KÂİNATIN ÜZERİNE BİNA EDİLDİĞİ 6 RAKAM { Rakamların dengesi Bilimin ilerlemesi ile, kâinatın üzerine kurulduğu hassas dengeler daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. Kâinatın inşasında tesadüflerin yeri olmadığı artık açıkça anlaşılmıştır. İngiliz astronom Martin Rees, kâinatın yaratılışında anahtar durumunda olan temel 6 sayı bulunduğunu, bu sayıların değerlerinin değişik olması ve farklı tercih edilmesi durumunda kâinatın oluşmayacağını öne sürmüştür. Kendi ifadesi ile şöyle demektedir: “Bu altı rakam kâinat için bir reçete oluşturuyor. Eğer bu rakamlardan herhangi birisi çok küçük miktarda da değişik olsa, yıldızlar, karmaşık elementler ve hayat olmayacaktı.” Bu altı rakam kâinatın en büyük ve en küçük parçalarına nüfuz etmiştir. Küçük parçalardan bir örnek seçelim: Helyum atomunun çekirdeği kendisini oluşturan 2 proton ve 2 nötronun ağırlığının yüzde 99,3′ünü oluşturur. Kalan yüzde 0,7’si ısı olarak açığa çıkar. Böylece güneşin yakıtı hidrojen gazı, helyuma dönüştüğünde kütlesinin 0,007’si enerjiye dönüşür. Eğer bu rakam biraz küçük olsaydı, meselâ 0,007 yerine 0,006 olsaydı, proton nötrona bağlanamayacak ve kâinat sadece hidrojen ihtiva edecekti. Kimyevî reaksiyonlar olmayacak ve neticesinde hayat ortaya çıkamayacaktı. Eğer bu rakam biraz daha büyük olsaydı, meselâ 0,008 olsaydı, füzyon o kadar hızlı olacaktı ki, Big Bang’dan günümüze hidrojen kalmayacaktı. Bu durumda güneş sistemi ve hayattan bahsetmek imkânsız hâle gelecekti. Yani bu rakam 0,006 ile 0,008 arasında çok hassas bir dengede durmaktadır. Benzer şekilde kâinatın yaratılışında temel teşkil eden diğer 5 rakamın da şansa bırakılması durumunda, kâinatın ortaya çıkması imkânsız hâle gelecektir. Bu imkânsızlığı, Astronom Hugh Ross, “Bir hortumun araba mezarlığının üzerinden geçmesi ile Boeing 747 uçağının ortaya çıkması” hâdisesine benzeterek ifade etmektedir. Altı sayıdan ikisi kâinattaki temel kuvvetlerle ilgili, ikisi kâinatın büyüklüğü ve makro yapısı ile ilgili, diğer ikisi ise kâinatın özelliklerini belirleyicidir. Bu sayıları ayrı ayrı ele alalım: 1) e veya 0,007 sayısı. Bu sayı atom çekirdeğini bir arada tutan kuvvetin şiddetini ve dünyadaki bütün atomların nasıl yapıldığını belirler. 2) N veya 1.000. 000. 000. 000. 000. 000. 000. 000. 000. 000. 000. 000. Bu sayı atomları bir arada tutan kuvvetin şiddetinin atomlar arasındaki gravitasyonel çekim kuvvetine oranını temsil eder. Sayıdan da anlaşılabileceği gibi atomlar arasındaki çekim kuvveti, atomlar arasındaki gravite kuvvetine göre çok büyüktür. Eğer rakam daha küçük olsaydı, kısa süreli, minyatür bir kâinat oluşabilirdi. 3) W sayısı. Bu sayı kâinattaki görünen ve görünmeyen bütün madde yoğunluğunu temsil etmektedir. Bu rakam genişleyen bir kâinatta gravitenin nispi önemini ortaya koyar. Eğer madde yoğunluğu fazla olsa ve dolayısı ile gravite kuvveti daha büyük olsaydı, hayatın oluşmasına fırsat olmadan kâinat kendi içine çökecekti. Eğer rakam daha küçük olsaydı, galaksi ve yıldızlar yaratılamayacaktı. Belki de kâinat farklı bir surette yaratılacaktı. 4) l sayısı. Bu sayı 1998′de yeni keşfedildi. Kâinatın genişlemesini kontrol eden bir nevi kozmik antigravite kuvvetinin şiddetidir. Bu rakam çok küçük olduğu için 1 milyar ışık yılı genişliğinden daha küçük yapıları etkilemez. Eğer bu kuvvet şimdikinden daha büyük olsaydı, yıldız ve gezegenlerin oluşmasına mani olacak ve hayat olmayacaktı. 5) Q sayısı. Genişleyen kâinatta gezegen ve galaksilerin oluşumuna yol açan karmaşık düzensizlik veya dalgalanmaların genliğini temsil eder. 1/1.000 oranı ile ifade edilir. Eğer oran biraz daha küçük olsa idi, kâinat hayat olmayan soğuk bir gazdan ibaret olacaktı. Eğer oran daha büyük olsaydı, büyük madde kümeleri dev kara delikler haline dönüşecekti. Böyle bir kâinatta, yıldız ve güneş sistemleri hayatiyetlerini devam ettiremeyeceklerdi. 6) D sayısı. Kâinattaki uzay boyutlarını belirler ki, rakam olarak 3′tür. Eğer boyut 2 veya 4 olsaydı hayat olmayacaktı. «Evrenin Dili Matematiktir» Galileo