Başyazı Onlar için fark etti... Ergun Özen Hepimiz denizyıldızlarının hikayesini biliriz. Okyanus sahilerine giden bir yazar, sabaha karşı sahilde dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaştığında bu kişinin sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Yazar, genç adama sorar: - Neden deniz yıldızlarını okyanusa atıyorsun? Genç adam yanıtlar: - Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar devam eder: - Kilometrelerce sahil ve binlerce deniz yıldızı var, ne fark eder ki? Genç adam yazarı dinledikten sonra yerden bir denizyıldızı alır ve okyanusa fırlattıktan sonra yanıtlar: - Onun için fark etti. İşte Garantililer de, milyonlarca denizyıldızından 1.130 tanesini denizle buluşturdu. Diğerlerinin de denize ulaşması için çalışmalarını sürdürüyor. *** Genel Müdür Yardımcılarımızdan Adnan Memiş'in önderliğinde ve Garanti çalışanlarının bağışlarıyla Darıca'da inşa edilen ilk Denizyıldızları İlköğretim Okulu, 4 yıl önce tamamlandı. 1998 yılından bu yana hizmet veren binanın inşaatı, mucizevi bir şekilde tam 150 günde tamamlanarak eğitime açıldı. Şu anda 1.130 öğrencinin eğitim gördüğü okulda, 32 derslik, spor salonu, bilgisayar laboratuvarı, resim dersliği , fen laboratuvarı, iki adet işlik, müzik dersliği, kütüphane, açık spor alanları bulunuyor. Denizyıldızları İlköğretim Okulu'nun 3 km yakınındaki Denizyıldızları II İlköğretim Okulu ve Lisesi'nin inşaatı ise devam ediyor. İlk inşa edilen okulun 3 katı büyüklüğünde, çokamaçlı büyük salon, spor salonu ve diğer etkinlikler için son derece iyi planlanmış bir "kampus"a sahip olacak yeni okulları, önümüzdeki eğitim-öğretim yılına yetiştirmeye çalışıyoruz. Bu olağanüstü projeye maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen tüm Garantililerle gurur duyuyorum. Çocuklarımızın eğitimi için yapılanların aslında geleceğimize yapıldığını bilen, böylesine değerli insanlarla aynı aileye mensup olmaktan çok mutluyum. Türkiye'nin yarınları yürekli insanların çabalarıyla aydınlanacak... Dünyada Ekonomi GENİŞLEYEN AVRUPA BİRLİĞİ Yazan: Umut Çakıcı, Finansal Kurumlar Müdürlüğü, Kredi Analiz ve Yurtdışı Koordinasyon II. Dünya Savaşı ile ikiye bölünen Avrupa'da, bu olayın 47 sene ardından, Roma İmparatorluğu'ndan bugüne en büyük politik genişlemeye karar verilmiş durumda. Halen 15 üyesi bulunan Avrupa Birliği'ne Mayıs 2004'te 10 ülke daha katılarak dünyadaki en büyük ticaret birliğini oluşturacaklar. Avrupa Birliği sadece bir ticaret birliği olmamakla beraber, üye ülkeler arasındaki ticaret büyük öneme sahip. Yeni Genişleme Süreci… 2004 senesinde Avrupa Birliği'ne 10 yeni ülkenin (Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovenya, Kıbrıs Rum Kesimi, Malta, Slovakya, Litvanya, Estonya ve Letonya) katılacak olması birliğin çehresini önemli ölçüde değiştirecek yeniliklere yol açacak. Üye ülkelerin vatandaşlarının genişlemeden en büyük çekinceleri olası iş kayıpları ve yeni üyelerin kendi üzerlerinde ekstra maliyet yaratacak olmaları. Bunun yanısıra üye sayısının artması ile topluluğun 'imtiyaz' yitireceğine dair düşünceler de yaygın. Ticaretin bu genişlemeden olumlu etkileneceğini düşünenlerin oranı %74 ile oldukça yüksek. %41'lik bir kesim AB'deki işssizlik oranının genişleme ile artacağına inanıyor. Ancak bu konuda tedbir olarak, yeni üyelerin çalışanlarının mevcut üye ülkelerde ilk 7 sene çalışmalarını engelleyici hükümler bulunmakta. Diğer taraftan yeni üye olacak 10 ülkenin vatandaşları ile yapılan araştırmalar, AB'ye girmeye o kadar da gönüllü olmadıklarını gösteriyor. Ülkeler arasında değişiklik göstermekle birlikte, yeni üye olacak ülkelerde AB üyeliğine desteğin oranı %52 civarında. Bu oran Estonya ve Letonya'da %30'lara kadar düşerken Macaristan'da %67 seviyesinde. Ancak üyeliğe en çok toplumsal desteği alan ülkelerin başında olan Macaristan'da da yeni bir sorun ortaya çıkıyor: cevap verenlerin %90'ı AB politikaları hakkında hemen hemen hiçbirşey bilmediğini belirtiyor. Yeni üyelik haklarını alan 10 ülke üyeliğini resmi olarak kabul etmek zorunda ve hepsi bunun için referanduma gidiyor. İlk referandum Nisan ayında Macaristan'da gerçekleşecek. Bu sebeple bu ülkelerde ciddi bir güce sahip olan AB karşıtları propogandalarına çoktan başladı bile. Buna karşılık AB reklam kampanyaları ve broşürler için mevcut üye ülkelere 21, yeni üye olacak ülkelere ise yıllık 10 milyon Euro aktaracak. Yeni üye olacak olan 10 ülkenin 8'inin eski 'demir perde' ülkesi olması bu ülkelerde AB'ye karşı çok olumlu olmamalarının en önemli nedeni. Çok yakın bir geçmişte 'Doğu Bloğu' rejiminden kurtularak bir anlamda özgürlüklerini alan bu ülkelerde, tekrar bir topluluğa katılınca "Acaba özgürlüğümüzü yeniden mi feda ediyoruz?" endişesi bulunmakta. Bu endişe Letonya, Estonya gibi eski Sovyet Cumhuriyetlerin'de daha yoğun hissediliyor. Ancak her iki tarafın tamamen birleştiği bir nokta var. O da AB'nin genişlemesi ile Avrupa'nın kendi içerisinde olası savaşlara büyük oranda engel olacağı. Genişleme sonrası beklentiler... AB'ye yeni katılacak olan 10 ülkenin dinamik ekonomileri, iyi yetişmiş işgüçleri ve birçok ülkenin tamamen farklı bir görüşe sahip köklerden gelmesi nedenleriyle, bu ülkelerin durağan AB ekonomisini canlandırması mevcut AB üyesi ülkelerin en büyük temennisi durumunda. Özellikle yüksek nüfusa sahip Polonya'nın AB ekonomisine vereceği destek ümitle beklenmekte. Genişleme sonrasında AB'nin ABD'ye karşı bir alternatif, karşı bir güç olacağından sıklıkla söz edilmesine rağmen, bu pek olası görünmüyor. Sadece dil farklılıkları bile AB'nin ABD kadar homojen bir yapıya sahip olmasına engel. Toplumların kendilerini ne kadar 'Avrupalı' ne kadar 'milliyetçi' hissedecekleri de ayrı bir sorun. Bu nedenle AB'nin en azından yakın tarihte ABD kadar 'birleşik' olamayacağı düşünülmekte. Ekonomik olarak ise AB genişlemesinden AB ülkeleri kadar ABD'nin de faydalanması çok olası. AB'nin birçok değerleri ABD'nin değerleri ile örtüşmekte. AB'ye yeni ülkeler katıldıkça, dünyada ABD'nin değerlerini paylaşan ülkelerin sayısı giderek artacak. Önümüzdeki senelerde AB'nin ABD'ye karşı bir 'kale' değil daha geniş bölgelere bir açılım köprüsü olması beklenmekte. Dünyada Bankacılık JAPON BANKACILIK SEKTÖRÜ: Son Dönemdeki Gelişmeler, Beklentiler... Yazan: Merve Genç, Finansal Kurumlar Müdürlüğü, Krediler ve Yurtdışı Koordinasyon Garanti Dergisi'nin Kasım 2001 sayısında yayınlanan yazımızda, Japon bankacılık sektöründe yaşanan krizin nedenlerine ve bankalara 1997 sonrasında sağlanan sermaye enjeksiyonuna değinmiştik. Bu yazımızda ise sektörün bugün geldiği noktayı kısaca aktarmaya çalışacağız. Ekim 2002'de açıklanan yeni "Finansal İyileştirme Programı" Japon bankacılık sistemine 1997 sonrasında sağlanan sermaye enjeksiyonu bankaların finansal yapılarında genel bir iyileşme sağlamayı başaramamıştır. Hükümet 30 Ekim 2002 tarihinde "Finansal İyileştirme Programı" adı altında yeni bir paket açıklamıştır. Sözkonusu program esas itibariyle, muhasebe standartlarında gerçekleştirilecek yeni düzenlemelerle sektörün sorunlu krediler problemini daha etkin bir şekilde ele almayı hedeflemektedir. Tarihinin en derin resesyonlarından birini yaşayan Japonya'da bankaların ve özel sektörün sorunlu alacaklarının 840 milyar dolar seviyelerine ulaştığı tahmin edilmektedir. Açıklanan yeni kararlar ile bankaların sorunlu kredilerini iskontolanmış nakit akımı (discounted cash flow-DCF) yöntemi ile hesaplaması öngörülmektedir. İlk etapta 4 büyük bankacılık grubunun (Mizuho, UFJ, Sumitomo Mitsui ve Mitsubishi Tokyo) 2002 mali yıl sonu için bu yöntemi uygulaması istenmiş, ama bankalar bu konuda zorunlu kılınmamıştır. Diğer taraftan, bankaların içinde bulundukları finansal durumun tüm gerçekliği ile ortaya çıkması iç ve dış mevduat sahiplerinin güvenini sarsacaktır. Bu durumu gözönünde bulunduran Japon düzenleyici kuruluşları, vadesiz mevduata verilen %100 güvenceyi Nisan 2005'e kadar uzattıklarını açıklamışlardır. Bu açıklamanın ardından 2002'nin ilk yarısında vadeli mevduattan vadesiz mevduata büyük bir kayma yaşanmıştır. Beklentiler ve reform paketine gelen eleştiriler... Programın uygulanması halinde sektörün taşıdığı sorunlu kredi miktarı ortaya çıkarılacak ve gerekli karşılıklar ayrılarak bankaların aktif kalitelerinde belirgin bir düzelme yaşanacaktır. Sektörün iyileştirilmesi ve daha şeffaf hale gelmesi için bağımsız bir kuruluş olarak kurulan Financial Services Agency (FSA), Şubat ayında bankaların kredi portföylerini incelemeye başlayacaktır. Bu incelemeden sonra bankaların varlık kalitelerinin daha iyi anlaşılacağı ve büyük olasılıkla daha fazla sorunlu kredilerle karşılaşılacağı beklenmektedir. 2002 ilk yarıyılda kâr açıklayan bankaların, yeni muhasebe standartları nedeniyle 2002 mali yılı sonunda (2003 Mart) kar beklentileri ya çok düşük ya da sıfırdır. Bankaların bu dönemi atlatmak için uygulayacakları strateji, öncelikli olarak risk ağırlığı yüksek varlıklarını azatmak olacak gibi gözükmektedir. Bankaların sermaye durumlarındaki kötüleşmeye bağlı olarak yeni kredi verme imkânlarının daralması ise firmaların yatırım imkanlarını sınırlayacak ve zaten 1990'ların ortasından itibaren azalış trendinde olan tüketim eğilimi üzerinde olumsuz etki yaratarak mevcut resesyonu körükleyebilecektir. Japon otoritelerinin, bu gibi durumlarda her zaman bankalara sermaye enjeksiyonu ya da özel Merkez Bankası kredisinin kullandırılmasının mümkün olduğunu ifade etmiş olmalarına rağmen, sağlanacağı vaadedilen desteğin çok net olmaması reform paketinin en çok eleştirilen unsurlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine de reform paketinin beklenildiği kadar sert tedbirler içermemesi yaklaşık 2 aydır dip seviyelerde olan banka hisse fiyatlarını biraz olsun arttırmıştır. İç Ekonomi TÜFE beklentisi % 24.8'e geriledi Merkez Bankası'nın Ocak ayı birinci dönem beklenti Anketi'ne göre, iş dünyasının yıl sonu TÜFE beklentisi yüzde 24.8'e geriledi. Ocak ayı TÜFE beklentisi ise yüzde 2.6 oldu. Ankette üç ay vadeli bono bileşik faiz beklentisi ortalaması yüzde 51.7 düzeyinde gerçekleşirken, büyüme beklentisi de yüzde 4.4 oldu. Ankete göre iş dünyasının yıl sonu dolar kuru beklentisi de 2.075.500 lira seviyesinde gerçekleşti. Yapısal Reformlar Sürmeli Merkez Bankası, mali disiplin ve yapısal reformların sürdürülmesi halinde yüzde 20 enflasyon hedefine ulaşılabileceğini açıkladı. Ramazan ayı ve bayramın Kasım-Aralık enflasyonlarını olumsuz yönde etkilediğini belirten Merkez Bankası, son aylarda Türk Lirası'nın değer kazanmasının Aralık'ta enflasyonu olumlu etkilediğini kaydetti. Açıklamada ayrıca, 2003 yılında enflasyondaki düşüşü olumsuz etkileyebilecek riskler arasında, olası Irak operasyonu ve operasyon beklentisinin döviz kuru ve petrol fiyatları yoluyla enflasyon üzerinde oluşturabileceği baskı şeklinde sıralandı. Savaşın 2003 Maliyeti 14 Milyar Dolar Türk-Irak İş Konseyi Başkanı Mehmet Ali Neyzi, olası bir Irak savaşında Türkiye'nin ölçülebilir başlıca kalemlerinde bu yıl içindeki kaybının 14 milyar dolar olacağını bildirdi. Konuşmasında ihracatın önemine değinen Neyzi, halen 35 milyar dolar seviyesinde bulunan Türkiye ihracatının hedefinin 50 milyar dolar olduğunu vurguladı ve ihracat artışı açısından komşularla ticaretin öneminin ve potansiyelinin çok yüksek olduğunu söyledi. Türkiye'nin hedeflediği 50 milyar dolarlık ihracat hacmine ulaşması için özellikle komşularıyla ticarete önem vermesi gerektiğini belirten Neyzi, bu çerçevede Irak'la ticaretin de büyük önemi bulunduğunu ve Irak'ta BM kararları ve uluslararası hukuk çerçevesinde ticaretin devam ettiğini kaydetti. Bir gazetecinin "Olası bir savaş öncesi Irak'a böyle çok sayıda işadamı heyetiyle gitmek neyi ifade ediyor?" şeklindeki sorusu üzerine Neyzi, "Petrol karşılığında Irak mal almaktadır. Bugün Batılılar, Uzakdoğulular, Ruslar oradadır. Biz niye olmayalım? Olmamamız hatalıdır" dedi. Turizm Sektörü Tehlikede Irak'ta çıkabilecek bir savaştan en olumsuz etkilenecek ülkenin Türkiye olduğunu vurgulayan Mehmet Ali Neyzi, şu anda savaş olasılığının Türkiye'nin turizm potansiyelini tehlikeye sokmakta olduğuna dikkat çekti. Neyzi, olası bir savaş durumunda turizmin yanı sıra taşımacılık, canlı hayvan ihracatı, müteahhitlik hizmetleri gibi dış ticaret faaliyetlerinin de büyük ölçüde etkileneceğini söyledi. Körfez Krizi'nin Türkiye'ye ölçülebilir kaybının 44.6 milyar dolar olduğuna işaret eden Neyzi, "Irak'a yönelik gerçekleştirilecek olası bir harekatın Türkiye ekonomisine 2003 yılında 15-20 milyar dolar ek bir yük getireceği tahmin edilmektedir. Turizm gelirlerinde 4-5 milyar dolarlık kayıp yaşanabilecektir. 2003'te çıkması muhtemel savaştan sektörler etkilenirse, Türkiye'nin 10 yıllık birikimli kaybı 70 milyar doları bulabilecektir. Alternatif maliyetlerle birlikte Türkiye'nin olası kaybı 150 milyar dolara ulaşabilecektir" dedi. Pahalı Elektrik Ekonomiyi Baltalıyor Türkiye'de, bir kilovat saat elektrik enerjisinin fiyatının, gelişmiş ülkelerdekinin 2 katı, kayıp ve kaçakların 3-4 katı düzeyinde olduğu, bu durumun turizmden, tarıma ve sanayie kadar tüm sektörlerin gelişimini olumsuz etkilediği bildirildi. TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Adana Şube Başkanı Ahmet Sarı, yaptığı açıklamada, zorunlu bir ihtiyaç olan elektrik enerjisinin, üretimden dağıtımına kadar tüm hizmetlerinin kamu tarafından yapılması gerektiğini savundu. Sarı, Türkiye'de bir kilovat saat elektrik enerjisinin fiyatının 9-10 sent, gelişmiş ülkelerde ise 5 sent civarında olduğuna dikkate çekerek, "Enerjiyi ucuza satmanın yolu öncelikle ucuza mal etmektir. Bunun için alternatif enerji kaynaklarına yönelip, enerji darboğazına düşmemek için önlem almalıyız" şeklinde konuştu. Elektrik enerjisinin ucuz olmasının tarımdan sanayiye ve turizme kadar tüm sektörleri olumlu etkileyeceğini, üretimi ve istihdamı artıracağını vurgulayan Sarı, "Enerjin, lüks tüketim maddesi sayılıp yüzde 18 KDV alınmamalıdır" dedi. Kayıp Ve Kaçaklar Sarı, kayıp ve kaçakların sektörün en önemli sorunu olduğunu ve bir türlü önlenemediğini ifade ederek, Türkiye'de yüzde 22 olan oranın gelişmiş ülkelerin yaklaşık 3-4 katı düzeyinde bulunduğunu bildirdi. Kayıp ve kaçaklarla mücadelenin, TEDAŞ görevlileri ile abonelerin karşı karşıya getirmek ya da abonelere potansiyel enerji hırsızı gözüyle bakmakla yapılamayacağına dikkati çeken Sarı, "Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, enerji politikalarını yeniden gözden geçirmeli" dedi. Sarı, enerji politikalarının yeniden yönlendirilmesinde bilgi birikimleri ve deneyimlerini, kamunun hizmetine sunmaya hazır olduklarını sözlerine ekledi. Enerji Fiyatları İndirilecek Başbakan Abdullah Gül, Ankara Sanayi Odası Meclis Toplantısı'nda bir konuşma yaptı. Gül, aritmetik çoğunluğa güvenerek hareket etmeyeceklerini belirterek, "Bir ayda, üç ayda her şeyin düzelemeyeceğini, herkesi mutlu edemeyeceğimizi biliyoruz. Önemli olan yapısal reformları gerçekleştirmek.Önce enflasyondan kurtulmamız gerekir. Bunu yapmadığımız sürece zaman zaman büyüme ve küçülmeler olur. Enflasyon 'düş' deyince düşmüyor. Yolları belli. İnandırıcı politikaları takip etmemiz lazım. Bu kadar büyük borçla bir yere gidemeyiz. Kamu borçlarını kesinlikle düşüreceğiz" dedi. Abdullah Gül piyasalarla, iş hayatıyla barışık, "business friendly" denilen yolu izleyeceklerini söyledi. Gül, "İş dünyasının verdiği avansın, kredinin farkındayız. Kararlılığımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Hedefimiz bir ay içinde kamu yönetimi reformu yasa tasarını Meclise getirmek. Yerel yönetimler kanunu hazırlığımız da devam ediyor" diye konuştu. Biraz Vakit İstiyoruz "Bize birazcık vakit verilmesini istiyorum, rica ediyorum" diyen Gül, şöyle devam etti: "Bu kadar aniden bastıran krizler olmasaydı, belki de bunları daha önce ele almış olabilirdik. Rekabet için etkinliği artırmak zorundayız. Yolsuzlukların üzerine gidilmesi konusunda kararlıyız. Ama verimli ve etkin olmayan çalışma da yolsuzluktur. İş hayatının önündeki mayınları temizleyeceğiz. Durum giderek iyileşecek, göreceksiniz." Başbakan Gül, Sosyal Güvenlik sisteminin yeniden yapılanması ile ilgili çalışmaların da sürdüğünü belirterek, "Çalışmalar sürüyor, herkesin katkısı gerekiyor. Başka platformları da dinliyoruz" dedi. Enerjide İptali Düşünüyoruz Enerji fiyatlarının yüksekliğinin hükümetin en önemli konularından biri olduğunu söyleyen Gül, "Ne yazık ki geçmişin hataları var. Bazı taahhütlere bağlanmışız. Bunların bazılarını iptal etme yolunu dahi düşünüyoruz. Çok daha düşük fiyatlarla doğal gaz teklif eden ülkeler olmuştur. Hâlâ da var. Yap-işletdevret modeliyle anlaşması yapılan 5 santral var. Çok yüksek paralar kazandılar, kendileri bu fiyatları indirmek zorundadırlar. Bir kamu kurumunun kesintisinde de indirim yapılacak. Enerji fiyatını indirmek için enerji maliyetini indireceğiz. Devletin gelirlerinden fedakarlık yapamayız. Mali disipline çok önem veriyoruz. Yüzde 6,5'luk faiz dışı fazlayı da gerçekleştireceğiz" dedi. Başbakan, kapsamlı bir vergi reformu hazırlığında olduklarını belirterek, "Yatırımların hızlandırılması için de çalışıyoruz" dedi. IMF İle İlişkiler Reformlara Bağlı IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger, programın olumlu ilerlediğini belirterek Türkiye'de istikrarlı bir hükümet yapısının yakalandığını bunun da ekonomi için çok büyük avantaj olduğunu söyledi. Hazine, BDDK ve Merkez Bankası'nda yaptığı görüşmelerden sonra, hükümet nezdindeki görüşmelerine Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile başlayan Krueger, bu görüşmede, 2003 bütçe büyüklükleri de dahil olmak üzere genel ekonomik gidişatı ele aldı. Krueger, Türkiye'de istikrarlı bir hükümet yapısı gördüklerini bunun da ekonomi için olumlu olduğunu belirtirken hükümetin vergi başta olmak üzere yapısal reformları ve sıkı maliye politikasını kararlılıkla sürdürmesi gerektiğine dikkat çekti. İhale Yasası Mevcut Haliyle IMF ile ilişkilerin sağlıklı devam etmesinin de buna bağlı olduğunu belirten Krueger, görüşmelerde Türkiye'nin yeni dönemdeki ekonomi politikalarını ele aldıklarını belirtti ve bankacılık sektörü reformunun olumlu gelişme göstermeye devam ettiğini vurguladı. 2002 yılında yakalanan büyüme beklenenden iyi olduğunu vurgulayan Krueger, "Enflasyon da hedefin altında gerçekleşti. Ekonomide sağlıklı bir gidişat var. Hükümetin yüzde 6.5'luk faiz dışı fazlaya uyacağı yönündeki sözleri memnuniyet verici. Vergi gibi bazı alanlarda reformlar sürdürülmeli. Bütçe aynı kararlılık ve sıkı disiplinle uygulanmalı. Bazı temel iyileştirici reformlar ortaya konursa sağlıklı ilişkilerimiz devam eder" dedi. Krueger bu uyarıların yanı sıra hükümetin değiştirmeyi planladığı ihale yasasının da mevcut haliyle uluslararası ölçeklere uygun olduğunu söyledi. Krueger,yasanın bir süre uygulanmasını aksaklık çıkması halinde ilerleyen dönemlerde düzeltilmesini önerdi. Maliye Bakanı Unakıtan da hükümetin temel yaklaşımının aynı doğrultuda olduğunu ifade etti. Mevduata Güvence'de Sınırlama Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Engin Akçakoca, önümüzdeki yıl mevduata güvenceyi 20 bin euro (yaklaşık 35.1 milyar lira) ile sınırlamayı planladıklarını açıkladı. Engin Akçakoca, bankalardan bu yıl kârlılık beklediklerini söyledi. BDDK Başkanı Akçakoca, hiç kimsenin grip hastalığını geçirdikten sonraki sene grip olmayacağı sözü veremeyeceği örneğiyle uyarılarına başlayan Akçakoca, bankacılık sektörünün artık önleyici tedbirleri almaları ve kâra geçmelerinin beklenebileceğini söyledi. Akçakoca, kâr üretmenin makroekonomik dengelerle doğrudan bağlantılı olduğuna işaret ederken, IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger'le bu çerçevede görüşmeler yapılacağını söyledi. Akçakoca, Krueger'in ziyaretiyle ilgili sorular üzerine "Bizim paramızla ne yapılıyor herhalde ona bakmaya geliyorlar" yanıtını verdi. Duyuru Bu Yıl Yapılacak Sektörde rekabeti engellediği savunulan mevduata sınırsız güvenceye de değinen Akçakoca, bir sene öncesinden duyurmak kaydıyla AB kriteri olan mevduat garantisine 20 bin euro'luk sınır getirilmesinin planlandığını açıkladı. Akçakoca, garanti sınırının önceden duyurulacağını belirtirken, bu duyurunun yıl içinde yapılmasının düşünüldüğünü kaydetti. Risk anlayışı ve bilanço büyüklüğüne bağlı prim sisteminin getirilmesinin düşünüldüğünü kaydeden Akçakoca, sigorta ve finansal holdingler dışında AB kriterlerine uyulması gereken kural kalmadığını söyledi. TMSF Bankalarında Sorun Yok Akçakoca, BDDK'nın Hazine'ye 735 milyon dolarlık iade yaptığını vurgularken, 35.8 katrilyon liralık borç için de yeni bir ikraz anlaşması yapılacağını söyledi. BDDK Başkanı, TMSF bünyesindeki bankaların performansında herhangi bir sorun olmadığını belirtirken, tahsilatta sıkıntı yaşadıklarını söyledi. 130 bin dosyadan 1.5 milyar dolarlık tahsilat yapıldığını ve yaklaşık 750 firmanın borcunun yeniden yapılandırıldığını kaydeden Akçakoca, tahsilatın hızlandırılması için paketleyerek satma ve varlık yönetim şirketleri üzerinde durulduğunu söyledi. Pamukbank dolayısıyla TMSF'ye borcu olan Çukurova Grubu'yla görüşmelerin sürdüğünü de hatırlatan Akçakoca, grubun Yapı ve Kredi Bankası'yla borçlarını yeniden yapılandırma anlaşmasına bağlamasının bir anlam ifade edebilmesi için diğer grup borçlarının 31 Ocak'a kadar çözümlenmesi gerektiğini hatırlattı. Türkiye'nin sıcak ortamının ve takip hukukundaki aksaklıklar nedeniyle tahsilatın yavaşladığını belirten Akçakoca, İcra İflas Yasası'nda değişiklik gerektiğini vurguladı. Akçakoca, fiyatların bu ortamdan olumsuz etkilenmemesi için satışları 2003'ün üçüncü çeyreğine aldıklarını kaydetti. Akçakoca, kamuoyunun 'birilerinin içeride yatmasını, tahsilatın da yapılması' beklentisi içerisinde olduğuna işaret ederken, "Ama olmadı" dedi. BDDK'nın Adalet Bakanlığı organlarının yerine geçemediğini belirten Akçakoca, Danıştay'a süre sınırının, BDDK'nın açtığı davalarda harç zorunluluğunun kaldırılması, Adalet Bakanlığı personelinin takviye edilmesi gereğine işaret etti. Akçakoca, kapsamdaki 3 bin 660 gayrimenkuldan 300'ünün satıldığını ve 125 milyon dolar gelir elde edildiğini, kalanların da satılacağını söyledi. DDK Gözetiminde Bu arada, Akçakoca'nın sohbet toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından fon bünyesindeki bankaları denetlemekle görevlendirilen Devlet Denetleme Kurumu (DDK) Müfettişi Süreyya Turgut'un bulunması da dikkat çekti. Başkan Akçakoca, denetime değinirken teknik kararların denetiminin mümkün olmadığını ifade ederek, "Ama bizim görevlerimizi yaparken suç işlenmesi durumunda zaten denetim yapılıyor" dedi. Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun Türk Ticaret Bankası ile ilgili olarak 4-5 aylık denetim yaptığını belirten Akçakoca, DDK'nın da iki senedir denetim yaptığını söyledi. Akçakoca, siyasetçinin teftiş kurulunu sürekli 'Demokles'in Kılıcı' gibi tutmasının özerkliği zedelediğini kaydederken, siyasi iradenin bağımsız faklı bir denetim organizasyonu oluşturması gerektiğini söyledi. Teoman Kerman ise Hazine Müsteşarlığı'nda 20 yıl çalıştığını ve hiç denetim görmediğini belirtirken, BDDK'da ise görmediği müfettiş kalmadığını vurguladı. IMF'den Irak İçin Ek Destek Sinyali IMF Birinci Başkan Yardımcısı Krueger, Türkiye'ye, Irak'ta uğrayacağı zarar göz önünde bulundurularak destek sağlanabileceği mesajını verdi. Uluslararası Para Fonu (IMF) Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger, Türkiye'deki temaslarına İstanbul'dan başladı. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Bankalar Birliği yönetimiyle görüşen Krueger Ankara'da Başbakan Abdullah Gül, ekonomi ile ilgili bakanlar, Hazine, Merkez Bankası ve BDDK yetkilileriyle bir araya geldi. Anne Krueger, Tuncay Özilhan'la görüştükten sonra basın mensuplarına şu açıklamayı yaptı: İyi Hava Yakalanmıştı "Burada neler yapılabileceğine dair insanlarla görüşmeler yapıyorum. İlk ziyaretim TÜSİAD'a oldu. Çok başarılı bir görüşme yaptık. Türk ekonomisinin büyümesinin koşullarını ve şu andakinden daha iyi bir duruma nasıl geçilebileceğini konuştuk." Krueger, bu açıklamanın ardından Bankalar Birliği'ne geçti. Tuncay Özilhan da Krueger'le yaptıkları görüşmenin olumlu geçtiğini belirterek, şunları söyledi: "Seçimden sonra iyi bir hava yakalandığını fakat bu hükümetin karşısına AB, Kıbrıs, Irak gibi problemlerin çıktığını görüştük. Krueger'e, Irak konusunda Türkiye ekonomisinin zarar göreceğini belirttik. O da bunu göz önünde bulunduracaklarını, hatta bir desteğin de söz konusu olabileceğini söyledi. Dördüncü gözden geçirme olacak. Tabii bu başarılı olarak atlatıldıktan sonra makro dengelerin yerine daha iyi oturacağını konuştuk." Tenkit Etmemiz Normal Özilhan, gazetecilerin "Mali disiplin konusunu görüştünüz mü?" sorusuna şu yanıtı verdi: "Geçen günkü enflasyon ve büyüme konferansındaki görüşlerimizi kendisine ilettik. Tabii bu hükümetin başarısı, Türkiye'nin başarısı olacaktır. Biz hükümete de bu yönde tenkit ve tavsiyeler yaptık. Hükümetin de bunları yapıcı olarak algıladığını biliyorum. Hepimiz Türkiye'nin bir an evvel büyüme yoluna girmesini ve yüzde 5'lik büyüme ile yüzde 20 enflasyon hedeflerinin tutmasını istiyoruz. Sağlıklı bir 2003 geçirmek istiyoruz." Özilhan, kaynakla ilgili görüşme olup olmadığının sorulması üzerine bunu konuşmadıklarını belirtti ve Krueger'in görüşmede daha çok kendilerini dinlediğini söyledi. Krueger daha sonra Bankalar Birliği ile görüştü. Görüşmeden sonra açıklama yapılmadı. IMF'ye Programa Bağlılık Taahhütü IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger, hükümetten, enflasyon ve programa bağlılık konusundaki niyetlerini eyleme dönüştürmesini istedi. Temaslarının ardından yazılı bir açıklama yapan Krueger, "Hayata geçirilebilir bir mali pozisyon, güçlü bir bankacılık sistemi ve iş ortamının iyileştirilmesini garantilemek için, daha ileri adımlar atması gerekiyor" ifadesini kullandı. Ankara'da temaslarda bulunan Anne Krueger bir yazılı açıklama yaparak değerlendirmelerde buludu. Hükümetin, enflasyonu düşürme, borçları azaltma, hızlı, istikrarlı büyüme ile yüzde 6.5'lik kamu sektörü faiz dışı fazlası taahhüdünü kendilerine bildirdiğine işaret eden Krueger, açıklamada şöyle dedi: "Hükümetin 2003 yılı için yüzde 5 oranında büyüme ve yüzde 20'lik enflasyon hedefi de yapılabilir, fakat programa sıkı sıkıya uymayı gerektiriyor. Başbakan Gül, ekibi ve ben, hükümetin görevinin artık iyi niyetleri eyleme dönüştürmek olduğu konusunda mutabıkız." Krueger, bütçe önlemleri ve 2003 yılı özelleştirme programını ise bu konuda yararlı başlangıç adımları olarak niteledi. Krueger, Güçlü ekonomi politikalarının süratle formüle edilip uygulanması ile Türk vatandaşlarının tümünün yaşam standardının yükseltilmesinin temelinin atılacağını söyledi. Krueger yazılı açıklamada, "Hükümet, somut politika planlarını daha fazla açıklığa kavuşturur kavuşturmaz, 2003 yılı bütçesi ve programda anahtar olan diğer konuları görüşmek üzere, bir IMF heyeti göndermeye hazırız." dedi. Siyasi İma Yok... IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger, Gül ile görüşmesinin ardından Devlet Bakanı Ali Babacan ve ekonomi bürokratları ile bir araya geldi. Krueger, görüşmelerine ilişkin yazılı açıklamasında yer alan "Hükümetin somut politika planlarını açıklığa kavuşturmasını bekliyoruz" ifadelerine açıklık getirdi. Krueger, politika planları ifadesi ile tamamen ekonomik programda yazılı olan düzenlemelere işaret ettiklerini belirterek "Hükümetten herhangi bir politik karar beklemiyoruz" dedi. Devlet Bakanı Ali Babacan da, seçimler öncesinde açıkladıkları ekonomi politikalarını kararlılıkla uygulamayı sürdüreceklerini söyledi. Babacan ekonomi yönetimi olarak IMF'ye sunulmak üzere yeni bir niyet mektubu üzerinde çalıştıklarını söyledi. Babacan, IMF görüşmelerinde Irak'a yönelik gelişmelerin hiçbir şekilde gündeme gelmediğini belirtti. Babacan, 2003 yılı bütçesine ilişkin çalışmaların da sürdüğünü belirterek bunların son aşamaya geldiği noktada IMF'den teknik bir heyetin 4. Gözden Geçirme'nin tamamlanması için çağrılacağını vurguladı. Güven Ortamı Sağlanamadı Enflasyonu daha da düşürmek için kalıcı güven ortamının gerekli olduğunu belirten Merkez Bankası Başkanı, hükümetten kamu disiplininin gevşetilmemesini istedi. Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, gevşemiş olan kamu disiplininin düzeltilmemesinin 2003 enflasyon hedefini tehlikeye sokacağı uyarısında bulundu. Yasa gereğince yılda iki kez Bakanlar Kurulu'na bilgi veren Serdengeçti, ilk sunumunu dün gerçekleştirdi. "Rehavete Kapılmayın" Serdengeçti, Bakanlar Kurulu'nda yaptığı sunumda, bu yıl enflasyonda yüzde 20 olarak öngörülen hedefin tutturulabilmesi için hükümetin "rehavete" kapılmaması, kamu zamlarını program dışında KİT açıklarını kapatmak için sürdürmemesi, bozulmuş kamu maliyesini düzeltmesi uyarılarında bulundu. 2002 bütçe gerçekleşmelerinde yaşanan sorunların 2003 bütçesinde çözüme kavuşturulmamasının enflasyon hedefi için risk olduğunu vurgulayan Serdengeçti, gelir artırıcı önlemler alınması ve politikalarda eşgüdüm eksikliğinin giderilmesi uyarısında bulundu. Serdengeçti, sosyal güvenliğin bütçeye yükünün azaltılması için önlem alınmasını istedi. Fiyatlama ve vergi politikalarının kamu kesiminin finansman ihtiyaçları doğrultusunda oluşturulmasının da enflasyon açısından risk olacağını kaydeden Serdengeçti, diğer riskleri de şöyle sıraladı: "Yeterli güven ortamının halâ sağlanamaması, geçmiş enflasyona endeksli fiyatlama davranışlarının sürmesi, gıda, tarım fiyatlarındaki gerileme eğiliminin tersine dönmesi iç talep artışının özel kesimi fiyat artışına yönlendirmesi, Irak'a harekât düzenlenmesi sonucu petrol, enerji fiyatlarında kontrol edilemeyecek ani yükselişler gibi dışsal şoklar." Kamu maliyesinin yeniden bozulma riskinin kamu zamlarına neden olma olasılığının enflasyon hedeflemesine geçişi geciktirdiğini kaydeden Serdengeçti, 2003 kamu maliyesi uygulamalarının belirlenmesi sonrasında hedeflemeye geçişi öngördüklerini bildirdi. Euro İçin AB Şartı Serdengeçti, AB'ye üye olmadan tek taraflı olarak euroya geçmenin de mümkün olmadığını vurguladı. 2002 cari işlemler dengesinin dengeye çok yakın bir değerde gerçekleşeceğini tahmin eden Serdengeçti, "2003'te ise 1.9 milyar dolar açık öngörülüyor" dedi. Serdengeçti, kurun seviyesinin herhangi bir kesime göre ayarlanmasının söz konusu olmadığını da sözlerine ekledi. Ekonomi Haberleri Yazan: Sertan KARGIN Makroekonomiye Bakış Enflasyon Son 30 yıldır ilk kez, enflasyon gerçekleşmesi, program tahminlerinden daha düşük oldu. Hatırlanacağı üzere, 57. Hükümet zamanında, 2002 enflasyonu TEFE'de %31, TÜFE'de ise %35 seviyesinde programlanmış; enflasyonda olumlu gidişat dikkate alınarak, Eylül ayında, TÜFE hedefi %30 seviyesine revize edilmişti. 2002 sonunda TEFE %30.8, TÜFE'nin de %29.7 seviyelerinde gerçekleşti. Döviz kurundaki stabilite ile birlikte, iç talebin de enflasyondaki düşüşte etkin rol oynadığını gözlemlemekteyiz. Bu noktada, 2000-2002 karşılaştırması, iç talebin enflasyon üzerindeki etkisine ışık tutmaktadır. 2000 yılında uygulanan kur bazlı stabilizasyon programında 1 Dolar + 0.77 Euro'dan oluşan döviz sepeti %20 artmıştı. Eski sepet değerleri bazında 2002'deki kur artışı ise %21.9'dur. Kur artışları hemen hemen aynı kalırken, 2000 yılında %39 olan TÜFE artışı, yaklaşık 10 puanlık bir düşüşle 2002'de %29.7 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu noktada, enflasyonun ikinci büyük bileşeni olan iç talep, hemen hemen aynı döviz kuru artış seviyesinde gerçekleşen söz konusu sapmayı açıklamaktadır. 2000'de %10 dolayında gerçekleşen toplam iç talep büyümesinin, 2002 yılının ilk dokuz ayı itibarı ile ortalama %5 dolayında daralma göstermesi, TÜFE'deki hızlı düşüşte etkili olmuştur. Enflasyondaki düşüş baz yıl etkisinden dolayı Ocak ayında da devam edecek gibi görünmektedir. Ocak ayında, TEFE'nin %29.5, TÜFE'nin ise %26.7 dolayında gerilemesi muhtemel görünmektedir. Ancak, bu seviyelerden sonra enflasyonu %20 seviyesine çekmek hiçte kolay olmayacaktır. Zira, zorlu dış koşullar, döviz kurundaki stabiliteyi 2003 yılında da koruyacak "döviz akımlarının" sağlanmasına yönelik ciddi soru işaretleri ortaya koyarken, Irak krizi petrol fiyatlarında bir sıçramalara yol açabilir. Kaldı ki, emekli zamları gibi 2003 yılı bütçesine ek yük (3 katrilyon Lira) getirecek uygulamalar sıkı maliye politikaları ile çelişmektedir. Öte yandan, 4. ve 5. gözden geçirmelerde ön koşul olan bazı yapısal kriterlerin de yerine getirilmemiş olması, olumsuz bekleyişlere yol açarak kur ve faizler üzerinde gerilme yaratabilir. Şurası unutulmamalıdır ki, 2000'deki dezenflasyon programında döviz kurunun üstlendiği "halka mesaj verme" görevini artık faiz dışı bütçe dengesi yerine getirmektedir. Büyüme 2001 yılında %9.4 oranında küçülen GSMH, 2002 yılının ilk dokuz ayında, %6.2 oranında büyüme göstermiştir. Yeniden sermayelendirme sürecinin tamamlanmasının ardından "Mali Kuruluşlardaki" daralmanın %9'lardan %3.2 seviyesine gerilemesi ümit vericidir. Ancak detaya bakıldığında, yüksek büyüme hızının temelde, baz yıl etkisinden, kamu harcamalarındaki reel artıştan, ihracat ve sanayi sektöründe canlı kalmaya devam eden stok yenileme talebinden kaynaklandığı gözlenmektedir. Büyümenin nasıl finanse edildiğine gelince: Bankacılık sistemi kredileri ilk dokuz ayda 35.7 katrilyon Lira ile yılbaşındaki seviyesinde kalmıştır. Ancak bankaların geçmiş dönemlerde tahsili gecikmiş hale gelen kredilere ayırdıkları karşılıklar (6 katrilyon Lira dolayında) ve ilk dokuz ayda tasfiye olan kredilerdeki artışı da dikkate aldığımızda kredi stokunda az da olsa reel bir artış var (%2 civarında). Hazine ilk dokuz ayda borçlandığı paranın %23'ünü (14.7 milyar Dolar) sistemde bıraktı. Buna karşılık sistemdeki likidite fazlası ilk dokuz ayda sadece 3 milyar Dolarlık artışla 1.3 milyar Dolardan 4.6 milyar Dolara yükseldi. (Kamu bankaları ve TSMF dahil) Mevduat faiz oranının ilk dokuz ayda ortalama 45-50% seviyesinde olmasına rağmen TL mevduattaki artış sadece %16 seviyesinde kalmıştır. Bu da büyümenin motoru konumunda olan sanayi üretiminde mevduatın kullanıldığına işaret etmektedir. Kapasite kullanım oranının %80-77 aralığında seyretmesi, buna paralel sanayi üretim artışının %7-8 aralığında kalmaya devam etmesi, ihracattaki yüksek performansın sürmesi ve bankacılık sisteminde artan kar rakamları, GSMH artışının 2002 sonunda %6.5 seviyesine ulaşacağına işaret etmektedir. Ancak sürdürülebilirliğe ilişkin soru işaretleri bulunmaktadır. IMF'den 2003 yılında mevcudun dışında (2.6 milyar Dolar) bir dış kaynak gelmeyeceğinden hareketle, program parametreleri altında, Hazine'nin rollover oranı en az %95 seviyesinde (GB tahmini) hesaplanmaktadır. Bu da rollover oranının en az 14 puan yükselmesi demektedir. Yani, IMF'den gelen kredinin azalmasının bir sonucu olarak, kamunun iç piyasadan kaynak talebi yükselebilecektir. Bu noktada, mali sistemin büyütülmesi gerekmektedir. Ancak, bankacılık sisteminde kredi stok büyüklüğü (GSMH'nın %13 ü civarında) ve özel kesime açılan krediler (toplam mevduatın %28'i dolayında), sürdürülebilir büyüme açısından cesaret verici görünmemektedir. Ayrıca, ters para ikamesi hedeflenen oranlarda sağlanamadı. Mevduatın %57'si DTH olarak tutulmaktadır. Bu nedenle, para yaratımında hızlanma olamamaktadır. Şu anda uygulanan para çapası (para tabanı hedeflemesi ve beklenen enflasyonla uyumlu nominal faiz politikası) enflasyon ataletinde yapısal bir kırılma sağlamış değildir. Son olarak, kamu harcamalarındaki büyüme, hedeflerden sapmalar, siyasetteki belirsizlik, dolarizasyon, dalgalanan kur sisteminde geriye dönük endekslemenin zayıflamasına engel olmaktadır. Dış Ticaret - Cari Denge 2001 yılı, Ocak-Eylül döneminde ihracat 23 milyar Dolar civarında iken, 2002'nin aynı döneminde %8.4'lük artışla 24.9 milyar Dolar dolayına ulaşmış bulunmaktadır. İthalat ise %12.8'lik artışla sırasıyla 31 milyar Dolardan 35 milyar Dolara çıkmıştır. Bununla birlikte ithalatın ihracatı karşılama oranı 2001 yılının Ocak-Eylül döneminde %74.2 iken, 2002'nin aynı döneminde %71.3 oranına gerilemiştir. Bu durum, 2001 yılındaki kriz ortamı nedeni ile yatırım kararlarını ertelenmesinden kaynaklanmıştır. Söz konusu kesimlerin yatırım kararlarını hayata geçirmeleri, ithalatta artışa neden olmuştur. Söz konusu trendin devam edecek gibi bir görüntü çizmesi, yıl sonu itibarı ile 32 milyar Dolar seviyesinden hedeflenen ihracatın (cif, bavul ticareti hariç) 34 milyar Dolara, 45 milyar Dolar seviyesinde planlanan ithalatın ise 47 milyar Dolara yaklaşması olası görünmektedir. 4.1 milyar Dolara ulaşacağı tahmin edilen bavul ticaret gelirleri ile toplam ihracat (FOB) rakamının 39 milyar Dolara yaklaşacağı düşünülmektedir. Turizmdeki olumlu gelişmelerin etkisiyle, 2002 yılında cari işlemlerin dengede kalması muhtemeldir. Kamu Maliyesi Vergi geliri yıl sonunda 59.2 katrilyon Lira ile hedefi (57.9 katrilyon Lira) aşmış olacak. Ancak, GSMH'daki nominal büyümenin, yıllık nominal büyüme hedefini (%54) 6 puan kadar aşacak gibi bir görüntü çizmesine rağmen, vergi gelirlerindeki yıllık nominal artış, hedefi ancak 2.2 puan aşacak gibi görünmektedir. Oysa, vergi tahsilatında 2000 ve 2001'deki performans sergilense idi, gerçekleşen vergi gelir artışı, hedeflenen artış düzeyini 7.8 puan üzerinde olabilecekti (ki bu da vergilerinin 59.2 katrilyon Lira yerine, 62.4 katrilyon Lira olması gerektiğine işaret eder). Bütçe ile bir diğer önemli nokta ise faiz giderlerindeki sapmadır. Döviz kurunun gerilemesi neticesinde dış borç faiz ödemelerinde sağlanan 1 katrilyon Liralık tasarrufa rağmen, toplam faizi yükü hedefi (42.8 katrilyon Lira) 9.3 katrilyon Lira aşarak 52.1 katrilyon Lira'ya ulaşacak. Faiz dışı fazladaki sapma hariç, diğer borç dinamiklerinin (büyüme, kur, faiz) program parametrelerinde çok da iyi bir performans sergilemesine rağmen, iç borç faiz ödemelerinde gerçekleşen 10 katrilyon Liralık sapma düşündürücüdür. Faiz dışı fazla rakamı, Maliye Bakanlığının hedeflediği 15.9 katrilyon Liranın oldukça altında kalacaktır. Tahminlere göre faiz fışı fazlada 14.1 katrilyon Lira ile 1.8 katrilyon Liralık bir sapma meydana gelecek gibi görünmektedir. Asıl önemli nokta, IMF tanımlı faiz dışı fazla seviyesidir. IMF tanımında GSMH'nın %5.4'ü seviyesinde (15.2 katrilyon Lira) olması beklenen konsolide bütçe faiz dışı fazla seviyesi, en az 5.5 katrilyon Liralık sapma ile 9.5 katrilyon Lira dolayında gerçekleşecek gibi bir görüntü çizmektedir. Bu da GSMH'nın %3.4'üne denk gelmektedir. (GSMH'nın %2 si kadarlık sapma) Bütçe dışı kalan kamu kesimi ile birlikte GSMH'nın %6.5'i seviyesinde belirlenen ve performans kriteri olarak tanımlanan faiz dışı fazla düzeyinde ise en iyi ihtimalle GSMH'nin %2.5 civarında bir sapma olacak gibi görünmektedir. 2003 yılında IMF tanımlı faiz dışı fazla hedefinin tutabilmesi için %110'luk bir artışa ulaşılması gerekmektedir. Bu da mümkün görünmemektedir. En iyi koşullar altında, kamu ve TSMF bankalarının likidite durumunu bozmayacak ve ayrıca Hazine'nin nakit dengesini sarmayacak piyasa rollover oranı 117.4% seviyesinde görünmektedir. Bu da 2002'deki 101.8% lik seviyenin bir hayli üzerindedir. Bankacılık sistemindeki mevcut karlılık ve büyüme potansiyeli, böyle bir rollover rasyosunun taşınabilir kılmaktan uzak görünmektedir. Piyasalar Kamu finansmanındaki bozulma ve büyümede programın üzerindeki artışa rağmen, Türkiye'nin döviz dengesinde bir sorun yok gibi görünmektedir. Cari denge yıl sonu itibarı ile en fazla 1.3 milyar Dolar seviyesinde açık verebilir. Bu açıdan bakıldığında, mevcut reel kur seviyelerinde, GSMH'nın %0.7 si civarında görünen cari denge açığının yönetilebilirliğinde sorun görünmemektedir. Ayrıca, reel ücret seviyesindeki düşüşün getirdiği verimlilik artışının önemli bir katkısı mevcuttur. Ancak, reel ücretlerdeki erime durduğunda, uzun vadeli ve düşük maliyetli yoğun dış kaynak girişi olmadığı sürece, mevcut reel kur seviyeleri ile benzer büyüme hızı ve cari denge açığını sürdürmek olası görünmemektedir. Piyasalara bakıldığında, gerek kur ve gerekse faizdeki mevcut denge seviyelerini ciddi oranda değiştirecek bir içsel itici güce rastlanılmamaktadır. Kurda dalgalanma yaratabilecek en önemli faktör Irak krizidir. Satın alma gücü paritesi ve faiz oranı paritesi açısından bakıldığında döviz kurunun mevcut seviyesi, Lira ne bir aşırı değerlenmeye ne de bir aşırı değer kaybına işaret etmemektedir. O/N faiz ile desteklenen Para Tabanı çapası, dış şokların kısmen de olsa piyasa faizleri tarafından absorbe edilmesine olanak sağlamaktadır. Şu an itibarı ile, mevcut para politikası Irak krizinin olumsuz yansımalarını piyasa faizleri ile emilmesine imkan tanımıştır. Bir miktar daha marj bulunmaktadır. Krizden, O/N faizler bir süre enflasyon hedefi ile uyumlu seviyelere gerilemeyebilir. Önümüzdeki birkaç ay durağanlık kazanabilir veya çok yavaş düşürülebilir. Kültür Sanat Bee Gees'den Maurice Gibb Öldü 1970'lerin ünlü gruplarından Bee Gees'in üyesi Maurice Gibb, 53 yaşında Miami'de öldü. Ailesi tarafından Londra'da yapılan açıklamada, Gibb'in Miami'deki evinde 4 gün önce rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldığı ve bağırsak ameliyatı sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybettiği belirtildi. Açıklamada, "Maurice Gibb'in bu sabah hayatını kaybettiğini bildirmekten büyük üzüntü duyuyoruz. Yaşam sevinci, coşkusu ve enerjisi hepimiz için örnek teşkil ediyor. Onu çok özleyeceğiz" denildi. Gibb kardeşlerden Barry 1946'da, Maurice ve Robin adlı ikizler ise 22 Aralık 1949'da İngiltere'de doğdu. Bir müzik grubunda çalan babaları ve şarkıcı anneleri, oğullarını müzik yapmaya teşvik etti ve üç kardeş, 1958'de Avustralya'nın Brisbane kentinde Bee Gees'i kurdu. Grup, 1977'de Saturday Night Fever - Cumartesi Gecesi Ateşi filmine yaptığı müzikle büyük başarı elde etti. Grubun özellikle Staying Alive, How Deep Is Your Love ve Tragedy parçaları müzik listelerinde üst sıralara yükseldi. 7 kez Grammy ödülünün sahibi olan Bee Gees, son albümü This Is Where I Came In'i 2001'de piyasaya sürmüştü. Tüm Zamanların En İyi Albümleri İngiltere'de yayımlanan müzik dergisi Q, Ocak sayısında yine okuyucularına sorarak Tüm Zamanların En İyi 100 Albümü Listesi'ni hazırladı. Her ne kadar liste tüm zamanlar için düşünülmüş olsa da doğal olarak 100 albüm arasında son birkaç yıl içinde çıkmış olanların büyük ağırlığı var. Örneğin Eminem Beatles ile yarışıyor. İkisinin de üçer albümü var listede. Rolling Stones'in 2, Radiohead'ın ise 3 albümü sıralamaya girmiş. 1. Nirvana/Nevermind 1991 Bu albüm çıktığında popüler rock ile underground rock arasında belirgin bir sınır vardı. Nirvana grubunun Nevermind albümü çıktığı anda Michael Jackson'ın Dangerous albümünü en çok satanlar listesinde birinci sıradan indirdi. Nevermind, underground rock'u su yüzüne çıkaran ilk albüm oldu. 2. Radiohead OK Computer 1977 OK Computer albümü sayesinde Radiohead grubuna yeni Pink Floyd denilmeye başlandı. Rapsodi tarzı suitlerden avangard rock'a ve baladlara uzanan albümü Q dergisinin okuyucularından biri şöyle tarif etmiş: "Bir çikolata nehrinde yüzerken lokum gemisine çarpmak gibi..." 3. The Beatles Revolver 1966 McCartney'in şarkıcılık yeteneği zirvedeydi. Revolver'den sonra İngiliz popunda parçaların arka fonunda gitar-sitar kullanmak kural haline geldi. 4. Radiohead The Bends 1995 The Bends'in hazırlıkları çok kötü gitmişti. Grup iki ay boyunca neyi nasıl söyleriz, çalarız diye uzun tartışmalar yaptı. Sonunda prodüktör hepsini zorla stüdyoya sokup müziği kaydetti. O sırada Radiohead'a ikinci bir U2 gibi bakılıyordu, ama bu albümle kendi yollarını çizdiler. 5. Eminem The Marshall Mathers LP 2000 Bu albüme kadar Eminem'i herkes beyaz hip hop'cu, eşcinsel ve kadın düşmanı, küfürbaz olarak tanıyordu yalnızca. Bu albümde bundan biraz daha derin bir felsefe ortaya çıktı. Eminem "benim müziğim dünyada olup biten şeylerle ilgili" diye açıkladı durumu. Hip hop konusunda kalıcı bir albüm bulmak çok zor, bu da onlardan biri. Q dergisi bir süre önce bu kez kendi kaynaklarına başvurup araştırarak bugün müzik dünyasında kimlerin borusu ötüyor, ortaya çıkardı ve bir sıralama yaptı. İşte müziğin devleri: 1. Bono 2. Doug Morris 3. Eminem 4. L Lowry Mays 5. Kurt Cobain 6. Thom Yorke 7. Lyor Cohen 8. Cuve Calder 9. Paul McCartney ve Yoko Ono 10. Simon Fuller Boston'lu Siyah Kızın Dönüşü Müzikte ışıltı ve abartıyla geçen 80'li yılların sonuna doğru Boston'lu siyah bir genç kız gökten zembille inmişçesine üne konuştu. Yıl 1988'de ve kendi adını taşıyan ilk albümünü yayınlayan kısa, rasta saçlı, gamzeli Tracy Chapman, Fast Car şarkısının videosunda elinde gitarı, mütevazı bir görünüm sergiliyordu. Dönemin kabarık saçlar, ağır makyajlar ve kötü şarkılar üçgeninde boğulmuş müzik dinleyicisi, bu sadelik karşısında çölde vaha bulmuş gibi oldu. Fast Car'ın yanı sıra For My Lover, Baby Can I Hold U gibi nitelikli şarkılar barındıran albümün geneli o kadar huzur vericiydi ki, çoğumuz şarkıcının müziğinin ve şarkı sözlerinin büyüsüne kapılmaktan kendini alamadı. Bir şekilde kaçıp gitme eylemine meyilli olan herkes için hızlı bir otomobil alıp, gaza basıp gitmek, son derece cazipti. Chapman'ın başarısı her ne kadar bir gecede gelmiş gibi görünse de aslında arkasında yoğun bir emek yatıyordu. Şarkıcı ilkin, çocukluğundan itibaren ilgi duyduğu müzikte kendisini ukulele ve piyano gibi enstrümanlarla ifade etmeye çalıştı. Ama hiç birine akustik gitarına olduğu kadar tutkuyla bağlanmadı. Hatta lise yıllığında arkadaşları onun için "ileride gitarıyla evlenecek gibi görünüyor" diye yazdılar. İlk albümünü çıkarıncaya kadar folk kulüplerinde çalan Chapman'ın keşfedilmesini 80'li yılların sonundaki kadın ozanlar akımı tetikledi. Şarkıcının adı böylece o dönem art arda albüm çıkaran Susanna Vega, Tanita Tikaram, Julia Fortham gibi saygın kadın müzisyenlerin yanında anıldı. İkinci albüm Crossroads, Tracy Chapman'ın devamı gibiydi. Ama şarkıcı özgürlüğünden gene taviz vermemişti. Crossroads'u Bang Bang Bang ve I Used To Be A Sailor ile dikkat çeken Matters Of The Heart (1992) takip etti. Chapman, New Beginning (1995) ve telling Stories (2000) de belli bir düzeyin altına düşmemeyi başardı. New Beginning'de yer alan Give me One Reason müzik listelerinde de başarıya ulaştı ve çok sevildi. Boston Tufts Üniversitesinde Afrika kültürü ve antropolojisi eğitimi alan Chapman, müziğin yanı sıra pek çok sosyal yardım faaliyetinde yer aldı. Uluslararası Af Örgütü yararına çok sayıda konsere katıldı. Ayrıca Malcom X filminin sonunda kısacık bir rol üstlenerek siyahların hakları konusundaki duyarlılığını beyaz perdeye yansıttı. Şarkıcı, yeni çalışması Let It Rain ile de düzeyini korumayı sürdürüyor. Albümün yapımcılığını PJ Harvey ile yaptığı çalışmalardan tanıdığımız John Parish ile birlikte üstlenmiş Chapman su gibi akıp giden albümünde gosper havalarıyla köklerine selam vermeyi unutmamış. Albümde isim parçası let It Rain başta olmak üzere You're The One ve Happy dikkati çekiyor. Özellikle You're The One'ın sözleri sevdiklerini ısrarla değiştirmeye çalışanlara ibret olacak nitelikte. Hollywood'un Harcanan Kızları Jennifer Jason Leigh, Juliette Lewis, Robin Wright Penn; üçü de genç, güzel ve çok yetenekli artistler. Ama Hollywood onlara hak ettikleri ilgiyi göstermiyor. Rolün büyüğü küçüğü olmaz, tamam ama bazı artistler de ilgiyi hak eder. Brooklyn'den son çıkış'ın, Mrs. And The Vicious Circle'in başrollerindeki müthiş performanslarıyla hayranlık uyandıran Jennifer Jason Leigh bunlardan biri. Çıtı pıtı artist Azap Yolu'nda Tom Hanks'in üç cümle konuşan karısı rolünde bir görünüp kayboldu. Leigh'i daha sık izleyebilsek şikayet etmeyeceğiz ama Cronenberg'in Existence/Varoluş'undan beri yüzüne hasret kaldık. Alan Cummings ile birlikte yönettiği The Anniversary/parti doğum günü partisini de satın alan çıkmadı. 1962 doğumlu Leigh 26 yaşına dek televizyon yapımlarında rol aldı. Fast Times At Ridgemont High ve Uli Edel'in Last Exit From Brooklyn'den Son Çıkış'ında alkol duvarını aşan Tralala ile yıldız olmayan iyi artistler kategorisine dahil edildi. Duygu Seli/Rush, Single White Female/Bekar Beyaz Bayan Aranıyor Short Cuts/Sosyeteden İnsan Manzaraları, Hudsucher Proxy/Bir Şirket komedisi filmlerindeki başarıları birbirini izledi. Sarışın olmaması bir dezavantaj sayılabilir tabii. Ama Sandra Bullock'un bile yıldız olduğu bir piyasada Leigh'in bu kariyerle ikinci planda kalması nasıl kabul edilir? Henüz otuzuna gelmemiş olan Juliette Lewis biraz daha şanslı. Televizyon dizileri ile dikkat çekip Korku Burnu/Cape Fear'de Robert de Niro ile karşılıklı sahnelerde kendini gösterdi. Woody Allen'ın karılar ve Kocalar, Tony Scott'un California, Lasse Hallstörm'ün What's Eating Gilbert Grape?/Gilbert Grape ne Yiyor?, Oliver Stone'un Natural Born Killers/Katil Doğanlar, Kathryn Bigelow'un Strange Days/2000'de Tuhaf Günler'inden sonra beklenen sıçrayışı yapamadı. The other Sister/Diğer Kız Kardeş adlı muhafazakar aile filminde zihinsel engelli bir burjuva kızı rolünde aşık olup yuva kurdu! Kendi gibi ihmal edilmiş yetenekli kadın oyuncular Judy Davis, Marcia Gay Harden ve Lily Taylor ile başrolü paylaştığı Susan Seidelman'ın yönettiği Gaudi Afternoon'unda çok başarılı oldu. Ama böyle bağımsız yapımları bir iki küçük dağıtımcı almaz, festivaller programlarına seçmezse göremeyiz ne yazık ki! Ancak yapım aşamasındaki bütün projelerinde hala gösterimde bulunan Yeter/Enough'taki gibi yardımcı rollerde görünüyor. Sarışın ve su gibi güzel olmanın da kurtarmadığı yetenekler var: Robin Wright Penn bunlardan biri. İyi filmlerde kocası Sean Penn'in oynadığı ve yönettiği filmlerde yardımcı rollerden kurtulamayacak gibi. Rob Reiner'in peri masalı Prenses Gelin/The Princess Bride'ında 21 yaşında masum yüzüyle dikkat çeken Robin Wright, sanat yönü de üstün olmayan bağımsız filmlerde rol aldığı için hep gözden kaçtı. Bu arada evlendiği Sean Penn'in gölgesinde kaldı. Forest Gump onun için bir dönüm noktası olabilirdi. Ama nitelikli yapımları şöhrete tercih etti. Değeri bilinmeyen bir Daniel Defoe uyarlaması olan Moll Flanders'ında ve Nick Cassavetes'in She's So Lovely/O Çok Sevimli'si Robin Wright'ı izlemeye doyamadığımız iki filmdi. Hollywood Lewis ve leigh gibi Wright'a da yaramıyor. Kevin Coster ile iç bayıltan drama Message In a Bottle'da başrol paylaşmasa da olurdu! Gelecek sezonda onu Mel Gibson'ın da rol aldığı The Singing Detective adlı müzikal komedide izlemeden önce Beyaz Zakkum/White Olender'deki kısa ama etkili star rolü ile beğendik. Tori Bir Gün Amerika'da Tori Amos kelimelerini toplamış ve ABD'yi baştan başa Scarlet kimliği altında dolaşmaya karar vermiş. Bu yolun adı Scarlet's Walk: Bu günlerde yayınlanan Amos'un yeni albümü. Tori Amos'un net bir biçimde en azından müzikal kariyerinden anlayabildiğimiz kadarıyla Amerika ile bir problemi var. Onu en büyük şöhrete taşıyan ve şimdilik en iyi albümü olma etiketini koruyan Under The Pink'in açılış şarkısında size Amerika ile ilgili bir şey anlatayım demiş ve sözü yarım bırakmıştı. Yıllar içinde Jackie Kennedy'nin evliliğinden Betty Davis'in gözlerine kadar bu alanda söyleyecek çok sözü olduğuna dair işaretler geldi. Nihayet, kelimelerini toplamış ve en sonunda Amerika'yı bir baştan bir baia Scarlet diye bir kimlik altında dolaşmaya karar vermiş. Scarlet's Walk Tory Amos'un yeni albümünün adı (Kasım 2002). Aynı zamanda Sony ile anlaşmasının da ilk ürünü. Atlantic ile çalıştığı yıllar boyunca yaptığı albümlerden sonra sürekli olarak yöneticilerin şikayetini dinleyen her yeni çalışmasında bir öncekini arayan patronlarına karşı öfke duyuyordu Amos. En sonunda "alın size Eminem" diyerek kapıyı vurup çıktığını anlatıyor son röportajında. Yeni işbirliği hayırlı olmuşa benziyor. Scarlet's Walk sözleri ile büyük bir takipçisi oluşan şarkıcının Under The Pink ve Little Earthquakes albümleri arasında bir yere oturuyor. Under The Pink'de tutan formüllerin bire bir uyarlaması bile var. Ama bu albümü bir kendi kendini taklit hissinden çok özlediğimiz Tori seviyesine çekiyor. Mümkün olduğu kadar narin ve yumuşak melodiler yer yer keskin eleştirilerle güçlenen bir albüm Scarlet's Walk. Elektronik müziğe beliren ilgisinden belli ki sıkılmış. Kendisinden bekleneni vermeye çalışmış. Crazy şarkısındaki "önce dinini bir üzerinden çıkaralım" cümlesi yıllar içinde inşa ettiği Anti-Hıristiyanlık serisine direk bir gönderme olamaz mı? A Short Fairytale bu albümünden yayınlanan ilk single ve adına yakışır masalsı havasına rağmen albümün en iyisi değil. Çok daha iddialı şarkılardan beslenmiş Scarlet's Walk ve ne demek istediği zaman içinde daha net anlaşılacak. Bu arada açılış parçası Amber's Wave de P. T. Anderson'un Boogie Nights filminden esinlenerek yazılmış. Scarlet's Walk'un Amerika dışındaki dinleyicileri için şöyle bir uzak taraf olabilir: Kültürel referansları deşifre etmek yer yer zorlaşabilir. Ya bir tarih kitabı, yahut bir sözlük Scarlet'in yürüyüşüne katılmayı kolaylaştıracak. Garanti’den Kültür Sanat Platform'da bu ayın programı... Garanti Galeri'de bu ayın programı... Osmanlı Bankası'nın Bankalar Caddesi'ndeki eski genel müdürlük binasında kurulan Osmanlı Bankası Müzesi, 19 Aralık 2002'de açıldı. Bankanın zengin arşivinden yararlanılarak, binada bulunan kasa dairelerinin içinde ve etrafında düzenlenen müze, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkez bankası, emisyon bankası ve hazinedarı olarak görev yapan Osmanlı Bankası'nın ve dönemin tarihine ışık tutuyor. Dünyanın sayılı finans tarihi müzeleri arasında yerini almayı hedefleyen müzenin kuruluş çalışmaları Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi tarafından yürütüldü. Müzenin projesi, Tarihbilimci Prof. Dr. Edhem Eldem, Mimar Prof. Dr. İhsan Bilgin ve Tasarımcı Bülent Erkmen'den oluşan ekibin koordinasyonunda 9 ay gibi kısa bir sürede hayata geçirildi. Her gün 10:00-18:00 saatleri arasında ziyaret edilebilen müzeye giriş, öğrenci, öğretmen ve 65 yaş üzeri ziyaretçileri için 1 YTL diğer ziyaretçiler için ise 3 YTL'dir. www.obmuze.com Portre Resme Ruh Veren Dahi: Balthus "Entelektüelizm, gerçekle doğru arasına giren demirden bir perdedir." "Modern sanatın tanımı nedir? Ya kötü resmin? Tanıdığım modern sanatçılar hiç de modern değillerdi aslında. Derain modern değildi. Braque da öyle, Giacometti de, Picasso da." Balthus'un ya da kendi tercih ettiği adıyla Kont Balthasar Klossowski de Rola'nın sözleri bunlar. Fransa'da doğup büyüyen Polonya asıllı Balthus, 1934'te Paris'teki sergisinden bu yana pek çok kez sanat dünyasını sarstı. Anıtsal Paris caddeleri tabloları, doğulu teknikle resmedilmiş Fransa ve İtalya'dan doğa manzaraları, çok ağır suçlamalara maruz kalan Rönesans üslubundaki genç, güzel kız tablolarının aralarında bulunduğu aşağı yukarı 300 yapıtı bulunuyor. Milyonlarca dolar ödeyerek bu yapıtlara sahip olan koleksiyoncuların arasında Agnellis, Goulandrises, Rothschild, Luce ve Whitney var. Balthus'un anne ve babası eskiden Prusya, bugün ise Polonya sınırları içinde yer alan bir şehirden 1903'te gelmişler Paris'e. Babası Polonya'nın asil bir ailesinden; annesi ise Sinegog'da koro şefliği yapan bir adamın kızı. Hem annesi hem de babası ressamdı Balthus'un. Babası aynı zamanda sanat tarihçisiydi. Annesi ise Balladine adıyla sergiler açıyordu. Balthus altı yaşındayken, 1. Dünya Savaşı çıkar ve pek çok Polonyalı aile gibi onlar da Fransa'yı terk etmek zorunda kalırlar. 1914'te Berlin'e taşınırlar. Babası burada çok başarılı bir sahne tasarımcısı olur. Baladine ise kocasını terkeder ve iki oğlunu da alarak Cenevre'ye gider. Balthus, bu dönemde bütün yaşamı boyunca yegane resmi eğitimi denebilecek iki senelik bir lise öğrenimi görür. Annesi Baladine'in, şair Rainer Maria Rilke ile birlikteliğinin başlangıcı Balthus'un yaşamında yeni bir dönem açar. Rilke 1925'te yazdığı "Narcisse" adlı şiiri Balthus'a ithaf eder. Balthus'da ona, ilk tablolarından biri olan Poussin'in "Echo and Narcissus" adlı eserinin kopyası olan tabloyu armağan eder. Balthus'un, zamanla Rilke'nin esas babası olduğunu iddia edecek kadar ileri gittiği olur. Rilke, Balthus'un 9 ile 11 yaşları arasında çizdiği 40 resmi içeren Mitsou adlı kitabın basılmasını sağar ve başına da kendisinin kaleme aldığı bir giriş yazısı koyar. Baladine'i ve oğullarını da yanına alan şair, yaz aylarını İsviçre Alpleri'nde geçirir. Bu aylar boyunca Balthus, Margrit Bay ile çalışma imkanı bulur. 1924'te Rilke, Balthus'un Paris'e, Andre Gide'in yanına giderek bir sanatçı olarak kendi kendine gerçekleştireceği eğitimi tamamlamasını önerir. Böylelikle Balthus, Paris'e geri döner. Sabahları bütün zamanını Louvre'daki yapıtların kopyalarını çizerek; akşamları ise derslere katılarak geçirir. 1926'da İtalya'ya gider ve resim çalışmalarını sürdürürken bulaşıkçılık yaparak, mobilya boyayarak geçimini sağlamaya çabalar. Daha sonra 15 ay Fransız ordusunda görevli olarak Cezayir'de askerlik yapar. Askerliğinin bitirdikten sonraki yazı Bern'de geçirir ve sonradan ilk eşi olacak Antoinette de Watteville ile burada tanışır. Antoinette'in resmini ilk kez 1930'da, ikinci kez ise 1932'de yapar. İki resim arasındaki üslup farkı ise olağanüstüdür. Birincisinde, Seurat ve Bonnard'ın hoş ve yumuşak üslubuna öykünürken, ikincisi çok daha sert, modern ama ilkel Balthus tarzının müjdecisidir. Balthus 1932'de Emily Bronte'nin Wuthering Heights'ını 14 tabloda resmeder. Balthus, avant-garde akımların, temsili figüratif resmi tümüyle yadsıdığı ve dışladığı bir dönemde bu tarza yepyeni bir soluk kazandırır. Herkesin ya gerçeküstücü ya da soyut resim yaptığı 1930'larda tek başına yeni, ayrı ve klasik yapıtlardan beslenen bir üslup geliştirir. 1934'te açtığı ilk sergisi sanat dünyasında büyük çalkantılar yaratır. Serginin ardından üç yıl yalnızca ısmarlama portre çalışmaları yapar. Bu portre çalışmaları arasında bulunan Derain'in, Miro ve kızının ve Marie-Laure de Noailles'in portreleri birer başyapıt niteliğindedir. Marie-Laure de Noailles, Balthus'a hemen her ortamda destek çıkar. Marquis de Sade'ın torunlarından biri olan Marie-Laure de Noailles, dönemin en ünlü patroniçelerinden ve sanat dostlarından biridir. Noailles çiftinin evlerinde Goya'nın, Rubens'in, Braque'ın ve Picasso'nun yapıtları bulunmaktadır. Çift daha sonra Balthus'un Wuthering Heights çalışmalarının tamamını satın alır. Balthus'un sanatına ilk avant-garde onay Picasso'dan gelir. Picasso 1937'de Balthus'un The Children (Çocuklar) adlı eserini satın alır. Aynı yıl Balthus, Antoinette ile evlenir ve bugün New York Metropolitan Müzesi'nde sergilenen The Mountain (Dağlar) adlı başyapıtının merkez figüründe model olarak kullandığı karısını düğün hediyesi olarak ölümsüzleştirir. Balthus'un Fransa dışındaki ilk sergisi 1938'de, New York'ta Pierre Matisse Galerisi'nde gerçekleşir. Serginin hemen ardından 2. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle Balthus yeniden askere alınır ve Alsace'da bir mayına basarak yaralanır. Terhisinden sonra da eşiyle İsviçre'de bir çiftliğe yerleşirler. Stanislas ve Thadee adlı iki oğulları dünyaya gelir. Oğullarının doğumundan sonra Klossowskiler, Cenevre'ye gelerek Lord Byron'un yaşamış olduğu ve Mary Shelley'nin Frankestein'ı yazdığı Villa Diodati'yi kiralarlar. "Byron ile düşlerimde sık sık söyleşirdik" diyerek anımsıyor o günleri ressam. Balthus ile Antoinette 1947'de ayrılırlar. Balthus Paris'e döner ve Antoinette de çocuklarla birlikte Lozan'a taşınır. Ayrılıklarının nedeni ise ilginçtir. Balthus, eşinin son derece zengin ailesinden para talep ederek Villa Diodati'yi satın almasına yardım etmelerini ister. Antoinette ise kendilerine Paris'te çok rahat bir daire sunmuş olan kuzeninin bu davranışı karşısında Balthus'un, 'bir burjuva mahallesinde yaşayamayacağını' söylemesine çok sinirlenir. Oğulları, sanatçı bir babayla yaşamanın zaman zaman çok güç olduğunu belirtiyorlar. "Çocukluğumuzda resim çizmemizi kesinlikle yasaklamıştı. Bir sıtma nöbeti esnasında eğer resim çizecek olursak parmaklarımızı keseceğini söylemişti. Çok da ciddiydi. Öylesine korkmuştuk ki resim derslerinde bile resim çizmiyorduk. Öğretmenlerimize babamızın Balthus olduğunu ve parmaklarımızı keseceğini söylediğimizde yüzlerindeki dehşet dolu ifade görülmeye değerdi." Balthus, 40 yaşına geldiğinde Derain, Giacometti, Artaud ile mevcut dostluğunu geliştirerek zamanının büyük bölümünü onlarla geçirmeye başlar. Bu sırada, kendisine modellik yapan, George Bataille'in kızı Laurence Bataille ile daha sonra da Picasso'nun da sevgilisi olmuş Dora Maar ile ilişkileri olur. 1962'de Kyoto'da tarihi bir tapınakta Balthus, Setsuko ile, yani son eşiyle karşılaşır. Balthus 54, Setsuko ise 19 yaşındadır. Bu genç kadın, yaşamının ikinci büyük aşkı olacaktır. O dönemde Balthus, Andre Malraux tarafından ilkin Roma'daki Villa Medici'ye, Fransız Akademisi'nin direktörü olarak gönderilmiş daha sonra da bir tür kültürel alışveriş için Japonya'ya gönderilmişti. "İlk karşılaştığımızda ne kadar büyük bir ressam olduğunu elbette bilmiyordum" diyor Setsuka. "Ama elinde tuttuğu kırmızı mendil çok hoşuma gitmişti. Arabada dönerken ilk kavgamızı etmiştik bile. Zorunlu eğitimin olmaması gerektiğini söylüyordu. O zaman, "ne kadar garip düşüncelerin var!" demiştim. Bugün ise tamamen onun gibi düşünüyorum." Setsuko çok kısa süre sonra Villa Medici'ye Balthus'un yanına yerleşir ve çift 1967'de Tokyo'da evlenirler. Balthus 2001 yılında ölene dek eşi Setsuko ile İsviçre'nin küçük bir kasabasında ülkedeki benzer yapıların arasında en büyüğü ve en otantiği sayılan Grand Chalet'de yaşadı. "Bugün sanatçıdan daha fazla müze var!" diyordu Balthus ve ekliyordu: "Düşüncenin nesneden daha önemli olduğunu savunan kavramsal sanat denen şeyi anlamıyorum. Önemli olan tek şey "iyi ve güzel"i yaratabilmektir. Ben entelektüelliğin tam zıttıyım. Bence entellektüelizm, gerçekle doğru arasına giren demirden bir perdedir". Bir Konu Bir Konuk Garanti Ödeme Sistemleri Genel Müdürü Mehmet Sezgin Garanti Bankası, Bonus Card üyesi 700 şirkete yönelik perakende, pazarlama konferans ve seminerleri vermek üzere Bonus Akademi'yi kurdu. 21 Ekim'de öğretim yılına başlayan Bonus Akademi'de, ilk konferansı pazarlama gurusu Jack Trout verdi. Bonus Akademi Programı'nı Garanti Ödeme Sistemleri Genel Müdürü Mehmet Sezgin'den dinliyoruz. Garanti Bankası bünyesindeki Bonus Card, üye şirketlerine yönelik eğitim ve seminerler vermek üzere Bonus Akademi'yi kurdu. Bonus Akademi kapsamında, üye şirketlerin üst düzey yöneticilerine satış, pazarlama, markalama, perakendecilikte tasarım gibi konularda seminerler ve konferanslar veriliyor. Toplantılara dünyaca ünlü uzman ve yöneticiler davet ediliyor. Bonus Akademi eğitimleri ünlü pazarlama gurusu Jack Trout'un katıldığı konferansla 21 Ekim 2002'de başladı. Trout'ı Conran Design ve Roger Blackwell izledi. Bu konferansların yanı sıra Boğaziçi Üniversitesi işbirliğiyle pazarlama seminerleri ve Humanitas işbirliğiyle de satış elemanı eğitimleri gerçekleştiriliyor. Bonus Akademi şirket sahipleri ve çalışanlarıyla birlikte, gelişen pazarlama teknik ve araçları konusunda sinerji oluşturmayı hedefliyor. Kurulma Amacı Garanti Ödeme Sistemleri Genel Müdürü Mehmet Sezgin, Bonus Akademi programını üye işyerlerinin sadece finansal alanda değil aynı zamanda pazarlama konusunda da ortağı olmak amacıyla başlattıklarını, perakende sektöründe rekabetin pazarlama araçlarında yoğunlaşması gerçeğinden hareket ettiklerini söylüyor. Sezgin, Bonus Akademi'nin üye işyerleri için önemli eğitim ve vizyon araçlarından birisi haline gelmesini istediklerini de ifade ediyor. Sezgin: Bonus Akademi, bir defalık ortaya çıkan, iki üç konuşmacıdan öteye geçmeyen bir program olarak tasarlanmadı. Hem pazarlama hem de operasyon tarafında işyerlerine sürekli yeni fikirler kazandıran bir platform haline gelmesini amaçlıyoruz. Bonus Card, işyeri için de müşteri sadakati yaratma ve karlılığı artırma aracı haline geldi. Sayıları ve çeşitliliği artan Bonus Card'ın kullanıldığı işyerlerinde, satışların, karlılığın, müşteriyle olan ilişkilerde tutarlılığın nasıl sağlanacağı üzerinde durduk. Boğaziçi Üniversitesi ve Humanitas işbirliğiyle işyerlerimize ve ortaklarımıza üçlü bir eğitim sunuyoruz. Bonus Akademi'nin en önemli özelliği bir vizyon ortaya koyması. Sadece kart sahipleri için değil, Bonus Card'ı kullanan işyerleri için de bir pazarlama platformu oluşturuyor. Tüketiciye, kart sahibine nitelikli hizmek verecek işyerlerinin ihtiyaçlarını anlamak ve bunlara yönelik çözümler bulmak, Bonus Card'ın hedefleri arasında. Yaratıcı Pazarlama Sezgin, Bonus Card'ın sağladığı pazarlama platformu ve çip teknolojisi sayesinde ekstra bir yatırıma gerek duymadan yaratıcı pazarlama stratejileri uygulamanın ve satışları artırmanın mümkün olduğunu dile getiriyor. Sezgin: Bonus Akademi'yle iki şeyi amaçlıyoruz. Bunlardan biri sunduğumuz pazarlama olanaklarının işyerleri tarafından kullanılması, anlaşılması. Diğeri ise işyerlerinin Garanti Bankası'nın ve Bonus Card'ın doğru partner olduğunu ve ticari aktivtelerini daha mantıklı yürütebileceklerini göstermek. Kimler Katıldı Jack Trout (Konumlandırma ve Farklılaşma Üzerine) dünyanın en tanınmış pazarlama stratejistlerinden biri. Son 30 yılda modern pazarlamanın yapılanmasını en çok etkileyen Konumlandırma kavramını oluşturdu. General Electric ve Uniroyal reklam departmanlarından başlayan kariyerini, 26 yıl birlikte çalıştığı Al Ries ile birlikte kurdukları reklam ajansı ve danışmanlık şirketinde sürdürdü. Fortune 500 şirketleri arasında yer alan AT&T, IBM, Burger King, Merrill Lynch, Xerox, Ericsson, Tetra Pak, Repsol, Hewlet Packard ve Procter & Gamble gibi pek çok kuruluş için pazarlama stratejileri oluşturan Trout, halen dünyanın en prestijli pazarlama firmalarından Trout and Partners'ın başkanlığını yapıyor. Jack Trout'un büyük ilgi uyandıran pek çok kitabı yayımlandı. Conrad Design (Müşteri Kazanma ve Müşteri Sadakatinde Tasarımın Rolü) 1956 yılında dünyanın en tanınmış tasarımcılarından, Habitat ve The Conran Shop mağazalarının yaratıcısı Sir Terence Conran tarafından kurulan Conran Design Group, marka kimliğini markanın bulunduğu ortamlara yansıtmadaki becerileriyle perakende ve ortam markalama konularında zengin ve başarılı bir geçmişe sahip. Dr. Roger D. Backwell (Tüketici davranışları ve Perakendecilik; Kuralları Koyan Müşteridir) Ohio State University'de pazarlama profesörü ve aynı zamanda Amerika'nın en başarılı şirketlerine danışmanlık hizmeti veren Blackwell Associates'in başkanı. Tüketici davranışları konusunu entelektüel seviyede ilk ele alanların ve bu konuda en fazla emek verenlerin başında gelen Roger Blackwell, aynı zamanda bu konuda en fazla satılan kitaplardan biri olan Consumer Behavior'ı yazdı. (Dünyadaki pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutuluyor.) 2003'de Düzenlenecek Konferanslar Çağdaş Pazarlama Yönetimi, Boğaziçi Üniverstesi