T.C. ATILIM ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ KÜRESELLEŞME ETKİSİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA EĞİLİMLER: AVRUPA MI, AVRASYA MI, ORTA ASYA MI? Abdulkadir GÜRSOY Ankara, 2007 T.C. ATILIM ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ KÜRESELLEŞME ETKİSİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA EĞİLİMLER: AVRUPA MI, AVRASYA MI, ORTA ASYA MI? Abdulkadir GÜRSOY TEZ DANIŞMANI Doç. Dr. İdris BAL Ankara, 2007 (Fotokopi ile çoğaltılabilir) ÖZET Küreselleşme beraberinde bölgeselleşmeyi, gruplaşmayı getirmiştir. Bölgeselleşmenin en başarılı örneği Avrupa Birliği (AB)’dir. Türkiye 1963 Ankara Antlaşması ile başlayan süreçle AB’ye katılmayı hedeflemiştir. Ancak Komünizm tehlikesi ortadan kalktıktan sonra, AB Türkiye’ye bakışında kendi arasında ikiye bölünmüştür. Muhafazakâr olan grup; sınırları belirli bir Avrupa’yı desteklemekte, kültürel ve dinsel farklılıkları vurgulayarak Türkiye’nin Birliğe katılımına karşı çıkmaktadırlar. Evrensel Avrupa’yı savunan, liberal düşünceli diğer grup ise; Avrupa’nın küreselleşme ile daha iyi baş edebilmesi, medeniyetler arasında uyuma olumlu katkıda bulunulabilmesi ve belki de en önemlisi, gelecekteki güvenlik gereksinimlerini en etkin şekilde karşılayabilmesi için Türkiye’ye ihtiyaç duyup, üyeliğini desteklemektedir. Müzakerelerin çok uzun sürebileceği, üyelikle sonuçlanamayabileceği, imtiyazlı ortaklık teklifi gibi karışık mesajlar ile Türkiye’nin iç güvenliğini doğrudan ilgilendiren konulardaki karşılıklı uyuşmazlıklar ve Kıbrıs, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini belirsizleştirmektedir. Türkiye için alternatif politikalar Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile ortaya çıkmıştır. Bunlar Avrasyacılık ve Orta Asyacılık olarak genellenebilir. Türkiye’nin yeniden pasif ortaklığa adaylığı anlamına gelecek Avrasyacılık fikrini ikinci plana iterek, Orta Asya devletleri ile olan işbirliğini somutlaştıracak adımları atmasının, kendisini küreselleşmenin gelecekte yaratacağı ortama, siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından daha hazır hale getirebileceği değerlendirilmektedir. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Avrasyacılık, Küreselleşme, Bölgeselleşme, Orta Asya. ABSTRACT Globalism brought in regionalism and grouping with itself. European Union (EU) can be attributed as the most successful example of regionalism. Through the period started with Ankara agreement signed in 1963, Turkey aimed to join EU. However, after communism threat disappeared, view of EU towards membership of Turkey was splitted into two sides: The conservative group supports a Europe with well defined borders; puts emphasis on cultural and religious differences between Europe and Turkey and therefore rejects membership of Turkey. On the other hand, the group supporting a universal and liberal Europe supports membership of Turkey which they think can help to: improve Europe’s rivalry against globalism, contribute to harmony between civilizations and perhaps most vitally support future security requirements of Europe. The ideas that: negotiations between Turkey and EU about membership of Turkey can span through a very long time, may not result in membership of Turkey, confusing messages resulting from offers about privileged partnership instead of full membership together with disagreements on topics that directly influence internal security concerns of Turkey and Cyprus, create uncertainties in the future of EU-Turkey relations. In this situation, alternatives for Turkish foreign policy came up with the collapse of Soviet Union. These can be generalized as Eurasianism and Central Asianism. Turkey should initiate practical steps of cooperation with Central Asian countries to get ready for future political, economic and security concerns of globalism and push back Eurasianism idea which would again make it as a candidate for passive partnership. Key Words: European Union, Eurasianism, Globalism, Regionalism, Central Asia. ÖNSÖZ Tarihte meydana gelen olaylar o an yaşanıp bitmezler. Önemli olayların çeşitli boyutlardaki etkileri yıllar ve hatta yüzyıllar sürebilmektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı da bu kapsamda bir etkiye sahiptir. Yani 1980’lerin sonunda başlayan süreç 1990’ların sonunda bitmemiştir. Günümüzde de bunun etkileri tıpkı suya düşen bir taşın yarattığı halka etkisi gibi devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında; Sovyetler Birliği’nin yıkılışını müteakip ortaya çıkan kargaşa ortamında, Türkiye’nin arzu edilen şekilde başarılı bir sınavdan geçtiğini, günümüz merceğinden bakarak söylemek belki son derece zordur. Ancak o günün şartlarında konu değerlendirildiğinde, Türkiye’nin imkânları ölçüsünde yaptıkları küçümsenecek ölçüde de değildir. Türkiye’nin yaptıkları sonuç olarak bir anlamda temel olarak sayılabilecek şeylerdir. Yani Türkiye’nin sonsuza kadar kaybettiği her hangi bir fırsat yoktur. Günümüzde yaşanmakta olan bölgeselleşme-gruplaşma ve küreselleşme etkisinde yaşanan gelişmeler tüm fırsatları, riskleri ile birlikte Türkiye’nin önünde tutmaya devam etmektedir. Bu tez çalışmasında, Avrupa Birliği, Avrasyacılık ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile işbirliği seçenekleri incelenecektir. Çalışmama yaptıkları değerli katkılarından ve etkili yönlendirmelerinden dolayı tez danışmanım Doç. Dr. İdris BAL’a teşekkürü bir borç bilirim. Aynı şekilde Prof. Dr. Ertuğrul ÇETİNER’e verdikleri destekten ve yardımlarından dolayı şükranlarımı, Ruhan ÖZKAN’a içten teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca tüm öğrenim ile tez sürecinde bana sağladıkları destekten ve katlandıkları zorluklardan dolayı, aileme olan minnettarlığımı ifade etmek isterim. Son olarak; tez çalışmasındaki fikirlerin, bireysel görüşümü yansıttığını, mensubu olduğum kurumun görüşünü yansıtmadığını önemle vurgulamak isterim. ii İÇİNDEKİLER Sayfa No ÖNSÖZ…………………………………………………….…………………………ii İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………....iii ŞEKİL VE ÇİZELGE LİSTESİ……………………………………………………...vi KISALTMALAR………………………………………………………...………….vii BİRİNCİ BÖLÜM 1 GİRİŞ……………………………………………………………………........1 1.1 Çalışmanın Önemi.........................................................................................2 1.2 Amaç ............................................................................................................4 1.3 Kapsam .........................................................................................................4 1.4 Araştırma Yöntemi........................................................................................5 İKİNCİ BÖLÜM 2 KÜRESELLEŞME……………………………………………………………7 2.1 Giriş ..............................................................................................................7 2.2 Küreselleşmenin Tarihsel Temeli ..................................................................7 2.3 SSCB’nin Yıkılmasının Küreselleşmeye Etkileri ...........................................8 2.4 Küreselleşmenin Yarattığı Ekonomik Devler ve Siyasi Etkileri .....................9 2.5 Küreselleşme Süreci ve Bölgeselleşme: AB, NAFTA ve Diğerleri ..............10 2.6 Küreselleşmenin Güvenlik ve Siyasi Boyutu ...............................................12 2.7 Sonuç ..........................................................................................................13 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3 DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞEN TÜRKİYE……………………………..15 3.1 Giriş ............................................................................................................15 3.2 1990 Öncesi Türkiye ...................................................................................15 iii 3.3 1990 Sonrası Türkiye ..................................................................................18 3.4 Günümüzde Türkiye....................................................................................23 3.5 Sonuç ..........................................................................................................28 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4 AVRUPA BİRLİĞİ………………………………………………………….32 4.1 Giriş ............................................................................................................32 4.2 Nereden Nereye...........................................................................................32 4.2.1 Eski Doğu Bloku Ülkelerinin AB Üyeliği ve İki Vitesli Avrupa ..................33 4.2.2 AB: Anayasası Üyeleri Tarafından Reddedilen Süper güç ...........................35 4.3 Hangi Avrupa? ............................................................................................35 4.3.1 Muhafazakâr Avrupa...................................................................................37 4.3.2 Evrensel Avrupa..........................................................................................41 4.4 Türkiye AB İlişkileri ...................................................................................42 4.4.1 Lüksemburg Zirvesi ve Sonuçları ................................................................44 4.4.2 Hazmetme Kapasitesi ve Türkiye’nin Üyeliğine Etkileri .............................47 4.4.3 Müzakere Konuları ve GKRY .....................................................................48 4.4.4 Küreselleşme Boyutunda AB’nin Türkiye’ye Olan İhtiyacı .........................52 4.4.4.1 Enerji .......................................................................................................52 4.4.4.2 Nüfus ve İş Gücü......................................................................................53 4.4.4.3 Medeniyetler Çatışması ve Güvenlik ........................................................55 4.4.5 Ayrıcalıklı Ortaklık ve AB’de Bazı Görüşler ...............................................58 4.4.6 AB Kamuoyunun Türkiye Hakkında Düşündükleri .....................................60 4.5 Üyelik Sürecine Etki Eden Diğer Sorunlar...................................................64 4.5.1 Kıbrıs ..........................................................................................................64 4.5.2 Ermeni Meselesi..........................................................................................66 4.5.3 Irak Sorunu ve Etnik Teröre AB’nin Yaklaşımı ...........................................66 4.5.4 Nitelikli Çoğunluk Sistemi, Kalıcı Kıstlamalar ve Türkiye ..........................67 4.6 Sonuç ..........................................................................................................69 iv BEŞİNCİ BÖLÜM 5 DIŞ POLİTİKADA YENİ YÖNLER, ALTERNATİFLER………………...75 5.1 Giriş ............................................................................................................75 5.2 Avrasya ve Avrasyacılık..............................................................................76 5.2.1 Avrasya’nın Önemi .....................................................................................77 5.2.2 Avrasyacılık ................................................................................................79 5.2.3 Avrasya’da Güç Dengeleri ...........................................................................83 5.2.4 Avrasyacılık ve Türkiye................................................................................84 5.3 Orta Asya....................................................................................................87 5.3.1 Herkesin Arka Bahçesi: Orta Asya ..............................................................91 5.3.1.1 Rusya ve Orta Asya ..................................................................................92 5.3.1.2 ABD ve Orta Asya ...................................................................................99 5.3.1.3.Çin ve Orta Asya....................................................................................103 5.3.1.4 İran ve Orta Asya ...................................................................................104 5.3.1.5 Türkiye ve Orta Asya .............................................................................109 5.4 Sonuç ........................................................................................................132 ALTINCI BÖLÜM 6 SONUÇ…………………………………………………………………….140 KAYNAKÇA………………………………………………………………………147 v Sayfa No ŞEKİLLER VE ÇİZELGELER Şekil 1: Armed Forces Journel’in Orta Doğu Öngörüsü. 26 Şekil 2: Nabucco Projesi ve Rusya’nın alternatifleri 53 Tablo 1: ABD Nüfüs Sayım Bürosu’na göre 60 yaş üzerindeki nüfusun ülke nüfuslarına oranı 54 Tablo 2: DİE verilerine göre Türkiye’de nüfusun yaşlara göre dağılımı 54 Tablo 3: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılımı 61 Tablo 4: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılımı 62 Tablo 5: Türkiye gerekli reformları gerçekleştirse bile AB’ye katılımı fikrinin ülkelere göre desteklenme oranı 63 Tablo 6 : Nitelikli Çoğunluk Oylamasına Göre Ülkelerin Oy Sayısı 68 Tablo 7:Orta Asya Cumhuriyetleri Genel Bilgiler 90 Tablo 8: Türkiye’nin İthalatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı 119 Tablo 9: Türkiye’nin İhracatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı 120 Tablo 10: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’ya Yapılan İhracat 121 Tablo 11: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’nın Nüfus ve Ekonomisine Ait Bilgiler 122 vi KISALTMALAR Kısaltma AB ABD ABGS AÇKT AET AP AT BYEGM CARICOM EİT EUROSEC GKRY KEİT MERCOSUR NAFTA NATO OAD PEW SSCB SCO TDD TİKA TSK Açıklama Avrupa Birliği Amerika Birleşik Devletleri Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Avrupa Çelik ve Kömür Topluluğu Avrupa Ekonomik Topluluğu Avrupa Parlamentosu Avrupa Topluluğu Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü Karayip Ortak Pazarı Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Avrasya Ekonomi Topluluğu Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Karadeniz Ekonomik Teşkilatı Güney Amerika Birliği North America Free Trade Agrement - Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması North Atlantic Treaty Organization - Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı Orta Asya Devletleri The PEW Research Center for the People and the Press Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Şanghay İşbirliği Örgütü Türk Dilli Devletler Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığını Türk Silahlı Kuvvetleri vii BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ Türklerin batının bir parçası olma çabası bir anlamda Orta Asya’dan batıya doğru göçlerinin başlangıcı kadar eskidir. Bu süreçte Osmanlı İmparatorluğu ile doruk noktasına ulaşan Türk düşmanlığı da bir o kadar eskidir. Bu nedenle birçokları için Avrupa Birliği bu düşmanlığı dostluğa, en azından bir tür işbirliğine dönüştürme yoludur. Bazıları ise Avrupa Birliği içinde bir Türkiye’yi düşünmek dahi istememektedirler. Her iki tarafta var olan bu grubun düşüncelerini haklı çıkaracak yeterince destek ise Avrupa Birliğinden gelmektedir. Yani çok bilindik bu hikâye, artık herkesin aklında aynı anlamlı sonuca ulaşmamaktadır. Türkiye’deki AB desteği gün geçtikçe azalmaktadır. ABD için de durum farklı değildir. AB’nin bazı ülkelerinde ırkçılık artma eğiliminde, ABD’de ise Evangelizmin etkiyle din yükseliştedir. Müslüman olmak, son zamanlarda ne Amerika’da ne de Avrupa’da hoş karşılanan sosyal bir özellik değildir. Bu durumda Türkiye kendini, parçası olmaya çalıştığı bu ortamda rahat hissedebilecek midir? Sorulması gereken asıl soru bu ve cevabı eğer hayır ise; sorulması gereken müteakip soru, Türkiye’nin ikinci bir planı var mıdır? Sovyetler Birliğinin çöküşü ile başlayan süreçte, dünyada siyasi, idari ve ideolojik olarak büyük değişiklikler olmuş, Türkçe konuşan devletler politik arenanın merkezine yerleşmiştir. Aynı dönemde küreselleşme olgusu, önce ekonomik sonra siyasi hayata damgasını vurmuştur. Küreselleşme nedeniyle ülkelerin yaşadığı ekonomik, teknolojik ve güvenlik endişeleri bölgeselleşmeyi beraberinde getirmiştir ki bu dünyanın yeniden oluşumu, yeniden kurulması anlamını taşımaktadır. İşte bu nedenle bu çalışma özünde İsmet İnönü’nün “yeni bir dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır” sözünü irdelemektedir. Yani Türkiye 1 için kurulabilecek yeni bir dünya var mıdır, varsa bile Türkiye o dünyada yerini alabilir mi? 1.1 ÇALIŞMANIN ÖNEMİ Türklerin batıya doğru kesintisiz yürüyüşü, dünya tarihinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci Viyana Kuşatması ile sona eren, bu kesintisiz ilerleme, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar olan o çileli geri çekilmeden sonra, başka bir şekil alarak devam etmiştir. Önce Rus İmparatorluğu’na sonra da Sovyetler Birliği’ne karşı başlayan batıya dönük işbirliğinde, hedef başlangıçta NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına girmek olarak belirlenmiş, daha sonra bunu Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik takip etmiştir. Türkiye’nin dış politikası günümüzde de AB’ye üye olmak ve NATO’nun güvenlik şemsiyesi altında kalmak esaslarına demirli olsa bile; Batı dünyasındaki dönüşüm ve kararsızlık, Türkiye’nin çıkarları ile çatışmaya başlamıştır. Türkiye, Avrupa’nın gözünde Komünizm tehlikesine karşı birlikte savaşılacak değerli bir müttefik rolünden; dini, nüfusu, ekonomik ve coğrafi durumu nedeniyle istenmeyen, ya da kamuoyu gözünde çoğunlukla istenmeyen ülke durumuna düşmüştür. Halen AB üyeliğine yönelik görüşmeler, uluslar arası ilişkilerdeki ahde vefa kuralı ile Türkiye’nin tamamen kaybedilmemesi gerekliliği üzerinde oluşan bir dengede, zorlukla yürütülmektedir. Durum Amerika Birleşik Devletleri (ABD) açısından da pek farklı değildir. Türkiye ABD’nin Irak’ı işgalini desteklememiş; TBMM, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının kullanımı için gerekli olan müsaadeyi ABD’ye ve koalisyon ortaklarına vermemiştir. O aşamadan sonra başlayan ilişkilerdeki gerginlik, Irak’ın Süleymaniye kentinde bulunan, Türk irtibat timine karşı yapılan operasyondan sonra, doruk noktasına ulaşmış, iki müttefikin arasına giren güvensizlik, bir daha giderilememiştir. Halen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Irak’ın kuzeyine müdahale talebinde bulunurken; ABD bunun sorunları çözebilecek bir yaklaşım olmadığını ifade etmekte ve Irak’ta konuşlu PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne karşı da, 2 herhangi bir girişimde bulunmamaktadır. ABD’nin doğrudan ve dolaylı olarak sorumlu olduğu gelişmeler Irak’ta iç savaş ortamı yaratırken, ülke parçalanmaya doğru sürüklenmekte, bunun muhtemel sonucu Türkiye tarafından tehdit olarak algılanmaktadır.1 Günümüzdeki bu gelişmeler Türkiye’nin dış politikada tek yön olarak kabul ettiği AB üyeliğinin hiçte kolay olmayacağını, hatta gerçekleşmeyebileceğini göstermekte, ABD’nin son dönem dış politikaları ise Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atmaktadır. Türkiye AB’den dışlanmak ve NATO’nun güvenlik şemsiyesine güvenmemek ile yüz yüzedir.2 Diğer taraftan küreselleşmenin dünya ekonomisi üzerinde başlattığı, daha sonra siyasi boyuta dönüşen bölgeselleşme gerçeği, Türkiye’yi, kendisine yeni stratejik işbirliği alanları yaratmaya, var olanları daha gerçekçi değerlendirmeye ve ciddi dış politika alternatifleri oluşturmaya zorlamaktadır. Bunun anlamı Türkiye’nin hiç olmayacağını düşündüğüne hazır olması gerektiğidir. Batı sonuçta, Türkiye’nin dış politikasında tek yön değil, sadece alternatiflerden birisi haline gerilemekte, diğer alternatifler ise ön plana çıkmaktadır. ABD’de ve AB’de görülen politik ve sosyal değişikliklerin, Türkiye’nin dış politikasına etkileri ertesinde, Türkiye’nin dış politika alternatiflerinden ikisi olan Avrasyacılık ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile işbirliğinin daha somut bir şekilde ortaya konulmasına ihtiyaç vardır. Diğer ülkelere ve organizasyonlara karşı herhangi bir dışlama yoluna gitmeden, Türk Cumhuriyetlerine karşı olan işbirliğinin daha doğal olması sebebiyle, daha öncelikli olması gerektiği değerlendirilmektedir. 1 Cengiz Çandar, “Öncelikli Tehdit: Kuzey Irak mı? PKK mı?”, Hürriyet Gazetesi, 4.10.2007 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7415704&yazarid=215 2 Tülin Daloğlu, “PKK Tarafından Lekelendi”, Washington Times Gazetesi 2.10.2007 sayısı, BYEGM.lüğü, 4.10.2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/10/04x10x07.htm 3 1.2 AMAÇ Bu çalışmanın amacı; Batı dünyasının değişen konjonktürde ve küreselleşmenin etkisi altında, Türkiye’ye olan güncel ihtiyacını ve değişen bakış açısını ortaya koyarken, Türkiye ile Batı çıkarlarının başta Türkiye’nin güvenliği olmak üzere çok önemli konularda artık çatışma sürecine girdiğini sebepleri ile göstermektir. Bu nedenle, başta AB üyeliği gibi işbirliklerinin arzu edilen sonuca varamayabileceğini değerlendirerek, Türkiye’nin ihtiyaç duyabileceği alternatif işbirliklerini incelemek ve önerilerde bulunmak çalışmanın amaçları arasındadır. 1.3 KAPSAM Soğuk savaş sonrasında dünyada dengeler değişirken ABD’nin ve Avrupa’nın Türkiye’ye olan ihtiyacını değişmiştir. ABD’nin ve AB’nin son dönemdeki politikaları, Türkiye’nin başta güvenlik olmak üzere bulunduğu bölgeye yönelik çıkarları ile çatışmaktadır. Bu durum Türkiye’yi yeni stratejik işbirliklerine yönlendirmektedir. Tez çalışması kapsamında bu hipotez AB’nin Türkiye karşısında ortaya koyduğu politik yaklaşımlar ve ABD’nin Irak politikası nedeniyle Türkiye’nin güvenliğinde meydana gelen hassasiyetler incelenerek desteklenecektir. Tezde, AB üyeliğinin tek hedef olarak ortaya konulmasının sakıncaları ortaya konularak Avrasya ve Orta Asya boyutunda bazı öneriler getirilmiştir. Çalışma devam eden maddelerdeki varsayımlar doğrultusunda geliştirilmiştir. Bu çalışmada Avrupa Birliğinin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmeyeceği veya Türkiye’nin üye olma isteğini ortadan kaldıracak gerekli şartları yaratacağı, AB’nin Türkiye’ye yaklaşım yöntemleri ve değişen dünya koşulları nedeniyle Türkiye’nin AB’ye üye olmayı istemeyebileceği varsayılmıştır. Buna ek olarak, İkinci Körfez Savaşından sonra Irak’ta meydana gelen gelişmeler ve bu bağlamda Türkiye’nin NATO müttefiki ABD ile arasında yaşanan olumsuz gelişmeler, Türkiye’nin bu güvenlik şemsiyesinin ve müttefiklerinin güvenilirliğini sorgulamasına neden olmuş, bu nedenle bu çalışmada bu güvenin gelecekte de eski seviyesine geri gelmeyebileceği varsayılmıştır. 4 Ayrıca Irak’ta yaşanması öngörülen, hatta ABD tarafından şartları hazırlanan parçalanmanın Türkiye’nin ulusal güvenliğine ve çıkarlarına tehdit eder mahiyette sonuçlar doğurmasının, Türkiye’nin müdahalesine neden olabileceği,3 bununda Türkiye’nin müttefikleri ile arasında bir kriz, bir husumet veya silahlı çatışma tehlikesi yaratabileceği gibi gelecekte de karşı kamplarda yer alma sonucunu yaratabileceği varsayılmıştır. 1.4 ARAŞTIRMA YÖNTEMİ Tez, kütüphane çalışması yapılarak konuyla ilgili yerli ve yabancı kaynaklar taranarak hazırlanmıştır. Buna ek olarak elektronik veri tabanlarından yapılan tarama ile yayımlanmış makale, bildiri ve kitaplar incelenmiştir. Toplanan veri tasnif edildikten sonra, elde edilen verilere göre Türkiye AB ve ABD ilişkileri, küreselleşme ve güvenlik boyutunda güncel olarak değerlendirilmiştir. Karşılıklı ilişkileri olumsuz etkileyen ve gelecekte de etkileyecek olgular ortaya konarak, ilişkilerdeki değişim sebepleri açıklanmış ve bunların sonucunda Türkiye’nin gelecekteki dış politikalarını şekillendirebilecek tahmin ve değerlendirmeler AB, Avrasya ve Orta Asya temel alınarak yeniden yapılmıştır. Tez çalışması, altı bölüm halinde hazırlanmıştır. İlk bölüm olan Giriş bölümünde genel hatlarıyla çalışma tanıtılarak çerçevesi verilmiştir. İkinci bölümde uluslar arası ilişkilere günümüzde yön veren küreselleşme ve küreselleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan bölgeselleşme ile bunun Türkiye’nin dış politikasına etkileri incelenmiştir. Avrupa Birliği’nin küreselleşme perspektifinde Türkiye’ye bakışı da bu bölümde ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, Türkiye’nin dış politikası 1990 öncesi 1990 sonrası ve günümüzde olmak üzere üç ana bölümde incelenmiştir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında meydana gelen gelişmeler ve Türkiye’nin tepkileri bu bölümde ele alınmıştır. Dördüncü bölümde, Avrupa Birliği geçmişten günümüze ele alınmış, AB içindeki fikir ayrılıkları Türkiye açısından değerlendirilmiştir. 3 Beşinci bölümde, Avrupa’ya Daloğlu, “PKK Tarafından …. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/10/04x10x07.htm 5 alternatif olarak değerlendirilebilecek, Avrasya ve Orta Asya ele alınmıştır. Bu bölümde Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin durumu ele alınmış, bölgeye yönelik olarak Rusya, ABD, Çin, İran ve Türkiye’nin faaliyetleri incelenmiştir. Son bölüm olan altıncı bölüm ise Sonuç bölümüdür. 6 İKİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME 2.1 GİRİŞ Bu bölümde küreselleşme olgusu incelenmiştir. Küreselleşme olgusu anlaşılmadan, ülkelerin neden gruplar oluşturduğunu sağlıklı değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Bugün Türkiye’yi AB’ye katılmaya bu olgu zorlamaktadır dersek, yanlış bir öneride bulunmuş sayılmayız. Türkiye’nin AB’ye katılma isteğinde, küreselleşme tek etken olmasa da, en azından ekonomik boyutuyla önemli bir etken olduğunu kabul etmek gerekir. Aynı şekilde küreselleşme, Türkiye’nin AB haricinde diğer işbirliği seçeneklerine de hazırlıklı olması gerektiğinin sebebini oluşturmaktadır. Küreselleşme, bahsedilen önemine binaen, tarihsel sebepleri, SSCB’nin yıkılışının etkileri, yarattığı ekonomik devlerin uluslar arası siyasete olan etkileri, bölgeselleşme örnekleri ile siyasi ve güvenlik boyutu dikkate alınarak, müteakip maddelerde incelenmiş ve tezin geri kalan bölümlerine zemin oluşturulmasına çalışılmıştır. 2.2 KÜRESELLEŞMENİN TARİHSEL TEMELİ Uluslar arası iktisadın dünyanın siyasi hayatına etkileri çok eskilere dayanmaktadır. İpek yolunun önemli bir kısmına, uzun yıllar hâkim olan Osmanlı İmparatorluğu bunun avantajlarını, Ümit Burnunun bulunması ile kaybetmeye başlamış, ancak asıl kaybı yeni kıtaların keşfedilmesinde yarışa dâhil olmayarak yaşamıştır. Bu dönemde yaşanan sömürgecilik küreselleşmenin önemli basamaklarından birisidir. Yeni kıtaların (Amerika, Avustralya ile Okyanuslarda keşfedilen topraklar), Afrika’nın ve Hindistan’ın zenginliği, Avrupa ülkelerine akmış ve bu durum bahse konu ülkelerin günümüzdeki ekonomik durumlarına temel oluşturmuştur. Ufacık Belçika’nın, Kongo gibi bir ülkeyi sömürmesi sayesinde elde ettiği zenginlik, şüphesiz ki kendi nüfus ve toprak büyüklüğünün çok ötesindedir. 7 Bugün batı olarak tabir edilen Avrupa, ABD, Kanada ve bir anlamda da Yeni Zelanda ile Avustralya; küreselleşmenin başlangıçtaki galipleridir. 1910 yılında dünya üretiminin ve ticaretinin tamamına yakınını batı dünyası kontrol etmekteydi. Dünya bu anlamda siyasal ve ekonomik olarak bir birlik halindeydi.1 Örneğin bu dönemde Birleşik Krallık (İngiltere) 17,7 milyon km2 ve 390 milyon insandan oluşmaktaydı. Yani bu birlik aslında bir anlamda fiili bir küreselleşmeydi. Batı 1928’de dünyadaki üretilen ürünlerin %84,2’sini üretirken, bu süreçte dünyanın geri kalan bölgelerinde endüstrinin yok olmasına da neden olmuştur. Fakat bu durum özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra hızla değişmeye başlamış ve 1991 yılına gelindiğinde dünyadaki en büyük yedi ekonomiden dördünün (Japonya, Rusya, Çin ve Hindistan) batılı olmadığı görülmüştür. Huntington, 2013 yılına gelindiğinde batının dünya ekonomisindeki payının %30’a düşmesini ve 2020 yılına kadar ise en üstte yer alacak on medeniyetin sadece üçünün batılı olmasını beklemektedir.2 Anlaşılacağı üzere bu düşüşün başlangıcı, fiili işgalin sömürgeler üzerinden kalkması olmuş, gelecekteki kalıcılığını ise teknolojinin batıdan doğuya yayılması ve sonrasında doğunun teknoloji üretimini gerçekleştirmesi sağlayacaktır. Bu nedenle uluslar arası iktisat literatürde iktisadın bir alt dalı olarak görülse bile İkinci Dünya Savaşından sonra uluslar arası ilişkiler için çok önem arz etmeye başlamıştır. Yani uluslar arası ilişkiler disiplininin bir alt dalı haline gelmiş, “Gambot Diplomasisi” yerini “Dolar Diplomasisi”ne bırakmaya başlamıştır. Uluslar Arası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasının kurulması da bu kapsamda değerlendirilebilecek oluşumlardır. 2.3 SSCB’NİN YIKILMASININ KÜRESELLEŞMEYE ETKİLERİ Sovyetler Birliğinin dağılması ve doğu Bloğunu oluşturan ülkelerin Avrupa Birliğine katılması, Avrupa’nın kendi entegrasyonu içinde önemli bir aşama olurken, dünyanın küresel bir köy haline gelmesine de yardımcı olmuştur. Dünya sahnesinde kara delik olan, eski Sovyetler Birliği ülkeleri yeniden politik ve ekonomik arenaya 1 Samuel P. Huntigton, The Clash of Civilizations and the Remarking of The World Order, (çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir) İstanbul, Okuyan Us Yayınları, 1996, s.63. 2 Huntington, The Clash of Civilizations …..s:116-118. 8 dönmüşlerdir. Böylelikle küreselleşmenin önündeki engellerden birisi olan Komünist blok tarihe gömülürken, küreselleşme yeni alanlar, yeni ülkeler üzerinde etki eden bir olgu haline gelirken, gücüde artmıştır. Bu kapsamda yavaş yavaş bölgeselleşme söylemleri ortaya çıkmıştır. 2.4 KÜRESELLEŞMENİN YARATTIĞI EKONOMİK DEVLER VE SİYASİ ETKİLERİ Dünya üzerinde birçok devlet, günümüz ekonomisinde olağan üstü bir gerçeklik haline gelmiş olan birçok uluslar arası şirketten, daha az ekonomik güce sahiptir. Örneğin günümüzün en popüler internet arama motoru ve elektronik posta hizmeti veren Google’ın değeri 110 milyar ABD dolarını aşmış durumdadır.3 General Electric’in sadece finans bölümünü oluşturan GE Consumer Finance’in toplam varlıkları 151 milyar dolardır.4 Dünyanın en zengin adamlarından birisi olan Bill Gates’in serveti 51 yaşında 51 milyar ABD dolarıdır5 ve bu meblağ ile dünyadaki bazı ülkelerden daha zengindir. Bu tür şirketler ve hatta şahıslar dünya ekonomisini ve siyasetini etkileyecek boyuta gelmişlerdir. Bu bağlamda George Soros’u ve adının sıklıkla karıştığı devrimleri hatırlamak mümkündür.6 Yani küreselleşme sadece ekonomik değildir, siyasi boyuttadır. Çünkü ekonominin batıya uygun veya onun çıkarlarına uygun olarak istenilen şekilde gelişmesi için, siyasetin de önceden şekillendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu nedenle kapalı toplumlar açılmalı, ekonomiler liberalleştirilmeli, güç odağı halinde olan devletler ve onların otoriteleri zayıflatılmalıdır. Eğer bunlar sağlanabilirse yatırım ve ticaret için uygun ortam, sermaye sağlayan taraf için arzu edilen şekilde sağlanmış olacaktır. Bunun anlamı aslında şudur; devletler sınırlarındaki egemenliği sağlamakta zorluk çekerken, aynı zamanda iktisadi 3 egemenliklerini de kaybetmeye “Yeni Ekonominin Beyin Avcısı: Google”, Milliyet Gazetesi,4.01.2006, http://www.milliyet.com.tr/content/teknoloji/tek015/tekno59.html 4 “Garanti GE ile 1,8 Milyar Dolara Evleniyor”, Hürriyet Gazetesi, 26.08.2005, http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/08/26/692349.asp 5 “Dünyanın en zengin adamı emekli oluyor”, CNN TÜRK, 16.06.2006, http://www.cnnturk.com/EKONOMI/DUNYA/haber_detay.asp?PID=39&haberID=190689 6 Can Dündar, “George Soros”, Yazı Dizileri, 12.5.2005 http://candundar.com.tr/index.php?Did=2631 9 başlamışlardır. Sermaye ve teknoloji için artık devletlerin kendileri tek başına yetmemekte, bunun için uluslar arası birliktelikler oluşturulmaktadır. Buna Avrupa’nın uçağı olarak adlandırılan Airbus örnek verilebilir. Sonuç olarak Airbus firması Fransa, Almanya İngiltere ve İspanya’nın ortaklığından oluşmaktadır. Bu işbirliğinin tek amacı ise uluslar arası bir diğer şirket olan Amerikan Boeing firmasına karşı güçlerini birleştirmekten başka bir şey değildir. Görüldüğü üzere küreselleşme rekabeti artırırken aynı zamanda bağımlılığı da artırmaktadır. Bu nedenle küreselleşme sürecinde bağlanılacak ortakların iyi seçilmesi son derece önem arz etmektedir. Küreselleşme sayesinde uluslar arası ticaret yaygınlaşmakta, emek ve sermaye hareketleri artmakta, teknolojinin hızla gelişmesini sağladığı haberleşmedeki imkanlar ülkeleri birbirlerine daha fazla yaklaşmakta ve ideolojik çatışmalar bir kenara bırakılarak, çıkar çatışmaları ön plana çıkarılmaktadır. Ancak bu durum asla ortaklıkları engellememektedir. Bugün Çin hala bir çeşit komünizm uygulamaktadır. Ancak yeri geldiğinde en liberal kararları alarak ülkesine sermaye ve teknoloji yatırımı çekmektedir ve komünist bir ülke olarak işçi ücretleri ile hakları dikkate alındığında, pek de ideolojik bir yaklaşımda bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü ekonomik zorunluluklar sosyal ihtiyaçların önüne geçmektedir. İşte bu küreselleşmenin ekonomik boyutudur. Herhangi bir ülke, yeteri kadar sermaye birikimi yoksa ve bu nedenle insanlarına iş imkânı sağlayacak yatırımları yapamıyorsa, çok uluslu firmaların getireceği teknolojiye ihtiyaç duyuyorsa, sermaye getirecek olana, yatırım yapacak olana, ekonomik seviyesine göre gerekli kolaylıkları sağlamak zorundadır. Bu çok kez ucuz iş gücü, vergi muafiyeti, arazi tahsisi, uygun şartlarda kamu yatırımlarının satılması ve çevre duyarlılığının ön planda tutulmaması olarak sayılabilir. Yani sermayesi olan, teknolojisi olan kuralı koymaktadır. 2.5 KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE BÖLGESELLEŞME: AB, NAFTA VE DİĞERLERİ Küreselleşme sürecinde gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere ucuz iş gücüne yönelik yatırımlar yönelirken, gelişmiş ülkelerde ise katma değeri yüksek yatırım ve 10 üretimler yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse tekstil sektörünün Avrupa’dan başlayan yatırım yolculuğu 1980–2000 döneminde Türkiye’de devam etmiş, ama görülmüştür ki, Türkiye’den daha ucuz iş gücü sağlayan, Çin, Pakistan ve Hindistan gibi ülkeler ortaya çıktığında, yatırım ve siparişler bu ülkeye kaymaya başlamıştır. Bu sırada Avrupa ve ABD ileri teknoloji ürünler üretmek için gerekli yatırımları kendi ülkesinde yapmaya devam etmiş, ekonomisini kuvvetlendirmek ve pazarı düzenlemek için gerekli siyasi oluşumlardan da geri kalmamışlardır. Buna Avrupa Birliği (AB) ve ABD, Kanada ve Meksika’nın oluşturduğu NAFTA iyi bir örnek oluşturmaktadır. AB’nin başlattığı ve NAFTA’nın takip ettiği bölgeselleşme-korumacılık oluşumu, aslında ilk başta küreselleşmenin aksaklıklarından, küreselleşmenin kurallarını koyan Batı dünyasını korumayı hedeflemiştir. Özellikle AB bu oluşumla, dünya ticareti ve siyaseti üzerinde daha büyük ağırlık sahibi olmayı hedeflemektedir. Benzer kuralları işleten 27 Avrupa Birliği üyesi ülke, kendi iç ticaretleri arasında dinamizm yaratırken, dışarıdan gelecek tehlikelere karşıda piyasalarını korumaktadır. Bu nedenle bugün AB’ye tarım ürünü satmak son derece zordur. Kendi çiftçisine sağladığı sübvansiyonlarla dışarıdan tarımsal ürün ithalatını engellerken, rekabet etmekte zorlanacağı diğer üretimlerin tasfiyesini de neredeyse tamamlamıştır. Yani bugün Avrupa’da çorap üretimi söz konusu değildir. Tekstil sektöründe bile ileri teknoloji ürünü ve/veya yaratıcılık (moda) gereken bölümler dışında diğer bölümler az gelişmiş ülkelere taşınmıştır. Elektronik, otomotiv, yazılım, ilaç ve gıda gibi birçok üretim dallarında da zaten Avrupa ithalatçı değil ihracatçıdır. Benzer durum NAFTA için de geçerlidir. NAFTA üyesi ABD ve Kanada yüksek katma değer gerektiren ürünleri üretirken, Meksika bu iki ülkeye ucuz iş gücünü sağlayarak grubun rekabetçiliğini artırmaktadır. Küreselleşme gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin politikalarında etkili olmuştur. Bölgeselleşme yani korumacılık, bu ülkelere de yayılmaya başlamıştır. Gelişmekte olan ülkeler bölgeselleşme yolunu benimseyerek, kendilerini küreselleşmenin ekonomik ve siyasi olumsuz etkileri ile küreselleşmenin tek kültürü 11 haline gelmiş olan batı kültürünün olumsuz etkilerinden yerel kültürlerini (Batıya dâhil olmayan ülkeler için söz konusu) korumayı amaçlamışlardır. Bunlardan ilk etapta umut vadeden Güney Amerika Birliği (MERCOSUR)’dur. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİT)’de bu yönde bir denemedir. Rusya’nın eski Sovyetler Birliği’nin devamını sağlamak maksadıyla oluşturduğu Avrasya Ekonomi Topluluğu (EUROSEC)’dan da bu kapsamda bahsedilebilir. Türkiye’nin bir başka denemesi olan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) da aynı amacı güden yaklaşımdır. Ayrıca Karayip Ortak Pazarı (CARICOM) ile Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO) de bölgeselleşmeye verilebilecek diğer örnekledir. 2.6 KÜRESELLEŞMENİN GÜVENLİK VE SİYASİ BOYUTU Ekonomik küreselleşmenin yanı sıra devletler günümüzdeki birçok uluslar arası sorunun (siyasi, terör, uyuşturucu, organize suçlar) kendi güçlerini aştığını veya işbirliği ile bu sorunların üstesinden daha kolay geldiklerini kabullenmişlerdir. Öte yandan etnik milliyetçilik ve dine dayalı özerk bölge istekleri Rusya’da, Çeçenistan; Kanada’da, Quebec ve Yugoslavya’da, Kosova örneklerinde görülebileceği gibi yeniden canlanmıştır. Daha da önemlisi bu arzu, ekonomik refahı halkına sağlamış, uluslar üstü bir çatı altında tek bir ülke olmaya çalışan, AB içinde de körelmiş değildir. Bu gün İspanya’da Katalonya örneğinde görüldüğü gibi ölmemiştir. Bu durum aslında siyasal küreselleşmenin etkilerinden başka bir şey olmayıp, ulusdevletin üstünlüğünü sarsmış ve onu yetkilerini başkalarıyla paylaşmaya mecbur bırakmıştır. Ayrıca sadece refahın ülkeleri korumaya yeterli olmadığı görülmüş, milliyetçilik gibi sosyal etkilerin ortaya çıkması engellenememiştir. Uluslararası ilişkilerin artmasına paralel olarak sorunların uluslararası arenaya taşınması da artış göstermiş ve bunların çözümü uluslararası işbirliğini zorunlu hale getirmiştir. Yani uluslararası siyasal ve ekonomik aktörler devlet egemenliğine ortak olmuştur. Artık ülkeler, ulusal ve uluslararası politikalarını dış dünyayı dikkate alarak oluşturmak zorundadırlar. 12 2.7 SONUÇ Küreselleşme tarihsel bir olgudur. Sömürgecilik döneminde batı dünyası küreselleşmenin kazanan tarafındadır. Bu durum yavaş yavaş değişiklik gösterse bile gelişmiş ülkeler küreselleşmeden en çok yararlanan ülkelerdir. Bu durum gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeler için ne yazık ki aynı şekilde söz konusu değildir. Sovyetler Birliğinin yıkılması gri bölgeleri ortaya çıkarmış ve birçok ülkenin dünya ile yeniden entegre olmasını sağlamıştır. Bu durum küreselleşmenin etkilerinin dünya üzerinde daha da yayılmasını sağlamıştır. Küreselleşme, diğer taraftan yeni güçler ortaya çıkarmıştır. Bunlar uluslar arası arenada teoride söz sahibi olmayan, uluslar arası ilişkilerin asıl üyesi sayılamayan uluslar arası şirketlerdir. Ancak bazı şirketlerin ciroları dünyadaki birçok ülkenin GSMH’sından daha yüksektir. Dolayısıyla bu şirketlerin etkileri uluslar arası politikada dikkate alınması gereken bir husus olarak ortaya çıkmıştır. En azından böyle şirketlerin ülkelere yaptığı yatırımlar istihdam yani zenginlik getirirken, bu yatırımları kendine çekemeyen ülkeler diğer ülkeler arasında gelişme yarışında geride kalmaktadırlar. Küreselleşme gelişmiş ülkelerin sanayilerini ve şirketlerini desteklerken, gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerin sanayisi ve şirketleri için negatif rekabet ortamı yaratabilmektedir. Aynı durum işgücüne dayanan üretimlerde veya tarımsal üretimlerde gelişmiş ülkeler içinde geçerlidir. Bu nedenle ülkeler yeterince pazar elde ederken, kendi piyasalarını ve şirketlerini dış etkilerden korumak maksadıyla gruplaşma yoluna gitmektedir. MERCOSUR NAFTA ve AB bu duruma örnek olarak verilebilir. Bu tür oluşumlar küresel güvenliğe ve istikrara katkı sağlayacak şekilde yeniden şekillenmekte ve küreselleşmenin güvenlik boyutuna da uyum sağlamaktadırlar. Geleceğin belirsizliğinde ülkeler tarihte de sık olarak görüldüğü gibi kendilerine uygun müttefikler aramaktadırlar. Küreselleşme bu ilişkilerin daha organik hale gelmesini teşvik etmektedir. Ülkeler çok uluslu şirketler vasıtasıyla birbirlerine daha sıkı bağlanmakta veya birbirlerine karşı olan üstünlük mücadelelerini bu şirketler aracılığıyla yürütmektedirler. 13 Sonuç olarak, “Devletlerin sınırlarının gittikçe geçirgen bir duruma geldiği ve orta çağınkine benzer karmaşık bir uluslar arası düzenin ortaya çıktığı”7 bu dönemde; bahsedilen örnekler içinde hiç şüphesiz en başarılısı Avrupa Birliği’dir. AB küreselleşmenin şartlarına en uygun yapıda, yavaşta olsa ilerleyen bir sürece ve hedefe sahip olan, bünyesindeki devletleri, yeni koşullara uygun yapılandıran, uluslar arası topluluktan uluslar üstü topluluk aşamasına geçmekte olan iyi bir örnektir.8 Türkiye için AB’ye üye olmak küreselleşmenin özellikle ekonomik boyutunda realist bir yaklaşımdır. Ancak Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürecinin belirsizliklerle dolu olması, siyasi boyutunu sorgulanır hale getirmektedir. Türkiye’nin AB üyeliği için vereceği kararı, ekonomik sorunlardan çok siyasi sorunlar şekillendirecektir. 7 8 Huntigton, The Clash of Civilizations …..s.38. Efe Çaman, “Entegrasyon Teorileri”, Haydar Çakmak (ed.), “Uluslar arası İlişkiler; Giriş, Kavram ve Teoriler”, Ankara, Barış Kitapevi, 2007, s.167. 14 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞEN TÜRKİYE 3.1 GİRİŞ Dünya küreselleşme fırtınası içinde hızla değişirken, Türkiye’de benzer değişim sürecinden etkilerini bütünüyle hissederek geçmektedir. Türkiye aslında dünyada yaşanan değişimle “baş etmeye çalışmaktadır”.1 Bu değişimi iyi değerlendirebilmek maksadıyla, Türkiye Cumhuriyetinin kısa tarihini bu bölümde üç alt başlık altında ele almak uygun olacaktır. Bunlar Komünizm tehlikesi karşısında geliştirdiği refleksleri dış politika olarak uygulayan Türkiye, bu tehlikenin apansızın ortadan kalkması sonrasında oluşan kaos ortamında Türkiye ve son olarak tek süper güç dünyasında, Avrupa Birliği yolunda Türkiye. 3.2 1990 ÖNCESİ TÜRKİYE Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar olan dönemde, Türkiye’nin dış politikasına statükocu bir yaklaşım egemen olmuştur. Topraklarının büyük kısmını kaybeden bir ülke için aslında normal kabul edilemeyecek bu politikanın şekillenmesinde; büyük yoksulluk ve insan kaybı etken olsa bile; asıl önemli etken, Birinci Dünya Savaşı yangınından büyük fedakârlıklarla kurtarılan Anadolu’nun, yeniden büyük Roma İmparatorluğunu kurmayı hedefleyen İkinci Dünya Savaşı döneminin faşist İtalya’sı ile İkinci Dünya Savaşından galipler saffında, güçlenerek çıkan komünist Sovyetler Birliğinin tehdidine maruz kalmasıdır. Özellikle SSCB’nin boğazlar statüsünde değişiklik yapılması ile Kars ve Ardahan’ın kendisine verilemesi isteği yeni Cumhuriyet için ağır bir baskı oluşturmuştur. Cesaret ve kararlılıkla bu istekler reddedilse bile, Türkiye Sovyet tehdidine karşı kendisine yeni müttefikler arama ihtiyacı duymuştur. Büyük savaştan 1 Morthon Abromowitz, “Türkiye Değerlendirmesi”, E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.), Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa Yayınları, İstanbul, 2000, s.IX. 15 güçlenerek çıkan diğer ülke ABD bunun için uygundur ve ABD de bilindiği üzere Sovyetler Birliği’nin yayılmacı emellerinden rahatsızlık duymaktadır. Bu sebeple Türkiye’ye verdiği desteği göstermek için, Amerika’da vefat eden Türkiye’nin Washington büyük elçisi Münir Ertegün’ün (19945–48 döneminde görev yaptı) naşını, İstanbul’a ünlü Missouri zırhlısı ile göndermiş ve 1947 yılında ortaya konulan, SSCB’nin yayılmasının durdurulmasını hedefleyen, Truman Doktrini kapsamında Türkiye’yi Marshall yardım planlarına dâhil etmiştir. Türkiye için asıl etkin güvence o dönemde (4 Nisan 1949) yeni kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı ya da çok daha çok bilinen söylemiyle NATO’ya dâhil olmaktır. Ancak Sovyetler Birliği tehdidini kendi üzerlerinde artıracağı gerekçesiyle Avrupa’daki üye küçük ülkeler ile Süveyş Kanalı konusunda Türkiye ile başka bir ittifak kurmak isteyen İngiltere ilk başvuruyu veto etmişlerdir. Türkiye’nin NATO üyeliğinde mutabakat o dönemde söz konusu değildir. Türkiye NATO’ya üye olduğunda fayda sağlayacağını ispatlamak durumunda kalmış, belki de sadece bu nedenle 1950 yılında Kore Savaşına katılmıştır. “Kore’de savaşmış bir Amerikalı: Ne zaman gerçekten zor ve tehlikeli bir görev verilirse Türkleri çağırırdık. İster dondurucu soğuk olsun, ister havalarda kurşunlar uçuşsun, hiç fark etmezdi. Onlar her yere giderdi”2 söyleminde yaşananlar etkisini göstermiş ve Türkiye askeri değerini bir anlamda ispat etmiş olması sebebiyle, NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturmak için 15 Şubat 1952 yılında üye olarak kabul edilmiştir. Çok uzun yıllar Türkiye’nin değerinin ölçütü; NATO savunmasına olan askeri katkısı ve jeostratejik konumu olmuştur. Yakın zamana kadar da bu alışılmış ancak Türkiye için artık yeterli olmayan bu değerlendirme, uluslar arası yatırımcı George Soros tarafından dile getirildiği şekliyle, “Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü Silahlı Kuvvetleridir”3 örneğinde olduğu gibi, günümüze kadar zaman zaman gündeme 2 Stephen Kinzer, Crescent and Star: Turkey Between Two Worlds, (çev. Funda Keskin) New York, Farrar, Straus and Giroux, LLC, 2001, s.204 3 Attila İlhan, “Silahlı Kuvvetler Neden Pasif?”, Cumhuriyet Gazetesi, 30.04.2004, http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=77&hnd=1&ord=76&dbId=682 16 gelmiş, Türkiye’den Kosova, Bosna, Afganistan, Somali ve Lübnan gibi ülkeler için asker yardımı da aynı düşünceyle istenmiştir. Soğuk Savaş dönemi boyunca Türk dış politikasının temelini, Sovyet tehdidinin savuşturulması, Yunanistan ve Kıbrıs konusunda Türkiye nin çıkarlarının korunması ile ABD ve NATO ile ilişkilerin güçlendirilmesi oluşturmuştur.4 1970’lerin sonunda SSCB’nin Türkiye’yi istikrarsızlaştırma hedefi5 ile başlayan siyasi şiddet ve terör ortamında, binlerce insan hayatını kaybetmiş olsa da; Türkiye bu dönemde Sovyetler Birliği tehlikesini belki de olması gerekenden daha fazla olarak değerlendirmiştir. Hatta bu aşırı tedirginlik nedeniyle, belirli bir dönem, İsrail’i Sovyetler Birliği tarafından desteklenen ülke olarak görmüş, buna benzer maksadını aşan değerlendirmeler sayesinde Orta Doğu coğrafyasından dışlanmıştır. Türkiye, içerde ve Orta Doğu ülkelerinin kamuoylarında Amerika Birleşik Devletlerinin ve Batı dünyasının Jandarması olarak görülmüş, bu görüş Türkiye’nin NATO’ya üye olması ile kesinleşirken, Türkiye’nin Orta Doğuyla bağlantısını tamamen koparmıştır. 6 Kıbrıs krizinde kendisini açıkça haklı gördüğü davasında Batı’dan yeterli desteği göremeyen Türkiye, yaşadığı hayal kırıklığı ve petrol krizi sonrasında Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerini daha dengeli hale getirmeye çalışmış, özellikle Filistin davasında önemli adımlar atmış olsa bile, bu Arap ülkeleri tarafından yeterince takdir görmemiştir. Bunda o dönemde Orta Doğu’da yaşanan başını Mısır’ın çektiği liderlik yarışı da etken olmuştur. Bu yarış içinde Türkiye Osmanlı İmparatorluğu geçmişi ve laik yapısı nedeniyle hoş görülmemiştir. Yaşanan tüm ideolojik ve nükleer gerginliklere rağmen, Türkiye’nin jeopolitik çevresi tamamen SSCB’nin kontrolü altında (Kafkaslar ve Karadeniz’e kıyısı olan 4 5 6 Alan Makovsky ve Sabri Sayarı, Turkey’s New World, (çev. Hür Güldü) The Washinghton Institute for New East Policy, 2000, s.1. Paul B.Henze, “Türkiye:21nci Yüzyıla Doğru”, Graham E. Fuller ve Ian O. Lesser (der.), Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa Yayınları, İstanbul, 2000, ss.32-33. Tayyar Arı, “Geçmişten günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve İlişkileri Belirleyen Dinamikler”, İdris Bal (der), 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, Ankara,2006, ss:701–702. 17 ülkeler ile Orta Asya) veya dengesine bağlı (Orta Doğu) olduğundan, şüphesiz bu günkünden daha istikrarlı bir ortam söz konusudur.7 Türkiye için bu dönem damgasını vuran bir başka konu terördür. Türkiye geniş kapsamlı bir tedhiş dalgasına maruz kalmış olup bu terör ortamı ancak 1980 askeri müdahalesi ile ortadan kaldırılabilmiştir. Askeri müdahale döneminin belki de beklenmeyen sonucu ise; liberal ekonomiye geçişin başlatılması için gerekli olan adımların atılmış olmasıdır. Dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından Türk ekonomik hayatında daha önce hayal bile edilemeyen geniş kapsamlı ekonomik değişiklikler yapılmaya başlanmıştır. Bu dönemde alınan tedbirler kısmen de olsa terör döneminin ekonomik hasarlarını onarmış, Türkiye’yi ihracata yönelik ekonomiye yönlendirmiştir. Fakat bunun ne o dönemde ne de hemen sonrasında sürekli bir istikrar ve gelişim sağladığını söylemek mümkün olmayacaktır. Yani Türkiye 1990 sonrası döneme ekonomik hazırlığını tamamlamamış olarak girecektir. 3.3 1990 SONRASI TÜRKİYE Berlin Duvarı’nın bir gecede yıkılması ile başlayan stratejik kırılma, o dönemde kimse tarafından düşünülemeyen, Sovyetler Birliğinin çökmesi ile tarihi bir dönüm noktası haline gelmiş, Türkiye’de pek çok ülke gibi, kendisini çok derinden etkileyecek bu değişime hazırlıksız olarak yakalanmıştır. Sovyetler Birliğinin yıkılması Türkiye’yi bir askeri kanat ülkesi olmaktan, bir mihver ülkesi durumuna taşırken; Avrupa’nın gücünü, güvenilirliğini ve vicdanını sorgulanır hale getiren Yugoslavya iç savaşı ile başlayan tüm Balkanların kanlı yeniden şekillenmesi ve Kafkaslardaki kargaşa ortamı, onu çepeçevre ateş çemberinin içinde bırakmış, o zamana kadar SSCB tehlikesi nedeniyle ilgilenmeyi kendine yasakladığı8 Türk dünyasını ise birden bire karşısında bulmuştur. Türkiye yeniden Balkanlaşma ve Kafkaslaşma sorunlarıyla komşu olurken, dünyanın bu hızlı değişimine ayak uyduracak veya fırsatlarını değerlendirecek, ne ekonomik güce ne 7 8 Makovksy ve Sayarı, Turkey’s New …, s2. Henze, “Türkiye:21nci Yüzyıla.., s.37. 18 de siyasi istikrara sahiptir. Buna rağmen sınırsız hedefleri vardır. Tahmin edilebileceği gibi, Türkiye kendini ne kadar güçlü hissetmişse Rusya kendini o kadar güçsüz hissetmiştir.9 Türkiye Kurtuluş Savaşının zor günlerinde kendisi için değerli olan Sovyetler Birliğinin işbirliğini sağlamak için, Sovyetlerle 1921 yılında Dostluk ve Kardeşlik anlaşması imzalamıştır. Türkiye bu anlaşma ile Sovyetlerin Türkiye’de komünizmi yaymama garantisine karşı, Turancı akımları desteklememe sözü vermiş ve “Dış Türkler” konusunu 1990’lı yıllara kadar rafa kaldırmıştır.10 O yıllar geldiğinde ise Türkiye, Sovyetler Birliğinin resmen yıkılmasını beklemeden, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ı tanıyan ilk devlet olmuştur. Türk çağının başladığına inan yönetici Türk elitleri, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk dünyası rüyasını artık söylemlerinde çekinmeden kullanmaktadırlar.11 Radikal İslami tehdit ve ağır iç sorunları nedeniyle Türkiye’nin faaliyetlerine göz yummak12 zorunda olan Rusya dâhil, birçok devlet tarafından rahatsız edici bulunan, bu söylemin ardında yatan umulan için, Türkiye’nin hazır olmadığı, Türkçe konuşan yeni Cumhuriyetlerin (TYC) de, bağımsızlıklarını sağlamlaştırmanın ötesinde çok yakın bir işbirliğine taraftar olmadıkları kısa sürede ortaya çıkacaktır Yıllar süren yalnızlık duygusu aniden sona eren Türkiye13, başlangıçta öngörülenin aksine, eski Sovyetler Birliği’nden ayrılan Türkî devletler bölgesinde bir “nüfuz alanı” oluşturamamıştır.14 Hatta Orta Asya Cumhuriyetleri kendilerinin “Türk Cumhuriyeti” olarak adlandırılmasından, Türkiye’nin soy temeline dayanan bir yayılmacılık peşinde olduğu düşüncesiyle, rahatsız olmuşlardır. Bu nedenle tanımlama Türk kelimesine Arapça son ek takılarak Türkî veya İngilizceden 9 Duygu Bazoğlu Sezer, “Türk-Rus İlişkileri: Düşmanlıktan Fiili Yakınlaşmaya” Makovsky ve Sayarı (der.), Turkey’s New World, (çev. Hür Güldü) The Washinghton Institute for New East Policy, 2000, s.133. 10 Mustafa Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya-Kafkaslar Politikası” Mustafa Aydın (der) ve diğerleri, Küresel Politikada Orta Asya (Avrasya Üçlemesi I), Ankara, 2005, s.101. 11 Graham E. Fuller, “Türkiye’nin Yeni Doğu Politikası”, Graham E. Fuller ve Ian O. Lesser, Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Göneç) İstanbul, Alfa Yayınları, 2000, s.87. 12 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.102. 13 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s102. 14 Makovksy ve Sayarı, Turkey’s New World…, s4. 19 esinlenme Türkik olarak değiştirilmiştir.15 Esinlenmeden de anlaşılacağı gibi, Türk dillerinin hiç birinde böyle bir ayırım olmadığı gibi, ayrıca bu son derece yapay bir ayırım olup halk dilinde de yeri yoktur.16 Son dönemde ise Türkçe konuşan devletler isimlendirmesi daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıntısı ilerideki bölümlerde açıklanacak olan Türkiye’nin hayal kırıklığı, model olarak yarattığı hayal kırıklığından doğacaktır. Batının gözünde birden popüler olan Türk modeli Sovyetlerin eski Müslüman cumhuriyetlerine ideal bir model olarak sunulmuştur. Ancak modelin olumlu yanları kadar bazı önemli sorunlu yanları vardır. Örneğin demokrasisi üç defa darbe nedeniyle kesintiye uğramış, ekonomisi ise Avrupalı güçlerden geride kalmıştır. Ayrıca etnik problemler yaşamaktadır. Bununla birlikte laiklik, demokrasi, ortak kültür ve ekonomik dönüşümdeki Türk tecrübesi de modelin güçlü yanlarını oluşturmaktadır.17 Türkiye Batıyı kendine örnek almışken, Batıyı yakalamaya çalışırken, Batı neden Türkiye’yi model olarak göstermektedir. Bu sürpriz kararın sebebi Türkiye ve Türkî Cumhuriyetler arasındaki ortak kültürdür ve Türkî Cumhuriyetlerin halkının Türkiye’ye olan olumlu bakışıdır.18 Ancak asıl problem Türkiye modelinin Batı tarafından aşırı yüceltilmesi ve Türkiye’nin de bu durumu kendisini kaptırmasıdır. Belki de bu nedenle Türkiye hayal ettiği liderliğini yapacağı Türk çağını, bir anlamda ıskalayacaktır. Ancak bu durum tezin asıl konusu ve ileri de ele alınacak olan daha olgun, eşitlikçi, gerçekçi, dolayısıyla yaşama geçirilebilir bir iş birliğinin temellerinin atılmasına da engel olamamıştır. Çünkü Türkiye kurduğu ekonomik ve siyasi ilişkiler ile başta eğitim dalında yapılan işbirliği sayesinde, halkların yakınlaşmasını sağlamış, Türk zirveleri aracılığıyla da daha etkili bir ilişkinin temeli atılmıştır. 15 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s103. Graham E. Fuller, “Türkiye’nin …, s.123. 17 İdris Bal, “Türk Modeli ve Türkî Cumhuriyetler”, Journal of International Affairs, Volume III, Number 3, Ekim-Kasım 1998 http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF 18 Bal, “Türk Modeli… http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF 16 20 1990’larda doğal olarak Türk-Rus ilişkileri birçok gerilim ve bunalım yaşamıştır. Ermenistan-Azerbaycan arasında 1993–1994 yıllarında Dağlık Karabağ yüzünden çıkan savaşta karşı cephelerde olan iki devlet, Boğazlar rejimi nedeniyle de karşı karşıya gelmiştir. Türkiye 11 Ocak 1994 yılında Boğazlardaki trafik tüzüğünü tek taraflı olarak yürürlüğe koymuş (Uluslar arası Denizcilik Örgütü bu düzenlemeleri 1995’in sonunda onaylamıştır.), bu nedenle Rus petrol ihracatına olumsuz etkilerde bulunmuştur. Bir başka gerilim noktası ise 1993–1996 yıllarındaki Çeçen ayaklanmasıdır. Rusya o dönemde Türkiye’yi Çeçenleri desteklemekle suçlamıştır. 1996 yılında Çeçen direnişine yakınlık duyan bir grup Türk vatandaşı tarafından kaçırılan Avrasya Feribotu, Rusya’nın eline yeterince koz vermiş ve zamanın Rus Dışişleri Bakanı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin politikası olmasa bile Çeçenlerin Türkiye’deki desteğine yönelik olarak “kendisi camdan evde oturanlar, başkalarının evine taş atmamalı” diyerek, Türkiye’nin güneydoğusunda yaşadığı terör sorunun kastetmiş, Türkiye’yi üstü kapalı olarak tehdit etmiştir. Bu sözleri, Rusya Federal Meclisi Duma’nın Kasım 1998’de PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma hakkı vermesi için zamanın Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin’e başvurması, destekler nitelikte olmuştur. Hatta Rusya’daki bazı politik grupların bir emri vaki yapmak için, Öcalan’ı Rusya topraklarına sokarak kısa bir süre saklaması, Rusya ile Türkiye arasında ayrı bir gerilim yaratmış, ancak Rusya kısa sürede geri adım atarak, Terör örgütü başını topraklarından çıkarması ile gerilimin krize dönüşmesine engel olmuştur. Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin krize sürüklenmemesinin, hatta sonraki yıllarda umulanın ötesinde gelişmesinin en büyük sebebi Türkiye’nin suskunluğu ve aşırı ihtiyatı davranmasıdır.19 Türkiye şüphesiz Sovyet İmparatorluğunun yıkıldığının farkındaydı. Ancak küllerinden doğan Rusya nükleer güce sahip, son derece büyük kaynakları olan ve biraz geri kalmış olsa da teknolojik birikimi yüksek bir ülkedir ve doğru ellerde kendisini kısa sürede toparlaması da kesindir. Türkiye’nin yönetici elitlerinin yaptığı bu tutarlı değerlendirme, aşırı ihtiyatla birleşince Rusya’nın 19 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.128. 21 Türkiye’ye karşı manevra kabiliyeti de, olması gerekenin üstünde artmıştır. Bu durum Azerbaycan Ermenistan savaşında, Ermenilere en azından moral üstünlük sağlamış, bir anlamda savaşı Türkiye’yi hesaba katmadan yönlendirebilmişlerdir. Çünkü Ermeniler Nahçıvan’a yönelik saldırılara giriştiklerinde 1921 Kars Antlaşması sayesinde Nahçıvan üzerinde garantörlük hakkı olan Türkiye, bu anlaşmanın dikkate alınması çağrısında bulunduğunda, yanıt Bağımsız Devlet Topluluğu Komutanı Mareşal Yevgeni Shaposhnikov’dan gelmiştir. Aslında bu bir yanıttan çok Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkabileceğini ima eden bir tehdittir. Ancak 1992 yılında, Rusya’nın bu tehdidin arkasında duracak yeterli iradesinin ve gücünün olduğu son derece şüphelidir. Buna rağmen Türkiye, Dağlık Karabağ anlaşmazlığının da ötesinde, güney Kafkasya ve Orta Asya devletleriyle oluşturduğu ilişkilerde, Rusya’nın bu bölgedeki nüfuzunu hedeflemediğinin de güvencesini vermiştir. Bu süreçte Türkiye-Rusya Dostluk Antlaşması imzalanmış ve taraflar karşılıklı olarak ikili ilişkilerde kuvvet kullanımı ve tehditten kaçınacakları, bir diğerinin ülkesine yönelik saldırı, isyan ve bölücü hareketler için kendi topraklarını kullandırmayacaklarını, taahhüt etmişlerdir. 1992 anlaşması Sovyetler Birliği sonrasındaki dönemde Türk Rus ilişkilerinin temelini oluştururken, şüphesiz Rusların elini Çeçen ayaklanmasına karşı, Türkiye’nin elini de PKK/KONGRA-GEL’e karşı rahatlatmaktaydı. Çünkü tüm bunlar olurken Türkiye PKK terör örgütü ile kanlı ve pahalı bir mücadele yürütmektedir. Bu durum doğal olarak Türkiye’nin Türkî Cumhuriyetler tarafında arzu edilen model rolüne olumsuz etki etmektedir. PKK terör örgütüne verdiği destek nedeniyle Suriye ile ortaya çıkan kuvvetli savaş ihtimali her şeyin üzerine tuz biber ekmekteyken, kararlılığıyla terör örgütü başı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasını sağlayan Türkiye, asıl şaşkınlığını İtalya gibi NATO üyesi ülkelerin Abdullah Öcalan’a gösterdiği yakınlık, bir anlamda destekle yaşamıştır. Aynı süreçte Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminin benzer davranışlarda bulunması, Türk halkının bilinçaltında, özellikle teröre karşı Avrupa Birliği’nin güvenilirliğinin daha sonra sorgulanmasına neden olacak, derin bir iz bırakmıştır. 22 Rusya ile Türkiye arasındaki gerilim, 1993–1996 yılları arasında, Rusya’nın Azerbaycan’a müdahale ettiği ve Türkiye yanlısı devlet başkanı Ebulfeyz Elçibey’in iktidardan düşmesini sağladığı dönemde zirveye çıkmıştır.20 Türkiye’de Türkçü-Turancı ve İslamcı söylemlerin önem kazandığı 1991–1993 döneminde, Türkiye Rusya ve İran ile rekabete girişmeye çalışsada, sadece birkaç yıl sonra, 1993–1995 döneminde, Türkiye’nin heyecanla ancak plansız, programsız yürüttüğü etki mücadelesinin yeterli olamayacağı görülmüş, SSCB’den doğan boşluğu varisi Rusya’nın dolduracağı anlaşılmaya başlanmıştır. Türkiye bölgeye yönelik olarak, hesaplarına Rusya’yı da katmak zorunda kalmış, 1995 yılından sonra politikasını Rusya Federasyonunu dışlamayacak ve denge kuracak şekilde revize etmiştir.21 Ancak Türkiye’nin bölgeye yönelik olarak kuramaya çalıştığı karşılıklı işbirliği düşüncesinin Türkiye’nin yararına çalıştığını da, yıllar sonra söylemek pek mümkün değildir. Türkiye hedefi olduğu terör ve çevresinde meydana gelen tehlikeli ortam nedeniyle Silahlı Kuvvetlerine önemli ölçüde yatırım yapmış, bu kapsamda F–16 parçalarının montajı için fabrika kurarak iki yüzden fazla modern savaş uçağını ve bin kadar M–60 tankını servise koymuştur. Bu sayede etkili ve modern bir savaş gücünün temellerini atarken komşularının gücünde de düşüşler yaşanmıştır.22 Bu durum etkisini Suriye’ye karşı göstermiş, Suriye PKK terör örgütü başı Abdullah Öcalan’ı topraklarında çıkarmak zorunda kalmış, Yunanistan ise devam eden süreçte Öcalan’ı barındırmayı göze alamamıştır. 3.4 GÜNÜMÜZDE TÜRKİYE 23 Türkiye; Batı Avrupa, Balkanlar, Ege ve Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar-Hazar Bölgesi, Orta Asya ve Kara Deniz bölgelerinde doğrudan rol oynamaktadır.24 Bu 20 Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.163. Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, ss103-104. 22 Makovsky ve Sayarı, Turkey’s New World…, s3,4. 23 Türk dış politikası konusunda daha detaylı bilgi için Bknz: Bal, İdris ve diğerleri. 21. Yüzyılda Türk Dış…; Bal, İdris. (ed.), Turkish Foreign Policy… 24 Makovsky ve Sayarı, Turkey’s New World…, s3. 21 23 bölge, içine düştüğü karmaşa nedeniyle Türkiye için Sovyet döneminden belki daha fazla tehlike içermektedir, ancak sunduğu fırsatlar da aynı şekilde daha fazladır. Sovyetler Birliği sonrasında Türkiye ile Rusya’nın ilişkileri çelişkili bir ortaklığa sürüklenmektedir. Ekonomik ilişkilerde benzeri görülmemiş artış Türkiye ile Rusya arasındaki bağımlılığı artırmıştır. Bu durumda karşılıklı güven yaratılması için fırsat ortaya çıkarmıştır. Türk-Rus ilişkileri karşılıklı paranoya durumundan “fiili yakınlaşma” 25 yani “ne düşmanlık, ne dostluk” durumuna gelmiş olup, yeniden süper devlet durumuna dönmeye çalışan Rusya’nın gelecekteki politikaları, ilişkinin gerçek konumunu belirleme de ana etken olabilecektir. Rusya’nın kendisini Sovyet İmparatorluğu’nun yerine koymaya çalışması ve bu bağlamda Orta Asya, Kafkasya ile özellikle Azerbaycan üzerinde zorlayıcı ve baskıcı politikalar ortaya koyması, ilişkileri yeniden olumsuz yöne kaydırabilecektir. Rusya ile olan ilişkiler ne kadar iyiye gittiyse, Amerika Birleşik Devletleri ile de o kadar kötüye gitmiştir. Halk tarafından eski düşmanın daha dost, eski dostun neredeyse düşman26 olarak algılanması ilişkilerdeki ironiyi sergilemektedir. Amerikan araştırma kuruluşu PEW’in 31 Mart–14 Mayıs 2007 tarihleri arasında 15 ülkede yaptığı araştırmaya göre Türklerin ABD’ye olan desteği %54’den (2000 yılında yapılan araştırma), %12 ye gerilemiş durumdadır. Aynı araştırma kapsamında Türkiye’de ABD Başkanı Bush sadece %3 oranında destek görürken, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad %25 oranında desteklenmektedir. Birbirleri arasında son derece derin sorunlar olan İran ve ABD arasında normal şartlarda bir NATO müttefikini desteklemesi normal sayılabilecekken, Türk halkı tam aksine düşünceye sahiptir. Şüphesiz bunun sepeleri uzun yıllara dayanmaktadır. Ancak güncel olan Irak’tır. Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasındaki politik ayrılıklar II. Körfez Harekâtı ile birlikte gün yüzüne çıkmıştır. Birinci Körfez savaşında gerek ekonomik ve gerekse güvenlik olarak fedakârlıkta bulunan Türkiye, bunun karşılığını 25 26 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.125. “Türkiye'de ABD'ye destek yüzde 12'ye geriledi”, Hürriyet USA, 31.08.2007 http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9047 24 görememiş, bölgesinde bir kaos ortamı yaratma tehlikesini taşıyan, birincisinden büyük etik farklılıklarla ayrılan ikinci savaşı desteklememiştir. Türkiye topraklarına ABD birliklerinin konuşlandırılması ile Irak’a geçişine müsaade edilmesini öngören yasanın TBMM’nin tarafından kabul edilmemesi, Türkiye’nin savaşı önlemek maksadıyla bölge ülkeleri ile düzenlediği toplantılar ABD tarafında hoş karşılanmamıştır. ABD’nin Irak’ı işgal etme sebebi ile işgal öncesinde olanlar Türk kamuoyu tarafından tasvip edilmezken; işgal sonrasında ortaya çıkanlar yani ABD’nin Irak’ta izlediği politikanın ülkeyi bölünme aşamasına getirmiş olması, nihayetinde Türkiye tarafından hayati öneme haiz tehdit olarak değerlendirilmiştir. 27 Ayrıca ülkedeki hâkim güç olarak ABD’nin, Irak’ın kuzeyinde yerleşmiş olan terör örgütü PKK/KONGRA-GEL’e karşı, bahse konu örgüt Türkiye’de terör eylemlerine devam etmesine rağmen, her hangi bir tedbir almaması Türkiye tarafından işgal öncesine yönelik olarak anlam yüklü ancak bir o kadar da olumsuz olarak değerlendirilmiştir. Mevcut şartlar altında ABD’nin Türkiye’nin çıkarlarını bir müttefikin yapmayacağı şekilde tehlikeye attığı söylemek mümkündür. Bundan daha çok dikkate değer olan ise ABD’nin Türkiye’nin uluslar arası hukuktan doğan sınır ötesi hakkını kullanmasını engellemesi olmuştur. ABD bu davranışı ile bölgesel Kürt hükümetinin dolaylı olarak ta terör örgütünü muhatap alınmasına çalışmaktadır. Irak’ın öngörülen şekilde üçe bölünmesi (Kuzeyde Kürt Bölgesi, Merkezde Sünni Bölgesi ve Güneyde Şii Bölgesi) Türkiye’nin güvenlik hassasiyetlerine uymamakta, ABD bir anlamda kasıtlı olarak bunu dikkate almadığı28 düşünülürken, Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir oluşumun meydana gelmesi için gereken zamanı kazanmaya çalıştığı kuvvetle bir ihtimal olarak öngörülmektedir. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki terör örgütüne karşı harekât düzenleme isteğini de bu bahse konu oluşumun tehlikeye düşmesi ihtimaline karşı istememektedir. Halen olay Türk irtibat timine karşı yapılan hareketin duygusal boyutunu geçmiş bulunmaktadır. Kamuoyu yoklamalarında Türk halkı ABD’yi bir müttefikin aksine, ülkesi için bir tehlike 27 Türk-Amerikan ilişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın önemi ile ilgili olarak Bknz: Bal, İdris ve diğerleri. “21. Yüzyılda Türk Dış…”, Türkiye ABD ilişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın önemi bölümü. 28 Güneri Cıvaoğlu, “Avuç Yalamak”, Milliyet Gazetesi, 22.07.2006 http://www.milliyet.com/2006/07/22/yazar/civaoglu.html 25 olarak görmektedir.29 Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin dergisi, Armed Forces Journal (AFJ)’da yayınlanan Orta doğunun yeni haritası (Şekil.1) gibi politik öngörülerin30, Türkiye’nin de katıldığı resmi çalışmalarda da gündeme getirilmesi31 Türk kamuoyu tarafından düşmanca algılanmıştır. Şekil 1: Armed Forces Journel’in Orta Doğu Öngörüsü. Kaynak; Armed Forces Journel (2006) Ayrıca; Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni ayaklanmalarında doğrudan ilgisi bulduğunu tespit ettiği Ermeni komitelerini 24 Nisan 1915 tarihinde kapatarak, devlet aleyhine suç işlediği tespit edilen yöneticilerini tutuklanması olaylarının, her sene ABD Kongresinde gündeme getirilerek, sözde Ermeni Soykırımı olarak kabul edilmesi girişimi ilişkiler üzerindeki bir başka ambargoyu oluşturmaktadır. Türk kamuoyu bu durumu ABD tarafından her yıl Türkiye’nin tehdit edilmesi olarak görmektedir.32 Böyle bir yasanın ABD Kongresinden yakın tarihte geçme ihtimali 29 “Türkler ABD’yi tehdit olarak görüyor”, Sabah Gazetesi, 25.07. 2007 http://www.sabah.com.tr/2007/07/25/haber,E4B4ABF3D8DE42F8A9E00B3AB8B10FBC.html 30 Ralp Peters, “Boold Borders: How a beter Middle East would look”, Armed Forces Journal 06, Army Times Publishing Company, Springfield, 2006. http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899 31 “Armed Forces Journel’ın skandal haritası yine gündemde”, Hürriyet USA, 28.09.2006 http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9822 32 “ABD Kongresi Ermeni Tasarısı’na Türklerin Bakışı”, Arı Hareketi, 2007, s.1 http://www.arifoundation.org/Terror%20Free%20Tomorrow%20-%20ARI%20Movement%20%20ARI%20Foundation%20Report%20-%20Turkce.pdf 26 her geçen gün artarken, bu durumun Türkiye ABD ilişkilerindeki tahribatı uzun vadeli ve büyük olacağı şüphesizdir. Irak’ın kuzeyinde sözde bağımsız bir oluşum yaratmak Türkiye’nin geleceğine, davranışlarına, politik yönüne ipotek koyma amacını taşımaktadır. Ermeni tasarısından sonra bu ABD’nin elinde ikinci bir “Demokles’in Kılıcı” olacaktır. Türkiye’nin önünde çözüme kavuşturması gereken sorunlar vardır. Bunlar iç ve dış olarak iki ana bölüme ayrılabilir. İç sorunlar; Türk toplumunun derinliklerindeki üç fay hattını.33 oluşturan sosyal sorunlar ve asla istikrarlı olamayan popülist ekonomisidir. Dış sorunlar ise Kıbrıs, sözde Ermeni soykırımı, Azerbaycan-Ermeni çatışması ve Irak’ta meydana gelen gelişmelerin Türkiye’ye etkileridir. Türkiye Sovyetler Birliği ile Yugoslavya’yı kendine örnek olarak almaktadır. Ancak bu daha çok duygusal ve hatta karamsar bir yaklaşımdır. Türkiye’nin eli bu ülkelerle kıyaslanmayacak kadar daha güçlüdür. Her şeyden önce bu ülkeleri parçalayan ana olgu suni ve zoraki bir birliktelikleri olmasıydı. Farklı dini grupların yanı sıra ve çokta uzak olmayan geçmişte savaş ile birleştirilmiş etnisite mevcut idi. Türkiye’de aynı din grubu toplulukları ile ayrılması son derece zor bir şekilde karışmış bir etnik yapı söz konusu olduğu gibi bu birliktelik bin yıl öncesine dayanmaktadır ve geçmişlerinde bir birlerine karşı düşmanlık yoktur. Buna son örnek PKK terör örgütünün faaliyetlerine karşı Türkler arasında Kürtlere karşı toplumsal bir hareket veya kin duygusu gelişmemiştir. Ama bu hiçbir zaman gelişmeyeceği anlamına gelmediği için gerekli tedbirlerin süratle alınması gerekmektedir. Ancak bu konuda müttefiklerden gerekli yardımın alınması bir kenara, ABD’nin Irak’ta uyguladığı politikalar veya Belçika’nın teröristleri iade etmeyişi gibi durumlar Türkiye’nin işini daha da zorlaştırdığı gibi müttefiklerine karşı olan inancını da zedelemektedir. Türkiye aslında NATO’ya savunma ihtiyacından ziyade, Batı ile 33 Kinzer, Crescent and Star..,s.282 27 sorunsuz işleyen tek kurumsal bağın psikolojik etkisi nedeniyle ihtiyaç duymaktadır.34 Orta Asya’nın Türklerin anavatanı olduğu 1920’lerden beri kendisine vurgulanmış, bu uğurda Enver Paşa’nın giriştiği mücadele bir macera olarak nitelense bile hiç unutmamış, “düşmanlarla çevrili dünyada tek başına direnen son Türk devleti” olma sendromuyla yaşayan Türkler, uluslar arası arenada yeni Türk Cumhuriyetlerinin belirmesiyle birlikte, yeniden kimlik tartışması ile karşı karşıya kalmışlardır.35 Avrupa’nın en uzak köşesinde, Asya’nın dış kenarında olan Türkiye kurulduğundan beri bir çevre ülke konumunda kalmıştır. Ancak Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kendini dünyanın ortasında bulmuştur.36 Avrasya kara kütlesi artık tek bir olarak kabul edilmektedir ve bu Türkiye için ulusların yoluna pek çıkmayan bir fırsattır. 3.5 SONUÇ İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren Türkiye’nin gündemine Sovyetler Birliği kaynaklı güvenlik sorunu iyice ağırlık koymuştur. Stalin’in Boğazlar üzerinde kontrol ile Doğu Anadolu Bölgesindeki toprak talepleri, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiyi, Kurtuluş Savaşı dönemindeki ilişkilerden hızla ve uzun süre uzaklaştırmıştır. Türkiye bu tehdit karşısında NATO’ya üye olmuş ve SSCB yıkılana kadar, Batı savunmasının güney doğu kanadını oluşturmuştur. Batı tarafından, Türkiye’nin o dönemdeki değeri askeri yeteneklerine bağlı olarak ölçülmüştür. Bu durumun değiştiğini söylemek hala mümkün değildir. Türkiye 1990 öncesini ideolojik terörle, 1990 sonrasını da etnik terörle mücadele ederek geçirmiş, bahse konu dönemlerde ekonomisi göreceli olarak iyileşse bile; gelinebilecek noktadan son derece uzakta kalınmıştır. 34 Abramowitz, “Türkiye …..”, s.X Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s103. 36 Kinzer, Crescent and Star: …s.280 35 28 Türkiye Batı ile ilişkilerinde ilk hayal kırıklığını, Küba krizi sırasında pazarlığın kendi üzerinden yürütülmesi sırasında yaşamış olsa bile, şüphesiz Kıbrıs sorununun yanında bu daha önemsiz kalmıştır. Türkiye Kıbrıs müdahale sonrasında müttefiklerinin ambargosu ile karşılaşmıştır. Benzer şekilde, birinci Körfez Savaşı sırasında Almanya’nın bazı hava savunma sistemlerini Türkiye’ye göndermek istememesi ve Acil müdahale birliklerinin Türkiye’de konuşlanmasını engellemesi, Türkiye’nin NATO’nun güvenliğini sorgulamaya başlamasına neden olmuştur. Aynı durum Azerbaycan Ermeni Savaşı’nda da söz konusu olmuş, NATO’nun bu savaşa her hangi bir şekilde karıştırılamayacağı ifade edilirken, aslında bir anlamda Türkiye’nin yalnızlığı da vurgulanmış olmaktadır. Bu durum, günümüzde terörle mücadele kapsamında ele alındığında da pek farklı değildir. Irak’taki son gelişmeler ve bazı NATO üyesi Avrupa ülkelerinde terör örgütlerinin rahatça faaliyetlerine devam edebiliyor olması, NATO’nun Türkiye tarafından sorgulanır duruma düşmesini sağlamıştır. Türkiye başlangıçta İtalya ve Almanya, daha sonra SSCB’nin politikaları nedeniyle statükocu bir politika izlemeyi daha uygun bulmuştur. Ancak bu politika daha sonraları da Türk dış politikasına damgasını vurmuştur. Bu nedenle Türkiye SSCB’nin yıkılmasını müteakip ortaya çıkan duruma hazırlıksız yakalanmıştır. Çünkü bahsedilen prensip nedeniyle akraba topluluklarla ilgili herhangi bir hazırlık, herhangi bir boyutta yapılmamıştır. Hatta Türkiye bu ülkeleri, bu toplulukları yokmuş gibi davranmayı tercih etmiştir. Bunun çok da doğru bir politika olmadığı 1990’larda açığa çıktığı gibi günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye gerek ekonomik durumu ve gerekse siyasi durumu nedeniyle, Türkî Cumhuriyetlerle arzu ettiği ve dış dünyada da beklenen gelişmeyi yakalayamamış, liderlik rolünü elde edememiştir. Rusya ise kendini toparlayarak bölge de ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. Günümüze damgasını vuran gelişme ise Irak Savaşı olmuştur. İkinci Irak Savaşının ardından Irak kaos ortamına geçerken, Türkiye’nin güvenliğini de tehlikeye düşüren bir durum yaratmıştır. Irak Savaşı süreç olarak Türkiye ile ABD ilişkilerine önemli hasarlar oluştururken, ülkede meydana gelen fiili bölünmenin 29 gelecekte meydana getireceği sonuçlar, ilişkinin daha da kötüye gidebileceğinin ipuçlarını taşımaktadır. Türkiye Irak’ın kuzeyinden kaynaklanan terör faaliyetlerine ve daha geniş kapsamda, üniter yapısına yönelik tehditlere karşı, gerekli tedbirleri almak zorunda kaldığında, ABD ve AB ile olan ilişkileri daha da kötüye gidebilecektir. Bu ihtimal kamuoyu tarafından algılanmış ve ABD’ye olan destek hızla düşmüştür. Kamuoyunda oluşan bu bilincin kalıcı olması, ilişkilerin ilerde onarılması yönünde bir engel teşkil edebilecektir. Halen Türkiye’de meydana gelen her terör saldırısı veya ABD’de her yıl gündeme gelen Ermeni tasarısı ile ABD düşünce kuruluşlarında ortaya atılan bölünmüş Türkiye senaryoları gibi olaylar, bu düşünsel yöne gidişi kuvvetlendirmektedir. Sonuç olarak ABD’nin bahsedilen politikaları, Türkiye’yi yeni politik seçenekleri devreye sokmaya zorlamaktadır.37 Türkiye’nin AB’nden aldığı olumsuz sinyaller de dikkate alınırsa, Türkiye’nin başka alternatiflere ihtiyacı vardır ve böyle alternatiflere de sahiptir. Bunlar Avrasya Birliğine yönelmek, Türkçe konuşan devletlerle ortaklık, Merkezi Devletler Birliği fikri kapsamında Orta Doğuya yönelmek veya tüm bu oluşumların ortasında İsviçre örneğinde olduğu gibi tek başınalığı tercih etmektir. Avrasya Birliği, Türkçe konuşan devletlerle işbirliği bu tezin konusudur. Ancak Merkezi Devletler topluluğu (Orta Doğuya yönelim) konusu, ele alınacak alternatiflerden çok daha farklı bir yönü ifade etmektedir ki; bu nedenle daha geniş kapsamlı olarak ayrıca incelenmesi daha uygun olacaktır. O yüzden bu tezde ele alınmayacaktır. Tek başınalık küreselleşme ortamında İsviçre gibi ülkelerin hala işine yarayabilir. Ancak gelecekte artarak devam edecek olan bölgeselleşme kapsamında Türkiye’nin İsviçre modeline uygun bir ülke olmadığı değerlendirilebilir. Türkiye bulunduğu bölge ve dünyadaki iddiası üzerine bu şekilde sınıflandırılamayacaktır. Bu alternatifin kötülüğünden kaynaklanmamaktadır. Türkiye istese bile şartlar ona bu imkânı sunmayacak ve daha etkili politika yürütmesi için zorlayacaktır. Çünkü yaşanan dönem toplanmaların ve dağılmaların aynı anda yaşandığı bir dönemdir. Fransız devriminden sonra görülen milliyetçilik dalgası İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan Soğuk Savaş döneminde etkisini 37 Arı, “Geçmişten günümüze…, s.722 30 yitirilmiş olsa bile anlaşılmıştır ki; bu sadece uzun süren bir ara vermeden başka bir şey değildir. Görülen o ki; Komünist bloğun çökmesi ile küreselleşme bu duraklamayı sona erdirmiştir. SSCB ve Yugoslavya, imparatorlukların zamanının çoktan geçmesi (SSCB için) ve suni oluşum olması nedeniyle (Yugoslavya için) bu akıma ilk teslim olanlardır. Bununla birlikte Belçika’nın durumu da AB’nin bu konuda yeterli olduğu hakkında şüpheler yaratmaktadır. AB’nin kurucu üyelerinden olan ve başkenti Brüksel’i barındıran Belçika, toplanmanın olumlu etkisini yaşayamamaktadır. Bu günlerde Belçika’nın Brüksel, Valon ve Flaman bölgesi olarak üçe bölünmesi gündemdedir38. Fransa ile Almanya arasında tampon devlet olarak kurulan ve bir İngiliz soylusunun Kraliyetine teslim edilen Belçika, oluşumundaki bu suniliğin etkisini üzerinden AB’ye rağmen atamamıştır. Bu belki de Belçika’nın denildiği gibi “tarihin bir kazası” olmasından kaynaklanmaktadır. Şüphesiz bu örneklerin hiç birisi Türkiye için öngörülemez. Ancak Türkiye tarafından değerlendirilmesi gereken husus, yeni milliyetçilik akımının etkisi, küreselleşme kapsamında bölgeselleşme ve bunların karşısında kendisini güçlü kılacak dış politika alternatifleridir. Türkiye “Dünyanın ya medeniyetler temelinde bir düzene kavuşacağını ya da düzensizlikle devam edeceğini”39 dikkate almalıdır. Bu soruna en doğru yaklaşımı sağlamak için yukarıda açıklanan dış politika alternatifleri devam eden bölümlerde ayrıntılı olarak incelenecektir. 38 “Belçika Bölünmeyi Tartışıyor”, NTVNSNBC, 22.08. 2007 http://www.ntvmsnbc.com/news/417840.asp 39 Huntigton, The Clash of ……., s.226 31 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ 4.1 GİRİŞ Küreselleşmenin olumsuz etkilerinden korunmaya yarayacak kalelerden birisi AB olarak görülmektedir. AB aynı zamanda yarattığı zenginlik ve farklılıkların bir zenginlik olarak kabul edilmesinden dolayı Türkiye’de mikro milliyetçilik panzehiri olarak da görülmektedir. Mikro milliyetçiliğe karşı pozisyonu tartışma götürse bile üye olan ülkelere getirdiği istikrar ve zenginlik bir realitedir. Getirdiği kurallar ile birlikte güvenli yatırım ortamını oluşturması bunun anahtarıdır. Bunlara ek olarak insan hayatına da bir kalite getirdiği de bir gerçektir. Bu açılardan bakıldığında Türkiye’nin AB üyeliğini hedeflemesi makuldür. Ancak AB açısından bakıldığında işler aynı şekilde görülmemektedir. Bu çalışma kapsamında Türkiye’nin üyeliğine karşı Avrupa Birliği’ndeki düşünsel bölünme ele alınacaktır. Fikri üstünlük sağlayan taraf Türkiye’nin üyeliği hususuna doğrudan etki edecektir. Bu konuyu anlaşılabilir kılmak maksadıyla AB’nin gelişimi de aynı zamanda ele alınmış, ayrıca Türkiye’nin gelecekteki durumu hakkında fikir verebilmek için güncel durumda olan ana sorunlar değerlendirilerek bir yaklaşım ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Şüphesiz bu çıkarım, Türkiye’nin alternatif dış politikalarının değerini ve anlamını ortaya koyacaktır. 4.2 NEREDEN NEREYE Avrupa Birliği eski düşman kardeşlerin bir anlamda mucizevî ortaklığıdır. Geçmişi savaşlarla dolu olan yaşlı kıtada, Fransa’nın Almanya ile olan ezeli düşmanlığı çok iyi bilinmektedir. Ancak bu mücadele tarihinin önemli bir kısmını da, sömürgecilik döneminde, İngiltere’nin Fransa ve İspanya ile olan rekabeti oluşturmaktadır. Ayrıca Portekiz ile İspanya’nın ve İspanya ile Fransa’nın karşılıklı ilişkilerinin tarihi de pek barışçıl sayılamaz. Bunlara mezhep savaşlarını da eklemek suretiyle dini boyutunu da değerlendirmeye katmak uygun olacaktır. Yani AB’ni teşkil eden ülkelerin ortak noktaları tarihlerindeki birbirlerine karşı olan husumetleri 32 ile Hıristiyanlıktır. Protestanlık ve Katoliklik nedeniyle, mezhep savaşlarına sebep olmuş olan Hıristiyanlık dünyasında ateşkes, laiklik sayesinde sağlamış durumdadır. Ancak günümüzde Vatikan’ın Avrupa kamuoyuna etkisinin olmadığı söylemek son derece iyimser bir yaklaşım olacaktır. İkinci Dünya Savaşından tamamen enkaz halinde ve bölünmüş olarak çıkan Avrupa, gerek askeri ve gerekse de ekonomik güç olarak ne yeni tehlike SSCB karşısında kendini koruyabilecek durumdadır, ne de savaş öncesindeki dünyanın etkin gücüdür. Avrupa artık Batısı ABD’ne, doğusu SSCB’ne bağımlı bir kıtadır. “Avrupa devletleri arasında barış kural değil istisnadır.”1 Bu nedenle Avrupa’da savaşları engellemek maksadıyla, savaşın en önemli girdisi olan kömür ve çelik üretimini kontrol altına alınmasını hedefleyen, 6 üyenin (Belçika, Federal Almanya Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda) katılımıyla 1951 tarihli Paris Anlaşmasıyla kurulan Avrupa Çelik ve Kömür Topluluğu (AÇKT), Avrupa Birliği’nin temelini oluşturmaktadır. Bu oluşum daha sonra 1957 tarihli Roma Antlaşmasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) dönüşmüştür. AET daha sonra Avrupa Topluluğuna (AT) dönmüştür. Avrupa Topluluğu ile ekonomik boyuttan siyasi boyuta geçiş başlangıcı Avrupa Birliği ile sondan bir önceki aşamaya gelmiştir denilebilir. 4.2.1 ESKİ DOĞU BLOKU ÜLKELERİNİN AB ÜYELİĞİ VE İKİ VİTESLİ AVRUPA Siyasal Avrupa’nın kaderini 1991 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması değiştirmiştir. 1993 yılında yürürlüğe giren anlaşma ile AT, Avrupa Birliği (AB) ismini almıştır. Bu anlaşma ile Alman, Fransız, İtalyan, İngiliz ve İspanyol liderler, Avrupa’yı Avrupa Birliğine dönüştürürken, kendileri için tehdit oluşturan zayıflıklarını bertaraf edecek iki aşamalı plan hazırlamışlardır. 2 1 2 Huntington, The Clash of ……., s.64. Birsel, Arka Bahçe…, s.59. 33 Bu planın birinci aşamasında Avrupa Birliği, SSCB’nin Doğu Avrupa’da kurduğu egemenliği, yıkılışının ardından tamamen ortadan kaldırmak ve Rusya’nın Avrupa Kıtasından çıkarılmasını sağlamak için gerekli adımlar atılacaktır. İkinci aşamada ise 2004 yılından itibaren, Hazar Denizinin enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılması hedeflenmiş; bu kapsamda üç arka bahçe bölgesi hedeflenmiştir. Bunlar; Doğu Avrupa, Balkanlar ve Karadeniz Havzasıdır. Nitekim komünist bloktaki ülkeler üyelik ölçütlerinde yeterli tolerans sağlanarak süratle AB’ne üye yapılmış, böylelikle hedeflenen arka bahçelere aynı anda el atılarak jeopolitik bir güç haline gelinmiştir. Avrupa Birliğinin 15 üyesi 25 üyeli bir AB’nin verimli bir şekilde çalışması için AB kurumlarına yönelik yaptıkları düzenlemeyi içeren, 26 Şubat 2001 tarihli Nice Antlaşması 1 Şubat 2003 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma ile 15’ler diğer üyeler Birliğe katılmadan ihtiyaç duydukları düzenlemeleri yapmışlardır. Bunlardan en önemlileri; Nitelikli Çoğunluk Oylama Sistemi ve Güçlendirilmiş İşbirliği konularıdır. Nice Antlaşması ile oybirliği ilkesinin uygulandığı yaklaşık 70 antlaşma maddesinden 29’unda nitelikli çoğunluk sistemine geçilmesi kararlaştırılmıştır. Bunlar arasında vatandaşların serbest dolaşımı, sanayi politikası ve üçüncü ülkelerle ekonomik, mali ve teknik işbirliği yer almaktadır. Güçlendirilmiş işbirliği ilkesi ile de; bazı ülkelerin ilerlemek istedikleri konularda sakıncası olan ülkelerin geride kalmasına müsaade edilmiştir. Bu çekinceler başlıca ekonomik ve parasal birlik ile sınır kontrolleri (Schengen Konvansiyonu) konularında uygulanabilecektir. Ayrıca ortak savunma ve dış ilişkiler politikalarının ortak bir tutuma dayandırılması hedeflenmiş bu kapsamda tutumun en az 8 devletin onayı ile tespit edilmesine imkân sağlanmıştır. Bu politikadan ulusal çıkarı etkilenen ülke, Avrupa Konseyi tarafından alınacak karar sonrasında uygulamayı askıya aldırabilecektir. Görüldüğü gibi Nice Antlaşması ile AB iki vitesli bir oluşumun işaretlerini vermiştir. Bu oluşumun kısaca merkezde ağırlığı olan, muhtemelen tüm kurucu ülkeler, bulunacak ve bunlar oluşumun çekirdeğini oluşturacak, diğer ülkeler ise çevre ülkesi olacak, büyük çoğunlukla merkez ülkelerin aldıkları kararlara uymak durumunda kalacaklardır. 34 Eğer Türkiye’nin katılımı mümkün olursa, Türkiye’ye teklif edilecek pozisyonun çevre ülkesi olacağı değerlendirilebilir. 4.2.2 AB: ANAYASASI ÜYELERİ TARAFINDAN REDDEDİLEN SÜPER GÜÇ 1 Mayıs 2004 tarihinde beşinci genişleme ile üye sayısı 15’den 25’e yükselen Avrupa Birliğinin çok önemli bir aşama kaydettiğini vurgulamak gerekir. Üye aldığı 10 Doğu Avrupa ülkesiyle ABD’yi geride bırakan AB dünyanın en büyük ekonomik gücü haline gelmiştir. AB’nin milli geliri 11 trilyon 30 milyar ABD Doları seviyesine yükselirken, milli geliri 10 trilyon 914 ABD Doları olan ABD’yi yeni üyelerle birlikte 116 milyar Dolar geçmiştir (Daha sonra Romanya ve Bulgaristan’ın katılımıyla bu fark 254,6 milyar ABD Doları daha büyüyerek 370,6 milyar Dolara çıkmıştır). Aynı şekilde AB’nin yüzölçümü 3 milyon 243 bin km2’den, 3 milyon 987 bin km2’ye yükselirken, nüfusu da 379,8 milyondan 454 milyona yükselmiştir. Kişi başına milli geliri yeni üyeler ekonomik olarak daha fakir oldukları için 26 bin 552 ABD Dolarından 2bin 258 ABD Doları azalışla 24 bin 294 ABD Dolarına gerilemiştir.3 Avrupa Birliği halen 27 üyeden oluşmaktadır. Bir devlet haline gelmenin gereklerinden birini oluşturan Avrupa Anayasası Fransa ve Hollanda halk oylamalarında reddedilmiş, bu durum Avrupa’nın siyasi gelişimini yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Avrupalı devletler bir düşünme sürecine girmişlerdir ve bu durumu aşmanın çarelerini aramaktadırlar. 4.3 HANGİ AVRUPA? Avrupa kamuoyu ve siyasi eliti tamamen Türkiye’ye karşımıdır? Buna verilecek cevap “hayır” olacaktır. Ancak sebep pek çok yönden Türkiye’nin kendisi ile de ilgili değil çoğu yönden Avrupa ile ilgilidir. Avrupa Türkiye’nin üyeliği veya daha doğru bir yaklaşımla, genişlemek veya derinleşmek arasında ikiye bölünmüş durumdadır. 3 “AB Süper Güç Oluyor”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004 http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/eko100.html 35 Halen Avrupa Türkiye üzerinden kendisini tartışmaktadır. Dolayısıyla doğru hükme varabilmek için bu iki Avrupa’yı da incelemek uygun olacaktır. Türkiye ile müzakerelere başlamak için Avrupa Birliğinin içinde ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasında son derece çetin tartışmalar söz konusu olmuş, 14 Aralık 2004 tarihinde müzakerelerin tabiri caizse bin bir güçlükle başlatılması ile dönüm noktasına ulaşılmış, ancak son ana kadar tartışmalar devam etmiştir. Kırk yıllık bir konunun hemen tartışılmaktan vazgeçilmesi beklenemezdi şüphesiz, ancak azalması daha uygun olabilirdi. Fakat gelişmeler tam tersine seyretmiştir. Avrupa’nın genişlemesine ve/veya Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine karşı olanlar seslerini gittikçe daha çok yükseltmişler, hatta bu durumu AB anayasası referandumlarında ve başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerin genel seçimlerinde iç politikaya yönelik malzeme olarak kullanmışlardır. Nitekim AB anayasası Fransa ve Hollanda’da reddedilirken Fransa ve Almanya’da Türkiye’nin tam üyeliğine muhalif görüşler iktidara gelmişlerdir. Bu gelişmelere Türkiye’nin sebep olduğunu söylemek mümkün olmasa bile, etkisinin olmadığını söylemekte son derece iyimser bir yaklaşım olacaktır. Bilindiği üzere Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy seçim kampanyası boyunca Türkiye’nin üyeliğine muhalefet etmiş ve bu nedenle de kamuoyundan destek görmüştür. Aslında Avrupa’da çoğunluk Türkiye’nin AB’ye üye olmasına şöyle ya da böyle olumsuz bakmaktadır (Tablo 3,4 ve 5). Problem; üyeliğinin reddinden sonra Türkiye’nin ne yapacağı hususu ile Avrupa’nın kendine ve dünyaya, özellikle İslam dünyasına, bu reddi etik olarak açıklayabilmesidir. Tartışma iki eksende geçmektedir. Fransa’nın başını çektiği bir grup; Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkarken, yeni Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ortaya attığı “Akdeniz Birliği” fikrini veya Almanya Başbakanı Angelina Merkel’in gündeme taşıdığı “imtiyazlı ortaklığı” desteklemekte, diğer taraftan İngiltere ve 36 İskandinav ülkeleri ise şartları yerine getiren Türkiye’nin tam üye olarak AB’ye katılmasını desteklemektedir. Aslında bir anlamda burada tartışılan sadece Türkiye değil aynı zamanda Avrupa’nın kendisidir. Avrupalılar halen nasıl bir Avrupa Birliği istediklerine karar vermeye çalışmakta, kendi kendilerini, yani “Avrupa kimliği” ve ona bağlı olarak ta “Evrensel Avrupa” veya “Homojen (Muhafazakâr) Avrupa” görüşlerini sorgulamaktadırlar. 4.3.1 MUHAFAZAKÂR AVRUPA Muhafazakâr Avrupa taraftarları Avrupa’nın genişleme hızından rahatsızlardır. Avrupa Birliğinin başarılı bir proje olabilmesi için bir derinliğinin ve belirli sınırlarının olması gerektiğine inanan bu grup için, Hıristiyanlık Avrupa kimliğini ve kültürünü oluşturan ana unsurlardan birisidir. Bu kültürel ve dini yaklaşım nedeniyle de Türkiye’nin Avrupa kimliğini taşımadığı, Avrupa kıtasında bulunan küçük bir toprak parçasının da Avrupa’nın siyasi sınırları içine Türkiye’yi taşıyamayacağını düşünmektedirler. Ayrıca bu görüşe göre, Türkiye fazla büyük ve kalabalık, çok fakir ve dünyanın en sorunlu bölgelerine sınır olup; bu Avrupa için uzak durulması gereken bir sorundur. Yani “Türkiye Avrupalıların itiraf etmedikleri kâbusudur.”4 Türkiye’nin üye olması durumunda AB’nin fonlarından en çok yararlanacak ülkelerin başında geleceğini düşünerek, kendisine ayrılan payın düşeceğini düşünen ülkelerle, Türkiye’nin AB’nin tarım politikalarında yapacağı etki nedeniyle kendi çiftçilerinin kötü etkileneceğini düşünen ülkeler, serbest dolaşım ilkesi nedeniyle Türklerin ülkelerine akın edeceği korkusunu duyan ülkeler ve Türkiye’nin nüfusu nedeniyle AB’nin yönetim kademelerinde aşırı etkili olacağını düşünen ülkeler Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Halen bu grubun başını Fransa çekmektedir. Fransa bu maksada hizmet edecek şekilde Türkiye’nin AB ile arasında açılması planlanan parasal konuları içerek bölümün müzakere edilemeye 4 Huntington, The Clash of ……., s.209. 37 başlanmasını engellemiştir.5 Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy beklenenin aksine seçildikten sonra da Türkiye’ye karşı olan muhalefetini devam ettirmektedir. Bu kapsamda akil adamlardan oluşan bir çalışma grubunun oluşturularak, Türkiye’nin AB’ye üyeliği hususunun çalışılmasını teklif etmiştir. Ayrıca Türkiye’nin AB yerine Akdeniz Birliğine dâhil olmasının daha uygun olduğunu ifade etmiştir6. Ayrıca her fırsatta Türkiye ile AB ilişkilerinin ayrıcalıklı ortaklık doğrultusunda yürütülmesinin daha akıllıca olduğunu zamanı geldiğinde herkesin anlayacağına inandığını belirtmiştir. Almanya Şansölyesi Angelika Merkel’in bu görüşleri paylaşıyor olması Türkiye’nin pozisyonunu daha da zorlaştırmaktadır. Türkiye bu bakış açısında öteki rolüne layık görülen ülke konumunu sürdürmektedir. Sonuç olarak bir sistemin varlığı birçok defa öteki sayesinde tanımlanabilmektedir. Öteki, varlığı meşrulaştırmanın en etkili yollarından birisidir. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın yüzyıllar boyunca düşmanı ve varlığına karşı öteki idi. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar öteki olarak, bir anlamda da hedef olarak görülmüştür. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte bu rolü kısa süreliğine Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği yani Komünizm tehlikesi almış olsa bile, 11 Eylül 2002’den sonra bu rolü İslam fanatizmi devralmış, bu arada da Türkiye’de ötekiler saffına otomatik olarak dâhil edilmiştir. Artık Türkiye Komünizm tehlikesine karşı aynı cephede mücadele eden müttefik değil, İslam’ın laik görünen temsilcisidir. Homojen Avrupa perspektifi “Avrupa vatanı” olgusunu temel ihtiyaç olarak görmekte, sürekli gelişmenin bu olgunun yerleştirilmesine engel olduğuna inanmakta, doğu Avrupa devletleri daha hazmedilememişken, Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin alınmasının Avrupa halklarının bütünleşmesine engel olacağı, Avrupa Projesinin yıkılacağı görüşünü savunmaktadır. 5 "Steinmeier: Türkiye ile AB”, Frankfurter Allgemeıne Zeıtung, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü Dış Basında Türkiye Bülteni, 28.6.2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/28x06x07.htm 6 “Sarkozy’den Türkiye’ye Öneri”, BBC, 8.2.2007 http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2007/02/070208_sarkozyturkey.shtml “Sarkozy, Akdeniz Birliğinde Israrlı”, NTVMSBC, 1.6.2007 http://www.ntvmsnbc.com/news/409670.asp 38 Ayrıca AB’yi homojen bir birliktelik olarak görmek isteyenler, Türkiye’nin üyeliği ile AB içinde Anglo-Sakson vizyonunun yani ABD-İngiltere etkisinin güçlenmesinde de endişe etmektedirler. Özellikle Fransa’da Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin başına çektiği grup, Türkiye’nin üye olması durumunda AB’nin kurucu hedeflerinden, yani siyasi hedeflerinden uzaklaşacağı ve Anglo-Sakson vizyonuna uygun olarak büyük bir piyasaya (AET) dönüşeceğini belirterek, bu durumda İngiltere’nin amaçladığı gevşek entegrasyonun ortaya çıkacağını eleştirmektedirler. Son dönemlerde ortaya atılan “Medeniyetler Buluşması” söyleminin de homojen Avrupa’yı savunanlara karşı etkili olmayacağı açıktır. Çünkü bu gruba göre Avrupa’nın medeniyetler buluşmasını sağlayamayacağı, aksine medeniyetler kavşağına dönüşerek hükümetler arası bir Birleşmiş Devletlere yani sınırları ve kimliği olmayan uluslar arası bir örgüte dönüşebileceği yönünde uyarılarda bulunmaktadır. Bu bakış açısı aslında Avrupa’nın materyalist, faydacı (pragmatik) bakış açısına da uygundur. Sonuçta; Avrupa’yı İslam tehlikesinden, kültürel dönüşümden ve siyasi karmaşadan uzak tutabilmek için coğrafi sınırları belli, mümkün olduğu kadar homojen ve temeli Hıristiyanlığa dayanan benzer kültürel öğelerden oluşan bir yapı haline getirebilirlerse, siyasi bir AB’den, yani Avrupa Birleşik Devletlerinden bahsetmenin mümkün olduğunu düşünenler, AB’nin yürürlüğe girememiş Anayasasını hazırlayan grubun başında olan, eski Fransa Cumhurbaşkanı Valeri Cisgard D’estain gibiler, ABD’nin Truva Atı olan Müslüman Türkiye’nin AB’ye girmesinin “AB’nin mahvı” anlamına geleceğine inanmaktadırlar.7 Bu siyasetçilere önemli bir örnekte Almanya Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) lideri ve Bavyera Eyaleti Başbakanı Edmund Stobier’dir. Stobier Almanya’nın AB Anayasası’nı onayladığı sırada “Avrupa’yı ve Avrupalıları zorlayanlar Avrupa’ya faydalı olamaz” diyerek, Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki 7 “Cox: D’estaing sınırını aşıyor”, NTVMSNBC, 27.11.2002 http://www.ntvmsnbc.com/news/190009.asp 39 görüşlerini açıklamıştır.8 Yine Stobier, GKRY’ne Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını açmaması nedeniyle 2006 yılının sonuna doğru krize sürüklenen ilişkiler sırasında, istediği bu olacak ki, “Görüşmeler derhal dondurulmalıdır. AB kesinlikle başka müzakere başlıkları görüşmeye açmamalıdır. Türkiye zaten Avrupa ülkesi olmadığı için AB üyesi olamaz.” şeklinde bir devlet görevlisinden, bir politikacıdan pek beklenmeyecek şekilde, fazla açık sözlülükle görüşlerini açılamakta bir mahsur görmemiştir.9 Görüldüğü üzere bu görüş Avrupa’da hâkim olduğu sürece Türkiye’nin AB üyeliği sonu belli olmayan bir müzakere süreci olarak kalabilecektir. Sürecin Türkiye tarafından sonlandırılması muhafazakâr AB taraftarlarınca tercih edileceğinden, bu kapsamda Türkiye’nin kabul edemeyeceği, bu nedenle müzakerelerden çekilmek isteyebileceği şartların öne sürülmesi gelecekte beklenebilir. Tüm bunlara rağmen, Muhafazakârlar tıpkı Evrenselciler gibi Türkiye’yi üyelik haricinde mümkün olduğu kadar AB’ye yakın tutmak istemektedirler. Türkiye’nin AB’nin sistemi içinde ama karar mekanizmalarının dışında, dünyanın sorunlu bölgelerine tampon ülke olarak, ancak gerektiğinde AB ile birlikte hareket edecek şekilde, AB’ye bağlı olmasını arzu etmektedirler. Yani Türkiye AB’ye en sıkı şekilde bağlı olmalıdır ancak AB’de olmamalıdır.10 Türkiye’nin yaşayacağı büyük hayal kırıklığı sonrasında Avrupa ile ilişkilerini eskisinden daha düşük seviyeye indirip, başka alternatiflere yönlenmesi, örneğin Orta Doğuya veya Rusya’ya yakınlaşması, arzu edilen politika değildir. Avrupa iki arzu edilemeyen politika arasında denge aramaktadır. 8 “Almanlar Anayasayı Onayladı”, Radikal Gazetesi, 28.05.2005 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=154050 9 Thorsten Knuf, “AB, Üyeliğe Aday Türkiye’ye Bundan Sonra Nasıl Davranacağını Bilmiyor”, Berliener Zeitung 9 Kasım 2006 sayısı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1 10 “Merkel’in AB’ye Türkiye Tavsiyesi”, TRT, 10.5.2007. http://www.trt.gov.tr/wwwtrt/hdevam.aspx?hid=175991 40 4.3.2 EVRENSEL AVRUPA Kant’ın “ebedi barış projesine” dayandırılan evrensel Avrupa fikrini destekleyenler; ben ve öteki ayrımını reddetmektedirler. Bu görüş ile dinsel ve kültürel değerlerden ziyade, temel hak ve hürriyetler ile serbest ticaret gibi bütünleştirici işlevi olan, liberal değerler ön plana çıkarılmaktadır. Evrensel Avrupa’nın sınırları bahsedilen görüş nedeniyle ön yargı ile çizilmemekte, genişleme süreci doğal olarak nitelenmektedir. Yani AB şartlarını karşılayan her ülkenin üyeliğe alınması ihtimali söz konusudur. Eski Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fisher AB’nin krizleri ancak genişlemeyle aşabileceğine11 inanmakta olup ulusal egoizmlerin Avrupa fikri karşısında üstünlük kazanmasına izin verilmemesi gerektiğini, 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan medeniyetler çatışmasını önleyebilmek için demokrasi ile İslamiyet’in bir arada olabileceğinin kanıtı olan Türkiye’nin AB’ne alınması gerektiğini düşünmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin üyeliği Avrupa’da barış kurmanın vazgeçilmez bir unsuru olarak değerlendirilmektedir. Avrupa’yı din eksenli kültür, tarih ve gelenek içine hapsetmektense laik (seküler) bir değerler bütünü olarak görenler, Türkiye’nin üyeliğini Avrupa’nın farklı kültürlerle buluşması için fırsat olarak kabul etmektedirler. Türkiye’nin katılımının Birliğe ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda önemli katkılar sağlayacağı, liberaldemokratik değerlerin küresel anlamda güçleneceği düşünülmektedir. Türkiye’nin stratejik konumu ile NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olması ve laik demokrasisi, 70 milyonluk bir pazar olması bu görüşü desteklemektedir. AB’nin küresel bir güç olması gerektiğine inananlar bunun Türkiye olmadan olmayacağını 11 düşünmektedirler. Ancak bu üyeliğin yakın Joschka Fisher, “AB Taahhütlerine Sadık Kalmalı”, Amerikanın Sesi, 12.7.2005 http://www.voanews.com/turkish/archive/2005-07/2005-07-12-voa1.cfm 41 bir gelecekte gerçekleşmeyeceğini de diğer taraftan ifade etmektedirler. Bu bahiste geçen süre 2022’dir.12 Evrensel Avrupa fikrini destekleyenler, yani liberal kanat, AB’nin inandırıcılığının verdiği sözlerin arkasında durması gerektiğini bilmektedir. Türkiye’ye bu söz çok uzun zaman önce verilmiştir. Avrupa bir değerler bütünü ise sınırı Boğazdan geçemez. Coğrafi bir sınırı kendisine koyamaz. Bu ilan ettiği ideallerine kendisinin inanmadığının göstergesi olacaktır. Diğer taraftan Avrupa’nın geleceğin rekabet ortamında rekabet gücünü artıracak işbirliklerini reddedecek lüksü yoktur. Yakın gelecekte, Çin, ABD, Rusya, Hindistan ve Güney Amerika ülkelerinin rekabetini daha fazla üstünde hissedecek olan AB’nin kendisini buna hazırlaması için Türkiye gereklidir. Yaşlanan nüfusu yeterli iş gücünü sağlayamayacaktır. Sosyal Sigortalar sisteminin gelecekte çökmemesi için genç ve eğitimli nüfusa ihtiyacı vardır. Uzun yıllardan beri Avrupa’da yaşayan Türk işçiler yeterli uyumu sağlayamamış olsalar bile, Fransa’dakine benzer bir soruna da neden olmamışlardır. Ayrıca Türkiye’deki genç nüfusun eğitim seviyesi eski nesil Avrupa işçilerinin durumu ile kıyaslanacak durumda değildir. Bununla birlikte özellikle Almanya’da yerleşik olan Türkler ekonomiye oldukça iyi bütünleşmiş ve işçilikten işveren seviyesine yükselmeye başlamışlardır. Bugün Almanya ekonomisine bu işverenlerin önemli seviyede katkısı bulunmaktadır. Bu sayede Almanya’daki etkileri ve güçleri de gün geçtikçe artmaktadır. Bu örnek uluslar arası rekabette şansını artırmak isteyen Avrupa için önemlidir ve liberal kanadın güvenini artırmaktadır. 4.4 TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık başvurusunu 31 Temmuz 1959 yılında yapmış, Eylül 1959 tarihinde AET Konseyi Türkiye’nin ortaklık başvurusunu kabul etmiştir. AET ile Türkiye arasında müzakereler 4 yıl sürmüş ve 12 Eylül 1963 yılında imzalanan ve 1 Aralık 1964 yılında yürürlüğe giren Ankara Antlaşması ile 12 “Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, Hürriyet, 25.3.2007 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6196268&tarih=2007-03-25 ““Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, ABHABER.COM, 1.09.2007 http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=16556 42 Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik serüveni başlamıştır. Ankara Antlaşması Türkiye ile AET’nin Gümrük Birliği’ne gitmesini ve Türkiye’nin adım adım tam üyeliğe hazırlanmasını öngörmüştür. Yani bugün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin gümrük birliğinin yerine getirilmesi iddiaları desteğini bu antlaşmadan almaktadır. Ancak aynı antlaşma “Ayrıcalıklı Ortaklık” tezini de reddeden Türkiye’nin elini kuvvetlendirmektedir. AET-Türkiye ilişkileri, Ankara Antlaşmasından sonra inişli çıkışlı bir görünüm sergilemiştir. Bu değişimlerin bazıları Türkiye’den kaynaklanmıştır. Ancak sonuç olarak Ortaklık Antlaşmasında öngörülen Hazırlık Dönemi sorunsuz geçmiştir. Bununla birlikte Geçiş dönemi’nin hemen başında yani 1973 yılından itibaren Türkiye – AET (AB) ilişkileri değişken bir seyir izlemeye başlamıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ilişkilerde önemli sorunlar yaratmış, Türkiye daha sonra 1978 yılında Katma Protokol yükümlüklerini dondurma kararı almıştır. Bu iki olaylar başlıca olumsuz gelişmeler olurken AB aynı dönemde 600 milyon ECU tutarındaki IV. Mali Protokolü de askıya almıştır. 12 Eylül 1980 ihtilali, Türkiye Avrupa ilişkilerinde önemli sorunlar yaratmıştır. Avrupa Topluluğu Ocak 1982 tarihinde Türkiye ile ilişkileri dondurma kararı almıştır. 1986 yılına kadar süren bu durgunluk, 16 Eylül 1986 tarihinde Türkiye-AET Ortaklık Konseyi’nin toplanmasıyla yeniden canlanma sürecine girmiştir. Süreci hızlandırmak isteyen Başbakan Turgut Özal’ın girişimleriyle, Türkiye 14 Nisan 1987 tarihinde tam üyelik başvurusu yapmıştır. AB Komisyonu başvurudan iki yıl sonra Türkiye raporunu tamamlamıştır. Rapor Türkiye AB arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıkları ortaya koyarken, AB’nin 1993 yılında tamamlamayı hedeflediği İç Pazar Projesi’nden önce genişlemeyi gündeme almayacağı anons edilmiştir. Öte yandan Türkiye ile ilişkilerin Gümrük Birliği, mali yardımın artırılması, sanayi işbirliği ve güçlü siyasi diyalogun geliştirilmesi yönünde alınan konsey kararına uygun olarak, 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği yürürlüğe girmiştir. 43 4.4.1 LÜKSEMBURG ZİRVESİ VE SONUÇLARI Gümrük Birliğinin gerçekleşmesi önemli bir gelişme olarak kabul edilirken, hemen yaklaşık 2 yıl sonra, Aralık 1997’de yapılan Lüksemburg Zirvesi, Türkiye’de büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu zirvede Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Polonya, Slovenya, Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Estonya ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üyelikleri için aday olarak belirleniş ancak Türkiye aday olarak belirlenmemiştir. Birçoğunun sanayi ve ekonomik durumu Türkiye’nin gerisinde olan, piyasa ekonomisine henüz geçmiş olan, insan haklarına saygı konusunda sicillerinde önemli lekeler bulunan bazı ülkelerinde (Örn. Bulgaristan) dâhil olduğu ve çoğunluğu eski Varşova Paktı üyesi ülkelerden oluşan ülkelere verilen bu öncelik, Türk kamuoyunda tepki ile karşılanmıştır. Bu bir anlamda Avrupa tarafından Türkiye’nin oyalandığının, AB’nin ikiyüzlü bir politika izlediğinin ilk somut kanıtı olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Kıbrıs Rum Yönetiminin Türkiye’den önce AB’ne aday olarak gösterilmesi, sonraki zor pazarlıkların bir anlamda siyasi şantajın veya başarısızlıkların gerekçesinin hazırlandığının habercisi olmuştur. İnsan hakları ihlalleri, Kıbrıs sorunu ve Türk-Yunan anlaşmazlığı gibi konuları gerekçe gösteren AB’ne, Türkiye belirli alandaki siyasi ilişkilerin askıya alındığını açıklayarak cevap vermiştir. AB’nin Cardiff, Viyana ve Köln zirvelerinde attığı bazı olumlu adımlara rağmen, Türkiye’nin adaylığı Helsinki Zirvesinde teyit edilmiştir. Ancak bundan sonraki dönemde de Türkiye-AB müzakerelerin başlama tarihi belirsizliğini devam ettirmiştir. Türkiye’nin bu dönemde yaptığı reformlar AB tarafından memnuniyetle karşılansa bile, 21–22 Haziran 2002’de icra edilen devlet ve hükümet başkanları Seville Zirvesi’nde de Türkiye ile müzakereler başlanması konusunda karar alınmamıştır. Brüksel’de 24–25 Ekim 2002 tarihinde yapılan olağanüstü zirvede, Türkiye’nin katılım müzakerelerine yaklaştığı kaydedilmiştir. 12–13 Aralık 2002 tarihinde Kopenhag’daki icra edilen Avrupa Konseyi zirvesinde, 10 aday ülkenin 1 Mayıs 2004 tarihi itibariyle üye olmaları kararı verilmiştir. Görüldüğü gibi Aralık 1997 yılındaki Lüksemburg zirvesinden sadece 7 44 yıl geçmiş olmasına rağmen adaylığa kabul edilen ülkeler aday kabul edilmeleri kadar hızlı bir şekilde üye olarak kabul edilmektedirler. Dünün komünistleri en liberal ekonomi dünyasının bir parçası olmaktadırlar, üstelik önce gümrük birliğine katılmaları gerekmeden. Aynı zirvede Türkiye için; 2004 yılı ilerleme raporu ve Komisyon’un görüşleri ışığında, Konsey’in Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığı kararını alması durumunda, Aralık 2004 tarihli zirvede müzakerelerin gecikmeden başlatılabileceği belirtilmiştir. Alınan zirve kararıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de diğer 9 üye gibi 1 Mayıs 2004 tarihinde üyeliğe kabul edileceği kesinleştirilmiş, bu nedenle GKRY’nin eli pazarlık masasında tüm taraflara karşı kasıtlı olarak güçlendirilmiştir. Her ne kadar Avrupa Konseyi bütünleşmiş bir Kıbrıs’ın AB’ye girmesi yönündeki tercihi vurgulanmış olsa da ve bu kapsamda Kıbrıs Rum ve Türk kesimlerinin 28 Şubat 2003 tarihine kadar BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın müzakerelere devam etme taahhütlerini desteklese de görülecektir ki bu sadece bir temennidir. Türkiye devam eden süreçte reformlara devam etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 13. protokolünü imzalayarak idam cezasını kaldırmıştır. Bu şüphesiz Türkiye için, içinde bulunduğu terör tehdidi altında alınmış cesur bir karardır. Aynı dönemde Türkiye Kıbrıs’ta müzakerelerin başlaması için gerekli girişimlerde bulunarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni teşvik etmiştir. Bu sayede 19 Şubat 2004 tarihinde Annan Planı çerçevesinde görüşme konusunda uzlaşmaya varan taraflar, Kıbrıs’ta müzakerelere başlamıştır. Bu süreç sonrasında adada referandum yapılmış, Kıbrıs Türk halkının %64,9’u Annan Planını onaylarken, Kıbrıs Rum halkının % 75,83’ü planı reddetmiştir. Bunda sonuçlarda şüphesiz Rum halkının AB’ye giriş için zaten aldığı vizenin rahatlığı ile GKRY Devlet Başkanı Tasos Papadopulos’un etkisi büyük olmuştur. Aynı şekilde Türk halkı da AB’ye katılım isteği ile olumlu yönde oy kullanmıştır. Bu sonuç en azından görüntü de AB için şok olurken, Türkiye’nin elini rahatlatmış ve Kıbrıs’ta uzlaşmayan taraf olarak Türkleri hak etmedikleri hedef tahtasından indirerek, Rumları yerleştirmiştir. Sonuçta gerçekten uzlaşmayı istemeyen taraf, çözümün en yakın olduğu bu anda ortaya 45 çıkmıştır. Ancak bu sonuçların hiç birisi GKRY’nin diğer 9 aday ile birlikte 1 Mayıs 2004’te gerçekleşen beşinci genişlemeyle AB’ye katılımını engellememiştir. AB Komisyonu 6 Ekim 2004 tarihinde yayınladığı rapor ile Türkiye’nin önemli yasal değişiklikleri gerçekleştirerek, AB için gerekli olan siyasi kriterleri yeterince karşıladığını bildirerek, Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasını tavsiye etmiştir. Ancak aynı belgede diğer adaylarda bahsedilmeyen “Bu sonu açık bir süreçtir, sonu baştan garanti edilemez”13 ifadesi kullanılarak, çifte standart bir anlamda belgelenmiştir. 17 Aralık 2004 tarihli zirvede, Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkennende’nin ifade ettiği şekliyle “kolay olmayan bir süreç sonrası sağlanan oy birliği sayesinde”14 Türkiye ile 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlanmasına karar verilmiştir. Bu zirvede GKRY’nin durumu nedeniyle son derece çetin geçen görüşmeler yaşanmıştır. Türkiye, yazılı yapılması istenen GKRY’ni Ankara Antlaşması kapsamında değerlendirerek gümrük birliğine dâhil edeceğine dair taahhüdü kabul etmeyerek, sözlü bir taahhütte bulunmuş, bu sonuç olarak AB tarafından kabul edilmiştir. Şüphesiz bu sonuç GKRY’ni tatmin etmekten çok uzak kalmıştır. AB üyeliğini Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmayı planlayan ve bu sayede adanın geri kalanında egemenliğini sağlamayı planlayan Rum yönetimi, bunun istediği gibi olmayabileceğinin sinyallerini almıştır. Türkiye’nin davranışları referandumda ret oyu veren GKRY’ni ödüllendirmekten çok uzakta olduğu gibi AB’de bu davranışa bir anlamda katılmaktadır. Türkiye GKRY’ni tanımadığını bir bildirge yayınlayarak yeniden ilan etmiştir. Türkiye’nin uzun süredir beklediği “müzakere başlama tarihi” Brüksel’de meydana gelen AB devlet ve hükümet başkanları tarafından 3 Ekim 2005’te müzakerelerin başlatılması için karar alınmıştır. Ancak bu aşamaya gelene kadar Lüksemburg ve Ankara’da son derece çetin pazarlıklar yaşanmıştır. Avusturya 13 “AB Komisyonu Türkiye Raporu (6 Ekim 2004)”, Belgenet, 8.07.2007 http://www.belgenet.com/arsiv/ab/rapor2004-01.html 14 “Tarih Yazdık”, Sabah Gazetesi, 17.12. 2004 http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/siy95.html 46 Türkiye’ye tam üyeliğe alternatif olarak “imtiyazlı ortaklık” önerilmesi yönünde talepte bulunmuş ve bunla ilgili hükümlerin belgelere girmesini istemiştir. Avusturya’nın bu kararlı yaklaşımını değiştirmek son derece güç olmuştur. İngiltere ve AB Komisyonu’nu ikna çalışmaları uzun süre başarılı olmamıştır. Hırvatistan’ın askıya alınan üyeliğinin devamına karşılık, Avusturya gelen baskıların etkisiyle geri adım atmıştır. Ancak metne “hazmetme kapasitesi” koşul olarak girmiştir.15 4.4.2 HAZMETME KAPASİTESİ VE TÜRKİYE’NİN ÜYELİĞİNE ETKİLERİ Hazmetme kapasitesi prensibi, Türkiye’nin üyeliğini, Türkiye tüm şartları yerine getirse bile AB’nin hazır olmasına endekslenmektedir. AB bu belgeyle, yeni aldığı 10 ve o sırada aday olan 2 (Bulgaristan ve Romanya) ülkenin, kendisi için siyasi ve ekonomik yükler getirdiğini, bu nedenle 6. genişlemeden sonraki genişlemelerin kendisinin hazırlık durumuna bağlı olacağını ilan etmiştir. Bu şüphesiz son derece göreceli bir kavramdır. AB örneğin gelecek 50 yılda hazır olmadığını iddia edebilecektir. Kriter olarak ta, Romanya’nın ekonomik seviyesinin Almanya ile eşit hale getirilmesi, yani bölgesel eşitliklerin sağlanması çalışmalarının devam ediyor olması gibi bir mazerete dayandırabilecektir. Ayrıca AB bahse konu belge ile yeni üyelerin katılımlarının, üye devletler tarafından halk oylamasına sunulabileceğini kabul etmiştir. Bu konuda Türkiye’nin önünde önemli bir sorun olarak çıkacaktır. Türkiye’nin üyeliğine siyaseten sıcak bakan ülkelerde bile halk oylamasının olumlu sonuçlanma ihtimali zayıftır. Kaldı ki Fransa, Hollanda ve Avusturya’da halkın bu üyeliğe sıcak bakması son derece zayıf bir ihtimalken, Yunanistan ve GKRY’nde bu ihtimal sıfırdır. AB’nin bu durumu bilmediğini düşünmek son derece iyimser bir değerlendirme olacak, planladığını öngörmek daha uygun olacaktır. Yani halk oylamaları ile hazmetme kapasitesi, AB’nin Türkiye’nin başı üzerinde sallandırdığı birer “Demokles’in Kılıcı” olacaktır. 15 “Türkiye AB Müzakereleri Başladı”, CNNTÜRK, 4.10.2005 http://www.cnnturk.com/OZEL_DOSYALAR/haber_detay.asp?PID=1145&HID=1&haberID=129 898 47 Türkiye ile birlikte Hırvatistan’ın üyeliği neticesinde; 29 üyeli AB’nin yüzölçümü, 5 milyon 168 bin km2, nüfusu 559,2 milyon, satına alma gücü paritesine göre gayri safi milli hâsılası (SGP-GSMH) 11 trilyon 770 milyar ABD dolarına ulaşacak, ancak satına alma gücü paritesine göre kişi başına düşen milli geliri (SGPKBMG) 3 bin 247 ABD Doları azalışla 21 bin 47 ABD Dolarına gerileyecektir. 29 üyeli AB, dünya yüzölçümünün %3,86’sını, nüfusunun %8,92’sini, gelirinin % 22,94’ünü oluşturacaktır. Türkiye bugün üye olduğu takdirde AB nüfusunu %15,6 milli gelirini %4,3 yüzölçümünü %19,4 artıracak, ortalama gelirini ise %9,8 düşürecektir. 16 4.4.3 MÜZAKERE KONULARI VE GKRY Türkiye AB müktesebatına uymak için 35 başlıkta müzakereye tabi olacaktır. Bunlar: 16 • Malların serbest dolaşımı, • İş gücünün serbest dolaşımı, • Yerleşme hakkı ve hizmet sağlama özgürlüğü, • Sermayenin serbest dolaşımı, • Kamu ihaleleri, • Şirketler hukuku, • Fikri haklar hukuku, • Rekabet politikası, • Mali hizmetler, • Bilgi toplumu ve medya, “AB Süper Güç Oluyor”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004 http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/eko100.html 48 • Tarım ve kırsal kesim kalkınması, • Gıda güvenliği ile hayvan ve bitki politikası, • Balıkçılık, • Ulaştırma politikası, • Enerji, • Vergilendirme, • Ekonomi ve para politikası, • İstatistik, • Sosyal politika ve istihdam, • Şirketler ve sanayi politikası, • Avrupa üzerinden giden ulaştırma ağları, • Bölgesel politika, • Hukuk ve temel haklar, • Adalet özgürlük ve güvenlik, • Bilim ve araştırma, • Eğitim ve kültür, • Çevre, • Tüketim ve sağlık koruması, • Gümrük birliği, 49 • Dış ilişkiler, • Dış güvenlik ve savunma, • Mali kontrol, • Mali ve bütçe koşulları, • Kurumlar, • Diğer konular. Müzakere başlıkların hiç şüphesiz en sorunlu olanlar; iş gücünün serbest dolaşımı, yerleşme hakkı ve hizmet sağlama hakkı ile güncel bir konu olan enerji başlıklarıdır. AB’nin Türkiye’nin serbest dolaşım ile yerleşme hakkı ve hizmet sağlama haklarına mümkünse kalıcı, yoksa uzun süreli ancak geçici kısıtlama getirmesi kuvvetle muhtemel gözükmektedir. Aynı şekilde doğalgaz bağlantıları nedeniyle Türkiye’den bazı önemli beklentileri söz konusudur ki; burada Türkiye’nin eli daha güçlüdür. Türkiye gümrük birliğine dâhil olduğu için en sancılı konulardan birisi, belki de olması gerekenden daha önce çözülmüştür. Müzakere konularını zorlaştıran bir diğer etmen GKRY’nin hevesle oynayacağı şantajcı rolüdür. GKRY bir AB üyesi olarak her başlığın açılmasında ve kapanmasında doğrudan söz sahibidir. Bu durumu tanınma ve adadaki pozisyonunu güçlendirme yönünde kullanacağı kesindir. Müzakerelerin başlangıcı esnasında Türkiye’nin GKRY’ni Ankara Antlaşmasının hükümlerine uygun olarak gümrük birliğine dâhil edeceği, yani GKRY’nin gemi uçaklarına limanlarını açacağına dair verdiği şifahi söz, daha sonra sorun oluşturmakta gecikmemiştir. Türkiye, bu sözün yerine gelebilmesi için, AB’nin Kıbrıs referandumunda söz verdiği gibi, KKTC’ye uyguladığı kısıtlamaları kaldırması gerektiği hususunda ısrarlıdır. Ancak 2012 yılında AB dönem başkanlığını üstenecek konuma gelmiş GKRY ise, istediğini almadan (tanınma) buna yanaşmamakta ve tüm girişimleri bloke etmektedir. Bu beklenen olmaya başlamasından başka bir şey değildir. AB ise Türkiye’nin tezini 50 kabul etmeyerek 2006 yılının sonlarına doğru (15 Aralık 2006 Zirvesinde) Türkiye ile olan müzakereleri durdurmuştur. Ayrıca AB, 50.yıldönümü kutlamalarına Türkiye’yi de çağırmamış ve Türkiye’nin adaylığının gözünde değerini ortaya koymuştur. Türkiye halen otuz beş başlıktan dördünde müzakerelere başlamış ve bunlardan sadece birinde (Bilim ve Araştırma) görüşmeleri tamamlayabilmiştir. Bilim ve araştırma başlığı her aday ülkenin en hızlı sonuçlandırdığı neredeyse sembolik olarak açılıp kapanan bir başlık olarak bilinmektedir. İşletmeler ve sanayi politikaları konulu başlıklar üzerinde müzakerelere devam edilirken; Türkiye ile gümrük birliğini ilgilendiren 8 fasılda (malların serbest dolaşımı, iş kurma hakkı ve hizmet sunumu serbestîsi, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, balıkçılık, taşımacılık politikası, gümrük birliği ve dış ilişkiler) müzakereler durdurulmuştur. Ayrıca GKRY kapsayacak şekilde ek protokol yükümlülükleri yerine getirilinceye kadar, müzakerelerin devam edeceği diğer fasılların kapatılmasının da önüne geçilmiştir. Kısaca GKRY Türkiye ve AB ilişkilerini rehin almıştır. Aynı dönemde Türkiye ile müzakerelere başlayan Hırvatistan’ın müzakere ettiği başlık sayısı ise 12’ye ulaşmıştır. Halen Hırvatistan sonradan dâhil olduğu bu süreçte Türkiye’nin önüne geçmiştir. Aslında Hırvatistan’ın AB üyeliği bir zaman sorunundan başka bir şey değildir.17Bu şartlar altında Fransa’nın müzakere maddelerine yaklaşımı da eklenirse öngörülebilen bir tarihte müzakerelerin sonlanması için umutlar tükenmektedir. Çünkü Fransa tam üyeliğin anahtarı sayılabilecek fasıllar olan ekonomik ve parasal politika fasıllarının müzakerelere açılmasını istememektedir.18 Müzakerelerdeki sorunların çözümü zordur ve birçok bileşene bağlıdır. Bu nedenle 2014 yılı son derece iyimser bir tarih olarak değerlendirilebilir. Zaten 17 “Financial Times: Hırvatistan’ın AB yolu kısa”, Yeni Şafak Gazetesi, 30.10.2006 http://www.yenisafak.com/dunya/?t=30.10.2006&q=1&c=4&i=12467&FT/H%C4%B1rvatistan%C 4%B1n/AB/yolu/k%C4%B1sa/ 18 Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFED), “Müzakere Süreci: Hükümetler Arası Konferans”, 1.8.2007 http://www.sedefed.org/default.aspx?pid=45996&nid=34549 51 Avrupa Birliği yetkilileri de 2014 yılından önce her hangi üyeliğin söz konusu olmayacağını ifade ederken, bu tarihten sonrası içinde açık kapı bırakmaktadırlar.19 4.4.4 KÜRESELLEŞME BOYUTUNDA AB’NİN TÜRKİYE’YE OLAN İHTİYACI Avrupa Birliği küreselleşme nedeniyle ortaya çıkmakta olan bölgesel kümeleşmeyle; yani Kuzey Amerika Birliği (NAFTA), Güney Amerika Birliği (MERCICOR) ve BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkeleri ile rekabet etmek zorundadır. Bunun için de küreselleşme çağının yeni mücadele yöntemlerine ayak uydurmak zorundadır. Bu rekabette anahtar kelimeler ise; ucuz ve sürekli enerji, rekabetçi fiyat, ucuz işgücü, büyüyen pazar ve güvenliktir. İşte bu kelimelerin AB için anlam bulduğu ülke ise aslında Türkiye’dir. 4.4.4.1 ENERJİ Türkiye bugün Avrupa Devletlerinin Rusya’ya enerji olarak göbekten bağlı kalmasını engelleyebilecek yegâne ülke gibi görünmektedir. Bu kapsamda gündeme gelen Nabucco boru hattı Türkiye’nin AB için önemini birçoklarına göre artırmaktadır. Türkiye’den başlayarak 3.300 km.lik bir güzergâhtan geçecek olan boru hattı, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçerek terminal ülke Avusturya’ya ulaşacaktır. AB projeyi 4,6 milyar Avro’luk bir fonla desteklemektedir.20 Bu önemli bir yatırımdır ve Türkiye’nin güvenilir ortaklığına olumlu bir yaklaşımdır. ABD projenin Orta Asya ve Kafkasya’dan tedarik edilecek doğalgaz ile yürütülmesini isterken; Rusya Avrupa’nın ve Türkiye’nin gaz tedarikçisi konumunu terk etmemek için, Orta Asya ülkeleri üzerinde diplomatik girişimlerini ve baskılarını artırmış, bunda da bazı başarılar elde etmiştir.21 Halen başrollerini Türkiye ve Rusya’nın paylaştığı, AB, ABD ve İran dâhil olduğu ülkeler arasında, 19 “Enlargement-Turkey”, European Commission, http://ec.europa.eu/enlargement/questions_and_answers/turkey_en.htm 20 “Nabucco Boru Hattı”, Wikipedi Ansiklopedisi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Nabucco_Boru_Hatt%C4%B1_Projesi 21 Necdet Pamir, “Putin’in son hamlesi Türkiye’yi vurdu”, Hürriyet Strateji, 17.5.2007 http://www.hurriyet.com.tr/strateji/6527905.asp?gid=202 52 Nabucco projesi adı altında, enerji savaşına dayanan stratejik bir oyun oynanmaktadır (Şekil.2). Şekil 2: Nabucco Projesi ve Rusya’nın alternatifleri.22 Kaynak; Doğalgazprojesi.com (29.06.2007) Son zamanlarda AB bu oyuna daha aktif olarak katılmak ve oyunun kurallarını esnetmek için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Yani ne Rusya’ya bağlı kalacak, ne de Türkiye’nin elini güçlendirecek şekilde beklemeyeceğini, Berlin’e 5 Orta Asya Cumhuriyetinin Dış işleri Bakanlarını davet ederek göstermiştir. Geliştirdiği yeni fikirle AB, hem Türkiye’yi hem de Rusya’yı, Karadeniz’e Gürcistan ve Ukrayna arasında döşenecek yeni bir boru hattıyla, devre dışı bırakmayı planlamaktadır.23 Anlaşılacağı üzere AB için güvenilir ortaklık özelliği, alternatif çözümler karşısında değerini özellikle Türkiye’ye için son derece hızlı yitirmektedir. Tabii şunu da kabul etmek gerekir ki hiçbir ülke stratejik bir konuda bir diğer ülkeye bağlı kalmak istemez. Ancak müstakbel bir ortağa da mı? 4.4.4.2 NÜFUS VE İŞ GÜCÜ 22 “İki ülkenin boru hatları savaşları”, Doğalgazprojesi.com, 29.06.2007 http://www.dogalgazprojesi.com/forum/forum_posts.asp?TID=3383&get=last 23 Burak Bilgehan Özbek, “Yeni Dönemde AB Orta Asya İlişkileri ve Türkiye”, Global Strateji Enstitüsü, 10.7.2007 http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1092 53 Küreselleşen bir dünyada nüfusu hızla yaşlanan (Tablo.1), gelişen sanayisi için yeni iş gücüne ve yeni pazarlara ihtiyaç duyan, Avrupa’nın seçenekleri kısıtlıdır. Türkiye hem pazar ve hem de daha önce Almanya’da denenmiş yasal iş gücü açısından ihtiyaç duyulan bir ülkedir. (Tablo.2) Tablo 1: ABD Nüfus Sayım Bürosu’na göre 60 yaş üzerindeki nüfusun ülke nüfuslarına oranı (%).24 Dönem 1980–1991 2000 2005 2010 2025 İngiltere 20,92 20,42 20,91 22,54 27,39 İtalya 21,42 23,89 24,88 26,58 32,54 Almanya 20,40 23,27 24,91 25,88 32,90 Fransa 19,14 20,53 20,84 23,00 28,49 İspanya 19,36 21,75 22,68 23,94 30,08 Ülke Tablo 2: DİE verilerine göre Türkiye’de nüfusun yaşlara göre dağılımı.25 Yaş 0–14 15–64 65 ve üstü 1990 35 60,7 4,3 2003 26,3 64,2 8 2015 21 67,6 11,4 Dönem 24 Nükhet Hotar Göksel, “Türkiye’de Demografik Dönüşümün Sosyal Politikalara Etkisi”, İşveren Dergisi Kasım 2005 sayısı, Ankara, 2005 http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1276&id=70 25 Göksel, “Türkiye’de Demografik….” http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1276&id=70 54 Ayrıca Türkiye gelişen ekonomisiyle AB üyesi bazı devletlerden önce Maastricht kıstaslarını karşılamıştır26. Yani Türkiye gelecekte AB’ye yük değil ekonomisine destek olacak ülkelerden biri haline gelecektir. “Avrupa’nın küreselleşen bir dünyada seçim yapma lüksü yoktur” 27 diyerek Türkiye’nin AB üyeliğini açıkça destekleyen dönemin İngiltere Dış İşleri Bakanı Jack Straw’un asıl amacı küresel rekabet ortamında AB’nin genişlemeye devam etmesi gerektiğini ve Türkiye’ye bu kapsamda AB’nin ihtiyaç duyduğunu vurgulamaktı. Tabi ki bu söylemi Avrupa içinde pek çok olumsuz tepkiyi de beraberinde getirmiştir. Ancak AB zor olanı zaten mecbur olduğu için başarmaktadır. Bu da yeni oluşumlar için yeterli bir örnektir. 4.4.4.3 MEDENİYETLER ÇATIŞMASI VE GÜVENLİK “Vaclav Havel’in , “kültürel anlaşmazlıklar tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar çoğalmış ve tehlikeli hale gelmiştir gözlemini Jacques Delors da “gelecekteki çatışmalar kültürel faktörlerden kaynaklanacaktır” diyerek desteklemiştir.”28 Bunun örneği Bosna savaşında görülmüştür. Sanki Avrupa, içinde bulunduğu eylemsizliği ile pis işini Sırplara havale ederek, Avrupa’nın ortasında Müslüman bir devlet kurulmasını engellemeye çalışır gibidir.29 “Avrupa’nın güçlü devletleri Türkiye’den sonra Avrupa kıtasında ikinci bir Müslüman devletin, Bosna’nın bulunmasından hoşlanmadıklarını da gizlememektedir”30 Samuel P.Huntington’a göre “medeniyet yaklaşımı”31 şöyledir: Dünyadaki bütünleşme güçleri gerçektir, Dünya bir anlamda iki dünyalıdır yani batı ve diğerleri olarak ikiye bölünmüştür, ulus devletler önemli aktörlerdir ancak gelecekleri daha çok kültür ve medeniyet faktörleri ile belirlenecektir ve dünya anarşik sayılabilecek 26 Yaşar Erdinç, “Unakıtan etkisi”, Akşam Gazetesi 11 Haziran 2004 sayısı. “Tek Yol Türkiye” Milliyet Gazetesi, Dünyadan Haberler, 9.9.2005 http://www.milliyet.com.tr/2005/09/09/dunya/adun.html 28 Huntington, The Clash of ……., s.26. 29 J.F.Brown, “Türkiye: Yeniden Balkanlar’a mı?”, E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.), Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa Yayınları, İstanbul, 2000,s.198 30 Huntington, The Clash of ……., s.175. 31 Huntington, The Clash of ……., s.40. 27 55 bir durumdadır. Bu sava göre, Türkiye’nin AB’den uzaklaşması ve kendine daha yakın kültür ve medeniyetlere yakınlaşması, kuvvetli bir ihtimal olarak değerlendirilebilir. Yugoslavya dağıldıktan sonra, Sırplar Katolik düşmanlarının alfabesini almaktansa akrabalarının Kril alfabesini kullanmayı tercih ederken, Hırvatlar dillerindeki Türkçe kelimeleri temizlemeye çalışmış, Bosna da Türkçe kelimeler yeniden moda olmuştur. Benzer davranışı SSCB sonrasında Orta Asya’da ortaya çıkan cumhuriyetlerde göstermişlerdir. Türkçe konuşanlar Türkiye’ye yakınlaşmak için Latin alfabesini seçerken, Tacikistan Arap alfabesini tercih etmiştir.32 Yugoslavya’da Slav Irkta görüldüğü gibi; “Aynı ırkın halkı birbirinden medeniyet bakımında ayrılabilir, farklı ırkların halkları ise aynı medeniyet sayesinde birleşebilir.”33 Boşnakları Sırplardan ve Hırvatlardan uzaklaştıran, Türkiye’ye yaklaştıran medeniyetleri arasındaki farklılık olmuştur. Şüphesiz burada medeniyet derken asıl etmen onun bir alt kolu olan din faktörüdür. Orta Asya Cumhuriyetleri ile Türkiye’yi yaklaştıran ise dilleridir. “Bilim adamları Batı medeniyetinin Avrupa, Kuzey ve Latin Amerika olmak üç kolu olduğunu kabul ederler.”34Bu medeniyetin içinde Türkiye’nin sayıldığı görülmemiştir. Küçük Asya batı medeniyetinin beşiği olarak kabul edilmektedir ama bu Türklerin ele geçirmesinden öncedir şüphesiz ve Türkler buradaki medeniyetlerden etkilenmiş olsalar bile kendi medeniyetlerini, dillerini dinlerini bu topraklar yerleştirerek aradaki bölgeyi Batı medeniyeti grubu içinden çıkarmışlardır. Buna en basit yaklaşım “insanlar kimliklerini ne olmadıklarına göre tanımlarlar”35 yaklaşımıdır. Batı Avrupa ülkeleri yüzyıllar boyunca kendilerini Türklere karşı tanımlamıştır hiç kuşku yok ki. Türklere karşı ittifaklar geliştirmişler, bu ittifaklar birbirleri arasındaki ayrılıkları zayıflatmıştır. Türkler öteki olarak başarılı bir rol oynamışlardır. 32 Huntington, The Clash of ……., s.83. Huntington, The Clash of ……., s.49. 34 Huntington, The Clash of ……., s.55. 35 Huntington, The Clash of ……., s.88. 33 56 Bu gün Avrupa ben kimim, öteki kim diye kendini sorguladığında, öteki; yükselen ticari ve politik gücü ile kendinin dünyadaki rolünü çalmak üzere olan Çin; eski düşman, nükleer tehlike, enerji vanasını elinde tutan ve imparatorluk alışkanlıklarını devam ettirmeye çalışan Rusya; her sene akın akın ülkelerine kaçak insan ihraç eden Afrika ve 11 Eylül saldırılarından sonra İslam’dır. Birçok kişi tarafından Türkiye laik yapısına rağmen hala İslam’ın temsilcisi olarak görülmektedir. Avrupa’nın bugün yapmaya çalıştığı; üçüncü şahıslara karşı ortak kimliği ortaya koyabilecek hale gelmek36 olduğunu kabul edersek Türkiye’nin içeri alınması Avrupa’nın bu amacını sorgulanır hale getirecektir. “Siyasal sınırlar gitgide kültürel sınırlarla çakışacak şekilde, etnik, dinsel sınırlarla ve medeniyet sınırlarıyla çakışacak şekilde yeniden çizilmektedir.”37 Bu durumda Türkiye, Avrupa’nın oluşturmaya çalıştığı sınırın daha doğusunda kalmaktadır. İşte bu ortamda Türkiye Avrupa için meşhur medeniyetler çatışmasının hava yastığı gibidir. Bunun etkisinden şüphelenenler olsa bile yoksunluğundan memnuniyetsizlik duyacakların sayısı şu anda oldukça fazladır. Türkiye İspanya ile ortak bir girişim başlatarak kendine biçilen misyonu şimdiden üstlenmiş gibi görünmektedir. Fakat bu girişimin olumlu etkileri henüz diğer tarafta, yani İslam dünyasında görülmemiştir. Belki de taraflar kendi kendilerine gelin güveyi olmaktadırlar. Öte yandan NATO üyesi olan Türkiye dünyanın sekizinci, Avrupa’nın birinci ve NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahiptir38. İyi eğitimli ve iyi donanımlı bu ordunun katkıları ile AB uluslar arası sahada etkinliği artırabilecektir. Çünkü AB ekonomik olarak bir dev ancak askeri olarak bir cücedir. Ayrıca Türkiye sorunlu ancak enerji kaynaklarına sahip olması nedeniyle bir o kadar önemli Orta Doğu 36 Huntington, The Clash of ……., s.88. Huntington, The Clash of ……., s.173. 38 Selahattin İbaş, “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Orta Doğu’daki Barış Operasyonlarına Katkıları”, BYEGM.lüğü, 16.2.2007 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/DISBASIN/2007/02/19x02x07.HTM 37 57 bölgesi ile sınırdır. Diğer açılardan hoş görülmeyen bu durum AB’nin bölgedeki etkinliğini artırmak ve güvenliğini bölgeye en yakın yerden itibaren sağlayacak tedbirleri almak açısından önem arz etmektedir. Türkiye’nin AB’ye üyeliği ile aynı zamanda AB NATO uyumu da tam olarak sağlanmış olacaktır. AB üyesi Türkiye’nin GKRY üzerindeki NATO vetosunu kaldırmasını beklemek doğru olacaktır. Böylelikle AB neredeyse homojen bir güvenlik sistemi ile üyelik sistemine sahip olurken, güvenliğini ağırlıklı olarak NATO’ya dayandırabilecek, böylelikle ABD’nin desteğini de sağlarken, aynı zamanda ekonomik olarak da büyük tasarruf sağlayabilecektir. 4.4.5 AYRICALIKLI ORTAKLIK VE AB’DE BAZI GÖRÜŞLER “Ayrıcalıklı Ortaklık” Türkiye’nin AB’ye üye olmasını radikal bir şekilde istemeyen ancak Türkiye’den AB’nin çıkarları nedeniyle vazgeçmek istemeyenlerin ortaya attığı bir fikirdir.39 Bu fikrin en büyük destekçisi Almanya Şansölyesi Angelina Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’dir. Sağ kanat politik görüşü temsil eden Merkel ve Sarkozy, Muhafazakâr Avrupa taraftarıdırlar. Daha önce incelendiği gibi bu görüş homojen Avrupa’yı savunmakta, ticaret alanı olan Avrupa yerine, siyasi Avrupa’yı desteklemektedirler. Bu görüşe göre Türkiye’nin yeri tam üyelik değil ayrıcalıklı ortaklıktır. Görüşlerini coğrafi, tarihsel, kurumsal ve mali bazı argümanlarla desteklemektedirler. Ancak asıl sorun ayrıcalıklı ortaklığın tanımında çıkmaktadır. Ortada belirlenmiş bir tanım yoktur. Yani ayrıcalıklı ortaklık belirsizlik içinde bırakılmaktadır. Öte yandan Türkiye aslında halen AB’nin ayrıcalıklı ortağı olarak sayılabilir. Gümrük birliğinde olan Türkiye, AB’nin birçok yasasını kendi yasalarıyla uyumlu hale getirmiştir. Avrupa’nın birçok kurumuna da halen üyedir. Aslında Avrupa’da ayrıcalıklı ortaklığı savunanlarda, belki de Türkiye’ye halen bulunduğu bu pozisyondan daha ötesini vermek istemektedirler. Ancak bunun bu şekilde ifadesinin Türkiye’nin açıkça reddi anlamında algılanacağını bildikleri için, ayrıcalıklı ortaklık 39 Ahmet İnsel, “Türkiye’ye Olma Yarışı”, Radikal Gazetesi, 17.12.2006 http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6533 58 konusunu yeni bir şeymiş gibi ortaya atmaktadırlar. Bu tabi aşağıda da belirtildiği şekliyle en hafifinden samimiyetsizlikten başka bir şey değildir. Taraflar arasında bir samimiyetsizlik olduğu bir gerçektir. Çok yeni bir tarihte AP Başkanı Hans Gert Pöttering Türkiye ve Araplarla ayrıcalıklı ortaklık kurulmasından söz etmiştir. Fransa eski Başbakanı Villepen, AFP’ye 19 Ocak 2006 tarihinde vermiş olduğu demeçte, “AB’ye üyelik için Türkiye’nin tarihten gelen doğal bir hakkı yoktur” demiştir. Villepen’e bir hatırlatmada bulunmakta yarar vardır. Ankara Anlaşması imzalandığı dönemde Fransa Cumhurbaşkanı olan General Charles de Gaulle, Ankara Anlaşması için şunları söylemiştir:” Büyük Atatürk’ün ölümünün 25nci yıldönümü sebebiyle Fransız ulusunun Türk ulusuna karşı duyduğu sadık destek duygularını dile getirmek isterim. Türkiye tarihi bugün her zamankinden çok Batı ve Avrupa tarihinden ayrılmaz bir durumdadır.” Villepen ve şimdiki Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türkiye’ye yönelik tavırları Ankara Anlaşması'na tamamen aykırıdır. Ankara Anlaşması’nı GKRY ile gümrük birliği kapsamında limanların açılması için hatırlayan AB, işine gelmediği zaman bu Anlaşma’yı unutmakta ve Türkiye'ye ayrıcalıklı ortaklık önermektedir. Türkiye, aslında 1996 yılından bu yana gümrük birliği kapsamında AB ile ayrıcalıklı ortaklık ilişkisi içindedir. Ankara Anlaşması’nın hedefi, tıpkı Atina Anlaşması’nda olduğu gibi tam üyeliktir. Bu hedeften sapma olmaz ve Türkiye bunu kabul edemez.40 Türkiye’nin bahsedilen konuma yakınlaşmayacağı beklentisi işi zora koşmaktadır. Uzun süren müzakereler sonunda yaşanacak hayal kırıklığının etkisinin sadece Türkiye’de hissedilmeyeceği, Avrupa’nın da payına düşeni alacağını her kes bilmektedir. Avrupa’nın hedeflediği, Türkiye’de bu hayal kırıklığı oluşmadan, yani başka yönlere dönmeden, Türkiye’yi mümkün olduğu kadar rencide etmeyen bir B planı geliştirilerek, uygulamaya konulmasıdır. Bu plan Türkiye’nin konumuna ve vazgeçilmez değerine uygun olacak kadar esnek bir ilişkiyi içermelidir.41 Arzu edilen bu olsa bile böyle bir sihirli plan henüz ortaya konulabilmiş değildir. Türkiye’nin böyle sihirli planlara itibar edebileceği de kimseye inandırıcı gelmemektedir. Bununla birlikte Avrupa’nın önde gelen politik kanaat önderlerinin, liderlerinin karşı görüşleri gündemden hiçbir suretle düşmemektedir. Örneğin dönemin CSU Partisi üyesi ve Avrupa Birliği Parlamento İkinci Başkanı İngo Friedrich verdiği mülakatta görüşlerini aşağıdaki gibi açıklamıştır: 40 Rıdvan Karluk, “Kıbrıs Sorunu, Türkiye’nin AB üyeliği için bir koşul haline gelmiştir.”, AB HABER, 27.8.2007. http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=18631 41 Michael Stürmer, “Çoğu Zaman 'B Planı' Eksik”, Die Welt, 21.06. 2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/22x06x07.htm 59 Benim Türkiye'nin AB'ye tam üye olamayacağını düşünmem de, öncelikli olarak Avrupa'nın finansal, organizasyon, dil ve muhtemelen kültür bakımından altından kalkamayacağını düşünmemdendir. Bunun anlamı şu: Avrupa'nın Türkiye'yi gerçekten bünyesine dâhil etme durumunda olup olmayacağı kararı bambaşka bir karar. Sanırım 15–20 yıl sonra Fransa'da muhtemelen ‘Hayır’ ile sonuçlanacak bir referandum düzenlenmesi gündemde. Bu sebeple, Türk politikası bakımından da, 20 yıl sonra bile üyeliğin gerçekleşmeyeceğinin ihtimal dâhilinde görülmesinin gerçekçi olacağı kanısındayım. Fakat yine de katılımcıların tamamı için Avrupa ile Türkiye arasında bütün politik, askeri, ekonomik, finansal sektörlerde sıkı ve yoğun işbirliğine gidilmesinin kaçınılmaz ve çok önemli olduğu hiç şüphe götürmez. Buna imtiyazlı ortaklık mı denilmesi yoksa Türkiye'nin Avrupa'ya farklı biçimde bağlanması şeklinde adlandırılması ikincil önemde. Türkiye ile Türk temsilcilerin Avrupa Parlamentosunda ve Komisyonunda bulunması haricinde, her türlü yoğun işbirliğinin sürdürülmesi gerek. Türkiye'deki gelişmeler ve Avrupa'daki istikrar açısından bu çerçevedeki her şey gerekli olarak düşünülebilir ve yardım sağlayıcıdır.42 Friedrich’in mülakattaki değerlendirmesinde özellikle dikkatle değerlendirilmesi gereken husus, Türkiye’nin muhtemel üyeliğinin 15–20 yıl gibi uzun bir süreç sonrasında yapılacak halk oylamasında reddedileceğidir. Demokrasinin bu gereğinin daha önce hiçbir ülke için uygulanmamış olması tabiî ki adaletli değildir ama politik cevap görüldüğü gibi daha şimdiden hazırlanmış durumdadır. Mülakatta ayrıca ikincil derecede önemli bir başka husus da; Türkiye’ye Parlamentoda ve komisyonlarda temsil hakkı vermeyecek şekilde işbirliği kurulması ve bu işbirliğinin mümkün olduğu kadar sıkı tutulmasıdır. Bu politik düşünceye birçok yakışıksız benzetme yapılabilir, ancak seviyeli olan her halde şudur ki; AB gemisi kendisine zor durumlarda kullanabileceği bir filika aramaktadır. Arkasında çektiği, kendisini sadakatle takip ederken yeterince uzakta olan, ancak ihtiyaç duyduğunda kolayca ulaşabileceği kadar yakın. Peki, tüm bunlar gerçekleşince, 20 yıl sonra ret cevabı alan Türkiye’nin kaybettiği zamanın, saygınlığın ve politik zeminin telafisi nasıl sağlanacak? 4.4.6 AB KAMUOYUNUN TÜRKİYE HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİ “Türkler Avrupa Birliği üyeliği ile kendilerini arıyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbi sanılanın aksine Anadolu değil Balkanlardı.”43 Şimdi 42 Dirk Oliver Heckmann, “Avrupa Parlamentosu İkinci Başkanı İngo Friedrich (CSU) ile yapılan mülakat” Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, 29.08.2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi/avrupa.htm 43 Kinzer, Crescent and Star..,s.290 60 Türkiye belki de bu üyelik hedefiyle kaybettiği kalbini bulacağını zannediyor. Ancak kalbi, yani Avrupa veya Avrupalılar kendisi hakkında benzer duyguları beslemiyorlar. Aşağıda Türkiye’nin üyeliği hakkında kamuoyu yoklamaları bulunmaktadır. İncelendiğinde Avrupa kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğini hiçbir koşulda desteklemediği görülmektedir. Bu durumun göreceli olarak gelecek yıllarda olumlu yönde değişebileceği düşünülse bile, bu düzelmenin mevcut fikri azınlık haline getirecek ölçüde olacağı beklentisi, son derece iyimser bir yaklaşım olacaktır. Görüldüğü gibi (Tablo.3) Avrupa’nın çekirdek ülkelerinde, yani eski üyelerinde katılıma destek oranı daha düşüktür. Yeni üyeler Türkiye’nin yönünde dengeyi ancak bir miktar değiştirebilmişlerdir. Onlarında, gelecekte Türkiye nedeniyle kendilerine tahsis edilen fonlarda yaşanabilecek olan kesintilere nasıl tepkiler geliştirecekleri, bu araştırmada hesaba katılmamıştır. Gelecekte bunun etkilerinin olumsuz yönde olacağının hesaba katılması uygun olacaktır. Tablo 3: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılım oranı (%).44 Kaynak: Centre For European Reform Türkiye’nin üyeliğine olan desteğin yıllara göre artacağına düşüyor (Tablo 4.) olması iyi değerlendirilmesi gereken bir başka durumdur. 44 Katinka Barysch, “What Europeans Think About Turkey and Why?”, Centre For European Reform, London, 2007, s.3. 61 Tablo 4: Türkiye’nin AB’ye katılımına karşı olanların ülkelere göre dağılım oranı (%).45 Taraftar Karşı Kaynak: Centre For European Reform Bu araştırmada ilginç olan Türkiye AB için gerekli reformları yapsa bile gerekli desteği yeterince alamadığının görülmesidir. (Tablo 5.) Hollanda, Danimarka, Norveç, İsveç, İspanya, Birleşik Krallık ve Polonya bu durumda Türkiye’nin lehine yaklaşım gösterirken, Almanya, İtalya, Fransa ve Avusturya karşıdırlar. Avusturya’nın yaklaşımındaki fanatiklik dikkat çekicidir. Buradan anlaşılacağı gibi, bazı ülkeler için “AB’nin değerler bütünü olduğu” ilkesi sadece Avrupa’nın arzu ettiği durumlarda geçeridir. Bu konu hakkında temel görüş bir kez de AB’nin anayasasını hazırlayan komisyonun başkanı eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing tarafından aşağı görüleceği şekliyle açıklanmıştır. Türkiye bir Avrupa ülkesi değil. Avrupalı olmayan böylesine büyük bir ülkeyi Birliğe almak, Avrupa projesinin tümünün değişmesine yol açar. Tüm yapının dengesi bozulur. Türkiye ise kendine özgü güçlü bir kimliği olan bir Asya ülkesidir. Türkiye Birliğe katılırsa, Birliğin en büyük nüfuslu ülkesi olacak. Bu konuda gerektiği gibi bir görüş birliğine varmak mümkün değil. Gerçekçi olmalıyız.46 45 Katinka Barysch, “What Europeans Think About Turkey and Why?”, Centre For European Reform, London, 2007, s.2. 46 Thomas Mayer, “Valery Giscard d'Estaing ile AB üzerine” BYEGM Dış Basında Türkiye Haftalık (23-28.12.2005) Bülteni , 1.09.2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi-haftalik/2005/avrupa2005-19.htm 62 Tablo 5: Türkiye gerekli reformları gerçekleştirse bile AB’ye katılımı fikrinin ülkelere göre desteklenme oranı (%).47 Taraftar Karşı Kaynak: Centre For European Reform (İsveç (SWE), Polonya (PL), Hollanda (NL), Danimarka (DK), İspanya (ES),Fransa (FR), İtalya (IT), Almanya (DE) ve Avusturya (AT)) Türkiye yüzyıllar süren Avrupa tarihine rağmen bir Asyalı ülkedir ve bu kanıyı taşıyan Valery Giscard d’Estaing gibiler, kamuoyu yoklamalarında görüleceği üzere azınlıkta değildir. Belki de bu nedenle Türkiye’ye hep başka roller biçme çabaları devam edecektir. Güncel bir öneride “Avrupa Komşuluk siyaseti kapsamında, Avrupa Commonwelth’i oluşturmak” ve Türkiye’yi bu kapsamda değerlendirmektir.48 Çünkü görülen o dur ki, Türkiye’nin üyeliği her geçen gün zora girmektedir.“İnsanlar yeni ama çok eski kimliklerini keşfetmekte. Yeni ama çok kez eski düşmanlarıyla savaşlara yol açan, yeni ama çok kez de eski bayraklar etrafında toplanmaktadırlar.”49 Avrupa kendi bayrağı altında toplanmaktadır. Daha öncede toplanmıştır ve bu çoğu kez Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olmuştur. Bu kez hedefin Türkiye ve Türkler olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Ancak 47 Katinka Barysch, “What Europeans ….s.7. İoannis M. Varvitsiotis, “Avrupa Devletler Birliği”, Frankfurter Allgemeine Zeitung 4.08.07 sayısı, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Dış Basında Türkiye Haftalık Bülteni http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi-haftalik/avrupa-haftalik.htm 49 Huntington, The Clash of ……., s.22. 48 63 oluşumun dışında kalan Türkiye için, bu toparlanmadan olumlu şeyler beklemek de uygun olmayacaktır. “Yeniden keşfettiğimiz eski gerçeklerdir. Bunları inkâr edenler ailesini, mirasını, kültürünü, doğuştan kazandığı haklarını ve hatta kendilerini inkâr etmektedirler. Bunlar kolay affedilecek şeyler değildirler.”50 Yani yeni yüzyıl, bilgi çağı, küreselleşme, toplumların kendi kendini yeniden keşfetmesini sağlamaktadır. Avrupa ülkeleri bu yolda yavaş ama kararlı bir şekilde ilerlemektedirler. Türkiye’nin de kendini yeniden keşfetme zamanı gelmiştir. 4.5 ÜYELİK SÜRECİNE ETKİ EDEN DİĞER SORUNLAR Türkiye’nin büyüklüğü, nüfusunun kalabalık ve göreceli olarak yoksul olması, bölgesel gelişmişlik seviyesinin düşük olması ve tüm bu nedenlerden dolayı diğer aday ve üye ülkelere göre daha fazla AB fonlarına ihtiyaç duyacak olması AB için bir sorun teşkil etmektedir. Para odaklı bu sorunlara eklenebilecek, siyasal ve yönetimsel sorunlar daha önceki bölümlerde bahsedilmiştir. Bu sorunların çözümünü uzun vadeye yaymak veya sorunun çözümü istemediği için süreci çıkmaza sokmak, sonu belirli olmayan bir zamana kadar uzatmak veya dondurmak için AB Türkiye üzerinde bazı araçlara ihtiyaç duymuş olabilir. Bu araçlar ilişkilerin kopmadan ama fazla da ilerlemeden sürmesine yardımcı olacak şeylerdir. 4.5.1 KIBRIS Kıbrıs konusunda en başta bilinmesi gereken şudur ki: KKTC Türkiye için bir yük değildir. Türkiye’nin çoğu ilinden daha az nüfusa sahip olan KKTC’nin finansal yükü Türkiye’nin sonuna kadar sürdüremeyeceği büyüklükte değildir.51 Dolayısıyla Türkiye Kıbrıs adasında Annan planından daha fazla geri adım atması için her hangi bir ekonomik sebep söz konusu değildir. Annan planın bile Türk kamuoyunu nasıl böldüğü hatırlanırsa, Türkiye’de bu planın gerisinde bir çözümü kabul edecek siyasi bir yaklaşımın yeşermesi veya cesaretlendirilmesi mümkün değildir. Zaten bu planın 50 51 Huntington, The Clash of ……., s.22. Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.16 64 bir adım gerisi de yıllar boyunca Türkiye’nin sürdürdüğü mücadeleden hatalı olduğunu kabul ederek vazgeçmesidir. Bu durum birçok kesim tarafından AB’ye verilen bir rüşvet, bir idealin satılması olarak kabul edilecektir52 ki, bunun gelecekte söz konusu olması mümkün görülmemektedir. Bu nedenle Kıbrıs bahsedilen araçlardan en başta geleni olarak kabul edilebilir. Bu konuyla ilgili olarak Türkiye AB ilişkileri Kıbrıs üzerinden şöyle tarif edilmektedir: Brüksel ile Ankara arasındaki ilişki krizi sonraki raunda sürüklenmektedir. Türkiye, yaşlanan bir metres gibi hala günün birinde AB üyesi olarak meşruiyet kazanmayı ümit ederken, Avrupa ise acilen ihtiyaç duyulan, ancak sevilmeyen stratejik müttefikini, denenmiş, dozu iyi ayarlanmış, cesaretlendirmek ile soğuk duş arası bir karışımla oyalıyor. Kıbrıs kavgası Türkiye karşıtlarının çoğu için, hor görülen metresi mesafeli tutmak için beklenmedik fırsattır.53 Yukarıda ifade edilen mantıkla Türkiye’nin ne kadar sağlıklı bir AB hedefi olabilir? AB’nin zaten bu politika dışında bir hedefi olsaydı, KKTC üzerindeki kısıtlamaları halk oylaması öncesinde söz verdiği gibi kaldırır ve taraflar arasında bu gün bulunduğu, bir anlamda organik pozisyonun kendine sağladığı kredi ile BM kapsamında önerilen çözümün kabulü için gerekli girişimlerde kuvvetli ve kararlı bir şekilde bulunurdu. Ancak GKRY üzerinde sağlayamadığını iddia ettiği bu gücün etkisi ve güvenilirliği Türk tarafında da ne kadar olabilir ki? Peki, bu gelişmeler ışığında Türkiye Kıbrıs’ta tek kanuni varlığın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak, yani Kıbrıs Cumhuriyetine Rumların isteğine uygun olarak dönmeye, KKTC’nin lağıv olmasına, Kıbrıs’taki çıkarlarından vazgeçmeye hazır mıdır? Türkiye böyle bir yol seçerse bunun yaratacağı moral etkiyi karşılamaya ve kaybedeceği uluslar arası saygınlığın etkilerine hazır mıdır? Yakın gelecekte göründüğü kadarıyla bu sorunun cevabı hayırdır. 52 Rauf Denktaş, “Denktaş: Annan planı Türkiye'yi marjinalleştirir”, Radikal Gazetesi, 15.4.2004 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=113409 53 Daniela Weingaertner, “AB’nin Ankara Karşısında Yeni Bir Stratejiye İhtiyacı Var” Die Tageszeitung 9 Kasım 2006 sayısı “ Avrupalılarla Türkler Arasındaki İlişki Krizi”, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1 65 4.5.2 ERMENİ MESELESİ Ermeni meselesi AB gündemine 1987 yılında girmiştir. Tam olarak Türkiye’nin tam üyelik başvurusunda bulunmasından üç ay sonra Avrupa Parlamentosu “Ermeni Sorununun Siyasi Çözümü” başlıklı bir tavsiye kararı almıştır.54 AB’ye üyelik için sözde soykırım iddiasının tanınmasının gerekliliğini ifade eden, zamanca son derece manidar olan bu tavsiye kararının ardından; 15 Aralık 2000 tarihinde Türkiye'nin Ermeni soykırımı yaptığını ilan eden ve Türk hükümetinin bunu kabul etmesini isteyen bir karar daha almıştır. Bu karar da Türkiye'nin bu olguyu reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin kesin engeli olduğunu da açıklamıştır.55 Bunun ilerleyen zamanlarda bir kriter olarak ortaya atılması beklenmelidir. Bu konunun bir de Ermenistan boyutu vardır. AB Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi taraftarıdır. Başlangıç olarak ta Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik uyguladığı yaptırımları kaldırması ve sınır kapılarını açmasını istemektedir. Ancak bunun Türkiye’nin Azerbaycan ile olan ilişkilerini bozacağı da açıktır. Soykırım iddiaları Kopenhag kriterleri arasında yer almadığından Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamasının önünde bir engel olmamıştır. Ancak bu konu daha sonra AB üyesi ülkelerden Türkiye’nin üyeliğine soğuk bakanlar tarafından Türkiye’ye karşı kullanılacaktır. AB üyeleri arasında yaklaşık 400 bin Ermeni’nin yaşadığı Fransa’nın özel bir konumu vardır. Fransa’da Ermeniler siyasi bir güçtür ve bu güçlerini, Türkiye’nin üyeliği için Fransa’da yapılacak olan referandum sürecinde kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.56 4.5.3 IRAK SORUNU VE ETNİK TERÖRE AB’NİN YAKLAŞIMI Türkiye’nin Irak’a askeri müdahalesi AB’nin karşı olduğu bir konudur. Bu konuda zaman zaman Türkiye uyarılmaktadır. Bu uyarılara göre Türkiye Irak’ın 54 Kamer Kasım, “Ermeni Sorunu ve Üyelik Süreci”, The Journal of Turkish Weekly, 14.3.2005 http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=72 55 “Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Aleyhine Aldığı Bazı Kararlar”, Ankara Ticaret Odası, 24.12.2003 http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=139&l=1 56 Kasım, “Ermeni Sorunu…….. http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=72 66 kuzeyine askeri bir müdahalede bulunursa AB üyeliği süreci bundan çok olumsuz etkilenebilecektir.57 Türkiye Irak’ın parçalanmasını istememektedir ve Irak’taki terör merkezlerini ortadan kaldırabilmek için gerekirse askeri müdahaleden yanadır. Ancak bunun Irak’ın kuzeyinde suni olarak yaratılan barış ortamının bozulacağından endişe eden ABD ve AB Türkiye’nin bu oluşumu ortadan kaldıracak veya olumsuz etkileyecek davranışlarda bulunmasını istememektedirler. Avrupa Birliği içinde Fransa kendisine Kuzey Irak, Suriye ve Türkiye’nin güneydoğusunu yani bereketli hilali arka bahçe olarak seçmiştir.58 Bu bölgedeki insanların koruyuculuğunu üstlenen Fransa, uluslar arası arenada Türkiye’nin üniter yapısını tehdit edecek davranış içindedir. Ermeni meselesiyle birlikte, Kürtlerin hamiliğini de üstlenen Fransa’nın, Türkiye ile olan ilişkilerinde gelecekte de kalıcı bir iyileşme beklenmesi mantıklı olmayacaktır. 4.5.4 NİTELİKLİ ÇOĞUNLUK SİSTEMİ, KALICI KISTLAMALAR VE TÜRKİYE Bahsedilen temel sorunların ötesinde, Türkiye AB’ye üye olduğunda yaşanabilecek başka sorunlar vardır. Türkiye’nin AB’nin karar mekanizmalarında elde edeceği rol ve bu rolün Türkiye’ye sağlayacağı avantajlar işin özüdür. AB’nin gündeminde BM Güvenlik Konseyinde olduğu gibi daimi üyelere “veto hakkı” vermek gibi değişiklikler vardır. Bu durumda üyeliğe sonradan katılan Türkiye’nin bu gruba katılmasını beklemek pek mümkün görünmemektedir. Bu durumun ise nüfusu ile etkili bir rol oynamayı bekleyen Türkiye’yi tatmin etmekten son derece uzak olacağı aşikârdır59. AB’nde ikinci seviyede bir ülke olmayı kabul etmeyecek olsa da görünen o ki, nüfus konusu dikkate alınsa bile, AB’nin geliştirdiği, nitelikli oylama ve oy çokluğu yaklaşımları nedeniyle Türkiye, AB içinde her zaman azınlıkta olabilecektir (Tablo 6). Bu oylamaya göre; “bir teklifin Konsey tarafından 57 “Kuzey Irak’a Dokunma”, BYEGM.lüğü, 21-23.03.2003 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi/2003/03/24x03x03.htm 58 Birsel, Arka Bahçe…, s.60. 59 İdris Bal, “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye İçin Türk Cumhuriyetlerinin Önemi”, İdris Bal (ed.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, 2006, ss.395–396 67 kabul edilebilmesi için o yönde bir “nitelikli çoğunluk” olmak zorundadır. Bu toplam 321 oyun en az 232’si anlamına gelir. Ayrıca ülkelerin de çoğunluğu (bazen üçte iki) lehte olmalıdır (ve nüfusun %62’si)”60. Neden azınlıkta olacağının demokratik nedenleri Tablo 6’da gösterildiği şekliyledir. Türkiye bu nüfus hesabına göre ilk sıradaki ülkeler arasına girecektir. Ancak oyunun etkinliği kendisini destekleyecek ülkelere bağlı kalacaktır. Bunun haricinde her hangi bir oylamada neden azınlıkta kalacağının diğer mantıksal ve duygusal sebepleri, din, kültür ve medeniyet başlıkları altında yatmaktadır. Tablo 6 : Nitelikli Çoğunluk Oylamasına Göre Ülkelerin Oy Sayısı.61 Sıra Ülke Oy 1 Fransa, Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık 29 2 Polonya ve İspanya 27 3 Hollanda 13 4 Belçika, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Macaristan ve Portekiz 12 5 Avusturya ve İsveç 10 6 Danimarka, Finlandiya, İrlanda, Litvanya ve Slovakya 7 7 GKRY, Estonya, Letonya, Lüksemburg ve Slovenya 4 8 Malta 3 Toplam 105 Kaynak: Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Kitapçığı 60 Türkiye İçin AB Üyelik Müzakereleri Süreci, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Kitapçığı, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, Ankara, 2006, s.22 www.avrupa.info.tr 61 Türkiye İçin …s.22 www.avrupa.info.tr 68 Türkiye’yi üyelik aşamasında bekleyebilecek olan diğer olumsuz gelişmelerden en önemli olanı kalıcı kısıtlamalar hususudur.62 Bu kısıtlamalar özellikle Türkiye’nin tarımına ve serbest dolaşım hakkına yönelik olabilecektir.63 Bu durum AB’nin ruhuna, yani mal, hizmet, sermaye ve işgücünün serbest dolaşımı prensibine aykırıdır. Üyeliğin niteliğini de tam üyelikten ayrıcalıklı ortaklığa doğru kaydırır görünmektedir. 4.6 SONUÇ Gelişmiş sanayisinin ihtiyaç duyduğu sürekli ve kaliteli enerji ihtiyacı, lokomotif veya çekirdek ülkelerinin birlik merkezi olma gayretiyle oluşumu kendi politik çıkarlarına uygun bir şekilde yönetme çabaları ve birleştirici gibi görünen etkisinin aslında homojen olmayan yapısındaki azınlıkların ayrılıkçılık değiştirememiş olması, AB’nin zayıf taraflarını oluşturmaktadır. fikirlerini 64 Alt kimlikleri güçlendirerek, ulus devlet sistemini zayıflatmak ve Avrupa’yı ulus üstü bir yapıda buluşturmak veya her türlü etnik kimliği Avrupalılık kazanında eritmek olarak ifade edilebilecek nihai Avrupa ve Avrupalılık hedefine ulaşmak, günümüzde meydana gelen gelişmeler çerçevesinde, gittikçe zorlaşmaktadır. Bu konuda verilebilecek ana örnek İspanya’dır. AB politikalarına uygun olarak verilen haklar azınlık politikasını olumlu bir sonuca ulaştırdığı söylemek mümkün değildir. Bu gün azınlıklara verilen büyük haklar sonrasında İspanya’nın üniter yapısı bozulacak boyuta gelmiştir. Avrupa’nın alt kimlik politikalarına rağmen Katalan ve Bask azınlığın hala İspanya’dan ayrılarak egemen devletlerini kurmak isteği İspanya’nın yanı sıra AB’ni de zor duruma düşürmektedir. Çünkü Fransa ve İtalya topraklarında yaşayan Baskların, İspanya’daki olaylara karışması son derece mümkün olup, sorunun yayılması olayın boyutunu değiştirerek ve yerel seviyeden uluslar arası seviyeye çekecektir. Benzer şekilde Belçika’da kamuoyu ülkeyi Valon, 62 “Kısıtlamalar İmdat Kolu Gibi”, Radikal Gazetesi, 15.12.2004 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=137373 63 Abdurrahman Yıldırım, “17 Aralık Sonrası 2005’in Gündemi, Kıbrıs ve İç Siyaset”, Sabah Gazetesi, 20.12.2004 http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/20/yaz07-30-125.html 64 Birsel, Arka Bahçe…, s.60. 69 Flaman ve Brüksel’den oluşan üç bölgeye bölmeyi tartışmaktadır. Böyle bir bölünme gerçekleşirse Valonlar Fransa’ya katılmayı istemektedirler. Yani Avrupa hala büyüme ve küçülme içeren toprak değişikliklerine gebedir. Yükselen mikro milliyetçilik AB’nin günümüzdeki yumuşak karnını oluştururken, bu durumda AB’nin Türkiye’deki etnik duruma nasıl olumlu bir katkıda bulunacağı anlaşılamamaktadır. Bu nedenle Türkiye üniter yapısını hedef alan terör eylemlerine ve organizasyonlara karşı gerekli tedbirleri bulunduğu konumu da göz önünde tutarak almalıdır. Türkiye’nin güvenliği söz konusu olduğunda geliştireceği dış politikanın AB ile tam uyumlu olması beklenmemelidir. Tarihi bir sorun olan Musul ve Kerkük meselesi ile PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün, Irak kaynaklı eylemleri Türkiye tarafından hiçbir suretle hoş görülmeyecektir. Türkiye ayrıca Irak’ta yaşayan Türkmenlerin güvenliği ile de son derece ilgilidir. Onlara karşı gerçekleştirilecek bir oldubittiye karşı Türkiye’nin sesiz kalması son derece zayıf bir ihtimaldir. Türkiye sınırlarından uzakta olan Bosna sorununa nasıl taraf olduysa, sınırlarının yanı başında gerçekleşecek üzücü olaylara karşı da doğal olarak taraf olacaktır. Bunlar ek olarak Türkiye’nin dış politikasının AB’nin merkezileştirilmeye çalışılan dış politikası ile uyumlu olacağı da son derece muğlâktır. Türkiye kendi bölgesinde ve yakın çevresinde farklı çıkarlara sahiptir. Türkiye kamuoyunda karşılık bulmaya başlayan milliyetçi duygulara mantıklı yaklaşımlar geliştirmek durumdadır. Almanların 1994 yılında hazırladığı plana göre AB’nin yapısı halkalardan oluşacak şekilde yeniden şekillendirilecektir. Bu kapsamda “çekirdek kadroyu İtalya hariç orijinal devletler oluştururken, Almanya ve Fransa çekirdeğin de çekirdeğini oluşturacaklardır. Fransa da benzer şekilde üç katlı bir yapıyı ortaya atmıştır.” 65 Yani Türkiye’nin bir an AB’ye üye olarak katıldığını kabul etsek bile; Türkiye’nin merkez ülkelerden biri olması, nüfusuna rağmen mümkün olamayabilecektir. Her şeyden önce bunun için, merkez gruba girememiş, birçok ülkeden muhalefetle karşılaşacağı, dolayısıyla uydu devletlerden biri halinde kalması için gerekli şartların hazırlanacağı 65 Huntington, The Clash of ……., s.229. 70 önceden kabul edilmelidir. Türkiye iki vitesli Avrupa Birliğinde küçük devletlerle birlikte ikinci sınıf ülke olarak kalmaya hazır mıdır? Bu sorunun cevabı hayır olmalıdır. Türkiye Avrupa’nın yönetiminde asıl söz sahibi olacak olan merkez grup ülkeler arasında yani, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin arasında olmalıdır. Bunun dışındaki bir yer Türkiye’nin AB üyeliğini anlamsızlaştıracağı gibi, ileride ödemesi gereken bir bedel haline sokabilecektir. Türkiye stratejik sebeplerden ötürü AB’ye girse bile onlardan biri olacağı son derece zayıf bir yaklaşımdır. Peki, Türkiye ikinci sınıf kabul edileceği, karar mekanizmalarında etkisinin olamayacağı, azınlık durumunda olacağı böyle bir organizasyona tüm bedellerine rağmen girmeli midir? Yani Türkiye Avrupa Birleşik Devletlerinin bir eyaleti olmalı mıdır? Evet, cevabının ilk etapta ekonomik yaklaşımı olabilir, ancak ilk andaki duygusal ve moral yaklaşımı ile son tahlildeki stratejik ve ekonomik yaklaşımı zayıftır. Bu politik yaklaşımın, Türkiye konumundaki, stratejik vizyon geliştirme ve uygulama kapasitesine haiz bir ülke için, yeteri kadar iyi olmadığını söylemek mümkündür. AB üyeliği ancak daha zor girişimlerden kaçınmak için, göz kamaştıran ve genel kabul görmüş bir mazeret olarak değerlendirilebilir. Kıbrıs üyelik için ödenmesi gereken bir bedel değildir. Türkiye’den Kıbrıs’ın tek temsilcisinin Rum tarafı olduğu hususunda baskıların gelmesi kaçınılmazdır. GKRY’nin temel hedefi budur. Yunanistan’ın da hedefinin bu olduğunun ilk baştan kabul edilmesi mantıklı olacaktır. Fransa’nın bu başlık üzerinden Türkiye ile mücadeleye girişeceği, Annan oylamasından önce yapılan açıklamalarda ortaya konulmuştur. Türk tarafının oylamaya olumlu yaklaşımının Fransa’nın politikalarına o zaman olumlu bir etkisi olmadığı gibi günümüzde de yoktur. Fransa’daki muhafazakâr grup referandum sırasında bu hususu Türkiye aleyhine kullanabilecektir. Buna istinaden Türkiye uzun vadeli stratejik çıkarlarını riske sokacak politikalar geliştiremez. Fransa ve Hollanda’da AB Anayasasının halk tarafından oylanması sırasında birinci gündem maddesini Türkiye oluşturmuştur. 71 Türkiye’nin üyeliğinin engellenmesi için Anayasanın reddedilmesi gerektiği yönünde yürütülen politika bu reddin sebeplerinden birini oluşturmuştur. Bunu doğrulayan mantık ise Nice Antlaşmasının topluluk üye sayısını 27 ile sınırlandırmasıdır. Yani Türkiye’nin AB’ne üye olması sağlayacak şartlardan birisi Anayasanın kabulüdür66. Aksi takdirde meydana gelecek olan çekişme ortamında Türkiye’nin üyeliği sonu belirsiz bir sürece terk edilecektir. Türkiye’nin bu oylamaya doğrudan etki etmesi beklenemez ancak Anayasanın daha sonra gündeme gelecek canlandırma faaliyetlerinde Türkiye yeniden kullanılarak, Türkiye’nin üyeliği olumuz bir pozisyona getirilebilir. Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ile birlikte, Güneydoğu Avrupa’nın kısa sürede değişen ortamında, İslam’ın tecavüzüne karşı koyabilmek için Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’ın yeni bir Balkan ittifakı oluşturması gerektiğini ortaya atanlar, Türk Yunan “doğaya aykırı” ittifakının anlamsızlığını da ilan ediyorlardı.67 Bunu bir anlamda doğrulayan olan Körfez Savaşında yaşanmıştır. Körfez krizi esnasında Almanya’nın Irak’tan Türkiye’ye yapılacak bir füze saldırısını NATO’ya karşı yapılmış bir saldırı olarak görmemesi, Türkiye’ye Batıların desteğine güvenemeyeceğini açıkça göstermiştir.68 Türkiye’nin Batı ittifakında olmasının anlamı Batı için pek bir şey ifade etmemeye başlamıştır. Her ne kadar Türkiye Orta Doğu problemleri nedeniyle önemini korusa da, Avrupa için Türkiye’nin önemi bu bölgeye daha rahat el atmasını sağlamaktan ve kültüre daha yakın olan birisini soruna ve çözümüne ortak etmekten, yani kullanmaktan öteye gitmemektedir. Peki, Avrupa’nın veya Amerika’nın sorun olarak gördüğü şeyler Türkiye kamuoyu için sorun mudur? Bunun cevabı ABD’nin en büyük tehlikelerden biri olarak gördüğü İran ile Türkiye’nin doğalgaz boru hattı inşası ve doğalgaz alanı geliştirme anlaşması imzalanmasında açıkça ortaya konulmaktadır.69 Anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin 66 “14 Haziran 2005 tarihli Basın Özeti”, BBC, 5.3.2007 http://www.bbc.co.uk/turkish/pressreview/story/2005/06/050614_pressreview.shtml 67 Huntington, The Clash of ……., ss.175-176. 68 Huntington, The Clash of ……., s.208. 69 Burak B. Özpek, Türkiye-İran Doğal Gaz Anlaşması Ve Muhtemel Sonuçları, 27.7.2007, Global Strateji Enstitüsü, http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1113 72 doğal müttefiklere ve ortaklara ihtiyacı vardır. Batı dünyası dolayısıyla AB güvenilirliği kaybederken müttefik olma özelliğini de kaybetmektedir. Milliyetçilik tüm dünyada yükseldiği gibi Türkiye’de de yükselişe geçmiştir. Bu durum AB’nin Türkiye karşısındaki pozisyonunu kamuoyu nezdinde zayıflatmaktadır. “Türklerin çoğu daha şimdiden AB devletlerinin onları hiçbir zaman seçkin çevrelerine almayacaklarından eminler. Avrupa, kısa bir süre sonra yarı gönüllü bir ültimatoma dönüşen her yeni tehditle inandırıcılığını daha da yitirmektedir.”.70 Peki, bu durumda Türkiye’de siyasi elitler kamuoyuna rağmen AB yolunda ilerleyebilecekler midir? Kamuoyu iradesine karşı üyelik politikası yürütmek mümkün olamayabilecektir. Bu durum ise Türkiye ve AB’yi karşılıklı olarak daha fazla güvesizlik duygusuna sürükleyebilecektir. Karşılıklı zaman ve odak kaybı da buna eklenebilecek diğer olumsuzluklardır. Türkiye AB’ye üye olabilmek için, Avrupa ülkelerinde gündemden düşmeyen 1915 olaylarını (sözde Ermeni Soykırımı) soykırım olarak kabullenemez. Türkiye bu konunun AB üyeliğinin bir koşulu haline getirilmesi durumda, AB üyeliğini kabul etmeyecektir. Bu konuda AP’nin aldığı tavsiye kararına AB’nin uyup uymayacağı Türkiye için değil, AB için bir sınav olacaktır. Ancak AB’nin bu sınavı Türkiye’nin bakış açısına uygun bir şekilde başarıyla verememesi kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda Türkiye AB ilişkilerinin daha da çıkmaza girmesi söz konusu olabilecektir. Başka bir açıdan Türkiye’nin üyelik durumu ele alındığında ise; NATO’ya katılımın Türkiye’yi Orta Doğu’dan koparması gibi AB’ye katılım Türkiye’yi Orta Asya’dan koparabilecektir. Bu durum Türkiye’yi Orta Asya ve Avrasya’da çıkarlarını doğrudan etkileyebilecek gelişmelerden uzak tutabilecektir. Bağımlı politikalar takip etme durumu veya dışarıdan bu şekilde algılanması, Türkiye’nin gelişimleri yönlendiren değil gelişmeler uyan bir ülke olmasına neden olabilecektir. Bu üstünde ciddiyetle durulması gereken bir konudur. 70 Daniela Weingaertner, “AB’nin …. http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1 73 Ayrıca günümüzün ekonomisinde rekabetçi koşullar uluslar arası alanda rakip sayısını artırma eğilimindeyken, müstakbel rakipler (Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya gibi) AB’nin dünya ekonomisi üzerindeki etkisini kısıtlayıcı bir rol oynayabilecektir. Bu durum Türkiye’nin rekabetçi bir sanayi geliştirmesini de engelleyebilecektir. Topluluk kurallarına uyum Türkiye’nin üretim maliyetlerini artırmaktadır. Bu Türkiye gibi henüz katma değeri yüksek üretime geçişi tamamlamamış bir ülke için maliyeti yüksek sonuçlara yol açabilecektir. Yani Türkiye AB ile ekonomik bir avantajı dünya üzerinde yakalayamayabilecektir. Bu nedenle Türkiye çevre ülkelerle daha entegre ve daha bağımsız bir işbirliği ilişkisine ihtiyaç duymaktadır. Aynı şey vize şartları için özellikle geçerlidir. AB kuralları doğrultusunda vize işlemleri zorlaşacağı için Türkiye’nin turizm ekonomisi özellikle Rusya ve İran yönünden zora girebilecek ve Türkiye gelir kaybına uğrayabilecektir. Sonuç olarak; Türkiye’nin müttefiklik ilişkileri başta ABD dolayısıyla onun etkisindeki AB ile uzun vadede iyiye gitmeyebilecektir. Özellikle Irak’ta meydana gelebilecek gelişmeler Türkiye-AB-ABD üçgenindeki ilişkilerde önemli olumsuz sonuçlar doğurabilecek bunun etkileri uzun yıllar boyunca devam edebilecektir. AB üyesi devletlerde ve ABD’de sözde Ermeni Soykırımının kabulüne yönelik gelişmeler ilişkilerin bozulması yönündeki gidişatı güçlendirebilecektir. Kıbrıs sorununda GKRY ve Yunanistan’ın beklentisi, Türkiye tarafından umdukları şekilde karşılanmayacağı için, önünde sonunda bu konu nedeniyle ilişkilerde kilitlenme yaşanması gündeme gelebilecektir. Türkiye’nin terörle olan mücadelesinin desteklenmemesi ve hatta bu konunun başka yönlere çekilerek suiistimal edilmesi Türkiye AB ilişkilerinde kırılma yaratabilecektir. Ekonomik ve idari kısıtlamalar Türkiye’yi AB üyeliğinden uzaklaştırabilecektir. Unutmamak gerekir ki; “bundan sadece birkaç yüzyıl önce, Türkler bütün standartlara göre Avrupalılardan çok daha ileriydiler.”71 Bunu yenilememek için hiçbir neden yoktur. Bu nedenle Türkiye’nin AB dışında başka alternatifleri gündemine alıp, bu alternatifleri ciddi şekilde değerlendirme zamanı gelmiştir. Bu kapsamda alternatiflerden ikisi olan Avrasya ve Orta Asya tezin bundan sonraki bölümünde incelenmiştir. 71 Kinzer, Crescent and Star..,s.290 74 BEŞİNCİ BÖLÜM DIŞ POLİTİKADA YENİ YÖNLER, ALTERNATİFLER 5.1 GİRİŞ “Türkiye’nin jeopolitik ortamı pusulanın üç veya dört yönde değişmeye başlamıştır.”1 Bunda konjonktürün etkisinin yanı sıra AB’nin de etkileri olmuştur. Türkiye 2014–2024 yılları arasında AB ülkelerinin kamuoylarından ret cevabı olması kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda bu cevabı beklemektense kendi politik vizyonunu geliştirerek uygulamaya geçirmesi daha makul bir yaklaşım olacaktır. Başlangıcın büyüklüğü veya etkileyiciliği birincil önceliği oluşturmamaktadır. Atılan adımın küçük olması da önemli değildir. Önemli olan bu adımların sürekli olmasıdır. AB küçük adımlar atmaya devam ederken bir çekim merkezi olmayı başarmıştır. Bugün ülkeler bu birliğe katılabilmek için çabalamakta ve bazı bedelleri ödemeye gönüllü olmaktadırlar. “Tarihte ilk kez küresel politika çok kutuplu ve çok merkezli olmuştur. Modernleşme Batılılaşmadan farklıdır.”2Türkiye de modernleşme hedefini kaybetmeden, bir çekim merkezi, çok kutuplu küresel politikada bir kutup olabilir. Bunun için çok büyük ekonomik güce değil, yeterli bir irade ve kararlılık ile hassas planlamaya ihtiyaç vardır. Türkiye’nin geliştireceği bağımsız girişimler değerini her kes için artıracak ve elini her platformda güçlendirecektir. Türkiye’nin girişimlerinin Avrasya ve Orta Asya yönünde olabileceği daha önceki bölümlerde ifade edilmişti. Bu bölümde Türkiye’nin Avrasya ve Orta Asya politikalarını etkileyecek konular ele alınacaktır. Özellikle Orta Asya’ya yönelik olarak diğer ülkelerin faaliyetleri de bu bölümde incelenecektir. Bunun haricinde Türkiye’nin başka işbirliği alternatifleri de söz konusudur. Son dönemlerde zaman zaman gündeme gelen İran ile Suriye’yi de 1 Graham E. Fuller, “Türkiye:21nci Yüzyıla Doğru”, E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.), Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa Yayınları, İstanbul, 2000, s.47. 2 Huntington, The Clash of ……., s.23. 75 kapsayacak şekilde bir yakınlaşmaya gidilmesidir ki; bu değerlendirilmesi gereken bir konu olup buz tezin kapsamında değildir. 5.2 konu ayrıca 3 AVRASYA VE AVRASYACILIK SSCB dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin ve Başbakan Korizev, Atlantikçilik anlayışını benimsediler.4 ABD ile daha yakın ilişkileri amaçlayan bu strateji onları arka bahçeleri olan Orta Asya’dan uzaklaştırmıştır. Bu şüphesiz ki Rusya için yanlış bir strateji olmuştur. Primakov ve Dugin gibi eski imparatorluk taraftarlarının harekete geçmesi fazla gecikmemiş ve Avrasyacılık akımı yeniden gündeme taşınmıştır. 1993 yılının ikinci yarısında Rus Yakın Çevre Doktrini açıklanmış ve Rusya oyun sahasına kısa sürede dönme çabasında olduğunu göstermiştir. 11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrasında ABD geleceği kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirmek istemiş, bununu için saldırıdan önce saldırma (Preventive) ve ülkesini korumak için önce davranma (Preempitive) stratejilerini benimsemiş ve derhal uygulamaya geçmiştir.5 Sansasyonel saldırının halen süren etkileri nedeniyle başlangıçta bu uygulamalar kapsamında, El Kaide’ye karşı yürütülen savaş Rusya başta olmak üzere kimse de rahatsızlık yaratmamış veya bu ifade edilmemiştir. Bununla birlikte, Afganistan operasyonunun, çok daha büyük bir mücadele olan “Yeni Büyük Oyun”un sadece bir parçası olduğu, kısa zamanda gün ışığına çıkmıştır.6 (Büyük Oyun terimi 1900’larda türemiştir. Rudyard Kipling’in “Kim” adlı romanında Büyük Britanya İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında Orta Asya’da üstünlük kurma savaşı olarak konu edilir.) ABD’nin Orta Asya’daki varlığı kısa sürede Rusya ve Çin’i işbirliğine itmiş, bu ikili Şanghay İşbirliği Örgütü vasıtasıyla ABD’nin Avrasya arka bahçesi stratejisini 3 Anıl Çeçen, “Türkiye’nin B Planı, Merkezi Devletler Topluluğu-MEBED”, Ankara, fark yayınları, 2007, ss.464–465 4 Haktan Birsel, “Arka Bahçe Stratejileri”, 2023 Aylık Strateji Dergisi,74, 2007, s.58. 5 Birsel, “Arka Bahçe…, s.58 6 Lutz Kleveman The New Great Game Blood and Oil in Central Asia, (çev. Hür Güldü) Atlantic Monthly Press, New York, 2003, s. 2 76 yıpratacak noktaya gelmişlerdir.7100 yıldan uzun bir süre sonra, şimdi büyük imparatorluklar, Sovyetler sonrası ortaya çıkan güç boşluğundaki Avrasya’nın merkezini denetimleri altına almak için pozisyon almaktadır. Bugün farklı aktörleri 100 yıl öncesine göre daha karmaşık kurallarıyla yeni büyük oyunu oynamaktadırlar. ABD, İngiltere’nin öncü rolünü devralmıştır. Rusya’nın yanı sıra Çin, İran, Türkiye ve Pakistan gibi bölgesel güçler de güç arenasına dâhil olmuşlardır. Bölgede ayrıca uluslar arası şirketler de (bazılarının bütçesi birçok Asya ülkesinin bütçesinden daha büyüktür.) kendi çıkarları doğrultusunda strateji izlemektedirler.8 Sonuçta günümüzün etkin olgusu küreselleşme ve onun getirdiği kurallar da yeni büyük oyunda etkisini göstermektedir. Bugünün Büyük Oyunu’nun en büyük farkı ganimetlerdir. Victoria dönemi mücadelesinde Londra ve St. Petersburg, Hindistan’ın zenginliklerini ele geçirmek için mücadele ederken, Yeni Büyük Oyun Hazar Denizi’nin petrol ve doğalgaz rezervlerine odaklanmaktadır.9 Yeni büyük oyunda Avrasyacılık, Rusya’nın kozlarından birini oluşturmaktadır. Bu fikri açmadan önce Avrasya ve Avrasyacılığın gelişimi hakkında bazı bilgilerin verilmesi yerinde olacaktır. 5.2.1 AVRASYA’NIN ÖNEMİ Avrasya kelime olarak Avrupa ile Asya kelimelerinin birleşiminden, yani “avr” ile “asya” sözcüklerinin birleşmesinden oluşur ve Avrupa kıtası ile Asya kıtasını kapsayan coğrafi bölgeye verilen isimidir.10 “Avrasya yerkürenin en büyük kıtasıdır ve jeopolitik olarak bir eksendir. Avrasya’ya hükmeden bir güç, dünyanın en ileri ve ekonomik olarak en verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edecektir.”11”Avrasya, 7 Birsel, Arka Bahçe…, s.59. Kleveman, The New Great ….s. 3 9 Kleveman, The New Great ….s. 4 10 “Avrasya”, Wikipedia Online, 5.05.2007 http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrasya 11 Zbigniew Brzezinski, The Grand Cheessboard, (çev. Yelda Türedi) Perseus Boks L.L.C., 1997, s.52 8 77 dünya GSMH’ sinin % 60’ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir.”12 Dünyanın kontrolü ile ilgili olarak üç teori ortaya atılmıştır. Bunlar: denizlere hükmeden olan dünyaya hükmeder; hava hâkimiyetini sağlayan dünyaya hükmeder ve son olarak, kara hâkimiyetini sağlayan dünyaya hükmeder teoremleridir. Kara ile ilgili olan teorem Avrasya’yı temel almıştır. Teoremin sahibi Sir Halford Mackinder (1861– 1947), teknolojik ilerlemeler sayesinde ortaya çıkan kara taşıtlarının, otomobiller ve trenler sayesinde, karalarda daha önce gemiler sayesinde denizlerde yaşanan etkinin ortaya çıkacağını ifade ederek; kara taşımacılığının kontrol ve güce giden yolun anahtarı olduğunu ifade etmiştir. Tabi bu teorem ortaya atıldığında Mackinder’in kara temelli gücünün temelinde Rusya’nın, daha sonra SSCB’nin Avrasya ‘merkez kara’sı yatmaktaydı. Avrasya ve Afrika’nın birlikte oluşturduğu “Dünya Adası”’nda, merkez karayı kontrol eden güç, baskın güç yani süper güç olacaktır. Sovyetler Birliği bu nedenle süper güçlerden birisiydi. Mackinder “merkez kara”yı coğrafi olarak; kuzey kutbu kıyılarından orta kısımlardaki çöllere genişleyen ve batıya Baltık ve Karadeniz arasındaki kıstağa uzanan, “Avrasya’nın kuzey ve iç kesimleri” olarak tanımlamıştır.13 Mackinder’in tanımı da görüşleri de bugün hala güncelliğini, geçerliliğini korumaktadır. Aslında Avrasya Avrupa ve Asya’nın birleşimi olan ana kıta olarak ifade edilse bile; can alıcı gelişmeler Asya tarafında yaşanmaktadır ve beklentilerde devam edeceği yönündedir. Zaten bu yüzden buraya “Avrasya Balkanları” denmiştir14. Avrasya Balkanlarını; Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Afganistan oluşturur. Potansiyel adaylar ise bölgedeki stratejik oyuncular olan Türkiye ve İran’dır. 15 Balkanlaşma deyiminden hatırlanacağı üzere Türkiye artık bu oyuna istese de 12 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.52 Christopher J. Fettweis, Sir Halford Mackinder, Geopolitics and Policymaking in the 21st Century, Parameters, 2000, ss. 58–71. 14 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.178 15 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.178 13 78 girmiştir, istemese de girmiştir, istese de bu oyunu oynayacaktır, istemese de bu oyunu oynayacaktır. Avrasya’da büyük oyuncular da bölgesel oyuncuların yanı sıra etkindirler. Brzezinski bunu aşağıdaki gibi açıklamıştır: Avrasya’nın yeni jeopolitik haritasında en az beş jeostratejik oyuncu ile beş jeopolitik eksen belirlenebilir. Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan büyük ve etkin oyunculardır. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran jeopolitik eksen rolünü oynarlarken, Türkiye ve İran’ın aynı zamanda jeostratejik olarak da etkindirler.16 Avrasya’da herkes kendine düşen rolü oynayacaktır. Rusya’nın ki ise Avrasyacılıktır. 5.2.2 AVRASYACILIK Avrasyacılık İlk olarak XIX. yüzyılda ortaya çıkmıştır. 1920’lerin ortalarında bu tez, Avrasyacılığın önde gelen temsilcisi Prens N.S. Trubetskoy tarafından şöyle ortaya konuluyordu:17 Görevimiz.. Rusya, Avrupa uygarlığının çarpık bir yansıması olmaktan çıkınca… tekrar kendisi, Cengiz Han’ın bilinçli mirasçısı ve büyük mirasının taşıyıcısı, Rusya-Avrasya olduğunda…. tamamen yeni bir kültürü, Avrupa kültürüne benzemeyen kendi kültürümüzü yaratmaktır.18 Trubetzkoy’un Slav ırkından olmayan birini Rusya için lider benimseyerek, onu kendi kültürüne veya kendini onun kültürüne entegre etmeye çalışması ve bu bağlamda Deli Petro’dan beri yakınlaşılmaya çalışılan Avrupa’dan, kendini farklı göstererek uzaklaşmaya çalışılması şüphesiz dikkate değer bir husustur. Rusya’nın kimliğini Batı’dan farklı bir şekilde oluşturmanın yollarını aramakta olan Avrasyacılık, bütün Slavların ortak kültürel birleşimini vurgulamak yerine, güneye ve doğuya 16 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.65 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.156 18 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.157 17 79 bakarak, Avrasya’nın Ortodoks ve Müslüman topluluklarını bir potada birleştirmenin hayalini kurmaktadır.19 “Avrasyacılık birbirini iten iki gücün oluşturduğu bir itme gücü olarak doğmuştur: geçmişten ve düşmandan. Geçmiş Rus İmparatorluğu’dur; düşman ise Batı.”20 Komünizm dönemi bu akımı ortadan kaldıramamıştır. Aksine Komünizm öldüğünde, o yeniden doğmuştur. Avrasyacılık fikri komünizme alternatif olarak düşünülürken, propaganda dönemi boyunca bellendiği şekliyle, Batı’nın çürümüşlüğünden de uzak kalınabilecektir. Tabiî ki burada ortaya konulmak istenen, Sovyetler Birliğinin yerine Rusya’nın geçirilmeye çalışılmasından başka bir şey değildir. Sonuçta; SSCB’nin ve hatta Rusya’nın içinde yaşayan halkları kucaklayacak, onların ulusal uyanışlarını bastıracak, uluslar üstü bir doktrine ihtiyaç vardır. Avrasyacılık buradan aldığı düşünsel destekle XX. Yüzyılda daha da yaygınlaşacaktır. Örneğin Kazakistan Cumhurbaşkanı bir dönem bu söylemin taraftarlığını daha ılımlı şekliyle yapmıştır. Tabi bunda ülkesinde Kazaklarla göçmen Rusların nüfusu hemen hemen eşit olması önemli bir rol oynamıştır. Nazarbayev’in bu desteğini Moskova’nın siyasi bütünleşme yönündeki baskılarını azaltacak bir formül aramak olarak ta değerlendirilebilir. Yani belirsiz ve sonuçsuz BDT’ye karşı seçenek olarak “Avrasya Birliğinin” propagandasını yapmıştır.21 Ancak Atatürk ile kıyaslanmasından hoşlanan Nazarbayev’in asıl amacı Kazakistan’ı bölgenin merkezi haline getirmektir.22 1920 ve 1930’larda Sovyetler Birliğinde Petr Nikolaevich Savitskii ve Nikolai Sergeevic Trubetskoi’nin ortaya attığı Avrasyacılık söylemi Türkiye’de de, akademik çevrelerde, gündeme getirilmeye başlanmıştır. Günümüzde bu akımın öncülüğünü 19 Charles Clover, "Dreams of the Eurasian Heartland, the Reemergence of Geopolitics", Foreign Affairs, 78 (2), March/April 1999, ss.9-13. 20 Ilya Vinkovetsky, Classical Eurasianism and Its Legacy, Canadian-American Slavic Review, 34 (2), 2000, s. 129. 21 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.158 22 Ilya Vinkovetsky, Eurasia and Its Uses: The History of an Idea and the Mental Geography of Post-Soviet Space, Princeton University, 2007, s. 10. http://www.princeton.edu/~restudy/soyuz_papers/Vinkovetsky.pdf 80 Rus düşünürler; Alexander Gel'evich Dugin, Gennaii Zyuganov ve Lev Nikoaevich Gumilev yapmaktadır. Sovyet düşünürlerinden Tatar kökenli Lev Nikoaevich Gumilev “süper ethos” olarak tanımladığı Slav, Türk ve Moğol halklarının birleşmesinden oluşan Avrasya’da, Türk ve Moğol hakların Rusya’ya, İngiliz ve Fransızlara göre daha dost olduklarını savunmuştur.23 Çünkü Avrupa merkeziyetçiliği, Avrupalıların kendi kültürlerini diğer halklara benimsetmeye çalışmaları yani kendi kültürlerini evrensel hale getirmeye çalışmaları başta Gumilev olmak üzere, Avrasyacı düşünürlerin tepkisini çekmiştir. Hatta Avrasyalılar Pan-Slavistlerin aksine, “etnik, kültürel ve dilsel karışımın” Doğu Slavlarını (Rus, Ukraynalı ve Beyaz Rus) batıdaki ve güneydeki diğer Slavlardan ayırdığını ve onları ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağladığını iddia etmiştir Günümüzdeki yeni Avrasyacılık akımı güç unsurunu öne çıkarırken, Fransız ve Belçikalı yeni sağcılar ile Alman Jeopolitik okulundan etkilenmiştir. Geleneğe sadık kalsa bile Rusya’nın özgün bir kimliğe sahip olduğunu kabul etmektedir.24 Rus entelektüellerden Berdyayev Nikolay Aleksandroviç, Avrasyacıları Rus ideallerine sadık olmamakla hatta Asyalılığı, Doğululuğu, Moğolluğu ve Tatarlığı, Rusluğa, Cengiz Hanı Aziz Vladimir’e tercih etmekle itham etmiştir. Yine Berdyayev Avrasyacıları gizli Müslümanlar olarak tanımlamıştır. Rusya merkezli bir birleşme öneren Rus Avrasyacıları ile Türkiye merkezli bir Avrasya birliğini tahayyül edenlerin varlığı, Avrasya projesini kökten etkileme potansiyeli taşımaktadır.25Berdyayev gibi düşünenler ile kendi ülkelerinin merkezinde Avrasya İşbirliğini planlayanlar bu projenin yürümemesine yetebilecektir. Öte yandan Türkiye AB’de olduğu gibi burada da ikinci seviyede bir rol üstlenmek durumunda kalacaktır. Rusya’nın yaklaşımının eşitlikçi olması beklenemez. Ayrıca Türkiye’nin 23 Nazım Cafersoy, “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, Türkiye Uluslar arası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM), 28.12.2005 http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44 24 Cafersoy, “Rusya’da …..”. http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44 25 Orhan Gazigil, “Rusya’da Avrasyacılık Düşüncesi ve Yeni Alternatif Arayışları”, USAK Stratejik Gündem, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 28.05.2007. http://www.usakgundem.com/makale.php?id=26 81 bölgesel güç olarak ortaya çıkması, Rusya’nın ise bölgesel güçlüğe gerilemesi Türkiye’ye bakış açısının olumsuz hale getirmiştir.26 Buna paralel bir şekilde, “RusErmeni stratejik ilişkilerinin ana hedefinin Azerbaycan değil Türkiye olduğunu ifade eden, Aliyev’in dış politika danışmanı Vefa Guluzade, Ermeni-Azeri çatışmasının eski Rus-Türk uyuşmazlığının son halkalarından bir olduğunu iddia etmiştir.”27 Bugün Rusya’da Avrasyacılık akımını destekleyenler doğal olarak ABD’nin politikalarını onaylamamakta ve Rusya’nın yeniden uluslar arası arenaya dönmesini arzu etmektedirler. Çok kutuplu bir uluslar arası sistemi destekleyen bu kişiler, aynı zamanda Rusya’nın yakın çevresine birincil derecede önem vermesini, ABD’nin Rusya’nın doğal ilgi alanlarından yani yakın çevresinden uzak tutulmasını istemektedirler. İşte bu amaca hizmet etmesi için filozof Dugin tarafından, “BDT ekseninde AB benzeri bir stratejik entegrasyona gidilmesini ve bu entegrasyonun Moskova-TahraY.Delhi-Pekin ekseninde geliştirilmesi gerektiğini ortaya atmıştır. Rusya sıcak denizlere barış yolu ile ulaşmalıdır”.28 Kolayca anlaşılacağı üzere eski veya yeni Avrasyacılığın Rus politik düşüncesinde yeri rastlantısal değildir. Avrupa’dan uzaklaşır şekilde, yeni bir kimlik tanımlamaya çalışmasından, bunu yaparken Müslüman halkı da dâhil etmesinden anlaşılacağı üzere, 21.yüzyılda da fikrin geçerli dayanağı ve aslında hedefi Orta Asya’dır. Eskiden boş ve kıraç topraklar, denizden uzak olmanın getirdiği unutulmuşluk ve kaderine terkedilmişlikle yaşarken, Rus işgali dünya gündeminde hiçbir zaman önemli bir yer edinmemişken, günümüzde bu artık değişmiştir. Çünkü oyun tahtasında Şah artık, petrol ve gaz denizinin üzerinde oturmaktadır. Rusya enerji üzerinden eski günlerine dönmek istemektedir. 26 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, ss.138-139 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.136 28 Cafersoy, “Rusya’da …..”. http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44 27 82 5.2.3 AVRASYA’DA GÜÇ DENGELERİ Enerji ihtiyacı modern zamanda, yani günümüzde bile, savaşların ve işgallerin sebebidir. Avrasya’da da, Orta Asya’da da oynanan oyun artık enerji temelindedir. Avrasya’nın kalbi, enerji merkezi Orta Asya’da atmaktadır. Avrasya’yı kontrol etmek isteyen, dünyanın gelecekteki politikalarında söz sahibi olmak isteyen, Orta Asya’yı kontrol etmek durumundadır. Bölge enerji oyununun büyük ödülü haline geldiği için, bu kontrolün önemi Avrasya’yı aşmıştır. Ölçek artık dünyadır. Avrasya’yı kontrol eden dünyayı kontrol edebilecektir. Bunun anlamı “yeni büyük oyun” da SSCB’nin Orta Asya’da yerini alan, oyuna süper güç adayları grubunda katılacaktır. İşte bu nedenle ABD’nin temel amacı, Avrasya topraklarının düşman bir gücün kontrolü altına geçmesini engellemektir. ABD’nin Batı Avrupa ve Japonya ile müttefikliğindeki ve Avrasya’nın çevre topraklarındaki güvenlik taahhütlerinin kaynağı bu kaygıdır.29 Aynı kaygıyla ABD Orta Asya ülkeleri ile güvenlik anlaşmaları yapmaya çalışmış ve bazılarında askeri üs kurmaya gelecekleri belirsiz olsa bile muvaffak olmuştur. Sonuç olarak “Amerika için en önemli jeopolitik ödül Avrasya’dır”.30 “Amerika’nın küresel hâkimiyetinin ne üstünlüğü kadar süre doğrudan doğruya ve kadar ne Avrasya etkili kıtasındaki sürdürüldüğüne bağlıdır.”31Avrasya’daki üstünlüğünün formülünü ise “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında Zbigniew Brezezinski aşağıdaki gibi açıklamaktadır. Eğer orta alan giderek genişleyen yörüngesine çekilebilir, güney bölgesi tek bir oyuncunun hâkimiyetine tabi olmaz ve doğu, Amerika’yı üslerinden çıkartacak şekilde birleşmezse, Amerika’nın egemen olduğu söylenebilir. Fakat orta alan batıyı reddeder ve iddialı, tek ve bağımsız bir mevcudiyet olursa ve güneyi kontrol eder ya da doğulu esas oyuncularla bir ittifak kurarsa, o zaman Amerika’nın Avrasya’daki üstünlüğü bariz biçimde azalır. Aynı durum iki büyük doğulu oyuncunun bir şekilde birleşmelerinde de söz konusudur.32 29 Gerald Robins, "The Post-Soviet Heartland: Reconsidering Mackinder", Global Affairs, 8, 1993, ss. 95-108. 30 Brzezinski, The Grand Cheessboard, .., s.51. 31 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.51 32 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…ss.56-57 83 Avrasya kontrolü zor bir hale SSCB döneminde kasıtlı olarak getirilmiştir. Özellikle Kafkasya ve Orta Asya’da bunun etkileri derhal göze çarpmaktadır. Türkistan olan topraklar sınırlar ile bölünerek uluslar ve devletler yaratılmış, burada ve Kafkaslarda birbiri içine girmiş azınlıklar yaratılmıştır. Yani “Avrasya Balkanları etnik bir mozaiktir. Devletlerin sınırları 20’ler ve 30’larda, Sovyet Cumhuriyetleri resmi olarak kurulurken Sovyet haritacıların arzusuna göre çizilmiştir.”33 Bunun getireceği sorunların orta vadede çözülmesi beklenmemelidir. Ancak sorunu yaratan tarafından bile artık kontrolü söz konusu değildir. Bu bağlamda Amerika’nın bu durumdan yararlanmaya çalışması beklenebilir. Ancak “Amerika’nın küresel hegemonyasının etkinlik alanı kuşkusuz büyüktür; ama iç ve dış sınırlamalar nedeniyle derinliği azdır.”34 5.2.4 AVRASYACILIK VE TÜRKİYE “Tarihî Avrasyacılık, Rusya’nın Avrasya olmasında Moğol-Türk işgalinin esas rolü oynadığını ideologu Savitskiy tarafından dile getirilecek kadar “Türk sempatizanı” iken, Yeni Avrasyacılıkta bunun tersi bir yaklaşım tarzı egemendir.”35 Rusya’nın güçten düşmesinde ABD’yi sorumlu görenler, ABD’nin dostu ve tarihi rakipleri Türkiye’yi de hoş görmemektedirler. Bu nedenle son zamanlarda Türkiye lehine bazı görüşleri değişse bile, Dugin 1990’lara kadar Avrasyacılığın İslam ayağında İran’ı görmüştür. Avrasyacılık fikrinin karşında olan ilk önce eski SSCB üyeleridir. Bugün Rusya’dan sonra en büyük Slav devlet olan Ukrayna’nın böyle bir oluşum içine gireceği son derece şüphelidir. En azından bir bütün halinde gireceği konusu şüphelidir denilebilir. Ukrayna Rusya taraftarları ile Batı taraftarları arasında ikiye bölünmüş durumdadır ve bunun fiiliyatta da gerçekleşme tehlikesi her geçen gün daha fazla konuşulmaktadır. Polonya tarafından Ukrayna’nın adı sık sık AB üyeliği ile ilişkilendirilmektedir. Ayrıca “Rusların BDT’yi siyasi bütünleşmeye giden araç 33 Bal, İdris. “Instruments of …”; Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.178 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.57 35 Cafersoy, “Rusya’da …..”. http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44 34 84 olarak kullanma çabalarını engellemek için, Ukrayna tarafından sessiz sedasızca yönetilen, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve bazen de Kazakistan, Gürcistan ve Moldova’dan oluşan gayri resmi bir blok”36 ortaya çıktığını da unutmamak gereklidir. Anlaşılacağı üzere, “Avrasyacılık pek azı Moskova ile yeni bir birlikteliğe istekli olan, bağımsızlığını yeni kazanmış Orta Asyalılara da cazip gelmiyordu. Özbekistan, BDT’nin gücünü artırmasına yönelik Rus girişimlerine muhalefet ediyordu.”37 Bu durum Orta Asya Cumhuriyetlerinin de artık bir ağabeye ihtiyaç duymadıklarının ve her geçen gün bağımsızlıklarının kemikleştiğinin adeta bir göstergesidir. Kendi kendini yönetmenin idrakine iyice varan bu devletlerin yeniden bir hegemonya altına girmek istemeleri beklenmemelidir. Rusya’nın da eşit seviyede bir ilişki istemesi tarihi ve ahlaki değerler bakımından pek ihtimal dâhilinde değildir. Bunları gören Avrasyacı aydınların özellikle Türk Cumhuriyetlerini sistem içine almak için Türkiye’ye ihtiyaç duyduklarını düşünebiliriz. Gerçekten de Türkiye’nin sisteme dâhil olması bu devletler üzerinde en azından Türkiye ile ayrı bir şekilde ilişkiye girme ihtimalinin azaltabilecektir. Yani Rusya bu durumda merkez ülke olma konumunu kaybetmeyebilecektir. Avrasyacılık fikri Batı’ya tepki olarak Türkiye’de de kendine bir yer bulmuştur. Bu fikrin Türkiye’deki yandaşlarından belki de en popüler olan, Avrasyacılığı “Ortak Umut” gören Attila İlhan’dır.38 Attila İlhan Türkiye’de Atatürk ile Sultan Galiyev’i ortak platforma taşırken, ortaya attığı “Sultan Galiyev Bileşkesi” çok tartışılıp, çok da eleştirilmiştir.39 Ancak Attila İlhan’ın Avrasyacılığının Rusya teslimiyetçiliği anlamına geldiği söylenemez. Bugün Türkiye’de Avrasyacılık fikrini savunanların önemli bir kısmı Rusya’yı odak değil Orta Asya’yı odak olarak görmektedirler. Yani Rusya Avrasyacılığı ile Türkiye Avrasyacılığı arasında bariz bir fark söz konusudur. Türkiye’de bir kesim bunu Osmanlı’nın son dönemlerinden, Turancılık akımından 36 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.161 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.161 38 Attila İlhan, “Ortaklaşa Umut Avrasya”, Cumhuriyet, 5.07.2005 http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=58&hnd=1&ord=57&dbId=663 39 İrfan Ülkü, “Fena Halde Attila İlhan”,Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı, 7.07.2007 http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=1&prnId=45&hnd=1&docId=424&ord=44 &fop=0&s=1 37 85 kalma anlamıyla kullanmaktadır. “Avrasyacılık Avrasya ülkelerinde de farklı anlamlara gelmektedir. Mesela Kırgızlar ve Kazaklar Avrasyacılığın ekonomik bir entegrasyon olduğunu düşünürken, Azeriler Avrupalaşma anlamına geldiğini düşünüyorlar.”40 Rus tarafınca düşünülen Avrasya yapılanması içinde Orta Asya Cumhuriyetleri, Rusya, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Ukrayna ve Türkiye ve/veya İran düşünülürken, böyle bir oluşumun nasıl uyum içinde olacağı, Rusların bu oluşumun kontrolünü yeterince ellerinde tutup tutamayacakları muğlaktır. Rusya’da 145 milyon kişi yaşarken bunların sadece % 80’i Slav’dır (2004 yılı sayımına göre).41. Geri kalan kısmın çoğunluğu ise Türk kökenli ve Müslüman’dır Bu denge Rusların aleyhine gelişmeye devam etmektedir. Böylelikle kurulabilecek her çeşit ortaklık seviyesinde, neredeyse nüfusuna yakın bir Müslüman grup ile birlikte yaşamaya çalışacaktır. Bu nüfus dengesinin kısa sürede aleyhine değişeceği de düşünülürse, Rusya’nın Avrasya ortaklığında orta vadede azınlıkta kalma ihtimali, söz konusudur. Bunun yaratacağı tepkinin işe yarar bir ortaklık sağlayacağı son derece şüphelidir. Rusya’da yaşayan 60 etnik topluluğun önemli kısmı Türk ve Türk soyludur. Bu durumun getireceği her hangi bir etnik sorunun faturası Türkiye’ye çıkarılabilecektir. Bu şüpheli bir evlilik olacaktır ve tarafların birbirine faydasından çok zararının dokunma tehlikesi açıktır. Ayrıca Türkiye AB’nin içinde düşeceği durumun benzerine, yani azınlık durumuna, burada da düşebilecektir. Her şeyden önce Türkiye çok uzun zamandan beri batılı çalışma ve düşünme yöntemlerini uygulamaktadır. Bunca yıldan bu yana Batı ile aşamadığımız farklılıkları Rusya ile bir anda aşmamız için bir sebep yoktur. 40 İlhan Çomak, “Türkiye’de Avrasyacılık Üzerine”, USAK Stratejik Gündem, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 28.05.2007. http://www.usakgundem.com/haber.php?id=102 41 “Gerçekler ve Rakamlarla Rusya”, Rusya Federasyonu Türkiye Büyük Elçiliği, 28.05.2997 http://www.turkey.mid.ru/hakk_t02.html 86 “Ruslar tarafında, Türklere olan düşmanlık takıntı sınırındadır.”42 Hal böyleyken, “Profesör Dugin'in temsil ettiği Rus Avrasyacılığı ile Sultan Galiyev'in Turan vizyonu kolay kolay bir araya gelemezler. Üstelik doğaları gereğidir bu.”43 Bugün Rusya Devlet Başkanı Vilademir Putin “ Avrupa Birliğinden beklentilerinizi bulamadığınızda, bizden başka dönecek nereniz var? Müslüman ülkeleri mi? Orta Doğu mu? Onların size verecekleri bir şey yok ki…”44 dese de Türkiye’nin bir başka alternatifi daha vardır. Ancak ona geçmeden önce eklemek gerekir ki; Rusya Türkiye için geçmişte olduğu gibi gelecekte de son derece önemli bir ülke olacaktır. Ekonomisi düzelmeye başlayan Rusya, okyanus üstü uzun mesafeli uçuşlar gibi askeri yeterliliğini gösterecek davranışlar geliştirmeye başlamış, ABD’nin politikalarından uzaklaşmış, Doğu Avrupa’ya yerleştirilecek olan füze kalkanlarının kendisini hedef aldığını söyleyerek bunun için gerekli tedbirleri alacağını söylemiştir. Avrupa ve Türk güvenliğinin mihenk taşı olan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması (AKKA)’nın Rusya tarafından 15 Temmuz 2007 tarihinde askıya alınması yeni bir güvenlik sorununu iyice ortaya çıkarmıştır. Ayrıca Rusya iyi bir ticari ortaktır. Rus turistler Türkiye’ye önemli miktarda döviz bırakmaktadır. Rusya ile ilişkiler tavizlere bağlı kalmadan, kararlılıkla ancak dikkatle, özenle ve gereksiz gerilimlerden kaçınılarak yürütülmelidir. Ancak bu dikkat ve özenin Rusya’ya enerji konusunda göbekten bağlanmayı kesinlikle gerektirmediği bilinmelidir. 5.3 ORTA ASYA “Orta Asya; Karadeniz’in doğu kıyılarıyla Pamir Dağları’nın zirvelerine uzanan bu geniş topraklar, uzun bir dönem “dünyanın kara deliği” olarak bilindi.”45 Sonra bu 42 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.190 Ülkü, “Fena Halde …”, 7.07.2007 http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=1&prnId=45&hnd=1&docId=424&ord=44 &fop=0&s=1 44 Mehmet Ali Birand, “Türkiye Putin’i Çok Arayacak”, Hürriyet, 26.06.2007 45 Kleveman The New Great… s. 2 43 87 kara delikten, SSCB çöküşü ile birlikte, yeni ülkeler birer birer kendini göstermeye başladılar ve “Avrasya Balkanları”46 olarak adlandırıldılar. Orta Asya denildiği zaman akla ilk önce Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Rusya’nın bölgedeki toprakları ile Çin’in Sincan-Uygur bölgesi ve Moğolistan gelir. Ama bu tez kapsamında Orta Asya denildiğinde sadelik açısından Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan ile bölgenin kapısı Azerbaycan kastedilecektir. Türk Cumhuriyetleri veya Türkçe konuşan ülkeler kapsamında da Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan kastedilecektir. Sovyet sonrası dönemde halen ulusal kimliklerini arayan bu ülkeler; üzerindeki denetimlerini kaybetmemek için, istemeyerekte olsa milliyetçi söylemleri benimseyen eski komünistler veya KGB generalleri tarafından yönetilmektedir. 47 Zaten olayın düğüm noktası da bu kimlik meselesidir. Kendilerini tanımlamayı tamamları sürecinde yani neyi benimseyecekleri hususu tüm dünyayı yakinen ilgilendirmektedir. “Bahse konu cumhuriyetlerin çoğu, bölge nüfusuna hiç önem vermeyen Joseph Stalin tarafından kurulmuştur. Bölgesel nüfus yapısıyla oynayarak bölgedeki etnik gruplar arasında çatışmaları körüklemek, eskiden beri kullanılan bir yöntemdi.”48 Bölgenin dünya için önemi toprakların altında yatan servetten kaynaklanmaktadır. Burası dünyanın önemli petrol ve doğalgaz kaynakları arasındadır. Petrol rezervlerinin toplam 243 milyar varil, doğal gaz rezervlerinin ise 57 ila 155 trilyon metreküp arasında olduğu tahmin edilmektedir ki; bu da Amerika’nın kendi rezervlerinin üç katından fazlasına tekabül etmektedir. Dünyanın en büyük 5 petrol sahasından biri Kazak kıyıların da (Kaşagan) daha 2000 yılında keşfedilmiştir. 49 Bu bölgede daha keşfedilecek birçok doğalgaz ve petrol alanının 46 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.175 Kleveman, The New Great ….s. 2 48 Kleveman, The New Great ….s. 2 49 Kleveman, The New Great ….s. 4 47 88 olduğunun adeta delilidir.50 Kazakistan’ın şu ana kadar tespit edilen yeraltı zenginliklerinin değeri 2 trilyon ABD dolarından fazladır. 51 (Dünya petrol rezervleri 1,4 trilyon varildir. Ancak, bunun 550 milyar varili tüketilmiştir. Bundan dolayı bilinen kalan rezerv 850 milyar varildir. Bugünkü dünya yıllık tüketimi 30 milyar varil civarındadır.52) “Petrol tedarik şirketi Halliburton’un Yönetim Kurulu Başkanı iken petrol üreticilerine hitaben yaptığı bir konuşmada Dick Cheney, “Hazar kadar stratejik öneme sahip bir bölgenin birden ortaya çıktığına inanamıyorum” demiştir.53 Ayrıca bölgenin“Sanayileşmiş batı ile hammadde kaynaklarına sahip doğu arasında olan ulaşım ağının üzerinde olması jeopolitik önemini artırmaktadır.”54 Sanayileşmekte hızlı adımlarla ilerleyen ve dünyanın fabrikası konumundaki Çin ile teknolojinin ve tüketimin merkezi Avrupa arasında bulunan bölge, demiryolları vasıtasıyla kurulan yeni İpek Yolu’nun üzerindedir. Bölgede bulunan ülkelerinin genel yapısı ise aşağıdaki gibidir: 50 Bakınız; Enerji üzerine en güvenilir istatistik bilgiler Paris’te bulunan Uluslar Arası Enerji Kurumu (www.iea.org) ile ABD Enerji Bakanlığı (www.eia.doe.gov) adreslerinden temin edilebilir. 51 “Kazakistan”, Vikipedi Online Ansiklopedi, 9.05.2007 http://tr.wikipedia.org/wiki/Kazakistan 52 Çağrı Kürşat Yüce, “SSCB Sonrasında Hazar Bölgesinde Enerji Mücadelesi ve Türkiye”, TÜRKSAM, 30.03.2005 http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=307 53 Kleveman, The New Great ….s. 5 54 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.177 89 Tablo 7: Orta Asya Cumhuriyetleri Genel Bilgiler55 Ülke Nüfus (1000) Azınlık (%) Yüzölçümü (Km2) Azerbaycan 8.424 2* 86.600 Kazakistan 15.016 46.6 (% 30 Rus) 2.717.300 Kırgızistan 5.401 33.7 (% 11.2 Rus) 198.500 Özbekistan 26.159 24.2 (% 6 Rus) 448.900 Türkmenistan 6.219 5.3 (1.8 Rus) 488.100 Tacikistan 7.012* 40 (Türk) 143.100 Toplam 68.321 3.959.681 Kaynak: Vikipedi Online Ansiklopedi* Orta Asya ülkelerindeki Rus nüfus hızla azalmaktadır. Örneğin Azerbaycan’da Ocak 1990 öncesinde 392.300 ile %5,5’i oluşturan Rus nüfus, 2007 itibariyle tamamen Rusya’ya dönmüştür56. Azerbaycan’ın etnik yapısı neredeyse homojen (%98 Azeri) hale gelmiştir. Bu dönüşümün önümüzdeki yıllarda da devam etmesi beklenmektedir. Azerbaycan ile Orta Asya 1928–1930 döneminde Latin alfabesini kendilerine uyarlayarak kabul ettiler ancak Sovyetler Türkiye ile Orta Asya arasında ortak bir alfabenin Pantürkçü edebiyatı geliştireceği korkusuyla Türk fonetiğine uygun olmayan Kiril alfabesinin kullanımını 1940 yılında zorunlu tuttular.57 Ancak bu konu sonsuza kadar kapanmış bir konu olmadı ve 1989 yılında Türkiye ve Orta Asya’da aydınlar tarafından eş zamanlı olarak yeniden dile getirilmiştir. Ardı ardına düzenlenen konferansların ana tartışma konusu dilin ne olduğudur. Türkiye Orta Asya’da kullanılan Türkçenin lehçesi olduğunu ifade ederken, diğer ülkeler dil olduğu konusunda ısrar etmişlerdir. Sonuçta 34 harflik, her dile uygun ek harflerle birlikte, Türkiye’de kullanılan, alfabe ortak alfabe olarak, kabul edilmiştir. Bu alfabe 55 Fuat Uçar, “Dış Türkler. Türk Dünyasının Parlayan Beş Yıldızı”, Fark Yayınları, Ankara 2007, ss.78–194. 56 “Azerbaycan”, Vikipedi Online Ansiklopedi, 9.05.2007 http://tr.wikipedia.org/wiki/Azerbaycan 57 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 320 90 1992’de Azerbaycan’da, 1993 yılında Türkmenistan’da ve Özbekistan’da olmak üzere 1995 yılına kadar Kazakistan ve Tacikistan hariç tüm Türkçe konuşan ülkelerde kabul edilmiştir.58 Bazı farklı harfler olsa da ve değişim yavaş yürümese de bu önemli bir gelişmedir.59 Kazakistan’da Türkiye’deki Latin alfabesine birkaç harf ekleyerek en kısa zamanda alfabe değişikliği istediğini Devlet Başkanları ağzından ilan etmiştir.60 Burada diğer ülkelerin konuştuğunun farklılıkları ile Türkçe olduğu aslında kabul edilmektedir. Kril alfabesinden ülkelerin ayrılması Türkiye’nin etkisini güçlendirirken, Rusya’nınkini kısıtlamaktadır. Aslında bu önemli bir başarı olarak kabul edilmelidir. Ancak burada umut verici olan gönüllülük üzerine inşa edilen ortak, stratejik bir girişimin olumlu olarak sonuçlandırılması olmuştur. Bu ülkelerde Rusçanın ve Kril alfabesinin hâkimiyeti ve yaygınlığı kuruluşunun ilk döneminde Türkiye’de Arap alfabesinin hüküm sürdüğü kadar hüküm sürmeye devam edecektir. Ancak sonra doğal olan yavaş yavaş gerçekleşecek ve dönüşüm meydana gelecektir. 5.3.1 HERKESİN ARKA BAHÇESİ: ORTA ASYA Osmanlı İmparatorluğu canlılığını kaybettikçe Rus İmparatorluğu güneye doğru yayılmaya başlamış, 1556 yılında Karadeniz kıyısında Azak kalesini ele geçirerek denize ulaşan Ruslar 1878’de Ermenistan’ı ele geçirerek Kafkasya’daki işgali tamamlamış ancak bu süreç zorlu olmuştur. Orta Asya’da rakip bir imparatorluk olmadığı için benzer direnişle karşılaşılmamış, dağınık ve diğerlerinden kopuk bir şekilde direniş gösteren, yalıtılmış yerel emirlere ve Kaanlara boyun eğdirmek nispeten kolay olmuştur. 1801–1881 yılları arasında bir dizi askeri seferle Kazakistan ve Özbekistan ele geçirilmiş, 1873–1886 döneminde Türkmenistan ele geçirilmiştir. Rus Çarlığının Kafkaslara ve Orta Asya’ya yayılması üç yüz yıllık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Ama sonu ani olmuştur. Sovyet ordusu Afganistan’dan Şubat 1989’da çekilir. Rusya perestroyka dönemine girmiştir (1987–1989). 8 Aralık 1991’de Sovyetler Birliğinin dağıldığı 58 Kemal H. Karpat, “Türkiye ve Orta Asya”, Ankara, İmge Kitabevi, 2003, ss. 320–321 Taha Akyol, “Türklerin Alfabeleri”, Milliyet, 12.12.2001 http://www.milliyet.com/2001/12/12/yazar/akyol.html 60 Almagül İsina, “Dünya Kazak Türkleri Kurultayı”, 17.11.2005 http://f27.parsimony.net/forum67368/messages/10610.htm 59 91 resmen açıklanır. 21 Aralık’ta BDT on bağımsız devlet tarafından kurulur. Dört gün sonra Gorbaçov istifa eder. Bu son olaylar aslında çok uzun süredir devam eden olayların resmileşmesinden başka bir şey değildir. Rejim aslında Ağustos 1990’da başarısızlıkla sonuçlanan devlet darbesinden sonra çökmüştür ve 1991 yılında birliği oluşturan cumhuriyetler birer birer ayrılmıştır.611991 Aralığında sadece birkaç hafta içinde, Rusya’nın Asya’daki toprakları yaklaşık %20 azalmış, Rusya’nın Asya’da kontrol ettiği nüfus 75 milyondan 30 milyona inmiştir. Bütün bunlara ek olarak Kafkaslardaki 18 milyon nüfus da Rusya’dan ayrılmıştır.62 Bu geri çekilmeyi Ruslara için daha zor hale getiren, bu bölgelerin ekonomik potansiyellerinin yabancılar tarafından hedef alınması ve askeri olarak buralarda Rusya’ya tehdit oluşturacak üsler kurulabilmesi imkânıdır. Orta Asya’nın yabancı güçlerin etki alanına girmesi, Hindistan üzerine oynanan oyunda Rusya ve İngiltere arasında mücadele ile başlamıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Orta Asya’nın kapısı Azerbaycan, petrol nedeniyle önce İngilizlerin sonra Almanların hedefidir. Günümüzde de bu konum değişmemiş, Orta Asya ülkelerinde keşfedilen doğal gaz ve petrol rezervlerinden sonra bölge yeniden ilgi odağı haline gelmiştir. “Bugün Avrasya Balkanları’nda süren mücadele de üç komşu güç arasındadır: Rusya, Türkiye ve İran. Çin’de ileride bunlarına arasına katılabilir. Bu mücadelede olan, Hindistan ve Amerika da göz önüne alınmalıdır.”63 Rusya bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler üzerindeki kontrolünü bırakmak istememektedir. Artan petrol fiyatları nedeniyle gün geçtikçe ekonomisi güçlenen Rusya bahsedilen grup içinde avantajlı duruma gelmektedir. 5.3.1.1 RUSYA VE ORTA ASYA Rusya BDT dâhilinde bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeleri yeniden kendine bağımlı hale getirmeyi amaçlamaktadır. Rusya bu hedefi gerçekleştirmek için yeni devletleri kendilerine ait yeni ordular kurmalarına, kendi ana dillerini kullanmalarına, doğrudan Arabistan veya Akdeniz’e çıkışları olan boru hatlarını kurdurmaya engel 61 Jean Paul Roux, L’Asie Centrale-Histoire et Civilisations, Fayard, 1997, s.416 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.197 63 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.190 62 92 olmaya çalışmıştır. Buna rağmen Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattına engel olamamış, fakat Kazakistan ve Türkmenistan ile imzaladığı yeni doğalgaz anlaşması ile mevzi kazanmıştır. Bölgede siyasi ve ekonomik nüfusunun yeniden sağlanması hedefinde olan Rusya’nın boyun eğdirmek istediği öncelikli ülkeler ise Kazakistan ve Azerbaycan’dır. Azerbaycan, Orta Asya’yı batıya, özellikle Türkiye’ye kapatmayı sağlayacak bir kapı64 olması nedeniyle öncelikli hedef konumundadır. Rusya Azerbaycan’ın denetimini yeniden sağlayabilirse Özbekistan ve Türkmenistan üzerindeki gücü de otomatikman artacaktır. Bu nedenle Rusya Hazar Denizinin paylaşılması konusunda İran’la stratejik işbirliği yapmakta, diğer yandan Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmalarda Ermenistan’ı desteklemekte bu sayede Azerbaycan’a boyun eğdirmek istemektedir. Ancak gelinen noktada Azerbaycan topraklarının %20’si Ermeni işgali altında olsa bile Moskova’nın istediği şekilde bir işbirliğine yanaşmamıştır. Şüphesiz bunda Türkiye’nin desteğinin de önemli bir katkısı olmuştur. Ekonomisi süratle düzelen ve savunmaya ayırdığı kaynakları artıran Azerbaycan göreceli olarak, yıllara bağlı olarak zayıf düşen Ermenistan’a karşı üstünlük sağlamaktayken bağımsızlığını da güçlendirmektedir. 65 “Eğer Azerbaycan tamamen Moskova’nın hâkimiyeti altına girerse, Orta Asya devletlerinin bağımsızlığı, neredeyse anlamsız hale gelebilir.”66 Orta Asya devletleri için olduğu kadar Azerbaycan’ın bağımsızlığı Türkiye ve Batı içinde önemlidir. Hazar Denizi havzasındaki ve Orta Asya’daki enerji bölgesine geçiş noktası veya tüm Azerbaycan doğudan batıya bir enerji yoludur. “Bağımlı Azerbaycan, Orta Asya’nın dış dünyaya kapanması, böylece de siyasi bakımdan Rusya’nın yeniden bütünleşme için yaptığı baskılara savunmasız kalması demektir.”67 “Bu ülke konumu itibariyle jeopolitik bir eksendir. Azerbaycan, Hazar Denizi havzası ve Orta Asya’nın 64 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.199 Türkiye’nin Elçibey döneminde Azerbaycan’a yönelik politikası için Bknz: Bal, İdris ve Cengiz Başak, “Rise and Fall of the Elchibey’s Administration and Turkey’s Central Asian Policy”, Foreign Policy, Vol.22, No.3-4/1998, s.42-56. 66 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72 67 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.170 65 93 zenginliklerini barındıran şişenin denetimini sağladığı için çok önemli olan mantar68 olarak tanımlanabilir.” Brzezinski’ye göre; Bağımsız Türkçe konuşan, etnik olarak bağlı olduğu, politik destekçisi Türkiye’den boru hattı geçen Azerbaycan, Rusya’nın bölgeye girişi tekelinde tutmasına izin vermeyecektir. Böylece Rusya’yı, yeni Orta Asya devletlerinin politikaları üzerinde varlığı kesin olan siyasi manevralarından da mahrum bırakacaktır. Ancak Azerbaycan kuzeyden Rusya’nın güneyden de İran’ın baskılarına karşı savunmasızdır.69 Bu durumda Türkiye yukarıda açıklanan riskleri ortadan kaldırmak, Orta Asya kapısını kendisi ve gerektiğinde müttefikleri için açık tutmak ve enerji ulaşım hatlarını güvenlik altına alabilmek için Azerbaycan’ın istikrarı ve güvenliği ile yakından ilgilenmeli, gerekli tedbirleri almalıdır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri teknokratlarca gerçeklerden uzak olarak yapay ve tepeden inme bir şekilde oluşturmuşlardır. Hiç birinde adını taşıdığı halkın tamamı yaşamazken, her biri komşu ülkelerden gelen azınlıkların yoğun göç dalgalarına maruz kalmaktadır. Böylelikle bölge ülkelerinde oluşan etnik yapının en hassas olduğu ülke Kazakistan’dır. Bu nedenle de Moskova’nın listesinde öncelikli bir hedeftir. Kazakistan etnik hassasiyetinden dolayı Rusya’ya açıkça karşı çıkamamaktadır. “Kazakistan’ın kuzeybatısı ve kuzeydoğusu yoğun olarak Rus kolonistleri barındırır. Eğer Kazak-Rus ilişkileri ciddi olarak bozulursa, Kazakistan bölgesel ayrılma ile yüz yüze kalacaktır.”70 Bununla birlikte bazı tedbirleri de devreye sokmaktan çekinmemişler ve ilk olarak başkentlerinin daha kuzeye taşıyarak Rusya’nın azınlıklar nedeniyle ülkenin kuzeyinde hak iddia etmesine engel olmaya çalışmışlarıdır. Azerbaycan nasıl Orta Asya’nın kapısıysa Kazakistan ise Rusya için o kapının duvarı, bölgenin kalkanıdır.71 Bu kalkan delindiğinde arkasında bulunan Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve hatta Tacikistan’a boyun eğdirmek, Rusya için daha kolay olacaktır. Rusya bunu sağlamak için etnik koz yanında Kazakların Çin’in artan dinamizminden duydukları, Sincan Eyaletinin Çinlileştirilmesi örneğinden doğan korkuyu kullanmaktadırlar. Ancak Rus stratejisi Avrasya 68 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.179 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.182 70 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.184 71 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.199 69 94 Balkanları’ndaki hemen hemen bütün devletlerin isteklerine ters düşmekte, bu ülkelerde milliyetçi ve İslami kimlikler hızla güçlenmektedir. Özbekistan ve Ukrayna Rusya’dan ayrılan diğer iki jeopolitik önemdeki devlettir.72 Kazakistan nasıl kalkan ise Özbekistan’da bölgedeki farklı pek çok ulusal uyanışın temel direğidir.73 “Orta Asya devletlerinin ulusal olarak en canlı ve en kalabalık nüfuslu devleti olan Özbekistan, Rusya’nın bölgeyi bir şekilde yeniden denetlemesine en büyük engeldir. Bağımsızlığı diğer Orta Asya devletlerinin ayakta kalmaları için hayatidir.”74 Kapalı toplum yapısı ve coğrafi olarak Rusya’ya sınırı olmaması, daha iç bölgelerde olması nedeniyle Rusya bölgeye diğerlerine göre daha az sirayet edebilmiştir. Özbekler adetlerini, yaşam biçimlerini diğer ülkelere göre en iyi muhafaza eden halktır. Tabi bunda bölgenin bir zamanlar kültürel ve idari merkez olmasının da katkısı büyüktür. “Özbekistan Orta Asya’daki bölgesel liderlik için en önemli adaydır. Her ne kadar Kazakistan kadar büyük ve doğal kaynaklara sahip değilse de, daha yoğun ve homojen bir nüfusu vardır. Doğum oranı da daha yüksektir.” “Bazı Özbek liderleri Özbekistan’ı, başkenti muhtemelen Taşkent olan tek Orta Asya mevcudiyetinin çekirdeği olarak görmektedir ve iç zorluklara rağmen, sömürge durumuna dönmemeye kararlıdırlar.” “Bu durum Özbekistan’ı, post-etnik modern milliyetçiliğin gelişiminde lider yapmakta ve komşuları için tedirginlik yaratır hale gelmektedir.75 Ermenistan ve Gürcistan’ın Rusya’ya bakış açısı yeni bağımsızlığını kazanmış diğer ülkelerden farklı değildir. Bununla birlikte Ermenistan’ın durumu diğerlerinden Azerbaycan ile olan Karabağ anlaşmazlığı nedeniyle mecburen farklıdır. Ermenistan Azerbaycan ve Türkiye karşısında Rusya’nın desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle topraklarında Rus askeri üslerinin varlığına da müsaade etmiştir. Ancak 72 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.170 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.183 74 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.171 75 Bal, Idris. “Turkey’s Relations with…”, Türk cumhuriyetlerinin Türkiye’ye reaksiyonları bölümü; Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.184 73 95 Ermenistan’ın asıl tercihinin Avrupa Birliği ile daha yakın ilişkiler geliştirmek olduğu da bilinmektedir.76 Gürcistan ise Rusların varlığına tahammül bile edememektedir. Rus askeri üsleri sorun yaratmış ve Rusların Osetya problemini bahane ederek topraklarına müdahale etmesini hoş karşılamamıştır. Aradaki problemin en büyük kaynağı ise Abhazya (Abazya) olmuştur. Rusya Gürcistan’ı kontrol altında tutmak için Abhazya’nın bağımsızlık isteklerini desteklemiştir. Bununla birlikte ABD’nin bölgedeki etkinliğini artırması sonucunda bölgede son dönemlerde yaşanmış kadife devrimlerden birisi olan Gül Devrimi gerçekleşmiş, Gürcistan Cumhurbaşkanlığına 2004 yılında batı (ABD) yanlısı Miheil Saakaşvili gelmiştir. Bu durum ABD’nin Kafkaslardaki etkinliğini artırırken Rusya’nınkini kısıtlamıştır. Rusya’nın bölgedeki etkinliğinin sınırlanmasına Türkiye’nin de önemli katkıları olmuştur. Türkiye Gürcistan’a bağımsızlığını kazandığı 9 Nisan 1991 tarihinde bu yana ekonomik ve askeri yardımlarda bulunmuştur. 1995 yılında Türkiye tarafından başlatılan ekonomik istikrar programının başarıyla uygulanması sayesinde Gürcistan ekonomisinde gözle görülür bir düzelme kaydedilmiştir.77 “Bölgedeki ülkelerin her birinin iç sorunları vardır, her birinin komşularının üzerinde hak iddia ettiği ya da etnik karışıkların bulunduğu sınırları vardır.78 Fakat en büyük azınlık sorunu olan Ruslar Rusya’ya geri dönmektedirler. Orta Asya ülkelerinde bulunan azınlıklar ise diğer Türk soylu gruplardan oluşmaktadır (Tablo 7). Ülkeler arzında azınlık sorunu çıkıp çıkmaması gelecekte izleyecekleri bütünleşme (entegrasyon) veya karşılıklı komşuluk ilişkisine bağlı olarak değişecektir. Ancak bu konu bölgede çözüme kavuşturulması gereken ana konulardan biridir. Bu konuyla ilintili diğer bir önemli konu ise Azerbaycan topraklarının işgali ve Karabağ’ın Ermenilerce ilhak edilmek istenmesidir. Rusya’nın Orta Asya bölgesinde ve tabiî ki Avrasya bölgesinde, eskiye dönmesini sağlayabilecek ülkelerin başında Ukrayna gelmektedir. Ukrayna’nın konumu, nüfusu ve doğal kaynakları Rusya’ya güçlü yayılmacı devlet olması için 76 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.200 “Gürcistan”, Vikipedi Elektronik Ansiklopedi, 13.03.2007 http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCrcistan 78 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.177 77 96 gerekli maddi kaynakları sağlayacaktır.79 Zengin sanayisi, tarımı ve kalifiye iş gücüyle Rusya için, Karadeniz’in kapısındaki bu ülke jeopolitik bir kayıp olmuştur. Bu kayıp, Rusları siyasi ve etnik kimliklerinin karakterini yeniden düşünmeye iterken, Rusya’yı Karadeniz’deki hâkim konumundan ve Akdeniz ile onun ötesindeki dünya ile ticaretinin geçiş kapısı olan Odessa’dan yoksun bıraktı.80 Bütün bunlara ek olarak; Rusya’nın kayıplarını sınırlandırmak için ortaya attığı Slavik Birlik fikri, Ukrayna’dan yeterli desteği görmüyordu. “Ukrayna’nın yalnızca sınırlı ve büyük ölçüde ekonomik bütünleşmedeki ısrarı “Slavik Birlik” kavramının gerçekleşebilir her türlü anlamını geçersiz kılıyordu.”81 Ukrayna kendi bağımsızlığını garantiye almak için, Rusya’yı sınırlayacak, onun çıkarlarına aykırı politika izlemekten çekinmemektedir. Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın bağımsızlığını kuvvetlendirecek girişimler ile Türkiye’nin petrolün Orta Asya’dan doğrudan Türk terminallerine akması yönündeki çabalarını desteklemiştir.82 Ukrayna Slav ırkından ve tarihi olarak bir devlet oluşumu yaşamamış, sınırları SSCB tarafından oluşturulmuş, hatta daha sonra Kırım bu ülkeye onun tarafından bağlanmış bir ülke olarak, Ruslar tarafından asla hazmedilememektedirler. “Rusya’nın Ukrayna’nın bağımsız statüsünü jeopolitik ve tarihi olarak sorgulaması Amerika’nın emperyalist Rusya’nın demokratik bir Rusya olamayacağı görüşünü güçlendirmiştir.83 Ukrayna’nın, Azerbaycan’ın ve Orta Asya’nın geleceği Rusya’nın ne olacağını tanımlamakta önemli olacaktır.84 Buna ek olarak, Avrupa’nın tümünün güvenliği ve istikrarı için Ukrayna’nın bağımsız bir devlet olmasının önemi küçümsenemez.85 Rusya yeni devletlerin rakiplerine kayışlarını önlemeye ve Orta Asya işbirliğinin oluşumunu engellemeye; bölgesinde Amerika’nın jeopolitik nüfuzu ile Türkiye ve İran’ın mevcudiyetini sınırlandırmaya çalışmaktadır. Rusya bu aşamada bir 79 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.133 81 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.161 82 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.194 83 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.149 84 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72 85 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.160 80 97 ikilemle86 karşı karşıyadır. Bölgeyi dışarıya kapamak için ilk başta olduğu kadar olmasa bile hala siyasi olarak zayıf, kendi başına işleyebilmek için mali olarak güçsüzdür. Mesele klasik anlamıyla emperyalizmi yeniden inşa etmek değildir. Bu hem çok pahalıya mal olacaktır hem de aşırı bir direnişle karşılaşılacaktır. Mesele yeni devletleri bağımlı kılan ve Rusya’nın egemen jeopolitik ve ekonomik konumunu koruyan yeni ilişkiler ağı yaratmaktır. Bunun için seçilmiş araç BDT’dir.87 Bu nedenlerle, “Özbekistan BDT’yi merkezi kontrol aracı olarak gördüğünü açıkça ilan etmiş ve gümrük birliğine katılmayı bile reddetmiştir.88 Bu amaca hizmet için Şanghay İşbirliği Teşkilatını da eklememiz uygun olacaktır. Ancak Rusya’nın bölgeye yönelik en büyük kozu enerjidir. Rusya, bölge ülkelerinin kaynakları ile sevkıyatını kontrol altında tutabilmek için, sonuç alıcı girişimlerde bulunmaya devam etmektedir. Orta Asya petrollerini Türkiye’nin Ceyhan limanına Bakü-Tiflis güzergâhından ulaştıran boru hattı hizmete açılmış olsa bile, nitekim Rusya’nın Kazakistan ve Türkmenistan ile yaptığı yıllık 90 milyar m3’lük doğalgaz alım antlaşması ve bu gazın Rus boru hatları kullanarak Avrupa pazarlarına ulaştırılması planı, Rusya tarafından başarıyla uygulamaya konulmuştur. Aynı plan kapsamında değerlendirilebilecek bir başka gelişmede Trans Karadeniz boru hattı planı olup bu plana yönelik Antlaşma, son Karadeniz Ekonomik İşbirliği Toplantısında Rusya tarafından duyurulmuş ve Yunanistan projeye katılacağını ilan etmiştir. Bu toplantı aynı zamanda Türkiye’nin fikir babası ve kurucu üyesi olduğu KEİT’ nda ne kadar etkisiz olduğunu da ispat etmiştir. Bunlara rağmen; Rusya yeni devletlerde başlamış olan nüfus patlamasını ve ekonomik büyümeye karşı, bu alanlarda kendi ağırlığını ortaya koyamaz. Hatta bu ekonomik gelişimi özellikle enerji boyutunda kendi sistemine bağımlı olarak kontrol altında tutamazsa, özellikle Çeçenistan’da örneği yaşanan milli ve dini diriliş karşında, tüm güney sınırları boyunca sorun yaşayacaktır. “İslamlaşma sürecinin 86 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.197 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.198 88 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.201 87 98 Rusya’da kalan Müslümanlara da bulaşması olasıdır. Sayıları 20 milyonu bulmaktadır. Yani Rus Müslümanlar Rus nüfusunun %13’ünü oluşturmaktadır.”89 Ayrıca, Orta Asya cumhuriyetlerinin Kril alfabesinden ayrılmasını istemeyen Rusya’nın en büyük korkusu olan Arap alfabesi, kabul edilmese bile Latin alfabesi seçilmiş, böylelikle Rusya ile olan bir bağ daha ortadan kalkmıştır. Fakat “Moskova’nın hırsları çok daha geniş bir alanı istemektedir. Çünkü emperyalist hatıraları diğerlerine göre halen canlıdır.90 5.3.1.2 ABD VE ORTA ASYA 91 Amerika Birleşik Devletleri Rimland kuşağı ile SSCB’yi kıta içine hapse etme amacını güderken, bir anlamda 1945 yılından itibaren Avrasya’nın kendi tarafından kontrolünü sağlayacak gerekli hazırlık adımlarını da atmaya başlamıştır. Bu kapsamda ülkesinde meydana gelen 11 Eylül 2001 terör saldırısını bir anlamda fırsat olarak değerlendirmiş, bu sayede Afganistan’a müdahale aracı gibi göstererek Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan askeri üs imtiyazları elde etmiş92, böylelikle Avrasya’daki etkisini pekiştirmiştir. Aynı strateji kapsamında, ikinci Körfez krizini bahane ederek Orta Doğu’yu kontrolü altına almış, sınırları Çin, Rusya ve Kuzey Afrika’dan geçen Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesini ortaya atmıştır. Genişletilmiş Orta Doğu Projesi bölge ülkelerin tarafından hoş karşılanmazken, Irak işgali arzu edilen şekilde gelişmemiş, 2003 yılından itibaren önce Özbekistan sonra Kırgızistan Rusya’nın da etkisiyle Amerika’nın üs imtiyazlarını iptal etmişler ve bölgedeki askerlerini geri çekmesini istemişlerdir. Bunlara ek olarak, 2004 yılında Şanghay İşbirliği Örgütünün Astana Zirvesi’ne, Hindistan’ı, Pakistan’ı ve İran’ı gözlemci olarak çağırması, ABD’nin bölgedeki hareket kabiliyetini iyice kısıtlamıştır. 89 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.187 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.191 91 ABD’nin Orta Asya politikası konusunda daha detaylı bilgi için Bknz: Bal, İdris. “ABD’nin Orta Asya…”. 92 Birsel, Arka Bahçe …., s.57. 90 99 ABD, dünya nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturmasına karşın dünya enerjisinin dörtte birinden fazlasını tüketmektedir. 2001 yılı Mayıs ayında Dick Cheney, gelecek 25 yılda Amerika’nın enerji talebinin nasıl garanti altına alınacağını gösteren Ulusal Enerji Politikası raporunu açıklamıştır. Dış İşleri Bakanı Colin Powell’in da aralarında olduğu raporu yazanlar, “enerji güvenliği politikasını Amerikan ticaret ve dış politikasının bir önceliği haline getirmesini” ABD Başkanı’na tavsiye etmiştir.93 Bahse konu raporda; Orta Doğunun dünya petrol güvenliği ve ABD’nin uluslar arası enerji politikası açısından merkezi önemini koruyacağı kabul edilirken, “Politikamız küresel ve aydınlatıcı olacak ve küresel enerji dengesi üzerinde büyük etki yaratacak yeni bölgelerin ortaya çıkmasını sağlayacak” denilmiştir. Raporda, Hazar Havzası’nın “hızla büyüyen yeni enerji sahası” olarak öne çıktığı vurgulanırken, “güçlü, şeffaf ve istikrarlı bir ticaret ortamı ve altyapı projeleri için Kazakistan, Azerbaycan ve diğer Hazar devletleriyle ticari diyalogun daha da geliştirilmesi önerilmekteydi.94 Körfez’e olan bağımlılığın ne kadar tehlikeli olduğu, 1990 yılı Ağustos ayında Irak Diktatörü Saddam Hüsseyin’in Kuveyt’i işgal edip dünya petrol rezervlerinin beşte birine hükmetmeye başladığında ortaya çıkmıştı. Irak’a müdahaleden bu yana ABD Donanmasına ait Beşinci Filo, dünya ekonomisinin yumuşak karnı Hürmüz Boğazında devriye gezmektedir ve Minik Arap Devletlerini Amerikan kuklasına dönüştüren bu daimi askeri varlığın maliyeti, yıllık tahmini 50 milyar ABD Dolarıdır. 2003 Irak İşgali ise, ABD vergi mükelleflerine 80 milyar ABD Dolarına mal olmuştur.95Bu rakam her gün artmaktadır. Körfez bölgesi, ABD’nin her gün ithal ettiği ve tüm enerji ihtiyacının yarısını oluşturan 11 milyon varil ham petrolün beşte birini karşılıyor. Orta Doğu dışındaki petrol kuyuları tükenmek üzere olduğundan, OPEC’in dünya pazarındaki payı yüzde 60’ı aşacaktır. Bu dünya petrol rezervlerinin dörtte birini elinde tutan ve dolayısıyla Batı’ya fiyat dikte ettirebilen Suudi petrol şeyhlerinin siyasi nüfusu daha da 93 Kleveman, The New Great ….s. 5 Kleveman, The New Great ….s. 6 95 Kleveman, The New Great ….s. 6 94 100 arttıracaktır. Bununla birlikte Washington’daki birçok kişi Suudi gücünden rahatsızdır. Özellikle 11 Eylül 2001’de hemen hemen tüm uçak korsanlarının Suudi olduğu ortaya çıktıktan sonra, çöl krallığı giderek daha fazla can sıkıcı ve tehlikeli bir müttefik olarak görülmeye başlanmıştır.96 Bununla birlikte radikal İslami grupların yozlaşmış Suudi hanedanlığını yıkabileceğinden, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana Suudi topraklarında bulunan Amerikan ordusunu petrol fiyatlarını düşük tutarak “tarihteki en büyük hırsızlığı” yapmakla suçlayan Usame Bin Ladin’den ilham alan bu radikal grupların, Batılı “kâfir”lere akan petrol akışını durdurabileceğinden endişe edilmektedir.97 Suudi petrol şeyhlerine olan bağımlılığı azaltmayı hedefleyen ABD, yıllardır “enerji kaynaklarını çeşitlendirme” politikası izlemektedir. Bu strateji, istikrarsız Orta Doğu dışında kalan petrol kaynaklarının güvenliğini ve denetim altında olmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Başkan Clinton döneminin Enerji Bakanı Bill Richardson, Hazar bölgesinin bu stratejiye nasıl uygun olduğunu açıklamıştı: “Bu politika Amerika’nın dünya çapında petrol ve doğalgaz kaynaklarını çeşitlendirmesini öngören enerji güvenliğiyle ilgilidir. Bu politika, aynı zamanda, bizim değerlerimizi paylaşmayan kimselerin stratejik saldırılarını önlemeyi öngörür. Biz yeni bağımsız ülkeleri Batı’ya yönlendirmeye çalışıyoruz. Diğer yönlere sapmalarını istemiyoruz. Boru hattı haritamızın ve izlediğimiz politikanın doğru olduğunu görmek bizim için son derece önemlidir.” 98 Richardson’ın sözünü ettiği “boru hattı haritası” Yeni Büyük Oyun’un en tartışmalı unsurlarından birisidir ve son 10 yılda Kafkaslarda ve Orta Asya’da sonu belli olmayan çatışmalara ve savaşlara yol açmıştır. Bugün Rusya, yeni petrol boru hatlarının eskiden olduğu gibi Rusya’nın kuzeyindeki yolu izlemesi gerektiğini savunuyor. Bununla birlikte ABD, petrolü Rusya’nın pençesinden uzak tutmaya ve güneyde İran üzerinden geçecek boru hattı planlarını engellemeye çalışmaktadır. 96 Kleveman, The New Great ….s. 7 Kleveman, The New Great ….s. 7 98 Kleveman, The New Great ….s. 8 97 101 Amerika önderliğindeki Afganistan harekâtı, Orta Asya’daki jeostratejik güç dengelerini kökten değiştirmiştir. Bu önemli bir soruyu beraberinde getiriyor: Hazar Denizi’ndeki petrol arama çalışmalarıyla, Orta Asya’da sürdürülen teröre karşı savaş arasında bir ilişki var mıdır? Washington’un Afganistan’daki Askeri varlığı öncelikle uluslar arası terörizmi hedef alıyor görünmesine karşın, Amerikan karar alıcıların Orta Asya’da diğer çıkarlarının da peşinde olmadığını varsaymak aptalca olacaktır.99 Hazar enerji kaynakları savaş nedeni olmayabilir ama bu kaynaklar, Bush yönetiminin Orta Asya’daki Amerikan nüfuzunu artırmak için kullandığı terörle savaşın karşılığı olacaktır.100 En azından girişimlerin bu yönde olduğu söylenebilir. “Amerika’nın temel çıkarı, Orta Asya jeopolitik alanını hiçbir gücün tek başına yönetmemesini garantiye almak ve küresel topluluğun buraya mali ve ekonomik ulaşımının engellenmemesini sağlamaktır.”101 Bunun için bölgenin öncelikle istikrarını koruması ve taşların yerine oturtulması gerekmektedir. “Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrasya jeostratejisinde bölgesel dengenin kurulması ve güçlendirilmesi temel hedef olmalıdır.”102 Amerika Birleşik Devletleri için en tehlikeli senaryo Çin’in önderliğinde Çin, Rusya ve belki de İran’ın büyük koalisyonudur.103 Bu senaryonun gerçekleşmesini engelleyecek adımlar ise bölge ülkelerinin güçlendirilmesi ile atılmaya çalışılmaktadır.“ABD’nin güçlü ekonomik desteğini hak eden devletler, Azerbaycan, Özbekistan ve Ukrayna’dır. Her üçü de jeopolitik eksendir.”104 Ancak Ukrayna’da politik istikrarsızlık söz konusu olabilecektir. Ülkenin Doğu kısmında yaşayan halk Rusya taraftarıdır ve bu grubu halen görevde bulunan başbakan temsil etmektedir. Azerbaycan Ermenistan çatışması devam etmektedir. Özbekistan’da ise siyasi sorunlar görülmekte ve bunlar sert önlemler ile bastırılmaktadır. ABD Irak’ta nedeniyle iç ve dış politik arenada düştüğü bu zor durumda kurtulmaya çabalamaktadır. Ancak bu son derece hassas bir şekilde çözülmesi 99 Kleveman, The New Great ….s. 9 Kleveman, The New Great ….s. 9 101 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.206 102 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.209 103 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.83 104 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.207 100 102 gereken bir problemdir. Görülen o ki henüz çözümü bulamayan ABD zararı azaltma tedbirlerine başvuracaktır. Eğer ABD Irak’tan çok daha büyük yangınlara sebep olmadan sıyrılabilirse, Orta Asya ve Kafkaslara daha fazla odaklanabilecektir. Bilindiği üzere ABD bu amaca hizmet etmek için, Rusya’nın elini zayıflatacak ve Türkiye’ye olan bağımlılığı azaltacak Romanya ve Bulgaristan’daki askeri üs kurma çalışmalarına devam etmektedir. 2007 yılında başlatıldığı kabul edilebilecek bu sürecin 2010 yılına kadar tamamlanması umulabilir.105 ABD’nin Orta Asya’ya yönelik politikaları önümüzdeki yıllarda daha ciddiyetle ele alması kuvvetle muhtemeldir. Bölgedeki enerji merkezlerini kontrol eden Çin’i, Rusya’yı, Hindistan’ı dolaylı olarak AB ülkelerini ve Türkiye’yi enerjiye bağımlılıkları nedeniyle kontrol edebilecektir. Hiçbir büyük oyuncunun bu stratejik avantajı göz ardı edecek lüksü yoktur. Bu nedenle geliştireceği, belki de geliştirmek zorunda kalacağı politikaların etkisinden tüm bölge etkilenecektir. Bunun olumlu olup olmayacağını söylemek için son derece erken olsa bile, günümüz koşullarında ABD’nin bölgeye yönelik olarak geliştirebileceği bu politikaların Türkiye tarafından yeterince desteklenmesi beklenmemelidir. Bununda ötesinde politik uyuşmazlıkların olabileceği de göz ardı edilmemelidir. 5.3.1.3 ÇİN VE ORTA ASYA “Bölgedeki enerji kaynakları ile ilgilenen Çin’in genel jeopolitik çıkarları Rusya’nın egemen rol meselesiyle çatışmakta, Türkiye’nin ve İran’ın arzularını tamamlamaktadır.”106 Çin doğal olarak bölgedeki devletleri Rusya’ya karşı tampon olarak düşünmekte, Rusya’nın kontrolüne tabi olmadan bölgenin kaynaklarına ulaşmayı hedeflemektedir. Gün geçtikçe enerjiye olan ihtiyacı artan Çin, bu maksatla Türkmenistan ve Kazakistan ile işbirliği yolları aramakta ve bu ülkelerden ülkesine doğru doğalgaz ve petrol boru hattı inşası planlamaktadır. Ruslar Orta Asya’da Kazakistan ve Türkmenistan ile yaptığı doğalgaz alımı ve transferi (Prikaspiiky boru hattı düzenlenerek) anlaşması ile önemli bir aşama 105 106 Birsel, Arka Bahçe …., s.60. Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.194 103 kaydederken; dünyanın on üçüncü, bölgenin Rusya ve Türkmenistan’dan sonra üçüncü doğalgaz üreticisi olan Özbekistan, Çin ile yılda otuz milyar metreküp doğalgaz ihracatını içeren doğrudan satış anlaşması imzalamıştır. 530 kilometrelik boru hattı yapımını içeren anlaşma Rusya’nın bölgedeki manevralarına ciddi bir darbe oluşturmuştur.107 Enerji ve geri bölge güvenliğini sağlamak maksadıyla “Çin Rusya’nın Orta Asya’daki egemenliğinin yeniden kurulmasına karşı çıkacaktır.”108 Çin bölge ülkelerine yönelik ABD etkisine de olumlu bakmayacaktır. Ayrıca Türkiye’nin yaklaşımlarını şüpheyle değerlendirecektir. Çin için ideal durum halen mevcut olan durumdur. Zayıf komşular Rusya ile arasında tampon oluşturmuşken, bölgeye Rusya geri dönememiş ve ABD etkisi sınırlı kalmış. Bu nedenle Çin’in dışında kalacağı her hangi bir işbirliğini desteklemesi veya hoş görmesi, en azından şüpheyle karşılamaması beklenmemelidir. “Çin Sincan (Xinjiang) Eyaletindeki Türkî azınlıkların, bağımsızlığını yeni kazanmış Orta Asya devletlerini kendileri için cazip bir örnek olarak görmelerinden de tedirginlik duymaktadır.109 Bu duruma tedbir olarak Çin’in bölge ülkelerine yönelik politikalar geliştirmesi beklenmelidir. Buna bölge ülkelerine yönelik toprak ihtilafı söylemleri ile Çin nüfusunun bölgede yıllara bağlı olarak artırılması ve bunun daha sonra politik güç olarak kullanılması da dâhil edilebilir. Çin halen çok aktif olmasa bile bölge üzerinde en büyük oyuncu olmaya adaydır. 5.3.1.4 İRAN VE ORTA ASYA “Siyasal ve kültürel açıdan Orta Asya’da 15. yüzyıla kadar İran’ın başat etkisi söz konusuydu; bu andan itibaren Türkî nüfus ezici dilsel, kültürel ve siyasal üstünlük sağladı.”110 Osmanlı İmparatorluğunda 1839 yılında başlayan reformlar bölge halkının yönünü diğer tüm modernleşme taraftarı olan Müslüman halklar gibi 107 “Rusya’nın Yükselen Homurtusu”, Ankara, Military Science & Intelligence (MSI) Stratejik Haber Dergisi, sayı 22, UMSA Ltd., 2007, s.66. 108 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.72 109 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.194 110 Karpat, “Türkiye ve….. s.313. 104 İstanbul’a çevirmiştir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Türkleri arasındaki ilişkiler o kadar ileri gitti ki; Rusya Türkleri Osmanlı’daki Pan-Türkçülük akımlarının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Fakat bu etkileşim SSCB’nin kurulmasını müteakip 1920 yılına kadar hızla ortadan kalmıştır.111 Sovyetler Birliği yıkılana kadar da böyle kalmıştır. Sovyetler Birliğinin yıkılışını müteakip ortaya çıkan ortamda Orta Asya ülkelerine yönelik politika geliştirmede İran’ın başlangıçta önemli bir dezavantajı vardır. Batı ülkeleri, başta ABD, İran’ın bölgede ne aktif rol almasını ne de bu ülkelere rol model olmasını istemektedirler. Aynı durum Rusya içinde geçerlidir. Rusya İslam yayılmacılığından son derece çekinmektedir ve bu nedenle İran’ı radikal rejimi ile en yakın tehdit olarak görmektedir. Her iki tarafta, yani Rusya ve Batı ülkeleri, İran’ın karşısına denge unsuru olarak Türkiye’yi sürmüşler ve Türkiye soğuk savaş sonrasında azalan önemini yeniden ihya edecek olan bu çözüme oldukça olumlu yaklaşmıştır. İran’ın Türkiye karşısında rakip olarak bazı zayıflıkları söz konusudur. Her şeyden önce Türkiye yüksek enflasyonuna rağmen dışardan bakan bölge ülkeleri için daha zengin ve batılı görünmektedir. Yani bu anlamda en azından ekonomik açıdan görmek istedikleri geleceklerini temsil etmektedir. İran diğer pek çok açıdan da zamanın gerisinde görülmektedir. Türkiye ulus devlet olarak da İran’a göre daha başarılı görülmektedir. Tabi bu görüşlerinde başta ABD olmak üzere diğer Batılı ülkelerin Türkiye’ye verdikleri açık desteğin, mesaj olarak bölge ülkeleri tarafından yeterince iyi anlaşılmış olmasının da etkisi yok değildir.112 Azerbaycan’da 1992 yılında gelişmeye başlayan olaylar İran’da alarm zillerinin çalmasına sebep olmuştur. Dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey ülkenin dilinin adını “Azeri”den, “Türkçe”ye değiştirmiş, İran’da yaşayan Azerilerin bulunduğu bölgeyi “Güney Azerbaycan” olarak adlandırmış ve İran’ın yakın bir gelecekte dağılarak iki Azerbaycan’ın birleşeceğini iddia etmiştir. Bu durum İran’ı Rusya ile ittifaka iterken, Ermenistan’a destek vermesine neden olmuştur. Sonuçta 111 112 Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 313–314. Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 315–319. 105 Ermenistan ile Azerbaycan arasında ateşkes antlaşması imzalanırken masada Rusya ve İran yer alabilmiş ancak Türkiye dışlanmıştır.113 Türkiye’nin Azerbaycan – Ermenistan savaşında kaybettiği saygınlık İran’a arzu ettiği kazancı getirmemiştir. Başta Müslüman Azerilere karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemesi vatandaşları tarafından hoş karşılanmamış ve olay Azeri azınlık tarafından protesto edilmiştir. Örneğin İran’ın ortaya attığı, Azerbaycan ve Orta Asya’da yaşayan halkın gerçekte Türkleştirilmiş Acemler olduğu tezi, Özbekler tarafından Tacikistan’da yaşayan halkın aslında Farsça konuşan Özbekler olduğu tezi ile karşılık görmüştür. İran, bölge ülkelerinde yürüttüğü kampanyasını desteklemek için, her yıl elde ettiği petrol gelirlerinden ayırdığı % 10 fona rağmen arzu ettiği sonucu elde edememiştir.114 Faaliyetlerini odakladığı Türkmenistan’ın eski Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov (Türkmenbaşı) ülkesinin Türkî adet ve göreneklerinin Farsi etkilerden daha ağır bastığını söyleyerek bir anlamda bu durumu izah etmiştir.115 Zaten bu durum İran’ı huzursuz etmektedir. Çünkü Türkî geleneklerin Türkmenistan’da ağır basması demek, kendi sınırları içinde yaşayan Azeriler üzerinde aynı etkiyi göstermesi demektir. “İran’da Azerbaycan topraklarındakinin iki katı Azeri bulunmaktadır. Bazı tahminlere göre bu sayı yirmi milyona ulaşmaktadır.116 Bu gerçek, İran’ın içindeki Azerilerin potansiyelinden korkmasına, her iki millet de Müslüman olmasına rağmen Azerbaycan’ın bağımsız durumuna şüpheyle yaklaşmasına sebep olmaktadır. Azeriler İran’ın ulusal birliğini tehdit edecek durumdadır. Eğer Azerbaycan istikrarlı bir siyasi ve ekonomik gelişme sağlarsa, İran Azerileri daha büyük Azerbaycan düşüncesini gittikçe daha çok benimseyecektir.117 Böyle bir durum Azerbaycan ile İran arasında sıcak bir çatışma yaratabileceği gibi bir çeşit soğuk 113 Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 329–330. Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 334–337. 115 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 338 116 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.182 117 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.189 114 106 savaş hali de yaratabilir. Bu durumda Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemesi beklenmelidir. “Türkler kendilerini uzun zamandır Rus baskısı altında olan kardeşlerinin özgürleşmesinde sorumlu görmekte ve kendilerine bu rolü biçmektedirler. Türkler ve Farisiler bölgede tarihi rakiplerdir. Bu rekabet son zamanda yeniden canlanmıştır”118 ve İran, Türkiye ve Azerbaycan ilişkileri üzerinde potansiyel tehlikedir. İran azınlık hassasiyeti nedeniyle Türkiye’nin politikalarını önlemeye çalışırken, Rusya’ya destek olur yönde politika yürütmektedir. 119 Tacikistan bölgede İran’a etnik olarak yakındır. Kril alfabesinden vazgeçerken tercihini Arap alfabesi yönünde kullanmıştır. İran’ın bu ülke üzerinde etkilerinin sürmesi beklenebilir. Bununla birlikte Tacikistan’da bulunan büyük orandaki (% 40) Türk soylu azınlık, Türk – İran ve diğer Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerde bir başka boyutta sorun yaratma potansiyeli taşımaktadır. İran bölgede önemli bir jeostratejik oyuncu, bir “jeopolitik eksen” olsa da, mevcut hassasiyetleri bölgeye istikrardan çok istikrarsızlık getirme olasılığını artırmaktadır. Bu durum Avrasya Balkanlarını daha patlayıcı hale getirmektedir.120 “İran’ın gelecekteki yönelimi daha da sorunludur. 70’lerin sonlarında zafer kazanan kökten dinci Şii devrimi, “Thermidorion” evresine giriyor olabilir. Bu da İran’ın jeostratejik rolündeki belirsizliği artırmaktadır.”121 “İran’ın Amerika Birleşik Devletleri düşmanlığı, Azerbaycan’ın yeni kazandığı bağımsızlığın kendi içinde yarattığı endişelerle desteklenerek, Tahran’ın en azından taktiksel olarak Moskova’yı öncelemeye meylettirmiştir.122Bu gerçek İran’ın Orta Asya ülkelerine yönelik geliştireceği politikaları da sınırlamaktadır. “Türkiye’yi Tatarlar, Azeriler ve Özbekler için cazip kılan çeşitli faktörler arasında İslam pragmatik (faydacı) açıdan en az önemi taşımaktadır.”123 Bu nedenle de İran bölgeye yönelik olan en büyük kozunu kaybetmektedir: din üzerinden 118 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.191 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.73 120 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.187 121 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.189 122 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.189 123 Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.9 119 107 politika geliştirmek. Sovyetlerden kalan seküler etkinin altında olan Orta Asya ülkeleri için din günümüzde iyi bir anahtar değildir. Aslında İran’ın dini durumunun Orta Asya’da önceden de kabul gördüğünü söylemek mümkün değildir. İran’ın Şiiliği Azerbaycan hariç Sünni olan diğer Orta Asya ülkelerine tarihteki siyasal düşmanlıkları hatırlatmaktadır.124 Tüm bu karşılıklı hassasiyetlere rağmen Orta Asya ülkeleri de, Türkiye de İran ile olan ilişkilerini mümkün olduğu kadar kontrollü ve yapıcı geliştirmeyi tercih etme durumdadırlar. Örneğin, Türkmenistan İran’dan vazgeçememektedir. Denizlere kapalı bir kıta ülkesi olması nedeniyle doğal kaynaklarını ve diğer ticaretini çevre ülkelere bağlı olarak yürütmektedir. Türkmenistan’ın en büyük gelir kaynağı olan doğal gazın dış piyasalara Rusya olmadan ulaştırılabilmesi için İran’a ihtiyaç vardır. Çünkü Hazar Denizinin ihtilaflı durumu Azerbaycan-Türkmenistan boru hattı üzerindeki çalışmaları engellemektedir. İran batıya gidecek boru hattının güzergâhında olduğu gibi Basra körfezi üzerinden de gerek Türkmenistan’a ve gerekse de diğer Orta Asya ülkelerine dünyaya açılma imkânı sunabilecektir. Aslında halen Türkmenistan ile İran arasında 1994 yılında imzalanmış, Türkmenistan’ın gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak 4.000 km.lik boru hattı inşası anlaşması mevcuttur.125 13 yaşındaki bu ölü anlaşmanın, Türkiye tarafından günümüzde desteklenmesi beklenebilir. Ayrıca Türkiye İran’ın güney batısında bulunan Güney Pars doğalgaz yataklarından bir kısmının işletebilmesine yönelik çalışmalar yürütmektedir. Bu kapsamda bir de İran’ın bahse konu bölgesinden Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya ulaştırılacak bir doğalgaz boru hattı üzerinde Türk ve İran tarafları çalışmaktadır. Öte yandan İran nükleer silah geliştirdiği düşüncesiyle başta ABD olmak üzere Batı dünyası tarafından alenen suçlanmaktadır. İran’ın politik yalnızlığı derinleşmektedir. ABD’nin İran’a askeri müdahalede bulunabileceği ihtimali dünya kamuoyunda tartışılmaktadır. Ayrıca İran’ın ekonomik durumu yeterince güçlü 124 125 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 346 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 370 108 değildir. Tüm bunlar İran’ın dünyada olduğu gibi Orta Asya’da etkin bir politika geliştirmesine engel olmaktadır. “İran’daki iç gerginliklerin daha kötüye gitmesi büyük bir olasılıktır, böyle bir durum bu volkanik bölgede oynadıkları dengeleyici rolü de zayıflatacaktır.”126 Sonuç olarak İran’ın bölgede Türkiye’ye yönelik bir etkinlik yürütmesi son derece zor görülmektedir. Öte yandan gelecekte, İran’da yaşayan Azeri Türkleri her zaman için İran ile Azerbaycan ve Türkiye ile İran arasında sorun teşkil edebilecektir. Türkiye ile Azerbaycan her hangi bir girişimde bulunmasalar bile her zaman potansiyel şüpheli durumunda olacak127 ve İran benimsediği bu görüşe göre davranacaktır. Öte yandan milliyetçiliğin yükseldiği günümüzde, düşükte olsa böyle bir ihtimal söz konusudur. Yani Azerbaycan ile İran arasında İran’da bulunan Azeriler yüzünden sorun yaşanması ihtimali söz konusudur. Bununla birlikte Türkiye başta enerji olmak üzere bu ülkeyle işbirliğini zor şartlar altında dahi geliştirmeye devam etmeli, kendi bağımsız politikasını uygulamalıdır. Özellikle doğalgaz konusunda yapılacak yatırımlar ile Orta Asya ülkelerinin doğal gaz kaynaklarının Türkiye ulaştırılması ikinci tercih olsa bile değerlendirilmelidir. Bu konuda gelebilecek siyasi baskılar Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarını olumsuz etkileyebilecektir. İran ile söz konusu olan azınlık Türkler sorunu, Avrasya işbirliğini de zehirleyen unsurlardan birisidir. 5.3.1.5 TÜRKİYE VE ORTA ASYA 128 SSCB’de 19 Ağustos 1991 darbe girişiminden sonra, Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, Cumhuriyet ve Bölgelere “alabildiğiniz kadar özgürlük havası alın”129 derken kuvvetle muhtemel ülkenin param parça olabileceğini tahmin etmemiştir. Bu irade serbestîsini kullanan ülkeler de bir süre bunun gerçekliğinden şüphe edecek 126 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.80 Graham E. Fuller, “Türkiye’nin Yeni Doğu Politikası” E. Fuller Graham ve Ian O. Lesser (der.), Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç) Alfa Yayınları, İstanbul, 2000, s.108. 128 Türkiye’nin Orta Asya politikası ve Türk Modeli ile ilgili daha detaylı bir çalışma için Bknz: Bal, İdris. Turkey’s Relations with…. 129 İlyas Kamalov, “Stratejik Öngörü 2006: Rusya Federasyonu; Gelişmeler, Temel Sorunlar, Muhtemel Senaryolar ve Ana Aktörler”, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 2006, s.23. http://www.asam.org.tr/temp/kitap118.pdf 127 109 şekilde davranmışlardır. Özellikle Orta Asya ülkeleri mevcut Rus azınlığın tedirginliği ile bağımsızlıklarını hemen derhal ilan etmekten çekinmişlerdir. SSCB devletleri içinde ve dışında kimse ne yapacağını tam olarak kestiremez, Türkiye Moskova karşı temkinli davranmaya çalışırken, Kazakistan Cumhurbaşkanı (o dönem ki Kazak lider) Nursultan Nazarbayev Eylül 1991’de Türkiye’yi ziyaret etmekte ve o zamana kadar gündeme gelmeyen görüşmeler yapılmakta, “21. yüzyılın Türk yüzyılı olacağı” 130 konuşulmaktadır. Hemen akabinde Türkiye Azerbaycan’ın 30 Ağustos 1991’de, Özbekistan ve Kırgızistan’ın 31 Ağustos 1991’de bağımsızlık ilan etmeleriyle, kendi içinde zor durumda kalmıştır.131 Çünkü Türk Dış politikasına göre radikal sayılabilecek, tedbiri elden bırakan politik manevralara girişmesi gerekmektedir ve Türkiye bunu alışılmadık bir cesaretle, hızlı bir şekilde icra etmeye başlayacaktır. Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya 8 Aralık 1991’de Minsk’te BDT’yi kuran anlaşmayı imzalayarak fiilen SSCB’yi sona erdirirken, Türkiye, henüz SSCB’nin dağılışı resmen ilan edilmeden, hatta bağımsızlığının tanınması için de ilgili ülkelerden talep gelmeden, SSCB’den ayrılacak devletleri tanımış (15 devlet) ve kendileriyle diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğunu ilan etmiştir. Türkiye böylelikle, tüm Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetlerini tanıyan ilk ülke olmuştur. 132 Üye devletler tarafından 21 Aralık 1991 Almatı toplantısında SSCB resmen sona erdirilirken, sadece Bir gün sonra Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev, Türkiye’ye gelerek Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalamıştır. Benzer anlaşma Ocak 1992’de yine Ankara’da Azerbaycan ile de imzalamıştır. Akabinde 28 Şubat–6 Mart 1992’de Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin tüm Türk cumhuriyetlerini, ardından iki ay sonra Başbakan Demirel Orta Asya ülkelerini ziyaret etmiştir. Türkiye hızla Moskova merkezli politikasını terk ederken, bahse konu ülkelerle 1993 yılına kadar 140’dan fazla ikili anlaşma imzalanmıştır.133 Bağımsızlıklarının birinci yılında 130 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.107. Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., ss.104-105. 132 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.106. 133 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.106. 131 110 1200’den fazla Türk delegasyonu bu devletleri ziyaret etmiştir.134 1991–1993 döneminde “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türkçe konuşan halklar” söylemi giderek yaygınlaşmıştır.135 Bu süreçte Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’daki etnik Türkler arasındaki ayırım pratikte muğlâklaşmış ve Nazarbayev’in Eylül 1991 ziyareti sırasında ifade ettiği gibi, 21. yüzyıl “Türk Yüzyılı” olarak hayal edilmeye başlanmıştır.136 Türkiye heyecanlıdır. Çünkü derinden hissettiği yalnızlığı sona ermiştir ve kendine doğal müttefikler bulmuştur. Daha önce de bahsedildiği gibi bu heyecan, İran korkusundan doğan Batı dünyasının desteği ve Rusya’nın sessiz kalmasından kuvvet almıştır. Ardından 16–19 Aralık 1991’de Ankara’yı ziyaret eden Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov ve 22–26 Aralıkta gelen Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev Türkiye’den bekledikleri desteği açıkça ilan etmişleri Türkiye’yi karşı konulması zor bir konuma oturtmuştur. Kerimov Türkiye’den örnek alınacak “ağabey” olarak bahsederken, acilen ekonomik, siyasi ve kültürel yardım istemekte, Akayev ise Türkiye’yi “sabahyıldızı”na benzetmektedir. Bu gün geriye dönüp baktığımızda Orta Asya Kafkas Cumhuriyetlerinin yeni bir “ağabey” istemediklerini ve Türkiye’nin bu role soyunarak bu cumhuriyetleri ürkütmüş olduğunu söylemek kolaydır. Fakat unutulmaması gereken, 1991’de bu devletlerin bağımsızlıklarının desteklenmesi ve dünyada tanınmalarının sağlanması konusunda Türkiye’nin desteğine şiddetle ihtiyaç duydukları; Orta Asyalı liderlerin de belli ölçüde uzun zamandandır unutulmuş “Türklük hissinden en azından bu ilk dönemde etkilendikleri ve bunu da Türkiye’ye yansıttıkları söylenebilir.137 Türkiye, bu moral şartlar altında, İsmail Gaspirali’nin “Dilde, fikirde, işte birlik” sloganını gündeme getirerek, işbirliği için alanlar arayışına girmiştir.138 Bu ülkelerin Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan Ekonomik İşbirliği Teşkilatına üye olmalarını sağlamıştır. Ancak; Türkiye, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, 134 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.108. Fuller, “Türkiye’nin Yeni ….. s.87. 136 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.107. 137 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya..., s.108 138 Winrow, Turkey in Post-Soviet…, s. 14. 135 111 Kazakistan ve Azerbaycan devlet başkanlarının katılımıyla 1992 yılında yapılan ilk Devlet Başkanları zirvesi tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Dönemin Başbakanı Turgut Özal; açılış konuşmasında 21. yüzyılın Türklerin çağı olacağını vurgulamış, bunun için ortak Türkî pazarın ve Türkî Geliştirme ve Yatırım Bankasının kurulmasını istemiştir. Ancak Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov’un uluslar üstü bir enstitünün kurulmasını reddetmesi, Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev’in ülkesindeki hassas etnik yapı yüzünden, etnik ve din temelli her hangi bir şeyi imzalamak istememesi nedeniyle; zirve, kültür, eğitim, dil, güvenlik, parlamenter ve adalet işleri ile ekonomi konularında işbirliği geliştirilmesi ihtiyacının açıklanması ile sonlanmıştır. Bahse konu zirvede KKTC’nin desteklenmesi hususunda da Türkiye herhangi bir başarı elde edememiştir. KKTC konusunda atılacak her hangi bir adımın kendilerine karşı kullanılabileceği düşüncesi ülkeleri bu konudan uzak durmaya zorlamıştır. Öte yandan 1992 Taşkent Güvenlik Anlaşmasından sonra Moskova ile ilişkileri zedelememek isteyen bölge ülkeleri Karabağ konusunda da gerekli desteği sağlamamışlardır. Zirvedeki sonuçların temel nedeni Türk politikacıların yanlış hesaplarıdır. Kısa bir uykudan sonra Rusya Orta Asya’ya yeniden odaklanmıştır. Orta Asya ülkeleri bölgelerindeki karışıklıklar nedeniyle, hala Rusya’nın güvenliğine (en azından tehditlerine değil) ihtiyaç duymaktadırlar, ekonomileri için Ruble bölgesinde kalmak ve Moskova’nın bazı sübvansiyonlarından yararlanmak istemektedirler, Rusya’nın Pan-Türkizm korkusunu tahrik etmek istememektedirler, Türkiye’nin sınırlı olanaklarına bağımlı kalmak istemezken diğer ülkelerden ek finansal ve politik destek almak istemektedirler.139 O dönemin şartlarında anlaşılır olan bu durum doğal olarak yıllara bağlı olarak değişecektir. İlk şaşkınlıklar üzerlerden atıldıkça, bağımsızlık güçlenip, doğallaşıp, sorgusuz hale gelince ülkelerin politik yaklaşımlarında da bazı değişikler beklemek son derece normal olacaktır. Zirvenin başarısız olmasının en büyük sebebi, gündeminin son derece büyük başlıklar içermesidir. Onlarca yılda atılması gereken adımların bir anda atılmasının istenmesinin, tepki veya en azından çekingenlik yaratması beklenmemiştir. En sıcak örnek Avrupa Birliği Anayasasıdır. Bunca yıllık çalışma ve aşılan mesafelerden sonra, tedirginlik, şüphe ve/veya çekingenlik yaratan AB 139 Winrow, Turkey in Post-Soviet…, ss.20-21 112 Anayasası, Fransa ve Hollanda’da reddedilerek, süreç durdurulmuştur. Avrupa Demir Çelik Topluluğunun Avrupa Ekonomik Topluluğuna dönüşmesi sürecinin incelenmesi durumunda, Türkiye tarafından ortaya atılan tekliflerin diğer ülkeler için ne kadar fazla ve hızlı olduğu anlaşılacaktır. Aslında bu gelişmeler sonucunda yapılabilecek tespit; “Türkiye’nin soğukkanlı bir diplomasinin ilk şartı olan rasyonel değerlendirme yapabilmek için gereken psikolojik teenniyi devreye sokamamış olduğudur.”140 SSCB sonrasında birden bire ortaya çıkan Türk devletleri Türkiye’yi şaşkınlığa itse bile, aslında Atatürk buna hazırlıklı olunmasını aşağıdaki şekliyle söylemiştir. Bugün, Sovyetler Birliği bizim dostumuzdur, komşumuzdur ve müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız var. Faka gelecekte ne olacağını kimse bilemez. Osmanlı İmparatorluğu gibi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi o da dağılıp çökebilir. Ellerinde tuttukları toplumlar onlardan ayrılabilir. Yeni bir dünya düzeni kurulabilir. Türkiye o zaman ne yapacağını bilmelidir. Dostumuzun himayesi altında, aynı orijine sahip olduğumuz, aynı dili ve dini paylaştığımız kardeşlerimiz bulunmaktadır. Onları korumaya hazırlıklı olmalıyız. Hazır olmak öylece oturup o günü beklemek değildir. Hazırlık yapmalıyız. Uluslar nasıl hazırlık yaparlar? Bağlarını sıkı tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür…Geriye dönüp köklerimize bakarak olayların böldüğü tarihsel birliğimizi yeniden yaratmalıyız. Onların daha yakına gelmesini bekleyemeyiz. Bizlerin, ‘Dışarıdaki Türklerin’ onlara daha yakınlaşması gerekir.141. Ancak bu uyarının arzu edilen sonucu doğurmadığı bahsedilen zirve sonucunda açıkça görülmüştür. 1994 yılında düzenlenen ikinci zirve ilkine göre daha olumluydu ancak yine de eylem boyutunda herhangi bir şey ortaya çıkaramamıştır. Sonuç bildirinde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı duyulması, “en ekonomik yoldan” ve “”en kısa zamanda” petrol ve doğalgaz boru hatlarının kurulması ile kültür, eğitim ve dış ilişkiler bakanları arasında düzenli toplantılar yapılmasına karar verilmiştir. Burada dikkat edilecek en önemli husus olan petrol ve doğalgaz hatlarında Türkiye’nin adının geçmemesi ve muğlâk ifadeler kullanılmasıdır. 140 141 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslar Arası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2001. s.487 Gönlübol ve Sar, Atatürk ve…, s.90. 113 2000 yılına kadar toplanan 6 Türk Zirvesi benzer şekilde sonuçlanmıştır. Orta Asya devletleri ilişkilerin ekonomik ve kültürel boyutta devamında yana oldukları için zirvelerde bu ruha uygun olarak ele alınmak durumunda kalınmıştır. Aslında Orta Asya devletleri kendi ulusal kimliklerini ve bağımsızlıklarını güçlendirmek isterken, tepki alacak veya yeni bağımlılık yaratacak bir siyasi yapılanmaya sıcak bakmıyorlar, dolayısıyla Türkiye’nin Türkî devletler topluluğuna “aşırı vurgu” yapmasına karşı çıkmaktadırlar. Bu şartlar altında toplanan Bakü Zirvesine (2000) Özbekistan ve Türkmenistan devlet başkanları katılmamış, yerlerine meclis başkanları katılmıştır. 142 Siyaseten Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetleri aynı zeminde buluşamamaktadır. Bu hem iç hem de dış siyaset için geçerlidir. Örneğin, “Avrupa tarafından yeterince liberal kabul edilemese bile, Orta Asya Cumhuriyetlerinin eski komünist ve totaliter yöneticileri, Türkiye modelini fazla liberal bulduklar için kabul etmediler.”143 Bunun yanında Özbekistan Kerimov yönetiminin muhalefeti sert şekilde ezilmesine yönelik politikasından Türkiye’de nasibini almış, Özbek muhalefet partisi Erk’in başkanı Süleyman Salih Türkiye’nin sığınma hakkı tanıması ve Taşkent’te düzenlenen bombalama eyleminden bir Türk vatandaşının sorumlu tutularak, bu kişinin iadesinin Türkiye tarafından reddedilmesi, Türkiye Özbekistan ilişkilerini çıkmaza sokmuştur. Doğal olarak bu durum işbirliği alanlarını kısıtlamıştır. Yine Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov İran’ın ve Tacikistan’ın bulunmadığı ortamlarda siyaset ve güvenlik konularının ele alınmasını istememiş, 144 böylelikle Türk zirvelerinin ruhunu kabullenmediğini açıkça göstermiştir. Sonuç olarak Tacikistan’ın durumu eski SSCB üyesi ve Orta Asya devleti olması, % 40 varan Türk azınlığa sahip olup Sünni devlet olması nedenleri ile özel olarak kabul edilse bile, Türkiye’nin rakibi olan İran’ı bu girişime dâhil etmesi beklenebilecek bir şey değildir. Aslında Kerimov’da bunu bilecek kadar tecrübeli bir siyasi yaşama sahiptir. 142 Gareth M. Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya ve Trans-Kafkasya Politikası” Makovsky ve Sayarı (der.), Turkey’s New World, (çev. Hür Güldü) The Washington Institute for New East Policy, 2000, s.159. 143 Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.160. 144 Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…….”, s.159. 114 Türkiye Orta Asya Cumhuriyetlerinin ekonomik anlamda bağımsızlığı için ekonomik durumuna kıyasla önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Türkiye özel sektörünü bölgeye yatırım yapması için cesaretlendirmiş, bunda da önemli başarılar elde etmiştir.145 Fakat Orta Asya devletleri, Türkiye’nin göreli serbest piyasa ekonomisini de benimsememişlerdir. Çünkü Türkiye o dönemde devasa bütçe açıkları ve dünyanın en yüksek enflasyonu ile örnek teşkil edecek durumda değildir.146 Türkiye’nin model olarak düşüşe geçmesinin sebeplerinin bazıları yukarıda açıklanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte asıl sebep Türkî Devletlerin zaman içinde Batıyı ve Dünya’yı tanımları ve Batının desteğini Türkiye’den zaman içinde çekmesidir. Batı dünyasının Türkiye’ye desteğini çekmesindeki nedenler ise şöyle açıklanabilir: Batı İran’ın bölgede korktukları ölçüde aktif olamayacağını anlamıştır. Mezhepsel sebepler ve bölge ülkelerinin laik yapısı buna engeldir. Nurmemedov, Ankara’daki Türkmen büyükelçisi sekreteri bu konu hakkında şöyle belirtmiştir: “İran köktendinciliği bize gelemez, onların insanları Şii, bizim insanlarımız Sünni. Bizim nüfusumuz onların Molla’larına güvenmez.” 147 diyerek açıklığa kavuşturmuştur. Ayrıca İran’ın politikası maceracılıktan ve gerçekçidir. Bu batı için bir sürpriz yaklaşım İran modeli’ne karşı Türk modeli’nin bir karşıt model olarak desteklenmesini sağlayan en temeli ortada kaldırmıştır. Türkiye’nin Batı desteğini kaybetmesine sebep olan ikinci gelişme Rusya’dır. SSCB’nin çöküşü sonrası, Rusya’nın eski Sovyet topraklarında söz sahibi olmak istemediği varsayılmıştır. Fakat, özellikle 1993’ten sonra, Rusya açık bir şekilde eski Sovyet topraklarında, ‘yakın çevre (near abroad)’, kontrolü yeniden kazanma niyetini açıklarken, pek çok insan tarafından bahsedilen SSCB sonrası doğan güç boşluğu otomatik olarak anlamını yitirmeye başlamıştır. Bu Rusya’nın bölgede sağlayabileceği kararlılığı arayan Batı için çok kötü bir gelişme değildir. Üçüncü gelişme ise, bazı Türk 145 Şelale Kadak, “Türkmenbaşı’nın Ölümü Çalık’ı ve Diğer Türk İşadamlarını Etkiler mi?”,Sabah Gazetesi, 22.12.2006. http://arsiv.sabah.com.tr/2006/12/22/yaz10-30-118.html 146 Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., ss.160-161. 147 Bu mülakat detayları ve Türkmenistan’ın tepkisi için Bknz: Bal, İdris. “Turkey’s Relations with…”, Türkmenistan bölümü. 115 politikaları ve Türk yetkililer tarafından yapılan açıklamalardır. Bu açıklamalar Batı tarafından pan-Türkizm’in yeniden canlanması olarak değerlendirilmiştir. Türk Modeli’ne verilecek daha fazla desteğin bu trendi cesaretlendirmesi ihtimaline karşı Türk Model’ine olan destek azalmıştır. Dördüncü neden ise, Türkiye güneydoğu Anadolu’da ilan edilmemiş bir savaş içinde olmasıdır. Bunlara, Türkiye’nin aynı zamanda karşılaştığı, Alevi memnuniyetsizliğini de eklemek mümkündür. Bu problemlerin Batı desteğini olumsuz etkimektedir. Son olarak, Türki cumhuriyetlerin başkanları açık bir şekilde Türk modelini izleyebileceklerini söyleseler de, Türkiye’nin problemlerini fark ettikten sonra, ekonomik, politik, etnik ve dini konularda sadece modelin iyi yanlarını istediklerini belirtmişlerdir. Bu gelişmeler ışığında, Çin ve Malezya örneklerinin de yanında Türk Modeli’nin 1998’deki popülaritesi hiç olmadığı kadar zayıftır. Türk Modeli SSCB çöküşünün hemen sonrasında yani 1991-1993 döneminde popüler olmuş, fakat bölgenin gerçek durumunu zaman içinde ortaya çıktıktan sonra Batı politikalarını yeniden gözden geçirmiş ve Türk Modeli’ne verdiği desteği azaltmıştır. 148 Ancak Türkiye’nin sorunlu modelinin ekonomik boyutu bölgede bazı başarılar elde etmeye devam etmiştir. Türk işadamlarının altyapı, ulaştırma, konut, tekstil, iletişim ve perakende sektöründeki yatırımları devam etmektedir. Türkiye Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkilerini, yatırımlarını koordinasyon içinde yürütebilmek maksadıyla 24 Ocak 1992 tarihinde Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığını yani TİKA’yı kurmuştur. Başlangıçta “ticari anlamda bir Avrasya Birliği yaratma ve haber acentelerinin, yazarlarının ve üniversite rektörlerinin oluşturduğu Türkî birliklere fon sağlama”149 ile faaliyetler arasında eş güdüm sağlamak ve bölgede yardım akışını düzenlemek150 amacıyla Türk Cumhuriyetlerine ve akraba topluluklarına yönelik olarak kurulan TİKA’nın dünyanın diğer bölgelerine yönelik faaliyetlerde de bulunmaya başlaması ile odağını kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu söylemek mümkündür. 148 Bal, “Türk Modeli… http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF 149 Winrow, Turkey in Post-Soviet…, ss.25 150 Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya...,” s.108 116 Türkiye uydu yatırımları sırasında Orta Asya’yı da dikkate almış ve uydunun kaplama alanında bölge ülkelerinin olmasına özen göstermiştir. Bu kapsamda televizyon yayınlarını bölgeye ulaştırmak için TURKSAT II’ yi devreye almıştır. Türk Hava Yolları o dönemdeki kısıtlı imkânları ile bölge ülkelerine ve Azerbaycan’a uçak seferlerini başlatmış, böylelikle Moskova aktarmalı seyahatlere alternatif getirilmiş, Türkiye ile olan ulaşım imkânı artırılmıştır. Türkiye üniversitelerinin her kademesinde Türkçe Konuşan Cumhuriyetlere kontenjanlar ayırmış ve 1992–1993 yıllarında ilgili ülkelerle yapılan anlaşmalar kapsamında “Büyük Öğrenci Projesi” başlatılmıştır. Bu proje kapsamında başlangıçta 10 bin öğrencinin (7 bini üniversitede, 3 bini ortaöğretimde) Türkiye’ye getirilmesi hedeflenmiştir. Aynı çalışmalar kapsamında Kazakistan’da Hoca Ahmet Yesevi ve Kırgızistan’da Manas Üniversiteleri ortak olarak kurulmuştur.151 Harp Okullarında subaylarını yetiştirmiş, başta bankacılık olmak üzere mesleki eğitimlerine katkıda bulunmuştur. Günümüzde bahse konu proje kapsamında Türk Cumhuriyetlerinde, Tacikistan, Kırım, Tataristan ve Moldova’da öğrenci seçme sınavı (TCS) yapılmaya devam edilmekte olup; halen Türkiye’de 8.064 öğrenci öğrenim görmektedir152. Bununla birlikte sayının artırılmaya çalışılması yerine, gelen öğrencilerin seviyesinin yüksek tutularak, daha seçici ve etkin bir eğitim politikasının hedeflenmesi uygun olacaktır.153 Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında en etkili ve somut işbirliği alanı hiç şüphe yoktur ki, enerji alanındadır. Bu alanda yapılacakların etkileri diğer her konuya olumlu veya olumsu olarak sirayet edecek, Türk dünyasının veya Türkçe konuşan ülkelerin geleceğini şekillendirecektir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı bu işbirliği için önemli bir örnek teşkil etmektedir. Bu boru hattı sayesinde Türkiye’nin pozisyonu güçlenirken, Rusya mevzi kaybetmiş ve diğer rakip İran ise 151 Yüksel Kavak ve Gülsün Atanur Kavak, “Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklarına Yönelik Eğitim Politika ve Uygulamaları”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 20:92–103, 2001, ss.95–96. http://www.egitimdergisi.hacettepe.edu.tr/200120Y%C3%9CKSEL%20KAVAK.pdf 152 “Eğitim ve Bilim”, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/kitaplar/isteturkiye/turkce/egitim369.htm 153 Kavak, “Türkiye’nin Türk Cumhuriytleri,….,ss.102-103 117 bir avantaj elde edememiştir. Bölgede etkisini artırmak isteyen ABD zaman zaman bazı alternatif güzergâhlar gündeme getirse de, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattını desteklemiştir. Böylelikle Kafkaslarda Rusya’nın durumunu zayıflatırken, İran’ın yalıtılmışlığının devamlılığını sağlayabilmiştir.154 ABD halen aynı pozisyonunu Trans-Hazar petrol ve doğalgaz boru hattı için korumaktadır. Zaten bu projede Türkiye ile Orta Asya arasında gerçek bağlantıyı ve işbirliğini sağlayacak can alıcı düğüm noktasıdır. Çünkü “Türkiye’nin tahminlerine göre ülkenin doğalgaz ihtiyacı 2010 yılına kadar 53 milyar m3 olacaktır.155 Burada kritik nokta şudur. Türkiye bu gazı Rusya’dan alırsa enerji yönünden bağımlılığı o yönde olacağı gibi ticaretten de bağımlılığı o yönde artacaktır. Türkiye Rusya’yı (belki de İran’ı) ekonomik olarak güçlendirmeye devam ederken, doğalgazı Orta Asya ülkelerinden alması vesilesiyle bu ülkeleri Rusya’ya da daha bağlı konuma itecektir. Hâlbuki Orta Asya ülkeleri siyasetten olduğu kadar ekonomik olarak ta Rusya’dan ayrılmak istemektedirler. Türkiye’nin de birinci hedefi bu olmalıdır. Burada anahtar şey paradır. Ekonomiyi güçlendiren para, alış veriş aracı para, Türkiye ile Orta Asya ülkelerinin ilişkilerini güçlendirecek olan yine paradır. Bu ülkeler para kazandıkça satın alma güçleri artacak ve enerji hariç diğer pek çok alanda, tedarikçi konumundaki Türkiye çeşitli fırsatlar elde edebilecektir. Bu sayede ortak bir ekonomik zeminde buluşulabilecek ve bir görevdeşlik (sinerji) ortamı için fırsat yakalanabilecektir. Türkiye Cumhuriyetinin 2006 yılında ihracat yaptığı ilk kırk ülke içinde Kazakistan 20, Azerbaycan 36. sıradadır. Ancak Rusya Federasyonu 5. sıradadır. Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan bu listeye girememiştir bile. Yatırım bazında işler nispeten daha iyi olsa da (Türkiye Kazakistan’da 1,5 milyar ABD doları yatırımla ABD’den sonra ikinci sırada yer almaktadır.) Tablo 8, 9, 10 ve 11’de görülen durumun gelecekte Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri için daha anlamlı hale gelmesi gerekmektedir. 154 155 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.141 Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.171. 118 Tablo 8: Türkiye’nin İthalatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı (milyon $). 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 43,627 48,559 45,921 40,671 54,503 41,399 51,554 69,340 97,540 116,774 138,290 23,517 25,316 24,570 21,833 27,388 18,949 24,519 33,495 45,444 49,220 58,931 297 361 418 508 496 303 575 589 811 760 938 C-DİĞER ÜLKELER 19,813 22,882 20,934 18,330 26,619 22,147 26,461 35,256 51,285 66,794 78,422 1-Diğer Avrupa 4,778 5,315 5,127 4,869 7,288 6,613 8,658 11,987 18,416 23,862 25,341 2-AFRİKA 1,994 2,197 1,758 1,687 2,714 2,819 2,696 3,338 4,820 6,047 7,342 Kuzey Afrika 1,618 1,813 1,493 1,404 2,257 2,115 2,138 2,519 3,231 4,212 4,832 Diğer Afrika 376 385 265 283 457 704 558 820 1,589 1,835 2,511 4,634 5,453 5,016 3,799 4,799 3,841 4,065 4,922 6,595 7,857 9,339 3,860 4,641 4,230 3,257 4,167 3,390 3,421 3,741 5,114 5,823 6,863 240 108 117 91 80 41 103 169 209 287 364 534 704 669 452 551 410 541 1,012 1,271 1,747 2,112 4-ASYA 7,951 8,791 8,286 7,197 10,306 7,901 9,716 14,099 21,085 28,548 35,896 Yakın ve Orta Doğu 3,315 2,774 2,084 2,124 3,373 3,016 3,186 4,455 5,585 7,967 10,515 Diğer Asya 4,636 6,017 6,202 5,073 6,933 4,884 6,530 9,644 15,500 20,581 25,381 5-Avustralya ve Y.Zelanda 428 547 439 157 305 232 313 247 302 321 398 6-Diğer Ülke ve Bölgeler 29 579 307 621 1,208 741 1,013 662 67 158 105 OECD Ülkeleri 31,116 34,838 33,496 28,356 35,682 26,011 32,985 43,899 59,650 66,107 77,134 EFTA Ülkeleri 1,112 1,287 1,169 926 1,155 1,481 2,512 3,396 3,911 4,440 4,477 Karadeniz Ekonomik İşbirliği-KEİ 3,897 4,495 4,358 4,308 6,746 5,553 6,588 9,298 15,368 20,480 26,651 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı-ECO 1,197 1,107 948 1,123 1,543 1,238 1,548 2,736 3,218 5,108 8,054 Bağımsız Devletler Topluluğu-BDT 3,074 3,615 3,724 3,734 5,693 4,630 5,555 7,777 12,927 17,252 23,015 Türk Cumhuriyetleri 304 399 449 457 628 283 468 623 754 1,267 1,925 5,587 5,233 4,238 4,078 6,321 5,540 6,072 8,195 10,631 14,459 18,961 GENEL İTHALAT TOPLAMI A- AB (25) B-TÜRKİYE SERBEST BÖLGELERİ 3-AMERİKA Kuzey Amerika Orta Amerika ve Karayipler Güney Amerika SEÇİLMİŞ ÜLKE GRUPLARI İslam Konferansı Teşkilatı Kaynak; Dış Ticaret Müsteşarlığı (12.06.2007) 119 Tablo 9: Türkiye’nin İhracatının Ülke Gruplarına Göre Dağılımı (milyon $). 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 23,224 26,261 26,974 26,587 27,775 31,334 36,059 47,253 63,167 73,476 85,479 A- AB (25) 12,098 12,900 14,132 14,922 15,086 16,854 19,468 25,899 34,451 38,400 47,919 B-TÜRKİYE SERBEST BÖLGELERİ 447 611 831 780 895 934 1,438 1,928 2,564 2,973 2,967 C-DİĞER ÜLKELER 10,680 12,750 12,011 10,884 11,794 13,546 15,152 19,426 26,152 32,102 34,593 1-Diğer Avrupa 3,020 3,830 3,170 2,242 2,433 2,787 3,554 4,857 6,637 8,820 7,927 2-AFRİKA 1,159 1,234 1,818 1,655 1,373 1,521 1,697 2,131 2,968 3,631 4,565 Kuzey Afrika 986 980 1,502 1,344 1,087 1,150 1,267 1,577 2,203 2,544 3,097 Diğer Afrika 174 253 316 311 285 371 430 554 765 1,087 1,468 1,898 2,376 2,657 2,869 3,596 3,685 3,914 4,269 5,733 5,960 6,328 Kuzey Amerika 1,740 2,149 2,389 2,586 3,309 3,297 3,596 3,973 5,207 5,276 5,439 Orta Amerika ve Karayipler 72 103 146 163 167 201 197 166 334 411 548 Güney Amerika 86 124 122 120 120 186 121 131 193 274 341 4,520 4,783 3,984 3,817 3,871 4,592 5,230 7,813 10,465 13,213 15,254 Yakın ve Orta Doğu 2,595 2,821 2,681 2,566 2,573 3,261 3,440 5,465 7,921 10,184 11,312 Diğer Asya 1,925 1,962 1,304 1,250 1,298 1,331 1,790 2,348 2,544 3,029 3,941 5-Avustralya ve Yeni Zelanda 65 80 76 87 135 98 122 158 264 271 327 6-Diğer Ülke ve Bölgeler 18 447 306 215 385 864 637 197 84 208 192 OECD Ülkeleri 14,456 15,609 17,003 18,077 19,006 20,616 23,551 30,425 40,518 44,355 54,464 EFTA Ülkeleri 336 414 357 362 324 316 409 538 667 821 1,189 Karadeniz Ekonomik İşbirliği 2,926 3,825 3,290 2,232 2,467 2,932 3,599 5,044 6,779 8,619 11,656 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı 1,129 1,286 1,125 866 874 972 1,042 1,569 2,206 2,670 3,340 Bağımsız Devletler Topluluğu 2,664 3,512 2,667 1,533 1,649 1,978 2,279 2,963 3,962 5,057 6,989 Türk Cumhuriyetleri 747 908 835 574 572 557 619 899 1,194 1,409 1,981 İslam Konferansı Teşkilatı 4,143 4,218 4,391 3,961 3,573 4,197 4,725 7,205 10,214 13,061 15,003 GENEL İHRACAT TOPLAMI 3-AMERİKA 4-ASYA Seçilmiş ülke grupları Kaynak; Dış Ticaret Müsteşarlığı (12.06.2007) 120 Tablo 10: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’ya Yapılan İhracat (bin $) ÜLKE 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Azerbaycan 102,798 68,206 132,130 161,342 239,903 319,702 327,166 248,056 Kazakistan 19,412 67,834 131,676 150,775 164,044 210,578 214,307 96,596 Kırgızistan 1,831 17,014 16,969 38,156 47,100 49,580 41,516 23,198 Özbekistan 54,439 213,518 64,550 138,542 230,492 210,588 156,181 99,139 Rusya 438,407 499,065 820,113 1,238,226 1,511,634 2,056,400 7,289 83,848 84,317 56,290 65,657 117,534 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 Azerbaycan 230,375 225,214 231,431 315,488 403,942 528,076 694,638 Kazakistan 118,701 119,795 160,153 233,994 355,590 459,946 696,760 Kırgızistan 20,572 17,350 24,005 40,862 74,702 89,529 132,130 Özbekistan 82,647 89,725 93,735 138,422 145,226 151,071 175,995 Rusya 643,903 924,107 1,859,187 2,377,050 3,236,001 Türkmenistan 120,155 105,278 214,848 180,635 281,325 Türkmenistan ÜLKE 1,172,039 1,367,591 110,021 170,347 Kaynak; Dış Ticaret Müsteşarlığı (12.06.2007) 121 1,348,002 588,664 95,813 106,628 Tablo 11: Orta Asya Ülkeleri ve Rusya’nın Nüfus ve Ekonomisine Ait Bilgiler Nüfus Artışı Para Birimi Petrol rezervi (milyon ton) Petrol Üretimi (milyon ton) Petrol ihracatı (milyon ton) Doğalgaz üretimi (milyar m3) Doğalgaz ihracatı (milyar m3) İhracat (milyon USD) İthalat (milyon USD) Türkiye’ye İhracatı (bin USD) Türkiye’den İthalat (bin USD)ı Tarım (Büyüme %) Sanayi (Büyüme %) Hizmet (Büyüme %) Türkmen. Kazakis. Kırgızistan Özbekistan Azerbaycan Rusya %3 Manat %1,1 Tenge %0,9 Kırgız Somu %1,3 Sum %1,13 Manat %-0,47 Ruble 400 5.000 Na 82 1.000 69.000 9,9 64,8 80 5,4 32,3 480 5,0 57,1 Na Na Na 227,5 68,2 14,42 Na 64,0 6,8 656 48 NA Na 12,6 Na 182,0 5.421 38.200 796 6.390 6.372,1 304.500 3.936 23.600 1.931 4.396 5.264,5 163.900 187.148 348.200 27.386 576.900 281.194 558.400 132.130 150.400 19,8 -7.00 1,5 6,2 19,6 7.00 -10,2 6,2 23,7 28.60 8,4 - 388.100 385.000 0,9 36,6 42,1 14.337.000 2.670.000 2,8 3,9 8,1 Kaynak; www.müsavirlikler.org.tr (10.09.2007) Ayrıca bahse konu boru hattı Azerbaycan ve Gürcistan’ı da güçlendirirken, aynı zamanda Türkiye’ye daha da yaklaştıracak, öte yandan Rusya’yı bölgeden daha da uzaklaştıracaktır. Türkiye bu boru hattı sayesinde enerji yönünden daha güvenilir tedarikçiler kazanırken, tarihsel rakiplerine (Rusya ve İran) karşı pozisyonunu güçlendirecektir. Bu gün Türkiye enerjisinin yarıdan fazlasını, konutlarda ısınmasının neredeyse tamamını doğalgaz sayesinde gerçekleştirmektedir. Türkiye’nin doğalgaz bağımlılığı stratejik boyuta yükselmiştir. Türkiye’nin bu konuda tedbir almayacak lüksü yoktur. Ancak Hazarın hukuksal statüsü konusunda Azerbaycan-Türkmenistan, Rusya ile Azerbaycan ve Azerbaycan ile İran arasındaki uyuşmazlık ile Türkmenistan devlet 122 başkanı Türkmenbaşı’nın zorluk çıkarıcı pazarlık tarzı gibi etmenler Trans-Hazar projesinin hayata geçirilmesini engellemiştir. 156 Ölümünden kısa süre önce projeye daha ılımlı yaklaşan Türkmenbaşı sağlığında Azerbaycan ile bir anlaşmaya varamamış, ölümünden sonra da Türkmenistan gazının yıllık 30 milyar m3’ünün, 25 yıllığına Kazakistan üzerinden Rusya’ya satılması için sürpriz bir anlaşma yapılmıştır. Anlaşma kapsamında Hazar denizinin kuzeyinden bir boru hattı inşa edilerek Rus merkezi boru hattına yeni hattın bağlanması söz konusudur. Bu sayede eski boru hatları da yenilenecektir. Bu anlaşma Trans-Hazar projesini zora sokmuştur.157 Öte yandan 20 yıl sonra gerçekleşecek Trans-Hazar boru hattı yeterince anlamlı da olmayacaktır. Bu durumda Türkiye bu güzergâha ve tedarik şekline olan desteğini çekmeden alternatif arayışlarını da sürdürmelidir. Hazar Denizinin hukuki sorunu çözülene kadar diğer güzergâhların ve tedarikçilerin Türkiye’ye yaraları ve zararları incelenirse İran’ın Rusya’ya göre önceliği daha yüksek olmalıdır. Bu doğrultuda 14 Temmuz 2007 yılında Ankara’da Türk ve İran Dış İşleri Bakanlarının imzaladığı mutabakat metniyle, Türkiye ve İran ABD’ye rağmen enerji alanında işbirliği niyetini ortaya koymuşlardır. Proje kapsamında İran’ın güney batı bölgesinde bulunan doğal gaz sahasında üç fazın işletmesi Türkiye’ye devredilecek, bu bölgeden Türkiye’ye ortak bir doğalgaz boru hattı inşa edilecek, bunlara ek olarak da, Türkmenistan’a Türkiye’ye İran’ın kuzeyinden (1994 yılında anlaşması imzalanan) bir doğalgaz boru hattı daha inşa edilecektir. Böylelikle İran ve Türkmenistan’ın doğalgaz kaynakları Nabucco Projesi kapsamında Avrupa’ya ulaştırabilecektir. Bunun sonucunda Rusya’nın Karadeniz’in altında Bulgaristan’a uzatmayı planladığı “Güney Akım” hattı nedeniyle kaybedilen mevzi geri kazanılmış olacak, Türkiye’nin enerji terminali olma hedefi geçerliliğini yitirmeyecek, aksine bölgedeki enerji oyununda önemli bir oyuncu durumuna gelecektir. Eğer proje hayata geçirilebilirse Rusya’nın sorun çıkardığı Türkmenistan-Azerbaycan Hazar 156 Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya…., s.172. İlyas Kamalov, “Avrasya’daki Enerji Oyunları ve Türkiye”, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırma Vakfı, 17.05.2007 http://www.asam.org.tr/tr/yyazdir.asp?ID=1616&kat1=50&kat2= 157 123 Denizi geçişli doğalgaz boru hattına acil ihtiyaç ortadan kalkmış olacak, Türkmenistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığı azalacaktır. Ancak ABD İran ile gerçekleştirilecek her türlü girişime karşı olduğunu açıkça ilan etmiştir. ABD “Mavi Akım” projesini desteklememiş, o zamanda “Trans-Hazar” projesini desteklemiştir. Türkiye’ye bu işbirliğinde hoşlanmadığı yönünde çeşitli imalarda veya dolaylı tavsiyelerde bulunsa bile bugün Türkiye’nin yıllardan beri Mavi Akım sayesinde doğalgaz ihtiyacını karşıladığı düşünülürse, Türkiye’nin girişimi doğrudur ve bu pozisyon herkese karşı elini güçlendirmektedir. Yeni soğuk savaş enerji savaşıdır. ABD, AB, Rusya ve Çin tarafken, İran ve Türkiye oyunun kurallarını etkileyebilecek asıl oyuncu çapında olabilecek oyunculardır. Türkiye enerji oyununa taraftır ve taraf olmak zorundadır. Arka bahçeler dünyaya direkt olarak bütünleşemeyen ve bütünleşmesine müsaade edilmeyen bölgelerdir.158 Orta Asya bölgesi arka bahçe olmanın olumsuz özelliklerinin önemli bir kısmına sahiptir. İlk başta bu büyük coğrafi bölgenin açık denize çıkışı ile yeterince nüfusu olmadığı gibi mevcut nüfusta homojen değildir. Çarlık döneminde böl ve yönet prensibine göre çizilen sınırların arkasında diğer ülkelerin etnik akrabaları mutlaka bırakılmıştır. Çarlık Rusya’sının sınırları çizerken ortaya koyduğu yaklaşımı Sovyetler Birliği de Cumhuriyetleri oluştururken benimsemiş, ayrıca bu Cumhuriyetlerin ekonomilerini Birliğin diğer üyelerine aşırı bağımlı hale getirmiştir. Bu durum, arka bahçe olmanın gereğinin yani bölgenin istismarını iyice mümkün hale getirmiştir. Çünkü arka bahçe olarak tanımlanabilecek ülkelerin bağımsız ekonomik yapılarından söz etmek mümkün değildir. Bölge devletlerinin devlet olmadaki tecrübesizlikleri ve yönetimin kademelerindeki yetişmiş elaman eksiklikleri ile askeri güçlerinin olmayışı ayrıca eklenebilecek diğer faktörlerdir. Türkiye’nin bu tanımdaki avantajı ise hedef ülkelerin kendilerine biçilen rolü bilmeleri ve karşı tedbir iradelerini ortaya koymalarıdır. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ise bu konuda başı çekmektedir.159 158 Birsel, Arka Bahçe …. s.55. Zeynep Göğüş, “Sahipsiz Orta Asya”, Tempo, 13.4.2005 http://www.tempodergisi.com.tr/kose/zeynep_gogus/07884/ 159 124 Nazarbayev ilk başta ekonomik boyutta Avrasyacı yaklaşımları ile bilinmektedir. Orta Asya Devletlerinin Rusya’dan korkmalarını son derece iyi analiz eden Nazarbayev Orta Asya Birliği fikrinin savunucusu olmuştur. Bu birlik kendi arasında daha fazla askeri işbirliğini, enerji politikalarını ve Rusya ile İran’ın bölgedeki girişimlerini dengeleyecek bir amaç içinde olacaktır160 Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, 18 Şubat 2005 günü, parlamentoda yaptığı ulusa sesleniş konuşmasının Orta Asya Birliği ile ilgili kısmında da şunları söylemiştir: “Orta Asya, 15. yüzyılın sonuna kadar dünya ekonomisinin önemli bir bölgesi olarak geldi. Bölgemiz, Doğu ile Batıyı birleştirmektedir. Halklarımız toprağa ve millete göre bölünmemiştir. İpek yolunun önemini kaybetmesiyle, Orta Asya gerilemiştir. Son 500 yüzyılda ilk defa olarak bağımsızlığın elde edilmesiyle, bölgemiz dünya ekonomisi için tekrar önemli bir bölge haline gelmiştir. Biz dünya ekonomisine önemli ölçüde petrol, gaz, maden ve tarım hammaddeleri sağlayan bölge olarak ulaşım imkânlarını güçlendiriyoruz. Daha şimdiden eski ipek yolu üzerinde, 21. yüzyılın oto ve demiryolu ile petrol boru hatlarının şekillenmeye başladığı görülebilir. Bizim önümüzde Asya Kaplanları ve Avrupa Birliği’nin başarılarının sebepleri duruyor. Diğer taraftan, II. Dünya Savaşından sonra bağımsızlığına kavuşan ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar ve çekişmelere şahit oluyoruz. Küresel ekonomide, büyük bir pazar mevcuttur. Bunun dışında, bölgede büyük devletlerin ekonomik üstünlük için açık bir rekabete girdiğini de gözlemliyoruz. Bizim için bu küresel jet ekonomik meseleye doğru bir biçimde yaklaşmak önemlidir. Şimdi bizim önümüzdeki seçenek; dünya ekonomisine ebediyen hammadde sağlayıcısı olarak kalarak ikinci bir sömürgeci devletin gelmesini beklemek veya Orta Asya bölgesinin ciddi bir birliğini sağlamaya girişmektir. Ben ikincisini teklif ediyorum. Bizim böyle bir birlik kurmamız, bölgenin istikrar ve gelişmesi, ekonomik ve askeri-siyasi bağımsızlığının bir yolu olacaktır. Ancak bu takdirde, bölgemiz dünyada saygınlık kazanacaktır. Ancak biz bu şekilde, güvenliğimizi sağlayacak ve terörizm ve ekstremizm ile etkili bir biçimde mücadele edebileceğiz. Böyle bir birlik, nihayette, bölgemizde yaşayan halkın ihtiyaçlarına cevap verecektir. Orta Asya Devletlerinin Birliğini kurmayı öneriyorum. Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan arasındaki ebedi dostluk anlaşması böyle bir birliğin temelini oluşturmaya hizmet edebilir. Bölgenin diğer ülkelerini de bunun haricinde tutmuyorum. Hepimizin ortak ekonomik çıkarları, kültürel ve tarihi bağları, dili, dini, ekolojik problemleri ve dış tehditleri var. Avrupa Birliği’ni kuranlar, belki de böylesine önkoşulları ancak hayal edebilmişlerdi. Biz yakın ekonomik entegrasyonu gerçekleştirmeli, ortak pazar ve ortak paraya geçmeliyiz. 160 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.203 125 Sadece bununla biz, devamlı birlik ve beraberlik için de bizi görmek isteyen ortak atalarımıza layık olabileceğiz. Önce Çar imparatorluğu, daha sonra Stalin’in milliyetler politikası böyle bir birlikten endişe etti ve bölgemizi idari-millî yönetimlere böldüler. Bu, böl ve yönet politikasıydı. Şimdi bizim için bölgenin eşit haklara sahip halklarının bundan sonraki nesillerine yeni ve olması gereken bir yolu göstermemizin zamanı gelmiştir. Orta Asya Birliği’ni gerçekleştirme yolunda ilk adımlar atılıyor. Ancak, bunun kolay ve rahat bir yol olmadığı ortadadır. Bütün engel ve zorluklara rağmen başarıldığı takdirde, dünya barışı ve ticaretinin pekişmesi ve özellikle bölgenin istikrar ve gelişmesi yolunda, çok önemli bir aşamanın kaydedileceği kesindir.” Kazakistan Devlet Başkanı sadece bunları söylemekle kalmamış icraata da dökmeye başlamıştır. Kırgızistan’daki olaylar sırasında bu ülkeye giderek desteğini göstermiştir. Nazarbayev 26 Nisan’da yaptığı Bişkek ziyareti sırasında Orta Asya Birliği’nin başlangıcı olarak nitelenen Yüksek Devletlerarası kurulunun oluşumuna ilişkin anlaşma imzalanmıştır. 161 “Mayıs 1992 tarihinde Orta Asya’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Demirel, bağımsız Türkî devletlerinin bir “birlik” oluşturmasından bahsederek bir çeşit Türkî devletler topluluğu önermişti. 162 Nursultan Nazarbayev usta manevralarla Rusya’yı doğrudan karşısına almadan, bölgedeki liderlik rolünü pekiştirerek163, Demirel’in bahsettiği girişimlerde bulunmaktadır. Yaptığı konuşmanın özüne, hatta içeriğine katılmamak mümkün değildir. Bu konuşmada geleceği oluşturacak sihir ve saf mantık “Avrupa Birliği’ni kuranlar, belki de böylesine önkoşulları ancak hayal edebilmişlerdi” cümlesinde özetlenmektedir. Bu konuşmadaki farkındalık ve Özbekistan ile Kırgızistan’ın ebedi dostluk antlaşmasıyla, oluşumun ilk adımlarını oluşturmaları, Orta Asya’da işbirliklerinin hayal olmadığını göstermektedir. 161 Ainur Nogayeva, “Orta Asya’da Entegrasyon”, Cumhuriyet Gazetesi Strateji Dergisi, sayı 151, 21.05.2007, s 6. 162 Winrow, “Türkiye’nin Orta Asya …. s.159. 163 Namık Kemal Zeybek, “Nursultan Ağa Artık Türk Dünyasının Lideridir”, Jelmaya, Kasım, 2005 s.7. http://www.yesevi.edu.tr/jelmaya/Sayilar/Jelmaya14.pdf 126 Türkiye’nin sınırlı siyasi ve askeri gücü göz önüne alındığında, büyük bir politik etki alanına erişemeyeceği164 bir gerçek olsa da, Türkiye bu oluşuma siyasi, ekonomik ve asker yönlerden önemli katkılarda bulunabilir. Türkiye bu kapasitesine uygun davranmalı maceracı bir davranıştan çok etkin bir davranışa geçiş yapmalıdır. Yani Türkiye’nin askeri gücü bölge ülkelerine göre Rusya’dan sonra ikinci sırada gösterilebilir. Ancak Elçibey’in izlediği gibi bir politikanın izlenmesi bölge ülkelerinin ve dışarıdan ülkelerin oluşuma ve Türkiye’ye karşı bir tepki oluşturmalarını gerektirecektir. Burada müttefiklik oluşumu da çalışmayacaktır. Türkiye bu oluşumu yakinen takip etmelidir. Türkiye Orta Asya Birliğine katkılarda bulunabilir ve biçimlenmesine yardımcı olabilir. Bunun için Türkiye yapılanmayı dikkatle analiz etmelidir. Kazakistan ve Özbekistan bu oluşumda lider ülke konumunda doğru yükselirken, Nursultan Nazarbayev oluşumun fikri liderliğini sürüklemeye çalışmaktadır. Buradaki ilk riski Kazakistan ile Özbekistan arasında liderlik mücadelesine başlama ihtimali oluşturmaktadır. “Özbekistan kendisini Orta Asya’da bölgesel, stratejik ve ideolojik çıkarları olan bir büyük güç olarak görmekte ve çıkarlarının, İran’ın çıkarlarıyla özellikle de nüfusunun dörtte biri Özbek olan Tacikistan konusunda çatışması olası.”165 Türkiye bu liderlik mücadelesinin dengeleyicisi olarak işbirliğine üçüncü ülke olarak dâhil olmalıdır (Fransa, Almanya ve İngiltere üçlüsünde olduğu gibi). Her iki tarafından diğer tarafa üstünlük kurmalarını engellemek Türkiye’nin çıkarlarınadır. Zaten Türkiye liderlik rolüne talipse, -kapasitesi diğer devletlere göre daha uygun ama konumu uygun değildir- tek bir ülkenin lider olarak sivrilmesine ve diğer tüm ülkeleri hegemonyası altına almasına müsaade etmemelidir. Bu, örnek oluşum olarak kabul edilebilecek AB’nin yapılanmasına uygun olmadığı için, başarı şansını da doğal olarak düşürmektedir. Türkiye etnik çatışmaları önleyici girişimlerde bulunmalıdır. Bu güne kadar bölgesel huzursuzluklar dışında, örneği görülmese de bu konu kışkırtmalara açıktır. Örneğin “yüz binlerce Kazak, sınırın diğer tarafında ve Kazakların Orta Asya 164 165 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.192 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 338 127 liderliğinde temel rakipleri olarak gördükleri Özbekistan’ın kuzeydoğusunda ikamet etmektedir.”166 Türkiye bu tür konular meydana geldiğinde bölgeden uzakta olmanın verdiği doğal arabuluculuk rolünü dikkatli bir şekilde kullanmalı, bunu yaparken gelecekte meydana gelebilecek her türlü yapılanma dikkate alınmalıdır. Türkiye istese de istemese de “çekirdek devlettir”167. Yani kendisine benzer kültürleri çekip, kendisinden farklı olan ülkeleri itecektir. Türkiye’ye Bakü-Ceyhan boru hattını hediye etmiş, Haydar Aliyev "Ben Türkiye'yi bir Kâbe, bir masal ülkesi gibi gören bir neslin çocuğuyum" 168 derken adeta Türkiye’nin çekirdek devlet özelliğini vurgulamaktadır. Türkiye bu psikolojik üstünlüğünü ustaca kullanmalıdır. Bunun için Türkiye’nin cazibe merkezi olmaya ihtiyaç vardır. Yani her kez tarafından hissedilebilecek bir ruhsal oluşuma, bir itekleyici güce özetle bir sihre ihtiyacı vardır. Gerekli araçlar da pozitif propaganda, kültürel girişim ve dürüst politikadadır. Türkiye bu konuya yönelik olarak hem kendi halkının hem de bölge halkının gönlünü çelmeli, desteğini kazanmalıdır. Zor bir iş olsa bile, AB’ye giriş vizesi için gerekli olan, Fransız kamuoyunun fikrini değiştirmekten daha kolay olacağı aşikârdır. Türkiye bir zamanlar Orta Asya ve Rusya Müslümanlarının hacca giderken ve dönerken uğradığı gibi yeniden, eskiden Halife nedeniyle kutsal bir merkez kabul edilen İstanbul’a,169 günümüzün ekonomi ve kültür merkezine çekilmeli ve hatta mümkün olduğu kadar entegre edilmelidir. Hedef kitle hissetmelidir ki; “Türkiye Avrupa’nın sonunda değildir. Dünyadaki gelişmekte olan iyi ve kötü şeylerin merkezindedir.170 Bölge ülkeleri komünizmden kaynaklı alışkanlıklarını bırakmaya yönelik teşvik edilmelidir. “Her şeyin bir devlet yapısı çerçevesinde işletilmesinin ve etnik bazda yönetimin akıl dışı olduğunu ortaya koymaktadır.171 Bölge ülkelerinin AB yasalarına mümkün olduğu kadar uyumlu hale getirilmesi uygun olabilir. Burada en önemli 166 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.184 Huntington, The Clash of ……., s.226.. 168 İrfan Ülkü, “Boğazdaki Heykel ve An Gelir”, Yeni Avrasya, sayı 71, http://www.yeniavrasya.net/yazi.asp?yazi=149 169 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 347 170 Fuller, “Türkiye’nin Yeni ….”, s.61. 171 Henze, “Türkiye: 21nci Yüzyıla…”, s.35 167 128 husus serbest dolaşım ve yerleşim gibi hassas konuların ele alınarak ileride yaşanabilecek etnik ayırımcılığın baştan ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye’nin buna basit seviyede bir örnek teşkil edebilecek olan, Orta Asya ülkelerinin vatandaşlarına vizeyi kaldırması, Türkiye’yi bir cazibe merkezi yapma açısından172, iyi bir uygulamadır. Bu tür faaliyetlerin gelişmesine Türkiye AB tecrübeleri sayesinde katkı da bulunabilir. Türkiye teknolojiye odaklanmalıdır. Bu teknoloji Orta Asya Cumhuriyetleri ile işbirliği yapabileceği yani kendisini ihtiyaç duyulan pozisyonuna getiren teknoloji olabileceği gibi, ilaç ve tedavi yöntemleri gibi reddedilemeyecek-vazgeçilemeyecek ürünleri içeren teknolojiler olmalıdır. Ortak geliştirme ve üretim faaliyetlerinin her aşamada olabilirliği takip edilmelidir. “Ekonomik alandaki ustalık ve teknolojik yeniliklere dönüştürülmesi de gücün temel ölçütlerinden biri olabilir. Japonya bunun mükemmel bir örneğidir.173Türkçe konuşan ülkelerin oluşturacağı topluluğun büyük sermayeye sahip olmaları gerekliliğinden çok, neyi nasıl yapacaklarını ve mevcut durumlarının güvenliğini nasıl sağlayacaklarını bilmelerine ihtiyaçları vardır. Türkiye’nin her iki boyutta da paylaşabileceği yeterli teknik bilgisi ve tecrübesi vardır. Birleştirici unsur olan dilin kullanımı ve edebiyat ön plana çıkarılmalıdır. Türkiye bölge ülkelerine yaptığı TV yayınlarının kalite ve sayısını artırmaya devam ederken, bu yayınların izlenebilirliğini teşvik edecek, gerekli teçhizatın halk tarafından tedarikini teşvik edecek gerekli tedbirleri almalıdır. Bunu yaparken özel kaynakları kullanmaya yönelmelidir. Türkiye sonuç olarak bir sanayi ülkesidir ve Orta Asya ülkeleri doğal kaynakları ve düşük nüfusları nedeniyle hızla zenginleşecek, dolayısıyla satın alma güçleri artacak pazarı oluşturmaktadır. Türk firmalarının TV yoluyla yapacakları reklâmların giderlerinin, ilerde kendilerine ciro olarak döneceği hususunda bilinçlendirilmesi bahse konu girişimin başarılı olmasına son derece faydalı olabilecektir. 172 Ata Altun “Rumların AB Dağına Kar Yağıyor”, Kıbrıs Postası, 14.08.2007 http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/21/col/88/art/2233/PageName/INGILTERE_LONDRA _HABERLERI 173 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.61 129 Türkiye bir turizm ülkesi olarak potansiyellerini değerlendirmelidir. Bu konuda bölge ülkelerine gerekli tanıtım ofislerini özel ve resmi seviyede açmalıdır. Türkiye’ye gelecek olan her Türkçe konuşan misafir Türkiye’ye ekonomik faydanın yanı sıra politik kazançta sağlayabilecektir. Türkiye bölge ülkelerinde ne olup bittiğini en iyi şekilde takip edebilmelidir. Dost ülkelere karşı bölgesel bazda yapılacak girişimler, Türkiye’nin bilgi paylaşımı sayesinde önemli ölçüde kısıtlanabilir. Bölgede sağlanacak istikrar en önemli gerekliliktir. Türkiye haber alma yapılanmasını gerekli seviyede dünya ölçeğinde tamamlamamış bu ülkelere gerekli desteği sağlamayı değerlendirmelidir. Türkiye için en önemli meselelerden birisi Azerbaycan meselesidir. Azerbaycan’ın Ermenilerle olan savaşı Türkiye’nin Orta Asya politikasında dönüm noktasını oluşturmuştur. Elçibey’in açıkladığı hedefleri nedeniyle, Azerbaycan’ın, İran ve Rusya tarafından, Ermeniler Karabağ’ı topraklarına katmak için başlattıkları savaş sırasında, cezalandırılması kampanyasına dönüştürülmüştür. Azerbaycan’ın kazanacağı bir zaferin ülkesindeki Azerileri kışkırtacağını düşünen İran Rusya’ya yanaşmış ve Ermenistan’a “silah yardımı”174 dahi yapmıştır. Bu savaş boyunca Azerilerin uğradığı bozguna müdahale etmek isteyen Türkiye Rusya tarafından tehdit edilmiş ve Türkiye bu tehdide boyun eğmiştir. Bu boyun eğiş Türkiye’nin Orta Asya politikalarını geçici bir iflasa sürüklemiş ve Orta Asya ülkeleri tarafından dikkatle değerlendirilmiştir. Azerbaycan’daki rejim değişikliği ve kaybedilen topraklar diğer cumhuriyetlerde kendilerini yeterince güvende hissetmemeleri gerçeğini yeniden hatırlatmıştır. Azerbaycan’daki gelişim Türkiye’nin stratejik olarak zararına olmuştur. Azerbaycan’a yardım edememiş olması Türkiye’nin eksikliklerini sergilediği gibi, psikolojik etkileri de oldukça önemli olmuştur. Ağabey korkmuştur. Bu nedenle herkes, Türkiye ile olan ilişkilerini daha gerçekçi boyuta indirmiştir. Ancak yine aynı ülkeler İran ve Rusya’nın panzehirinin Türkiye olduğunun bilincinde olmuşlardır. Türkiye aynı zamanda Batıyla olan bağlantı ve kalkınma yolunda bir yardımcı olarak değerini korumuştur. Bu daha gerçekçi ve olgun ayrıca 174 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 368 130 sorumlulukları daha az olması açısından daha makul bir yaklaşım olarak kabul edilmelidir. Ayrıca Azerbaycan’da Haydar Aliyev’in iktidara gelmesi de, BDT ile bazı kolektif anlaşmalar yapmak zorunda kalmış olması da temeldeki bazı şeyleri değiştirememiştir. Yani görülmüştür ki Türkiye’nin yeri başkadır. Aliyev süratle iki ülke arasındaki ilişkileri onarmış, Şubat 1996 yılında Türkiye’yi 160 kişilik devasa bir heyetle ziyaret ederek Türkiye’ye konumunu bir anlamda iade etmiştir. Ayrıca Aliyev petrol boru hattının Türkiye’den geçmesi için tüm ağırlığını koymuş, hatta Türkiye’nin konsorsiyumdaki payını artırmıştır.175 ABD’nin o dönemdeki güzergâh (Azerbaycan-İran-Türkiye) muhalefetine rağmen “Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel ile Haydar Aliyev 1994 yılında boru hattının bölgesinden geçirme hakkının tartışılmaz bir biçimde Türkiye’ye ait olduğunu ilan ettiler.”176 Tüm bahsedilenlerin anlamı aslında Türkiye Azerbaycan için hala en büyük güvencedir ve Azerbaycan bu güvenceyi kaybetmek istememektedir. Bu yönetim değişiklikleri ile de değişebilecek bir konu değildir. İşte bu Türkiye’nin ikinci şansının göstergesidir. Bu ikinci şans kapsamında, Türkiye Ermenistan sorununun Azerbaycan tarafından silahlı kuvvetler kullanarak çözüleceğinin farkında olmalıdır. Türkiye Azerbaycan’ı son derece sıkı bir şekilde takip edip, desteklemelidir. Son savaştaki saygınlık kaybına bu sefer müsamaha gösterilmemelidir. Ancak bundan önce işin o boyuta gelmesini engelleyecek tedbirlerin alınmasını, gerek kendi tarafında gerekse Azerbaycan tarafında sağlamalıdır. Türkiye Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin eğitimine ve modernizasyonuna yardımcı olmaya devam etmelidir. Yetiştirilen subayların ordularında hizmetine devamlılık sağlayacak gerekli tavsiyelerde bulunmalıdır. Türkiye şunu çok iyi bilmelidir; “Tüm mesele Bakü’dür. Bakü’yü almazsak savaşı kaybettik demektir”177. Ermenilerin Karabağ’ı işgali nedeniyle Azerilerin ve bu sayede Türkiye’nin etkisizleştirmesi, gelecekteki faaliyetlerine pranga vurulması söz konusudur. 175 Karpat, “Türkiye ve…”, ss. 330–333 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 365 177 Kleveman, The New Great ….s. 18 176 131 5.4 SONUÇ Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra uluslar arası sistem büyük bir değişiklikle karşılaşmıştır. Daha önce kara delik olarak kabul edilen bölgeler birer birer gün ışığına çıkmış ve ülke olarak uluslar arası sisteme dâhil olmuşlardır. Demir Perde döneminde belirlenen kesin sınırlar ve hükümranlık alanları ortadan kalkmış ve politik güç dengesi, ABD’nin tarafına bütün ağırlığı ile geçmiştir. Uluslar arası toplum Komünizm ve nükleer tehlikenin ortadan kalkmasına sevine dursun, ABD’nin oluşturduğu, tek kutuplu bu dünyanın, iki kutuplu dünyadan daha iyi olmayacağı kısa zamanda anlaşılacaktır. Türkiye sadece Avrupa ile Asya’nın kesiştiği noktada bulunan köprü bir ülke değildir. Türkiye aynı zamanda Avrasya ana karasının en stratejik noktasında, yani kalbindedir. Dolayısıyla bu değişimden son derece etkilenmesi normal karşılanmalıdır. Ancak etkilenmek ile hazırsız yakalanmak arasındaki fark çok büyüktür. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin aşırı ihtiyata sürüklediği Türkiye’nin önce bu değişikliğe kendini inandıramaması yeni Cumhuriyetlerle kurduğu ilişkilerde hep Rusya’yı ilişkilendirmesinden anlaşılmaktadır. Sonradan ortaya koyduğu kararlılık ve sürat de, arzu edildiği kadar etkileyici olmamıştır. Çünkü bu tepkisel bir yaklaşım olmuştur. Hâlbuki bu kadar büyük bir değişiminden faydalanmak için veya zarar görmemek için, ön alıcı, ideolojik ve bilimsel yaklaşımların önceden ilgili erkân ve entelektüel çevre ile politik arenada ortaya konulması gerekmektedir. Devlet kademesinde, özellikle dışişlerinde görevli olanlar, kendilerine miras kalan aşırı ihtiyatlı yaklaşımı terk etmezken, partilerin biri hariç, pek çoğu bu konuyla hiç ilgilenmemişler, hatta yok saymışlardır. Konuya ideolojik yaklaşım gösteren bu parti ise, yaklaşımları kamuoyu tarafından aşırı uçta (marjinal) bulunması nedeniyle, yeterli desteği alamamıştır. Akademik ve entelektüel çevrelerin üretimi de ancak bu büyük dönüşüm meydana geldikten sonra başlamıştır. Türkiye Avrupa’dan uzaklaşan politikaları temkinle karşılayan bir politika izlemiş ancak beklediği karşılığı Avrupa’dan her zaman görmemiş ve bu durum geçmişte Türkiye’yi zaman zaman başka arayışlarla dış politika portföyünü zenginleştirmeye 132 itmiştir.178 Bugün ki durum ise geçmişe göre daha kalıcı bir yaklaşımı ifade etmektedir. Türkiye’nin bahsedilen portföyü içinde daha öncelikli görülenler Avrasya ve Orta Asya başlıkları altında ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu incelemenin sonuca etkileri ise müteakip paragraflarda açıklanmaya çalışılmıştır. Rusya, Türkiye ve Orta Asya devletleri ile diğer bölge ülkelerinin katılımıyla kurulması söz konusu olan Avrasya işbirliğini, Rusya Federasyonunda bulunan Türk azınlıklar nedeniyle büyük sorunlara gebe olacağı aşikârdır. Bununla birlikte diğer büyük sorun Rusya’da Avrasyacılık akımının kendi içinde de bölünmüş olmasıdır. Avrasyacıların bir kısmı kendisini Slav-Turan sentezcisi görmekteyken, diğer yarısı Avrasyacılık tezini SSCB’nin yerine Rusya’nın alması için sadece bir araç olarak görmektedir. Rus entelektüellerden Berdyayev Nikolay Aleksandroviç, Avrasyacıları Rus ideallerine sadık olmamakla hatta Asyalılığı, Doğululuğu, Moğolluğu ve Tatarlığı, Rusluğa, Cengiz Hanı Aziz Vladimir’e tercih etmekle itham etmiştir. Yine Berdyayev Avrasyacıları gizli Müslümanlar olarak tanımlamıştır. Rusya merkezli bir birleşme öneren Rus Avrasyacıları ile Türkiye merkezli bir Avrasya birliğini tahayyül edenlerin varlığı, Avrasya projesini kökten etkileme potansiyeli taşımaktadır.179Berdyayev gibi düşünenler ile kendi ülkelerinin merkezinde Avrasya İşbirliğini planlayanlar bu projenin yürümemesine yetebilecektir. Öte yandan Türkiye AB’de olduğu gibi burada da ikinci seviyede bir rol üstlenmek durumunda kalacaktır. Rusya’nın yaklaşımının eşitlikçi olması beklenemez. Ayrıca Türkiye’nin bölgesel güç olarak ortaya çıkması, Rusya’nın ise bölgesel güçlüğe gerilemesi Türkiye’ye bakış açısının olumsuz hale getirmiştir.180 Buna paralel bir şekilde, “RusErmeni stratejik ilişkilerinin ana hedefinin Azerbaycan değil Türkiye olduğunu ifade eden, Aliyev’in dış politika danışmanı Vefa Guluzade, Ermeni-Azeri çatışmasının eski Rus-Türk uyuşmazlığının son halkalarından bir olduğunu iddia etmiştir.”181 178 Arı, “Geçmişten günümüze…. s.707 Gazigil, “Rusya’da Avrasyacılık…. http://www.usakgundem.com/makale.php?id=26 180 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, ss.138-139 181 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.136 179 133 Türk-Rus tarihinin sorunlu mirası, ön yargı ve birbirine karşı şüphe içerir. Moskova en güçlü zamanında bile ülke nüfusunun Slavlardan sonra en büyük etnik grubunun Türk-Müslüman nüfus tarafından oluşturulduğunu bilmektedir ve Türkiye’nin varlığını bütünlüğüne güneyden yönelmiş bir tehdit olarak görmektedir. Enver Paşa’nın 1921-1922’de Türkistan’da ortaya çıkan Basmacı hareketi adına gösterdiği gayretler, Ruslar tarafından Türklerin Pan-Türkizme bağlılığı olarak nitelendirilmiş, aslında unutulmayan bu durum, 1991 yılından sonra yeniden hatırlanmıştır.182 Bununla birlikte günümüzde Türkistan’da Basmacılar mirası pek de belirgin değildir.183 Rusya eski Sovyetler Birliği toprakları üzerideki güvenliğin kendisi tarafından sağlanacağını, “Monrovsky Doktrini” ile ilan edince, kendi kendine verdiği bu barışı koruyucu görevine uluslar arası kamuoyundan karşı çıkan olmamıştır. Ancak bu konuya Türkiye’nin bakış açısı farklıdır. Türkiye yeni bağımsızlığa kavuşan ülkelerin uluslar arası topluma egemen ve eşit üyeler olduğunu düşünmektedir.184 Bunun anlamı bu ülkeler üzerinde barışı koruma adı altında bile olsa hiçbir ülkenin vesayetini onaylamadığıdır. Bu kapsamda Türkiye ile Rusya’nın çıkarlarının bu bölgede çakışması muhtemeldir. Bu şartlar altında Avrasya projesinin Türkiye açısından yeterli uyumda çalışması mümkün olmayabilecektir. Kendisine son derece yakın, etnisite olarak aynı sayılan ülkelerde yani Ukrayna ve Beyaz Rusya ile arzu edilen ortaklığı veya daha doğru tabiriyle, kontrolü yeteri kadar sağlayamayan Rusya dil, ırk ve din olarak tamamen farklı olan Orta Asya devletleri üzerinde Birlik peşinde koşması hayali bir hedeftir. Türkiye neden bu hayale Avrasyacılık adı atında destek vermelidir ki? Bu Türkiye için kiralık bir hayal olmaz mı? Peki, eğer bu Türkiye için kiralık bir hayal ise Avrupa Birliğine üyelik de aynı özellikleri taşımıyor mu? Farklı din, farklı ırk, farklı dil ve farklı kültür. AB üyeleri bunların hepsinde ortak paydaya sahip ya biz? Bizim kiralık hayallere ihtiyacımız var mı? Nasıl Avrasya Türkiye için yeteri kadar kendine dönük, kendine 182 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.132. Roy, Olivier. La Nouvelle Asie Centrale Ou La Fabrication Des Nations, (çev. Mehmet Moralı), Edutions du Seuil, 1997, s.83. 184 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.133. 183 134 ait bir hedefi ifade edemiyorsa temelde benzer özellikleri taşıyan Avrupa içinde aynı şeyleri söylemek mümkündür. Bu durumda Türkiye kendi kültürünün değerini yeniden olumlu bir şekilde ortaya koyabilir.185 Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’daki güç mücadelesinde ne ABD’ni, ne AB’ni, ne Çin’i, ne de Rusya’yı maddesel olarak dengelemesi mümkün görünmemektedir. Türkiye’nin elini güçlendirecek husus; eşit ortak olarak kabul edeceği, bağımsızlığını yeni kazanan Türkçe konuşan devletlerin, bahse konu dört büyük güç arasında ezilerek bağımsızlıklarını zayıflatmak korkusundan doğacak, taraftarlıkları olacaktır. Buna ek olarak tüm dünyada artan milliyetçilik ve kimliğini arama etkisi ile küreselleşmenin neden olduğu bölgeselleşme-kümeleşme eğilimi Türkiye’nin kozunu uzun vadede güçlendirecektir. Türkiye’nin Orta Asya’yı arka bahçesi olarak görerek yürüteceği her türlü çalışmanın sonucu başarısızlıkla sonuçlanabilecektir. Çünkü Türkiye’nin bu bölgeyi hâkimiyeti altına almaya veya bu bölgeden diğer büyük güçleri uzak tutmaya yetecek kaynağı yoktur. Nitekim bu ihtimalin küçük ölçekli bir denemesi ilk başta yapılmış ve Türkiye işin özünü kaçırarak zaman kaybetmiştir. Fakat bu oyun artık yeni bir evreye ulaşmış, asimetrik bir boyut kazanmıştır.186 Türkiye’nin amacı Orta Asya ve Kafkasya’da arka bahçe elde etmek olmamalıdır. Türkiye başkalarının bölgede arka bahçe elde etmesine engel olacak adımları, bölge ülkeleri ile işbirliği içinde atmalıdır. Ermeni ve Rus azınlıklar sayesinde tüm akraba devletler kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Türkiye içinse bu PKK için söylenebilir. Bu durum diğer Türkçe konuşan ülkelere, kendi içlerinde bulunan azınlıklar korkusuyla tarafsız kalmanın sorunu çözmeyeceği çok iyi anlatılmalıdır. Ortak tavrın caydırıcı etkisinin çok önemli olduğu açıktır. Türkçe konuşan ülkeler ortak bir pozisyona zaman içinde gelmeye çalışmalıdır. Bugün onun başına gelen yarın benim başıma gelebilir endişesi kendi, ortak çıkarlar doğrultusunda kullanılması uygun değerlendirilmektedir. 185 186 Huntigton, The Clash of ……., s.23. Birsel, Arka Bahçe …., s.55. 135 Türkiye’nin Orta Asya’da demokrasiyi güçlendirme gibi bir misyonu şimdilik olmamalıdır. Çok küçük girişimler bile bu bölgede hoşnutsuzlukla karşılanmaktadır. Komünist terbiyesi ve alışkınları yönetim anlayışlarına yerleşmiş yönetici elitler, siyasal özgürlükleri ve muhalefet partilerini kendilerine karşı tehdit olarak görmektedir. Bu tür girişimler Türkiye’nin etkinliğini azaltmaktadır.187 En azından zamanlama sorunu olarak konu değerlendirilmelidir. Türkçe konuşan ülkelerle kurulacak işbirliğinde AB iyi bir örnek süreçtir. Bu işbirliği kapsamına Türkiye’ye daha yakın olarak değerlendirilebilecek Azerbaycan ve Türkmenistan çok önemlidir. İşbirliğinin anlamını ve kontrol edilebilirliğini bozacak diğer ülkeler, yani İran, Rusya, Çin, Pakistan politik etkileri ve yaşadığı kaos nedeniyle Afganistan, kendini farklı tanımlaması nedeniyle Tacikistan mümkün olduğu sürece faaliyetlerde sınırlı olarak yer almalıdır. Genişlemenin getireceği odak bozulması sağlıklı bir yapılanmayı ve kökleşmeyi engelleyecektir. Böyle bir fikrin derinliğe ihtiyacı vardır ve bunun sağlanması da zaman alacaktır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatında yaşananlar ortadadır. Birbirleriyle sorunları olan ülkelerin oluşturduğu bu teşkilat arzu edilen gelişmeyi sağlayamamıştır. Bu kapsamda Türkiye KKTC konusunda da sabırlı olmalıdır. “Kıbrıs Türkiye’nin illerinden birkaçı hariç tümünden daha az bir nüfusa sahip olduğu için, Türkiye’ye sonsuza kadar sürdüremeyeceği ölçüde finansal bir yük oluşturmamaktadır.”188 Sonuç olarak KKTC’nin tanınmasının sadece zaman meselesi olduğu değerlendirilmelidir. Sonuçta bu organizasyonun bir merkezinin olması doğaldır. Türkiye bu kapsamda kurulabilecek bazı kurumların merkezinin İstanbul ve Bakü’de olmasını desteklemelidir. Bu anlamda her hangi bir başkent desteklememeli, Avrupa’ya yakın olması ve bir başkent olmaması, kültürel ve büyük bir şehir olması nedeniyle İstanbul’u öne çıkarılmalıdır. Ayrıca tüm ülkelerin ortasında olan ve Türkiye’nin bazı avantajlara sahip olabileceği Bakü diğer bir tercih olabilecektir. Böyle bir 187 188 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 326 Henze, “Türkiye: 21nci Yüzyıla…”, s.16. 136 durumun Azerbaycan’a yönelik bazı tehditlerin azaltılmasına da yardımcı olabileceği değerlendirilmelidir. Türkiye bölge ile İran, Rusya ve Çin gibi sınırı olmadığı için, coğrafi, siyasi ve ekonomik avantajlarını yeterince kullanamasa da kültürel ve etnik bağlarını en iyi şekilde kullanarak ilişkilerini her boyutta geliştirmeye çalışmalıdır.189 Türkiye kurulmuş olan ve kurulması planlanan tüm kurum ve organizasyonların içinde aktif olarak yer almalıdır. Oylama gereken durumlarda gelecekte nüfusa göre bir yapılanması hususu daima dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda, Türkiye Orta Asya ülkeleri ile ortak olarak uluslar arası organizasyonlar kurmayı değerlendirmelidir. Avrupa Konseyi gibi bir konsey, AB komisyonu gibi bir idari yapı, Avrupa Jandarması veya Interpol gibi güvenlik organizasyonları kurulması söz konusu olabilir. Ayrıca Türkçe konuşan ülkeler ortak olarak BM Güvenlik Konseyinde daimi temsilcilik elde edebilmeye yönelik etkinliklerde bulunabilirler. Başta Kazakistan olmak üzere Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan’da iş yapacak iş adamlarına kredi kolaylıkları sağlanmalıdır. Bu kapsamda Türk-Exim Bank daha aktif olarak kullanılmaya çalışılabilir. Ayrıca bölgeye büyük ölçekli şirketlerin daha önem vermesi için gerekli teşvikler sağlanabilir. Bu kapsamda Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın imkânlarından azami derecede faydalanırken, daha homojen bir başka topluluk kurulması daha uygun olabilecektir. Türkiye Hazar’ın statüsündeki belirsizliğin bir an önce uygun bir şekilde çözülmesi için gerekli girişimlerde bulunmalıdır. Doğalgaz ve petrol boru hatlarının öncelikli olarak Hazar-Azerbaycan-Gürcistan hattından Türkiye’ye ulaştırılması amaçlanmalı, bunun için Hazarın sınırlara göre taksimi yöntemi desteklenmelidir. Türkmenistan ve Azerbaycan arasında çözülme aşamasına gelen görüş ayrılığının bu çözüme katkı sağlaması teşvik edilmelidir. 189 İdris Bal , “Avrasya’da Şanghay İşbirliği Örgütünün Yükselişi”, İdris Bal (editör), 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, , Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, Ankara,2006, s.637 137 Çifte vatandaşlık uygulamasında bölge ülkelerine ayrıcalıklar verilmeli, kalifiye eleman ihtiyaçlarını ülkelerin kendi aralarında karşılaması teşvik edilmelidir. Türkiye’nin eğitimli işgücü avantajından bölge ülkelerinin faydalanması sağlanmalıdır. Bunun aynı zamanda toplumlar arası kaynaşma imkânı olduğu değerlendirilmelidir. En önemli öncelik ekonomik entegrasyonun olduğu bilinmelidir. “Farsça konuşmalarına karşın Sünni Tacikler bile, Türk Devlet ve ekonomi modelini, İran’ın zorla imana getirme çabalarına tercih etmiş görünmektedir.”190 Ekonomik olarak sorunları olan ülkenin sadece Orta Asya oluşumunda değil Avrupa oluşumunda da kendine uygun bir yer bulamayacağı açıktır. Ekonomik yardımlarda bulunan ülkelerin ise etkilerinin o ülke de artması doğaldır. Türkiye bulunduğu konum nedeniyle, önemli bir ülke olan Kırgızistan’a ekonomisini güçlendirmek için mümkün olduğu kadar yardımlarda bulunmalıdır. Ama bu yardımları “ağabey” yaklaşımıyla yapmamalıdır. Ağabeylik konusunda bu ülkelerin ve toplulukların Rusya’dan kaynaklı olumsuz edinimleri vardır ve egemenliklerini kısıtladığı gerekçesiyle kızgınlık hissi uyandırmaktadır.191 Yardımların belirli sistem ve prensip dâhilinde, yatırım şeklinde olması sağlanmalıdır. Bu kapsamda Orta Asya ülkelerinin kullanabileceği IMF benzeri bir ekonomik oluşumun destekçisi olmalıdır. Türkiye tüm girişimlerini yumuşak bir kararlılıkla yürütmelidir. Sadece cazibe merkezi olmanın avantajını kullanacak oluşumu hayata geçirmeli veya geçirilmesine yardımcı olmalıdır. Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” anlayışı gerçeklik boyutunda yaşatılmaya devam edilmeli, bölge ülkelerinin ve diğer ilgili ülkelerin tehdit algılamasına neden olacak davranışlardan kaçınılmalıdır. “Tüm güney sınırları boyunca uzanan İslami devletlerle potansiyel bir savaşın hayaleti Ruslar için ciddi endişe kaynağı”192 olduğu düşünülerek kışkırtıcı eylemelerden kaçınılmalıdır. 190 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 357 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 325 192 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.137 191 138 Doğunun belirsizliği ve yüzyıllardan bu yana süren ataletsizliği, bir çeşit uyku durumu korku çekince, korku yaratabilmektedir. 193 Ancak Türkiye bu durumu avantaja döndürebilecek donanımlara sahiptir. Bunların başında kültür ve dil birliği gelmektedir. Türkiye doğu ile batı arasında oynamanın avantajlarını kullanmalıdır. Türkiye doğal müttefikliklerini kullanarak onlar ve kendisi için uluslar arası arenada daha güçlü bir konuma geçmelidir. Türkiye’nin 1991 yılına kadar kendini yalnız hissettiği tam anlamıyla doğru bir teşhistir.194 Fakat bu tarihten sonrada bunun değiştiğini söylemek için de henüz çok erkendir. Bununla birlikte Azeriler, Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar ve Türkmenler yani Türki insanlar genellikle boylarını milletleri olarak kabul etseler de, Orta Asya insanları’nın ve Türk insanları’nın aynı kökenden geldiğinin farkındadırlar. Bu nedenle, etnisite her boyutta ve her konuda Orta Asya cumhuriyetlerinin Türkiye’ye yönelik eğilimlerini olumlu olarak etkilemeye devam edecektir.195 Fırsatlar Türkiye’nin önünde durmaya devam etmektedir. 193 İkram Çınar, “Avrasya’nın Gerçeği: Sultan Galiyev’i Anlamak”, Aydın, “Türkiye’nin Orta Asya…, s102. 195 Bal, “Türk Modeli… http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/September-November1998/bal.PDF 194 139 ALTINCI BÖLÜM SONUÇ Son on beş yılda dünyada çok şey değişmiştir. Komünist rejim iflas etmiş, SSCB yıkılmış, Orta Asya enerji merkezi olarak dünya sahnesinde belirmiş, Almanya birleşmiş, Yugoslavya dağılmış, Çekoslovakya bölünmüş, eski komünist ülkeler AB ve NATO üyesi olmuş, Körfez bölgesinde iki defa batı güçlerinin karıştığı savaş yaşanmış ve Irak yıkılma aşamasına getirirken, Türk-ABD müttefikliğini de kâğıt üzerine kalacak hale getirmiş, Çin dünyanın ekonomik lokomotifi olma yolunda kararlı adımlarla yürümüş ama liberal komünizm denilebilecek yeni bir çözüm geliştirmiş, Kıbrıs’ta BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın planı KKTC’de kabul oyu almasına rağmen GKRY’nde sert bir şekilde reddedilmiş, Rusya düştüğü kaostan yavaş yavaş toparlanmaya başlamış ve Türkiye AB ile müzakerelere sonunda başlarken, bunun ucu açık bir süreç olduğunu öğrenmiş, ekonomisini krizlerle sıçramalar arasında geliştirmeye çalışmış, aynı zamanda teröre karşı amansız bir mücadele vermiştir. Bu dönem boyunca Türkiye’nin ortaklığının her halükarda mutlaka batı yönünde olması gerektiği yönünde düşünsel bir pranga mevcut olmuştur. Türkçe konuşan halklarla işbirliği yapılması istekliliği yönündeki çalışmalar ırkçı ön yargılarla mahkûm edilmiştir. Türk Dış İşleri Bakanlığı Orta Asya bölümünü 1991 yılında kurmuştur ve kurulmasına öncülük eden kişi, Türkiye’nin Şii olduğu için Azerbaycan ile ilgilenmediğini söyleyen Turgut Özal’dan başkası değildir.1 Bu örnek bile Türkçe konuşan ülkeler yönelik olarak, Türkiye’nin dış politika açısından, ne kadar etkisiz, olayları akışına bırakan bir yaklaşımda göstermeye yeterlidir. Benzer şekilde Türkiye’nin Orta Doğu’daki faaliyetleri de yakın zamana kadar “ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü” atasözüne uygun yürütülmüştür. “Türk diplomatları kuşaklar boyunca Moskova’ya karşı aşırı bir dürüstlük politikası 1 geleneği çerçevesinde ve Sovyet Karpat, “Türkiye ve…”, s. 316 140 İmparatorluğundaki Türk ve Müslümanlarla kurulacak en hafif ve resmi kültürel ilişkiden fazlasının Sovyet misillemesine yol açacağı endişesiyle hareket etmişlerdir.”2 “Bu diplomatlar arasında bazıları Azeriler, Özbekler ve diğerlerinin Sovyet sistemin kendilerine sağladığı ekonomik avantajlardan memnuniyetiyle iyi bir Sovyet vatandaşına dönüştüklerinde ısrar etmiştir. Hatta gençlerin yavaş yavaş Ruslaştırılacaklarını da söylemiştir.”3 Bununla birlikte bunun tam tersi söz konusu olmuştur. “SSCB’nin tüm bölümlerinden 19. yüzyıldan itibaren başlayan ve 1950’lerde yavaşlasa bile hiç durmayan göç ile Türkiye’ye gelenlerin kökenleri ile ilgili hatıralarını canlı tuttukları ancak son zamanlarda açığa çıkmıştır.” 4 Mecburiyettin getirdiği aşırı ihtiyattan doğan bu yanılgı Türkiye’yi Türk dünyasından çok uzağa konumlandırmıştır. “Türkiye’nin yeniden doğuya açılma politikasını genelde Batı ama özellikle ABD teşvik etti. ABD yirminci yüzyılın sonunda Rusya ve İran’la oynanan “büyük oyun” da genel olarak Türkiye’yi tutuyordu.”5 O dönemde, Türkiye’nin Orta Asyalıların kültürüne, diline, dinine ve etnik kökenine yoğun ve ani ilgi duymasında, Batı ile bütünleşme düşlerinden, AT’ ye 1987 yılında yaptığı başvurunun 1989’ta geri çevrilerek sert bir şekilde uyandırılmasının etkisinin de olduğunu söylemek mümkündür.6 AB ile bin bir zorlukla başlayan müzakerelerin kısa bir süre sonra GKRY mazeret gösterilerek dondurulmuş olması, Fransa başta olmak üzere bazı AB ülkelerinin Türkiye’nin AB üyeliğini halk oylamasına sunacak olmaları ve Avrupa kamuoyu nezdinde Türkiye’nin desteklenmiyor olması, AB’nin Türkiye’yi ayrıcalıklı ortaklık çözümüne yönlendirme isteği, genişleyen Avrupa’da Türkiye’nin karar mekanizmalarına alınmama isteği, Türkiye’ye başta serbet dolaşım olmak üzere kalıcı kıstlamalar getirilmesi ve bölgesel destekleme fonlarından yararlandırmamak istenmesi, AB yolunda umutları ve sabrı tüketmektedir. Türkiye’nin AB’ye karşı olan kuşkuları Türkiye’yi destekleyen Yeşiller Partisinin eş 2 Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.37 Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.46 4 Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.39 5 Sezer, Türk-Rus İlişkileri…, s.134 6 Karpat, “Türkiye ve…”, s. 318 3 141 başkanı ve dönemin Almanya Dış İşleri Bakanı Joschka Fischer’in “Türkleri oyalayalım, sonra unutalım”7 sözlerindeki ruha tepki olarak günden güne artmaktadır. AB’nin Türkiye hakkındaki düşünceleri Kopenhag Zirvesinde Almanların davranışlarına yansımış gibidir. “Danimarka Dış İşleri Bakanı Möller: Almanların içerde ve dışarıda söyledikleri birbirini tutmuyor. Ficsher ile görüştüm, 12 saatte üç defa fikir değiştirdi”8 derken aslında gerçek bir çelişkinin altını çizmektedir. Türkiye AB’ye üye olarak alınmak istenmemektedir. Türkiye eğer AB’ye alınırsa bu mecburiyetten kaynaklanacak gibi görünmektedir. Bu mevcudiyetin neler olduğu önceki bölümlerde açıklanmıştır. Bunlar güvenlik ve ekonomik sebeplere dayanmaktadır. Türkiye’nin uzaklaşması en büyük çekincedir. Türkiye kendi yoluna gidebilir ki bunlar; Rusya, İran, Orta Doğu ve Orta Asya’dır. Başarılı olursa rakip olarak AB’nin karşısına çıkacak, başarısız olursa kaos kaynağı olarak, AB ortamını tehlikeye atabilecektir. Medeniyetler arası gerilimin artması da bunlara eklenebilecek olumsuz bir başka faktördür. İşte bu sebeple AB tabiri caizse ne yapacağını şaşırmıştır. Ahde vefa kuralını da bu aşamada çok bağlayıcı olduğu düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır. AB’nin şart olarak öne sürdüğü veya sürmesi beklenen diğer konular ise son derece önemlidir. Türkiye GKRY’ni Kıbrıs Adasının tek sahibi olarak tanıyarak, kendi kurduğu ve 33 yıldan beri arkasında durduğu, soydaşlarının ve kendi halkının güvenliği için son derece önemli olan KKTC’nin ortadan kalkmasına onay veremez. Bu tıpkı Ermenistan Azerbaycan savaşında oluşan intibahı, yeniden Türkiye’nin üzerine yapıştıracaktır. Türkiye haklı olduğu konularda taviz vermemelidir, hele ki örnek teşkil edebilecek konularda bunu yapmamalı, ideallerini, saygınlığını ve caydırıcılığını ekonomik kaygılar nedeniyle sorgulanabilir hale getirmemelidir. Hiçbir büyük ülke, bölgesel güç haline gelmiş veya gelmek isteyen ülke bu tür yaklaşımlardan fayda göremez. Peki, GKRY’ni tanımayan Türkiye’nin AB’ye girme ihtimali var mıdır? Bu son derece zayıf bir ihtimaldir. Çünkü Kıbrıs bir kozdur. Amaç burada Kıbrıs’ın bütünlüğü değil Türkiye’nin dizginlenmesi ve oyalanması 7 8 Taha Akyol, Eğrisiyle Doğrusuyla Avrupa, İstanbul, Truva Yayınları, 2006, s.249. Akyol, İşte.., s.249 142 meselesidir. Aksi durum için GKRY ve Yunanistan’ın mevcut iddialarından vazgeçmeleri, son derece şaşırtıcı ve hatta sürpriz olacaktır. Türkiye’nin AB genelinde kabul edilmek üzere olan sözde Ermeni soykırımını kabul etmesi mümkün değildir. Bu AB ile gelecekte kuvvetle muhtemel sorun olacak hususlardan birisidir. Türkiye güvenlik hassasiyetleri olan bir ülkedir. Irak’ın son durumu AB ile Türkiye arasına girmeye hazır bir mesele olarak beklemektedir. Türkiye AB’ye girişinin sonuçlarını Avrupalılar kadar analiz etmelidir. Bu konuyla ilgili olarak Türkiye’de Avrupa’da olduğu gibi bir tartışma ortamı yaratılmalıdır. Türkiye’nin alternatifleri bilimsel olarak değerlendirilmelidir. Türkiye hızla yol ayrımına giderken kararsız ve hazırlıksız görünmektedir. SSCB’nin bir gün yıkılabileceği kendisine Atatürk tarafından söylenen9. Türkiye, tüm delillerine rağmen AB’nin üyeliğini reddetme ihtimaline karşı yeterince hazırlık yapıp, tedbir geliştirmemektedir. Öte yandan AB Türkiye’yi kabul etse bile Türkiye bunu kabul etmeli midir? Kamuoyunda ve bilim çevresinde tartışılması gereken ancak henüz yeterince gündeme getirilmeyen bir diğer konu budur. Ekonomik mülahazalarla acaba bu birliğe katılmak yeterince doğrumudur? Neden ABD ve İngiltere gibi ülkeler kayıtsız şartsız Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediği, bunun Türkiye’nin mi yoksa bu ülkelerin mi çıkarlarına daha uygun olduğu yeterince değerlendirilmemektedir. Bu şüpheli sorulara kamuoyuna karşı verilen basmakalıp cevaplar yeterince tatmin edici değildir. Örneğin Türkiye AB’ye üye olduğu takdirde, uzun vadede Batı dünyasına alacağından daha çoğunu katacakken, bu dünyada yeterince etkin ve belirli olamayabilecektir. AB üyeliği Türkiye’yi diğer alternatiflerden, tıpkı NATO üyeliğinin Orta Doğu’dan uzaklaştırması gibi uzaklaştıracaktır.10 Türkiye’nin bu konuda yapması gereken şudur: AB’ye yakın bir gelecekte üye olacakmış gibi gerekli hukuki ve ekonomik düzenlemeleri yapmak, ekonomik 9 Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1963, s.90. 10 Arı “Geçmişten Günümüze….. s.702 143 istikrar bölgesinden faydalanarak ekonomisini mümkün olduğu kadar süratli bir şekilde geliştirmek ve dayanıklı hale getirmek, ancak bunları yaparken her vadedeki güvenlik kaygılarını dikkate almak, hiç üye olmayacakmış gibi ekonomik güvenceler oluşturmak ve yeni pazarlar bulmak, stratejik seviyede güvenlik ilişkileri tesis edecek planlamalarda bulunmak, ihtiyaçları belirlemek ve yeni işbirliklerine hazırlıklı olmaktır. AB’ye girememiş bir Türkiye sorun değildir, içine kapanmış hedefi olmayan bir Türkiye sorundur. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun “Türkiye AB üyesi olmaya hazır değil, aynı zamanda AB Türkiye’yi ne yarın ne de öbür kabul etmeye hazır değil” açıklamasının arkasındaki düşünce, Türkiye’nin AB sürecini öldürmeden askıya alması seçeneğini kuvvetlendirebilecektir.11 İmparatorluk geleneği olan Türkiye aradan geçen 84 yıla rağmen halen kimliğini tanımlama sürecindedir. Modernistler batıya, İslamcılar Orta Doğu’ya yani güneye, milliyetçiler Orta Asya’ya yani doğuya bakmaktadırlar. Aralarındaki uyuşmazlık Türkiye’nin bölgedeki rolüne dair belirsizliği oluşturmaktadır.12“Dünyadaki birçok halk açısından olduğu gibi, eğitim yaygınlaştıkça ve modern medya halkın büyük kesimine ulaşacak şekilde geliştikçe, Türkler kökleriyle daha fazla ilgilenmeye başlamaktadırlar.”13 “Türkler kendilerini daha ziyade dağınık haldeki Türkçe konuşan topluluğun potansiyel lideri olarak görmektedirler.”14 Bu sadece Türkiye için geçerli değildir. Dış dünyadaki gelişmelere karşı işbirliği ihtiyacı duyan Orta Asya Cumhuriyetleri içinde geçerli olduğu görülmektedir. “Medeniyetler arasındaki güç dengesi değişmektedir: Göreli etkililik bakımından Batı gerilemekte; Asya medeniyetleri ekonomik, askeri ve siyasal güçlerini genişletip yaymaktadırlar.”15 Orta Asya bu iyimser önergede önemli bir yer tutacaktır. Türkiye bu önergenin içinde olup olmayacağına yakın gelecekte karar vermek zorunda kalacaktır. 11 Altun “Rumların AB…. http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/21/col/88/art/2233/PageName/INGILTERE_LONDRA _HABERLERI 12 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.188 13 Henze, “Türkiye:21.Yüzyıla….” s.7 14 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.193 15 Huntigton, The Clash of ……., s.23. 144 Küreselleşmenin çağımızın en büyük olgusu olduğu aşikârdır. Bu kavram stratejik işbirliklerini gerektirmektedir. AB ve Avrasya dâhilinde geliştirilemeyecek işbirliği ortamının alternatifi olan Türkçe konuşan ülkelerle işbirliğidir. Türkiye’nin değişen şartları, yeniden daha etkin değerlendirmemesi için herhangi bir sebep yoktur. Ama bunun anlamı bölgedeki ülkelere hegemonya kuracak davranışlarda bulunmak değildir. Türkiye ve Türkçe konuşan ülkeler rollerini ve imkânlarını yeniden değerlendirebilmelidirler. Bu sefer Türkiye 1990’lı yıllarda yapılandan daha başarılı bir şekilde süreç yönetebilme deneyimine sahiptir. “Fakat Türkiye yeni oluşan bu dünyada anahtar role sahip olmak istiyorsa her şeyden önce kendisinin değişmesi gerekmektedir.”16 1962 Küba Krizi’nin çözümünün Türkiye üzerinden yapılması, Kıbrıs’taki 1963 olayları ile başlayan Rumların Türklere karşı giriştiği toplu yok etme politikasına Batı’nın Yunanistan’ın gözüyle bakması ve ünlü “Johnson Mektubu” Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde üst üste uğradığı ciddi hayal kırıklıkları olmuştu. 17 Bu örnekler Irak’ta yaşananlar ve Türkiye’ye etkilerini de eklersek, Türkiye’yi dış politikasını yeni baştan değerlendirmek zorunda bırakmıştır. SSCB’nin boşalttığı bölgede “uluslar arası topluluk eski Yugoslavya’daki son krizi gölgede bırakacak bir durumla karşı karşıya kalabilir18 ve geçmiş tecrübeler göstermiştir ki Türkiye Batıdan gelecek yardıma veya çözüm şekline güvenmemelidir. Bunun anlamı her halükarda karşı politikalar geliştirmesi değildir. Sadece çıkarlarını ön plana alarak, müttefiklik ilişkisinin kendisine olan yararlarını daha dikkatli değerlendirmesidir. ABD Türkiye’yi daima Orta Asya devletlerine model olarak gösterdi ama Türkiye Irak savaşından sonra müttefik ilişkilerini resmi olmasa bile düşünsel manada yeniden tanımlamıştır. Bu kapsamda Orta Asya’da geliştireceği politikalara destek beklemeden gerekli planlamaları yapmak durumundadır. Türkiye enerji politikasını sadece çıkarları doğrultusunda yönlendirmelidir. Bu konuda önceliğin Orta Asya ülkelerine verilmesi uygun olacaktır. Rusya’ya olan 16 Kinzer, Crescent and Star..,s.280 Arı, “Geçmişten günümüze …, s.704 18 Brzezinski, The Grand Cheessboard,…s.81 17 145 bağımlığın gerek Türkiye gerekse de Orta Asya ülkeleri yönünden düzenli olarak azaltılması yoluna gidilmesi en uygu seçenek olacaktır. Gelecek yıllar küreselleşmenin etkilerinin her alanda daha fazla hissedileceği, ancak enerji kaynakları üzerine yapılacak olan mücadelenin olaylara damgasını vuracağı bir süreç olacaktır. Bu süreçte medeniyete dayalı bir dünya düzeni ortaya çıkmaktadır. Kültürel yakınlıkları olan ülkeler birbirleriyle iş birliği yoluna giderken bir medeniyetten diğerine geçi çabaları başarısız olacaktır. Sonuçta ülkeler kendi medeniyetlerinin çekirdek devletleri etrafında kümelenecektir. 19 Türkiye Türkçe konuşan devletler için çekirdek bir devlettir. Bundan kendi iradesiyle uzaklaştırmaya çalışmadığı sürece bu böyle olacak, kendisini böyle değerlendirmese bile başkaları tarafından bu yönde yapılacak değerlendirmelerin olumsuzluklarını yaşayabilecektir. Çünkü doğal olanı geciktirmek mümkün, önlemek mümkün değildir. Türkiye hazırlıklarını bu göre yapmalıdır, başkaları yapmaktadır. 19 Huntington, The Clash of ……., s.23. 146 KAYNAKÇA Akyol, Taha. Eğrisiyle Doğrusuyla Avrupa, İstanbul, Truva Yayınları, 2006. Akyol, Taha. “Türklerin Alfabeleri”, Milliyet, 12.12.2001 http://www.milliyet.com/2001/12/12/yazar/akyol.html Arı, Tayyar. “Geçmişten günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve İlişkileri Belirleyen Dinamikler”, İdris Bal (editör), 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, Ankara, 2006. Altun, Ata. “Rumların AB Dağına Kar Yağıyor”, Kıbrıs Postası, 14.08.2007 http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/21/col/88/art/2233/PageName/IN GILTERE_LONDRA_HABERLERI Avşar, B. Zakir. Yeni Bir Yüzyılın Eşiğinde Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Ankara, Vadi Yayınları, 1994. Aydın, Mustafa ve diğerleri, Küresel Politikada Orta Asya (Avrasya Üçlemesi I), Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2005. Aydın, Mustafa ve Çağrı Erhan ile diğerleri, Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara, Siyasal Kitapevi, 2006. Bal, İdris ve diğerleri. Değişen Dünyada Uluslar Arası İlişkiler, Ankara, Lalezar Kitapevi, 2006. Bal, İdris ve diğerleri. 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, 2006. 147 Bal, İdris ve Cengiz Başak, “Rise and Fall of the Elchibey’s Administration and Turkey’s Central Asian Policy”, Foreign Policy, Vol.22, No.3-4/1998, s.4256. Bal, İdris. Turkey’s Relations with the West and The Turkic Republics: Rise and Fall of the Turkish Model, Aldershot: Ashgate Publications, 2000, 232 pages. Bal, İdris ve M. Cufali, (ed.), Dünden Bugüne Türk Ermeni İlişkileri (Turkish Armenian Relations from the Past to the Present), Ankara: Nobel Publications, 2003. Bal, İdris. (ed.), Turkish Foreign Policy in the Post Cold War Era, Boca Raton, Florida: Brown Walker Pres, 2004. Bal, İdris (ed.), Değişen Dünyada Uluslararası ilişkiler, Ankara: Lalezar Kitabevi, 2006. Bal, İdris. “ABD’nin Orta Asya Politikası”, Halil Bal ve Muhammet Erat, (Ed.), Mehmet Saraya Armağan, Türk Dünyasına Bakışlar, İstanbul: Da Yayıncılık, 2003, s.133-160. Bal, İdris. “Büyük Orta Doğu Projesi: Türkiye, Bölge Ülkeleri, AB ve ABD”, İdris Bal (Ed.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Lalezar Kitapevi, 2006 Bal, İdris, Gül Turan ve İlter Turan. “Turkey’s Relations with the Turkic Republics”, İdris Bal (Ed.), Turkish Foreign Policy in the Post Cold War Era, Boca Raton, Florida: Brown Walker Pres, 2004. Bal, İdris. “Turkish Model as a Foreign Policy Instrument in Post Cold War Era: The Cases of Turkish Republics and the Post Sempember 11th Era”, İdris Bal, (ed.), Turkish Foreign Policy in the Post Cold War Era, Boca Raton, Florida: Brown Walker Pres, 2004. 148 Bal, İdris. “Instruments of Soviet Control in Central Asia”, Eurasian Studies, Bol.3, No.2, Summer 1996, pp.97-113. Bal, İdris. “Türk Modeli ve Türkî Cumhuriyetler”, Journal of International Affairs, Volume III, Number 3, Ekim-Kasım 1998 http://www.sam.gov.tr/perceptions/Volume3/SeptemberNovember1998/bal.PDF Bal, İdris. “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye İçin Türk Cumhuriyetlerinin Önemi”, İdris Bal (ed.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Ankara Global Araştırmalar Merkezi ve Lalezar Kitapevi, 2006 Birand, Mehmet Ali. “Türkiye Putin’i Çok Arayacak”, Hürriyet, 26.06.2007 Birsel, Haktan. “Arka Bahçe Stratejileri”, 2023 Aylık Dergisi sayı 74, Ankara, Ay Grup, 2007. Brzezinski, Zbigniew. The Grand Chessboard, (çev. Yelda Türedi), Perseus Boks L.L.C., 1997. Cafersoy, Nazım. “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, Türkiye Uluslar arası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM), 28.12.2005 http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44 Cıvaoğlu, Güneri. “Avuç Yalamak”, Milliyet Gazetesi, 22.07.2006 http://www.milliyet.com/2006/07/22/yazar/civaoglu.html Clover, Charles. “Dreams of the Eurasian Heartland, the Reemergence of Geopolitics”, Foreign Affairs, 78 (2), Mart-Nisan 1999. Çaman, Efe. “Entegrasyon Teorileri”, Haydar Çakmak (ed.), “Uluslar arası İlişkiler; Giriş, Kavram ve Teoriler”, Ankara, Barış Kitapevi, 2007. 149 Çandar, Cengiz. “Öncelikli Tehdit: Kuzey Irak mı? PKK mı?”, Hürriyet Gazetesi, 4.10.2007 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7415704&yazarid=215 Çeçen, Anıl. Türkiye’nin B Planı, Merkezi Devletler Birliği-MEDEB, Ankara, Fark Yayınları, 2007. Çomak, İlhan. “Türkiye’de Avrasyacılık Üzerine”, USAK Stratejik Gündem, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 28.05.2007 http://www.usakgundem.com/haber.php?id=102 Daloğlu, Tülin. “PKK Tarafından Lekelendi”, Washington Times Gazetesi 2.10.2007 sayısı, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM), 4.10.2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/10/04x10x07.htm Davutoğlu, Ahmet. Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslar Arası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2001. Dündar, Can. “George Soros”, 12.05.2005 tarihli yazı dizisine, 20.7.2007 http://candundar.com.tr/index.php?Did=2631 Erdinç, Yaşar. “Unakıtan Etkisi”, Akşam Gazetesi 11 Haziran 2004 sayısı, 2004. Fettweis, Christopher J., "Sir Halford Mackinder, Geopolitics and Policymaking in the 21st Century", Parameters, 2000 Findley, Carter V. Dünya Tarihinde Türkler, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2006. Fisher, Joschka. “AB Taahhütlerine Sadık Kalmalı”, Amerikanın Sesi, 12.7.2005 http://www.voanews.com/turkish/archive/2005-07/2005-07-12-voa1.cfm Fuller, Graham E. ve Ian O. Lesser, Balkanlardan Batı Çin’e Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, (çev. Meral Gönenç), Alfa Yayınları, İstanbul, 2000. 150 Gazigil, Orhan. “Rusya’da Avrasyacılık Düşüncesi ve Yeni Alternatif Arayışları”, USAK Stratejik Gündem, Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 28.05.2007. http://www.usakgundem.com/makale.php?id=26 Göğüş, Zeynep. “Sahipsiz Orta Asya”, Tempo, 13.4.2005 http://www.tempodergisi.com.tr/kose/zeynep_gogus/07884/ Göksel, Nükhet Hotar. “Türkiye’de Demografik Dönüşümün Sosyal Politikalara Etkisi”, İşveren Dergisi Kasım 2005 sayısı, Ankara, 2005. http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1276&id=70 Gönlübol, Mehmet ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1963. Gül, Atakan ve Ayfer Yazgan Gül. Avrasya Boru Hatları ve Türkiye, Ankara, Bağlam Yayınları, 1995. Günay, Bekir ve diğerleri. Avrupa’dan Asya’ya Sorunlu Türk Bölgeleri, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005. Hasanlı, Cemil. Soğuk Savaşın İlk Çatışması İran Azerbaycan’ı, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2005. Huntington, Samuel P. The Clash of Civilizations and The Remaking of World Order, (Mehmet Turfan, Y.Z. Cem Soydemir), İstanbul, Okuyan Us Yayınları, 1996. İbaş, Selahattin. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Orta Doğu’daki Barış Operasyonlarına Katkıları”, BYEGM.lüğü, 16.2.2007 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/DISBASIN/2007/02/19x02x07. HTM 151 İlhan, Attila. “Ortaklaşa Umut Avrasya”, Cumhuriyet, 5.07.2005 http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=58&hnd=1 &ord=57&dbId=663 İlhan, Attila. “Silahlı Kuvvetler Neden Pasif?”, Cumhuriyet, 30.04.2004 http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=5&prnId=77&hnd=1 &ord=76&dbId=682 İnsel, Ahmet. “Türkiye’ye Olma Yarışı”, Radikal Gazetesi, 17.12.2006 http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6533 İsina, Almagül. “Dünya Kazak Türkleri Kurultayı”, 17.11.2005 http://f27.parsimony.net/forum67368/messages/10610.htm Kadak, Şelale. “Türkmenbaşı’nın Ölümü Çalık’ı ve Diğer Türk İşadamlarını Etkiler mi?”, Sabah Gazetesi, 22.12.2006. http://arsiv.sabah.com.tr/2006/12/22/yaz10-30-118.html Kamalov, İlyas. “Avrasya’daki Enerji Oyunları ve Türkiye”, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi (AVSAM), 17.05.2007 http://www.asam.org.tr/tr/yyazdir.asp?ID=1616&kat1=50&kat2= Kamalov, İlyas. “Stratejik Öngörü 2006: Rusya Federasyonu; Gelişmeler, Temel Sorunlar, Muhtemel Senaryolar ve Ana Aktörler”, Ekim 2006 tarihli rapor, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (AVSAM), 2.8.2007 http://www.asam.org.tr/temp/kitap118.pdf Karluk, Rıdvan. “Kıbrıs Sorunu, Türkiye’nin AB üyeliği için bir koşul haline gelmiştir.”, AB HABER, 27.8.2007 http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=18631 Karpat, Kemal H. Türkiye ve Orta Asya, Ankara, İmge Kitabevi, 2003 152 Kasım, Kamer. “Ermeni Sorunu ve Üyelik Süreci”, The Journal of Turkish Weekly, 14.3.2005 http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=72 Kavak, Yüksel ve Gülsün Atanur Kavak. “Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklarına Yönelik Eğitim Politika ve Uygulamaları”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 20:92–103, 2001 http://www.egitimdergisi.hacettepe.edu.tr/200120Y%C3%9CKSEL%20KAV AK.pdf Kinzer, Stephen. Crescent and Star, Turkey Between Two Worlds, (çev. Funda Keskin), New York, Farrar, Satraus and Giroux L.L.C., 2001. Kleveman, Lutz. The New Great Game Blood and Oil in Central Asia, (hür Güldü), New York, Atlantic Monthly Press, 2003. Knuf, Thorsten. “AB, Üyeliğe Aday Türkiye’ye Bundan Sonra Nasıl Davranacağını Bilmiyor”, Berliener Zeitung 9.11.2006 sayısı, AB Genel Sekreterliği,2006 http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=39868&l=1 Makovsky, Alan ve Sabri Sayarı ile diğerleri, Turkey’s New World, (Hür Güldü), The Washington Institute for Near East Policy, 2000. Mayer, Thomas. “Valery Giscard d'Estaing ile AB üzerine” BYEGM.lüğü, Dış Basında Türkiye, Haftalık (23–28.12.2005) Bülteni, 1.09.2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligihaftalik/2005/avrupa2005-19.htm Nogayeva, Ainur. “Orta Asya’da Entegrasyon”, Cumhuriyet Gazetesi Strateji Dergisi, sayı 151, 21.05.2007 Özbek, Burak Bilgehan. “Yeni Dönemde AB Orta Asya İlişkileri ve Türkiye”, Global Strateji Enstitüsü, 10.7.2007 http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1092 153 Özkan, İ.Reşat. Küresel Çıkar Oyunları İçinde Türkiye’nin Dış Politika Sorunları, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1999. Özpek, Burak B., “Türkiye-İran Doğal Gaz Anlaşması Ve Muhtemel Sonuçları”, Global Strateji Enstitüsü, 27.7.2007 http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1113 Pamir, Necdet. “Putin’in son hamlesi Türkiye’yi vurdu”, Hürriyet Strateji, 17.5.2007 http://www.hurriyet.com.tr/strateji/6527905.asp?gid=202 Petters, Ralph. “Blood Borders: How A Beter Middle East Would Look”, Armed Forces Journal 06/06, Springfield, Army Times Publishing Company,2006. Robins, Gerald. "The Post-Soviet Heartland: Reconsidering Mackinder", Global Affairs, 8, 1993. Roy, Olivier. La Nouvelle Asie Centrale Ou La Fabrication Des Nations, (çev. Mehmet Moralı), Edutions du Seuil, 1997. Roux, Jean-Paul. L’Asie Centrale-Histoire et Civilisations, Fayard, 1997. Stürmer, Michael. “Çoğu Zaman 'B Planı' Eksik”, Die Welt, 21.06. 2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/22x06x07.htm Uçar, Fuat. Dış Türkler, Ankara, Fark Yayınları, 2007. Ülkü, İrfan. “Fena Halde Attila İlhan”, Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı, 7.07.2007 http://www.tilahan.net/default.asp?lang=0&pId=6&fId=1&prnId=45&hnd=1 &docId=424&ord=44&fop=0&s=1 Varvitsiotis, İoannis M. “Avrupa Devletler Birliği”, Frankfurter Allgemeine Zeitung 4.08.07 sayısı, BYEGM.lüğü, Dış Basında Türkiye Haftalık Bülteni. 154 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi-haftalik/avrupahaftalik.htm Vinkovetsky, Ilya. “Eurasia and Its Uses: The History of an Idea and the Mental Geography of Post-Soviet Space”, Princeton University, 2007. http://www.princeton.edu/~restudy/soyuz_papers/Vinkovetsky.pdf Vinkovetsky, Ilya. “Classical Eurasianism and Its Legacy”, Canadian-American Slavic Review, 34 (2), 2000. Winrow, Gareth. Turkey in Post-Soviet Central Asia, London, Royal Institute of International Affairs Press, 1995. Yıldırım, Abdurrahman. “17 Aralık Sonrası 2005’in Gündemi, Kıbrıs ve İç Siyaset”, Sabah Gazetesi, 20.12.2004 http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/20/yaz07-30-125.html Yüce, Çağrı Kürşat “SSCB Sonrasında Hazar Bölgesinde Enerji Mücadelesi ve Türkiye”, TÜRKSAM, 30.03.2005 http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=307 Zeybek, Namık Kemal. “Nursultan Ağa Artık Türk Dünyasının Lideridir”, Jelmaya, Kasım, 2005 http://www.yesevi.edu.tr/jelmaya/Sayilar/Jelmaya14.pdf Türkiye İçin AB Üyelik Müzakereleri Süreci, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Kitapçığı, Ankara, 2006 “Rusya’nın Yükselen Homurtusu”, Military Science & Intelligence (MSI) Stratejik Haber Dergisi sayı 22, Ankara, UMSA Ltd., 06.2007 “Cox: D’estaing sınırını aşıyor”, NTVMSNBC, 27.11.2002 http://www.ntvmsnbc.com/news/190009.asp 155 “Kuzey Irak’a Dokunma”, BYEGM.lüğü, 21–23.03.2003 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi/2003/03/24x03x03.htm “Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Aleyhine Aldığı Bazı Kararlar”, Ankara Ticaret Odası, 24.12.2003 http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=139&l=1 “Kısıtlamalar İmdat Kolu Gibi”, Radikal Gazetesi, 15.12.2004 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=137373 “Tarih Yazdık”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004 http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/siy95.html “AB Süper Güç Oluyor”, Sabah Gazetesi, 17.12.2004 http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/17/eko100.html “Garanti GE ile 1,8 Milyar Dolara Evleniyor”, Hürriyet Gazetesi, 26.08.2005 http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/08/26/692349.asp “Tek Yol Türkiye”, Milliyet Gazetesi, Dünyadan Haberler, 09.09.2005 http://www.milliyet.com.tr/2005/09/09/dunya/adun.html “Türkiye AB Müzakereleri Başladı”, CNNTÜRK, 4.10.2005 http://www.cnnturk.com/OZEL_DOSYALAR/haber_detay.asp?PID=1145& HID=1&haberID=129898 “Yeni Ekonominin Beyin Avcısı: Google”, Milliyet Gazetesi,4.01.2006 http://www.milliyet.com.tr/content/teknoloji/tek015/tekno59.html “Dünyanın en zengin adamı emekli oluyor”, CNN TÜRK, 16.06.2006, http://www.cnnturk.com/EKONOMI/DUNYA/haber_detay.asp?PID=39&ha berID=190689 156 “Armed Forces Journel’ın skandal haritası yine gündemde”, Hürriyet USA, 28.09.2006 http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9822 “Financial Times: Hırvatistan’ın AB yolu kısa”, Yeni Şafak Gazetesi, 30.10.2006 http://www.yenisafak.com/dunya/?t=30.10.2006&q=1&c=4&i=12467&FT/H %C4%B1rvatistan%C4%B1n/AB/yolu/k%C4%B1sa/ “Sarkozy’den Türkiye’ye Öneri”, BBC, 8.2.2007 http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2007/02/070208_sarkozyturkey.sh tml “Enlargement-Turkey”, European Commission, 5.3.2007 http://ec.europa.eu/enlargement/questions_and_answers/turkey_en.htm “Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, Hürriyet, 25.3.2007 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6196268&tarih=200703-25 “Merkel’in AB’ye Türkiye Tavsiyesi”, TRT, 10.05.2007 http://www.trt.gov.tr/wwwtrt/hdevam.aspx?hid=175991 “Sarkozy, Akdeniz Birliğinde Israrlı”, NTVMSBC, 1.6.2007 http://www.ntvmsnbc.com/news/409670.asp "Steinmeier: Türkiye ile AB”, Frankfurter Allgemeıne Zeıtung, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü Dış Basında Türkiye Bülteni, 28.6.2007 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin/2007/06/28x06x07.htm “İki ülkenin boru hatları savaşları”, Doğalgazprojesi.com, 29.06.2007 http://www.dogalgazprojesi.com/forum/forum_posts.asp?TID=3383&get=las t 157 “AB Komisyonu Türkiye Raporu (6 Ekim 2004)”, Belgenet, 8.07.2007 http://www.belgenet.com/arsiv/ab/rapor2004-01.html “Türkler ABD’yi tehdit olarak görüyor”, Sabah Gazetesi, 25.07. 2007 http://www.sabah.com.tr/2007/07/25/haber,E4B4ABF3D8DE42F8A9E00B3 AB8B10FBC.html “Müzakere Süreci: Hükümetler Arası Konferans”, Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFED), 1.8.2007 http://www.sedefed.org/default.aspx?pid=45996&nid=34549 “Belçika Bölünmeyi Tartışıyor”, NTVNSNBC, 22.08.2007 http://www.ntvmsnbc.com/news/417840.asp “Türkiye'de ABD'ye destek yüzde 12'ye geriledi”, Hürriyet USA, 31.08.2007 http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=9047 “Daniel Cohn Bendit:Türkiye 2022’de AB üyesi”, ABHABER.COM, 1.09.2007 http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=16556 Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü. Dış Basında Türkiye Bülteni. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/disbasin Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü. Avrupa Birliği 9.11.2006 -16.11.2006 Haftalık Dış Basın Çevirileri, 1.08.2007 tarihinde kurumun web sayfasından erişildi. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligihaftalik/2006/avrupa2006-58.hTM Centre for European Reform (CER-Avrupa Reform Merkezi). “Avrupalılar Türkiye Hakkında Ne Düşünür ve Neden” Ağustos 2007 tarihli raporu, 2 Eylül 2007 tarihinde Centre for European Reform’un web sayfasından erişildi: http://www.cer.org.uk/pdf/briefing_kb_turkey_24aug07.pdf 158 “ABD Kongresi Ermeni Tasarısı’na Türklerin Bakışı”, 2007 tarihli rapor, 1 Ekim 2007 tarihinde Arı Hareketi’nin web sayfasından erişildi. http://www.arifoundation.org/Terror%20Free%20Tomorrow%20%20ARI%20Movement%20-%20ARI%20Foundation%20Report%20%20Turkce.pdf BBC’nin 14 Haziran 2005 tarihli Basın Özeti, 5.3.2007 http://www.bbc.co.uk/turkish/pressreview/story/2005/06/050614_pressreview .shtml “Avrasya”. Wikipedia Online, 5.05.2007 http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrasya “Nabucco Boru Hattı”, Wikipedi Online, 17.5.2007 http://tr.wikipedia.org/wiki/Nabucco_Boru_Hatt%C4%B1_Projesi “İki ülkenin boru hatları savaşları”, Doğalgazprojesi.com, 29.06.2007 http://www.dogalgazprojesi.com/forum/forum_posts.asp?TID=3383&get=las t 159