ı.kalıte sempozyumu kitabı - TMMOB Makina Mühendisleri Odası Arşivi

advertisement
tmmob
makina mühendisleri odası
I.KALITE
SEMPOZYUMU
BİLDİRİLER
KİTABI
BURSA
EKİM 1999
mmo yayın no : 235
tmmob
makina mühendisleri odası
Sümer Sok. No: 36/1-A Demirtepe - Ankara
Telefon
: 0 - 312 - 231 31 59 - 230 11 66 - 231 31 64
Faks
: 0 - 3 1 2 - 2 3 1 31 65
'. mmo(S) mmo.org.tr
ISBN- 975 - 395- 346 - 1
BU YAPITIN YAYIN HAKKI
TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASINA AİTTİR
Dizgi: Nevriye GÜNGÖR
TMMOB Makina Mühendisleri Odası Bursa Şubesi
Elmasbahçeler Mah. Sabunevi SLMühendisler Işhanı
No:19/116230 Osmangari-BURSA
Telefon
Faks
e-mail
BASKI
Telefon
: 0 -224-25211 90 - 4 Hat
: 0-224-252 11 94
: bursa@bursa.mmo.org.tr.
Kardelen Ofset Ltd.Şti.
0-312-435 37 90
Telefon : 0 -312- 435 37 90
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNE ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
Semra ÇARALAN
Kimya Mühendisi
Toplam kalite yönetimi (TKY) anlayışını, tekellerin, "yeni dünya düzeni" adı altında, dünyayı yeniden paylaşmalarının bir
dayanağı, ideolojik, politik ve ekonomik bakımdan etkinliklerini artırmanın arayışı olarak tarif edebiliriz.
Doğuşundan, bugünkü üretimin, tüketimin ve sosyal yaşamın değişimlerinde oynadığı role kadar geldiğimiz süreç,
TKY'nin anlamını, sermayenin egemenliğini pekiştirmeye hizmet olarak açıkça ortaya çıkardı.
Ulusal devletlerin müdahalesinin etkin olduğu "iç pazara yönelik" üretimden "kendi ülken için değil, dünya pazarları için
üretim yapmak zorundasın" dayatmasıyla karşı karşıya kalınmasıyla TKY'de bir çok yönüyle ayrı bir önem kazandı.
Ulusal standartlar artık yetersizdi, uluslararası standartlarda üretim şartı aranıyordu.
Sadece üretici değil, tüketici de, uluslararası standartlara göre tüketmek zorundaydı, yoksa sistem dışı ilan edilebilirdi. Bu
standart aynı zamanda, yaşamın her alanında boyun eğilmesi gereken bir hedef durumuna getirilmeliydi. Örneğin, iş
yaşamında işçiler ve diğer çalışanların, bu standartları öğrenmesi, ona uygun davranması ve onun istediği biçim ve tarzda
üretim yapması gerekirdi. Yoksa, işini kaybeder, yeni iş bulamaz duruma gelirdi.
Yaşamda kullanılan terminolojinin ve kavramların da bu yeni standartlara göre yeniden değiştirilmesi gerekirdi. Yeni
dünya düzeninin icat ettiği bir formül, bir anahtar olarak "kalite" sözcüğüne, bu düzene uygun davranış ve üretimin temel
aldığı tezler olarak ta TKY'ne başvuruluyordu.
"Kalite" kelimesi, altında "kar" yatan herşeyin tarifi olarak algılanabilir. Bu kar veya kalite, tekellerin sınırsız bir soygun
ve sömürüsünün, ekonomi politik olduğu kadar sosyal yaşamda da tüm ülke halklarını hegemonyası altına alan, sonsuz
hırsları için kullanılmaktaydı.
"Kalite herşeydir, kalitesizlik hiçbirşey'"in anlamı, tekellerin karlarına hizmet eden herşey mübah'tı, bu karlara gölge
düşüren herşeyse, günah. "Kaliteli insan" aslında, "kaliteli işçi veya emekçi" idi. Bu işçi, TKY standartlarına uygun,
uyumlu, haksızlıkları, yolsuzlukları, sömürüyü, zorbalıkları, açlığı ve yoksulluğu görmeyen, görse de sesini çıkarmayan,
emeğinin karşılığını istemeyen, sosyal haklarına ve sendikasına sahip çıkmayan hipnotize edilmiş bir robot halini
almalıydı. Bu standarda uymadığı zaman ise, "terörist", toplum-dışı, geri zekalı, embesil konumuna düşürülmeliydi.
Bir dünya görüşü olarak lanse edilen "kalite" kelimesi ile, TKY'nin politik ve ideolojik alt yapısı hazırlandı. TKY ise,
başta ABD olmak üzere, emperyalizmin yeni politikasını, her alanda kontrolünü gerçekleştirecek, hem de sömürüyü en
ince detaylarına kadar denetleyecek ve artıracak; her derde deva bir kavram olarak "piyasaya" sürüldü.
Üretimde kalite kontrolünün, hammaddeden başlayarak üretimin her sürecinde devam etmesi yetmez, tüketimin de kontrol
edilir hale gelmesi gerekirdi. Tüketim ve üretim, dünya pazarları içindi, o halde, üretim ve bu üretimi yapan insanlar da
dünyaya açılmalı, dünyaya egemen olan kültürü ve sosyal yaşamı benimsemeliydi. Milli ve dini "değerler", işçiler,
emekçiler tarafından benimsenmeli; ama sermaye sahipleri, "kaliteli" yaşamı benimseyenler, her tür milli çıkarı da
piyasaya sürüp bundan kar etmeyi, "beceri ve sermayenin uluslararasılığına inanmanın kalitesinin bir göstergesi" olarak
ortaya atmalıydı.
Tüm ülkeler, Dünya Bankası veya Uluslararası Para Fonu gibi, sermaye dağıtan kuruluşlardan kredi ve direktif almalıydı.
Onların hegemonyasında, onların istediği üretimi veya harcamayı yapmalıydı. "Değişim rüzgarlan"na ayak uydurmalı,
verimli ve karlı tüm milli işletmeleri parçalamak, bölmeli, zarar ettirir hale getirmeli, özelleştirmeli, pazarı uluslararası
sermayeye açmalı; ülkenin yer altı ve yerüstü servetlerinin yağmalanmasını umursamadığını göstermeliydi.
Bu yöneliş, "devlette kalite" adı altında RKissinger tarafından, 1996 yılında, Cumhurbaşkanı S.Demirel, S.Sabancı,
V.Koç, gibi devlet adamları ve sanayicilerimize anlatıldı ve dikte ettirildi. Bu "kaliteli akıl verme" eylemi; Kisinger'e bir
kaç saatlik konuşması karşılığı 25 bin Amerikan doları kazandırdı. İzleyenler ise; kalitenin "satın alan" için pahalı,
"satan" için karlı olduğunu, ceplerinden oldukça yüksek bir meblağ ödeyerek gördüler.
87
Ülkemizde büyük sanayi kuruluşları (özel-devlet), laboratuar haline getirilerek başlatılan
yıllarına raslar.
TKY uygulamaları 1990-91
i
TKY felsefesi, '92 Körfez Krizi sonrası, başta metal sektörü olmak üzere, otomotiv, tekstil, kimya sektörlerine ve
diğerlerine yaygınlaştırılmaya başlar. Bugüne gelindiğinde ise, küçük ve orta ölçekli sanayiden, evlere kadar, kamu
hizmetlerinden, devlet kurumlarına ve orduya kadar her alana yayıldığı görülür.
TKY, dünyadaki tüm kaynakların ve üretici güçlerin deformasyonunu sağlayan geniş ölçekli bir politikanın ideolojisi
olmasına karşın, kullanılan biçimi daha masum gösterilmektedir. Hatta, kalite kontrol sistemi gibi algılanması
sağlanmaya çalışılmaktadır. Oysa, toplumsal ilişkilerin bütününde dejenerasyon yaratan, kapitalist tekellerin karları için,
tarihsel süreç içerisinde gelişen toplumsal değerleri (sosyalizmin değerlerini) çarpıtarak tersyüz eden ve ahlaki çöküşü
kışkırtan, insanlık için tehlikeli ve acımasız bir politikadır. Aynı zamanda TKY, yalan ve demogoji üstüne inşa edilmiş
bir illüzyon, bir burjuva ütopyasıdır.
,
!
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN DOĞUŞU
Toplam Kalite Yönetimi, hangi süreçte ve hangi ihtiyaçtan doğdu?
Kısaca TKY'nin hangi süreçte ve neyin ürünü olarak doğduğuna değinecek olursak; dünyadaki emperyalist paylaşımın
yarattığı uluslararası rekabette, ve bunun doğal sonucu olan 2. Paylaşım Savaşı'nda, ABD üstünlüğünün sağlanması
amacıyla yapılan standardizasyon çalışmalarında ortaya çıktığı görülür. ABD Savaş Dairesi'nin mali ve teknik olarak
finanse ettiği Dr. Deming ve ekibi tarafından ortaya atılan ve geliştirilen TKY anlayışı, 1950'lerden buyana "Deming
Öğretisi" olarak, dünyaya yayıldı. Dr.Deming ve ekibi, dünya ülkelerini dolaşarak, "Dünyaya kaliteyi öğretme" amacıyla,
kalite çemberleri, esnek uzmanlaşma, grup çalışması, işyeri sendikacılığı vb. adlar altında, ama uzlaşmacı bir kültürü
sevimli hale getirerek, TKY felsefesini anlatıyordu.
Özellikle Doğu halklarının milli değerlere olan bağlılığı, ilkel gelenekleri ve kültürü üstüne inşa edilen, aile
işletmeciliğinin geleneksel-köleci normları canlandırılıp, kabul edilir hale getirilerek, Asya halklarının ucuz işgücünden
yararlanma olanakları geliştiriliyordu.
f
V
Deming'in ilk gittiği iddia edilen ülkenin Japonya ve ona ekonomik olarak bağlı ülkeler (Asya Kaplanları olarak da
bilinen) olmasında, bir çok amaç vardı.
"Japon Mucizesi" olarak dünyaya yayılan ucuz elektronik ve plastik eşya üretiminin, dünya pazarlarındaki yerine de göz
diken ABD, en ucuz üretimin yöntemlerini Japonya'da geliştirmeye ve oradan dünyaya yayılmaya çalışıyordu.
Değindiğimiz olanaklar dışında, esas amaç; Japon emperyalizmini dize getirmekti. ABD, dünya jandarmalığına
soyunduğu 1945'lerden bu yana en büyük tehlike olarak gördüğü Sovyetler Birliği(SSCB)'ni, Japonya'yı kendi yanına
alarak çökertebil irdi.
•
Dolayısıyla, TKY felsefesinin asıl hedefi, sosyalizmin gücünü zayıflatmaktı.
2. dünya savaşının ertesinde, ABD'nin ve Alman, İtalyan, (Avrupa) faşizminin itibarı önemli oranda sarsılmış ve
sosyalizmin itibarı da bir o kadar artmıştı. 1945'lerden sonra Avrupa, Afrika ve Asya'da birçok ülkede sosyalizme yakınlık
duyan, en azından kendisini de sosyalist sayan, ulusal demokratik ve halk devrimleri gerçekleşmişti. Doğu Avrupa
devletlerinin birçoğunda işçi sınıfı iktidara gelmişti.
Sosyalizm, dünya halklarının kurtuluş ümidi haline gelerek, kapitalist devletleri de, sosyal planlar yaptıkları, ulusal
sanayilerini kurmaya çalıştıkları ve işçi ve emekçi sınıflara sosyalist ülkelerdekine benzer haklar ve yaşam standardı
sağlamaya çalıştıkları bir politikayı izlemeye zorladı.
ABD'nin başı çektiği emperyalist dünya, sosyalist ülkelerdeki üretici güçlerin gelişmesi karşısında sürekli irtifa
kaybederek, rekabet gücünü yitiriyordu. Ama asıl önemlisi, karlarından vazgeçmek zorunda kalıyordu. Sovyetler
Birliği'ndeki ekonomik gelişme hızı, 1920-40 yılları arasında, tüm kapitalist ekonomi dönemi boyunca elde edilebilen en
yüksek seviyeye ulaşmış, sosyalist üretkenlik, krize de imkan tanımayan yapısıyla, alabildiğine artış kaydederek
ilerliyordu. Bu gelişim, tüm kapitalist dünyada huzursuzluk kaynağı idi.
88
î
t.
Kapitalist dünyanın tüm çabalarına karşın, niteliğini anlayamadığı '29 krizi, kriz sonrası gelişmeler kapitalistleri daha da
karamsarlığa itti. Son çare olarak sarıldıkları savaş ise, daha çok yara alarak çıkmalarını sağlamıştı. Özellikle ABD'nin
Vietnam yenilgisi, kapitalist dünyayı, kurtuluş olarak yeni bir yönelime girmek zorunda bıraktı.
Sosyalizmin, dünya halkları arasında kazandığı itibarı karşısında, kapitalistlerin başvurdukları Keynezyen politikaların,
karlarında yaptığı azami tahribatı ise, emekçi sınıfların bu dönemde elde ettiği tüm kazanımlarına saldırarak ve emeği son
kırıntısına kadar sömürerek geri kazanmak istiyordu. Ve nihayet, 60'lardan sonra SSCB'ndeki politik gerilemenin ve
ardından yaşanan çöküntünün olanaklarından da azami yararlanarak, tekrar canlanabileceği bir ekonomik yapılanmaya
ve ona maya olacak bir ideolojiye sarılma ihtiyacı, emperyalistlerin bugünkü güncel politikalarına yön veren etken oldu.
Bu ihtiyacın ürünü olarak TKY ortaya çıkarıldı.
Günümüzün politikalarında, TKY'ne, dünyayı yeniden şekillendiren ve organize eden yapısal değişimin mimarı rolü
biçilmektedir.
Özellikle, 1971 kriziyle birlikte dünyada, '80 sonrası ise Türkiye'de de uygulanmaya başlanan yeni liberal politikalar, TKY
felsefesi ışığında, yeniden yapılanma sürecine girdi.
TKY'nin ileri sürdüğü iddialara bakarsak, bunların sosyalist üretimin deneyimlerinden çalıntı biçimsel tarzların ve
argümanların, yeni dünya düzenine uydurularak cilalanmış aldatıcı görüntüsü olduklarını görebiliriz.
Verimlilik ve kar, bu ideolojinin tek düsturu haline getirilirken, üretkenliğin devindirici gücü olan işçi sınıfının çıkarları,
hakları, yaşamı, doğrudan tekel karlarının artışına heba ediliyordu. Ama çok geniş bir işletme kültürü altında yaratılan
yanılmasa ve çarpıtmalarla...Kar ve dünya pazarları için üretimin yol ve yöntemleri olarak TKY, hem kurumsal, hem de
ideolojik propaganda araçlarıyla geliştirilerek, sosyal ve siyasal alanda hiçbir boşluk bırakmamak üzere, ABD'nin dünya
hegemonyasının aracı haline getirilmeye çalışılıyor.
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN İDDİALARI VE YANILGILARI
TKY'nin iddialarından birincisi ve en önemlisi, sosyalizme alternatif bir politika olduğunu ileri sürmesidir; Ki
sınıflararası çelişkileri asgariye indireceği, üretimde demokrasi ("endüstriyel demokrasi ") yaratacağı, üretkenliği
arttıracağı, eşitlik ve özgürlük getireceği, yaşam kalitesini yükselteceği, iş barışını sağlayacağı, üretimin ve tüketimin
kalitesini artıracağı, vs. vs. gibi pek çok iddia ile ortaya çıkan TKY ideologları ve propagandacıları, iddialarının tam tersi
sonuçlar ortaya çıktıktan sonra da demagojik propagandalarını sürdürüyorlar.
'89 Berlin Duvarı'nın enkazının altından, "sosyalizm öldü" teraneleriyle, tek kutuplu bir dünya yaratıcıları türedi.
Dünyanın iki kutbu, sosyalizm ve kapitalizm, artık uzlaşabilir, sosyalizm öldüğüne göre, kapitalizm bu uzlaşmada tek
başına istediğini yapabilirdi.
Sınıf uzlaşması, işçi sınıfının sınıf olarak varlığını yitirdiği iddialarıyla, işçileri yeniden kapitalist sisteme uyumlu hale
getirmenin bir teorisi olarak ileri sürüldü. "Uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları artık ortadan kalkmıştır, işçi sınıfının en önemli
özelliklerinden biri olan kollektif üretkenliği, kapitalizme uyumlu hale getirilebilir", "endüstriyel demokrasinin sağlandığı
koşullarda, işçilerden en yüksek verim alınması sağlanabilir" tezleri, emperyalistlerin hayal ettiği bir dünyanın
dayanaklarıydı. Oysa, üretim, büyük işletmecilikten önemli oranda parçalı ve küçülmüş bir hale, dolayısıyla işçi sınıfının
üretkenliği de azaltılır duruma getiriliyordu. İşçi sınıfının üretken ve yaratıcı gücün an, TKY felsefesi ile ortaya atılan,
"çalışanın emek sürecine katılımı ile yabancılaşmasının önüne geçileceği", böylece "üretimin verimliliğinin arttırılacağı",
"insana değer verildiği", "üretimin her aşamasında tüm çalışanların fikri ve teknik becerilerini ürüne katmaları
gerektiği",vb. üstüne tezleri ile kapitalizmin hizmetine sokulmaya çalışıldığı görülür.
K.Marks tarafından derli toplu formüle edilen, komünist üretim aşamasında olması gereken üretim ilişkilerinin,
kapitalistler tarafından çarpıtılmış motifleri, emperyalist karların artışı adına, TKY tarafından türetilir.
Sosyalist üretimdeki kollektif çalışmanın yerine, "ekip çalışması", "grup çalışması", "Kalite Çemberi", "ISO-9000 kalite
standardı"na uygun çalışma, Kaizen "tüm çalışanların sürekli gelişim sürecine katılımı" , vs.motiflerle, TKY'nin çeşitli
versiyonları üretilir.
89
Kapitalizm içinde "komünist hayaller" yaymak, TKY'nin görevidir ve işçilerin işyerlerine biat etmelerinin çekici gücü
olarak kullanılmak istenmektedir.
f
',
Oysa, verimli çalışılırsa, şirketine çok kar ettirirse, dünya pazarlarına açılma şansı yakalayacak şirketinin, "kar'ından pay
alacağı" demogojisi ise, hiçbir işçi tarafından inanılmaması gereken bir yalandır.
Kapitalizm işçi sınıfından, onun sınıfsal gücünün gelişmesinden çekindiği ve sınıf ideolojisini çarpıtmak istediği için,
"insan", "çalışan", gibi kavramları aslında işçi sınıfının yerine kullanmaktadır.
"Sınıf mücadelesi" düşüncesini, kendi ardına aldığı demokrat, burjuva, aydın ve üniversite öğretim üyelerinin
literatüründen, hatta reformist işçi veya 'komünist' partilerinin tüzüklerinden bile silmek ister.
*
"İnsana yapılan yatırım, en değerli yatırımdır" sözü, TKY felsefesinin en popüler iddiasıdır
Buradaki "İnsan", işverenlerin ve bağlı bulundukları tekellerin, yatırım yaptıkları sermayenin (ve karlarının) en değerli
objesi olan işçidir. Çünkü, artı-değeri üreten tek varlık, işçidir.
/
Kapitalist, "çalışanlar" veya "insan" diyerek lafı ağzında ne kadar yuvarlasa da, asıl kastettiğinin işçi olduğunu, herkesten
önce kendi, bilir.
İşçiye "değer" verir görünür, çünkü onu sömürmesi gerekir.
Ona "yatırım" yapar, çünkü onu TKY felsefesine göre eğitmesi, işyerinden gurur duymasını sağlaması ve kendisine en çok
kar getirecek "verimlilikte" çok çalışması için onu ikna etmesi gerekir. Onun tüm yaratıcılığını işine, becerilerini elinden
geldiği kadar fazla geliştirerek ürüne katması, patronuyla işbirliği içinde olması, ürün geliştirici öneriler için gece-gündüz
düşünmesi, işinin ve ürünün kalitesinden de sorumlu olması, iş varsa çalışması, iş yoksa çalışmaması (karşılığında ücrette
istememesi), gereken uyumlulukta olması, işverene sadakatle bağlılık ve manevi borçluluk içinde olması istenir.
i
!
Bütün bu isteklerine karşı işveren, onun elindeki tüm hakları da geri almak ister. Düzenli çalışmadığı zaman ücretini
ödememek, ücretini her gün düşürmek, sigortasını yatırmamak, sendikasını ve arkadaşlarıyla dayanışmasını dağıtmak,
sendikal hak olarak kazandığı sosyal imkanlarını elinden almak, onu günde 8 saat değil, işi bitinceye kadar hiç
uyumadanda olsa çalıştırmak, işi olmadığı zaman ücretsiz izin vermek, izinli olduğu günler, aylar veya senelerde sigorta
pirimini bile ödememek, ücret veya sosyal bir hakkını istediğinde itiraz etmeden kapı dışarı etmek, tazminatını ve
kıdemini vermeden işten çıkarmak, vs.,vs.,
İşverenler ve tekellerin kurmaya çalıştığı işçi-işveren ilişkilerinde TKY'nin ideologları ve uygulayacıları, işçilerin
üstünden teorisini kurarken, onların elindeki tüm olanakları geri almaya çalışırlar.
İşverenlerin, işçiye yatırım yapmalarının yukarda saydığımız o kadar çok nedeni vardır ki, bütün isteklerinin yerine
gelmesi için gece gündüz işçiyi eğitmesi gerektir. Eğitim, bu nedenle TKY'nin en büyük kuralıdır.Basın, yayın, okullar,
kalite eğitimleri, kitaplar, broşürler, sinema ve tiyatro gibi kültürel faaliyetlerde, bireyciliği, kendine hayrı olmayanın
hiçkimseye hayrı olmayacağı düşüncesiyle bencilliğini sürekli körüklemesi gerekir. İşçinin birbiriyle rekabetini kışkırtır,
liderlik vasfını ön plana çıkarmaya çalışır.
/
Kalite eğitimlerinde, "Müşteri memnuniyeti" olarak anlatılan, "işçiler de birbirinin müşterisidir" fikri ile işçiler arası
rekabetin alabildiğine kışkırtıldığı bir çalışma ortamı yaratılır. İşçiler arası dayanışmayı bozan ve birbirine düşman hale
getirerek, işçi-işveren çelişkisinin, ki antagonist bir çelişkidir, işçilerin kendi aralarındaki çelişkiye dönüşmesi istenir.
TKY, şirketlere, danışmanlık yapan firmalara (uluslararası firmalar) yüklüce ödemeler yaparak, kalite standartları
almalarını şart koşar. ISO-9000'li, AS-4000'li, vs. standartlara sahip olmayanların, uluslararası pazarlara açılma şansı
kalmaz. Bu nedenle KOBİ'ler, danışmanlara ve kalite eğitimlerine, çaplarını aşan ödemelere zorlanırlar. Kalite ödülleri ile
başarılı bir işletme imajı, özellikle işçilerin, çalıştıkları şirketle gurur duymalarını sağlamaya yöneliktir. Ama, aynı
zamanda, işçinin, şirketi için daha azimli çalışması, yani kar, beklentisi vardır.İşçi sınıfının en önemli özelliklerinden biri
olan örgütlenme yeteneği ve mücadele azminin törpülenmesi için her yol denenir. "Kaliteli Devlet", onların demokratik ve
sosyal haklarını, hergün "reform" adı verilen yasalarla ellerinden alır. Hakları için verdikleri mücadeleyi ise, şiddetle
bastırır.
90
i
/
Sendikaları eritilerek, sendikal mücadelesi bastırılmayan çalışılan işçi sınıfının, uzlaşmacı bir çizgiye çekilmeye çalışılan
sendika yöneticilerinin de, TKY'nin hizmetinde olmasına çalışılır. İşsizlik, yoksulluk, haksızlık, geleceksizlik, aşırı
yorgunluk, güvensizlik, şiddet, baskı, en önemlisi de işten atılma korkusu. "İnsana verilen değer"in nasıl bir değer
olduğunu çok iyi açıklar.
Toplam Kalite Yönetimi, kapitalizmin krizine çaredir iddiası!
TKY'nin bir diğer iddiası ise, kizleri önleyeceği, rekabette eşitlik getirerek "toplumsal bir barış" sağlayacağı ve toplumu,
insanları mutlu edecek, refahı artıracak yeni bir dünya kuracağını iddia etmesidir.
Krizin en doğal sonucu olan işsizliğin önleneceği, herkese iş bulma fırsatı doğacağını da iddia ettiği günlerde ise, 1992'94-'97 krizleri peşpeşe geliyordu. Krizlerin ortaya çıkardığı işsizlik, acılar ve yoksullukların nedeni olan kapitalizm, iş
yaşamında TKY'nin hayata geçmesinde dayatmacı rolünü oynuyor ve ondan, emekçi sınıflar zararına yararlanıyordu.
Emperyalizmin ana merkezlerinde, Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinde bile işsizlik, savaşlar ve krizler peşpeşe geliyordu.
Krizin yükünü çeken geri kalmış ülke halkları ise, yoksullaşmayı ve işsizliği en çok yaşayanlar haline geliyordu.
Toplumda barış ve refah getireceğini vaadeden yeni dünya düzeni ideologlarının, vazgeçilemez bir yöneliş olarak ileri
sürdükleri TKY politikasının, yıkımı hızlandırmaktan başka bir işe yaramadığı görüldü.
Sözde, TKY, krize çare olarak, stoksuz üretim ve yeni iş organizasyonları ile, aşırı stoklan ortadan kaldıracak ve ucuz mal
üretimini sağlayarak, yokluklara son verecekti. Dünya vatandaşı olacak herkes, dünyadaki tüm nimetlerden yararlanma
olanağı elde edecekti. İşsizlik ortadan kalkacaktı, vs.vs.
Dünya pazarlarında eşitlik sağlayacağını iddia eden TKY 'ne göre, her üretici, bu pazarlarda eşit olanaklardan
yararlanabilirdi. Tekellerin güdümünde, onlara bağımlılığı hergün artan küçük ve orta büyüklükte binlerce şirket, büyük
sermayeli şirketlere ve tekellere karşı eşit olacaktı. Bunun olanaksızlıkları, çok kısa sürede açığa çıktı.
Tekeller arasında, barış sağlanacağı fikri de, Kosova'da ve dünyanın pek çok ülkesinde başlayan bölgesel çatışmalarla,
sanki, "kapitalizmde savaşların kaçınılmazlığı" üstüne Marksist önderlerin sözlerini kanıtlarcasına, üstüne şeker bulanmış
çürük elma gibi tutanın elinde kaldı.
İşte, 10 yıla yakın bir zamandan beri, TKY'nin yaygınlaştırıldığı dünyanın bazı rakamları:
Örneğin, BM Kalkınma Programı verilerine göre;
-Dünyadaki 500 büyük şirket, dünya gelirlerinin % 42 'sine sahip,
-Dünyadaki 10 büyük şirket, yüz küçük ülkenin cirosuna sahip,
- Shell & Ericson tekelinin yıllık cirosunu geçebilen 27 ülke var.
- Shell&Ericson tekelinin 400 bin km 2 lik arazisi, dünyanın 144 ülkesinin yüzölçümünden daha büyük.
- İngiltere'de, bir yılda harcanan tüm paranın yarısını, 250 şirket paylaşıyor.
- G.Motors'un 133 milyon dolarlık yıllık geliri, Zaire, Tanzanya, Nijerya, Pakistan, Etiyopya, Nepal, Bangladeş,
Uganda, Kenya' nın toplam yıllık GSMH1 dan (toplam 9 ülkenin gelirinden) daha fazla.
- General Motors, bu ülkelerin 500 milyon insanın toplam kazancından daha fazla ciroya sahip.
- Dünyanın en zengin 3 kişisinin bir yıllık kazancı, en yoksul 48 ülkesinin toplam GSMH'dan daha fazla (daha
zenginler).
-1960 'da, zengin ülkelerde yaşayan insanların harcadığı para, yoksul bir ülkede yaşayan insanların harcadığı paranın 30
katıyken, bu oran 1995' de, 48 kat olmuş.
- En zengin olan ülkelerdeki yoksullaşma, yoksul ülkelerdekinden daha fazla.
( 1997 kriziyle ABD nüfusun %19 u yoksulluk sınırının altına düşmüş. İngiltere'de % 18,5, İrlanda, Japonya, Kanada' da
%11, Fransa'da % 7,5, Finlandiya'da, Almanya'da, nüfusun %6 sı yoksulluk sınırının altına düşmüş.
Türkiyede bu oran % 30 olarak söyleniyor.)
Bu rakamları gördükten TKY ideologlarının iddialarının inanılırlığının derecesi, bir kez daha ortaya çıkıyor.
Halen sürdürülen TKY propagandalarının asılsızlığına verilebilecek sayısız örnek bulmak mümkündür.
YANLIŞLAR 2000'DE DE SÜRECEK Mİ?
Prof. Dr. Alp ESİN
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Ülkemiz, kalite konusundaki anlayış ve uygulama yanlışlarının acı meyvelerini, giderek azalan dış satım ve artan
ekonomik sıkıntılarla toplamaktadır. Günümüze egemen olan anlayışın "Yaptığın işi ilk keresinde doğru yap" olduğu
göz önünde tutulursa, "Ne olduğu ile değil, ne ettiği ile öğrenen" ülkeler için 2000, yalnızca, takvimde çevrilen bir
yaprak olacaktır.
GİRİŞ
Kalite konusundaki yanlışlarımızı, dört ana grup altında toplayabiliriz:
1- Tanım yanlışları
2- Dünyadaki gelişmeleri ciddi biçimde izlememek
3Anlayış ve uygulama yanlışları
4- Kalite politikasının olmayışı
1.T ANIM YANLIŞLARI
Yapılan temel yanlış, sorunun eksik tanımlanmasıdır. Ülkemizde "kalite sorunu" olarak tanımlanan durum, gerçekte,
maliyetle-dengeli kalite düzeyini sağlamakta başarılı olamamaktır. Bu sorunun en iyi göstergesi, dış satımı
sürdürebilmek için (hizmet sektörü dahil), TL'nin değerini sürekli düşürmek zorunda kalmakta olduğumuzdur.
Şunları asla unutmayalım: Tüm ticari etkinliklerin amacı, ürününü satabilmektir. Bunu bu gün için sağlamış ve yarınları
da garanti altında olan kuruluşlar, kendi sistemleri ile, başarıyı yakalamışlardır. Bunun ötesi, yapay sorun yaratmaktır.
Öte yandan, satılamayacak mal yoktur; yeter ki malın kalitesi alıcının biçtiği değere uygun olsun. Bunun matematiksel
ifadesi,
Değer = Kalite düzeyi/ Fiyat
biçimindedir. Bu anlayış, daha kapsamlı biçimde, Şekil 1 ile anlatılmıştır. Bu şekilde, yeni ISO 9000'lerde kalitenin bir
yönü olarak anılan "satış sonrası destek"de gösterilmiştir. Dolayısıyla kalite sorunu, en yalın biçimde ve anlamda, bu
üçgenin alanının büyütülmesidir. Bu alanı sizden daha fazla ve daha hızlı büyültebilen her rakibiniz, pazarınızı
elinizden alacaktır.
Kalite
Şekil 1 - Fiyat-KaliteDestek ilişkisi.
Fiyat
Tanım konusundaki ikinci temel yanlış, kalite sorunlarını günlük yaşantımızdaki örneklerden farklı görmektir. O zaman
kuruluşlar, kaliteyi, alıcıya sunulan ürünün veya hizmetin bir erdemi olarak görmek yerine, iş yerindeki sorunlardan
birisi gibi ele almaktadır. Bunun iki türlü zararı olmaktadır:
a) Kuruluş, kendi eliyle yapabileceği katkıların üzerinde durmamakta, özel uzmanların vereceği akla göre hareket
etmek zorunda olduğunu sanmaktadır.
b) Özel uzmanlar çoğu kez o sektörün üretim etkinliklerinin ayrıntılar hakkında yeterince bilgi sahibi
olmadıklarından, veya basmakalıp reçetelerle hareket ettiklerinden, getirilen çözüm yolları kuruluşun kaynak
ve olanakları ile tutarlı olamamaktadır. Sonuçta, özellikle ticari yönden başka sıkıntıları olan kuruluşlanımız,
kalite uğraşını, ortada bir zorlama olmazsa, ya geri plana itmekte veya göstermelik yönleri ile yetinmektedir.
Bu konuya aşağıda tekrar dönülecektir.
2. DÜNYADAKİ GELİŞMELERİ CİDDİ BİÇİMDE İZLEMEMEK
Herkesin farkında olması gereken gelişme, tüm iş dünyasının, üç ana etmenin yarattığı gelişmelere sürekli hazır olma
zorunluluğudur. Bu üç ana etmen Ingilizcedeki 3C nin (Change, Customer, Competition), karşılığı olan;
Değişim, Aha, Rekabet tir
92
Dolayısıyla:
H= Değişmeyen, pazardan çekilmek zorunda kalacaktır.
*
Alıcının gereksinim ve beklentilerini izleyip bunlara önden hazırlıklı olmayanın pazarda yeri kalmayacaktır.
*
Rakipsiz olduğunu sanan ve onlara saygı duymayan, onlar tarafından geçildiğini görecektir.
Bu üç etmenin gereklerini en iyi biçimde yerine getirecek kalite sistemine sahip olmayan kuruluşların, gelişmelere ayak
uydurabilmeleri şansı yoktur.
Söz konusu üç ana etmenin gereklerinin yerine getirilmesinin temel ölçütü şunlardır:
Kalite
Fiyat
Esneklik
Çeviklik
Ölçütler olmadan başarının tanımı olamaz. O zaman yapılan şeyin halk dilindeki tanımı, "Ben yaptım, oldu."
biçimindedir. Bunlardan, kailte ve fiyat iyi bilinmektedir. Esneklik alıcının gereksinim ve beklentilerindeki değişimlere
kendini hızla uyarlayabilmek, çeviklik ise, gelişmelerin getirdiği fırsatları değerlendirebilmektir. Elinizdeki veya
kuracağınız kalite sistemi, bu açıdan, en etkili silahınız değilse, yarın için size ayak bağı olabilecek bir sisteme
sahipsiniz demektir.
Bu dört ölçütün hayata geçirilmesindeki araç, bir kuruluşun kalite politikasıdır. Kalite politikasından yoksun
kuruluşların, özellikle kalite çabalarının büyük bölümü, savurganlıktır. Kalite politikası olmadan oluşturulan bir kalite
sistemi, temeli olmayan binaya benzer; bir piyasa depreminde hiç bir işe yaramaz.
3. ANLAYIŞ VE UYGULAMA YANLIŞLARI
Uzaktan bakıldığında yorum ve anlayış yanlışı olarak gözüken durumların önemli bölümü, içtensizlikten
kaynaklanmaktır. Bunların üzerinde durduktan sonra, durumun değerlendirilmesini okurlara bırakıyorum.
Amerikanların çok yerinde bir özdeyişi vardır: "Doktorunuzdan ve avukatınızdan bir şeyler saklanmanın anlamı
yoktur." Bu özdeyişin hikmeti ortadadır. Sonuçta, doktor tanısında yanılır, avukatın savunması kısa düşer. Buna,
rahatlıkla, kalite çabalarını da ekleyebiliriz. Bazılarını her zaman aldatmak mümkündür. Bazıları bazen aldatılabilir;
ama herkesi her zaman aldatmak mümkün değildir. Nitekim, içtenlikle ele alınmamış kalite sorunlarına getirilen
çözümler, paydaşları tatmin edemez1.
Kalite konusunda ülkemizdeki içtensizliklerden birisi, sistemin belgelendirilmesinin ürün veya hizmet kalite düzeyinin
belgelendirildiği anlamına gelmediğini herkese duyurmamaktır. Bunun sonucu olarak kalite çabaları, üzerinde olması
gereken rotadan uzaklaşmış ve çoğu kuruluş için, belge edinme uğraşına dönüşmüştür. Yenilenen ISO 9000-1
Standardında açık yüreklilikle yapılmış olan açıklamaların herkese duyurulmaması ve yazarın değişik platformlarda
dile getirdiği bu gerçeğin üzerine ağırlığı olan hiç bir kuruluşun gitmemesi, sözü edilen durumu, aynı umursamazlıkla,
2000 li yıllara da taşıyacağımızın göstergesidir.
İçtensizliğin ülkemizdeki kalite çabalarına zararlı olan diğer boyutu, Toplam kalite anlayışı ve yorumudur. AB'nin
tanımına göre, kalitenin iki ana bileşeni vardır (A European Quality Promotion Policy or The European way towards
Excellence, EC- DOC:CERTF 95/1):
1. Alıcıya sunulan ürünün veya hizmetin, özellikleri ve fiyatıyla alıcıyı tatmin etmesini içeren, ürün veya hizmet
kalitesi.
2. Ürünü veya hizmeti sunan kuruluşun, alıcısına saygısı, sorumluluk duygusu ve daha iyi şeyler sunabilme
endişesinden gelen, kuruluş olarak kalitesi.
Bu iki bileşen temelde tümleşik ise de, ilki kesinlikle önceliklidir. Hiç bir sistem anlayışı veya kalite "gurusunun"
söylemleri, ticaretin yaşamsal kuralını değiştiremez: Kimse, kalitesini beğenmediği ve parasının karşılığını aldığına
inanmadığı bir ürünü veya hizmeti (aldanma dışında) satın almaz. Konuya yumurta-tavuk, tavuk-yumurta esprisi ile
yaklaşılması çok yanıltıcı olur. Alıcı-sağlayıcı ilişkilerini başlatan ilk bileşen, sürdürülmesini sağlayan ikinci bileşendir.
Örnek olarak, ülkemizin önde gelen kuruluşlarına bakınız. Lisansla çalışan bu kuruluşların birlikte çalıştıkları firmalar
arasında, ürünü veya hizmeti ile rekabet yarışında yeri olmayanı var mı? Nitekim bu gerçek, hem ISO 9004-1 (0.2
93
Kuruluşun amaçları bölümünde hem de ISO 9000 Standartlarının herbirinin (9001-9003) Giriş sayfasında açık ve
seçik biçimde duyurulmuştur:
i
"Amaçlarına varabilmek için bir kuruluş, ürünlerinin kalitesini etkileyen teknik, yönetsel ve insana ilişkin
etmenlerin, ister demirbaş, yazılım, süreçden geçmiş malzemeler isterse de hizmet olsun, kontrol altında olmasını
sağlamalıdır. (ISO 9004-1)"
"Bu Uluslararası Standard'da, ISO 9001 ve 9003'de olan kalite sistemi gereklerinin teknik (ürün) gerekleri
tümleyici oldukları, (seçenek olmadıkları) vurgulanır.
Bu ilkeler, yazar tarafından, şu basit kurala indirgenmiştir: Sıfatlarla kalitenin tanımı, zamirlerle sorumluluk dağıtımı
olmaz! Bu kuralın yerine getirilmesi ise, ancak, ciddi ve gerçekçi kalite planı yapabilmekle o\s ıdır. Ürününe her yönü
ile egemen olmayan bir kuruluş, gerçekçi kalite planı yapamaz. Nitekim, kalite planının önemi her geçen gün artmakta
ve kuruluşlar arası işbirliğinde en önemli belge konumuna gelmektedir (Yenilenen ISO 9000 ler, AQAPlar, QS 9000,
ISO/TS 16949).
ı
f
Ülkemizde, ikinci bileşen, değişik kılıklara sokularak, diğer bileşeni hemen tümüyle gölgeleyecek biçimde, gündemde
tutulmaktadır. Bunun değişik nedenleri vardır. Şöyleki:
Güçlü lisansörlerle çalışan kuruluşların zaten ilk bileşen bağlamında sorunları yoktur ve olamaz da; çünkü
lisansörün izni olmadan ürüne veya hizmete müdahale edemezler. Onların kalite geliştirme etkinlikleri, doğal
olarak, ikinci bileşenin doğrultusundadır.
-
İkinci bileşen, süslü tekerlemelere, sloganlı yaklaşımlara ve her yöne çekilebilen öğütlere uygundur. İlk bileşen
doğrultusunda akıl verenin ne kadar az olduğu, öte yandan dünyanın dört bir yanından ikinci bileşen
doğrultusunda akıl öğretenlerin yurdumuza aktığı dikkatinizi çekmiyor mu? Sırlarını paylaşmakta, haklı olarak,
çok hasis olan ileri düzeydeki ülkelerin bu konuda bu derecede yardım sever olmaları, ilk bileşeni yerine
oturtamamış ülkelere ikici bileşenin önemli bir yarar sağlamayacağına inanmalarıdır.
,
j
Bazı çevrelerce yadırganabilecek bu iddiamın en sağlam dayanağı, kalite sisteminin duraksamasız en büyük adlarından
olan Ishikawa'nın ünlü kitabıdır.2 Bu kitabın, herkes tarafından dikkatle okunması ve değerlendirilmesi şarttır. Çünkü
bu ilkeler, ISO 9000 gündemde olsun veya olmasın, her sistem için geçerlidir. Bunlar özümsemeden kurulan kalite
sistemlerinin istenileni ve beklenileni veremeyeceği ortadadır. Özümseme süreci ise, slogansal kalite çalışmaları ile
geçiştirilemeyecek kadar derindir3. Kalite sistemi standardlarındaki giderek sektöre-özelleşme akımı, bizi gaflet
uykusundan uyandırmalıdır.
Günümüzde tartışılan ürün kalitesinin temel yönünün bilincinde olmamak da, sürdürülen yanlışlar arasındadır.
Yenilenen ISO 9000 Standardların (ISO 9000-1) getirdiği çok yararlı bir yaklaşım, bir ürünün kalite düzeyinin etkileyen
etmenleri kalitenin yönleri olarak gruplandırmış olmasıdır.4 Günümüzde tartışma konusu olan kalite düzeyi,
duraksamasız, tasarım kalitesidir. Çünkü, bir ürünün kalite düzeyi ve maliyeti, temelde, tasarım aşamasında belirlenir.
Bu nedenle, bir ürünün yalnızca üretim kalitesini sağlayarak teknolojiyi yakaladığını sanmak, büyük yanılgıdır. Güçlü
teknolojinin kaynağı olan kuruluşların dünyanın dört bir yanında lisans anlaşması yapmakta sakınca görmemelerinin bir
anlamı yok mudur? Dolayısıyla, tasarımı kendine ait olmayan ürünler için maliyet ile dengeli kalite sağlanması, çoğu
kez, lisansla çalışan kuruluşu aşan bir sorundur. Bu savın da en iyi kanııtı, yine Japonyadır.Bu ülkenin geçmişi
incelendiğinde, basit taklitçilikle geçinen ve ürünleri alay konusu olan Japonya'nın kalite konusunda devleşmesi, kendi
tasarımlarını yapabilmesinden sonradır.
Kendi ürünlerimizin tasarımına geçmeden dünya pazarlarındaki konumumuzu sürdürmenin pamuk ipliğine bağlı
olduğunu unutmamalıyız. En iddialı olduğumuz giyim sektöründe dahi yüz yüze gelinen sorunlar, artık bir şeyler
anlatabilmelidir. Dünyanın ticaret devleri arasına girmeyi başaran Kore, Çin ve Taivvan gibi ülkelerin KOBİ
niteliğindeki kuruluşlarından, tasarımı bu ülkelere ait, olan ne çok ürün satın aldığımız ortadadır.
SONUÇ
İleri ülkeler, 2000 yılının kalite sistemi standardlarına yeni boyutlar getirmek üzere iken, biz ne yapıyoruz? Üzülerek
söylemek gerekirse, gelişmiş ülkeler 1991-1994 yılları arasında yenilenmiş ISO 9000 Standardlarını dahi terk etmekte
ve kendilerini 2000 li yıllarının standardlarına hazırlamaktadır. Yenilenen AQAP'lar, ISO 9000 Standardlarına, ürünü
ön plana çıkartan, yeni gerekler getirmiş1'-. QS 9000, kalite çabalarının üründen ayrık olamayacağını en canlı kanıtıdır.
Nitekim ABD'deki üç otomotiv devinin yanı sıra, Avrupa ülkeleri de ISO/TC 16949 ile bu akıma ayak uydurmak
zorunda kalmıştır. QS 9000'nin etkisi ile, sektöre-özel standardlar giderek ağırlık kazanmaktadır. Bu durum, ürüne
dayalı olmayan kalite sistemi anlayışının bir işe yaramadığının açık kanıtıdır. Nitekim, yukarıda sözü edilmiş olan AB
raporunda, sertifika almış kuruluş sayısı ile bir ülkenin dış satımı arasında paralellik olmadığı açık ve seçik biçimde
vurgulanmakta ve Avrupa kalite politikasının saptanmasında bu gerçeğin gözden kaçırılmamasının gerektiği üzerinde
94
.
j
/
i
/
'
durularak, belgelemenin ana amaca hizmet eder duruma getirilmesinin üzerinde durulmaktadır. Ülkemizde ise, çok
kuruluş, bırakınız 2000'nin getireceklerinden, ISO 9000-1 ve ISO 9004-1 ve ISO 9004-2 Standardlarının varlığından
ve değişikliklerin sonucu ISO 9001-9003 Standardlarındaki beklentilerden habersizdir.
Tüm yenilenen kalite sistem standardlarının öngördüğü biçimde, kalitenin kilit (veya kritik) öğerlerine dayalı
planı hazırlayamayan ve bu kilit öğeler içinde, standardlaşmış ürünler için en baş konuma gelmiş
güvenilebilirliğin gereklerini yerine getiremeyen kuruluşlar için, 2000 yılı değişik olmayacak; ama 2000
geçmişin yanlışları ile girildiğinde, ödenecek bedel çok daha ağır olacaktır. Yanlışlarından ders alınmasının
geliştirilmesinin temel gereklerinden biri olduğu unutulmamalıdır.
kalite
olan
yılına
kalite
KAYNAKLAR
ESİN, A. (1996), System for Stakeholders, Eurepean Quality, v3, nol, s4.
ISHIKAWA, K. (1985), What is Total Quality Control, The Japanese Way, sayfa 40, Prentice Hall,Inc.
ESİN, A. (1992), "Kalite Sağlama Çabalarının Kritik Boyutları" İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Ekim, s 5-9
ESİN, A. (1999), ISO 9000'nin Işığında Toplam Kalite, MMO yayını No 216
ESİN, A. (1993a), ISO 9000 Requirements as Regards Small Industry, Proc. Int. Conf. on Machining Technology in
Asian & Pasifte Regions, Guangzhou.
ESİN, A. (1993b), Küçük ve Orta Ölçekli Şirketlerde Kalite Yönetimi ve Uygulaması, ISO 9000 Forum Sempozyumu,
İstanbul, Standard s379, Temmuz, si 17
ESİN, A. (1996), System for Stakeholders, Eurepean Ouality, v3, nol, s4.
ESİN, A. (1996), Kalite Planı Olmadan Kalite Sistemi Olabilir mi?, MM. Vogel, Temmuz s64.
ESİN, A. (1996), A Method to Combine QFD and Process FMEA, Özel Seminer, Macaristan Kalite Derneği, Kalite
Haftası Toplantısı, Kasım 12-14, Budapeşte.
ESİN, A. (1998) ISO 9000 Anlayış ve Yorumunz Güncel mi?, Mühendis ve Makine., Kasım özel sayı
ESİN, A. ve BEKİROĞLU, Ö. (1999), Will QS 9000 Meet AH Requirements? Eurepean Quality
dergisinde
yayınlanmak üzere sırada.
95
ÜRETİM; AMA NE İÇİN VE NASIL?
Necdet UTKANLAR
Bureau Veritas, Bursa Bölge Müdürü
İnsanoğlunun, seri üretime başladığı ilk günden günümüze kadar gelen süre içerisinde geçirdiği "üretim" evrimine bir
göz attığımızda çok değişik ve ibret verici kesitler görmekteyiz. Ne idi bunlar? Her şeyden önce, aç bir pazar ve
gittikçe büyüyen bir talep yaratarak ve tüketimi sonsuz körükleyerek, Taylorist bir yaklaşımla sanayi üretimine
"merhaba" d iyen insanoğlu, farkına vararak veya varmayarak, bilinmez yepyen ikapıları önünde açtı. Bu ilk aşamada
hedef, sadece üretmek ve derhal çok ama çok miktarlarda satmaktı. Yaptı da. Ancak insanoğlu, kendi yaşam
standardını daha çok arttırmak ve daha çok kazanmak adına bunları yaparken, içinde yaşadığı çevreyi, içinden geldiği
"doğayı" unutmuştu. "Üreten" insanını unutmuştu. Sadece ve sadece üretiyordu. Çevre kirleniyordu, insanlar iş
kazalarında veya hastalanarak ölüyordu, minik minik çocuklar iş yerlerinde çalıştırılıyordu; kimin umurundaydı?
Bu zaman içerisinde, insanoğlu "insanoğlunu" yeniden keşfetmeye başladı. İnsana değer vermeden, çevresine değer
vermeden bir yere varamayacağını ve hatta uzun vadede her şeyini kaybedeceğini çok açıkça gördü. Zaman değişti ve
alışageldiğimiz birçok şey de değişiyordu. Ve biz de değişiyoruz, üstelik, değişmeye mecburuz da. îyi güzel de, bu
değişimi ne gibi bir yol
izleyerek gerçekleştireceğiz? İşte bu değişimleri, üretim yapan veya hizmet sunan
organizasyonlardan, kendilerinin uluslar arası varlıklarını sürdürebilmeleri için uymaları gereken unsurları tanımlayan
standartlar dizileri bizlerin gözleri önüne sermekte. Böylelikle, kendimiz için bu disiplinler çerçevesinde bir sistem
oluşturur iken, aynı zamanda, uluslar arası anlamda ortak bir dil, ortak bir frekans ve ortak bir anlayış kurma fırsatını
da bulmak mümkün oluyor.
KALİTE YÖNETİM SİSTEMİ
Evet, üreteceğiz ve satacağız. Öncelikle bunu yapabilmemiz için, ortaya koyduğumuz ürün veya hizmetin, kendisinden
beklenen nitelikleri karşılamasını sağlamamızın yanı sıra, gelecekte ürünümüzden istenmesi muhtemel nitelikleri de
bünyesine katabilme yetenek ve becerisine sahip olabilmemizi ve aynı zamanda, maliyetleri daima yukarı çeken
hata tekrarlarını önleyebilecek faaliyetleri gerçekleştirebilmemizi bizden talep eden ve bu çalışmaları sistematize eden
"Kalite Güvence Standartları" ile karşılaşıyoruz. İşin enterasan tarafı, bugün uygulamaya alınmış olan bu "Kalite
Güvence" oluşumlarının Dünya'da ilk kez, askeri anlayış ve beklentiler doğrultusunda doğmuş olmasıdır. Nitekim,
1963 yılında MIL-Q
9858 olarak ve daha sonra, 1968 yılında AQAP serisi olarak ilk "Kalite Yönetim Sistem
Standartları" ile karşılaşıyoruz. Bu standartların ise sivilleşerek, bugün anladığımız ISO 9000 standatlar düzeyinin
temelinin atılmasını, 1979 yılında BS 5750 ile görüyoruz. Bu sistem standartlarının, özelinde
incelendiğinde,
"müşteri tatmini" odaklı olduğu görülür. Bu standartlar, üretici firmanın müşterisi ve taşeronları arasındaki ilişkileri
düzenler. Burada her şey, müşteri isteklerinin doğru olarak eksiksiz anlaşılmasının ve bu isteklerin, ortaya çıkan
hataların tekrarının önlenmesi veya çıkması muhtemel hataların oluşmadan önlenerek maliyetlerin düşürülmesi
suretiyle, en ekonomik yoldan karşılanmasına odaklanmıştır. Müşteri, her şeyin önünde gelmektedir ki, bu da doğaldır.
Çünkü kuruluş, yaşamını sürdürebilmek için bu müşteri grubuna muhtaçtır. Müşterisi olmaksızın bir yere ulaşmasının
mümkün olmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir.
İ
,.
j
/
,
Kalite sistemlerinin gelişmesinde, işin bu noktada kalmadığını görmekteyiz. Pazar üstünlüğünün korunabilmesi ve
rakiplere göre daha kuvvetli bir seviyeye gelme arayışı, rakiplerin yakın takibini beraberinde getirmekte ve hatta daha
da ileri giderek, müşteri istek ve beklentilerinin
gelecekte neler olabileceğini müşteriden de önce bilerek, o'nu
herkesten önce pazara sunarak "yaratılan kalite"nin sahibi olmak temel odak noktası haline gelmiştir. Tüm gayretler,
küreselleşen dünyanın "İmhacı rekabeti" ortamında, rakipten bir adım önde olmak içindir.
İş bu kadarla da kalmamaktadır. Otomotiv endüstrisi bir adım daha ileri giderek, ISO 9000 standardının üzerinde kendi
sektörel beklenti ve özel taleplerini ekleyerek, kendilerine özgü bir kalite sistem şartları silsilesini oluşturarak, "QS
9000" tanımlaması ile ana sanayiye sunuş yapan yan sanayicilerinin kullanımına sunarak, bu standarda uyulmasını talep
etmektedir. Özünde, "hata önleme", "sürekli gelişme" ve "israfın ve değişkenliğin azaltılması" esaslarına dayanan bu
standart aynı zamanda, kalite araçlarının etkin ve katma değer yaratan bir şekilde kullanılmasının prensiplerini de
beraberinde getirmektedir. Otomotiv ana sanayinin bir bölümünü tarafından kabul bu standart, Japon ana sanayinin de
katılımının da sağlanması suretiyle, tüm dünya otomotiv sanayinin ortak standardı olacak şekilde hazırlanan TS ISO
16949 standardına dönüşecektir.
i
/
ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ
Müşterinin koşulsuz tatminini esas alan tüm bu standart ve kılavuzlar aslında, başlangıç aşamasında bir noktayı göz
ardı etmekte idi. "Çevre"yi, Üret, en yüksek verimlilikte, en süratli ve en fazla üret ve sat Endüstri devriminin ilk
günlerinden başlayıp, yakın tarihimize gelene kadar insanoğlu, sadece üretime ve daha fazla kazanabilmek için
"müşteri tatmini" ne odaklanmış idi. Kimsenin "çevre"sine dönüp, bakacak hali yoktu. "Nasılsa çevre kendisini
ı
|
ı
96
1
yeniliyor" diye düşünülüyordu herhalde. Ancak, kirlilik öyle boyutlara geldi ki, doğa kendisini kurtarabilmek için
yavaş yavaş insanoğlunu tehdit etmeye başladı. Artık "çevre"mizi de düşünmenin zamanı gelmiş, hatta geçiyordu bile.
Yukarıda açıklandığı üzere, "kalite"yi sağlayarak müşteriyi tatmin ederken, üretimimizi çevreyi kirletmeden yapmanın
yollarını bulmalıydık. İşte bu noktada ISO 14000 Çevre Yönetim Sistemi ile tanıştık. Kuruluşun çevre boyutlarını
analiz ederek konuyu ele almaya başlayan bu sistem, çevre üzerinde oluşabilecek risklerin ortadan kaldırılması veya
azaltılmasına yönelik düzeltici, iyileştirici ve önleyici faaliyetlerin yönetimini kapsamaktadır. Hatta bunu da aşarak,
"acil durum planlaması" faaliyetlerinin düzenlenmesi ve yönetilmesini de içermektedir. Hedef, mavi gökyüzü, temiz
toprak ve içilebilir su ortamında, yaşayan ağaçlar ve yaşayan kuşlar arasında bu üretimi gerçekleştirmektir.
İŞÇİ SAĞLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ
Artık sadece üründe istenilen kaliteyi üreterek ve çevreye, ihtiyaç duyulan koruyucu yaklaşımı göstererek işin içinden
çıkamadığımız bir ortama girdik. Buraya kadar önemli bir unsuru unuttuk; çalışan insanı "Farkı, insanın yarattığını"
zaman içerisinde öğrendik. Son yıllarda artan ve hatta "imhacı" bir hale dönüşen rekabet koşullarına bağlı olarak
işletmeler, pazardaki güçlerini, sadece isimleri ve imajları ile arttıramayacaklarını acı deneyimler sonucunda açıkça
anlamışlardır. Bu tür baskılar altındayken de organizasyonların, katma değeri ortada açıkça ve doğrudan görünmeyen
sağlık ve güvenlik gibi bazı konulara yatırım yapmak istememelerinin nedenlerini anlamak pek de o kadar zor
değildir. Bunun yanı sıra, sağlık ve güvenlik konularını biraz daha inceleyince, bu tür kuruluşların aslında hiç de
gerçekçi olmayan ekonomilerle uğraştıkları görülür.
"İnsan"ı ilgilendiren aktivite ve faaliyetlerin son 30-40 yılda çok hızlı bir değişime girdiğini ve hatta bu değişimlerin
son 10 yılda giderek arttığına şahit oluyoruz. Her şeyden önemlisi, kuruluşlar sağlık ve güvenlik konularına yatırım
yapmanın sadece maliyetlerini azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda rekabet ortamında iş verimliliklerini arttırdıklarını
görerek bu konuya gereken önemi vermeye başlamışlardır. Sağlık ve güvenlik yönetim sistemi ile çalışmanın asıl
kazancının fınansal boyutu anlatılmakla beraber, insani boyutunun büyüklüğü ve etkisi hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Doğaldır ki, çekilen acının, üzüntünün ve kederin maliyeti finansal olarak ifade edilemez. Uzuv kaybı veya ölümle
sonuçlanan bir kazada geriye dönüş olmadığı gibi "keşke..." demek için artık çok geçtir.
Aslında her kaza "geliyorum" demektedir. Araştırmalar, ölümcül bir kazanın altında büyük bir
buzdağının
bulunduğunu göstermektedir. Böyle bir kazanın öncesinde, 30 iş kaybına yol açan veya tıbbi müdahale gerektiren
kaza, 300 kayıtlara geçen kaza ve 300 000 ucuz atlatma veya güvensiz hareket bulunmaktadır.
Halen iş güvenliği konusunda uluslar arası düzeyde kabul gören üçüncü taraf belgelendirmeye esas bir standart mevcut
değildir. Belgelendirme kuruluşlarının yayınladıkları standartlar vardır. Bu standartlar yayınlanmadan önce, BS S800
esas alınarak belgelendirmeler gerçekleştirilmiştir. Bu tür belgelendirmenin en yüksek yararı, risklerin azaltılmasının
yanı sıra, çalışanların motivasyonunun arttırılması ve iş performansındaki artıştır. Pazardaki güvenilirlik imajı, ayrıca
olumlu etkilerden birisidir.
AHLAKLI ÇALIŞMA KURALLARI
2O.yüzyılın sonlarında, iş dünyası yepyeni bir standart ile tanıştı. Kalite ile başlayan (ISO 9000), çevre ile devam eden
(ISO 14 000) ve işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili konuları kapsamaya başlayan standartlar zinciri, uluslar arası ahlaklı
çalışma koşullarının belirlenmesi ile tamamlanıyor (SA8000). Bu standardın içeriğini gözden geçirdiğimizde, belki de
en önce düşünülmesi gereken konuların gündeme gelmesi, en sona kaldı diye düşünmeden edemiyoruz.
Çalışma standartları ve çalışma hakları, yüzyılın başından beri, başta hukuk olmak üzere birçok disiplinin konusu
olmuştur.
Günümüzde, özellikle Avrupalı ve Amerikalı tüketici için, kullandığı ürünün hangi koşullarda üretildiği artık çok
önemli bir seçim kriteri olmaya başlamıştır. 9O'lı yıllarda çok sayıda firma çalışanlarını sömürdüğüne veya çocuk işçi
çalıştırdığına dair verilerin basına yansımasıyla ciddi oranda pazar payı kaybetmektedir. Sivil örgütler, tüketici ve
basın tarafından gelen bu taze ve güçlü baskı, sadece firmaların kendi bünyesinde değil, firmanın işbirliği yaptığı
bütün üretim zincirini kapsamaktadır. Gelişmiş ülkenin büyük firması, ucuz işçilik gibi sebeplerle üretimini üçüncü
dünya ülkelerine kaydırırken, iş zincirindeki bütün firmaların çalışma koşullarının sorumluluğunu da, bu yeni güç
sayesinde üstlenmek zorunda kalmıştır.
İşte bu noktada, iş dünyası, uluslar arası kabul edilebilir ahlaklı çalışma düzeyini belirleyecek bir standarda ihtiyaç
duymuştur. Bu ise SA 8000 standardının ortaya çıkmasını sağlamıştır. SA 8000'in temel amacı, "çalışan haklarını
küresel olarak iyileştirmek"tir. Uluslar arası kabul görmüş standartlar dilinde ve bütün sektörleri kapsamak üzere
kaleme alınmıştır.
Standart, sekiz hassas sosyal konuya değinmekte ve bu
öngörmektedir. Bu sekiz konu, ana başlıkları ile;
97
sekiz konuyu yönetmek üzere bir sistem kurulmasını
-Çocuk işçiler
-Zorla çalıştırma
-İşçi sağlığı ve iş güvenliği
-Sendikal haklar
-Ayrımcılık
-Disiplin etkinlikleri
-Çalışma saatleri
-Maaşlar
•
t
SA 8000 standardı, hızla uluslar arası bir karakter kazanmış ve uygulanmaya başlamıştır.
Bir yönetim sisteminin temel yapısı, kazaen veya tesadüfen oluşamaz. Büyük bir çalışmayı, yaygınlaştırmayı ve köklü
bir gelişmeyi içerir. Artık üretirken, kaliteyi sağlamamızın yanı sıra, çevremizi ve çalışanlanmız ile ahlaklı çalışma
ilkelerini göz ardı edemeyceğimiz açıktır.
98
TÜRKİYE'DE ÜRÜN VE SİSTEM BELGELEME
1. GİRİŞ
"Ürün" Belgeleme ile "Sistem" belgeleme farklı kavramlardır. Tarihsel gelişim sürecine bakıldığında bunun nedeni
anlaşılır.
Günümüzde TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ (TYK) olarak adlandırılan yaklaşım aslında yeni olmayıp sadece kavram
netleştirilmesi ve dil birliği sağlanması amacıyla yeni bir makyajla sunulmakta olan bir dizi yönetim sürecinin toplamıdır.
Sistemsel bir yaklaşımı içeren bu tarz yönetimin ahlaki açıdan da bilimsel açıdan da doğru uygulanmış ileri aşamalarında
klasik yönetim piramidi tersine dönmekte ve gerçekten "kendi kendini yönetme" olgusu toplumun üstün çıkarlarını da
gözeten bir şekilde gerçekleşmektedir. "Sistem"i belgelendirme ihtiyacı ise bu "doğruluk" kavramının genel kabul görmüş
bir yöntemle tescilini ifade eder.
TKY'nin altında ürün ve hizmetlere ilişkin bir varsayım yatar. O da işini severek ve içtenlikle benimseyerek yapan
insanların yaptığı her işin, dolayısıyla da ürettiği her ürün ve hizmetin kaliteli yani "iyi ve doğru, güvenilir" olacağı
varsayımdır. "Ürün" belgelendirilmesi de bu olgunun genel kabul gören bir yöntemle tescilidir.
Özetlersek, ÜRÜN KALİTESİ:
• Şartname ve Standartlara Uygunluğu
*Ürünün Teknik Performans Parametrelerinin
•Kullanılan Malzemelerin Özelliklerinin
*Çok Karmaşık Nitelikler Taşıyan Ürünlerde Özel Şartlar (Örnek Savunma Sanayiii)
*Uyumun Değerlendirilmesi
•Belgelendirme (Sertifikasyon)
*Eşkredilendirme (Akreditasyon)
Standartlara bağlanmış bir KALİTE YÖNETİM SİSTEMİ ise:
*Mevcut ile Standart arasındaki Uyumun Değerlendirilmesi
•Belgelendirme (Sertifikasyon)
*Eşkredilendirme (Akreditasyon)
Burada söz konusu olan İLKE şudur.
"DENETİM /ONAY BAĞIMSIZ ERK TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLMELİDİR."
İşbu nedenle otorite niteliğinde bir "Yetkin" kurum gereklidir.
Burada bir parantez açarak ülkemizdeki durumu ele alalım. Ülkemizdeki kalite sorunları çok ve kapsamlı olmasına rağmen
bizim deneyim ve inancımız bunların çözümünün, doğru teşhisler ve yaklaşımlar yürekten benimsendiğinde, hiç de zor
olmadığı ancak biraz zaman aldığı doğrultusundadır.
"Önce İnsan" geldiğini kabul etmeliyiz. O zaman sosyolog Sayın Emre Kongar'ın ülkemiz insanını dünyadaki diğer
insanlardan bugün için farklı kılan bir özelliği ile yüzleşmek zorundayız. Bunun adı "Güven Bunalımı" dır. İnsanlarımızın
içinde büyümüş olan korkular "özgüven" zayıflatmakta hatta yok etmektedir. Yönetim uzmanlarımızdan Sayın Tınaz
Titiz'in de sık sık belirttiği gibi bu "korku" insanları ezberciliğe ve körü körüne taklitçiliğe sığınmaya itmektedir. Özgüveni
zayıf kişiler başkalarına da güven duymaz ve ilgi göstermez. Böyle olunca da genel bir sevgisizlik ve şefkate susamışlık
kendini belli eder. Psikolog Sayın Acar Baltaş bu durumda insanlarımızın "alıngan" ve "dayatmacı" davranışlarda
bulunarak ve herhangi bir öneri getirmeksizin "eleştirici" davranarak ki bu çok kolaydır, kendini güçlü ve iyi hissetmeye
çabaladığının altını çizer. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Arif Verimli de bir gazeteye bundan
5-6 yıl önce verdiği bir beyanatta ülkemiz nüfusunun % 17'sinin bu tip hastalıklar nedeniyle yatarak tedavi görmek
durumunda kaldığını belirtmiştir. Bence, bu doğru ise, yaklaşık 2 katı insanın da marjinal konumda olduğunu varsaymak
pek yanlış olmayacaktır. O zaman nüfusun % 50 sinden fazlasının iç dünyasında ciddi sorunları var demek pek yanlış
sayılmaz. Büyük deprem ile de bu eminim ki çok daha fazlalaştı. Bu verilerle son 10 yılda biyoloji, psikoloji, sosyoloji,
antropoloji ve telekomünikasyon dallarındaki müthiş bilgi patlamasının verilerini birleştirdiğimiz zaman yönetim
anlayışımızın değişmesi gerektiği gözükmektedir. İnsanların ruh sağlığının iyileşebilmesi için kendi sağlığına özen
göstermesi, çalışması ve işini zevkle severek yapması özendirilmelidir. Bunun için ikna edici, bilinçlendirici. sosyalleştirici
eğitimler katılımcı, paylaşımcı, hoşgörülü ve anlayışlı bir ortamda gerçekleştirilmelidir. "Kalite Yolculuğu" dediğimiz işte
99
bugünkü kuralcı, emredici, dayatmacı yönetim ortamından tanımladığımız gibi bir ortama geçiş sürecidir. Bu işi gerçekten
büyük bir başarı ve kazançlarla 1986-96 arasında gerçekleştirmiş bir sanayi şirketi örneği gerek o tarihler arasındaki
Sanayi Kongrelerinde gerekse 4-7 Haziran 1995 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen 9'uncu Dünya Verimlilik
Kongresinde bildirilerle tarafımdan anlatılmıştır.
Son söz: Deprem bölgesindeki bu şirketin çalışanlarının deprem sonrasında büyük bir hızla gerçekleştirdiği
organizasyonlarla (ki 5 yıldır buna hazırlanıyorlardı) dayanışması yörede hayranlık uyandırdı. Ama en önemlisi bu
dayanışmanın o şirket çalışanlarının
yaşam kalitesine olan elle tutulur somut katkısıydı. "Kalite Yolculuklarf'nın
meyvelerinden birini toplamışlardı.
TANIMLAR
•ÜRÜN: Üretilen mal (yazılım veya donanım olabilir) veya hizmettir.
*SİSTEM : Belirli bir faaliyetten istenen sonucun alınabilmesi için gerek duyulan ve birbirleriyle ilişkili birden fazla
sürecin işlevsel bir paket halinde düzenlenmesidir.
*BELGELEME: Birinci partide mevcut bir ürün veya sistemin belirli bir standarda uyumunun denetlenmesi ve
değerlendirilmesi sonucunda, yetkilendirilmiş yetkin bir üçüncü parti kurum veya kuruluşça, bulguların önceden istenen
düzeyde olduğunun topluma (ikinci parti) bildirimi amacıyla, yazılı belge düzenlenerek güvence verilmesidir.
*EŞKRELENDİRME: Bir kurum veya bireyin niteliklerinin güvenilir olduğunun yetkin bir kurum tarafından onaylanması,
kabul edilmesi ya da standart olarak tanımlanmasıdır.
GÜNCEL DURUM
ÜRÜN BELGELEME
•Gönüllü
*Zorunlu
•Yasal
•Yasal gibi (Örneğin anlaşmalar gereği)
•AT Yönergeleri doğrultusunda belirlenmiş bazı ürünlerde ilgili ulusal ve uluslar arası sağlık ve
iş güvenliği standartlarına uyumun test edilerek denetim ve onayını kapsayan CE (Avrupa'ya uyum) markalaması
•Avrupa dışında, NATO bünyesinde STANAG
•Şartnamelere göre
•Standartlara göre
ÜRÜN BELGELEME
•UYUMUN DERECELENDİRİLMESİ (Assessment):
•Örnek almak
•Test etmek
•Kontrol etmek
•Değerlendirmek
•Doğrulamak
•Uyumun güvencesi
•Tedarikçinin ifadesi
•Belgelendirme
•Kayıt olmak
•Eşkredilendirmek
•Onaylanmak
•Bunların bileşimleri
ÜRÜN BELGEME
•UYUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ (Evaluation)
Bir ürünün, sürecin veya hizmetin öngörülmüş şartları ne oranda karşılayabildiğinin sistematik bir şekilde incelenmesi
•TEST: Öngörülmüş bir yönteme uyum açısından, belirli bir ürün, süreç veya hizmetin bir veya birden çok özelliğinin
belirlenmesi için yapılan teknik işlem
•İNCELEME (İnspection): Gereğine göre ölçüm, test, metroloji gibi yöntemlerle desteklenmiş gözlem ve yargılarla
gerçekleştirilen bir uyum değerlendirilmesi
100
,
j
>.
ÜRÜN BELGELEME
*Uyumu derecelendiren kurum
T e s t edici laboratuar: Bir veya daha çok sayıda testi yapabilen laboratuar.
•İNCELEMEYİ YAPAN KURUM
ÜRÜN BELGELEME
*Eşkredilendirme: Yetkin bir kurumun bir kişi veya kuruluşun belirli işleri yapacak yetkinlikte olduğunu resmen kabul
edebilmek için uyguladığı yöntem
*DUYUM (Notification): Uyum derecelendirme şartlarını, AT direktiflerinde yer aldığı şekli ile, yerine getirecek bir
belgelendirme kuruluşunun bir ulusal EEA otoritesi tarafından belirtilmesi
Eşkredilendirme
Avrupa (Cen) Std. Uluslar arası Iso/Casco
»Laboratuarlar
EN 45001
(Genel nitelikte, kalibrasyon ve test in)
•İnceleyici Kurum
EN 45004
(İnceleyici kurumların işletim kriterleri)
•Ürünler
EN 45011
(Ürün belgelendirme kurumları hk. Genel kriterler)
•Kalite Yönetim Sistemleri
EN 45012
(Kalite sistemi belgelendirme kurumlan hk.krterler)
•Çalışanlar
EN 45013
(Bireylerin belgelendirilmesini yapan kurum kriterleri)
ISO/IEC Guide25
ISO/IEC Guide 39
ISO/IEC Guide 65
ISO/IEC Guide 62
ÜRÜN BELGELEME
*TASARIM AŞAMASI
•Prototip testi
•Teknik dokümantasyonun irdelenmesi
•Kalite Sisteminin derecelendirilmesi
*ÜRETtM AŞAMASI
•Kontrollar
•Noktasal testler
•Kalite Sisteminin derecelendirilmesi (ISO 9000 ve ASQC gibi)
SİSTEM BELGEME
•Genel
•Ortak kural ve yöntemlerin benimsenmesi
•Kurumun kendi kendini değerlendirmesi
•Yetkin bir derecelendirme kurumunun söz konusu kurumu dışarıdan denetlemesi
•Sonucun ilgililere yazılı belge ile bildirilmesi
•Gönüllü (Örneğin ISO 9000, "Üçlü Sorumluluk-Responsible Çare")
•Zorunlu
•Yasal
•Yasal gibi (Sektörel anlaşmalar örneğin otomotivdeki QS 9000)
•Standartlara göre
•Şartnamelere göre
GELECEĞE BAKIŞ
ÜRÜN BELGELEME
Eskiden ürünlerin istenen nitelikte olup olmadığı ulusal şartlara uygunluğa göre kararlaştırılır idi.
Şimdi bir Kalite Sistemi bütünlüğü ile ele alınıyor.
1
Avrupa içindeki kural ve yöntemlerde birlikteliği sağlamak (CE markalama ile oldu sayılır)
101
2.
3.
Başka kıtalardaki belgelendirmeleri tanımak (güncel uğraşı)
Dünya çapında yönergeleri birbiri ile uyumlu bütünsel şekle getirmek (hedef)
SİSTEM BELGELEME
Önümüzdeki dönemde çeşitli sistem belgelendirmelerinde iki eğilim dikkat çekmektedir.
Birinde sektörel bazlı gönüllü standartlar (otomotivdeki QS-9000 ve Kimya Sanayiindeki Üçlü Sorumluluk (Responsible
Çare) gibi ve yine bunlara bağlı olarak kendi kendini derecelendirmeler görülürken, ikincisinde kuruluş-içi yönetim
sistemlerinin bütünselleştirilerek entegre bir belgelendirmeye gidilmesi olgusu söz konusudur.
Örneğin, ISO 9000'in 2000 yılında çıkması beklenen revizyonunda çevre ve işçi sağlığı yönetim sistemleri ile ortak
niteliklerin çoğaltıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca "Toplumsal Sorumluluk" SA 8000 ile de insan ile sistemler
bütünleştirilmektedir. Böylece, gizli gümrük duvarları oluşturan standartlar, erken ve içten davranmayı bilenler için kaleyi
İçerden fethetme olanağı da yaratmaktadır.
Dikkat çeken bir diğer akım ise, hizmet sektörlerinde KALİTE SİSTEMLERİ yaklaşımına olan ciddi ilginin giderek
artmakta oluşudur. Örnekler;
•
•
•
•
•
•
•
Tıp
Eğitim
Sigorta
Hazır yemek
Bankalar
Nakliye
Diğerleri
SONUÇ
Özellikle 17 Ağustos Depremi sonrasında, toplumsal çıkarın önemini kavrayan daha çok sayıda Türk insanının gücünü sivil
toplum örgütlerinde odaklayarak sosyal sorumluluk kavramını her tür plan, program ve faaliyette daha etkin kılması çok
kuvvetli bir olasılıktır.
Bu etkilerin, öncelikle, mimari tasarım ve yapılanma ile sağlık ve acil durumlara hazırlıklı olma konularında görüleceği
beklenebilir. Ürün ve hizmetlerde de bu eğilimlerin yansımaları ve etkileri devam edecek ve küreselleşecektir.
Dolayısıyla, pazarlama ve ticarette, yetkin üçüncü partilerin vereceği güvence değerini arttırarak koruyacaktır. Danışmanlar,
laboratuarlar ve belgelendirme kuruluşlarında iş sahaları genişlemeye devam edecektir.
Daha iyiyi getireceğine inanılan olumlu rekabette şu unsurlar rol oynayacaktır.
Coğrafya (Küresel, yöresel, ulusal, yerel)
İş sektörleri (Tüketici, sanayi, kıyıötesi vb.)
Ürün kategorileri (Tıbbi, mekanik vb.)
Teknoloji (Malzeme, mekanik, elektronik vb.)
Belgelendirme sistematiği (Küresel, sınıfsal, ulusal vb.)
Karmaşıklığı (Yalın,büyük sistem, vb.)
Kritiktik derecesi (Hatanın olası sonucu)
Kapsamı (Kullanışlı, güvenli oluşu vb.)
Yarattığı katma değer (Yetkinlik, sigorta, imaj, pazar payı vb.)
Öngörem ediklerim iz
Türkiye'de Kalite Kurumsallaşması ve Politikalar konuların' ele aldığımızda "Önce İnsan" inancını pekiştiren yerel ve
ulusal uygulamalar ile bir Ulusal Yüksek Akreditasyon Kurulunun oluşumunu önemsediğimizi vurgulamalıyız.
102
KAYNAKÇA
1. CE işareti "İhracatta pasaport" CE Consultancy Europe Euracon
2. Kalite ve Akreditasyon Milli Konseyi 25.02.1997 tarih ve 95183 sayılı yazısı.
3. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı "Dış Ticaret Yönüyle Gümrük Birliği El Kitabı
4. 9.ncu Dünya Verimlilik Kongresi, İstanbul 4-7 Haziran 1995 Bildirileri (MPM)
5. Det Noske Veritas "Ürün Belgelendirme" Notları, 1999
6. Bureau Veritas Quality International Tanıtım Semineri Notları, 3/1999
7. Koçel, Tamer İŞLETME YÖNETİCİLİĞİ, YÖNETİCİ GELİŞTİRME ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ, İstanbul
Üniversitesi İİE yayın 101, İstanbul 1984
8. Kongar, Emre 21 .nci yüzyılda Türkiye İstanbul 1998
9. Titiz, Tınaz BEYAZ NOKTA Çalışmalan ve Hürriyet İnsan Kaynakları Eki yazıları
10. Baltaş, Acar Hürriyet Gazetesi İnsan Kaynaklan Eki köşe yazılan
103
MESLEK KURULUŞLARI VE KALİTE
Dr. İrfan YAZMAN
I- MESLEK KURULUŞLARI
Meslek kuruluşları neredeyse meslekler kadar eskidir denilebilir. Ortaya çıkışlarında ve gelişmelerinde içe ve dışa dönük
çeşitli etkenler rol oynamıştır:
- Meslek mensupları arasında dayanışma
- Ortak ihtiyaçların karşılanması
- Üretici-tüketici arasındaki çıkar çatışmasında dengenin kurulması
- Tüketiciye kaliteli ürün sunulması
- Ücret veya fiyat tarifelerinin tespit edilmesi
- Mesleğin öğrenilmesi, öğretilmesi ve icrasının kurallara bağlanması
- Ehliyet ve belgelerin düzenlenmesi
- Meslek mensuplarının bir sicilinin tutulması
- Haksız rekabete karşı korunma
- Mesleğin saygınlığının korunması
- Örgüt içi disiplinin sağlanması
Siyasal iktidarlar dahil çeşitli çıkar gruplarına karşı ortak çıkarların korunması ve savunulması; bir baskı grubu olarak
hareket edilmesi
- Örgüt üyelerine hizmet sunulması gibi.
Yukarıdaki etkenler örnek olsun diye sıralanmıştır. Bunların hepsinin eşzamanlı ortaya çıktığı söylenemeyeceği gibi,
sayıları da zaman zaman çoğalma veya azalma gösterebilir. Bunlarla meslek kuruluşlarının görevleri arasında bir
paralellik vardır.
,
f
i
/
Meslek kuruluşları hemen her toplumda önce geleneksel olarak karşımıza çıkar. (x) Giderek yasama organlarının ilgisini
çeker ve hukuksal düzenlemelere konu olurlar. Roma Hukuku'ndan beri hukukçuların terk etmediği bir ayırım vardır: kamu
hukuku - özel hukuk ayrımı. Meslek kuruluşları da hukukun bu her iki kesiminde karşımıza çıkar: kamu hukuku tüzel kişisi
ve özel hukuk tüzel kişisi olarak. Eğilim gene de birinciden yanadır, hele zorunlu üyelik söz konusu olunca.
Üyeliğin zorunlu olmadığı özel hukuk tüzel kişisi olarak örgütlenmiş meslek kuruluşlarına örnek olarak, giderek sayılan
artan sanayici ve işadamları dernekleri gösterilebilir. Kişiler topluluğu olarak örgütlenme için hukukun öngördüğü olağan
tip dernek olmakla beraber, son yıllarda bu amaçla vakıf olarak da örgütlenildiğine sıkça rastlanmaktadır. Bu sonuncu
sunun nedenleri ve meşruiyeti üzerinde ayrıca durulmaya değer.
İşçi ve işveren sendikaları ve üst kuruluşları (Konfederasyonları) da gönüllü üyelik esasına dayalı özel hukuk tüzel
kişileridir; özel bir yasa olan Sendikalar Kanunu'na tabi olmakla beraber, bunlara bazı hallerde Medeni Kanun ve
Dernekler Kanunu da uygulanabilir.
ı
/
"Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları" Anayasamız'a göre (m. 135), "kanunla kurulan ...
kamu tüzel kişilikleridir." Gene Anayasa m. 123 f.3 gereğince "Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça
verdiği yetkiye dayanılarak kurulur."
i
i
ı
i
I
Anayasa tarafından verilen bu yetki yasa koyucu tarafından zaman zaman kullanılmış ve çıkarılan özel yasalarla çok sayıda
meslek kuruluşu kurulmuştur. Yasa düzeyindeki bu düzenleme yapılırken bir yandan ekonomideki klasik sektörler
ayırımından hareket edildiği görülür: ziraat odaları, sanayi odaları, ticaret odaları, esnaf ve sanatkar odaları ve bunların üst
kuruluşlarında olduğu gibi. Öte yandan hizmetler kesiminde öne çıkan belli başlı akademik mesleklerin de (bir başka
adlandırmayla, serbest mesleklerin de) bu düzenlemede etkili olduğu gözlemlenir: tabip odaları, barolar, mimar ve
mühendis odaları, eczacılar, noterler, serbest muhasebeci ve mali müşavirler, yeminli mali müşavirler ve daha başka
meslek mensuplarının oda ve üst kuruluşları örneklerinde olduğu gibi.
(x)
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait ahilik, ftilüvvet. lonca ve gedik kavram ve kurumlan tarihimizden verilebilecek örneklerdir.
104
,
j
Bu örneklerin hepsinde gözlemlenen ortak bir olgu da, gerek mesleklerin icrasında, gerek meslek kuruluşlarının
faaliyetinde, kamu yararının ve kamu hizmeti karakterinin kendini belli etmesidir.
Meslek kuruluşlarının kendi kuruluş yasalarında bunların görevleri ayrı ayrı ve bazen çok ayrıntıya iner biçimde
sayılmıştır. Bu görevleri tüm meslek kuruluşları için geçerli olmak üzere 3 ana başlık altında toplamak mümkündür.
1. Kamu Erkinin Kullanılmasına İlişkin Görevler :
Örneğin; zorunlu üyelik, belge düzenleme yetkisi, bazı sicillerin tutulması yetkisi, bunlarla ilgili kayıt, aidat vb. ücretleri
tahsil yetkisi, meslek eğitimini düzenleme" yetkisi, meslekle ilgili ehliyet, ruhsat, unvan vb tevcihi, sınav ve
belgeleme yetkisi, uzlaşma/tahkim yetkileri gibi.
Çağdaş toplumlarda meslek kuruluşları kamu erkini özerk birer yönetim olarak kullanırlar. Devletin veya idarenin bunlar
üzerindeki vesayeti asgari düzeydedir.
2. Temsil Ettiği Topluluğun Başka Bir Deyişle, Üyelerinin, çıkarlarını Temsil Etmek Görevi:
Bu görevler, toplumsal yaşamın her alanında söz konusudur. Örneğin, yargı önünde üyelerini temsil, yasaların oluşumuna
katılım, parlamentolarda lobicilik, idare karşısında temsil ettiği kitlenin çıkarlarını savunmak, hükümetlerin ekonomik ve
sosyal politikalarının oluşumuna katkıda bulunmak ve ağırlığını koymak gibi. Kısaca bir çıkar grubu veya baskı grubu
olarak hareket etmek. Bu hareketin çevresi ulusal devletle, merkezi ve yerel yönetimlerle sınırlı olmayıp, uluslararası alanı
da kapsar genişliktedir. Uluslararası ilişkileri de içerir.
3. Üyelerine Hizmet Sunma Görevi:
Örneğin; üyelerinin bilgiye ulaşmalarını kolaylaştırmak; mesleki ^ilgiler, meslek eğitimi, meslekte ilerleme eğitimi,
danışmanlık hizmetleri sunmak; üyelerini teşvik edici ve destekleyici yardımcı kuruluşlar kurmak ve işletmek gibi.
Yukarıda üç başlık altında özetlenen görev gruplarının hepsi de ayrı ayrı önemlidir. Sonuncu gruba giren hizmetlerin daha
da geliştirilmeye muhtaç olduğu gözlemlenmekte ve üyelerin meslek kuruluşlarından beklentileri olarak, alan
araştırmalarınca da doğrulanmaktadır. Bunlar arasında da özel bir önem taşıyan görev, üyelere sunulması gereken
danışmanlık hizmetleridir. İşte kalite kavramı, kalite yönetimi ve toplam kalite yönetimi kavramları bu alanda yer alır.
II. KALİTE
İnceleme konumuz açısından kalite, bir üründe bulunması veya bulunmaması gereken niteliklerdir. Bu niteliklerin bir kısmı
objektif olarak ölçülmeye elverişli iken, diğer bir kısmı sübjektif değer yargıları ile ölçülmeye elverişlidir. Dolayısıyla
kalite kavramı bileşik bir kavramdır. Belirleyici olan da, ürünün, yani bir mal veya hizmetin, alıcısı yahut tüketicisi
dediğimiz kişinin sübjektif beğenisi ve tatminidir. Çeşitli dillerdeki, "müşteri kıraldır," "müşteri velü nimetimdir" türü
sözler buna işaret eder. Objektif nitelikler, norm veya standartlara kolayca bağlanabilirken, sübjektif olanlarda bu iş daha
zordur. İşte bu yüzden günümüzde "kalite-yönetimi" veya "toplam kalite yönetimi" kavramları sıkça duyulur olmuştur.
Duyulmakla da kalmayıp, günlük yaşamamıza girmiştir.
Yüksek kaliteli mal ve hizmet üretmek, bu ürünlerin kalitesini kontrol etmek ve güvence altına almak, günümüze ait bir
buluş da değildir. Her meslekte, mesleki eğitim, bilgi, beceri, ehliyet ve deneyime verilen önem, aynı zamanda kaliteye
verilen önemin de bir göstergesi olmuştur. Bu, kalite kavramının meslek mensubuna ve ürüne dönük yüzüdür. Oysa kalite
kavramının bir de ürünün alıcısına veya tüketicisine, kısaca "müşteri"ye dönük yüzü vardır. Müşterinin bütün taleplerini
ve beklentilerini karşılayan yüksek kaliteli bir üründen söz edebilmek için, sadece imal edilen ürüne dönük kalite kriterlerini
uygulamak yeterli değildir. Bir de müşteriye dönüp bakmak lazımdır. Kalitenin ölçülmesi, daha müşteri ile ilk temastan
başlar ve üretimin ve işletmenin tüm basamakları boyunca sürer ve teslimden sonra da müşteri hizmeti olarak devam eder.
O halde kalite anlayışı, patrondan başlayarak, işletmenin tüm çalışanları için bir yükümlülük olarak karşımıza çıkar. Bu
anlamda kalite, aynı zamanda çok geniş kapsamlı bir yönetim görevidir. İşte yeni olan da budur: sipariş öncesinden teslim
sonrasına kadar "kalite yönetiminin" hakim olduğu bir üretim süreci. Bu anlayış, işletmenin tüm çalışanlarında bir "zihniyet
değişikliği" gerektirir.
Bir işletmede böyle bir kalite yönetiminin oluşturulmasına yardımcı olmak için DIN/EN/ISO 9000 v.b. gibi standartlar
vardır. Standartların bir yararı da, böyle bir sistemi objektif olarak denetlenebilir kılmaktır. Bu da, böyle bir "belge"ye itimat
eden müşteri için bir güvencedir.
105
Kalite, rekabetin güvence altına alındığı piyasa ekonomisinde önem taşır. Tekelleşmenin olduğu yerde kalite ihmale uğrar.
"Sadece müşteri kalite hakkında hüküm verebilir" sözü, pazar ekonomisinin belki de demokratik boyutuna işaret eder.
III. ÖZELLİKLE ESNAF - SANATKAR VE KOBİLER AÇISINDAN MESLEK KURULUŞLARI VE KALİTE
İLİŞKİSİ
Yukarıda 1 no.lu başlık altında, meslek kuruluşlarının üyelere hizmet sunma görevleri arasında danışmanlık hizmetlerinin
özel bir önem taşıdığı ve kalite kavramının da burada yer aldığı belirtilmişti. (x)
Esnaf-sanatkar işletmeleri ve KOBİ'ler ISO 9000 ve kalite yönetimi kavramlarını hala şüpheyle karşılamaktadırlar.
Kalite yönetiminin kurulması ve uygulanması bu işletmeler için büyük güçlüklerin aşılması demektir. Oysa piyasa
koşulları ve ana sanayi-yan sanayi ilişkisi giderek zincirleme olarak küçük işletmelerin de ISO 9000'e uygun kalite yönetim
sistemini belgelemelerini gerekli kılmaktadır.
Küçük işletmeler kalite yönetimi sistemlerinin bir ,moda hatta bir dayatma olduğuna inanmakta, bunun gereklerini zaten
yerine getirdiklerini iddia etmekte ve böyle bir belgenin alınması için harcanacak para ~ ve zamana yazık olacağını
düşünmektedirler.
Bu düşünce tarzında gözden kaçan şudur: kalite yönetimi sistemi deyince, sadece ürünün veya onun imal edildiği yerin
kalitesi anlaşılmamalıdır. Piyasaya kötü kalite! ürün süren zaten er veya geç pazardan silinmeye mahkumdur. Kalite
yönetimi sisteminin uygulanmasında ise, bir yandan işletmedeki iş akışının optimal hale getirilmesi, bir yandan çalışanlar
ve müşterilerle işbirliği ve bütün bunların bütün çalışanlar tarafından tüm işletme, büro, atölye, şantiye ve işletme dışı
hizmetlere aktarılması söz konusudur:
- İşin teslim vadesi çok uzunsa ve ekonomik değilse, atölyenin tam kapasite çalışması neye yarar?
- Montaj sırasında, şantiyede veya müşteri nezdinde imalat hataları ortaya çıkacak olduktan sonra, atölyenin yüksek
prodüktivitesi neye yarar?
- Ustanın çok iddialı oluşu, yanında çalışanlar tarafından ürüne yansıtılamıyorsa neye yarar?
- Müşteri bir daha gelmiyorsa ve potansiyel müşteriler de kaçırılıyorsa, müşterinin siparişi neye yarar?
- Çalışanların sayısının düşük tutulması, işyeri sahibi ustanın, zaman baskısı altmda kaçanı kovalar tempoda önemli
görevler altında ezilmesi ve hiç zamanının olmaması sonucunu doğruyorsa, neye yarar?
Sırf zaman kazanmak için önceden ayrıntılı bir plan yapmaktan vazgeçmek, atölyede habire doğaçlama üretim
yapılması ve hataların düzeltilmesi için zaman israf edilmesi halinde, neye yarar?
Esnaf sanatkar da ömür boyu öğrenmek zorundadır: İşletme nasıl doğru yönetilir? Müşteriye doğru dürüst muamele nasıl
yapılır? Personelden daha iyi nasıl yararlanılır? Daha verimli nasıl çalışılır?
Kalite yönetim sistemi, bu açıdan bakıldığında, bir işletme yönetimi vasıtasıdır.
Bugün ISO 9000 ihtiyari bir norm da olsa, ana sanayi yan sanayi ilişkisi içinde birincilerden gelecek talep ve beklentiler
veya kamu ihalelerinin şartnameleri v.b. giderek bu normun uygulanmasını zorunlu hale getirebilirler.
ISO 9000 normundan, işletmenin tüm birimlerini ve tüm çalışanlarını kapsayan bir toplam kalite yönetimine geçiş kolay
değildir. Ama küçük işletmeler bu konuda büyük avantaja sahiptirler: karar alma ve bilgi ileti simin deki sürat, iş akışı ve
personel üzerinde kolayca bir toplu bakışa sahip olma imkanı gibi.
(x)Bu konuda fazla bilgi için bakınız:
1.) "Türkiye'de Esnaf Santakar ve KOBİ'leri Temsil Eden Meslek Kuruluşları İçin Yeni Bir Görev: Örgütlenmiş
Danışmanlık Hizmetleri", Yayına Hazırlayan Dr.İrfan YAZMAN, TES-AR Yayınları No:24, Ankara 1998
2.) "Kalite ve Standartların Esnaf-Sanatkar Açısından Önemi", Yayına Hazırlayan:Dr.İrfan YAZMAN, TES-AR
Yayınları No:25 Ankara 1998
106
Küçük işletmeler, kendi üstlerine uygun elbise gibi sistemler geliştirebilirler. Bürokrasiye boğulmadan, işletmedeki iş
akışının kalite bakımından önem taşıyan kesimleri üzerine yoğunlaşma, ISO 9000 normlarına göre mümkündür.
Bir esnaf-sanatkar işletmesinin veya KOBİ'nin toplam yeterliği, ürettiği ürünün ölçü alet ve vasıtaları ile kontrol edilebilen
kalitesi tarafından belirlenmez. Belirleyici olan insan, teknik ve örgüt unsurlarının kalitesidir. Bunlar içinde de sonucu
etkileyen insan unsurudur.
Başarının anahtarı, işyerindeki çalışma atmosferinde (ekip çalışması, birimler ve fonksiyonlar arası iletişim) ve bireyin
diğer bireylere, ürüne, işletmenin bütününe ve müşteriye bakış tarzında aranmalıdır. ISO 9000 normlarına göre bir kalite
yönetimi sistemi, doğru anlaşıldığı ve doğru uygulandığı takdirde, bir işletmeye toplam kalite yönetiminin girmesi için en
önemli katkıdır. "Kalitede" veya "kalitesizlikte" firmanın bütün birimlerindeki tüm yönetici kadrosunun ve tüm çalışanların
payı vardır. Her birey kaliteyi kendi etki alanı içinde oluşturur ve bundan sorumludur. Bu kural, yönetim için olduğu gibi,
satın alma, nakliye, pazarlama,geliştirme ve üretim/atölye için de geçerlidir.
Zaman bakımından dar boğazlar ve sabırsızlık, esnaf-sanatkar işletmelerinde sürekli ve ödün vermeyen bir iyileştirme
sürecinin, kalite yönetimi sistemi çerçevesinde adım adım kurulması karşısındaki engellerdir. Esnaf-sanatkar işletmeleri,
problem çözer tarzda çalışmaya alışmışlardır ve dışarıdan gelen dayatmalara karşı koyarlar. Bu nedenle bir kalite yönetimi
sisteminin aktarılması, esnaf-sanatkar zihniyetine ters düşer.
Oysa uygulama göstermiştir ki, bu güçlük aşılabilince, başarı gelmektedir. En iyisi, işletmenin patronunun bu kalite
yönetimi denilen sistemle yoğun bir biçimde meşgul olmasıdır. Bunun hedef ve amacını bir yönetim vasıtası olarak teşhis
edince sıra kendi işletmesi için somut hedefleri formüle etmeye gelir. Ancak bundan sonradır ki, işletmeye yönetimi,
çalışanları, sürekli ve inandırıcı bir ikna kampanyası ile motive edebilecektir.
Esnaf-sanatkar kesiminde yöneticilerin görevi, biraz hayal gücü ve ince bir duyarlılıkla kalite düşüncesinin önünü
açmaktır. Kalite, kafaların içinde yeşerir. İyi örnekler her zaman iyi sözlerden daha etkili olmuştur. O halde hedef, kaliteyi
sözle değil, yaparak ve yaşayarak göstermek olmalıdır.
Bugün Türkiye'de esnaf-sanatkar ve KOBİ'ler iki büyük kuruluşun çatısı altında toplanmışlardır. TESK ve TOBB. Esnaf ve
sanatkar siciline kayıtlı olanların sayısı üç milyonun çok üzerindedir. Ticaret ve Sanayi Odalarının üye sayısı da 700.000'i
aşmış olup bunların da % 90'dan fazlası KOBİ'lerdir.
Küçük işetmelerin kalite konusunda bilgilendirilmeleri, konuyu benimsemeleri ve bu konuda mesafe almaları in mensup
oldukları meslek kuruluşları yol gösterici olmalıdır. Bunun da yolu, meslek kuruluşlarının üyelerine danışmanlık hizmeti
vermelerinden geçer.
Meslek kuruluşlarının üyelerine hizmet sunma görevleri arasında danışmanlık başta gelir. Bir yanda danışmanlıkla görevli
Devlet Kuruluşları, öte yanda özel danışmanlık firmaları bulunsa bile, meslek kuruluşlarının kendi bünyelerinde üyelerine
hizmet vermek için danışmanlık birimleri de bulunmalıdır. Gelişmiş ülkelerde bu uygulama yaygındır.
Esnaf -sanatkar kesiminde Federasyonlar düzeyinde daha çok teknik konularda, Birlikler düzeyinde daha çok işletme
ekonomisi alanında danışmanlık birimleri kurulabilir ve uzmanlaşabilirler.
İşletme ekonomisi alanına giren ve danışmanlık ihtiyacı duyulan konular özetle;
-İşyeri kurma, devretme, devralma, tasfiye etme,
-İşletme yönetimi,
-Yatırım, finansman,kredi,teminat, teşvik, vergi,muhasebe,
-İş hukuku, idare hukuku, mali hukuk, meslek eğitimi hukuku,
-Pazarlama, ihracat, fuarcılık
-Çevre koruma
-Meslek eğitimi olarak sıralanabilirler.
Teknik danışmanlık konuları ise:
-İşyeri yerleşim planı, işyeri donanımı
-Ulaşım ve taşımacılık
-Kapasite planlaması
107
-İş güvenliği
-Bakım, imalat teknikleri, malzeme bilgisi
-Kalite yönetimi, güvencesi ve kontrolü, standartlar
-Teknoloji transferi olarak sıralanabilirler.
Ticaret ve sanayi kesiminde de büyücek odalar nezdinde danışmanlık birimleri örgütlenmelidir.
Büyük işletmeler pek çok konuda olduğu gibi kalite konusunda da kendi başlarının çaresine bakabilmektedirler. Oysa Türk
ekonomisi, esnaf-sanatkar ve KOBİ ağırlıklı bir yapıya sahiptir (% 98!), İşte bu işletmelere kalite konusunda kendi meslek
kuruluşları yol gösterici olmalıdır. Bu danışmanlık hizmetinin kurulması ve işletilmesinde Devlet meslek kuruluşlarına
destek verilmelidir. Gelişmiş ülkelerde yapılan da budur. Pazar ekonomisini uygulayan bütün ülkelerdeki ekonomik ve
sosyal politikalar içerisinde KOBİ'leri teşvik politikası özel bir yere sahiptir. Pazar ekonomilerinde büyükler lehine
bozulan dengenin, esnaf-sanatkar ve KOBİ'ler lehine düzeltilmesi, AB ülkeleri dahil, tüm ülkelerin ortak politikasıdır.
Türkiye'nin de bu konuda farklı bir seçeneği yoktur.
108
TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİNİN
KALİTE ALANINDA ÇALIŞMALARI
İsmet ÖZTUNALI
TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi
Özet: Bildiride, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ( TMMOB ) tanıtılmış, ürün ve hizmet kalitesi ile mühendis ve
mimar eğitiminde kalite, yeterlilik ve yetkinlik alanlarındaki çalışmaları belirtilmiştir.
GİRİŞ:
Anayasamızın 135.Maddesi " ... belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini
kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbiriyle ve halk ile
olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla
kurulan ... " kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarım tanımlamaktadır.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) de bu madde kapsamına giren, 7303 sayılı Yasa, 66 ve 85 sayılı Kanun
Hükmündeki Kararnameler ile değişik 6235 sayılı yasa ile 1954 yılında kurulmuş ve "Türkiye sınırları içinde meslek ve
sanatlarını icraya kanunen yetkili olup ta mesleki faaliyette bulunan yüksek mühendis, yüksek mimar, mühendis ve
mimarları teşkilatı içinde toplayan" tüzel kişiliktir.
TMMOB Yasasında "Kamu hizmetlerine yarar bir kuruluş olan Birliğin kuruluş amaç ve hedefleri " şöyle belirtilmiştir.
- Bütün mühendis ve mimarları ihtisas kollarına ayırmak ve her kol için bir oda kurulmasına karar vermek;
Bu suretle aynı ihtisasa mensup meslek mensuplarının bir Odanın bünyesinde toplamak; merkezde idare heyeti, haysiyet
divanı ve murakıplar gibi görevlilere yetecek kadar üyesi olmayan Odanın merkezini, Umumi Heyetin belirleyeceği yerde
açmak;
- Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak,mesleki faaliyetlerini kolaylaştırma,
mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbiriyle ve halk ile olan
ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakım korumak için gerekli gördüğü bütün
teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak;
- Meslek ve menfaatleriyle ilgili işlerde resmi makamlarla işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve tekliflerde bulunmak,
meslek ile ilgili bütün mevzuatı, normları, fenni şartnameleri incelemek ve bunlar hakkındaki görüş ve düşünceleri ilgililere
bildirmektir.
-Belirtilen yasal değişikliklerden sonra düzenlenen TMMOB Tüzüğü 3"üncü maddesi (b) fıkrasında "
kamunun ve
ülkenin çıkarlarının korunmasında, yurdun doğal kaynaklarının bulunmasında, korunmasında ve işletilmesinde, tarımsal ve
sınai üretimin arttırılmasında, ülkenin sanatsal ve teknik kalkınmasında gerekli gördüğü tüm girişim ve etkinliklerde
bulunmak" görev ve yetkisi yer almıştır.
-Belirtilen hükümlere uygun olarak Mühendis Odaları kendi uzmanlık alanlarına giren yüzlerce Türk Standardının
oluşmasına katkıda bulunmuşlardır.
- Türk Standartları Enstitüsünün 1960 yılında kuruluşundan 1981 yılına kadar Genel Kurula katılarak, görüş, düşünce ve
önerilerini belirtmişlerdir. TSE yasasında 1981 yılında yapılan bir
değişiklikle TMMOB'nin TSE Genel Kuruluna
katılması önlenmiştir. Bu tutumu şimdilik tartışmıyoruz.
TMMOB Kurulduğu tarihten bu yana yukarıda anılan yasa ve tüzük hükümlerine dayanarak, kalite alanında pek çok
çalışma yapmıştır. ( Süreç izlenmek istenirse, TMMOB Makina Mühendisleri Odası yayını olan, " Akreditasyon, ürün ve
Hizmetlerin Belgelendirilmesi için TMMOB'nin Görüş ve Önerileri yayınından yararlanılabilinir.)
109
Bu tebliğde, kalitenin saptanmasına yönelik belgeleme (sertifika) ve akreditasyon konuları üzerinde durulacak ve öneriler
belirtilecektir.
KALİTE BELGELEME, AKREDİTASYON KAVRAMLARI
Kalite, " Bir ürün veya hizmetin belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karşılama kabiliyetine dayanan, özelliklerinin
toplamıdır. " (ISO- Uluslararası Standardizasyon Örgütü- No: 8402 Kalite Sözlüğü) Bazı referans kaynaklarda, kalite, "
kullanıma uygunluk', " amaca uygunluk" veya " müşterinin tatmini " yada " isteklere uygunluk" olarak ta belirtilmektedir.
Ürün veya hizmet kalitesi, tasarım, üretim, servis ve bakım gibi birbiri ile ilişkili faaliyetlerin her aşamasından etkilenir.
TEKNİK YÖNETMELİK: Ürün/mamul karakteristiklerini veya bunlarla ilgili işleme veya üretim / imalat metodlarını ve
bunlara uygulanan idari hükümleri kapsayan, uygulanması : zorunlu belgelerdir. Bu belge aynı zamanda, belli bir ürün,
işleme veya üretim / imalat metodu için ambalajlama, markalama veya etiketlemeye ilişkin terminilojiyi, sembolleri ve
talimatları tamamen veya kısmen içerebilir. (DTÖ Teknik Engeller Anlaşması).
(Bu düzenlemeler " teknik mevzuat " adı ile de anılmaktadır ).
STANDART: Yetkileri tanınan bir kuruluş tarafından, ürün veya ilgili işleme ve üretim metotları için ortak ve tekrarlana
gelen kullanımlar amacıyla oluşturulan kuralları, yöntemleri ve özellikleri içeren belgedir.
Açıklayıcı Not: Anlaşmada standartlar ihtiyari, teknik düzenlemeler ise zorunlu belgeler olarak tanımlanmıştır.
Uluslararası standardizasyon kuruluşları tarafından hazırlanan standartlar konsensusa dayanırlar. Bu anlaşma, aynı
zamanda konsensusa dayanmayan belgeleri de kapsamına almıştır. ( DTÖ Teknik Engeller Anlaşması).
UYGUNLUK BELGESİ: Tanımlanan bir ürün, işlem veya hizmetin ilgili standart veya diğer bir dokümana göre yeterli
güveni sağladığını belirten, belgelendirme sistemi kurallarına .göre yayınlanmış dokümandır.
( Görüleceği gibi Avrupa Topluluğu düzenlemesinde de uygunluk, yalnızca standardına uygunluk değildir. "Üçüncü Şahıs"
kaydına dikkat çekerim ).
BELGELENDİRME KURULUŞU: Uygunluk belgelendirmesini yapan kuruluştur.
MUAYENE KURULUŞU (Belgelendirme için): Belgelendirme kuruluş adına muayene hizmetlerini yürüten kuruluştur.
Test laboratuvarlarının, belgelendirme ve muayene kuruluşlarının rolü: Bu kuruluşlar uygunluğun temininde, güvenin
oluşturulmasında ve kamu çıkarlarının korunmasında önemli bir rol oynarlar. Bu gibi kuruluşların yeterlik ve kaliteleri üye
ülkeler arasındaki dağılımlarına göre farklılık göstermektedir. Avrupa'da farklı kapasiteye, yasal stratejiye ve saygınlığa
sahip olana 10.000'den fazla test laboratuvarı ve 1.000'den fazla belgelendirme kuruluşu bulunduğu tahmin edilmektedir.
AKREDİTASYON: Belgelendirme, test ve muayene kuruluşlarının üçüncü bir tarafça belirlenen teknik kriterlere göre
düzenli ve aralıklarla denetlenmeleri ve değerlendirilmeleri demektir. Akreditasyon, belgelendirme kuruluşlarına
güvenilirliğin tesisi ve devamı sağlamak için önemli bir araçtır.
Denetleme ve değerlendirme sonucunda bir "onay" işlemi yapıldığından akreditasyon = onay olarak anılmaktadır. Bu
bildiride, akreditasyon = onay konusu, belgelendirmenin onayı, mühendislik- mimarlık eğitiminin onayı, yeterlilik ve
yetkinlik onayı kapsamında ele alınmıştır.
ÜRÜN VE HİZMET BELGELENDİRİLMESİ VE TMMOB
Belgelendirme çeşitleri: Genel olarak üretici " birinci kişi " sayılır. Bu bakımdan " birinci kişi belgelendirmesi " doğrudan
doğruya üreticinin kendine uyguladığı bir belgelendirme olmaktadır. Örneğin; Üretici, ürünlerinin nitelikleri hakkında
doğrudan ürün üzerindeki kayıtlan, ya da bir etiket, tanıtmalık ya da bir başka surette düzenlemelerle alıcılarına bilgi verir.
Bu "birinci kişi belgelendirmesi" denilmektedir. Günümüzde bunun yerine " Öz Belgelendirme" deyimi yaygınlaşmaktadır.
( Anlaşıldığı gibi, " kalite " standart değildir. "Standart"ta kalite değildir. Uluslararası Kalite Akademisi Müdürü
Dr.VValter Masing, " standart da önemlidir ancak, daha fazla standart demek, daha fazla kalite demek değildir.
Standarlar da gereklidir ama ilerleyen teknolojiye ayak uydurması imkansızdır " demektedir.) ( Dünya Gazetesi, 3
Kasım 1981).
110
Büyük alıcı kuruluşların kendi iç belgelendirme sistemlerini kurdukları görülmekte ve alıcı belgelendirmesi denen bir
uygulama ile satıcının kalite değerlendirmesi yapılmaktadır. Savunma alımları, ulaştırma, iletişim, kesimleri bunlar arasında
sayılabilir. Bu uygulamamın alıcı kuruluşlara getirdiği yük nedeniyle bu işi bir anlaşma ile tek bir "üçüncü kişi"
belgelendirme örgütüne bırakmaları konusunda güçlü bir eğilim olduğu söylemektedir.
Üretici ve alıcıdan ayrı, yetkili ve bağımsız bir kuruluşun belgelendirmesine "üçüncü kişi belgelendirmesi" ya da daha
yaygın deyimiyle " bağımsız kuruluş belgelendirmesi " denilmektedir.
KALİTE SİSTEMİ VE KALİTE GÜVENCESİ: Bir kuruluşun ( organizasyonun ) performansında temel faktör, ürün ve
hizmetlerinin kalitesidir. Dünyada müşterinin kalite açısından beklentilerinin giderek daha sıkı olma eğilimi
yaygınlaşmaktadır. Bu görüşle birlikte, ekonomik performansa ulaşılabilmesi ve bunun sürdürülebilmesi için kalitedeki
sürekli gelişmenin gerekliliği kabul edilmektedir. Bu gerekliliğin kabuğu ile ISO ( Uluslararası Standardizasyon Örgütü )
ISO 9000 serisi düzenlemelerini yapmıştır.
ISO 9000 : Kalite Yönetimi ve Kalite Güvencesi Standartları - Seçim ve Kullanım Kılavuzu.
ISO 9001: Kalite Sistemleri - Tasarım/ Geliştirme, Üretim, Tesis ve Hizmette Kalite Güvencesi Modeli.
ISO 9002: Kalite Sistemleri - Üretim ve Tesiste Kalite Güvencesi Modeli.
ISO 9003: Kalite Sistemleri- Son Muayene ve Deneyler İçin Kalite Güvencesi. ISO 9004: Kalite Yönetimi ve Kalite
Sistemi Elemanları Kılavuzu.
Not: Bu düzenlemelerin hazırlanış amacı kuruluşlar tarafından uygulanan kalite sistemlerini standardize etmek değildir.
KALİTE SİSTEMİ: Kalite yönetiminin uygulanması için gerekli olan kuruluş yapısı, sorumluluklar, prosedürler, prosesler
ve kaynaklardır (ISO 9000).
KALİTE GÜVENCESİ: Ürün veya hizmetin kalite için belirlenen istekleri karşılamak maksadıyla yeterli güveni
sağlaması için gereken planlı ve sistematik faaliyetlerin bütünüdür (ISO 9000)
AQAP: Savunma sanayiye dönük üretim yapan endüstriyel kuruluşların, istenilen kaliteyi temin etmek için uyacakları
kuralları içeren düzenlemelerdir. Tamamı on dört olan dokümanlar, Şartname Tipi, Rehber Tipi ve Açıklama Tipi olmak
üzere üçe ayrılmaktadırlar. Sunuşun amacı bakımından Şartname Tipi olanlardan, AQAP-110, AQAP-120, AQAP-130
ISO düzenlemeleri sıra ile 9001, 9002,9003 muadilleridir. Üretimin değerlendirilmesi ile ilgilidirler.
UYGUNLUĞUN BELGELENDİRİLMESİ:Tanımlanmış bir ürün, işlem veya hizmetin, belli bir standart veya ayrı bir
dokümana göre yeterli uygunlukta olduğunun üçüncü şahıs tarafından gösterilmesi faaliyetidir.(Avrupa Normu;EN45Ol 1 ).
UYGUNLUK DEĞERLENDİRMESİ ESASI: Dolaylı ve dolaysız olarak, teknik yönetmeliklerin veya standartların
gereklerinin yerine getirildiğinin tespiti için doğrudan veya dolaylı olarak kullanılan esastır.
Açıklayıcı Not: Uygunluk değerlendirmesi esasları, diğerleri meyanında, numune alma esasları, test ve kontrol esaslarını;
kayıt, akreditasyon ve onay ile bunların kombinasyonlarına ilişkin esasları içerir. Uygunluk Değerlendirmesi Esasları,
Merkezi Hükümet Kuruluşları, Yerel Hükümet Kuruluşları, Hükümet Dışı Kuruluşlarca uygulanır.
(Belirdiği gibi, uygunluğun değerlendirmesi yalnızca standardına uygunluk değildir. Ülkemizde, Yerel Hükümet
Kuruluşları yoktur. Merkezi Hükümet Kuruluşları ve Hükümet Dışı Kuruluşlarca uygunluk değerlendirmesi esaslarının
uygulanmasına dönük düzenlemelere ihtiyaç vardır).
TMMOB'nin yaptığı ve daha doğrusu bazı Mühendis Odalarının yaptıkları belgelendirme "bağımsız kuruluş, belgelendirme
bağımsız kuruluş, belgelendirmesi" dir. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Teknik Engeller Anlaşmasına göre belgelendirme
işlemi. Hükümet ya da hükümet dışı kuruluşlarca yapılmalıdır. Bu hüküm hükümet dışı bir kuruluş olarak TMMOB için
önemlidir.
111
Belgelendirme alanında,
• Test Laboratuvar,
• Ürün ve Hizmet,
• Sistem,
• Personel
Belgelendirmesi işlemleri Avrupa Normu EN 45000 serisi kapsamında yapılmaktadır. TMMOB'de yapılan bir çalışma ile
TMMOB nine Sistem Belgelendirme alanında etkin bir düzenleme içinde olması önerilmişse de uygulama olmamıştır.
Ülkemin için önemli olan bir hususta Ulusal Akreditasyon Konseyinin kurulmasıdır. Bu konuda hazırlanmış bir yasa tasarısı
yasalaşmamıştır. TMMOB anılan tasarı hakkında görüşme önerilerini TBMM'ye göndermiştir.
Ulusal Akreditasyon konseyi oluşmadıkça ulusal belgelendirme kuruluşları da kurulamamaktadır. Bu hal, Türkiye'nin
çevre ve tüketicinin korunması ile ihracat ve ithalatında zararına olmaktadır.
MÜHENDİSLİK VE MİMARLIK EĞİTİMİNDE KALİTE
Toplumsal yaşamda çok önemli rolleri olan ve kamu kaynakları kullanan yüksek öğretim kurumlanmn topluma karşı daha
fazla sorumlu kılınmaları yönündeki eğilim seksenli yıllardan itibaren güçlenmeye başlamıştır. 29 Mart 1985'de Birleşik
Krallık'ta Sir Alex Jarrat başkanlığında bir komite tarafından hazırlanan rapor bu bakımdan dünya yüksek öğretim tarihinde
önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir. Nitel ve nicel performans göstergeleri tabiri ilk kez Jarrat Raporu adı
verilen bu raporda kullanılmış bu tür göstergelerin kalite ve verimliliği ölçmede kullanılması önerilerine raporda yer
verilmiştir.
Jarrat Raporu'ndan bu yana geçen 15 yıl içerisinde akademik değerlendirme kalite kontrol ve akreditasyon hemen tüm
ülkelerde yüksek öğretimin gündemine girmiştir Bir çok ülkede bu amaçla yeni kurum ve kuruluşlar oluşturulmuş ve
yöntemler geliştirilmiş, ABD ve Birleşik Krallık gibi bazı ülkelerde üniversiteler eğitim ve araştırma faaliyetlerine
göre değerlendirilerek sıralanmış, bu sıralamaların kamuoyuna duyurulması rutin hale gelmiş ve nihayet bir çok ülkede
kaynak tahsisi performans göstergeleri ile ilişkilendirmeye başlanmıştır. Özellikle araştırma fonlarının tahsisi neredeyse
tamamen kurumların ve öğretim üyelerinin münferit performanslarına endekslenmiştir. (Mühendislik ve Mimarlık eğitimi
yükseköğretim içinde olduğundan yüksek öğretime dönük kalite içinde değerlendirilmiştir.)
Kalitenin kısaca "müşteri tatmini yada memnuniyeti" olarak kabulü eğitim için de geçerlidir. Buna göre müşterileri
sıralayabiliriz: Öğrenci ve veliler, çeşitli kamu ve özel sektörler, üst eğitim ve araştırma kuruluşları, ulusal toplum ve ulusal
devlet, evrensel toplum ve evrensel bilim. Müşterilerin memnuniyeti günün şartlarına, ihtiyaçlarına ve gelişen teknolojiye
paralel olarak sürekli değişmektedir. Eğitim yalnız bu günkü müşterilerini değil, yakın gelecekteki müşteri tiplerinin ve
taleplerinin neler olabileceğini saptamak durumundadır. Eğitimle ilgili her türlü düzenleme ve faaliyetlerinin müşterilerin
memnuniyetine dönük olması gerekir Bunu sağlamanın bir aracı olarak akreditasyon konusu ortaya çıkmıştır.
Kurumsal Onay (Akreditasyon)
Eğitim kurumlarının eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma konularına ne kadar önem verdiklerini, hukuki, idari, mali ve
genel akademik yapılarının ne kadar güçlü ve işlerinde ne kadar ciddi ve güvenilir olduklarının saptanmasına yöneliktir.
Onaylanan kurum için: Belirlenmiş beyan edilmiş bir amacının olduğu; amacını gerçekleştirmek için yeterli kaynak
bulunduğu; amacını gerçekleştirdiği; amacım gerçekleştirmeye devam edebileceği; saptanmış olur.
Program Onayı (Akreditasyonu)
Eğitim kurumlarında yürütülmekte olan meslek programlarının niteliklerinin incelenmesine dayalıdır. Programla ilgili her
türlü eğitim - öğretim - bilimsel araştırmaların ayrıntılı incelemesi yapılmaktadır. Fikir vermek için aşağıda program onayı
için kriterler sıralanmıştır:
a- Genel Kriterler
Programın bağlı olduğu fakültedeki ve ilgili olduğu diğer bölümlerde ki öğretim elemanlarının sayı, nitelik, deneyim, statü
bakımından değerlendirilmesi; programın genel olarak mühendislik kavramına uygunluğu; programın konumu; öğrenci
işleri; yönetim sistemi, altyapı olanakları; bölüme verilen destekler.
b- Program Kriterleri
Kriterlerin kapsadığı alanlar; programda görevli öğretim elemanları (sayı; nitelik, ders, yükleri); müfredat programı (
112
/
programın amaç ve içeriği, zorunlu temel mühendislik bilimi dersleri, mühendislik proje dersleri ); laboratuar uygulamalı
dersler ; bilgisayar kullanımı; benzeri diğer hususlar...
Meslekte Uzmanlık ve Profesyonellik Sertifikası Onayı (Akreditasyonu)
Ülkelerin pek çoğunda mühendislik diploması sahiplerine mezun olur olmaz meslek uygulama yetkisi ve sorumluluğu
verilmektedir. Bazı ülkelerin ise yeni mezunların, devlet veya özel sektör kanunlarında meslek uygulayabilmeleri için
lisans düzeyinde görmüş oldukları temel meslek eğitimin tamamlayıcısı niteliğindeki uzmanlık veya profesyonellik sertifika
programını da başarmaları gerekli görülmektedir. Uygun bir işyerinde belirli bir çalışmaya ağırlık veren ve ayrıca birkaç yıl
süreli lisans sonrası eğitim zorunluluğu bu ülkelerdeki müşteri memnuniyetinin bir güvencesidir. ( Bu çalışmada konu
aşağıda ayrıca işlenmiştir).
ÖRNEK UYGULAMALAR
1. Amerika Birleşik Devletleri'nde mühendislik programlarının akreditasyonu ABET (The Accredition Board of Engineering
and Technology ) kurumu tarafından yapılmaktadır. ABET tamamen gönüllü bir kuruluştur. Lojistik ve koordinasyon işlevi
gören çok az sayıdaki ücretli personelinin dışında tüm faaliyetler gönüllülük esasına göre sürdürmektedir. ABET
Mühendislik Akreditasyon Komisyonu'nda genellikle meslek odaları ve mesleki kuruluşlar yer almaktadır.
2.İngiltere'de bütün üniversitelerin en önemli gelir kaynaklan devlet bütçesinden aktarılan kaynaklardır. Devlet,
üniversitelerde yürütülmekte olan eğitimin ve yapılmakta olan araştırmaların kalitesini denetleme ve değerlendirme
görevini de esas kaynağı tahsis eden kuruma vermiştir. ( Bu kurum kısaca HEFC dir.) - Kurum içinde " Eğitim ve Öğretimi
değerlendirme" birimi bulunmaktadır.
İngiltere'de de program onayına meslek kuruluşları katılmaktadır.
İngiltere'de " kurum onayı" yükseköğretim kalite kurulu (HEQC) tarafından yapılmaktadır. HEQC Rektörler Komitesince
seçilmiş üyelerin yönetiminde, hükümetten bağımsız, üniversitelerin kalite ve verimliliklerini denetleyen, kanunla
yetkili kılınmış bir üst kuruluştur. Bir yükseköğretim kurulunun kurulması, tanınması için bu kurulun Eğitim Bakanlığına
" olumlu" rapor vermesi şarttır:
Örnekler; Hollanda, Fransa, Avusturya örnekleriyle arttırılabilir,
ÜLKEMİZDE DURUM VE TMMOB
2547 sayılı yükseköğretim kanununun II. Maddesinde sözü edilen üniversiteler arası kurulun en önemli asli görevi olarak "
Yükseköğretim planlaması çerçevesinde üniversitelerin eğitim- öğretim, bilimsel araştırma ve yayın faaliyetlerini
koordine etmek, uygulamalarını değerlendirmek, yükseköğretim kuruluna ve üniversitelere önerilerde bulunmak"
belirtilmiştir. Bu üst kuruluşun faaliyetlerini içinde kalite yönünden değerlendirme yetkisi ve görevi bulunmamaktadır. Son
yıllarda ülkemizde açılan çok sayıda üniversite, fakülte, yüksekokullarını faaliyete geçmiş olması, bunlara pek çok
yenilerinin de eklenecek olması, bu kurumların ve mevcutların faaliyetlerinin kalite yönünden değerlendirmeye tabi
tutulması gereğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Örneklerde dikkati çekmiştir. Mühendislik ve Mimarlık Eğitiminin kalite değerlendirilmesinde Odalar yer
almaktadır. TMMOB'un konuyu düzenlediği Eğitim Sempozyumunda ele alacaktır. Bu nedenle, sunulan bildiri üzerine
yapılacak tartışmalar yararlı olacaktır.
Not: Ülkemizde bazı üniversiteler ( ODTÜ, Bilkent) ABETe bazı bölümlerini akredite ettirmişlerdir. İngiltere'de uygulanan
kalite değerlendirme sisteminin uygulanması için bir çalışma yaptırılmıştır. Ancak, İngiliz modelinin tatbiki olanağı
bulunamamıştır.
YETKİNLİK VE YETERLİLİK
(Sertifikalı Mühendis, Mimar)
Türkiye'de mühendislik ve mimarlık, 28 Haziran 1938 tarih ve 3458 Sayılı Yasa ile düzenlenmiştir. Yasaya göre,
mühendislik ve mimarlık unvanı ve selahiyeti ile sanat icra etmek için, mühendislik veya mimarlık tahsiline dayalı diploma
sahibi olmak gerekli ve yeterlidir. Lisans eğitimini bitirip diploma alan herkes, isterse bir günlük deneyimi bile olmasın,
sınırsız imza yetkisine sahip olmaktadır. Bu halin hem mühendislik mimarlık yönünden hem de toplum yönünden sakıncalı
olduğu açıktır.
113
Yetkin Mühendislik
Yetkin mühendis, profesyonel mühendis, uzman mühendis ya da sertifikalı mühendis nitelemeleriyle adlandırılarak
anılmaktadır. Önemli olan bu adlandırma ile oluşumun, mühendis kalitesini yükselten düzenlemeyi belirtmesidir. Buna
göre artık üniversite, akademi veya yüksek okuldan alınmış diploma meslek uygulaması için yeterli olmayacak, mühendis,
hukuksal bir düzenlemeye dayalı olarak belirlenmiş süre sonunda bilgi ve deneyimlerini belgelerle kanıtlayarak gireceği
sınavı başarmak durumunda olacaktır. Başarı sonunda verilecek sertifika ile alanında mesleğini uygulayabilecektir.
Yetkinlik Belgesi geçerlilik süresi (örneğin 5 yıl) saptanmakta bu süre içinde de periyodik meslek içi eğitimle sürekli
gelişme sağlama yoluna gidilmektedir. Sürekli gelişme programına katılmayanların sertifikası yenilenmemektedir.
j
t.
Yetkin mühendislik, İngiltere, ABD, Kanada ve Avustralya'da uygulanmaktadır. Buralarda bulunan düzenlemelerde,
mezuniyetten kaç yıl sonra anılan unvanın elde edilebileceği, meslek içi eğitim, tecrübe edinilmesi program ve süreleri ile
sınav şekil ve uygulamalarına ait bilgiler bulunmaktadır. Edindiğimiz bilgiye göre diploma aldıktan sonra sertifikalı
mühendis oluncaya kadara beş yıl gerekmektedir.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası ". Yetkin Mühendislik Yasa Taslağı " hazırlamış ve incelemeye sunmuştur.
Avrupa Mühendisliği (EUR-ING)
TMMOB'nin ulusal üye olma sürecinde bulunduğu Avrupa Ulusal Mühendislik Birlikleri Federasyonu (FEAM)'nun en
etkili çalışma alanlarından birisi de Avrupa Mühendisi (EUR- ING) unvanı vermesidir.
FEANI temel mühendislik eğitiminin olması gereken minimum seviyesini gözönüne alarak mühendislerin mesleklerini
Avrupa ölçeğinde rahatça uygulayabilmeleri için minimum yeterlilik standartları yerleştirmeye çalışan bir kayıt sistemi
oluşturmuştur.
f
>••
Avrupa Mühendisi diploması için oluşturulan bu kayıt sisteminin yapısı aşağıdaki iki öğeye oturtulmuştur.
1) Eğitim: Kayıtlı herhangi bir mühendis mühendislikteki temel bilgilerin yanı sıra kendi dalıyla ilgili bilgisayar,
matematik ve fizik konularında yeterli bilgiye sahip olacak şekilde bir eğitim almış olmalıdır.
2) Mühendislik alanında deneyim:
Başvuru sahibinin mühendislik alanında en az iki yıllık mesleki deneyimi olmalıdır. Avrupa Mühendisliği kaydı için
başvuran kişilerde toplam 7 yıllık bir mühendislik formasyonu aranmaktadır.
Bu 7 yılın en az üç yılı FEANI tarafından akredite edilmiş bir Üniversite veya Mühendislik okulunda alınacak eğitimdir. En
az iki yılı mesleki deneyim süresi aradaki iki yıl da mezuniyet sonrası eğitim veya tanınmış mühendislik kurumlarında
mühendislik stajı için geçen sürelerdir.
/
Yukarıdaki şartlan sağlayanlara "EUR-ING" unvanını gösterir DİPLOMA ve bir SERTİFİKA verilmektedir.
Sertifikada; kişisel bilgiler alınan eğitim ve mesleki deneyim ile ilgili bilgiler yer almaktadır.
Avrupa Mühendisi (EUR-ING) unvanını alanlar FEAM Etik Kurallara uymak zorundadırlar. (Avrupa Mühendisi kayıt
işlemleri 1987 yılında uygulamaya konmuş ve 1995 yılına kadar yaklaşık 18000 mühendise Avrupa Mühendisi unvanı
verilmiştir. Bu sayı Aralık 1996 itibari ile 21516 olmuştur.)
Mimarlık Alanı
Mimarlık alanında da eğitim sonrası düzenlemeler zorunlu bir gereklilik olarak görülmektedir. Mezuniyet sonrası bir yada
iki yıllık staj süresinin yeterli olabileceği düşünülmektedir.
Mühendislik ve Mimarlıkta Mesleki Yeterlilik
3194 Sayılı İmar Kanununu değiştirmek için yapılan çalışmalar içeriğinde " Mühendislik ve Mimarlıkta Mesleki Yeterlilik
kanun taslağı da bulunmaktadır. Taslak , " mühendislik ve mimarlık hizmeti yapan meslek mensuplarına mesleki yeterlilik
belgesi ve imza yetkisi verilmesi " amacını belirtmektedir. Belli bir süre mesleki faaliyetten sonra sınavda başarılı olmak
öngörülmektedir.
Konuyu belirtmemin! amacı, mühendislik - mimarlık alanında Lisans eğitiminin yeterli görülmemesinin bir diğer örneğini
vermektir.
114
i
/
Yetkinlik ve yeterlilik konulan
tartışmalar yararlı olacaktır.
da
yukarıda
bahsettiğim
Eğitim getirilmektedir. Bu bildiri vesilesiyle yapılacak
KAYNAKLAR
• KALİTE SÖZLÜĞÜ, Türk Standartları Enstitüsü (TSE) Yayım, Aralık 1991, TS 9005.
• Dünya Ticaret Örgütü (I~TÖ) Kuruluş Anlaşması ve Eklerinden Ticarette Teknik Engeller Anlaşması, T.C. Resmi
Gazete 25 Şubat 1995 gün ve 22213 sayılı ( Mükerrer).
• Dünya Ekonomi - Politika Gazetesi, Ege Bölgesi Sanayi Odası'nda Kalitenin Ulusal Ekonomiye EN 45 Katkısı adlı
Konferans yayım, 3 Kasım 1981.
• Avrupa Topluluğu 000 serisi standartlardan EN 45 Ol 1.
• Türk - AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel ihtisas Komisyonu Sınai Mevzuat Alt Komisyonu
Raporu, Ankara Ekim 1994.
• Kalite Yönetimi ve Kalite Güvencesi Standartları - Seçim ve Kullanma Kılavuzu, TS- ISO 9000 / Aral ık 1991.
•
AQAP'lar, NATO Kalite Temini, T.C. MSB Savunma Sanayii Yayını, Ankara 1988,
•
Önce Kalite Dergisi, Kalite Derneği Yayını, İstanbul ( 1992'den bu yana muhtelif sayıları).
•
KÖKSOY Mümin, Prof. Dr. Yüksek Öğretimde Kalite ve Türk Yüksek Öğretimi İçin Öneriler, İstanbul 1998
• YETİŞ Nükhet, Prof.Dr. Mühendislik Eğitiminde Kalite Güvence Sistemleri, 2000'lı Yıllara Girerken bilgi Çağında
Nasıl Bir Mühendislik Eğitimi, EMO Kongre Yayını, İstanbul Şubesi 1999
• GÜRÜZ Kemal YÖK Başkanı, Türk Yüksek Öğretim Sistemi, Mart 1999
• SCHACHTERLE Lance, Worcester Politeknik Enstitüsü, ŞEFİ ( Avrupa Mühendislik Eğitimi Derneği ) Yıllık
Konferansından, 1998
• WHİTWELL AJohn, İngiltere İnşaat Mühendisleri Enstitüsü, İMO Sertifikalı İnşaat Mühendisi Çalışmaları, Haziran
1997
• KASAPOĞLU K.Erçin, Derleme, 21.Yüzyılda Mühendislik, Hacettepe Üniversitesi Mühendislik. Fakültesi
Kuruluşunun 25. Yılında Yapılan Panel, Ankara 1998
115
MMO İZMİR ŞUBESİ KALİTE DANIŞMA MERKEZİ
Nazan SAYAR
MMO İzmir Şubesi Kalite Danışma Merkezi Sorumlusu
Ülkemizde kalite kavramının değerlendirilmesi, gerçek anlamda bir kalite gelişmesi elde edilmesi
için destek hizmetleri alt yapısının oluşturulması gereklidir. Bu alt yapının sağlanabilmesi için
ülkemizdeki kamu kurum ve kuruluşlarının, özel kuruluşların büyük çaba harcamaları
gerekmektedir. Bu düşünceden hareketle 1992 yılının Ağustos ayında Makina Mühendisleri Odası
izmir Şubesi ülkemiz ve özellikle de bölgemiz sanayi ve hizmet sektörüne hizmet etmek, ulusal
kalite politikası ve stratejilerinin oluşumuna katkıda bulunmak, dış piyasalardaki rekabet
olanaklarını arttırmak, kalite bilincini yaymak, ülkemizde kalite felsefesini yerleştirmek, bu felsefe
ile hareket edebilecek elemanlar yetiştirmek, gelişmeleri yakından izlemek amacıyla bünyesinde
Kalite Danışma Merkezini oluşturmuştur.
Kalite Danışma Merkezinin Amaçları
Merkezimizin amaç ve hedeflerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
• Ülkemiz ve bölgemizde kalite bilincinin oluşmasına katkıda bulunmak.
• Kalite felsefesini benimsemiş elemanlar yetiştirmek.
• Yoğun rekabet ortamında ülkemiz ve bölgemiz kuruluşlarının yaşamlarını sürdürüp,
gelişmelerine katkıda bulunmak.
• Ülkemiz kalite politikalarının ve stratejilerinin oluşumunda yer almak.
• Ülkemiz endüstri ve hizmet kuruluşlarına kalite konusunda teknik ve bilgi desteği sağlamak.
• Teknoloji ve kalite konusunda araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunarak yeni teknolojileri
ve kalite olgusundaki değişmeleri izlemek
• Birikimlerimizi ve tecrübelerimizi üyelerimize, meslektaşlarımıza ve kuruluşlara aktarmak.
• Kalite ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içine girerek ortak çalışmalarda bulunmak
Yedi yıldır faaliyetlerini sürdüren Merkezimiz çok sayıda uzman ve mühendisle işbirliği yaparak
bölgemiz ve ülkemiz endüstri ve hizmet kuruluşları için kalite bilincinin, sistem yaklaşımının,
toplam kalite anlayışının yerleşmesine yönelik danışmanlık, eğitim, yayın vb. hizmetlerde
bulunmuştur. ISO 9000 Kalite Güvence Sistemleri, İstatistiksel Kalite Kontrol, Kuruluş İçi Tetkik
Sistemi, Firmaların özel Kalite Problemleri, Business Process Reengineering gibi konularda
firmalara danışmanlık hizmetleri verilmiştir. Merkezimiz, işletmelerde ISO 9000 Kalite Güvence
Sistemlerinin kurulması yönünde verdiği danışmanlık hizmetlerine bu alanda misyonunu
tamamladığı inancıyla 1998 Ağustos ayından itibaren son vermiştir.
Kalite Bülteni 5 yıl boyunca, her ay yukarıda saydığımız amaçlar doğrultusunda, bölgemizdeki
1500'ü aşkın firmaya, 128 İşyeri Temsilciliğimize, tüm Oda Birimlerine ve Endüstri Mühendisi
üyelerimize ücretsiz olarak gönderilmiştir.
CE Marking, Business Process Reengineering, Simülasyon, Metroloji ve Kalibrasyon gibi
konularda uzmanlık ve araştırma grupları oluşturan merkezimiz, oluşturduğu birikimi yayın,
seminer, söyleşi, konferans vb. yöntemler ile bölgemiz kurum ve kuruluşlarına aktarmıştır.
Sürekli ve hızla gelişen teknolojiyi kavrayıp yorumlamak, özellikle teknolojinin tasarımından
uygulanmasına kadar her aşamasında yer alan mühendisler için kaçınılmaz bir gereksinimdir.
Ülkemizde, üniversitelerdeki eğitimin genç mühendisleri bu yolun neresinden başlattığı çok
değişken ve tartışmalıdır. Ancak nereden başlanırsa başlansın mutlak olan, bilgilerin yenilenmesi
gerekliliğidir, iş yerindeki uygulamalarda yer almak deneyim kazandırmakla birlikte bu gereksinimi
sağlamada tek başına yeterli olmamaktadır.
116
Meslek odalarının bu süreçte yerinin çok önemli olduğu gerçeğinden hareketle, Makina
Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, kuruluş amaçları doğrultusunda sürekli eğitim çalışmalarına yer
vermektedir
Düzenlenen eğitim konulan Kalite Güvence Sistemleri ile sınırlı kalmayıp, zaman içinde Yönetim
Geliştirme, İnsan Kaynakları ile Endüstri ve Makina Mühendisliği disiplinlerine ait diğer konulara
yayılmıştır. Yeni konular, sanayide, yönetim ve organizasyon alanında ve teknolojideki sürekli
izlenen gelişmeler doğrultusunda belirlenmiştir. Zaman zaman da üyelerden ve sanayideki
firmalardan gelen talepler yönlendirici olmuştur. Başlangıçta Merkez çalışanlarının girişimleriyle
başlayan uzman eğitimcilerle ilişkiler, Merkezin çalışmalarının olumlu bir çizgiye oturması ve
bölgede tanınması ile yeni uzmanların Merkeze birlikte çalışma önerisiyle gelmesiyle artmıştır.
KALİTE DANIŞMA MERKEZİNCE DÜZENLENEN EĞİİTMLER
ISO 9000 KALİTE GÜVENCE SİSTEMLERİ DOKÜMANTASYONU
ISO 9000 KALİTE GÜVENCE SİSTEMLERİ TEMEL BİLGİLENDİRME
HATA MODU VE ETKİLERİ ANALİZİ (FAILURE MODE EFFECTS ANALYSIS - FMEA)
İSTATİSTİKSEL KALİTE KONTROL
KALİTE ÇEMBERLERİ
KALİTE GELİŞTİRME TEKNİKLERİ
KURULUŞ İÇİ KALİTE DENETİMİ
QS 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME
TAGUCHI VE DENEY TASARIMI
OUALITY FUNCTION DEPLOYMENT
PROJE YÖNETİMİ (PROJECT MANAGEMENT)
BARKODLU BİLGİ TOPLAMA SİSTEMLERİ
ÇALIŞMA (İŞLETME) SERMAYESİ YÖNETİMİ
STOK YÖNETİMİ
ÜRETİM KAYNAK PLANLAMASI (MRP - MRP II)
TEDARİK ZİNCİRİ YÖNETİMİ: TZY (SUPPLY CHAIN MANAGEMENT)
VERİMLİLİK YÖNETİMİ SEMİNERİ
YATIRIM PROJELERİ HAZIRLAMA VE DEĞERLENDİRME
FİNANSÇI OLMAYAN YÖNETİCİLER İÇİN FİNANSMAN
BUSINESS PROCESS REENGINEERING
FİNANSAL TABLOLAR ANALİZİ
TOPLANTI YÖNETİMİ
MALİYET MUHASEBESİ
SATIŞ YÖNETİMİ
STRATEJİK PAZARLAMA YÖNETİMİ
DEĞİŞİM, KATILIMCI YÖNETİM VE TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ
ENDÜSTRİ İŞLETMELERİNDE ARAŞTIRMA ve GELİŞTİRME YÖNETİMİ
HOSHIN PLANLAMASI VE YEDİ YÖNETİM ARACI
ETKİN EKİP ÇALIŞMASI
İLK KADEME YÖNETİCİLERİ SEMİNERİ
İŞLETMELERDE VERİMLİLİK ARTTIRMA TEKNİKLERİ
LİDERLİK ve MOTİVASYON
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ ve SORUN ÇÖZME UYGULAMALARI
PROBLEM ÇÖZME ve KARAR VERME TEKNİKLERİ
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ IŞIĞINDA ÜRETİM YÖNETİMİ
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ ve SÜREKLİ GELİŞTİRME (KAIZEN)
117
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
FİNANSAL YÖNETİM
YARATICI PROBLEM ÇÖZME SANATI
YENİ ÜRÜN GELİŞTİRME VE PAZARLAMA
YÖNETİM BECERİLERİNİN GELİŞTİRİLMESİ
YÖNETSEL ZAMANIN YÖNETİMİ
PERFORMANS YÖNETİMİ
HİZMET SEKTÖRÜNDE İLETİŞİM ve DAVRANIŞ GELİŞTİRME
HİZMET SEKTÖRÜNDE MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ
İLETİŞİM VE GRUP SÜREÇLERİ
İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ
İNŞAN VE DAVRANIŞ GELİŞTİRME
MÜŞTERİ ETKİLEŞİMİNDE DAVRANIŞ GELİŞTİRME ve İLETİŞİM
ÖNCE İNSAN KALİTESİ
PERSONEL SEÇİMİ VE PERSONEL SEÇİMİNDE KULLANILAN TESTLER
ŞİRKET KÜLTÜRÜ
İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ
• ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ
• ISO 14000 ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ
• DENİZDE PETROL SAÇINTILARI İLE MÜCADELE TEKNİKLERİ
• GÜVENLİ İŞ ORTAMI YARATMAK
• İŞİTME SAĞLIĞI VE GÜRÜLTÜDEN KORUNMA
• YANGINLA MÜCADELE TEKNİKLERİ VE UYGUN SİSTEM TASARIMI
• İŞ KAZALARININ OLUŞUMU VE SINIRLANDIRILMASI, ARAŞTIRMA VE ÖNLEME
TEKNİKLERİ
• YÜKSEK YERLERDE YAPILAN ÇALIŞMALAR VE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
MESLEKİ EĞİTİM
• ASANSÖR AVAN ve UYGULAMA PROJELERİ HAZIRLAMA TEKNİK ESASLARI ve
ASANSÖR YÖNETMELİĞİ SEMİNERİ
• BİLGİSAYAR KONTROLLÜ TAKIM TEZGAHLARI (CNC) PROGRAMLAMA KURSU
• DELME, TORNALAMA, FREZELEME İÇİN TAKIMLAR VE KESİCİ UÇLAR KURSU
• ENDÜSTRİ, ÇEVRE VE YAPILARDA GÜRÜLTÜ KONTROLÜ
• ENDÜSTRİYEL TESİSLERDE
MAKİNA PERFORMANSINA DAYALI VE BİLGİSAYAR
DESTEKLİ BAKIM PLANLAMASI
• GENEL ARMATÜR, BUHAR TESİSATLARI ve BUHAR CİHAZLARI
• ENERJİ YÖNETİMİ KURSU
• AC / DC GERİLİM / AKIM KALİBRASYONU (Uygulamalı)
• BASINÇ KALİBRASYONU (Uygulamalı)
• BELİRSİZLİK HESAPLARI
• BOYUT (Kumpas - Mikrometre - Mihengir) KALİBRASYONU (Uygulamalı)
• BOYUT (Mastar Blokları - Gage Blok) KALİBRASYONU (Uygulamalı)
• GENEL METROLOJİ VE KALİBRASYON
• OSİLOSKOP KALİBRASYONU (Uygulamalı)
• SICAKLIK (Pt ve Isıl Çift) KALİBRASYONU (Uygulamalı)
• TERAZİ KALİBRASYONU (Uygulamalı)
TEKNİSYENLERE YÖNELİK EĞİTİMLER
• SOĞUTMA TESİSLERİN İŞLETİLMESİNDE YARDIMCI PERSONEL YETİŞTİRME KURSU
• TEKNİSYENLER İÇİN KAYNAK TEKNOLOJİSİ KURSLARI (ÖRTÜLÜ ELEKTROD KAYNAĞI)
(GAZALTI ve TOZALTI KAYNAĞI)
118
i
/
/
j
/.
/
•
•
İŞ MAKİNALARI OPERATÖR YETİŞTİRME KURSU
SANAYİ TİPİ KAZANLARIN İŞLETİLMESİNDE YARDIMCI PERSONEL KURSU
Kalite Danışma Merkezince açılan eğitimler
YIL
1996
1997
1998
1999
(30 Eylül itibariyle)
Açılan Eğitim Sayısı
58
82
36
16
Katılımcı Sayısı
788
1172
408
223
Kalite Danışma Merkezi ayrıca 3 yıl boyunca etkinlik alanı içerisindeki üniversitelerin Makina ve
Endüstri Mühendisliği Bölümleri son sınıf öğrencileri için, meslek yaşamında gerekli olan ancak,
okuldaki öğrenimleri sırasında edinemedikleri güncel bilgi eksikliklerini hafta sonları düzenlediği
ücretsiz seminerlerle bir ölçüde gidermeye çalışmıştır. Bu kapsamda bugüne kadar düzenlenen
33 seminere 646 öğrenci katılmış ve katılım belgeleri verilmiştir.
KDM 1996-98 DONEMİ ÖĞRENCİLERE YÖNELİK EĞİTİM ETKİNLİKLERİ
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
KİŞİSEL LİDERLİK
DEĞİŞİM MÜHENDİSLİĞİ
ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME
ISO 9000 DOKÜMANTASYON
DİYALOG TEKNİĞİ
DİYALOG TEKNİĞİ
DİYALOG TEKNİĞİ
METROLOJİ VE KALİBRASYON
METROLOJİ VE KALİBRASYON
ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME
ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME
ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME
BUSINESS PROCESS REENGINEERING (BPR)
14
BUSINESS PROCESS REENGINEERING (BPR)
15
16
17
BİREYSEL GELİŞME
HEDEFLERLE YÖNETİM
BUSINESS PROCESS REENGINEERING (BPR)
18
19
20
21
22
23
28
29
30
31
32
STRATEJİK YÖNETİM
BİREYSEL GELİŞME
HİDROLİK
PROBLEM ÇÖZME TEKNİKLERİ
PNÖMATİK
YATIRIM PROJELERİ HAZIRLAMA VE
DEĞERLENDİRME
EŞ ZAMANLI MÜHENDİSLİK
EŞ ZAMANLI MÜHENDİSLİK
ISO 9000 K.G.S.
TEMEL BİLGİLENDİRME
ISO 9000 K.G.S.
TEMEL BİLGİLENDİRME
İLİŞKİLERDE UYUM VE BOYUN EĞME
GRUP DİNAMİKLERİ
BİREYSEL GELİŞME
PAZARLAMA VE SATIŞ TEKNİKLERİ
BARKODLU VERİ TOPLAMA SİSTEMLERİ
33
34
KİŞİLERARASI ETKİ VE SOSYAL GÜÇ
METROLOJİ VE KALİBRASYON
24
25
26
27
03 MAYIS 1996
04 MAYIS 1996
10 MAYIS 1996
11 MAYIS 1996
02 KASIM 1996
02 KASIM 1996
09 KASIM 1996
16 KASIM 1996
16 KASIM 1996
30 KASIM 1996
21 ARALIK 1996
21 ARALIK 1996
8MART1997
30 KİŞİ DEÜ MAK.
30 KİŞİ DEÜ MAK.
30 KİŞİ DEÜ MAK.
30 KİŞİ DEÜ MAK.
28 KİŞİ DEÜ MAK.
9 KİŞİ CE MAK
37 KİŞİ DEÜ END
29 KİŞİ DEÜ MAK
11 KİŞİ CBÜ MAK
36 KİŞİ DEÜ END
27 KİŞİ DEÜ MAK
17 KİŞİ CBÜ MAK
11 KİŞİ DEÜ MAK.
8 MART1997
15 MART 1997
22 MART 1997
6 KİŞİ CBÜ MAK.
33 KİŞİ DEÜ END.
32 KİŞİ DEÜ END.
29MART1997
12 NİSAN 1997
26 NİSAN 1997
3 MAYIS 1997
10 MAYIS 1997
17 MAYIS 1997
32 KİŞİ DEÜ MAK.
13KİŞİDEÜ+CBÜMAK.
8 KİŞİ DEÜ+CBD MAK
21 KİŞİ DEÜ+CBÜ MAK.
10 KİŞİ DEÜ END
22 KİŞİ DEÜ+CBÜ MAK
24 MAYIS 1997
25 EKİM 1997
1 KASIM 1997
15 KİŞİ DEÜ END
5 KİŞİ DEÜ END
15 KİŞİ DEÜ+CBÜ MAK
6 ARALIK 1997
21 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK.
13 ARALIK 1997
20 ARALIK 1997
7 Mart 1998
15 Mart 1998
23 Mayıs 1998
21 KİŞİ DEÜ END.
4 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK.
19 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK
17 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK
17 KİŞİ DEÜ END.
26 Aralık 1998
12 Aralık 1998
26 Aralık 1998
katılım yok
katılım yok
5 KİŞİ DEÜ+CBD MAK
119
KALİBRASYON ve METROLOJİ EĞİTİM MERKEZİ
Ölçme teknolojisinin iyi bilinmesi uygulanması kadar, ölçme ve kontrolde kullanılan aygıtların
izlenebilirlik zinciri içinde kalibrasyonunu sağlamak, bu amaçla gereken örgütü ve laboratuvarları
kurmak, kurdurtmak her ülke yönetimi için kaçınılmaz bir zorunluluk sayılmaktadır. Pek çok ülke
endüstrileşmelerinde^ bu darboğazı aşarak uluslararası pazarlardaki yerlerini almışlardır.
Küçük- Orta ölçekli işletmelerin elindeki sayısı bilinmeyen ölçü ve kontrol aletlerinin tamamına
yakını ile lisans - know-how ile çalışmayan büyük işletmelerindekin önemli bir oranı
kalibrasyondan yoksundur. Bu aletlerin ne durumda oldukları, kaliteye olumsuz yönde ne ölçüde
etkili olduğu bilinmemekte, pek çok kuruluş yetkilileri kalibrasyonu, ayar - sıfırlama ile
karıştırmaktadırlar.
•
ölçme ve kalibrasyondaki belirsizliklerin ve hataların göz önüne alınamadığı ölçümler
güvenirlikten yoksundur. Sistematik biçimde, izlenebilirlik kuralı içinde kalibrasyondan geçmemiş
aygıtlarla yürütülen kalite çalışmalarından ve sonuçta ürünlerin kalitesinden kuşku duyulması
normaldir.
Bu düşünceler doğrultusunda Kalite Danışma Merkezimiz ülkemiz ve özellikle de bölgemizdeki
sanayi kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılayacak ikinci derecede kalibrasyon merkezinin kurulması
çalışmalarını başlatmıştır. Kurulacak kalibrasyon merkezi için fizibilite raporları hazırlanmış, cihaz
temin edilecek firmalar ve UME ile temasa geçilmiştir. Merkez TMMOB Elektrik Mühendisleri
Odası İzmir Şubesi ile ortaklaşa olarak hayata geçirilmiştir.
:
Merkez kalibrasyon işleviyle birlikte, firmalarda kalibrasyon işleri ile uğraşan kalite kontrol
görevlilerine yönelik eğitim hizmetlerinde de bulunmaktadır.
Ege- Kaimem Kalibrasyon ve Metroloji Eğitim Merkezi de açıldığı 1997 yılından bu yana
düzenlediği 26 eğitimde toplam 133 katılımcıyı belgelendirmiştir.
Bunların yanında ara teknik elemanlara yönelik kurslar da sürekli olarak düzenlenmektedir.
Yukarıdaki tüm eğitimlerin yanı sıra sayısız ücretsiz seminer ve
düzenlenmiştir.
bilgilendime toplantısı
İNSAN KAYNAKLARI MERKEZİ
İşletmelerin günümüzde benimsedikleri en önemli strateji unsuru "insan" olarak karşımıza
çıkmaktadır. Burada ifade edilen insan belirli konularda teknik formasyona sahip ve yetişmiş
elemanlar olarak algınlanmalıdır. Ülkemizde kişilerin bu formasyonlara ya da teknik kapasitelere
sahip olabilmeleri için gerekli çalışmaları üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri v.b. kurumlar
yerine getirmektedir. Fakat çok genç bir nüfusa sahip bir ülke olarak ne gençlerimiz bu
olanaklardan yeteri kadar faydalanabilmece ne de yukarıda ifade edilen kurumlar asli olan
görevlerini tam olarak yerine getirebilmleleri mümkün olabilmektedir. Diğer yandan ülkemizin
sahip olduğu ekonomik gücü de gözönünde bulundurmamız gerekmektedir. Yaşanan bu
eksiklikleri giderebilmede sahip olduğumuz tüm olanakları kullanmak kaçınılmazdır.
özellikle yeni mezun olmuş ya da diğer üyelerine yönelik olarak hazırlanan meslek içi eğitim
programlarının düzenlenmesi ve bu eğitimlerin sürekli olarak yenilenmesi mühendis kimliğini
taşımakta olan birçok birey açısından kendilerini yenilemede büyük bir destek sağlamıştır. Diğer
yandan üniversitelerin mühendislik fakültelerinden mezun olan ve profesyonel iş yaşamıyla ilk kez
karşı karşıya kalan mühendislerimizin en önemli sorunlarından birisi de iş bulma süreciyle ilgili
olarak yaşadıklarıdır, özellikle iş bulma sürecinde özgeçmiş hazırlamada yaşadıkları sorunlar ya
120
/.
j
/
i
da eksiklikler mühendislerin kimi zaman iş bulmalarını engellemektedir. Örneğin mühendise ait
bazı bilgilerin özgeçmişlerde yer almaması, iletişim yollarının belirtilmemiş olmaması v.b.
Bir başka sorun ise iş görüşmesi öncesinde mühendis adaylarının görüşme öncesinde yaşadıkları
strestir. Ne yapacağını bilememe, heyecan, işe ve işletmeye ilişkin sorulacak soruların
başlangıçta sorulmaması ve bu eksikliklerin mühendislere işe başladıktan sonra bir sorun olarak
geri dönmesi mühendisleri ilk iş deneyimlerinde sıkıntıya düşürmektedir.
Dışarıdan bakıldığında genel olarak bir sorun olarak görülmese de MMO izmir Şubesi bünyesinde
mühendislerle yapmış olduğumuz görüşmelerde bunların ciddi birer sorun olarak yaşandıkları
saptanmıştır.
Tüm bunları gözönünde bulunduran Kalite Danışma Merkezimizin öncülüğünde Şubemizde bir
İnsan Kaynakları Merkezi kurulmuş, hizmetlerini sürdürmektedir.
SONUÇ
Tüm bu etkinliğe rağmen gereksinimlerin içeriği sürekli değiştiği ve arttığı için yapılanlar hiçbir
zaman yeterli olmamaktadır. Ya da en azından biz böyle görmemekteyiz. Bir meslek odasının
sonsuza giden gelişme yolunda üyelerinin gereksinimlerini karşılaması ancak kendisini sürekli
geliştirmesi ile mümkün olabilir. Şubemiz de bu ilke ile çalışmalarını sürdürmektedir.
121
ÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ FİRMALARDA
Fİ
KUÇUK
ÜRETİMDE
SÜREÇ PLANLAMASININ ROLÜ
HAZIRGİYİM
SEKTÖRÜNDE UYGULAMALAR
Dr.Gülşen Erenler ÇAKAR
/
G.Ü. Mesleki Eğitim Fakültesi
Türkiye' de küçük işletmeciliğe dayalı, istihdam ve üretimin önemli dinamikleri olduğu varsayılan KOBİ' ler işletmelerin % 98'ini, toplam işgücünün % 46.5 'ini istihdam etmekte, toplam katma değerin % 37'sini sağlamaktadırlar. Tüm
bu katkılarına rağmen toplam yatırım içerisindeki paylan ise sadece % 26.5 'tir. Bu oran gelişmiş ülkelerde % 37 ile %
44 arasında değişmektedir.
Bu rakamsal değerlerin yanında hangi ekonomik ve siyasi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, fınans yapılarındaki hareketlilik ile ekonominin en uygun dönemlerinde dahi ortama uyum sağlama, organizasyon yapılarındaki sadelik, kişisel
inisiyatif kullanma, öğrenme, yeni teknolojilere ve yeniliklere açık olma nedenleriyle de krizlerden daha az etkilenme
özelliklerine sahiptirler. Ayrıca GATT ve Gümrük Birliği'nin getirdiği rekabetin aşılmasında da olumlu katkılarının
olacağı varsayılmaktadır. Ancak TMMOB Makına Mühendisleri Odasının yaptığı "Anadolu Sanayileri" araştırmasında
; söz konusu işletmelerin küçük olanlarının zanaat türü üretimi yaptıkları diğerlerinin ise eski teknolojiye dayalı, yalnızca bir ürün üretmeye yönelik bant sisteminin uygulandığı üretim türünün yaydın olduğu saptanmıştır. Üretime yönelik
bu saptamalardan hareketle işletmelerin söz konusu varsayımları gerçekleştirmeleri , kalkınmanın dinamiği ve öncüsü
olmaları oldukça zor gibi görünmektedir (Kişoğlu ve arkadaşları, 1998).
,
j
Bu bildirinin amacı; her ne kadar varsayımlarla hareket edilse de sağladığı istihdam olanakları ve cirosu bakımından
ülkenin en önde gelen üç sanayii dalı içerisinde yer alan ve emek yoğun öncü sektör olarak görünen hazır giyim sektörünün büyük bir bölümünü oluşturan KOBİ'lerde süreç planlamasının rolünü ortaya koymak;
Emek kaybını önleme amacıyla hazır giyim sektöründeki KOBİ' lerde süreç planlamasının hangi düzeyde uygulandığı
sorularına yanıt aramaktır.
HAZIRGİYİM SEKTÖRÜNDE KOBİ'LER
Tekstil ve hazır giyim sektörünün dünyadaki trendine bakıldığında; üretim, tüketim ve ihracatın gelişmiş ülkelerden
gelişmekte olan ülkelere doğru kaydığı gözlenmektedir. Özellikle de Çin ve Asya ülkelerine kayış daha da belirgindir.
Bu gelişme yada kaymanın temelinde düşük maliyet unsuru varmış gibi görünse de temel noktanın sektörün çevreyi
kirletici niteliği nedeniyle gelişmiş ülkelerin bu süreci yaşamak istememeleri ve az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelere devretme istekleri vardır. Bununda ötesinde gelişmiş ülkelerin söz konusu sanayiine yönelik makine - ekipman
üretiminde yoğunlaşma istekleri, teknolojileri ellerinde tutma arzuları önemli bir gerçektir. Türkiye deki hazır giyim
sektörü de gelişmiş ülkelerin istek ve arzularını gerçekleştirmelerinde hem stratejik açıdan coğrafi konumu ve hem de
işgücü maliyetlerinin düşüklüğü bakımlarından en uygun ortamlardır. Hazır giyim sektörünün önemli bir özelliği dünya
genelinde küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşmasıdır. Dikkat edilirse uluslar arası yatırımcı firmalar arasında çok
az sayıda hazır giyim firması vardır. Küçük ölçekli firmaların yoğun olması ve esneklik ihtiyacı nedeniyle taşeronculuk
ve lisans anlaşmaları gibi eşitlik dengesine dayanmayan yatırımlar daha yaygındır (DRI Europe,1995:54). Gelişmiş
ülkelerin teknolojiyi ellerinde tutmaları, sınır ötesi faaliyetlerini taşeronculuk ve lisans anlaşmalarına göre gerçekleştirmeleri, az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelerin teknoloji üretememelerini, dışa bağımlılıklarının devam etmesini ve
buna bağlı olarak ta moda ve marka üretememe sorunlarıyla iç içe yaşamaya terk edildikleri de bir gerçektir. Acı olan
şudur ki bu konumda kalmaya devam edildiği süre boyunca sektör gelişmiş ülkelerin örgütsüz, düşük ücretli emek
tercihleri sonucu daha uzun yıllar bu hizmeti vermeye devam edecek gibi gözükmektedirler.
i
j
f.
Ancak yukarıda sıralanan olumsuzluklar ve rekabeti etkileyen faktörlere rağmen imalat sanayii firmalarının % 21.3
'ünü, istihdamın % 31.7 ' sini, üretim değerinin % 13.5 'ini (DİE,1996), ihracatın % 29.6 'sini oluşturan tekstil ve
hazır giyim sektörü (TİM, 1996), ihracat ve istihdam açısından ülke ekonomisindeki ağırlıklı yerini açıkça koymaktadır.
Genellikle KOBİ' ler den oluşan sektörün Sektörel Dış Ticaret Şirket sayısındaki artışlar (11), kendi markası ile ihracat
yapan firma sayısındaki artışlar sektörün önemini ve gücünü ortaya koyan ip uçlarıdır.
Hazır giyim sektörü güçlü ve zayıf yönleri ile birlikte nitelikli işgücü, finansman, teknoloji, üretim teknikleri vb. sorunlarla iç içe yaşamaktadır. Üretimden kaynaklanan emek, makine-teçhizat-hammaddeye dayalı kayıpların önlenmesi
ise süreç planlaması ve tasarımı ile mümkündür. Süreç kavram olarak belirli bir amaca yönelik girdileri belirli ve tek-
122
•
f
•
•
,'•'
rarlanabilir bir sırada ve ölçülebilir şekilde kullanarak, müşteri için bir anlam ve değer oluşturabilecek çıktıyı üreten
işlemler bütünüdür. Süreç analizi;
•
•
•
Üretim aşamalarını öğrenilmesi,
Üretim aşamalarını n özümlenmesi,
Kuruluşun mevcutları ve üretim yeteneklerinin (malzeme, makine.işgücü) günümüz gelişmeleri ışığında
sorgulanması ve firma tahlillerinin genelden özele analitik bir şekilde indirgenmesini sağlar.
Süreç tasarım ve planlaması istenilen ürünün , istenilen kalite , miktar ve zamanda belirlenen maliyetle üretilmesi için
üretim yapısının, üretim süreci içinde yer alacak işlemlerin, bu işlemlerde kullanılacak makine, araç, gereç ve teknolojinin belirlenmesi ile ilgili kararlardan oluşur (Üreten, 1998:173)
Kalite; bir ürünün veya hizmetin belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karşılama yeteneğine dayanan özellik ve karakteristiklerin toplamıdır. Üründe kaliteyi sağlamak, üretim sürecinin bir bütün halinde düşünülmesi, süreç planlaması ve
tasarımına bağlıdır. Hazır giyim firmalarında süreç planlamasını zorunlu kılan nedenleri şöyle sıralamak mümkündür.
Üretim sisteminde faaliyetler yoğunlaşmış ve karmaşıklaşmıştır.
İşletme işi faaliyetlerde koordinasyon zorluğu yaşanmaya başlanmıştır.
İşletmeler arası bağımlılık artmış, ilişkiler gelişmiştir.
Müşteri ihtiyaçlarında artış başlamıştır.
Tedarik ve dağıtım faaliyetlerinde genişleme vardır.
Kalite, fiyat ve hizmette rekabet yoğunlaşmıştır.
İşletmelerin en ekonomik düzeyde üretim yapabilmesi için malzeme, makine, zaman ve emek kayıplarının
minimum düzeye indirilmesi zorunluluğu vardır.
Ancak organizasyonların süreç planlama ve tasarım kararlarını etkileyen faktörleri göz önünde bulundurmaları gerekir.
Bunlar; talep yapısı, dikey entegrasyon derecesi, ürün hizmet hacmi, otomasyon düzeyi, ürün hizmet kalitesi.
Süreç tasarımında yukarıdaki faktörler göz önüne alınarak şu işlemler gerçekleştirilir.
1.
2.
3.
4.
5.
Tasarım ve üretim aşamaları belirlenir.
Her aşamada seçenek süreçler belirlenir.
Seçenek süreçlerin uygun olanları seçilir.
Seçenek üretim süreçleri içerisinde ayrıntılı analiz yapılır.
Değerlendirilir ve en uygun üretim süreci seçilir.
Hazır giyim sektöründe malzeme hataları ve üretimden kaynaklanan hataların birleşerek ürün yapısına katılmasından
doğan kalite sorunları önemli şikayetlere ve emek kayıplarına yol açmaktadır. Bu nedenle süreç planlaması ve tasarımı
sektör için önemli bir faktördür.
YÖNTEM
Türkiye' de ekonominin dinamizmi olduğunun 199O'lı yıllarda farkına varıldığı KOBİ' ler, diğer ülkelerde önemli
ölçeklerde desteklenmekte ve korunmaktadırlar. Sanayiin kılcal damarları olduğu, öncü sektörlerin özelliklede de kazır
giyim sektörünün çoğunluğunu oluşturmaları KOBİ' lere yönelik farklı amaçlar taşıyan bölge, sektör, il, organizasyon,
üretim süreçleri, teknoloji vb. düzeylerde araştırmalar yapılmasına da ortam hazırlamıştır. Bu bildirinin hazırlanmasında
da işgücü, hammadde, makine araç-gereç açısından hayati önem taşıyan süreç planlaması ve tasarım , emek yoğun bir
sektör olması nedeniyle hazır giyim sektörü baz alınarak sorgulanmıştır. Çalışma öncelikle bir model olarak ele alınmıştır. Bu nedenle araştırma kapsamında denek sayısı az tutulmuştur. Araştırma üç farklı ilde yürütülmüştür.
Ankara firmaları fason üretim yapmadıkları için,iç pazara üretim yaptıkları için tercih edilmişlerdir. (12 firma)
İstanbul firmaları fason üretim yaptıkları için tercin edilmişlerdir.(4 firma)
Denizli firmaları iç ve dış pazara üretim yaptıkları ve tekstil sektörü ile iç içe yaşadıkları için tercih edilmişlerdir.
Araştırma verilerine literatür taraması ve anket yöntemi ile ulaşılmıştır. Elde edilen veriler bilgisayar ortamında değerlendirilmiştir. Araştırmanın bu aşamasında iller bazında bir ayrışmaya gidilmemiştir.
ARAŞTIRMA BULGULARI
Araştırma kapsamındaki firmalar ile ilgili şu saptamalar yapılmıştır:
123
•
•
•
•
•
•
Firmalann %55'i 1991 den sonra kurulmuştur.
Firmalann %50' si limitet şirkettir.
Firmalann %45'inde 1-5 arasmda idari personel çalışmaktadır. Çalışanlarm % 66.6'sı lise düzeyinde eğitim almıştır.
Firmalann % 50'sinde 30 ve daha yukan üretimde çalışan personel vardır. Bunlann % 51.4'ününeğitim
düzeyi ilkokuldur.
Firmalann % 45'inde süreç planlamasından sorumlu kişiler yöneticilerdir.
Firmalar süreç planlamasını malzeme, makine, zaman ve emek kayıplannı önlemek amacıyla ve ürün cinsine bağlı kalarak yapmaktadırlar.
FİRMALARIN UYGULADIKLARI SÜREÇ AKIŞ YAPILARI
AKIŞ TİPİ
ÜRETİM
PARTİ TIPI
ÜRETİM
ATELYE TİPİ
ÜRETİM
%40
PARTİ TİPİ
SİPARİŞE
GÖRE ÜRETİM
%35
FİRMALARIN UYGULADIKLARI SÜREÇ PLANLAMA TEKNİKLERİ
°/20
• İŞLEMLER
SÜREÇ
ŞEMASI
%J0
• SÜREÇ AKIŞ
GRAFİĞİ
°/<50
[SÜREÇ AKIŞ
ŞEMASI
Firmalann uyguladıklan süreç akış yapılanna bakıldığında atölye tipi üretim yapılarını tercih ettikleri,üretimden kaynaklana kavıplan önlemek amacıyla süreç planlama tekniği olarak işlemler tablosunu kullandıklan anlaşılmaktadır.
124
FİRMALARIN MAKİNE-ARAÇ-GEREÇ SEÇİMİNDE DİKKAT ETTİKLERİ HUSUSLAR
%50
%40
• KAPASİTESİ
VE
KULLANIM
KOLAYLIĞI
•GEREKEN
İŞGÖREN
ÖZELLİĞİ
EüSAHİP
OLDUĞU
ESNEKLİK
DERECESİ
FİRMALARIN SÜREÇ KARARLARINA ETKİ EDEN FAKTÖRLER
TALEP YAPISI OTOMASYON ÜRÜN HİZMET ÜRÜN HİZMET
DÜZEYİ
KALİTESİ
VE HACİM
ESNEKLİĞİ
MÜŞTERİYE
TEMAS
DERECESİ
Araştırma kapsamındaki firmaların makine-araç-gereç seçiminde kullanım kolaylığı olan ma kınalan tercih ettikleri,
süreç kararlarını ise daha çok müşteri ve talep yapısının etkilediklerini belirtmişlerdir.
SON ÜÇ OLARAK;
Gelişmiş ülkelerin tekstil ve hazır giyim sektörünü çevreyi kirletici özellikleri nedeniyle bu süreci yaşamak istememeleri, bu süreci az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere devretme istekleri, sektöre yönelik makina-ekipman üretiminde
yoğunlaşmak istemeleri , söz konusu teknolojileri ellerinde tutma istekleri üretim süreci az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelere kaymış ve bunlardan biride Türkiye olmuştur. Taşeronculuk ve lisans anlaşmalan gibi yöntem ve yatırımlarla
gerçekleştirilen üretimde ise Türkiye'nin teknoloji üretmesinin ve dışa bağımlılıktan kurtulmasımn güç olduğunu görmek yanlış olmayacaktır.
125
Emek yoğun bir sektör olması, hammaddeden kaynaklanan kayıpların ciddi boyutlara varması doğaldır ki beraberinde
emeğinde kaybını gündeme getirmekte, istihdamı daraltmakta işten çıkarılmalara yol açmaktadır Bunun için:
•
•
•
•
İşçi sınıfı eğitimden yoksun bırakılamaz ilkesinden hareket ederek,süresini,türünü, niteliğini işçilerin belirlediği , işçiyi kendisine ve işine yaklaştırıcı bir düzeyde hizmet içi eğitim verilmelidir.
Makine ve ekipmanda gerçekleştirilecek bir yenileşme faaliyetinin, fiziksel ve zihinsel emeği bütünleştirici rol oynamasına, çalışmanın niteliğini arttırmasına, iş süreçlerinin kısaltılmasına ve istihdamı daraltıcı
değil aksine tam istihdam ortamlarının yaratılmasına yönelik olmasına özen gösterilmelidir.
Sektörde yüksek nitelikli ve yüksek ücretli, örgütlü emeğe dayalı bölgesel düzeyde sanayi yapılanmalarına
gidilmelidir.
Öncü sektör ve ihracatın lokomotifi olarak görünen hazır giyim sektöründe daha yüksek değere ulaşılmak
isteniyorsa uluslar arası boyutta marka oluşturma çabalarına hız verilmeli, yetenekli, yaratıcı kurum, kişi,
kuruluşlara fırsat yaratılmalıdır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
-Ansal, Hacer., "Üretim Organizasyon Biçimi Olarak Anadolu Kaplanları ve Dünyadaki Benzerleri", TMMOB Makine
Mühendisleri Odası 97 Sanayi Kongresi, 1998,Ankara.
-DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı.
-DRI Europe, "typical Forms of Transnational Investments by EU Firms Outside the EU ", Panaroma of EU Industry,
Special Feature, 1995:53.
-KİŞOĞLU ,Sevil.,G.Çakar.,A.Öncü.,A.Köse.,TMMOB Makine Mühendisleri Odası 97 Sanayi Kongresi,"Anadolu
Sanayileri Araştırma raporu", 1998,Ankara.
-TİM,Türkiye İhracatçılar meclisi
-ÜRETEN,Seviç,.İşlemlerYönetimi,1998,Ankara.
12:6
f
..':
,
I
PANEL
"TÜRKİYE'DE KALİTE
KURUMSALLAŞMASI VE
POLİTİKALAR"
Oturum Başkanı: EMİN KORAMAZ
TMMOB Makina Mühendisleri Odası Başkanvekili
Sempozyum Sekreteri Remzi ERİŞLER
Panelin Konusu Türkiye'de Kalite Kurumsallaşması ve Politikalar. Fakat, çok kısa bir anıyı burada
anlatmak istiyorum; çünkü, anlatmak biraz farz oldu. Şükrü Er diye bir makine mühendisi var, geçmişte
TMMOB'un da Genel Sekreterliğini yapmış , yaşlı tabii, bizlerden çok büyük ve deneyimli bir üyemiz.
Onun başından geçen bir anı.
Türkiye'ye Alman bir bilim adamı geliyor ve bu burulmalar konusunda bir konferans verecek; ama, çok
bilimsel ve spesifik bir konu; yani, çoğu kimseyi ilgilendirmeyen bir konu bu. Salona gelecek ve bizim
Şükrü bey de bakıyor salonda kimse yok, Almanlara karşı ayıp olmasın diye iniyor, alt katlarda bir
yerden ilgisiz böyle insanlardan topluyor 25 kişi getiriyor oraya, Alman konferansı veriyor, sonra
çıkıyor, her şey bitiyor "ya" diyor "dünyayı dolaştım, beni hep 2 ya da 3 kişi dinlerdi" diyor, "bu çok
spesifik bir konu; ama, Türkiye'de bu kadar ilgiyi hayretle karşıladım" diyor. Bir de şöyle bir olay oluyor,
Şükrü bey verecek konuşmacı, geliyor salona 1 kişi var, o da tabii "1 kişi de olsa biz bunu veririz" diyor
yani, "görevdir" diyor ve okuyor bildirisini, tam giderken salonda 1 kişi var o da gidiyor kapıyı tutuyor,
kilitliyor "Şimdi sen dinleyeceksin, bende diğer konuşmacıyım" diyor.
Şunun için söyledim. Bu sempozyum için epey çaba harcadık biz; gerçekten, parasızda bir
sempozyum, sanıyorum içeriği de iyi, katılım daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum, duyurusunu da
yaptık; başka ne yapmak gerekirdi bilemiyorum. Protokolü göremedik; ama, bence daha da iyi oldu,
daha sade, içten bir ortamdı bu. Panelin tartışmalı geçmesini diliyorum. Yaptığım bazı konuşmalardan
da bazı konuşmacıların çok katı davrandığını, çok radikal şeyler söylediğini aldım; fakat, bu çok iyi bir
şey; yani, nereden baktığınıza bağlı gerçeklerin yorumlanması, herkese göre değişebilir, her çağa, her
düzeye göre değişebilir; ama, buraları erdemli, onurlu ve özgür ortamlar, çıkıp konuşmak serbesttir,
her türlü düşünce burada temsil edilebilir, ifade! edilebilir. Bunu tekrar belirtmek istiyorum ve oturumu
yöfletmek üzere TMMOB Makina Mühendisleri Odası Başkan Vekili Emin Koramaz'ı davet ediyorum.
Buyurun.
127
EMİN KORAMAZ (Oturum Başkanı) - Sevgili konuklar, dostlar; sempozyumumuzun son oturumu
olan panelimizi açıyorum.
Panelimizin konusu "Türkiye'de Kalite Kurumsallaşması ve Politikalar" Ben konuşmacıları masaya
davet ediyorum okuduğum sırayla. Prof. Dr. Alp Esin ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümünden, Doç.
Dr. Hüseyin Uğur TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Ulusal Metroloji Enstitüsünden, Ahmet Altekin
KAL-DER Bursa Şubesinden, ismet öztunalı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinden, Ahmet
Parlamış TSE Bursa Bölge Müdürlüğünden. Ben panelistlerimize "hoş geldiniz" diyorum yeniden.
Değerli konuklar, iki gündür, uzunca bir süre iki gün kalite konusunu tartıştık. İnsanoğlunun tarihini
incelediğimizde insanoğlunun tarihinin doğaya karşı bir mücadele tarihi olduğunu biliyoruz. Bu
mücadelenin merkezinde de özellikle 19.Yüzyıldan sonra biz mühendisler varız. Biz Makine
Mühendisleri Odası olarak bir uzmanlık alanımız olduğu için kalite konusuyla oldukça ilgiliyiz. Her iki
yılda bir TMMOB Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği adına yapmış olduğumuz Sanayi Kongrelerinin
vazgeçilmez bir alt başlığı kalite konusu. Yine 1995 yılından itibaren kalitenin bir alt başlığı olan ölçüm
bilim konusunda Eskişehir'de ölçüm Bilim Kongreleri düzenliyoruz, yine bu kongre 7-8 Ekim 1999
tarihinde Eskişehir'de yeniden gerçekleştirilecek. 45 yıllık bir tarihi olan Mühendis ve Makina
Dergimizin her yıl periyodik olarak bazı sayıları kalite konusuna ayrılır; yani, kalite konusunda yapmış
olduğumuz çalışmalar oldukça fazla; ama, bütünlüğü kalite olan, kalite konusunda adı kalite olan bir
sempozyumu Bursa'da ilk kez gerçekleştiriyoruz ve bununda mutluluğunu duyuyoruz sizlerle birlikte
bu sempozyumu gerçekleştirmekten ve tamamlamak üzere olmaktan, ilginç bir tesadüf, Osmanlılar
zamanında kalite konusunda ilk şahadetnamede Bursa'da yayınlanmış, değerli hocalarımız bilirler, adı
da "Kanunnameyi İktisabı Bursa" 1502 yılında bu belge yayınlanıyor, yine biz de bu sempozyumu
Bursa'da gerçekleştiriyoruz.
.
f
Sempozyumun başladığı andan itibaren çeşitli noktalarıyla panelimizin konusu tartışıldı. Belki de bu
oturumlardan en ilginci, en çok ilgi çekeni insan kalitesi üzerine yapılan oturumdu. Yaşam kalitesine
yapılan bu vurgu, yaşadığımız Marmara Depreminde kaybettiğimiz, bunca canı kaybettiğimiz Marmara
Depreminde ülkemizde sistemin ne hale geldiğini gözler önüne serdi belki de. Türkiye'de sanayileşme
ve demokratikleşmenin ilk adımının atılmaya başlaması yaklaşık 50 yıllık bir süreç. Bu süreç aynı
zamanda ülkemizde sistemin iflasının da bir göstergesi, kalite açısından da durum böyle.
j
Sempozyumda yapılan tartışmalardan izlediğim kadarıyla, özellikle tüm konuşmacıların üzerine vurgu
yaptığı konu, kalite deyince sadece ürüne ve sisteme yönelik verilen ya da alınacak belgelerin yeterli
olduğunun sanıldığı bildiriliyor tüm konuşmacılar tarafından. Biraz belki de öyle oldu, özellikle 80'li
yılların başından itibaren NATO Konsepti çerçevesinde askeri tesislerde başlayan sistem kalitesi
belgesi almak bir virüs gibi toplumun tamamına yayıldı. Karakollar, emniyet müdürlükleri ISO 9000
belgesi alır oldular, hatta bazı belediyeler seçildikleri zaman belediyeleri Toplam Kalite Yönetimiyle
yöneteceklerini vaat ederek seçim kazandılar, Bursa Belediyesi de bunun en tipik örneği. Ancak, şunu
görüyoruz, parçalı yapılar, parçalı gidişler bir tarafından, sadece bir tarafından tutma sorunları
çözmüyor, her şey eski tas eski hamam devam ediyor. Açılış konuşmasında da belirtmiştim, kalite
bütünlüklü bir kavram, bütünün doğru işlemesi için bütünü oluşturan her parçanın birbirleriyle ilişkisi ve
parçaların niteliğinin nitelikli olması bütünün niteliğinin de artmasına hizmet verecek.
j
/
Ülkemizde her konuda olduğu gibi kalite konusunda da parçalı bir yapı var. Şöyle bir araştırdığımızda
kalite konusunda kendilerine kuruluş yasalarıyla görev yüklenen kurumlara baktığımızda Sanayi ve
Ticaret Bakanlığını, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını, Orman Bakanlığını, Hazine ve
Dış Ticaret Müsteşarlığını, TSE'yi, TÜBiTAK'ı, Ulusal Meteoroloji Enstitüsünü, Milli Prodüktivite
Merkezini, Türk Mühendis Mimar Odaları Birliğini ve TOBB'u görüyoruz, üniversiteleri görüyoruz. Her
biri kendi alanında kuruluş yasalarıyla yetkilendirilmiş bütün bu kurumlar ürün belgelendirme, eğitim,
sistem belgelendirme, ürünün denetlenmesi konularında bir dizi faaliyette bulunuyorlar. Ancak, bunca
128
kurum varken ülke genelinde kurumsal bir yapı oluşturulamıyor. Meclis saflarında yıllardır bekleyen
Ulusal Akreditasyon Yasası bir türlü çıkartılamıyor. Neden çıkartılamıyor acaba bu yasa? Bu tasan
eğer yasallaşırsa sorunun çözümüne ne ölçüde katkıda bulunacak? Bu model ülkemize uygun mudur?
Ülkemizin geleceğe yönelik kalite politikaları neler olmalıdır? İşte bugün burada üniversitelerimizin,
Türk Standartları Enstitüsünün, Ulusal Metroloji Enstitüsünün, sanayimizin, Türk Mühendis Mimar
Odaları Birliği temsilcisinin katıldığı bu panelde bu konuyu işleyeceğiz ve siz değerli katılımcıların da
görüşlerini alacağız.
Saat 18.00'de salonu boşaltmamız gerekiyor, bizden sonra başka bir programı varmış otelin, onun için
de zamanı çok verimli kullanmamız gerekiyor, 150 dakikamız var yaklaşık, bu 150 dakikanın ilk 80
dakikasını 20'şer dakika konuşmacılarımıza sırasıyla bırakacağım, 20 dakika salona açacağım
tartışmayı, kalan zamanı da konuşmacılara sizden gelen soruları yanıtlaması ve ilk turda eksik
bıraktıkları konuları tamamlamaları için ikinci bir süre vereceğim.
Ben ilk sözü Prof. Dr. Alp Esin'e vermek istiyorum ve kayıtlara alındığı için özgeçmişini bir kez daha
okumak istiyorum.
1962 yılında ODTÜ'den lisans, 1963 yılında yüksek lisans, 1967 yılında Londra Üniversitesinden
doktora derecesini almış kendileri. Tasarım, malzeme, üretim, kalite uzmanlık alanları olup, bu konuda
60'ın üzerinde yayını var. 1992 yılından beri yoğun biçimde kalite sistemleri ve uygulamaları üzerinde
çalışmış, İstanbul Sanayi Odası, KOSGEB ve ODTÜ'nün bu konudaki etkinliklerinde görev almıştır.
Buyurun efendim.
Prof. Dr. ALP ESİN (ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü) - Efendim izninizle ben önce
kurumsallaşmadan ne anladığımı sizlere açıklayayım, ümit ederim katılırsınız.
Türkiye'de kalite konusunda benim gözlemlerime göre yapılan en büyük yanlışlardan biri kalite
çabalarını, insanın normal insanın kaliteye ilişkin özelliklerinden farklı uhrevi bir konu gibi görmek.
Halbuki günlük yaşamımızdaki sorunlarla, kalite sorunları arasında birebir ilişki var. Onun için bunları
gereksiz değişik boyutlara getirip, değişik çözüm yollan aramak bizi verimsizliğe itiyor.
Kurumsallaşmayı ben şöyle anlarım. Bir kişi, tamam, çok kibar ve nazik bir insandır, baktığınız zaman,
hani asalet bir elbise gibi üstüne oturur, hatta yaptığı göreve bakarsınız, dersiniz ki "hayret, bu görevi
nasıl yapıyor" çok daha değişik üst görevlere layık görürsünüz. Bir kurumda da kalite
kurumsallaşmışsa elbise gibi üstüne oturur. Hatta bu konuda biraz daha iğneyi batıralım, kibarlık
taslayana Anadolu tabiriyle ne derler "kırıldın" derler. Baktığınız zaman kalite çabası içinde olan birçok
kuruluşa "amma da kırıldın" demeye geliyor; çünkü, üstünde eğreti duruyor.
Bu konudaki ikinci gözlemim de şu: Bir şeyi kaliteli yapan iyi, kolay ve zarif yapar. Bunun en yakın
örneğini sporda görüyoruz. Bakın bir Hagi, Michael Jordan en zor hareketleri büyük bir kolaylıkla ve
zarafet içinde yapıyor. İşte bir kuruluşta kalite eğer o kuruluşun özü haline dönüşmüşse kalite
konusunda yaptığı her iş hiçbir çaba göstermesini gerektirmeden güzel, zarif ve göze hoş gelen
biçimde yapılır, bilmem bu tanıma katılıyor musunuz?..
Bu noktaya ulaşmadan hiçbir kuruluşta biz kalite kurumsallaşmıştır diyemeyiz. Bunun değişik
nedenleri var. Dün sanıyorum ki ben burada yoktum, çok daha değişik boyutlarda tartışılmış, tabii ki bir
ülkede, bir kuruluşun varabileceği kalite düzeyi o ülkenin günlük yaşam düzeyinden fazla uzağa
düşmez, örneğin, bazı sanayi kuruluşlarına gittiğimizde bakıyorum öğle yemeğinde bulaşık yıkanan
yerde el yıkanıyor veya hiç elini yıkamadan işçi sofraya oturuyor. Bir gün dedim ki sahiplerine
129
"Beyefendi çapak yiyen bir işçinize siz parçanın çapağını temizle alıcıya ayıp olur" kavramını nasıl
verirsiniz dedim, adam çapak yiyor dedim. Ufak ufak şeyler kaliteye yol açar.
Aynı şey şehircilik hizmetlerimizde de oluyor. Ben her zaman şunu söylemişimdir. Fırınları, lokantaları
denetlettirdiğimiz memurlar, evlerindeki temizlik anlayışı nedir?.. Kendi evinde olmayan bir temizlik
anlayışını siz 9'dan 5'e kadar memur olarak uygulamasını nasıl beklersiniz. Dolayısıyla kalitenin
kuruluşlarımızda kurumsallaşmasının temel koşulu birey olarak hepimizin yaşadığı, doğduğu,
büyüdüğü yerlerde kalitenin topyekün gelişmesidir.
Bunların ilgili politikalara veya sorunlara baktığımızda kuruluşun büyüklüğüne veya küçüklüğüne göre
ortaya değişik boyutların çıktığını görüyoruz. Bunların duraksamasız tabii başında, üst yönetimin
tutumu geliyor. Türkiye'de özellikle küçük sanayi dediğimiz bölümde bu kalite konusunda üst yönetim
dışarıdan bir zorlama olmazsa, anket sonuçlarının da gösterdiği gibi kalite konusunda bir duraksama
içinde; yani, uysun mu, uymasın mı. Bu duraksamanın en büyük nedenlerinden biri de psikolojik, bunu
da açık seçik kabul etmemiz lazım. Yeni gelişmelere; yani, sabah vurguladığım gibi değişime ayak
uydurmak isterse uyduramıyor; çünkü, kabul edelim bu değerli sanayicilerimizin çoğunluğu genç yaşta
bu işe atılmış, emek vererek kuruluşu bir noktaya getirmiş; fakat, bundan daha öteye giderse
kuruluşun kendi elinden çıkacağını zannediyor; yani, ben şuna benzetirim. Bir anne-baba düşünün,
12-13 yaşına kadar çocuğunu büyütmüş, ondan sonra diyorsunuz ki "bundan sonra bu çocuğu sen
büyütecek ehliyette değilsin, bu çocuğu başkasına ver, başkası büyütsün" Türkiye'de bu çok ciddi bir
küçük sanayici problemidir, yani, bu değişimi isterken çok dikkatli olmak gerekiyor; çünkü, onlar
psikolojik olarak, haklı olarak bu değişimi kuruluşlarının elinden gitmesi biçiminde görüyorlar. Bu da
ister istemez eski alışkanlıklarına neden oluyor. Mesela çırak kullanılırken meslek liselerinden yetişmiş
veya eleman kullanılırken çırak demeyelim, çok ilkokul mezunu kullanmalarının önemli bir nedeni,
onları kendi anlayış ve biçimlerine göre yetiştirebilmelerinden gelen kolaylık; çünkü, öbür taraftan
geleni kendi biçimlerine uyarlamaları hemen hemen imkansız oluyor veya zor oluyor. Halbuki öbürünü
aldığı zaman küçük yaştan itibaren kuruluşun iyi veya kötü alışkanlıklarını da birlikte ediniyorlar. Bu
şimdi kalitenin kurumsallaşması açısından Türkiye'de önemli bir problem.
İkincisi, alıcıların değişkenliği; yani, bunu da kabul edelim. Kalitenin düzeyini alıcı tayin eder. Bilhassa
küçük sanayicimiz değişken alıcı kesimiyle karşı karşıya, bir kısmı haklı olarak geliyor kaliteli ürün
yahut kalite düzeyi yüksek ürün istiyor, bir kısmı geliyor "çabuk ver, nasıl olursa olsun" diyor. Bunu bir
işyeri iki başlı canavar olamaz, her alıcının değişkenliği bizim bilhassa günübirlik yaşayan küçük iş
yerlerimizi en başta tehdit eden noktalardan biri; yani, buralarda kalitenin kurumsallaşmasını
istiyorsak, bunları bulundukları şu andaki durumdan kurtarıp, organize edip, gerçek anlamda bir yan
sanayici haline getirmemiz lazım. Aksi halde bu değişkenlikle bizim özlediğimiz biçimde ve düzeyde
kalite sistemi kurabileceklerine inanamıyorum.
Diğer korkularından bir tanesi de, Türkiye maalesef bu konuda çok geç kaldı. Gerek ingiltere, gerek
Almanya olsun bu ISO 9000 veya benzeri kalite sistemlerini küçük sanayiye uyarladı, hani sofrada
daha basitleştirerek söylediğim gibi bunun farzını sünnetini ayırdı küçük sanayici için. Biz bunu
yapmıyoruz, yapmayınca küçük sanayicinin karşısına 22 tane şekilci maddeyle çıktığımız zaman
sanayici haklı olarak korkuyor. Halbuki bunların bir çoğunu farkında dahi olmadan uyguluyor ve bu
konuda ISO 9000'lerinde zaten bir zorlaması yok. Bir iş doğru yapıldıktan sonra diyor, bunu nasıl
doğru yaptıracağın senin kullanacağın yöntem beni ilgilendirmez, yeter ki her zaman doğru yapıldığını
bana göster diyor, mesele bu kadar basit. Bunun yerine biz şekilcilik istiyoruz, hatta İSO'nun bu
şekilciliği geçmişte o kadar sıkıydı ki, bir firma ingiltere'de, sonradan bilimsel makale olarak
yayınlamış, tek kişilik bir firma ISO 9000 belgesi alıyor, bunu alabilmek için diyor, sağ elimle oturdum
sipariş verdim, sol elimle şikayet mektubu yazdım, şunu yaptım, bunu yaptım; yani, evrakı
tamamladım bir kişilik firmaya ben ISO 9000 aldım. ISO 9000'in tabii kendine göre gerekleri var, fakat,
130
kabul edelim ki bu kalite sistemleri temelde büyük firmaları hedef almışlar. Dolayısıyla bunun da küçük
firmalara uyarlanması konusunda dikkatli olmamız lazım.
Diğer önemli bir nokta da kalitenin kurumsallaşmasında bilmem dikkatinizi çekiyor mu, kullanılan
teknoloji veya üretimin biçimi çok önemli; yani, üretim bir sürece dayalıysa büyük bir çoğunluğu
otomasyon veya mekanizasyon şeklinde problem çözümleniyorsa bu gibi kuruluşlar, dikkat edin büyük
kuruluşlarımız dahil, kaliteyi yakalamakta veya belirli kalite düzeyine ulaşmakta kolaylaşmıştır. Çünkü,
sabah bahsettiğim gibi İSO'nun bahsettiği kalitenin yönlerinden tasarım ve üretim kalitesinin büyük bir
bölümü sistemin tasarımıyla esas sistemi kuran firma tarafından halledilmiştir. Demek ki ortada kalite
sorunu sistemin iyi JDir şekilde işletilmesine kalıyor. O bakımdan bu tartışmanın bu gözle de görülüp,
bu ayrıntılara inilmesinde yarar olduğuna inanıyorum. İsterseniz konuşmaların gelişine göre tekrar
devam ederiz.
BAŞKAN - Sayın hocama teşekkür ediyorum.
İkinci konuşmacıya geçmek istiyorum. İkinci konuşmacımız Ahmet Altekin, kendisi "Kalite konusunda
sanayi gözüyle" diye birtakım bilgiler verecektir, Ahmet beyin özgeçmişini okuyacağım.
Shefild Üniversitesinden metalürji mühendisi ve Piza Üniversitesi italya'da kalite yönetim mastırı
yapmış. 1982 yılından beri TOFAŞ'ta çalışıyor, TOFAŞ'ta giriş kontrol, teknik irtibat servis
sorumluluğu, süreç ve entegrasyon proje yöneticiliği yapmış. KAL-DER Bursa Şube Başkanı. Yine
TOFAŞ'ta kaliteyle ilgili KOÇ Holding Otomotiv Grubu Yan Sanayi Değerlendirme ve Planlama
Geliştirme Projesi sorumluluğu, TOFAŞ ISO 9001 belgelendirme projesi sorumluluğu, TOFAŞ 2000
Projesi iyileştirme Ekipleri Rehberi oluşturmuş. KAL-DER'de ise TÜSİAD KAL-DER kalite ödülü, masa
başı değerlendirme ve saha ziyaretlerinde değerlendirici, baş değerlendirici görevlerinde bulunmuş.
TÜSİAD Kalite Ödülü organizasyon sorumlusu ve değerlendiricisi.
Buyurun Ahmet bey.
AHMET ALTEKİN (KAL-DER Bursa Şube Başkanı) - İSO'ya göre Ahmet-1, Ahmet-2 diye ayrılıp,
bunun için bir talimat yazmak gereği doğmuş olabilir.
Ben aslında konuşmamın bittiği zaman kurumsallaşma konusunda bir reçeteyle tabii ki bitirmiş
olmayacağım; ancak, bir iki düşüncemi aktarmak istiyorum.
Kurumsallaşmadan bahsettiğimiz zaman bir değişimden bahsediyoruz demektir. Çünkü, mevcut bir
yapıdan başka bir yapıya doğru gitmek istiyoruz ve bu sırada nasıl politikalar uygulanmalıydı soru;
yani, değişimi ne tür bir özendirmeyle kuvvetlendirebiliriz gittiğimiz yönün doğru olduğunu varsayarsak
ve bunu en hızlı bir şekilde, en etkin bir şekilde nasıl gerçekleştirebiliriz; bir değişimden bahsediyoruz
sonuçta.
Değişim sürecine baktığımız zaman bu ister şirketler için olsun, ister toplumlar için olsun temel
yönlendirici, kuralları birbirinden çok farklı değil. Değişimin pek çok nedeni olabilir ama, bunların bir
analizini yaptığımız zaman iki sınıf altında toplayabileceğimizi görüyoruz. Bir tanesi değişime ikna
olmaktan ötürü meydana gelen bir değişim motivasyonu, diğeri ise dış zorlamaların sonucunda
meydana gelen bir değişim isteği. Dış zorlama derken burada tabii ki kasıt şu; işte benim iki şapkam
var, TOFAŞ'ta şapkamı takarsam, biz yan sanayiye diyoruz ki "git kendine şu sertifikayı al, yoksa
gelecek yıl senden parça almam" yahut da Avrupa Birliği diyor ki "şunu şunu yapmazsan sana böyle
ürün satma hakkını vermem." Yani, zorlama derken bu tür zorlamalardan bahsediyorum.
131
Bu durumda tabii ki iki tane ayrı mekanizma gündeme gelmiş oluyor. Bunlardan bir tanesi kültürdeki
değişiklik sonucu meydana gelen değişimler -ki bu da sonuçta işte birkaç yılın moda tabiriyle
"paradigma" yahut da "dünya görüşü"nün değişmesi sonucu meydana gelen bir motivasyon- diğeri ise
büyük çapta, hocamızın da bahsettiği gibi prosedürleri değiştirme, bir tarafta yazılmış 20 tane madde
varsa, o 20 tane maddeyi herhangi bir şekilde ISO 9000 mantığında düşünürsek; acaba ben kendi
kurumuma nasıl uygularım diye bir çaba ve bunda dışarıdan danışmanların yardımıyla bir tür üzerine
oldurtma çabası.
Tabii aslında bu zorlamanın da bir süre sonra bir kültür değişikliğine yol açma ihtimali olduğu
tartışılabilir, zaten bu da çok tartışılan konulardan bir tanesi; acaba, zorlama ve sınıf geçme mantığı
kendisini gerçek bir paradigma değişikliğine hakikaten bırakabilir mi. Bu noktada kurumların ve
toplumun içerisindeki liderlik çok önemli oluyor; çünkü, doğru liderliği yakalayabilen bir şirket yahut da
bir toplum ister dış zorlamayla gelsin, ister kendi içindeki dinamiklerle bir kendi kendini ikna yöntemiyle
bir motivasyona sahip olsun, içinde bulunduğu durumu gerçekten değiştirebilecek ve değişimini de
özümseyerek, benimseyerek ve sürekli hale getirecek kurumlarını, iç kurumlarını yaratarak başarmayı
sağlayabiliyor.
Burada tabii soru şu olabilir toplumsal açıdan düşündüğümüz zaman, şirket açısından
düşündüğümüzde belki olay daha kolay, toplumsal açıdan düşündüğümüzde hangi faktörler işin içine
girecek. Bunlardan bir tanesi mutlaka yasal kurumlar ve yasal çerçeveyle gelen veya resmi çerçeveyle
gelen ve toplumsal fonların şu ya da bu şekilde kullanılmasını etki eden yasalar, yasal çerçeveler,
özendirme teşvik tedbirleri gibi hususlar. Bir diğer husus ise, şirketin veya toplumun o kesiminin veya
tüm toplumun kültürüne doğrudan hitap eden ve bunu değiştirmeye çalışan faktörler. Ben bunların
arasında en önemlisini, sivil toplum örgütlerinin ortaya çıkışı, kuvvetlenişi ve toplum içerisinde gerçek
bir paradigma değişikliğine yol açma açısından önemine işaret etmek istiyorum bu noktada. Çünkü,
yasal zorlamalar veyahut da yasa dışı, yasal olmayan demeyeyim de, yasaların dışındaki
zorlamalardan kaynaklanan motivasyon sonuçta bir sınıf geçme kültürüne yol açacaktır. Bu da sadece
sınavlardan önce çalışma, teftişten önce evini, tuvaletleri vesaireyi temizleme gibi önlemlere yol
açacaktır ama, iki teftiş arasında, iki denetim arasında bütün yapı olduğu gibi eskisine dönecektir.
Sivil toplum örgütlerinin varlığı ise toplumun içindeki organizasyonun değişmesiyle mantık değişimine,
paradigma değişimine yol açmak için en önemli faktörlerden biri olacaktır. Sivil toplum örgütleri
derken, işte burada çeşitli sivil toplum örgütlerinin de bir araya geldiği bir platformu görüyoruz. Biz
KAL-DER olarak kendimizi böyle bir değişikliğin motive edici bir unsuru olarak görüyoruz. Tabii burada
bu platform bunun yeri değil ama, bu tür sivil toplum örgütlerinin gelişmesi için acaba resmi çerçeve
nasıl tanımlanabilir, bu belki tartışılabilir ama, çok önemli olan bir nokta, ki ben konuşmamı şimdi
burada kesmek istiyorum. Gerçekten bu paradigma değişikliğine yol açan bir motivasyonla değişimi
sağlayacaksak sivil toplum örgütleri çok önemli. KAL-DER bu açıdan bakıyoruz çok önemli. Diğer sivil
toplum örgütlerinin bu alandaki çalışmaları çok önemli ama, son olarak şunu da söyleyeyim. İlla bu tür
çalışmaların etkisi kalite başlığı altında olmak durumunda değil, hatta tam tersine, şunu söyleyebilirim
ki, bir Uzakdoğu şiiri var, "10 yıl bambu çiz, bambuyu unut" sonuçta çizdiğinin bambu olup olmadığını
bile unutman gerekir; yani, eğer kaliteden bahsediyorsak, bir paradigma değişikliğiyle kaliteyi
özümsemekten bahsediyorsak, kaliteden konuştuğumuzu bile unutmak zorundayız, öyle ki, kendi ilgi
alanımızda misyonumuzun tanımlamış olduğu alandaki faaliyetlerimiz ve varlığımız zaten kalitenin
kendisi hale gelmek zorunda.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum.
132
Konuşmaları bir toparlama yapmak istemiyorum, en sonunda genel bir toparlama yapmak istiyorum bu
bütünlüğü bozmamak açısından; çünkü, ikinci turda tekrar söz vereceğiz konuşmacılarımıza.
Ben üçüncü konuşmayı Türk Standartları Enstitüsüne vermek istiyorum. Kalitenin bir ayağını
oluşturuyor, standardizasyon ayağı Türk Standartları Enstitüsünün görevi. Şu ana kadar yapılan
konuşmalardan genel bir Türkiye kurgusundan ziyade işletmelerde kalitenin sağlanması açısından
genel politikaları ne olmalıdırı aldık. TSE'den de bu konuda şimdiye kadar yapılan çalışmalar,
kurumsallaşma konusunda yapılan çalışmalar, TSE'nin bu çalışmalar içerisindeki misyonu ne olmalıdır
gibi bir herhalde sorunun cevabını alabiliriz. Ben Ahmet beyin de özgeçmişini okuyarak sözü vermek
istiyorum.
Kendileri TSE Bursa Kalite Müdürü. Hacettepe Üniversitesinden elektrik mühendisi olarak mezun
olmuş. TSE Ankara Elektrik Laboratuarı, istanbul Kalite Müdürlüğü yapmış, yine konusuyla ilgili
yüksek gerilim kablo deneyleri alanıyla ilgili Berlin'de 1 yıl Siemens'in açmış olduğu bir eğitim kursunu
bitirmişler.
Buyurun Ahmet bey.
AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Türk Standartları Enstitüsü olarak kalitenin
kurumsallaşması ve çağdaş manada bir seviyeye oturması açısından bunun öncelikle Türk
Standartları Enstitüsü ilk Türkiye'de temellerin atılmasında ön ayak olmuş bir kuruluştur; yani, ben
şunu hatırlıyorum, benim yaşım çok genç olmasına rağmen Türkiye'de kalite lafının hiç dolaşmadığı
zamanlarda Türk Standartları Enstitüsü bir müdürlük kurdu bu manada. Bu müdürlük 3-5 yıl önce hiç
kimsenin önünden geçmediği bir müdürlük idi, o zamanlar biz elektrik laboratuarında görevliydik. Bu
laboratuar çalışmalarını yaparken bu müdürlükte daha ziyade arkadaşlar kaynak araştırması
yapıyorlardı; yani, o konuyla ilgili olarak yılda birkaç kişinin teşrif etmediği bir bölüm idi, bundan çok
değil 7-8 sene önce. Bundan sonra tabii bir atılım çalışmaları oldu, belgelendirme faaliyetleri başladı,
eğitim faaliyetleri başladı paralel olarak. Şu günlerde de bir gerileme gözlemleniyor; yani, bu Türk gibi
başlayıp, bir noktadan sonrada her konuda olduğu gibi çok büyük bir dinamizmle olaya başladık ve bir
noktadan sonrada bir atalet içine girdik. Benim gözlemim tabii bu, şahsi gözlemim. Fakat Türk
Standartları Enstitüsü bunun geleceğe birtakım yatırımlar yapması için okullarda, belki o yaştaki
çocukları olanlar bilirler, kalite dersi okutulması amacıyla Milli Eğitimle birtakım ortak çalışmalar
yapmış, kalite bilincinin oluşturulması için okullarda ücretsiz kitap dağıtımı ve öğretmenlere birtakım
dersler verilmiş, geleceğimizin kalite bilincinde olan insanları yetiştirebilmek için birtakım
teşebbüslerde bulunmuş; fakat, zannediyorum bunlarda yeterli olmamakta ki, kaliteyle ilgili eğitimler,
paneller böyle boş geçmekte.
Bizim sistem bilincinin oluşması açısından millet olarak da bir zafiyetimiz var gibi geliyor. Sisteme
yatkın bir millet değiliz; yani, biz mutlaka bu belli bir sistemin bir açığını bulup o sistemi o yönüyle
zayıflatmayı bir marifet olarak algılıyoruz nedense. Tabii sistem kurma çalışmalarında da çok bilinçsiz
bir şekilde başladık. Bir sistem kurmak adı altında kâğıt israfından öteye gitmeyen, kimseye de faydası
olmayan birtakım çalışmalar Türkiye'de maalesef yapıldı. Tabii bunun bu yönüyle firma sahibine ya da
işletme sahiplerini buna inandırmak, kalitenin kendisi için bir kazanç sağlayacağına inandırmak bu
vesileyle güçleşti. İnsanlar günden güne bu tür çalışmaları bir yasak savma hadisesi haline getirdiler.
Şu anda kalite hangi noktada derseniz, bizim penceremizden bakıldığı yönüyle kalite, belli
payandalarla, maalesef Türkiye'de payandalarla devam ettirilmeye çalışılıyor; yani bu konudaki
dinamizm. Nedir bu payandalar? İşte gümrüklerdeki birtakım muafiyetler, birtakım kuruluşların, demin
de Ahmet beyin bahsettiği gibi "ben senden şu belgen olmazsa bu malını almam" bu tür zorlamalar, bu
ve benzeri. Bunlarla bir noktaya kadar gidilebilir; fakat, bunun belli bir noktada tıkanacağını hepimizin
bilmesi lazım; yani, payandalarla bir mesafe alabiliriz, birtakım kamu zorlaması, birtakım rüşvetler;
133
yani, gümrükte kontrole tabi olmaksızın mal çekebilmek bir rüşvettir. Bunu belge almış bir kuruluşa
tanıyorsunuz ki belge alınmasını teşvik amacıyla; fakat, bunun arkası gelmiyor, sadece gümrüğe işi
düşen şirket ya da TOFAŞ'a mal satacak şirket ya da büyük müşterileri; ama, bu zorlamanın esas
bence nihai tüketiciden başlaması lazım. Yani, müteşebbisleri, kuruluşları zorlayan dinamizmi nihai
tüketiciden başlarsa, tabii bunun içinde bir eğitim seferberliği başlatılması lazım, bu da kendiliğinden
başlayacak değil, insanın, bir kere Türk insanının demesi lazım ki ben dünyanın neresinde üretilirse
üretilsin, en kaliteli mal ne ise onu kullanmaya hakkım var demesi lazım.
Tabii biz öyle yetişmedik, biz yerli malıyla yetiştik veya başka şeylerle yetiştik; yani, başka politikalarla
yetiştik başta biz ve bu politikalar çok sık değişti; yani, bugün için üretilen ürünler ile ilgili olarak sivil
derneklerin eleştirisini almamak için üretici firmalar son derece titiz davranıyor ve bu kuruluşlardan son
derece çekinirler. Birtakım kanunlarla da tüketicilerin hakkı korunmuyor; yani, kanunu çıkarıyoruz;
fakat, kanunun dahi iletiminde, kanunun bilinip benimsenmesinde ve insanların hak arama noktasında
göremiyoruz; yani, böyle aktif değiller ve bu kanunlar da yeterli olmuyor. Tüketici Kanunu var, tabii
birçok tüketiciyi haklar tanıyor, bu konuda da maalesef, bu kanunda çıkalı birkaç sene oldu; yani, yeni
de değil, pek fazla bir mesafe alamadık.
Benim kanaatim Türkiye'de bu kalitenin kurumsallaşmaması, tabana yayılmaması, tabii başka
politikalar da etkili; yani, bir entelektüel boyuttan aşağı indirgememekte bir sorun olarak karşımıza
çıkıyor; yani, kalite sadece belli bir tabakanın işidir, onun dışındakiler kaliteyle fazla iştigal etmese de
olur gibi bir zihniyet de burada tabii ki çok zararlı. Kalite toplumun her kesiminin, herkesin ihtiyacı ve
kalitenin tanımı konusunda da anlaşmak lazım. Kalite, bizim tamamen ihtiyaçlarımızdan kaynaklanan
bir olay; yani, bir ürünün, hizmetin ya da her ne ise bir şeyin kaliteli ya da değil tanımlamasını yapar
iken biz kendi ihtiyaçlarımızı göz önünde bulundurmamız lazım; yani, biz istemeyi bilen bir toplum
olamadık maalesef bu kısa süre içinde, bununda altyapı ve eğitim sistemimizin de birtakım
noksanlıkları var, eksiklikleri var. Politikalarımız, tabii ki çok sık değişmesi, temel politikaların
benimsenmemesi, ülkenin bir kalite politikası yok; yani, temel bir kalite politikası. Japon ürünleri için
çok kısa bir geçmişte "Japon malı, tapon malı" deniliyordu; yani, kimse Japon malına dönüp
bakmıyordu bile; ama, bugün Türkiye'de üretilen ürünler için "Rusya'da Türk malı satılmaz" deniliyor;
yani, o şekilde ifade kullanılan işletmeler revaçta Rusya'da. Rusya gibi bir ülkede, bugün sistem olarak
iflas etmiş bir ülkede "Burada Türk malı satılmaz" denmesi, oranın, işletme için bir reklam unsuru; yani,
bu demektir biz kendimize bu konularda bir çeki düzen vermemiz gerekir; yani, biz ne üretirsek
üretelim zamanını çoktan geçtik. Üretelim, tamam ama, satamadıktan sonra üretmenin de bir anlamı
yok, kaynak israfından da öteye gidemeyiz gibi geliyor.
Bilemiyorum belgelendirme konusu bizim nazarı itibarımızda tamamen ticari bir metadır; yani,
belgelendirme çok önemli bir hadise değil, önemli olan kalite konusunda Türkiye'nin ulusal
politikalarını benimsemesi ve bu konuda taviz vermeden ilerlemesi. Yani, bugün Türkiye ihracatında
kurtlu mercimeği gönderince bir daha o mercimeği ya da üzümü gönderme şansı yok. Yani, ithalatta
birtakım kontrole tabi ürünler, ihracatta da birtakım kontrole tabi. Fakat, mesela ISO 9000 belgesi alan
bir firmanın ihracatta, gıdada, tarım ürünlerinde herhangi bir kontrole tabi tutulmaksızın ihraç edebilme
hakkı var; yani, bu ne demektir?.. Bu bir taviz; yani, bir rüşvet bir nevi; ama, bunun sonucu olarak
kalite maalesef değişmiyor. Buradan gönderdiğimiz ürünler sürekliliği olmadığı için bir kere iyi, iki kere
iyi, üç kere iyi, dördüncüsünde Türk usulü olduğu için maalesef bizim ihraç ettiğimiz ülkelerde de son
derece bir değişim var. Mesela Rusya'ya ihracatımız üç yıl sürekli arttıysa, ondan sonra kesik bir
düşüş var ve bir daha da orayla iş yapamaz hale gelmişiz. Bunlar son derece çarpıcı istatistik veriler;
yani, bizim ihraç ettiğimiz ürünlerin çeşitlenememesi, tabii ki bizim müşteriye bakış açımızdan
kaynaklanıyor ve bu bence çocukluk seviyelerinden gelen bir şey. Çocuklukta biz müşteriye
velinimetimizdir diye bakıyorduk ki bence bu toplam kalitenin altyapılarından biridir; ama, böyle
gitmemiş belli bir zaman sonra bakış açıları müşteriye tamamen değişmiştir; yani, müşteri her an
134
i
/
/
j
j
/
kandırılabilecek, kandırabilirsen helal olsun müşteriyi bu bakış açısında olursak biz hiçbir yere
varamayacağız ve sürekliliğimiz olmayacak.
Kalite dediğimiz şey, kurumsallaşma dediğimiz şey zaten sürekliliktir. Değişim de aynı, değişim tamam
değişim ama, bunu standardize edebiliyorsak, çağdaş halde koruyabiliyorsak, muhafaza edebiliyorsak
değişime evet. Bir değişimin müşteri tarafından algılanma biçimi şudur. Değişim; siz belli bir hizmetin
ya da ürünün daha iyisini müşteriye kabul ettirebilirsiniz; ama, onu kabul ettikten sonra bir alt
versiyonunu artık o müşteriye sizin sunma hakkınız yoktur. Yani, siz tesadüfi olarak ya da daha iyi bir
hammadde kullanarak daha iyisini üretip müşteriye verdiğiniz zaman bir daha kötüsünü veremezsiniz.
O zaman onu, o değişimi standardize etmeniz gerekir; yani, değişimin standardizasyonu gerekir.
Gelişim tamam, değişim; ama, onun da standardizasyonu, kurumsallaştırılması ve sürekli ikame
edilebilmesi onun; ancak, o zaman müşteriyi başka arayışların içine itmemiş oluruz. Müşteri
memnuniyeti sağlayabilmek için kaliteli ürünler sürekli üretebilmek için bunun tabii ki ilkokullardan
başlayarak kalite bilincinin oluşturulması gerekir; ama, maalesef. Bir şeyimizi de anlatalım bu arada.
Öğretmenlere, biz kalite dersi verelim dediğimiz zaman "ben bu yaştan sonra öğrenip kalite dersi falan
veremem" gibi tepkilerle karşılaşıyoruz; yani, öğretmenler böyle derse bize bizim daha fazla
yapabileceğimiz bir şey olacağını zannetmiyorum; ama, bu eğitimlerde de okulda insanın küçük
yaşlarda buna ihtiyacı olduğu; yani, herkesin birey olarak ihtiyacı olduğunu, kaliteli ürünü talep etme
hakkının ve bunu seçebilme, isteyebilme özgürlüğünün olması gerekir.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Biz teşekkür ederiz.
Üçüncü konuşmacımız TSE'den Ahmet beydi. Bundan sonra vereceğim turda belki de Türkiye'de
kurumsal bir kalite yapısı oluşturulmasında TSE'ye hangi görevler düşebilir, o noktada biraz bilgi
alabilirsek belki tartışma süreçleri daha da açılacak.
Ben dördüncü konuşmayı Ulusal Metroloji Enstitüsünden Sayın Doç. Dr. Hüseyin Uğur'a veriyorum.
Dünkü yapılan oturumlarda kalitenin ayaklarından biri de ulusal bir kalibrasyon sisteminin kurulmasının
çok önemi açılmıştı bir bildiricimiz tarafından, kalitenin bir saç ayağı olarak belirtilmişti. Hüseyin Uğur
beyde bu ayağı oluşturan Ulusal Metroloji Enstitüsünün kuruluşundan itibaren çalışmalarının başında
bulunuyor. Ben özgeçmişini okumak istiyorum.
Chicago Üniversitesinde deneysel fizik alanında doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra 1986
yılında TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezinde proje yöneticisi olarak çalışmaya başlayan Hüseyin
Uğur TÜBİTAK tarafından 1992 yılında Ulusal Metroloji Enstitüsünü kurmakla görevlendirilmiş, halen
sürdürmekte olduğu bu görevin yanı sıra KAL-DER yönetim kurulu üyeliği ve 1992-1997 TÜSİAD KALDER Kalite Ödülü Yürütme Kurulu Başkanlığı görevlerini de yürütmüştür.
Buyurun efendim.
Doç. Dr. HÜSEYİN UĞUR (TÜBİTAK-MAM Ulusal Metroloji Enstitüsü) - Çok teşekkür ederim bana
bu olanağı verdiğiniz için.
Ben önce bir kurumsallaşmayı bir kurum içinde ele aldıktan sonra yine ikinci turda ülke içindeki
kurumsallaşmaya değinmek istiyorum. Tabii önce bir kurumlarımızın işini bitirmemiz lazım. Eğer
kalitenin bir ayağı isek, önce başkalarına nasihat ettiğimiz şeyi önce kendimizin uygulaması ve bunu
doğru uyguladığımızı göstermemiz gerekiyor.
135
Benim kişisel deneyimimle hayatta başıma gelen en ürkütücü olaylardan bir tanesi 1992 yılında Ulusal
Metroloji Enstitüsünü kurmakla görevlendirildim. Bir fizikçi olaraktan hemen hemen hiç yönetim
deneyimi olmayan bir kişi olaraktan bana bu görev verildi, bu görevin ne olduğunu okuduğum zaman
kalite ayağının çok önemli olduğunu öğrendim. Bir de bunun sonunda küçük bir ricada bulunuldu,
hazır kurmuşken bunu dünyanın sayılı kuruluşlarından bir tanesi yaparsan memnun oluruz şeklinde.
Tabii doğal olarak böyle bir iş alındığı zaman insanlar duvara bakarak bir şey yapamıyor, önce etrafta
ne var, ne yok diye bir araştırıyor, ne gibi bilgi üretilmiş şimdiye kadar, iyi kuruluşlar nasıl bu işi
yapıyorlar şeklinde araştırılıyor. Bunu araştırdıktan sonra da doğal olarak bunların bizim için uygun
olanlarının Ulusal Metroloji Enstitüsünde uygulanmasına sıra geliyor.
/.
Ancak, herhalde fizikçi olmamın verdiği bir katılıktın diyeyim, etrafta yapılanları ve olanları, kaliteyi
gördüğüm zaman ben iki nedenden dolayı bunun kurumsallaşamayacağım hissettim 1992 yılında;
ama, kusurun doğal olarak bende olduğunu düşünerekten KAL-DER'e girdim, sağ olsun KAL-DER'de
de yönetim kuruluna yükselttiler, çok değerli arkadaşlarla çalışma olanağı buldum ve daha sonra da
TÜSİAD KAL-DER Kalite Yürütme Ödülünde olunca da çok çok değerli diyeceğim Türkiye'nin kalbur
üstü insanlarıyla birebir çalıştım. Artık yavaş yavaş belli bir olgunluk dönemine geliyorum; fakat, ben
hâlâ tam olarak işi anlamış değilim. O yüzden iki tane sıkıntımı ve kendi kuruluşumda bu iki sıkıntıyı
nasıl çözdüğümüzü sizinle paylaşmak istiyorum.
Sıkıntılardan bir tanesi Sayın Prof. Esin'in belirttiği gibi ister ISO 9000 kalite güvence sistemini ele
alalım, ister güncel toplam kalite yönetimini alalım, her ikisi de bütün yükü tepe yönetime bırakıyor.
Tepe yönetim bu işe inanmışsa iş yürüyor, tepe yönetim bu işe inanmamışsa ve gerekli desteği
vermemişse bu iş yürümüyor. Böyle bir ortamda kurumsallaşma mümkün değil; yani, bizim Türkiye'de
uyguladığımız klasik yönetim sistemindeki şudur; en altta işi yapan insanlar vardır, üretimdeki payları
çok büyüktür; fakat, karar merciinde payları hemen hemen hiç yoktur, onun üzerinde artan bir
hiyerarşik sistem vardır, bir de piramidin en tepesi, en tepesinde üretime direkt katkı hemen hemen hiç
yoktur; fakat, kararın da büyük bir kısmı toplanmıştır.
Böyle bir hiyerarşik yapınız varsa, piramidiniz varsa ve üretimle, karar mekanizmasını ayırmışsanız ve
toplam kalite yönetimini ve kalite sistemini yürütmesini de en tepedeki karar merciine bırakmışsanız
bunun kurumsallaşması mümkün değil diye düşündüm ben. Belki yanılıyorum; ama, benim kişisel
fikrimdi. Çünkü, tepe yönetim fikrini değiştirirse veya yerinden ayrılırsa bütün sistemin çökme ihtimali
çok yüksekti. Nitekim aradan geçen yıllarda ISO 9000 sisteminin başarısız olduğu yerlerde bir de
kalite ödülünü almış kuruluşların, bilhassa Amerika'da kalite ödülünü aldıktan sonra iflas edebilmeleri
durumunda bu tepe yönetimin ne kadar etkin olduğu, önemli olduğu ortaya çıktı.
Bu birinci sorunu çözmek için biz dedik ki, yönetim sistemimizi değiştirmemiz gerekiyor. Klasik bir
yönetim sistemi uygularsak sonuçları da klasik olacaktır, o yüzden de değişik bir yönetim sistemi
uygulayalım ki toplam kaliteyi daha yaygın bir şekilde kurumsallaştırabileiim ve bunun için de önce
kendimize baktık, dedik ki biz neyiz, ne yapıyoruz. Sonradan bir fark ettik ki bizim ne olduğumuz
önemli değil, bütün kuruluşlar aynı şeyi yapıyorlar, aslında hepimiz bilgiyi topluyoruz, bilgiyi derliyoruz
ve bilgiyi kullanıyoruz. Otomobil yaparken elimiz otomobilin parçalarını üretiyor, Türk Hava Yollarında
rezervasyon yaparken elimiz klavyede bilgisayara giriyor bilet kesiyor, kalibrasyon yaparken bir
düğmeye basıyoruz bir değer alıyoruz veya tornavidayla bir onarım yapıyoruz veya bir şey yapıyoruz;
ama, hiçbir şey fark etmiyor, her şey beyinden gelen emirlerle oluyor. Elimizin ne yaptığının pek o
kadar önemli olmadığını düşündük, dedik ki her şey beynimizin içindeki bilgide. O yüzden biz bir bilgi
kuruluşuyuz, bilgiyi alıyoruz, bilgiyi gerekirse satın alıyoruz, gerekirse derliyoruz, gerekirse üretiyoruz
ve bu bilgiyi kullanarak da müşteriye hizmet veriyoruz. O yüzden biz klasik hiyerarşik bir yapıya göre
olmayacağız, bilgi odaklı bir grup olacağız. Bunun için de dedik ki enstitüyü yürütmek için neler
yapmamız gerekir, bunları alt alta koyduk, sonra bunları kimler yapar diye düşündük, o yaparların
etrafında gruplar oluşturduk. Herhangi bir hiyerarşik, herhangi bir yapısal apolet, grupmuş, daire
f
j
/
:
/
t
136
başkanıymış, şefmiş, müdürlükmüş gibi şeylerden tamamen kendimizi arındırarak ne yapılması
gerekiyor, o yapılması gerekenin etrafında odak grupları koyarak onlara ne yapılacağının çerçevesini
çizdikten sonra dedik ki, yapılması gerekeni biz size söylüyoruz, ne yaparsanız yapın; ama, bunun
sonucunu yapın. Satın almama yapacaksınız, gidin satın almanızı yapın. Bilgisayar mi kuracaksınız,
onu kurun, biz karışmıyoruz ve bu şekilde kendi kendini yöneten, kendi kendine öğrenen, kendi
kendini organize eden birimler oluşturduk. Enstitü müdürü olarak da benim görevimde bütün bu
birimler arasındaki senkronizasyonu sağlamak.
İşte böyle bir durumda dedik ki kurumsallaşma açısından daha başarılı olabiliriz; çünkü, her şey en
tepedeki kişiye kalmıyor. En altta üretimde bulunan kişinin ortalama olaraktan, bir arkadaşımız şu
anda yanımızda oturuyor, kendisi kalibrasyon yapan bir kişidir; ama, UME içindeki çeşitli görevlerden
dolayı UME içindeki karar mekanizmasının yüzde 25'inde payı vardır ve 135 kişilik enstitünün şu anda
128 kişisi doğrudan karar mekanizmasına katılan kişilerden oluşur, geri kalan 7 kişi endirekt olarak,
dolaylı olaraktan karar mekanizmasına katılır. O yüzden dedik ki kim neyi biliyorsa, işi kim yapıyorsa
bütün yetki ve sorumluluğu ona verelim, yönetimi ona verelim, yönetim yaygın bir yönetim olsun ve bu
şekilde kalitenin hatta adını bile telaffuz etmeden, toplam kalite bile demeden, toplam kalite öğelerinin
güncel bildiğimiz, konuştuğumuz toplam kalite öğelerinin büyük bir kısmını dolaylı olarak uyguluyor
hale geldik, nedeni de şu: Bir birimin gerekli performansı gösteremediği durumda o birim kaybediyor
kendisini; yani, ya başkanını kaybediyor ya birisini kaybediyor ve birimlerin başkanları da aslında
genellikle o birimin sözcüsü, temsilcisi niteliğinde sorumlu adı verdiğimiz kişilerden oluşuyor. İlk
bariyeri; yani, her işin tepe yönetimini, tepe yönetiminin inisiyatifine, iyi niyetine ve bu işe inanmışlığına
bırakma problemini bu şekilde çözdük; yani, aldık, dedik ki her biriniz kendiniz bir kuruluşsunuz, her
biriniz kendiniz baştan aşağı bütün bunları uygulayacaksınız ve görevinizi yapmanız için ne uygunsa
onu yapacaksınız, istediğiniz gibi de yönetebilirsiniz.
ikinci problemimiz şu oldu. Kalite kelimesi bana tam açık bir şekilde gelmiyor, bir anlayabildiğim kaliteli
ürün oluyor. Kalite ürün de müşterinin beklentisini yerine getiren bir olgu. Fakat, kaliteyi maniple etmek
çok kolay, örneğin ben, bu konuşmanın başında size şunu söyleyebilirdim, ben fizikçiyim, bu
konulardan anlamıyorum, bana son anda haber verildi, çok üzücü bir yorgunluk geçirdim, benden pek
fazla bir şey beklemeyin. Bunun sonucunda bir iki konuşma yapardım, sizin beklentiniz bayağı düşük
olduğu için benim konuşmamı kaliteli bulabilirdiniz veya kendimi çok büyük bir guru olarak
pazarlayabilirdim, ben bu işin uzmanıyım, ehliyim, Türkiye'deki sayılı kişilerden biriyim diyebilirdim,
sizin beklentinizi çok yükseltebilirdim, aynı konuşmayı yaptıktan sonra beklenti yüksek olduğu için
konuşmayı oldukça kalitesiz bulabilirdiniz. O yüzden kalite bir algılama olduğundan, tam ölçülebilir bir
emtia olmadığından, manüplasyona açık olduğu için kalitenin kurumlaşması da mümkün değil bu
açıdan baktığınız zaman; çünkü, kişiden kişiye değişebiliyor. Aynı fiyata satılan iki ayrı marka araba
eşit miktara satabiliyor, demek ki bu tamamen bir algılama olayı insanlar açısından veya herhangi bir
cisim için geçerli bu. Bunu önlemek için de dedik ki biz başka bir kavrama doğru gidelim; fakat, kalite
olgusunun bize getirdiklerini kaybetmeden başka bir kavrama gidelim, daha anlaşılabilir bir kavrama
gidelim. Sonra kendimize sorduk, kalite kelimesindeki hata nerede diye. Kaliteli kurum dediğimiz
zaman ne anlıyoruz?.. Pek aramızda karar veremedik. Kaliteli üründe epeyce şey anlıyoruz. Kaliteli
birim dediğimiz zaman ne anlıyoruz, mesela bizim satın alma birimimiz kalitelidir dediğimiz zaman,
ben şu anda buradaki 53, kişi gittikçe sayısı azalan gruba baktığım zaman, belki herkes bu kaliteli bir
satın alma biriminden anlayışını farklı çıkartabilir veya kaliteli bir eleman dediğimiz zaman ne anlıyoruz
ve bu anlayışımız homojen olmadığı için, bir dil birliğimiz olmadığı için bunun da kurumsallaşması
teknik olarak mümkün değil. Daha üzerinde uzlaşabileceğimiz kavramları getirebilirsek, bu
kavramlarda uzlaşmak çok daha kolay olur. Bunun için de ölçülebilir kavramların getirilmesi lazım.
Bir de Metroloji Enstitüsünde çalışan kişiler olarak ölçmenin önemini de bilen kişiler olarak,
ölçemediğiniz
bir şeyi
kurumsallaştıranlayız
diyoruz,
önce
yönetemeyiz,
sonra
da
kurumsallaştıranlayız ve bunun üzerine dedik ki biz enstitüde kalite kavramını geçici olarak başarı
137
kavramıyla yer değiştirelim. Başarılı enstitü, başarılı birim, başarılı eleman, başarılı ürün de diyebiliriz,
kalite de diyebiliriz, başarı da diyebiliriz. Başarıyı da ölçebiliriz. Nasıl ölçebiliriz başarıyı? Çok kolay,
ister birim olsun, ister kurum olsun, ister kişi olsun bunların yapması gereken bir iş var. Bunları bu
noktaya getiren kişi veya gruplar bu işin ne olduğunu söylüyorlar; yani, bir eleman istihdam ettiğiniz
zaman siz bu elemanın ne yapması gerektiğini biliyorsunuz. Bir birim tahsis ettiğiniz zaman bu birimin
görevleri belli, Türkiye Cumhuriyeti Ulusal Metroloji Enstitüsünü kurarken de bu enstitünün ne yapması
gerektiğini çok açık seçik bir şekilde söylüyor ve başarıyı ölçmek de son derece kolay; çünkü,
bakıyorsunuz, hepsi ölçülebilir eğer birimlere çevrilebilirse bir dönemin sonunda, mesela yılın sonunda
yapması gerekenler yapılmış mı, yapılmamış mı ve ayrılan kaynak tam olarak kullanılmış mı, fazlası
mı istenmiş. Eğer önceden öngörülen kaynakta öngörülen sonuçlar alınmışsa normal bir sonuç elde
ediyorsunuz, ya çok öngörülenden fazla kaynak kullanmışsanız, ya hedeflere ulaşamamışsanız
başarısız oluyorsunuz, ya az kaynak kullanıp aynı sonuçlara erişmişseniz veya aynı miktardaki
kaynakla daha iyi sonuçlara erişmişseniz de başarılı oluyorsunuz, ölçümü de daha kolay.
•
/
İşte biz, kalite kavramını geçici olarak günlük hayatı kolaylaştırmak açısından başarı kavramıyla
değiştirdikten sonra çok rahatladık. Ölçülebilir noktaları da indirgedikten sonra aynı kavramları içeriğini
hiç değiştirmeden, hiç kaybetmeden, bunun daha kurumsallaşabileceğini belirledik ve de ISO 9000
sisteminin de bir gereği olaraktan fazla hantallaştırmadan sistemi oturup yapılması gerekenleri ölçüt
kriterleri ve birçok şeyleri de kalite güvence dokümantasyonuna koyabildik.
Bu tabii bizim saptadığımız iki sorun ve bu iki soruna da bizim getirebildiğimiz iki çözüm. İki sorundan
fazla sorunlar olabilir. Bunlar sorun değil diyenler olabilir veya bu sorunlara mutabık olduğumuz halde
çözümlerini faklı bulanlar olabilir. Ancak ben sizinle kendi deneyimimi paylaşmak istedim. Bir noktayı
belki ikinci tur için bir soru olaraktan ortaya atayım. Sayın Esin bir kişinin ISO 9000 belgesi aldığını
söylüyor, ben ISO 9000 belgesini yanlış okumadıysam üretimin dışında, yönetimin dışında bir de
bağımsız kalite güvence kişisi olması gerekir. Sanki o standart bana minimum iki kişi gerekir gibi
gösteriyor, hangi kuruluş bu ISO 9000 belgesini verdi merak ediyorum. Onu da ben ikinci turda bir
tartışmayı başlatmak için bir soruyla bitireyim konuşmamı.
Hepinize teşekkürler.
BAŞKAN - Sayın Hüseyin Uğur'a da teşekkür ediyoruz.
/
ismet Öztunah'da söz sırası. Kendileri Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi
ve özgeçmişini kısaca okuyayım.
1930 yılında doğmuş, 1952 yılında İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesini bitirmiş. Orman örgütü ve
Bayındırlık Bakanlığı ile Devlet İstatistik Enstitüsünde çalışmış, Türk Standartları Enstitüsü ve Milli
Prodüktivite Merkezinde yönetim kurulu üyeliği yapmış, DPT standart ve kalite proje çalışmalarına
katılmış, Türk Mühendis Mimar Odaları Birliğinde genel sekreterlik ve yönetim kurulu üyelikleri yapmış,
halen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin yönetim kurulu üyesi.
Ben panel konusuyla ilgili kendisine söz veriyorum. Türkiye'de kalite kurumsallaşması nasıl olmalıdır,
geleceğe yönelik kalite politikalarımız nasıl şekillenmelidir.
Buyurun.
İSMET ÖZTUNALI (TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi) - Efendim, dinlediğiniz gibi bu toplantıya
katılanların galiba en yaşlısıyım. Üstelik de bakıyorum bakıyorum, galiba tek sakallı da benim. Tabii
bunlar bana kendimi sizlere dinletmek fırsatı veriyor, hem en yaşlı, hem de sakallıyı dinleyeceksiniz.
138
t
Sayın Koramaz'ın takdimiyle ben iki Ahmet bey arasındayım, bir Sayın Ahmet bey, bir Sayın Ahmet
bey, benim adım da İsmet, böylelikle karşınızda met'ler çoğunlukta bulunuyor.
Sayın Koramaz'ın açış konuşmasında birçok kurumlarda ve kuruluşlarda kaliteyle ilgili görevler
olduğunu belirttiler. Biz, Mühendis Mimar Odaları Birliği olarak Nisan ayında bir Mühendislik Mimarlık
Kurultayı düzenliyoruz, o kurultaya giderken yaptığımız bir çalışmada, bakın bu fiyakalı çalışmanın adı
da "Mühendislik Mimarlık Kurultayı Akreditasyon Ürün ve Hizmetlerin Belgelendirilmesi için
TMMOB'nin görüş ve önerileri." Yani, dikkat ettiğiniz gibi yarısı Galatasaraylı, yarısı Fenerli, böyle bir
uzlaşma sağlamışız.
Bu çalışmayla bir tarama yapılınca şunları gördük. Mesela ülkemizde bu kurumlaşma hakkında
hukuksal düzenlemeler var mı diye merak ederseniz, gördük ki Sanayi ve Ticaret Bakanlığının; sanayi
mamullerinin kalite kontrolünü yapmak ve yaptırmak, sanayiyi geliştirmek için kalite kontrolü merkezi
kurmak veya kurdurmak, işletmeleri gelişen teknolojik şartlara uygun şekilde üretimde bulundurmak,
bakanlıkla ilgili kalite kontrol sistemlerinin kurulmasını geliştirmek, sağlamak, koordine etmek.
Tarım Bakanlığının da benzer görevleri var. Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı da diyor ki, gıda
maddelerinin muayenesine mahsus laboratuarlar tesis etmek. Türkiye Bilimsel ve Araştırma
Kurumunun bir mensubu sizlere Ulusal Metroloji konusunda sunuşlarda bulundu, tabii ki TÜBiTAK'ın
başka uğraş ve laboratuarları da var. Türkiye Odalar Borsalar Birliğinin de ticaret mallarının vasıf ve
keyfiyetini araştırıcı laboratuarlar kurmak ve kalite yeterlik belgesi vermek. TSE'nin standart yapmak
görevleri var. Ayrıca 1980'den sonra ilave edilen büyümeye göre de standart ve kaliteli üretimi teşvik
etmek için belgelemek görevleri de var. Devam edersek benzer görev ve yetkiler verilmiş.
Hukuksal alandaki bu düzenlemelerle gene bakanlıklar ve kuruluşlar bünyesinde sağlanmış kurumsal
düzenlemelerin ortaya getirdiği çalışmalarla da bugünlere gelmişiz, isterseniz bu hukuksal
düzenlemeleri böylece belirttikten sonra ve birazda bu panele kızıştırmak ve ısıtmak için bazı konulara
değinmek istiyorum.
Sayın TSE temsilcisi Ahmet beyefendi, TSE'nin kalite deyimine, kalite kavramına bir başlangıcı
olduğunu söyledi yanlış anlamadıysam; yani, kalite TSE ile başlar anlamında galiba, öyle anlıyorum.
Halbuki ben size öğleden evvel sunmaya çalıştım, biz 1960 yılında kalite belgesi vermişiz, neye
vermişiz? Pergele vermişiz. Demek ki o yıllarda biz kaliteyi konuşuyor muşuz. Daha bizden de evvel
1950lerde 5590 Sayılı Kanunla kurulmuş olan Ticaret ve Sanayi Odalar Birliğinde de kalite
konuşulmaya başlanmış. Şu halde; yani, kalite bizle başlar gibi bir yaklaşımı uygun bulmadığımı
söylemek istiyorum. Diğer bir ifadeleri de bu belgelemenin ticari olduğunu ifade ettiler. Halbuki dün
buradaki bir konuşmada Serdar Tan arkadaşımız, ki bende aynı kanıdayım, belgelemenin çok önemli
bir boyutu tüketiciye karşıdır. Piyasaya sunulmuş çok sayıda ürünün kalitesini, niteliklerini, içeriğini
tüketicinin saptamasını bekleyemezsiniz. Tüketici ya duyduğu, kendisine anlatıldığı bilgilerle hareket
etmektedir veyahut da görüşe göre, görüntüye göre fiziksel olarak muayene ve deneylerine dayalı bir
değerlendirme yapmakta; fakat, asıl ürünün içeriğinde kimyasal olarak, mekanik olarak, mukavemet
olarak olan vasıflarını tüketici bilememektedir. Şu halde tüketici nasıl bilecek, tüketici güvenilirliği nasıl
sağlanacak diye baktığımız zaman belgeleme olayı ortaya çıkıyor. Eğer bir ürün yetkili ve etkili bir
kuruluş tarafından üreticinin iddia ettiği özellikleri içeriyorsa ve bu kuruluşta bunları bir belgeyle somut
olarak ortaya koyuyorsa bu tüketicinin korunması için çok önemli bir olaydır.
Size şimdi bir durum anlatayım. Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı bu deprem olayından sonra bazı
düzenlemeler yapıyor. Bu düzenlemelerden size iki tane örnek vermek istiyorum. Bir tanesi diyor ki,
şantiyeye gelen inşaat malzemelerinin uygunluğunu denetlemek görevi vardır, kimin? Teknik
uygulama sorumlusunun veya şimdi yaparlarsa, düzenleme olursa yapı denetim kuruluşunun
malzemenin uygunluğunu saptamak görevi var. Peki, bu uygunluğunu saptama görevini şantiye şefi
139
veya teknik uygulama sorumlusu veya ilgili teknik eleman nasıl saptayabilecek. Şantiyeye ısı
geçirgenliği falanca olan, söylenen bir malzeme geliyor, bunun böyle olup olmadığını teknik eleman
nereden bilecek, işte burada olay belgeleme noktasında toplanıyor ve belgeleme gereksinmesini
ortaya koyuyor.
Daha güzel bir şey söyleyeyim mi size. Bayındırlık Bakanlığının yaptığı bir düzenleme daha var, orada
diyor ki, yapı kullanma izni verildikten sonra; yani, bildiğiniz o iskan raporu verildikten sonra mal sahibi;
yani, bina sahibi, yaptıran yapı sahibi müracaat ederse belediye, belediye sınırları içinde veya
belediye sınırları dışında valilik bu yapının malzemelerinin uygun olduğunu alıcıya bildirir diyor,
müracaat sahibine bildirir. Düşünebiliyor musunuz valilik, bir bina yapılmış, bu binada kullanılan
malzemelerin standartlarına uygunluğunu veya kullanıma uygunluğunu müracaatçıya bildirecek, nasıl
bildirecek, neye dayanarak bildirecek. İşte bütün bunlar belgeleme olayının tüketici yönünden gereğini,
önemini, etkinliğini ortaya koyuyor.
Bir de dediler ki, "bize karşı istek azaldı" kendileri güzel bir üslupla da onları ifade ettiler. İstek
azalması konusunu biz şöyle değerlendiriyoruz. TSE uzun zaman benden belge alın, benden belge
alın, standart uygunluğu belgeleyin diye duyurularda bulundu, hatta bunlar planlara kadar yansıdı,
kalkınma planlarına kadar. Fakat, belli bir süre sonra görüldü ki TSE'nin verdiği belgelerle sonuca
varıiamıyor, neden varılamıyor? Akreditasyon diye bir olay var, buna dayalı olarak belgelerin geçerliliği
diye bir durum var, bu Türkiye'de çözülemediği için, özellikle ihracatçıların aldıkları belgeler
etkinliklerini ve yeterliliklerini kaybetti. O nedenle galiba istek azalması olabilir. Galiba bundan dolayı
istek azalması konusu üzerinde durulabilir, sanıyorum diğer bir turda cevap da vereceklerine göre
bana söz hakkı doğacak.
/
j
Teşekkür ediyorum.
AHMET PARLAMIŞ - Müsaade ederseniz cevap verebilir miyim?
BAŞKAN - Yöntem olarak önce bir salona açalım diyoruz, belki salon daha da kızıştıracaktır.
Şu ana kadar yapılan konuşmalarda sayın hocamız bir işletmede kalitenin kurumsallaşması için ilk
önce asgari şartların neler olması gerektiği noktasında bir çerçeve çizmeye çalıştı ve burada da en
önemli unsurun istem olduğunu söyledi, önce o işletme isteyecek bunu, işletmenin yönetimi bu işe
hazır olacak. Bunun dışından bir işletmede bir kalite sisteminin oturması için devletin yapması gereken
işlemlerden bahsetti. En azından o işletmenin niteliği, o kalite kurumsal yapısını oluşturulmuş bir hale
gelmesi için o sanayi alanında yapılması gereken birtakım da düzenlemeler olduğundan, en azından
bir değişkenlik olmamasından, işletme niteliğinde bir değişkenlik beklenmemesinden belirtti.
j
i
Sanayicimiz, en önemli unsurun zorlayıcılık, en önemli faktörün zorlayıcılık ve bundan sonra gelen
kalite kültürü olması gerektiğini, eğer sivil toplum örgütleri bu ülkede yaşayan insanlar kalite
konusunda bir baskı unsuru olamıyorlarsa, eğer onlar istemiyorsa, sanayiciye bir zorlayıcılık yoksa
alttan, kalitenin de kolay kolay oturtulamayacağı üzerine vurgu yaptı.
Ulusal Metroloji Enstitüsü yöneticimiz, UME'deki uygulamalardan bize bir kesit sundu. Kalitenin
oturabilmesi açısından yapılması gerekenlerden bize bir şeyler aktarmaya çalıştı. En önemli
başlıklarından bir tanesinin eğitim olduğunu, tüketicinin bilinçlendirilmesi gerektiğini, sanayicinin
istemesi gerektiğini.
İsmet beyde Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği adına konuşma yapan sayın yöneticimizin de
belirlediği ve bu dağınık yapıda kurumların bile belki üzerine düşen görevi tam anlamıyla yapmadığı
anlamına gelen, herkesin alanına müdahale ettiğini belirten ve belgelemenin kalitenin olmazsa olmaz
140
/
unsurlarından biri olduğunu çizen ve ülkemizde kalite çalışmalarının çok eskilere dayandığını belirtir
bir konuşmayla noktaladı.
ikinci turun daha sıcak geçeceğine inanıyorum ben sizlerinde soru ve katkılarıyla; ama, şu ana kadar
ülkemizde kalite konusunda bir kurumsallaşma oluşturulması noktasında her kuruma tek tek ne
görevler düşebilir gibi somut bir organizasyon şeması da çizebilmiş değiliz, herkes kendi durduğu
noktadan bakıyor. Belki ikinci turda daha da renklenecek panelimiz, benim en azından birtakım
sorularım olacak sanayici arkadaşımıza. Ülkemizde aldığı belgeler uluslararası pazarlarda kabul
görüyor mu? Buralarda, bu tip panellerde birtakım sorularla karşılaşıyoruz, sanayicimizin çifte belgeyle
çalıştığı noktasında. Kalitenin itici gücü, kalitenin aynı zamanda rekabet sağlamanın bir unsuru olarak
da gösteriliyor. Sanayicimiz şu anki tutturduğu kalite çizgisiyle uluslararası alanda rekabet içinde mi?
Devlete düşen, işte özendirici birtakım politikalar çizmesi gerekir diyordunuz, şu ana kadar var mı
böyle politikalar, gelecekte bu tür politikalar ne şekilde şekillenmesini istiyorsunuz? TSE'nin, ki
standardizasyonun da kalitenin saç ayaklarından biri olduğu belirtilmişti yine dünkü panellerde.
Ülkemizde standardizasyon ne aşamada?
Bu tip konularında ikinci turda paneli biraz daha renklendireceği düşüncesiyle salona söz veriyorum,
20 dakika söz veriyorum, ondan sonra kalan zamanı da konuşmacılara eşit olarak yayacağım.
Buyurun efendim. İsimlerinizi de belirtirseniz; çünkü, banda alıyoruz, bu tartışmayı ve sonuçlarını bir
kitap şeklinde basacağız.
SEMRA ÇARALAN (Kimya Mühendisi) -Ali Esin beye sormak istiyorum bir soru.
Kalite, farklı anlamlarda kullanılıyor; ama özünde yaşamın içinden bakarak esas yaşamda kaliteyi
sağlayabiliyor mu bu mantık? diye bir soru soracağım. Burada da yaşamda kalitede bizim çalışma
yaşamındaki kalite; yani, işçi ve emekçi sınıfların sorunları, hakları, bugünkü yaşam kalitesi ne oldu ve
uluslararası çalışma örgütleriyle Türkiye'deki çalışma kurallarını yok eden bir; yani, bugüne kadar
varolan kuralları, yasaları yok eden bir çalışma ahlâkına doğru gidiliyor. Bu toplam kalite yönetimiyle
ya da kalite anlamları olarak nitelenen yaşamın içinden kaliteyle bağlantısını sormak istiyorum; yani,
ILO'nun son 158 ve 159 uncu maddelerindeki değişimle Türkiye'de buna uygun yeni çıkacak yasalar
İş Yasası yaşamda kaliteyi nasıl etkileyecek anlamında.
Ahmet beye de bir soru sormak istiyorum, sanayici Ahmet beye. Bu toplam kalite yönetiminin bir
paradigma, bilinç değiştirmek olduğunu söyledi. O konuda gerçekten de yani doğru bir şey söyledi. Bir
paradigma; ama, bu paradigma bugün gerçek reel birtakım şeyler de veriyor, bilinci değiştiriyor
gerçekten. İnsan bilincini ve sınıf geçme kültürünü çok iyi veriyor; yani, bir işçiye sen bir patronsun
dedirtebiliyor ya da bir patrona bende işçiyim dedirtebiliyor ya da işçiye insansın ya da insanüstü bir
varlıksın diye bir atıfta bulunuyor. Siz bu paradigma olayını; yani, bilinç değiştirme anlamındaki
paradigma olayını tarihten gelen bir süreçte yaşananların reddine de bağladınız galiba değil mi? Yani,
tarihten gelen birtakım yaşanılmış süreçlerin reddini de getirerek; yani, bir sistem gelişmiş; ama, bu
sistemdeki, değişim, gelişim sanki yokmuş gibi bir bilinç çarpıtmasına da getiriyor musunuz? Daha
doğrusu ben şöyle bir şey iddia ediyorum, buna siz ne diyorsunuz şeklinde bir soru sormak istiyorum.
Ben diyorum ki, sosyalizm ve kapitalizm iki ayrı sistem, bu sistemden sosyalist sistemi yok eden,
bilinci o yönde, insanların bilincini çarpıtan ve insan bilincini düşünce olarak sosyalizmin varlığının
yokluğu üzerine; yani, sosyalizm öldü, sosyalizmin varlığının reddi üzerine şekillendiren yeni bir bilinç
değiştirmesine uğratıyor; yani, ideolojik olarak. Bu anlamda mı bir paradigmadan bahsettiniz? Onu
sormak istiyorum.
BAŞKAN - Soruları çok hızlı bir şekilde okursak; çünkü, başka arkadaşlarımızda söz almak isteyebilir.
141
SEMRA ÇARALAN - Bir Ahmet bey daha vardı, onu da şeyi sormak istiyorum. Türkiye'deki ekonomi
politika devletçi bir ekonomi politika; yani, ulusal bir sanayiden bahsetmek bugün mümkün mü? Ulusal
sanayimizi savunmalı mıyız, yoksa tamamen dünya pazarlarına bağlı mı üretim yapmalıyız? Size o
kadar soruyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Biz teşekkür ederiz.
Buyurun efendim.
TURAN KÜLAHOĞLU (Makine Mühendisi) - Teşekkürler.
Benim sorum TSE Bursa Bölge Müdürlüğünden Ahmet Parlamış beye olacak. Bilmiyorum, belki
sempozyumun daha önceki sunumlarında söylenmiştir, merak ettiğim bir konu var. Türkiye'de kaç özel
veya resmi kurum, kuruluş, şirket TSE ISO 9000 belgesine sahiptir? bunu öğrenmek istiyorum.
Bir de TSE'nin denetim ve belge yenileme ücretleri ne kadardır? Bu ücretler gerçekten bu belgeyi sırf
gümrükten daha kolay malzeme çekmek için kullanmaya değer mi bu ödenen ücret?
Bir ikincisi de, buradaki konuşmalardan öğrendiğim kadarıyla Türkiye'de bir metroloji sorunu varmış,
daha doğrusu ölçü aletlerinin kalibrasyonu, sıfırlanması sorunu varmış, bunun ben hiç farkında
değilim. Daha önce bir Alman firmasında çalışırken böyle bir sıkıntımız yoktu, hassas ölçme odasında
üç yılımı geçirdim, oranın şefiydim, her türlü ölçü aletimiz, her türlü mastarımız imalatta kullanılan,
atölyede kullanılan hassas ölçme odasındaki bir üst hassasiyetteki karşılıklarla karşılaştırılarak
sıfırlanırdı, kalibre edilirdi. Hassas ölçme odasının elinde bulunanlar Almanya'daki ana firmaya
gönderilirdi, Almanya'daki ana firmada Alman metroloji kurumlarında aletlerini, ölçü aletlerini,
mastarlarını sıfırlatma imkanına sahipti. Görüyorum ki yerli sanayide; yani, yurtdışı ortaklıkları
olmayan, onlardan teknik yardım alamayan sanayiciler de birtakım süreçleri kontrol etmek için son
derece gerekli olan; yani, müşterinin soyut kalite talepleri sonunda süreç içinde birtakım somut
girdilere dönüşecek ve bunların da kontrolü için ölçülmesi gerekecek, böyle bir sıkıntısı var. Böyle bir
sıkıntı ortada olmasına rağmen bizim bir ileriye giderek bu kuruluşlara kalite belgesi, sistem belgesi,
sertifika vermemiz son derece yanlıştır. Benim talebim, sempozyum eğer bir tavsiye kararı
alabilecekse, bundan sonra yerlisi yabancısı akreditasyon kuruluşlarının daha böyle altyapı sorunlarını
çözememiş firmalara, daha doğrusu bunu devlet çözecek galiba TÜRK-AK denilen bir oluşumdan söz
ediliyor, yani, bu arada bu zahmete boşuna girmesinler bu firmalar, böyle bir tavsiye kararı çıksın
diyorum sempozyumdan.
i
/
/
Teşekkür ederim.
BAŞKAN- Ben teşekkür ederim.
Buyurun.
j
BAYRAM KAZANCI (Fizik Mühendisi) - Sayın Hüseyin Uğur beye bir soru sormak istiyorum ben.
Hüseyin bey çok güzel çalışmalarından bahsetti, özellikle başarı kelimesi çok güzel bir yaklaşımdı.
Ben kendisinden bir de şunu rica ediyorum. Başarı kelimesine ilk hedef belirlemede, hedeflerini nasıl
belirledi; yani, hedeflerinin neler olması gerekiyordu, kuruluş aşamasında UME'nin başarıya imza
atabilmesi için ilk reel hedeflerini hangi ölçüler çerçevesinde belirledi?
142
!
İkincisi ise, bütün sanayimizi de aslında problemin içerisine sokan akreditasyon konusunda bir soru
sormak istiyorum. Hem UME Başkanı Hüseyin Uğur beye, hem de TSE'den Sayın Ahmet beye
sormak istiyorum. Bu akreditasyon konusunda özellikle kalibrasyon yapan özel şirketlerin
akreditasyonu ve bunların kabulleri. Bir de sanayinin yaklaşımı; yani, sanayi için önemli olan doğruyu
bulmak, şirketin başarısı için ve doğru veriler alması için çalışma yapmak. Ama, halbuki şunu
görüyoruz biz, özellikle TSE'nin UME'nin akredite ettiği belirli kuruluşları birtakım denetlemelerinde
kabul etmemesi; çünkü, eğer ticari manada değerlendirildiğinde veya yetkisel manada
değerlendirildiğinde böyle bir kavram kargaşasına yol açıyor ve bunun bir çözümü de yok; ama,
halbuki bu kalite, toplam kalite yönetim felsefesi, tamamen şirketlerin başarıya ulaşmasına giden bir
yol ise, onu sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Salondan başka soru sormak isteyen?..
Buyurun.
GÜLSEREN KUNDURACIOĞLU (Makine Mühendisi) - İki gündür yer yer ayrılsam da
sempozyumdaki bütün konuşmacıları aşağı yukarı dinledim. Şunu bekliyordum, sempozyumun
sonunda, evet biz Türkiye'de bu işe başlarken; yani, kalite çalışmalarına başlarken doğru yerden
başlamamışız; ama, bu sempozyumun sonunda artık nereden başlamamız gerektiğini tespit etmiş
olacağımızı ya da olasılıkları ortaya koyabileceğimizi düşünüyordum; ama, kafam daha çok karıştı
açıkçası, bu paradoks giderek kafamda da çözümsüz hale geliyor, insandan başlar dedik, insanı
eğitmeliyiz dedik; ama, sonra dedi ki arkadaşlarımız işte bu eğitim motivasyon değil, ajıtasyon oluyor,
iyi o zaman yönetim doğru yer, yönetime söylüyoruz ama, onlar da değişemiyorlar, olmuyor
yönetimden başlayınca, o zaman bir belge lazım, müşteri de rahatlasın, alıcı da rahatlasın, belgede,
veriyorlar belgeleri ama, çok o kadar da güvenilir değil galiba bu belgeyi koymak, sunmak, o zaman
belge veren kuruluşlar akredize olsun, iyi de kim akreditasyonu versin. Tekrar başa döndük; yani,
bunun başlangıç yeri neresi?
İki şey daha var, mesela konuşmacılar yine onu söylediler, insandan, eğitimden başlar dedik,
ilkokullarda, ortaokullarda, her neyse kaliteyle ilgili eğitim koyalım okullara dedik, öğretmenler bunu
anlatsın çocuklara kalite şudur, budur diye ki onlarda kalite bilinciyle yetişsin. İyi, dört tane öğrenciyi bir
sıraya oturttuk, karşısına öğretmenimizi koyduk, öğretmen şimdi onlara kalite bilinci aşılayacak,
çocuğun çantasını koyacak yeri yok, kalemini, defterini tutacak yeri yok, o bilinç acaba istediğimiz gibi
gelişebilecek mi kalite bilinci?
Öbür taraftan imar sorunlarımızla ilgili belediyelere ve valiliklere yetki vereceğiz, onlar bundan sonra
belge verecekler, bina alacak insanların da içi daha rahat olacak. Belediye, benim evim depremde çok
hafif hasar gördü, belediye, Bayındırlık, inşaat Mühendisleri Odası üçü de ayrı ayrı geldiler, incelediler,
üçü de oturabilirsiniz dediler; ama, benim hâlâ içim rahat değil. Üstelik binanın yapılışından bugüne
kadar hiçbir belge eksiği de yok, bütün imzaları, belgeleri, her türlü dokümanları hazır; ama, benim
içim hâlâ rahat değil. O zaman müşteri memnuniyetini biz sağlayamayacağız galiba.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN -Teşekkürediyoruz.
Bir sorudan ziyade bir katkı oldu ama, bu konuşmalar çerçevesinde herhalde tüm konuşmacılar
görüşlerini bildireceklerdir.
143
Buyurun.
FERİYAL ARNAS IŞIK (Makine Mühendisi) - Kalite politikası Türkiye'nin yok diye hem Sayın Alp
Esin hocamız, hem TSE'den gelen arkadaşımız, daha önce de söylendi.
Kalite politikası Türkiye'nin neden yok? Olması için kimlerin ne yapması gerekiyor?
BAŞKAN - Tüm konuşmacılara değil mi efendim.
FERİYAL ARNAS IŞIK - Evet, her kim isterse yanıtlayabilir.
/
BAŞKAN - Salondan söz almak isteyen?..
Buyurun.
NAZAN ŞENOL (Endüstri Mühendisi) - Sayın TSE temsilcisine bir sorum olacak.
Kurumunuzda endüstrinizin başarısını ölçen, başarınızı değerlendiren bir çalışma var mı? Bunu merak
ediyorum.
i
Teşekkür ederim.
/
BAŞKAN - Soru sormak isteyen ya da katkıda bulunmak isteyen?.. Son 5 dakikamız var salon için.
Yaklaşık 1 saatlik zamanımız var panelimizin bitmesine 60 dakika. Ben biraz açabileceğimizi
düşünüyorum, ben ikinci turda konuşmacılara yine bir 20'şer dakika söz vereyim diyorum. Çünkü,
sorular bayağı da arttı ve belki de ilk turda bir ısınma turu oldu, konuya da tam gelemedik.
Yine aynı sırada söz vereceğim Alp hocadan başlayarak. Semra Çaralan'ın sorusu vardı size, bunun
dışında genel sorular vardı. Buyurun, ilk turda eksik kaldığınız konuları da konuşabilirsiniz.
Prof. Dr. ALP ESİN (ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü) - Evet efendim, Sayın Uğurun bir sözüne
katılıyorum, yaptığımız en büyük yanlışlardan biri güneşin altında ne varsa kalite sorununun içine
çektik, öyle bir tanım, öyle bir şişme oldu ki, şimdi neresinden başlayıp, neresinden bitireceğimizi o
nedenle bilemiyorum. Yani, hepimiz o kadar çok boyutlu hale getirdik, buna birazda profesyonel
çıkarlar neden oldu ve dolayısıyla şu anda hakikaten Türkiye'de tanım olarak bir kalite kavramı
keşmekeşi var.
Şunu söyleyeyim, 30 sene önce tasarım dersinde verdiğim notlar geçen gün elime geçti. Bugün kalite
adına söylenmiş ne varsa, 30 sene önceki notlarımın içinde varmış. Şimdi garip bir dünya oldu, bir
kısım şeyler alınıyor, tamamen kavram olarak sanki yeni bir şey sunuluyormuşçasına değişik
açılardan şu veya bu şekilde toplumu etkilemek veya belirli bir kitleye ulaşmak için yeniden sunuluyor.
Bilhassa Türkiye gibi bir toplumda bunun müthiş zararları oluyor. Tekrar ettiğim bir nokta var. Kalite
sorununun günlük sorunlardan bir farkı yok. Onun için kurumlaştırmanın bunu, herhangi bir sorunu ne
yapacağız, önce farkına varacağız; yani, adını ne koyarsanız koyun, kalite sorunu olarak rahatsız
edecek, kişileri rahatsız etmiyorsa zaten ortada bir sorun yoktur, ikincisi, kişiler soruyu kabullenecek;
yani, diyecek ki bizim sorunumuz var, bu konuda çözmemiz gereken bir problem var. Şu veya
zorlamayla, aşırı propagandayla, şunla bunla, bu ikisini en azından yurdumuzun batı illerinde ve
endüstrinin geliştiği illerimizde çözdük, onun için buradaki bazı konuşmaları Türkiye çapında
genelleştirmemiz mümkün değil.
144
j
j
/.
Üçüncü, en önemli boyuta gelince, bir sorunu çözmek için çözme sorumluluğunu üstlenecek kişileri
bulacaksınız. İşte Türkiye'de şu andaki açmaz o noktada başlıyor. Sorunun varlığını, devlet yönetimi
olsun, şehir yönetimi olsun, fabrika yönetimi olsun herkes kabul ediyor. Fakat, çözme sorumluluğunu
üstüne alacak yeterli sayıda, açık söylüyorum, elemanımız yok. Sonra öyle bir rekabet edici dünyada
yaşıyoruz ki herhangi bir çözüm yolu geçerli değil, getirdiğiniz çözüm yolu rakiplerinizin çözümlerinden
daha iyi olmak zorunda. Biz kalitenin, açık söylüyorum, hizmet sektöründe olsun, teknik sektörde
olsun, üretim sektöründe olsun, işte bu boyutu içine girdik ve bunun sıkıntısı içindeyiz. Bunun da
nedeni ürettiğimiz ürünlere, açık yüreklilikle konuşalım, egemen değiliz. Ben birçok büyük
kuruluşumuza sordum, dedim ki, bütün rakiplerinizin iyi ve kötü yanlarını biliyor musunuz,
sayamadılar. Bugün gidin, dünya çapında rekabete soyunmuş firmalara rakiplerinin eksiği fazlası
neyse ezbere bilir. Artık kalite ve rekabet yarışı bu noktaya geldi. Buna kendimizi hazırlamadan bazı
dediğim gibi zaten kendinden olması gereken şeyleri ortaya çıkararak kalite yarışında önemli bir
noktaya geldiğimizi sanmak hayal olur, nitekim işte dış satımda aldığımız sonuçlar bunu destekler
nitelikte, bir kere bu çok önemli nokta.
Sizin sorunuza gelince, kalite politikası şöyle önemli. Bir ülkenin sorunları her aklına gelenin aklına
geldiği biçimde çözülürse bugünkü durum olur. Devletin kalite politikası olacak demekteki kastım bu.
Bu fabrikada da böyle, niçin üst yönetim diyorum. En alta bu indirgeniyor, sorumluluk en alttaki kişiye
veriliyor. Şu bardağın kenarında diyelim ki ufacık bir çapak var, bunu kıracak mıyım ben, yoksa ikinci
kalite mal diye pazara mı süreceğim. Üst yönetim ya bana bu yetkiyi verecek ya bunun açık seçik
tarifini yapacak. Ben bunu kırarsam kınanırım, bir başka yönetim pazara sürersem kınar. Türkiye'nin;
yani, bütün kuruluşlarımızda lisansla çalışanların dışında temelde benim gördüğüm problem bu.
Kuruluş kendisine kimlerle nasıl yarışacağını bilmeden bir kalite yarışı içine giriyor, açık seçik bunun
adı konacak. Rakibim şunu yapıyor, ben bu yarışta varsam, şunu şunu şunu ondan daha iyi
yapacağım; yani, problemi kabullendik mi, o halde nasıl çözeceğimizin üstünde duracağız.
Maalesef Türkiye'deki eğitime çok değiniyoruz. Türkiye'deki eğitimin bizi getirdiği en kötü nokta
Türkiye problemleri tanımak ve çözmek yolunda kendi olanaklarıyla büyük bir acz içinde, bunu inkar
etmeyelim. Çünkü, bir Avrupalıya bakıyorsunuz, şu bardağın kenarı kırık dediğiniz zaman herkes
bakıyor kırık diyor, bizde yok canım diyor bal gibi bardak, içilir, öbürü diyor ki sen öyle görüyorsun
hiçbir şeyi yok, bir başkası diyor ki bu bardak atılır. Biz bir kere sorunları tanımlamakta ortaklaşa
hareket edemiyoruz, halbuki sorun ortada, işte bu da bir genel yapı eksikliğinden ortaya çıkıyor. Bu
bakımdan kaliteyi kurumlaştıracaksak, tekrar ediyorum, iyi kötü geçmişteki deneyimlerimizle bugün
Türkiye hakikaten sorunlarının farkına varmıştır; ama, şu andaki darboğazımız sorunları rekabet
edebilecek biçimde çözüm yolları üretebilmektir. Bunu yapamadığımız taktirde her zaman tekrar tekrar
bu noktaya geri döneceğiz. Yani, şu anda, tekrar ediyorum, olay teknik boyutludur ve teknik
sorumluluğu olan kişilere bu kalite konusunda çok büyük sorumluluklar düşmektedir.
Şimdilik bu kadar.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
ikinci sözü Ahmet Altekin beye veriyorum.
AHMET ALTEKİN (KAL-DER Bursa Şube Başkanı) - Bana yöneltilmiş iki tane spesifik soru var,
daha doğrusu bir tane spesifik soru var, bir tane de kendi üzerime alındığım bir şey var onu
cevaplamak istiyorum.
Aslında Semra hanımın bir sorusu vardı, soruyu anlamaya çalıştım ama, doğru anladığımdan emin
olmak için tekrar edeceğim. Diyor ki soru; toplam kalite yönetimi diye siz işçileri öyle bir
kandırıyorsunuz ki işçi olduklarını unutup her şeylerini patronlara veriyorlar, aslında bu sömürünün
145
daha yoğunlaşması için bir araçtan başka bir şey değil, öyle mi? Sonuçta, okuyorum. Dolayısıyla
toplam kalite yönetimi burjuva sömürüsünün işçi sınıfının içine girip onları parçalamak ve daha sefil
hale getirmek için kullandığı "Truva Atı"ndan başka bir şey değildir, öyle değil mi gibi parapireyz
ediyorum. Tabii siz böyle demediniz ama nazik olarak, soruyu doğru anlamaya çalıştım. Ama, ben
önce ona cevap vermek istemiyorum, önce Gülseren hanıma bir cevap vermek istiyorum.
Bir paradoksun içine girdik dedi, nereden başlayacağımızı, değişimi nerede koparacağımız sorusunun
cevabını çıkartamıyoruz. Ben ona kısaca cevap vermek istiyorum ama, arkasından Hüseyin beyin
yaptığı gibi biz kendi içimizde bir organizasyonu nasıl yapıp bu sorulara nasıl cevap bulmaya çalıştık,
belki daha somut bir örnek teşkil edeceği için aydınlatıcı olabilir. Ben ilk kısımda da demiştim ki, kendi
kendime bu ikinci tur için böyle pas atarak, en sonda bir yerde takılıyoruz, bir paradigma çıkıyor, bir
paradoks çıkıyor ortaya, üst yönetim bunu değiştirmeli diyoruz; ama, üst yönetim kendi zaten
değişemiyor, ortam ona müsaade etmiyor, peki bu değişim nereden gelecek. Sonuçta ister istemez
değişim uygulamanın içerisindeki kişilerin kendi paradigmalarını değiştirerek çevrelerini de
değiştirmeleriyle birlikte gelecek; yani, ben başka bir çözüm bulamıyorum. Bu tabii çok karmaşık,
neredeyse felsefi bir cümle oldu ama, ne demek istediğimi bir örnekle anlatacağım.
Biz Bursa Şubesini kurduğumuz zaman KAL-DER Bursa Şubesini, karşımızdaki en önemli sorulardan
bir tanesi yerel bir kalite ödülünün düzenlenmesiydi. Benim bireysel olarak böyle bir düşüncem vardı
bunun çok önemli olduğuna dair. Daha biz kuruluş için ortamı denerken BUSİAD'tan böyle bir talep,
hatta emrivaki geldi, "biz kalite ödülü veriyoruz; ama, bunu mutlaka sizinle bihikte vereceğiz" adını bile
koymuşlardı. Buna karşılık İstanbul'a gittiğimiz zaman merkezdeki arkadaşlarımızın çeşitli haklı
çekinceleri vardı, acaba yerel bir kalite ödülü, yerel politikaların etkisi altında kötü yönetilerek yarardan
çok zarar getirebilir mi gibi. Bunun için ne yaptık?.. Şube yönetim kurulu bir hedef ortaya koydu; ama,
eğer her şeyi kendisi yönetmeye kalksa ahtapot gibi kafadan bacaklı bir organizasyonun tekrarı olurdu
bu, dolayısıyla değiştirmeye çalıştığımız paradigmanın güçlendirilmesi haline gelirdi. Bunun üstüne bir
komite kurduk, bu gönüllülerden oluştu, bu modelin TÜSİAD KAL-DER Kalite Ödülünde kullanılan
modelin yaygınlaşmasını isteyen insanlar birkaç kişi bir araya geldi tekrar ve bunun in bir uygulama
prosedürü ortaya çıkartıldı. Stratejik olarak bu işte ortak olacak olan kurumlar ve kişilerle tekrar
görüşüldü. Bunlar kimdi? Her şeyden önce BUSİAD bu değerlendirmede görev alacak olan, gönüllü
olarak görev alacak olan eğitimli KAL-DER değerlendiricileri KAL-DER Genel Merkezi Yönetim Kurulu
ve bunlarla ortaklaşa konuşma sonucunda ortaya çıkan bir prosedür uzlaşması oldu. Uyulandı. Tekrar
bir geri beslemeyi esas olarak gene hala bu gönüllü komite yürütüyor idi. Bu geri beslemenin
sonucunda yönetim kurulunun önünde giden değerlendirmemiz yönetim kurulunda tartıştığımız,
İstanbul'la birlikte tartıştığımız bir yerel kalite ödülünün hedefi ne olabilirdi diyerek ilk ağızda
koyduğumuz hedeflerle göz önüne alındı. Ortaya kuvvetli yönlerimiz çıktı ve mutlaka eleştirilmesi
gereken alanlar çıktı ve çevrim şu an için tamamlandı, yeni bir sürecin başındayız.
Bu kurumsallaşma açısından hala önemli bir problemi karşımıza çıkartıyor. İkinci yıl ve ondan sonraki
yıllar acaba biz bu sürecin başarılı yanlarını daha da iyi hale getirerek sürdürecek şekilde bir yapıya
oturtturabilir miyiz? Gerek insani, gerek parasal ve diğer kaynaklarını düzenli hale getirebilir miyiz?
Yani, kısacası acaba biz bu işi kurumsallaştırabilir miyiz sorusu hala karşımızda ve bunun cevabını
da tam olarak bilmiyoruz. Ama, burada -tabiri caizse- olayı kopartacak olan nedir? Biz, şunu gördük
ki, insanlar çok yoğun işleri olduğu halde burada çalışan insanların hepsi sanayide görevli insanlar ya
da büyük bir kısmı sanayide görevli insanlar, çok uzun saatler çalışıyorlar; ama sonuçta ortaya
konmuş olan bir hedefe varabilmek için büyük bir kişisel çabayla kendi organizasyon şekillerini
değiştirdiler, farklı bir organizasyon güdülemesiyle ortaya bir eylem çıkarttılar. Bu eylemin sonucunda
gördük ki Bursa'da sanayinin önde gelen birtakım kuruluşları bu sürecin içerisine tam da ne olduğunu
bilmeden geldiler; ama, bu süreç tamamlandığı zaman gördük ki o Kuruluşlarda bir düşünce
değişikliği meydana gelmişti, bunun kalcı olup olmayacağını bilmiyoruz henüz; ama, bir damla, göle bir
kaşık yoğut çalmış olduğumuzu hissediyoruz.
146
/
/
f
i
Organizasyon açısından burada çalışan gönüllüler, bu komite çok şaşırdı; Çünkü, 25 kadar, bir kısmı
da Bursa'nın dışında az sayıda bile olsa, değerlendiriciyi biz çok uzun saatlerde zor koşullarda
çalıştırttık. Daha önce adına bakarak TÜSİAD KAL-DER kalite modelinin yanına bile yaklaşmayacak
olan 7 tane kuruluşun üst düzey yöneticileri de dahil olmak üzere bir sürü yöneticisine kalite
konusunda doğru olduğuna inandığımız düşüncelerin eğitimini almaya ikna ettik. Dolayısıyla bir
faaliyet sonuçta faaliyeti yapanlara ve faaliyetten etki edenlere bir değişiklik ortamı yarattı.
Paradoksu nasıl kıracağız?.... Paradoksu ancak bir liderlik vasıtasıyla ortaya çıkan bir eylemin etkisi
altında, eylemin hem aktif hem de pasif bir anlamda yahut da yarı pasif aktörlerin hayatta
yaşadıklarından öğrenmelerini sağlayacak bir ortamı yaratarak kırabileceğiz; yani, paradoksu kıracak
olan bu. Bu soru hala kurumsallaşma konusunda, ben yalnızca kendi sürecimize bakarak söylediğim;
yani, kendimizi
önüne koyduğum soruların cevabını bize vermiyor, bu cevapların hiçbir yerde
olduğunu da zannetmiyorum; ama, sonuçta resmi olsun ya da olmasın pek çok kuruluşun üzerine belki
görevler düşecek; ama, burada şu ortaya çıkıyor. Liderlikten bahsederken de şunun altını çizeyim,
burada Ahmet, Mehmet yahut da bir genel müdürden de bahsetmiyorum, toplum içerisinde liderliği
görüyoruz ki aslında kurumsallaşma halinde örgütlenmeye başlayan gönüllü bireyler de meydana
getiriyor. Dolayısıyla, bir sivil toplum örgütü bir değişmenin lideri haline gelebiliyor; ama, bu liderlik tabii
ki kazanılan bir şey, bu aktörlüğü en iyi kim yerine getirebilirse, toplumda, nereden gelirse gelsin,
sonuçta o noktada da liderliği almış olacaktır.
Tabii bu örgütlenme gönüllü olmayan bir örgütlenme olan şirket organizasyonunun içine baktığımız
zaman farklı şekiller alacak. Dolayısıyla, aslında birden fazla örgütlenme şekli, faaliyet şekli ortaya
çıkabiliyor. Belki çeşitli noktalardan bakarsak farklı çözümler de ister istemez söz konusu olacak; ama,
temel görüşler aynı. Burada neye bakıyoruz biz, temel görüşler derken de takım çalışması, yaratıcılık,
belli bir yaklaşımla problem çözme, dinleme ve empatik davranma, dolayısıyla görüyoruz ki zaten
başarıya ulaşabilmek için ve bu paradigma değişiminin adını alacak noktalara varabilmek için bu
faaliyetlerin bu şekilde yürümesi lazım.
Ben buradan yola çıkarak da Semra hanıma cevap vermek istiyorum. Problem çözmeye nasıl
yaklaşıldığı, sınıf kültürünün ötesinde bir insanlık sorunudur. Problem çözmeye, izlenimlerimizle
problem çözme şeklinde de yaklaşabiliriz ya da sahada toplanmış gerçek verileri bilimsel yöntemlerle
değerlendirmek şekliyle ve o anki dengelerin yaratabileceği en iyi uzlaşmayı arayarak empatik
düşünerek de yaratmaya çalışabiliriz. Problemler karşısında nasıl tavır aldığımız, ideolojik
tavrımızdan, sınıf tavrımızdan da öte insanlığın temel düşünce mekanizması ile, dünyayı algılama
mekanizmasıyla bağlıdır. Böyle düşünmezsek sosyalist kültür ve bilim gibi bir noktada düşüncelerimizi
eğer çözüm noktasına getirirsek, kıta tektoniğini reddeden Sovyet Polit Bürosunun durumuna düşeriz.
Kısaca hatırlatayım, belki bu gerekli olacak, böyle bir tartışmayı açmak istemiyorum bizi çok
saptıracağı için; ama, Sovyet Polit Bürosu kıta tektoniğinin emperyalist kapitalizmin bir ürünü olarak
ele aldığı
-Stalin döneminde- Stalin'i sevip sevmemek de önemli değil; ama, sonuçta Sovyetler
Birliği bilimsel olduğunu düşündüğü bambaşka bir teorinin her tarafta Sovyetler Birliğinin etkisi altında
olan her tarafta galebe çalması için politik müdahalede bulundu; ama, en son İzmit depreminde
gösterdi ki tektonik olayı gerçekti. Dolayısıyla bilime baktığımız zaman, bilimsel yaklaşıma girdiğimiz
zaman bunun sosyalizmi yahut da kapitalizmi yoktur. Bunun yorumlanış tarzında tabii ki dünya
görüşleri farklı noktalara gelecektir; ama, toplam kaliteyi sonuçta sınai üretimin varmış olduğu bir
yönetim anlayışını sosyalizm yahut da kapitalizm ikilemi içerisinde anlamaya çalışırsak konuyu
anlayamayız. O yüzden bence bu sorunun cevabı aslında veyahut da bu sorunun tartışılacağı bir
platform bile bence burası değil. Doğrudan doğruya bunu başka platformlarda belki tartışmak
gerekebilir.
147
Ben son bir noktanın altını çizmek istiyorum, ufak bir katkıda bulunmak istiyorum daha doğrusu
belgelendirmede. Belgelendirmenin toplumsal önemi açısından ben söylenenlere katılıyorum. Belki bir
hatırlatmaya gerek var, özellikle dinleyiciler açısından. Belgelendirmede yalnızca kalite belgesinden
ziyade toplumun eleman, eleman kalifikasyonu, öğretim birimlerinin müfredat kalifikasyonu gibi
hususların da yaygınlaştığını belki hatırlatarak sorunu aydınlatmak daha geniş kapsamlı olacak.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Aslında toplam kalite yönetimiyle ilgili bu sempozyumda bir oturum gerçekleştirdik. Tabii ki
herkes kendi tarafından bakıyor, sanayici kendi gözlüğüyle bakacak, çalışan, emek kesimleri kendi
gözlüğüyle bakacak. Tabii ki sanayicinin temel görevi kârlılığını artırmaktır. Emek kesiminin de
yapması gereken örgütlü bir şekilde haklarının budanmaması, daha da artırılması için çalışmalarda
mücadele içerisinde bulunmaktır, bu da güçler dengesine bağlı. Demokrasinin de ne olduğu,
demokrasinin sınırlarının ne kadar geniş olduğu da bu örgütlü kesimlerin toplumlardaki güçler
dengesine bağlı bir olay. Kapitalist bir sistemde tabii ki hakim üretim ilişkilerinin kapitalist üretim
ilişkileri olduğu bir sistemde kapitalizmin gelişmesi noktasında yapılan her düzenleme kârlılığı
artırmaya yönelik. Eğer bizim karşısında duran kesimlerin örgütlülüğü çok karşı durabilecek bir
konumda değilse; ama, bu bizim panelimizin konusu bu değil, başka bir tartışma başlatmamak gerekir,
bu tartışmaları zaten bundan evvelki sempozyumlarda yaptık. Kurumsallaşma ve ülkemizin izlemek
durumunda olacağı politikalar da tartışılacaktı burada.
Feryal hanımın bir sorusu vardı, ki cevap buldu mu bilmiyorum. Türkiye'nin neden bir kalite politikası
yok. Acaba hangi konuda politikası var, bütünlüklü, değişkenlik göstermeyen, kalite politikasını diğer
politikalardan ayrı düşünebilir miyiz? Eğitim politikasıyla, kalite politikasının ilişkisi ne kadardır?
İstihdam politikasıyla ne kadardır? İl kalkınma politikasıyla ilintisi nedir? Bunlar var mı? Ama,
sempozyumun başından beri bütün bu kesimleri ayrı ayrı tartıştık. Bu panelde de en çok soru TSE'ye
geldi aslında, tabii sistemin doğru işlememesinin sorumlusu o sistemin bir parçası olan sanki bir
enstitüye aitmiş gibi bütün aksaklıkların, bütün yanlışlıkların sorumlusunu karşımızda ilk gördüğümüz
yetkilide aramak durumundayız belki de, sorular oraya geldi ama, ben kendisine söz veriyorum, bütün
sorulara da cevap vermek zorunda da değilsiniz. Ama, 20 dakika boyunca süreniz var, buyurun
efendim.
AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Bütün sorulara memnuniyetle cevap vermek
isterim eğer süre yeterli olur ise.
Başta Türkiye'nin politikası, kalite manasındaki politikasının olmaması, "hangi konuda var ki" de kalite
politikasına yok elemek daha doğru olur herhalde; yani, Türkiye'nin bir devlet politikası eğitim
konusunda var mı veyahut da adalet konusunda var mı, bunları sormamız herhalde yeterli bir cevap
teşkil eder. Türkiye'nin birçok alanında, sağlıkta da olduğu gibi devlet politikası olarak belirlenmiş
politikaları yok; çünkü, Türkiye iyi yönetilmiyor; yani, Türkiye belli bir politika, organizasyon ve ihtiyaç
duyulan dokümantasyon zinciri adı altında yönetilmiyor. Türkiye günü birlik siyaset sanatına göre
yönetiliyor; yani, "dün dündür bugün bugündür"e göre yönetiliyor, onun için Türkiye'nin bu şekil
politikaların olması dahi mümkün değil.
İkincisi, Türkiye'de kamu kuruluşlarının rekabete açılıp açılmaması konusu ya da özelleştirme gerekip
gerekmediği konusunda ben Türkiye Radyo Televizyon Kurumunu örnek vereyim. Türkiye Radyo
Televizyon Kurumu uzun yıllar rekabet şansından yoksun yaşadı ve bu rekabete açıldığı noktada da
rekabet edememe gibi bir çelişki içine düştü, neden? Uzun yıllar tekel olarak var idi, rekabet açıldığı
zamanda o anda rekabetçi bir ortamda ne yapacağını bilemez hale geldi. Bugün için ben siz şunu da
söyleyeyim Türk Standartları Enstitüsü de ulusal belgelendirme teşkilatı olarak maalesef rekabete
açık değil, kanunen böyle. Bu bir handikaptır bizim önümüzde ; yani, belgelendirme, ben dedim ki
148
ticari bir metadır, bu dürüstçe söylemek gerekirse ticari bir metadır. İyi yapabilenler ayakta kalır,
yapamayanlar silinir ve gider.
Eğitim, gene hakeza aynı. Eğitim kuruluşları, iyi eğitim verenler kalır, kötü eğitim verenler talep
edilmez ve zaman içerisinde talep edilmediği zaman müşteri tarafından onun da artık kuruluşun
kurulma anlamı kalmamış demektir.
Burada biz dönüp dolaşıp müşteriye dönüyoruz; yani müşteri odaklı olmak zorundayız; yani,
müşterinin istediği. Ben dedim ki birtakım ithalatta, ihracatta veyahut da müşteri ilişkilerinde kolaylıklar
sağlanması için belgelendirme, bunlar payandadır dedim. Ama asıl olan şey politika müşteriye yönelik
olması, yani kuruluşun bu tür kolaylıklardan istifade etmek için değil, kendi menfaatleri doğrultusunda
belge alması için.
ikinci bir husus, mesela Hüseyin bey çok güzel ifade etti "kalite" dedi, "diyelim başarı" olsun. Evet
kalite bizim çerçevemizden baktığımız anda yönetim standartlarıdır; yani, kalite sadece bir bayraktır.
Yani, kalite dediğimiz laf, içi boş bir şeydir aslında, herkes kendisi istediği gibi kullanır; ama, kalitenin
standardizasyon anlamında yönetim pratiğidir. Yönetimin standartlaştırılmış halidir. Kalite dediğimiz
şey odur. Kalite diyoruz ama, aslında bizim demek istediğimiz şey yönetim standartlarıdır; yani, bir
işletmenin hangi şartlar gereğince yönetilmesi gerektiğini birtakım deneyimler aracılığıyla uluslar arası
bir tecrübe tarafından yazıya dökülmüş ve bu ISO tarafından neşredilmiş ve tüm ülkelerde bu standart
aynı ile kullanılmakta; yani, bunun herhangi bir millisi falan yok, ISO tarafından yayınlanmış ISO 9000
yönetim standartları serisidir, kalite standardı değildir; ama, biz kalite diye isimlendiriyoruz. Bu bir
bayraktır. Tabii bunun yerine başarı da koyabilirsiniz, o da doğrudur; yani, başarıyı ölçersiniz. Bizim
ölçtüğümüz şey tetkiklerde yönetim olgunluğunun derecesidir; yani, yönetim,iyi bir yönetim pratiği var
mı; yani, standardın şartlarını karşılıyor mu, değil mi.
Soruların yoğunlaştığı noktalardan bir tanesi de akreditasyon konusu, yalnız bu noktada notifikasyonu
bilmemiz lazım, yetkili kılma hadisesi. Ben şimdi bunları açıklamadan önce isviçre'de bir seyahatimde,
tetkik için iş amaçlı bir seyahatti, burada ben baş tetkikçi olarak Selborus güvenlik sistemleri üreten bir
şirketin tetkikinde açılış toplantısını yaptım, hemen akabinde yönetim temsilcisinin bana sorduğu soru
şu; "sizin bizi ziyaret etme sıklığınız ne olacak?" dedi; yani, ne kadar da bir geleceksiniz demek istedi.
Bende dedim ki "niçin böyle bir soru sordunuz?" "Bizim 6 tane daha kalite belgemiz var, siz 7 nci
olacaksınız" dedi. Nereden bu 6 tane belge, Avrupa ülkelerinden; yani, bugün biz Gümrük Birliği
üyesiyiz, onlar Avrupa Topluluğu üyesi. Nereden? ingiltere'den, Almanya'dan, Fransa'dan, nereye
ihracat yapacaksa oralardan; yani, 6 tane belge almışlar, biz 7 nci belgeyi verecek kuruluşuz. Yani,
şimdi biz, bu noktada biraz insaflı olmamız lazım; yani, Türkiye'de bizim Avrupa'da belgelerimiz ne
kadar geçiyor. Onların kendi aralarında ne kadar geçiyorsa, bizimki de o kadar geçiyor. Bugün onlar
bizi en az 20'ye yakın belge Avrupa'dan, 7 tane Amerika'dan firma Türk Standartları Enstitüsünden
kalite belgesi almıştır; yani, ISO 9000 belgesi almıştır yönetim standartlarını uyguladığı için. Türkiye
içinde 1 000'e yakın kuruluş, 1 000'i geçen bir kuruluş, sayısı her gün gün itibariyle değişiyor, bugün 6
tane kalite müdürlüğü bünyesinde her hafta belgelendirme çalışmaları yapılıyor ve bu çalışmalarda her
hafta belki 6-7 tane, 10 tane, 20 tane firma sayısı artıyor; yani, bu artışa rağmen bu yeterli değil tabii.
Türkiye'de ben şunu da söyleyeyim, mesela İstanbul'da İMES Organize Sanayi Bölgesinde, bir sanayi
bölgesinde 1 500 tane orta ölçekli; yani, bu belgeyi alabilecek yeterlikte olabilecek kuruluş var,
Türkiye'de bu sayılar tabii çok az. Mesela bugün dünya ölçeğiyle kıyasladığımız zaman da
Türkiye'deki sayı çok az; ama, benim bakış açımdaki şey mesela bu topluluğun bu kadar az olması;
yani, kaliteye talebin neden olmadığı, burada çok fahiş fiyatlarla bir eğitim vermiyoruz. Değil mi yani,
burada gönüllülük esasına göre kaliteyle ilgili bila ücretle toplanan bir topluluk. Böyle olmamalı; yani,
daha kalabalık olmalı, salonda izdihamdan girilmemeli. Böyle ilk defa yapılan, bu kadar titizlikle
hazırlanan bir topluluk.
149
Bir diğer konu da, benim kaliteye talebin neden azaldığı yönündeki gözlemim. Mesela, Nazan hanımın
gösterdiği son asetat da eğitim alan kişi sayısıyla, eğitim verilen konu sayısında sürekli bir azalış var.
Tabii bunlara neden talep düşüyor acaba? bu soruyu sormamız lazım. Kaliteye ilgi neden azalıyor?
Tabii ki bir deprem şoku yaşadık, bu yüzden olabilir. Tabii ki ekonomik bir bunalım dönemindeyiz, belki
bu da geçerli sebeplerden biri olabilir. Yalnız şu noktada kalite azalması, kaliteye olan ihtiyacımızın
bittiği anlamında değil; yani, buradaki politikamız bizim kaliteli ürüne Türk insanının layık olduğunun,
Türk insanının nerede üretilirse üretilsin en kaliteli ürün ne ise onun getirilip burada tüketimine
sunulması gerektiğini. Eğer ki kaliteli ürün gelir ise bunu daha önceki politikalardan da biz bunu
üretmek zorunda kalacağız daha iyisini. Yoksa bizim ürettiğimizin pazarda şansı olmayacak; yani,
rekabet kalitenin önünü açacak bir müessesedir. O zaman biz rekabetin önünü tıkayan engelleri
kaldırmamız lazım; yani, strateji bu olmalı. Bizim stratejimiz rekabetin önünde ne var ise onu alıp
oradan kaldırmak lazım. Türk Standartları Enstitüsü ne görev yapıyor kanunla belirlenmiş. O
görevlerin önünde de bence rekabete açık olmalı. Belgelendirme konusunda, eğitim konusunda,
vesaire, her konuda açık olmalı, ki kendi gelişimini tamamlayabilsin, daha ileriye gidebilsin.
Başarı, Türk Standartları Enstitüsünde personelin başarısıyla ilgili olarak yapılan bu çalışma sadece
belli konularla sınırlıdır; yani, her konuda her personelin tek tek performans ölçüm kriterlerine göre
değerlendirilmesi gibi çok böyle şey mümkün değil zaten; çünkü, çok değişik görevler vardır, kimisi
standart satışı yapar, kimisi ithalata uygunluk belgesi tanzim eder. Onun için özel herkes kendi,
müdürlük bazına indirgenmiştir bu, personelinin başarısını, yaptığı işi anket çalışmaları ya da kendi
gözlemleri sonucunda bir performans değerlendirmesi yapar. Ama, zannediyorum çok yeterli, etkin bir
çalışma olduğunu da iddia etmeyeceğim.
Notifikasyon konusu, yetkili kılma hadisesidir; yani, bu bir ulusal otorite olayıdır. Ulusal otorite Türkiye
Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi der ki "ben şu kuruluşu akreditasyon üzerine
yetkili kılıyorum" yani, yetkilendirmeyi yapacak kuruluşun seçimi. Burada işte söylüyoruz TÜRK-AK
diyoruz, Kalite Akreditasyon Milli Konseyi diyoruz, Türk Akreditasyon Konseyi diyoruz, bir sürü taslak
var; ama, her ne ise artık bir tane Türkiye'de yetkili kılacak müessesenin tayin edilmesi gerekir ki
inşallah bu da önümüzdeki günler içinde Meclisten çıkacak; yani, yetkili kılacak kuruluş seçilecek
önce. Sonra bu yetkili kılacak kuruluş akreditasyon yapabilecek; yani, konularına göre personel, ürün,
sistem ne ise; yani, konularına göre yeterliliği belirleyecek, belgelendirmeyi, sertifikasyonu yapacak
kuruluşların tespit edilmesi. Bu Türk Standartları olur, KAL-DER olur, herhangi, kimi seçerse, kimi
yetkili kılarsa; yani, hangi konuda, kalibrasyon konusunda, der ki "şu kuruluş notifiye edilmiştir" yani
yetkili kılınmıştır.
j
/
j
/.
/
BAŞKAN - Yetkili kuruluşların belirlenmesinde aranacak bir kıstas yok mudur? Ne ölçüde yetkili
kılınabilir?
AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Notifiye edilmiş kuruluş belirleyecektir onu; yani,
siz bir kere yetkili kılacaksınız kanunen. Bununla ilgili mesela akreditasyon konseyi diyoruz, bu konsey
birçok, mesela Almanya'da 19 tane konsey var, bazı Avrupa ülkelerinde bir tek konsey var, bütün
konularla ilgili yetkili kılma görev kanunen ona verilmiştir gibi. Yani, burada, Türkiye'de de
zannediyorum incelediğim taslakta bir tek konsey var, personel, kalibrasyon, deney, laboratuarları,
ürün, personel vesaire konularda alt dalları var, bu dallarla da ilgili komiteler var, o komite mesela
diyelim ki personel akreditasyon komitesi. O komite eğitim verebilecek kuruluşuların yetkilendirilmesini
yapacak, kuruluşları seçecek. Mesela, diyecek ki, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği kaliteyle ilgili
eğitim verebilir, MESS Türkiye'de kaliteyle ilgili eğitim verebilir, şu kuruluş veremez. Yani, bunlar,
şunlar verebilir diyebilecek bir konsey ihtiyacı var Türkiye'nin, bu konsey zaten Meclisin otorite için. Şu
anda bu nasıldır? Bu şu anda kanunen Türk Standartları Enstitüsüne verilmiştir. Şu anda
belgelendirmeye yetkili Türkiye'de tek kuruluş vardır, o da Türk Standartları Enstitüsüdür.
150
i
Belgelendirme, kalibrasyon konusu kanunda özellikle açık ve seçik olarak ifade edilyor değil; yani,
Türkiye'de kaliteyle ilgili her türlü tedbiri alır diye ifade ediliyor. Kalitenin geliştirilmesiyle ilgili tedbiri
alır, belgelendirme sertifikasyon hizmetlerini yapar diyor. Kalibrasyonu da nasıl anlarsanız o şekilde
açık bırakmış. Kanunda birtakım açıklıklar var, ben kabul ediyorum. Bu kanun değişmesin diyen de
değiliz; yani, kanun değişsin ve bir açıklık getirilsin. Türkiye'nin önü açılsın. Ama, şunu da ifade
edeyim; yani, Avrupa'da, Türkiye'de TSE'nin belgesi kabul edilmiyor diye bir şey benm duymadım.
Türk Standartları Enstitüsünden de böyle belge almak; yani mevzuatı yerine getirmeden o kadar kolay
değildir; yani, siz standardı uygularsanız hak edersiniz. Eğer ki ben hiçbir şey yapmadan bir ithalatta
bana kolaylık verin de ben şu belgeyi alayım diye bir şey söz konusu değildir; yani, bu da Türk
Standartları Enstitüsünün güvenilirliğidir; yani, o bizim şahsi meselemizdir. Ben, eğer ki, her önüme
gelen belge dağıtırsam o belgeyi ben ucuzlatırım; yani o belge talep edilmez hale gelir, o bizim
problemimiz. Niye? O zaman artık ben talep edilmez hale gelirim. Biz onun güvenilirliğini ve itibarını
artırmak için uğraşan kişileriz; yani, ben kalite belgesinin itibarı ile çalışırım, o benim sorumluluğum.
Burada tabii ki, yalnız şunu da söylemek istiyorum. Herkes kendi ulusunun belgesini ister. O
Selberus'tan Almanlar niye kendi belgesini ister; çünkü, her ulus kendi akreditasyon konseylerinin
yetkili kıldığı otoriteler tarafından tetkik edilen kuruluşların belgesini ister, neden? Bu ticari bir olaydır;
yani, bir kuruluşun Türkiye'de de var, 3 tane kuruluştan, 4 tane kuruluştan belge alması hadisesi. Bu
tabii ki burada birtakım hesaplar var. Herkes neden istiyor? Birtakım herkesin kendine göre hesabı
var, ticari bir metadır. Yani, bunu dürüstçe konuşmak lazımdır, değildir, o zaman bila ücret yapmamız
lazım bunu; yani, biz yapmıyoruz karşımızdaki kuruluşlarda yapmıyor; ama, biz makul bir düzeyde bu
hizmetlerin verilmesini istiyoruz, neden? Ulusal politikamız gereği Türk Standartları olarak. Biz; yani,
sadece zengin kuruluşların, büyük kuruluşların belge alması için çok yüksek fiyatlar belirleyebilirdik,
biz bunun tabana yayılması için her yıl ucuzlatıyoruz fiyatı, her yıl geriye çekiyoruz, bunu tabana yayıp
her yıl daha çok firmayla bu hizmeti görmek, politikamız bu kuruluş olarak.
Bu anda cevaplamamış olabildiğim soru varsa hatırlatırsanız memnun olurum.
BAŞKAN - Yalnız çok az bir zamanınız kaldı, eğer 5 dakikada hemen sorulara cevap verirseniz.
SALONDAN - (Soru banda yansımadığından yazılamadı)
AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Yok, hayır kapalı bir şey değil. Bu kuruluşta
çalışan sayısına göre değişmekle beraber 300 milyon ile 1 milyar arasında bir belgelendirme ücreti
değişmektedir; yani, 300 milyon da olabilir, 1 milyar da olabilir, bu 1 yıl için ilk aşamada tüm masraflar
dahil, ikinci aşamada zannediyorum artık müracaat ücreti falan alınmadığı için daha da aşağıya iniyor.
3 yıl verilen uluslararası bir belgede herkesin verdiği gibi bizde 3 yıl süreyle veriyoruz, 3 yıl sonunda
yeniden belgelendirme.
Kusura bakmayın, soruları unutmuş olabilirim.
BAŞKAN - "Kaç kuruluş ISO 9000 belgesine sahip?" demişti.
AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Onu söyledim zannediyorum. 1 000'in üzerinde
kuruluş belgeli Türk Standartları Enstitüsünden.
BAŞKAN -Teşekkürediyoruz.
Söz sırası Sayın Hüseyin Uğur'da. Ben, Ahmet beyin bıraktığı yerden devam etmesini rica edeceğim
özellikle.
151
AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Son olarak kalite belgesinin Hamurabi
Kanunlarında da kalite belgesi veriliyordu. Ben kalite belgesi Makine Mühendisleri Odasını
küçümsemiyorum, yanlış anlaşılmasın takdir ediyorum, kaliteyle ilgili her türlü çabayı takdirle
karşılıyorum; ancak, kalite belgesi verilmesinin temeli standarda göredir. Bu standartların yayınlanma
tarihi 1981'dir. Türkiye'de bu standartların 1981 yılında yayınlandığı zaman 1987 yılına gelene kadar
kimse alıp da kapağını açıp bakmamıştır, ben onu ifade etmek istedim. 1991 yılında ilk
belgelendirmeyi Türk Standartları Enstitüsü yapmıştır. Bakın 4 yıl bu standartlar revize olmuştur 87'de,
4 yıl gene hiçbir kimse bir şey yapmamıştır. 81'de ilk yayınlanmıştır gene kimse bir şey yapmamıştır.
Nereye kadar gelmiştir bu, 90'dan sonra belgelendirme faaliyetleri başlamıştır, ben onu ifade etmek
istedim. Değilse, Odalar Birliği vermiştir daha önce kalite belgesi, Türk Silahlı Kuvvetleri kalite belgesi
vermiştir, bunlar tabii ki onlar kalite belgesi değildir gibi bir mantığım yok; ama, ISO 9000; yani,
uluslararası belgelendirmeye temel teşkil eden bir belgelendirme sistemi olarak ilk defa Türk
Standartları Enstitüsü 1991 yılında belge vermiştir.
BAŞKAN - Söz sırası Hüseyin Uğur'da, gerçi konu konuyu açıyor da asıl tartışmamız gereken olayı
belki bir yerde de kaçırıyoruz, önemli olan kimin kalite belgesi verdiği değil, önemli olan kimin
belgelendirme yaptığı değil. Bu kalite belgesi veren, belgelendirme yapan kuruluşlarda,
organizasyonlarda aranması gereken evrensel ölçekler neler olmalıdır? Bu işlemleri gelişmiş ülkelerde
yapan organizasyonların yapısı ne şekildedir? Bence aramamız gereken temel şey bu olmalı. Tabii ki
1954 yılında kurulan odamız, Makine Mühendisleri Odası TSE bu işe başlamadan kalite belgeleri
veriyordu. Makine Mühendisleri Odası yasasından aldığı güçle bunu yapıyordu. Ülke sanayiinin ulusal
yararlar doğrultusunda gelişmesi için her konuda girişim ve faaliyette bulunmakta. O kadar açıktır ki,
ülke sanayisinin bir parçasıdır kalite ve kalite belgelerini Makine Mühendisleri Odası da verebilir.
Belgede önemli olan aranır olmasıdır, kabul görür olmasıdır, toplumun tüm kesimlerinin üzerinde
konsensüsünün sağlanmış olması gereklidir, insan gözünü kırpmadan alabilmelidir, güvenebilmelidir
ve dolaşabilirliği olmalıdır o belgenin. Acaba ülkemizde bunlar var mı? Bence bu TÜRK-AK Kanunu
çerçevesi içerisinde bunlarında tartışılması gerekiyor, UME'de bir tarafı aslında kalitenin bir ayağını
oluşturuyor yaptığı işlemler.
j
j
/
Ben aslında sizin bıraktığınız yerden Hüseyin beyin devam etmesini istiyorum. Buyurun efendim.
Doç. Dr. HÜSEYİN UĞUR (TÜBİTAK-MAM Ulusal Metroloji Enstitüsü) - Teşekkürler.
O noktaya gelmeden önce bir iki düzeltme yapmak istiyorum. Ahmet beyin konuşmasında şu anda
banda da alıyoruz, sonra bunun tutanakları da yayınlanacak, kendisinin sıkıntıya düşmesini istemem.
Şöyle ki, 1992'den 1999'a kadar Başkanlığı döneminde Sayın Arıyörük Rusya'nın TSE belgesi
olmadan hiçbir ürün kabul etmediğini söylemişti devamlı. Bu Meclisteki sanayi komisyon tutanaklarına
kadar da girdi, hatta Danimarka'nın bile Rusya'ya mal satmak için TSE'den belge aldığını söylemişti,
152
/
Download