T. B. M. M. B : 86 için Nurcular, bu ideallerini gerçekleştirecekleri bir yükseköğretim kurumu istemektedirler. Bu da, adına Medinetüz Zehra dedikleri ve Kahire'deki Camii-ülEzher'in benzeri olacak; öğretim dili Arapça Kürtçe ve Türkçe olarak programa girecektir. Arapça vacip, Kürtçe caiz, Türkçe lazım olarak!.. 27 Mayıs 1960'tan sonra, Millî Birlik Komitesi, din sömürücülüğü politikasına karşı, Atatürk'ün gös­ terdiği yolda büyük bir duyarlılıkla ilerledi; ülkeyi, yobazlığın, gericiliğin, bölücü - ayırımcı mihrakların hazırladığı korkunç girdaplara yuvarlanmaktan kur­ tardı. Değerli milletvekilleri, günümüzde de Nurculuk Süleymancılık ve Nakşilik gibi tarikatlar ve başta Ye­ minliler, Mücadeleciler, Işıkçılar ve Rabitat-ül Âlemil Islamîcilerden oluşan gruplardan başka, Hizb-üt Tahrir gibi gizli parti örgütleri, ülkemizi baştanbaşa sarmış 'bulunmaktadır. Türkiye'de bu saydığım ve zaman darlığı yüzün­ den sayamadtğım olaylar gelişirken, İslam dünyasın­ da da hızlı bir örgütlenme gerçekleştirilmekte ve laik Türkiye'yi de buna ortak kılma çabaları verilmek­ tedir. Önceleri, ancak Dışişlerinden alt düzeyde bir gö­ revli ile gözlemci olara'k katıldığımız bu toplantılara, son yıllarda üst düzeyde yöneticilerle katkıda bulu­ nuyoruz. Bunlardan Rabıtat-Ül Âlem-il fslâmî, Suudî Arabistan Kralı Faysal tarafından 1962 yılında ku­ rulmuş olup, başlıca amacı, Türkiye'de serî yasa­ ların tatbikini gerçekleştirmektir. Astronomik raka­ ma ulaşan bütçesi, Aramco tarafından temin edil­ mektedir. Rabıtanın bir kolu olan ve Mart 1976'da Ravalpindi'de toplanarak, bütün Müslüman ülkelerin İs­ lam şeriatını benimsemeleri ve bütün kanunlar için şeriatın temel kaynak olması kararının verildiği Ulus­ lararası Siret Konferansına biz bir bakanla katılmış­ tık. Oysa daha 1931'lde, Kudüs'te toplanacak olan kongreye, dinî, siyasî amaçlara alet etmek anlamı taşıdığı için o zamanki Dışişleri Bakanı (1931'deki Dışişleri Bakanı) Tevfik Rüştü Araş, katılmayı red­ detmişti. Ne gariptir ki, laik Türkiye'den Diyanet İşleri Eski Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür ve başka­ ları yanında, Bugün Gazetesinin o zamanki sahibi Mehmet Şevket Eygi de Rabıtat-ül Âlem-il Islâmînin üyeleri arasında yer almıştır. Bu örgütün temsilcilikleri, çeşitli tarihlerde düzen­ ledikleri konferanslara Arap ülkelerinden konuşma­ 7 . 4 . 1987 O: 1 cılar çağırmışlar ve cihat çağrılarıyla, düzen bozucu propagandalar yaptırmışlardır. Bu cümleden olarak, 1977Me İslam Âlemi Eğitim Merkezinin İstanbul'da kurulmasının kararlaştırıldığını görüyoruz. Yine 1977 yılında, bu konferanslardan birinde, Şam Üniversitesi Şeria Fakültesi Dekanı Muhammed Seyyit Ramazan yaptığı konuşmada, gençlerin mür­ şitler gözetiminde yetiştirilmesini ve Saidi Nursi'yi örnek gösterip, onun yönteminin izlenmesini öner­ miştir. Aynı toplantıda konuşan El Âmiri, İstanbul'u Islamın merkezi olarak gördüğünü belirttikten sonra, Müslümanların bugünkü durumda olmalarının, şeri­ at yasalarından sapmalarından kaynaklandığını belirt­ miştir. Bu konferansın hemen arkasından 1977'de İslam Talebe Birliği Konferansı yine İstanbul'da toplanmış ve şer'î hayat düsturuna sarılma ve bağlanma yolla­ rının aranması ve bunun için her türlü yardımın te­ min edilmesi ve devamlı faaliyette bulunacak bir ens­ titünün kurulması kararı alınmıştı. Bu da yetmezmiş gibi, kitapları bizde yasak edi­ len Mısırlı Seyyit Kutup'un kardeşi Muhammed Ku­ tup Türkiye'ye gönderilmiştir. Bu kişi İstanbul'da yaptığı konuşmada, «Bir ülkede Allanın nizamı hâ-. kim değilse, oraya dar-ül-harb adı verilir, (yani bi­ zim camilerimizde, bu ifadeye göre, namaz kılmamak lazım) Bu durumda Müslümanların mücadelesi ferdî planda değil, gayesini müdrik bir cemaatla (topluca) olmalıdır» diyerek, Türkiye'yi dar-ül-harb ilan etmiş ve cihadın tek tek değil topluca yapılması gereğine değinerek Türk halkını ayaklanmaya kışkırtmaktan çekinmemiştir. öte yandan, Rabıtat-ül Âlem-i! îslâmi'nin Başkanı Şeyh Abdülaziz Bin Baz Cumhurbaşkanı Sayın Komtürk'e çektiği telgrafta, «Ayasofya'nın yeniden ca­ mi haline getirilmesini ve dünya Müslümanlarının bu camide dua etmesini» istemiştir.-Yavaş yavaş oluştu­ rulan bu ortam, anımsanacağı üzere, sonunda Kon­ ya olaylarına gelip dayandı. Bir tarihçi gözüyle inceleme ve gözlemlerinden vardığım sonuç odur ki, kimi Arap devletleri Türk Ulusunu kendi davalarını 'kazanmak için kullanmak istemektedirler.. Yıllarca başa çıkamadıkları İsrail'i yenmeye güçleri yetmeyen bu ülkeler, Ortaçağda Ab­ basi halifeleri zamanında masallara konu teşkil eden ve görkemli yaşamlarını borçlu oldukları Türklerden oluşturdukları orduların koruyuculuğunu yeniden el­ de etme yollarını aramakta ve bunun için de devrim yasalarımıza başkaldıracak yapıda insanlar yetiştir- — 549 —