10 Yıl Önce 10 Yıl Sonra Kurumsal Sosyal Sorumluluk konusunda ilk katıldığım büyük çaplı toplantı 2001 senesinde TESEV tarafından Odakule’de düzenlenen bir konferans idi. Konferans programının bir parçası olan “Sosyal Sorumluluk” eki geçtiğimiz hafta ofiste masama ulaştı. Çalışma arkadaşlarımdan biri “Son 10 senede neler olmuş? Kıyaslasana...” deyince duramadım ve hem eki hem de son dönemde gözlemlediğim kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarını kısa bir çerçevede paylaşmak istedim. Özellikle 5’inci yılını kutladığımız Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluğu Derneği’nin çalışmaları ile de gelişen kurumsal sosyal sorumluluk, sürdürülebilirlik, kurumsal vatandaşlık gibi tanımlanan yönetim ve iş yapış biçiminin Türkiye’deki gelişimine ve hem sosyal hem de ekonomik olarak yarattığı katkıyı da kısaca değerlendirmeyi istedim. Geçen 10 sene özellikle konuşulan terimleri, paradigmaları değiştirmemiş. Sivil toplum ile ortaklık, şeffaflık, iyi yönetim, toplumla bütünleşmek, gönüllülük gibi çerçeve terimler hala benzer bir şekilde kullanılmakta. Şirketlerimizin sosyal sorumluluk algısındaki değişimsizlik ve hala sosyal amaçlı servis ve ürünleri ortaya koymaktan çok kamuoyu gözünde şirin gözükmeyi amaçlayan ve olası krizlerde şirketin itibarını güçlü tutabilecek çalışmalara eğilmeleri -­‐ çevre, eğitim, ticari sponsorluklar -­‐ halen konunun dar alana odaklandığını göstermekte. Ana konuların ve uygulama alanlarının sürekli aynı kalması, -­‐ özellikle eğitim alanındaki sponsorluk temelli işbirlikleri -­‐ şirketlerimizin genel olarak bu konudaki yaratıcılığını sınar nitelikte. Eğer eğitim sorunu tüm bu çabalara rağmen halen çözülmediyse ya şirketlerin projelerinde bir sıkıntı var ya da şirketlerin değil ama kamunun bir çözüm bulması gerekir düşüncesindeyim. İnsan hakları, sosyal amaçlı iş modelleri, girişimcilik, inovasyon ve yaratıcılık, tedarik zinciri yönetimi gibi konular da halen eksik olduğumuz konular. Ancak çevre konusunda özellikle uluslararası antlaşmalar ile karbon piyasasına ilginingiderek artması ve iklim değişikliği çalışmaları nedeniyle yenilenebilir enerji ve iklim değişikliğine olan ilgi giderek artmakta. Bundan birkaç hafta önce İngiltere Başkonsolosluğunda yapılan karbon çalıştayı, REC ve TÜSİAD ile ortak kurulan ve merkezi İngiltere olan İklim Değişlikliği platformu önemli göstergelerden sadece bir kaçı. Konferans dahilinde çıkartılan ekte İngiltere hükümetinin 10 sene önceki çalışmalarının belirtilmesi ise uluslararası çapta konunun liderliğini yapan ülkelerin başından İngiltere’nin istikrarını gözler önüne sermekte. Uygulama konusunda sadece OECD Uluslararası Şirketleri Rehberi hakkında bilgi var iken bugün SA8000, Küresel İlkeler Sözleşmesi, ISO 26000, GRI raporlama standartları gibi birçok uluslararası standardın yanında IMKB ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nin hazırlamakta olduğu indeks, bu alandaki ürün çeşitliliğinin arttırırken bu konuya kafa yormak isteyen şirketlerin işlerini bir nebze de olsa geliştirmek için fırsatlar sunmakta. Benzer bir gelişim alanı da kurumsal sosyal sorumluluk raporlaması yapan şirketlerde. 10 sene önce raporlama konusunda herhangi bir haber bulunmazken Türkiye’de sürdürülebilirlik raporu çıkartan şirket sayısının her geçen gün arttığı gözlemlenmekte. Bunu olumlular hanesine alabiliriz. Şirket çalışanlarının gönüllülüğünü teşvik etmek konusunda başarıyla çalışan bir derneğin – Özel Sektör Gönüllüler Derneği – olması, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği’nin 5 yıldan beri ulusal ve uluslararası birçok alanda ödüller alması, araştırmalar, eğitim programları düzenlemesi ve son olarak geçtiğimiz ay Birleşmiş Milletler Uluslararası Özel Sektör Ofisi’nin İstanbul ‘da açılması bu alandaki kurumsal yapılanmanın güçlendiğinin de bir göstergesi. Bu kurumsal yapının sürdürülebilirlik sertifika programları ve eğitimleri ile üniversitelerin (Kadir Has Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi gibi) sürekli eğitim merkezleri ile gündeme gelmesi sosyal sorumluluk alanında eğitim faaliyetlerinin de artmış olması profesyonellerinde konuya ilgisiz kalmadığının en güzel göstergesi. Peki tüm kurumsal altyapının gelişmesi, araçların artması ülkenin kalkınmasına, özel sektörümüzün rekabet gücüne ne kadar katkı sağlıyor? Bu konuda en önemli veriler sanırım uluslararası değerlendirmeler olacak. Dünya’nın 16’ncı büyük ekonomisi olmamıza rağmen INSEAD ve Dünya Ekonomik Forumu’nun ortaklaşa çıkardıkları 2011 Küresel Bilgi Teknoloji Raporu indeksinde 71’inci, Dünya Ekonomik Forumu Rekabet Gücü İndeksi’nde 61’inci, Birleşmiş Milletler İnsanı Kalkınma 2010 İndeksi’nde 83’üncü sırada yer alırken Standard & Poors İnovasyon İndeksi’nde Avrupa çapında en düşük seviyede yer almaktayız. Bu sıralamalar bile hem kurumsal hem de toplumsal sürdürülebilirliğimiz konusunda adım atmamız gereken uzun bir yol olduğunu da göstermekte. 2020’ye geldiğimizde bu alanda ilerleme kaydetmek istiyorsak sanırım konuştuğumuz terimleri uygulamaya geçirerek teknoloji, çevre, sosyal kalkınma alanında dizayn ve yaratıcılığı da ön plana çıkarmak, kamu politikaları, sosyal medyanın aktif kullanımı ile konuyla ilgili tüm sosyal paydaşların pro-­‐aktif katılımıyla bir paradigma değişiklikliğine gitmek zorundayız.