\ú> SAYFA CUMHURİYET 2 KÜLTÜR Erden Kıral ’in son filmi ‘Mavi Sürgün’ önce Antalya Film Festivali’nde sonra da sinemalarda Sürgünde hesaplaşma kaçınılmazdır GÖNÜL DÖNMEZ Erden Kıral’ın Alman işbirliğiyle gerçekleştirdiği, Halikamas Balıkçısı’nın Bodrum’daki sürgün yıllarından yola çıkan “Mavi Sürgün” adlı filmi son olarak Montreal Dünya Film Fes­ tivali’nde gösterildi. Antalya Film Festivali’ne katılacak olan film, aralık ayında sinemalarda gösterime girecek. - Sayın Erden Kıral, daha önceki bazı filmlerinizde de (örneğin Hakkâri'de Bir Mevsim) sürgün konusunu ele aldınız. Bu konuya olan yakınlığınız neden ileri geliyor? Özellikle, gerçekten var olan bir sürgün olayının kişinin kendisiyle hesaplaşmasına yol açması? 1980’li yıllarda filmleri yasaklanıp artık ülkesinde film yapamaz duruma gelen bir yönetmen “gönüllü sürgün” olarak başka ülkelere göçerse, bu ko­ nuya yakınlığım anlaşılır sanırım. Sür­ gün olayı, kişinin kendi kendisiyle he­ saplaşmasına yol açtığı gibi yaşadığı ve de yetiştiği toplumla da hesaplaş­ masına yol açar. Bu kaçınılmazdır. Çünkü, sürgün kendine ve toplumuna “mesafeli” bakmasını öğrenir. - “Mavi Sürgün’ ün ana konusu, sür­ günün nedeninden çok sürgün yaşamı.. Ve çocukluk ve ilk gençlik yıllarıyla bir hesaplaşma. Cevat Şakir yolculuk boyunca kendisiyle, geçmişiyle hesap­ laşıyor. Kendi içine doğru bir yolculuk yapıyor. Bir yandan İstanbul’dan baş­ layan, Ankara ve Bodrum’a doğru sü­ ren altı aylık bir yolculuğu anlatıyo­ ruz, hem gerçek var, geçtiği yerler var, hem de iç hesaplaşması, iç fırtınaları var. Bodrum’a gelince biraz sakinleşi­ yor. İçindeki o ağır taşı atmaya çalışı­ yor ve sonunda kendini doğaya veri­ yor. Yüzünü kuşa, toprağa, ağaca dö­ nüyor. Bir köylü kızıyla evleniyor. Doğanın içinden birini alıyor. Adını değiştiriyor. Halikamas Balıkçısı olu­ yor. Geçmişini silmeye çalışıyor. Bunu yapabiliyor mu? Bence yapa­ mıyor. ama yapmak istiyor. Çok çırpı­ nıyor. Bir çeşit arınmak istiyor. Nite­ kim evi yıkaması... - Bir dönüm noktasıydı bence... Bir çeşit katarsis; temizlenmek isti­ yor. Ruhuna en yakın yer olan tenini yıkıyor. Bu adam gerçekten çok derin bir kişi. Oysa öz benliğine dokunuldu­ ğunda canavarlaşabiliyor. Dostoyevskiyen bir tip. Kişinin adını değiştirme­ si, büyük kentlere dönmek istememesi çok anlamlı. Fakat Bodrum'u kum la­ sını, ekolojik yanını anlatmadım. Bun­ lar zaten biliniyor. Ben bilinmeyen yönlerini, gerçeğini göstermek iste­ dim. Gerçeği de çok dramatik ye seri olduğu için hayranlan tarafından ya­ dırganabilir. Amacım. Türkiye gerçe­ ğini, Cevat Şakir gerçeğini ve Türk in­ sanının gerçeğini göstermekti. - Filme bir derviş tablosuyla başlıyor­ sunuz. Bir döngü. Ve film boyunca bu simgeyi yineliyorsunuz. Her yer dönüyor. Yaşam gibi. Su dolabı da dönüyor. Adam kendi öykü çevresinde dönüyor. Bir spiral şeklin­ de gördüm filmi. Bu biraz sembolik oldu ve biçimi etkiledi. Bilinçli olarak yaptım. - Denişle başlamanız çok etkiliydi. Onu sonra açıkladım. Belki izleyici unuttu ama sonradan toparlayacağını sanıyorum. Der ki. “Ben bir tahtanın, bir çivinin üzerinde günlerce temrin yaptım, içimdeki karanlığı ışıkla dol­ durmak istedim, ama yapamadım." Yani başlangıçta gösterdiğimiz görün­ tü, sonunda gerçekleşir. Böyle soyut bir resimle başlayıp sonunda bunu gerçekleştirmenin etkili olduğunu sa­ nıyorum. - Filminizde sık sık kullandığınız flashback'lere (geriye dönüş) kurgu açı­ sından nasd yön verdiniz? Geriye dönüşler sinema sanatında zayıflıktır, ama bu filmde kaçınılmaz bir unsurdu. Filmi kronolojik olarak düşünemezdim. Şimdiki zamanda ge­ çen bir yolculuk içinde, geçmişe doğru bir yolculukla vermek istedim. İzleyici­ lü bir oyuncu ister. Mari rolü tiyatrocu, rahat, güngörmiiş ve levanten bir kadını canlandınyor. Hanna, özel hayatında da teatral ve soyut bir kadın­ dır. Fizik ve optik açısından da o role ra­ hatça oturabildi. Hep birlikte çalışma isteği­ miz vardı. Bu küçük rolü kabul etti ve seve­ rek çalıştı. Başrol için böyle önemli bir rolü kavra­ yabilecek ve bu yükü taşıyabilecek iyi bir oyuncu aradım. Can Togay'ı Schroder’in “Malina” filminde iz­ ledim. Isabel Huppert’in one-man-show yap­ masına karşın hiç ezil­ miyor, çok güçlü bir oyun çıkarıyordu. Fi­ zik bakımından Cevat Şakir’in gençliğine benzediğini söyleye­ mem. Optik açıdan so­ ğuk ve Slav bir tip. Ama çok iyi oynadı. - Son yıllarda bütün dünyada aynı kriz geçi­ riliyor. Bir festival film­ leri var, bir de Ameri­ kan filmleri (halk için). Bu durumda filmleriniz İ nlü oyuncu Hanna Schygulla, Mari rolünde rahat, güngömıüş ve levanten bir kadim, Can Togay ise Cevat Şakir'i canlandırıyor. için nasıl bir izleyici dü­ şünüyorsunuz? fzleyicinin dikkati dağılmasın diye babası ile yazar, bir aydın, yazdığı bir yazıdan doğrultusunda filmler yapılıyor. Bir siz film olamayacağına göre? olan olayı trene yerleştirdim. Hiç de­ ötürü Bodrum gibi o zamanlar adı bile de Almanya’da çok bürokrasi var, pa­ Bu çok zor bir soru. Tabii ki izleyiciğilse bir mekân verilsin, dedim. Anne­ bilinmeyen, kuş uçmaz kervan geçmez ra kaynağının bulunması ve hesaba siz film olamaz. Bir ikilem içindeyiz. siyle anımsadığı bazı görüntüleri de bir yere üç yıllığına sürülebiliyor. O geçmesi 2-3 yıl alıyor. Tüm bunlar bık­ Bir yandan çabuk tüketilen, akılda trene koydum ve tren yolculuğu üze­ yolculuk sırasında Mari’yi tanır filan tırıcı oluyor. kalmayan, insanı değiştirmeyen, öz­ rinde eski evine soktum. Geriye dö­ ama, “Unutmayın ki ey seyirci, bu bir Yönetmenin kafasındaki ideyi öldü- ögürleştirmeyen __ , ____ _______ _____ t_______ Amerikan prodüksinüşlerle yolculuğun akıntısını bozma­ sürgündür, sürgüne yollanmaktadır” rüyor. İyi yanı, tüm teknik olanaktan yonlan var. Öte yandan festival filmle mak için bu yöntemi buldum. Zaman vurgulamasını da sık sık yaptım. Ör­ sınırsız olarak kulanabiliyorsunuz n var. zaman association’lar, düşünceler, neğin İzmir’e geldiğinde gardiyanın Ben, bizim öykülerimizi anlatmak için Biz festivalleri salonlara girebilmek düşler var. Yolculuk sırasında adamın davranışı, soyun demesi, sürekli ya­ yabancı sermayeyi Türkiye’ye getirip ve izleyiciye ulaşabilmek için kullanı­ geçmişini anımsamasını da çirkin bul­ nında iki jandarmanın bulunması, o filmler gerçekleştirdim. Türkiye’yi bir yoruz. Çünkü festivallerde alman bir muyorum. dönemin baskısını gösteriyor. Belki çeşit plato olarak kullandım. Sermaye ödül, Avrupa’da bile dikkati çekiyor. - Son yıllarda Türkiye’de İstiklal yönetimler haklıydı. O günün koşulla­ dışarıdan geldi. Post-prodüksiyon dı­ Ama festivallerde ödül alan bir filmin, Mahkemeleri'ni irdeleyen filmler yapı­ rı buydu. Ama tüm bunları gösterme­ şarıda yapıldı. Dolayısıyla filmlerim çok kötü bir Amerikan yapımıyla bile lıyor. Gerçi bunlar bildiğiniz gibi ço­ liyiz. İstiklal Mahkemeleri de tabu ol­ teknik açıdan yükseliş gösterdi. Bence boy ölçüşmesi mümkün değil. Bu çe­ ğunluk belli bir kesimin filmleri. Sizin mamalı. Konuşan bir toplum yara­ bu. “Mavi Sürgün”de çok belirgin. lişkiyi yaşayacağız. filminiz de o devrede geçen bir olaydan tılmalıdır Türkiye'de. Bir başka sorun da şu: AvrupalI bir Ben istiyorum ki yaptığım film ne yola çıkıyor. Bu konuda düşünceleriniz - Ortak yapım çalışmalarının ve özel­ ikilem yaşıyor. Yapımcılar, kendi top- denli zor olsa da. sembollerle yüklü ve sizi “ Mavi Sürgün”ü yaratmaya likle yurtdışında film yapmanın iyi ve lumlannın sorunlarını ve “imaj”lannı olsa da izleyici tarafından anlaşılsın, iten nedenler? kötü yanları neler sizce? görmek istiyorlar. Oysa izleyici, Arap­ izleyiciye olan güvenimi yitirmeden İstiklal Mahkemeleri, irdelenmesi Yurtdışında film yapmak, Yeşilçam ların, Uzakdoğu'nun egzotik erotizmi çalışmak istiyorum. Küçük bir izleyici gerekiyorsa her çeşit görüş ve grup ta­ koşullannda film yapmaktan daha ya da yalnızca egzotizmi gibi değişik kitlesi olsun, filmimi anlasın, bu bana rafından sorgulanmalıdır. Konuşan zordur; en azından başka zorluklan öykülere ilgi duyuyor. Ben bu çelişki­ yetiyor. Kuşkusuz, yalnız sinematek­ bir toplum yaratılması için, bu özellik­ vardır.Yapım öncesi, para aramak ve den yararlanan filmler yapmaya çalış­ lerde kalan filmler de çekmek istemi­ le yapılmalıdır. Kaldı ki, “Mavi Sür- bulmak uzun bir süreç alır. Almanya’­ tım. yorum. Çok şükür “Hakkâri’de Bir gün”de bu konuya doğrudan girme­ da filmler, yan resmi kurumlann ver­ - Filminizde Hanna Schygulla’nın Mevsim” ile oluşturduğum ve Alman­ dim. Bir insan neden babasını öldü­ diği paralarla yapılıyor. Amerika’da varlığı ve bunun bir ortak yapım çalış­ ya’da gelişen 200 bin kişilik bir izleyici rür? Neden baba katli ve acı çekme sis­ olduğu gibi yapımcı kendi cebinden masına olan ilgisi? potansiyelim var. Onun erimemesine temine girer? Bu sorularla ilgilendim. para koymuyor. Bu nedenle, iktidar­ Ortak yapımlarda o ülkenin yapım­ uğraşıyorum. Zor bir soru sordunuz. Ama şunu da göstermek istedim ki bir lar ve hükümetlerin kültür politikası cısı, kendi izleyicisine ulaşabilecek ün- Dümdüz cevap vermek de çok zor. - “ Mavi Sürgün” Türkiye’de gösterime girecek mi? Evet, dağıtımcısı vrupalı bir ikilem var. Gösterilecek. Al­ manya'da sinemalar­ yaşıyor. Yapımcılar, da gösterilecek. Dub­ kendi toplumlarının lajı yapıldı.Bir iki yıl sonra da Alman tele­ sorunlarını ve vizyonunda birinci ka­ ‘imajdarını görmek nalda oynayacak. Bir Amerikan yapımı ka­ istiyorlar. Oysa dar gişe rekoru bekle­ izleyici, Arapların, miyorum. Düş gör­ müyorum. Ama bu Uzakdoğu’nun film televizyonda da egzotik erotizmini ya gösterilirse ve olumlu eleştiriler alırsa, da yalnızca amacına ulaşmış olur egzotizmi gibi bence. A değişik öykülere ilgi duyuyor. Ben bu çelişkilerden yararlanan filmler yapmaya çalıştım. Tabii, Türkiye’ye çok önem veriyorum. Çünkü bu filmin Tür­ kiye'de gösterilmesini istiyorum ve nasıl bir tepki alacağını merak­ la da bekliyorum. Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi