ģekilli kordonları oluĢtururlar. Erkek ve diĢi embriyolarda bu kordonlar yüzey epiteline bağlıdır ve bu evrede erkek ya da diĢi gonadlarının birbirinden ayırt edilmesi olanaksızdır. Bu nedenle bu evreye farklanmamıĢ evre, bu gonada da farklanmamıĢ gonad denir. 18 XX 10.haftaya değin kromozomları ovaryumlar ovaryumun histolojik geliĢimi olarak için ayırt genler içerir. edilmezler. XX kromozomlarına sahip diĢi embriyolarda, ilkel cinsiyet kordonları düzensiz hücre kümelerine ayrılır. Ġlkel üreme hücresi grupları içeren bu kümeler, daha çok ovaryum‘un medullar bölgesinde yerleĢmiĢlerdir. Bu hücre kümeleri bir süre sonra kaybolarak yerlerini damarlı stromaya (medulla) bırakırlar. 18,19 6 DiĢi gonadın yüzey epiteli, erkek gonadın aksine çoğalmayı sürdürür. 7. haftada yüzey epitelinden köken alan hücre kordonları alttaki mezenĢim içine gömülür. Bunlar yüzeye yakın yerleĢirler ve ikincil kordonlar olarak adlandırılırlar. 4. ayda, bu kordonlar bir ya da daha çok sayıda ilkel üreme hücresini çevreleyen izole hücre toplulukları haline gelirler. Bu üreme hücreleri zamanla oogonyumlara dönüĢürken yüzey epitelinden aĢağıya göç eden ve üreme hücrelerini çevreleyen epitel hücrelerinden de foliküler hücreler oluĢur. 18,19 Germ hücreleri göçleri sırasında bir yandan da çoğalırlar. Bunlar spermiyum ve oositlerin öncülleridir. 6. haftanın sonunda mitoz bölünmeyle çoğalan hücrelerin sayıları kadardır. 20,21 Ovaryum farklılaĢmasının ilk belirtileri 6 ile 8. haftalar arasında germ hücrelerinin hızla mitotik bölünmesidir. Bu bölünme sonucunda 16 ile 20. haftalar arasında yaklaĢık 6-7 milyon oogonyum oluĢur. Bu evreden baĢlayarak ovaryum‘un üreme hücre sayısı geri dönüĢümsüz azalır ve yaklaĢık 50 yıl sonra da tüm oosit içeriği tükenir. 20‘li yaĢlarda 104.000, erken 30‘lu yaĢlarda 33.000 düzeyine inen folikül ve oosit sayısı 40‘lı yaĢlarda 7900‘e kadar düĢer. 21 7 2.1.1.Oogenezis Ġlkel üreme hücreleri, diĢi gonada ulaĢır ulaĢmaz genetik olarak oogonyumlara farklanırlar. Ardı ardına geçirdikleri mitotik bölünmelerle çoğalan oogonyumlar 3. ayın sonunda kümeler halinde dizilir, yassı epitel hücreleriyle çevrelenirler. Yassı epitel hücreleri follikül hücreleri olarak isimlendirilirler ve ovaryum yüzey epitelinden köken alırlar. Bir küme içindeki oogonyumların tümü, tek bir ilkel üreme hücresinden geliĢir. 18 Oogonyumların çoğunluğu mitozla bölünmeyi sürdürürken, bir kısmı bölünmesini I. Mayoz bölünmenin profaz evresinde durdurarak primer oositlere farklanır. Bundan sonraki birkaç ay içinde oogonyumların sayısı hızla artar. GeliĢimin 5. ayında ovaryum içindeki germ hücrelerinin sayısı ortalama 7 milyona ulaĢır. Bu evreden sonra hücre ölümü baĢlar. Çok sayıda oogonyum ve primer oosit atretik hale gelir. 7. ayda yüzeye yakın yerleĢmiĢ birkaç oogonyum dıĢında çoğu dejenere olur. Hayatta kalan primer oositlerin tümü I. Mayoz bölünmenin profaz evresine girerler ve her biri tek sıra yassı folikül hücre katmanıyla çevrelenirler. Primer oosit, çevresindeki yassı epitel hücreleriyle birlikte primordiyal follikül adını alır. 18,19 Doğuma yakın evrede primer oositlerin tümü I. Mayoz bölünmenin profazının diploten evresindedirler. Primer oositler puberteye değin dinlenme evresinde kalırlar ve birinci mayoz bölünmelerini tamamlamazlar. Bu süre boyunca oosit olgunlaĢması folikül hücrelerince salgılanan oosit olgunlaĢmasını baskılayan madde (OMI) ile baskılanır. Doğumda ovaryumlardaki primer oosit sayısı 700 bin ile 2 milyon arasında 8 değiĢir. Puberteye değin bunların büyük çoğunluğu atretik hale geldiğinden, puberte baĢlangıcındaki bu sayı 400.000‘ e düĢer ve 500‘den daha azı bir kadının üreme döngüsü içinde ovulasyonla atılır. Diğerleri çeĢitli geliĢim evrelerinde dejenere olup atretik hale gelir. Geç olgunlaĢan oositlerin bazıları 40 yıl süresince I. Mayoz bölünmenin profaz evresinde bekler. 18,19,21 Puberteye gelindiğinde diĢi gonad primordiyal foliküllerden beslenen bir folikül havuzuna sahip olmuĢ durumdadır. Her ovaryal döngüde bu havuzdan seçilen 5 ile 15 arasında değiĢen sayıda primordiyal folikül, primer (preantral), sekonder (antral) ve Graaf ( tersiyer, preovulatuvar) olarak adlandırılan 3 aĢamadan geçerek olgunlaĢmaya baĢlar. Bunlar arasında en uzun olanı antral folikül evresidir. Preovulatuvar evre yaklaĢık 37 saat sürer. I. Mayoz bölünmenin diploten evresinde dinlenme aĢamasında olan primer oosit büyümeye baĢlar. Bekleme evresinden çıkan bu folliküllere primer follikül denir ve bunlar iki tiptir: 1. Tek katmanlı primer folliküller: Bunların çevresinde tek sıralı kübik folliküler hücreler bulunur. 2. Çok katmanlı primer folliküller: Çok sıralı follikül hücre katmanıyla çevrilidirler. Folliküler hücreler, kendilerini ovaryum stromasından ayıran bir bazal lamina ile desteklenir. Primer follikül evresinde primer oosit zona pellusida denilen glikoprotein bir kılıf sentezlemeye baĢlar. Zona pellusida folikül hücrelerini oositten ayırır. Folliküler hücrelerin ince sitoplazmik uzantıları zona 9 pellusidayı deler ve oositin mikrovilluslarıyla iliĢki kurar. ĠliĢki bölgelerinde oluklu bağlantılar bulunur. 18,19,22 Bunu izleyen evrede follikül hücreleri sürekli olarak çoğalıp çok katmanlı follikül hücrelerini oluĢtururlar. Zona pellusida kalınlaĢır. Follikülü çevreleyen stromal hücreler, teka( kılıf) denilen hücresel bir kılıf oluĢturulacak Ģekilde düzenlenirler. Teka katmanı daha sonra iki tabakaya farklanır: (1) Teka interna (iç kılıf) (2) Teka eksterna (dıĢ kılıf). GeliĢmekte olan folikülün bazal laminasına komĢu, iyi damarlanmıĢ teka interna katmanı hücreleri steroit salgı oluĢturur. Teka eksterna ise kapsül benzeri bir bağ dokusu katmanıdır ve ovaryum‘un stroması ile karıĢır. Bu hale gelen follikül sekonder folliküldür. 22 Folliküler hücreler arasında, küçük hücreler arası boĢluklar CallEksner cisimcikleri görülür. Bu aralıklar folliküler sıvı içerir ve daha sonra birleĢerek, daha büyük bir boĢluk olan follikül antrumunu yapar. Antrumun oluĢmasıyla, foliküler hücreleri primer oosit çevresinde yeniden düzenlenirler. Oosit ile folikül duvarı arasında bulunan bir grup foliküler hücre kümesine kumulus ooforus denir. En büyük follikül, olgun folliküldür. Buna Graaf follikülü ya da preovulatuvar folikül denir. 15- 20 mm çapındadır. Ovulasyondan hemen önce primer oosit, follikül içinde eksentrik bir konum alır. Primer oosit zona pellusidaya sıkıca yapıĢmıĢ ve korona radiata denilen tek sıralı kübik ya da prizmatik foliküler hücrelerle çevrilidir. 22 Ovulasyondan birkaç saat önce I. Mayoz bölünme tamamlanır. Bunun sonucunda sekonder oosit ve birinci kutup cismi olĢur. Birinci kutup 10 cismi perivitellin aralık denilen zona pellusida ile oosit arasındaki aralığa atılır. I. Mayoz bölünmenin tamamlanmasından hemen sonra ve sekonder oositin çekirdeği dinlenme evresine geçmeden önce, DNA eĢleĢmesi olmaksızın hücre II. Mayoz bölünmeye girer. II. Mayoz bölünme ancak oosit II bir spermiyumla döllenirse tamamlanır. Döllenme olmazsa ovulasyondan 24 saat sonra oosit II dejenere olur. Ovaryumda oogonyumlardan oosit II oluĢuncaya kadar gerçekleĢen değiĢimlere oogenezis denir. 18,19,22 11 2.2.OVARYUM ANATOMİSİ Ovariumlar; oval biçimde bademe benzer bir çift organdır. Erkekte testisin eĢidir. Her biri 5-6 gr ağırlığa, 3-3.5 cm boya, yaklaĢık 1 cm ene sahiptir. Sağda ve solda, pelvis duvarında fossa ovarica denilen çukurlara yerleĢiktirler. Bu çukurlar a.iliaca externa ve a.iliaca interna arasındadır. Bu çukuru alt- ön taraftan lig. latum uteri tabanı, yukarıda a. iliaca externa ve arkadan ureterler ile sınırlar. Çukurun dibinde ve peritonun altından a.-v. Obturatoriale n. Obturatorius geçer. Ġlk gebelikte ovariumlar uterus ile karın boĢluğuna doğru çekilirler ve bir daha aynı yerlerine dönemezler. 23,24 Tuba uterina‘nın arka ve alt kısmında bulunan ovaryumlar lig. Latum uteri içinde bulunurlar. Pembemsi-gri renkli olan ovaryumların yüzü puberteye değin peritonla örtülü olup düz ve parlaktır. Puberteden sonra periton özelliğini yitirir ve matlaĢır. Ovulasyon ve doğurmaya bağlı olarak üzeri pürtüklü bir görünüm alır. 23 Facies lateralis ve facies medialis olarak iki yüzü, extremitas tubaria ve extremitas uuterina olarak iki ucu ile margo liber ve margo mesovaricus olmak üzere iki kenarı vardır. 23 V. iliaca externa ‗ya komĢu olan extremitas tubaria‘ ya fimbria ovarica ve lig. Ovarii suspensorium tutunur. Lig. Suspensorium ovarii, iliak damarların ön tarafında yukarı doğru uzanan bir periton plikası olup içinde a. 12 ve v. ovarica bulunur. Extremitas uterina aĢağı pelvis döĢemesine doğru yönelmiĢtir. Bu uç lig. ovarii proprium aracılığı ile uterus‘un cornu uteri‗sine tutunur. 23 Facies lateralis, fossa ovarica‘yı örten parietal peritona oturur. Facies medialis dıĢ yüze oranla daha konvekstir. Bu yüzü infindibulum tubae uterinae örter. Arka kenarına serbest olması nedeniyle margo liber denilir. Ön kenara oranla daha konveks ve künt olan bu kenar, ureter ile komĢuluk yapar. Ön kenarına mesovarium tutunması nedeni ile margo mesovaricus denilir. Arka kenara oranla daha ince olan ön kenarda hilum ovarii bulunur ve a. umbricalis‘ in artığı ile komĢudur. Bu kenara lig.latum uteri‗nin bir bölümü olan mesovarium tutunur. Mesovarium‗un iki yaprağı arasında bulunan damar ve sinirler, hilum ovarii‘den ovarium‘a girer ve çıkarlar. Tuba uterina önce margo mesovaricus üzerinden kavisle geçer. Daha sonra extremitas tubaria‘nın üzerinden kıvrılarak margo liber‘e ve buradan da facies medialis‘e gelir. 23 2.2.1.Ovarium’un yapısı Ovarium en dıĢtan periton ile örtülüdür. Periton tek sıralı yassı epitel yapısında, düz ve parlaktır. Puberteden sonra ovarium‘un peritonu yapısını değiĢtirir ve germinal epitel (Waldeyer tabakası) denilen tek sıralı prizmatik hücre katmanı ile kaplanır. Bu nedenle de mat-gri renge döner. Epitel katmanının altında tunika albuginea denilen kalın bir tabaka bulunur. Bu tabaka yaĢ ilerledikçe kalınlaĢır. Tunika albuginea‘nın altında ovarium‘un esas yapısını oluĢturan stroma ovarii bulunur. Stroma ovarii de, cortex ovarii ve medulla ovarii denilen iki farklı bölümden oluĢur. Cortex ovarii dıĢ tarafta 13 bulunur ve hilum ovarii dıĢında ovarium‘un her tarafını bir kabuk gibi sarar. Bu bölümde bağ dokusu arasında değiĢik geliĢme evrelerinde ovarium follikülleri bulunur. Medulla ovarii iç tarafta yerleĢiktir ve cortex ovarii‘ye oranla daha gevĢek bir yapıya sahiptir. Medulla ovari‘den gelen bağ dokusu uzantıları hilum ovarii‘de damarların etrafındaki bağ dokusu ile devam eder. Hilum ovarii‘den içeri giren damarların çoğu cortex ovarii‘de dağılır. Burada geliĢen folliküller çevresinde kapiller ağlar oluĢtururlar. 23 2.2.2. Ovarium Arterleri : Abdominal aorta‘dan çıkan a. ovarica‘lardır. A. ovarica lig. suspensorium ovarii içinde pelvise iner. Hilum ovarii‘den ovarium‘a girer ve folliküller çevresinde kılcal ağlar oluĢturur. 2.2.3. Ovarium Venleri: Arterleri izleyerek hilum ovarii‘den çıkar. Bu venler plexus pampiniformis denilen venöz ağı oluĢtururlar. Bu ağı oluĢturan venler yukarı çıktıkça birbirleriyle birleĢirler ve sonunda v. ovarica‘yı oluĢtururlar. V. ovarica, a.ovarica ile birlikte seyreder. Sol tarafı v. renalis‘e , sağ tarafı ise v.cava inferior‘a açılır. 14 2.2.4.Lenf drenajı: Kan damarları ile birlikte uzanır ve nodi lymphatici preaortici ve nodi lymphatici aortici lateralis‘lere açılırlar. 2.2.5.Ovarium Sinirleri: Plexus hypogastricus inferior (plexus pelvicus) ve a.ovarica‘nın çevresindeki plexus ovaricus‘dan gelir. Parasempatikleri n. Vagus‘tan, sempatikleri ise n. splanchnicus minor ve bir kısım torakal medulla spinalis segmentlerinden gelir. Bunların ovarium içindeki dağılıĢı ve görevleri tam olarak bilinmemektedir. 23 15 2.3.OVARYUM HİSTOLOJİSİ Ovaryum tek katlı yassı epitelden alçak boylu kübik epitele değin değiĢkenlik gösteren bir epitel ve epitelin hemen altındaki tunika albugina denilen bir bağ dokusu katmanıyla çevrelenmiĢtir. Enine kesitlerde dıĢta korteks (kabuk), içte medulla (öz) birbirinden kesin bir çizgiyle ayrılmaz. Korteks katmanı oldukça kalındır. Bağ dokusu ve çeĢitli geliĢim evrelerinde follikülleri içerir. 22 Medulla kollajen demetlerden ve elastik lif ağlarından zengin sıkı bağ dokusudur. Medullada kan ve lenf damarları, kalın sinir demetleri ve hilus yakınında birkaç düz kas hücresi izlenir. 24 Korteks stroma ve stromada yerleĢik çeĢitli geliĢim evrelerindeki ovaryum folliküllerinden oluĢur. Stroma kollajen ve elastik lifler ile retiküler lif ağları ve iğ biçimli bağ dokusu hücrelerinden yapılmıĢtır. Korteksin bu intersitisyal bağ dokusu, germinal epitel altında sıklaĢarak tunika albuginea‘yı oluĢturur. 24 Kortekste stroma içinde çeĢitli geliĢim evrelerinde folliküller yerleĢmiĢtir. Ovaryum follikülleri ortada iri bir germ hücresi (oosit) ile bunu çevreleyen follikül epitelinden oluĢan yapılardır. 24 16 2.3.1.Ovaryum follikülleri: Yenidoğan bir çocuğun her iki ovaryumunda toplam 400.000 adet follikül bulunur. Bunlar 40 mikron çapında yuvarlak oluĢumlardır ve iri bir oosit ile bunu çevreleyen yassı follikül epitelinden oluĢmuĢtur. Bunlara primordiyal folliküller denir. Her 28 günde bir ovaryumlardan bir oosit atılır. Bir kadının üreme süreci 30-40 yıl sürer. Bu süre içerisinde yaklaĢık 450 oosit atılır. 24 2.3.1.1.Primordiyal Follikül Folliküllerin geliĢiminde ilk fiziksel belirtiler oositin büyümesi ve granüloza hücrelerinin görünümündeki değiĢikliklerdir. Primordiyal folliküller fötal yaĢam sırasında oluĢan tek sıralı yassı follikül hücreleriyle çevrili primer oositleri içerir. Primer oositler organellerden zengindirler. Çok sayıda mitokondriyon, geliĢmiĢ Golgi kompleksi, granüllü endoplazmik retikulum ve birkaç ribozom içerirler. Primordiyal folliküller korteksin en üst katmanında yer alırlar. Sayıları artmaz ancak büyüyüp geliĢirler ve çoğu da dejenere olur. 25,26,27 17 2.3.1.2.Primer Follikül Pubertenin baĢlamasıyla, her menstrual döngüde 5- 15 arası primordiyal follikül olgunlaĢmaya baĢlar. Büyümenin ilk iĢareti yassı follikül epitel hücrelerinin kübikleĢmesidir. Bu aĢamada follikül tek tabakalı (unilaminar) primer follikül adını alır. Ġlerleyen aĢamalarda follikül hücrelerinin çoğalmasıyla çok tabakalı (multilaminar) primer follikül oluĢur. Çoğalan follikül hücreleri de granüloza hücreleri adını alır. Granüloza hücreleri ile oosit arasında oluklu bağlantılar (nekzus) oluĢur. Bunlar besleyici maddelerin, iyonların ve düzenleyici moleküllerin geçiĢine olanak sağlar. 24,25,26,27 Granüloza hücreleri çoğalırken çevredeki stroma hücreleri de follikülü bağ dokusundan oluĢmuĢ bir kılıfla sararak teka follikülü katmanını oluĢturur. Teka katmanı geliĢtikçe iki tabakaya ayrılır. içte teka interna denilen oldukça damarlı, kübik salgı hücrelerinden oluĢan kat yer alır. Bu kübik hücreler farklılaĢarak steroid hormon üreten hücrelere dönüĢürler. LuteinleĢtirici hormon (LH) reseptörü taĢıyan hücreler östrojen öncülü androjenleri salgılarlar. Teka interna katmanı fibroblastlar, kollajen lifler ve küçük damarlardan oluĢur. DıĢta bulunan diğer kat teka eksternadır. Ġçerdiği kollajen demetler ve düz kaslarıyla daha çok bir kapsül görevi görür. Teka eksterna katmanı ile ovaryum‘un stroması arasındaki sınır tam olarak belirgin olmamasına karĢın teka interna ile granüloza katmanı arasındaki sınır burada bulunan bazal lamina (membrana limitans eksterna) ile oldukça iyi belirlenmiĢtir. 27 18 Oosit, follikül geliĢimi sırasında kendi çevresinde, glikozaminoglikan ve glikoproteinlerden zengin bir katman olan zona pellusidayı (ZP) oluĢturur. ZP, homojen, asidofilik, PAS (+) ve oldukça iyi boyanan jel kıvamında bir yapıdır. Zona pellusida ZP1, ZP2 ve ZP3 denilen 3 farklı glikoproteinden oluĢur. 27 2.3.1.3. Sekonder follikül Büyümeyi sürdüren follikül içinde sıvı dolu boĢluklar (antrum) oluĢur. Kısa sürede boĢluklar birbirleriyle birleĢerek yarım ay Ģeklinde follikül antrumunu Ģekillendirir. Folliküler boĢluğu dolduran sıvı kan damarlarından plazmanın sızmasıyla oluĢup yerel salgıların metabolik ürünleri ile değiĢmiĢ hale gelir. BoĢluk oluĢtuktan sonra follikül sekonder (antral) follikül adını alır. 22,26,27 Sekonder follikülün granüloza hücrelerinin çoğalması hipofiz bezinin ön lobundaki bazofil hücrelerinden salınan FSH ‗a bağlıdır. FSH‘ ın etkisi altında granüloza hücrelerinin sayısı artar ve hücrelerarası boĢluğa follikül sıvısı birikir. Bu sıvı glikozaminoglikan, proteoglikan ve hormon bağlayıcı proteinler içeren kan plazması benzeridir. Follikül sıvısı hormonlardan progesteron, östradiol, inhibin, follistatin ve FSH ile LH salınımını düzenleyen aktivin içerir. 26,27 19 Granüloza katmanı oositi çevreleyen bölge dıĢında her yerde aynı kalınlıktadır. Antrumda kenarda yerleĢik oosit çevresinde ise granüloza hücreleri daha yoğun bir Ģekilde birikerek bir tepecik oluĢturur. Buraya kumulus ooforus denir. Buradaki granüloza hücreleri ovulasyon sonrasına değin oosit ile birleĢik halde kalırlar. Zona pellusida çevresinde gevĢek yerleĢmiĢ kübik ya da alçak boylu prizmatik granüloza hücreleri sitoplazmik uzantılarıyla oosit ile bağlantılarını sürdürür. Primer oositi çevreleyen bu tek katlı granüloza hücre katmanına korona radiata denir. Oosit sitoplazmasında mitokondriyonlar çekirdek yakınında toplanırlar. Sitoplazmada protein ve lipit yapısında vitellus oluĢmaya baĢlar. Oosit 60-80 mikron büyüklüğe ulaĢır. 24,26,27 2.3.1.4.Tersiyer Follikül ( Graaf follikülü) Graaf follikülünde granüloza hücreleri çoğalır, antrum geniĢler. Follikül boĢluğu follikül sıvısı ile dolar. Oositi saran zona pellusida‗ya komĢu ilk sıra granuloza hücreleri tek katlı kübik ya da prizmatiktir. Bunun dıĢındakiler poligonal biçimlidir. Graaf follikülünü en dıĢtan saran bazal membran kalın, homojen ve saydamdır. Buna camsı zar denir. Tersiyer follikül döngünün baĢlangıcından baĢlayarak 10-12 günde oluĢur. 24,26,27 20 2.3.1.5.Atretik Follikül Çok sayıda primer follikül olgunlaĢma sürecine baĢlasada bunlardan yalnızca bir tanesi geliĢimini tamamlar, diğerleri atrezi denilen bir olayla dejenere olur. Bu nedenle ovaryum folliküllerinin büyük bölümü follikül hücreleri ve oositin ölümüyle geriler ve fagositoz yapan hücrelerce ortadan kaldırılır. Folliküller geliĢimlerinin herhangi bir evresinde atreziye uğrayabilir. Atretik folliküller çok değiĢikliğe uğramamıĢ zona pellusida, dejenere olmuĢ oosit ve follikül hücre kalıntıları ve makrofajlar ile ayırt edilir. Atretik folliküller doğum öncesinden baĢlayarak menapozun birkaç yıl sonrasına kadar oluĢurlar. 22 2.3.2.Ovulasyon Ovulasyondan yaklaĢık 24 saat önce adenohipofizden LH salınımı tetiklenir. Kandaki LH hormonu düzeyinde oluĢan aĢırı yükselme sonucu granüloza hücrelerindeki LH reseptörleri duyarlılığını yitirir ve LH‘a yanıt olarak daha fazla östrojen üretemezler. Oositin I. Mayoz bölünmesi bu tetiklenme ile durakladığı yerden devam etmeye baĢlar. LH yükselmesinden 12-24 saat kadar sonra gerçekleĢen bu olay, oositin mayoz I ‗i tamamlayarak ilk kutup cisimciğini oluĢturmasını ve aynı zamanda II. Mayoz bölünmenin baĢlamasını sağlar. Ancak oosit ovulasyondan yaklaĢık 3 saat öncesine değin metafaz evresinde duraklar. Bu sırada ovaryum‘un yüzeyinde bir kabarıklık oluĢur. Bu kabarıklığın tam tepesinde stigma adı verilen damarsız bir nokta belirir. Yüksek LH düzeyi kollajenaz aktivitesini arttırır ve follikülün çevresindeki kollajen lifleri sindirir. LH düzeyindeki ani artıĢın diğer bir etkisi 21 de prostaglandin miktarını arttırmasıdır. Prostaglandin ovaryum duvarında yerel kas kasılmalarına neden olur. Bu kasılmalarla olgun follikül (Graaf follikülü) yırtılarak içerdiği oositi tuba uterinanın fimbriyaları yakınında periton boĢluğuna atar. Fimbriyaların hareketi ile oosit tuba uterina içine alınır. 22,24,27,28 Ovulasyon puberteden menapoza değin 28 günde bir olaylanır. Ovulasyon iki menstrual kanama arasındaki döngünün tam ortasında olur. Ovulasyon döngünün ortalama 14. gününde gerçekleĢir. Ovulasyonda genelde bir oosit atılır. Bazen aynı anda birkaç oosit atılabilir. Bu da ikiz ya da çoklu gebeliklere neden olur. 24 2.3.3. Korpus Luteum Ovulasyondan sonra granüloza ve teka interna hücreleri bölünmeden büyüyerek hormon salgılayan lutein hücrelerine dönüĢürler. Böylece geçici bir endokrin bez olan korpus luteum (sarı cisim) oluĢur. Korpus luteum progesteron ve östrojen hormonları salgılar. Graaf follikülünde ovulasyon sonrası bir iç basınç düĢmesi olur ve teka katmanındaki kan damarlarından kan sızması ile kısa bir süre için follikül içine kan toplanır. Buna kırmızı cisim ( korpus rubrum, korpus hemorajikum) denir. 24 Döllenme olmadığında, ovulasyonu izleyen 9. günde korpus luteum en fazla eriĢebileceği boyuta ulaĢır ve ovaryum‘un yüzeyinde sarımtrak bir çıkıntı halinde izlenir. Daha sonra luteal hücrelerin 22 dejenerasyonuyla giderek küçülür ve korpus albikans olarak bilinen fibrotik skar dokusu haline gelir. Bu sırada progesteron üretimi de azaldığından menstrual kanama baĢlar. Oositin döllenmesi durumunda korpus luteumun dejenere olması geliĢmekte olan embriyonun sinsityotrofoblastları tarafından salgılanan koriyonik gonodotropin ( hCG) hormonu tarafından engellenir. Böylece korpus luteum büyümesini sürdürür ve gebelik korpus luteumu‘na dönüĢür. Bu yapı 3. ayın sonunda ovaryum‘un 1/ 3 ile 1/2 ‗si kadar bir büyüklüğe ulaĢır. Sarımtrak renkteki luteal hücreler dördüncü ayın sonuna değin progesteron salgılamayı sürdürür. Bundan sonra plasentanın trofoblastik bileĢeni tarafından salgılanan progesteron hormonunun miktarı gebeliğin sürdürülmesine yetecek düzeye geldiğinden yavaĢ yavaĢ dejenere olur. 4. aydan önce gebelik korpus luteum‘unun dejenerasyonu genelde düĢükle sonuçlanır. 18 23 2.4.OVARYUM FİZYOLOJİSİ Kadın hormonal sistemi, üç ayrı hormon grubundan oluĢur. Bunlar: 1) Daha önceleri luteinizan serbestleĢtirici hormon olarak da isimlendirilen, bir hipotalamik serbestleĢtirici hormon, Gonodotropin SerbestleĢtirici Hormon (GnRH) 2) Ön hipofiz hormonlarından Follikül-Uyaran Hormon (FSH) ve Luteinize edici Hormon (LH). Bu hormonların her ikisi de Hipotalamusta sentezlenen GnRH – serbestleĢtirici hormona yanıt olarak salgılanırlar. 3) Ovaryum hormonları; östrojen ve progestron. Bu hormonlar ön hipofiz bezinden salgılanan iki hormona (FSH, LH) yanıt olarak ovaryum tarafından salgılanırlar. Kadında menstrual döngü sürecinde, bu hormonların salgılanma miktarları değiĢiklik gösterir. Döngünün farklı evrelerinde son derece farklı hızlarda salgılanırlar. Hipotalamustan GnRH salgısı artıĢ ve azalıĢ Ģeklinde büyük değiĢiklikler gösterirken, bu artıĢ ve azalıĢlar aylık döngü sürecinde daha az ya da çok küçük düzeylerde bulunmaktadır. Hormonların ortalama her 1-3 saatlik kısa devrelerde salgılandığı bilinmektedir. 29,30 Menstrual döngü sürecinde ovaryumdaki değiĢikliklerin tümü hipofiz bezi ön lobundan salgılanan gonadotropik hormonlar; FSH ve LH ‗a bağlıdır. Gonadotropik hormonlarla uyarılmayan ovaryumlar inaktiftir. FSH ve 24 LH molekül ağırlıkları yaklaĢık 30.000 olan küçük glikoprotein yapıda hormonlardır. 30 FSH ve LH, ovaryumlardaki hedef hücrelerini, hücre zarlarında bulunan son derece özgül reseptörlere bağlanarak uyarırlar. Aktive olan reseptörler bu hücrelerin salgılama, büyüme ve çoğalma hızını artırırlar. Bu uyarıcı etkilerin hemen tümü hücre sitoplazmasındaki ikincil haberci siklik AMP( cAMP) sisteminin aktivasyonu sonucu gerçekleĢir. cAMP protein kinaz oluĢumunu sağlar daha sonra da çeĢitli fosforilasyonlarda anahtar enzim görevi yaparak pek çok hücre içi fonksiyonu hızlandırır. 30 Ovulasyon öncesinde, folliküllerden birisi daha fazla büyümeye baĢlar. Bu follikülde bol miktarda östrojen salgılanır ve östrojen follikül üzerinde pozitif geribildirim etkisi yapar. FSH, granüloza ve teka hücrelerinin çoğalmasını artırır. Bunun sonucunda daha fazla östrojen salgılanır ve yeniden hücresel proliferasyon döngüsüne girilir. FSH ve östrojenlerin birleĢimi granüloza hücrelerinde FSH ve LH reseptör sayısının artmasına neden olur. Ayrıca teka hücrelerinde daha az bir pozitif geribildirim etkisi yaratır. Bu etkiler birlikte, folliküler sıvı ve hormon salgılanmasının hızla yükselmesine neden olur. Bunun yanında, follikülden salgılanan büyük miktarlardaki östrojen hipofiz bezi ön lobundan daha fazla FSH salgılanmasını baskılamak için hipotalamusu etkiler. Bu yolla kendi pozitif geribildirim uyarısıyla geride kalan az geliĢmiĢ folliküllerin daha da geliĢmesini engellediği düĢünülmektedir. Bu nedenle en büyük follikül pozitif geribildirim etkiyle büyümesini sürdürürken, diğer folliküller büyümeyi durdurur ve geriler. 29,30 25 LH follikül büyümesinin son evresinde ve ovulasyon anında gerekli bir hormondur. Bu hormon olmadığında çok fazla miktarlarda FSH olsa bile, follikül ovulasyon evresine kadar geliĢemez. Ovulasyondan yaklaĢık 2 gün önce hipofiz ön lobunun LH salgı hızı belirgin bir Ģekilde yükselir. Bu artıĢ ovulasyondan yaklaĢık 16 saat önce 6 ile 10 katı kadardır. FSH da aynı süreç içinde 2-3 kat artar. Böylece iki hormon aynı anda, birlikte etki ederek ovulasyon öncesi son birkaç gün içinde, follikülün hızla büyümesini sağlar. LH ayrıca granüloza ve teka hücreleri üzerine de etki ederek bu hücreleri daha çok progesteron ve daha az östrojen salgılayan hücrelere dönüĢtürür. Bu nedenle ovulasyondan yaklaĢık bir gün önce östrojen salgısı azalırken bir miktar progesteron salgılanmaya baĢlar. 29,30 Ovulasyonu baĢlatan neden hipofiz bezi ön lobundan aĢırı miktarda LH salgılanmasıdır. LH öncelikle az miktarda progesteron içeren follikülden folliküler steroid hormonların hızla salgılanmasına neden olur. Birkaç saat içinde ovulasyon için gerekli iki önemli olay geliĢir: 1- Teka hücrelerinin lizozomlarından proteolitik enzimler salgılanmaya baĢlar. Bu enzimler kapsül duvarının çözülmesine ve duvarın zayıflamasına neden olur. Böylece tüm follikül daha fazla ĢiĢer ve stigma dejenere olur. 2- Aynı anda follikül duvarında hızla yeni kan damarları oluĢurken folliküler dokuda prostaglandinler (vazodilatasyon oluĢturan yerel hormonlar) salgılanır. Bu iki etki follikülün ĢiĢmesinde katkısı bulunan plazma sızıntısına yol açar. Sonunda follikülün ĢiĢmesi ve eĢ zamanlı olarak stigmanın dejenerasyonu follikülün yırtılmasına ve oositin dıĢarı atılmasına neden olur. 29,30 Oositin follikülden atılmasını izleyen ilk birkaç saat içinde geride kalan granüloza ve teka interna hücreleri hızla lutein hücrelerine dönüĢür. 26 Hücrelerin çapları iki katı ya da daha fazla artar, içlerine dolan lipid inklüzyonları nedeniyle sarımsı bir renk alır. Bu sürece luteinizasyon, oluĢan hücre kütlesine de korpus luteum adı verilir. 29,30 Korpus luteum granüloza hücrelerinin sitoplazmaları granülsüz endoplazmik retikulumdan zengindir. Bunlar çok miktarda progesteron ve östrojen oluĢtururlar. Teka hücreleri ise kadın seks hormonlarından çok, androstenedion ve testesteron gibi belirli androjenleri sentezlerler. Ancak, bunların çoğunluğu granüloza hücrelerinde kadın hormonlarına dönüĢtürülür. 30 Granüloza ve teka interna hücrelerinin lutein hücrelerine dönüĢümü baĢlıca hipofiz bezi ön lobundan salgılanan LH‘a bağımlıdır. LH‘a ―sarımsı renk verme özelliği‖ nedeniyle luteinleĢtirici adı verilmiĢtir. Granüloza hücrelerinin luteinizasyonu aynı zamanda oositin follikülden atılmasına da bağımlıdır. Luteinizasyon olayını ovulasyona kadar denetleyen bir diğer etken, follikül sıvısında bulunan luteinizasyonu baskılayıcı faktördür. Bu nedenle ovulasyon olaylanıncaya değin follikül içinde korpus luteum geliĢmez. 30 Özellikle ovulasyon evresinde salgılanan LH öncelikle granüloza ve teka hücrelerinde luteinizasyona neden olur. Yeni oluĢan lutein hücreleri sırasıyla çoğalma, geniĢleme, salgı ve dejenerasyona karĢın programlanır. Hipofiz bezi ön lobundan LH salgılanmasa bile bu süreç devam eder. Olay ancak 4 ile 8 gün sonra sonlanır. Diğer yandan LH varlığında korpus luteumun büyümesi artar, salgılanması çoğalır. LH ile hemen hemen aynı 27 özelliklere sahip bir diğer hormon koryonik gonadotropindir. Plasentadan salgılanan bu hormon korpus luteum‘a etki ederek yaĢamını uzatır ve genellikle gebeliğin 2-4 aylık süresinde devamını sağlar. 30 Menstrual döngünün luteal evresinde korpus luteumdan salınan özellikle östrojen ve daha az miktarda progesteron hipofiz bezi ön lobu üzerinde önemli geribildirim etki yaratarak, FSH ve LH‘nun dozda salgılanmasını sürdürür. Ayrıca luteal hücreler az miktarlarda da olsa inhibin hormonu salgılarlar. Bu hormon hipofiz bezi ön lobundan özellikle FSH salgısını baskılar. FSH ve LH‘nun kanda düĢük düzeylere inmesi ve bu hormonların kaybolması halinde korpus luteum tamamen dejenere olur. Bu olaya korpus luteum‘un involusyonu denir. Korpus luteum‘dan östrojen, progesteron ve inhibin salgılanmadığı anda hipofiz bezi ön lobu üzerindeki baskılayıcı geribildirim etkisi ortadan kalkar ve bez yine bir miktar FSH ve birkaç gün sonra da yavaĢ artıĢlarla LH salgılamaya baĢlar. FSH ve LH yeni bir menstrual döngüde yeni folliküllerin büyümesini baĢlatır. Ancak bu folliküller yeterince geliĢme göstermezler. Östrojen ve progesteron yokluğu uterusta menstrüasyona yol açar. 30 2.4.1.Ovaryum Hormonlarının İşlevleri – Östradiol ve Progesteron Ovaryum‘un seks hormonları, östrojenler ve progestinler olarak iki tiptir. Östrojenlerin en önemlisi östradiyol hormonu, progestinlerin en önemlisi de progesteron‘dur. Östrojenler baĢlıca vücutta sekonder kadın seks özelliklerini veren özgül hücrelerin çoğalma ve büyümesini sağlarlar. Diğer 28 yandan progestinlerin tümü uterus‘un gebeliğe, meme bezlerinin de laktasyona son hazırlıklarını yürütür. 29 2.4.1.1.Östrojenler Gebe olmayan normal bir kadında östrojenler yüksek miktarlarda yalnız ovaryum‘lardan, az miktarlarda da böbreküstü bezi korteksinden salgılanırlar. Gebelikte ise çok fazla miktarlarda plasentadan salınırlar. 29,30 Kadınlarda plazmada üç tip östrojen görülür: β-östradiyol, östron ve östriyol. Ovaryumlardan serbestleĢen en önemli östrojen β-östradiyol‘dür. Bu organların östron salgısı çok az miktardadır. Östron çoğunlukla, böbreküstü bezi korteksi ve ovaryum teka hücrelerinden salgılanan androjenlerin periferik dokulardaki dönüĢümünden kaynaklanır. Östriyol zayıf bir östrojendir ve özellikle karaciğerde östradiyol ve östron‘un oksidasyon ürünü olarak ortaya çıkar. 29,30 β-östradiyol‘ün östrojenik erki östron‘a karĢın 12 kat, östriyol‘e ise 80 kat daha fazladır. Bu nedenle Β-östradiyol‘ün en önemli östojen olduğu, buna karĢın östron‘un östrojenik etkisinin ihmal edilebilir düzeyde olduğu söylenebilir. 30 29 Karaciğer, östrojenleri glukuronid ve sülfatlar halinde bağlar. Bağlı ürünlerin beĢte biri safra ile geri kalanının çoğu idrar ile atılır. Bunun yanında, karaciğer kuvvetli östrojenler, östradiyol ve östronu tümüyle etkisiz östrojen olan östriyol‘e dönüĢtürür. Bu nedenle, karaciğer fonksiyonlarının zayıflamasında, vücutta östrojen erkinin artarak hiperöstrinizm‘e yol açar. 30 2.4.1.2.Östrojenler‘in ĠĢlevleri Östrojenler çocuklukta çok az miktarda salgılanırlar. Pubertede ise salgılanan miktar hipofiz gonadotropik hormonların etkisi altında 20 kat ya da daha yüksek oranda artıĢ gösterir. Bu sırada ovaryumlar, tuba uterina, uterus ve vajinanın boyutları artar. 30 Östrojenlerin buna ek olarak, vajina epitelini kübik Ģekilden, çok katlı epitele dönüĢtürerek, puberte öncesine karĢın travma ve enfeksiyonlara karĢı daha dirençli hale getirir. 30 Puberte sonrası birkaç yıl içinde uterus‘un boyutları iki ya da üç kat artıĢ gösterir. Daha da önemlisi östrojenlerin etkisiyle endometriyumda olaylanan değiĢimlerdir. Östrojenler endometriyal stromada belirgin proliferasyona ve endometriyal bezlerde büyük geliĢime yol açarak, daha sonraki günlerde implante olacak blastosistin beslenmesine yardımcı olurlar. 30 30 Östrojenler, tuba uterinalardaki mukoza katmanlarına da uterus endometriyumuna benzer etkiler yaparlar. Tuba uterinada silyalı epitel hücrelerinin sayısında artıĢ sağlarlar. Ayrıca döllenmiĢ oositin uterus‘a doğru hareketini kolaylaĢtırırlar. 29,30 Östrojenler, memede stromal dokuyu geliĢtirir, kanal sistemlerinin geliĢmesini ve memede yağ birikmesini sağlarlar. Meme bezlerinde lobul ve alveollerin geliĢimi tek baĢına östrojen etkisi altında yetersiz düzeydedir. Bu yapıların geliĢimini tamamlaması ve iĢlevsel özelliklerini kazanması için progesteron ve prolaktinin desteği gereklidir. Östrojenler osteoblastik erkin artmasına neden 29,30 olurlar. Pubertede kadınların üreme çağına girmesiyle birlikte birkaç yıl büyüme çok hızlıdır. Bunun yanında, östrojenlerin iskelet büyümesi üzerinde bir diğer etkisi, uzun kemiklerin cismi ile epifizlerin erken birleĢmesine yol açmasıdır. Sonuç olarak kadında büyüme olayı genelde erkeğin büyümesinden daha erken yıllarda kesilir. Östrojenden yoksun, önükoid kadınlarda epifizler erken kapanmadığından, boyları normal eriĢkin kadınlardan daha uzun olur. 30 Östrojenler toplam vücut proteinini hafifçe artırırlar. Östrojen uygulamasından sonra azot dengesinin pozitif tarafa kayması da bunun kanıtıdır. Östrojenin seksüel organlar, kemikler ve vücudun daha birçok dokusunda büyümeyi hızlandırıcı etkisi de bunu göstermektedir. 29,30 31 Östrojenler metabolik hızı hafif de olsa artırırlar. Ancak bu artıĢ erkek seks hormonu testesteronun etkisine karĢın 1/3 oranda daha düĢüktür. Bunun yanında hormonun deri altı yağ oranını artırıcı etkisi de vardır. Östrojenler yağın göğüs ve deri altından baĢka kalçalarda birikmesine yol açar ki, bu da kadın vücuduna özgü görünümünü kazandırır. 29,30 Östrojen hormonlarının kimyasal yapılarının adrenokortikal ve suyun geri emilimine neden olduğu belirtilmektedir. 30 Östrojenler salgılandıktan sonra, hedef hücrelere ulaĢmadan önce birkaç dakikalık süre için dolaĢımda kalırlar. Hücrelere girdikten sonra 10-15 saniye içinde sitoplazmada bir reseptör proteini ile birleĢirler ve çekirdeğe geçerler. Bu da kromozomal DNA‘nın özgül bölümüyle etkileĢerek transkripsiyon iĢlemini baĢlatır. Böylece birkaç dakika içinde RNA üretimi baĢlar. Birkaç saat sonra yeni DNA oluĢabilir ve hücre bölünmesine gidilir. 30 2.4.1.3.Progestinler Progestinler içinde en önemli hormon progesteron‘dur. Az miktarlarda bulunan bir diğer progestin 17-α-hidroksiprogesteron‘dur. Bu hormon progesteronla birlikte salgılanır ve aslında onunla aynı etkiye sahiptir. Bu nedenle progesteron tek önemli progestin olarak kabul edilmemektedir. 30 32 Gebe olmayan bir kadında progesteron ovaryum döngüsünün yalnızca ikinci yarısında, korpus luteum‘dan salgılanır. Döngünün ilk yarısında plazmada bulunan az miktardaki progesteron ise eĢit olarak ovaryumlar ve adrenal korteks‘den salgılanır. Ancak gebelik sırasında, özellikle gebeliğin 4.ayından sonra plasentadan büyük miktarlarda progesteron serbestleĢir. Progesteron hormonu 30 salgılandıktan birkaç dakika sonra tümüyle progesteron etkisi olmayan diğer steroidlere yıkılır. Hormonun değiĢimi özellikle östrojenler için geçerlidir. Karaciğerin bu metabolik yıkımda özel bir yeri vardır. Progesteronun en önemli yıkım ürünü pregnandiyol‘dür. Özgün progesteronun yaklaĢık %10‘u idrarla, bu Ģekliyle atılır. 29,30 2.4.1.4.Progesteronların ĠĢlevleri Progesteronun en önemli iĢlevi, kadın menstrual döngüsünün ikinci yarısında uterus endometriyumunda salgılama ile ilgili değiĢimleri baĢlatarak uterus‘u blastosistin implantasyonuna hazırlamaktır. Uterus kasılmalarının Ģiddetini azaltarak implante blastosistin atılmasını engeller. 29,30 Progesteron alveol hücrelerinin proliferasyonuyla memelerdeki lobül ve alveollerin geliĢimini hızlandırır. Böylece göğüsler büyüyerek salgılayıcı bir yapı kazanırlar. Progesteron alveollerin süt salgısını sağlayamaz. Süt ileri dönemlerde memeler hazırlandıktan sonra hipofiz bezi ön lobundan salgılanan prolaktin hormonunun uyarısıyla salgılanabilir. 29,30 33 Büyük miktarlardaki progesteron hormonu böbrek distal tubuluslarından sodyum, klor ve suyun geri emilimini artırabilir. Tübül epitel hücrelerinden sodyum iyonlarının taĢınmasını sağlayan progesteron ve aldosteron aynı reseptör proteinlerine bağlanırlar. Progesteron protein moleküllerine bağlandığında aldosteron bağlanamaz. Progesteron aldosteronun etkisine karĢın çok daha düĢük düzeyde sodyum taĢınımına yol açar. Bu nedenle, progesteron böbrek tübüllerinden sodyum ve suyun geri emilimini ancak düĢük düzeyde etkileyebilir. Hormonun etkisi daha çok aldosteronun etkisini baskılamaktadır. Bu Ģekilde vücutta belirgin bir su ve sodyum kaybı oluĢur. 30 2.4.2.Hipotalamus’tan Salgılanan GnRH ve Bu Hormonun FSH ve LH Salgılanmasına Etkileri Ön hipofiz hormonlarının çoğunluğu, hipotalamusdan salgılanan ―serbestleĢtirici hormonlar‖ tarafından denetlenir. Bu hormonlar hipofiz bezi ön lobuna hipotalamik-hipofizier portal sistem yoluyla taĢınırlar. Gonodotropinlerin uyarılmasında bir serbestleĢtirici hormon olan GnRH çok önemlidir. 30 Deneysel araĢtırmalara karĢın, hipotalamus‘un GnRH salgısı sürekli değildir. Salgılama her 1-3 saatte bir gerçekleĢir ve birkaç dakika süreyle devam eder. 30 34 GnRH sürekli uygulandığında ön hipofiz bezinin FSH ve LH salgısı kaybolur. Buna bağlı olarak GnRH aralıklı salgılanmasındaki özellik bilinmeyen nedenlerle hormonun iĢlevsel olması açısından önemlidir. GnRH‘nın aralıklı salgısı, aynı Ģekilde aralıklı LH atılımına neden olur. 30 GnRH‘nın hipotalamusdan aralıklı salgılanması aynı Ģekilde FSH salgısının azalmasına ya da artmasına neden olur. Buradaki önemli nokta, GnRH‘nın FSH üzerine etkisinin uzun süreli olmasıdır. 30 35 2.5.İNFERTİLİTE VE OVULASYON İNDÜKSİYONU 2.5.1.İnfertilite Herhangi bir doğum kontrol yöntemi uygulamadan, haftada en az iki kez düzenli bir cinsel yaĢama rağmen, bir yıl süreyle gebelik oluĢmamasına infertilite denir. Ġnfertilite sorununun üreme çağındaki çiftlerin yaklaĢık %10-15‘ ini etkileyen bir faktör olduğu bilinmektedir. Ġnfertilite primer ve sekonder olarak iki Ģekilde değerlendirilir. Daha önce gebelik oluĢmamasına primer infertilite, ancak daha önce gebelik oluĢmasına karĢın bir baĢka gebeliğin oluĢmamasına sekonder infertilite adı verilir. Kadın yaĢamının menapoz, puberte, gebelik gibi evrelerinde gebelik oluĢması zordur ya da olası değildir, buna da fizyolojik infertilite adı verilir. 31,32 Ġnfertilitenin en sık görülen nedenleri; ovulatuvar bozukluk (%15), tubal ve peritoneal patoloji (%30-40) ve erkek faktörleridir (%30-40). Geri kalanı ise nedeni açıklanamamıĢ infertilitedir. Her bir olgunun sıklığı yaĢla değiĢmektedir. Genç kadınlarda ovulasyon bozuklukları daha sık görülürken, tubal ve peritoneal faktörler genç ve yaĢlılarda eĢit sıklıktadır. Erkek faktörleri ve nedeni açıklanamayan infertilite ise ileri yaĢlardaki çiftlerde daha sık görülmektedir. 33 Döllenmenin oluĢması için oosite ulaĢabilecek ve oositi dölleyebilecek normal, hareketli ve yeterli sayıda spermiyum olması, eĢ zamanlı uygun oosit salınımı, spermin oosite ulaĢabilmesi ve zigot ya da 36 embriyonun uterus‘a ulaĢabilmesi için serbest bir pasajın olması ve implantasyona izin verecek olgun bir endometriyumun bulunması gerekmektedir. Bu evrelerdeki herhangi bir defekt gebelik oluĢumunu engelleyecektir. 6 Kadınlardaki en önemli infertilite nedeni yaklaĢık olarak %40 oranında ovulasyon yetersizliğidir. Ovulasyon yetersizliği anovulasyon veya ciddi oligoovulasyon Ģeklinde olabilir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ovulatuvar bozuklukları üç ana gruba ayırmıĢtır: Grup I: Hipotalamik hipofizer yetmezlik DüĢük gonadotropin ve östrojen hormon düzeyleriyle seyreden hipogonadotropik hipogonadizmi, normal prolaktin yoğunlukları olan ve ―progesteron challenge‖ testine yetersiz kanama ile yanıt veren hastalardır. Bu grup stres, kilo kaybı, egzersiz, hipotalamik amenore, strese bağlı amenore, anoreksia nevroza, Kallmann sendromu ve izole gonadotropin eksikliği olan hastalardır. Bu hastalarda hipogonadotropik hipogonadizm bulunmaktadır. FSH ve östrojen düzeyleri düĢüktür, prolaktin normaldir. Grup II: Hipotalamik hipofizer disfonksiyon Normogonadotropik, normoöstrojenik, anovulatuar, oligomenoreik hastaları kapsamaktadır. Polikistik over sendromu (PKOS) bu gruba girmektedir. Bu gruptakiler tipik olarak normal FSH, östrojen ve prolaktin yoğunluğuna sahiptirler. 37 Grup III: Ovaryan yetmezlik Bu gruptaki hastalarda hipergonadotropik hipogonadizmle birlikte düĢük östrojen düzeyleri vardır. Ovaryan yetmezlik ve ovaryan rezistansların tüm türleri bu gruba girmektedir. Yüksek FSH yoğunluğuna sahiptirler. 6,34 1960‘lı yılların baĢlarına değin anovulasyon ve diğer infertilite tiplerinin etkili tedavisi tam olarak bilinmiyordu. 1970‘li yıllarda anovulasyon tedavisi için gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) ve prolaktin baskılayıcı ajanlar olarak iki seçenek öne sürülmüĢtür. GnRH izole edilmiĢ ve yapısı tanımlanmıĢtır. Kısa bir süre sonra laboratuvarda doğal GnRH preparat sentezi ile klinik kullanım için daha uygun hale gelmiĢtir. Hipofiz GnRH tedavisinin hipotalamik kökenli hipogonadotropik amenoreli kadınlarda ovulasyon indüksiyonu ve gebelik gerçekleĢmesinde çok etkili olduğu kanıtlanmıĢtır. 15,34,35,36,37,38,39 2.5.2.Ovulasyon İndüksiyonu Günümüzde ovulasyon indüksiyonunda amaç anovulatuar hastalarda ovulasyonu baĢlatmaktır. Ovulasyon sağlanabildiği koĢullarda ise esas amaç tek folliküllü ovulasyondur. Günümüzde 3 değiĢik ovulasyon indüksiyonu uygulanmaktadır: 1) Yerine Koyma (Subtitution) Tedavisi: Gonadotropin eksikliği olan amenoreik kadınlara (WHO grup I) uygulanan tedavidir. 2) Düzenleme tedavisi: Oligoovulasyonu veya persiste anovulasyonu olan kadınlara uygulanan tedavidir. (PKOS gibi). 38 3) Denetimli Ovaryan Hiperstimülasyon (KOH): Bu yöntem ise çoklu infertilitesi (hafif endometriozis, geçici anovulasyon, hafif oligoastenospermi, tek taraflı tubal oklüzyon gibi nedenlerin kombinasyonu) olan ya da nedeni açıklanamayan infertilitesi bulunan hastalara uygulanmakta olan tedavidir ve herzaman intrauterin inseminasyon ve invitro fertilizasyon ile birlikte kullanılır. 15 2.5.2.1.Gonadotropinler İle Ovulasyon İndüksiyonu Ovulasyon indüksiyonu için kullanılan gonadotropinler 3 türdür. Bunlar; üriner, saf üriner ve rekombinant. YaklaĢık 30 yıl süresince tek gonadotropin tipi insan menapozal gonadotropin‘i olmuĢtur (hMG, menotropin). Yeni hMG preparatları eskilerinden daha iyi saflaĢtırılmıĢtır ve cilt altı uygulanabilirler. 20 yıl önce anti-hCG antikorları ile yapılan immünoaffinite yöntemi sayesinde üriner LH uzaklaĢtırılarak daha iyi saflaĢtırılmıĢ üriner FSH elde edilmiĢtir. 40 FSH ve LH‘nın granuloza ve teka hücreleri üzerindeki etkileri çok iyi nitelendirilmiĢtir ve folliküler geliĢim için esansiyeldir. Etki mekanizması klomifen sitrat‘a karĢın daha iyi bilinmektedir. Tedavinin baĢarılı olabilmesi için ovaryumların iĢlevsel olması gerekir, çünkü verilen HMG endojen gonadotropinlerin yerini alarak ovulasyon indüksiyonu yapmaktadır. Kendiliğinden olan döngülerde olduğu gibi FSH birincil olarak granüloza hücreleri ve LH teka lutein hücreleri üzerinde etki göstererek folikülogenezisi uyarırlar. 41 39 Ġnsan menapozal gonadotropin‘i (HMG) üriner bir üründür ve postmenopozal kadınların idrarlarından elde edilmektedir. EĢit oranda FSH ve LH içermektedir. LH‘nın yüksek düzeyde olması ve bu nedenle fertilizasyon ve implantasyonun negatif olarak etkilenmesi FSH içeriği baskın olan yeni gonadotropin ürünlerinin (uFSH) geliĢmesine yol açmıĢtır. uFSH‘da üriner bir üründür ve idrar proteinleri ile kontaminedir. 41 Günümüzde gonadotropin preparatları artık 0.001 IU ‗dan az LH içermektedirler ve üriner protein içerikleri de cilt altı uygulanabilir. YaklaĢık 10 yıl önce genetik mühendisliği sayesinde in vitro rekombinant FSH ( rFSH) üretilmiĢtir. rFSH insan FSH gen kodları ile transfekte edilmiĢ hamster ovaryum hücrelerinden üretilmektedir. Rekombinant gonadotropinlerin avantajı daha az üriner protein içermeleri, daha tutarlı bir yapılarının olması ve biyolojik erklerinin kiĢiden kiĢiye çok daha az değiĢiklik göstermesidir. 40,42,43 Ġnsan koryonik gonadotropin (hCG) ise, karbonhidrat yan zincirli glikoprotein yapılı bir hormondur. LH, FSH ve TSH‘nın heterodimerik yapısı ile benzerlik gösterir. Bu hormonların α-altbirimleri ortaktır, β-altbirimleri ile ayrılırlar. hCG 25 yıldan beri folliküler olgunlaĢmanın sonlandırılmasında kullanılmaktadır. Mazer ve Ravetz gebe kısrakların serum gonodotropinlerini ve koyunların hipofiz ekstrelerini follikül uyarımı için ve hCG‘yi folikül olgunlaĢmasının sonlandırılması için amenoreik kadınlarda kullanmıĢlar ve hipofizer bir faktörün folikül geliĢimini uyardığı ve hCG‘nin ovulasyonu indüklediği sonucuna varmıĢlardır. 42,44,45 40 2.5.2.1.1.Gonadotropinlerin Endikasyonları Hipogonadotropik hipogonadizmi olan bireyler (hipotalamik amenore, WHO Grup I) ekzojen gonadotropin ile en çok tedaviye aday grubu oluĢtururlar. Klomifen sitrat ve benzer tedavi yöntemleri hipotalamik-hipofizerovaryum aks düzgün olmadığında etkisizdir. Hipogonadotropik hipogonadizmli bir kadında ilaç seçimi insan Menapozal Gonadotropin (hMG) olmalıdır çünkü hem FSH hem de LH içermektedir. 46 Klomifen sitrat‘a dirençli anovulasyon durumunda; Klomifen sitrat ile gebelik sağlanamadığında ekzojen gonadotropin tedavisi açık bir seçenektir. Klomifen sitrat‘a dirençli PKOS‘lu( WHO Grup II) hastalarda serum gonadotropinleri normaldir. Çoğunlukla LH düzeyi de yüksektir. Bu hasta populasyonunda tedavi ile ekzojen gonadotropin, endojen gonadotropinlerle üst üste gelir. Açıklanamayan Ġnfertilite olgularında ekzojen gonadotropinler ile tedavide amaçlanan birden fazla olgun oositin sağlanmasıdır. 47 2.5.2.1.2.Gonadotropinlerle Tedavi Rejimi Hipogonadotropik hipogonadizmli (WHO grup I) ve klomifen sitrat‘a dirençli (WHO Grup II) hastalarda düĢük doz ile indüksiyona (75 IU/ gün) step-up protokolü çerçevesinde baĢlanabilir. 4-7 günlük bir uyarma süresi sonunda serum östradiol düzeyine ilk yanıtı ölçmek için bakılmalıdır. Daha sonra gonadotropin dozu aynen sürebilir ya da artırılabilir. Serum östrodiol düzeyi bir kez yükseldikten sonra, geliĢen folliküllerin sayısını ve çapını ölçmek için 1-2 günde bir transvajinal ultrasonografi yapılır. Önde 41 giden follikül çapı 15-18 mm‘ye ulaĢtığında ovulasyonu sağlamak için hCG enjeksiyonu yapılır. Genelde 36-48 saat sonra ovulasyon beklenir. 47 PKOS‗lu kadınlar çoğu zaman gonadotropinlere aĢırı duyarlılık gösterebilirler. Bu kadınlarda genellikle FSH uyarısına yanıt verecek çok sayıda antral follikül vardır. 47 Ovaryan hiperstimulasyon sendromu (OHSS) ve çoğul gebelik riski daha düĢük dozları içeren ( 37.5- 75 IU / gün) ‗düĢük-yavaĢ‘ (low dose step-up) tedavisi ile engellenebilir. 48 Alternatif olan step-down rejiminde ise tedavi yüksek dozda baĢlar ( 150-225 IU/gün) ve seçilmiĢ folliküller içindeki duyarlılığı düĢük folliküller gerilerken, duyarlılığı yüksek folliküllerin büyümeye devam etmesi için giderek dozların düĢürülmesi esasına dayanır. 49 Klomifen sitrat‘a dirençli ve açıklanamayan infertilite hastalar için ardıĢık klomifen sitrat ve gonadotropin tedavisi uygun görülmektedir. Tipik döngüde standart klomifen sitrat tedavisini izleyerek (50-100 mg/gün) klomifen sitrat tedavisinin son günü düĢük doz gonadotropin tedavisi (75 IU FSH veya hMG) uygulanır. Daha sonra sıradan bir gonadotropin ile indüksiyon tedavisinde olduğu gibi izlenir. 49 42 2.5.2.1.3.Gonadotropin Tedavi Sonuçları Bir menstruel döngü içerisinde gebelik elde edebilme olasılığı artan östradiol ile birlikte artar. Bu durum ovarian hiperstimulasyonu ve çoğul gebelik olasılığını da artırır. Gonadotropin rejimleri ile en iyi sonuç en yüksek östradiol yoğunlukları 500-1500 pg/ml arasında olduğunda alınır. Ovaryan ultrasonografi ile folliküllerin sayısı ve çapı belirlenir. Kendiliğinden olan bir döngüde, o döngüde rol alacak antral folliküller menstruasyonun 5-7 gün arası izlenebilir. Baskın follikül 8-12 gün arası belirir ve günde yaklaĢık 1-3 mm büyür, ortalama 20-24 mm iken ovulasyon olur. Kendiliğinden olan döngülerin %5-10 kadarında iki preovulatuvar follikül geliĢir. 50,51 Ekzojen gonadotropin ile uyarılmıĢ döngülerde baskın follikül benzer bir büyüme gösterir ancak daha küçük çaplarda olgunluğa ulaĢır. Follikül çapı arttıkça ovulasyon olasılığı da artar. hCG uygulandıktan sonra, 14 mm ve daha küçük folliküller ender ovulasyon gösterir. Folliküller yaklaĢık %40‘ı 12-16 mm, %70‘i 17-18mm, %80‘i 19-20mm çapındadır ve aslında tüm büyük folliküller ovulasyon gösterir. 51 2.5.2.2.Klomifen Sitrat (KS) İle Ovulasyon İndüksiyonu Klomifen sitrat ilk olarak 1956 yılında sentezlenmiĢtir. Klinik denemeleri ilk olarak 1960‘ da baĢlatılmıĢtır ve ABD‘ de klinik kullanımı 1967 yılında onaylanmıĢtır. 51 43 Kimyasal olarak klomifen sitrat bir nonsteroidal trifeniletilen yapısında olup, östrojen agonisti ve antagonisti etkileri birlikte barındırır. Klomifen sitrat iki farklı steroizomerin karıĢımıdır, farmakolojik olarak cis ve trans yapıları vardır; enklomifen (cis-klomifen) ve zuklomifen (trans-klomifen) olarak adlandırılırlar. Enklomifen en etkili izomerdir ve ovulasyonu sağlayan etkiden sorumludur. Enklomifenin yarı ömrü kısadır ve serum konsantrasyonu tedaviden sonra hızlıca yükselir ve birkaç gün sonra düĢer. Zuklomifen daha yavaĢ atılır. Tek dozdan sonra bile haftalarca serumda saptanabilir. ArdıĢık tedavilerde ovaryumda birikebilir. 51,52,53,54 Klomifen sitrat etkisini östrojen reseptörleri bloke ederek gösterir. Yapısal benzerliği nedeniyle tüm vücuttaki östrojen reseptörlerine bağlanır. Ancak östrojenden farklı olarak reseptörlere uzun süre bağlı kalır ve reseptör dönüĢümünü düĢürerek ortamdaki reseptör sayısını azaltır. Böylece çekirdekteki östrojen reseptörleri düzeyinde endojen östrojenlerle yarıĢarak östrojen etkisini engeller. Bu engelleme hipotalamus-hipofiz sisteminde olduğunda östrojenin negatif geribildirim etkisi ortadan kalkacağından hipofizden FSH ve LH salgılanması artar. 51,53 2.5.2.2.1.Klomifen Sitrat Endikasyonları Klomifen sitrat tedavisi anovulatuvar infertilitesi olan kadınlarda kullanılan ilk sıradaki ilaç seçimidir. Anovulatuvar infertilitede KS tedavisi sadece dolaĢan östrojen seviyesi gonadotropinler üzerinde negatif geribildirim oluĢturacak düzeye geldiğinde etkilidir. Progesteron uygulanmasından sonra oluĢan kanama, dolaĢımdaki yeterli östrojenin klinik yansıması olarak kabul 44 edilebilir. Klomifen sitrat tedavisi genellikle anovulatuvar disfonksiyonlu kadınlar ile sınırlandırılmıĢ olsa da, luteal evre hasarı ve açıklanamayan infertilitesi olan, infertilite süresi kısa olan hastalarda da kullanılabilir. Ovulatuvar infertilitede ise KS multifolliküler geliĢimi uyararak olası bir ovulasyon disfonksiyonunu düzelterek gebeliği sağlamaktadır. 55,56 Klomifen sitrat‘ın hipotalamus-hipofiz aksı hasarlı kadınlarda ya da dolaĢan östrojen düzeyi çok az olan hastalarda (WHO Tip I ve III) kullanılması uygun değildir. 53 2.5.2.2.2.Klomifen Sitrat Dozu Klomifen sitrat oral olarak uygulanır. Menstrüel döngünün 3 ile 5. günleri arasında uygulamaya baĢlanabilir. Ġlk döngüde tedaviye 50mg/gün baĢlanır, tedavi 5 gün olarak belirlenmiĢtir. Ovulasyon olmaması durumunda izleyen döngülerde ilacın dozu 50 mg/gün arttırılır. 150mg/gün ile ovulasyon elde edilemezse farklı bir ilaca geçilmelidir. Ovulasyon sağlandıktan sonra, aynı doz gebelik oluĢana değin ya da toplam tedavi süresi 6 döngüyü bulana değin tekrarlanır. 53,57 2.5.2.2.3.Klomifen Sitrat Tedavi Sonuçları KS ile yapılan ovulasyon indüksiyonunda %60-90 ovulasyon görülmüĢtür. Üç baĢarılı ovulasyondan sonraki kümülatif gebelik oranı 45 %70‘dir. Amenoreik kadınlar oligomenoreik kadınlardan daha çok gebe kalırlar. Bunun nedeni olasılıkla bu hastalarda altta yatan diğer infertilite nedeni olması ve aslında ovulasyon yapabilmeleridir. Tüm çalıĢmalarda ovulasyon sağlanmıĢ tedavilerdeki döngü baĢına gebelik oranı %15‘dir. Artan yaĢa koĢut biyolojik fertilite azaldığından 35 yaĢ üzerinde klomifen sitrat ile tedavi uygun bir yöntem değildir. 3-6 ovulatuvar döngüye karĢın gebelik oluĢmaz ise diğer infertilite nedenlerinin gözden geçirilmesi gereklidir. 58,59 2.5.2.2.4.Klomifen Sitrat’ın Yan Etkileri Birçok çalıĢmada çeĢitli modellerde, KS‘nin endometriyal büyüme ve olgunlaĢmaya, servikal mukusun kalitesine olan yan etkileri gösterilmiĢtir. Genel olarak bu etkilerin uzun süreli tedavi ya da yüksek dozda tedavi sonrası olduğuna inanılır. 60 Klomifen sitrat tedavisinin küçük yan etkileri genelde sıktır ancak tedaviyi kesmeyi gerektirecek kadar Ģiddetli olması çok enderdir. Kısa dönem sıcak basmaları izlenmektedir ancak, klomifen sitrat tedavisinin sadece merkezi olarak endojen östrojen düzeylerinin düĢük olarak algılanmasına neden olmasından dolayı bu etki geçicidir. Ruh halinde dalgalanmalar sıktır. Hafif ve seyrek yan etkiler ise meme hassasiyeti, pelvik basınç ya da ağrı ve bulantıdır. Görme bozuklukları, ıĢığa duyarlılık sık rastlanmayan (%2) ve geri dönüĢümlüdür. 60 46 2.6.Proliferasyon Hücre Çekirdek Antijeni (PCNA) PCNA 36 kDa ağırlığında türler arasında iyi korunmuĢ, hücre döngüsü için esas olan düzenleyicidir. DNA sentezi sırasında DNA hasarlarının onarılması ve S fazında DNA polimeraz delta için ko-faktör olarak iĢlem gördüğü gösterilmiĢtir. 61,62,63 Hücre döngüsünün G1 evresinde ekspresyonu baĢlar, en yüksek düzeye S fazında ulaĢır ve G2/M fazında da azalır. Dinlenme evresindeki hücreler farklı mitojenlerle uyarıldığında aynı derecede PCNA ve DNA sentezi yaptığı gösterilmiĢtir. Biyolojik yarı ömrü yaklaĢık 20 saattir. Aldehitleri kullanarak fikse edilmiĢ hücrelerde ise PCNA‘nın dağılımı farklıdır ve hücre döngüsü boyunca yoğun diffüz nükleer boyanma saptanır. 61,62,64,65,66,67 PCNA‘ni hücrelerde ve dokularda göstermeye yönelik çalıĢmalara otoimmün hasta serumundan elde edilen poliklonal antikorların kullanılmasıyla baĢlanmıĢtır. Daha sonra 1990‘da, bakterilerde PCNA‘ni ortaya çıkararak denatürasyona neden olmayan koĢullarda saflaĢtırılmıĢ ve bununla farelerin immünizasyonundan elde edilen, 11 yeni monoklonal antikor tanımlanmıĢtır. Normal eriĢkin dokularında çekirdekte yaygın ve / veya granüler boyanma Ģeklinde izlenen PCNA hücre proliferasyonu ile birliktelik göstermiĢtir. 68,69,70 47 PCNA‘nin normal dokularda gösterilmesi proliferatif potansiyeli yakından yansıtırken, neoplazmlarda daha karmaĢık ifade biçimleri görülmektedir. Proliferasyonla birlikte olan çeĢitli belirleyicilerin prognozla iliĢkilerinin farklı tümör tiplerinde değiĢkenlik göstermesi PCNA için de geçerlidir. PCNA‘nin proliferasyonu immünohistokimyasal belirleyen tekniklerin tümü yöntemle prognozla gösterilmesi iyi gibi korelasyon göstermektedir. 71,72,73,74 PCNA ovaryumda mayotik bölünme halinde olan hücrelerde, çekirdek ve sitoplazmada saptanmıĢtır. Gonadotropinler ve östradiol granüloza hücrelerinin çoğalma evresini baĢlatabilirler. Fare ve sıçanlar ile yapılan çalıĢmalarda, granüloza hücre çoğalmasının hızlı evresinin antrum oluĢumu sırasında gerçekleĢtiği gösterilmiĢtir. 63 Yapılan immünohistokimyasal çalıĢmalarda; PCNA‘nin primordiyal folliküllerde zayıf olmakla birlikte oositte, geliĢen folliküllerde ise granüloza hücrelerinde ve oositte izlenmiĢtir. 75 Ovaryum‘da in vivo ve in vitro çalıĢmalarda sıçan, sığır ve domuzlarda PCNA salınımının baĢlangıç ve erken folliküllerde olaylandığı gösterilmiĢtir. 63,76 48 2.7.C-FOS c-fos geninin transkripsiyonunu ilk kez 1984 yılında Mike E. Greenberg ve Ed B. Ziff büyüme faktörleri ile uyardıkları fibroblastlarda göstermiĢlerdir. C-fos geninin transkripsiyonu hücreleri etkileyerek büyüme ve farklılaĢmayı sağlayan çok sayıda etken tarafından hızla ve geçici olarak sağlanır. C-fos bu nedenle hücrede herhangi bir uyarana karĢı ilk yanıt veren genlerdendir [erken–ivedi geni, (IEG) ya da erken yanıt geni, (ERG)]. Bu gruba giren genler hücre büyümesi, çoğalması, farklılaĢması ve hücrenin programlı ölümü (apoptosis) ile ilgili transkripsiyon faktörleridir. 77,78,79,80 IEG grubundan olan c-fos geni çekirdeksel bir transkripsiyon faktörüdür ve nükleer üçüncü ulak ya da hücresel iĢlevler yönünden esas anahtar olarak düĢünülmektedir. Bir diğer tanımlama ile ―çekirdeksel protoonkojen (nuclear protooncegene)‖ olan c-fos hücre çoğalması ve farklılaĢması sırasında, gen ekpresyonunun aĢamalı düzenlenmesi ile ilgilidir. Fos proteinleri c-fos geninin ürünü olan çekirdek proteinleridir. Bunların hücredeki ekspresyonu ve birikimi herhangi bir etki olmaksızın görülebilir ancak bu ekspresyon ve birikim çeĢitli uyarılara yanıt olarak hücre aktivasyonu ile birlikte artar. 81,82,83,84 Fos proteinleri yine bir IEG olan c-jun geninin ürettiği Jun proteinleri ile birlikte transkripsiyon faktör kompleksi Aktivatör Protein-1 (AP-1) ‘ in bileĢenleri olarak birlikte iĢlev görürler. Fos proteinlerinin ekspresyonu tipik olarak geçicidir. Ancak bu ailenin bazı üyelerinin ekspresyonundaki yüksekliğin devamının kronik uyaranlar tarafından engellendiği rapor edilmiĢtir.85 49 Fos benzeri (Fos-like) proteinler Fra (kronik-Fos akrabası antijen, chronic-Fos related antigen) olarak adlandırılırlar. 86 AP-1 (Activator Protein-1); Fos proteinleri (c-Fos, Fos B, Fra 1 ve Fra 2), Jun proteinleri (c-Jun, Jun B ve Jun D) ve bazı ATF proteinlerinden (ATFa, ATF-2 ve ATF-3) oluĢmuĢtur. Fos proteinleri, Jun proteinleri ile stabil dimerler oluĢturur. Oysa Jun proteinleri homodimerler ya da Fos ve ATF proteinleri ile heterodimerler oluĢturabilir. Tüm AP-1 proteinleri fosfoproteinlerdir ve hiperfosforilasyon ve defosforilasyon onların DNAbağlanma ve transaktivasyon erklerini etkileyebilir. AP-1 kompleksin üyeleri 87,88,89,90,91,92,93,94 değiĢik gen ekspresyonlarını düzenlerler. Bu bileĢenler çoğalma, farklılaĢma, programlı ölüm ve onkojenik transformasyon gibi çok sayıda hücresel süreçlerle kritik olarak ilgilidir. 95,96,97 c-fos transkripsiyonu çok çeĢitli mitojenler ve farklılaĢmayı uyaran maddeler tarafından uyarılabilir ve bağımsız olarak yeni protein sentezi oluĢturur. Bu nedenle bu tür genler protoonkojenler ve bunların ürünü olan proteinler de onkoproteinler olarak adlandırılırlar. Kanser geliĢiminde Fos proteinlerinin katkısı olduğu bilinmektedir. Bazı tümör tiplerinde c-fos ve c-jun düzeyinin arttığı gösterilmiĢ ve bu artıĢın artan hücre çoğalmasının bir kanıtı olacağı için tümör oluĢmasında önemli bir rol oynadığı ileri sürülmüĢtür. Ancak protoonkojenler yalnız kötü huylu geliĢim ile birlikte değil, normal büyüme ve farklılaĢmayı protoonkojenlerin da düzenlerler. uygun GeliĢimsel anomalilerin olmayan 50 aktivasyonuyla yüksek düzeyde onkoprotein üretmelerine veya protoonkojenlerin anormal üretimine yol açan bir mutasyona bağlı olabileceği ileri sürülmüĢtür. 91, 98,99,100 Tüm AP-1 proteinleri büyüme faktörlerine hücresel yanıtın bazı yönlerini düzenlerler. c-fos protoonkojeninin büyüme faktörleri tarafından oluĢturulan uyarıların hücre dıĢı ortamdan hücre çekirdeği içine iletilmesinde esas rolü oynadığına inanılmaktadır. 101 c-fos gibi IEG‘ lere NGF (sinir büyüme faktörü) aksiyonu için gereksinim olduğu ve örneğin; hasarlanmıĢ retinal ganglion hücrelerinin rejenerasyonlarıyla ilgili olduğu, bu nedenle nöronların canlılığını sürdürmesi ve rejenerasyonunun anlaĢılması için c-fos‘un düzenlediği biyolojik olaylar zincirinin kesin tanımlanmasına çok gereksinim olduğu bildirilmektedir. 101,102 c-fos, hücrelerin hücre dıĢı değiĢikliklere vereceği yanıtın büyüklüğünü saptamada da fonksiyonel bir gösterge olarak kullanılır. 103 Pek çok hücre dıĢı etkenin c-fos transkripsiyonunun hızlı ve geçici olarak artmasını sağlamasına karĢın, bazı geçici, nöral ve hormonal uyarıyla bu transkripsiyonun azaltılabileceğini gösteren çalıĢmalar vardır. 104 c-fos geni ve Fos proteinlerinin büyüme faktörleri, mitojenler ve pek çok hücre dıĢı etkenle ekspresyonunun artması ve bu artıĢın hücredeki büyüme, çoğalma, farklılaĢma ve programlı ölüm gibi çok önemli biyolojik süreçlerle ilgisi nedeniyle bu gen ve proteinler özellikle doğumsal anomalilerin, onkogenik transformasyonun ve normal geliĢimin 51 değerlendirilmesi yönünde yapılacak hücresel ve genetik çalıĢmalarda önemli bir anahtardır. 105,106 Yapılan çalıĢmalarda c-fos‘un steroid metabolizmalı birçok enzimin ekspresyonunda düzenleyici rol oynadığı ortaya konulmuĢtur. cfos immunlokalizasyonu follikül teka hücrelerinde gözlenirken granüloza hücrelerinde yüksek bulunmuĢtur. düĢük düzeyde 107 2.8.Lösemi İnhibitör Faktör (LIF) Lösemi inhibitör faktör (LIF) 43 kDa moleküler ağırlığa sahip bir glikoproteindir. ÇeĢitli dokularda biyolojik aktivitesi bulunur. LIF embriyonik kök hücrelerin, primordiyal germ hücrelerinin, periferal nöronların, osteoblastların, adipositlerin, hepatositlerin ve endotelyal hücrelerin büyümesini ve farklılaĢmasını düzenler. 108 LIF fibroblastlar, alloreaktif T-lenfositler, mitojen aktiviteli dalak hücreleri, Krebs ve Ehrlich asit mayi hücreleri tarafından üretilir. Hücre aktivasyonundan sonra monositler tarafından da üretilir. LIF‘in mezenĢimal hücrelerde sentezi, IL-1α, TGF-β,EGF ve bFGF tarafından uyarılır. 108,109 LIF‘in birbirine eklenmiĢ birkaç izoformu tanımlanmıĢtır. LIFD, LIF-M, LIF-T. Tüm izoformlar 3 değiĢik birinci ekson (D,M,T) ve ortak ikinci ve üçüncü ekson içerir. 110 52 Ġnsan LIF-D, LIF reseptörü ile sinyallenen bir biyolojik aktif proteindir. LIF-M, ekstrasellüler matrikste aktif olur. LIF-T, intrasellüler bir protein olarak bulunur. 110 LIF, miyeloid lösemi hücrelerinin çoğunu engelleyen ve makrofajlara dönüĢmesini uyaran bir etken olarak izole edilmiĢtir. 110,111 Yapılan çalıĢmalar LIF‘nün ovaryum iĢlevinde önemli bir düzenleyici olabileceğini düĢündürmektedir. 108 LIF mRNA ve proteini ovaryum hücre kültürlerinde düĢük düzeyde ancak yapıcı olarak ifade olmaktadır. LIF mRNA konsantrasyonu IL-1α ve TNF-α tarafından zaman ve konsantrasyon bağımlı Ģekilde yükselmiĢtir. HCG‘nin folliküler sıvıda LIF ekspresyonunu uyardığı yapılan çalıĢmalarda gösterilmektedir. Aynı zamanda granuloza-lutein hücreleri ve ovaryum stromal hücreleri LIF mRNA eksprese eder ve protein üretirler. LIF‘in bu hücrelerdeki bulunuĢu ovulasyon fizyolojisinde önemli rol oynayabileceğini düĢündürmektedir. 112,113,114 53 3.GEREÇ VE YÖNTEM 3.1.Deney Hayvanları ve Gruplandırma Bu çalıĢmada Gazi Üniversitesi Laboratuvar Hayvanları YetiĢtirme ve Deneysel AraĢtırma Merkezi‘nden sağlanan Wistar Albino cinsi, 36 adet, 20 haftalık, 200-250 gr ağırlığında diĢi sıçanlar kullanıldı. Denekler laboratuar ortamında 3 hafta süresince 12 saat gündüz ve 12 saat gece döngüsünde ve 23±2°C‘ lik denetimli sıcaklıkta tutuldu. Tüm deneklerin su ve besine serbest eriĢimi sağlandı. Bu süre boyunca tüm deneklerden vaginal smear örnekleri alınarak 3 döngü boyunca izlendi ve siklusları düzenli olan sıçanlar çalıĢmaya alınarak, her birinde 6‘Ģar denek bulunan 6 grup oluĢturuldu. Bu gruplara ovulasyon indüksiyon modelleri uygulandı. Grup 1:Ovulasyon indüksiyonu sağlamak için hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu (n=6) Grup 2 : Hormon uygulaması yapılan grup (n=6) Grup 3 : Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu (n=6) Grup 4 : Klomifen Sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu (n=6) Grup 5 : Klomifen sitrat uygulaması yapılan grup (n=6) Grup 6 : Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu (n=6) Hormon uygulamasının kontrol grubu olarak belirlenen 1. gruba hormon uygulaması yapılan 2. grupta uygulanan enjeksiyonlarla eĢ zamanlı olarak aynı dozlarda SF verildi. 2. grup olarak belirlenen hormonal 54 uyarım grubuna ise ovulasyon indüksiyonu için insan menopozal gonadotropin (hMG) uygulandı. Bu gruba alınacak deneklere 4. Menstural döngünün diöstrus evresindeyken 150 IU/kg insan menopozal gonadotropin (hMG) intramuskuler olarak 17:00‘ de verildi. 4. döngünün diöstrus evresini izleyen proöstrus evresinde ise 75 IU/kg insan koryonik gonadotropin (hCG) intramuskuler olarak 17:00‘ de uygulandı. Klomifen sitrat uygulamasının kontrol grubu olarak belirlenen 3. gruptaki deneklerin oluĢturulabilmesi için, aynı 2. gruptaki denekler gibi hormonal uyarım yapıldıktan sonra östrus evresinde olduğu belirlenen diĢi sıçanlar 1 gece erkek sıçanlarla birlikte bırakıldı. Vaginal plak oluĢumu görülen sıçanlar gebeliğin 0. gününde kabul edilerek gruba alındı. Bu gruptaki deneklerin de gebeliğinin 6. gününe gelindiğinde implantasyon aĢamasında oldukları kabul edildi. 4. gruba aynı stres koĢullarının oluĢturulması amacıyla diöstrus evresindeki deneklere 2 gün süresince lavage yoluyla sadece 2 ml SF verildi. 5. gruptaki deneklere ovulasyon induksiyonun oluĢturulması ereğiyle 2 ml SF içerisinde 100 g/kg klomifen sitrat çözüldü. Çözelti 4 günlük östrus evresinin diöstrus evresindeki deneklere lavage yoluyla 2 gün boyunca verildi. 6. gruptaki deneklerin oluĢturulabilmesi için, aynı 5. gruptaki denekler gibi klomifen sitrat uygulaması yapıldıktan sonra östrus evresinde olduğu belirlenen diĢi sıçanlar 1 gece erkek sıçanlarla birlikte bırakıldı. Vaginal plak oluĢumu görülen sıçanlar gebeliğin 0. gününde kabul edilerek gruba alındı. Denekler gebeliğin 6. gününe gelindiğinde implantasyon aĢamasında oldukları kabul edildi. Denekler genel anestezi altındayken karın bölgeleri açılarak ovaryum‘ları çıkarıldıktan sonra intraperitoneal ketamin (44mg/kg) ve ksilazin enjeksiyonu ile uyutularak ötenazi gerçekleĢtirildi. Tüm deneklerden immunohistokimyasal inceleme için alınan ovaryum örnekleri %10‘ luk nötral formaldehite alınarak, alıĢılmıĢ histolojik yöntemlerden geçirilerek parafin bloklar hazırlandı. 55 3.2.İmmünohistokimyasal Yöntem Kontrol ve deney gruplarına ait ovaryum dokusu bloklarından polilizinli camlara 4 µm kalınlığında kesitler alınarak immünohistokimyasal boyamaları yapıldı. ÇalıĢmada hücre proliferasyonunun izlenmesi amacıyla PCNA ( PC-10) Ab-1, (Lot: 106P8120) primer antikoru, LIF ( N18) primer antikoru (Cat: Sc- 1336, (Lot: #B-1710), C-fos( K-25) primer antikoru (Cat: Sc-253, Lot: #F-1110) kullanıldı. Kesitler 37ºC‘deki etüvde bir gece tutulduktan sonra deparafinizasyonu kolaylaĢtırmak amacıyla etüv ısısı 57ºC‘ye çıkarılarak 1 saat daha bekletildi. Camlar deparafinizasyonu tamamlamak için 2 kez 15‘er dakika ksilolde bırakıldıktan sonra sırasıyla %100‘lük, %96‘lık ve %80‘lik alkol serilerinden 10‘ar dakika geçirilerek sudan, 2 kez 5‘er dakika distile sudan geçirilerek alkolden kurtarıldı. PCNA immünboyanması yapılacak kesitler doku içerisinde formaldehitin kapattığı reseptör bölgelerinin açığa çıkarılmasını sağlamak amacıyla mikrodalga fırında 1 M sitrat tamponuna (pH: 6.0) (Cat: AP9003- 500, Lot: 9003LT13610, Lab Vision, Fremont, USA) etkin bırakıldı. Oda ısısında 20 dakika soğutulduktan sonra 15 dakika süreyle hidrojen peroksit (Cat: TA-125-HP, Lot: 125HP14119, Lab Vision, Fremont, USA) uygulandı ve endojen peroksidaz aktivitesi bloke edildi. LIF ve c-FOS immünboyanması yapılacak kesitlere ise sitrat aĢaması uygulanmadan direk hidrojen peroksit aĢaması uygulandı. Daha sonra, camlar 3 kez 3‘er dakika PBS (Phosphate Buffer Saline) (pH: 7.4) ile yıkandıktan sonra özgün olmayan bağlanmaların engellenmesi amacıyla 5 dakika, Ultra V Block, PCNA için (Anti-mouse HRP kit Lot: MHL90115, Thermo Scientific, 56 Fremont, USA) LIF için ( Histostain Plus, Lot: 724944A, Ġnvitrogen,USA), c-FOS için (sekonder kit, LOT: C0910, Santa Cruz Biotechnology, California,USA) uygulandı. Bloklama aĢamasının ardından kesitler yıkanmadan PCNA ( PC-10) Ab-1, primer antikoru (Lot: 106P8120), LIF ( N-18) primer antikoru Cat: Sc- 1336, Lot: #B-1710), C-fos( K-25) primer antikoru (Cat: Sc-253, Lot: #F-1110) primer antikorlarına etkin bırakıldı. Daha sonra camlar, 3 kez 3‘er dakika PBS ile yıkandıktan sonra PCNA için Anti-mouse HRP kit (Lot: MHL 90115) Thermo Scientific Fremont,USA) LIF için Histostain Plus (Lot: 724944A) Ġnvitrogen,USA) ve c-FOS için sekonder kit (Lot: C0910) Santa Cruz Biotechnology California,USA) 20 dakika biyotinli sekonder antikor uygulanarak primer antikora bağlanması sağlandı. Tekrar PBS ile yıkandıktan sonra dokular enzimin biyotine bağlanması amacıyla 20 dakika PCNA için Anti-mouse HRP kit (Lot: MHL 90115) Thermo Scientific Fremont,USA) LIF için Histostain Plus (Lot: 724944A) Ġnvitrogen,USA) ve c-FOS için sekonder kit (Lot: C0910) Santa Cruz Biotechnology California,USA) streptavidin peroksidaz enzim kompleksine etkin bırakıldı. Camlar tekrar PBS ile yıkandıktan sonra kromojen olarak PCNA antikoru için AEC (3-amino-9-ethylcarbazole) (Lot: ASA100318, Thermo Scientific, Fremont, USA) uygulanarak gözle görülebilen immün reaksiyonun açığa çıkması sağlandı.LIF primer antikoru için kromojen olarak DAB (3,3‘iaminobenzidine Tatrahyrochloride-Plus kit) (Lot: 720221A, Ġnvitrogen, USA) c-FOS için yine DAB kromojen boyası( Sc2053 Lot: C09110) Santa Cruz Biotechnology California,USA) kullanıldı. Zemin boyamasında Mayer‘in Hematoksileni (Cat:TA-125-MH, Lot: AMH70809, Lab Vision, Fremont, USA) kullanıldı. AEC ile boyanan camlar Ultramount (Cat: TA-125-UG, Lot: VM13518, Lab Vision, Fremont, USA) ile kapatıldı. DAB ile boyanan camlar alkol ve ksilol serilerinden geçirilerek entallan ile kapatıldı. Kesitler Leica DM 4000 (Germany) bilgisayar destekli 57 görüntüleme sisteminde, Leica Q Vin 3 programında değerlendirildi ve resimlendi. 3.3. İstatistiksel Yöntem Tüm istatistiksel analizler SPSS paket programı (SPSS Inc. USA) kullanılarak yapıldı. P< 0.05 anlamlı kabul edildi. Veri setini oluĢturan değerlerin normal dağılım gösterip göstermediği Shaphiro-Wilk varyansların homojenliği Levene testi ile kontrol edildi. Verilerin normal dağılım göstermediği, varyansların homojen olmadığı belirlendi. Buna uygun olarak iki grup ortalamasının karĢılaĢtırılması için Mann–Whitney U, ikiden fazla grup ortalamasının karĢılaĢtırılması için Kruskal-Wallis testi uygulandı. 58 4.BULGULAR 4.1.PCNA BULGULARI: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryumlarında geliĢim aĢamalarındaki tüm folliküler, atretik folliküller ve stroma normal yapıdaydı. Primordiyal folliküllerde oosit çekirdek ve çekirdekçiğinde, follikül hücre çekirdeklerinde PCNA tutulumu belirgin ve orta dereceliydi. Atretik folliküllerde, granüloza hücreleri ve teka interna hücrelerinde izleniyordu (Resim 1). Büyük büyültmeli resimlerde primordiyal, tek ve çok sıralı hücre katmanı içeren folliküllerde oosit, granüloza ve teka interna hücre çekirdeklerindeki immün tepkime belirgin olarak gözlemleniyordu. Antrumu belirgin sekonder folliküllerde oositteki PCNA tutulumunun oldukça azaldığı, granüloza hücre tutulumu ile teka interna hücre tutulumunun ise oldukça yoğun olduğu ayırt ediliyordu. Bazı stromal hücrelerde de zayıftan ortaya değiĢen boyanma belirgindi. Atretik folliküllerde ise immünreaktivitenin oldukça kuvvetli olduğu görüldü (Resim 2,3). Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda PCNA immünreaktivitesinin geliĢen folliküllerde oosit çekirdeği düzeyinde kuvvetli olduğu, buna karĢın sekonder follikülden itibaren oosit çekirdek boyanmasının azaldığı belirlendi. Tüm folliküllerde granüloza ve teka interna hücrelerinde yaygın tutulum dikkati çekiyordu. Ġmmün tepkime çekirdek düzeyinde fazla sitoplazmik düzeyde ise daha azdı (Resim 4,5,6). Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarındaki PCNA tutulumu tüm folliküllerde granüloza hücreleri, teka interna hücreleri düzeyinde ve oosit çekirdeklerinde oldukça belirgindi. Ġmmünreaktivite 59 korpus luteum hücrelerinde ve atretik folliküllerdeki hücrelerde yaygındı. Bazı stromal hücrelerde de oldukça kuvvetli PCNA boyanması dikkat çekiciydi (Resim 7,8,9). Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryumlarında yapılan incelemelerde, PCNA tutulumunun hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryumlarına eĢdeĢ olduğu görüldü (Resim 10,11). Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında PCNA tutulumunun tüm folliküllerde, atretik olanlarda stromada ve korpus luteumda son derece az düzeyde olduğu izlendi. Granüloza hücrelerinde tepkime çekirdek düzeyinde ve az yoğundu. Oositte ise belirgin bir tutulum izlenmiyordu. Buna karĢın çok sıralı primer folliküllerde birden fazla oositin gözlemlenmesi sitrat uygulaması dikkati çekti (Resim12,13,14). Klomifen yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA immünreaktivitesinin, tüm folliküllerde granüloza ve teka interna hücreleri düzeyinde olduğu ayırt ediliyordu. Oosit çekirdek ve sitoplazmasında tutulum belirgindi. Ġmmünreaktivitenin korpus luteumda daha az düzeyde olduğu belirlendi. Atretik folliküllerde de yaygın boyanma dikkati çekti. GeliĢen folliküllerde bazen iki oositin varlığı ilgiyi çekiyordu (Resim 15,16,17). 60 4.2.C-FOS BULGULARI: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-FOS immünreaktivitesi değerlendirildiğinde, tutulumun tüm folliküllerde oosit sitoplazması ile çekirdeğinde ve granüloza hücreleri ile teka interna hücrelerinde olduğu görüldü. Boyanmanın çekirdek ve sitoplazma düzeyinde granüler Ģekilde olduğu ve çoğunlukla orta dereceli gözlemlendiği ilgiyi çekti. Bu gruba ait incelemelerde korpus luteum hücrelerinde de orta dereceli immünreaktivite belirgindi (Resim 18,19,20). Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryumlarda c-fos immünreaktivitesi değerlendirildiğinde, tutulumun kontrole karĢın biraz daha fazla ve çekirdek ile sitoplazma düzeyinde yaygın olduğu belirlendi (Resim 21,22). Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryumlarında ise c-fos tutulumunun diğer gruplara karĢın biraz daha özgün olduğu, sitoplazma ve çekirdekte granüller boyanmanın varlığı dikkati çekti (Resim 23,24,25,26). Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarındaki c-fos immünreaktivitesi hormon grubu kontrolleri ile eĢdeĢ yapı sergiliyordu (Resim 27,28,29). Klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ile hormon uygulaması yapılan grup ovaryumları karĢılaĢtırıldığında, klomifen sitrat 61 uygulaması yapılan grupta c-fos tutulumunun ağırlıklı olarak teka interna hücreleri ve stromada yoğunlaĢtığı izlendi. Ġmmün tepkimenin bu grupta, tüm folliküllerde, granüloza hücreleri ve oositte, hormon grubuna karĢın az olması ilgiyi çekti. Korpus luteum hücrelerinde de boyanma biraz daha yoğundu (Resim 30,31,32). Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokularında çok sıralı antrumun oluĢmaya baĢladığı folliküllerde c-fos tutulumunun belirgin olarak arttığı ve granüloza hücrelerinde, oosit ile teka interna hücrelerinde yaygınlaĢtığı belirlendi. Boyanma sitoplazmada granüler Ģekildeydi. Ġmmünreaktivitenin atretik follikülde de belirginleĢtiği ayırt edildi (Resim 33,34,35). 4.3.LIF BULGULARI: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryumlarında LIF tutulumu değerlendirildiğinde, korpus luteum, atretik ve geliĢen folliküllerde ortadan zayıfa değiĢen tepkime gözlemlendi (Resim 36,37). Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda yapılan incelemelerde LIF immünreaktivitesinin, kontrollere eĢdeĢ olduğu dikkati çekiyordu (Resim 38,39,40). Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokularında, bazı folliküllerde, granüloza, teka interna ve atretik follikül hücrelerinde diğer gruplara karĢın tutulumun biraz daha yaygın olduğu ilgiyi çekti (Resim 41,42,43). 62 Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryum dokusu incelemelerinde LIF tutulumunun, hormon uygulaması yapılan grubun kontrol grubuyla eĢdeĢ olduğu görüldü (Resim 44,45). Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryumlardaki değerlendirmelerde, LIF immünreaktivitesinin korpus luteum hücrelerinde biraz daha fazla olduğu dikkati çekerken, diğer yapıların kontrol grubundakilerle aynı görünümde olduğu belirlendi. Sekonder folliküllerde ise oositi çevreleyen ilk sıra follikül hücrelerinde tutulumun biraz daha arttığı görüldü (Resim 46,47). Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusu yapılan incelemelerinde, LIF immünreaktivitesi diğer gruplara oranla artmıĢtı. Tutulum oosit sitoplazmasında az, granüloza ve teka interna hücrelerinde ise biraz daha fazlaydı. Korpus luteumda da boyanmanın orta dereceli ve yaygın olduğu dikkati çekti (Resim 48,49,50). 4.4.İSTATİSTİKSEL BULGULAR Yapılan istatistiksel değerlendirmede, klomifen sitrat uygulaması yapılan grupta klomifen sitrat uygulaması yapılan hayvanların Graaf değerleri kontrol ve gebe grubuna karĢın farklıydı ve bu fark anlamlıydı (p=0.006). Hormon uygulaması yapılan deneklerin Graaf değerlerinde, kontrol ve gebe gruplarına karĢın anlamlı fark belirlenemedi (p=0.095). 63 Hormon uygulaması yapılan kontrol grupları, klomifen sitrat uygulaması yapılan kontrol grupları (p=0.749) ve hormon gebe ile klomifen sitrat uygulaması yapılan gebe grupları (p=0.522) arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark yoktu. Ancak hormon uygulaması yapılan deneklerle klomifen sitrat uygulaması yapılan deneklerin (p=0.006) Graaf çapları anlamlı olarak birbirinden farklıydı. Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplar değerlendirildiğinde, gruplar arası anlamlı bir fark bulunamadı (p=0.180, p=0.565). Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplar karĢılaĢtırıldığında ise anlamlı bir fark belirlenemedi (kontrol için p=1; hormon-klomifen sitrat için p=0.121, gebeler için p=0.439). Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplar arasında primordiyal follikül sayısında anlamlı bir fark yoktu (p= 0.354 ve p= 0.802). Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplar karĢılaĢtırıldığında ise anlamlı bir fark belirlenemedi (kontrol için p=0.936; hormon-klomifen için p=0.936, gebeler için p=0.575). Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplar arasında sekonder follikül sayısında anlamlı bir fark görülmedi (p= 0.795 ve p= 0.582). 64 Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplar karĢılaĢtırıldığında ise yine anlamlı bir fark belirlenemedi (kontrol için p=0.422; hormon-klomifen sitrat için p=0.258, gebe için p=0.808). 65 RESİMLER Resim 1: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryum dokusunda gelişim aşamalarındaki folliküller ve oositlerdeki PCNA tutulumu izleniyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (SF): Sekonder follikül, (Ç): Çekirdek, (O): Oosit, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri (İmmünperoksidaz-HematoksilenX100). 66 Resim 2A,B: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryum dokusunda; gelişen foliküllerde oosit çekirdeği düzeyinde kuvvetli olmakla birlikte, sekonder folikülden itibaren azalan PCNA immünreaktivitesi izleniyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (TKP): Tek sıralı primer follikül, (Ç): Çekirdek, (O): Oosit, (G): Granüloza hücreleri (İmmünperoksidazHematoksilen AX400, BX400). 67 Resim 3: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryum dokusunda, antrumu belirgin sekonder folliküllerde oositteki PCNA tutulumunun belirgin olarak azaldığı görülüyor. (O): Oosit, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 68 Resim 4A,B,C: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda sekonder folliküllerde oosit çekirdek tutulumunun diğer folliküllere karşın az olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (O): Oosit, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100, CX100). 69 Resim 5A,B: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda PCNA immünreaktivitesinin özellikle çekirdek düzeyinde ve granüloza hücrelerinde yaygın olduğu dikkati çekiyor. (TKP): Tek sıralı primer follikül, (Ç): Çekirdek, (O): Oosit, (G): Granüloza hücreleri (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 70 Resim 6A,B: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda yaygın PCNA immünreaktivitesi görülüyor. (O): Oosit, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidazHematoksilen AX400, BX400). 71 Resim 7A,B,C,D: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında çeşitli gelişim evrelerindeki folliküller ve korpus luteumda PCNA immünreaktivitesi görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (O): Oosit, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (ZP): Zona pellusida, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (Ç): Çekirdek, (KL): Korpus luteum (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100, CX100, DX100). 72 Resim 8A,B: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA immünreaktivitesinin çekirdek düzeyinde son derece belirgin olduğu görülüyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (Ç): Çekirdek, (O): Oosit, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri (İmmünperoksidazHematoksilen AX400, BX400). 73 Resim 9: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyamasında; oosit çekirdeğinde ve granuloza hücrelerinde belirgin tutulum izleniyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 74 Resim 10A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusunda PCNA tutulumunun doku genelinde hormon kontrol grubuna eşdeş olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (ZP): Zona pellusida, (O): Oosit (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100,BX100). 75 Resim 11A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusunda yapılan PCNA boyamasında; çekirdek tutulumunun sekonder folikülde primer foliküllere karşın kuvvetli olduğu ayırt ediliyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (ZP): Zona pellusida, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (TKP): Tek sıralı primer follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400,BX400). 76 Resim 12: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında PCNA immünreaktivitesinin tüm folliküllerde, atretik olanlarda stromada ve korpus luteumda son derece az düzeyde olduğu dikkati çekiyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (SF): Sekonder follikül, (AF): Atretik follikül, (S): Stroma, (KL): Korpus luteum, (Ç): Çekirdek (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X100). 77 Resim 13A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında büyük büyültmeli resimlerde, granüloza hücrelerinde ve çekirdek düzeyinde PCNA tutulumunun az olduğu görülürken, oositte belirgin bir tutulum izlenmiyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (Ç): Çekirdek, (PF): Primordiyal follikül, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 78 Resim 14A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında PCNA boyamasında; çok sıralı primer folliküllerde birden fazla oositin varlığı dikkati çekiyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum(An), (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 79 Resim 15A,B,C: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyamasında tutulumun tüm folliküllerde granüloza ve teka interna hücreleri düzeyinde olduğu ayırt ediliyordu. (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (KL): Korpus luteum, (PF): Primordiyal follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100, CX100). 80 Resim 16A,B,C: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA immünreaktivitesinin özellikle çekirdek düzeyinde belirgin olduğu görülürken, gelişen foliküllerde iki oositin varlığı ayırt ediliyor. (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (TKP): Tek sıralı primer follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400, CX400). 81 Resim 17A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında PCNA boyamasında tutulumun oosit, granuloza ve teka interna hücrelerinde belirgin olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, teka interna hücreleri(Tİ), oosit(O), çekirdek(Ç), çok sıralı primer follikül(ÇKP), zona pellusida(ZP). (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 82 Resim 18: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-FOS tutulumunun, tüm folliküllerde oosit sitoplazması, granüloza hücreleri ve teka interna hücrelerinde olduğu görülüyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (SF): Sekonder follikül, (An) Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X100). 83 Resim 19A,B: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-FOS immünreaktivitesinin çekirdek ve sitoplazma düzeyinde, granüler şekilde ve çoğunlukla orta dereceli olduğu ilgiyi çekiyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 84 Resim 20: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-FOS boyamasında daha büyük büyültmelerde de tutulumun granüler şekilde ve orta dereceli olduğu izleniyor. (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek (İmmünperoksidazHematoksilen X400). 85 Resim 21A,B: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda c-FOS boyamasında tutulumun bir önceki gruba karşın doku genelinde biraz daha arttığı görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidazHematoksilen AX100, BX100). 86 Resim 22A,B: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda c-FOS immünreaktvitesinin daha büyük büyültmelerde çekirdek ile sitoplazma düzeyinde yaygın olduğu ayırt ediliyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ZP): Zona pellusida, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 87 Resim 23A,B: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda c-FOS immünreaktivitesinin diğer gruplara karşın daha özgün olduğu dikkati çekiyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (ZP): Zona pellusida, (AF): Atretik follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). 88 Resim 24: : Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda c-FOS tutulumunun çekirdek ve sitoplazmada granüler halde olduğu izleniyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (PF): Primordiyal follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 89 Resim 25: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda c-FOS boyamasında, sekonder folllikülde oosit ve granuloza hücrelerinde belirgin tutulum izleniyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri, (O): Oosit, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 90 Resim 26: Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryum dokusunda daha büyük büyültmelerde, çekirdek ve oosit düzeyinde belirgin c-fos tutulumu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 91 Resim 27: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusundaki c-FOS imünreaktivitesinin doku genelinde hormon kontrol grubuna eşdeş olduğu izleniyor. (SF): Sekonder follikül, (Ç): Çekirdek, (O): Oosit (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X100). 92 Resim 28: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusunda yapılan c-FOS boyamasında tutulumun çekirdek ve sitoplazma düzeyinde çoğunlukla orta dereceli gözlemlenmesi ilgiyi çekiyor. (O): Oosit, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (G): Granüloza hücreleri (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 93 Resim 29: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryum dokusundaki c-FOS immünreaktivitesi daha büyük büyültmelerde incelendiğinde tutulumun oositte yaygın ve granüler şekilde olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An(: Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400) 94 Resim 30A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda c-FOS immünreaktivitesinin doku genelinde stromada daha belirgin olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ZP): Zona pellusida, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (Tİ): Teka interna hücreleri (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). 95 Resim 31: Klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ovaryum dokusunda yapılan c-FOS boyamasında granuloza hücrelerinde tutulumun az yoğun olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ZP): Zona pellusida, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (Tİ): Teka interna hücreleri, (TKP): Tek sıralı primer follikül, (PF): Primordiyal follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 96 Resim 32: : Klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ovaryum dokusunda yapılan c-FOS boyamasında tutulumun hormon uygulaması yapılan gruba karşın az olduğu izleniyor. (O): Oosit, (G): Granüloza hücreleri, (An): Antrum (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 97 Resim 33A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda, doku genelinde folliküllerde c-fos tutulumunun belirgin olarak arttığı ve granüloza hücrelerinde, oosit ile teka interna hücrelerinde yaygınlaştığı ayırt ediliyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ZP): Zona pellusida, (Tİ): Teka interna hücreleri, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül (İmmünperoksidazHematoksilen AX100, BX100). 98 Resim 34: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda yapılan c-FOS boyamasında tutulumun stromada belirginleştiği görülüyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 99 Resim 35A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda yapılan c-FOS boyamasında tutulumun sitoplazmada ve granüler şekilde olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ZP): Zona pellusida (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 100 Resim 36: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında korpus luteum, atretik ve gelişen folliküllerde ortadan zayıfa değişen tutulum gözlemleniyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (AF): Atretik follikül, (KL): Korpus luteum (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X100). 101 Resim 37A,B: Hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında büyük büyültmelerde foliküllerde zayıftan ortaya değişen tutulum izleniyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 102 Resim 38: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında; immünreaktivitenin kontrol grubuna eşdeş olduğu dikkati çekiyor. (SF): Sekonder follikül, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (KL): Korpus luteum (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X40). 103 Resim 39: : Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında; tek ve çok sıralı primer foliküllerde tutulumun zayıf-orta dereceli olduğu görülüyor. (TKP): Tek sıralı primer follikül, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (O): Oosit, (G): Granüloza hücreleri (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 104 Resim 40: Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda büyük büyültmelerde oosit ve çekirdekteki zayıf LIF tutulumu izleniyor (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 105 Resim 41: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında, doku genelinde bazı folliküllerde diğer gruplara karşın tutulumun biraz daha yaygın olduğu ilgiyi çekiyor. (SF): Sekonder follikül, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (KL): Korpus luteum (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X40). 106 Resim 42A,B: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında; tek ve çok sıralı primer foliküllerde bir önceki gruba karşın tutulumun biraz daha arttığı görülüyor. (TKP): Tek sıralı primer follikül, (SF): Sekonder follikül, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (G): Granüloza hücreleri, (Tİ): Teka interna hücreleri (İmmünperoksidazHematoksilen AX400, BX400). 107 Resim 43: Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda sekonder folikülde ve oositteki LIF immünreaktivitesi izleniyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Tİ): Teka interna hücreleri (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 108 Resim 44A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında tutulumun hormon uygulaması yapılan grubun kontrol grubuyla eşdeş olduğu görülüyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (KL): Korpus luteum (İmmünperoksidazHematoksilen AX100, BX100). 109 Resim 45A,B,C: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryum dokusunda; primordiyal, çok sıralı primer ve sekonder foliküllerde LIF immünreaktivitesinin son derece zayıf olduğu izleniyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (PF): Primordiyal follikül (İmmünperoksidaz- Hematoksilen AX400, BX400, CX400). 110 Resim 46A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda, LIF immünreaktivitesinin korpus luteum hücrelerinde biraz daha çok olduğu dikkati çekiyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (TKP): Tek sıralı primer follikül, (KL): Korpus luteum, (AF): Atretik follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100). 111 Resim 47A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda yapılan LIF boyamasında, sekonder folliküllerde oositi çevreleyen ilk sıra hücrelerde tutulumun biraz daha arttığı izleniyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Ç): Çekirdek, (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (TKP): Tek sıralı primer follikül (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX400, BX400). 112 Resim 48A,B: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda LIF immünreaktivitesinin diğer gruplara karşın artmış olması ilgiyi çekiyor. (SF): Sekonder follikül, (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (KL): Korpus luteum (İmmünperoksidaz-Hematoksilen AX100, BX100) 113 Resim 49: : Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda LIF tutulumunun oosit sitoplazmasında az yoğun olduğu izleniyor. (ÇKP): Çok sıralı primer follikül, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Tİ): Teka interna hücreleri (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 114 Resim 50: Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryum dokusunda; sekonder folikülde granüloza hücrelerinde ve teka interna hücrelerinde LIF immünreaktivitesinin, oosite karşın biraz daha fazla olduğu görülüyor. (An): Antrum, (G): Granüloza hücreleri, (O): Oosit, (Tİ): Teka interna hücreleri (İmmünperoksidaz-Hematoksilen X400). 115 Tablo 1. Hormon ve klomifen grubuna ait Graaf değerlerinin istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Uygulama Hormon Hormon Hormon (Gebe) (Kontrol) p=0.095 p=0.095 Klomifen Klomifen (Gebe) p=0.006 Hormon (Gebe) p=0.522 Klomifen (Kontrol) p=0.749 p=0.006 p=0.006 Tablo 2. Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum çaplarının istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Uygulama Hormon Hormon Hormon (Gebe) (Kontrol) p=0.180 p=0.180 Klomifen (Gebe) p=0.121 Hormon (Gebe) Klomifen (Kontrol) Klomifen p=0.439 p=1.0 p=0.565 p=0.565 116 Tablo 3. Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait primordiyal follikül sayılarının istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Uygulama Hormon Hormon Hormon (Gebe) (Kontrol) p=0.354 p=0.354 Klomifen Klomifen (Gebe) p=0.936 Hormon (Gebe) p=0.575 Klomifen (Kontrol) p=0.936 p=0.802 p=0.802 Tablo 4. Hormon ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplara ait sekonder follikül sayılarının istatistiksel açıdan değerlendirilmesi Uygulama Hormon Hormon Hormon (Gebe) (Kontrol) p=0.795 p=0.795 Klomifen Klomifen (Gebe) p=0.258 Hormon (Gebe) Klomifen p=0.808 p=0.422 p=0.582 p=0.582 (Kontrol) 117 Tablo 5. Hormon uygulaması yapılan gruba ait tanıtıcı istatistikler Hormon Hormon gebe Hormon kontrol P. fol S fol. P. fol S fol. P. fol S fol. Ortalama 2.82 5.35 4.81 3.46 4.75 3.51 St. Sapma 1.63 4.05 2.93 2.28 2.79 2.12 Ortanca 2.5 4.0 4.0 3.0 4.0 1 Minimum 1 1 1 1 1 10 Maksimum 7 17 13 10 12 3 Tablo 6. Klomifen sitrat uygulaması yapılan grubuna ait tanıtıcı istatistikler Klomifen Klomifen gebe klomifen kontrol P. fol S fol. P. fol S fol. P. fol S fol. Ortalama 4.77 3.51 5.27 3.42 4.72 3.69 St. Sapma 2.97 1.20 3.88 1.91 2.82 2.14 Ortanca 4.0 3.0 4.0 3.0 4.0 3.0 Minimum 1 1 2 1 1 1 Maksimum 12 7 4 8 13 10 118 Tablo 8. Follikül sayılarına ait tanıtıcı istatistikler Hormon Hormon Hormon gebe kont Klomifen Klomifen Klomifen gebe kontrol Ortalama 4469.6 4013.3 3861.0 3459.7 3403.0 3831.0 St. Sapma 705.1 770.1 550.9 954.5 1081.3 550.9 Ortanca 4503.8 4148.6 3909.9 3396.5 3588.0 3909.9 Minimum 2295.6 1673.2 2689.4 1487.8 1248.8 2913.8 Maksimum 5650.8 5466.5 4843.6 5176.4 6585.3 4646.1 119 5.TARTIŞMA Herhangi bir doğum kontrol yöntemi uygulamadan, haftada en az iki kez düzenli bir cinsel yaĢama karĢın, bir yıl süreyle gebelik oluĢmamasına infertilite denir. Ġnfertilite sorunu üreme çağındaki çiftlerin yaklaĢık %10-15‘ini etkilemektedir. Doğum kontrol yöntemi kullanmayan normal çiftlerin %57‘si ilk 3 ayda, %72‘si ilk 6 ay içinde, %85‘i bir yıl içinde ve %93‘ü ilk 2 yıl içinde gebe kalabilmektedir. Erkek faktörü infertilitenin, %35‘ini oluĢturur. Kadın infertilitesinde ise en sık nedenler; %15 oranında ovulasyon bozukluğu, %40 tubal patoloji, %10‘ dan az olarak anatomik bozukluklardır. Geri kalanı ise nedeni açıklanamamıĢ infertilite olgularıdır. 1960‘lı yılların baĢlarına dek anovulasyon ve diğer infertilite tiplerinin etkili tedavisi tam olarak bilinmiyordu. 1961 yılında Greenblatt ve arkadaĢları ilk olarak o zamanki adıyla MRL-41 olarak bilinen klomifen sitrat kullanarak infertil olgularda baĢarıya ulaĢmıĢlardır. 31,32,35 Gemzell ve arkadaĢları 1958 yılında insan hipofiz bezi gonadotropinlerini kullanarak ovulasyon indüksiyonu yapmaya baĢlamıĢlar ve 1960 yılında gebelik elde etmiĢlerdir. Gemzell ve Bettendorf hipofizektomili hastalara insan hipofiz bezi gonadotropini uygulayarak gebelik sağlamıĢlardır. 1970‘li yıllarda anovulasyon tedavisi için gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) ve prolaktin baskılayıcı ajanlar olarak iki seçenek öne sürülmüĢtür. GnRH izole edilmiĢ ve yapısı tanımlanmıĢtır. Kısa bir süre sonra laboratuvarda doğal GnRH preparat sentezi ile klinik kullanım için daha uygun hale gelmiĢtir. GnRH tedavisinin, hipotalamik kökenli hipogonadotropik amenoreli kadınlarda ovulasyon indüksiyonu ve gebelik gerçekleĢmesinde çok etkili olduğu kanıtlanmıĢtır. 36,37,38,39 120 Günümüzde ovulasyon indüksiyonunda amaç, anovulatuar hastalarda ovulasyonu baĢlatmaktır. Ovulasyon sağlanabildiği koĢullarda ise esas amaç tek follikül ovulasyonudur. Ovulasyon indüksiyonu için kullanılan gonadotropinler 3 türdür. Bunlar; üriner, saf üriner ve rekombinant gonadotropinlerdir. Ġnsan menapozal gonadotropini (hMG, menotropin) yaklaĢık 30 yıl boyunca kullanılmıĢtır. Yeni hMG preparatları ise eskilerinden daha iyi arılaĢtırılmıĢ ve cilt altı uygulanabilen formlardır. 15,40 Gonadotropinlerin ovulasyon indüksiyonunda yüksek doz ve uzun süreli kullanımının ovaryum kanserini tetiklediği bilinmektedir. Gonadotropinler siklojenaz 2 ‗yi yükseltip prostoglandin üretimini artırırlar. Bu epitel bazal membranlarında kayıplara neden olur ve epitel hücre biyolojisini, hücre hücre sinyal iletimini ve düzenleniĢini değiĢtirir. 115 Yüksek düzeydeki gonadotropinler östrojen üretimine neden olurlar. Östrojen öncülleri ovaryum yüzey epitelinde inklüzyon kistleri oluĢmasını tetikler ve bu hasarlı epitel hücreleri çoğalır. Bunlar kansere dönüĢümde esas rolü oynarlar. Nieto ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada ovulasyon indüksiyonunda yüksek displazi oranları gözlenmiĢtir. Yapılan çalıĢmalarda ovaryum displazisinin 116,117 sınırdaki ovaryum kanserleri ile ortak yapısal bulgular içerdiği belirlenmiĢtir. Birçok çalıĢmada da ovulasyon indüksiyonunun sınırdaki ovaryum kanser riskini artırdığı bildirilmiĢtir. 118,119,120 121 Chene ve arkadaĢları ovulasyon indüksiyonu uygulanmıĢ hastalarla yaptıkları çalıĢmalarda, ovulasyon indüksiyonu ilaçlarının, yüksek doz ve uzun süreli kullanımda ovaryum epitel displazisi oluĢturduğunu belirtmiĢlerdir. 121 Çelik ve arkadaĢları çalıĢmalarında ovaryum displazisini 3 grupta incelemiĢlerdir. Sırasıyla 1, 3, 6 gonadotropin döngüsü uygulamıĢlar ve ovulasyon döngüsü arttıkça displazinin de arttığını saptamıĢlardır. 122 Nieto ve arkadaĢlarının yaptığı bir diğer çalıĢmada, hormonal etiyolojinin displazik olguları artırdığı bildirilmiĢtir. Üreme ilaçları ve sınırdaki ovaryum kanseri arasında olası bir iliĢki olabileceğine dikkat çekilmiĢtir. Literatürdeki diğer çalıĢmalarda da üreme ilaçlarından klomifen sitratın borderline ovaryum tümörlerini artırıcı etkisi olduğu ve tedavi sırasında bunun da göz önünde bulundurulması gerektiği vurgulanmıĢtır. 117,123,124,125,126 Tan ve arkadaĢları farelerle yaptıkları çalıĢmada, artmıĢ ovulasyon sayısının ovaryum kist sayısını da artırabileceği varsayımı üzerinde durmuĢlardır. ÇalıĢma için yaĢam süresine bağlı artan ovulasyon sayıları için 1, 3, 8 ve 12 aylık fare grupları kullanılmıĢtır. Sonuçta 8 ve 12 aylık farelerde 1 ve 3 aylık farelere karĢın daha fazla ovaryum kistine rastlanmıĢtır. AraĢtırıcılar kistlerin bening inklüzyon kistleri olduklarını bildirmiĢlerdir. ÇalıĢmanın önemli sonuçlarından biri ovulasyonun ovaryum yüzey epitelinden köken alan inklüzyon kistlerini artırabileceğidir. 127 122 Ovaryum aromatazlarının biyosentezi ve östrojen üretiminin gonadotropinlerin ( FSH ve LH) etkisi altında olduğu bilinmektedir. Zhuang ve arkadaĢları sıçan granuloza hücre kültürü ile yaptıkları çalıĢmada östrojenlerin (diethylstilbestrol ve 17g-estradiol) aromataz erkini çoğalttığını belirtmiĢlerdir. AraĢtırıcılar aynı çalıĢmada klomifen sitratın da östrojen ile aynı etkiyi gösterdiğini saptamıĢlardır. Bu bulgulara dayanarak ovaryum folliküllerinin östrojeni, pozitif geri-bildirim düzeneği ile denetlediğini bildirmiĢlerdir. 128 Williams ve arkadaĢları 55 ÜYTE hastası ile yaptıkları çalıĢmada kısa ve uzun tedavi protokollerini karĢılaĢtırmıĢlardır. Kısa protokol uygulanacak gruptaki hastalara menstruel döngülerinin 3-7 günleri arasında klomifen sitrat, 9. günde ise gonadotropin (üriner FSH, yüksek saflaĢtırılmıĢ FSH ve rekombinant FSH) uygulanmıĢtır. Follikül çapı 16 mm‘yi geçene dek gonadotropin uygulanmaya devam edilmiĢ ve folliküller bu büyüklüğe ulaĢtıklarında hCG uygulanmıĢtır. Uzun protokol uygulanan hasta grubunda ise bir önceki döngünün 21. gününde GNRH antagonisti uygulanmaya baĢlanmıĢ ve doz azaltılarak bir sonraki döngünün 1. gününde kesilmiĢtir. 3. günde ise FSH uygulanmıĢtır. Sonraki iĢlemler ise kısa protokoldeki gibi yapılmıĢtır. Sonuç olarak uzun protokol uygulanan grupta E2 düzeyleri, oosit sayısı, implantasyon oranları, gebelik oranlarının diğer gruba karĢın daha yüksek olduğu görülmüĢtür. Kısa protokolün ise maliyet olarak daha uygun olduğunu ancak kaliteli embriyo sayısının çokluğu ve embriyo dondurma iĢlemi için uzun protokolünün yeğlenmesi gerektiğini bildirmiĢlerdir. 129 Hung Yu Ng ve arkadaĢları baĢarılı bir ÜYTE için; tedavi öncesi yaĢ, bazal FSH yoğunluğu, ovaryum oylumu ve antral follikül sayısını karĢılaĢtırarak ovaryumun tedaviye yanıtında hangisinin daha iyi 123 bir belirteç olduğunu araĢtırmıĢlardır. 128 kadın ile yapılan çalıĢmada antral follikül sayısının en iyi belirteç olduğuna karar vermiĢlerdir. Antral follikül sayısı çok olan hastalarda oositlerin sayısının da fazla olduğunu belirlemiĢlerdir. Aynı çalıĢmada diğer belirtecin bazal FSH değerleri olduğunu söylemiĢledir. Yüksek bazal FSH değerine sahip hastaların tedavi sonrası az sayıda oosite sahip oldukları görülmüĢtür. Küçük ovaryumların daha az antral follikül içermeleri nedeniyle büyük boyutlu ovaryuma sahip hastalarda daha iyi yanıt alındığını bildirmiĢlerdir. Bir diğer belirteç olan yaĢ ise en son sırada yer almıĢtır. YaĢ ile birlikte primordiyal follikül sayısı azaldığı için tedavi sonrası ovaryumdaki oosit sayısı da azalmıĢtır. 130 Lass ve arkadaĢları çalıĢmalarında küçük boyutlu ovaryumların HMG ile ovulasyon indüksiyonuna zayıf yanıt verdikleri varsayımını araĢtırmıĢlardır. ÜYTE tedavisi gören 140 infertil hasta ile yaptıkları çalıĢmada sonuç olarak ovaryum oylumu ve ovaryum rezervi arasında güçlü bir iliĢki olduğunu saptamıĢlardır. Küçük ovaryumların HMG‘ye zayıf yanıt verdiği ve tedavi iptali oranının yüksek olduğunu bildirmiĢlerdir. Ġki grup arasında döllenme ve gebelik oranlarında bir fark görülmemiĢtir. Ancak ovaryum boyutunun infertilite tedavisinde göz önüne alınması gereken bir belirteç olduğuna dikkat çekmiĢlerdir. 131 Filicori ve arkadaĢları 1999 yılında yaptıkları çalıĢmada; LH‘ın rolünü belirlemek için GnRH baskılanmıĢ hastaların bir grubuna 150 IU saflaĢtırılmıĢ FSH diğer grubuna ise 150 IU saf FSH‘ a ek olarak 50 IU hCG vererek ovulasyon indüksiyonu uygulanmıĢtır. Sonuç olarak LH erkinin FSH‘nin etkisini arttırdığı, follikül geliĢimini hızlandırdığı, ovulasyon indüksiyonu süresini azalttığını ve FSH gereksinimini azaltarak maliyeti düĢürdüğünü saptamıĢlardır. 132 124 Willis ve arkadaĢları tarafından yapılan çalıĢmada; farklı boyutlardaki folliküllerin granüloza hücrelerinin FSH ve LH‘ ye yanıt olarak östrojen ve progesteron üretimleri değerlendirilmiĢtir. ÇalıĢmada ≥ 10 mm boyutundaki folliküllerin LH‘ye yanıt vermeye baĢladığını belirtmiĢlerdir. Ayrıca çalıĢmada anovulatuvar polikistik ovaryumlu hastalarda granuloza hücrelerinin LH‘ye normalden daha önce yanıt verdiklerini saptamıĢlar ve bu erken yanıtın anovulasyon düzeneğinde rolü olduğunu bildirmiĢlerdir. 133 Filicori ve arkadaĢlarının 2002‘de yaptıkları çalıĢmada; ovulasyon indüksiyonunun son evrelerindeki düĢük doz hCG Ģeklindeki LH erkinin ovaryum follikülünün iĢlevini düzenlediği ve büyümesini sağladığı varsayımını araĢtırmıĢlardır. Bunun için hastalara 7 gün süresince birinci gruba sadece r-FSH 150 IU/gün; ikinci gruba r-hFSH 50 IU/gün ve hCG 50 IU/gün; üçüncü gruba, r-hFSH 25 IU/gün ve hCG 100 IU/gün; dördüncü gruba ise sadece hCG 200 IU/gün uygulanmıĢtır. Sonuç olarak FSH‘nin kesilip LH‘nin kullanılmasıyla follikülogenezisin uyarıldığı, folliküllerin geliĢmeyi sürdürdüğü, küçük folliküllerin (<10 mm) sayısının azaldığı gözlenmiĢtir. 134 Klomifen sitrat (KS) ilk olarak 1956 yılında sentezlenmiĢtir. Klinik denemeleri ilk olarak 1960‘ da baĢlatılmıĢ ve ABD‘de klinik kullanımı 1967 yılında onaylanmıĢtır. KS kimyasal olarak, bir nonsteroidal trifeniletilen yapısında olup, östrojen eĢdeĢi ve karĢıtı etkileri birlikte barındırır. Klomifen sitrat iki farklı steroizomerin karıĢımıdır, farmakolojik olarak cis ve trans yapıları vardır; enklomifen (cis-klomifen) ve zuklomifen (trans-klomifen) olarak adlandırılır. Enklomifen en etkili izomerdir ve ovulasyonu sağlayan etkiyle yükümlüdür. Enklomifenin yarı ömrü kısadır ve serum yoğunluğu tedaviden sonra hızlıca yükselir ve birkaç gün sonra 125 düĢer. Zuklomifen daha yavaĢ atılır. Tek dozdan sonra bile haftalarca serumda saptanabilir. ArdıĢık tedavilerde ovaryumda birikebilir. 51,52,53,54 Klomifen sitrat tedavisi anovulatuvar infertilitesi olan kadınlarda tedavide ilk yeğlenen ilaçtır. Anovulatuvar infertilitede KS tedavisi sadece dolaĢan östrojen düzeyi gonadotropinler üzerinde negatif geri bildirim oluĢturacak düzeye geldiğinde etkilidir. Klomifen sitrat ile yapılan ovulasyon indüksiyonlarında memnun edici ovulasyon oranlarının ( %60-90) elde edildiği ancak gebelik oranlarının düĢük olduğu ( % 10-40) bilinmektedir. 55,135 Imani ve arkadaĢları 201 oligomenore ya da amenoreli hasta ile yaptıkları çalıĢmalarında 50mg/gün, 100mg /gün ve 150 mg/gün artan dozlarda 3 menstrüel döngü izlemiĢler ve 156 hastada( %78) ovulasyon elde etmiĢlerdir. 135 Fatemi ve arkadaĢlarının klomifen sitrat ve letrozolü karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında, hastalara menstrüel döngülerinin 3-7 günleri arasında 2.5 mg/gün letrozol ya da 100 mg/gün klomifen sitrat uygulamıĢlardır. Letrozol grubunda LH pikinin olduğu gün progesteron ve östradol düzeylerinin klomifen grubuna karĢın düĢük olduğunu belirtmiĢlerdir. Belirgin olarak klomifen sitratın follikül geliĢmesini daha iyi uyardığını saptamıĢlardır. 136 Klomifen sitrat ve rFSH ile ovulasyon indüksiyonu uygulanan tedavilerin sonuçlarına bakıldığında anovulatuvar kadınlarda gebelik oranı %15 kadardır. 137 126 Bayram ve arkadaĢları klomifen dirençli polikistik over sendromlu hastalarda ovulasyon, gebelik, çoklu gebelik ve OHSS açısından rekombinant FSH ve üriner FSH‘ı karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında iki grup arasında anlamlı bir fark bulamamıĢlardır. 138 Biz de çalıĢmamızda oluĢturduğumuz gruplarda yaptığımız istatistiksel değerlendirmede, primordiyal ve sekonder follikül sayılarında, hormon uygulaması yapılan grup ve hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ile kontrol grubu açısından anlamlı bir artıĢ olmadığını belirledik. Klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ile klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu karĢılaĢtırmasında da klomifen sitrat uygulamasının primordiyal follikül ve sekonder follikül sayılarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını belirledik. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grubunda ise kontrol grubuna karĢın bir artıĢ olduğunu ve bu farkın klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba karĢın daha yüksek olduğunu gördük. ÇalıĢmamızda ovaryum çaplarını karĢılaĢtırmak amacıyla yaptığımız istatistiksel değerlendirmede, hormon uygulaması yapılan grup ve hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubunda hormon kontrol grubuna karĢın anlamlı bir artıĢ olduğunu belirledik. Klomifen sitrat uygulanan grup ve klomifen sitrat uygulanan gruba ait gebe grubunda ovaryum çapları değerlendirildiğinde ise klomifen sitrat kontrol grubuna karĢın anlamlı bir artıĢ göstermediğini izledik. 127 Tüm bu bulgulara ek olgun (Graaf) follikül çaplarını karĢılaĢtırmak amacıyla yaptığımız istatistiksel değerlendirmede ise hormon uygulaması yapılan grupta hormon kontrol grubuna karĢın bir artıĢ gördük. Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubunda ise anlamlı bir artıĢ olmamakla birlikte klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grubunda da Graaf follikül çaplarında istatistiksel olarak bir artıĢ belirlenmiĢtir. PCNA, 36 kDa ağırlığında türler arasında iyi korunmuĢ, hücre döngüsü için esas olan düzenleyicidir. Bugüne değin yapılan çalıĢmalarda DNA sentezi sırasında DNA hasarlarının onarılması ve S fazında DNA polimeraz delta için ko-faktör olarak iĢlev gördüğü gösterilmiĢtir. 61,62,63 PCNA ekspresyonu, hücre döngüsünün G1 evresinde baĢlar, en yüksek düzeye S fazında ulaĢır ve G2/M fazında da azalır. Dinlenme evresindeki hücreler farklı mitojenlerle uyarıldığında aynı derecede PCNA ve DNA sentezi yaptıkları gösterilmiĢtir. Biyolojik yarı ömrü yaklaĢık 20 saattir. Aldehitleri kullanarak fikse edilmiĢ hücrelerde ise PCNA‘nın dağılımı farklıdır ve hücre döngüsü süresince yoğun yaygın çekirdek boyanması saptanır. Ovaryumda mayotik bölünme halinde olan hücrelerde, çekirdek ve sitoplazmada belirlenmiĢtir. Gonadotropinler ve östradiol granüloza hücrelerinin çoğalma evresini baĢlatabilirler. 61,62,64,65,66,67 Tomanek ve arkadaĢları domuzlarda yaptıkları çalıĢmada domuz primordiyal folliküllerinin oositlerinde PCNA salınımına rastlamamıĢlardır. Ancak primer, sekonder ve erken antral folliküllerde 128 PCNA salınımı farklılığı belirlemiĢlerdir. Bunu da primordiyal folliküllerin oositlerinin hareketsiz olmasına ve henüz genomik DNA eĢleĢmesi göstermemelerine bağlamıĢlardır. 63 Feranil ve arkadaĢları buffalo ve kedi ovaryumlarında yaptıkları çalıĢmada sağlıklı folliküllerin PCNA tutulumunun erken ve geç atretik folliküllerin tutulumundan daha fazla olduğunu belirlemiĢlerdir. Ayrıca atrezi süresince teka hücrelerinde PCNA tutulumunun oldukça azaldığını göstermiĢlerdir. 139 Oktay ve arkadaĢları yaptıkları immunohistokimyasal çalıĢmada sıçan ovaryumunda PCNA ve follikül büyümesi arasındaki iliĢkiyi araĢtırmıĢlardır. Primordiyal folliküllerde oositte ve granüloza hücrelerinde immünreaktivite izlememiĢlerdir. Primer follikülden baĢlayarak, preantral ve antral folliküllerde granüloza hücrelerinde, oositte ve teka hücrelerinde boyanma görülmüĢtür. Follikül büyüdükçe PCNA boyanmasının da arttığını izlemiĢlerdir. PCNA‗nın hücre döngüsünü düzenleyici etkisi olduğunu ve follikül büyümesinde önemli bir belirteç olduğunu belirtmiĢlerdir. 76 Picut ve immunohistokimyasal arkadaĢları, çalıĢmada, sıçan ovaryumlarında primordiyal, primer, yaptıkları sekonder ve preovulatuvar follikülerde PCNA immunoreaktivitesi gözlemlemiĢlerdir. Follikül sayımı için H&E boyanması ve PCNA karĢılaĢtırması yapmıĢlardır. PCNA ‗nın follikülleri belirlediği için sayımı kolaylaĢtırarak zaman kazancı sağladığını bildirmiĢlerdir. 140 129 Muskhelishvili ve arkadaĢları, Picut‘a benzer Ģekilde sıçan ovaryumunda follikül sayımını kolaylaĢtırmak immunohistokimyasal boyama denemiĢlerdir. için PCNA ile Sonuç olarak primer, sekonder ve antral folliküllerin oositlerinde ve granuloza hücrelerinde immunboyanma olduğunu saptamıĢlardır. Ayrıca primordiyal folliküllerin oositlerinde de zayıfta olsa boyanma olduğunu gözlemlemiĢlerdir. Bu bulgunun, PCNA‘nın sadece proliferasyonda değil aynı zamanda hücre DNA hasar tamiri düzeneğinde de rol oynadığının bir göstergesi olduğunu bildirmiĢlerdir. 75 Bizim çalıĢmamızda da bu çalıĢmalara koĢut olarak, tüm gruplarda PCNA immünreaktivitesi değerlendirilmiĢtir. Hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol ovaryumlarında, primordiyal folliküllerde oosit çekirdek ve çekirdekçiğinde, follikül hücre çekirdeklerinde PCNA tutulumunun belirgindi ve orta dereceli olduğu görülmüĢtür. Atretik folliküllerde, granüloza hücrelerinde çekirdek tutulumu görülmekle birlikte yine teka interna hücrelerindeki tepkime belirgin olarak izlenmiĢtir. Büyük büyültmeli resimlerde primordiyal, tek sıralı hücre katmanı içeren primer ve çok sıralı hücre katmanı içeren primer folliküllerde oosit çekirdeği, granüloza hücre çekirdeği ve teka interna hücre çekirdeklerindeki tutulum belirgin olarak gözlemlenmiĢtir. Antrumu belirgin sekonder folliküllerde oositteki PCNA tutulumunun belirgin olarak azaldığı, granüloza hücre tutulumu ile teka interna hücre tutulumunun ise oldukça yoğun olduğu ayırt edilmiĢtir. Bazı stromal hücrelerde de zayıftan ortaya değiĢen tutulum görülmüĢtür. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında da PCNA tutulumunun hormon uygulaması yapılan gruplara ait kontrol grubu ovaryumlarına eĢdeĢ olduğu görülmüĢtür. Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryum dokusunda PCNA immünreaktivitesinin, geliĢen folliküllerde oosit çekirdeği düzeyinde kuvvetli olduğu, buna karĢın sekonder follikülden itibaren oosit çekirdek 130 boyanmasının azaldığı belirlenmiĢtir. Tüm folliküllerde granüloza ve teka interna hücrelerinde yaygın tutulum dikkati çekerken, tutulumun çekirdek düzeyinde fazla sitoplazmik düzeyde ise daha az olduğu izlenmiĢtir. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokularında PCNA tutulumunun tüm folliküllerde, atretik olanlarda stromada ve korpus luteumda son derece az düzeyde olduğu dikkati çekmiĢtir. Granüloza hücrelerinde ise bu tepkime çekirdek düzeyinde ve az yoğun olarak belirlenmiĢtir. Çok sıralı primer folliküllerde birden fazla oositin gözlemlenmesi dikkati çekmiĢtir. Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarındaki PCNA tutulumu, tüm folliküllerde granüloza hücreleri, teka interna hücreleri düzeyinde ve oosit çekirdeklerinde oldukça belirgindi. Ġmmünreaktivite korpus luteum hücrelerinde ve atretik folliküllerdeki hücrelerde yaygındı. Bazı stromal hücrelerde de oldukça kuvvetli PCNA tutulumu dikkat çekiciydi. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe ovaryumlarında ise PCNA immünreaktivitesinin, tüm folliküllerde granüloza ve teka interna hücreleri düzeyinde olduğu ayırt edilmiĢtir. Oosit Ġmmünreaktivitenin çekirdek korpus ve sitoplazmasında luteumda daha az tutulum belirgindi. düzeyde olduğu belirlenmiĢtir. GeliĢen folliküllerde iki oositin varlığı ayırt edilmiĢtir. c-fos geninin transkripsiyonunu ilk kez 1984 yılında Mike E. Greenberg ve Ed B. Ziff büyüme faktörleri ile uyardıkları fibroblastlarda göstermiĢlerdir. C-fos geninin transkripsiyonu hücreleri etkileyerek büyüme ve farklılaĢmayı sağlayan çok sayıda etken tarafından hızla ve geçici olarak sağlanır. C-fos bu nedenle hücrede herhangi bir uyarana karĢı ilk yanıt veren genlerdendir [erken–ivedi geni, (IEG) ya da erken yanıt geni, (ERG)]. Bu gruba giren genler hücre büyümesi, çoğalması, farklılaĢması ve hücrenin programlı ölümü (apopitozis) ile ilgili transkripsiyon faktörleridir. 77,78,79,80 131 C-fos transkripsiyonu çok çeĢitli mitojenler ve farklılaĢmayı uyaran maddeler tarafından uyarılabilir ve bağımsız olarak yeni protein sentezi oluĢturur. Bu nedenle bu tür genler protoonkojenler ve bunların ürünü olan proteinler de onkoproteinler olarak adlandırılırlar. Kanser geliĢiminde Fos proteinlerinin katkısı olduğu bilinmektedir. Bazı tümör tiplerinde c-fos ve c-jun düzeyinin arttığı gösterilmiĢ ve bu artıĢın artan hücre çoğalmasının bir kanıtı olacağı için tümör oluĢmasında önemli bir rol oynadığı ileri sürülmüĢtür. Ancak protoonkojenler yalnız kötü huylu geliĢim ile birlikte değil, normal büyüme ve farklılaĢmayı da düzenlerler. 91, 98,99 Mahner ve arkadaĢlarının ovaryum karsinoma hücreleriyle yaptıkları çalıĢmada c-fos immunboyanması tümör hücre çekirdeklerinde ve bazı stromal fibroblastların çekirdeklerinde saptanmıĢtır. 141 AP-1 kompleksin üyeleri değiĢik gen ekspresyonlarını düzenlerler. Bu bileĢenler çoğalma, farklılaĢma, programlı hücre ölümü ve onkojenik transformasyon gibi çok sayıda hücresel süreçlerle kritik olarak ilgilidir. Tarlov ve arkadaĢları AP-1 ailesinin özellikle c-fos ve c-jun genlerinin hücrede apoptozisi düzenledikleri varsayımını araĢtırmıĢlardır. C-fos ve c-jun genlerine mutasyon yaptıkları fare embriyolarında in situ apopitozis deneyi uygulamıĢlardır. Sonuç olarak bu genlerin yokluğunda da programlanmıĢ hücre ölümünün embriyolarda gerçekleĢtiğini bildirmiĢlerdir.142 Fos proteinleri c-fos geninin ürünü olan çekirdek proteinleridir. Bunların hücredeki ekspresyonu ve birikimi herhangi bir etki 132 olmaksızın görülebilir ancak bu ekspresyon ve birikim çeĢitli uyarılara yanıt olarak hücre erkiyle birlikte artar. Sharma ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada; hipofizektomi yapılmıĢ sıçanlara follikül büyümesini ve luteinizasyonunu uyarmak için FSH ve LH uygulanmıĢtır. AP1 faktörleri için immunohistokimyasal uygulama yapılmıĢtır. Jun (c-Jun, JunD ve JunB) ve Fos ailesi (c-Fos, FosB, Fra1ve Fra2) üyelerinin granuloza hücrelerinde, teka hücrelerinde ve luteal hücrelerde varlığı belirlenmiĢtir. 143 Bizim çalıĢmamızda ise hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarında c-FOS immünreaktivitesi değerlendirildiğinde, tutulumun tüm folliküllerde oosit sitoplazması ile çekirdeğinde ve granüloza hücreleri ile teka interna hücrelerinde olduğu görüldü. Tutulumun çekirdek ve sitoplazma düzeyinde granüler Ģekilde olduğu ve çoğunlukla orta dereceli gözlemlendiği ilgiyi çekti. Bu gruba ait incelemelerde korpus luteum hücrelerinde de orta dereceli immünreaktivite belirgindi. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ovaryumlarındaki c-fos immünreaktivitesi de, hormon grubu kontrolleri ile eĢdeĢ yapı sergiliyordu. Hormon uygulaması yapılan gruplara ait ovaryumlarda c-fos immünreaktivitesi değerlendirildiğinde, tutulumun kontrole karĢın biraz daha çok olduğu ve çekirdek ile sitoplazma düzeyinde yaygın olduğu belirlendi. Hormon uygulaması yapılan gruplara ait gebe ovaryumlarında ise c-fos tutulumunun diğer gruplara karĢın biraz daha özgün olduğu, sitoplazma ve çekirdekte granüller halinde belirdiği ilgiyi çekti. Klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ve hormon uygulaması yapılan grup karĢılaĢtırıldığında, klomifen sitrat uygulması yapılan grupta c-fos tutulumunun ağırlıklı olarak teka interna hücreleri ve stromada yoğunlaĢtığı izlendi. Tutulumun bu grupta tüm folliküllerde, granüloza 133 hücreleri ve oositte, hormon grubuna karĢın az olması ilgiyi çekerken, korpus luteum hücrelerinde biraz daha yoğunlaĢması dikkati çekti. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokularında çok sıralı antrumun oluĢmaya baĢladığı, folliküllerde c-fos tutulumunun belirgin olarak arttığı ve granüloza hücrelerinde, oosit ile teka interna hücrelerinde yaygınlaĢtığı belirlendi. Tutulum sitoplazmada ve granüler Ģekildeydi. Lösemi inhibitör faktör (LIF) 43 kDa moleküler ağırlığa sahip bir glikoproteindir. Biyolojik erki çeĢitli dokularda bulunur. LIF, embriyonik kök hücrelerin, primordiyal germ hücrelerinin, periferal nöronların, osteoblastların, adipositlerin, hepatositlerin ve endotelyal hücrelerin büyümesini ve farklılaĢmasını düzenler. LIF, fibroblastlar, alloreaktif Tlenfositler, mitojen erkli dalak hücreleri, Krebs ve Ehrlich asit mayi hücrelerince üretilir. Hücre aktivasyonundan sonra monositlerce de üretilir. LIF‘in mezenĢimal hücrelerde sentezi, IL-1α, TGF-β, EGF ve bFGF tarafından uyarılır. Folliküler sıvıdaki granuloza-lutein hücreleri, makrofajlar ve monositler insan folliküler hücrelerinin % 5-15‘ini oluĢturur ve bu hücreler LIF kaynağı olarak bilinmektedirler. Ayrıca bir diğer potansiyel LIF kaynağı da follikülü çevreleyen teka hücreleridir. 108,109 Yapılan in vitro çalıĢmalarda LIF‘in fare blastosistlerinin geliĢiminde rol oynadığı ortaya konulmuĢtur. Kemirgenlerde yapılan çalıĢmada erken embriyo kültürlerinde LIF‘in trofoektoderm kütlesinin artmasına neden olduğu gösterilmiĢtir. 144,145 134 Sığır embriyo deneylerinde, in vitro kültür ortamına insan LIF proteini eklenmiĢ, sonuç olarak blastomerlerin sayısının arttığı, embriyo dejenerasyon yüzdesinin düĢtüğü ve implantasyon yüzdesinin ve gebelik oranının arttığı izlenmiĢtir. Transgenik farelerde yapılan bir diğer çalıĢmada, LIF yokluğunda farelerde normal embriyoların geliĢebildiği ancak implante olamadıkları belirlenmiĢtir. 146 Abir ve arkadaĢları yaptıkları çalıĢmada LIF‘in büyüme faktörü olarak ovaryumdaki primordiyal folliküllere etkisi olup olmadığını araĢtırmıĢlardır. Gruplarını 19-33 haftalık düĢük insan fetusu ve 13-43 yaĢları arası premenapozal hastalardan oluĢturmuĢlardır. LIF ve LIF reseptörleri olan LIF-R ve gp 130‗u immunohistokimyasal olarak belirlemeye çalıĢmıĢlardır. Sonuçta her iki grupta da primordiyal, primer ve sekonder folliküllerin oositlerinde zayıf gp-130 tutulmasına karĢın güçlü LIF ve LIF-R tutulması saptamıĢlardır. YetiĢkin ovaryumlarında primer ve sekonder folliküllerin granuloza hücrelerinde LIF-R‘yi belirlemelerine karĢın fetuste LIF-R‘ye rastlamamıĢlardır. Her iki grupta da bazı stromal hücrelerde LIF tutulumu tespit edilmiĢtir. AraĢtırıcılar LIF ve reseptörlerinin yetiĢkin ve fetal primordiyal folliküllerin oositlerinde bulunmasının, LIF‘in diğer büyüme faktörleri ile düĢündürttüğünü belirtmiĢlerdir. birlikte follikülogenezisi ilerlettiğini 147 Arıcı ve arkadaĢları, ÜYTE tedavisi gören ve embriyo transferi gerçekleĢtirilen hastalardan alınan folliküler sıvı örnekleri kullanarak LIF, östradiol ve progesteron değerlerini ölçmüĢ ve embriyo kalitesini incelemiĢlerdir. ÇalıĢma sonucunda LIF mRNA ve protein düzeyleri değerlendirilmiĢtir. Ovaryum stromal hücre kültürlerinde zayıfta olsa LIF mRNA ve proteininin eksprese olduğu izlenmiĢtir. Aynı zamanda bu ekspresyonun IL-1α ve TNF-α varlığında yükseldiğini de saptamıĢlardır. 135 ÇalıĢmada saflaĢtırılmıĢ granuloza hücrelerinin de düĢük miktarda LIF mRNA ve proteini eksprese ettiği bildirilmiĢtir. AraĢtırıcılara göre LIF‘in bu hücrelerde bulunması ovulasyon fizyolojisi, östrojen üretimi ve erken embriyo geliĢiminde rol oynadığını göstermektedir. 148 Bizim çalıĢmamızda klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna ait ovaryum dokusu incelemelerinde LIF tutulumunun hormon uygulaması yapılan grubun kontrol grubuyla eĢdeĢ olduğu görüldü. Hormon uygulaması yapılan gruba ait ovaryum dokusunda yapılan incelemelerde de LIF immünreaktivitesinin, kontrollere eĢdeĢ olduğu dikkati çekiyordu. Hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubu ovaryum dokularında, bazı folliküllerde granüloza hücreleri, teka interna hücreleri ve atretik follikül hücrelerinde diğer gruplara karĢın tutulumun biraz daha yaygın olduğu belirlendi. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait ovaryumlardaki değerlendirmelerde, LIF immünreaktivitesinin korpus luteum hücrelerinde biraz daha çok olduğu dikkati çekerken, diğer yapıların kontrol grubundakilerle aynı görünümde olduğu belirlendi. Sekonder folliküllerde ise oositi çevreleyen ilk sıra hücrelerde tutulumun biraz daha arttığı görüldü. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe gruplarında yapılan incelemelerde ise, LIF immünreaktivitesinin diğer gruplara karĢın artmıĢ olması ilgiyi çekti. Tutulum oosit sitoplazmasında az, granüloza hücrelerinde ve teka interna hücrelerinde ise biraz daha fazlaydı. 136 6. SONUÇ Klomifen sitrat ile gonodotropinlerin ovulasyon induksiyonu için kullanımları sonucunda ovaryum dokusunda neden olabilecekleri değiĢikliklerin incelendiği çalıĢmamızda, primordiyal ve sekonder follikül sayısının, hormon uygulaması yapılan grup, bu grubun kontrol ve gebelerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark göstermediği saptanmıĢtır (p=0.354, p=0.795). Primordiyal ve sekonder follikül sayısının klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubunda aynı olduğu belirlenmekle birlikte, klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grubunda istatistiksel olarak arttığı belirlenmiĢtir (p=0.802, p=0.582). Bu bulgulara koĢut olarak primordiyal ve sekonder follikül sayısı değerlendirildiğinde; hormon ve klomifen sitrat uygulamalarının bu folliküllerin sayısında bir değiĢikliğe neden olmadığı, ancak klomifen sitrat uygulamasını izleyerek gebe kalan grupta follikül sayısının arttığı istatistiksel olarak saptanmıĢtır. Ovaryum çaplarının gruplar arası istatistiksel değerlendirmesi sonucunda; hormon uygulaması yapılan grup ve hormon uygulaması yapılan gruba ait gebelerde, hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna karĢın anlamlı bir artıĢ gösterdiği saptanmıĢtır (p=0.180) Klomifen sitrat uygulaması yapılan ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebelerde ise ovaryum çaplarının, klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubu ile aynı olduğu belirlenmiĢtir (p=0,565). Sonuç olarak klomifen sitrat uygulamasının, gebelik de dahil olmak üzere ovaryum çapında değiĢiklik yapmadığı, buna karĢın hormon uygulaması yapılan grup ve hormon uygulaması yapılan gruba ait gebe grubunda, bu grubun kontrol grubuna karĢın anlamlı artıĢ gösterdiği istatistiksel olarak belirlenmiĢtir. 137 Graaf follikülü çaplarının istatistiksel değerlendirmesinde; hormon uygulaması yapılan grupta, hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna karĢın artıĢ olduğu (p=0.095), gebe grubunun ise kontrol grubuna yakın olduğu belirlenmiĢtir. Hem klomifen sitrat uygulaması yapılan grup hem de klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grubundaki fark ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmuĢtur (p=0.006). Sonuç olarak hormon uygulamasının Graaf follikül çapını artırdığı, gebelikte ise bir değiĢikliğe neden olmadığı belirlenirken, klomifen sitratın hem klomifen sitrat uygulaması yapılan grupta hem de klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebelerde Graaf follikül çapını artırdığı istatistiksel olarak saptanmıĢtır. ÇalıĢmamızda PCNA immünreaktivitesinin değerlendirilmesi sonucunda; hormon uygulaması yapılan gruba ait kontrol ovaryumlarında primordiyal folliküllerde oosit çekirdeğinde, follikül hücre çekirdeklerinde ve teka interna hücre çekirdeklerinde boyanmanın orta dereceli olduğu gözlemlenmiĢtir. Atretik follüküllerde de tüm granüloza hücrelerinde çekirdek tutulumu izlenmiĢtir. Antrumu belirgin sekonder folliküllerde de oldukça yoğun tutulum ayırt edilmiĢtir. Stromal hücre immün boyaması da dikkati çekmiĢtir. Yine bu grupta PCNA tutulumunun antrumu belirgin sekonder folliküllerden itibaren, oosit çekirdeğinde azaldığı ancak follikül ve teka interna hücrelerinde yaygın olduğu ayırt edilmiĢtir. Klomifen sitrat uygulanan grupta ise tutulumun tüm yapılarda daha az olduğu gözlemlenmiĢtir. Sonuç olarak PCNA‘nin ovaryum folliküllerinde sayım için iyi bir belirteç olduğu, primer, sekonder ve antral folliküllerde belirgin boyanma gösterdiği belirlenmiĢtir. Yine tüm oositlerin follikül geliĢiminde zayıftan kuvvetliye değiĢen boyanma gösterdiği saptanmıĢ ve bunun PCNA‘ nın yalnızca proliferasyonda değil, DNA hasar düzeneğinde de rol oynadığının bir göstergesi olabileceği yargısına varılmıĢtır. 138 Normal ve patolojik hücre çoğalma belirteci olan c-fos‘un, ovaryum indüksiyonunda proliferasyonun iĢaretleyicisi olarak kullanılması sonucunda; hormon uygulaması yapılan grupta diğer gruplara karĢın daha özgün tutulum gösterdiği gözlenmiĢtir. Özellikle hormon uygulanan gebe ovaryumlarında korpus luteum‘da belirgin artıĢ izlenmiĢtir. Tutulumun klomifen sitrat uygulaması yapılan gruplarda ise, hormon uygulaması yapılan gruplara karĢın daha az olduğu belirlenmiĢtir. Klomifen sitrat uygulaması yapılan gebe ovaryumlarında ise hormon uygulaması yapılan gebe gruba yakın dağılım gösterdiği saptanmıĢtır. Sonuç olarak hormon uygulaması yapılan grupta c-fos tutulumunun belirgin artıĢı, hormonun aĢırı hücre proliferasyonuna neden olduğunun ve c-fos‘un bu konuda önemli bir belirteç olarak kullanılabileceğinin göstergesi olarak kabul edilmiĢtir. LIF dağılımının gruplara göre değerlendirilmesi sonucunda, hormon uygulaması yapılan gruplardaki gebe sıçanların ovaryumlarında belirgin artıĢ gösterdiği saptanırken, klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait kontrol grubuna karĢın, klomifen sitrat uygulaması yapılan grup ve klomifen sitrat uygulaması yapılan gruba ait gebe grupta tutulumun arttığı izlenmiĢtir. Sonuç olarak LIF‘in follikülogenezisin ilerletilmesinde ve erken embriyonik dönemde etkin olduğu düĢünülmüĢ, yine östrojen üretiminde de varlığının arttığı saptanmıĢtır. Tüm bu bulgular yapısal olarak östrojene benzeyen klomifen sitratın östrojen reseptörlerine bağlanarak reseptörleri kapattığı, östrojene karĢı duyarlılıkta azalmaya koĢut olarak da reseptör sayısını azaltabileceğini düĢündürmüĢtür. Klomifen sitratın follikül geliĢiminden çok oosit geliĢiminde etkili olduğu sonucuna varılmıĢtır. Hormonal indüksiyonda ise ovaryumun daha çok hücresel düzeyde etkilendiği düĢünülmüĢtür. 139 7. ÖZET Ġnfertilite; belirli bir doğum kontrol yöntemi uygulamadan, haftada en az iki kez düzenli cinsel yaĢama karĢın bir yıl süreyle gebelik oluĢmaması olgusudur. Ġnfertilite sorunu üreme çağındaki çiftlerin yaklaĢık % 10-15‘ini etkilemektedir. Kadınlardaki en önemli infertilite nedeni yaklaĢık olarak % 40 oranında ovulasyon yetersizliğidir. Günümüzde ovulasyon indüksiyonunda amaç, anovulatuar hastalarda ovulasyonu baĢlatmaktır. Bu konuyla ilgili olarak yapılan çalıĢmalarda üst üste yapılan hormonal ovulasyon indüksiyonu uygulamalarının önlenemez hücre çoğalmasına ve kansere neden olduğu da bildirilmiĢtir. Bizim çalıĢmamızda klomifen sitrat ve gonodotropinler ile ovulasyon indüksiyonu uygulanmıĢ ve geliĢebilecek histolojik değiĢimlerin ve hasarın, ovaryum dokusunda hücre proliferasyon iĢaretleyicileri olan PCNA, LIF ve c-FOS belirteçleri kullanılarak immunohistokimyasal olarak karĢılaĢtırmalı incelenmesi amaçlanmıĢtır. Yapılan immünohistokimyasal değerlendirmelerde; klomifen sitrat ve gonadotropinlerin ovulasyon indüksiyonu için kullanımları sonucunda ovaryum dokusunda, oosit düzeyinde yapısal değiĢiklikler ve çoklu oosit oluĢumuna neden olduğu görülmüĢtür. Tüm bulgular yapısal olarak östrojene benzeyen klomifen sitratın östrojen reseptörlerine bağlanarak reseptörleri kapattığı, östrojene karĢı duyarlılıkta azalmaya koĢut olarak da reseptör sayısını azaltabileceğini düĢündürmüĢtür. Klomifen sitratın follikül geliĢiminden çok 140 oosit geliĢiminde etkili olduğu sonucuna varılmıĢtır. Hormonal indüksiyonda ise ovaryumun daha çok hücresel düzeyde etkilendiği düĢünülmüĢtür. 141 8. SUMMARY Failure to conceive after 1 year despite regular sexual life with two intercourses a week in the absence of any method of contraception is defined as infertility. According to reports, infertility affects almost 10-15% of couples during their reproductive ages. The most prevalent cause of infertility in women is ovulation disorders, accounting for 40% of all cases. In cases where ovulation is achieved, the main purpose is single follicle ovulation. Related studies have shown that successive hormonal ovulation inductions result in unavoidable cell proliferation and cancer. The present study aims to investigate histological changes and damage that may result from treatment with clomiphene citrate and gonadotropins for ovulation induction using cell proliferation markers PCNA, LIF and c-FOS in the ovary tissue using immunohistochemical methods. Immunohistochemical analysis of potential damages in the ovary tissue that clomiphene citrate and gonodotropins may cause as a result of their use for ovulation induction demonstrated structural changes in oocyte levels and, particularly, multiple oocytes. All findings suggested that clomiphene citrate, which is structurally similar to estrogen, closes estrogen receptors by binding to them and this may result in a decreased number of receptors in parallel to the decreased sensitivity to estrogen. In conclusion, we are in the opinion 142 that clomiphene citrate is effective on oocyte development rather than follicle development. 143 9. KAYNAKLAR 1. Mosher WD, Pratt WF. Fecundity and infertility in the United States:incidence and trends. Fertil.Steril 1991;56:192-93. 2. Berek JS. Novak‘s Gynecology. 12th press. Williams & Wilkins, Baltimore, Maryland USA 1998; 27: 915-962. 3. Hughes E, Collins J, Vandekerckhove P. Clomiphene citrate for ovulation induction in women with oligo-amenorrhoea. Cochrane Dtabase Syst Rev 2000; 2:CD000056. 4. Scott RT, Jr., Hofmann GE. Prognostic assessment of ovarian reserve. Fertil Steril 1995;63:1-11. 5. Hull MGR, Glazner CMA, Kelly NJ. Population study of causes, treatment and outcome of infertility. Br Med J 1983; 291: 1693-1697. 6. Speroff L, Glass RH, Kase NG. Clinical Gynecologic Endocrinology and Infertility. Lippincott Williams & Wilkins, Baltimore, Maryland, U.S.A 1999;6: 487-522. 7. Speroff L, Glass RH, Kase NG. Clinical Gynecology Endocrinology and Infertility. Lippincott Williams & Wilkins,1999;6:1013-1132. 8. Aboulghar MA, Amin Y, Mansour RT, Abbas AM, Serour GI, Salah IM.: Ovarian superstimulation and intrauterine insemiantion for the tretament of unexplained infertility. Fertil Steril 1993;60:303-306. 9. Dickey RP, Olar TT, Taylor SN, Curole DN, Rye PH. Sequential clomiphene citrate and human menopausal gonadotropin for ovulation induction: comparion to clomiphene citrate alone and human menopausal gonadotropin alone. Hum Reprod 1993; 8:56-59. 10. Agarwal SK, Buyalos RP. Clomiphene citrate with intrauterine insemination: Is it effective therapy in women above the age of 35 years? Fertil Steril 1996; 65:759-763. 144 11. Kistner RW. Sequential use of clomiphene citrate and human menopausal gonadotropin in ovulation induction. Fertil Steril 1976; 27:72-82. 12. Rao MC, Midgley AR, Richards JS. Hormonal regulation of ovarian cellular proliferation 1978; 14: 71-78. 13. Kistner RW. Ovulation: clinical aspects. In Balin H. And Glasser S. (eds) Reproductive Biology. Excerpta Medica, Amsterdam 1972:477 14. March CM, Tredway DR, Mishell DR. Effect of pretreatment with clomiphene citrate upon human menopausal gonadotropin therapy for anovulation. Fertil Steril 1975; 26:191-192. 15. Homburg R, Insler V. Ovulation induction in perspective. Hum Reprod Update 2002; 8: 449-62. 16. Ohba T., Ujioka T, Ishikawa K, Nobuyuki T, Okamura H. Ovarian hyperstimulation syndrome-model rats; the manifestation and clinical implication. Molecular and Cellular Endocrinology 2003; 202: 47-52. 17. A. Corakcı, S. Fılız, E. Calıskan, C. Dalcık, S. Ozeren, H. Dalcık: The effects of ovulation induction on ovarian epithelium dysplasia scores and Ki67 expression: an experimental study on rats, Int J Gynecol Cancer 2005, 15, 866–871. 18. Sadler T. Medikal Embriyoloji ( Türkçe Çeviri) 9. Baskı. Palme Yayıncılık. Ankara.2005. 19. 32 Moore KL, Persaud TVN. Klinik Yönleri ile Ġnsan Embriyolojisi ( Türkçe Çeviri) 6. Baskı. Nobel Tıp Kitabevleri. Ankara. 2002. 20. Motta PM, Makabe S, Nottola SA. The ultrastructure of human reproduction I. The natural history of the female germ cell : origin, migration and differentiation inside the developing ovary. Hum. Reprod Update 1997; 3: 281- 95. 21. Block E. Quantitative morphological investigations of the follicular system in woman ; variations at different ages. Acta Anat ( Basel) 1952; 14: 108-23. 145 22. Kierszenbaum A L. Histoloji ve Hücre Biyolojisi ( Türkçe Çeviri). Palme Yayıncılık. 2006. 23. Arıncı, Elhan A: Anatomi 1. Cilt. Ankara. GüneĢ Kitabevi Lmt; 2001. 24. Erdoğan D, Hatipoğlu MT, Görgün M, Ilgaz C. Özel Histoloji. Hatipoğlu 2007. 25. Ben Cherit A, Gotlieb L, Wong PY, Casper RF. Ovarian response to recombinant human follicle-stimulating hormone in luteinizing hormone-depleted women: examination of two cell, two gonadotropin theory. Fertil. Steril 1996;65:711-17. 26. Garner LP, Hiatt JL. Color Textbook of Histology. Saunders 2001. 27. Ross M H, Kaye G I , Pawlina W. Histology a Text and Atlas. Lippincott Williams&Wilkins 2003. 28. Junqueıra, Carneıro J. Temel Histoloji ( Türkçe Çeviri ) Nobel 2006. 29. Guyton A C, Hall J E. Text Book of Medical Physiology, International Edition, W.B. Saunders 2006. 30. Ganong W.F. Tıbbi Fizyoloji. Nobel Tıp Kitabevleri, 20. Baskı. 2002. 31. Augood C, Duckitt K, Templeton AA. Smoking and female infertility: a sistematic review and meta-analysis. Hum. Reprod 1998;13: 15321539. 32. Gomel V UB, Yarali H. Investigation of the infertile couple. In Reproductive Endocrinology and Infertility 1993:143-155. 33. Ventura SJ, Hamilton BE, Sutton PD. Revised birth and fertility rates for the United states, 200 and 2001. Natl. Vital Stat. Rep. 2003;51:118. 34. Quagliarello J, Arny M. Inaccuracy of basal body temperature charts in predicting urinary luteinizing hormone surges FertilSteril 1986;45:334337. 35. Greenblatt RB, Barfield WE, Jugck E.C. and Ray A.W. Induction of ovulation with MRL/41. Preliminary report. JAMA 1961; 178: 101-4. 146 36. Gemzell CA., Diczfalusy E. and Tillinger G. Clinical effect of human pituitary follicle-stimulating hormone (FSH). J Clin Endocrinol Metab 1958;18: 1333-48. 37. Gemzell CA. Treatment of infertility after partial hypophysectomy with human pituitary gonadotrophins. Lancet 1964; i: 644-647. 38.Bettendorf G. Human hypophyseal gonadotrophins in hypophysectomized women. Int J Fertil 1963; 8: 799. 39. Knobil E. Neuroendocrine control of the menstruel cycle. Rec Prog Horm Res.1980; 36: 53-88. 40. Filicori M, Cognigni GE, Pocognoli P, Tabarelli C, Ferlini F, Perri T, Parmegiani L. Comparison of controlledovarian stimulation with human menapausal gonadotropin or recombinant follicle-stimulating hormone. Fertil. Steril. 2003;80:390-397. 41. Rao MC, Midgley AR, Richards JS. Hormonal regulation of ovarian cellular proliferation. 1978; 14: 71-8. 42. Ludwig M, Doody KJ, Doody KM. Use of recombinant human chorionic gonadotropin in ovulation induction. Fertil Steril 2003; 79: 1051-9. 43. Schoot DC, Harlin J, Shoham Z, Mannaerts BM, Lahlou N, Bouchard P, Bennink HJ, Fauser BC. Recombinant human follicle-stimulating hormone and ovarian response in gonadotropin-deficient women. Hum Reprod 1994;9:1237-1242. 44. Gemzell C. Induction of ovulation with human gonadotropins. Recent Progr Horm Res 1965; 21: 179-204. 45. Mazer C, Ravetz E. Am J Obstet Gynecol 1941; 41: 474-84. 46. Van Der MM, Hompes PG, de Boer JA, Schats R, Schoemaker J. Cohort size rather than follicle-stümulating hormone threshold level determines ovarian sensitivity in polycystic ovary syndrome. J Clin Endocrinol. Metab 1998;83:423-426. 147 47. Homburg R, Levy T, Ben Rafael Z. A comparative prospective study of conventional regimen with chronic low-dose administration of folliclestimulating hormon efor anovulation associted with polycystic ovary sendrome. Fertil Steril. 1995;63:729-733. 48. Lu PY, Chen AL, Atkinson EJ, Lee SH, Erickson LD, Ory SJ. Minimal stimulation achieves pregnancy rates comparable to human menapausal gonadotropins in the treatment of infertility. Fertil Steril. 1996;65:583-587. 49. Reuter KL, Cohen S, Furey l, Baker S. Sonographic appearance of the endometrium and avaries during cycles stimulated with human menapausal gonadotropin. J Reprod Med 1996;41:509-514. 50. Silverberg KM, Olive DL, Burns WN, Johnson JV, Groff TR, Schenken RS. Follicular size at the time of human chorionic gonadotropin administration predicts ovulation otcome in human menapausal gonadotropin-stimulated cycles. Fertil Steril. 1991;56:296-300. 51. Dickey RP, Holtkamp DE. Development, pharmacology abd clinical experience with clomiphene citrate. Hum Reprod Update 1996;2:483506. 52. Clark JH, Markaverich BM. The agonistic-antagonistic properties of clomiphene: a review. Pharmacol Ther 1981;15:467-519. 53. Çolgar U. Reprodüktif Endokrinoloji ve Ġnfertilite. Ġstanbul Medikal Yayıncılık 1. Baskı 2006. 54. Young SL, Opsahl MS, Fritz MA. Serum concentrations of enclomiphene and zuclomiphene across consecutive cycles of clomiphene citrate therapy in anovulatory infertile women. Fertil steril. 1999;7:639-644. 55. Glazener CM, Coulson C, Lambert PA, Watt EM, Hinton RA, Kelly NG, Hull MG. Clomiphene treatment for women ith unexplailned infertility: placebo-controlled study of hormonal responses and conception rates. Gynecol Endocrinol.1990;4:75-83. 148 56. Fisch B, Margara RA, Winston RM, Hillier SG. Cellular basis of luteal steroidogenesis in the human ovary. J Endocrinol 1989;122:303-311. 57. Gysler M, March CM, Mishell DR, Jr., Bailey EJ. A decade‘s experience with an individualized clomiphene treatment regimen including its effect on the postcoital test. Fertil. Steril. 1982;37:161167. 58. Imani B, Eijkemans MJ, te Velde ER, Habberna JD, Fauser BC. Predictiors of chances to conceive in ovulatory patients during clomiphene citrate induction of ovulation in normogonadotropic oligoamenorrheic infertility. J Clin Endocrinol. Metab 1999;84:16171622. 59. Garcia J, Seegar Jones G, Wentz AC. The use of clomiphene citrate. Fertil. Steril 1977;28:707-717. 60. Hsu CC, Kuo HC, Wang ST, Huang KE. Interference with uterine blood flow by clomiphene citrate in women with unexplained infertility. Obstet Gynecol 1995;866:917-921. 61. Tomanek M, Chronowska E. Immunohistochemical localization of proliferating cell nuclear antigen (PCNA) in the pig ovary. Folia Histochem Cyto. 2006, 44(4): 269-274. 62. Oktay K, Schenken RS, Nelson JF. Proliferating cell nuclear antigen marks the initiation of follicular growth in the rat. Biol Reprod. 1995, 53: 295-301. 63. Tomanek M, Chronowska E. Immunohistochemical localization of proliferating cell nuclear antigen(PCNA) in the pig ovary. Folia Histochem Cytobol.2006;44: 269-274. 64. Bravo R, Macdonald Bravo H. Changes in the nuclear distribution of cyclin (PCNA) but not its synthesis depend on DNA replication. EMBO 1985;4: 655-661. 65. Bravo R. Synthesis of nuclear protein cyclin and its relationship with DNA replication. Exp Cell Res 1986;163:287-293. 149 66: Bravo R, Macdonald-Bravo H. Existance of two populations of cyclin/proliferating cell nuclear antigen during the cell cycle. Association with DNA replication sites. J Cell Bio 1987; 105: 15491554. 67. iyachi K, Friltzer MJ, Tan EM. Autoantibody to nuclear antigen in proliferating cells. J Immunol 1978;121:2228-2234. 68. Ogata K, Ogata Y, Takasaki Y, Tan EM. Epitopes of proliferating cell nuclear antigen recognized by human lupus autoantibody and murine monoclonal antibody. J Immunol 1987;139:2942-2946. 69. Ogata N, Kamimura T, Asakura H. Point mutation, allelic loss and increased methylation of c-Ha-ras gene in buman hepatocellular carcinoma. Hepatology 1991;13:31-37. 70. Waseem NH, Lane DP. Monoclonal antibody analysis of the proliferating cell nuclear antigen(PCNA).Structural conservation and the detection of a nucleolar form. J cell Science 1990; 96: 121-129. 71. Dervan PA, Magee HM, Buckley C, Carney DN. Proliferating cell nuclear antigen counts in formalin fixed parafin embedded tissue corralate with Ki-67 in fresh tissue. Am J Clin Pathol 1992; 97:21-28. 72. Hall PA, Levision DA, Woods AL,Yu CC-W et al. Proliferating cell nuclear antigen (PCNA) immunolocalization in parafin sections: An index of cell proliferation with evidence of deregulated expression in some neoplasms. J Pathol 1990; 62: 285-294. 73. Smith FG, Murray PG,Crocker J. Correlation between PCNA and AgNOR scores in non-Hodkin‘s lymphomas using sequential staining technique J Clin Pathol1993;46:28-31. 74.Woods AL, Hall PA, Shephard NA. The assesment of proliferating cell nuclear antigen(PCNA) immunostaining in primary gastrointestinal lymphomas and its relationship to histological grade S+G2+M phase fraction ( flow cytometric analysis) and prognosis. Histopathology 1991;18:21-27. 150 75. Muskhelıshvılı L, Wıngard SK, Latendresse JR. Proliferating Cell Nuclear Antigen—A Marker for Ovarian Follicle Counts Toxicologic Pathology.2005; 33:365–368 76. Oktay K, Schenken RS, Nelson JF. Proliferating cell nuclear antigen Marks the initiation of follicular growth in the rat. Biol Reprod. 1995;53: 295-301. 77. Greenberg ME, Ziff EB. Stimulation of 3T3 cells induces transcription of the c-fos proto-oncogene. Nature 1984; 311: 433-438 . 78. Fisch TM, Prywes R, Reoder RG. c-fos sequence necessary for basal expression and induction by epidermal growth factor, 12-Otetradecanoyl phorbol-13-acetate and the calcium ionophore. Mol Cell Biol 1987; 7: 3490-3502. 79. Roche E, Buteau J, Aniento I, Reig JA, Soria B, Prentki M. Palmitate and oleate induce the immediate-early response genes c-fos and nur77 in the pancreatic beta-cell line INS-1. Diabetes 1999; 48: 20072014. 80. Scholf C, Waring M, Bergwitz C, Arseniev L, von zur Muhlen A, Brabant G. Cyclic-adenosine 3‘,5‘-monophosphate-stimulated c-fos gene transcription involves distinct calcium pathways in single betacells. Mol Cell Endocrinol 2002; 186: 121-131. 81. Zhu YS, Brodsky M, Franklin SO, Huang T, Inturrisi CE. Metrazole induces the sequential activation of c-fos, proenkephalin, and tyrosine hydroxylase gene expression in the rat adrenal gland: modulation by glucocorticoid and adrenocorticotropic hormone. Mol Pharmacol 1993; 44: 328-335. 82. Susini S, Roche E, Prentki M, Schlegel W. Glucose and glucoincretin peptides synergize to induce c-fos, c-jun, junB, zif-268, and nur-77 gene expression in pancreatic ß (INS-1) cells. The FASEB Journal. 1998; 12: 1173-1182. 151 83. Stachowiak MK, Sar M, Tuominen RK, Jiang HK, An S, Iadarola MJ, Poisner A, Hong JS. Stimulation of adrenal medullary cells in vivo and in vitro induces expression of c-fos proto-oncogene. Oncogene 1990; 5: 69-73. 84. Iwata K, Takahashi O, Tsuboi Y, Ochiai H, Hibiya J, Sakaki T, Yamaguchi Y, Sumino R. Fos protein induction in the medullary dorsal horn and first segment of the spinal cord by tooth-pulp stimulation in cats. Pain 1998; 75: 27-36 85. Glover JNM, Harrison SC. Crystal structure of the Heterodimeric bZIP Transcription Factor c-Fos/ c-Jun Bound to DNA. Nature 1995; 373: 257-261. 86. Nankova BB, Rivkin M, Kelz M, Nestler EJ, Sabban EL. Fos-related antigen 2: potential mediator of the transcriptional activation in rat adrenal medulla evoked by repeated immobilization stress. J Neurosci 2000; 20: 5647-5653 87. Fleischmann A, Hafezi F, Elliott C, Reme EC, Rüther U, Wagner FE. Fra-1 replaces c-Fos-dependent functions in mice. Gene and Dev 2000; 14: 2695-2700 88. Fralix KD, Zhao S, Venkatasubbarao K, Freeman JW. Rap1 reverses transcriptional repression of TGF-ß Type II receptor by a mechanism involving AP-1 in the human pancreatic cancer cell line, UK Pan-1. Journal of Cellular Physiology 2002; 194: 88-98 89. Kool J, Hamdi M, Cornelissen-Steijger P, van der Eb AJ, Terleth C, van Dam H. Induction of ATF3 by ionizing radiation is mediated via a signaling pathway that includes ATM, Nibrin1, stress-induced MAP kinases and ATF-2. Oncogene. 2003; 22: 4235-4242. 90. Stamp JA, Herber J. Multiple immediate-early gene expression during physiological and endocrine adaptation to repeated stress. Neuroscience 1999; 94: 1313-1322 152 91. Franchi A, Calzolari A, Zampi G. Immunohistochemical detection of cfos and c-jun expression and cartilaginous tumours of the skeleton. Virchows Arch 1998; 432: 515-519. 92. Angel P, Karin M . The role of Jun, Fos and the AP-1 complex in cellproliferation and transformation. Biochem Biophys Acta 1991; 1072: 129-157 93. Karin M, Zhend-gang L, Zandi E. AP-1 function and regulation. Curr Opin Cell Biol 1997; 9: 240-246 94. Foletta VC. Transcription factor AP-1, and the role of Fra-2. Immunol Cell Biol 1996; 74: 121-133 95. Bakiri L, Matsuo K, Wisniewvska M, Wagner EF, Yaniv M. Promoter specificity and biological activity of tethered AP-1 dimers. Mol Cell Biol 2002; 22: 4952-4964. 96. Chiarini LB, Freitas FG, Petrs-Silva H, Linden R. Evidence that the bifunctional redox factor/AP endonuclease Ref-1 is an anti-apoptotic protein associated with differentiation in the developing retina. Cell Death Differ 2000; 7: 272-281 97.Nishikawa S. Localization of transcription factor AP-1 family proteins in ameloblast nuclei of the rat incisor. Journal of Histochemistry and Cytochemistry 2000; 48: 1511-1520 98. De Sousa SO, Mesquita RA, Pinto DS Jr, Gutkind S. Immunolocalization of c-Fos and c-Jun in human oral mucosa and in oral squamous cell carcinoma. J Oral Pathol Med 2002; 31: 78-81 99. Lee CS, Charalambous D. Immunohistochemical localisation of the cfos oncoprotein in pancreatic cancer. Zentralbl Pathol 1994; 140: 271275 100. Roivainen A, Söderström KO, Pirila L, Aro H, Kortekangas P, Palo MR, Jama YT, Toivanen A, Toivanen P. Oncoprotein expression in human synovial tissue: an immunohistochemical study of different types of arthritis. British Journal of Rheumatology 1996; 35: 933-942 153 101. Ahn S, Olive M, Aggarwal S, Krylov D, Ginty DD, Vinson C. A dominant-negative inhibitor of CREB reveals that is general mediator of stimulus-dependent transcription of c-fos. Mol Cell Biol 1998; 18: 967-977. 102. Oshitari T, Dezava M, Okada S, Takano M, Negishi H, Horie H, Sawada H, Tokuhisa T, Adachi-Usami E. The role of c-fos in cell death and regeneration of retinal ganglion cells. Invest Ophthalmol Vis Sci 2002; 43: 2442-2449. 103. Morgan JI, Curran T. Immediate-early genes: ten years on. Trends Neurosci 1995; 18: 66-67. 104. Skar R, Larsen TH, Serck-Hanssen G. Regulation of c-fos expression by IGF-I in bovine chromaffin cells: desensitization following cholinergic activation. Mol Cell Endocrinol 1994; 106: 213-220. 105. Shea-Eaton W, Sandhoff TW, Lopez D, Hales DB, McLean MP. Transcriptional repression of the rat steroidogenic acute regulatory (StAR) protein gene by the AP-1 family member c-Fos. Mol Cell Endocrinol 2002;188:161–170. 106. Jo Y, King SR, Khan SA, StoccoDM. Involvement of protein kinase C and cyclic adenosine 3_,5_-monophosphate-dependent kinase in steroidogenic acute regulatory protein expression and steroid biosynthesis in Leydig cells. Biol Reprod 2005;73:244–255. 107. Victor E. Beshay, Jon C. Havelock, Rosa Sirianni, Ping Ye, Takashi Suzuki, William E. Rainey, Bruce R. Carr. The Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism 2007; 92(12):4802–4809. 108. Williams RL, Hilton DJ, Pease S. Myeloid leukaemia inhibitory factor maintains the development potential o embriyonic stem cells. Nature 1988; 336: 684-687. 109. Matsui, Y., Toksoz, D., Nishikawa, S., et al. (1991) Leukaemia inhibitor factor on mutine primordial germ cells in culture.Nature, 353, 750–752. 154 110. Yamamori, T., Fukada, K., Aebersold, R. et al. (1989) The cholinergic neuronal differentiation factor from heart cells is identical to leukemia inhibitoryfactor (published erratum appears in Science, Jan 19, 1990, 271, 4940).Science, 246(4936), 1412–1416. 111. Murphy, M., Reid, K., Hilton, D.J. and Bartlett, P.F. (1991) Generation of sensory neurons is stimulated by leukemia inhibitory factor. Proc. Natl. Acad. Sci. USA, 88(8), 3498–3501. 112. Reid, L.R., Lowe, C., Cornish, J. et al. (1990) Leukemia inhibitory factor: a novel bone-active cytokine. Endocrinology, 126(3), 1416– 1420. 113. Mori, M., Yamaguchi, K. and Abe, K. (1989) Purification of a lipoprotein lipase-inhibiting protein produced by a melanoma cell line associated with cancer cachexia. Biochem. Biophys. Res. Comm., 160(3), 1085–1092. 114. Baumann, H. and Wong, G.G. (1989) Hepatocyte-stimulating factor III shares structural and functional identity with leukemia-inhibitory factor. J. Immunol., 143(4), 1163–1167 115. Smith ER, Xu X. Etiology of epithelial ovarian cancer: a cellular mechanism for the role of gonadotropins. Gynecol Oncol 2003;91:1– 2. 116. Cramer DW, Welch WR. Determinants of ovarian cancer risk. II. Inferences regarding pathogenesis. J Natl Cancer Inst 1983;71:717– 721. 117. Nieto JJ, Crow J, Sundaresan M et al. Ovarian epithelial dysplasia in relation to ovulation induction and nulliparity. Gynecol Oncol 2001;82:344–349. 118. Rossing MA, Daling JR, Weiss NS, Moore DE, Self SG. Ovarian tumors in a cohort of infertile women. N Engl J Med 1994;331:771– 776. 155 119. Shushan A, Paltiel O, Iscovich J, Elchalal U, Peretz T, Schenker JG. Human menopausal gonadotropin and the risk of epithelial ovarian cancer. Fertil Steril 1996;65:13–8. 120. Harris R, Whittemore AS, Itynre J. The collaborative Ovarian Cancer Group. Characteristics relating to ovarian cancer risk: collaborative analysis of 12 US case control studies. III. Epithelial tumors of low malignant potential in white women. Am J Epidemiol 1992;136: 1204–1211. 121. Chene G, Penault –Llorca F, Le Bouedec G, Mishellany F, Dauplat MM, Jaffeux P, Aublet-Cuvelier B, Pouly JL, Dechelotte P, Dauplat J. Ovarian epithelial dysplasia after ovulation induction: time and dose effect. Human Repro 2009;24:132-138. 122. Celik C, Gezginc K, Aktan M, Acar M, Yaman ST, Gungor S, Akyurek C. Effects of ovulation induction on ovarian morphology: an animal study. Int Gynecol Cancer 2004;14:600-606. 123. Sushan A, Paltiel O, Schencker JG. Induction of ovulation and borderline ovarian cancer- the hormonal connection?. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1999;85:1-4. 124. Parazzini F, Negri E, La Vecchia C, Moroni S, Polatti A, Chiaffarino F. Treatment for infertility and risk of ovarian tumors of borderline malignancy. Gynecol Oncol 1998; 68: 226-228. 125. Ness RB, Cramer DW, Goodman MT,. Infertility, fertility drugs and ovarian cancer: a pooled analysis of case- control studies. Am J Epidemial 2002;155:217-224. 126. Mahdavi A, Pejovic T, Nezhat F. Induction of ovulation induction and ovarian cancer: a critical review of the literature, fertil Steril 2006;85:819-826. 127. Olivia L. Tan, Peter. R. Hurst, Jean. S. Fleming. Location of inclusion cysts in mouse ovaries in relation to age, pregnancy, and total ovulation number: implications for ovarian cancer?. The Journal of Pathology 2005;205:483–490 156 128. Lin-Zhi Zhuang, Eli Y. Adashi and Aaron J.W. Hsueh . Direct enhancement of gonadotropin-stimulated ovarıan estrogen biosynthesis by estrogen and clomiphene citrate. 1982; 110: 22192221. 129. Williams SC, Gibbons WE, Muasher SJ, Oehninger S. Minimal ovarian hyperstimulation for in vitro fertilization using sequential clomiphene citrate and gonadotropin with or without the addition of a gonadotropin-releasing hormone antagonist. Fertil Steril. 2002 ;78:1068-1072. 130. Ernest Hung Yu Ng1, Oi Shan Tang,Pak Chung Ho. The significance of the number of antral follicles prior to stimulation in predicting ovarian responses in an IVF programme. Hum. Reprod. 2000; 15 : 1937-1942. 131. A Lass, J Skull, E McVeigh, R Margara ,R M Winston. Measurement of ovarian volume by transvaginal sonography before ovulation induction with human menopausal gonadotrophin for in-vitro fertilization can predict poor response. Hum. Reprod. (1997) 12 (2): 294-297. 132. Filicori M, Cognigni GE, Taraborrelli S, Spettoli D, Ciampaglia W, de Fatis CT, Pocognoli P. Luteinizing hormone activity supplementation enhances follicle-stimulating hormone efficacy and improves ovulation induction outcome. J Clin Endocrinol Metab. 1999 Aug; 84 ( 8 ) : 2659 -2663. 133. Willis DS, Watson H, Mason HD, Galea R, Brincat M, Franks S. Premature response to luteinizing hormone of granulosa cells from anovulatory women with polycyctic ovary syndrome: revelance to mechanism of anovulation. J Clin Endocrinol Metab. 1999, 83: 39843991). 157 134. Filicori M, Cognigni G, Tabarelli C, Pocognoli P, Taraborelli S, Spettoli D, Ciampaglia W. Stimulation and growth of antral ovarian follicles by selective LH activity administration in women. J Clin Endocrinol Metab. 2002 ;87(3):1156 -61.) 135. Imani B, Eijkemans MJ, te Velde ER, Habberna JD, Fauser BC. Predictiors of chances to conceive in ovulatory patients during clomiphene citrate induction of ovulation in normogonadotropic oligoamenorrheic infertility. J Clin Endocrinol. Metab 1999;84:16171622. 136. Fatemi HM, Kolibianakis E, Tournaye H, Camus M, Van Steirteghem AC, Devroey P. Clomiphene citrate versus letrozole for ovarian stimulation: a pilot study. Centre for Reproductive Medicine, DutchSpeaking Free University Brussels, Laarbeeklaan 101, 1090 Brussels, Belgium 2003; 17:543-546 137. Imani B, Eijkemans MJ, te Velde ER, Habberna JD, Fauser BC. Predictiors of chances to conceive in ovulatory patients during clomiphene citrate induction of ovulation in normogonadotropic oligoamenorrheic infertility. J Clin Endocrinol. Metab 1999;84:16171622. 138. N. Bayram, MV. Wely, FV. Veen. Recombinant FSH versus urinary gonadotrophins or recombinant FSH for ovulation induction in subfertility associated with polycystic ovary syndrome. 2001 139. Feranil JB, Isobe N, Nakao T. Cell proliferation in the atretic follicles of buffalo and cattle ovary. Reprod Domest Anim. 2004; 39: 405-409. 140. Picut CA, Swanson CL, Scully KL, Roseman VC, Parker RF, Remick AK. Ovarian follicle counts using proliferating cell nuclear antigen (PCNA) and semi-automated image analysis in rats. Toxicol Pathol. 2008;36:674-679. 158 141. S Mahner, C Baasch, J Schwarz, S Hein, L Wölber, F Jänicke and K Milde-Langosch-Fos expression is a molecular predictor of progression and survival in epithelial ovarian carcinoma. British Journal of Cancer 2008; 99: 1269-1275. 142. Suzanne Roffler-Tarlov1, Jeremy J. Gibson Brown2,4, E. Tarlov3, Javor Stolarov4, Deborah L. Chapman4,Maria Alexiou4 and Virginia E. Papaioannou2,4. Programmed cell death in the absence of c-Fos and c-Jun. Development 1996; 122: , 1-9 143. C. Sharma, JS. Richards. Regulation of AP1 (Jun/Fos) factor expression and activation in ovarian granulosa cells. Relation of JunD and Fra2 to terminal differentiation. J Biol Chem. 2000; 275: 33718-28. 144. Kauma, S.W. and Matt, D.W. (1995) Coculture cells that express leukemia inhibitory factor (LIF) enhance mouse blastocyst development in vitro. J. Assist. Reprod. Genet., 12, 153–156. 145. Lavranos, T. and Seamark, R. (1989) Myeloid leukemia inhibitory factor (LIF): an embryotrophic factor. Proc. Aust. Soc. Reprod. Biol., 21, 91. 146. Fry, R. (1992) The effect of leukemia inhibitory factor (LIF) on embryogenesis. Reprod. Fertil. Dev., 4, 449–458.) 147. R. Abir, B. Fisch,S. Jin, M. Barnnet, S. Freimann, R. Van den Hurk, D. Feldberg, S. Nitke ,H. Krissi ,A. A. Immunocytochemical detection and RT–PCR expression of leukaemia inhibitory factor and its receptor in human fetal and adult ovaries Mol. Hum. Reprod. (2004) 10 (5): 313-319. 148. A. Arıcı, E. Oral, O. Bahtiyar, O. Engin, E. Seli, EE. Jones. Leukaemia inhibitory factor Express,on in human follicular fluid and ovarian cells. Hum Repr 1997;12:1233-1239. 159 10.EKLER 160 11. TEŞEKKÜR Yüksek lisans eğitimim boyunca bilgi ve deneyimleriyle bana yol gösteren ve her zaman desteğini gördüğüm tez danıĢmanım ve Anabilim Dalı BaĢkanımız Prof. Dr. Deniz ERDOĞAN baĢta olmak üzere katkılarından dolayı Prof. Dr. M. Tahir HATĠPOĞLU‘na, Prof. Dr. Celal ILGAZ‘a, Prof.Dr. Candan ÖZOĞUL‘a, Prof. Dr. Suna ÖMEROĞLU‘na, Doç. Dr. Gülnur TAKE KAPLANOĞLU‘na ve Doç. Dr. Çiğdem ELMAS‘a sonsuz teĢekkürlerimi sunarım. Tezimin bütün aĢamalarında benden yardımlarını esirgemeyen ve her zaman yanımda olup, bana destek olan ArĢ. Gör. Güleser GÖKTAġ‘a ve Uzman Dr. Fatma HELVACIOĞLU‘na, bütün dönem arkadaĢlarıma ve tüm hayatım boyunca maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen sevgili annem, babam ve kardeĢime sonsuz teĢekkür ediyorum. Sinem DEMİR Aralık 2010 161 12. ÖZGEÇMİŞ 1985 yılında Ankara‘da doğdum. Ġlköğrenimimi YükseliĢ Koleji‘nde, orta öğrenim ve liseyi Ankara Üniversitesi GeliĢtirme Vakfı Özel Lisesi‘nde tamamladım. 2003 yılında Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü‘ne girdim ve 2007 yılında mezun oldum. 2008 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde Sağlık Bilimleri Enstitüsü‘nün Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı‘nda yüksek lisans eğitimine baĢladım. 162