Hikmetinden Sual Olunmaz! İslam kültüründe hikayelerde çoğu zaman neden sonuç ilişkisi net biçimde verilmez. Bunun amacı hikayeye biraz daha gizem katmaktır. Ben bu tarz hikayeleri çok severim çünkü olan bir olayın nedeninin verilmemesi benim olayın kendisine odaklanmama yardım ediyor. Aynı zamanda bu şekilde anlatılan olaylar –garip bir şekilde- bana çok daha gerçekçi geliyor. Gerçekçiden kastım, onu daha çok hissedebilmem, onun beni daha çok etkilemesi. Bu tarz hikayelerden tek seferde hep birer tane dinlemiştim. Yeni bitirdiğim kitap bana, benim bir seferde birkaç tanesini birden tek seferde okumamı sağladı. Böyle hikayeleri daha önceden de çokça okumuştum ama bir sürüsünü birden tek seferde dinlemek bana, benim bu hikayelerin çok büyük bir eksiğini fark etmemi sağladı. Bu hikayelerde mucizevi bir olayın ya da sonucun nedeni verilmiyor. Ya üzeri kapatılıp “hikmetinden sual olunmaz!” gibi kaçamak bir cevap veriliyor ya da yine nedeni açıklanamayan başka bir “mucizevi” neden veriliyor. Bunlar pekala hikayelerin yazım tarzı gibi bir şeyle savunulabilir. Ama hikayedeki neden sonuç ilişkisi zincirini bozuyor. Bunun kötü yanı ne olabilir ki? El cevab: Hikayelerin en nihai amacı insanların ders çıkartması ve hikayeden aldığı fikirleri hayata uygulayabilmesidir. İnsanlar, neden sonuç bağlamını öğrenemeyince bu durum onlara “mucize” olarak geliyor ki bu onların kendi hayatlarında yaşamadığı birşey. Kendi hayatlarında da yaşamadıkları için empati kuramıyorlar ve bu da hikayeden ders çıkarmalarını zorlaştırıyor. Neden sonuç bağlamı verilmemiş bu hikayeler ders çıkartmaktan ziyade “ne güzel, böyle de bir şey varmış” gibi bir şeyi akıllara getiriyor. Küçüklüğümden örnek vereyim: Kuran kurslarında siyer derslerinde Hz. Muhammed’e ilk ayetlerin gelmesi anlatılıyordu. Ona “Oku!” emri geldiğinde okuma-yazma bilmemesine rağmen okumaya çalışıp okumasını anlatıyordu hoca. Biz bunu tabi ki peygamberin nur’una yorduk. Şimdi düşünüyorum da burada asıl anlatılmak istenen ne kadar umutsuz bir durum olsa da işe dört elle sarıp yapmayı denememiz gerektiğidir. İslam kültüründe insanların çoğu bu hikayelerle büyür. Bundan dolayı da insanlar –en azından din için- sorgulama yeteneklerini kaybederler. Dinin yozlaşması böylelikle kolaylaşır. Çünkü verilen her hangi bir bilgi, dindenmiş gibi anlatılabilir. Sorgulayıcı fikirleri susturmak işten bile değildir. “Böyledir” denir geçilir. Daha çok sorgulanırsa “böyle sorgulamaya devam edersen dinden çıkarsın” gibi laflar duyulabilir, dikkat! En kötüsü ise böyle hikayelere insanlar alıştıkça bunları sorgulamayı da bırakır. Çünkü “ne de olsa bir hikmeti vardır” diye düşünür. Din ile iç içe yetişmiş insanlar böyle düşünür iken yetişmemiş insanlar bunlardan dolayı dini “sorgulanamaz, sorgulanması teklif dahi edilemez” gibi bir oluşum olarak görüyorlar. İlk emri “oku” olan –ki okumak, devamında düşünmek, anlamak ve sorgulamayı da gerektirir- bir dinin sorgulanamaz olarak düşünülmesi ne acıklı bir şeydir! Aslında dinin şu anki durumu tam da dine dışarıdan bakan insanların bu yorumu hak eder: Dünyamızda sorgulamadan dinin emirlerini yerine getiren bir sürü terör örgütü var. Çoğu dini merkez bunların dinle alakası olmadığını söyler. Elbette asıl dinle alakası yok ama şu anda dünyada çoğu yerde yürürlükte olan İslamın(!) bence bununla çok alakası var. Yalnızca normal insanlar sorgulamadan emirleri kabul ediyor ama yapmıyor, bu terör örgütleri ise yapıyor. Bu yüzden kendimizi bu terör örgütlerinden çok uzakta görmememiz gerekir. Onların yaptığı bir çok eylem aslında bizim sorgulanmamış kabullerimizin gerçek hayata bir tezahürüdür. Her şeye rağmen bu durumun İslam’a değil İslam kültürüne ait olduğunu unutmamak lazım. Aslında din bize hep hayatı sorgulatır. Örneğin çoğumuzun bildiğinin aksine ölü gömüldükten sonra okunan “telkin” yaşayanlara okunur, ölü için değil. Orada ölüden ibret alıp kendimizin ne yaptığını sorgulamamız amaçlanır. Ama bu doğrudan insanların yüzüne söylense insanlar dikkate almayacağı için “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” gibi bir oyun oynanır. Dinde böyle insanı sorgulamaya yönlendiren şeyler var ama biz bunların vermek istediği mesajdan daha çok onların kendisine, kutsallığına önem vermişiz. Eğer dinin asıl amacını anlarsak asıl dini de yaşamış oluruz. İşte o zaman dinde daha az mucizeye, daha çok sorgulamaya yer açarız. Ömer Selim Çiftçi 21502929