28 mart 2017 haftalık değerlendirme raporunun

advertisement
ERDOĞAN TOPRAK
HAFTALIK DEĞERLENDİRME
RAPORU
28 MART 2017
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU
ANA BAŞLIKLAR
1. 2011-2012’DE, MOSKOVA BAŞTA OLMAK ÜZERE, GEORGE
SOROS’UN “AÇIK TOPLUM ENSTİTÜSÜ” TARAFINDAN DESTEKLENEN
PROTESTO GÖSTERİLERİNİN, 5 YIL ARADAN SONRA, BAŞBAKAN
MEDVEDEV’E YÖNELİK, “YOLSUZLUKLARI PROTESTO” SLOGANIYLA
YENİDEN GÜNDEME GELMESİ DİKKAT ÇEKTİ.
2. CUMHURBAŞKANININ VE BAŞBAKAN YARDIMCISININ İRAN’A
YÖNELİK AÇIKLAMALARI, KOMŞU ÜLKEYLE YENİ BİR GERGİNLİK
KAPISINI ARALADI. İRAN CUMHURBAŞKANI HASAN RUHANİ’NİN
MOSKOVA ZİYARETİNİN BAŞLAMASI VE RUSYA İLE HER ALANDA
GENİŞ ÇAPLI İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI ÖNEMLİ BİR GELİŞME.
3. RUSYA’NIN TÜRKİYE’NİN GÜNDEME GETİRDİĞİ TEPKİLERE
RAĞMEN KUZEY SURİYE’DE YENİ ADIMLAR ATMASI, AFRİN’E KARA
GÜCÜ KONUŞLANDIRMASI ÖNEMLİ BİR ADIM. MENBİÇ HEDEFİ RAFA
KALKARKEN, ŞİMDİ RUS ASKERLERİNİN AFRİN’E KONUŞLANMASI,
RUSYA’NIN TÜRKİYE’YE “SURİYE’DEN ÇEKİL” MESAJIDIR.
4. RUSYA KÜRTLERLE YAKINLAŞARAK, AYNI ZAMANDA, ÜLKEDEKİ
EN ÖNEMLİ SİYASİ VE ASKERİ GÜÇ GRUBUYLA KALICI BİR BAĞLANTI
KURMUŞ OLUYOR. TÜRKİYE’NİN ETKİNLİĞİ GERİLETİLİRKEN, ESAD
SONRASI DÖNEM İÇİN DE KÜRTLERLE İŞBİRLİĞİ RUSYA’YI ÖNEMLİ VE
BELİRLEYİCİ BİR KONUMA TAŞIYOR.
5. BULGARİSTAN’DA 26 MART’TA YAPILAN PARLAMENTO
SEÇİMLERİNDE YİNE ÜLKENİN EN BÜYÜK İKİ PARTİSİ BİRBİRİNE YAKIN
ORANLARDA OY ALDILAR VE SANDIKTAN KOALİSYON MECBURİYETİ
ÇIKTI. OYLARIN BÖLÜNMESİYLE HÖH’ÜN VEKİL SAYISI DÜŞTÜ, AK
PARTİNİN DESTEKLEDİĞİ DOST’A VERİLEN OYLAR BOŞA GİTTİ.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
1
6. AB YÖNÜNÜ YENİDEN BELİRLEMEYE ÇALIŞIRKEN, ORTAYA
ÇIKAN TABLO, AB İLE TÜRKİYE HIZLA BİRBİRİNDEN UZAKLAŞIYOR. BU
SÜRECİN EN AĞIR FATURASINI, AVRUPA’DA YAŞAYAN TÜRKLER,
KARŞILIKLI ŞANTAJ MALZEMESİ YAPILAN MÜLTECİLER VE İKİ
TARAFINDA KARŞILAŞACAĞI KAYIPLARLA TOPLUMLAR ÖDEYECEK.
7. TÜİK, 2016’NIN YILLIK İŞSİZLİK ORANINI YÜZDE 10,9 OLARAK
AÇIKLADI. GENÇ VE EĞİTİMLİ İŞSİZLİĞİN, VASIFLI İŞSİZLİĞİN
AYRINTILARI BİZLERE TABLONUN NE KADAR KORKUNÇ OLDUĞUNU
GÖSTERİYOR. SON VERİLERLE 4 MİLYONA DAYANAN İŞSİZLERİN
YÜZDE 40’I VASIFSIZ, YÜZDE 60’I İSE VASIFLI VE EĞİTİMLİ İŞSİZ.
8. ŞUBAT
AYI
KONUT
SATIŞLARINDAKİ
DÜŞÜŞ,
KDV
İNDİRİMLERİNE, YABANCILARA SIFIR KDV İLE KONUT SATIŞI
OLANAKLARINA KARŞILIK “KONUT SEFERBERLİĞİ” KAMPANYASININ
TUTMADIĞINI GÖSTERİYOR. AYLIK 3-4 BİN LİRADAN BAŞLAYAN
TAKSİTLERLE DAR GELİRLİ VATANDAŞIN KONUT SAHİBİ OLMASI
OLANAKSIZDI!
9. OCAK 2017 İTİBARIYLA DOĞRUDAN YATIRIM GİRİŞLERİ GEÇEN
YILIN OCAK AYINA GÖRE YÜZDE 46 AZALDI, 1,2 MİLYAR DOLARDAN
601 MİLYON DOLARA GERİLEDİ.
YÜZDE 50’YE YAKLAŞAN
DOĞRUDAN YATIRIM GERİLEMESİ,
SİYASİ VE DİPLOMATİK
KRİZLERLE, YABANCI SERMAYENİN VE YATIRIMCILARIN TÜRKİYE
TERCİHİNDE AZALMA OLDUĞUNU GÖSTERİYOR.
10. TÜRKİYE İLE RUSYA ARASINDA 100 MİLYAR DOLARLIK TİCARET
HACMİ HEDEFİ YERİNDE SAYIYOR. RUSYA, SURİYE’DEN SEBZE-MEYVE
İTHALATINI 10 KAT ARTIRIRKEN, MISIR DA DEVREYE GİRDİ. RUSYA
TARIM BAKANI, TÜRKİYE'NİN YERİNİ DOLDURACAK ALTERNATİF
PAZARLARIN HAZIR OLDUĞUNU AÇIKLADI.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
2
11. BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM’IN YÜZDE 10’LUK SEÇİM BARAJININ
DÜŞÜRÜLEBİLECEĞİNİ YENİDEN GÜNDEME GETİRMESİ AK PARTİ’NİN
HER SEÇİM ÖNCESİ DİLE GETİRDİĞİ KLASİK TAKTİKLERDEN BİRİSİ.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE EVET’İ SAVUNAMADIKLARI İÇİN, HAYIR’IN
GEREKÇELERİNE KARŞI “TÜMÜ YALAN” SİYASETİNE YÖNELDİLER.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
3
DETAYLAR
2011-2012’DE, MOSKOVA BAŞTA OLMAK ÜZERE, GEORGE SOROS’UN
“AÇIK TOPLUM ENSTİTÜSÜ” TARAFINDAN DESTEKLENEN PROTESTO
GÖSTERİLERİNİN, 5 YIL ARADAN SONRA, BAŞBAKAN MEDVEDEV’E
YÖNELİK, “YOLSUZLUKLARI PROTESTO” SLOGANIYLA YENİDEN
GÜNDEME GELMESİ DİKKAT ÇEKTİ.
Rusya’da beş yıl önce Putin’in yeniden Devlet Başkanlığına adaylığı
öncesinde ve ardından da Başkanlık seçimleri sürecinde hızlandırılan
siyasi protesto gösterileri, Ukrayna krizi ve Kırım’ın ilhakı sonrasında
Putin’e halk desteğinin yüzde 90’ları bulmasıyla kesilmişti.
ABD’li küresel fon yöneticisi ve dünyanın sayılı milyarderlerinden
George Soros’un vakfı ve bu vakfın desteklediği Açık Toplum
Enstitüsü’nün Ukrayna, Gürcistan, Belarus, Moldova gibi eski Sovyet
Cumhuriyetlerinde desteklediği Renkli Devrimler ardından, 2010’da
Arap ülkelerinde başlayan Arap Baharı, Rusya’daki protestolar
sonrasında ise “Rus Baharı” beklentilerini gündeme getirmişti.
Önce Büyük Ortadoğu Projesi (BOB) olarak başlatılan, Ortadoğu, Kuzey
Afrika, Doğu Akdeniz’i “yeniden şekillendirme” adımları daha sonra ise
eski Sovyet Cumhuriyetlerini, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini ve
Kafkasları da kapsayacak şekilde, yeni versiyonuyla “Genişletilmiş
Büyük Ortadoğu ve Avrasya” Projesi’ne dönüştürüldü.
Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi, Bağımsız Büyük Kürdistan’ın
kurulması da dahil olmak üzere yazılan senaryonun temel
hedeflerinden birisi ise Rusya’nın kuşatılması idi. Ukrayna ve
Gürcistan’da başarıya ulaşan Turuncu devrimler yanında, Polonya,
Macaristan, Bulgaristan gibi doğu Avrupa ülkeleri, Litvanya, Estonya
gibi Baltık ülkeleri AB ve NATO üyesi yapılarak Rusya batıdan ve
kuzeyden kuşatılmaya çalışıldı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
4
Ukrayna, Gürcistan ve Moldova’nın AB ile işbirliğini güçlendirilmesi
yanında NATO üyelikleri de gündeme taşındı.
Diğer yandan geçtiğimiz yıl Temmuz ayındaki NATO Varşova
Zirvesi’nde NATO’nun yeni Karadeniz misyonu çerçevesinde Rusya’nın
Karadeniz’deki etkinliğinin de sınırlandırılması ağırlıklı gündem
maddelerinden birisiydi.
Bu arada ABD Başkanlık seçimleri sonrasında beklenmedik şekilde
Donald Trump’ın seçim kazanması, Trump’ın Rusya’ya yaklaşımının
ilişkileri normalleştirme yönünde olması,
bu ülkedeki siyasi
çekişmeleri de alevlendirdi. Trump ve ekibi üzerinde, Rusya bağlantıları
iddialarıyla yoğun bir baskı kurulması için Senato, FBI devreye girdi.
Putin bu iddiaları reddederken, Trump ise bu konudaki haberlerin,
iddiaların tümünün “yalan” olduğunu dile getirdi. Son olarak ABD
Senatosu Trump ve ekibi için Rusya ilişkileri üzerinden soruşturma
açmayı kararlaştırdı. Trump’ın damadı ve başdanışmanı Jared Kushner
de ifadeye çağrılanlar arasında. Diğer yandan FBI’nin soruşturması ise
ayrı bir koldan ilerliyor.
İşte tüm bu gelişmeler devam ederken, beş yıl aradan sonra 27 Mart
Pazar günü Moskova’da “Yolsuzlukları Protesto” amacıyla geniş
katılımlı bir gösteri düzenlendi.
Putin’in yanı sıra ağırlıkla Başbakan Medvedev’i hedef alan gösterilere
polis müdahale etti. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. Protesto toplantısı
çağrısını yapan, Putin’in muhalifleri arasında ismi öne çıkan Aleksey
Navalni de gözaltına alınanlar arasındaydı. Tutuklanan Navalni,
çıkarıldığı mahkeme tarafından 15 gün hapis cezasına çarptırıldı.
ABD ve diğer Avrupa ülkeleri gözaltına alınan ve tutuklananların derhal
serbest bırakılması çağrısı yaptılar.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
5
Rusya ise müdahalenin ve gözaltılarla tutuklamaların yasalar
çerçevesinde yapıldığını, hukuksuz bir işlem olmadığını, izinsiz
gösterilerin çoğu Avrupa ülkesinin de benzer şekilde müdahale ettiğini
ve yasaklamalara gittiğini anımsatarak bu çağrılara karşılık verdi.
Muhalif Navalni, Başbakan Dimitri Medvedev'e karşı yolsuzluk
suçlamasında bulunuyor. Moskova dahil pek çok şehirde aynı anda
düzenlenen gösteriler izinli olmadığı için polis müdahale etti.
Rus medyasında yapılan haber ve yorumlara bakıldığında ağırlıkla, bu
gösterilerin 2012’deki protestoları devamı niteliğinde olduğu görüşleri
dile getiriliyor. O dönemde Devlet Başkanı Vladimir Putin'in seçimleri
kazanarak, üçüncü görev dönemine başlaması söz konusuydu. Aylarca
süren gösterilerde, çok sayıda gösterici tutuklanmıştı.
Rusya’da yeni devlet başkanlığı seçimleri yapılacak. Rusya anayasası
ve seçim yasalarına göre bir kişi en fazla iki dönem üst üste
seçilebiliyor.
Putin 2000-2008 yılları arasında iki dönem üst üste devlet başkanlığı
görevinde bulunduktan sonra, 2008 seçimlerinde aday olmadı ve
Medvedev ile yer değiştirdiler. 2008-2012 döneminde Medvedev
Başkan, Putin Başbakan oldu. Böylece yasaların gereğini yerine getiren
Putin, bir dönem bekledikten sonra, yeniden iki dönem üst üste
başkanlığa aday olma hakkını kazandı.
4 Mart 2012’deki seçimleri kazanıp, 7 Mayıs 2012’de yemin ederek,
üçüncü dönem Başkanlık görevine başlayan Putin’in görev süresi, 2018
yılında doluyor. Dördüncü dönem için yeniden aday olma hakkı ve bu
yönde beklentiler dile getirilse de, daha önce yaptığı bir açıklamada
2018 yılında devlet başkanlığı koltuğunda “Başka bir ismin
oturabileceğini” söylemişti.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
6
2008-2012 arasındaki Medvedev’in Başkanlığı döneminde de, Putin
Başbakan olmasına karşın, algı “Başkanın gerçekte Putin olduğu”
yönündeydi. Medvedev de bu algının değişmesi yönünde bir pozisyon
takınmadı ve sürekli geri planda kalmayı tercih etti.
2011-2012'deki Rusya Federasyonu tarihinin en büyük protesto
dalgasını başlatan isimler arasında bulunan Aleksey Navalni, 2018’deki
seçimlerde, Putin'in karşısına aday olmaya hazırlanıyor. Adaylığını
Aralık ayında açıklayan Navalni'nin, resmen başkan adayı olmasına izin
verilip verilmeyeceği, henüz netleşmiş değil. Navalni, Şubat ayında
hakkında ekonomik suçlardan açılan bir davada yolsuzluk ve
usulsüzlükten hüküm giydi. Bu mahkûmiyet kararı, başkan adayı olması
önünde hukuki bir engel durumunda…
Her ne kadar mahkûmiyet kararına karşı, üst mahkemede temyiz
davası sürüyor olsa da, temyiz mahkemesinden mahkûmiyetin
onaylanması yönünde bir karar çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Navalni “Rus yargısına güvenmediğini, temyiz sürecinin sonucuna göre,
kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götüreceğini” açıkladı.
Kendisi yolsuzluktan mahkum edilmesine karşın, Aleksey Navalni
aksine blog yazarı olarak yolsuzluklarla mücadele eden, yolsuzlukları
ortaya çıkartan, yazar olarak pek çok yolsuzluk dosyasını gündeme
getiren popüler bir isim. Rusya kamuoyunda da bu nedenle, özellikle
yolsuzluklara karşı yürüttüğü mücadele ve sosyal medyadaki etkin
paylaşımlarıyla önemli desteğe sahip olduğu kaydediliyor. Milliyetçi bir
siyasi çizgiyi benimseyen Navalni, 2013 yılında Moskova Belediye
Başkanlığı’na aday oldu ve seçimleri ikinci olarak kaybetti.
Aleksey Navalni, Başbakan Medvedev hakkında somut bilgi ve belgeleri
içeren bir videoyu belgesel olarak hazırlayıp sosyal medya üzerinden
paylaşınca kısa sürede 12 milyondan fazla kişiye ulaştı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
7
Navalni’nin, Medvedev hakkındaki bu yolsuzluk videosuyla, hükümete
ve başbakana yönelttiği ağır suçlamalar kamuoyunda ciddi yankı
yarattı ve büyük tartışmaları başlattı.
Navalni yayınladığı videoda, Medvedev'in kurduğu vakıflar üzerinden
tarihi binaları, sarayları, çok geniş arazilere yayılan üzüm bağlarını, çok
sayıda taşınmazı, lüks yatları ve araçları üzerine geçirdiğini, banka
hesaplarındaki paranın kaynağının ve tutarının ise bilinmediğini öne
sürdü. Başbakan Medvedev bu suçlamalara yanıt vermedi, sessiz
kalmayı tercih etti.
Rusya’da yapılan kamuoyu araştırmalarında Navalni'nin oy desteği
yüzde 10 olarak görünüyor. Dolayısıyla anketlerde oy desteği yüzde
70-80 arasında görünen Putin’in karşısında ciddi bir siyasi rakip olması
söz konusu değil. Buna rağmen, anlaşıldığı kadarıyla Putin yönetimi
muhaliflerden ve muhalefetten fazla hoşlanmıyor.
Ancak yine de Navalni’nin gündeme getirdiği yolsuzluk iddiaları Rusya
Parlamentosu’nda Komünist Parti tarafından Başbakan Medvedev
hakkında soruşturma önergesi olarak parlamento gündemine taşındı.
İlk kez Rusya parlamentosunda bir başbakan hakkında yolsuzluk
soruşturması istenirken, bunun Putin yönetimine destek veren
Komünist Parti tarafından gerçekleştirilmesi de ayrıca dikkat çekici.
Diğer yandan, Rusya medyasında yer alan haber ve yorumlarda da
Putin’in de Medvedev’le ilgili olarak rahatsızlık duyduğu yeniden
seçilmesi halinde ya da seçim öncesinde Medvedev’i görevden
alabileceği dile getiriliyor.
Putin’in ayrıca seçimler yaklaşırken, muhaliflere karşı daha yumuşak
bir tavra yönelebileceği, Rus yargısının da muhaliflerle ilgili
kararlarında benzer şekilde tahliyelere gidebileceği dile getiriliyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
8
Putin’e karşı muhalefeti destekleyen, yaptırım ve ambargolarla Putin
yönetimini sıkıştırmaya çalışan batılı ülkelerin bu tutumuna karşı,
Rusya devlet başkanının muhalefetle ilişkilerini yumuşatma,
muhaliflerle diyalog geliştirme ve buzları eritme politikasına yönelerek,
uzlaşı zemini yaratma yönüne gideceği de dile getirilen yorumlarda
öne çıkıyor.
Dolayısıyla gelecek yıl yapılacak seçimler öncesinde batılı ülkelerin
Rusya’da muhalefeti kabartma yönünde girişimlerine hız vermeleri
beklenirken, Putin’in de muhalefetle yeni ilişki konsepti geliştirerek bu
girişimleri boşa çıkartma hamlelerine yönelmesi Rusya iç siyasetinde
yeni bir baharın başlangıcı olabilir.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
9
CUMHURBAŞKANININ VE BAŞBAKAN YARDIMCISININ İRAN’A
YÖNELİK AÇIKLAMALARI, KOMŞU ÜLKEYLE YENİ BİR GERGİNLİK
KAPISINI ARALADI. İRAN CUMHURBAŞKANI HASAN RUHANİ’NİN
MOSKOVA ZİYARETİNİN BAŞLAMASI VE RUSYA İLE HER ALANDA
GENİŞ ÇAPLI İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI ÖNEMLİ BİR GELİŞME.
Cumhurbaşkanının Şubat ayındaki Körfez ülkeleri turu sırasındaki
açıklamaları ile gündeme gelen Türkiye-İran gerilimi, daha sonra
Cumhurbaşkanının Pakistan’da, İran Cumhurbaşkanı ile bir araya
gelmesiyle bekleme odasına alınmıştı.
Referandum nedeniyle, içeride gerilim ve çatışma için her yolu
deneyen Cumhurbaşkanı ve AK Parti İktidarı sözcüleri bu konuda
başarılı olamayınca istikametlerini yeniden yurt dışına yönelttiler.
Peş peşe İran, Rusya, İsviçre ile gündeme gelen gerginliklerin etkileri
en geniş çapta yansıyacak olanı İran gerilimidir.
Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’ın, İran’ın başta Afganlı ve
Suriyelilerle Iraklılar olmak üzere 3 milyondan fazla mülteciyi
Türkiye’ye gönderebileceği, yeni bir mülteci dalgasının yaşanabileceği
yönündeki açıklamaları hiç gündemde yokken yeni bir tartışmayı
başlattı.
Aynı anda Cumhurbaşkanının da İngiltere-Türkiye arasında ortaklaşa
İstanbul’da düzenlenen “Tatlı Dil Forumu” toplantısında, yeniden İran’ı
Şiiliği yayma, Pers ve Fars milliyetçiliği üzerinden “etnik çatışmaları
körükleme” girişimleriyle suçlayarak; “Irak'ta mezhep gerilimi
yükseliyor. Irak'taki olay aynı zamanda mezhep geriliminden
dinamizmini alan, aslında bir ırkçılıktır, o da İran'ın adeta kendi o
tarihten gelen ırkçılığını bölgede yayılmacı politikalarıyla
geliştirmesidir” ifadelerini kullanması, hem diplomasi açısından hem
de ikili ilişkiler açısından İran’ın sert tepki göstermesine neden oldu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
10
İran Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın İran konusundaki sözleri “kabul edilemez” olarak
nitelendirilerek, Türkiye komşularıyla ilgili “yayılmacı ve müdahaleci”
politika yürütmekle suçlandı.
Resmi açıklamada, “Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran
konusunda kullandığı ifadeler, kabul edilebilir değil. Maalesef Türk
yetkililerin, komşularına yönelik temelsiz, müdahaleci ve sorun
yaratacak açıklamaları devam ediyor. Ankara, başkalarını suçlayarak ve
hayali iddialarını tekrarlayarak komşuları konusunda izlediği yayılmacı
ve müdahaleci tavrını izah etmeye çalışıyor.” denildi.
İran Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, Başbakan Yardımcısı Veysi
Kaynak’ın İran’dan Türkiye’ye 3 milyon mülteci gelebileceğini
söylemesine de tepki gösterildi. İran’ın açıklamasında;
“İran, 30 seneye aşkın bir süredir komşu ülkelerden gelen
milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapıyor. Türkiye, İran’ın bunca
sene bu insani meseleyi hiçbir zaman siyasi ve özel hedefler
doğrultusunda suiistimal etmediğini ve her hangi bir ülkeye karşı
kullanmadığını İran’dan öğrenmeli. Türkiye’den insani meseleleri
siyasi çekişmelere dâhil etmemesini, komşularının egemenlik
haklarına ve Suriye ile Irak halklarının isteklerine saygı göstermesini
istiyoruz. İran, Komşular arasındaki ilişkilerin güçlenmesi ve gelişmesi
için en iyi yöntemin, ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı gösterilerek,
başkalarını suçlamak yerine yapılacak yapıcı diyalogdan geçtiğine
inanıyor” görüşü dile getirildi.
Bütün bu açıklamalar hem zamanlama olarak hem de içerik ve
ithamların karşı tarafta yaratacağı tepkilerin hesaplanmamasından
kaynaklanan öngörüsüzlükle, Türkiye-İran ilişkilerinde yeni bir gerginlik
sürecinin fitilini ateşledi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
11
Bir yandan 2009 ve 2011 seçimleri öncesinde ilan ettikleri Alevi
Açılımı’nı rafa kaldırdıktan sonra, şimdi referandum öncesi yeniden
Alevi Açılımı çerçevesinde Hazreti Ali’nin doğum günü kutlamalarını
organize eden AK Parti iktidarı, diğer yandan da İran, Suriye ve Irak’a
yönelik Şii-Alevi suçlamalarıyla, mezhepçilik iddialarıyla gerçekte
mezhepçiliği siyasi amaçla kullanma yoluna gitmektedir.
Etnik ve mezhep eksenli siyasetin özellikle bölgemizde ve ülkemizde
yol açtığı olağanüstü boyutlardaki sıkıntılar, çatışma ve savaşlar ortada
dururken, sürekli olarak bu konuları gündemde tutmak, suçlayıcı
söylemler geliştirmek, ne bölgenin ne de ülkemizin barışına hizmet
değildir.
Türkiye ile İran arasında yeniden tırmanışa geçen bu gerginlik karşılıklı
açıklamalarla dozunu yükseltirken, İran Cumhurbaşkanı Hasan
Ruhani’nin Moskova ziyaretine çıkması ve Rusya Devlet Başkanı Putin
ile bir araya gelmesinin zamanlaması anlamlıdır.
Ruhani ziyaret öncesi yaptığı açıklamada İran-Rusya ekonomik ve siyasi
ilişkilerinde çok önemli gelişmelerin başlangıcında olduklarını, özellikle
enerji alanda ki işbirliğinde çok büyük gelişmelerin olacağını belirterek,
İran’daki Rus yatırımlarının büyük boyutlara ulaşacağını dile getirdi.
İran’daki çok geniş bazı petrol ve doğal gaz sahalarının Rus şirketlerine
teklif edildiği, bu sahaların işletilmesi konusunda Rusya’nın yeni ve
büyük yatırımlara girişeceği kaydedildi.
Bu açıdan da bölgesel düzeyde Rusya-İran-Türkiye ilişkilerinin ön plana
çıktığı bir süreçte, tetiklenen gerginliklerin ikili ilişkilere yarar
sağlamayacağı apaçık ortadadır.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
12
RUSYA’NIN TÜRKİYE’NİN GÜNDEME GETİRDİĞİ TEPKİLERE RAĞMEN
KUZEY SURİYE’DE YENİ ADIMLAR ATMASI, AFRİN’E KARA GÜCÜ
KONUŞLANDIRMASI ÖNEMLİ BİR ADIM. MENBİÇ HEDEFİ RAFA
KALKARKEN, ŞİMDİ RUS ASKERLERİNİN AFRİN’E KONUŞLANMASI,
RUSYA’NIN TÜRKİYE’YE “SURİYE’DEN ÇEKİL” MESAJIDIR.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti hükümetinin El Bab’tan sonra Rakka’da
ABD ile Menbiç’te ÖSO ile Suriye Kürtlerini devreden çıkartarak
yalnızlaştırma planları, ABD ve Rusya’nın attığı yeni adımlarla tersine
döndü, Türkiye’yi yalnızlaştırdı.
Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı’yla Suriye sahnesinde tek taraflı
operasyonları derinleştirme planları, Kürtleri yalnızlaştırma hedefi
açısından ters sonuçlar verdi.
TSK destekli ÖSO’nun El Bab’tan sonra Menbiç’e yürüyeceği ilan
edilince Menbiç’in Kuzeyini ABD güçleri, güneyini ise Rus ve Suriye
ordu güçleri yerleşerek kontrollerine aldı. Türkiye daha Menbiç yoluna
giremeden karşısında ABD, Rus ve Suriye bayraklarını buldu.
Rusya’nın bu sürecin ardından attığı ikinci adım ise daha stratejik ve
siyasi-askeri mesajlar içeren boyutta.
TSK-ÖSO Fırat Kalkanı harekat bölgesinin hemen batısında, PYD-YPG
kontrolündeki Afrin kenti Rus askerleri yerleştirilere, Rusya’nın
kontrolüne alındı. Hemen sınırımızdaki bu kent, hükümetin PYD’ye
yönelik terör örgütü nitelemeleri çerçevesinde TSK ve ÖSO’nun
hedefindeydi.
Rus askerleri, zırhlı araçları, tanklarıyla Afrin’e konuşlanırken, birliklere
komuta eden Rus general de dahil, Rus askerlerinin YPG armaları
takmaları, Nevruz kutlamalarında PYD-YPG-YPJ’lilerle halay
çekmelerine ilişkin fotoğraflar, uluslararası haber ajansları tarafından
tüm dünya medyasına servis edildi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
13
YPG sözcüsü Redur Halil, 20 Mart’ta yaptığı açıklamada, Rusya ile
yapılan anlaşma çerçevesinde Rus askerlerinin Afrin’e konuşlandığı,
“Teröre karşı ortak mücadele ilkesi çerçevesinde, Rusların YPG
güçlerine askeri eğitim vereceklerini” duyurdu. Anlaşmanın Rusya ile
YPG arasında 19 Mart’ta Hmeymim üssünde yapılan toplantıda
sağlandığı, bu anlaşma çerçevesinde, İdlib’e yerleşen Nusra Cephesi’ne
karşı da Rus güçleriyle YPG’nin ortak mücadele etmelerinin
kararlaştırıldığı açıklandı.
YPG sözcüsü Rusya ile ortaklık anlaşmasının sadece Nusra Cephesi’ni
değil, Türkiye’nin desteklediği Ahraruş Şam gibi örgütlerle de
mücadeleyi kapsayacağı,
dolayısıyla örgüt ismi üzerinde fazla
durulmaksızın, Şam yönetime muhalif tüm güçlerin bu çerçevede
terörle mücadele kapsamında değerlendirildiğini aktardı. Bunun için de
Rus Ordusu’nun Afrin’de bir askeri üs, askeri bir merkez kurması
konusunda mutabakata varıldı.
YPG sözcüleri yaptıkları açıklamalarda, Türkiye’nin sürekli olarak
kendilerini tehdit etmesi, sınır bölgelerini topçu ateşiyle taciz etmesi,
her gün Suriye üzerindeki ittifakların değişmesi, TSK’nın İdlib’e askeri
yığınak yapması yanında, bu kentteki isyancı güçlere silah ve
mühimmat yardımı yaptığını öne sürerek, kendilerini korumak için
Rusya ile anlaşma yoluna gittiklerini belirtiyorlar. Rusya’nın Türkiye ile
YPG-PYD güçleri arasında koordinasyonu sağlayacağını, bu
koordinasyonun temel amacının Türkiye’nin Afrin, Menbiç, Tel Fırat,
Kobani vb. kentlere ve bölgelere saldırmasını önleme amaçlı olduğunu
belirtiyorlar. Şayet YPG sözcülerinin medyaya da yansıyan bu
açıklamaları doğruysa o zaman hükümet, bir yandan PYD-YPG’ye karşı
her gün terörist ithamlarında bulunurken, kırmızı çizgiler ilan edip,
tehditler savururken, diğer yandan da Rusya arabuluculuğuyla, PYDYPG ve diğer Suriyeli Kürt örgütleriyle koordinasyon için dolaylı
görüşmeler yapıldığı anlaşılıyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
14
Rusya daha önce de pek çok kez belirttiğim gibi, Esad yönetimi ile
Kürtler arasında arabuluculuk yapıyordu. Yeni anayasadan, federasyon
görüşmelerine kadar bir dizi konu masadaydı. Resmi olarak
görünmeyen bu işbirliği, Türkiye’nin Menbiç’e yürüme ilanından sonra
anlaşıldığı kadarıyla somutlaşma ihtiyacını gündeme getirdi. Rusya da
bu çerçevede ilk kez Afrin’de bir üs kurup konuşlanarak, sınırımızda
“bayrak gösterme ve kendisini görünür kılma” aşamasına geçti.
Rusya’nın Kürtleri doğrudan koruma altına alması, hatta askerlerini
Afrin’e yerleştirmesinin ardında, Türkiye ile Rusya arasında El Bab’ta
varılan anlaşmaya Türkiye’nin uymaması, El Bab’ı Suriye Ordusu’na
teslim etme sözüne uymamasının yattığı ileri sürülüyor.
Rusya, Fırat Kalkanı operasyonuna onay vererek, Suriye hava sahasını
Türkiye’ye açarken varılan anlaşma gereğince, El Bab IŞİD’ten geri
alındıktan sonra Suriye Ordusu’na teslim edilecekti.
Ancak ÖSO ile birlikte hareket eden TSK’nın, aksine El Bab’a
yerleşmesi, El Bab civarında kalıcı üs kurmaya yönelmesi ve ardından
da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce El Bab’tan öteye gidilmeyeceğini
söyleyip, bir hafta sonra Rakka ve Menbiç hedefini gündeme getirmesi,
anlaşmayı boşlukta bıraktı.
Bunun üzerine de Rusya doğrudan devreye girerek, kara birliklerini
Afrin’e yerleştirip, Türkiye’ye doğrudan mesaj verme yoluna gitti.
Cumhurbaşkanının ve Hükümetin Rusların Afrin’e yerleşmesi
karşısında sessiz kalmaları, Menbiç’i neredeyse uzun süredir adını bile
anmamaları bu açıdan anlamlı. Dolayısıyla Türkiye sahada tek başına
kalırken, Kürtler hem Rusya hem de ABD ile ortak hareket edebiliyor.
Halep’in tahliyesinde Türkiye ile Rusya ortak hareket etmişti. Halep’ten
tahliye edilen Cihatçı milislerin İdlib ve Azez’e yerleşmesine de Türkiye
öncülük etti, Rusya da buna ses çıkartmadı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
15
Ancak şimdi, Rakka’ya üslenen IŞİD ile İdlib’e üslenen Nusra Cephesi,
Ahrar üş Şam vb. Cihatçı grupların tasfiyesine sıra gelmiş durumda.
ABD, Rakka’da tercihini YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’nden
(SDG) yana koyarken, Rusya da İdlib’de Türkiye ile işbirliği yapmasının
giderek güçleştiğini, Türkiye’nin buradaki cihatçılarla yakın olduğunu
görünce, Kürtlere yöneldi. ABD’nin tıpkı Rakka için SDG’yi eğitip,
donatması, ağır silahlar ve zırhlı araçlarla takviye etmesi gibi, Rusya da
şimdi Afrin’e yerleşerek benzer planları YPG güçleriyle birlikte
yürütecek ve muhtemelen İdlib operasyonunda da Rusya, Esad güçleri
ve YPG ortak hareket edecek.
ÖSO ve Nusra Cephesi çatısı altındaki cihatçıların daha önce Afrin’e
yönelik harekatları püskürtülmüştü. Şimdi Rusya kendisi doğrudan
Afrin’e yerleşerek Türkiye destekli bu güçlerin olası saldırılarına set
koydu.
TSK’nın ya da TSK destekli ÖSO ve diğer grupların Afrin’e yönelmesi
olasılığına karşı Rusya buraya yerleşerek açık bir mesaj verdi. Bunun
devamında Menbiç’te olduğu gibi bir süre sonra burayı da Suriye
ordusunun konuşlanmasına açma süreci söz konusu olabilir. Böyle bir
durumda ise TSK’nın ya da TSK destekli diğer grupların Afrin’e
saldırıları, Rusya ve Suriye Ordusu ile savaş anlamına gelir.
Rusya, Afrin’de attığı adımla tüm bu olasılıkları bertaraf edecek bir
süreci başlattı ve Kürtleri korumaya alırken, diğer yandan da bölgeyi
her an Suriye ordusuna bırakmayı gündemde tutarak, Suriye’nin
topraklarının, egemenliğinin korunacağı mesajını Türkiye’ye vermiş
oldu. Rusya’nın Afrin adımıyla, AK Parti hükümetinin Suriye politikası,
Suriye Kürtlerine yönelik stratejileri ağır bir darbe daha almış oldu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
16
RUSYA KÜRTLERLE YAKINLAŞARAK, AYNI ZAMANDA, ÜLKEDEKİ EN
ÖNEMLİ SİYASİ VE ASKERİ GÜÇ GRUBUYLA KALICI BİR BAĞLANTI
KURMUŞ OLUYOR. TÜRKİYE’NİN ETKİNLİĞİ GERİLETİLİRKEN, ESAD
SONRASI DÖNEM İÇİN DE KÜRTLERLE İŞBİRLİĞİ RUSYA’YI ÖNEMLİ VE
BELİRLEYİCİ BİR KONUMA TAŞIYOR.
Türkiye’nin Suriye’de Rus savaş uçağını düşürmesiyle başlayan süreçte,
özür mektubuna kadar olan dönemde, Türkiye ile gerilim sürerken,
Rusya, Suriye Kürtleri ve PYD ile yakınlaşmaya hız verdi. Aynı dönemde
Türkiye, Suriye sınırında uçak dahi uçuramaz hale gelince, PYD-YPG’nin
de hareket alanı rahatladı. PYD başta Moskova olmak üzere, bu
dönemi “uluslararası tanınma” açısından değerlendirdi. Paris,
Stockholm, Prag, Brüksel, Kopenhag’da, Roma’da resmi statülü PYD
temsilcilikleri açıldı. Öyle ki bazı başkentlerdeki temsilcilik açılışlarını
bizzat o ülkelerin Dışişleri ve Savunma Bakanları yaptı. Moskova’da ilk
temsilciliğini açan PYD, 30 yılı aşkın süreden bu yana Moskova’da
temsilciliği bulunan PKK’nın tanınırlığından ve oluşturduğu zeminden
de yararlanarak, Rusya ile üst düzey ilişkilerini geliştirdi. Türkiye’nin
baskısıyla Astana müzakerelerinde yer alamayan PYD, bir hafta sonra
bizzat Rusya Dışişleri Bakanlığı’na davet edilerek, Dışişleri Bakanı
Lavrov tarafından müzakereler, yeni Suriye Anayasa taslağı olası
süreçler konusunda görüş alışverişinde bulundu.
Türkiye’nin PYD’nin terör örgütü olduğu yönündeki tezlerini yanıtsız
bırakan Rusya karşısında ABD ve diğer batılı ülkelere olduğu gibi sert
tavırlar içine giremeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümeti,
Astana toplantısı öncesinde bir kez daha aynı tezleri gündeme
getirdiğinde ise Rusya resmi açıklamayla son noktayı koydu. Rusya
Dışişleri Bakanlığı’nın 9 Şubat’taki açıklamasında “PKK ve PYD’yi terör
örgütü olarak görmüyoruz” denildi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
17
Bu aşamadan sonra Rusya, ABD ile PYD arasındaki tek yanlı
bağlantılara alternatif olarak devreye girdi ve Suriye’de Kürtlerle
ilişkilerini yoğunlaştırmaya hız verdi. Kanımca, Rusya’nın son dönemde
bir yandan Türkiye ile Suriye’de siyasi çözüm için irtibatını
sürdürürken, diğer yandan Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen PYDYPG ile içine girdiği yakınlaşma, orta ve uzun vadede Suriye’nin
geleceği açısından öngörülen yeni planların, stratejilerin hayata
geçirilmesi açısından önem taşıyor.
TSK’nın El Bab’ı IŞİD’ten almasından sonra, Menbiç’e yöneleceği
anlaşılınca, Rusya, Suriye ordusunu kullanarak dolaylı yoldan
Menbiç’te Türkiye destekli ÖSO ile YPG arasına girdi ve yolu kesti.
Halep’in tahliyesinden sonra Suriye Ordusunun Halep’e yığınak
yapmaya hız vermesi, Rusya’nın da buna destek olmasından bir sonraki
aşama Rus askerlerinin üs kurma ve eğitim verme amacıyla Afrin’e
yerleşmesi oldu.
Rusya ile Türkiye ilişkileri görünürde hızla normalleşme sürecindeymiş
gibi aktarılsa da Rusya’nın Suriye’de son 15-20 gün içinde peş peşe
gerçekleştirdiği hamleler, Suriye Kürtleri ile ilerleyen diyalog ve
yakınlaşma, bunun pek de doğru olmadığını, Rusya’nın, Türkiye’nin
Suriye’de Kürtlere yönelik tavrını, söylemlerini, uyarılarını “ciddiye
almadığını” gösteriyor.
Rusya aslında çok önceden PYD-YPG ile diyalog ve işbirliği halindeydi.
Son dönemde gelişmelere paralel olarak bunu “görünür kılma”
tutumuna yöneldi.
Dolayısıyla Rusya’nın Menbiç ve Afrin atakları, beklenmedik, sürpriz
adımlar değil. Aksine Türkiye’nin tek başına dilediğini yapabileceği
yaklaşımına karşı mesajlar!
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
18
Türkiye’nin desteklediği ılımlı ya da cihatçı muhaliflerin Hama ve Şam’a
yönelik operasyonları Rusya’nın yeni hamlelerini öne çekmesine,
süratle devreye koymasına zemin hazırladı.
Rusya, ABD’nin giderek etkinliğinin azaldığı bölgede kalıcı olarak bir
güç haline gelmeyi hedeflediği ve Suriye’yi de bu açıdan önemli bir
müttefik olarak gördüğü için, Suriye Kürtleriyle yakınlaşması sadece
kısa dönemli ve askeri amaçlı değil. Aynı zamanda orta ve uzun vadeye
uzayacak, siyasi işbirliğini de içeren bir yakınlaşma.
Rusya şu anda genişletip yenilemeye başladığı deniz ve hava üsleriyle,
uzun vadede varlığını korumayı ve etki alanını genişletmeyi planladığı
Suriye’de, Kürtleri stratejik ortak, askeri ve siyasi stratejik denge
unsuru olarak da görüyor.
Suriye’de savaş sona erse bile, Şam yönetimi geride kalan 6 yıllık süre
içersinde çok güç kaybetti. Hem askeri hem siyasi güç kaybının
yanında, savaş sona erdikten sonra da ülkenin tamamında kontrolü
sağlayabilmesi çok uzun zaman alacak ya da tam kontrolü bir daha
sağlayamayacak.
Rusya da en baştan itibaren Esad’ı desteklese de bunun farkında.
Nitekim iç savaş başladıktan sonra Rusya uzun süre dışarıdan destek
verdi. Doğrudan sürece müdahil olmadı. IŞİD, Suriye’de çok geniş
alanlarda kontrolü ele geçirdi. Çok sayıda silahlı grup farklı bölgeleri
kontrolü altına aldı.
Esad’sız çözüm öncelikli hedefti. 2011’de başlayan iç savaşa doğrudan
sahaya inerek müdahil olmak için Rusya, 2015 yılının Eylül’üne kadar
bekledi. Bu süreçte Esad çok güç kaybetti. Rusya, 2015 Eylül’ünde
Suriye ile imzaladığı askeri işbirliği anlaşması çerçevesinde Esad’ın
çağrısıyla ile Suriye’ye müdahil oldu. Kısa sürede de savaşın dengeleri
değişti.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
19
Rusya bir yandan iyice zayıflamış Esad’ı destekleyerek kendi
kontrolünde tutuyor. Diğer yandan da Esad sonrasının Suriye’sinin
altyapısını, dengelerini, siyasi ve askeri yapılanmasını oluşturmaya
hazırlanıyor. Bu süreçte de önemli bir aktör olarak değerlendirdiği
Kürtlerle yakınlaşmaya hız veriyor.
Esad savaşı kazansa bile, ülkeyi uzun süreli olarak kontrol altında
tutabilmesi düşük olasılık. Suriye’nin ve Esad’ın;
 Ülke içi ve dışına gerçekleşen yoğun göçün değiştirdiği etnik ve
demografik yapı,
 Siyasi taleplerle ayaklanan, silahlanan sivil grupların ülke
genelindeki güç paylaşımları,
 Dış güçlerin müdahaleleri,
 Harabeye dönen ekonomisi,
 Altyapısı tahrip olan bir ülke,
 Gerek sayısal gerekse savaş gücü yarı yarıya azalan bir ordu ile
Suriye’nin ve Esad’ın 2011 Mart’ından önceki günlere dönmesi
çok zayıf bir olasılık. Hatta olanaksız da denilebilir. Rusya da bunu
görüyor ve en yakından biliyor.
Bu yüzden Rusya, şu anda desteklediği Esad yönetimine destek
verecek başka güçler, gruplar bulmak durumunda. Bunların başında
da anlaşıldığı kadarıyla Kürtleri görüyor. Rusya tarafından hazırlanan
yeni anayasa taslağında, Kürtlere federasyon ve bölgesel özerklik,
siyasi haklar, eşit vatandaşlık, parlamentoda temsil, anadilde eğitim ve
kültürel haklar gibi çok sayıda yeni imkân getirilerek, Suriye rejimi ile
uzlaşı ve entegrasyona öncelik verilmiş olması da bunun göstergesi.
Rusya, Kürtlerin tamamıyla ABD’nin kontrolü altına girmesini
istemiyor. Suriye’den kopacak bir bağımsız Kürt Devleti’ne de onay
vermiyor. Böyle bir oluşumun kısa sürede yine ABD ve diğer batılı
ülkelerin kontrolüne gireceğinin farkında.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
20
O nedenle, Suriye içinde özerk bir bölgesel yönetimle, tüm siyasi ve
kültürel hakları sağlanmış, yönetimde söz sahibi ve mevcut sistemle
entegre olarak, onu destekleyip, savunacak bir konumda olmalarını
amaçlıyor.
Rusya, Sovyetler Birliği döneminden beri yakın ilişki içinde olduğu, 3040 yıldan bu yana diyalogunu sürdürdüğü PKK’nın içinden çıkan PYD’yi
de bu çerçevede yakınen tanıyor. Sonuç olarak Rusya, Suriye’de PYD
ve YPG’yi sadece bugünün, siyasi ve askeri müttefikleri olarak
görmüyor. Uzun vadede Şam yönetimi ile entegre olacak bir Kürt
bölgesel federasyonunun Suriye’deki kontrolünü artırmada kendisine
katkı sağlayacağını, olası diğer muhaliflere karşı güçlü ve önemli bir
denge unsuru olduğunu öngörüyor. Bu stratejiden Rusya’nın PYD ve
YPG’yle daha da yakınlaşacağı, ilişkilerini daha da geliştireceği
söylemek olanaklı.
Türkiye destekli ÖSO ve diğer muhalif silahlı örgütlerin, cihatçıların
Şam ve Hama’ya yönelik ortak saldırıları Rusya’yı, Kürtlerle
yakınlaşmayı daha da hızlandırmaya yönlendirdi. Benzer ortak ılımlı
İslamcı-Cihatçı saldırılar Esad’ın kontrolündeki ve Rusya’nın da
üslerinin yer aldığı Lazkiye, Hmeymim, Tartus gibi kentlere, Halep’in
batısına, Humus’a yayılabilir. Bütün bu ihtimalleri de hesaba katan
Rusya’nın Suriye’de Türkiye ile arasına mesafe koymaya başlaması,
Kürtlerle yakınlaşması sürecinin hız kazanması orta ve uzun vadedeki
yeni Suriye planlarının en önemli aşamasını oluşturuyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
21
BULGARİSTAN’DA
26
MART’TA
YAPILAN
PARLAMENTO
SEÇİMLERİNDE YİNE ÜLKENİN EN BÜYÜK İKİ PARTİSİ BİRBİRİNE YAKIN
ORANLARDA OY ALDILAR VE SANDIKTAN KOALİSYON MECBURİYETİ
ÇIKTI. OYLARIN BÖLÜNMESİYLE HÖH’ÜN VEKİL SAYISI DÜŞTÜ, AK
PARTİNİN DESTEKLEDİĞİ DOST’A VERİLEN OYLAR BOŞA GİTTİ.
Bulgaristan genel seçimlerinde ilk sonuçlara göre eski başbakan Boyko
Borisov liderliğindeki GERB birinci parti oldu ancak mutlak çoğunluğa
erişemediği için tek başına iktidar şansını yakalayamadı.
Bulgaristan Türklerinin kurduğu Ahmet Doğan liderliğindeki Hak ve
Özgürlükler Hareketi (HÖH) yüzde 9 dolayında oy alırken, AK Parti
teşvikiyle, HÖH’ten ayrılan Lütfü Mestan’ın kurduğu diğer Türk partisi
DOST ise yüzde 4’lük seçim barajını aşamadığı için parlamentoya
giremedi. Türkiye ile Bulgaristan arasında siyasi krize ve gerilime neden
26 Mart’taki parlamento seçimlerinin resmi olmayan sonuçlarına göre,
iki Türk partisi birbirini aşağı çekti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Bulgaristan’da demokratik
parlamenter rejime geçişle birlikte Bulgaristan’daki Türkler Ahmet
Doğan liderliğinde Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi’ni (HÖH)
kurmuşlardı.
Bulgar seçmenlerin yüzde 10’unu oluşturan Türk kökenli seçmenlerin
partisi HÖH, 26 Mart seçimleri öncesinde mecliste 30 sandalyeye
sahipti.
2015’teki Rusya savaş uçağı krizinden sonra, HÖH içinde ortaya çıkan
görüş ayrılıklarıyla, Lütfü Mestan ve bir grup milletvekili AKP’nin de
destek ve teşvikiyle, HÖH’ten ayrılarak DOST Parti’sini kurdular.
Türkiye’nin Sofya Büyükelçiliği, Din Ataşeleri, Edirne Valiliği ve AK
Partili milletvekilleri ile bakanlar tarafından DOST için yapılan destek
çağrıları, iki ülke ilişkilerinde gerginliğe yol açarken, Bulgaristan Ankara
Büyükelçisini geri çağırmıştı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
22
Bulgar Milli İstihbarat Servisi (DANS), diplomatik statüdeki bazı
Türklerin “Ülkenin birliği, bütünlüğü aleyhine, bölünmesi yönündeki
faaliyetleri nedeniyle” istenmeyen adam ilan ederek, sınır dışı etti ve 5
yıl süreyle ülkeye girişlerini yasakladı. Sofya Büyükelçimiz, Bulgaristan
Dışişlerine çağrılarak, ülkenin içişlerine karışma konusunda uyarıldı.
Son olarak AKP İstanbul Milletvekili Aziz Babuşçu ve Sofya Büyükelçiliği
Din Ataşesi Ulvi Ata “istenmeyen adam” ilan edildiler. Ülkeye girişleri
yasaklandı. AKP’nin Bulgaristan seçimlerine müdahalesi yönündeki
iddialar, ikili ilişkilerde krizi tırmandırırken, hükümet HÖH yetkililerinin,
Türkiye’deki çifte vatandaş Bulgaristan göçmeni Türkler arasında seçim
çalışması yapmalarını yasakladı, Türkiye’ye giriş izni vermedi. AK
Parti’nin desteklediği dernekler vasıtasıyla, İstanbul ve Bursa’dan
kaldırılan otobüslerle, oy vermek için Bulgaristan’a götürülmek istenen
seçmenlere, bu kez sınırda Bulgar milliyetçileri yol keserek engel
olmaya çalıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerden üç gün önce
Balkan Federasyonlarını Cumhurbaşkanlığı Sarayında toplayarak hem
anayasa değişikliğinde evet oyu vermelerini istedi hem de bulundukları
ülkelerde 5 çocuk yaparak, o ülkelerin geleceğinde söz sahibi olmaları
tavsiyesinde bulundu.
Tüm bu yaşananlardan sonra, 26 Mart’ta yapılan seçimlerin resmi
olmayan ilk sonuçlarına göre, AK Parti’nin “maddi-manevi” tüm
desteğine rağmen, DOST Partisi, üstelik bir başka partiyle ittifak yaptığı
halde, Türkler arasında yeterli desteği sağlayamadığı ve seçim barajını
aşamadığı için, parlamento dışında kaldı. Ancak oylar bölündüğü için
HÖH’ün milletvekili sayısı 4 azaldı.
Bulgaristan'ın merkez sağdaki Avrupalı Gelişimi İçin Yurttaşlar
Partisi’nin(GERB) birinci parti olduğu ancak partinin mutlak çoğunluğa
erişemediği açıklandı. Seçim kurulu, resmi olmayan sonuçlara göre,
GERB'in oyların yüzde 32,74'ünü aldığını duyurdu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
23
Sosyalistler yüzde 26,79'luk oy oranıyla ikinci oldu. Yüzde 4'lük oy
barajını aşan diğer üç partiden milliyetçiler yüzde 9,14, Bulgaristan
Türklerinin Hak ve Özgürlükler Hareketi yüzde 8,44, popülist-aşırı sağcı
Volya partisi ise yüzde 4,11 oranında oy aldı. DOST ile Hürriyet ve Şeref
Halk Partisi’nin (HŞHP) kurduğu DOST Birliği ittifakı oyların sadece
yüzde 2.95’ini alabildi.
Son dört yıldaki üçüncü kez sandık başına giden Bulgaristan’da
seçimlere katılım oranı ise yüzde 51’de kaldı.
Merkez Seçim Komisyonu, DOST Birliği’nin yurt dışında verilen oyların
yüzde 17.14’ünü aldığını açıkladı. DOST Birliği, yurt dışından toplam 22
binden fazla oy alırken, HÖH’e ise yurt dışından yaklaşık 11 bin oy
geldi. Yurt dışındaki oyların yüzde 24,67’si GERB Partisine gitti.
Merkez Seçim Komisyonu, resmi seçim sonuçlarını 31 Mart’ta
açıklayacak. Komisyonun sonuçları resmi olarak açıklamasının ardından
hükümet
kurma
görüşmeleri
başlayacak.
Cumhurbaşkanı,
parlamentoda temsil edilen siyasi partilerle istişarelerde bulunacak.
Bulgaristan Seçim Yasası’na göre, cumhurbaşkanı ilk önce en çok oy
alan partiye hükümet kurma görevini veriyor. Bu ilk girişimin başarısız
olması durumunda, cumhurbaşkanı ikinci siyasi partiye, onun da
başarısız olması halinde kendi tercihine göre üçüncü bir partiyi veya
birden fazla parti liderini aralarında bir koalisyon hükümeti kurmakla
görevlendiriyor.
Kurulacak hükümetin parlamentodan güvenoyu alabilmesi için 240
milletvekilinin en az 121’inin desteğini alması gerekiyor.
Daha önce 2009’dan 2016’ya kadar başbakanlık görevinde bulunan
GERB lideri Boyko Borisov ‘kısa zamanda halkın beklentilerine cevap
verebilecek bir hükümetin kurulacağı umudunda olduğunu' açıkladı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
24
Seçimlerde ikinciliği alan Sosyalist Parti, GERB ile büyük koalisyon
kurmaya karşı olduğunu duyurdu. Partinin genel başkanı kadın lider
Kornelia Ninova ‘siyasette prensiplerin olması gerektiğini ve GERB'in
alternatifi olduklarını, ortağı olmayacaklarını' söyledi.
Bulgaristan, Avrupa Birliği'nin en fakir ülkesi… Ekonomik sıkıntıları en
ileri boyutta olan ülke, AB yardım fonlarının desteğiyle büyük ölçüde
çarklarını döndürüyor. Bu nedenle de her seçimde olduğu gibi 26
Mart’taki seçimlerde de “oy satın alma” iddiaları çok geniş çaplı şekilde
gündeme geldi.
Özellikle Petrol ve ilaç sektöründe faaliyet gösteren iş adamı Veselin
Mareşki’nin yeni kurulan partisi Volya (İrade) yüzde 4,16 oy alarak
parlamentoda temsil hakkı elde edince, “oy satın alma” iddiaları daha
da yoğunlaştı.
Avrupa’da başta Almanya olmak üzere bakanların, milletvekillerinin
referandum nedeniyle siyasi faaliyetlerine getirilen sınırlamalara tepki
gösteren, toplantı, ifade, gösteri özgürlüğünün yok edildiğini savunan
AK Parti hükümetinin, Bulgaristan’daki seçimlere doğrudan parti
kurdurarak müdahalesi daha önce de vurguladığım gibi,
samimiyetsizlik ve çifte standarttır.
Sadece bakanlar ve milletvekilleri değil, resmi görevliler ve
diplomatlarıyla birlikte, bir ülkedeki seçim kampanyalarına bir parti
lehine müdahale etmek, oy istemek, oy telkininde bulunmak,
doğrudan içişlerine müdahaledir.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
25
AB YÖNÜNÜ YENİDEN BELİRLEMEYE ÇALIŞIRKEN, ORTAYA ÇIKAN
TABLO, AB İLE TÜRKİYE HIZLA BİRBİRİNDEN UZAKLAŞIYOR. BU
SÜRECİN EN AĞIR FATURASINI, AVRUPA’DA YAŞAYAN TÜRKLER,
KARŞILIKLI ŞANTAJ MALZEMESİ YAPILAN MÜLTECİLER VE İKİ
TARAFINDA KARŞILAŞACAĞI KAYIPLARLA TOPLUMLAR ÖDEYECEK.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın giderek sertleştirdiği Avrupa ve AB karşıtı
söylemini, 16 Nisan sonrasında her şeyin değişeceği şeklindeki
ifadelerle desteklemesi, ilişkilerdeki kötüleşmenin devam edeceğini
gösteriyor.
Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nden, Avrupa Ekonomik Topluluğu,
Avrupa Topluluğu ve nihayet Avrupa Birliği’ne uzanan süreçte 60. yılını
dolduran Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkiler tarihinin en
sıkıntılı dönemini yaşıyor.
Referandum kampanyası ile birlikte daha da sertleşen karşılıklı
suçlamalar sonrasında gelinen nokta, Cumhurbaşkanının idam
konusundaki son açıklamalarıyla hükümetin AB’den kopmayı da
ajandasına eklediğini göstermektedir.
Aslında içinde bulunulan konjonktürde böyle bir durum her iki tarafın
da işine gelmektedir. Bir yandan Hollanda, Avusturya seçimleri
atlatılmış olsa da kampanya sürecinde Türkiye bolca malzeme yapıldı.
Diğer yanda ise yaklaşan Fransa seçimleri ve sonbahardaki Almanya
seçimleri nedeniyle, Türkiye ile gerilim bu ülkelerde de siyasetçiler
açısından puan getiren bir durum. Aynı şekilde Türkiye’de de
Cumhurbaşkanı ve AK Parti iktidarı, batı ile gerilimi tırmandırarak,
referandum sürecinde kazanımlarını artırmayı amaçlamaktadır.
Ancak şunu göz ardı etmemek gerekir. Bu tür süreçlerin bitiminde,
mutlaka ilişkilerde kalıcı hasarlar söz konusu olacaktır.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
26
Almanya Başbakanı Merkel, Cumhurbaşkanının “Nazi-Faşist”
ithamlarına karşı “daha fazla provokasyona gelmek istemediğini”
belirterek yanıt verirken, içeride “yumuşak tutumu” nedeniyle yoğun
eleştiri almaktadır.
Fransa’da, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu öncesinde, hemen
tüm adaylar için Türkiye’ye sert bir şekilde yüklenmek önemli siyasi
kazanımlardan birisi olarak görülmektedir. Merkel, kendisi doğrudan
yanıt vermese de, Dışişleri, Maliye, İçişleri, Adalet Bakanları ve Federal
İstihbarat Servisi şefi aracılığıyla, nispeten daha sert mesajlar vererek,
ithamların altına kalmayacağını da göstermek istemektedir.
Karşılıklı seçim ve siyasi çıkar hesaplarının kurbanı ise ikili ilişkiler, bu
ilişkilerin gerilmesinden etkilenen ekonomik ilişkiler ve gerginliğin
artmasıyla iki arada kalan, geniş toplumsal kesimler olmaktadır.
Bunların başında, Avrupa ülkelerinde yaşayan yaklaşık 3,5 milyon Türk
vatandaşı gelmektedir. Bir anlamda karşılıklı siyasi çatışmaların
“rehinesi” konumundaki bu insanlar, hem kendi ülkelerini karşılarına
almamak hem de içinde yaşamlarını sürdürdükleri toplumla karşı
karşıya gelmemek çabasındadır. Bazı yerleşim birimlerinde, Türk
bakkallarından, marketlerinden alışveriş yapılmaması yönünde
başlatılan kampanyalar, bir dönem Hitler Almanyasında Yahudi
işyerlerine yönelik boykotları anımsatmaktadır.
Diğer yandan her iki tarafında kullandığı bir başka koz, ülkelerini terk
etmek zorunda kalan milyonlarca mülteci olmaktadır. Avrupa
mültecilerin gelmemesi için her türlü yöntemi uygularken, Türkiye’de
ise hükümet gerilimin dozu arttıkça, mülteci kozunu öne sürmekte,
mültecileri Avrupa’ya gönderme şantajına başvurmaktadır.
Son olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, her ay 15 bin mülteciyi
Avrupa’ya gönderme tehdidi, ne siyasi, ne insani ne de ahlaki açıdan
kabul edilmesi söz konusu olmayacak bir politikadır.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
27
Sıklıkla hükümetin çeşitli üyeleri bu konuyu gündeme getirmekte,
zaman zaman da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı
Çavuşoğlu Mülteci anlaşmasını iptal etme ya da askıya almayı
gündeme getirmektedir.
Çaresiz insanlar üzerinden yürütülen siyaset ve dış politikanın hiçbir
haklı gerekçesi olamaz.
Nihayet AB’de çeşitli kurumların sözcüleri ve siyasilerden gelen
açıklamalarda, Türkiye-AB müzakerelerinin dondurulması, Türkiye’nin
tam üyelik adaylığının askıya alınması, hatta Türkiye’nin kesinlikle
AB’ye alınmayacağının ilan edilmesi çağrıları söz konusu olmaktadır.
Cumhurbaşkanı da buna karşılık, “Almazsanız almayın, 54 yıldır zaten
kapıda bekletiyorsunuz” resti çekmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet, Almanya'yı ve diğer AB ülkelerini
daha sert tepki göstermeye zorlamak için, suçlama ve sözlü saldırıları
sürdürerek, içeride referandum için kazanım hesabı güdüyorlar.
Bu strateji ile Türkiye, kendini AB'den uzaklaştıran bir süreç başlattı.
Daha da uzaklaşıp uzaklaşmayacağı Anayasa referandumundan sonra
belli olacak. 16 Nisan'dan sonra, muhtemelen referandum sonucuna
göre Avrupa da daha net bir tavır almak durumunda kalacak, söylemini
yumuşatacak ya da daha da sertleştirebilecek.
Hatta bugünden bazı AB sözcülerinin “Anayasa değişikliği AB
normlarıyla bağdaşmıyor. Kabul edilirse Türkiye’nin AB üyeliği
kesinlikle söz konusu olamaz” uyarılarından yola çıkarak, Türkiye'ye
AB üyesi olamayacağının resmen bildirilmesi noktasına gelinebilecek.
Türkiye AB ile müzakereleri sonlandırdığı anda, AB ile Gümrük Birliği
anlaşması da otomatik olarak sona erecektir. Buna bağlı olarak da AB
ile uygulamadaki pek çok ekonomik, sosyal ve siyasi içerikli anlaşmanın
sonlanması ya da askıya alınması gündeme gelecektir.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
28
İngiltere bile üyelikten ayrılmak için en az 3-4 yıllık bir süreç için takvim
yaparken, Cumhurbaşkanının açıklamalarından, AB Bakanının
ifadelerinden, 16 Nisan’dan sonra AB ilişkileri sonlandırılacakmış gibi
rüzgârlar estirilmektedir. Bu görüntü ve algı, Türkiye’nin her türlü
çıkarını ne olursa olsun zora sokacak, bir görüntüdür.
AB ile ticari ilişkiler, AB ülkelerinden gelen yatırımlar, Rusya’nın ya da
bir başka ülkenin doldurabileceği boyutların kat kat üzerindedir. Kaldı
ki, Rusya ile bile ekonomik ve siyasi ilişkiler, hâlâ 24 Kasım 2015
öncesine dönebilmiş değil. Türkiye'nin AB pazarlarına ve AB'nin
yatırımlarına ihtiyacı var. Bunu hiçbir şekilde ve Rusya ile daha sıkı
ilişkiler kurarak da ikame etmesi mümkün değil.
Avrupa Konseyi Dış İlişkiler Kurumu’ndan Josef Jannings’in Alman
medyasında yer alan şu değerlendirmesi, olası süreci çok net gözler
önüne seriyor:
“2015'te bir Rus uçağı düşürüldüğünde iki ülke arasında kriz patlak
vermiş ve Rus turist rotasını başka ülkelere çevirmişti. Avrupalılar
Ruslar gibi tepki göstermezler. Rus turistlerin Türkiye
rezervasyonlarının iptal edilmesi, devlet tarafından organize edilmişti.
Buna paralel olarak, Türkiye'den yapılan taze sebze ve meyve ithalatı
da devlet tarafından yasaklandı. Rusya, Türkiye'ye haddini bildirdi.
Hava Erdoğan'ın özür dilemesiyle yumuşadı. Ancak AB böyle jeopolitik
oyunlar oynamaz. Ne jeopolitik açıdan boykot kararı verir, ne de attığı
adımları özür karşılığında geri alır.”
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
29
TÜİK, 2016’NIN YILLIK İŞSİZLİK ORANINI YÜZDE 10,9 OLARAK
AÇIKLADI. GENÇ VE EĞİTİMLİ İŞSİZLİĞİN, VASIFLI İŞSİZLİĞİN
AYRINTILARI BİZLERE TABLONUN NE KADAR KORKUNÇ OLDUĞUNU
GÖSTERİYOR. SON VERİLERLE 4 MİLYONA DAYANAN İŞSİZLERİN
YÜZDE 40’I VASIFSIZ, YÜZDE 60’I İSE VASIFLI VE EĞİTİMLİ İŞSİZ.
Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’in açıkladığı 2016 yılı işsizlik verilerine
göre, 2015 sonunda 3 milyon 57 bin olan işsiz sayısı 2016 sonunda 3
milyon 330 bine yükselmiş. Şu anda ise TÜİK’in açıkladığı son verilerle
3 milyon 900 bin düzeyinde bir işsiz sayısı söz konusu.
Ancak her ayın 15’inde aylık işsizlik artış oranları açıklandığında
üzerinde durulan noktalar, işsizlik oranındaki artış, genç işsizlerin
oranındaki artış, istihdama yeni katılanlar, yani işgücüne katılım ile
yeni istihdam arasındaki açılan makas vs.
Oysa yıllık işsizlik ve istihdam istatistiklerinde işsizliğin analizini çok
daha ayrıntılı şekilde yapmak olanaklı… Örneğin, genç işsizlerin,
üniversiteli işsizlerin, kadın ve erkek işsizlerin ayrıntılarına inildiğinde
karşımıza çıkan tablo çok daha ürkütücü!
Bir yandan ekonominin nitelikli, eğitimli işgücü gereksinmesinden
yakınılırken, diğer yandan TÜİK’in istatistiklerine göre, işsizlerin yüzde
40’ı vasıfsız, yani niteliksiz, eğitimsiz işsizlerden oluşurken, yüzde 60’ı
nitelikli, eğitimli işsizlerden oluşuyor.
En yüksek işsizlik artışının artışı yüzde 20 ile profesyonel meslek
mensupları grubunda gerçekleşmiş; Bu grupta işsiz sayısı bir yılda 70
bin kişi artarak 345 binden 415 bine yükselmiş.
Ardından büro ve müşteri hizmetleri, teknisyen ve teknikerler yüzde
15’er işsizlik artışıyla sıralanıyor.
Bu arada en çok aranan meslek grubu tesis ve makine operatörleri ve
bu alanda işsiz sayısı artmamış, aksine gerilemiş.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
30
Muhtemelen profesyonel meslek gruplarındaki işsizliğin yıllık yüzde 20
ile en yüksek düzeyde olmasında, 15 Temmuz darbe teşebbüsü
sonrasında kamudan yapılan tasfiyelerin, ihraçların büyük etkisi olduğu
söylenebilir. Binlerce kadrolu devlet memuru, müfettiş, öğretmen,
akademisyen, hakim, savcı, pilot, polis, doktor, sağlık teknisyeni,
profesyonel meslek mensubu işten çıkartıldı.
TÜİK’in yıllık istatistiklerinde yükseköğrenim sahibi işsizlerle ilgili
ayrıntılı bilgiler de yer alıyor. Yükseköğrenimli işgücü 2015 yılında 6
milyon 284 bin iken 2016 yılında 6 milyon 892 bine yükselmiş. Yani
üniversite mezunu işgücü 608 bin kişi artmış. Toplam işgücü içinde
yükseköğrenimlilerin oranı yüzde 21,2’den 22,6’ya yükselmiş. Buna
karşılık yükseköğrenimli işsiz sayısı ise 692 binden 828 bine çıkmış.
Yüksek diplomalı en büyük dört grubu iş ve yönetim (1 milyon 967
bin), eğitim (995 bin), mühendisler (775 bin) ve sosyal bilimler (563
bin) oluşturuyor.
Bu yükseköğrenim gruplarının her birisinin alt dalları olmak üzere TÜİK
28 ayrı yükseköğrenim diplomasına sahip meslek gruplarının istihdam
ve işsizlik oranlarını da yıllık istatistiklerde açıklıyor. Buna göre
eğitimde işsizlik oranı yüzde 8,6, mühendislerde yüzde 9,4, İş ve
yönetim grubunda yüzde 13,8, sosyal bilim mezunlarında yüzde 13,5.
Yükseköğrenim gruplarındaki işsizlik oranlarına baktığımızda özellikle
sosyal bilimler mezunları ile işletme, yönetim, mali işler, muhasebe vb.
alanlardaki işsizlerin ortalama işsizlik oranının 3-3,5 puan daha
üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu durum Türkiye’de yükseköğrenimin
ağırlıkla sosyal bilimlere yoğunlaştığını, bu alanlarda işgücü fazlası
olduğunu, buna karşılık mühendislik bilimleri, eğitim bilimleri, tıp vb.
alanlarda daha fazla işgücüne ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
2016 yılı sonu itibarıyla işgücüne katılım oranı yüzde 52 olurken,
istihdam oranı yüzde 46,3’te kaldı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
31
Diğer deyişle, çalışmak üzere işgücü piyasasına katılanların yüzde 6’sı
daha baştan otomatik olarak işsiz konumuna düşmüş durumda.
Bölgeler itibarıyla işsizlik ve istihdamda ise çok büyük uçurumlar söz
konusu. Gaziantep, Adıyaman, Kilis Bölgesini kapsayan TRC1
bölgesinden işsiz sayısı artışı yüzde 51,8 olurken, Mardin, Batman, Siirt
ve Şırnak’ı kapsayan TRC3 Bölgesi yüzde 28,3 ile en yüksek işsizlik
oranlarına sahip. 2016 yılı için yüzde 10,9 olarak açıklanan ülke
genelindeki yıllık işsizlik oranının iki ve beş katından da fazla. Bu
bölgelerde ve illerde terörün yanı sıra asıl, Suriyeli mültecilerin
yoğunluğu ve Suriyelilerin kayıt dışı olarak daha düşük ücretle istihdam
edilmesinden ötürü,
Türklerin kayıtlı istihdamında çok ciddi
gerilemeler olduğu anlaşılıyor.
2016’dan bu yıla devreden eğitimli işsiz tablosu ve bölgesel işsizlik
uçurumu, 2017’de daha da ağırlaşarak devam ediyor. Referandum
öncesi büyük kampanyalarla uygulamaya “İstihdam Seferberliği” tüm
bunların üzerine bir şal örtmek gerçek tabloyu gizlemek içindir.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
32
ŞUBAT AYI KONUT SATIŞLARINDAKİ DÜŞÜŞ, KDV İNDİRİMLERİNE,
YABANCILARA SIFIR KDV İLE KONUT SATIŞI OLANAKLARINA KARŞILIK
“KONUT
SEFERBERLİĞİ”
KAMPANYASININ
TUTMADIĞINI
GÖSTERİYOR. AYLIK 3-4 BİN LİRADAN BAŞLAYAN TAKSİTLERLE DAR
GELİRLİ VATANDAŞIN KONUT SAHİBİ OLMASI OLANAKSIZDI!
Ekonomiyi canlandırmanın yanı sıra, 16 Nisan’daki referandum
öncesinde toplumun çeşitli kesimlerini bu konuda pozitif etkileme
amaçlı seferberlik kampanyalarından ikisinde ortaya çıkan sonuçlar,
hükümetin her alanda milli seferberlik siyasetinin ekonominin
gerçekleriyle örtüşmediği için, karşılık bulmadığını gösteriyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı konut satışı ve işsizlik
verileri, bizzat bakanlıklar tarafından yürütülen geniş çaplı reklam
kampanyalarına karşılık, geçen yıla göre her iki alanda da gelişmelerin
olumsuz olduğunu gösterdi.
TÜİK’in açıkladığı Şubat ayı konut satışı istatistiklerinde, geçen yılın
aynı ayına göre toplam konut satışında yüzde 0,2 düşüş yaşanırken,
yabancılara satışlar, yüzde 17,6 geriledi.
Geçen ay uygulamaya konulan konut seferberliği, hükümete bağlı
Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (Emlak Konut GYO) ve
Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) öncülüğünde “Güçlü Türkiye için
Güçbirliği” sloganı ile başlatılmıştı. 20 yıla varan vadeler, düşük faizler,
Katma Değer Vergisi (KDV) ile diğer vergi ve tapu harçlarındaki
indirimlere karşın, TÜİK, satışların azaldığını açıkladı.
Ocak ayında söz konusu indirim ve destekler olmadığı halde, yüzde 13
artış gösteren konut satışlarının, Şubat ayında daha da yükselmesi
hatta patlama yapması bekleniyordu. Şubat’ta 101 bin konut satıldığı
açıklanırken, dev kampanyalarla yürütülen yeni konut satışlarından
daha fazla ilgi, ikinci el konutlara oldu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
33
Türkiye genelinde ikinci el konut satışları, geçen yılın Şubat ayına göre
yüzde 3,6 artış göstererek, 56 bin 253 oldu. Diğer deyişle geçen ay
satışı yapılan 101 bin konutun yüzde 50’den fazlası İkinci el konut. 20
yıl vade ve indirimli faizlere rağmen en düşüğü 3 bin liradan başlayan
konut kredisi taksitlerini, 1400 TL asgari ücretli ya da aylık 2 bin-2500
TL maaşı olan vatandaşların satın alması zaten söz konusu olamazdı.
Burada asıl amaç “Konutta Milli Seferberlik” adı altında, Emlak
Konut’la, TOKİ ile “kâr ve gelir paylaşımı” esası üzerinden anlaşarak,
kendilerine tahsis edilen kamu arazileri, hazine arazileri, Milli Emlak ya
da belediye arsaları üzerine lüks konutlar, rezidanslar inşa eden
iktidara yakın müteahhitlerin elinde yığılan konut stoklarını eritmekti.
Yabancılara yapılan konut satışlarında ise KDV’nin tümüyle
sıfırlanmasına ve 1 milyon dolara Türk Vatandaşlığı verilmesi yönünde
vaatlerin devreye konulmasına karşın, bir önceki yılın aynı ayına göre
yüzde 17,6 oranında düşüş yaşandığı görülüyor.
Yabancılara Şubat ayında 1306 konut satıldı. Yabancılara satışta ilk
sırayı yine 458 konut satışı ile İstanbul aldı. İstanbul’u sırasıyla 279
konut satışı ile Antalya, 119 konut satışı ile Bursa, 62 konut satışı ile
Yalova, 59 konut satışı ile Ankara ve 44 konut satışı ile Trabzon izledi.
Şubat ayında da yabancıların konut alımlarında Iraklılar ilk sırayı
bırakmadı. Irak vatandaşları Türkiye’den 282 konut satın alırken, Irak’ı
sırasıyla, 143 konutla Suudi Arabistan, 114 konut ile Kuveyt, 81 konut
ile Afganistan ve 77 konut ile Rusya Federasyonu vatandaşları izledi.
Konut ve inşaat sektörüne getirilen teşvik ve desteklerle, hem inşaat
sektöründe istihdam artışı hem büyümede iyileşme hem de döviz
girişinde artış bekleniyordu. Bu beklentilerin hiç birisinin
gerçekleşmediği TÜİK’in açıkladığı verilerle somut bir şekilde ortaya
çıkıyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
34
İstihdamda ise en az 2 milyon yeni istihdam sloganı ile başlatılan “Milli
Seferberliğin” yansımaları, ancak yılın yarısında görülebilecek. TÜİK
Aralık ayında yüzde 12’nin üzerine çıkan işsizliğin, 2016 yılını yüzde
10,9’la kapattığını açıkladı.
Yukarıda ayrıntılarını analiz ettiğim, 2016 yılı işsizlik verileri, bu yıl daha
da kötüleşme yolunda. Devletin, yeni işe alınanların vergi ve SGK
priminin tamamını üstlenmesine karşın, Sosyal Güvelik Kurumu (SGK)
Mart ayında yeni işe başlayanların sayısının 300 binin üzerinde
olduğunu açıkladı. Bu durumda her ay aynı sayıda kişinin işe alındığı
varsayılsa bile, 2 milyon kişiye iş kampanyasının hedefine varması, hem
güç hem de en erken 5-6 ayı bulacak. Kaldı ki referandumdan sonra
kanımca istihdam seferberliği unutulacağı gibi, işverenlerde zoraki yeni
işçi alımı baskısının kalkmasıyla, yeni eleman alımlarına son verecekler.
Kalıcı çözümler yerine kısa süreli, nema getirici çözümlerle göz
boyamaya çalışan AK Parti hükümetinin, konutta, istihdamda ortaya
çıkan tablo karşısında, ekonomi politikalarının ne kadar temelsiz
olduğu, hepsinin sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğu bariz şekilde açığa
çıkıyor.
TÜİK’in istihdam istatistiklerine göre, işgücüne yeni katılım ve yeni
istihdam sayıları arasındaki uçurum, mevcut işsiz sayısının (yaklaşık 4
milyon) artmaması, aynı düzeyde kalması için, Türkiye ekonomisinin
her yıl en az 1 milyon yeni istihdam yaratmasını zorunlu kılıyor. Aksi
halde işsiz sayısının azalması, işsizliği çift haneli rakamların altına
inmesi olanaksız görünüyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
35
OCAK 2017 İTİBARIYLA DOĞRUDAN YATIRIM GİRİŞLERİ GEÇEN YILIN
OCAK AYINA GÖRE YÜZDE 46 AZALDI, 1,2 MİLYAR DOLARDAN 601
MİLYON DOLARA GERİLEDİ. YÜZDE 50’YE YAKLAŞAN DOĞRUDAN
YATIRIM GERİLEMESİ, SİYASİ VE DİPLOMATİK KRİZLERLE, YABANCI
SERMAYENİN VE YATIRIMCILARIN TÜRKİYE TERCİHİNDE AZALMA
OLDUĞUNU GÖSTERİYOR.
Ekonomi Bakanlığı’nın açıkladığı Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri
Bülteni’nin Ocak 2017 ayına ilişkin sonuçları belli oldu.
Bakanlığın resmi verilerine göre, Türkiye ekonomisine uluslararası net
doğrudan yatırım girişi, ocakta geçen yılın aynı ayına göre, yüzde 46,8
oranında azalarak, 601 milyon dolar oldu.
Buna göre, geçen yılın Ocak ayında 1 milyar 129 milyon dolar olan
uluslararası doğrudan yatırım sermayesi girişleri bu yılın Ocak ayında
neredeyse yarı yarıya azalarak 601 milyon dolara indi. Uluslararası
doğrudan yatırımların 2016 yılındaki toplam tutarı da, 2015 yılının
tamamına göre yüzde 31 azalarak 12,1 milyar dolara düşmüştü.
Açıklanan Ocak ayı verileri uluslararası doğrudan yatırım girişlerinin,
geçmiş yıllara göre hızla gerilediğini, gerilemenin 2016 yılında
sürdüğünü, 2017 yılının ilk ayında da devam ettiğini gösteriyor.
Bu tutarlar, Türkiye ekonomisinin yabancı yatırımcının güvenini
kaybetmeye devam ettiğini, hükümetin içeride ve dışarıdaki “kavga,
çatışma, tehdit, şantaj, içişlerine müdahale, barış ve dostluk dilinden
uzaklaşma” politikalarının, parasal bedelinin ağırlaşmaya başladığını,
faturanın her geçen gün kabarmaya devam ettiğini gözler önüne
seriyor.
Bu yılın Ocak ayında 601 milyon dolarlık doğrudan sermaye girişinin
279 milyon dolarlık kısmı “nakit” sermaye girişi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
36
Nakit sermaye girişinin 136 milyon dolarlık bölümü Avrupa Birliği (AB)
ve 97 milyon dolarlık kısmı da Asya ülkelerinden gelmiş görünüyor.
Cumhurbaşkanının, AB Bakanının, Dışişleri Bakanının Almanya,
Hollanda, Avusturya, İsviçre ile yürüttüğü gerilim siyaseti, AB ile ipleri
kopartma derecesine kadar varacağı gözlenen söylemleri,
AB
ülkelerini ve liderlerini “Bu gidişle hiçbir Avrupalı dünyanın hiçbir
yerinde sokağa çıkamaz” tehditlerinin mutlaka bir ekonomik yansıması
olacaktır. Kaldı ki, hâlâ Türkiye ekonomisine en büyük sermaye akışının
AB ülkelerinden geldiği gerçeği Ekonomi Bakanlığı’nın verileri ile de
ortada. Ancak ne yazık ki, bu sermaye girişleri hızla geriliyor ve şu anda
yüzde 50’ye yakın düzeyde düşüş söz konusu.
Ocak ayındaki bu veriler, muhtemelen referandum kampanyası
geriliminin iyice tırmandırıldığı, bakanların emrivaki ile girmeye
çalıştıkları ülkelerden sınır dışı edildiği gelişmelerin yaşandığı, Şubat ve
Mart ayı verileri açıklandığında, daha da kötüleşmiş olacak.
Önceki yıllarda ve aylarda ülkemizde kurulan yabancı sermayeli
şirketler, açtıkları şubeler, Türk şirketleri kurdukları ortaklıklarda, AB
üyesi ülkelerin şirketleri, İngiltere, Almanya, Hollanda şirketleri ilk
sıralarda yer alırdı. Ekonomi Bakanlığı’nın Ocak 2017 verilerine göre ise
Ocak ayında kurulan 347 uluslararası sermayeli şirketin 205'i Yakın ve
Ortadoğu ülkelerinden, 57'si AB ülkelerinden, 28'i ise diğer ülkelerden.
Yeni kurulan bu şirketlerde Suriyelilerin, Iraklıların, Afgan, Suudilerin,
Kuveytlilerin, İranlıların kurdukları şirketler ve ortaklıklar artık ön
sıralarda.
Ocak sonu itibarıyla Türkiye'deki uluslararası sermayeli şirket ve şube
sayısı 46 bin 843'e ulaşırken, 6 bin 694 yerli sermayeli şirkete
uluslararası sermaye iştirakiyle ortaklık gerçekleşmiş. Böylece
Türkiye’de toplam 53 bin 537 uluslararası sermayeli şirket faaliyette
bulunuyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
37
Uluslararası sermayeli bu şirketlerin ülke gruplarına göre dağılımına
bakıldığında ise AB ülkeleri ortaklı girişim sayısı 21 bin 818 ile birinci
sırada. Bunların içinde de Almanya 6 bin 902 şirket ile ilk sırayı alırken,
3 bin 1 şirketle İngiltere ikinci ve 2 bin 714 şirketle Hollanda üçüncü
sırada!
Almanya ve Hollanda ile yaşanan krizlerden sonra bu sayının
gerilemeye başlaması, şirketlerin kilit vurup Türkiye’yi terk etmesi hiç
de sürpriz olmayacaktır.
Cumhurbaşkanının katıldığı televizyon programlarında ve Evet oyu
istediği meydanlarda söyledikleriyle, “kredi notumuzun düşürülmesi,
yabancı yatırımcıyı etkilemedi” sözleriyle, gerçeklerin hiç de
bağdaşmadığı, gerçeğin söylenenlerden çok farklı ve çok kötü olduğu
hükümetin Ekonomi Bakanlığı’nın açıklamasıyla da teyit ediliyor. Diğer
deyişle, Ekonomi Bakanlığı, Sayın Cumhurbaşkanını resmi açıklamayla
tekzip ediyor!
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
38
TÜRKİYE İLE RUSYA ARASINDA 100 MİLYAR DOLARLIK TİCARET
HACMİ HEDEFİ YERİNDE SAYIYOR. RUSYA, SURİYE’DEN SEBZE-MEYVE
İTHALATINI 10 KAT ARTIRIRKEN, MISIR DA DEVREYE GİRDİ. RUSYA
TARIM BAKANI, TÜRKİYE'NİN YERİNİ DOLDURACAK ALTERNATİF
PAZARLARIN HAZIR OLDUĞUNU AÇIKLADI.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Mart’taki Moskova ziyaretinde bir kez
daha yinelenen 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi kâğıt üzerinde
kalırken, özellikle gıda maddeleri, sebze-meyve ihracatı konusundaki
tıkanıklık aşılamadı. Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) toplantısında da
özellikle en büyük sebze ihraç kalemi olan domatese kapılar
açılmayınca, hükümet kendi çapında bir karşı hamle yaptı. Rusya’dan
buğday ithalatı, mısır ve Ayçiçek yağı ithalatı “hastalık” gerekçesiyle
durdurulurken, ardından da ithalata yüzde 130’a varan vergi getirildi.
Ancak bu adım, içeride çok sayıda un, makarna, şekerleme ve gıda
imalatçısını olumsuz etkiledi. Yeni ithal anlaşmaları için aylarca süre
gerektiği belirtilirken, un ve un mamullerinin fiyatlarında da yüksek
oranlı artışlar yaşanması gündemde.
Rusya özellikle “örtü altı, sera” tarımına büyük kaynaklar akıtarak,
domates başta olmak üzere kendi üreticisini teşvik etmeyi, 2-3 yıl
içersinde sebze-meyvede kendi kendisine yeterli hale gelmeyi
hedefliyor. En büyük buğday ve mısır üreticilerinden Rusya’dan bu
ürünlerde yaptığımız toplam ithalat 1 milyar doları bile bulmuyor.
Dolayısıyla alınan bu kararların, Rusya’nın tarım ürünleri ihracatı
üzerinde çok fazla etkili olması beklenmiyor.
Rusya Tarım Bakanı Aleksandr Tkaçev, Türkiye’nin ithalatı
durdurmasına karşı süratle yeni ihraç pazarlarıyla anlaşma arayışlarına
geçildiği belirterek “2-3 ya da maksimum 5 ay içerisinde yeni
pazarlara girip Türkiye'nin yerini kolayca dolduracağız” açıklamasını
yaptı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
39
Türkiye'nin Rus ürünlerine vergi kararını beklemediklerini kaydeden
Rus Tarım Bakanı, bu kararın güney bölgelerini olumsuz etkilediğini
dile getirdi.
Rusya Tarım Bakanı, Türkiye’den domates ithalatının ise en az 2-3 yıl
daha gündemlerinde olmadığını, bu süre içersinde Rus domates ve
sebze üreticilerinin rekabet edebilir konuma geleceklerini ifade etti.
Diğer yandan Türkiye’den sebze-meyve ithalatına kapıları açmayan
Rusya, Türkiye’ye alternatif olarak Mısır ve Suriye’den yaptığı sebzemeyve ithalatında ise büyük çaplı artışa gidiyor.
Suriye Ticaret Odaları Federasyonu Başkanı Hasan el-Kalaa’nın Rus
medyasına yaptığı açıklamaya göre, Rusya’nın artan talebine bağlı
olarak, Suriye tarım ürünlerinin Rusya’ya ihracatının önemli ölçüde
arttığını açıkladı.
Başta turunçgiller, kiraz, şeftali, nar, domates ve patlıcan olmak üzere,
Suriye tarım ürünlerinin Rusya’ya ihracatının 2016 yılında 10 kat arttığı
kaydedilirken, artışın bu yıl da katlanarak devam ettiği belirtiliyor.
Rusya ile Suriye arasında serbest ticarete ilişkin belgelerin imza
aşamasında olduğu, bunun yanı sıra Suriye ile Avrasya Ekonomik
İşbirliği Teşkilatı’nın diğer üyeleri Belarus ve Kazakistan ile de
görüşmelerin tamamlanma noktasına geldiği belirtiliyor.
Rus ithalatçıların, Suriye ve Mısır’dan sebze-meyve ihracatına hız
vermeleri yanında, Rus şirketlerinin, elektrik enerji santrallarının
kurulması, transformatör imalat tesisleri yatırımı, elektrik nakil hatları,
Lazkiye’de su arıtma ve kanalizasyon sistemlerinin yenilenmesi, Rus
ahşap ürünleri ihracatıyla mobilya imalat sanayinin geliştirilmesi
yatırımları üzerinde anlaşma görüşmeleri sürüyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
40
Rusya, Suriye, Mısır ve son olarak da Moskova’da bulunan İran devlet
başkanı Hasan Ruhani ile imzalanan çok sayıda ikili anlaşma ile bu
ülkelere yatırım yanında, sebze-meyve ithalatı için de anlaşmalar
imzalarken, Türkiye’nin durdurduğu Rus buğdayı ithalatına da İran’ın
talip olduğu, anlaşma aşamasına gelindiği kaydedildi.
Bütün bu gelişmeler, Erdoğan-Putin görüşmesine rağmen, yapılan
açıklamalara karşın ikili ilişkilerin 24 Kasım 2015 öncesine dönmesinin
giderek güçleştiğini gösteriyor. Sürekli vurguladığım “güven sorunu”
gündemde kalmaya devam ettiği için de Rusya Türkiye’yle olası yeni
krizlere karşı sürekli yeni alternatifler geliştiriyor.
Dolayısıyla 100 milyar dolarlık ticaret hacmi söyleminin sadece kâğıt
üzerinde kaldığı, Rusya’nın bu konuda pek de istekli olmadığı
anlaşılıyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
41
BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM’IN YÜZDE 10’LUK SEÇİM BARAJININ
DÜŞÜRÜLEBİLECEĞİNİ YENİDEN GÜNDEME GETİRMESİ AK PARTİ’NİN
HER SEÇİM ÖNCESİ DİLE GETİRDİĞİ KLASİK TAKTİKLERDEN BİRİSİ.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE EVET’İ SAVUNAMADIKLARI İÇİN, HAYIR’IN
GEREKÇELERİNE KARŞI “TÜMÜ YALAN” SİYASETİNE YÖNELDİLER.
Referanduma sayılı günler kala, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti
yönetimi, sözcüleri Başbakan Binali Yıldırım, geçmiş seçimlerdeki artık
ezberlenmiş, klasikleşmiş seçim taktiklerine yönelmeye başladılar.
İlk kez girdikleri 2002 seçimleri ve AK Parti Programıyla tüzüğü de dahil
olmak üzere vaatleri arasında yer alan seçim barajının düşürülmesi
vaadini yeniden ısıtıp gündeme getiriyorlar.
Bu konuda samimi olmadıkları defalarca kanıtlanmış olmasına karşılık,
Başbakan Yıldırım gazete temsilcileriyle yaptığı toplantıda,
referandumdan sonra yüzde 10’luk seçim barajının düşürülebileceğini,
bu konuda TBMM’deki parti gruplarıyla bir araya geleceklerini ifade
ediyor.
Yüzde 10 seçim barajının aşağı çekilmesi konusunu, defalarca değişiklik
önergeleriyle TBMM gündemine getirdik ve her defasında AK Parti
oylarıyla gündeme bile alınması reddedildi.
Şimdi referandumdan Evet çıkması koşuluna bağlı olarak
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde yüzde 10 seçim barajının
düşürülebileceğini, konuyu 16 Nisan’dan sonra TBMM gündemine
getireceklerini” söyleyen Başbakanın bu açıklamaları olası Evet
durumunda seçim yasası değişikliklerinin de bir işareti.
Şayet referandumda değişikliklerin kabul edilmesi durumunda,
bilindiği gibi getirilen düzenlemelerle yasaların uyumlu hale getirilmesi
için 6 aylık bir süre öngörülüyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
42
Altı ay içersinde, değişiklik paketinde yer alan düzenlemelerle mevcut
yasaların uyumlu hale gelmesi gerekiyor.
Bu konuda “dar bölge” sitemine geçilmesi de dahil, AK Parti lehine
olacak, TBMM’deki çoğunluklarını yitirmelerini engelleyecek bazı
hazırlıkların olduğu öteden beri biliniyor.
Yüzde 10 seçim barajının düşürülmesinin yeniden gündeme getirilmesi
de kanımca bu hazırlıkların bir parçası ve dar bölge sisteminin
altyapısına zemin yaratmaya yönelik.
Diğer yandan gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve gerekse Başbakan
Binali Yıldırım, kampanyalarında Evet’i anlatmakta zorlandıkları ve
herhangi bir somut gerekçe dile getiremedikleri için, son dönemde
stratejilerini Hayır’ın gerekçelerine saldırmaya, bu gerekçeleri “Yalan”
olarak nitelendirmeye dönüştürdüler.
Sayın Cumhurbaşkanının var olduğunu çok iyi bildiği halde değişiklikler
içerisinde “Cumhurbaşkanının TBMM’yi feshetme yetkisinin
olmadığını” savunması ve bunun için Sayın Genel Başkanı, “ispat
yükümlülüğüne” davet etmesi bu yeni taktiğin bir parçası.
Sırf değişiklik metninde “fesih” sözcüğünün geçmiyor olmasının ardına
sığınılarak dile getirilen “yalan” ithamı, bu konudaki algı yaratma
çabalarının parçası.
AK Parti’nin kendi referandum kitapçığında bizzat “karşılıklı fesih”
ifadesi yer alırken, değişiklik paketinin 11. Maddesinde düzenlenen
“TBMM’nin erken seçim kararı alması ve Cumhurbaşkanının da
seçimleri yenileme kararı alma yetkisini” gözardı ederek “fesih yok”
demek, Evet için gündeme getirilecek çarpıtmaların nereye kadar
varabileceğini gösteriyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
43
Sayın Cumhurbaşkanının, 15 Temmuz darbe teşebbüsü karşısında,
demokrasiye, parlamenter rejime, seçilmiş yönetime verilen desteği
bile, referandumda Evet için istismara dönüştürerek, Sayın Genel
Başkanın bu desteğin arkasında durmasını, meydanlarda malzeme
yapması, “değişiklikleri savunamama çaresizliğinin” bir başka
ifadesidir.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların sayıları,
atanmaları
konusunda da değişiklik paketinde herhangi bir sayının yer almaması,
doğal olarak bu konuda Cumhurbaşkanının “sınırsız bir yetkiye sahip
olduğunu” gösterdiği halde böyle bir şeyin olmadığını söyleyebilmek,
halkı Evet’e ikna için kandırma çabasından öte bir şey değildir.
Sayın Cumhurbaşkanı meydanlarda, adeta getirilen değişikliklerle
kendisine “hiçbir yetki verilmediğini” söylemeye varacak kadar ileri
taşıdığı söylemiyle, “Hayır çıkması paniği yaşadığını” belirgin şekilde
göstermekte, sergilemektedir. Madem değişen hiçbir şey yok, madem
Cumhurbaşkanı yetkisiz, madem güçlü TBMM hedefleniyor, “o zaman
böylesine apar topar, alelacele bir şekilde ve hem de OHAL
koşullarında, Türkiye neden bu referanduma götürülüyor?” sorusunun
sorulması ve yanıtının da Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bahçeli
tarafından kamuoyuna verilmesi gerekiyor!
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 28 MART 2017
44
Download