DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIGI YAYINLARI • \tl .. • TEBLIG VE MUZAKERELERI (1-5 Kasım 1993) (1) Türkiye Diyanet Vakfı islam Ara§tırmaları Merkazı Kütüphanesi Yavuz ARGIT Bölümü Dem.No. Tas.No. 111~43 Jjf. DO V 1 DIN. Ş ANKARA - 1995 Diyanetİşleri Başkanlıgt Yayınları .................................................. 338 İlmi Eserler ................................... · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · 63 Musabbibler : Ahmet GÜNAY Yılmaz TARTAN Adil YILDIRIM AhmetTORUN AlıdilAKTAŞ Abdullah ŞAHİN H. İbrahim KARAPINAR Mehmet- GÖKTEPE 95-06-Y-0003-338 ISBN: 975-19- 1244-x 975-19-1246-6 © Diyanet İşleri Başkanlığı :Mustafa YEŞİLYURT ArifYEÖİN- Yusuf GÖRGÜNOÖLU Dizayn : Recep KAYA Dini Yayınlar Dairesi Başkanlıgı Derleme ve Yayın Şubesi Müdürlügü Tel: (0312) 435 52 73 -ANKARA Baskı : Semih Ofset Matbaacılık ve Ambalaj Sanayi Ticaret Ltd.Şti. Büyük Sanayi ı. Cad. No: 7 4- İskitler 1 ANKARA Tel: (0312) 341 40 75 (4 Hat)- Fax: (0312) 341 98 98 Dizgi I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ 433 TOPLUMUN DİNSEL YÖNDEN AYDINLATILMASINDA FELSEFENİN ROLÜ Prof. Dr. Niyazi ÖKTEM Marmara Üni. Huk. Fak. Öğrt. Üyesi Kuşku yoktur ki, semavi dinlerin doğrudan kaynağı uhrevidir. Yüce Tann peygamberler aracılığıyla insanlara buyruklanın göndermiş, onlara bazı yükümlülükler getirmiştir. Yükümlülüklerin başında kendine kulluk edilmesi, O'ndan başka bir güce tapılınaması gelınektedir. Tüm peygamberlerin ve son peygamber olarak Hz. Muhammed'in tanınması ikinci temel ilke ve yüküınlülüktür. Bunlar iman ve inanç kurallarıdır; ·müslüman olınanın ilk şartlarıdır. Yüce Tann, daha soma iman ve inancın göstergesi olarak belli tarzda ibadeti şart Namaz, oruç, hac ziyareti bu bağlamda ele alımnası gereken kurallardır. İbadet kurallan diye adlandırdığımız bu biçimsel yapılar birer bağhlık göstergesi olduğu kadar, insanlan dünyanın "hay ve huyundan" uzaklaştıran; onları maddi tutkulardan soyutlama olanağı veren, Allah'ın "sevgi", "akıl", "düşünce", "bilim", "doğruluk", "dürüstlük" sıfatıanna yaklaştıran kuruınlardır. Başka bir anlatıınla ibadet, insanı belli bir zaman süreci içinde maddi çıkar aleminden uzaklaştırarak Allah'ın manevi boyutuna yakınlaştınr. Onun yanına yaklaşabilen, gerçekleri, doğrulan göreceli olarak tanır; O'na layık olınaya çalışır. Böylelikle Allah'ın arzu ve buyruklanmn özüne inebilen kişi diğerlerine karşı daha dürüst davranmanın bilincine varır. Allah'ın insanlar arası ilişkilerdeki kesin buyruğu doğruluk ve dürüstlüktiir. İbadetin işlevsel yanı mutlak hakikate yaklaşan insanı doğruluk ve dürüstlüğe getirmesidir. koşmuştur. .) Yüce Tann'nın üçüncü tür buyruklan tamamiyle insanlar arası ilişkileri içermektedir. "Muameliita" ilişkin bu ilkeler bireyin uymasi gereken "kesin buyruklardır". Diğer semavi dinlerde "lO emir" diye geçen bu buyrukların öz ve esası doğru ve dürüst olınak, "kul hakkım yememektir". Bilindiği gibi "kul hakkının yenmemesi" temel davranış ilkelerinin başında gelir. Allah "Kendine ortak koşanla", "kul hakkım yiyeni" affetmez. O kişinin affı, hakkı yenilene aittir. · Yukanda belirttiğimiz üç tür kural içinde. inanç ve ibadete ilişkin olanlannda "metne bağlı-lafzi" yorum esastır. Bunlar metne sadık bir biçimde uyulınası gereken normlardır. Metne sadık kalınmakta, ancak biçimin aynntılan açısından sünnet ve hadislerden hareketle yorum ve uygulama cihetine gidilmektedir. Bundan dolayıdır ki değişik mezheplerde ve gruplarda biçimde farklılıklar görmekteyiz. Amaç Allah'a bağlılığı göstermek ve O'na yaklaşmak olduğuna göre aynntı kanımızca büyük önem taşıma­ maktadır. I. DiN ŞÜRASI lEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ 434 "Muaınelata" ilişkin kurallarda ahHlk, adalet, iyilik, güzellik ilkelerinin gündeme belirttik. Kur'an'da Allah-u Teala "Ey insanlar; size Rabbımzdan bir öğüt, kalplerdeki şeylere şifa, mürninler için hidayet ve rahmet gelmiştir" (Yunus süresi, 57) diye buyurmuştur. Bunun içindir ki İslamiyet bütün hükümlerinde sevgi ve adaletin hakini olduğu faziletli bir toplum meyc!_ana getirme cihetine yönelmiştir." (1) Dinin muaınelattan amacı bireyi yetiştirmek ve onu ahlaksal açıdan olgunlaştırmak, adaleti yerine getirmek, kötülüğü defetmektir. (2) geldiğini yukarıda İyilik-kötülük; adalet-adaletsizlik; doğru-yanlış; güzel-çirkin felsefi ve sosyolojik boyutta yer alan değer ikilenılerdir. Değerler salttır, ancak onların toplum içerisinde görünüm kazanması tarihsel süreç içerisinde değişik yapılarla karşımıza çıkar. Sosyal, ekonomik, kültürel koşullar ahlak ve adalet değerlerini her ilişkide göreceli olarak karşımıza getirmektedir. Bu durum adalet ve ahlak değerinin özde saptığı anlamına gelmemelidir. Yüce Allah her zaman için ahlaklı, dürüst olınayı; adil davranınayı buyurmuştur. Ancak bugünün gelişen ekonomik koşulları, iletişim çağı içinde adaleti ve ahlakı doğru kavramak; kavransa bile sağlıklı bir şekilde uygulamaya sokmak kuşkusuz 1400 yıl öncesine nazaran çok daha karmaşıktır. XX. yüzyılın getirdiği girift, çok boyutlu teknik, ekonomik, sosyolojik, politik sorunlar içinde Allah'ın iradesine uygun adil düzeni gerçekleştirebilriıek biz faniler için çok daha zorlaşmıştır. Belli bir varoluş ortarnında hangi tür davranışın adaleti ve ahlakı ifade edeceği çelişkili tutıım ve görüşlerin doğumuna yol açabilir. bir kültüre sahip olarak, tüm eğilim ve felsefi akımların adalet sosyal yapı ve sorunları iyi irdeleyerek, dünya politika, konjonktürünü doğru kavrayarak ancak adalet ve ahlak kavramının özüne yaklaşabiliriz. Başka bir aniatınıla çağırnızın insanı engin bir felsefe bilgisiyle; sağlıklı sosyal analiz kurarn ve şernalarına inmekle adalet ve ahlakı kavrayabilir. Engin ve geniş değerlendirmesini tanıyarak, FEL~EFE, KÜLTÜR VE DİN Çağırnızın insanı ve özellikle toplumları yönetenler ve yönlendirenler insanlık kültür zincirinin altın halkalaorun düşüncelerine vakıf alınabdırlar. Çağırnızın insanı Antik Hint, Yunan kültürünü, Anadolu, İslam uygarlıklaorun düşünürlerini, Batı Uygarlığımn temel direklerini bilınezse kendini yetiştiremez. Aristo'yu, Platon'u, İbn Rüşt'ü, İbn Sina'yı, Montesquieu'yü, Rousseau'yu, Bergson'u ve diğerlerini tanımayan; onların ahlf.k ve adalet yorumlaona yabancı kalan kişi Allah'ın muaınelat hükümlerini günümüz koşuhanna göre yorumlayamaz. Kur'an'la birlikte kutsal sünnet ve hadisler önemli rehberlerdir; onlar örnek alınır. Ancak örnekleri de doğru yorumlamak gelişmiş bir akıl ve bilgi düzeyini gerektirir. Bu da insanlık kültür hazinesine katkıda bulunanları tanımakla mümkündür. Dar yorum kalıpları içinde kalmak; sadece nakle dayanmak, statik bir tutumun göstergesidir. Nakiller akılla birlikte doğruları getirir. Yaşarnın hızlı akışı, dinamizmi (1) Ebu Zehm, Muhammed: İsliimda Fıkhl Mezhepler Tarihi, Çeviren Abdülkadir Şener, Hisar Yayınevi, s.84. (2) İbid. Ş4-87. I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ içinde dar, lafzt yorum gelişmelere ayak uyduramaz; Allah'ın iradesine ters suna yol açabilir. 435 düşme olgu- Fahrettin Razi'nin dediği gibi "Her nakil zaten bir akıldır". O naklin öze, Kur'an'a ve kutsal sünnetlere, hadisiere uygun olup olmadığını da akıl saptayacaktır. Bu nedenle yorumcu ve uygulayıcının aklı zengin bir bilgi birikimine sahip olmalıdır. Aklın zenginleşmesi felsefeye bağlıdır. Demek ki felsefe eğitimi, evrensel kültür zincirini tanımak, gelişen dünya bilmek, muameHit hükümlerinin günümüzde sağlıklı bir biçimde uygulamaya konulması bakımından büyük önem taşımaktadır. koşullarını Sadece muamelatta değil iman, inanç ve ibadet hükümleri bağlamında da felsefi tefekkür zorunludur. Allah'ın niteliği (teodise) sorunu ontolojik (varlıkbilimsel) mahiyettedir ve felsefi, teolojik bir kon~dadır. Yukarıda anlattığımız ibadetin nihat amacının· anlaşılması ve kitlelere aktarılmasında da felsefe eğitimi önem taşımaktadır. Nihat amacın bilincine vararak, ibadette. öze gidişin önem taşıdığını anlayan mümin, dinin özü olan doğruluk, dürüstlük kurallarına daha anlamlı bir biçimde sarılır. "Biçimi gerçekleştiriyorum, gerisini Allah nasıl olsa affeder" psikozundan kurtulan birey, böylelikle doğru muamelat ortamının gerçekleşmesinde toplumsal zemini hazırlamış olur. FELSEFE VE UYGARLIKLAR Felsefenin eğitimde yaygınlaştığı dönemlerde tüm uygarlıklar ileri gitıniş, kültür düzeyi yükselmiştir. Batı'nın ilerlemesi sosyal ve ekonomik faktörlerle birlikte felsefenin yüceltilmesi olgusuna bağlıdır. Rönesans Antik Yunan felsefe ve kültürünün yeniden doğuşudur. Rönesansla birlikte insanın özü, Tanrı hikmetinin anlam ve içeriği sorunlarına yaygın bir biçimde eğilinmiş, buradan da Aydınlanma Çağı'na geçilmiştir. Aydınlanma Çağı bireyin beyninin aydınlıklara, düşünceye, doğrulara yönelmesinin çağıdır. Aydınlanma Çağı filozofları Erasmus'lar, Descartes'ler, Leibniz'ler, Spinoza'lar Tanrı'nın mahiyeti sorunlarıyla uğraşmışlar ve insan aklının verileriyle O'na ulaşabileceğini söylemişlerdir. Başka bir anlatımla aklın ürünü felsefeyle insanoğlu Tanrısal boyutla iletişim kurma olanağına sahiptir. Bu herkes için sözkonusudur, sadece din adamları için değil. Bu düşünüdere göre akıl insanı daha sağlam bağlarla Allah'a götürebilir. Akılla zincirlerini kıran insan, aracıya ihtiyaç olmaksızın AII.ıh'la iletişim kurabilmektedir. Laik düşüncenin temelinde bu yaklaşım yatmaktadır. Aydınlanma Çağı, batı uygarlık ve kültürünün gelişmesinin ön ışığıdır. Hurafelerin, batıl inançların yerini Tanrı kökenli akıl almıştır. Aydınlanma Çağı bazı olumsuz felsefeleri de doğurmuş olabilir ama akılla Tanrı'ya ulaşma anlayışı önemli bir aşamadır. Aslında İslam, yüzyıllar önce aynı şeyleri söylemekteydi. "İrade-i Külliye ile İrade-i Cüz'iye" arasındaki ilişki; akılla evrensel hakikat arasında kurulan iletişim İslam rasyonalizmi ve İslam'ın Aydınlanma Çağı değil midir? Felsefenin yoğun tartışıldığı Hicn II. ve ID. yüzyıllar gerçek bir Altın Çağdır. Bu dönemlerde İslam iliemi uygarlık ve kültürde çok ileri bir düzeydeydi. Başarı felsefenin, kelam ilminin eseriydi. Kelam ilmi Abbasiler döneminde güçlenmiştir. Ne yazık ki bu kültür yapısı tüm 436 I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ boyutlarıyla daha sonraki çağlara yansımamıştır. (3) Ha1ife Harun Reşit ve Me'mun dönemlerinde felsefeye, keliim ilmine ayn bir önem verilmişti. Halife Me'mun her cuma öğleden sonra hıristiyan, müslüman, musevi din adamlarım, filozofları sarayda toplayarak yoğun kültür, din ve felsefe söyleşileri yaptırmaktaydı. Avrupa, karanlık Orta Çağı yaşamaktayken, felsefenin geliştirdiği büyük beyinler, İsliim Uygarlıklanın yüceltmekte, Harun Reşit'i Şarlman'a saat armağan edecek düzeye getirmekteydi. Me'mun'un kurduğu "Beyte'l-Hikme" İsliim Uygarlıklarımn değişik yörelerinden gelen insanların aydınlan­ dığı üniversite düzeyinde güçlü bir kurum niteliğine sahipti. (4) Felsefe uygarlık düzeyini yükselttiği kadar hümanizma düşüncesini insan sevgisini de geliştinnişti. İnsan ruhuna huzur veren müzik, edebiyat, güzel sanatlar diğer uygarlıklarla karşılaştınlmayacak boyutta zenginleşmişti. (S) Ancak ne yazık ki Millidi XII. yüzyıldan itibaren Doğu İsliim Aıeminde, bir iki istisna dışında sistem oluşturan, dünya kültürünü etkileyen, Batı filozoflarına esin kaynağı olan düşünüdere ni.stlamak çok güçtür. Endülüs İbn Rüşt'ü, Magrib İbn Ha1dun'u yetiştirmiştir. Artık Maveraunnehr'de bir Farabi, bir İbn-i Sina yoktur. Bazı aşınlıklarına rağmen İsliim r~syona1izmini savunan mutezilenin kökü kazırumştır. Düşüncenin önüne set çekilmesiyle birlikte, uygarlık yarışında İsliim, bayrağı bilim, sanat, edebiyat, felsefe ve kültür a1anındaki bilgi ve değerleri Haçlı Seferleri sırasında İsliim'dan öğremnişti. Haçlı Seferleri sırasında müslümanlarla çok yakın ilişki kuran ve 1215 yılında İmparator olan Sicilya Kra1ı II. Friedrich, müslüman adetlerini benimsemiş, arapça öğremniştir. İsliim fılozoflarına hayranlık duyan II. Friedrich 1224 yılında Napoli'de bir üniversite kurarak İsliim düşüncesini tanıtıcı bir eğitim yaptırmıştır. Napoli dışında Bolonya ve Padova'da İbn Rüşt'çü akademiler eğitim ve yayın faa1iyetlerine geçmişlerdir. XIII. yüzyılda İbn Rüşt'ün tüm eserleri latinceye çevrilmiş bulunuyordu. (6) batı'ya kaptırmıştır. Batı Burada dikkatimizi çeken bir husus İbn Rüşt'ün eserlerinin yeni yeni Türkçe'ye çevrilmeye başlanmasıdır. Düşünmeyi, akılla Tanrı hikmetine ulaşılabileceğini savunan düşünürün eserleri ancak XX. yüzyılda ülkemizde gündeme gelmişken, "düşünmeyin, akıl yanıltır, aklınızı çalıştırmayın" diyen, nakillere kayıtsız koşulsuz itaati tavsiye eden düşünürlerin eserleri yüzyıllardır bir çok din adamının başucu kitabı olmuştur. XIII. yüzyılda İsliim kültürünün öğretilmesinden kompleks duymayan Batılılar, oysa XI. yüzyılda yamyam seviyesindeydiler. 1098 tarihinde Maara kentini ele geçiren Haçhlar çoluk-çocuk demeden tüm müslümanları kılıçtan geçirmekle ka1mamışlar, onları ateşte kızartmak suretiyle yemişlerdir. (7) İnsan etinin lezzetini unutamayan yarnyarnlar hızlarıru a1amamış, daha sonra köylere baskın yaparak körpe çocukları öldürüp yemişlerdir. Resmi Batı Tarihinin yüzyıllarca örtbas ettiği bu gerçek, Büyük Fransız Devriminden sonra tarih kitaplarında yer a1mıştır. (3) Gardet, Louis et Anawatı MM.: Introduction Paris 1948, J.Vrin, s.7. a la lneologie Musulmane-Essai de Theologie Comparee, (4) Mantran, Robert: İsHimın Yaydış Tarihi, VII-XI. Yüzyıllar, Çev. İsmet Kayaoğlu, AÜİF Yayını, Ankara 1981, s.l32 ve Yurdaydın, Hüseyin: İslam Tarihi Dersleri, Ankara 1982, AÜİF Yayını, s.46. (5) Gardet, Louis: La Cite Musulmane, Paris 1954, J.Vrin. s.298-301. (6) YURDAYDIN: 49. (7) Maalouf, Amin: Les Craisades Vues par Les Arabes, Paris 1983, s.53-'i4. I. DİN ŞÜRASI 1EBLİÖ VE MÜZAKERELERİ olmadığı hümanizmanın olmayacağı aşikfudır. Onlar gerçek dinsel kökenli rahip ve asker olmalarına rağmen, sadece biçime uymakla Allah'ın katında itibar kazanacaklarını sanmaktaydılar. Felsefenin yerde 437 hıristiyanlığı bilınediklerinden, çoğu Boyutu aynı olmamakla birlikte din adına bugün otellerde insanlan diri diri yakanlar da niteliği ne olursa olsun düşünce ve felsefeye tahamınülsüzlüklerini ortaya koymaktadırlar. Gerçek inanç sahibi tahriklere kapılmaz. O, Allah'ın Yüce Nur'unu destek alarak felsefe ve fikirle mücadelisini sürdürür. İslfun'da da mezhep ve din kavgalarına, öldürmelere rastlanır, ama yamyaınlığa asla. Felsefenin- gerilediği dönemlerde hümanizına bizde de unutulmuştur. Dindekileri değişik yorumlayanlar bizde de zındıklıkla suçlanmış; çoluk-çocuk demeden "katli vaciptir" fetvalan verilıniş; kitleleri kuyulara gömme operasyonlan yapılmıştır. Alınma­ nın, saklamanın gereği yoktıır. Karşılıklı iktidar hırsının kışkırtma boyutlan cahil kitleleri biribirine düşman etıniştir. Felsefesiz toplum vahşileşir, uhrevl değerleri gerçekleştirdiği inancıyla diğerlerini öldürür. Cehalet insanlığı, insancıllığı, hümanizmayı tanımaz. Hakikat Yüce Allah'ın sıfatlarından biridir. Hakikati tarihsel boyutlarıyla da bilmeliyiz ki, O'nun buyruklarını doğru algılayıp, uygulayabilelim. Eskinin yamyam, yobaz, hakikatleri saklayan hıristiyanların önde gelen liderleri, felsefeye yönelerek gerçeği görmeye başlamıştırlar. Vatikan bünyesinde "Dinlerarası Diyalog Konsil"i kurulmuş ve yoğun çalışmalara girilıniştir. "Kilise dışında selfunet yoktur" anlayışı içinde olan Vatikan, 1963 yılında başlayan II. Vatikan Consil'iyle birlikte bu görünüşünden vazgeçmiştir. Keza Beyaz Babalar diye adlandırılan bir grup katolik din adamı Roma'da İslfun Arap Araştırmalan Enstiilisünü Vatikan'a bağlı olarak kurmuştur. Bu enstiilide (Pontificio Instituto Dı Studi Arabi E D'Islamistıca) yapılan eğitim ve öğretimde İslfun ülkelerinden din alimleri çağrılarak onlara ders verdifilmektedir. Enstiilinün çıkardığı "Islamochristana" adlı yıllık dergide hı.rlstiyan-müslüman diyalogu bağlamında felsefi ve dinsel yazılara yer verilmektedir. kuruluşlan artık Kanİmızca artık bizlerin de bu tiir çalışmalara yönelmemiz gerekmektedir. Diyanet İşleri bünyesi içinde bir enstiili kurulmalı ve yurt dışına yönelik faaliyetler yapılmalıdır. Dergiler çıkarılmalı, yayınlar gerçekleştirilmeli, Türk din iilinıl.eri,başka dine mensup ülkelerin üniversitelerinde İslfun dinini felsefi boyutlarıyla daha yoğun bir şekilde anlatmalıdırlar. FELSEFE VE DİN-MEZHEP ÇATlŞMALARI Felsefeye önem verildiği takdirde din ve mezhep çatışmalannın asgari düzeye yukanda belirtıniş bulunuyoruz. Din ve mezhep çatışmalannda sosyolojik, ekonomik, politik ve inanç yoluna ilişkin faktörler rol oynamaktadır. Sosyo-ekonomik, politik faktörler çatışmanın maddi boyutunu oluştururken; inanç biçim ve yolu manevi ögeyi gündeme getirmektedir. ineceğini Örneğin XVI. yüzyılda protestanlığın ortaya çıkışında dünya sahnesine gelen burjuva sınıfının çıkarlan yeni mezhebin sosyal ve ekonomik dayanağıydı. Luther ve Calvin'in hıristiyan dinini Aziz Augustin'e dayalı yorumlan ise işin manevi, dinsel ve ideo- I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ 438 lojik inanç zeminini oluşturmaktaydı. Gelişen merkantilizm, fizyokrasİ ve kapitalizm yeni oluşan ve zenginleşen burjuvazinin malvarlığını "helill" hale getirici yorum şöyle diyordu: karşısında Arzu edilmese de ticaret ilişkileri insanları günaha sürükleyebilir. Dünya zaten günahlarla doludur. Bununla birlikte dünya işlerinden kaçmak da mümkün değildir. İnananların yapacağı şey bunun bilincinde olmak ve fakat günahlardan arınmak için İncil'de yazılanlara kayıtsız koşulsuz uymaktır. Bu yaklaşım senyör ve krallar dışında kalan basit halka ticaret yapma imkanı sağlıyor, onları manen rahatlatıyordu. Kiliseye her pazar giden, dinin biçimsel yapısına uyan kişi ilahi affa mazhar olabilmeyi düşleyip, ticareti de kurallarına göre yürütüyordu. Püriten ahl§.kı denilen bu tutum, baskı ve terörle dahi olsa da hıristiyanlığın yayılmasım söyleyen, Haçlı Seferlerinin, Engizisyon mahkemelerinin manevi kurucusu Aziz Augustin'e dönüştü. Mezhep savaşlan Avrupa'da böyle başladı. Bugün ABD'deki yobaz protestanlık bu anlayışın ürünüdür. (8) Gücü elinde tutan katalik iktidarlar, ekonomik çıkarlarını kaybetmenin korkusuyla yeni mezhebin mensuplarını zındıklıkla suçlayarak katletmişlerdir. Etki tepkiyi getirmiş, kıran kırana mücadeleye girilmiştir. Düşünce ve felsefeden uzak zavallı halk, inanç yollanndaki farklılıklar nedeniyle savaştığını zannetmiştir. Kültür düzeyi yüksek, felsefenin engin bilgi hazinesinden n asibini alan insanların bu tür kıyarnlara ·alet olma ihtimalleri zayıftır. Onlar yoruınlar değişik olsa da, öz aynı oldukça, biçimdeki ayrıntıların önemsizliğinin farkındadırlar. · Benzer çatışmalan Türk tarihi de yazmıştır. Bu tür çatışmalar çıkar gruplan günümüzde de körüklenmektedir. Anadolu Aleviliği diye aniandırılan akımın felsefi ve sosyal, ekonomik faktörlere bağlı olarak geliştiğini bilmekteyiz. Sorunu sosyolojik boyutta ele aldığımızda görmekteyiz ki davranış ve ibadet biçimleriyle Anadolu Aleviliğinde manikheen, şaman, Ön Asya külderinin etkisi vardır. Anadolu bir uygarlık köprüsüdür. Maveraumıehir'den Anadolu'ya gelen Türk boylan buradaki halkı Hak dinine davet etmiştir. Onlar da müslüman olmuştur. Tarih ve din sosyolojisinin verileri göstermektedir ki yeni dine geçen kitleler, eski din alışkanlıklannın biçimsel olanlarından kolay kolay vazgeçemezler. Onları müslümanlaştıran Türklerin de müslÜman olmalan yenidir. Uygur Türklerinin manikheen olarak 400 yıl yaşadığı, mazdeizmin Orta Asya'dan Batı'ya doğru ilerleyen boylan bir hayli etkilediği bilinmektedir. (9) tarafından Anadolu Alevilerinde görülen töreler, örf ve adetler bu tür sosyal, tarihsel ve kültürel olgulara bağlı olarak günümüze kadar gelmiştir. İşin manevi, dinsel temelinde de bir müslüman düşünürolan Hallac-ı Mansur'un sistemi yatmaktadır. 26 Mart 922 tarihinde Bağdat'ta idamından önce Hallac Maveraunnehir, Orta Asya'ya yaptığı seyahatlerde Türk topluluklarına hitabetıniş ve onları Allah yoluna davet etmiştir. Deyim yerindeyse bir İslam misyoneri olarak Hallac, henüz manikheen, budist, mazdeist, hıristiyan, şaman olan Türk boylannın müslümanlaşması (8) Hı my, Armand: Le Puritanisme, Paris 1987, PUF, s.l2. (9) Massıgnon, s.241. Louis: La Passian De Hallaj, martyr mystique de !'Islam, Paris 1975, T.l., s.207-220 ve T.ll. I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ 439 uğrunda büyük gayretler sarfetıniştir. Oğullanndan birini . Türklerin önemini görmüştür. (10) Nişapur'a yerleştiren Hallac, . Hallac felsefesinde Allah'a olan aşk önemli bir yer tutmaktadır. Yüreği berrakAllah'a aşk ile ulaşmak, Hallac dinbiliminin eksenidir. O, Allah'a akılla varmaya çalışan Mutezileyi; düşünceyi bir kenara itip biçime ağırlık verip, halifeye kayıtsız koşulsuz itaati benimseyen Cebriyeyi reddetıniştir. Onun yolu saflık, berraklık, şeffaflık ve aşk doludur. laştırarak Kendisi sünnidir, şia yandaşı olmamıştır; ibadet biçimlerine önem verir. Namazında, abdestinde, niyazındadır, devamlı oruç tuttuğu rivayet olunur. Üç kez Kabe ziyaretinde bulunmuş, ikincisinde iki yıl müddetle Kabe'nin yanıbaşından aynlmamıştır. Ama Hallac şöyle de demektedir: İbadette amaç Allah'a yaktaşabilmektir. Bunun için ihtiraslardan, kibirden, dünyevi çıkarlardan uzaklaşmak gerekir. İbadet dünyeviliği bir kenara bırakarak, adeta paranteze alır ve uhreviyete yaklaştınr.Ömeğin abdestte buruna çekilen su kibir ve azameti siler. Namazda rüla1 tüm insanlığın, Allah'ın, Evren'in önünde eğilerek onlann güzelliği ve görkemliliğine gösterilen saygıdır. Biçime uymadan ibadet yapanlar da, eğer uhreviyete yaklaşabiliyorlarsa onlar da Allah'ın indinde makbul kişidirler. İbadette biçim vasıtadır; amaç Allah'ın aşkına ulaşabilmektir. Hallac, görüşlerini Türk boylanna anlatmış, görüşleri diğer kuşaklara geçmiş, Hicri 561 yılında ölen Ahmet Yesevi Türkistan'da Hallac'çı düşünceyi sistemleştirmiştir. Yesevi'niıı müritleri, Horasan Erenleri bu görüşleri Anadolu'ya taşırnışlardır. Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli bu çizginin temsilcileridir. Anadolu Alevileri Hallac'çı düşünceyi kendi örf ve adetlerine, eski dinlerinin olarak yorumlamışlar ve klasik ibadet biçimlerine uymamışlardır. Bundan dolayı da zındıklıkla suçlanmışlar, "katli vaciptir" fetvaianna maruz alışkanlıklanna bağlı kalmışlardır. İşin politik cephesi olan Şah İsmail'in politik emellerine alet olmayı bir kenara bırakırsak, haksızlığa maruz kalmalannın nedeninde felsefi ve sosyolojik kökenli faktörAfrika'da, Endonezya'da, Mali'de, ABD'de değişik tarikatlarda olduğu gibi biçimde farklılıklar olabilir; öz hepsinde aynıdır. Biçimden öte, özde de farklılıklar gösteren zenci müslümanlara sahip çıkiyoruz ama kendi içimizdekileri horluyorsak, bu tutumda bir yanlışlık vardır. Onlar da Allah'a inanmakta; .Hz. Muhammed'in O'nun resulü olduğunu bilmektedirler. Ehl-i Beyt sevgisi zaman zaman aşınya kaçabilir, ama inanç zemini aynıdır. Bunu böyle kabul etmediğimiz takdirde onlan yanlış yollara itebilir, bölücülerin, marksistlerin kucağına atabiliriz. Nitekim son zamanlarda Alevilikle Marksizmi birbirine müsahip kılanlar çıkmaya başlamıştır. Felsefenin aydınlığı içinde olaya baktığımızda, onlan "sapkınlıkla" suçlamaktan vazgeçerek İslam'ın esenliğine katkıda bulunuruz. · ler yatmaktadır. Tıpkı FELSEFE VE YORUM Çalışmamızın başında belirttiğimiz gibi İslam'ın muamelata ilişkin kurallarında felsefenin rolü çok daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Muamelata ilişkin hü(10) İbid. T.I. s.218 ve TJI. s.240. I. DİN ŞÜRASI TEBLİG VE MÜZAKERELERİ 440 adalet ve ahHik değerini güncelleştirmeyi amaçbu dünyada insan haklarına saygılı, dürüst, doğru, adil olmasım istemiştir. Kur'an-ı Kerim'in bu dünya için niha1 gayesi, olanaklar ölçüsünde adil ve ahHildı bir düzenin gerçekleştirilmesidir. kümlerin insanlar arası ilişkilerde ladığına değinmiştik. Yüce Allah, insanın Ancak gene yukarıda belirttiğimiz gibi ahHik ve adalet değerleri salt, mutlaktır, ama zaman ve yer koşulları içinde uygulama ve görünüm ortamları değişik biçimlerle karşımıza gelebilir. Örneğin, eski hukuk sistemlerinde kölelik meşru bir kurumdu. İslam dini köleye emretmektedir. Böyle bir kuralın varoluş nedeni adalet değerini güncelleştirmek (aktüalize etmek), yaşama geçirmektir. Keza azad etmek, sevap ka- adil davranmasını zandırmaktaydı. Günümüzün modern hukuk sistemlerinde köle edinmek hukuka aykırı bir düzenleme olduğu kadar ahlak ve adalete de ters düşer. Geçmiş zamanların sosyal, ekonomik, tarihsel koşulları içinde, insanca davranıldığı takdirde kölelik kurumu adalet ve ahlaka ters düşmezken bugün tamarnİyle ahlak ve hukuk dışıdır. Kur'an'dan yol alarak daha somut bir örnek verelim: Bilindiği gibi Nisa süresinin ll'nci ayetinde mirasın bölünı:iıesinde "bir erkeğe iki kadımn hissesi verilir" denilmektedir. Ayetin meali şöyledir: "Evladımz hakkında Allah'ın size tavsiyesi (emri) şudur: Erkeğin hissesi iki kızın hissesi kadardır. Kızlar ikiden fazla ise mirasın üçte ikisi onlarındır. Kız bir tane ise yarısı onundur" denilmekte ve ayrıntılar da düzenlenerek devam edilmektedir. Ayet-i kerimede kız evladın mirastan erkeğe nazaran yarı hisse alacağı açıktır. Yorumlar genelde bu hükme bugün de uyulması gerektiği ve Kur'an-ı Kerim'deki muamelata ilişkin tüm hükümlerin bugün dahi tatbik edilmesi halinde, bütünlük içinde diğer müesseselerle birlikte adalete aykırı düşmeyeceğini söylemektedir. (ll) Yapılan bu tür yorumlarda lafza titizlikle uyuimaleta ve bunun dışına çıkmanın Allah iradesine karşı koyma olduğu iddia edilmektedir. Bu hüküm Allah buyruğudur ve hukuki bir niteliği vardır. Biliyoruz ki hukukta lafz!, tarim, teleolojik (amaçsal, gai), sosyolojik yorum metodları vardır. Gelişen ve değişen sosyal koşullar içinde lafız zaman zaman amaca, gayeye uymayabilir. Yukarıdaki mülahazamızdan yol alarak mirasa ilişkin Nisa suresinin ll.ayetine teJeolojik yorumun tatbikini önermekte ve böylelikle Allah iradesine daha sadık kalınacağı görüşünü savunmaktayız. Kur'an-ı Kerim'in amacı adil düzendir. Hukuksal nitelikli muamelat hükümlerinin adaletin teessüsüdür. O günün sosyal koşulları içinde kadına, yarım da olsa pay verilmiş olması adalet kavramımn uygulanmasına bir örnek oluşturmuştur. Cahiliye döneminde kadın mirastan hiç pay almazken, İslam'la birlikte yarım da olsa pay almış olması adaletin o günkü sosyal koşullar içinde görünüm tarzıdır. Adalet o gün için öyle tezahür edebilirdi. Birden bire tam pay alması sosyo-ekonomik sistemi alt-üst edebileceği gibi yüzyıllardır kadımn hak sahibi olmayacağım düşünen kamu vicdan ve bilincinde ağır yaralar açabilirdi. amacı (ll) TOPALOGLU, Bekir: İsHim'da Kadın, İstanbul1983, Yağınur Yayınevi. s.I68-171. I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ 441 Mirasa ilişkin hükümler o günün adalet anlayışına bir devrim olarak gelmiştir. Kur'an'da adalete örnek pek çok hüküm vardır. Yüce Allah "adil olun, işte örnekler" diye buyurmuştur. Kendi çağınıızda o örneklere bakarak bugünün sosyal koşulları içinde aklımızia Kur'an'ın adaletini bugüne uygulayacağız. Teknolojik gelişmenin görkenıliği, iletişim çağımn hızlı haber akışı, akılalmaz ekonomik değişiklikler, karmaşık, girift sosyal ilişkiler içinde hala kadımn mirastan yarı pay alınası gerektiğini savunmak kanımızca onu adil olmayan bir konuma i tmek demektir ki, adaletsizliği gündeme getirmek, Kur'an'ın özü ve ruhuna aykırı düşer.(*) Bugün muamelata ilişkin hükümlerde, bu arada yukarıda verdiğimiz mirasa ilişkin kurallarda teleolojik ve sosyolojik yorum yöntemini kullanacağız. Kur'an-ı Kerim Allah kelfunıdır. Bunda asla kuşkumuz yoktur. Ancak kulun aniayabilmesi için kelam insan diliyle yeryüzüne imniştir. Yorumu insan dili, insana ilişkin şartlara bağlı olarak insan aklıyla yapacaktır. Evrensel yaratılış Allah'ın eseridir, ama irade-i cüziye ile mükafatlandınlmış insan kendi akıl ve iradesiyle sosyal ilişkiler üretmektedir. Sosyal ilişkiler kazuistik (aynntılı, olaylara bağlı) anhıyışla hukuk normu haline getirilemez. Adalete iliŞkin temel ilkeler örnek olarak verilir, uygulamada yorumu insan gerçekleştirecektir. İSLAM RÖNESANSI Bu göriişlerimiz kuşkusuz hiç de orijinal değildir. Ülkemizde de uzun süre söylenFelsefenin İlınıaline paralel olarak ne yazık ki bu tür göriişler itibar görmemiştir. Mehmet Akif Ersoy, Şemsettin Günaltay, Said Halim Paşa, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Ali Ayni, Hilmi Ziya Ülken, Ömer Rıza Doğrul ve günümüzde Üniversitelerimizde bir bölüm değerli İlahiyat Öğretim Üyeleri çağa uygun yorumun gereğini vurgularmşlardır. Aydın din çevrelerinde benimsenen ancak halka ve camilere yansımayan çağdaş bakış açısı, İslam Rönesansı, İslam Aleminin yeniden şahlanışının müjdecisi olabilir. miştir. İslam Rönesansı (Nahda Harekatı) ne yazık ki İstanbul'dan, Dersaadetten uzak bir yerde Kalıire'de XIX. yüzyıİ'aii başlatılınıştı. Mehmet Ali Paşa'mn Mısır'da gerçekleştirdiği bir seri reform hareketi içinde din adamlarım Avrupa'ya göndenniş ve onların Batı uygarlığıyla birlikte, Batı felsefesini öğrenmelerinde de önderlik yapmıştır. Tantavİ (1801-1873) Fransa'ya giden öğrencilerin başına imam tayin edildiğinde Aydınlanma Çağı fılozoflarımn eserlerini okumuş ve fransızca'dan çeviriler yapmıştır. (12) Tantavi, Batı'mn sadece uygarlığıyla değil, kültüriiyle de bir Batı-İslam sentezinin gerçekleştirilmesini öngörmüştür. (13) Tantavİ'den sonra Şeyh Muhanımed Abduh (18491905) Mısır'da benzer düşünceyi işlemiştir. Keza Cemalettin Afgani (1839-1897), Hint kadının mirastan yan pay alması gerektiğini savunmak kanımızca onu adil olmayan bir konuma itlnek demektir ki bu da adaletsizliği gündeme getirmek Kur'anın özü ve ruhuna aykırı dilşer" ifadesi tebliğ sahibinini keıı'di görüşü olup; Başkanlığımızın görüşünü yansıtmaz. Hakkında kati nas bulunan konularda ictihad etmek caiz olmadığı gibi, böyle bir mantık bir zaman gelir bütün Kur'an ahkaınının değiştirilm~sine yol açabilir. (12) YURDAYDIN: s.l90-192. (*) (Diyanetin Notu) "( Hilla > (13) Sabanegh E.S.: Muhammad-Le Prophete, Paris-roma, s.40-41. I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ 442 müslümanlanndan Seyid Ahmet Han (1817-1889), Muhammed İkbal (1875-1938), Tunuslu Hayrettİn Paşa (1810-1889) ayın paraleldedirler. İyi bir müslüman (14) olan Tunuslu Hayrettİn Paşa'ya göre Avrupa'dan alınan sosyal kurumlar İslam'a aykın değildir. (15) "Bilinmelidir ki ihtiyaç ve zaruret sadece şeriatın emrettiği şeylerden ibaret değildir. İyi olan, iyilik yolunda yapılmış olan her şey ( ...) şeriata uygunluk halindedir. Zira şartlar daima değişir." (16) SONUÇ Yukarıda zikrettiğimiz düşünürlerin bir bölümünün politik tutumlannda eleştirilebilecek yönleri olabilir. Ancak felsefeyi İslam dinine yeniden kazandırma çabaları; şeriat arzuları hükümlerine akıl, takdire şayandır. çağa göre teleolojik ve sosyolojik yorum esaslan getirme İslam uygarlıklanmn Altın Çağa dönüşleri ancak akıl ve felsefenin yeniden canlandırılmasıyla olanaklıdır. Bu bağlamda Batı'mn İslam'dan esinlenerek aldığı aydınlanma felsefesi ve rasyonalizme sahip çıkmamız gerekir. İslfurıi geleneğe bağlı ola- rak bu rasyonalizme sevgi ve aşkı da katınalıyız. Felsefe hem eğitimde hem de yorumda ön plana geçmelidir. Felsefenin güçlendiği yerde çağdaş gelişmelere ayak uydurulduğu kadar, hoşgörülü yaklaşımlar da yaygınlaşır. Hoşgörü, dinler ve mezhepler arası bir hayal olmaktan kurtulur. anlayış ortamı yaratır, evrensel banş belki de BİBLİYOGRAFYA -Ebu Zehra, Muhammed: İsliiın'da Fıkhi Mezhepler Tarihi, çeviren, Abdülkadir Şener, Hisar Yayınevi. -Gardet, Louis et Anawatı MM. : Introduction a la Theologie Musulmane-Essai de Theologie Comparee, Paris 1948,J.Vrin. -Mantran, Robert: İslamın Yaydış Tarihi, VII-XI. Yüzyıllar, Çev. İsmet KAYAOÖLU, Ankara 1981, AÜİF Yayını. -Gardet, Louis: La Ci te Musulmane, Paris ı 954, J .Vrin. -YURDA YDIN, Hüseyin: İslam Tarihi Dersleri, Ankara 1982, AÜİF Yayını. -Maalouf, Amin: Les Craisades Vues par Les Arabes, Paris I 983. -Hımy, Armand: Le Puritanisme, Paris ı 987, PUF. -Massıgnon, Louis: La Passian De Hallaj, martyr mystique de !'Islam, Paris 1975, T.I ve II. -TOPALOÖLU, Bekir: İslam'da Kadın, İstanbul 1983, Yağmur Yayınevi. -Sabanegh E.S. : Muharnmad-Le Prophete, Paris-Roma. (14) YURDA YDlN: 203. (15) İbid 207 o o (1 6) Tunus lu Hayretlin Paşa'dan naklen Yurdaydın: 208.