CARİ AÇIK TİCARET MEVZUATI KAPSAMINDA ve ALINABİLECEK ÖNLEMLER DIŞ TİCARET MEVZUATI CARİ AÇIKLA MÜCADELEDE DIŞ AĞUSTOS 2011 İktisat Uzmanı Hatice ERKİLETLİOĞLU Kıd. İktisat Uzman Yard. İlker ŞAHİN İKTİSADİ ARAŞTIRMALAR BÖLÜMÜ İKTİSADİ ARAŞTIRMALAR BÖLÜMÜ İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ..................................................................................................................................... 3 2. CARİ AÇIK ............................................................................................................................. 4 2.1. Dış Ticarette Dengesizlik............................................................................................................... 7 2.2. Cari Açığın Finansman Yapısı ...................................................................................................... 14 3. DIŞ TİCARET MEVZUATI ....................................................................................................... 16 3.1. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ....................................................................................................... 16 3.2. Türkiye ile AB Arasındaki Gümrük Birliği .................................................................................... 18 3.3. Serbest Ticaret Anlaşmaları ........................................................................................................ 19 3.4. Ticaret Politikası Savunma Araçları ............................................................................................ 23 3.4.1. Dampinge ve Sübvansiyona Karşı Önlemler ........................................................................ 23 3.4.2. İthalatta Korunma Önlemi ................................................................................................... 26 4. CARİ AÇIĞA İLİŞKİN TEDBİRLER ............................................................................................ 28 4.1. TCMB ile BDDK Tarafından Alınan Önlemler .............................................................................. 28 4.2. Ekonomi Bakanlığı Tarafından Alınan Önlemler ......................................................................... 30 5. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ..................................................................................... 33 KAYNAKÇA ................................................................................................................................. 36 2 1. GİRİŞ Uluslararası piyasalardaki gelişmelerin risk algılamasını artırması ve finansman koşullarında ortaya çıkabilecek olumsuzluklar cari açığın Türkiye ekonomisi için en büyük risk faktörü olmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, son dönemde cari açığın risk unsuru oluşturmayacak seviyelere düşürülebilmesini sağlayacak alternatif politikalar tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye ekonomisi son 20 yıllın 16’sında cari açık vermiştir. Bu dönemde 1991 yılı, ekonomik krizlerin yaşandığı 1994 ile 2001 yılları ve Rusya krizinin etkilerinin hissedildiği 1998 yılı olmak üzere sadece 4 yılda cari fazla verilmiştir. 2001 krizinin ardından iktisadi faaliyetteki toparlanmanın etkisiyle cari açık ivme kazanmıştır. Bu gelişmenin tek istisnasının 2009 yılında yaşandığı ve global krizin etkisiyle cari açıktaki artışın ivme kaybettiği görülmektedir. Ancak, 2010 yılından itibaren cari açık tekrar hızla yükselmeye başlamıştır. 2010 yılı itibarıyla Türkiye, $48,6 milyar ile dünyada en çok cari işlemler açığı veren yedinci ülkedir. Bu alanda, ABD açık ara önde yer alırken, Türkiye’nin önünde İtalya, İspanya, İngiltere ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerin bulunması dikkat çekmektedir. Nitekim, Türkiye gelişmekte olan ülkeler arasında Hindistan’ın ardından en yüksek cari açığa sahiptir. Ülkemizde cari açık, temelde dış ticaretteki dengesizlikten kaynaklanmaktadır. 1947 yılından bu yana Türkiye’nin dış ticarette fazla verdiği bir yıl olmamıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1947-2010 döneminde ortalama olarak %65 düzeyinde gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığının Türkiye ekonomisi açısından konjonktürel bir gelişme olmadığı, yapısal bir durum arz ettiği görülmektedir. Bu gelişmede, Türkiye’nin enerjide ithalata bağımlı olmasının yanı sıra reel döviz kuru, verimlilik, reel ücretler, dış ticaret hadlerindeki gelişmeler gibi rekabet gücüne ilişkin birçok faktör de etkilidir. Son dönemde TCMB’nin ve diğer kurumların yurtiçi talebi sınırlandırmak için aldığı önlemlerin yanı sıra dış ticaret mevzuatı kapsamında cari açığı azaltmak için alınabilecek önlemler tartışılmaya başlanmıştır. Ülkemizin dış ticaret mevzuatını, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ile Avrupa Birliği (AB)-Gümrük Birliği anlaşması şekillendirmektedir. Bu çalışmada, cari açığın seyri ve bu gelişmede etkili olan faktörler incelendikten sonra dış ticaret mevzuatı kapsamında Türkiye’nin hareket alanı değerlendirilecektir. 3 2. CARİ AÇIK Cari açık; bir ülkenin belirli bir dönemde ihraç ettiği mal ve hizmetlerden elde ettiği gelirin, aynı dönemde ülkenin yurt dışından ithal ettiği mal ve hizmetlere yaptığı ödemeleri karşılayamaması sonucu gelir gider arasında oluşan farkı ifade etmektedir. Cari denge iki şekilde tanımlanabilmektedir1. Birinci yöntemde, ödemeler bilançosundaki2 mal ve hizmetler dengesine, net yatırım dengesi ile cari transferlerin eklenmesiyle cari dengeye ulaşılmaktadır. Ödemeler dengesi, ülkelerin belirli bir dönem içerisinde dış ekonomik ve mali ilişkilerinin durumunu göstermekte ve ülkenin uluslararası iktisadi ilişkilerinin nitelik ve boyutlarının anlaşılmasına imkan sağlamaktadır. Milli gelir hesaplarının kullanıldığı diğer yöntemde ise, cari denge tasarruflar ile yatırımlar arasındaki farktan oluşmakta; yurtiçi tasarruf açığı (yurtiçi tasarruflar < yatırımlar) cari açığa sebep olmaktadır. Bu çalışmada, cari işlemler dengesine ilişkin gelişmeler ödemeler dengesi bilançosu dikkate alınarak değerlendirilecektir. Cari işlemlerdeki dengesizlikler, sadece Türkiye ekonomisi için değil aynı zamanda dünya ekonomisi açısından da gündemin sıcak konuları arasında yer almaktadır. Cari açık veren ülkelerle cari fazla veren ülkelerin ayrıştığı görülmektedir. Tablonun bir tarafında Çin, Japonya ve Almanya gibi yüksek düzeylerde cari fazla veren ülkeler yer alırken, tablonun diğer tarafında ABD’nin ön plana çıktığı görülmektedir. Nitekim, 2010 yılı itibarıyla ABD $470 milyar cari açık verirken, en yakın takipçisi $70 milyar tutarında cari açığa sahiptir. Aynı dönem itibarıyla, Çin $306 milyar, Japonya $194 milyar, Almanya $176 milyar cari fazla vermiştir. IMF gibi uluslararası kuruluşlar söz konusu global dengesizliğe işaret ederek, bu durumun uzun vadede sürdürülebilir olmadığını ve Çin’in yerel para biriminin değerlenmesine müsaade ederek yurtiçi talebini ve ithalatını artırması, ABD’nin ise ihracatını artırması gerektiğini belirtmektedir. Bu çerçevede, global dengesizliğin azaltılmasının ancak orta ve uzun vadede mümkün olabileceği görülmektedir. Aşağıdaki grafik incelendiğinde, 2010 yılı itibarıyla cari açığın tutar ve milli gelire oran olarak Türkiye’de Avrupa ülkeleri ile benzer bir görünüme sahip olduğu görülmektedir. Grafikte yer alan ülkelerden cari açık/GSYH oranı açısından %10,4 ile Yunanistan ilk sırada bulunurken, bunu %9,9 ile Portekiz takip etmektedir. Milli gelirinin %6,5’i oranında cari açık vermiş olan Türkiye bu çari açık oranıyla ilk elli ekonomi arasında üçüncü sırada yer almaktadır. Babaoğlu, B., (2005), “Türkiye'de Cari İşlemler Dengesi Sürdürülebilirliği”, T.C Merkez Bankası Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara. 2 Ödemeler dengesi; bir ülkenin, belirli bir dönem içinde, mal, hizmet ve sermaye akımları gibi işlemler dolayısıyla dış dünyadan sağladığı gelirler ile dış dünyaya yaptığı ödemeleri içeren tüm iktisadi ilişkilerin sistemli bir biçimde yer aldığı bilançodur. 1 4 Kaynak: IMF, Dünya Ekonomik Görünüm Veritabanı Grafikte, 2010 itibarıyla GSYH (milyar Dolar bazında) açısından en büyük 50 ekonomi yer almaktadır. Ödemeler dengesi verileri incelendiğinde, ülkemizde cari açığın büyük ölçüde dış ticaret açığından kaynaklandığı görülmektedir. 1984 yılından bu yana yayımlanan ödemeler dengesi verilerine göre, Türkiye ekonomisinin kriz yılları da dahil olmak üzere dış ticaret fazlası verdiği bir yıl olmamıştır. Daha önce belirtildiği üzere Türkiye ekonomisi açısından cari açık yapısal bir nitelik taşımaktadır. Kaynak: TCMB Ödemeler dengesinin temel kalemleri incelendiğinde, dış ticaret ile gelir dengesindeki gelişmelerin cari açık verilmesine neden olduğu, hizmetler dengesi ile cari transferlerin ise cari açığı azaltıcı yönde etkide bulunduğu görülmektedir. Ülkemizde, ihracat ile ithalat arasındaki farktan oluşan dış ticaret dengesinin yanı sıra ücret ödemeleri ve yatırım gelirleri kalemlerinden oluşan gelir dengesi cari açığı olumsuz yönde etkilemektedir. Gelir dengesindeki gelişme, yurtdışından sağlanan kredilere ilişkin faiz ödemeleri ile doğrudan yatırımlar nedeniyle ortaya 5 çıkan kâr transferlerinden kaynaklanmaktadır. Bu gelişmede, doğrudan yabancı yatırımlar paralelinde yabancı sermayeli şirket sayısının artması ile yurtdışından kullanılan kredilerdeki artış etkili olmuştur. Kaynak: TCMB Hizmetler dengesi tarafında, özellikle turizm gelirlerine bağlı olarak verilen fazla, cari açığı bir ölçüde sınırlandırmaktadır. Turizm gelirleri, 2003 yılından itibaren ivme kazanarak yıllık bazda ortalama %17 oranında artarak 2008 yılı itibarıyla $20 milyar seviyesine ulaşmıştır. 2009 ile 2010 yıllarında da bu seviyenin üzerinde gerçekleşmiştir. Turist sayısındaki artışa rağmen, turist başına ortalama harcama $700-800 ile düşük düzeylerde seyretmektedir. Bu durum, turist sayısının 25 milyonu aşmasına rağmen turizm gelirinin nispeten düşük kalmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, turizm giderlerinin artarak $4 milyar seviyesine ulaştığı dikkat çekmektedir. 1990’lı yıllarda işçi gelirlerinin etkisiyle cari işlemler dengesine önemli katkıda bulunan cari transferler kalemi ise, sonraki yıllarda kredi mektuplu döviz tevdiat ve süper döviz hesaplarının tasfiye edilmeye başlanması ve yurtdışındaki işçilerin tasarruflarını başka yatırım araçlarında değerlendirmesi nedeniyle önemli ölçüde gerilemiştir. 2000 yılında $4,6 milyar işçi geliri kaydedilirken, bu rakam 2010 yılında sadece $0,8 milyar düzeyinde gerçekleşmiştir. Kaynak: TCMB 6 2.1. Dış Ticarette Dengesizlik Son 10 yıllık dönemde Türkiye ekonomisi önemli bir yapısal dönüşüm sürecinden geçmiştir. 2001 krizinin ardından uygulanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile ekonomik istikrarın tesisinde önemli iyileşme kaydedilmiştir. Bu dönemde büyüme güçlü bir performans gösterirken, enflasyonun tek haneli seviyelere gerilemesi ve mali disiplin gözetilerek kamu borç göstergelerinde iyileşme sağlanması paralelinde faiz oranları da önemli ölçüde düşmüştür. Böylece, ekonomik istikrarın sağlanması ve beklentilerdeki iyileşme paralelinde ekonomiye ilişkin öngörülebilirlik artmıştır. Söz konusu olumlu gelişmelere karşılık bu dönemde TL’deki değerlenme eğilimi ve rekor seviyelere ulaşan dış ticaret açığı dikkat çekmektedir. 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerine başlanması ve ekonomide kaydedilen olumlu gelişmeler paralelinde Türkiye’ye yönelen yabancı sermaye akımlarının hızlanması TL’nin değer kazanmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler Türkiye’nin üretim yapısı ve dış ticaret yapısı üzerinde önemli etkide bulunmuştur. Cari açığın temelde dış ticaret açığından kaynaklanması nedeniyle dış ticaret alanındaki gelişmelerin incelenmesi önem taşımaktadır. 2001 krizinin ardından 2001-2010 döneminde ihracat 2,6 kat, ithalat ise 3,5 artış kaydetmiştir. 2001-2010 döneminde yıllık ortalama artış ihracatta %15, ithalatta ise %18 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde 2007 ile 2008 yılları hariç diğer yıllarda ithalat artışı ihracat artışının üzerinde kalmıştır. 2009 yılında global ekonomik krizin etkisiyle daralan dış ticaret hacmi, 2010 yılında ivme kazanmıştır. 2010’da yıllık bazda ihracatın %11, ithalatın %32 artış kaydetmesinin etkisiyle dış ticaret açığı önemli ölçüde genişlemiştir. 2011 yılında da benzer eğilimin sürdüğü görülmektedir. Nitekim, yılın ilk 6 ayında yıllık bazda ihracatın %20, ithalatın %43 artmasının etkisiyle dış ticaret açığı yıllık bazda %88 genişlemiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise %55’in altına inmiştir. Ortalama yıllık Ortalama yıllık artış %18,1 artış %15,4 7 Kaynak: TÜİK Global ihracat hacmindeki gelişmelere bakıldığında, 2003-2009 döneminde Türkiye’de ihracatın artış hızı dünya ihracat artış hızının üzerinde gerçekleşmiştir. 2010 yılında ise, Türkiye’nin daha zayıf bir performans sergilediği görülmektedir. Nitekim ihracat hacmi dünya genelinde %20 artarken, Türkiye’deki artış %11 ile düşük düzeyde gerçekleşmiştir. Bu gelişmede, Türkiye’nin geleneksel dış ticaret ortağı olan AB ülkelerinin zayıf ekonomik performansı etkili olmuştur. 2003-2010 döneminde Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan BRIC ülkelerinde ihracat dünya geneline göre daha güçlü bir seyir izlemiştir. Global krizin ardından 2010 yılında söz konusu ülkelerin ihracatı %31 artarak güçlü bir performans sergilemiştir. Kaynak: UN Comtrade Türkiye’nin ihracatının ülke grupları bazında gelişimi incelendiğinde, son yıllarda ihracat pazarlarının çeşitlendirildiği görülmektedir. Nitekim, Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı olan AB-27 ülkelerine yönelik ihracatın toplam ihracat içindeki payı %50’nin altına gerilemiştir. Öte yandan, Orta Doğu, Asya ve Kuzey Afrika’ya yönelik ihracatın payının %34’e ulaşması dikkat çekmektedir. Ancak, 2011 yılının ilk yarısında Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde başlayan ve “Arap Baharı” olarak nitelenen demokratikleşme hareketinin bölgede yolaçtığı gerginlik, söz konusu ülkelere yönelik ihracatımızı olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. 8 Kaynak: TÜİK Türkiye’de ihracatın ana mal grupları itibarıyla gelişimi incelendiğinde, ara malı ve tüketim malı ağırlıklı bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. 1990-2010 döneminde, ara malı ihracatının ağırlığını koruduğu, tüketim malı ihracatının payının ise bir miktar gerilediği görülmektedir. Katma değeri daha yüksek olan sermaye malı ihracatının payının artması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Kaynak: TÜİK 2002-2010 döneminde, ihracatın sektörel bazda gelişimi incelendiğinde, Türkiye’nin ihracatında otomotiv ve demir-çelik sektörlerinin payları artarken, hazır giyim ile tekstil sektörünün payında önemli bir düşüş yaşanmıştır. Böylece, hazır giyim ve konfeksiyon sektörü ihracatta liderliğini kaybetmiştir. Bu gelişmede, global bazda yaşanan gelişmeler etkili olmuştur. Nitekim, Çin’e uygulanan tekstil kotaları 2005 yılından itibaren kaldırılmaya başlanmıştır. Böylece, 2004 yılında %24 olan Çin’in dünya giyim ihracatı içindeki payı 2009’da %34’e yükselmiştir. Bu dönemde, Çin’in dünya tekstil ihracatı içindeki payı da %17’den %28’e yükselmiştir. Ancak kriz sonrası dönemde Türkiye’nin AB’den siparişlerinin arttığı görülmektedir. Bu gelişmede, Türkiye’nin özellikle kaliteli ve esnek üretim yapısı etkili olmaktadır. 9 Kaynak: Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Türkiye’nin ithalatının en belirgin özelliği ara malı ithalatının toplam ithalatın %70’inin üzerinde bir bölümünü oluşturmasıdır. Tüketim malı ithalatının payı %10 seviyesinin biraz üzerinde seyrederken, sermaye malları ithalatının payı %15’ler düzeyindedir. Ancak, 1990-2010 döneminde, tüketim malı ithalatının payındaki artış eğilimi dikkat çekmektedir. Son yirmi yıllık dönemde “ara malı ithalatı/ihracat” oranının yüksek seyri, ihracatla yaratılan katma değerin düşük seviyede kaldığına işaret etmektedir. Kaynak: TÜİK Türkiye ekonomisinde, uzun yıllardır ara malı ithalatındaki artışın sınai üretimdeki yükselişten çok daha hızlı olduğu, dolayısıyla ara malı ithalatının toplam üretim içerisindeki payının arttığı bilinmektedir. Bu durum, kısa vadede verimliliği düşürürken orta ve uzun vadede büyümenin sürdürülebilirliğine ilişkin belirsizlikleri artırmaktadır. 10 Ara Malı İthalatı Endeksinin Sanayi Üretimi Endeksine Oranı (1994=100) (%) Kaynak: TCMB Çalışma Tebliği No: 10/02 Ara malı ithalatının toplam ithalat içindeki ağırlığının ve ihracatın ithalata bağımlılığının yüksek olması, ekonominin sürekli olarak dış ticaret açığı vermesinin temel nedenidir. Dış ticaret açığındaki genişlemenin hız kazanmasında petrol başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki artış da rol oynamaktadır. Enerji ithalatçısı bir ülke olan Türkiye’nin dış ticaret dengesi petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki gelişmelerden doğrudan etkilenmektedir. Türkiye’deki petrol ve doğal gaz üretimi, toplam enerji ihtiyacının %3’ünden azını karşılamaktadır. Bu nedenle, ülkemiz önemli bir petrol ve doğal gaz ithalatçısıdır. Şehirleşme, sanayileşme ve ekonomik kalkınmaya paralel olarak, elektrik talebi her geçen gün artmaktadır3. 1990-2008 döneminde ülkemizde birincil enerji talebinin artış hızı yıllık ortalama %4,3 düzeyinde gerçekleşmiştir. Türkiye, OECD ülkeleri arasında son 10 yıllık dönemde enerji talep artışının en hızlı gerçekleştiği ülkedir. Aynı şekilde Türkiye, dünyada 2000 yılından bu yana elektrik ve doğalgazda Çin'den sonra en fazla talep artışına sahip ikinci büyük ekonomidir4. 2008 yılında toplam birincil enerji tüketimi 106,3 milyon tep5, üretimi ise 29,2 milyon tep olarak gerçekleşmiştir. Enerji arzında %32'lik pay ile doğalgaz ilk sırayı alırken, doğalgazı %29,9 ile petrol, %29,5 ile kömür izlemiş, %8,6'lık bölüm ise hidrolik dahil olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmıştır. Yapılan projeksiyonlara göre birincil enerji tüketimimizin, baz senaryo çerçevesinde, 2020 yılına kadar olan dönemde yıllık ortalama %4 oranında artması beklenmektedir6. Bu çerçevede, yerli kömür ve hidrolik kaynak potansiyelinin tamamen kullanılması, yenilenebilir kaynaklardan azami ölçüde istifade edilmesi, nükleer enerjinin 2020 yılına kadar olan dönemde elektrik üretim kompozisyonuna dâhil edilmesi gibi hedefler belirlenmiştir. Bu kapsamda, üç temel sütun (doğal gaz, kömür ve hidrolik) üzerine kurulu olan T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı, Türkiye Enerji Sektörü Raporu, Ağustos 2010 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 5 Tep: Ton Eşdeğer Petrol 6 T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 3 4 T.C. 11 enerji sektörünün, yenilenebilir kaynaklar ve nükleer enerjiyi de içerecek şekilde beş sütunlu bir yapıda yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir. Türkiye’deki enerji ihtiyacının karşılanması için yapılacak yatırımların 2023 yılına kadar toplamda yaklaşık $130 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Söz konusu tutarın önemli bir bölümünün üretime yönelik olması beklenmektedir. Türkiye’nin enerji7 ithalatı faturası 2010 yılı itibarıyla $38,5 milyar düzeyindedir ve toplam ithalat hacmi içinde %20, aramalı ithalatı içerisinde de %29 civarında bir paya sahiptir. Aşağıdaki grafikte enerji fiyatlarındaki dalgalanmaların etkisiyle enerji ithalatının önemli ölçüde değişim gösterdiği görülmektedir. Bu durumun cari açık üzerinde olumsuz yansıması olmaktadır. Hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamaya göre, petrol fiyatlarındaki her 10 Dolarlık artış, cari açığın yıllık bazda 4 milyar Dolar artmasına neden olmaktadır. Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Açıklanan 61. Hükümet Programı’na8 göre, önümüzdeki 5 yılda hidroelektrik santraller ve termik kaynaklar ile başta rüzgâr enerjisi olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarından da yararlanarak toplam 50.000 MW olan elektrik kurulu gücünün 2015 yılı sonunda 62.000 MW’a yükseltilerek ithalatın azaltılması hedeflenmektedir. Aşağıdaki grafikte enerji ithalatının cari açık üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu ve global bazda artan ham petrol ve doğal gaz fiyatlarının cari açıkta bozulmaya yol açtığı görülmektedir. 7 8 Mineral yakıtlar, yağlar vb. damıtılmasından elde edilen ürünler Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık, 61. Hükümet Programı 12 (*) 2002 yılı enerji fiyatlarıyla Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Yüksek tutarda dış ticaret açığı veren kalemler olarak, ham petrol ve doğalgaz ile kimyasal madde ve ürünler, atık ve hurda ile makine ve teçhizat karşımıza çıkmaktadır. Dış ticaret fazlası veren kalemler ise, giyim eşyası ve tekstil, gıda, cam, çimento ve seramik sektörlerinin yer aldığı metalik olmayan mineral ürünlerdir. Dış Ticaret Açığı Veren Sektörler (2010) Dış Ticaret Dengesi (12) -21,3 -21,3 -9,6 -7,3 -6,5 -4,2 -3,7 -3,4 -3,4 -3,3 (milyar $) Ham Petrol ve Doğalgaz Kimyasal Madde ve Ürünler Kok Kömürü, Rafine Edilmiş Petrol Ürünleri ve Nükleer Yakıtlar Atık ve Hurdalar Makine ve Teçhizat Ana Metal Sanayii Diğer Ulaşım Araçları Tıbbi Aletler, Hassas Optik Aletler ve Saat Radyo, Televizyon, Haberleşme Teçhizatı ve Cihazları Elektrikli Makine ve Cihazlar İhracat(1) İthalat(2) 0,1 21,4 5,7 27,0 4,2 13,8 0,5 7,7 9,1 15,5 14,4 18,7 1,7 5,4 0,4 3,8 2,0 5,4 4,9 8,2 Dış Ticaret Fazlası Veren Sektörler (2010) (milyar $) Giyim Eşyası Tekstil Ürünleri Gıda Ürünleri ve İçecek Metalik Olmayan Diğer Mineral Ürünler Metal Eşya Sanayii (Makine ve Teçhizatı Hariç) Plastik ve Kauçuk Ürünleri Taşocakçılığı ve Diğer Madencilik Dış Ticaret Dengesi İhracat(1) İthalat (2) (1-2) 10,6 2,3 8,3 10,9 6,1 4,9 6,7 3,4 3,3 4,0 1,5 2,5 5,0 3,2 1,8 4,9 3,5 1,4 1,3 0,3 1,0 Kaynak: TÜİK Daha önce belirtildiği gibi, 2001 krizinin ardından makroekonomik göstergelerde kaydedilen iyileşme, IMF ile yapılan stand-by düzenlemeleri ve özellikle AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlatılması Türkiye’ye yönelik uluslararası sermaye girişlerinin ivme kazanmasına yol açmıştır. 13 Makroekonomik istikrarın sağlanması ve yabancı sermaye girişlerinin artması Türk Lirası’nın değerlenmesine neden olmuştur. Bu durumun ihracatçı sektörlerin rekabet gücünü azalttığı, ithalatı teşvik etmesi nedeniyle ekonominin ithalata (özellikle ara malı ithalatına) bağımlılığını artırdığına yönelik değerlendirmeler gündeme gelmektedir. TL’deki değerlenme eğilimine karşılık 2003-2008 döneminde ihracatın olumlu performansına; işgücü verimliliğindeki artış, yurtiçinde enerji maliyetlerinin büyük ölçüde sabit tutulması, ihracatçıların ucuz ithal girdi kullanımına yönelmeleri, finansman maliyetlerindeki gerileme, iç ve dış finansman imkânlarındaki artış ve dış talebin güçlü olması katkıda bulunmuştur. Reel efektif döviz kurundaki gelişmeler incelendiğinde, 2010 yılının son çeyreğinden itibaren Türkiye ile benzer ürünler ihraç eden gelişmekte olan ülke para birimleri karşısında TL’nin değer kaybettiği görülmektedir. Bu durum, 2011’de TL’nin seyrinin Türkiye’nin rekabet gücü açısından önemli bir olumsuzluk yaratmadığını göstermektedir. Kaynak: TCMB 2.2. Cari Açığın Finansman Yapısı Cari açığın sürdürülebilirliği açısından finansman kalitesi önem taşımaktadır. 2005 yılından itibaren Türkiye’ye yönelik sermaye akımlarının artarak yüksek düzeye ulaştığı görülmektedir. Özellikle portföy yatırımları ile diğer yatırımlarda9 önemli artış kaydedilmiştir. Özelleştirme süreci ve 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerinin başlaması, doğrudan yatırımların da ivme kazanmasına yol açmıştır. 2009 yılında ise, global kriz nedeniyle Türkiye’ye yönelik sermaye girişi sınırlı düzeyde kalmıştır. 2010 yılında gelişmiş ülkelerdeki genişleyici para politikalarının Doğrudan yatırım, portföy yatırımları ve rezerv varlık dışında kalan tüm finansal işlemleri içermektedir. Bu kalem, ağırlıklı olarak ticari krediler, krediler ve mevduattan oluşmaktadır. 9 14 da katkısıyla Türkiye de dahil gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketleri hızlanırken cari açığın finansmanında diğer yatırımlar ile portföy yatırımları önemli rol oynamış ve tüm kalemler dikkate alındığında ülkeye net yabancı sermaye girişi $60 milyar düzeyinde gerçekleşmiştir. Cari açığın doğrudan yabancı yatırımlar gibi daha uzun vadeli finansman imkânlarından ziyade kısa vadeli kaynaklarla finanse edilmesi cari açığın sürdürülebilirliğine ilişkin endişe yaratmaktadır. 2011’in ilk altı ayında da cari açığın finansmanında diğer yatırımlar ile portföy yatırımları önemli rol oynamaya devam etmiştir. Ödemeler dengesinin açıklandığı tarih itibarıyla kaynağı belirlenemeyen yabancı sermaye girişlerini kapsayan ve yılın ilk yarısında $9,8 milyarlık girişin gerçekleştiği net hata noksan kalemi de cari açığın finansmanına katkıda bulunmuştur. Kaynak: TCMB Doğrudan yatırımların sektörlere göre dağılımı incelendiğinde, 2002-2010 döneminde $75 milyar tutarındaki sermayenin %28’inin sanayi sektörlerine, %72’sinin hizmetler sektörlerine yöneldiği görülmektedir. Nitekim, hizmetler sektöründe finans sektörü $31 milyar tutarındaki doğrudan yabancı yatırım ile ilk sırada yer alırken bunu ulaştırma, depolama ve haberleşme ile toptan ve perakende ticaret izlemektedir. Sanayi sektörlerinden en çok yabancı sermaye çeken sektörlerin ise, gıda, kimya ve ana metal olduğu görülmektedir. Doğrudan yatırımların hizmet sektörlerinde yoğunlaşmış olması ticarete konu olmayan sektörlere yüksek tutarda yatırım yapıldığına işaret etmektedir. 15 Kaynak: TCMB 3. DIŞ TİCARET MEVZUATI Bu bölümde, dış ticaret mevzuatımızı şekillendiren Dünya Ticaret Örgütü ile Gümrük Birliği’ne ilişkin genel çerçevenin çizilmesinin ardından cari açığın azaltılması hedefi doğrultusunda dış ticarete ilişkin korunma önlemleri incelenecektir. 3.1. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Dünya Ticaret Örgütü, çok taraflı ticaret sisteminin yasal ve kurumsal organıdır. 1995 yılında kurulan DTÖ, 1947 yılında ticaretin önündeki engellerin çok taraflı müzakereler yoluyla kaldırılması amacıyla kurulan Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) yerini almıştır10. DTÖ’ye 153 ülke üye iken, aralarında Rusya’nın da yer aldığı 30 ülke ise katılım aşamasındadır. DTÖ’nün temel işlevleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir11: 1. DTÖ'yü meydana getiren çok taraflı ve çoklu ticaret anlaşmalarının uygulanmasını ve denetlenmesini sağlamak, 2. Çok taraflı ticaret müzakerelerinin yürütüldüğü bir forum oluşturmak, 3. Ticari uyuşmazlıkların çözümünü sağlamak, 4. Üye ülkelerin ulusal ticaret politikalarını izlemek, 5. Küresel ekonomik politikayla ilgili diğer uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak, 10 11 Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Dünya Ticaret Örgütü T.C. Dışişleri Bakanlığı, Dünya Ticaret Örgütü 16 6. Gelişme yolundaki ve geçiş sürecindeki ekonomilerin çok taraflı ticaret sistemi ile bütünleşmelerine yardımcı olmak. Günümüzde uluslararası ticaretin yasal temelleri DTÖ anlaşmaları ile belirlenmektedir. DTÖ anlaşmaları bağlayıcı bir nitelik taşımakta ve DTÖ üyelerinin ticaret politikalarını söz konusu anlaşmaları dikkate alarak belirlemeleri gerekmektedir. GATT genellikle malların ticaretini kapsarken, DTÖ anlaşmaları hizmetlerin ticareti ve fikri mülkiyet hakları gibi konuları da içermektedir12. Söz konusu anlaşmalar, serbestleşmenin prensiplerini ortaya koymakta ve bazı koşullar altında izin verilen istisnaları açıklamaktadır. Anlaşmalar ayrıca, üye ülkelerin gümrük tarifelerinin aşağıya çekilmesi ve diğer ticari engellerin kaldırılması, hizmetler pazarının açılması ve açık tutulması yönündeki bireysel taahhütlerini içermektedir. DTÖ anlaşmalarında, Anlaşmazlıkların Halli Organı ve gelişme yolundaki ülkelere (GYÜ) özel ve farklı muamele uygulanmasına yönelik hükümler de yer almaktadır. Ayrıca, üye ülkelerin yürürlüğe koydukları ticari mevzuat veya önlemler ile ilgili olarak DTÖ’ye zorunlu bildirimlerde bulunmalarını sağlamak ve ülkelerin ticaret politikalarına ilişkin düzenli olarak hazırlanan raporlar vasıtasıyla şeffaflığın sağlanması amaçlanmaktadır. DTÖ’nün kuruluş felsefesini oluşturan ve serbest ticareti düzenleyen GATT dört temel kurala dayanmaktadır. Bu kurallar aşağıda kısaca açıklanmıştır13: 1. En çok kayrılan ülke kuralı: Bu ilke, üye ülkelerin ticari partnerleri arasında ayrım yapmamasını zorunlu kılmaktadır. Bir başka deyişle, bir üye ülke, herhangi bir ülkeye tanıdığı elverişli bir rejimi koşulsuz olarak tüm üye ülkelere de uygulamak zorundadır. Bu kuralın çeşitli istisnaları bulunmaktadır. Bunlar, gümrük birlikleri, serbest ticaret anlaşmaları gibi bölgesel ticaret anlaşmaları ve genelleştirilmiş tercihler sistemi14 gibi gelişme yolundaki ülkeler lehine düşük gümrük vergisi alınması veya gümrük vergisinin alınmaması gibi ayrımcı nitelikteki uygulamalar ile anlaşmanın öngördüğü anti-damping ve telafi edici vergiler gibi uygulamalardır. 2. Ulusal muamele kuralı: Kural, iç pazara ilişkin düzenleme ve uygulamalar yönünden ithal ve yerli mallar arasında ayrım yapılmamasını öngörmektedir. Ancak, yerli üretimden gümrük vergisine eş bir vergi alınmamış olmasına rağmen, ithal mal üzerinden gümrük vergisi alınması ulusal muamele ilkesine aykırılık teşkil etmemektedir. Nitekim bu ilke, ancak bir mal, hizmet ve fikri mülkiyet iç pazara girdikten sonra uygulanmaktadır. 3. Konsolide edilmiş gümrük vergileri: GATT çerçevesinde, öncelikle gümrük tarifelerinin indirilmesi üzerinde yoğunlaşılmıştır. Her üye ülkenin taviz listesinde yer alan oranlar bağlı oranlar (bound rates) olarak adlandırılmakta ve ülkeler, uygulamada söz konusu oranların üzerine çıkamamaktadırlar. Diğer bir ifadeyle, söz konusu oranlar o 12 DEİK, Dünya Ticaret Örgütü T.C. Ekonomi Bakanlığı, Çok Taraflı Ticaret Sistemi - Dünya Ticaret Örgütü 14 1968 yılında toplanan II. UNCTAD Konferansı sonucunda, gelişmekte olan ülkelerin sanayi malları ihracatlarını artırabilmek amacıyla, gelişmiş ülkelerin bu ülkelerden yaptıkları ithalatta belirli bir taviz marjı tanımalarını öngören bir sistem olan Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’nin yürürlüğe konulması kararı alınmıştır. Böylece, gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerden ithal ettikleri sanayi malları üzerindeki vergilerini “karşılıklılık” esası dışında tek taraflı olarak sıfırlamış veya indirmiştir. 13 17 üye ülke bakımından bağlayıcı olmakta ve önemli ticaret partnerleriyle telafi amacıyla müzakere etmeksizin artırılamamaktadır. 4. Tarifeler yoluyla koruma: Anlaşma bazı istisnalar dışında tarife dışı engellerin tamamen kaldırılmasını ve tarifelerin de giderek azaltılmasını hedeflemektedir. Anlaşmaların uyumsuzlukları uygulanması ve aşamasında ihtilafları çözmek karşılaşılabilecek, üzere DTÖ ticaret kapsamında politikalarına kurulmuş ilişkin bulunan “Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması” devreye girmektedir. Bu, uyuşmazlıkların çözüldüğü ve yaptırım gücü olan bir mekanizma olarak önemli bir işlev görmektedir. Türkiye, 26 Mart 1995 tarihinden itibaren DTÖ'ye kurucu olarak üye olmuştur. Ülkemiz, DTÖ’de GYÜ'ler grubunda yer almakla birlikte 01.01.1996 tarihi itibarıyla AB ile tamamlanan Gümrük Birliği çerçevesinde, Uruguay Round taahhütlerinin çok daha ötesine giderek uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi konusunda diğer üye GYÜ'lere kıyasla daha hızlı bir ilerleme kaydetmiştir. 3.2. Türkiye ile AB Arasındaki Gümrük Birliği Dış ticaret mevzuatı açısından önem taşıyan diğer bir husus, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği’dir. Türkiye ile AB arasında ortaklık ilişkisini kuran ve Gümrük Birliği’nin çerçevesini çizen 1963 tarihli Ankara Anlaşması’nın 28. maddesinde, ortaklığın nihai hedefi Türkiye’nin üyeliği olarak belirlenmiştir. Gümrük Birliği’nin 1 Ocak 1996’da tamamlanması ise, Ankara Anlaşması’nın 5. maddesi uyarınca, bu hedefe ulaşmak için belirlenen entegrasyon modelinin “son dönem”ine geçişi ifade etmektedir. Taraflar arasında sanayi malları ve işlenmiş tarım ürünlerinin serbest dolaşımını kapsayan Gümrük Birliği sürecinde, Türkiye mevzuatını AB’nin gümrük ve ticaret politikalarının yanı sıra rekabet ve fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin politikalarının da dahil olduğu kapsamlı bir alanda uyumlaştırma yükümlülüğünü üstlenmiştir15. Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği’nde, gümrük vergileri ile miktar kısıtlamalarının kaldırılmasını ve üçüncü ülkelere ilişkin gümrük tarifesinin uyumlaştırılmasını ifade eden geleneksel anlamdaki gümrük birliği ilişkisinden çok daha ileri bir bütünleşme çerçevesi belirlenmiştir. Sözü edilen Gümrük Birliği’ndeki temel başlıklar aşağıdaki şekilde özetlenebilir: 1. Malların serbest dolaşımı: Gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarının kaldırılması ve AB Gümrük Kodu’na uyum 2. Ortak ticaret politikası: Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) uyum, tercihli ticaret anlaşmaları, otonom rejimler 3. Ticarette teknik engellerin kaldırılması: Teknik mevzuat uyumu 4. Yasal düzenlemeler: Fikri ve sınai mülkiyet hakları, rekabet kuralları, kamu alımları 15 İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV), Gümrük Birliği 18 5. Kurumsal işbirliği: Gümrük Birliği Ortak Komitesi, Gümrük İşbirliği Komitesi, teknik komiteler, danışma ve karar usulleri Türkiye, 1 Ocak 1996 tarihi itibarıyla, AB’den ithal ettiği sanayi ürünlerine uyguladığı tüm gümrük vergileri ve eş etkili tedbirleri kaldırmış, üçüncü ülkelere yönelik miktar kısıtlaması uygulamasını AB ile uyumlu hale getirmiştir. Ayrıca, 5 yıllık geçiş dönemi tanınan hassas ürünler16 haricinde üçüncü ülkelere karşı Birliğin OGT’sini uygulamaya başlamıştır. Bu kapsamda Türkiye, üçüncü ülkelerden sanayi ürünleri ithalatında OGT’yi uygulamayı, ithalat üzerinden alınan diğer vergi ve fonları kaldırmayı taahhüt etmiştir. Gümrük Birliği’nin tamamlandığı 1996 yılı itibarıyla Türkiye, hassas ürünler hariç olmak üzere ortalama %85 oranında OGT uyumunu benimsemiş, 2001 yılının başından itibaren söz konusu ürünlere ilişkin indirimler de tamamlanmıştır. Türkiye’nin ayrıca, AB’nin tek taraflı ticari tavizler tanıdığı otonom düzenlemelerine de 2001 yılı sonuna kadar uyum sağlaması hükme bağlanmıştır. Böylece, AB’nin Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi tümüyle üstlenilmiştir. Gümrük Birliği’nin ardından AB ile dış ticaret hacminde önemli bir ilerleme kaydedilmiştir. Türkiye ile AB arasındaki dış ticaret hacmi 1996 yılında $36 milyar düzeyinden 2010 yılında $120 milyara ulaşmıştır. Gümrük Birliği ile birçok yeni pazara yönelim gerçekleşmiş ve güçlü bir rekabet baskısı altında kalan yerli sanayi gelişmiştir. 3.3. Serbest Ticaret Anlaşmaları Son dönemde dış ticarete ilişkin olarak gündeme gelen konuların başında AB ile Gümrük Birliği’ne dahil olmayan ülkelerle imzalanan serbest ticaret anlaşmaları yer almaktadır. Gümrük birliği; taraflar arasındaki ticarette gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla, her türlü eş etkili önlemlerin kaldırıldığı ve ayrıca birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak ortak gümrük tarifesinin uygulandığı bir ekonomik entegrasyon modelidir. Gümrük Birliği’nde malların serbest dolaşımı esastır. Bu çerçevede, taraflarca ortak ticaret politikaları ile ortak rekabet kurallarının uygulanması gerekmektedir. Serbest ticaret anlaşmalarında ise; taraflar arasındaki ticarette malların tercihli rejimden yararlanmaları menşe kurallarına17 göre olmaktadır. Ayrıca, serbest ticaret anlaşmalarında ortak ticaret politikaları ve ortak rekabet kuralları uygulama zorunluluğu bulunmazken taraflar üçüncü ülkelere karşı kendi gümrük tarifelerini uygulamaktadır18. Otomobil, midibüs, minibüs, kamyon, kamyonet, traktör, motosiklet, bisiklet, demir-çelik tel ve halat, deri eşya, kağıt torbalar, bazı seramik ve porselen eşya, mobilyalar. 17 Tercihli veya tercihsiz ticaret anlaşmalarının uygulanabilmesi için malların iktisadi milliyetinin belirlenmesini sağlayan kurallara ihtiyaç duyulmaktadır. Menşe, eşyanın ‘iktisadi milliyeti’ olarak tanımlanırken, menşe kuralları da eşyanın hangi ülke menşeli olduğunun belirlenmesini sağlayan spesifik kurallar olarak tanımlanabilmektedir. 18 T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, AT-Türkiye Gümrük Birliği 16 19 Türkiye, Gümrük Birliği nedeniyle üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemini üstlenmektedir. AB ile Türkiye arasındaki Gümrük B’irliği’ni tesis eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 16. Maddesine göre, Türkiye, AB tarafından imzalanan STA’lar başta olmak üzere tüm tercihli ticaret anlaşmalarına uyum sağlamakla yükümlü kılınmaktadır. Bu kapsamda, Türkiye AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları akdettiği ülkelerle karşılıklı yarar esasına dayalı benzer anlaşmalar imzalamaktadır. Türkiye’nin AB tarafından imzalanmış STA’ların içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamaktadır19. Bununla birlikte, Türkiye sadece Avrupa Birliği’nin STA müzakereleri yürüttüğü ülkelerle STA imzalayabilmektedir. Türkiye, AB’nin tercihli rejimlerini üstlenme konusunda büyük çaba göstermektedir. Bu süreç, Türkiye’nin AB ile arasındaki Gümrük Birliği kapsamında yükümlülüğünü yerine getirmesi açısından önem taşımasının yanı sıra yüksek koruma oranları ile kendi pazarlarını koruyan üçüncü ülkelere, Türkiye’nin düşük seviyelerdeki Topluluk Ortak Gümrük Tarifesi’ni uygulaması nedeniyle sağlanan tek taraflı avantajı, STA’lar kapsamında karşılıklı hale getirmek açısından da önem taşımaktadır. AB’nin STA’lar vasıtasıyla üçüncü ülkelerle ekonomik bağlarını artırması, Gümrük Birliği ile ortak ticaret politikası yürütme zorunluluğu altındaki Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren ve etkileyen bir konu haline gelmiştir. AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’lara Türkiye’nin aynı anda taraf olamaması ya da taraf olma girişimlerinin sonuçsuz kalması, bir yandan AB’nin tarifeleri düşürmesiyle üçüncü ülkelere AB pazarının açılmasına yol açarken diğer yandan Türkiye’nin bu ülkelere ihraç ettiği malların yüksek gümrük vergilerine maruz kalmaya devam etmesine sebep olmaktadır. Bu durum, Türkiye açısından ciddi bir dezavantaj yaratmaktadır. Türkiye, bu nedenle, AB’nin imzaladığı her STA’dan sonra üçüncü ülkelerle anlaşma imzalama yoluna gitmektedir. Fakat hâlihazırda üçüncü ülkenin AB ile imzaladığı STA dolayısıyla elde ettiği avantajlar, söz konusu ülkenin Türkiye ile STA imzalama konusunda masaya gönülsüzlükle oturmasına ya da masaya oturmaktan kaçınmasına neden olmaktadır. Bu durum, müzakere sürecinde Türkiye’nin elini oldukça zayıflatmaktadır. Nitekim, AB ile STA imzalayan ülkeler menşeli ürünlere AB pazarının açılmasına ek olarak, bu ürünler AB üzerinden Türkiye'ye de gümrüksüz satılabilmekte, buna karşılık Türkiye, kendisiyle STA imzalamayan bu tür ülkelere yapılan ihracatta yüksek gümrük duvarlarıyla karşılaşmaktadır. Türkiye, AB üyelikleri nedeniyle STA’ları feshedilen 10 adet Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi hariç, 17 ülke ile STA imzalamıştır (EFTA20, İsrail, Makedonya, Hırvatistan, Bosna ve Hersek, Filistin, Tunus, Fas, Suriye, Mısır, Arnavutluk, Gürcistan, Karadağ, Sırbistan, Şili, Ürdün ve 19 T.C. Ekonomi Bakanlığı, Türkiye’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları Avrupa Serbest Ticaret Birliği’ne (The European Free Trade Association) üye ülkeler; İzlanda, Norveç, İsviçre ve Lihtenştayn’dır. 20 20 Lübnan). AB ile Serbest Ticaret Anlaşması olduğu halde Türkiye ile STA imzalamamış başlıca ülkeler; Meksika, Güney Afrika ve Cezayir’dir. Türkiye’nin STA’nın yürürlükte olduğu ülkelerle dış ticarette avantaj sağladığı görülmektedir. Nitekim, STA ülkeleri ile dış ticaret hacmindeki artış, toplam dış ticaret hacmindeki artıştan daha yüksektir. 2000-2010 döneminde, Türkiye’nin dış ticaret hacmindeki artış %264 olurken, STA ülkeleri ile dış ticaret hacmi %327 artmıştır. Böylece, STA ülkeleriyle dış ticaret hacmi 2000 yılında $4,9 milyardan 2010 yılında $21 milyara yükselmiştir. Aynı dönemde, toplam ihracat artışı %310 iken, STA ülkelerine ihracat artışı %468 olmuştur. Böylece, söz konusu ülkelere ihracat $2,1 milyardan $11 milyara yükselmiştir. Toplam ithalat artışı %240 düzeyinde gerçekleşirken, STA ülkelerinden ithalat artışı ise %215 olmuştur. Bu ülkelerden ithalatımız $2,7 milyar seviyesinden $8,4 milyara yükselmiştir. STA İmzalanan Ülkelerin Dış Ticaretten Aldığı Pay * İhracat İthalat 5% 89% 95% 11% STA Ülkeleri Diğer Kaynak: TÜİK, T.C. Ekonomi Bakanlığı (*): 2010 yılı dış ticaret rakamlarının derlenmesiyle elde edilmiştir. AB, Ekim 2006’da Birliğe yön verecek ticaret politikasının önceliklerini belirleyerek, yeni bir strateji kabul etmiştir21. 2006 yılında belirlenen stratejide, AB için başta Güney Kore, ASEAN (Güney Doğu Asya Uluslar Birliği) ve Mercosur (Güney Amerika Ortak Pazarı) ülkeleri öncelikli ortaklar olarak belirlenmiştir22. AB, DTÖ nezdinde ticaretin serbestleştirilmesini desteklemesine rağmen Doha Turu ile müzakerelerin çıkmaza girmesi sonucunda AB’nin serbest ticaret anlaşmalarının ivme kazandığı gözlenmektedir. Bu kapsamda, AB’nin Güney Kore ile imzaladığı STA dikkat çekicidir. Güney Kore ile AB arasındaki STA’da, iki taraf arasında vergi ve tarife dışı engellerin kaldırılması öngörülürken, gümrük vergilerinin kaldırılması bir geçiş sürecine bağlanmıştır. 5 yıllık bir dönemde sanayi ve tarım ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin 21 Communication from the Commission to the Council, the European Parliament, the European Economic and Social Committee and the Committee of the Regions, “Global Europe: Competing in the World”/ A Contribution to the EU’s Growth and Job Strategy, COM (2006) 567 final, 4.10.2006. 22 Akses, S., “AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye’deki Etkisi”, İKV Değerlendirme Notu, Ekim 2010. 21 %99 oranında, uzun vadede ise tamamen kaldırılması söz konusudur23. Temmuz 2011’de yürürlülüğe giren anlaşmanın, hâlihazırda $105 milyar olan ikili ticaret hacmini geliştirmesi beklenmektedir24. Hindistan ile ise, 2007 yılında STA müzakerelerine başlayan AB’nin bölge ülkelerine yönelik girişimlerinin önümüzdeki dönemde sürmesi beklenmektedir. AB ile Güney Kore arasında imzalanan STA, AB ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye’nin ticaret politikasını da etkileyecek olmasına rağmen, Türkiye diğer tüm STA’larda olduğu gibi bu anlaşmanın da müzakere ve onay sürecinde yer almamıştır. Gümrük Birliği’nin 27 üye devlet ve Türkiye’den oluşması, Güney Kore mallarının Avrupa pazarına anlaşmanın öngördüğü gibi düşük veya sıfır gümrükle girebilmesi ve dolayısıyla Türkiye pazarına da bu şartlar altında ulaşabilmesi imkanı yaratması söz konusudur. Güney Kore yurtiçi pazarında Avrupalı ihracatçılara sağladığı elverişli rejimi henüz aralarında bir STA anlaşması olmadığı için Türkiye’ye sağlamamaktadır. Güney Kore ile AB arasında yürürlüğe giren STA ile özellikle otomobil sektörünün Güney Kore kaynaklı rekabetten olumsuz yönde etkilenmesi beklenmektedir. Avrupa Birliği, Güney Kore ile imzaladığı STA’ya bir “Türkiye maddesi” ekleyerek Güney Kore Hükümeti’ne Türkiye ile bir anlaşma imzalaması konusunda çağrıda bulunmasına rağmen bu maddenin bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Türkiye, Güney Kore ile müzakerelere başlamış ve sekteye uğrayan görüşmelerde ancak 2011 yılının Ağustos ayında sonuca yaklaşıldığı öğrenilmiştir. Ekonomi Bakanı Çağlayan konu ile ilgili yaptığı açıklamada, Güney Kore ile STA imzalamnın önündeki engellerin ciddi manada kaldırıldığını ve önümüzdeki dönemde birçok G. Koreli firmanın Türkiye'ye yatırım yapacağını belirtmiştir. Ancak, anlaşmanın detayları henüz yayımlanmamıştır. Türkiye’nin hâlihazırda imzalamış bulunduğu STA’lar dış ticaretimiz için herhangi bir sıkıntı yaratmamaktadır. Esas sıkıntı, AB’nin yakın zamanda imzaladığı ya da imzalamak üzere olduğu STA’ların ardından ortaya çıkacaktır. Çünkü AB’nin anlaşma imzalamak istediği ve görüşmelerin sürdüğü/son aşamaya geldiği ülkeler arasında, Türkiye ile benzer nitelikte ürünler üreten ve fiyat açısından avantaja sahip olan ülkeler bulunmaktadır. Bunların başında Güney Doğu Asya ile Uzak Doğu ülkeleri gelmektedir. Güney Kore ve Hindistan’ın bazı sektörlerde Türkiye’ye kıyasla sahip oldukları avantaj, AB ile imzalanan STA’nın ardından yalnızca ana ihraç pazarı konumundaki AB pazarını ele geçirmelerini sağlamakla kalmayacak, ayrıca “trafik sapması25” yoluyla yurtiçi talebin de söz konusu ülke mallarına kaymasına neden olabilecektir. 23 Ancak hassas olarak nitelendirilen bazı tarım ve balıkçılık ürünleri için 7 yıldan uzun bir geçiş süreci tanınması kabul edilmiştir. Sözü edilen STA birçok hizmet sektörünü de kapsaması açısından da önem arz etmektedir. 24 T.C. Ekonomi Bakanlığı, AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması 25 Ticaretin normal seyrinin, ülkelerin farklı tarife ya da tarife dışı önlemler uygulaması nedeniyle yön değiştirmesidir. Gümrük Birliklerinde, üyeler arası ticareti engelleyen ya da kısıtlayan gümrük vergileri ve tarife dışı engeller kaldırılarak ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir tarife uygulayarak malların yön değiştirmesi (trafik sapması) 22 3.4. Ticaret Politikası Savunma Araçları Türkiye taraf olduğu uluslararası, çok veya iki taraflı anlaşmalar gereğince korunmaktan oldukça uzak bir pazar haline gelmiştir. Nitekim, İthalat Rejimi kapsamında sanayi ürünlerinde üçüncü ülkeler için Gümrük Birliği öncesinde %16 seviyesinde olan ortalama koruma oranı, %4 seviyelerine inmiştir. Aşağıdaki grafik incelendiğinde, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha düşük bir gümrük tarife oranına sahip olduğu görülmektedir. İthalat politikası araçları olarak; gümrük tarifelerine ek olarak ticaret politikası savunma araçları kullanılabilmektedir. Daha önceki bölümlerde belirtildiği üzere gümrük tarifelerinde, Gümrük Birliği ve DTÖ kuralları nedeniyle Türkiye’nin hareket alanı sınırlıdır. Bununla birlikte, DTÖ kuralları, tüm üye ülkelere yerel sanayiilerini ihracatçıların “haksız” ticaret uygulamalarına karşı korumaları için gerekli önlemleri alma imkanı tanımaktadır. Bu kapsamda, ticaret politikası savunma araçları; benzer veya doğrudan rakip mallar üreten yerli üreticilerin ithalattan (ciddi) zarar görmesinin önüne geçmek amacıyla başvurulan, dampinge karşı önlemler, sübvansiyona karşı önlemler ile korunma ve gözetim önlemleri olarak tanımlanmaktadır. 3.4.1. Dampinge ve Sübvansiyona Karşı Önlemler Bir malın normal değerinden (ihracatçı veya menşe ülkedeki iç piyasa satış fiyatından) daha düşük bir fiyatla ihraç edilmesi “damping” olarak tanımlanmaktadır. Dampingli ithalattan zarar gördüğünü iddia eden yerli üretim sektörü, söz konusu ithalata karşı önlem alınması için İthalat Genel Müdürlüğü’ne başvurma hakkına sahiptir. İthalata karşı önlem önlenmektedir. STA’larda ise, üçüncü ülkelere karşı ortak bir tarife uygulaması olmaması nedeniyle ticaret sapması menşe kuralının uygulanmasıyla önlenmektedir. 23 alınabilmesi için, söz konusu üründe damping olması, bu dampinge bağlı olarak yerli üretici sektörün zarara uğraması ve yerli üretici sektördeki zararın bu dampingden (illiyet bağından) kaynaklanması gerekmektedir. İhracatçı ülkenin, ihracatçı sektöre yönelik doğrudan veya dolaylı mali katkısı veya herhangi bir gelir veya fiyat desteği26 ‘sübvansiyon’ olarak kabul edilmektedir. Sübvansiyona konu olan ithalata karşı önlem alınabilmesi için sübvansiyonun, yasaklanmış27 veya önlem alınabilir sübvansiyonlardan olması gerekmektedir. Uluslararası yükümlülüklere aykırı olmayan sübvansiyonlar, Ar-Ge, çevre koruma ve bölgesel kalkınma amaçlı olan sübvansiyonlardan oluşmaktadır. Soruşturma sonucu sübvansiyonun, yerli üretim sektöründe maddi zararın ve illiyet bağının tespit edilmesi neticesinde sübvansiyona karşı önlem alınabilmektedir. Dampinge ve sübvansiyona karşı önlemler, CIF bedelin yüzdesi bazında (ad-valorem) veya maktu olarak, ülke hatta firma özelinde alınabilmektedir. Damping/sübvansiyon soruşturması sonucunda alınan önlemlerin süresi 5 yıldır. Ancak, önlemin kalkmasının dampingin/sübvansiyonun ve zararın devam etmesine veya yeniden meydana gelmesine neden olacağının tespit edilmesi halinde önlemin uygulanmasına devam edilir. Günümüzde anti-damping uygulamaları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin başvurdukları, ithalatın düzenlenmesine yönelik önlemlerin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Dampingin tespiti ve sonuca bağlanması sübvansiyona kıyasla daha kolaydır. Nitekim 1995-2010 döneminde, dünya genelinde 2.433 adet anti-damping önlemi alınırken sübvansiyona karşı sadece 143 adet önlem alınmıştır. Anti-damping Türkiye’nin ithalatta haksız rekabeti engellemek için sıkça kullandığı bir yöntemdir. Aynı dönemde Türkiye 142 adet damping önlemi alırken, sübvansiyona karşı sadece 1 adet önlem almıştır. Türkiye’nin damping önlemi konusunda dünyada ön sıralarda yer aldığı görülmektedir. GATT 1994'ün 16. maddesi çerçevesinde Yasaklanan sübvansiyonlar; ihracat performansına ya da yabancı mallar yerine yerli malların kullanılması koşuluna bağlı olan sübvansiyonlardır. 26 27 24 Kaynak: Dünya Ticaret Örgütü Aşağıdaki grafik Türkiye’nin en fazla damping önlemini Çin’e karşı aldığını göstermektedir. Çin’i Hindistan, Endonezya, Tayland, G. Kore ve Malezya gibi Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin izlediği görülmektedir. Bu durum, Asya ülkelerinin yerli üreticiler üzerinde önemli bir rekabet baskısı oluşturduğuna işaret etmektedir. Kaynak: Dünya Ticaret Örgütü Alınan anti-damping önlemlerinin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde, önlemlerin özellikle tekstil, ana metal, plastik ve kauçuk sektörlerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Söz konusu sektörlerin aynı zamanda önemli birer ihracatçı sektör oldukları dikkate alındığında, bu durum sektörlerin sadece iç piyasada değil aynı zamanda uluslararası piyasalarda da önemli bir rekabet 25 baskısı altında olduklarına işaret etmektedir. Damping önlemlerine bakıldığında, matkap uçları, çakmaklar, fermuarlar, patinaj zinciri, çekmece rayları, cam kapak, kapı kilitleri, duvar saatleri gibi ürünlere alındığı görülmektedir. Bu durum, damping önleminin etkisinin mikro düzeyde olduğunu ve cari açık üzerindeki etkisinin sınırlı olduğunu göstermektedir. Söz konusu düzenleme esas olarak, ancak belirli durumlarda ve geçici olarak yerli sanayinin ithal ürünler karşısında haksız rekabetten korunmasını amaçlamaktadır. Haksız rekabet koşulları ticaretin normal ve adil akışını olumsuz etkilerken, yerli üretici sektörün zarar etmesine yol açmaktadır. Dampingli/sübvansiyonlu ürüne karşı alınan önlem, bu haksız rekabet koşullarını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede, dampinge/sübvansiyona karşı alınan önlem yerli üreticiyi korumaktan ziyade, yurtiçi piyasada dampingli/sübvansiyonlu ithalat nedeniyle oluşan haksız rekabet koşullarını bertaraf etmeye yöneliktir. Söz konusu önlemlere yönelik izlenecek detaylı bir mevzuat bulunmasına karşılık, ticaret savunma araçlarının kullanımının gizli bir korumacılık taşıdığına ilişkin görüşler zaman zaman gündeme gelmektedir. Özellikle 2009 yılında alınan önlem sayısındaki artış bu yöndeki şüpheleri artırmaktadır. 3.4.2. İthalatta Korunma Önlemi İthalatta korunma önlemi, bir yerli sanayi sektörünün ürettiği ürünlerin benzer veya doğrudan rakip olanlarının ithalatının, öngörülmeyen gelişmeler nedeni ile artarak yerli üreticiler üzerinde ciddi zarar veya bu yönde tehdit oluşturması durumunda ithalata miktar kısıtlaması (kota) veya ek mali yükümlülük getirilmesiyle alınan önlemdir. DTÖ kuralları çerçevesinde, dampingin yarattığı haksız rekabet söz konusu malın ithalatına antidamping vergisi konması suretiyle ortadan kaldırılmaktadır. Korunma önlemi alınmasındaki amaç ise, düzgün işleyen bir piyasa olmasına rağmen mevcut rekabet şartlarına uyum sağlayamayan yerli üreticileri, bu üreticiler yabancı üreticilerle rekabet edebilir düzeye 26 gelinceye kadar belli bir süre için korumaktır. Anti-damping önlemi yalnızca damping yapan ihracatçı ülke/ülkelerden ya da firma/firmalardan yapılan ithalata yönelik uygulanabildiği halde korunma önlemi ülke ayrımı gözetmeksizin tüm ülkelere karşı uygulanmak zorundadır. Korunma önleminin belli bir sektör bazında tüm ülkelere uygulanması nedeniyle etkisi diğer önlemlere kıyasla daha fazladır. Korunma önleminin süresi (geçici önlem alınmışsa geçici önlem süresi de dâhil olmak üzere) en fazla 4 yıldır. Korunma önleminin uygulama süresinin (geçici önlem süresi de dâhil olmak üzere) 3 yılı aşması halinde muhatap ülkelerin 3 yılı aşan süre boyunca karşı önlem alma hakları doğmaktadır. Korunma önleminin toplam süresi (geçici tedbirin uygulanma süresi, başlangıçtaki uygulamanın süresi ve bunun herhangi bir uzatımı dahil olmak üzere) 8 yılı aşamamaktadır. Korunma önlemi süresinin 1 yılın üzerinde olması halinde önlem düzenli aralıklarla liberalize edilmektedir. İthalatta korunma önlemi alınabilmesi için, ilgili malın ithalatında artış olması, bu artışın benzer veya doğrudan rakip ürünler üreten yerli üreticiler üzerinde ciddi zarar veya ciddi zarar tehdidi oluşturması, ithalattaki artış ile yerli üreticiler üzerindeki zarar veya zarar tehdidi arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. İthalatın etkisi satışlar, üretim, verimlilik, kapasite kullanımı, kâr , zarar ve istihdam açısından değerlendirilmektedir. Halihazırda çerçevesiz cam aynalar, düz cam, naylon iplik, elektrikli süpürge, buharlı ütü, tuz, ayakkabı, motosiklet, gözlük çerçeveleri, seyahat çantaları, el çantaları ve benzeri mahfazalar, cam eşya, bazı elektrikli aletler ve pamuk ipliğinde korunma önlemi uygulanmaktadır. Sahip olduğu yoğun istihdamın yanı sıra, ihracatçı sektörler içinde önemli bir ağırlığa sahip olan dokuma kumaş ve hazır giyim sektörünün uğradığı zarara yönelik olarak 22 Temmuz 2011 itibarıyla yürürlüğe giren karara göre söz konusu ürünlerin ithalatında ilave gümrük vergisi getirilerek koruma önlemi alınmıştır. Hazır giyim ithalatına %30, kumaş ithalatına ise %20 oranında vergi getirilmiştir. Nitekim, hazır giyim ithalatında ilk üç sırada yer alan Bangladeş, Çin ve Hindistan’ın toplam ithalat içindeki payı %70’e yaklaşmıştır. Bununla birlikte, yerli üreticilerin istihdam seviyesi 2005-2008 döneminde önemli ölçüde gerilemiştir. Daha önce bahsedildiği üzere AB, Meksika ile STA imzalamış olmasına rağmen, Meksika Türkiye ile STA imzalamaya yanaşmamaktadır. Bilindiği gibi, AB ile STA imzalayan ülkeler menşeli ürünler AB üzerinden Türkiye'ye gümrüksüz satılabilmekte, ancak ülkemizle STA imzalamayan ülkelere yapılan ihracatımızda yüksek gümrük duvarlarıyla karşılaşılmaktadır. Söz konusu üçüncü ülkelerde üretilen malların, AB üzerinden gümrüksüz veya gümrük avantajıyla Türkiye'ye girişlerinin önünü kesmek için "Telafi Edici Önlem Mekanizması" çalıştırılmaktadır. 27 Bu kapsamda, Meksika'da üretilen binek otomobillere %10 vergi getirilmiştir28. Kararname 28 Temmuz 2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anlaşmazlıkların Halli Hakkında Mutabakat Metni’nin (AHMM) 4. Maddesine göre, DTÖ anlaşmalarından birinin ihlâl edildiğini iddia eden üye ülke, ilgili DTÖ üyesi ülke ile istişarelerde bulunulmasını talep edebilmektedir. DTÖ üyesinin, talebi aldığı tarihten itibaren 10 gün içerisinde cevap vermesi ve 30 gün içerisinde görüşmelere başlanmasını temin etmesi gerekmektedir. Böylelikle, tarafların anlaşmazlığı öncelikle kendi aralarında çözmelerine imkan sağlamak amaçlanmaktadır. Bu aşamada bir çözüme ulaşılamaması durumunda, şikâyetçi DTÖ üyesi, anlaşmazlığı çözümlemek üzere bir panel29 kurulmasını Anlaşmazlıkların Halli Organı'ndan talep edebilir. Panelin söz konusu önlemin ilgili DTÖ kurallarıyla uyumlu olmadığına karar vermesi durumunda, ithalatçı ülkeye önlemi anlaşma ile uyumlu hale getirmesi tavsiye edilmektedir30. Panel tarafından veya Temyiz Organı31 tarafından sunulan tavsiyeler ithalatçı ülke tarafından uygun bir süre içerisinde yerine getirilmezse, ihracatçı ülke ithalatçı ülkeye karşı DTÖ anlaşmalarından kaynaklanan birtakım taviz ve yükümlülüklerini askıya alabilmektedir32. 4. 4.1. TÜRKİYE’DE CARİ AÇIĞA İLİŞKİN SON DÖNEMDE ALINAN TEDBİRLER TCMB ile BDDK Tarafından Alınan Önlemler Gerek uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından cari açığa ilişkin gelen olumsuz açıklamalar gerekse piyasalarda cari açığa ilişkin artan tedirginliğin etkisiyle Hükümet’in cari açığa ilişkin bazı tedbirler alması gündeme gelmiştir. Öncelikle TCMB ile BDDK tarafından kredi hacmi artışının kontrol altında tutulmasına ilişkin adımlar atılmıştır. TCMB öncelikle finansal istikrara atıfta bulunularak cari açıktaki genişleme hızının yavaşlatılması yönünde önlemler almıştır. Kredi hacmi-cari açık ilişkisine dikkat çeken TCMB finansal istikrarı sağlamaya yönelik oluşturduğu politikada, kredi hacmindeki artışı sınırlamaya 28 AB ve Türkiye’nin diğer ülkelerle imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmalarının; anlaşma hükümleri, ülkeler ve eşya açısından farklılık arz etmesi sonucunda Türkiye aleyhine ortaya çıkan tarife farklılığının giderilmesi amacıyla Meksika menşeli olarak A.TR belgesi (AB ile ticarette, serbest dolaşımda bulunan eşya için ihracatçı firma tarafından düzenlenen belge) eşliğinde binek otomobillerden CIF bedelinin %10’u oranında ilave Toplu Konut Fonu tahsil edilmesi kararlaştırılmıştır. 29 Panelistler, uluslararası ticaret hukuku veya ticaret politikası alanında deneyim sahibi olan kişiler arasından seçilmekte ve her panelde üç panelist görev almaktadır. 30 Yılmaz, M., “Dünya Ticaret Örgütü Kuralları Açısından Sübvansiyonlar ve Telafi Edici Tedbir Soruşturması”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2004. 31 Panel kararının temyiz edilmesi mümkündür, bu amaçla bir Temyiz Organı kurulmuştur. Temyiz Organı'nın yedi üyesi vardır ve üyeler hukuk veya uluslararası ticaret alanında yeterli bilgi ve tecrübeye sahip kişiler arasından seçilmektedir. 32 T.C. Ekonomi Bakanlığı, Çok Taraflı Ticaret Sistemi – Dünya Ticaret Örgütü 28 yönelik olarak önlemler almış ve bu kanalla cari açıktaki hızlı artışın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Bu çerçevede, 2011 yılının ilk yarısında cari açıktaki ve kredi hacmindeki artışın sürmesi karşısında bankaların TL ve YP yükümlülüklerine uygulanan zorunlu karşılık oranlarını yükseltmiştir. Ayrıca, TCMB kısa vadeli sermaye girişlerinin azaltılması amacıyla, politika faizlerini düşürmüş ve gecelik borç alma ve borç verme faizleri arasındaki koridora yönelik değişikliğe gitmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki sorunların çözülememesi sonucu küresel ekonomik aktiviteye ilişkin artan endişelere bağlı olarak TCMB 4 Ağustos’ta olağanüstü bir toplantı yapmış ve sürpriz bir biçimde politika faizini 50 baz puan düşürürken gecelik borçlanma faizini %1,50’den %5’e yükselterek faiz koridorunu daraltmıştır. Cari açığın genişlemesine neden olduğu gerekçesiyle kredilerdeki hızlı artışın yavaşlatılması için bankaların yıllık kredi artışı %25 ile sınırlandırılması yönünde tavsiyede bulunulmuştur. TCMB zorunlu karşılık artışları aracılığıyla bankaların maliyetlerini artırmak suretiyle kredi faizlerinin yükselmesini sağlamıştır. Aynı zamanda, BDDK’nın da konut kredilerine %25 anapara ödenmesi uygulaması ve toplam kredi hacmi içerisinde tüketici kredilerinin payının yüksek olduğu bankalara bazı ek maliyetler getirmesi de kredilerdeki ivmelenmeyi yavaşlatmayı amaçlamıştır. Haziran 2011 itibarıyla cari açıkta henüz bir iyileşme gözlenmezken, tüketici kredilerinin artış hızının ise Temmuz ayından itibaren ivme kaybettiği görülmektedir. Yılın ikinci yarısında ise, özellikle yurtiçi talepteki ivme kaybının etkisiyle cari açıkta bir yavaşlama beklenmektedir. Ayrıca, TL’deki değer kaybının dış ticaret kanalıyla cari açığı olumlu etkileyeceği düşünülmektedir. Ancak, ara malı ithalatının yüksek düzeyde olması olumlu etkiyi sınırlandırabilecektir. Öte yandan, küresel ekonomik aktivitedeki olumsuz beklentiler paralelinde petrol fiyatlarının düşeceği tahmin edilmektedir. Bu çerçevede, enerji fiyatlarında yaşanabilecek bir düşüş cari açıktaki düzeltmeyi destekleyebilecektir. Nitekim, 2011’in ilk yarısında $45 milyara ulaşan cari açığın, yılın ikinci yarısında $25-30 milyar civarında gerçekleşmesi beklenmekte ve yılsonunda $70-75 milyar seviyesinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Kaynak: BDDK, TCMB 29 4.2. Ekonomi Bakanlığı Tarafından Alınan Önlemler33 Ekonomi Bakanlığı, cari açık konusunda Türkiye'de enerji kompozisyonunun değiştirilmesi gerektiğini, cari açığı etkileyen sektörlere yatırım yapılarak dışa bağımlılığı azaltacak bir üretim yapısına geçilmesi gerektiğini ve yeni teşvik mekanizmasının buna göre düzenleneceğini ifade etmiştir. Bu kapsamda atılacak adımlar aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır: • Yeni nesil serbest bölge anlayışıyla ihracata ve yatırıma daha fazla katkı sağlayacak bir yapı oluşturulması, • Pazara giriş imkânlarının artırılması, • İhracat pazarlarının ve ihracata konu mal ve hizmetlerin çeşitlendirilmesi, • İthalat bağımlılığının azaltılması ve girdi tedarik güvenliğinin sağlanması, Ekonomi Bakanlığı, tedarik zincirinde daha fazla katma değerin yurtiçinde kalması, ara malında yurtdışına bağımlılığının azaltılması, tedarikte süreklilik ve ihracatta sürdürülebilir küresel rekabet gücü artışının sağlanması amacıyla “Girdi Tedarik Stratejisi” (GİTES) üzerinde çalışmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkenin girdi tedarik stratejileri geliştirip uyguladıkları görülmektedir. Özellikle AB, ABD, Japonya, Güney Kore ve Çin bu konuda önemli adımlar atmaktadır. Bu stratejilerin temel hedefi, fiyatları hızla yükselen hammadde ve girdilere belirlenen fiyatlardan sürdürülebilir erişimin güvence altına alınmasıyla maliyetlerin kontrol altında tutulması ve rekabet gücünün artırılmasıdır. ABD’de ulusal savunma sanayi ve temel ihtiyaçlar için vazgeçilmez olan hammaddelerin geliştirilmesi, çıkarılması, işlenmesi ve kullanımı konusunda araştırmalar yürütülmektedir. Ayrıca, stratejik önem taşıdığı tespit edilen madenler stoklanmaktadır. Çin bu konuda en aktif ülkelerin başında gelmektedir. Çin’in yurt içinde korumacı, yurt dışında ise saldırgan bir girdi tedarik stratejisi izlediği görülmektedir. Yurt içinde bir yandan maden arama, çıkarma ve işleme faaliyetlerine yönelik yurt içi yatırımların artırılması sağlanırken, diğer yandan kilit öneme sahip hammaddelere ihracat kısıtlamaları ve yasakları getirilmekte ve yabancıların yurt içi madenlere yönelik yatırımları çeşitli yasaklar, şeffaf olmayan prosedür ve yasal düzenlemelerle önlenmektedir. Buna karşın yurt dışında, hammadde kaynaklarının satın alınması konusunda proaktif bir politika izlenmektedir. Bu çerçevede, devlet şirketleri ve özel sektör firmaları yurtdışında hammadde rezervlerini satın alma yönünde yönlendirilmekte ve teşvik edilmektedir. 2005-2010 döneminde, devletin desteğini alan Çinli şirketlerin, yaptıkları 91 anlaşmayla devraldıkları yabancı madenlerin toplam sözleşme değerinin $32 milyara ulaşmış olması dikkat çekicidir. 33 Bu bölümde büyük ölçüde T.C. Ekonomi Bakanlığı tarafından yayımlanan rapor ve sunumlardan yararlanılmıştır. 30 Dünyada girdi tedarikinin güvenliğinin ve sürekliliğin sağlanması konusunda ülkelerin attıkları adımları inceleyen Ekonomi Bakanlığı da bu yöndeki faaliyetlerine ağırlık vermiştir. Ekonomi Bakanlığı, GİTES kapsamında aşağıdaki hedeflere ulaşılmasını hedeflemektedir: Merkezi veya sektörel girdi tedarik sistemi oluşturmak, Özel sektörün girdi satın alım planlamasını destekleyecek mekanizmaları geliştirmek, Devletler arası anlaşmalarda girdi tedarik imkanlarını güvence altına almak, Yurt dışına yönelen Türk yatırımlarını ihtiyaç duyulan girdi alanlarına yönlendirmek, Girdi tedariki için gerekli lojistik düzenlemelere destek vermek, Bölgesel dış ticaret stratejilerine girdi tedariki konusunu yansıtmak, Serbest ticaret anlaşmaları ile tercihli ticaret anlaşmalarına girdi tedarik konusunu yansıtmak. Türkiye’nin 2010 yılında $185,5 milyarlık ithalatının $131,4 milyarını ara malı ithalatı oluşturmaktadır. Bu durum, hem ihracatçı sektörlerin, hem de yurt içi tüketime yönelik üretim yapan sektörlerin ara malı açısından ithalata önemli ölçüde bağımlı olduğunu göstermektedir. Ara malı ithalatının sektörlere göre dağılımı incelendiğinde, demir-çelik ve madenciliğin ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Türkiye, 2000-2010 döneminde Çin ve Hindistan’ın ardından çelik üretimini dünyada en çok artıran üçüncü ülke olmuştur. Nitekim, 2010 yılı itibarıyla ham çelik üretiminde dünyanın 10. büyük üreticisi olan Türkiye, dünyadaki payını %1,7’den %2,1’e yükseltmiştir. Bu çerçevede, demir-çelik sanayii ile başlanan sektörel bazlı stratejiçalışmalarına otomotiv ve makine sektörleri ile devam edilmiştir. 2011 yılının sonuna kadar kimya, tekstil, tarım ve gıda sektörlerini kapsayacak şekilde tüm çalışmaların tamamlanması ve eylem planlarının hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. Ara malı İthalatının Sektörlere* Göre Dağılımı (2010) Demir-Çelik** ve Madencilik Kimyasallar Otomotiv ve Makine Tekstil Tarım %28,5 %21,6 %19,2 %9,9 %7,5 * DTÖ SITC Sektörel Sınıflaması baz alınmıştır. ** Mineral yakıtlar ve yağlar (bitümenli taşkömürü ve antrasit hariç) dahil edilmemiştir. Kaynak: Ekonomi Bakanlığı Demir Çelik Sektörüne İlişkin Önlemler Türkiye demir çelik üretimi için gerekli olan hurdada başlıca ithalatçı ülkelerden biridir. Nitekim, ham çelik üretiminin %70’i hurdaya dayalı ark ocaklı tesislerde gerçekleştirilmektedir. Türkiye’nin demir-çelik hurda ve döküntülerinde yeterlilik oranı %25 ile oldukça düşüktür. 2008’de $9 milyar, 2010’da $7,1 milyar ile hurda önemli bir ara malı ithal kalemi olarak 31 karşımıza çıkmaktadır. Bu durum dikkate alınarak geliştirilen stratejide, kısa vadede sektör üreticilerinin yurt dışı alımlarda birlikte hareket etmesiyle güç birliğinin sağlanması ve sinerji yaratılması, uzun vadede ise iç kaynakların geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bu konuda atılan adımlarla, özellikle alımda güç birliği yapılmasıyla olumlu sonuçların elde edildiği belirtilmektedir. Türkiye böylece, önemli bir alıcı olmanın avantajını kullanmaya başlamıştır. GİTES kapsamında, ayrıca, demir cevheri zenginleştirme tesislerinin teşvik edilmesine, stratejik girdilerde dış yatırımlar için politik risk sigortasının devreye girmesine, motor ve aktarma organlarına ilişkin Ar-Ge faaliyetlerinde kullanılan test yakıtlarının ithalatına ilişkin ilerleme sağlanmasına, otomotiv ile elektronik sektörleri arasında işbirliği modeli oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapılması hedeflenmektedir. GİTES’e yönelik yapılan çalışmalarda, yurt içinde üretiminin hiç bulunmaması veya yeterli seviyede olmaması nedeniyle yurt dışı tedarik zorunluluğu bulunan ve bu durumun “fiili imkansızlık” nedeniyle kısa ve orta vadede değişmesinin mümkün olmadığı kritik girdilerde yurtdışı yatırım ihtiyacının olduğu tespit edilmiştir. Otomotiv Sektörüne İlişkin Önlemler Üretim ve ihracat açısından önem arz eden otomotiv sektörüne yönelik de çalışmalar yapılmıştır. Otomotiv sanayi girdileri; motor ve aktarma organları, metal ve sac, plastik ve enjeksiyon kalıpçılık, kauçuk, elektronik ve gömülü yazılım olmak üzere beş ana grup altında incelenmiştir. Ayrıca, AR-GE ve test merkezleri ile lojistik altyapı da incelemeye dâhil edilmiştir. Otomotiv sektörü açısından önem taşıyan motor ve aktarma organlarının üretiminin yurt içinde oldukça sınırlı olmasının etkisiyle dış ticaret açığı verilmektedir. Nitekim, üretimin yetersiz olması ve üreticilerin tedarik kaynağı tercihleri nedeniyle yaklaşık $5 milyarlık motor aktarma organı ithal edilmiştir. Bu alanda ilerleme kaydedebilmek için, sanayi içindeki işbirliğinin artırılması, üniversite sanayi işbirliğinin geliştirilmesi ve sonuç odaklı bir işbirliği modelinin geliştirilmesi gibi hedefler belirlenerek üzerinde çalışıldığı belirtilmiştir. Metal ve sac alanında ise, vasıflı metal, pik ve döküm üretiminde kapasite ve kalitede sıkıntı yaşandığı, rekabetçi fiyat ve temin sektörün karşılaştığı başlıca sorunlar olarak tespit edilmiştir. Plastik ürünleri, kauçuk ve sentetik kauçukta; ithalata bağımlı olan otomotiv sanayi fiyat artışları karşısında manevra kabiliyetini kaybetmekte ve girdi temin etme konusunda zaman zaman sıkıntı yaşamaktadır. Önemli kauçuk kullanıcısı olan global firmaların doğal kauçuk üreten ülkelerde, yatırım yaparak hammadde tedarikinde sürekliliği sağlama yönünde stratejiler geliştirdikleri ifade edilmiştir. Petrokimya ürünü olan plastik ve sentetik kauçuk üretiminde de 32 global üreticilerin petrol zengini bölgelere yatırım yapmaya başladıkları ve Türkiye’nin de bu sürecin içerisinde yer alması gerektiği belirtilmiştir. Sektör üretiminin maliyeti içerisinde %30-35 civarında bir paya sahip olan elektronik ve gömülü yazılımın payının orta ve uzun vadede daha da yükseleceği dikkate alındığında bu ürünler çok önemli bir girdi kalemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Elektronik ve yazılım başta olmak üzere, inovasyonun önemli olduğu tüm sektörler için tabana yayılmış yenilikçi bir yapı, motor teknolojisindeki eksikliklerin giderilmesi, gerekli ölçeği sağlayacak politikalar oluşturulması ve yönlendirici rol oynayacak bir yapının geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca, sanayinin kümelendiği bölgede ihtisas limanları ile girdi kaynağı–üretim merkezi-yükleme limanları arasında demir yolu ağlarının kamu-özel sektör işbirliği içinde geliştirilmesi hedeflenmektedir. Yurtdışından temin edilen ancak yurtiçinde üretimi gerçekleştirilebilecek kritik ara mallarının ise yurtiçinde üretiminin sağlanması hedeflenmektedir. Bunu gerçekleştirmek için, gerek yurt dışına yönelen Türk yatırımlarının ihtiyaç duyulan girdi alanlarına yönlendirilmesi, gerekse yabancı yatırımcıların bu alanlara çekilmesi amaçlanmaktadır. Bu çerçevede, ilk aşamada yatırım için potansiyel alanlar olarak, motor aktarma organları, paslanmaz çelik, vasıflı çelik, kompresör ve rulman belirlenmiştir. Hükümet yetkilileri tarafından cari açığın azaltılmasına yönelik olarak İhracata Dönük Üretim Stratejisi, Girdi Tedarik Stratejisi ve İhracat Pazarlarının Çeşitlendirilmesi Stratejisi çalışmalarının 2012-2014 dönemini kapsayacak Orta Vadeli Program'da detaylandırılacağı açıklanmıştır. Böylelikle, 2001 krizinin ardından enflasyon, mali disiplin ve bankacılık sektörünün düzenlenmesi gibi konularda önemli bir ilerleme kaydeden Türkiye ekonomisinde uzun bir süredir söz edilen ve makroekonomik politikaları destekleyici nitelikte mikro politikaların uygulanması söz konusu olabilecektir. Söz konusu politikalar istikrarlı bir büyüme sürecinin tesisi açısından önem arz etmektedir. 5. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Türkiye’nin üretim yapısındaki sorunlar, özellikle üretimde ithal ara malına bağımlılığın yüksek seviyelerde olmasının etkisiyle ihracat artışı beraberinde ithalat artışını da getirmektedir. Nitekim, Türkiye’nin yıllık ithalatının yaklaşık %70’i ara malı ithalatından oluşmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olması petrol ve emtia fiyatlarındaki gelişmelerin doğrudan dış ticaret açığını etkilemesine neden olmaktadır. Türkiye’nin 2010 yılındaki enerji hariç dış ticaret kompozisyonu incelendiğinde, en fazla ihracat yapan sektörlerin aynı zamanda en yüksek dış ticaret açığı veren sektörler olduğu görülmektedir. Bu durum, Türkiye’nin ihracatta katma değer 33 yaratmada yaşadığı sorunu teyit ederken Türk sanayiinde dış ticaret açığının, dolayısıyla da cari açığın yapısal bir sorun olduğunu da göstermektedir. Uzun vadede cari açığın sürdürülebilirliğine ilişkin olarak; cari açığın kaynakları, finansman yapısı, döviz kurlarının gelişimi, uluslararası döviz rezervlerinin düzeyi, finansal sistemin yapısı ve siyasi istikrar önem arz etmektedir. Uzun vadede sürdürülebilirliğin sağlanması, yurtiçi tasarruf oranlarının artırılması ve doğrudan yabancı sermaye girişlerinin ihracatı destekleyen, ara mallarında ithalata bağımlılığı azaltan ve yüksek katma değer yaratan yatırımlara yönlendirilmesi ile mümkün olabilecektir. Avrupa Birliği Müktesebatı ve uluslararası yükümlülüklerini yerine getiren Türkiye, ticaret politikası savunma araçlarından korunma önlemleri ile dampinge ve sübvansiyona karşı vergileri etkin bir şekilde kullanmaya gayret göstermekte ve bu konuda dünyada ön sıralarda yer almaktadır. Ancak, özellikle antidamping uygulamalarında olduğu gibi bu önlemler genellikle mikro bazda kalmakta ve cari açık üzerinde sınırlı etki yaratmaktadır. Bu açıdan cari açığın azaltılması hususunda, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimin artması, GİTES projesinde olduğu gibi girdi tedarikine yönelik adımlar önem taşımaktadır. Global piyasalarda olumsuz görünümün ağırlık kazandığı son dönemde cari açığa ilişkin Hükümet’in atacağı adımlar yakından takip edilmektedir. Gerçekleştirilecek yapısal reformlarla ancak orta ve uzun vadede çözüme kavuşturulması mümkün görünen cari açığın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ve eylem planlarının oluşturulması, Türkiye ekonomisi açısından önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. Oluşturulan uzun vadeli bir perspektifle, 2023 yılında $500 milyarlık ihracat ile dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmeyi hedefleyen Türkiye’de bu konudaki planların hayata geçirilmesi hedeflere ulaşmada önemli katkıda bulunacaktır. 15 yıldır yürütülen Gümrük Birliği’nin olumlu yönleri kadar son dönemde sıkıntı yaratan yönleri de gündeme gelmektedir. Bu durum, Türkiye'nin diğer aday ülkelerden farklı olarak Birliğe üye olmadan Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye, AB üyesi olmaması nedeniyle karar alma mekanizmasına katılamamakta, buna karşılık AB mevzuatına uyma yükümlülüğü taşımaktadır. AB 2006 yılından bu yana Birlik dışındaki ülkelerle ticari ilişkilerinde STA’ları tercih ederken, AB ile STA imzalamış olan bazı ülkeler Türkiye ile benzer anlaşmaları imzalamaktan kaçınmaktadır. Bu durumda, üçüncü ülke menşeli ürünlere AB pazarının yanı sıra trafik sapması yoluyla iç pazar açılırken, söz konusu pazarlarda Türkiye’ye yüksek gümrük tarifesi uygulanması Türkiye açısından ciddi bir dezavantaj yaratmaktadır. Türkiye’nin kısa vadede AB’ye üye olmayacağı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, Birliğin STA imzaladığı ülkelere karşı (hâlihazırda görüşmelerin sürdüğü diğer önemli oyuncuların da bu denkleme girmesiyle) Türkiye açısından 34 dezavantajın giderek artacağı tahmin edilmektedir. Bu gelişmeler paralelinde, Gümrük Birliği’nin sorgulanmasına ve Türkiye’nin dezavantajlarını ortadan kaldıran daha adil bir ticaret anlaşması imzalaması gerektiğine yönelik görüşler gündeme gelmektedir. Küresel ekonomik krizin ardından uluslararası ticarette yaşanan rekabet ve Uzak Doğu ülkeleri başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin bu ticaretten pay alma yarışı dikkate alındığında, Türkiye’nin uzun dönemde ihracatta hedeflenen ölçüde bir artışı sağlayabilmesi için sanayileşmede mevcut yapısal sorunlarını çözmeye odaklanan planlı politikalar uygulaması ve biran önce ihtiyaç duyulan yapısal reformlarını gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, cari açığın genişlemesine engel olmak için iç talep artışını sadece para politikası araçları ile kredi kanalı üzerinden kontrol altına almayı hedefleyen politikaların uzun vadeli kalıcı çözümler üretmesi mümkün gözükmemektedir. Ekonomi Bakanlığı tarafından son dönemde mikro düzeyde yürütülen çalışmalar ve bu çalışmalar sonucunda üretilen eylem planlarının hayata geçirilmesinin ihtiyaç duyulan yapısal reformların gerçekleştirilmesi suretiyle uzun dönemde özellikle ara mallarında ithalata bağımlılığın azaltılmasına, dolayısıyla da cari açığın sürüdürülebilir seviyelere indirilmesinde önemli kazanımlar sağlayacağı düşünülmektedir. 35 KAYNAKÇA Akman, S. , (1999), “Türkiye’nin İthalat Politikası, Değişen Koruma Anlayışı: İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesi ve Anti-Damping Vergisi Uygulamaları”, Yeni Türkiye Dergisi Akses, S., “AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye’deki Etkisi”, İKV Değerlendirme Notu, Ekim 2010. Babaoğlu, B., (2005), “Türkiye'de Cari İşlemler Dengesi Sürdürülebilirliği”, T.C Merkez Bankası Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara. Çulha, H. (2009), “Dünya Dış Ticaretinde Korumacı Politikalar ve Türkiye Dış Ticaretine Etkileri”, Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi, Demir, Ö., "Dünya Ticaret Örgütü'nün Yeni Çalışma Konusu: Ticaret ve Rekabet Politikaları Arasındaki İlişki", Dış Ticaret Dergisi, Sayı:9, Nisan 1998 Erkılıç, S. (2006), “Türkiye’de Cari Açığın Belirleyicileri”, TCMB Uzmanlık Yeterlilik Tezi GATT Bilgilendirme Rehberi, 2009, Gelir İdaresi Başkanlığı İKV, “Avrupa Birliği’nin Ortak Ticaret Politikası”, 15 Soruda 15 AB Politikası, Ağustos-Aralık 2003 Kutlay, M., “AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye'ye Etkileri: Gümrük Birliği'ni Yeniden Düşünmek”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Eylül 2010 Nas, Ç., “Gümrük Birliği ve Türkiye'nin AB Dış Ticaret Rejimine Uyumu”, Dünya Gazetesi, 30 Ekim 2010 Özlale Ü. ve Cünedioğlu, E., “Türkiye’nin İhracat Performansı 1: Daha Az Rekabetçi, Daha Hızlı Adapte” , TEPAV Politika Notu, Mart 2011 Özlale Ü. ve Cünedioğlu, E., “Türkiye’nin İhracat Performansı 2: Sektörel Bazda Çeşitlilik, Rekabetçilik ve Adaptasyon”, TEPAV Politika Notu, Mayıs 2011 Öztürk, H. ,“Cumhuriyetimizin 75. Yılında Ülkemizde Uygulanan İthalat Politikalarına Genel Bir Bakış”, Dış Ticaret Dergisi-Özel Sayı, Ekim1998 T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı, Türkiye Enerji Sektörü Raporu, Ağustos 2010 T.C. Dışişleri Bakanlığı 36 T.C. Ekonomi Bakanlığı TEPAV Politika Notu, “AB-G. Kore Serbest Ticaret Anlaşması Türkiye Otomotiv Sektörü İçin Bir Tehdit Mi?”, Şubat 2011 TÜİK Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Ortak Çalıştay Raporu, “Avrupa Birliği'nde Değişen Dinamikler”, Kasım 2006. TÜSİAD, “AB Türkiye'yi Zarara Uğratıyor”, Nisan 2008 Yılmaz, K., “Taking Stock: The Customs Union between Turkey and the EU Fifteen Years Later”, Tüsiad-Koç University Economic Research Forum Working Paper Series , 2010 Yılmaz, M., “Dünya Ticaret Örgütü Kuralları Açısından Sübvansiyonlar ve Telafi Edici Tedbir Soruşturması”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2004. Yükseler, Z., 2011, “Türkiye'nin Karşılaştırmalı Cari İşlemler Dengesi ve Rekabet Gücü Performansı (1997–2010 Dönemi)”, T.C. Merkez Bankası Danışmanı 37 YASAL UYARI Bu rapor Bankamız uzmanları tarafından güvenilir olduğuna inanılan kamuya açık kaynaklardan elde edilen bilgiler kullanılmak suretiyle, sadece bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır ve hiçbir şekilde finansal enstrümanların alım veya satımı konusunda tavsiye veya finansal danışmanlık hizmeti sağlanması olarak yorumlanmamalıdır. Bu raporda yer verilen görüş ve değerlendirmeler, hiçbir şekilde Türkiye İş Bankası A.Ş.’nin kurumsal yaklaşımını yansıtmamakta olup, raporu kaleme alan uzmanların kişisel görüş ve değerlendirmeleridir. Türkiye İş Bankası A.Ş. bu raporda yer alan bilgi, görüş ve değerlendirmelerin doğru, değişmez ve eksiksiz olması konusunda herhangi bir şekilde garanti vermemektedir. Türkiye İş Bankası A.Ş. bu raporda yer alan bilgilerde herhangi bir bildirimde bulunmaksızın değişiklik yapma hakkına sahiptir. Bu rapor ve içindeki bilgilerin kullanılması nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak oluşacak zararlardan Türkiye İş Bankası A.Ş. hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. İşbu rapor üzerinde Bankamızın telif hakkı olup, Bankamızın yazılı izni alınmaksızın herhangi bir kişi tarafından, herhangi bir amaçla, kısmen veya tamamen çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayımlanamaz. Tüm haklarımız saklıdır.