Kendimi bildim bileli müzikle iç içe oldum. İlkokul 1. Sınıfta sevdiğim şarkıların notalarını ezberler melodiyle söylerdim. Bunun üstüne babamın bir gün eve piyano ile gelmesi hayatımı değiştirdi. Ezberlediğim notaları artık bir enstrümanın tuşlarına dökebilecektim. O günden sonra piyano serüvenim başladı. Mozart ile Bach ile Chopin ile tanışmam o yaşlarda gerçekleşti. Tam da kendimi buldum "evet ben müziğin içinde olmalıyım" derken aslında kendimi bulmak için önümde çok uzun bir yol olduğunu anlamam çok zamanımı almadı. Dayatılan müzik zevki, çalmam için zorlanılanan eserler müzikten ve piyanodan soğumamı sağlayacaktı. Notaların etkisine inanmamak elde değil. Bir araya gelmeleriyle oluşan melodinin ahengiyle beraber insan üzerinde hissettirdikleri veya onlarda kendimizden bir parça bulmak kaçınılmaz. Ben de piyano tuşlarında notaları bir araya getirince oluşturduğum melodide her zaman kendimi görmüştüm. Ruh halime göre yavaş veya hızlı çalmam, piano (yumuşak) veya forte (sert) çalmak benim o notalara yorumumdu. Piyano derslerine hep bir heyecanla gider, her ne kadar belirli bir kalıp varmış gibi gözükse de, kalıp olarak gördüğüm notaları kendime uyarlardım. Piyano çalmak bir yana, müzik dinlerken de bu böyledir bana kalırsa. Melodi bellidir, sözleri bellidir ancak siz nasıl hissediyorsanız o gün öyle dinlersiniz o gün şarkıyı. Ruh halimize göre müzik türü seçtiğimiz günler hepimizin olmuştur. Caz da dinlediğim oldu Türkçe pop da, rock dinlerken ertesi gün arabesk bile dinlediğim oldu. Bu benim ruh halimdi ve o gün ruh halim ne isterse o melodileri dinlemek istedim. Ve anladım ki ben caz dinlemek isterken biri bana zorla rock dinlettirmeye çalışırsa ben müziği hissedemem. Bana göre müzik özgürlük demekti ve her açıdan özgür olmalıydı. Ortaokula geçtiğimde, tam da hepimizin kendini bulma çağları, piyano derslerimi Bilkent Konservatuarı hocasından alıyordum ki bunu her zaman harika bir imkan olarak gördüm. Müzikte belli bir başarı gösteren öğrencilere sunulan bir imkândı bu. Bu sanatta başarılı olduğumu bir profesyonelin onaylaması harikaydı. Ancak sorun artık istediğim tarzı çalamadığımda başladı yani müzikteki özgürlüğüm kısıtlandığında. Bu harika imkânı kazanabilmek için girdiğim sınavdaki sıkı kural olan "Klasik olmayan eserler çalınmayacaktır" beni bir kalıba sokmaya başlamıştı. Yani başka bir deyişle, ben kendimi bulmaya bu kadar yaklaşmışken kendim gibi olamayacağım söylendi. Eserler klasik olmalıydı. Beethoven'in "Dokuzuncu Senfoni” sinden Chopin'in "İkinci piyano konçertosu”ndan başka türlü bir eser çalamaz olmuştum. Hissetmeden, istemeden de sadece piyano tuşlarına basmak benim piyanodan soğumama neden oldu. Soğudukça soğudum. Bir kalıba sıkışmış kalmıştım ve kendimi de bir türlü bulamaz oldum. Eva BARONSKY kaleminden çıkan "Bay Mozart Uyanıyor" kitabının içinde olmak istedim. Şimdi düşünüyorum da o güne dönsek, benim o sıkıcı piyano derslerimden birine gelse, ruhsuzca sadece notalara bastığımı görse ne yapardı acaba. Müzik ile yaşamış, müzik ile ölmüş, otuz beş yıllık hayatına altı yüzden fazla eser bırakmış müzik dâhisi, notaların kalıplaştırılması hakkında ne düşünüyordu bilmek isterdim. Notaların üstümüzdeki etkisi göz ardı edilemez bir unsur ancak asıl fark edilmesi gereken bizim müzik yaparken, müzik dinlerken ne istediğim. Bizim kulağımız nasıl duymak istiyorsa öyle dinliyoruz her eseri bana kalırsa ve ben ortaokul zamanlarımda her ne kadar klasik müziği sevsem ve dinlesem de ruh halime göre başka şeyler çalmak istedim âcizane yorumum olsun notalarda veya çok beğendiğim o günlük pop şarkılarının notalarını bulayım onları çalayım istedim. Bu piyano maceram henüz bitti denmese de, artık kendi istediğim parçalar için piyanonun başına otursam da arada bir, bu yaşananlar bana müziğin her zaman özgür olması gerektiğini öğretti. Türünü, bestecisini, söz yazarını, düzenleyenini gözetmeksizin aslında müziğin önemli yanının ben hangi müzik tarzını nasıl bir melodiyle istiyorsam onun beni etkilediğini ve bunun için de müziğin bağımsız olması gerektiğini anladım. Melis Ece Taşkın