İSLAM T ARİHÇİLERİ TDV İSLAM AŞTIRMALARI DERNEGİ MERKEZi ,... SIRET SEMPOZYUMU -I. " TURKIYE'DE SIRET YAZlCILlGI .. '-' İSAM KONFEREANS SALONU 16-17 EKİM 2010 Yayma Hazırlayan: Yard. Doç. Dr. Tahsin KOÇYİGİT. Ankara - 2012 Siret Sempozyumu 1381 4.0TURUM Prof. Dr. Hüseyin Algül (Oturum Başkanı): Muhterem dinleyenler. Kıymetli dostlar. Siret Sempozyumumuzun ilk gününün sonuncu oturumunu açıyorum. Bu otorumun çerçeve adı "Siret Eleştirisi". Ancak ondanönce sempozyumun Yazıcılığının organizasyonunda emeği geçen sayın Prof. Dr. Mehmet Şeker' e ve sayın Yard.Doç.Dr. Tahsin Koçyiğit' e kardeşime teşekkür ediyorum. Ayrıca TDV ve İSAM yetkililerine de şükranlarımı arz ediyorum. İlk tebliğci hocamız Sayın Doç. Dr. Mustafa Demirci. Tebliğinin başlığı "Hz. Peygamberin Nübüvvet Öncesi Hayatının Anlatırnma Eleştirel Bir Yaklaşım". Diğer tebliğeilerimiz Yard. Doç. Dr. Bekir Zakir Çoban ve Prof. Dr. M. Ali Büyükkara hocamız onu izieyecek Süreniz yirmişer dakika. Daha az tutariarsa memnun oluruz. Hem konuşmacılanmız hem de dinleyiciler açısından zihin yorgunluğu oldu. Bu yüzden insaniann sabnnı fazla zorlamamak ve sözü uzatillamak adına derhal sözü Mustafa bey kardeşime bırakayım. Evvel Allah Mustafa bey tebliğini on beş dakikada tamamlar. Buyurun! HZ. PEYGAMBER'İN NÜBÜVVET ÖNCESi HAYATININ ANLATlMINA ELEŞTiREL BİR YAKLAŞlM Doç. Dr. Mustafa Demirci* Hz. Peygamber'in Nübüvvet öncesi hayatına ilişkin anlatılan hemen bütün olaylar, mucizevf bir olağanüstülük içinde sunulmaktadır. Öyle ki Peygamber olduktan sonra sanki bu mucizevf olaylar azalmış gibidir. Medine devri hayatında bu tür olaylar mucizeler ile sınırlıdır. Nesebi, dedesi ve babası ile ilgili anlatılanlar, müşrik Mekke toplumunda değil de bir peygamberin mucizeleri • Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü- Konya. 382 1Siret Sempozyumu -1- gibidir. Doğduğu gece vuku bulduğu rivayet edilen olayların hepsi simgesel bir anlatım ve edebi bir metin olmasına rağmen, bizim Siyer yazımında gerçek olaylarmış gibi yerleşmiştir. Hz. Peygamber 'in çocukluk yıllarına dair anlatılan göğsünün yarılması, Rahip Bahfrii olayı da tarihçiZilik bakımından ispatı zor konu/ardır. Muhtemelen daha sonraki dönemdeki dinler arasındaki tartışmalar içinde kurgulanmış o/aylardır. Bu tebliğde Türkiye 'de yazılmış siyer kitaplarından örnekler verilerek, siyer yazımının ve bunun üzerinden kurulan dini söylemin bir eleştirisi yapılacaktır. Ayrıca hem akademik standartlardan ödün vermeden, hem de geniş kitlelerin· an!ayabileceği daha gerçekçi bir siyer yazımının imkanları tartışılacaktır. Siyer kaynaklannda ve muasır Siyer kitaplannda Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesi hayatına dair aktanlan rivayetlerin tamamında olağanüstü olaylar geçmektedir. Özellikle Hz. Peygamber'in olağanüstülüğünü vurgulamak amacıyla aktanlan rivayetler sahanın uzmanlan arasında eskiden beri tartışma konusu olagelmiştir. Öyle ki Hz. Peygamber'in atalan, dedesi, babası gibi İslam öncesinde yaşamış insanlara dair olaylar dahi aynı şekilde olağanüstülükler içinde sunulmuştur. Halbuki Risalet geldikten sonraki hayatı daha beşeri ve insani yönü öne çıkan unsurlardan oluşur. Bu dönemde Hz. Peygamber'in gösterdiği mucizeleri ise zaten herkes tarafindan mucize olarak görülmüş, bunun dışında bir insan olarak karşımıza çıkar. Hz. Peygamber'in peygamberliğinden dolayı kazandığı "ismet" sıfatı ile ilgili özellikler, Risaletin verildiği tarihten itibaren başlatınak yerine, "doğıımundan itibaren, hatta babasının alnında bir nur vardı, evlendikten sonra bu nur Arnine'ye geçti" türünden ifadelere ve nesebi ile ilgili rivayetlere bakılırsa, dağlımundan önce başlamış görünüyor. Elbette Peygamberlerin Risalet öncesinde de isınet sıfatını taşıyıp-taşımadıklan konusunda İslam kelamcılannın farklı görüşleri bulurımaktadır. Ancak bu 1 özelliğin her zaman ve her olayda, etrafindakiler tarafindan rahatça Siret Sempozyumu 1383 fark edilecek derecede, nübüvvet alametlerinin zahir olduğunu söyleyebilmek için, en azından tarih biliminin ispat metoduna bağlı sağlam ve güvenilir verilere dayanmak gerekir. Bu tebliğimizde Hz. Peygamber'in ''Risalet" öncesi dönemine ilişkin anlahlan rivayetleri tarih metodolojisinin ilkelerine bağlı kalarak metin tenkidine tabi tutacağız. A-Siyer Yazımının Gelişimini Belirleyen Dinamikler: ilk asırdan itibaren gelişimi takip ilerledikçe konu başlıklarının muhtevasında bir genişleme ve zenginleşme olduğu dikkat çeker. Bu genişleme yeni bilgilerin ortaya çıkması kadar, içinden geçilen şartlara bağlı da artmaktadır. Mesela; Hz. Peygamber'in doğduğu gece vuku bulduğu söylenen olaylar İbn Hişam'da sadece Hz. Peygamber'in annesinin gördüğü rüya ile sınırlı iken, İbn Sa'd'da alh olağanüstü olay sıralanmakta, XI. Asırda eser yazan Şaı:nl'ye gelindiğinde bu sayı 19'a çıkmaktadır (Özdemir, 2007, 135). Bu durunı zorunlu olarak bizleri Siyer edebiyalının gelişimini dikkatlice incelemeye ve bu süreci belirleyen dinamikleri ortaya koymayı gerekli kılmaktadır. Siyer yazımında konularının edildiğinde, yüzyıllar İlk devir Siyer yazımı müstakil bir disiplin olarak değil, daha çok bir yan sektörü olarak gelişti; hadisçilecin ile ilgili derlemeleri Siyer yazıcılığının temelini oluşturdu. Ayrıca Hadisçiler tarafından rivayet bakımından zayıf bulunan fakat ihtiva ettiği haberlerin tarihi öneminden dolayı siyer ve tarih yazımında kullamlmakta beis görülmeyen rivayetlerin de kullamlması ile gelişnıiştir. Dolayısıyla işin başından itibaren siyer yazıcılığı kendi geliştirdiği metotlara bağlı işleyen müstakil bir disiplin olarak değil, daha sonraki gelişim aşamalarında da olduğu gibi Hadis, Kelam gibi bilimlerin etkisinde gelişnıiştir. Siyer kitaplarında kullamlan bilgilerin her ne kadar rivayet tenkidi yapılmış görünse de, ciddi anlamda rivayet ve metin tenkidinden geçmemiş malzemelerden oluşturulmuş bir literatür ortaya çıkmıştır. Bu edebi formun şekillenmesinde Cahiliye Arapları arasında yaygın olan "Eyyiimu '!Hadis derlemeciliğinin "Meğazi" ve "Siyer" konuları 384 1 S iret Sempozyumu -I- Arab" ve "Kıssa" geleneği de etkili olmuştur. Nitekim İbn İshak nübüvvet öncesi olaylan anlatırken sık sık kıssa kelimesini kullanması bu etkileşimi gösterir. Bu gelenek, konulan cazip kılmak için doğru yanlış dikkat etmeden pek çok şiire ye,r verir. İbn İshak bu haberlerin sahihliği konusunda kendisi de şüphe içinde olduğunu vurgulamak için "Ff ma yez 'imiine" "Gfle" "Vallahu A '/em" gibi ifadelerle şüphesini dışa vurmuştur (Horovitz, 87). İbn Hişam, İbn-i İshak'ın eserlerinden faydalanırken, bu yüzden sert eleştiriler alan ve tenkide uğrayan bu şiir ve İsrailiyyat türü haberleri elemeye tabi tutmuştur (Özdemir, 133). Siyer yazımını etkileyen ikinci aşama ise İbn Sa' d ile başlar. Bu dönem İslam dünyasının farklı din, mezhep ve felsefi akırnla yüzleştiği ve aralannda dini ve felsefi akımlann meydana geldiği bir devirdir. Özellikle tannyı kabul edip, nübüvveti gereksiz gören Brahmanlar, Deistler ve Hz. Muhammed'in Peygamberliğini reddeden değişik dini gruplar ile Müslümanlar arasında tartışınalann yoğunlaştığı bir dönemdir. Nübüvvetin ispatı konusu Müslümanlar için hayati bir prqblem haline geldi. Bu meydan okumalar karşısında Müslüman çevrelerden nübüvvetin ispatı için iki türlü tavır gelişti; ilki Peygamberlik müessesesini akli temellere dayandırarak ispatlamaya çalışan eserler yazıldı. Bu eserler daha çok kelam ve felsefi metodu kullanır. Bu eserler Hicri II.NIII. yüzyılın ikinci yansında başlayıp IILI IX. ve IV./ X. yüzyıllarda etkisini sürdürdüğü kabul edilen zındıklık ve ilhiid hareketlerine karşı yazılmıştır. İkincisi Peygamberin ta başından beri zaten sıra dışı ve olağanüstü özellikleri olan birisi olduğunu ve onun Peygamberliğini mucizeler ve olağanüstü olaylar ile ispatlamaya çalışan eserlerdir. Böylece şeytan, cin ve melekler gibi konulann bolca yer aldığı Delail, Şernail haberlerine öncelik veren biı:. siyer ortaya çıkmıştır. Bu edebiyatın ana maksadı bir peygamberin bizzat gösterdiği veya pe.ıgamberliğine ala:met olmak üzere kendisi dışınd/i meydana gelen tabiarnstü olaylan, peygamberin getirdiği ilkeleri ilıni gösterdiği Siret Sempozyumu 1385 tahlillere tabi tutarak bunlann ilahi kaynaklı olduğunu, dolayısıyla o peygamberin de hak peygamber olduğunu ispatlamaktır. Peygamberlerin gerçekleştirdiği tabiatüstü olaylar, benzerlerini meydana getirme açısından muhataplarını aciz bıraktıkları için mucize, nübüvveti kanıtladıkları için de delil-delail diye adlandırılır. İslam alirnleri, mutlak olarak nübüvvet müessesesini ve özellikle Hz. Peygamber'in nübüvvetini ispatlamak amacıyla yazdıkları bu tür eseriere A 'ltimü'n-niibiivve yanında Deltiilü'n-nübüvve adını verirken; kutsal kitaplarda veya o devride yaşamış bir takım keşişlere doğan ilhamlarda Hz. Muhammed'in geleceğini müjdeleyen rivayetleri derleyen eseriere Beştiirü'n-niibüvve denilmiştir. Ancak bu eserler tarihi olayları aniatınasma rağmen tarih disiplini içinde düşünülmenıiş ve yazılmamış, daha çok nübüvvetin ispatı ve Hz. Muharnıned'in peygamberliğini savunma amacıyla yazılmıştır. Kelam ilminin metodanna bağlı kalınarak yazılmış olup; tarih ve hadis bilimlerinin kullandığı rivayet ve metin tenkidi metoduna bağlı kalmamaları problenıin temelini oluştunnuştur. Sonuçta, aslında tarihi bir olaya dair bilgileri tarih tenkit metoduna tabi tutınadan derleyen bir literatür ortaya çıkmıştır. Daha çok Selefiyye'ye bağlı hadisçiler tarafından kaleme alınan bu grubun en meşhur eserleri, Ebu Nuaym elİsfahani'nin (ö.430/1038) ve Ebu Bekir el-Beyhaki'nin (ö.458/1066) Deltiilii'n-niibüvve adını taşıyan kitaplandır. ("Delailu'n-Nübüvve", DİA). Siyer yazımında üçüncü aşama ise XITI. yy' a doğru tasavvufun etkisinin artmasına bağlı olarak, İslami bilgi epistemolojisinin daha akli ve metodolojik süreçlere bağlı bilgi sunan "burhanf'' ve "beytinf'' bilgi sistemlerinin yerini "iiftinf'' bilgi sisteminin alması ve irfani bilgi sisteminin gücünü artırması olmuştıır. (Cabiri, 2001) Bu dönemde tasavvufta önemli bir yer tutan gayb1 ve kalbi bilginin muteber olduğu ve bu tür bilgiye dayalı üretilen "kıssa" ve "menılkıb" tarzının siyer yazımını da etkilerneye başladığı dikkat çeker. Özellikle İbn Seyyidinnas (ö. 734/1334)'ın Uyunu'l~Eser fi Fununi'l-Meğtizf ve'sSiyer'i İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/135l)'nin Ztidii'l-Metid fi 386 1Siret Sempozyumu -1- Hedyi Hayri'l-İbtid'ı, Kastallani'nin (ö. 923/1517)'nin Meviihibu'lLedünniyye' si, eş-Şilırıl'nin Sübülü '1-Hüdii ve 'r-Reşiid fi Sfreti Hayri '1-İbtid'ı, Diyarbekrl'nin Tarihu '/- Hamfs'i, Halebi (ö. 1044/1635)'nin İnsiinu'l-Uyun'u, gibi XIII. asır ve sonrasında yazılan eserler bu şekilde ortaya çıktı. Dikkat edilirse bu eserlerin tamamı XIV. Yüzyıl sonrasında yaşamış müellifler tarafından yazılmıştır. Hz. Peygamber'in aıılatımında süregelen bu tavra karşı elbette ilk tepki modern zamaıılarda ortaya çıkmadı; bu tür eleştiri, kaygı ve tavır alışların geçmişte de aynen yaşanmış; keyfi bir şekilde aıılatılan bu tür yazariara karşı başta Halife b. Hayat, Zehebi, olmak üzere İbn Kayyım ve İbn Hacer gibi alimler hem senet hem metin tenkidi yaparak karşı koymuşlardır. Mesela Halife b. Hayat, eserini hadis usulündeki cerh ve ta'dil metodunu kullanarak yazdığından, tarihinde Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesi hayatı sadece üç sahife aıılatılmış, bu üç sahifede de Hz. Peygamber'in doğum tarihi, nübüvvetin gönderilişi, gizli ve açık davet konularıyla ilgili rivayetleri sıralamıştır. (Halife b. Hayat, 2001, 76-79) Zehebi, Rahib Balıira olayı ile ilgili geniş bir metin tenkidi yapar. İbn Kayyım el-Cevziyye'de, rivayet ve metin bakımından şüpheli konuları ele almamıştır. Kısacası bu gibi alimierin ilgili eserleri bu hususta günümüzde Hz. Muhammed'in biyogra:fisini yazacak olaııların önüne geniş bir tenkit tecrübesi ortaya koymaktadır. (Özdemir, 157). İlk siyer müellifleri daha çok rivayet eksenli çalıştıklarından, şüpheli buldukları ya da rivayet zincirini oluşturamadıkları durumlarda, aktardıkları bilginin anonim ve söylenti kabilinden olduğunu vurgulamak için, bu tür rivayetleri "kfle" (denildi), ''yu ka/u" (denilir), "zu'ime" (iddia edildi), ''.fi mii yez'umune" (iddia edildiğille göre), "ze'amu" (iddia ettiler) kalıplarını kullanırlar. İbn İshak, ondan da önce Zühri, aslında bu tür tarihi kesinliği olmayan rivayetlerin başların~ bu kalıpları getirmişlerdir. İbn Hişam ise b~ konuda daha dikkatli davranmıştır. (Horovitz, 2002, 87) Mesela; Hz. Peygamber'4ı doğduğu gece vuku bulan olayları aıılatırken, "kfle" ''fi ma yez 'imune" Siret Sempozyumu 1387 ifadesini kullanır. Aynı şekilde Abdulmuttalib'in zemzem kuyusunu kazarken yaptığı nezir, Abdullah'ın Abdulmuttalib'in en sevgili oğlu olduğu, Abdullah'ın alnındaki nur, Balıira'nın Hz. Muhammed'in gelecek peygamber olduğıınu bilmesi, ikinci Suriye seyahati esnasında Hz. Muhammed'i iki meleğin gölgelendirmesine temas eden rivayetlerin hepsinde "iddia ettiklerine göre" kalıbını kullanmıştır. Dolayısıyla bu tavrıyla, bu türden bilgileri havi rivayetlerin müellif nazarında zaten meşkuk haberler kapsamında yer aldığına dikkat çekmişlerdir. Muahhar siyer müellifleri de ilk müelliflerin bu hassasiyetlerini rivayetleri naklederken aynen muhafaza etmişlerdir. Buna karşılık günümüzde İslam dünyasında telif edilen .Hz. Muhammed biyografilerinin çoğıında, bu gibi önemli ipuçları hiç dikkate alınmadan, söz konusu rivayetler, kusursuz tarihsel malumat olarak sunulabilmektedir. Daha müşahhas olarak mesela Hz. Peygamber'in on-on iki yaşlarında Suriye'de Rahip Balıira ile karşılaşmasına dair İbn İshak'ta yer alan rivayetle, olayın Cevdet Paşa'nın Peygamber Efendimiz, ve Ali Himmet Berki-Osman Kesicioğlu'nun Hazreti Muhammed adlı eserlerinde anlatılış biçimleri karşılaştırılabilir. Sonuç olarak siyer yazunındaki üslup ve yaklaşım değişimini görmek için ilk dönem siyer kitapları ile daha sonra gelişen DeliHI, Hasais edebiyatı, özellikle de XIII. yüzyıldan sonraki siyer kitapları karşılaştırıldığında, gerek yaklaşım bakunından, gerekse muhteva zenginleşmesi bakunından değişimi açıkça görmek mümkündür. Mesela, İbn Hişam'da Hz. Peygamber'in doğduğu gece vuku bulan olağanüstü olaylar bir iken, İbn-i Sa' d' da bu olayların sayısı altıya, eş­ Şami de ise yirmiye çıkmaktadır. Siyer malzemesinde en fazla genişlemenin Hz. Peygamber'in nesebi, peygamberlik öncesi hayatı, irhasat haberleri, mucizeler ve Şernail konularında gerçekleştiği görülmektedir.(Özdemir, 2007, 135) Daha sonraki dönemde yazılan eserlerde Hz. Peygamber'in hayatı anlatılırken, özellikle Nübüvvet öncesi konular, Nübüvvet sonrasına göre daha bir olağanüstülükler ve mucizevilik içinde sunulur. Bu anlatılanlara bakılırsa sanki Hz. 388 1S iret Sempozyumu -I- Peygamber' e Nübüvvet verildikten sonra hayatındaki azalmış gibidir. olağanüstülükler B- Nübüvvet Öncesi Bazı Rivayetlerin Metin ve Muhteva bakımından Eleştirisi 1- Hz. Peygamber'in Soyu İle ilgili Rivayetler: Hz. Peygamber'in nesebi ile ilgili iki nokta öne çıkar. Birincisi Hz. Peygamber'in atalannın en güçlü, en yakışıklı, en temiz, en soylu, en cömert ve en temiz kimseler olduğudur. Öyle ki dedesi ve babası ile ilgili anlatılanlar, müşrik Mekke toplumunda değil de bir peygamberin mucizeleri gibidir. HiUbuki uzak dedeleri arasında ismi sayılan isimler arasında Menat putuna nispetle Abdumenaf, Uzza putuna nispetle Abduluzza, güneşe nispetle de Abduşems isimlerine rastlanmaktadır. Dedesi Abdulmuttalib, amcası Ebu Tiilib'e Abdumenaf ismimi vermişti. Bu isimler açıkça bu kimselerin putperest olduğunu gösterir. İbnu'l-Kelbi, Hz. Peygamber'in 500 büyük annesinin hiç birinin zinaya bulaşmadığını aktanr. Burada öylesi abartılı bir yaklaşım var ki sözü edilen 500 annesini ve bunann özel hayatlarını nereden ve nasıl tespit ettiğini bilmek oldukça güçtür. İbn Sa'd da bu bilgiyi hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan aktarır (İbn Sa'd, I, 61). Halbuki Hz. Peygamber'in tespit edilebilen en eski atası yirminci göbek dedesidir. İkincisi Hz. Peygamber'in nesebini umumiyede siyer müellifleri Hz. İbrahim'e kadar ulaştınrlar. Hz. İbrahim'in yaşadığı dönem tahmini olarak M.Ö 1600-1800 arası. Hz. Peygamber ile arasında en az 2300 yıl var. Tespit edilen 20 dedesinin zincirleme 50 yıl ömrü olduğunu hesap edersek en fazla (20X50=) 1000 yıl öncesine kadar geri gider. Geride 1300 yıllık kronolojik bir boşluk kalıyor. Burada Hz. Peygamber ile Hz. İbrahim arasında doğrudan kan bağına dayalı bir atalıktan bahsedilemez, belki Hz. İbrahim'in çizgisini takip ettiği için manevi\ bir atalıktan bahsedilebilir. Nitekim bu tür rivayetleri değerlendirirken Zehebi de benzer bir yorum yapmaktadır (Zehebi, 1991, I, 57). İbn-i Kayyım elCevzi de Hz. Peygamber'in nesebinin Adnan'a kadar gittiğini, ancak Siret Sempozyumu 1389 ondan sonrasının ihtilaflı olduğunu, Adnan'ın İsmail'in evlatlanndan oluğunun da şüpheli olduğunu söyler (el-Cevzi, 1989, I, 97). Kur'iini bir bakış açısıyla baktığımızda böyle bir tezkiyeye gerek yoktur. Çünkü Kur'an'ı Kerim'de kısa hikayeleri anlatılan pek çok peygamberin birinci derece yakınlan, en amansız tevhit ve nübüvvet düşmanı kimseler olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bu siyer müelliflerini böyle bir tavra zorlayan sosyal ve siyasi saikler vardı. İslam'ın yayılışından sonra siyasi ve sosyal bir kimlik kazanan kabilecilik, özellikle de Adanariiier-Kahtanilar (Kays-Kelb) rekabeti, diğer kabileler arasında Hz. Peygamber'in soyunu, ailesini, kabilesini üstün gösterme gayreti içine girmiştir. Eş'as b. Kays'ın Sıffin savaşında hakemleri belirlerken, Abdullah ibn Abbas'ı hakem olarak göndermek isteyen Hz. Ali'ye karşı söylediği şu sözler bu havayı gözler önüne serer: "Peygamber Mudar'dan, Ebu Bekir Mudar'dan, Ömer Mudar'dan, Osman Mudar'dan, sen de Mudar'dansın. Biz ne oluyoruz. Bu defa bizim dediğimiz olacak!" Yakübi, ). Dolaysıyla nesep ile ilgili rivayetler, Kahtiini ve diğer Arap kabilelerinin Hz. Peygamber ve ailesini de ilzam edecek şekildeki eleştirilerine karşı, Hz. Peygamber ve ailesini koruma güdüsü içinde gelişmiş olabilir. Aynca cahiliye Araplanndaki yaygın olan "Eyyiimu '1-Arab" edebiyatında kullanılan abartılı argüman ve üslubun siyerde de kullanılmasına neden olmuş olabilir (Özdemir, 2007, 136-137). 2-Babasının Kurban Edilmesi ve Alnındaki Nur: Hz. Peygamber'in derlesi Abdülmuttalib, zemzem kuyusunu yeniden ortaya çıkanp onarması sırasında Kureyş kabilesinin diğer eşrafı tarafından rencide edilmiş ve o tarihte Haris'ten başka oğlu olmadığı için müdafaasız kalmıştı. Bu sebeple, on erkek çocuğa sahip olduğu takdirde birini kurban etmeyi adanııştı. Bu arzusu gerçekleştikten sonra gördüğü bir rüya üzerine nezrini hatırlanıış, kurban edilecek çocuğu belirlemek maksadıyla oğullan arasında kura çekmiş, kura o günkü oğullarının (veya aynı anadan doğanların) en küçüğü olan Abdullah'a çıkmıştı. Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ı 390 1Siret Sempozyumu -I- kendi kızlan, diğer bir rivayete göre ise veya Kureyş'in ileri gelenleri bu olaya şiddetli tepki göstermişler ve böyle bir şey yaptığı takdirde bunun kendisinden · sonra kötü bir adet haline gelebileceğini hatırlatmışlar, aynca adak borcundan kurtulmak için Abdullah'ın yerine deve kurban etmenin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Kaynakların çoğu, bu çözümün Medineli bir arrafe tarafindan teklif edildiğini kaydeder. Abdülmuttalib, o günkü örfe göre diyet olarak kabul edilen on deve getirtmiş, Abdullah ile develer arasında kura çektirmiş, fakat kura Abdullah'a çıknuş; deve sayısını onar onar artırarak kuraya devanı etıniş, sayı yüze ulaŞınca kura develere çıknuştır. Bunun üzerine yüz deveyi kurban ederek çok sevdiği oğlu Abdullah'ı kurtarmıştır (İbn Hişfun, I, 125-129). kurban etmeye kalkışınca Abdullah'ın dayılan Bazı kurban edilmesiyle ilgili bu meşhur rivayetin doğru olmadığını iddia etınişlerdir. Çünkü bu rivayet içinde Abdullah'ın, babasının en küçük oğlu olduğu ifade edilmekte, halbuki Hamza ile Abbas'ın ondan küçük olduğu bilinmektedir. Muhaddisler bu hadisin salıili olduğu kanaatindedirler. Abdullah'ın, babasının en küçük oğlu olmadığı rivayetine gelince, bu onun kurban edilmek istendiği sırada yaşayan kardeşlerinin en küçüğü olmasıyla çelişmez. Çünkü bazı kaynaklar Abdulmuttalib'in on değil, on üç oğlunun bulunduğıınu kaydeder. Aslında Abdullah'ın, kurban edileceği sırada "Babasının en küçük oğlu olduğu" tarzında İbn İshak'tan gelen rivayet için Süheyli "Gayri maruf' demekte ve tercih edilecek rivayetin "annesinin en küçük oğlu" tarzında olabileceğini söylemektedir. (Bkz. "Abdullah" DİA). yazarlar. Abdullah'ın Bu rivayeri bir metin tenkidine tabi tuttuğumuz zaman, bazı noktalar dikkat çekmektedir. Öncelikler bu rivayette olay sanki Hz. İbrahim'in rüyası, adağı ve İsmail'i Kurban edişine o kadar benzemektedir ki Hz. İsmail'in kurban edilişinin yeni bir versiyonu gibidir. Böylece Hz. İbrahim'in geleneği Abdulmuttalib ve Abdullah eliyle yeniden diriltilmekte ve Hz. Peygamber'in doğumu ve Siret Sempozyumu 1391 gönderilişi böylesi kutsal bir olayın üzerine oturtulmaktadır. Ancak hikaye o günkü Mekke toplumunun pagan inançlannın mantığına bağlı kalınarak tasarlanmıştır. Burada dikkat edilirse Hubel putu, kurbanlar lOO'e ulaşıncaya kadar Abdullah'ın diyetini kabul etmemektedir. Hikaye Hubel' e Mekkelilerin yüklediği ilahilik özelliklerini ve doğru karar verdiğine dair inançlannı açıkça ortaya koymaktadır. Fakat bütün unsurlan paganist bir hikaye olan bu rivayet anlatılırken adeta Hz. Peygamber'in nübüvvetine delil olarak sunulması, büyük bir çelişkidir. Siyer müelliflerinin bu hikayenin putperest bir hikaye olduğuna dikkat çekmeleri gerekmektedir. Hz. Peygamber'in babası ile ilgili anlatılan bir diğer rivayette ise Abdullah' ın, aleranlan arasında çok beğenilen yakışıklı bir genç olduğu rivayet edilmektedir. Yüzünde diğer gençlerde bulunmayan bir güzellik ve parlaklık vardı. Siyer müellifleri bunun daha sonra Arnine'ye intikal eden ''Nübüvvet nuru" olduğunu kabul eder. Abdullah, Varaka b. Nevfel'in kız kardeşi de dahil olmak üzere çeşitli kadınlardan aldığı evlenme tekliflerini reddetıniş, nihayet babasının teşebbüsü üzerine Vehb kızı Arnine ile evlenmiştir. Evliliğinin ilk üç günü Arnine'nin evinde geçıniştir. Fakat geç dönem siyer kaynaklarında bir takım kadınların Hz. Peygamber'in babası ile birlikte olmak istedikleri, Abdullah'ın da ertesi gün bu teklife olumlu cevap vermek için onların yanına gitliğine dair rivayetler aktarırlar. Bu hikayeler bazen öyle abartılır ki bu teklifierin aslında bir zina teklifi olduğu anlaşılıyor. Sebep olarak da Abdullah'ın alnında parlayan bir nur gördükleri gösterilir. Peki, bu kadınlar bu halleri ile Abdullah'ın alnındaki nurunasıl görebiliyorlar? Dolayısıyla bu rivayetler kendi içinde bir dizi çelişkiyi barındırmaktadır. 392 1Siret Sempozyumu -13-Doğduğu Gece Vuku Bulduğu Rivayet Edilen Olağanüstü Olaylar: Hz. Peygamber dünyaya gelmed~n önce onun geleceğine dair din mensuplan arasında ve Mekke çevresinde sanki yaygın bir beklenti olduğuna ilişkin bilgiler var. İbn Sa'd, Medine çevresindeki Yahudilerin Hz. Peygamber'in sıfatlan konusunda hayli malumata sahip olduklannı bildirmektedir(İbn Sa'd, I, 126-127; İbn Hişam, I, 131). Özellikle Yahudi, Hıristiyan din adamlannın Hz. Peygamber'in geleceğine ya da peygamber olacağına dair irhasat türünden kehanetlen, iki sebebe bağlı olarak gelişmiş olmalıdır. İlki peygamberin gönderileceğille dair İncil ve Tevrat'ta yazılı olduğunun Kur'an'da bildirilmesi, Müslümanlarm bu argümanı onlann ağzından kullanmalanna yol açmış görünüyor. Bir başka ifadeyle Müslümanlar, Kur'an'daki bu bilgilerin içeriğini doldurmak için harekete geçrnişlerdir. Yahudi halıarnların Hz. Peygamber'in ana rahmine düştüğünü ve onun ileride peygamber olarak görevlendirileceğini bilmeleri, rahip Balıira ya da Nasti'ıra'nın bir takım alametlerden hareketle Hz. Peygamber'in geleceğin peygamberi olduğunu keşfetmeleridir. Bize göre böyle bir yaklaşımın tarihi şartlan içinde makul mazeretleri olabilir. Ama bu gün için bunlan kalıcı hale getinDenin bir anlamı yoktur. İslam kendi gerçekliğini ve Peygamberinin hak olduğunu ispatlamak için cinlerin gayb! haberlerine, kim olduğu ve tarihte gerçekten yaşayıp-yaşamadığı bile meçhul papaz, kahin ve halıarnlarm görülerine ve kehanetlerine ihtiyacı yoktur. Kahinliği batıl ilan eden bir din nasıl oluyor da onlan kendi varlığı için delil kabul eder. İslam kendi gerçekliğini ispat etmek için öncelikle vahiye, akıla, hayatın realitelerine ve tarihin şahadetine değişik başvurur. Bu tür rivayetlerin gelişmesinde ikinci bir boyut~ muhtemelen Yahudi ve Hıristiyanlar ile girişilen polemiklerde, muanzlannı kendi delilleriyle çürütmek maksadı ile bazı iddialan onlann ağzından dile getirilmektedir. Yani Yahudi muarıza karşı, hahamların; Hıristiyan Siret Sempozyumu 1 393 muanza karşı "itiraflar"ını da rahiplerin Hz. Peygamber'in geleceğine dair veya "keşifler"ini kullanma yoluna gitmiştir. Hz. Peygamber'in doğum anı ve hamilelik süreci ile ilgili olarak kaynaklar, birçok olağanüstü olaydan bahsederler. Annesine daha hamilelik esnasında adının Muhammed olarak koymasının bildirilmesi, doğum esnasında her yeri bir nur kaplaması, yıldızların yeryüzüne yaklaşarak aydınlatması, Bursa ve Şam' aydınlatan bir nurun yükselmesi, Yalındi bir halıamın gökyüzüne bakarak "bu gün Ahmed'in yıldızı doğdu", "artık Peygamberlik İsrail oğullarından alındı" demesi vs. Bir de bazı şeyler mecazi vurgulardır, fakat bu mecazlar gerçeğe dönüştürülerek sunulmaktadır. Ayrıca doğum anındaki olayı en iyi görebilecek kimse, bizzat annesidir. O da Hz. Peygamber küçük yaşta iken vefat etmiştir. Doğum esnasında yanında kimler bulunduğtı da kesin olarak bilinmemektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in d6ğumundan bir asır sonra bu hatıraları çok iyi derecede hatırlayacak kimsenin kaldığına ihtimal vermiyoruz. Kaldı ki bu konu ile ilgili ne Kur'an'da, ne de muteb'er hadis kaynaklarında da sağlam bilgi bulunmamaktadır (Erul, s.36). Ancak burada diğer dinler karşısında kendi peygamberlerinin daha büyük olduğunu ispatlamak için, diğer Peygamberlerin gösterdiği mucizelerin kendi peygamberleri tarafından da gösterildiğini ortaya koymaya çalışan bir çaba vardır. Özellikle Hz. Peygamber'in daha ana rahminde iken, doğarken ve çocukluk dönemlerindeki olaylannın mucizev1 bir şekilde anlatılması; muhtemelen Hz. İsa'nın babasız ve daha doğarken Peygamberlikle ilgili alametler göstermesine misilierne olarak Müslümanlar da Hıristiyanlara karşı kendi peygamberlerini benzer şekilde anlatarak, onun da nübüvvet gelmeden evvel peygamber olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Res·filullah'ın doğduğu gece vuku bulduğu söylenen olaylar ise On dört tane balkonu çöktü. Sava, gölü çekilip kurudu. İran'ın (Meclisi dininin söndürülmeden yakılan) ateşi söndü. Bundan önce bin yıldır hiç şunlardır: İran kralı Kisra'nın sarayı\eyvanı sarsıldı. 394 1Siret Sempozyumu -I- sönmemişti. Sava gölü kurudu, Semave vadisi taşh. Ateşperest liderleri (rüyalannda) cins Arap atlannı çekip götüren çetin develer görmüşlerdi. Bu rivayet ne İbn İshak'ta, ne de Thn Hişam'da geçmektedir. Bu rivayerin en eski kaynağı şimdilik Taberi görünüyor ( Taberi, II, 166168). Ondan sonra Bu rivayetlerin değişik versiyonlan farklı kaynaklarda aktanlmaktadır. Zehebi:, "İşte bu haber hadis iilimlerince kabul edilmeyen garib bir hadistir" demektedir (Zehebi:, 1992, II, 271). İbn Kesir, bu rivayerin devrin kitaplannda aslı yoktur, senedi de yoktur" hükmünü verir(İbn Kesir, II, 291-292). Ayrıca bu haberleri rivayet ve dirayet bakımından tahkik eden müelliflerin hiç biri salıih olduğıınu söylemiyor. Bu rivayeri metin yönünden bir tenkide tabi tuttuğumuz zaman, kendi içinde birçok çelişkiyi hanndırdığı ve gerçek olmadığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 1-Bu olayın Hz. Peygamber'in doğduğu gece meydana geldiği iddia edilmektedir; Peki, hangi yılın, hangi ayının hangi gecesinde meydana gelmiştir? Çünkü Hz peygamberin doğum tarihi ile ilgili ihtilaflar var. Muhaddisler ile tarihçiler, Eshiib-ul Fil (yani Ebrehe'nin Mekke'ye yürümesi ve perişan olması) vak'asının Muharrem ayında meydana geldiği hususunda ittifak ehnişlerdir. Hz. Muhammed (a.s.) ise bunu müteakip Rebiülevvel ayında dünyaya teşrif etliler. Veladet-i Mübarek pazartesi günü oldu ve bunu bizzat Hz. Peygamber (a.s.) bir Arap vatandaşıyla konuşması sırasında belirhnişti. (Bk: Sahilı-i Müslim, Katade'nin rivayeti), Hz. Muhammed (a.s.)'in doğumunun Rebiülevvel ayının hangi tarihinde olduğu konusunda ihtilaf vardır. Fakat İbn Ebi: Şeybe, Hz. Abdullah bin Abbas ile Hz. Cabir bin Abdullah'a dayanarak doğum tarihinin 12 Rebiüleyvel olduğıınu belirtmiştir. Muhammed bin İshak da bu tarihin dÜ'ğru olduğıınu yazmış ve ulema ile tarihçilerlu büyük bir çoğıınluğu da bunu böyle . kabul ehniştir. Eshiib-ul Fil vak'ası ile Hz. Peygamber (a.s.)'iiı doğumu arasındaki kesin süre ne kadardı? Bu konuda da ihtilafvardır. Siret Sempozyumu 1395 Rivayetlerin çoğu, bu sürenin 50 gün olduğunu göstermektedir. Aslında bu ihtilaf değişik takvimler arasındaki farktan doğmuştur. Bilindiği gibi karneri ve şemsi takvimleri dengelemek zor bir iştir ve bu bakımdan şemsi takvime göre kati doğum tarihinin ne olduğunu söylemeyiz. .Genellikle Hz. Peygamber (a.s.)'in doğum yılının miladi 570 veya 571 olduğu belirtiliyor. Süheyli "Ravd~ 'l-Ünf' adlı eserinde doğum tarihini 20 Nisan olarak göstermiş, ancak seneyi yazmamıştır. Bazılan doğum tarihinin şemsi takvime göre 23 Nisan 571'e rast geldiğine işaret etmişlerdir. Mahmud Paşa Astronomik hesaplarla 20 Nisan 571 olduğunu belirtmiştir ve bunun karneri takvime göre 9 Rebiülevvel'e rast geldiğini kaydetmiştir. Causun De Perceval ise "Arap Tarihi" adlı eserinde doğum tarihinin 20 Ağustos 570 olabileceğini yazarken, Philip K. Hitti doğum yılının 571 dolaylarında olabileceğine işaret etmiştir. Diğer bazı şarkiyatçılar iki yıl daha geriye giderek doğum yılını 569 olarak tespit etmişlerdir. Hz. Muhammed'in mübarek doğumunun sabahın erken saatinde olduğu bildirilmiştir (Mevdı1di, 1983, II, 236). Konuyla ilgili olarak Muhammed Hamidullah, cahiliye Araplarındaki nesi uygulamasına dikkat çekerek Hz. Peygamber'in doğum tarihinin 17 haziran 569 yılı olabileceğini ileri sürer (Hamidullah, 1990, II,788 ). 2-Bu rivayetlerde anlatılan olağanüstü olayların meydana geldiği yerler geniş bir alanı kaplar. O günün iletişim ve ulaşım imkanlan içinde bu olayların aynı gecede meydana geldiğini haber alınak imkansızdır. Her bir olay mahalli ile diğeri arasında aylarca sürecek yolculuk mesafeleri var. Bu bakımdan bu olayların aynı gecede meydana geldiğinin o günkü iletişim imkanlan içinde tespitinin imkarn yoktur. Bu ancak olaylara ilişkin bilgilerin zaman içinde toplanması ile bütün bunların aynı gecede meydana geldiği birisi tarafından fark edilerek ortaya konabilir. Ama bunun için de en azından bu olaylara dair kayıtların olınası lazım gelir ki şimdiye kadar buna dair hiçbir kayıttan bahsedilınemiştir. 396 1 Siret Sempozyumu -1- 3- Rivayette zikri geçen olaylarm hemen her biri o günkü bir siyasi ya da dini merkezi sembolize etmektedir. Sasfuıi sarayının yıkılan 14 balkonu, Sasfuıi devletini ve 14 hükümdannı; Zerdüşderin yanan ateşi Zerdüştlüğü, Kabe'deki 'putlann yüz üstü düşmeleri Mekke putperesdiğini vs. burada aslında bir tarihi bilgiden çok edebi bir metin var ve bu metin Hz. Peygamber'in dünyaya gelişi ile bu dinlerin ve siyasi merkezlerin artık sonunun geldiğini, böyle mecazlada anlatmaktadır. Hz. Peygamber'in gelişi ve İslam'ı dünya tarihine dahil oluşunun yaratacağı etkileri kısa ve özlü bir şekilde bu kinayelerle anlatmaya çalışmaktadır. Ne var ki bu mecazi anlatım biçimi zaman içinde avami kültürün içinde hakikat olarak anlaşılmıştır. Aslında uzunca bir süre siyer müellifleri burada mecazi bir Hz. Peygamber'in doğıımu, daha sonraki gelişmeler ile kendini ortaya koymuştur ki tüm dünyayı değiştiren bir olaydır. Bu metinde daha sonra gerçekleşen olaylar Hz. Peygamber'in doğıımu ile irtibat kurarak temsili bir surette aniahimaya çalışilnııştır. Bir anlamda Hz. Peygamber'in dünyaya gelişi ile birlikte artık putperestliğin sonunun geldiği, Kabe'deki putlarm yüz üstü düşmeleri ile Sasaııi devletinin 14 hükümdar geçtikten sonra yıkılacağı 14 balkonunun çökmesi ile 1000 yıllık bir geçmişe sahip olan Zerdüştlüğüiı İslam karşısında yok olacağı, ateşlerinin sönmesi ile anlatmak istenmiştir. Ortada aslında olanlan haber veren tarihi bir metin yok, büyük bir tarihi dönüşümü mecazlada anlatan edebi bir metin var. Modem siyer yazarianna gelindiğinde bu mecazlar gerçeğe dönüştürülerek gerçek bir olay gibi sunulmuştur. Bu yönüyle modem siyer yazarlığı eskilerin gerisine düşmüştür. Bu sebeple söz konusu mecazlar gerçek olarak algılandığından, bunun gerçekliği ve imkanı tartışma konusu olmuştur. anlatımdan bahsedildiğinin farkındaydılar. Siret Sempozyumu 1397 4- Göğsünün Yarılması Olayı: Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesi hayatı hakkında en çok tartışılan konulanndan biri de "Şakk:.ı Sadr" olayıdır. Enes b. Malik'e nispet edilen bir rivayete göre, Rasillullah sütannesi Halime'nin yanında bulunduğu üç veya dört yaşlannda iken, Cebrail beyaz elbiseler içinde gelmiş, onu yatırmış, göğsünü yararak kalbini çıkarmış, içindeki kan pıhtısını çıkararak "işte bu sendeki şeytanın nasibidir" dedikten sonra, kalbini altın bir tasın içinde kar ile yıkadıktan sonra tekrar yerine koymuştur. Hz. Peygamber'in sırtına nübüvvet mührünü basıp, kalbine "seldne" yerleştirdikten sonra gitmişlerdir. Bu olayı aktaran başka bazı rivayetlerde kuş şekline girmiş iki meleğin gelip bu işlemi yaptığı anlatılır. Daha geç rivayetlerde Hz. Peygamber'i ümmetinden bin kişi ile tarttıklan ve kendisinin ağır geldiği de rivayet edilir. Bu olayı gören sütkardeşleri koşarak Muhammed'i öldürüyorlar diye annesi Halime'ye haber vermişler, Halime geldiğinde Hz. Muhammed benzi solmuş halde yerde yatıyormuş. Çocuğun başına bir şey gelmesinden korkan Halime annesine teslim etıneye gider ve yaşananlan anlattığında, annesi Arnine çocuğunda bir takım olağanüstülükler olduğunu bildiğini, ona hamile iken gördüğü bir rüyada kendisinden bir nur çıktığını ve bütün Şam'ı, doğudan batıya bütün yeryüzünü aydınlattığını anlatır. (İbn Hişam, I, 134-135; İbn-i Sa' d, I, 113, 150; Müslim, iman 261). Burada anlatılan rivayeri metiııin muhtevası bakımından bir tenkide tabi tuttuğumuz zaman şu eleştirileri yapabiliriz. 1- Bu olayın görgü tanıklan henüz 3-4 yaşlanndaki çocuklardır. Bu yaştaki çocuklarm daha ileriki yaşlannda yaşadıklan bir olayı bu netlikte hatıriamalan ne kadar mümkün olur? Aynca tek tanığı çocuklar olan bir olaya ne kadar güvenebiliriz? Bu kadar küçük yaştaki çocuklar, bu barikulade olayı haber verecek yaşta değildir( Ceatanı, 1924, I, 259). 2- Burada manevi bir aruımada bahsedilmektedir. Halbuki rivayetteki kalbinin açılması, içinden kan pıhtısının çıkması, kar ve ya 398 1Siret Sempozyumu -1- zemzem ile yıkanınası gibi olaylann tamamı maddi bir operasyondan bahsetmektedir. Aynı şekilde Enes b. Malik'in ifadelerinde geçen "ben onun göğsündeld dikiş izlerini gördüm" ifadesi de bu ameliyatın fiziki bir ameliyat olduğunu gösterir. Eğer bu olay gerçekten manevi ameliyat ise, bu kadar büyük bir mucizenin geride maddi bir iz de bırakmaması lazım gelir (EbU Zelıra, 1,126-127). Bu dikiş izlerini hanımlannın görmemiş ve ya zikretmemiş olması da dikkat çekicidir. Ayrıca da manevi bir temizlik için anialıldığı gibi böyle maddi bir müdahaleye gerek yoktur. Manevi bir temizlik yine manevi tarzda olması gerekir. 3- Buna benzer doğu kültüründe yaygın olarak bilinmektedir. Gerek Araplar arasında, gerekse Hıristiyan ve Zerdüştler arasında benzer hikayelerin yaygın olarak anialıldığı görülür. Mesela Hz. Yahya ve Hz. İsa çocukluklarında böyle bir ameliyat yaşamışlardır. İncillerde Hz. Yahya'nın su ile Tanrının ise Kutsal ruh ile Hz. İsa'nın da vaftiz edildiği anialılır (Erul, s.39'dan naklen Yuhanna 1, Markos 1, Matta 3). Benzer bir hikaye de Zerdüşt için anlahlmaktadır. Benzer bir hikaye de Mekke cahiliye şairlerinden Ümeyye b. Salt için anlalılmaktaydı. Hz. Peygamber'in muasırı olan bu şalıısın şairlik yeteneğinin rüyasında iki akbaba şekline girmiş bir cin tarafından gogsunun yanlarak ıçme doldurolması suretiyle verildiğine inanılıyordu. Kısacası bu dönemde göğsün yarılarak hikmet verilmesi ve arınma gibi hikayeler siyer edebiyatının yazıldığı coğrafya da bilinen bir olaydır. Bu rivayette benzer bir rivayet Hz. Peygamber'e uyarlanarak anialılınış olabilir. (Sarıçam, 61-64). 4- Konuyla ilgili muteber hadis kaynaklanndaki rivayetler de ciddi bir cerh ve ta' dil'den geçirilmesi gerekir. Bu konuda Bünyamin Erul konuyla ilgili rivayetleri değerlendirilikten sonra bu rivayetlerin "Doğunun. kültüründe var olan, Arapların da yabancısı olmadığı mitolojik bir rivayettir. Senedi itibari ile birkaç sahabi ve birçok kaynakta nakledilen "Şakk-ı sadr" rivayetinin aslında bir "şerh-i 1 sadr" olduğu kanaatindeyiz" diyerek burada sembolik bir anialım Siret Sempozyumu 1399 olduğu, sahih olmadığı sonucuna varmaktadır (Erul s.44). İnşirah suresinde geçen "senin göğsünü genişletmedik yarılınası değil, genişletilınesi, mi?" ayeti ise göğsün yani rahatlahlması anlamındadır. sadr" olayı Oryantalistlerin de dikkatini çekmiş, bazı müsteşrikler (W. Muir, Nicolson), bu rivayetlerden hareketle bu olayı Hz. Peygamber'in çocukluktan itibaren sara hastalığına yakalandığına delil olarak göstermektedirler. Emil Dermneghem ise bunun çok bilinen felsefi bir menkıbe olduğunu; henüz çocuk yaşta birisinin kalbindeki kan pıhtılarının çıkarılınası ile aniatılmak istenen şeyi, rivayetin ana temasını oluşturduğunu söyler. Hıristiyanlık ilahiyatındaki insanın kalbindeki "ilk günah" ya da "asli günah'ın temizlenmesidir. Meryem ile İsa da bu günahtan arınmıştır. Zahidfuıe bir hayat için bu günahtan arınmak gerekmektedir. Hikaye aslında böyle bir zihni arka plan üzerine oturmaktadır (Dermenhem, s.54). 5- "Şakk-ı Öyle anlaşılıyor ki diğer rivayetlerde olduğu gibi burada da mecazi bir anlatım gerçekmiş gibi algılanmıştır. Rivayetin bu denli yaygınlık kazanmasında İnşirah suresi ile irtibatlandırılınası ve rekabet halinde olunan inanç çevrelerine yönelik argüman geliştirme ihtiyacı etkili olmuş görünüyor. İbn Hacer "Şakk-ı sadr olayını "hariku '1-tide" bir olay olduğu, teslim olma gerektiği, Allah 'ın kudreti içinde yetkisidir, imkansız da değildir" demektedir( İbn Hacer, XV, 52/3778). Elbette biz bu olayları bir ilahiyat probleıni olarak almıyoruz. Bunların İslam ilahiyatı mantığı içinde herhangi bir sorun teşkil etmediği, Allah'ın kudreti dahilinde mümkün olduğu konusunda hiçbir şüphemiz yoktur. Fakat değil, tarihi bakımından biz konuyu ilahiyat yönüyle incelediğiınizden, tarih biliminin metotlarına bağlı kalarak böyle bir mucizenin gerçekte olup-olmadığını, metin ve kaynak eleştirisi ile ortaya koymak niyetindeyiz. 400 1Siret Sempozyumu -I- 5-Bahira Olayı: Bazı siyer ve İslam tarihi kaynaklannda Hz. Peygamber'in henüz rivayete göre dokuz) yaşında iken amcası EbU T1Uib tarafından bir Kureyş ticaret kervam ile' Suriye'ye götürüldüğü rivayet edilir. Kafile her zamanki gibi Busra'da, Bahlra diye bilinen münzevi rahibin manastın yanında konaklamıştı. Yine rivayete göre Balıira'nın yaşadığı bu küçük manastırda eskiden beri bir kitap bulunuyor ve bunu okuyan her rahip Hıristiyanların en bilgili din adamı oluyordu. İbnü'n-Nedim, Bahirii'mn elindeki dini metinlerin suhuf tercümeleri olabileceğini söyler(İbnu'n-Nediın, 1988, 24). Bahlrii dışan bakarken kervanda bulunan Hz. Muhamıned'i bir bulutıın gölgelendirdiğini, bir ağacın altında otıırduğu zaman dallannın onun üzerine eğildiğini gördü. Bunun üzerine hemen bir sofra hazırlayıp kafile mensuplanm yemeğe davet etti. Kureyşliler o güne kadar kendileriyle hiç ilgilenmeyen Balıira'nın bu davetini biraz da hayretle kabul ettiler ve yaşı küçük olduğu için Hz. Muhamıned'i kervanın yanında bırakıp lJlanastıra gittiler. Ancak Balıira yemeğe onun da gelmesini istedi ve kendisiyle bizzat ilgilendi, ona çeşitli sorular sordu, sırtına bakarak peygamberlik mührünü (hatın-i nübüvvet*) gördü. Bahlra daha sonra Ebı1 Talib'e Muhammed'in kimin oğlu olduğunu sordu. Yetim kaldığını öğı·enince ona iyi bakmasını ve yahudilerden korumasını tavsiye etti. Bunun üzerine Ebı1 Tiilib Suriye'deki işlerini hemen bitirip onu Mekke'ye götürdü. Bu rivayetin sonunda, Ehl-i kitap'tan üç kişinin Hz. Muhamıned'i görünce ona kötülük yapmak istedikleri, ancak Bahira'mn buna engel olduğu da zikredilir. Aynca Hz. Peygamber'in yirmi beş yaşlannda iken Hz. Hatice'nin ticaret kervanıyla Suriye'ye yaptığı ikinci seyahatte Bahlrii'yı bir daha ziyaret ettiğine dair rivayetler bulunduğunu zikreder(İbn İshak, 53-57; İbn Hişam, I, 180183; İbn Sa'd, I, 121, 153-155; Taberi, et-Tdrfh (Ebü'!-Fazl), IT, 277278). Halebi ise Hz. Muhammed'in Ebı1 Bekir ile Biliii'in de bulunduğu bu ikinci seyahatte karşılaştığı rahibin Bahlrii değil onun halefi Nestı1rii olduğunu, bazı kaynaklann bu iki hadiseyi kanştınp bl.r on iki (bir başka Siret Sempozyumu 1401 vakı'a gibi zikrettiklerini iddia eder(Haleb1, 1320, I, 191-199; Sağman, 1959). Bu konula ilgili Zeheb1'nin ilginç bir metin tenkirli var: "Bu gerçekten münker bir hadistir. O zaman EbU Bekir nerede idi.? O on yaşında bir çocuktu. Çünkü Rasulullah'tan iki buçuk yaş daha küçüktü. O zaman Bi/al nerde idi. Çünkü Ebu Bekir onu ta Peygamberlik'ten sonra satın almıştı. O zaman Bi/al henüz doğma­ mıştı. Hem madem peygamberin üzerinde kendini gölgeleyen bir bulut geziyordu da bu durumda ağacın gölgesinin ona doğru kayması diye bir şey nasıl düşünülebilir? Çünkü bulutun gölgesi altında konakladığı ağaç gölgesini ortadan kaldıracaktır. Hem Efendimizin bu papazın sözünü EbU Talibe hatıriattığını asla hiç bir yerde görmüyoruz. Kureyş 'ten de bunu ona anlatan olmamıştır. Hem bu yolculukta bulunanlardan da bunu nakleden kimse yoktur. Halbuki bu tür hikfiyeleri anlatmaya aşırı derecede önem veren bir toplum idiler. Eğer böyle bir olay gerçekten olmuş olsaydı onlar arasında çok meşhur olması gerekirdi. Üstelik Peygamberimiz (s. a.v) 'in aklında ta o günlerden beri kendinin peygamber olacağına dair bir his bulunurdu. Hıra mağarasındaki Vahyin ilk gelişini tanıyamayıp aklına bir şey oldu korkusuyla Hz. Hatice'ye gelmiş olamaz ve kendini aşağıya atmak için dağların başlarına asla çıkmazdı. Ayrıca eğer bu korkıt Ebu Talib üzerinde bir etki yapıp da Muhammed (s.a.v.)i geri çevirmiş olsaydı Hz. Hatice'nin ortağı olarak daha sonra Şam'a ticarete gitmesine gönlü nasıl razı olabilirdi... Hem bu hadisin lafız/arında da miinker taraflar vardır. Tıpkı falcı laflarını andırıyor... (Zeheb1, I, 57.) İsHim kaynaklannda bu şekilde nakledilen Bahlra hadisesi Hıristiyanlar tarafından bir tarzda değerlendirilmiştir. XIXII. yüzyıllarda İsö'yab adında birisinin yazdığı iddia edilen Bahlra apokalİpsinde bu olaya çok geniş bir şekilde yer verilmiştir. Bir nüshası Arapça, bir nüshası Süryanice olan bu kitabın asıl metni ile İngilizce tercümesini birlikte neşreden Gottheil, bu metinlerin, İslam çok değişik 402 1Siret Sempozyumu -I- tarihi rivayetlerin nasıl tahrif edildiğini gösteren dikkat çekici birer delil olduklarını söylemiştir sonucuna varır (Gottlıeil, 2008, s.S). dinine karşı düşmanlık maksadıyla Bazı müsteşriklerde Ehl-i kitap'ıİl Hz. Muhammed'in peygamber olacağını daha önce kendi kitaplarından öğrenmiş olduklarına dair rivayetleri Hristiyanlık'tan dönen Müslümanların uydurduklarını ve bunun bir efsaneden ibaret olduğunu iddia ederler. Caetani ise bu konuda Batı'da yapılan çalışmaları özetledikten, Hirschfeld'in Babira hadisesinin bir Alıd-i Atik fıkrasının adaptasyonu (I. Samuel, 16/2-13) olduğu sonucuna ulaştığı çalışmasını zikredip bu rivayetlerin uydurma olduğunu ısrarla belirttikten sonra, Hz. Peygamber'in ilham aldığı kaynağın I:iıristiyanlık'ta değil Arabistan'daki Yahudiler arasında aranması gerektiğini ileri sürer (Ceatani, 1924, I, 3 12). Babira'nın zaten Teyma Yahudilerinden olduğu ve sonradan Hıristiyanlaştığı dikkate alınırsa bu ihtimali de göz önüne almak gerekir. (Fayda "Bahira" DİA). Müslüman alimler Babira hadisesine ait rivayetin sahih olmadığını, senedinin mürsel* olduğunu, ravilerinden hiçbirisinin olayı görmediğini, bunlardan Abdurrahman b. Gazvan'ın "münker" hadisler rivayet ettiğini, olayı naklettiği ileri sürülen sahabi EbU Musa elEş'ari"-nin bu olayı görmesine imkan bulunmadığı gibi hadiseyi kimden duyduğunu da söylemediğini, ayrıca o sıralarda henüz çocuk · yaşta olan Hz. Peygamber'in Babira ile kısa görüşmesinden, Hıristiyanların iddia ettikleri gibi, İslam dininin esaslarına ait bazı şeyler öğrenmesinin akıl ve mantığa ters düştüğünü belirterek bu hadiseyi ya tamamen reddetınişler veya üzerinde durmaya ve reddetıneye bile değer bulmamışlardır(F ayda, "Balıira"D İA). ismi etrafında şekillenen rivayetler maalesef süslenip değiştirilerek, asıl içeriğfu.'den tamamen uzaklaştırılmıştır. İyi niyetli ama safbazı tarih yazarlan, Resülullah'ın Peygamberliğini çocukluk dönemlerine de taşımanın çabatarıhı yürütürlerken, O'nu yüceltıne sevdasıyla, Ralıip Balıira olayını bir Rahip çok fazla Balıira'nın Siret Sempozyumu 1403 yığın olağanüstü olaylarm yer aldığı bir masala dönüştürmüşlerdir. üzerinde yer alan ve onu sürekli gölgeleyen bulut, sırtında yer alan peygamberlik mührü gibi aklın ve tarihin kabul ederneyeceği hayal ürünü şeylerden hareketle, Balıira'nın o küçük çocuğun geleceğin peygamberi olacağını anladığım ifade etmişlerdir. Rivayetlerdeki gariplikler sadece bunlarla da kalmamaktadır. Yine aynı kaynaklardan bazılannda geçtiği üzere, EbU Talib, Balıira'nın tavsiyesi üzerine yeğenini Ebu Bekir ve Bilal ile birlikte Mekke'ye göndermiştir. Bu hiçbir şekilde gerçeği yansıtmayan bir rivayettir. Çünkü kesinlikle biliyoruz ki, EbU Bekir, Resülullah'tan iki yaş küçüktü. Dolayısıyla bu olay sırasında EbU Bekir, Resulullah'a koruyuculuk yapamayacak kadar küçüktü. Bilal ise henüz doğmamıştı. Zaten söi konusu rivayetler, rivayet tekniği açısından 'mürsel olma özelliğine sahiptir. Yani bu haberlerin rivayet zincirinde çok ciddi problemler vardır. Bir rivayetin mürsel olma nedeni, rivayeti yapan kişinin kaynağını belirtmeden doğrudan Resulullah'tan dinlemiş gibi nakilde bulunmasıdır. Mürsel rivayetler dinde delil olmadığı gibi, tarili açısından da itimat edilir nitelikte değildir. Balıira'nın, Rivayet ve hadisler dürüst, hatırı sayılır, muteber ve ilmi dehaları tartışılmaz pek muhterem zevata aittir. Fakat bunlar pek çok yönden nazar-ı dikkate alınamaz ve doğru sayılamaz. Bir kere, bu rivayet ve hadisler Kur'an-ı Kerim'in talimatina ve ruhuna aykırıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de Resul-ü Ekrem (a.s.)'e şöyle hitap edilmiştir: "Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun" (Kasas; 86), "Sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin". (Şura; 52). Bu ayet-i kerimeler gösteriyor ki peygamberlik payesine yükselmeden önce Hz. Muhammed(a.s.) kendisinin peygamber olacağını bilmiyordu. Ve bunu başka kimse değil, bizzat Cenab-ı Hak söylemektedir. Şayet Hz. Peygamber (a.s.) henüz 12 yaşında iken peygamber olacağını öğrenmiş ve 25 yaşında iken bu bilgisi yenilenmiş olsaydı, kendisine bir Kitab'ın geleceğini ve insanların kendisine iman edeceğini de umabilirdi (Mevdudi; 1983, 251). Esasen Balıira olayını kabul veya 404 1Siret Sempozyumu -I- reddetmenin Hz. Peygamber'in şahsiyeri ve İslfun dini bakımından herhangi bir önemi de yoktur. Sonuç: Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesine dair anlatılan olaylarda esas maksat, Hz. Peygamber'in doğuştan itibaren Allah'ın gözetiminde olduğu ya da Nübüvvete hazırlık için bu olayların meydana geldiği mantığı hiikimdir. Ancak olayların kurgulanmasında ve şekillenmesinde yerleşik kalıplar ve figürler kullanılarak diğer dinlerin ve peygamberlerin menkıbeleri ve mucizeleri model alınarak hikaye edilmiştir. · Hz. Peygamber'in Nübüvvet öncesine dair anlatılan bütün olayların bir yerinde mutlaka bir olağanüstülük bulunmaktadır. Bu durum, siyer yazımının şekillenmesi sürecinde karşılaşılan dinlerin ve felsefelerin meydan okumasına bir cevap niteliğinde geliştiğini, bu tür rivayetlerin Hz. Peygamber'in hayatını ortaya koymak kadar muarızlarına onun büyüklüğünü, mucizelerini ve nihai anlamda da peygamberliğini ispat çabalarının bir ürünü olarak çıktığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu rivayetler daha çok siyer edebiyatı içinde değil, Delail, Hasais ve Şernail edebiyatı içinde geliştirilmiş, daha sonra da siyer içinde yer almıştır. Başlangıçta daha basit ve beşeri yönleri ağırlık kazanan rivayetler gittikçe zenginleşmiş ve olağanüstü vurgular da buna bağlı artmıştır. Bu bakımdan ilk devir siyer kaynaklan ile daha geç devir siyer kaynaklannın sistemli ve konu bazında mutlaka karşılaştınlması, konu anlatımlarının gelişlim süreci ortaya konması bir zorunluluktur. İslami bilimlerin her biri gelişmiş sistem ve metotlara bağlı kalınarak bilgilerini üretmelerine rağmen, Siyer alanında bu yönüyle bir boşluk olduğu dikkat çekmekte, eskiden beri metodolajik süreçlere ve ilmi tenkitlere bağlı siyer yazınıının gelişemediği görülmektedir. Bu durum modem zamanlarda da devam ' turulmadığı etınektedir. Bu süreç ilmi bir zemine ve tenkide tabi sürece Siyer, bir bilim değil, efsane ve menkıbelerle kurgulanınış bir halk kültürü olarak inandıncılığı her zaman tartışmalı bir alan olmaya devam edecektir. Siret Sempozyumu 1405 anlatımında onemli bir nokta da anlatmak için yazılan bir takım mecazi anlatıınlar, zamanla halk kültürü içinde mecazi anlamından kopanlarak gerçek tarihi olaylar gibi algılanmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber'in doğduğu gece vuku bulduğu söylenen olaylar bunun en güzel misalidir. Bu sebeple Nübüvvet önce olaylarm birçoğunu tarihi gerçekler olarak değil, o dönemin algısının bir yansıması olarak yorumlamakta fayda vardır. Nübüvvet öncesi rivayetlerin Hz. Peygamber'in büyüklüğünü sunulmaya çalışması ya da yüksek bir duygusaliılda anlatılması, insaniann gönlünü ve ruhunu tatmin edebilir. Diğer yandan böyle bir yaklaşım Hz. Peygamber'in ömekliğini, Kur'fuıl bakış açısını ve tarihi gerçekliğini yok eder. Aynca da O'nun hayatına ilişkin sahih ve gerçek rivayetlerin ve olaylarm üzerine de gölge düşürür. Nitekim müsteşriklerin Hz. Peygamber'le ilgili olumsuz iddialannın birçoğunda bu tür ispatı zor, mesnetsiz, gerçekliği tartışmalı bilgiler temel teşkil etmiştir. Hz. Peygamber'in abartılarak 406 1Siret Sempozyumu -I- Bibliyografya · Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Muhammed'in Peygamberliği, Ahmet Cevdet Paşa, Peygamber Efendimiz, tre. Mahir İz, İstanbul2007. Avcı Casim, Muhammedü'l- Emin, İstanbul2008. Bekir Topaloğlu, "Abdullah", DİA. Buhl, F. "Abdullah", İA. Cabiri, Muhammed Abid, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı, tre. B.Köroğlu-E. Demirli-H. Hacak, İstanbul2001. Ceatani, Leon, İslam Tarihi, I-II, tre. H. Cahit, İstanbul1924. Eınil Derınenhem, Hz. Muhammed ve Risaleti, tre. A. Ağırakça, İstanbul1997. Erul Bünyaınin, "Hz. Peygamber'in Risalet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım", Diyanet İ/mi Dergi (Özel Sayı) Ankara 2000. Erul, Bünyaınin, " Hz. Peygamber'in Risalet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım", Diyanet İ1ıni Dergi (Özel Sayı). Fayda, Mustafa, "Bahira", DİA. 'Gottheil, Richard James Horatio, Bir Hiristiyan Bahira Efsanesi, tre ve notlandıran F. Zelıra Kamacı, İstanbul2008. Halebi, İnsanu '!-Uyun, I, Beyrut 1320. Halife b. Hayat, Tarih, tre. A. Ralık Bakır, Ankara 2001. Haınidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, I-II, tre. Salih Tuğ, İstanbul1990. İbn Kesir, İslam Tarihi, N, tre. M. Keskin, İstanbul-1994. • • 1 Ibn Hişam, es- Siratu 'n- Nebeviye, Thk. M. Saka- I. Ebyeri, (IN), Beyrut 1995. Siret Sempozyumu 1407 İbn Sa'd, Tabakatü 'l Kübra, nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1968. İbnu'l-Kayyım el-Cevzi, Zadu 'l-Me 'ad, tre. Mehmet Can, I-VI, İstanbul 1989. İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, s. 24. Mevdudi, Tevhid Mücadelesi, tre. Ahmed Asrar, İstanbul 1993. Özdemir, Mehmet, "Siyer Yazıcılzğı Üzerine", Mil'el ve Nihai, eilt 4, sayı 3, Eylül- Aralık 2007, s. 129-162 Sağman, Ali Rıza, İslam Tarihinde Rahip Bahfra Meselesi, İstanbul1959. Sançam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2003. Şaınl, Sübülü 'l-Huda ve 'r-Reşad, nşr. M.Abdulvahid, I, Beyrut 1975. Taberi, Ebu Cezir Muhammed, Tarihu 'r- Rusul Ve 'l Mu lük, Ebu'l Fazi İbrahim, I-IX, Beyrut. Zehebi, Tarihu '!-İslam, tre. Muzaffer Can, İstanbul1992. Nşr.