İslam Rusya`nın kaderidir

advertisement
"İslam Rusya'nın kaderidir"
Harvard Orta Doğu uzmanı Walter Laquer Rusya'nın İslam stratejisini tarihsel
arkaplanıyla birlikte değerlendiriyor.
04.08.2017 / 16:42
"İslam Rusya'nın kaderidir." İslam hakkında Rusya'nın önde gelen (ve en güvenilir)
uzmanlarından Aleksei Malaşenko'nun birkaç yıl önce yürüttüğü tahmindi bu. Abartı
olabilir ama galiba çok da değil.
Demografi de Rusya'nın kaderidir; şayet mevcut durum ve geleceğe yönelik
beklentiler bu derece vahim olmasıydı İslam daha az tehdit olacaktı. Esirgemeden eşit
adaletle söylemelidir ki Rusya'nın tarihi bahtsızlığı (ve kaderi), muhayyel tehlikeleri
saplantı haline getirmiş olması ve gerçek tehlikeleri ihmal etmesidir. Stalin hiç
kimseye güvenmezdi bilhassa da yaşlı Bolşeviklere fakat Hitlerin Sovyetler Birliğine
saldırmayacağından emindi. Çok ilginç bir sendromdur bu ve Rusya'nın dünya
siyasetinde yeniden yükselişiyle birlikte tekrar önem kazanmıştır.
Rusya önemli bir oyuncudur. Almanya'nın I.Dünya Savaşı'nda yenilmesinden sonra
küresel sahnede ana oyuncu olarak tekrar görünmesi için sadece onbeş yıl geçmesi
gerekmişti. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Rusya'nın yeniden yükselişi de o
kadarlık bir zaman zarfında oldu. Yükselişi mümkün kılan, en çok da Rusya'da mebzul
miktarda mevcut olan petrol ve doğalgaz gibi hammaddelerin fiyatlarındaki
patlamadır. Dünya ekonomisindeki sert iniş çıkışlara rağmen, bu hammaddelere
yönelik talep Rusya'nın güç kaynağı olmayı sürdürecektir. Aynı zamanda, yeni Rusya
daha önce mevcut olmayan (yahut bu derece olmayan) belli başlı iç ve dış sorunlarla
yüzyüze. Rusya'nın geleceği, bunlarla nasıl başa çıkacağına bağlı. Rusya'nın yüzyüze
kaldığı ana sorunlardan biri de onun hem iç cephede hem de dış politikada İslam'la
kurduğu ilişkisidir. Rus liderliğinin ve kamuoyunun bunu takdir etmede zaafa
düştüğünü söylemek fazla kaçacaktır fakat meselenin önemi bihakkın takdir edilmiş
de değildir. Bunun sebepleri muamma değil: Özelde Amerika genelde batı, Rusya'nın
geçmişte, bugün ve öngörülebilir gelecekte yüzyüze kaldığı ana tehlikedir şeklindeki
derin inanç. Aslında Rusya ve Batı, Ortadoğu'da ve genel olarak da müslüman
dünyasında ortak çıkarları paylaşmaktadırç Fakat bu gerçeğin farkedilmesi, son
yıllarda geliştirilen yeni Rus doktrini ile sürtüşme halindedir; bu doktrine göre
müslüman ülkeler, Batıyla kaçınılmaz ve de kalıcı karşılaşmada Rusya'nın doğal
müttefikleridir. Bu metin, Batı başkentlerinde ihmal edilen bu konuyu işlemektedir.
Direniş, romans, ihmal
Rusya'nın İslam'la karşılaşması asırlar öncesine gider. İslam, Rusya topraklarında
Hıristiyanlıktan önce görünmüştür. Avrupa, asırlar boyu Osmanlı baskısı altındayken,
Rusya da doğu ve güney yönlerinden müslüman güçlerin tehdidi altındaydı.
Osmanlının 1689'da Viyana'da mağlub edilmesinden sonra Avrupa'ya yönelik tehdit
hafiflerken, bu tarih Moskova için IV İvan'ın Kazan'ı ve hemen ardından da Volga
bölgesini işgal ettiği 1552'ydi. Ancak halen güçlü olan Kırım Hanlığı Rusya'nın
güneyine baskınlar düzenliyordu ki 1571'de Moskova'yı işgal edip yakmıştı. Bununla
birlikte, Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan savaşların önemi azalınca ve Çarlık
İmparatorluğu Prusya sınırlarından Vladivostok'a kadar uzanınca, Ruslar Rusya
içlerindeki müslüman azınlıklarla ve komşu müslüman ülkelerle ilişkilerine çok az
düşünce mesaisi harcadılar. Rusya'nın Kafkasya'yı zaptetmesi Puşkin'den Lermontov
ve Tolstoy'a kadar Rus yazarlarına iki nesil boyunca ilham kaynağı oldu fakat diğer
emperyal güçlerin yaptığı savaşlarla kıyas edilebilecek bir diğer sömürge savaşı olarak
görüldü sadece. Kipling'in Hindistan'ıyla bir şekilde kıyas edilebilecek tuhaf ve egzotik
dünyanın câzibesi onlara ilham veriyordu.
İslam, bir din ve mânevi nüfuz olarak Rus Ortodoks kilisesini çok fazla meşgul
etmemişti. Rusya'nın Çadayev, Slavofil ve Solovev gibi 19. yüzyıldaki dini ve felsefi
düşünürleri çalışmalarında İslam'a zaman zaman yer verdiler fakat konularına hâkim
değillerdi ve yazdıkları daha ziyâde spekülasyondan ibaretti. Moskova sokaklarındaki
insanlar hizmetliler hâriç İslam'la karşılaşmamışlardı; bunların arasında en çok da
Tatarlar vardı. Rus hâkimiyetine karşı direniş mahalli düzlemde sürdü fakat merkezi
otoriteler tarafından pek bir zorlukla karşılaşmadan bastırıldı. Örnekler arasında
1916'da yaşanan ve Kırgızların üçte birinin Çin'e kaçtığı Orta Asya ayaklanması;
Bolşevik Devrimi'nden sonra başlayan ve yedi yıl süren Basmacı ayaklanması var.
Bunlar, sınırlı mahalli bir öneme sahip olaylar olarak görüldü, sömürge güçleri ve
tebâları arasındaki kaçınılmaz gerilimler olarak. 1930'larda ve hatta II.Dünya Savaşı
sonrasında bile, Batılı gözlemciler arasında, Sovyetler Birliği'nin noksanları her neler
olursa olsun, ulusal sorunu çözmeyi başardı şeklinde yaygın bir inanç vardı. Hans Kohn
ve Walter Kolarz gibi uzmanların kitaplarından çıkan bir fikri birlikti bu. Hannah Arendt
de bu görüşü paylaşıyordu. Edinilen izlenim bir yere kadar yanlış değildi. Sovyet gücü,
yerli siyasi seçkinler üzerinde hâkim olmaya çalışmış, resmi Komünist ideolojiyi kabul
eden yeni bir entelijansiya yetiştirmişti. Bu mahalli entelijansiya sistemle
bütünleştirilmiş ve onlara, kendi cumhuriyetlerinde üst düzey makamlar verilmişti.
İçlerinden bazıları merkezi güce de kabul edilmişti tıpkı Kafkas aristokrasisinin Çarlık
St.Petersburg'unda ve Moskova'sında kabul görmesi gibi. Fakat 1970'ler ve 80'lerdeki
genel ataletin müslüman bölgelerdeki yankısı hayli güçlü oldu. İlk fırsatta çatışmadan
kaçmaya bakan Brejnev, külfetlerini azaltmadıkları ve merkezin güç bela verdiği
ekonomik ve diğer yardımlara olan bağımlılıkları ve gitgide yüke dönüşmeleri
yüzünden birden fazla fırsatla Orta Asyalıları azarlamıştı.
Sovyetler Birliği'nin parçalanması, durumu daha da fenalaştırdı ki sık sık başvurulan
halkların kardeşliğinin (druzhba narodov) en kibar tâbirle, kök salmadığı görünür
olmuştu. Milyonlarca etnik Rus, istenmediklerini hissettikleri ve tekin bulmadıkları Orta
Asya Cumhuriyetlerini terk etti. Başlıca müslüman cumhuriyetler siyasi
bağımsızlıklarına kavuştular fakat Moskova'ya bağımlılıkları pek çok bakımdan sürdü
yahut bağımlılıkları daha da pekişti.
Yeni bir Rus doktrini mi?
Eğer Rusların bir İslam ve müslüman stratejisi varsa, çelişkilerle doludur ve Rusların
dünyadaki yerlerini nasıl gördükleri çerçevesinde ve ileriki yıllarda anlaşılabilir ancak.
Değersizlik duygusu ve üstünlük, tamamlanacak misyonu olma hissi arasında sürekli
bir çelişki var. Değersizlik, klasik formülasyonunu Çadayev'in Felsefe Mektupları'nda
(1836) bulmuştur: "Ne Rönesansımız ne de Aydınlanmamız oldu, dünya kültürüne
hiçbir şey kazandırmadık, tek bir fikir olsun ilave etmedik ama ne ki dokunduğumuz
herşeyin şeklini şemâlini bozduk. Ne Batı'ya ne de Doğu'ya aitiz." Çadayev, Çar
tarafından deli ilan edildi. Çar onu her hafta birkaç kez kendi doktoruna gönderdi.
Fakat Çadayev'e konulan teşhis Rus düşüncesini bugüne değin etkilemiş ve sık sık
anılmıştır. Bir yanda üstünlük hissi var yani Rusya'nın kendisini eşsiz bir misyona sahip
III. Roma olarak görmesi. Bu misyon hisleri Sovyet döneminin sonlarında ve sonraki on
yılda dikkat çekici bir şekilde dile getirilmedi fakat ekonomik toparlanmayla birlikte
sadece saygı duyulur olmakla kalmayıp resmi ideoloji katına çıktı. Benzer çelişkiler
İslam dünyasıyla ilişkilerde de bol miktarda mevcuttur. Bir yanda Rusya'nın İslam
ülkeriyle yahut hiç değilse onlardan bazılarıyla (hepsinden önce de Türkiye ve İran'la.
Arap ülkeleri bunlardan sonra geliyor; Pakistan ise hiç yer almıyor ) ittifak kurmak için
can atması gerektiği kanaati var. Öte yandan, derin bir güvensizlik hâkimdir: Putin
"Rusyası'nın güvenilir sadece iki müttefiki var: Piyadesi ve topçusu (Çar III.
Aleksandr'dan ödünç alınmıştır)." Marksizm-Leninizm'in sönmesi ve gözden düşmesi
yeni bir doktrin icâp ettirdi. (Marks bugünlerde hiç anılmıyor Lenin ise nâdiren anılıyor.
Stalin geri döndü ama bir Marksist olarak değil de bir vatanperver olarak). Yeni Rus
doktrini'nin pek çok veçhesi var ve nispeten ciddi olandan muğlak olana, abartılı
olandan tuhaf (birdenbire saygı duyulur olmuştur) ve klinik vaka denilecek derecede
deli olana kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor.
Sondan başlayacak olursak: Kısa bir süre önce vefat eden Yuri Petukov çok okunan bir
bilim kurgu yazarıydı. Siyasi görüşlerini ve kehanetlerini ölümünden kısa bir süre önce
Russkii mirovoi poryadok (Rus Dünya Düzeni) adıyla yayınlamıştı. Ona göre tüm
yabancılar ilkel (Neanderthal insanı) ve soysuzdurlar (bu ifade kitabında binlerce kez
geçer), Avrupa ve Amerika Ruslar tarafından yaratılmıştır ve yeniden Rusların
olmalıdır, Lenin ve (Küba için savaşamayacak kadar zayıf) Kruşçev dâhil tüm Rus
liderler haindir. Sadece büyük Stalin istisnadır. Hitler bir romantikti, I.ve II. Dünya
Savaşları kalleş Amerikalıların ve İngilizlerin oyunudur, Pearl Harbor büyük bir
operasyondu vs. Soysuz Amerikalılar Avrupalı çakallarıyla birlikte Rusya'yı mahvetmek
istiyorlar ve 1986'da Çernobil'deki nükleer patlamaya yol açtılar. Petukov saf birkaç
yoldaşının duygu ve düşüncelerini ifade etmiş değil. Aleksandr Dugin ve İgor Panarin
çok daha sofistike bir düzlemde hareket etmektedirler. Yaklaşık on yıl önce onları
ciddiye alan çok az kişi vardı fakat artık Kremlin'de nüfuzu olan saygın kişiler oldular.
Dugin ideolojik Odise destanına Sovyetlerin son demlerinde, aşırı sağ, Yahudi karşıtı
grup Pamyat saflarında başlamıştı.
Böylesi ilkel ve modası geçmiş görüşlerin hiçbir siyasi geleceği olmadığını
farkettiğinde kendi okulunu kurdu. Panarin ise aslen liberal muhaliflerdendi fakat yolu
daha sonra siyasi yelpazenin diğer ucuna düştü. Amerika'nın 2010'dan sonra
varolmayacağı tahmininden sonra Batı'da tanındı. Bir sivil savaş başlayacak ve ülke
altı parçaya ayrılacaktı. Dugin'e orduda, medyada ve hatta akademik çevrelerde
kaydadeğer bir hürmet duyuluyorken Panarin'in nüfuzu bilhassa akademi ve dışişleri
bakanlığı çevrelerinde hissediliyor. Dugin yıllarca sentetik, batının haysiyetsiz
unsurlarının bir karması olan yeni bir ideoloji sunmaya çalıştı (Julius Evola tarzı İtalyan
neo-faşizmi, Alain de Benoist'in Fransa'daki yeni sağı ve neo-Nazi jeopolitikası). Daha
sonra bazı muayyen Rus unsurların olması gerektiğini de farketti ve ilk olarak 1920'de
Rus muhacirlerin geliştirdiği Avrasyacılığın güncellenmiş bir sürümünü benimsedi.
Avrasyacılık fikri o veya bu şekilde Rus siyasi seçkinleri arasında hayli yaygındır.
Örneklerden biri Put voinov Allakha: Islam i politika Rossi'dir [Allah Savaşçılarının yolu:
İslam ve Rus Politikası] ve Askeri Akademi'de ve güvenlik hizmetleri üniversitesinde
okutulan temel ders kitabıdır. Kitabın yazarları Zhuraviev, Melkov ve General
Shershnev bu kurumlarda hocalık yapıyorlar. İslamcı ayrılıkçılığı Rusya'nın yeniden
ihyası önünde bir tehdit olarak görüyorlar ve Şeriat Hukuku'nu benimsemiş, cihadı
destekleyen ülkelere karşı sempati duymuyorlar. Fakat söz konusu olan bu tehlikelerin
nasıl göğüslenmesi gerektiği olunca, mesaj "ışık doğudan yükselir" oluyor: Dünya,
kurtuluşa giden bir yol bulmak adına ilham ve liderlik için yönünü Batıya değil Doğuya
çevirmelidir. Rusya tek başına Amerika ve Avrupa nüfuzuna karşı koymada yeterince
güçlü olmadığı için Rusya, Çin, Hindistan ve İran ittifakı (Bunlara RİKİ denmekte)
tasavvur ediliyor. (Mizah duygularıyla tanınmayan yazarlar Kipling'in Cengel
Kitabı'ndaki kahraman firavun faresinin, Tikki-Rikki-Tavi'nin farkında olduklarını
kaydederler.) Bu ülkeler geçmişte çok iyi davrandılar ve Sovyetlerin çöküşünden sonra
Rusya'nın zayıfladığı on yılı istismar etmeye kalkmadılar. Dahası, RİKİ ülkeleri dini
bakımdan birbirlerine yakındırlar: Ruslar Asya etniklerine yakındır ve Benjamin
Franklin ve Max Weber'in tanımladığı kapitalist, tefeci Protestan ahlakla bir müştereği
yoktur. Yazarlar Katolisizm'in İslam'dan daha büyük bir tehlike olduğunu da
kaydediyorlar – ve böylece İslam'ın büyük bir tehdit olduğu iddialarıyla çelişkiye
düşüyorlar. Bu şekilde bakınca, RİKİ yalnızca siyasi ve askeri bir küresel etken olmakla
kalmayıp dünyanın mânevi lideri de olacaktır. Bilhassa da çok az müşteriği olan ve
aslında birbirlerine karşı derin bir güvensizlik besleyen ülkeleri ihtiva ettiğine bakınca
hayli tutkulu planlar bunlar. Rusya ve Çin, Çin ve Hindistan, İran ve dünyanın geri
kalanı, çok yakın elbirliğine büyük bir şevk duymuyor ve dünyadaki en kokuşmuşların
arasındadırlar. Ancak bu jeopolitik dünya görüşü, askeri kuvvetler ve devlet güvenlik
hizmetleri için yetiştirilen kişilere yine de naklediliyor.
Ulusçu sağcılar, hem ılımlıları hem de aşırıları, Rusya'nın en tehlikeli düşmanlarının
ABD ve onun Avrupalı müttefikleri olduğunda mutabıklar. Sovyetlerin Soğuk Savaş'ta
kaybettiği ve en nihayet çöküp gittiği gerçeği Rus korkularını teyid eder görünüyor.
Rus stratejisini bugüne değin şekillendiren budur ve galiba öngörülebilir gelecekte de
şekillendirmeye devam edecektir. Amerikan dalavereleri ve cürümleri hakkındaki en
aşırı fanteziler Rusya müesses nizamının ana mecrâsı tarafından paylaşılmıyorsa da,
Amerika'yla meşgûliyet, Rusya seçkinlerinin büyük bir kesimini ülkenin karşısındaki
diğer tehditlere karşı körleştirmiştir. Bunların en başta geleni demografidir: Rusya
küçülüyor. Bu felâketin aksisedası, hem Müslüman azınlık ve hem de Rus dış
politikasında, İslam hususunda Rus politikasını şekillendirenler tarafından tam olarak
anlaşılmıyor. Örneğin İslam uzmanı Malaşenko ne kısa vadede ne de 2050 yılına dek
Rusya'nın İslamlaşmasından bahsedilmesi için bir neden olmayacağına inanıyor. Diğer
gözlemciler daha az neşeli bir görüş serdediyor, müslüman asıllı kişilerin sayısının
gitgide arttığı Rus ordusunun isithdam ettiği etnik arka zemine dikkat çekiyorlar. Her
hâlükarda sadece bir istatistik meselesi değil bu. Çoğu şey, Rusya'daki ulusal ve dini
azınlıkların entegre edilmesi tedbirine bağlıdır: Rejime sâdık olacaklar mı yoksa
ayrılıkçı eğilim daha da mı güçlenecek?
Rus otoriteleri müslüman cemaatlerdeki gelişmeleri yakından takip ediyor (ve gerekli
gördüğü takdirde müdahale ediyor) ve müslüman muhtevasını tutmaya ve ulusal
kargaşayı (İslamofobi) önlemeye çalışıyorlar. Ancak Rus sağının kışkırttığı yabancı
düşmanlığıyla ve kamuoyu kanaati ile (Rusya Ruslarındır gibi) yüzyüzeler. Benzer
şekilde Rus Ortodoks Kilisesi, İslam'ı resmi yatıştırma olarak gördükleri şey hakkında
derin şüphe besliyor. Devlet dini olarak eski/yeni statülerini muhafaza etmeyi istiyorlar
ve bu esnada, Kremlin Ortodoks Kilisesi ile iyi ilişkiler sürdürmeye hayâti önem
atfederken, Ortodoks Kilisesi ve İslam arasında dengeleyici bir hareket izlemeyi
gittikçe daha zor buluyor. Dinler arası diyaloğa başvurulması sırf göz boyamadır;
konuşmak için her iki taraf da hazır değil. Kafkasya Rusya'nın yumuşak karnı olmayı
sürdürüyor ve ufukta bir çözüm görünmüyor. Eylem alanı Çeçenya'dan Dağıstan'a,
İnguşetya'ya ve diğer bölgeler kaydı. Dağıstan çok fakir ve Rusya yardımı almayan
bağımsız bir Dağıstan'ın var olması çok güçtür. Ancak bu nevi iktisâdi mülahazalar
çatışmayı durdurmayacak; ayaklanmacılar birleşik bir Kafkasya'yı amaçladılarını her
daim savunabilirler. Temenniden öte olmayabilir ama çatışma sürerken güçlü bir
efsâne olarak faydalı olabilecektir.
Rus politikası daha önce olduğu gibi devam edecektir: Ayrılıkçılığın vahşice
bastırılması ve Moskova'nın (ve işbirlikçi cihatçıların) güvenilir bulduğu liderliğin
dayatılması. Aksi takdirde Rus dış politikası, İslam ve İslamcılık bir karara
bağlanmamış olacak ve tüm seçenekleri açık tutmaya çalışılacaktır. En büyük tehdidin
Amerika olduğu yerde İslamcı Amerikan karşıtı faaliyetler çekince olmaksızın
memnuniyetle karşılanacaktır (çoğu zaman olduğu üzere) fakat bu tür bir politikanın
hikmeti hakkında şüphelerin dolaştığı da görünüyor.
Kremlin Batı'nın Afganistan'daki kötü talihine oh olsun diyebilir ama ABD ve NATO
Afganistan'dan çekilecek olursa, Orta Asya'daki cihatçı faaliyetler için yeniden üs
olarak bir Rus problemi haline de gelebilir. Rejim stratejisi halen Amerikan gölgesi ve
ABD'nin işine gelen Rusya için kötüdür inancının tesiri altında. İslam "Rusya'nın
kaderi" olacaksa tuhaf duruyor bu. Fakat Rusya'nın Batı takıntısından kurtulması uzun
bir zaman alabilir.
Kaynak: Middle East Strategy at Harvard (MESH)
24.11.2009
© 2015 Mepa News Tüm Hakları Saklıdır!
Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz!
Tasarım ve Yazılım: Mepanews
Download