MÜSTEKFÎ - BÝLLÂH Kur’an’ýn üstünlüðünü anlayacak kabiliyetle donatýlmýþ bir kiþinin -Velîd b. Mugýrebile bile ve kibirlenerek gerçeðe sýrt çevirmesi ve Kur’an için, “Sihir türünden bir beþer sözüdür” demesi sorgulayýcý bir üslûpla ifade edilir (74/11-25; krþ. Taberî, XXIX, 190-197). Hz. Peygamber’in Mekke döneminde örneklerine çok rastlanan büyüklenme tepkilerinden birini de nübüvvetin onuncu yýlýnda gerçekleþen Tâif Seferi’nde Benî Sakýf’in Resûlullah’a gösterdiði davranýþ teþkil eder. Resûl-i Ekrem’in Mekke’ye dönüþü sýrasýnda yaptýðý niyazýn muhtevasýna güçlünün zayýfý ezme teþebbüsünün yansýmalarý hâkimdir: “Allahým! Gücümün yetersizliðini, çaresizliðimi ve insanlar yanýnda ehemmiyetsiz telakki ediliþimi sana arzediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayýflarýn rabbi sensin, benim rabbim sensin!” (Ýbn Hiþâm, I, 420). Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra Mekke’de kalýp müstekbir müþriklerin alaylý tavýrlarý ve eziyetlerine mâruz kalan müminlerin acýklý halini unutmamýþ, namazlarda rükû ve secdenin arasýnda zaman zaman ismen bazý sahâbîleri de anarak þöyle dua etmiþtir: “Allahým! Velîd b. Velîd’i, Seleme b. Hiþâm’ý ve Ayyâþ b. Ebû Rebîa ile Mekke’deki diðer müstaz‘af müminleri kurtar!” (Buhârî, “Tefsîr”, 4/21, “Ecân”, 128; Müslim, “Mesâcîd”, 294-295; krþ, Ýbnü’l-Esîr, II, 435-436; IV, 320-321; V, 454-455). Medine döneminde istikbâr, yerine göre ikiyüzlülüðe dayanan baðlýlýk gösterisi, yerine göre içten gelen bir itiþ ve kibirle Resûlullah’tan kaçýþ þeklinde gerçekleþmiþtir (el-Münâfikun 63/1, 5). Kur’ân-ý Kerîm ile sünnetin beyanlarýnýn yaný sýra ahlâk âlimleri ile tasavvuf ehlinin kanaatine göre özellikle aþaðýlýk kompleksinin ters yansýmasýndan oluþan kibir kiþiyi dýþtan gelecek uyarýlara kapalý hale getirir ve onu kendi dar alanlý dünyasýnda hapseder. Kur’an’da, dünyada haksýz yere böbürlenenlerin gerçekleri görseler bile inanmayacaklarý, hedefe ulaþtýran yola deðil azgýnlýk yoluna girecekleri ifade edilir; böylelerinin gerçek vasýflarýnýn Allah’ýn âyetlerini yalanlamak ve umursamazlýk içinde bulunmaktan ibaret olduðu belirtilir (elA‘râf 7/146). Müstekbirin en kötü davranýþý Allah’ýn varlýðýný, birliðini, yüceliðini, bütünüyle evrene hâkimiyetini kabul etmemesidir. Hz. Peygamber’in, kalbinde zerre kadar kibir bulunan kiþinin cennete giremeyeceði þeklindeki beyanýnda yer alan kibir de bu anlamdadýr. Nitekim, “Ýnsan elbisesinin ve ayakkabýsýnýn güzel olmasýný arzu eder, bu da kibirden sayýlýr mý?” sorusuna Resulullah, “Hayýr, kibir gerçeði gerçek olarak görmemek, benimsememek ve insanlarý gerçeði kabul ettikleri için hakir görmektir” þeklinde cevap vermiþtir (Müslim, “Îmân”, 147-149; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 26; Ýbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “btr”, “gmt”, “kbr” md.leri; Lisânü’l-£Arab, “kbr” md.). Kur’an’da dünya hayatýnda beden, servet ve itibar açýsýndan güçlü olanlarla zayýf konumunda bulunanlarýn âhirette birbiriyle tartýþacaklarýna ve zayýflarýn güçlüleri kendilerini yoldan çýkarmakla suçlayacaklarýna da temas edilir, fakat bunun kendilerine bir þey saðlamayacaðý belirtilir (Ýbrâhîm 14/21; Sebe’ 34/31-33; elMü’min 40/47-48). Naslarda güçlü için kullanýlan müstekbir ve zayýf için kullanýlan müstaz‘af kelimelerinin baþýndaki “sîn” harfi kelimelerin gerçekte kuvvet ve zaaf ifade etmediðini göstermektedir. Müstekbir “kendini güçlü ve üstün gören”, müstaz‘af ise baþkalarýnca “zayýf sayýlan” demektir. Gerçekte güçlü olan ise hakký benimseyip temsil eden, gerçekte zayýf olan da bâtýlý tercih edendir. BÝBLÝYOGRAFYA : Râgýb el-Ýsfahânî, el-Müfredât, “kbr”, “ça.f” md.leri; Ýbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “btr”, “gmt”, “kbr” md.leri; Lisânü’l-£Arab, “kbr”, “ça.f” md.leri; M. F. Abdülbâký, el-Mu£cem, “kbr”, “ça.f” md.leri; Buhârî, “Tefsîr”, 4/21, “Ecân”, 128; Müslim, “Îmân”, 147-149, 231, “Mesâcid”, 294-295; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 26; Tirmizî, “Tefsîr”, 83/1; Ýbn Hiþâm, esSîre 2, I, 419-420; Taberî, Câmi £u’l-beyân (nþr. Sýdký Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXIX, 190-197; Ýbnü’l-Esîr, Üsdü’l-³åbe (Bennâ), II, 435-436; IV, 320-321; V, 454-455. ÿBekir Topaloðlu – — MÜSTEKFÎ - BÝLLÂH ( ) א Ebü’l-Kåsým Abdullåh el-Müstekfî - Billâh b. Alî el-Müktefî - Billâh b. Ahmed el-Mu‘tazýd - Billâh el-Abbâsî (ö. 338/949) ˜ Abbâsî halifesi (944-946). ™ 13 Safer 296’da (11 Kasým 908) doðdu. Babasý Halife Müktefî - Billâh, annesi Rum asýllý bir câriyedir. Halife Müttaký - Lillâh’ýn, Türk asýllý kumandan Emîrülümerâ Tüzün el-Muzaffer tarafýndan hal‘edilip gözlerine mil çekilmesinin ardýndan halife ilân edildi (3 Safer 333 / 25 Eylül 944). Biat merasimine Tüzün’le beraber diðer kumandanlar, Hâþimîler ve Kadý Ebü’l-Hasan Muhammed b. Hüseyin b. Ebü’þ-Þevârib de katýldý. Kýsa bir süre sonra Ebü’l-Ferec Muhammed b. Ali es-Sâmirî vezir tayin edildi. An- cak gerçekte iktidar Türk kumandanlarýnýn, özelikle de Emîrülümerâ Tüzün ile Ýbn Þîrzâd’ýn elindeydi. Halife ve vezirin hiçbir nüfuzu yoktu. Müstekfî - Billâh’ýn halifeliðinin ilk yýlýnda meydana gelen karýþýklýklar sebebiyle Baðdat’ta ekonomik sýkýntý baþ gösterdi ve halk þehri terketmeye baþladý. Baðdat’ý tehdit etmekte olan Büveyhîler ilk fýrsatta þehri iþgal etmeye hazýrlanýyorlardý. Bu sýrada Emîrülümerâ Tüzün 3 Muharrem 334’te (15 Aðustos 945) vefat etti ve yerine Ýbn Þîrzâd tayin edildi. Cemâziyelevvel 334’te (Aralýk 945) Büveyhî Hükümdarý Ahmed Baðdat’a girdi. Halife Müstekfî kendisini emîrülümerâ tayin edip Muizzüddevle unvanýyla birlikte gerdanlýk, bilezik, sancak ve diðer saltanat alâmetlerini verdi. Bastýrdýðý dinar ve dirhemlerde Muizzüddevle’nin kardeþlerine de unvanlar tevcih etti. Deylemli askerler halkýn evlerine girip yerleþirken Türk askerleri Baðdat’ý terkederek Hamdânîler’den Nâsýrüddevle’nin yanýna gittiler. Bu tarihten itibaren Büveyhîler Irak’a hâkim oldular. Muizzüddevle, Halife Müstekfî’nin daveti üzerine Dârülhilâfe’ye gidip düzenlenen törene katýldý. Halifenin kürsüsünün yanýna bir kürsü de Muizzüddevle için kuruldu ve oraya oturmasý istendi. Muizzüddevle halifeye saygý gösterip huzurunda yer öptü. Tören, Hamdânîler’le iþ birliði yaptýðýna inandýðý Müstekfî’yi hilâfetten uzaklaþtýrmak isteyen Muizzüddevle’nin amacýna ulaþmasý için iyi bir fýrsat oldu. Deylemli iki nakib halifenin elini öpecek gibi yaparak halifeyi tahtýndan aþaðý indirdiler. Bu sýrada karýþýklýklar çýktý, her taraf yaðmalandý. Halifeyi Muizzüddevle’nin evine götürüp tutuklayan Deylemli askerler halka onun kendi isteðiyle halifelikten çekildiðini bildirip yerine Fazl b. Ca‘fer’i Mutî‘ - Lillâh lakabýyla halife ilân ettiler (22 Cemâziyelâhir 334 / 29 Ocak 946). Müstekfî’nin 2 Þâban 334’te (9 Mart 946) halifelikten uzaklaþtýrýldýðý da rivayet edilir. Gözlerine mil çekilen Müstekfî-Billâh Rebîülevvel 338’de (Eylül 949) hapishanede öldü. Müstekfî’nin Þiîler’e sempati duyduðu kaydedilmektedir. BÝBLÝYOGRAFYA : Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 398-399; a.mlf., Mürûcü’×-×eheb (Abdülhamîd), IV, 355-371; Ýbn Miskeveyh, Tecâribü’l-ümem, II, 72-87; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri’l-Åilâfe (nþr. Mîhâîl Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 94, 131; Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî, Tekmiletü TârîÅi’t-ªaberî (Taberî, TârîÅ [Ebü’l-Fazl], XI içinde), s. 294, 349, 354; Ýbnü’l-Ýmrânî, el-Ýnbâß fî târîÅi’lÅulefâß (nþr. Kasým es-Sâmerrâî), Leiden 1973, s. 175-176; Ýbnü’l-Cevzî, el-Munta¾am, VI, 340-343, 364; Ýbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 420-422, 446-451, 139 MÜSTEKFÎ - BÝLLÂH 484; Ýbnü’t-Týktaka, el-FaÅrî (nþr. Muhammed Ývaz Ýbrâhim Bek – Ali el-Cârim Bek), Mýsýr, ts. (Dârü’lmaârif), s. 257-258; Zehebî, A£lâmü’n-nübelâß, XV, 111; G. le Strange, Baghdad during the Abbasid Caliphate, Oxford 1924, s. 118, 194-195, 231; H. Busse, Chalif und Grosskönig: Die Buyiden im Iraq (945-1055), Beirut 1969, bk. Ýndeks; K. V. Zetterstéen, “Müstekfî”, ÝA, VIII, 834; a.mlf., “Müttakî”, a.e., VIII, 864; C. E. Bosworth, “al-Mustakfý”, EI 2 (Ýng.), VII, 723-724. ÿAbdülkerim Özaydýn – — MÜSTEKFÎ - BÝLLÂH, Süleyman b. Ahmed ( "# $ %& ) א Ebü’r-Rebî‘ el-Müstekfî - Billâh Süleymân b. Ahmed el-Abbâsî (ö. 740/1340) ˜ Mýsýr Abbâsî halifesi (1302-1340). ™ 15 Muharrem 683’te (3 Nisan 1284) Kahire’de doðdu. Gençlik yýllarýnda kýsa bir süre ilimle uðraþtý. Babasý Hâkim - Biemrillâh’ýn ölümü üzerine 20 Cemâziyelevvel 701’de (21 Ocak 1302) halife ilân edildi. Halifelik makamýna oturduktan yaklaþýk üç ay sonra ülke yönetimiyle ilgili bütün yetkilerini devrettiði Memlük Sultaný el-Melikü’n-Nâsýr Muhammed b. Kalavun ile birlikte Ýlhanlýlar’la savaþmak için Suriye’ye gitti ve 4 Ramazan 702’de (22 Nisan 1303) büyük bir zaferin kazanýldýðý Þekhab savaþýnda bulundu. Yaklaþýk yedi yýl Müstekfî ile el-Melikü’nNâsýr’ýn iliþkileri çok iyiydi. Tarihçilerin iki kardeþe benzettiði halife ve sultan birlikte savaþ oyunlarý oynar, gezintiye ve av partilerine çýkarlardý. Ancak Müstekfî’nin, Kerek’e çekilerek sultanlýðý býraktýðýný açýklayan el-Melikü’n-Nâsýr’ýn yerine Kahire’deki emîrler tarafýndan sultan ilân edilen (23 Þevval 708 / 5 Nisan 1309) II. Baybars el-Çaþnigîr’in hükümdarlýðýný onaylamasý ve ona biat etmesi, tahtýný geri almak için tekrar harekete geçen el-Melikü’n-Nâsýr ile aralarýnýn açýlmasýna sebep oldu. el-Melikü’n-Nâsýr, 709’da (1309) Mýsýr’a dönerek üçüncü defa tahta oturduðunda Müstekfî’yi Kal‘atülcebel’in bir burcuna hapsettirdi; ancak on beþ gün sonra öfkesi geçince serbest býrakarak evine dönmesine izin verdi. 736 yýlýnda (1336) Müstekfî’nin sultaný toplantýya çaðýran bir yazýsý yüzünden aralarý tekrar açýldý; ayrýca onun evinde saraydan bazý devlet adamlarýnýn da katýldýðý toplantýlar yapmasý sultanýn kýzgýnlýðýný iyice arttýrdý. Bu toplantýlara iþtirak eden görevlileri çeþitli cezalara çarptýran el-Me140 likü’n-Nâsýr halifeyi de ailesiyle birlikte Kal‘atülcebel’de tutuklattý ve onun halkla görüþmesini yasakladý. Bazý kadý ve kumandanlarýn araya girmesiyle beþ ay sonra serbest býrakýlan ve yaklaþýk altý ay Menâzýrülkebþ’teki evinde oturan Müstekfî, bir vatandaþýn hakkýnda dava açmasý üzerine sultaný duruþmaya çaðýrýnca onu tekrar öfkelendirdi. Bir süre suskun kalan el-Melikü’n-Nâsýr, bu defa Müstekfî’yi aile fertleriyle birlikte Yukarý Mýsýr’daki Kus’a sürgüne gönderdi (Zilhicce 737 / Temmuz 1337) ve aralýklarla maaþýný azaltarak maddî sýkýntý çekmesine yol açtý. Mýsýr Abbâsî halifelerinden sürgün cezasýna çarptýrýlmýþ ilk halife olan Müstekfî, oðlu Sadaka’nýn ölümünden kýsa bir süre sonra 12 Þâban 740 tarihinde (12 Þubat 1340) ölünceye kadar Kus’ta kaldý. Ancak hapiste ve sürgünde bulunduðu sýralarda da hutbe onun adýna okundu. Bu arada 725 (1325) yýlýnda Delhi Sultaný Muhammed b. Tuðluk kendisinden saltanat tevcihi istemiþ, isteði yerine getirilince de ülkesinde hutbeyi onun adýna okutmuþtur. Müstekfî fazilet sahibi, cömert ve cesur kiþiliðiyle tanýnmýþtý. Ata binmede ve çeþitli savaþ oyunlarýnda çok mahirdi. Ýlim ve edebiyata da düþkündü; düzenlediði toplantýlarda âlim ve ediplerle tartýþmalara girerdi. Otuz dokuz yýla yakýn bir süre halifelik yapan Müstekfî, oðlu Ebü’l-Kasým Ahmed’i Kus valisinin ve þahitlerin huzurunda veliaht tayin etmiþti. Ancak el-Melikü’n-Nâsýr bunu dikkate almadý ve dört aylýk bir aradan sonra Müstekfî’nin kardeþi Müstemsik - Billâh’ýn oðlu Ýbrâhim b. Muhammed’i Vâsik - Billâh unvanýyla halifeliðe getirdi (740/1340). Ancak el-Melikü’n-Nâsýr ölümünden kýsa bir süre önce Ebü’l-Kasým Ahmed’in Hâkim - Biemrillâh unvanýyla tahta çýkmasýna izin verdi ve yerine geçen oðlu Sultan Seyfeddin Ebû Bekir el-Mansûr da onu halife ilân etti (741/1341). Daha sonra Mu‘tazýd-Billâh unvanýyla hilâfet makamýna getirilen Ebû Bekir de Müstekfî’nin oðludur. BÝBLÝYOGRAFYA : Ýbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, XXIV, 201-202; Zeynüddin Ýbnü’l-Verdî, Tetimmetü’l-MuÅta½ar fî aÅbâri’l-beþer (nþr. Ahmed Rif‘at el-Bedrâvî), Beyrut 1389/1970, II, 465-466; Mûsâ b. Muhammed el-Yûsufî, Nüzhetü’n-nâ¾ýr fî sîreti’l-Meliki’nNâ½ýr (nþr. Ahmed Hutayt), Beyrut 1986, s. 362; Safedî, el-Vâfî, XV, 349-350; Ýbn Kesîr, el-Bidâye, XIV, 20, 49, 187; Ýbn Habîb el-Halebî, Te×kiretü’n-nebîh fî eyyâmi’l-Man½ûr ve benîh (nþr. Muhammed Muhammed Emîn), Kahire 1976-82, I, 240; II, 297, 315; Ýbn Dokmak, el-Cevherü’¦¦emîn (nþr. M. Kemâleddin Ýzzeddin Ali), Beyrut 1405/1985, I, 231-232; Kalkaþendî, Meßâ¦irü’linâfe, II, 132-144; Makrîzî, es-Sülûk, I, 919; II, 73, 416-417; Ýbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, II, 141144; Bedreddin el-Aynî, £Ýšdü’l-cümân (nþr. Muhammed Emîn), Kahire 1412/1992, IV, 190, 232, 244; Süyûtî, ¥üsnü’l-mu¼âŠara, II, 56-58; a.mlf., TârîÅu’l-Åulefâß (nþr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1389/1969, s. 484-488; Ýbn Ýyâs, Bedâßi £u’z-zühûr, I/1, s. 410, 422-423, 474-475; Ali Aktan, “Mýsýr’da Abbâsî Halifeleri”, TTK Belleten, LV/214 (1991), s. 623-626. ÿÝsmail Yiðit – — MÜSTE’MEN ( ! ) א ˜ Ýslâm ülkesine emanla giren yabancý gayri müslim. ™ Sözlükte “emin olmak, güvenmek” anlamýndaki emn (emân) kökünden türeyen ve “kendisine eman verilen kimse” mânasýna gelen müste’men (veya “eman isteyen kimse” anlamýndaki müste’min), terim olarak Ýslâm ülkesine (dârülislâm) eman alýp giren yabancý gayri müslimi (harbî) ifade eder. Fýkýh literatüründe bu yaygýn anlamý yanýnda dârülharbe emanla giren müslüman ve zimmî yahut bir dârülharpten diðerine emanla giren harbî için de kullanýlan müste’men kelimesinin eþ anlamlýsý olarak nâdiren müemmen de geçer (Muhammed b. Abdullah el-Haraþî, III, 122; VIII, 6). Kur’ân-ý Kerîm’de emn kökü ve türevlerine birçok âyette rastlanmakla birlikte müste’men kelimesi yer almamakta, müste’menin hukukî statüsüne dayanak olarak gösterilen âyette (et-Tevbe 9/6) “istecâre” (eman isteme) fiili, bu kiþilerin kendilerini güvende hissedecekleri yer için de me’men kelimesi geçmektedir. Hadislerde de “eman dilemek ve eman vermek” mânasýnda “emn” ve “civâr” köklerinin türevleri kullanýlmaktadýr (Wensinck, el-Mu£cem, “emn”, “cvr” md.leri.). Yer ve zamana baðlý olarak bazý farklý uygulamalar görülse de eman müessesesinin varlýðý Ýslâm öncesi dinlere ve toplumlara kadar gitmektedir. Arap kabileleri arasýnda da gerek barýþ iliþkilerinin kurulmasý gerekse ticarî faaliyetlerin güven içinde yürütülmesi için yerleþmiþ bazý teamüller vardý. Ýslâmî dönemde Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râþidîn’in uygulamalarý doðrultusunda emanýn þekli, taraflarý, meydana geliþi, konusu ve kapsamý, sonuçlarý, eman verme yetkisi gibi hususlarda ayrýntýlý bir hukuk doktrini teþekkül etmiþtir (bk. CÝVÂR; EMAN). Tarihin ilk çaðlarýnda yabancýlar hukukun himayesinden mahrum bulunmakta ve düþmanca muamelelere mâruz kalmak-