AKAD’IN FAALLĐYETLERĐ AKAD KÜLTÜR MERKEZĐNĐN TEMELĐ ATILDI (AKAD) Đskenderun Alevi Kültürünü Araştırma Derneği Kültür Merkezi’nin temeli düzenlenen törenle atıldı. AKAD Başkanı Nihad YENMĐŞ; “Muharrem” ayı içinde olduğumuzu hatırlattı. Hz. Hüseyin’in ve Ehlinin bu ayda zalimce katledildiğini, bu olayın tüm Müslümanların yüreğini burktuğunu söyledi. “Kerbela’da Hz. Hüseyin’e, ahfadına ve bu yolda şehit düşen tüm müminlere selam olsun. Onları ananlara selam olsun. Bu acıyla kavrulan yüreklere selam olsun. Allah’ım Onların yeri senin katında yüksektir. Allah’ım bizi onların ehlinden kıl.”sözleriyle bu elim olayın benzerinin Suriye’de yaşatılmaya çalışıldığını belirtti. Emeviler, kendi iktidarlarını güçlendirmek ve Ehlibeyt’in nüfuzunu azaltmak için oluşturdukları siyasi anlayışın zamanla Ehlibeyt ve Alevi düşmanlığı şeklinde devam ettiğini, etkinsinin bugüne kadar hissettirildiğini belirtti. Sivas Katliamı ve Kahramanmaraş Katliamı gibi Alevilere yönelik birçok saldırının bağnaz mülhitler tarafından yapıldığını hatırlattı. Tarih boyunca Alevilerin kendilerini ifade edemediklerini anlatan Nihad YENMĐŞ; çeşitli iftira ve karalamalara uğradıklarını günümüzde de bazı yobazlar tarafından Alevilere yönelik tahkir ve kötüleme siyasetinin güdüldüğünü açıkladı. Aleviliğin Đslam dininin ve Ehlibeyt anlayışının yolu olduğunu belirterek kendi inanç ve itikatlarını yaşamalarına fırsat verilmediğini söyledi. Alevi anlayışını yeni nesillere aktarmak ve din adamı yetiştirmek için eğitim gerektiğini, bu hakkın Alevilere verilmediğini açıkladı. Bu sorunun çözümü için devlet yetkililerinden çözüm istedi. AKAD Kültür Merkezini 7200M2 alan olarak planladıklarını belirten N. YENMĐŞ. Bu komplekste üç eğitim salonu, çok amaçlı konferans solonu, üç taziye salonu, beş vakit namazın eda edileceği mescit, 18 apart odadan oluşan misafirhane, Alevi öğretisini içeren kütüphane gibi bölümlerin olacağını söyledi. Bu merkezin inşası için hayırsever vatandaşların yardımlarına ihtiyaç duyulduğunu söyleyerek tüm halkımızı yardıma çağırdı. Đskenderun’un Mustafa Kemal Mahallesi’nde düzenlenen temel atma törenine Đskenderun Kaymakamı Ali Đhsan SU, Hatay Milletvekilleri Mevlüt Dudu, Refik Eryılmaz, Hasan Akgöl, Đskenderun Belediye Başkanı Dr.Yusuf H.Civelek, belde belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşlar katıldı. Đskenderun Kaymakamı Ali Đhsan SU ; “Her vatandaşımızın mutluluğu görevlerimiz arasındadır. Bugün kültür merkezinin temelini atacağız. Hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Aleviliğin temelinde incitmemek, incinmemek, sevgi, saygı var. Đslam’ın özünde sevgi, saygı, aşk, muhabbet var.” dedi ve konuşmasını kardeşlik sevgi ve barış içerikli bir şiirle tamamladı. Đskenderun Belediye Başkanı Dr. Yusuf H. CĐVELEK konuşmasında; “Bütün kültürler dünyaya bakan ayrı pencerelerdir. Ne kadar değişik pencerelerden bakarsak, dünya hakkında o kadar farklı bilgiye sahip oluruz. Ortadoğu’nun, yakın komşularımızın sıkıntılar ve sorunlar yaşadığı bir dönemde, her inançtan her kesimden insanların, karşılıklı sevgi, saygı, dayanışma ve hoşgörü anlayışı içerisinde bir arada olması mutluluk vericidir.”dedi. Đskenderun AKAD yönetimine ve üyelerine teşekkür etti. Belediye Başkanı Dr.Yusuf H.Civelek; “Đnançlarımızı özgürce yaşayabiliyorsak, düşüncelerimizi ifade edebiliyorsak bunu Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz. Mustafa Kemal Atatürk’e minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz. Mustafa Kemal Atatürk sayesinde bir aradayız, fikirlerimizi paylaşıyoruz. Bunu devam ettireceğiz.”diye konuşmasını sürdürdü. Törende Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, Đlçe Müftü Vekili, Adana AKAD Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Atıcı da konuştu. Đskenderun’daki Alevi düşünce ve kanaat önderi Şeyh Mahmut Reyhani konuşmasında, Belediye Başkanı Dr.Yusuf H.Civelek’e, bu konuda katkı sağlayan herkese teşekkür etti.Sonra Kültür Merkezi’nin temeli protokol üyeleri tarafından atıldı. GADĐR HUMM BĐATI HEYECANI BĐNLERĐ SARDI Đskenderun AKAD, ilk büyük organizasyonunda Kapalı Spor Salonunda gerçekleştirdiği Gadir Hum Biati konulu konferansa binlerce kişi katıldı. Orada atmosfer büyüleyiciydi. Hz.Muhammed’in Hz.Ali’yi vasi, veli tayin ettiği gün olarak bilinen ve Alevi toplumu tarafından kutsal kabul edilen günde Đskenderun Kapalı Spor Salonu’nu dolduran binlerce vatandaş, önce saygı duruşunda bulundu. Coşkuyla Đstiklal Marşı’nı hep bir ağızdan okudu. Kur’an-ı Kerim tilaveti sunan AKAD Đnanç Önderlerinden Kemal Gündüz, salonu dolduran binlerce insana unutulmaz bir Kur’an-ı Kerim ziyafeti sundu. Konferansa katılan AKAD Đnanç Önderi Hüseyin Şanlı; “Gadir Biatı’nı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeliha Etoz, “Güneşin Doğduğu Yerde Barış” Konusunu, Şam Üniversitesi Tarih Bilimi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Yuva, “Aleviliğin Tarihi Süreci” Konusunu, ÇukurovaÜniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yard.Doc.Dr.Taylan Koç, “Siyasetin Dili ve Ötekileştirme” Konusunu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Arş.Gör.Hakan Mertcan ise “Türkiye’de Laiklik ve Aleviler” konusunu aktardılar. AKAD Başkanı Nihad YENMĐŞ konuşmasında; “Aleviliği Ali’yi sevmek olarak algılayarak hafife almak, tek kelimeyle cahilliktir. Bugün yapılmak istenen Aleviliğin Ali sevgisine indirgenerek, Đslam dışı gösterilme çabasıdır. Oysa Alevilik; Allah’ı bilmektir, Peygamberi bilmektir, Kuran-ı Kerim’in emir ve buyruklarını kabullenmektir, kula kulluğu reddetmektir, insanlar arasında ayrım yapmamaktır, insanları insan oldukları için sevmektir, emeğe saygıdır. Özgürlükleri sağlamak, savunmak ve korumaktır. Alevilik, insanlarda din, ırk, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi eşit görmektir. Alevilik, adaleti mülkün temeli olarak görmektir. Alevilik, çocukları bizden sonraki nesiller için yetiştirmektir. Mazlumun yanında zalime karşı çıkmaktır. Biz bunu böyle kabul ediyor, böyle biliyoruz.”dedi. Đskenderun Đlçe Müftüsü Hamdi Kavillioğlu ise şöyle dedi: “Bir mecliste Allah’tanbahsedilirse, Resulallah’tan bahsedilirse Ehli-Beyt’ten bahsedilirse oraya Allah’ın rahmeti iner. Ben burada bugün kardeşliği görüyorum. Birlik ve beraberliği görüyorum. ‘Ancak müminler kardeştirler.’ ayetinin tecellisini görüyorum.”dedi. Konuşmacıların büyük beğeni toplayan konuşmaları salonda bulunan binlerce kişi tarafından ayakta alkışlandı. AKAD YÖNETİMİ KUR’AN-I KERĐM’DE Hz. ALĐ ve MASUMLAR: II Davut TÜMKAYA Yüce Allah ilk insan Hz. Adem’den beri insanların hidayetine peygamberleri vasıtasıyla sahifeler, kitaplar göndermiştir. Bu sahife ve kitaplar zamanın ihtiyacına göre yüce yaratıcı tarafından uyarlanmış ve indirilmiştir. Đçeriklerinde o günün durum ve şartları izah edilmiş ve insanlara tebliğ edilmiştir. Bu sahife ve kitapların sonuncusu yüce Allah son peygamberi Hz. Muhammed’e (s.a.a.v.) vahiy yoluyla indirmiştir. Bu son kitap hak olan Đslam dinine son şeklini vermiştir, Bu kitap günümüze kadar eksiksiz bir şekilde devam etmiş ve kıyamete kadar devam edecektir. Bu kitap yüce Allah’ın kelamıdır ki bu kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim, Đslam dininin yayılış hızına ve zamanın şartları ve olaylarına göre ayet ayet inmiş ve ancak yirmi üç yılda tamamlanmıştır. Kur’an-ı Kerim; yüce Allahın eseridir. Kur’an-ı Kerim; insanları hidayete erdiren ve Hz. Adem’den günümüze kadar uzanan tarihin en büyük rehberidir. Kur’an-ı Kerim’de maksatsız, gayesiz hiçbir ayet yoktur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’i içindeki belli ve güneş gibi parlayan bir takım illetlerle (sebeplerle), hikmetlerle ve maksatlarla indirmiştir. Bu illet(sebep), hikmet ve maksatları bilmek için ayetlerini anlayarak okumak gerekir. Kur’an-ı Kerim’in anlam ve maksadını anladıktan sonra tatbikini amelle işlemek lazım. Kur’an-ı Kerim okunur da anlaşılmaz, anlaşılır da uygulanmazsa okuyucunun okuduğu ayetlerden hiçbir şey anlamadığı anlaşılır. Okunan Kur’anı Kerim’in ayetlerini anlamak için, okuyanın içinde bir huşu bulunması, Kur’an-ı Kerim’i Hz.peygambere indiren yüce hâlıka tazim etmesi, okuyucunun kalp huzuru için de sükunetle okuması, düşünmesi, anlamını anlamaya çalışması, Kur’anı Kerim’den ve mealinden bir miktar anladığını gösterir. Bu şekilde Kur’an-ı Kerim’i tilavet eden kimse yaratıcısıyla konuşması demektir. Kur’an-ı Kerim’i okurken kalben ferahladığını hisseden, ruhen rahatladığına inanan, zihnen dinlendiğine kanaat getiren ve manen güçlendiğini fark edenler Kur’an-ı Kerim’i okumuş sayılırlar. Aksi halde sadece bir nağme dinlemiş olurlar. Hz. Ali (a.s) Kur’an-ı Kerim hakkında: ‘Kur’an’ı öğrenin. O, hadislerin en güzelidir. Onu inceleyin, anlayın. O, yüreklerin baharıdır. Nuruyla şifalanın; O, göğüslerin şifasıdır. Tilavetini güzelleştirin; O, kıssaların en iyisidir. Đlminden başka ilimle uğraşan alim, cehaletinden şaşkına dönen cahile benzer. Bahanesi kendi aleyhinedir. Ona yalnız teessüf etmek gerek ve O Allah katında daha fazla kınanan ayıplanandır. (Nehcül Belağa) Kur’an-ı Kerim’le Hz. peygamberin hadisi ikiz kardeştir. Onun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.a.v.), bana dayandırılan hadis Kur’an-ı Kerim’le çelişiyorsa o hadis benim değildir, demiştir. Kur’an-ı Kerim’de çelişki yoktur. Çelişkinin olmayacağını da yüce Allah ayetlerle insanlara bildirmiştir. ‘O, yüce bir kitaptır, ne önünden ne ardından asla ona batıl gelmez. O her fiilinde hakim olan, övülen Allah tarafından indirilmiştir.’ (Fussilet 42.) Kur’an-ı Kerim muttakilerin rehberidir. Bu rehber Hz. Ali (a.s) ve masumları gösteriyor. Onları tarif ediyor. Yaptıklarını kıssalar halinde anlatıyor. Zaten de bunun için rehber olmuştur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in rehber olduğunu yine ayetle biz insanlara tebliğ etmiştir. ‘Bu bir kitaptır ki onda şüphe götürecek hiçbir şey yoktur. Muttakiler hakkında rehberdir.’ (Bakara 3, 4,) Đşte Kur’anı Kerim’in muttakilerdeki amacı Hz. Ali (a.s) ve masumlardır. Onun için Kur’an-ı Kerim’i okurken illetlerle, hikmetlerle, maksatlarla sözcüklerimizin dikkate alınması gerek dedik. Burada yazıma Kur’an-ı Kerim’in Hz. Ali (a.s) hakkındaki birkaç ayetiyle devam edeceğim. Hz. Musa yüce Allah’ın emriyle kafir Firavun’a gittiğinde yüce Allah Hz. Musa’ya: ‘Firavuna git, çünkü O iyice azdı. Musa: Rabbim, dedi. Gönlüme ferahlık ver. Đşimi kolaylaştır. Bana ailemden (Ehlimden) kardeşim Harun’u yardımcı yap. Onunla beni güçlendir ve O’nu durumumda (işimde)ortak kıl.’(TAHA 24/32) Đsnatlarla Đbn-i Abbas dedi ki: ‘Mekke’deydik, Hz. Peygamber (s.a.a.v.) elimle Ali bın Ebi Talib’in elini ellerine aldı. Dört rekat namaz kıldıktan sonra elini havaya kaldırarak: Allah’ım Đmran oğlu Musa senden diledi. Ben de Peygamberin Muhammed olarak senden diliyorum. Gönlüme ferahlık ver. Söylediklerimin anlaşılması için dilimin bağını çöz. Ailemden (ehlimden) bana kardeşim Ali’yi yardımcı kıl. o’nunla gücümü artır ve o’nu durumlarımda (işlerimde) ortak yap. Đbni Abbas dedi ki: ‘Bana bir ses geldi Ya AHMED istediklerin sana verildi’ diyordu. Hz. Muhammed: Ya Eb’el Hasan elini semaya kaldır ve Allah’ından dile, sana da versin dedi .Hz. Ali (a.s) ellerini semaya kaldırdı ve ‘Allah’ım yanından bana ahd ve sevgi ver’ diyerek dua etti. O anda Hz. Peygambere (s.a.a.v.); ‘Đman edip iyi amel işleyenler yok mu, esirgeyen zat onları sevindirir’ (Meryem 96) diye ayet indi. Hz. Peygamber (s.a.a.v.) bu ayeti ashabına tilavet etti (okudu). Ashab, olanlardan sonra ayeti duyunca şaşırdı. Hz. Peygamber (s.a.a.v.) ashabına neden şaşırıyorsunuz? Bilmiyor musunuz ki Kur’an dört bölümdür. Bir bölümü biz Ehlibeyt’e özeldir. Bir bölümü helal ve haramlar içindir. Bir bölümü fariza ve hükümler, bir bölümünde de yüce Allah Ali bın Ebi Talib’in yüceliklerini ve özelliklerini bildirdi.’ dedi. Biharul Envar c.35 s.359; Kitabul Fadayıl Ahmed bın Hanbel s.202; Şevahid Ettenziyl c.1 s.369 (Esma bınt Ümeys’in rivayetiyle.) Đsnatlarla Đbni Abbas dedi ki: Akabe oğlu Velid, Hz. Ali’ye (a.s.): Kargım senden daha keskin, dilim senden daha akıcı, yazıda (gramer dil bilgisi) senden daha doluyumdur. Hz. Ali (a.s.): ‘Sus sen bir fasıksın.’ dedi. Bu konuşmadan sonra Hz. Peygambere (s.a.a.v.) bu ayet iner. ‘Öyle ya; mü’min olan yoldan çıkmış fasık gibi midir? Bunlar elbette bir olmazlar’ (Secde 18) Đbni Abbas der ki: Yüce Allah mu’min sözcüğü ile Ali’yi (a.s.), fasık yoldan çıkmış sözcüğüyle de Akabe oğlu Velid’i kast eder. Tabere tefsiri c.21 s68, Essuyuti Eddur el mensur, Bağdat Tarihi c.13 s.321, El Ağani ve ……. ‘Durdurun onlar sorumludur’ (Essaffat 24) Đbni Abbas bu ayet: Ali bin Ebi Talib hakkında inmiştir’ dedi. Ennuril Muşşatail Ma Nezela Minel Kur’ani Fi Aliyyin a.s. Đbnil Hicril Heysemiden rivayetle: Bu ayet Ali bin ebi Talib hakkında inmiştir. Ve Deylemi’den, Eba Said El Hudri’den; Hz.Peygamber s.a.a.v dedi ki: ‘Durdurun onlar sorumludur.’Yani Ali bin Ebi Talib’in velayetinden sorulacaklardır. (Essavaikul Muhrika s89) Aynı hadis Fadailul Hamset c.1 s.328 Beyrut ve Şerefun Nebi s. 252’de : Hz. Peygamber s.a.a.v dedi ki: Yüce Allah farizalar kıldı. Onların bazılarında şartlar koydu. Bazılarını da hafifletti. Velayetimizi de farz kıldı. Fakat velayetimizi hiçbir hale sokmadı. (Yani velayetimizden hiçbir şekilde taviz vermedi.) ‘Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar, işte onlar! Allah’a karşı gelmekten sakınan muttakilerdir.’ (Ezzümer 33) Đsnatlarla Mücahid’ten dedi ki: Doğruyu getiren Hz. Muhammed (s.a.a.v) doğrulayan da Ali bin Ebi Talip’tir. Ve birçok yazar bu ayetin Hz. Muhammed (s.a.a.v) ve Hz. Ali a.s. hakkında indiğini yazmışlardır. (Şevahid Ettenziyl c 2 s 21; Đbnil Mağazili Eşşafi hadis 317; Min Menakıbi s 269.) De ki: Ben sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. (Şura 23) Đbni Abbas’tan isnatla: Bu ayet indiğinde dediler ki: Ya Resulallah, Yüce Allah’ın bizlere sevmemizi emrettiği kişiler kimdir? Hz. Peygamber (s.a.a.v) dedi ki: Bunlar Ali, Fatıma ve çocuklarıdır. Bu ayet Ali, Fatıma ve çocukları için indiği konusunda çok kanıt vardır. Bunlardan; Faraid Essamtayn, Şevahid Ettenziyl c. 2, s. 130;Ettabrani Mu’cem Essağıyr c 1 s 76, Mecma Ezzevaid c. 9, s. 168; Essuyuti Cem’il Cevamii c. ‘Đki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır. Birbirine geçip karışmıyorlar. Đkisinden inci ve mercan çıkar’ (Rahman 19,20) Birbirine kavuşmak üzere salıverilen iki deniz Ali ve Fatıma a.s. Aralarında olan Hz. Muhammed’tir. (s.a.a.v.) Đkisinden çıkan inci ve mercan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyindir (a.s.) Eddurrul Mensur Tefsirinde Suyutinin rivayeti; Nurul Absar s. 101; Fadayıl El Hamset c.1 s. 334; Şevahid Ettenzıyl c.2 s. 209 1.Baskı; Şerefun Nebi s. 258 1.Baskı ve diğerleri… ‘Önde olanlar onlar öncüdürler. Đşte onlar en çok yaklaştırılanlardır.’(Elvakia 10-11) Đbni Abbas: Önde olan Ali bin Ebi Talip’tir. Öncüler ise üçtür: Musaya öncü Yüşa bin Nun; Đsaya öncü Mu’mini Âli Yasin; Muhammede öncü olan Ali bin ebi Talip’tir. El Mizan c. 1 s. 536; Şevahid Ettenzıyl c. 2 s. 215; Lisanul Mizan c. 4 s. 456 ‘Allah ve ahiret gününe inanan bir toplumun oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Đşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Đşte onlar Allah’tan yana olanlardır. Kuşkusuz kurtuluşa erenlerdir’ (El Mücadele- 23) Selman el-Farisi dedi ki: Hz. Ali (a.s.) ve Resulallahla (s.a.a.v) her olduğumuzda Resulallah (s.a.a.v) elini omzuma koyar ve Hz. Ali’ye bakarak : Bu ve taraftarları kurtuluşa erenlerdir. Bu ayet Ali bin Ebi Talip hakkında inmiştir, derdi. Şevahid Ettenzıyl c. 1, s. 68, 1.Baskı; Tarih Dimaşk c.2, s. 346 ve diğerleri…. Abdulaziz bin Yahya El Culidi’ye göre, Hz.Ali (a.s.) hakkında hiç kimsenin ortak olmadığı seksen ayet inmiştir. Ancak değerli Şia ulemalarından El Hafız Eş’şeyh Receb El- Bersi’nin ise: ‘500 ayet Nezelet Fi Emiril Mü’minin Ali (a.s.)’ adıyla bir kitabı vardır. (Emirul Mü’minin Ali a.s. hakkında 500 ayet indi.) Zaten bilindiği gibi Hz. Ali’yi yazmak, bitirmek mümkün değildir. Biz onun ilim, irfan denizinden bir damla alabilirsek mutlu olacağız. Biz sadece çoktan azı hatırlatıyoruz. Yüce Allah, Zariyet sur.55. ayette ‘Yine öğüt ver, çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.’demiştir. Biz de onu yapmaya çalışıyoruz. ĐÇSEL BARIŞ VE HUZURDA ALEVĐ BAKIŞI Nihad YENMĐŞ Đslam barış dinidir. Đnsanları Allah’a teslim olmaya, gönüllerini onun sevgisiyle doldurmaya, huzurlu ve dingin bir hayata malik olmaya sevk eder. “Đslam” sözcüğünün anlamı da teslim olma, itaatle bağlanma demektir. Bu anlayışla Aleviler barışı önemser, insanların birbirine sadakatle bağlı kalmalarını isterler. Sorunların çözümünde akıl ve mantık yolunu tercih ederler. Biz Alevilere göre akıl ve mantığın belirleyeceği, adaletin sonuçlandıracağı bir muvazene barış için gereklidir. Đyi bir insan olmak için de barış gereklidir. Đnsanlığı kin, nefret ve zulme yönlendiren anlayış ve ameller Đslam anlayışına uzaktır. Đslam insanlara, sevgi ve samimiyeti telkin eder. Zulmün insanlara acıdan başka bir şey veremeyeceğini herkes bilir. Acının meyvesi kin ve nefrettir. Kin ve nefret de Şeytanın vasıflarındandır. Halbuki insan Allah’a ulaşmak, nefsini kötülüklerden arındırmak için hayatını yaşamaktadır. Bu dünya, insan için bir imtihandır. Bu sınavdan başarılı çıkmak için rahmani duyguları geliştirmeli, insanlığa zarar veren şeytani anlayış ve amellerden uzak kalmalıdır. Hz. Ali; “Ey Allah kulları, şu tez geçip gitmekte olan dünyada zulümden, azgınlıktan, bir müddet sonra gelip çatacak olan ahret aleminde zulmün kötü akıbetinden, ululanmanın fena sonucundan sakının.”diyerek barış yolunu insanlara nasihat etmektedir. Zulüm gören insan, kendisine yapılan zulmün acısını ömür boyu yüreğinde taşıyacaktır. Yüreğini yakan ateşin acısını sabrın serin suyuyla dindiremezse öfkenin doğuracağı saldırgan tutumdan, zarar ve ziyandan kendini koruyamayacaktır. Böylece Şeytan’ın kölesi olmaktan kendini alamayacaktır. Gönlünü Allah’a yaklaştırmak isteyen bir kul, böylesine bir karanlığa saplanmaz. Kin, öfke, kan ve gözyaşının bürüdüğü bataklığa girmez. Küfrün havasını solumaz, küfrün yaydığı kötülüklerden uzak kalmaya çalışır. Çünkü küfür şerrin mezrasıdır. Aleviler böyle bir mezrada ekin ekmez, o mezradan yemezler. Alevi inanış ve felsefesinde barış; sevgi ve samimiyetin anahtarıdır. Ona ulaşan Allah’ın emrettiği kutlu yola girmiş olur. Barış Hz. Peygamberin yaydığı gül kokusu gibi tadına doyum olmaz. Barış, Hz. Ali’nin ilmi gibi sonsuz bir deryadır. Barış, Ehlibeyt sevgi pınarıdır, ondan içmeyen kurtuluşa eremez. Emir El Müminin Hz. Ali’nin dediği gibi; “Barış, selametin sebebi ve doğru yolda olmanın nişanesidir.” Barış ve huzur yolu olan Alevilik; kaynağını Kur’an’dan alan, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) hadisleri ve Ehlibeyt imamlarının (a.s.) öğretileriyle şekillenen Đslam’ın özüdür, sırat-ı müstakimdir. Yani doğru ve hak olan yoldur. Aleviliği Ali’yi sevmek olarak algılayarak hafife almak, tek kelimeyle cahilliktir. Bugün yapılmak istenen Aleviliğin Ali sevgisine indirgenerek Đslam dışı gösterilme çabasıdır. Zira Ali sevgisi sadece Đslam içinde değil Hıristiyan ve Yahudi mensuplarında da çok yaygındır.Ünlü yazar ve araştırmacı Corc CARDAK önemli bir örnektir. Alevilik; Allah’ı bilmektir, Peygamberi, bilmektir Kuran-ı Kerim’in emir ve buyruklarını kabullenmektir, kula kulluğu reddetmektir, insanlar arasında ayrım yapmamaktır, insanları insan oldukları için sevmektir, emeğe saygıdır, özgürlükleri sağlamak, savunmak ve korumaktır. Alevilik insanlarda din, ırk, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi eşit görmektir. Alevilik adaleti mülkün temeli olarak görmektir. Alevilik çocukları bizden sonraki nesiller için yetiştirmektir. Mazlumun yanında zalime karşı çıkmaktır. Alevilik ışıktır karanlıkları delerek çıkan. Kısacası Alevilik Đslam’ın özüdür, yani “Đslam’dır.”Biz bunu böyle kabul ediyor, böyle yaşıyoruz. Bu ne yüce bir inanış ki, hiçbir destek ve katkı almaksızın bin dört yüz yıldır ayakta ve dimdiktir. Bütün saldırı ve asimilasyon uğraşlarına rağmen. Alevilik, Hz. Ali’nin (a.s.) taraftarı (Şiası) olmak demektir. Onun taraftarı olmak demek Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) taraftarı olmak demektir; yani Allah’ın taraftarı olmak demektir. Hz. Muhammed (s.a.a.v.) hadis-i şerifte “Her kim Ali’yi severse, beni sevmiş olur; beni seven de Allah’ı sevmiş olur. Ali’ye kim düşmanlık ederse bana düşmanlık etmiş olur.” diye buyurmaktadır. Kur’an, Allah’ın (c.c.) kelamı; Hz. Muhammed (s.a.a.v.) Kuran’ın dili, Hz. Ali (a.s.) de konuşan Kur’an’dır. Hadis-i şerifte “Kuran Ali’yle, Ali de Kur’an’la beraberdir. Kıyamet Günü’ne kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır.” diye buyrulmaktadır. Hz. Ali (a.s.) Sıffin’de bir hutbesinde “Konuşan Kur’an benim.” diye buyurmuştur. Kısaca Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.a.v.) ve Hz. Ali (Ehlibeyt) (a.s) birbirini destekleyen, insanın doğru yolda yürümesini sağlayan “ana kaynaklardır. Alevilik bu kaynaklara dayandığından hak yoldur. Aleviliğin ilkelerinden en önemlisi adalettir. Adalet hak yoludur. Adaletin bulunduğu yerde dostluk vardır, güven vardır, sevgi ve saygı vardır, kardeşlik vardır, eşitlik vardır. Dolayısıyla adaletin bulunduğu yerde barış kesinlikle vardır. Kur-an-ı Kerim adalete yönelik ayetlerinden (Al-i Đmran 21 ayet)” Adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjdele! ”demektedir. Hz.Muhammed hadislerinde barışa yönelik çok sayıda ifadeler mevcuttur.” Barışa en yakın olanınız cennete en yakın olanınızdır. Hadisi bunlardan sadece birisidir. Sanırım Aleviliği barışla, özgürlükle, lasizimle ilişkilenderimenin en önemli sebebi bin dört yüz yıldan beri inanç sistemi olarak her inançtan, her renkten, her görüşten olan insanları kendisi gibi görme ilkesine bağlılıktır. Adalet duygusunun en belirgin özelliği,”Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.”ilkesidir. Hz.Ali, adaleti üç çeşit olarak katgorize eder; şahsi adalet, yargıda adalet ve yönetimde adalet. Bunları halleden toplumların barış ve huzurda sorunları olmaz. Şahsi Adalet: Hz. Ali Şahsi adaleti en iyi uygulayarak insanlara bu konuda örnek olmuştur. Hz. Hasan’a yazdığı “Vasiyetname”de şahsi adaletin önemini dile getirmiştir. Hz. Ali; Oğulcağızım, nefsini kendinle başkaları arasında bir tartı haline getir kendine yapılmasını, başına gelmesini, sevdiğin, dilediğin şeyi başkaları için de sev, dile; sana yapılmasını, başına gelmesini istemediğin şeyi onlar için de isteme. Nasıl zulme uğramayı istemezsen sen de öylece kimseye zulmetme. Nasıl sana iyilik etmelerini istiyorsan sen de başkalarına öylece iyilik et. Başkasında görüp, duyup çirkin bulduğun şeyi, kendin için de çirkin bul. Sana yapılınca razı olacağın şeyi insanlara da yap. Bildiğin az bile olsa zararı yok, fakat bilmediğini söyleme. Sana söylenmesini istemediğin şeyi sen de söyleme başkasına.” Yargıda Adalet: bu adaletin en iyi ifadesi de ülkemizde tüm mahkemelerde yazılı olan ünlü sözüdür. “Adalet mülkün temelidir.” Bu ilke yargıda adaletin ne denli önem arz ettiğinin anlatmaktadır. Yönetimde Adalet: Hz. Ali'nin Malik Eşter’i Mısır’a Vali tayin ederken adaletli yönetimi konusundaki uyarılarında; “Şunu bil ki, ey Malik, seni öyle bir yere göndermekteyim ki, senden önce orada, adalet veya zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen, kendinden önceki buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan, halk da senin yaptığın işleri, öylece görüp seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan, halk da senin hakkında aynı sözleri söyleyecek. Salih kişiler, Allah-u Teâlâ’nın kendi kullarının dilinde cari kıldığı meth-u senâlarla tanınır. Gözünde en sevimli azık; salih amel, mal toplamada orta halli olmak ve halkın durumunun düzeltilmesi olmalıdır. Heva ve hevesine hâkimol; nefsini sana helal olmayan şeylerden alıkoy. Zira sevdiğin yahut nefret ettiğin şeylerde nefse hâkim olmak, ona insafla muamelede bulunmaktır. Halka merhametle davranmayı âdet edin; onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onları yemeği ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Zira halk iki sınıftır: Ya dinde seninle kardeştir veya yaratılışta seninle eşittir. Ayakları sürçebilir, kusur edebilirler, bilerek veyahut yanılarak ellerinden bazı şeyler çıkabilir. Senin yaptıklarını, Allah'ın bağışlamasını nasıl seviyorsan, sen de onları bağışla, kusurlarından geç. Allah’ın ve Peygamber’inin sünneti hakkında sana verilen bilinçten dolayı, sen onların üstündesin; seni bu işe memur eden de senin üstündedir; Allah da, seni vali tayin eden kimsenin üstündedir. Bu emirnamede sana yazdığımız şeylere sarıl.” Hz. Ali kişisel ilişkilerinde, yönetimde ve yargıda adalete önem vermiş, kendisinden sonra gelecek olan yöneticilere ve nesillere adaletli olmalarını salık vermiştir. Şüphesiz ki adaletin sağlanmadığı yerde barıştan söz edilemez. Barış ne savaş sonrası yapılan antlaşmalar ne de baskı ve şiddetle sağlanan sükunettir. Barış ne uluslar arası güçlü devletlerin sağladığı göstermelik, dostane işgallerle demokrasi vaadidir, ne de kendi ulusu için başka ulusların ve ülkelerin sahip olduğu zenginliklerinin gaspıdır. Barış, bireysel ilişkilerde, yönetimde ve yargıda adalettir. Kısaca barış önce içimizde adaleti yaşamaktır. Ailemizde, şehrimizde ve ülkemizde yaşatmaktır. Dünyada adaleti hakim kılmak ve yaymaktır. Kaynaklar : Kuran-ı Kerim - Nehcül Belağa NEVRUZ BAYRAMI Hüseyin ŞANLI Hüseyin ŞANLI Konferans Konusu Yüce Allah, sadece kendisi var başkası yok iken, kendi yüceliğini sadece kendisi temcid ve tesbih ederken bilinmek ve kendisine ibadet edilmesini istedi. Đlk olarak Hz. Muhammed’i kendi nurundan var edip kâinattaki ilk hareketi sağladıktan sonra öncelikle melekler olmak üzere bütün canlıların ruhlarını ve kâinattaki her şeyi yarattı. Hz. Adem’le başlayan insanlık sürecinde insanları doğru yola sevk etmek amacıyla peygamberler gönderdi. Allah’ın gönderdiği tüm peygamberler Đslam’ı tebliğ ettiler. Tüm peygamberler hak yoluna gönderilmiştir ve hakla beraberdir. Bu bakımdan bizim tüm peygamberlere inancımız tamdır. Bu peygamberlerin başından geçen bazı kutlu olaylar vardır. Bu olayların yaşandığı günün yıl dönümleri bayram olarak bilindi ve kutlandı. Hz. Đbrahim, oğlu Hz. Đsmail’i kurban etmek istemesi ile ilgili yaşanan olayın Kurban Bayramı olarak kutlanması gibi diğer peygamberler ve nebiler için önemli ve kutsal kabul edilen günlerin kutlanması veya anılması da gereklidir. Nevruz Bayramı da kökenleri çok eskilere uzanan, günümüze kadar da etkisini hissettiren, toplumumuzda geleneksel ve dini ritüellerle kutlanan çok kutsal bir gündür. Đslâm’ın ana kaynakları Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt imamlarıdır. Bu üç kaynağın ortak özelliği ise ilahi kaynak olmalarıdır. Yüce Allah insanları yaratıp dünyaya gönderdikten sonra onları doğru yola hidayet etmeleri için peygamberler gönderdi. Đnsanlar öğrenci, Peygamberler öğretmen ise en fazla ihtiyacını duydukları şey şüphesiz ki ders kitabıdır. Yüce Allah’ın elçileri olan ve vahiyle hareket edip bütün hatalardan masum olan Peygamberlerin ellerindeki ilahi kutsal kitapların bütün yanlışlık ve şüphelerden arınmış olduğu kesindir. “Bu (Kur'anı Kerim) doğruluğunda şüphe olmayan bir kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet rehberidir.” (Bakara 2) Yüce Allah’ın gönderdiği tüm peygamberler kendi toplumlarının diliyle konuşan, yaşantılarıyla örnek olan kimseler olmuşlardır. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.v) Mekke’de Kureyş kabilesinde Arapların arasında zuhur etti. Son peygamber olduğu müjdelenmiş ve her durumda kendisine tabi olunması şart koşulmuştur. “Peygamber size ne getirirse onu alın, neyi de size yasak ederse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr7)Allah’ın elçileri ve kitaplarının getirdiği Đslam dinine tabi olanların Peygamber’den sonra doğru yoldan sapmamaları için yüce Allah bütün peygamberlerde olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.a.v) zamanında da elçisinden sonra vasi tayin etmiştir. Bu vasi ayetlerle Yüce Allah tarafından atanmış ve hadislerle biz Müslümanlara tebliğ edilmiştir. Vasiyet edilen vasi ayetlerden ve hadislerden anlaşıldığı üzere Hz. Ali’nin (a.s.) şahsiyetinde Ehlibeytin on iki imamıdır. “Ehlibeyt Allah sizden bütün kötülüğü kiri gidererek sizi tertemiz kılmak istiyor.” (Ahzap33) Birçok hadiste olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.a.v ) Gadir Biati öncesi şöyle buyurmuştur. “Ey insanlar benden sonra size değerli iki emanet bırakıyorum. Allah’ın kitabı Kur’an ve Ehlibeyt’imdir. Đkisi Kıyamet Günü’ne kadar ayrılmayacaktır. Kendilerine tutunduğunuz sürece yanlış yollara sapmazsınız.” (Sahihi tirmizi c.5 s.329 hadis no.3721) Kaynaklarımızla ilgili bu bilgileri verirken konumuzdan uzaklaştığımız düşünülmesin. Çünkü Kuranı Kerim, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt imamları Nevruz’un tarihteki inanç boyutu konusunda bizleri aydınlatan ve bayram olarak kutlanmasını emreden inanç kaynaklarımızdır. Nevruz’un inancımızdaki yerini, inanç kaynaklarımızda belirtilen bilgiler ışığında aktaracağız. Nevruz Bayramı’nın diğer toplumlarda toplumsal ve tarihi boyutu öne çıkarken inanç boyutunun ihmal edildiği görülmektedir. Kutlanmasında değişik gelenekler uygulanmaktadır. Tarihi kaynaklarda nevruzun tarihi süreci ve kutlanma sebepleri konusunda değişik bilgiler mevcut iken; ilk olarak Pers imparatorluğu zamanında kutlanıldığı konusunda bütün kaynaklar hem fikir olmuşlardır. Nevruz adının Farsça’dan gelmesi bu sebepten dolayıdır. Nevruz Farsça iki kelimeden oluşmaktadır. Nev (yeni) /ruz (gün) “yeni gün” adlandırması tarihi süreç, anlatıla gelen efsaneler ve inanç boyutundaki olayların ilk ve yeni günü olması dolayısıyla doğru bir isimlendirmedir. Tarih boyunca farklı toplumlarda Nevruz Bayramı değişik amaçlar için farklı araçlarla kutlanmıştır. Toplumların tarihinde önemli olayların gerçekleştiği iddia edilmiş ve toplumsal milli bir bayram olduğunu iddia eden bazı toplumlar neredeyse Nevruzu tekellerine almak istemişlerdir. Hatta bazı toplumlar arasında neredeyse paylaşılamayan bir bayram olmuştur. Perslerde Kral Cemşid’in tahta çıkışının; Türklerde,demir dağı eritip oradan kurtuluşun,; Kürtlerde demirci ustası Kavva’nın özgürlük ateşini yakışının kutlandığı Nevruz Bayramı’nın toplumsal boyutu yadsınamaz bir gerçektir. “Nevruz’la ilgili anlatıla gelen efsanelerin adeta masalımsı rivayetlerle aktarılmasına toplumlar itibar etmiş ve tarihlerinde bir temel taşı olduğuna inanmışlardır. Kutlanma günü ya da günleri bahar mevsiminin başlangıcına denk geldiğinden bahar bayramı olarak da anılmış ve insanlar Nevruz’u kırlara ve mesire yerlerine çıkıp kutlamışlardır.” Nevruz Bayramı’nda öne çıkan ritüellerden biri de ateş yakılıp etrafında eğlenilmesidir. Toplumlar ateş yakılmasına da farklı anlamlar yüklemişlerdir. Perslere göre Zerdüştlük, Mecusi inancındaki ateşin kutsal sayılması sonucu Nevruz’da ateşe verilen değerin zirveye çıktığı görülmektedir. Türklere göre Ergenekon’da mahsur kalan Türklerin dört tarafı demirden çevrili dağı ateşle eritmelerine ve oradan çıkmalarına atfen Nevruz’da ateş yakılmasını savunurlar. Kürtler ise kendilerine zulüm eden Dehak adındaki zalim kralın demirci ustası Kavva tarafından öldürülüp kutlama için dağın eteğine yakılan ateş için Nevruz’da ateş yakıp bayramlarını kutlarlar. Bu efsanelerden ve toplumların Nevruz Bayramı’nı kutlama geleneklerinden Nevruz’un toplumsal ve tarihi süreci olduğu kesindir. Başta persler zamanından gelen Farisiler, Türkler ve Kürtler tarafından kutlanılagelen Nevruz’un ilk kutlanılmasına Pers Ahemeniş imparatorluğu zamanında başlandığı kaynaklarda yer almaktadır. Ahemeniş Đmparatorluğu ( M.Ö. 550 - M.Ö. 330) Büyük Đskender tarafından yıkıldıktan sonra 2. Pers Sasani Đmparatorluğu (224 - 651) Babek’in oğlu Ardeşir tarafından kurulur. Sasaniler Ahemeniş imparatorluğuna oranla çok daha geniş coğrafyaya yayılır, daha güçlü bir devlet olur. Kurucusu yayınlanmış kaynaklarda Babek’in oğlu Ardeşir olarak gösterilmekte, bazı yazılı Arapça kaynaklarda ise Babek’in oğlu Đzdeşir olarak geçmektedir. Arapça’da Ardeşir’le Đzdeşirin yazılışında sadece bir nokta fark ediyor. • Yazılışlarındaki bu küçük farklılıktan dolayı her iki kelimenin aynı ismi ve kişiyi işaret ettiği anlaşılmaktadır. Đzdeşir’in Sasani imparatorluğunu kurduktan sonra Perslerin doğru bir inanca sahip olmaları için gayret sarf ettiği kaynaklarda görülmektedir. Hatta Allah tarafındanPerslere gönderilmiş bir peygamber olduğu söylemlerine de rastlamak mümkündür. Đzdeşir’in zamanında Nevru’za verilen değer zirvede olduğu için Nevruz’la Persler her zaman beraber anılmıştır. Nevruz’un Perslerle bu kadar iç içe olmasının bir sebebi de kutlama geleneklerinin çoğunun Perslerden gelmesinden kaynaklanmaktadır. Nevruz’un kutlanma zamanının hangi döneme geldiği de tartışmalı bir konudur. Türkler ve Kürtlerde 21 Mart veya 20 – 23 Mart günleri öne çıkarken Perslerde kendi takvimlerine göre 30 Mart – 1 Mayıs “Nisan” ayını Nevruz dönemi olarak niteleyip içindeki bazı günleri de Nevruz günleri olarak kutladıkları görülmektedir. Nevruz’un geleneklerimizde ve inancımızdaki boyutu ele alındığında Nevruz’un sadece bir günle sınırlı olmadığı, bir aylık dönemde birkaç günde kutlandığı ve tarihi süreçte Perslerden geldiği konusunda kaynaklarla hemfikiriz. Geleneksel olarak kutlama şekillerimiz olduğu gibi inanç boyutunda ise ibadet esaslı kutlamalarla her sene coşkulu bir şekilde kutlamaktayız. Geleneksel kutlamalarımızda diğer toplumların aksine Nevruz ateşi yakıp etrafında eğlenme gibi kutlama şeklimiz yoktur. Nevruz günlerinde halkımız mesire yerlerine çıkıp piknik havasında bayramlaşırlar. Yumurtaları boyayıp haşlamak ve tokuşturmak, Nevru’za has yöresel yemekler yapmak geleneklerimizden sadece bir kaçıdır. Yukarıda bahsettiğimiz ilahi kaynaklardanaldığımız öğretilerle şekillenen inancımızda Nevruz Bayramı inançsal olarak müstesna bir yere sahiptir. Diğer dini bayramlarda olduğu gibi ibadet temelinde namaz kılarak ve dua ederek zikirle geçirdiğimiz mübarek bir gün (bayram) olarak kutlarız. Ehlibeyt Kaynaklarında Nevruz: Aleviliği şekillendiren üç ilahi kaynağın bütün konularda birleştiği ve çelişkiye düşmediği gibi Nevruz konusunda da birbirlerini desteklemişlerdir. El Meclisi “Biharül Envar” adlı dev eserinde Mualla Bin Huneys’ten rivayet etmektedir. -- Mualla: “Nevruz günü sabahı Efendim Ebu Abdilleh Cafer Bin Muhammed Essadık’ın (a.s.) huzuruna geldim. Bana dedi ki”: “ Ey Mualla bu gün nedir? -- Dedim ki: Canım sana feda olsun. Bu gün Farsların yücelttiği, birbirlerini ziyaret edip hediye götürdükleri gündür. --“Hayır” dedi. Mekke’nin içinde bulunanen eski ev Kabe’nin Rabbi üzerine yemin ederim ki bu günü çok önemli ve eski bir durumdan başka bir şey için yüceltmemişlerdir. Ben de anlayasın ve kavrayasın diye bu durumu sana izah edeceğim. “Canım sana feda olsun efendim” dedim. Cafer Essadık (a.s.): “Nevruz Allah Teala’nın insanlardan, sadece O’na tapmaları ve şirk koşmamaları, peygamberlerine, hüccetlerine ve imamlara iman getirmeleri için ahit aldığı gündür.” Đmam Cafer Essadık’ın (a.s.) söylediği yüce Allah’ın aldığı ahit, yani söz daha insanlar ruh aleminde iken daha yeryüzüne inmemişken sadece kendisine tapmaları ve ortak koşmamaları; peygamberlerine, hüccetlerine ve imamlara iman getirmeleri için insanlardan aldığı sözdür. Kuran-ı Kerim bu mübarek olayı şöyle belirtir . “Rabbin, Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye onları kendilerine şahit tutmuştu. "Evet, (buna) şahidiz!" dediler. Kıyamet günü "Biz bundan habersizdik!" demeyesiniz.” (Araf 172) Cafer Essadık (a.s.) : “Güneşin ilk doğduğu gündür.” “Rüzgarların ilk estiği gündür.” “Yeryüzünde ilk filizin ve çiçeğin yeşerdiği gündür.” Đnsanlar yeryüzünde yaşamaya başlamadan Dünyamızın insanların yaşamasına elverişli olması için Güneş’in ilk doğduğu, rüzgarların ilk estiği ve bitkilerin ilk filizlendiği gündür. Cafer Essadık (a.s.) : “Hz.Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’na oturduğu gündür.” Yüce Allah (c.c.) ilk peygamber Hz. Adem’le beraber insanları Dünya’ya gönderir. Đnsanlar Dünya’da çoğaldıkça Şeytan’ın kışkırtmasıyla müminlerin karşısında kafirler türedi. Đnsanları doğru yola hidayet etmeleri için yüce Allah peygamberler gönderdi. Đnsanlık tarihinin ilk peygamberlerinden olan Hz. Nuh’u gönderir. Hz. Nuh, kafirleri 950 sene hakka davet eder. Kafirler ise iman etmedikleri gibi Hz. Nuh’un söylediklerini duymamak için ellerini kulaklarına tıkıyorlardı. Bunun üzerine Hz. Nuh, bu toplumdan kendini kurtarsın diye Allah’a yakarır . Yüce Allah Hz. Nuh’a bir gemi (sefine) yapmasını buyurur. Sefineyi bitirdikten sonra Allah’ın emriyle inananlarla beraber her şeyden bir çifti gemiye alır. Ateşle yanan tandırdan başlayıp yer yüzünden suların fışkırmasıyla ve göğün boşalmasıyla başlayan tufan sonucu bütün kafirler boğulur. Dünya, uzun süre sular altında kalır. Bir Nevruz günü Hz. Nuh’un sefinesi (gemisi) Cudi dağınaoturur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır. Nihayet emrimiz geldiği ve tandır tutuşup parladığı zaman dedik ki; "Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle". Zaten beraberinde iman edenler çok az idi. Nuh dedi ki; "Allah'ın adıyla binin içine. Onun akışı da, duruşu da (O'nun adıyladır). Hiç şüphesiz Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. (Hüd 40-41) Yere, "Suyunu çek!", göğe, "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti; gemi Cudi'ye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi. (Hüd 44) Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Đbrahim’in kavminin putlarını kırdığı gündür.” Hz. Đbrahim, putlara tapan kafir Nemrut’un toplumunda dünyaya gelir. Başta babası olmak üzere kafirleri hakka davet eder. Uzun yıllar süren davetine rağmen kafirler yola gelmiyordu. Bayram olarak kutladıkları bir günde topluca şehrin dışına çıkarlar. Şehrin içinde Hz. Đbrahim tek başına kalmış iken bir kap dolusu yemekle putların önüne geldi. Yemeği önlerine koyduktan sonra yesenize dedi. Yemediklerini gördükten sonra baltayı eline alıp büyük put hariç bütün putları parçaladı. Baltayı da büyük putun omzuna koydu. Kafirler, bayram kutlamasından şehre döndükleri zaman ibadet ettikleri ve tanrı bildikleri putlarının parçalanmış olduklarını görürler. Öfkeli bir şekilde putları kimin kırdığını soruşturmaya başlarlar. Bunları kırsa kırsa Đbrahim kırmıştır; çünkü Đbrahim putlardan nefret ediyor, diye kendi aralarında konuştuktan sonra Hz. Đbrahim’i yakalarlar. Bu putları sen mi kırdın, diye sorarlar. Hz. Đbrahim: “Putları kimin kırdığını öğrenmek istiyorsanız omzunda balta olan büyük puta sorun; belki kendisi kırmıştır, der. Onlar: Taştan yapılan put nasıl konuşsun? Onun putları kırmaya gücü yok ki, derler. Hz. Đbrahim: Allahtan korkun ey kafirler konuşamayan ve putları kırmaya gücü olmayan taştan putlara nasıl taparsınız? Bütün kâinatı yaratan ve her şeye kadir olan Allah’a tapmıyorsunuz da hiçbir gücü olmayan kendi elinizle yaptığınız putlara tapıyorsunuz. Allah’ın gazabından korkmuyorsunuz. Bunun üzerine kâfirler; Đbrahim kafir oldu. Onu ateşe atıp yakalım, derler. Odunları toplayıp ateş yakarlar. Hz. Đbrahim’i halatlara bağlayıp ateşe atarlar. Fakat Yüce Allah’ın inayetiyle yakıcı olan ateş soğur ve Hz. Đbrahim sağ salim ateşten çıkar.Yüce Allah Kuranı Kerimde bu konuyla ilgili şöyle buyurur. “Đbrahim ise onların tanrılarının yanına vardı ve “Yesenize,” dedi. Ne oldu size, niçin konuşmuyorsunuz? Derken sağ eliyle vurup kırmıştı onları.” (Saffat 91-92-93) “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilâhlarınıza yardım edin” dediler. "Ey ateş! Đbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik. (Enbiya 68-69 ) Cafer Essadık (a.s.) : “Binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusundan memleketlerinden çıkmaları üzerine Allah’ın ölün demesiyle ölen ama sonra tekrar dirilttiği insanların tekrar dirildikleri gündür.” Olay Şam – Suriye şehirlerinden birisinde cereyan etmiştir. Halk Allah’a karşı kibirlenip ortak ( şirk ) koştukları için Yüce Allah onları veba hastalığıyla cezalandırır. Veba hastalığı hızlı bir şekilde insanlara bulaşmakta ve halk kırılmaktadır. Sayıları yetmiş bin civarında olan şehir halkı veba hastalığı bulaşmasın diye şehri boşaltıp sahraya, şehrin dışına yerleşirler. Bir süre sonra yine kibirlenir ve Allah’a ortak koşarlar. Bunun üzerine Yüce Allah hepsini öldürecek veba hastalığını sahrada da gönderir. Veba hastalığıyla ölen binlerce kişiyi oradan geçerken gören Đsrail oğulları peygamberlerinden Hz. Hazkıyl Bin El Acüz hepsini tekrar diriltmesi için Yüce Allah’a dua eder. Vahiyle ölülerin üstlerine su dökmesi kendisine emredilir. Suyu üstlerine serptikten sonraAllah’ın izniyle hepsi tekrar dirilir. Kuranı Kerim bu mucizeyi şöyle anlatmaktadır. “Ölüm korkusuyla binlerce kişi halinde yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün!" dedi de sonra onları diriltti. Şu bir gerçek ki Allah, insanlara karşı çok lütufkârdır. Fakat insanların çokları şükretmezler.” (Bakara 243) Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Resulullah’a (s.a.a.v) ilk vahyin indiği yani risalet (peygamberlik) görevinin verildiği gündür.” Yüce Allah başta Hz. Adem olmak üzere tarihi süreçte toplumların içinden kendi dilleriyle bir çok peygamber göndermiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.v) Arapların içinde Mekke de 571 yılında Dünyamıza teşrif etti. Kırk yaşına gelene kadar davranış ve hareketleriyle ulvi bir şahsiyet olduğunu göstermiş, dürüstlüğüyle El Emin lakabını almıştır. Kırk yaşına geldiği zaman Hira mağarasında iken insanlara iletilmek üzere Yüce Allah’tan kendisine vahiy iner. Đnen vahiy son peygamberle beraber, son kutsal kitap Kur’an-ı Kerim’in de müjdesidir. Kur’an-ı KerimHz. Peygamberimize vahyin indirilişini bize şöyle anlatmaktadır. “Sonra sana “müşriklerden olmayan Đbrahim’in hanif yoluna uy” diye vahyettik.” (Nahl 123) Đnmekte olan yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı. O, havâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir. Ona, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti (Necm1,2,3,4,5) Cafer Essadık (a.s.) : “Yüce Allah’ın Hendek Savaşı’nda peygamberini Ahzaplardan oluşan kâfirlere karşı muzaffer kıldığı gündür.” Bedir ve Uhud savaşlarından sonra müşriklerle Yahudi kabileleri Müslümanlara karşı birleşir ve Medine’deki Resulullah’a karşı savaş ilan ederler. On bin askerden oluşan küfrün ordusuna karşın Müslümanların ordusu sadece üç bindir. Düşmandan korunmak amacıyla Hz. Selman El Farisi’nin önerisiyle Hz. Muhammed (s.a.a.v) Medine etrafında hendek kazılmasına karar verir. Düşman ordusu Müslümanları uzun süre muhasara eder. Hendeği aşmak için saldırılarından netice alamadılar. Savaşı saldırmakla kazanamayacaklarını anlayan kafirler teke tek savaş yöntemi olan mübareze yoluna başvururlar. Savaştaki ustalığıyla nam salan Amr Bin Abdived meydana inip kendisiyle savaşacak bir savaşçı ister. Savaştaki ustalığını bilenMüslümanlardan hiç kimse meydana inmeye cesaret edemez. “Hani öleniniz şehit olup Cennet’e gidiyordu” deyip hakaretlerine devam ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ali meydana inmek için Hz. Peygamberden izin istedi. Đlkin Hz. Muhammed (s.a.a.v.) izin vermek istemediyse Hz. Ali’ye kendi zırhını giydirerek Amr’ın karşısına gönderirken ellerine açarak “Ya Rabbi amcam Übeyd Bedir’de; Hamza Uhud’da şehit oldular, bu Ali ise kardeşimdir ve amcamın oğludur. Onu koru, beni kimsesiz bırakma. Sen Varislerin en hayırlısısın” diye dua ederek uğurladı. Hz. Ali (a.s.) bir kılıç darbesiyle ilk olarak Amr’ın ayağını keser, sonra öldürür. Şoka uğrayan kâfirler savaş sonunda hezimete uğrarlar. Hz. Peygamber (s.a.a.v.) Hendek’te Đbn u Abdivedd’e vurup öldürdüğü kılıç darbesi için: “Ali’nin Hendek savaşındaki bir kılıç darbesi, bütün insanların ve cinlerin kıyamete değin yapacağı ibadetlerden üstündür.” diye buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim sonradan bu olayı müminlere söyle hatırlatmaktadır: "Ey müminler. Allah'ın size olan nimetini anın. Hani üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgâr ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görüyordu. (Ahzâb. 9) "Allah kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi. Hiçbir şey elde edemediler. Savaşta iman edenlere Allah’ın yardımı kâfi geldi. Allah güçlüdür, mutlak galiptir." (Ahzâb 25) Cafer Essadık (a.s.): “Hz. Ali, Hz. Muhammed’in omuzlarına çıkıp Kureyş’in putlarını Kâbe’nin üstünden kırdığı gündür.” Müslümanlarla müşrikler arasında imzalanan Hudeybiye antlaşmasına müşrikler sadık kalmadılar ve Müslümanlara zarar vermeye devam ettiler. Peygamberimiz (s.a.a.v.) hazırladığı ordu ile Mekke’ye yürür. Mekkeliler Đslam ordusuna direnç gösteremediler. Mekke’ye giren Hz. Muhammed Kabe’ye yönelir. Kabe’de bulunan putları elindeki değnekle kırmaya başlar. Yüksekte olup yetişemediği putları kırması için Hz. Ali’yi omuzlarına çıkarır. O anda vahiy bu ayetle iner: “De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (Đsra 81) Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Muhammed (s.a.a.v) Gadir Hum’da beraberindeki Müslümanlara Hz. Ali’ye biat etmelerini emrettiği gündür .” Ne güzel tesadüftür ki inanç tarihimizin önemli temel taşı Gadir Hum biatı da bir Nevruz gününe tesadüf eder. Allah’ın Resûlü'nün, ister Veda Haccı sırasında, ister dönüşte Gadir-i Hum'da, isterse Medine dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde, Ehl-i Beyt'ini ümmete hatırlatıp Kur'anı Kerim'in yanı sıra Ehl-i Beyt’ini de ümmete ağır ve paha biçilmez bir emanet olarak bıraktığını ve onlara sarıldıkları müddetçe asla dalalete düşmeyeceklerini ve bu ikisinin kıyamete kadar birbirinden asla ayrılmayacaklarını vurgulamıştır. Hac amelleri sona erip Mekke'den ayrıldıkları bir sırada, Mekke yakınlarında yolların birbirinden ayrıldığı nokta olan "Gadir-i Hum" mevkiinde hutbe okunmuştur. Hicretin onuncu yılında, Zü’l-lhiccet’il Haram ayının on sekizinde Resulullah (s.a.a.v.)Vedâ Haccı’ndan dönerken Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir menzil olan Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının ayrımında Resul-ü Ekrem'e (s.a.a.v.) şu ayet nazil oldu: "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır." (Maide, 67) Bu ayet indikten sonra, Resul-ü Ekrem (s.a.a.v.) kervanlara durmalarını ve bineklerinden inmelerini emretti. Đleride olanları çağırttı, geride kalanları da beklediler. Herkes toplandıktan sonra; ashabın dağılmasını önlemek için; onları çalılığın gölgesinde durmaktan alıkoydu. Ağaçların dibini de dikenden ve çer çöpten temizlemelerini buyurdu ve halkı cemaat namazına davet etti. O hazret ortalığı kavuran sıcakta, cemaatiyle öğle namazını kıldıktan sonra, hutbe için ayağa kalktı. Allah'a hamd u senâ ve insanlara öğüt ve nasihatte bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Yakında ben (Đlahî) davete icabet edeceğim; (dünyadan göçüp gideceğim). Ben de, siz de Allah katında sorumluyuz. O gün siz Allah'a ne cevap vereceksiniz?" Oradakiler hep bir ağızdan: "Senin risaletini tebliğ ettiğine, bize nasihat edip hayrımızı istediğine tanıklık edeceğiz; Allah seni hayırla mükafatlandırsın!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.v.) "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna şahadet ediyor musunuz? diye sorunca da insanlar, "Evet." dediler. "Bütün bunlara tanıklık ederiz." Bu defa da, "Benim sesimi duyuyor musunuz?" diye sordu. Buna da "Evet." cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Ben sizden önce bu dünyadan ayrılacağım. Siz Kevser Havuzu'nun başında bana geleceksiniz. O öyle bir havuzdur ki, genişliği Basrâ'dan San'â'ya kadardır. O havuzun kenarında, gökteki yıldızların sayısınca gümüş kadehler vardır. Ben orada, sizin aranızda emanet bıraktığım iki paha biçilmez şeyi soracağım. O halde benden sonra o iki şeye nasıl davranmanız gerektiğine dikkat edin!" Bu arada halkın içinden biri seslenerek, "Ya Resulullah! O iki paha biçilmez şey nedir?" diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: "Onlardan biri, bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer tarafı ise sizin elinizde olan Allah'ın Kitabı'dır. Ona yapışın; sapmayın ve değiştirmeyin; diğeri ise, Itretim (nesil, akraba) olan Ehl-i Beytim'dir. Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bu ikisinin (Kevser) Havuzu'nun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bildirdi. Ben Allah'tan bunu istedim. O halde, o ikisinden öne de geçmeyin, geriye de kalmayın; yoksa helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidirler." Sonra şöyle devam etti: "Benim müminlere kendi nefislerinden daha evla (üstün) olduğumu (onlar üzerinde tasarruf ve yetki sahibi olduğumu) bilmiyor musunuz?" Halk "Evet, ya Resulullah biliyoruz!" diyince şöyle buyurdu: "Benim her mümine kendi nefsinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?" Halk yine "Evet, biliyoruz ya Resulullah!" dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.v.) Hz Ali'nin elinden tutarak koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar kaldırıp şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Allah benim mevlâmdır, ben de sizin mevlânız, efendinizim. O halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır." "Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak. Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz (nefret) edene buğz et." Sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım sen de şahit ol" Ravi der ki; daha bu ikisi (Hz.Resulullah ve Hz. Ali) birbirinden ayrılmamıştı ki şu ayet nazil oldu: "Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Đslam'ı seçip-beğendim." (Mâide/3) Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: "Dini mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan, benimrisaletimden ve Ali'nin velayetinden hoşnut olan Allah en yücedir." Bu törenin ardından Ömer b. Hattab, Hz. Ali'ye şöyle dedi: "Ey Ebu Talib oğlu, ne mutlu sana! Erkek ve kadın her mu'minin velisi-efendisi oldun." Bunun üzerine bütün Müslümanlar Hz. Ali'nin huzuruna gelerek itaatlerini belirtip kendisine biat ettiler. Bu hutbeyi duyan Elhars bin Numan El’fahri adında biri merkebine binip Hz. Peygamberin huzuruna gelip şöyle der: "Ey Resulullah bize emrettiğin şekliyle Allah'ın birliğine ve senin onun kulu ve resulü olduğuna şahadet ettik. Emrettiğin gibi beş vakit namazımızı kıldık. Emrettiğin şekliyle zekâtımızı da verdik. Emrettiğin gibi Ramazan'da orucumuzu da tuttuk. Emrettiğin gibi hacca da gittik. Bütün bunlara rıza göstermeyerek amcanın oğlu Ali'yi elinden tutarak: "Ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır." "Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol "dedin. Bu (emir) senden mi Allah’tan mıdır? " Bunun üzerine "Resulullah (s.a.a.v.): “Kendisinden başka Đlah olmayan Allah’ın üstüne andolsun ki; bu (emir) Allah’tandır" diye buyurur. Bunun üzerine El’hars arkasını dönüp devesine giderken hiddetle; "Ey Allah'ım Muhammed yalancı ise gökten başına taş düşsün ki, kendisinden sonrakilere ibret olsun. Eğer Muhammed sadık ise, başıma gökten taş düşsün ki benden sonrakilere ibret olayım."der. Sözlerini tamamlamadan gökten başına bir taş düşüp altından çıkar . El Hars, kan revan içinde yere yığılır ve ölür. Bunun üzerine Resul-i Ekrem'e (s.a.a.v.) şu ayet nazil olur: "Bir soran, inecek azabı sordu: Đnkârcılar için ki; onu savacak yoktur." (El’Meâric/1/2) Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Ali’nin Nehravan’da Haricileri yenip zafere ulaştığı gündür.” Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Benden sonra Nakisiyn, Kasitiyn ve Marikıyn gurupları ile savaşacak olan Ali’dir.” ( Nakisiyn: verdikleri sözde durmayanlar. Kasitiyn: doğru yoldan çıkanlar Marikıyn: dinden çıkanlar) Bu hadisi şerifte geçtiği gibi Hz. Ali hilafeti üstlendikten sonra sözlerinde durmayıp Ayşe’nin ordusuna katılanlar ile (Nakisiyn) Cemel Savaşı’nda, Đslam’ın bütünlüğüne kasteden Muaviye’nin yanında yer alanlar ile (Kasitiyn) Sıffin Savaşı’nda, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılıp dinden çıkan hariciler ile (Marikiyn) Nehravan Savaşı’nda savaşmıştır. Hz. Ali’nin ordusuyla Muaviye’ninordusu arasında Sıffin’de cereyan eden savaşta bütün tarihçilerin ittifak ettiği gibi savaşın başından tahkim kararına kadar üstün olan Hz. Ali’nin ordusudur. Yenileceğini anlayan Muaviye Amru Bin El As’ın önerisiyle Şam ordusundaki askerlere mızraklarına Kuran-ı Kerim koymalarını emreder. Savaş meydanına indiklerinde uçlarına Kuranı Kerim sayfalarını taktıkları mızraklarını havaya kaldırarak biz Kur’an’a tabiyiz; aramıza Kur’an-ı koyalım ne hükmederse ona uyalım diye bağırırlar. Bunu gören Hz. Ali (a.s.) bunların Kur’an’la ilgileri yoktur. Kur’an-ı Kerim’e ilk inanan ve en iyi şekilde yaşayan benim. Bunlarla Kur’an için savaşıyorum. Kesinlikle bu hileye kanmayın diye buyurur. Ama ne kadar uyardıysa sonradan hariciler olacak yirmi bin civarında asker birkaç kişinin kışkırtmasıyla Kur’an’ın hakemliğine başvurulması gerektiğini şiddetle savunurlar. Hz. Ali bunun üzerine kendisinin önerdiği kişileri tayin etmek ister. Ona da itiraz eden isyancılar Musa Elaşari’nin hakem olması için diretirler. Taleplerini kabul eden Hz. Ali ile Muaviye’nin heyetleri arasında muhakemeyi kimin yapacağı ve nerede yapılacağı konusunda yazılı olarak anlaşmaya varılır. Buna göre Hz. Ali tarafını temsilen Musa ElAşari Muaviye tarafını temsilen Amru Bin El As görevlendirilmiştir. Anlaşmaya varıldıktan ve karşılıklı sözler verildikten sonra muhakemeyi şiddetle savunan sonradan Harici olacak grup muhakemeye gidilmemesi ve Hz. Ali’nin bunu kabul etmemesi gerektiğini söylemeye başlarlar. Hz. Ali “Muhakemeyi ben istemiyordum . Olması için siz direttiniz. Şimdi karşılıklı sözler verildikten sonra kendiniz savunduğunuz fikirden dönerek benim verdiğim sözden caymamı nasıl istersiniz?” diye buyurur. Allah’ın dininde adamlar tahakküm edemez. Hüküm Allah’ındır diyerek Hz.Ali’nin ordusundan ayrılıp Nehravan’a yerleşirler. Hz. Ali’nin ordusundan ayrıldıktan sonra Hz.Ali’yi kötülemeye ve taraftarlarına eziyet etmeye başlarlar. Hz. Ali yanlış yoldan dönmeleri için defalarca uyarılarda bulunmasına ve ikna etmek için elçiler göndermesine rağmen isyanlarından vazgeçmediler. Bu arada tahkim olayı Amru Bin El As ile Ebu Musa El Eşari arasında yapılır. Đki temsilci aradaki anlaşmazlığın ancak her iki tarafın reisleri Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin azledilmesiyle çözülebileceğini kararlaştırırlar. Kararı insanlara tebliğ için ilkin El Eşari konuşur: “Biz iki hakem aradaki anlaşmazlığın ancak her iki reisin Ali’ninve Muavi’yenin azledilmesiyle çözülebileceği kararına vardık. Bende Ali tarafının hakemi olarak Ali’yi azlediyorum.” El Eşari bunları söyledikten sonra sözü Amru Bin El As alır ve meşhur hilesini dillendirir. “Ali’nin temsilcisini duydunuz. O halifesini azletti. Ben ise halifem Muaviye’yi hilafette sabit kılıyorum.” Bunları duyan Musa El Eşari beni kandırdın deyip taraflar tartışarak ayrılır. Bunun üzerine Hz. Ali orduyu toplayıp ilk olarak ordunun içinde fitne yaratıp Müslümanlara eziyet eden Nehravan’daki haricilerin üzerine yürür. Tarihe Nehravan Savaşı olarak geçecek savaş Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlanır. Savaşta Hz.Ali’nin savaşa çıkarken dediği gibi “ Vallahi onlardan on kişiden fazla kalmayacak bizden ise on kişiden fazla ölmeyecek.” Hz. Ali’nin ordusundan on kişiden fazla ölmediği gibi haricilerin ordusundan ise on kişiden fazla kişi kalmamıştır. Sıffin Savaşı, tahkim olayı, Haricilerin ayrılışı ve onlarla Hz. Ali’nin savaşı Đslam tarihinde çok önemli yer alır. Tarih kitapları çok geniş bir şekilde bu konuları işlemiş olup daha geniş bilgi isteyenler tarih kaynaklarına müracaat edebilirler. Cafer Essadık (a.s.) : “Kıyamet Günü’ndeMehdinin zuhur edeceği ve Deccalı öldürüp Küfe’de asacağı gündür.” Kıyamet Günü’ne inanmak her Müslüman’a farzdır. Kıyamet’in hangi yılda kopacağını ve Mehdi’nin zuhur edeceği tarihi bilmek sadece yüce Allah’a mahsustur. Kıyamet’in tarihini bildiklerini iddia eden tarihte birçok yalancı türediği gibi günümüzde de Mehdi olduklarını ve kıyametin tarihini bildiklerini hatta kıyamet için tarih bile veren münafıklar vardır. Bunlara itibar edilmemesi gerektiği gibi yalanlamak ve dışlamak gerekir. Kur’an-ı Kerim kıyamet konusunu şöyle belirtir: “Sana, kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki: Onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini, O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.“ (A’râf / 187) Yalnız Hz. Mehdi’nin kimliği konusunda mezhepler arasında ihtilaf vardır. Hz. Ali’nin Şia’sı olan bütün Alevi fırkalar Hz. Mehdi’nin 12. Đmam Muhammed Bin El Hasan El’mehdi olduğunu kabul eder. Bunda Hz. Muhammed’in hadislerine dayanırız “Mehdi, kızım Fatıma'nın neslindendir”.(Sünen-i Đbn Mace, 10/348)“Allah (cc) benim Ehl-i Beyt'imden (soyumdan) bir zatı (Hz. Mehdi'yi) gönderecek”. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92) Kıyametin kopma sebebi ise dünya üzerinde iyilik neredeyse yok denecek derecede azalacak, Zulüm ve kötülük had safhada olacak. Đnsanlara zulüm eden zalim hükümdar tek gözlü Deccal’i öldürüp insanları şerrinden kurtarmak için Hz. El Mehdi zuhur edecektir. Hz. Muhammed (s.a.a.v) kıyametin kopmasını gerektirecek şartları şu şekilde sıralar: Namaz ve dua terk edildiği, sadece arzulara ve nefsin havasına uyulduğu, mal sahipleri sadece malları için yüceltildiği ve dinin dünyada satıldığı, mümin gördüğü kötülükler karşısında hiçbir şey yapamadığı için tuzun suda eridiği gibi kalbinin eridiği, zalim hakimler ve kötü bakanların olduğu, hainlerin emin, eminlerin hain, kötülüğün iyilik, iyiliğin kötülük, yalanın marifet sayıldığı, sakatlara hakaret edildiği, anne ve babaya kötü davranıldığı, şeytan kalpli insanların çıkıp zayıf insanlara zulmedip kanlarını akıttığı, erkeklerin erkeklerle yetindiği, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzediği, Mescitlerin kiliseler gibi süslendiği, minarelerin yükseldiği kalpleri kıskançlık ve kinle dolu ve muhalif dilli safların çoğaldığı, faizin, rüşvetin ve gıybetin arttığı, dinin aşağılandığı, Dünyanın yüceltildiği, boşanmaların arttığı, zenginlerin gezmek, orta halli olanların ticaret, fakirlerin riya ve şöhret için hacca gittiği, Kur’an, ilim ve dinin Allah için değil de başka amaçlarla kullanıldığı, zina çocuklarının arttığı, mahremiyetin ihlal edildiği, günahların kazanıldığı, kötülerin iyilere hükmettiği, yalanın arttığı, müminin dünyanın en düşkünü ve hakiri görüldüğü zaman Allah’ın istediği kadar bekletilecekler bekletildikleri süre içinde de bozgunculuk yapacaklar . O zaman yeryüzü patlayacak ve herkes yakınında patladı zannedecektir. Đşte o günde malın mülkün altının ve gümüşün hiçbir değeri olmayacaktır. Cafer Essadık (a.s.) :“Nevruz günlerini sevinçle karşılarız. Çünkü bizim ve Şia’mızın (taraftarımızın) önemli günlerindendir. Farisiler muhafaza etti. Siz ise kaybettiniz. Görülüyor ki Nevruz; sadece Farisilerin, Kürtlerin veya Türklerin geleneksel olarak yaşattığı bir bayram değil aynı zamanda dinsel bir yönü olan ve bu din çerçevesinde şekillenen anlayışın zamanla gelenekselleşerek kutlandığı bir bayramdır. Ancak Alevi toplumunda Nevruz’un ayrı bir önemi vardır. Tarih boyunca Allah’ın insanoğluna tebliğ ettiği veya yarattığı veya kırılma noktasında bir savaşın Müslümanlardan yana olayların olumlu bir şekilde geliştiği bir gündür. Güneşin ilk doğduğu gün olması demek, canlılara hayat verildiği, yaratıldığı gün demektir. Nuh (a.s) Gemisinin Cudi’ye konduğu gün olması, insanların tufandan kurtulduğu gün olduğunu gösterir. Hz. Đbrahim’in putları kırıp insanlara Allah’ı tebliğ ettiği gün olması, yanında Hz. Muhammed’in Gadir Hum’da Hz. Ali’ye velayeti vermesi Đmametin kimden devam ettiğini göstermesi ve Hz. Ali’nin Nakisiyn, Kasitiyn ve Marikıyn toplumuyla mücadele ettiği gün olması Nevruz’un önemini daha çok artırır. Böylesine önemli bir günün bayram olarak kutlanması kadar normal olan başka bir şey yoktur. Nevruz Bayramı’nın anlam ve önemine bağlı olarak günün namazla , niyazla ve ibadetle geçirilmesi; eş, dost ve akrabaların ziyaret edilmesi bayramın kalben benimsenip yaşanması gerekir. Đyilik, ihsan ve marifetle yaşanacak bayram insanı huzurlu kılar. Bize doğru yolda ilerlememizi ve Allah’ın istediği kullar arasında olmamızı sağlar. Bütün kardeşlerimin bu günün anlamını dinsel yönüyle de bilmesini ve ona göre yaşamasını dilerim. Allah’a emanet olun. UYDURMA HADĐSLER VE ZARARLARI Zehrönneda REYHANĐ Tercüme: Davut TÜMKAYA Hz. Peygamber (s.a.a.v) gözünü hayata yumduktan sonra Đslamiyet’ten rant sağlamaya çalışanlar hemen sahaya indi. Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) hayatı ve hadisleri üzerinden büyük çapta sapmalar yaptılar. Hz. Peygamber (s.a.a.v) hayatta iken söylediği hadisleri ya değiştirdiler ya da yanlış yorumladılar veya hadisleri yok ettiler. Veyahut hâkim iktidarın anlayışına uygun bir biçimde değiştirdiler. O dönemde Hz. Peygamber’e (s.a.a.v) bağlılıkları ve sadakatleriyle tanınan hileden ve riyadan uzak sahabeler de vardı. Bunlar; Hz. Peygamber’in hadislerini doğru bir şekilde ezberleyip anlatmak istediler. Ancak hakim iktidar onlara konuşma hakkı tanımıyordu. Sahabeler susturuluyor, her türlü eylemleri yasaklanıyordu. Hz. Peygamber (s.a.a.v) kendisinden sonra bu olacakları sezmiş olacak ki şu meşhur hadisini söylemiştir; “Benden sonra raviler çoğalacak ve üzerimden hadisler üreteceklerdir. Üzerimden anlatılan hadislerin doğruluğunu bilmek için anlatılanları Kuran-ı Kerim’le karşılaştırın. Kuran-ı Kerim’e uymuyorsa o hadisler benim değildir.” Yüce Allah Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) devamlı doğru söyleyeceğini, her söylediğinin Yüce Allah tarafından vahy edildiğini “VEME YANTIKU ANIL HAVA, ĐN HUVE ĐLLA VAHYUN YUVHA” (O arzusuna göre söz söylemez, O’nun sözü kendine vahiy olunan bir vahiyden başka bir şey değildir.) (EnNecm 3-4) ayetiyle Đslam alemine tebliğ etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.a.v) Đslam dinini yaymak için bu dünyaya geldi. Hayatının her anı müminlere ders oldu. Yüce Allah’ın Habibi (sevgili kulu) Hz Muhammed’e “ve inneke le ala hulukin azim” (Ve şüphe yok ki sen pek büyük bir ahlaka sahipsin.) (Kalem 4) ayeti kerimesiyle kendisini vasıf etmiştir. Kendisinden sonra insanlara rehber olacak, onlara doğru yolu gösterecek elçileri şu sözleriyle ifade etmiştir; “Size paha biçilmez iki emanet bırakıyorum; biri Kuran-ı Kerim diğeri Ehlibeyt’im ve sülbumdan gelen imamlardır. Bunlara tutunduğunuzda hiçbir zaman doğru yoldan sapmazsınız.” Bir hadisin uydurma olup olmadığına kanaat getirmek için; onun Kuran-ı Kerim ve Ehlibeyt akide ve anlayışına uygun olup olmadığına bakmamız gerekir. Eğer bir çelişki varsa sözü edilen hadis uydurmadır. Uydurma hadislerin bizi yönlendireceği yanlışlardan korunmak için Kuran-ı Kerim’e bakmamız gerekir. Bizi hidayete erdirecek odur. O, doğruların en doğrusudur. Batmayan güneş odur. Yalan o güneşin ışığında ayan beyan ortaya çıkar. Đşte aşağıda rivayet edilen hadislerin uydurma olduğunu, hadisleri bu güneşin ışığına tutarak karar vermenizi isterim. Çünkü bu uyduruk hadisler insanı çelişkiye götürür, dinden sapmasına neden olabilir. Yalancı fenerler nasıl ki gemileri yanlış kıyılara sürüklerse işte bu uyduruk hadisler de sizi yanlış kıyılara sürükleyebilir. Bundan korunmanın en iyi yolu analitik düşünmek ve çıkarımlarda bulunmaktır. Bu hadislerden en önemlileri Hz. Muhammed ve eşi Ayşe ile ilgili uydurma hadislerdir. Bunları kimler ne maksatla anlatıyor, bilmiyoruz ama birçok Müslümanı doğru yoldan çıkmasına veya çelişkiler yaşamasına neden olduğunu görebiliyoruz. Đslam tarihi alanında ün yapmış bazı şahsiyetler uydurma hadisleri ballandıra ballandıra anlatmaktadırlar. Acaba olayları anlatırken veya sözleri söylerken aklın süzgecinden geçirme gereği duymuşlar mı? Bence bunu hiç düşünmemişler, söylenilen her söze inanmışlar ve çalakalem yazmışlardır. Halbuki Đslam paklık dinidir. En küçük lekeyi bile kabul etmez. O leke anında beliriverir. Hiçbir Müslüman bunu içselleştiremez. Bir irin gibi kalbinden ve ruhundan atar. Anlatılanları düşünmeden kabul eden, Kuran’la ve Ehlibeyt anlayışıyla kıyaslamadan doğru zanneden zavallı insanlara ne demeli; yalanı doğruymuş gibi savunanların düştükleri zilleti nasıl yorumlamalıyız? Bunun cevabı basit; her insana doğru düşünmeyi, analiz yapmayı öğretmeliyiz. Đslam akıl demektir. Körü körüne iman eksik imandır. Đman ederken akılla, dille yapılmalı ve kalben tasdik olmalıdır. Đnsan o zaman kemale erer. Yoksa alim olarak bilinen Sahihi Buhari, Tabari ve Tirmizi gibi yazarların kimi uydurma olan hadis ve anlatıları imanı zayıflatır. Đnsanları ayrıştırır, birbirine düşürür. Allah’a ve Đslam’a hizmet edileceği yerde münafıklara ve kafirlere hizmet edilir. Bu da en büyük küfürdür. Đslam dünyasında yaşananlara baktığınızda sözde mücahitlerin kimin değirmenine su taşıdıklarını iyice görürsünüz. Bu bağnaz ve katı yürekli sözde mücahitler, siyonizmin ve emperyalizmin tetikçiliğini yapmakta saf ve temiz yürekli müslümanları öldürmekteler ve büyük katliamlara sebep olmaktalar. Đngiliz ve Amerikan yapımı yeni mezhepler Đslam adına Đslam’ı parçalamakta ve ellerindeki silahlarla Müslüman kardeşlerimize kan kusturmaktalar. Küçük bebekler, gencecik kızlar, hamile kadınlar ve yüreği imanla yoğrulmuş Hakk’ın mücahitleri siyonist celladın zülmüne maruz kalmaktalar. Bu sözde mücahit takımı beyinlerini kullanabilseler; öldürdükleri yüzbinlerce müslümanın hesabını veremeyeceklerini anlarlardı. Bu çağda hakkı bilmeyen insandan ne bekleyebilirsiniz ki? Daha once uydurulan hadislerle rotasını çizen bir insan, hayırlı bir iş yapabilir mi? Đşte yanlışlar üzerine oturtulmuş bir din ancak kendi düşmanını yaratabilir. Bu düşmanı yaratan unsurlardan biri olan “uydurma hadis”lere bir bakalım: Kanalda sunucu büyük bir coşkuyla, peygambere eksik salavat getirdikten sonra , Ummil Müminin! Ayşe’yi şu şekilde anlatıyor: “Ümmül Müminin! Ayşe Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) evinde olduğu zaman Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) namaz kıldığı yerin yakınında oturur ve Hz. Peygamber (s.a.a.v) namaza durduğunda ayakları önüne uzatırdı. Ancak Hz. Peygamber secdeye varacağı zaman Ayşe’ye bakar ve kendisine göz kırparak ayaklarını önünden çektirirdi.” Böyle bir hadisi anlatan kimse sıkılmadan anlatıyor. Kimse de sormuyor mu böyle bir olayda Ayşe kaç yaşında olabilir acaba? Đki yaşında mı? Đki yaşında ise anlamaz bilmez diyebiliriz. O zaman Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) evinde namaz saatinde ne işi olabilirdi? O çok çok yaşıtlarıyla oyun oynamaya çıkardı. Peki Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) evinde diyelim ve idrak edebileceği yaşta değil, yani reşit değil. O zaman göz kırpma işaretinden ne anlardı? Eğer reşit ise o zaman bu olayın saygısızlık olduğunu bilmesi gerekirdi. Đkincisi Hz. Peygamber (s.a.a.v) namazını evde mi, yoksa mescitte mi kılardı? Tabii ki mescitte kılardı. O zaman bu hadis uydurmadır. Yoksa Ayşe’nin ayaklarının kıble gibi kutsal olduğunu mu anlatmaya çalışıyor? Ancak Ayşe’yi kötüleyerek yücelttiğini sanıyor. Peki Ümmül Müminin! dedikleri bir kimseye böyle hadisler uydurmaktan çekinmiyorlar mı? Ya da peygamberi alçalttıklarının farkında değiller mi? Başka bir anlatıcı; “Hz. Peygamber (s.a.a.v) Ümmül Müminin! Ayşe ile sokakta yürürlerken vardıkları bir yerin duvarının arkasından bir gürültü duyarlar. Ayşe Hz. Peygambere bu gürültünün ne olduğunu sorar. Sudanlı (zenci) bir grup insanın güreştiğini söyler. Duvar yüksek olduğu için Ayşe’nin yükselmeden görme imkanı yokmuş. Ama zencilerin bu güreşini seyretmek istiyordu. Bunun için Hz. Peygamber Ayşe’yi omuzlarına alıp zencilerin oyununu izlettiriyordu.” diyor Buradaki maksat Ayşe’yi yüceltmek mi? Şu sorular geliyor aklıma. Ayşe kaç yaşındaydı evlimiydi, bekar mıydı? Bekardı derseniz Hz. Muhammed gibi bir şahsın bunu yapması tartışılır bir durum yaratır. Evlendikten sonra diyorsanız ise bu durum hiç olmaz çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) yaptığı her hareket Đslam alemine sünnet olmuştur. Bu sefer herkesin eşini omuzlarına alıp taşıması gerekirdi. Kaldı ki inançlı bir Müslüman Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) Ayşe’yi omuzlarına alarak zencileri seyretme gibi bir olayı olmayacağını iyi bilir. Burada Ayşe’yi yücelteyim derken hem peygamberi alçaltıyor hem de Ayşe’yi saygısız biri haline sokuyorlar. Başka bir hadis daha:“Birgün Ayşe’nin evinde babası Ebu Bekir vardı. Hz. Peygamber (s.a.a.v) de Ayşe’nin elbisesini giymiş ve uzanmıştı. Bu arada Osman içeri girer. Hz. Peygamber (s.a.a.v) hemen ayaklarımı örtün, der. Çünkü Osman’dan melekler bile utanır.” Acaba bu hadisten istenilen nedir, neyi belirtmek istiyorlar? Hangi erkek eşinin elbisesini giyiyor ki Hz. Peygamber Ayşe’nin elbisesini giysin. Acaba o dönemde erkekler kadın giysileri giyiyorlar mıydı? Ebu Bekir’in önünde elbise giyiyor da Osman’ın önünde niye giysili kalmasın. Yani Osman Ebu bekir’den daha mı faziletli? Burada niyet farklı. Ayşe’yi yüceltmek için peygambere elbise giydiriliyor. Kaldı ki Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) şöyle bir hadisi var: “ Kadınlar gibi giyinmeyin.” kaldı ki insanların durumları ne kadar kötü olursa olsun eşlerinin veya bir başka kadının elbiselerini giymezler. Bu hiç görülmemiştir. Đslam adına kalem tutan, kitap yazan sahih ünvanlı ve itibarlı bu yazarlar neyi amaçlamışlar? Dini kaideleri anlatmak mı? Emevi anlayışını sürdürmek mi istemişler? Bunu bilmek her Müslümanın hakkıdır. Üniversiteleri dolduran ey alimler! Siz orada ne yapıyorsunuz? Kime hizmet ediyorsunuz? Đslam’ı yanlış tanıtan bu olaylara neden karşı durmuyorsunuz? Bu anlatılan her yanlıştan siz de sorumlusunuz. Bağnazlıktan kurtulun ve Hakk için Hak’tan yana olun. Atalarım böyle yazmış, onlar buna inanmış demeyin. Elimizde ezelden ebede uzanan bir nur var. O kutsal kitabı elinize alın ve doğru okuyun. Kuran-ı Kerim bütün bunları açıklamaya yeter. Bir tv programında: “ Hz. Peygamber (saav) Ayşe’nin evinde. Ayşe de arkadaşlarını evinde bir eğlenceye davet etmiş. Ayşe ve arkadaşları darbuka çalıp eğlenirken babası Ebu Bekir gelmiş. Ebu Bekir kızı Ayşe’ye kızarak “Sen Hz. Peygamber (saav) huzurunda bunları nasıl yaparsın, diye kızmış. Hz. Peygamber (saav) ise Ebu Bekir’e bırak istediğini yapsın demiş.” Hz. Peygamber (saav) Ayşe’nin evinde ve arkadaşlarıyla darbuka çalgı gibi eğlencelerle meşgul. Peki bu hadis Đslamî anlayışa ters değil midir? Hz. Peygamber’in (saav) bulunduğu ve bulunabileceği ortamda darbukanın işi ne? Đslamî fıkhı okuyanlar bunlara nasıl müsaade ediyorlar. Evet, düşünce özgürlüğü vardır, olması da lazım;ama bu düşünce özgürlüğüne girmez. Çünkü burada yaşanmış bir olay vardır ve bu hadisler yaşanan bu olaylara aykırıdır. Yani Ebu Bekir’e göre Ayşe’nin evinde darbuka, eğlence olsun; ama peygamberin huzurunda yapılmasın. “Hz. Peygamber (saav) eşinin darbukalı eğlencesine göz yumuyor.” Anlayışı niye? Çünkü Ayşe’ye istisna vardır. Ama buna Ebu Bekir razı olmuyor. Çünkü Ebu Bekir Hz. Peygamber’den (saav) daha kuralcı. Hangi mantık bunu kabul ediyor anlamıyorum. Ümmül müminin! denen, peygamberin zevcesi, Ebu Bekir kızı olan bu kadının bu eğlencelerde işi ne? Hem de peygamberin yanında diğer kadınlarla beraber! yoksa bu olay peygamberin şanına şan mı katacak, diye mi anlatılıyor? Bir başka tv programında “Hz. Peygamber (saav), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Ayşe’nin evinde. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s) dedeleri Hz. Peygamber’den at isterler. Dedeleri, atı ne için isityorsunuz diye sorar? Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin atı binmek için istediklerini söylediklerinde Hz peygamber; ben sizi bindirim gelin üstüme çıkın, der. Dedelerinin sırtında peygamber yorulana kadar oynarlar. Hz.peygamber Ayşe’ye susadığını söyler. Suyu getirir. Hz. Peygamber Ayşe’ye önce sen iç der. Ayşe suyu içer ve kapta kalanı Hz. Peygamber’e verir, peygamber de kalanı içer. Elbette ki torunları dedelerinin omuzlarına çıkarlar. Ancak burada anlatıma başlanan çıkış noktası ile esas çıkış noktası aynı değildir. Hz. Peygamberi bir at ile mukayese etmek ne kadar doğrudur. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dedelerinin sırtına namaz kılarken çıktıkları rivayet edilir. O zaman da küçüklerdi. Ama bu hadiste onların dedelerini at yerine koyup onları gezdirdiği anlatılıyor. Bir diğeri de; Ayşe’ye önce sen iç, demesi ve Ayşe’den artan suyu içmesi meselesi. Hz. Peygamber’e yakışık olmayan bir hadistir bu. Hz peygamber’den artan içilir, peygamber kimsenin artığını içmez. Bu hadis peygambere saygısızlıktır. Ayşe’yi de saygıyı bilmemekle suçlamaktır. Ayşe bu saygısızlığı yapsa da Hz. Peygamber ondan artan suyu içmez. Yine bir tv programında: “Ebu Bekir, Ayşe’nin annesi Ümmü Roman’â şiddet gösterir. Eşi, Ebu Bekir’e; sen bana niçin bağırıyorsun, der. Kızın Ayşe peygambere nasıl davranıyor bir görsen. Eğer ki ben sana kızının peygambere davrandığı gibi davransam beni evden kovardın, der.” Peki Ayşe peygambere nasıl davranıyordu? Kötü davranıyorsa buna hakkı yoktur. Ama o Ayşe’dir ki kötü de davranabilir iyi de. Bu örneği vererek Ayşe’yi yüceltiklerini zanediyorlar ve göz yumuyor.” Anlayışı niye? Çünkü Ayşe’ye istisna vardır. Ama buna Ebu Bekir razı olmuyor. Çünkü Ebu Bekir Hz. Peygamber’den (saav) daha kuralcı. Hangi mantık bunu kabul ediyor anlamıyorum. Ümmül müminin! denen, peygamberin zevcesi, Ebu Bekir kızı olan bu kadının bu eğlencelerde işi ne? Hem de peygamberin yanında diğer kadınlarla beraber! yoksa bu olay peygamberin şanına şan mı katacak, diye mi anlatılıyor? Bir Arap tv kanalında konuşmacı, salondaki 300 den fazla kişiye hitap ederken; “Hz. Peygamber Ayşe’nin evinde ve ölüm döşeğinde Ayşe’nin dizinde yatıyor. Dişlerini temizlemek için Ayşe’den misvak (diş temizleyici) getirmesini ister. Ayşe, peygamberin başını dizinden çeker altına yastık koyar. Peygambere getirdiği diş temizleyiciyi kendi ağzına koyar onu çiğner ve peygambere verir. Peygamber Ayşe’den aldığı diş temizleyiciyi ağzına koyar ve ölür, der. Đçeri Abdullah bin Ömer girer ve peygamberin öldüğünü görür ve dışarıya haber verir.” Hadisi anlatan diyor ki; Peygamber Ayşe’nin salyası ağzındayken vefat etti. Sıradan biri öleceği zaman başında kişi değil kişiler bulunur. Ama ne hikmetse Đslam peygamberi öleceği zaman yanında bir kişi var. Bu durumu çürüten onlarca hadis olmasına rağmen. Bu hadis Đslam alemine bir lekedir. Kitaplarda şöyle bir rivayet var: Abdullah bin Ömer, Peygambere sorar: “Ya resulullah söyleyeceğin her şeyi yazalım mı? Hz. peygamber nefsimin elinde olduğu Allah’a yemin ederim ki kendimden hiçbir şey söylemem. Ancak bana vahiy olunanı söylerim.”der. Akıl ve basiret sahibi insanlar düşünsünler, tv programında anlatılana mı inansınlar yoksa Buhari, Tabari’nin dahi aldığı yukarıdaki hadise mi inansınlar?Al birini vur ötekine… Bir örnek daha: Ayşe’den rivayetle, “Hz. Peygamber (saav) her gece bütün eşlerini gezip tavaf edermiş. Peki bu hadisi Ayşe anlatıyor, diye doğru mu kabul edeceğiz? Kaldı ki Hz. Peygamber Hz. Hatice’den sonra hiçbir eşinin yanına gitmemiştir. Ayşe’ye bile… Hz. Muhammed’in (saav) hayatı dikkatli incelendiğinde bunları daha net görebiliriz. Hz. Muhammed’in bütün çocukları Hz. Hatice’dendir. Mariye ‘den bir oğlu oldu o da küçükken öldü. Hz. Hatice ve Mariye hariç bütün eşleri akim(kısır) miydi? Ayşe de mi akimdi? Keşke Ayşe’nin de peygamberden çocuğu olsaydı. Hiçolmazsa o çocuk Hz. Peygamberin canından çok sevdiği Ali Bin Ebu Talib’e (a.s) karşı Ayşe’nin açtığı savaşı engellerdi ve annesine şu ayetlerihatırlatırdı.” Ey peygamber hanımları! Siz,kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korunup takvaya sarılıyorsanız sözü kırıtarak söylemeyin ki, kalbinde maraz bulunan biri ümide kapılmasın. Örfe uygun söz söyleyin.(Ahzap, 32) Evlerinizde de vakarlı oturun. Đlk cahiliye teşhirciliği gibi kendinizi teşhir etmeyin. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Allah sizden kiri/lekeyi gidermek istiyor ey Ehlibeyt, sizi tam bir biçimde temizlemek istiyor.(Ahzap, 33) Maalesef Ayşe bu ayetlere riayet etmediği gibi çoğu zaman da Hz. Peygamberin(saav) saygınlığına gölge düşürmeye çalıştı. Ve Hz. Peygamberin ilgi odağı olan Hz. Ali’ye olan bağlılığını görmezden geldi. Her çırpıda O’na . söylediği sevgi, vakar, anlam dolu sözleri duymazlıktan gelerek O’na karşı savaştı ve olmaması gerekenler yaşandı. Kaldı ki Hz. Peygamber (saav) Ayşe’yi iyi tanıyordu ki ne yapabileceğini daha önceden seziyor ve kendisini uyarıyordu. Ve Hz. Peygamberin Ayşe’ye uyarılarından bir tanesi: Hz. Peygamber (saav) bir gün bütün eşleriyle Ayşe’nin evinde ve hepsine bakarak; “Birgün biriniz Ali’ye zalim olacak, ona savaş açacak ve Ali’ye karşı savaşa giderken Hav’eb denen yerde Hav’eb’in köpekleri ona havlayacak.” dedi. Sonra Ayşe’ye bakarak ya Humeyra bu sen olmayasın” dedi. Daha sonra Ayşe’nin Nasel ismini taktığı ve kendisinin Naseli öldürün bu kafirdir, dediği Nasel’in (Osman) ölümünden Ali’yi sorumlu tutup ona karşı yola çıktı. Hav’eb denilen yerde köpekler ona havlamaya başladı. Yanında bulunan Talha ve Zübeyr’e; “Burası neresi?”diye sordu. Talha ve Zübeyr yeminler ederek buranın Hav’eb olmadığını söylediler ve yoluna devam etti. Peygamberin söylemleri ve Kuran-ı Kerim’in ayetlerine rağmen savaş açtı. Oysaki Ayşe’nin, Osman’ı öldürün, demesinin sebebi maaşına zam talep edip onu alamamasıydı. Osman o hakkı ona vermemişti. Çünkü hazineyi başkalarına açmıştı. Peki Ali’ye neden savaş açtı? Ki Ömer kendisinden sonra kendilerini hilafete adayanları toplamıştı.(eclehe) yani hilafeti Ali’ye verirseniz sıratul mustakime gider; Osman’a verirseniz Ümeyye kabilesini Arapların omzuna taşıttırır, demişti. Neticede Ömer haklı çıktı. Osman hazineyi Ümeyye oğullarına açtı ve Arapların omzuna bindirdi. Bu olaylar ölümüne sebep oldu. Ama Ayşe’ye göre öldüren Ali’ydi. Yine bir Arap tv kanalında: Hz. Peygamber (saav) ile Ayşe aynı su kabıyla yıkanıyorlarmış. Birbirlerine su sıçratarak senin yıkandığın yeter öbürü de senin yıkandığın yeter diyerek su ile oynuyorlarmış. Bunu anlatan şu cümleleri de ekliyor. “ Biz peygamberi o kadar tanırız ki kendi özel hayatımızdan daha fazla biliriz.”diyorEsasında bu gibi hadisler ukalalıktan başka bir şey değildir. Hz. Peygamber’in (saav) mahremine göz veya dil uzatmanın ne demek olduğunu mahşer gününde göreceklerdir. Hz peygamberi banyoda görmekte neymiş! Bunu Ayşe anlatıyorsa bu yalan ve yanlıştır. Başkası anlatıyorsa da iftiradır. Amaç aynı; esasında bu tür uydurma hadisler Ayşe’ye nam kazandırmak için anlatılıyor. Hz. Muhammed’in (saav) ulvi makamına dil uzatmak ona yanlış hadis uydurmak günahtır. Bizler Hz. Peygamber’in (saav) menkıbelerini yazamayız. Hz. Muhammed (saav) anlatılan bu hadislerden münezzehtir. Ona bu gibi davranışları yakıştıran aklıyla hareket etmemiştir. Akıldan yoksun sözün kıymetinden söz edilemez. Nazarımızda bu sözler değersizdir. Aynı zamanda bu sözler tehlikelidir. Hz. Muhammed’i bu nazarla gören, bu bakış açısıyla değerlendiren kişi karanlıklara sapar. Yalancıların kılıcını kuşanır, onlar adına savaşır. Hak adına haklıyı katleder. Bu bakımdan dinî açıdan ne kadar değersiz olsa da bu sözler sosyal yaşam adına tehlikeli bir durum yaratmaktadır. Son yüzyılda siyonist-emperyalist odakların oluşturduğu ve Đslam kılıfı geçirdiği din maalesef uydurma hadis ve tevatürlerin oluşturduğu bir dindir. Bu dinin sözde mücahitleri Đslam adına Müslüman kardeşlerimizi katletmektedirler. Đslam coğrafyasının her yönünde bu katliamları görmekteyiz. Bir mümini öldürenin mekanı cehennem ateşidir. Bunu her Müslüman bilir. Buna rağmen aynı anlayışta yürüyorsa o şahıs; ya akıldan yoksundur veya kalbine iman girmemiştir. Körpecik çocukların ne suçu var? Onlara neden el uzanır, yetim bırakılır, ömür boyu engelli yaşamasına neden olunur? Bu soruların cevabını sözde cihatçıları eğiten Siyonistler iyi bilir. Onların tetikçiliğini üstlenen eli kanlı vampirler daha iyi bilir. Allah onları da ıslah etsin. Kısaca belirtmek isterim ki akıldan uzak bir din, Hak din değildir. Kuran-ı Kerim’e ve Ehlibeyt anlayışına, itikadına uymayan bir söz hadis olarak değerlendirilemez. Hz. Peygamberin eşini yücelteceğim, onu diğer insanlardan üstün tutacağım derken onu küçük düşüren olay veya düşünceler Đslam’a mal edilemez. Hz. Peygamber böyle bir karakterde değildir. O her yönüyle örnek bir insandır. Hatalardan münezzehtir. Çünkü yaptığı her şey Allah’ın takdiriyle ve vahyiyle olmuştur. Hz. Peygamberi sıradan bir insan boyutuna sokmak büyük bir hatadır. Đslam adına savunmasız insanları öldürmek daha büyük bir hatadır. Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz.