Emine Gizem Akyol Kendi Hikâyemin Peşinde Uzun zamandır

advertisement
Emine Gizem Akyol
Kendi Hikâyemin Peşinde
Uzun zamandır zihnimi meşgul eden bir konu var: Hikâyelerimizi değerli kılan ne? Bu
soruyu bana sorduran, maalesef artık duymaya alıştığımız kayıplarımızdan sonra yapılan
haberler. Bu haberler bana fazlasıyla samimiyetsiz gelse de kendimi, kayıplarımızın
ailelerinin yerine koymadan edemiyorum ve o insanların sonlanmış hikâyelerini dinlemekten
kendimi alamıyorum. Haberlerde anlatılan bu hikâyeler, o insanları tanımak için yeterli değil
ama en azından bir kitabın arka kapağını okumak gibi. Duyduğum her hikâyeden sonra
düşünüyorum, acaba benim hikâyem ne, diye. Acaba, benim hikâyem, bir hikâye olmaya
değer mi veya ben öldükten yıllar sonra bir kişi bile olsa hikâyemi anlatabilir mi?
Barış Bıçakçı’nın Seyrek Yağmur kitabının arka kapağında yazan, “Rıfat bir hikâyenin
içinde midir, anlamaya çalışıyor, insanın bir hikâyenin içinde olduğunu anlamasının yolunu
arıyor…” cümlesini okuduktan sonra, bu kitap, sorularıma cevap olabilirmiş gibi geldi ve
kitabı hemen okumaya karar verdim. Beklediğimden farklı olan Rıfat, hayal ile gerçeği
karıştıran ve kendi hikâyelerini yazan bir adam. Rıfat’ın bu durumu bana şunu düşündürdü:
Aslında hikâyelerimiz, hikâyemizi kimin anlattığına göre değişiyor. Yani, eğer benim
hikâyemi anlatmalarını isteyecek olursam, ailem, arkadaşlarım veya akrabalarımın hepsi
başka hikâyeler anlatır. Hatta daha da detaylandıracak olursak, annem ve kardeşim bile başka
anlatabilirler. Peki ya ben? Eminim ki benim anlattığım hikâye de hepsinden farklı olur. En
doğru hikâye benimki olur diyemem çünkü insanın kendini tarafsız bir şekilde
gözlemlemesini imkânsız buluyorum. Diğer bir deyişle bana göre bir insan ne kadar çabalarsa
çabalasın kendi hayatına ve davranışlarına dışarıdan biri gibi bakıp yorum yapamaz. Örneğin
Rıfat, sözde, sevgilisinden gelen mektubu yazarken kendini eleştirdiği kısımda, sevgilisinin
ona daha önce söylediklerini yazıyor. Çünkü kendine dışarıdan bakıp da hatalarını göremiyor,
sadece sevgilisi onu terk ettiği için bir hatası olduğunu düşünüyor. Sevgilisinin hikâyesinde
hatalı olan ve gerçeklerden uzak yaşayan Rıfat, kendi hikâyesinde sevgilisini çok seven ama
davranışlarını değiştiremeyen bir adam. Aynı adamın iki farklı hikâyesi. Bu bir kişinin
birbirinden farklı hikâyeleri olması durumunun benim için en çarpıcı örneğini geçen hafta
yaşadım. 13 Mart patlamasında lise arkadaşım Ozan, hayatını kaybetti. Haberciler için çok
malzemesi vardı: İyi bir eğitim hayatı, sosyal bir yaşam ve aktif sosyal medya hesapları. Bu
yüzden de kendilerince Ozan’a bir hikâye yazıp ekranlara koydular. Ardından internette
yazıldı hikâyeleri. Tüm bu anlatılanlar yüzeysel ve basit hikâyelerdi, Ozan’ınki değildi.
Cenaze ve anma töreni boyunca arkadaşlarımla hep Ozan’dan bahsettik. Herkes, Ozan’dan
son kalanlara tutunmak istercesine, onunla olan anılarını anlattı. Bazı hikâyeler beni şaşırttı ve
ne kadar da çok tanımadığım Ozan varmış, diye düşündürdü. Bu yeni hikâyeleri de sardım,
sarmaladım ve öpüp kendi hikâyemin içine koydum.
Uzun zamandır kendi hikâyem, insanlar ve onların hikâyeleri üzerine kafa yorsam da,
bu son bir hafta daha çok kendi hikâyem üzerine düşünmekle geçti. Şu hayatta kayda değer ne
yaptığımı düşündüm ve hikâyemi farklı kılabilecek nelerim olduğunu. Kastettiğim muhteşem
bir başarı veya ödül değil. Ben de Rıfat gibi bunlara önem vermiyorum. Benim hayatıma dair
merak ettiğim şey, kaç kere bir başkasının hayatına dokunduğum. Mesela, ben bir kitap
okurken hep kendimden bir şeyler ararım. Bazen yazarın bir düşüncesinde bulurum kendimi,
bazen bir karakterin bir tepkisinde ya da sadece bir kelimede. Bir şey bulamadığım kitaplar
yok olup gider zihnimden, diğerleri ise ruhuma dokunur. O yüzden merak ediyorum hikâyem,
kaç kişi için, ne kadar kıymetli. Mesela kaç çocuğun yüzünü güldürdüm, kaç arkadaşıma ders
anlattım, kaç sokak hayvanını besledim, anneme ne kadar yardım edebildim, kaç insan beni
görünce gerçekten mutlu oluyor veya kaç kişi benim için dua ediyor? Elbette ki herkes için
farklı olabilir ama tüm bu soruların cevapları, benim için bir hikâyeyi anlatmaya değer kılan
esaslar. Mesela Rıfat’ın yeğeni Ali, dayısını, dükkânı için veya başarılı üniversite eğitimi için
değil; Rıfat, onunla bir yetişkin gibi konuşup, bildiklerini paylaştığı ve onun ufkunu
genişlettiği için seviyor. Rıfat, Ali’nin düşünce dünyasına dokunarak, onun hikâyesine
katılıyor. Ali için Rıfat’ın hikâyesi önem kazanıyor.
Tüm bu tecrübe etme, okuma ve sorgulama sürecimin sonunda kendi hikâyeme bilinçli
bir şekilde yön vermeye karar verdim. Tabii ki bu yön verme Rıfat’ın, yaşadığını hayal edip
oluşturduğu hikâyeler gibi olmayacak. Şu ana kadar yaptığım gibi hayat beni nereye
sürüklerse oraya gitmeyeceğim ve vakitsizlikten şikâyet etmeyeceğim. Ömürlerimiz kısa
olabilir ama istediğimiz her şeyi yapabilecek zamanımız var ve ben bu zamanı, tıpkı Ozan’ın
benim hayatıma dokunması gibi veya Rıfat’ın, yeğeninin dünyasını etkilemesi gibi,
başkalarının hayatlarına dokunmak için kullanacağım. Çünkü bence bu ölümsüzlüğe açılan bir
kapı.
KAYNAKÇA
Bıçakçı, Barış. Seyrek Yağmur. İstanbul: İletişim Yayınları, 2016.
Download