tc kara harp okulu savunma bilimleri enstitüsü güvenlik bilimleri ana

advertisement
T.C.
KARA HARP OKULU
SAVUNMA BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
GÜVENLİK BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI
ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM BÖLÜMÜ
DOKTORA PROGRAMI
ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ VE TÜRKİYE
Hazırlayan
Merve SEREN
Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ
ANKARA – 2009
İçindekiler
Giriş
Birinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Tarihsel Gelişimi
1.1. Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri
1.2. Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ad Hoc Ceza Mahkemeleri
1.3 Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yapısı
İkinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi
2.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi
2.1.1. Konu Bakımından Yargı Yetkisi
2.1.1.1. Soykırım
2.1.1.2. İnsanlığa Karşı Suçlar
2.1.1.3. Savaş Suçları
2.1.1.4. Saldırı Suçu
2.1.2. Kişi Bakımından Yargı Yetkisi
2.1.3. Yer Bakımından Yargı Yetkisi
2.1.4. Zaman Bakımından Yargı Yetkisi
2.1.5. Yargı Yetkisinin Devletler Tarafından Kabulü
2.1.6. Yargı Yetkisinin Ulusal Yargı Yetkileri ile İlişkisi
2.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargılama Süreci
2.3. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Davalar
Üçüncü Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye
3.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Önemi ve Yetkisi
3.2. Türkiye’nin Roma Statüsü’ne Uyum Çalışmaları ve Yeni Türk Ceza Kanunu
Sonuç
Kaynakça
Giriş
Dünyada milyonlarca insan, soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar, savaş ve saldırı
suçlarına dayalı olarak hapis, işkence, zulüm görmüşler veya öldürülmüşlerdir. Uluslararası
suçlar olarak ifade edebileceğimiz söz konusu suçlar, uluslararası barış ve güvenliğin
korunması için birincil derecede önemlidir. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için, ulusal ve
uluslararası düzeyde adı geçen suçlar dolayısıyla sorumlu olanların yargı önüne çıkarılması,
başka bir ifadeyle bireysel cezai sorumluluklarının tesis edilmesi açısından önemli gelişmeler
yaşanmaktadır. Nitekim uluslararası hukukun gelişmesiyle başlayan süreç, insan haklarına
yapılan ihlaller hangi nedene dayalı olursa olsun söz konusu suçların yargılanması ve bu suça
iştirak eden şahıs ve devletlerin cezalandırılması gerektiğini yaygın kanı olarak kabul etmiştir.
Diğer yandan, ulusal ve uluslararası alanda yaşanan gelişmeler, suçların kavramsal içeriğinin
giderek daha belirginleşmesini; ortak bir tanıma ulaşma ve yargılama yönünde ilerlemelerin
sağlanmasını mecburi kılmaktadır. Bu çerçevede, 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihlerinde
Roma’da Birleşmiş Milletler’in girişimiyle toplanan “Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni Kuran
Diplomatik Konferans”ta alınan kararlar ve kabul edilen Statü metni, uluslararası suçların
tanımlanması ve uluslararası ceza hukukunun gelişmesi açısından dönüm noktasını teşkil
etmektedir. Zira Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasıyla birlikte uluslararası suçlar
(soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları, saldırı suçu) dolayısıyla bireylerin
uluslararası düzeyde cezai sorumluluklarının olduğu uluslararası toplumun çoğunluğu
tarafından tasdik edilmiştir.
Bu makalede, öncelikle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin oluşumunu hazırlayan
dinamikler ve Mahkemenin oluşum sürecine değinilmiş, uluslararası ceza usul hukukunun
konu başlıklarından ziyade Mahkemenin kuruluşu, yapısı, görevleri, yargılama yetkisi ve
mevcut durumda baktığı davalar ülkeler nezdinde ele alınmıştır. Çalışmanın son bölümünde
ise Türkiye’nin, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda yaptığı değişiklikler çerçevesinde Roma
Statüsü’ne taraf olup olmamasının ne gibi etkilere yol açacağı farklı perspektifler üzerinden
irdelenmiştir.
Birinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Tarihsel Gelişimi
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün kabulüne ilişkin çabalar uzun bir tarihi
geçmişin izlerini barındırmaktadır. Bu tarihi geçmişin ilk adımını teşkil eden ve ilk gerçek
uluslararası yargılama olarak kabul gören 1474 yılında Peter von Hagenbach’ın davasıdır.
Hagenbach, Briesach’ın işgali esnasında yapmış olduğu katliamlardan ötürü Avusturya ve
müttefiklerince farklı uyruklardan 28 yargıç tarafından oluşturulan mahkemece savaş suçları
ile itham edilerek yargılanmış ve idam cezasına çarptırılmıştır. Buna paralel olarak 16 ve 17.
yüzyıllarda Avrupa Devletleri, silahlı çatışmaları düzenleyen kurallar koymuş ve birtakım
cezalar belirlemişlerdir. 19. yüzyılın ortasında silahlı çatışma hukukunun gelişmesiyle
birlikte, yargılama alanına ilişkin daha somut adımların atılmaya başlandığı hatta Uluslararası
ceza mahkemesinin kurulması yönünde önerilerin ortaya atıldığı görülmektedir. Örneğin,
1870-1871 yılları arasındaki Alman - Fransız savaşında yaşanan insancıl ihlaller üzerine,
Uluslararası Kızıl Haç Örgütünün o zamanki başkanı Gustave Moynier, uluslararası ceza
mahkemesi kurulması için taslak statü hazırlanması yönünde öneride bulunmuştur. Daha
sonra 1899 ve 1907 yıllarında kabul edilen La Haye Sözleşmeleri, savaş hukuku ile ilgili
bağlayıcı uluslararası kurallar getirmiştir. Sözleşmeler, bazı eylemlerin suç oluşturduğunu ve
dolayısıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekle birlikte, söz konusu suçların ihlali durumunda
herhangi bir yaptırımdan bahsetmemişlerdir. Temelinde sözleşmeler, devletlere görev ve
yükümlülükler ile bireysel cezai sorumluluk oluşturmak amacıyla hazırlanmış olsa da,
yaptırım hükmünün olmaması itibariyle sadece savaş suçları hukukuna referans teşkil
etmişlerdir.
I. Dünya Savaşını müteakip, Almanya ile imzalanan Versay Barış Antlaşması ise,
savaş suçlularının yargılanması ve cezalandırılmasını düzenleyen ve uluslararası ceza
mahkemesini kurmaya yönelik ilk ciddi girişim olarak kabul görmüştür. Zira Antlaşma (md
227-250) belirli ve olaya özgü bir ceza mahkemesi kurulmasını ve bu mahkemede dönemin
Alman İmparatoru II. Wilhelm başta olmak üzere diğer suç işleyenlerin yargılanmasını
öngörmüştür. Ancak, Hollanda, kendi ülkesine sığınan Alman imparatorunu iade etmeye
yanaşmadığı için, suçluların uluslararası mahkemede yargılanmalarından vazgeçilmiş,
uluslararası hukuk başarısızlığa mahkum olmuştur. Sonuç olarak, diğer suçlular Almanya’da
Leipzig Yüksek Mahkemesi’nde yargılanmışlar, Hollanda’da mülteci olarak yaşayan Wilhelm
ise ülkenin Alman işgaline uğraması sonucu 1941 yılında ölmüştür. Diğer yandan, insanlığa
karşı suçlar terimi ilk olarak, 28 Mayıs 1915’te İngiltere, Fransa ve Rusya’nın, Osmanlı
İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenileri katledildikleri iddiasıyla yayınlamış oldukları
deklarasyonda geçmiş ve 1920 Sevr Antlaşması’nda (md.230) yer almıştır. Ama Sevr
Antlaşması’nın onaylanmaması ve Milletler Cemiyeti tarafından uluslararası mahkeme
kurulmaması üzerine söz konusu yargılama hiçbir zaman yapılamamıştır.1
1.1. Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri
Uluslararası hukuk çerçevesinde insanlığa karşı suçun temel bir kavram olarak ele
alınması ilk defa Londra Konferansı’nda (26 Haziran- 8 Ağustos 1945) gerçekleşmiştir.
Konferansta, II. Dünya Savaşı esnasında, işgal bölgelerinde siyasi, dini ve ırksal nedenlerden
ötürü yapılan ihlaller ele alınmış ve sonrasında 08 Ağustos 1945 tarihli Londra Antlaşması2
ile Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi kurulmuştur. A.B.D, Birleşik Krallık,
Fransa ve Rusya’nın açtığı davada yirmi dört Nazi lideri barışa karşı suçlar, savaş suçları ve
insanlığa karşı suçlar işlemekten yargılamışlardır. Her dört ülke tarafından birer baş hakim,
değişimli hakim ve savcının görev aldığı mahkeme, on dokuz sanığın mahkum edilmesine ve
on iki davada idam cezasının verilmesine karar vermiştir.3 Dünya barışına karşı işlenen suçlar
ve insanlığa karşı işlenen suçlar tanımlarından ilk kez bu davada söz edilmiştir. Ayrıca
mahkeme, savaş suçlarında uluslararası düzeyde bireysel cezai sorumluluğun ilk önemli
kaynağı olarak, yalnız devletlerin değil aynı zamanda bireylerin de uluslararası hukuka uygun
davranması gerektiğini ortaya koyması bakımından önemlidir.4
Benzer bir düzenleme Tokyo (Uzak Doğu) Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesini (3
Mayıs 1946- 12 Kasım 1948) kuran statüde de yer almıştır.5 II. Dünya Savaşı’nın galip
müttefikleri tarafından oluşturulan mahkeme, Pasifik Savaş Alanı ile ilgili olarak Japon savaş
suçlularını yargılamıştır. Nürnberg’in aksine on bir ülkeden oluşan yargıçlar grubu6, toplam
yirmi beş sanığı yargılamışlardır. 12 Kasım 1948’te sona eren yargılama sonucu yedi sanık
1
Ayrıntılı bilgi için bkz. Canan Ateş Ekşi, Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki
Yargı Yetkisi, Ankara, Seçkin Yayınları, 2004, ss.3-4; ayrıca bkz. William A. Schabas, Uluslararası Ceza
Mahkemesine Giriş, Cambridge, Cambridge University Press, 2004, ss.15-19.
2
Avrupa Ekseninde Büyük Savaş Suçlularının Kovuşturulması ve Cezalandırılması ile Uluslararası Askeri
Mahkeme Şartını Kurma Anlaşması’nın ekini oluşturan statünün, 6. maddesinde mahkemenin barışa karşı suçlar,
savaş suçları ve insanlığa karşı suçları yargılayacağı bildirilmektedir. Statü için bkz. Charter of the International
Military Tribunal, http://www.law.umkc.edu/faculty/projects/ftrials/nuremberg/NurembergIndictments.html
3
William A. Schabas, a.g.e., ss.20-21
4
Arzu Alibaba, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Kuruluşu, AÜHF Dergisi, C: 49, S: 1-4, 2000, s. 185
5
Statü için bkz. International Centre for the Research and Documentation of War Crimes Trials, Charter of the
International Military Tribunal for the Far East, http://www.icwc.de/fileadmin/media/IMTFEC.pdf
6
ABD, Avustralya, Kanada, Çin Cumhuriyeti, Fransa, Britanya Hindistanı, Hollanda,Yeni Zelanda, Filipinler,
Birleşik Krallık ve SSCB’dir
Tokyo’da bulunan Sugamo Hapishanesi’nde asılarak idam edilmiş, diğer sanıkların tamamına
yakını ise ömür boyu hapis cezasına mahkum edilmişlerdir. Tokyo’daki mahkeme amaç
itibariyle Nürnberg’e benzemekle birlikte, daha çok askeri ya da sıkıyönetim mahkemesini
andıran niteliğe sahip görülmektedir.7
Mahkemelerin kurulması ve uygulamaları, uluslararası toplumun II. Dünya
Savaşından önce kabul etmiş olduğu savaş hukukuna ilişkin antlaşma ve örf ve adet hukuku
kurallarının uygulanması açısından önemli bir yer tutmaktadır. Zira uluslararası nitelikteki
suçların ilk kez Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi Statüsü’nde yer alması ve bu
suçların; savaş suçları, barışa karşı işlenen suçlar ve insanlığa karşı işlenen suçlar adı altında
sınıflandırılması ile bireylerin cezai sorumluluklarının uluslararası nitelikte cezai yargılama
yetkisini icra edecek bir organ tarafından yürütülmesi gerektiği açıkça ortaya konmuştur.
Bununla birlikte söz konusu mahkemeler sürekli bir uluslararası ceza mahkemesinin
kurulmasının sağlanması açısından öncülük etmişlerdir.8
Diğer yandan, mahkemelerin
Uluslararası hukuka yapmış olduğu katkı bazı yazarlar tarafından sert bir dille eleştirilmiştir.
Bunun temel nedeni ise, mahkemelerin “galiplerin mahkemeleri” olarak taraflı bir yapıya
sahip olmaları ve ceza hukukunun temel ilkelerinden olan “yasanın öngörmediği suç ve ceza
olmaz” (nullum crimen sine lege) ve “hiç kimse kendi davasında yargıç olamaz” (nulla poena
sine lege) ilkelerini ihlal etmeleri gerekçelerine dayanmaktadır.9
1.2. Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ad Hoc Ceza Mahkemeleri
Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri kararlarında benimsenen
ilkeler ve uygulamalar, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş ve buna istinaden Genel
Kurul bünyesinde komisyonlar oluşturulmuştur. Bu gelişme, BM’nin daimi bir uluslararası
ceza mahkemesi kurma yönünde kararlı olduğunu göstermekle beraber, Soğuk Savaş dönemi
nedeniyle etkinlik kazanamamış ve amaçlanan çalışmalar gerçekleştirilememiştir. Soğuk
Savaşın sona ermesini takiben, uluslararası suçları işleyen kişilerin yargılanmaları yeniden
gündeme gelmiş ve böylece ad hoc mahkemeler dönemi başlamıştır. Bu bağlamda Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi, Yugoslavya ve Ruanda’da yaşanan insan hakları ve uluslararası
7
William A. Schabas, a.g.e., s.22.
Canan Ateş Ekşi, a.g.e., s.5.
9
Yusuf Aksar, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslar arası Ceza Usul Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınları,
2003, s.19.
8
ceza hukuku ihlalleri karşısında BM Antlaşmasının VII. bölümü çerçevesinde 1993 yılında
Eski Yugoslavya topraklarındaki çatışmalar sırasında işlenen uluslararası insan hakları
hukukunun ağır ihlallerinden sorumlu kişileri yargılamak üzere La Haye (Hollanda) merkezli
“Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi10”ni, 1994 yılında ise merkezi Ruanda iç
savaşı sırasında işlenilen soykırım ve uluslararası insan hakları hukuku ihlallerinden sorumlu
kişileri yargılamak üzere Arusha (Tanzanya) merkezli “Ruanda Uluslararası Ceza
Mahkemesi11”ni kurmuştur.
Mahkemeler, Soğuk Savaş öncesinde kurulan Nürnberg ve Tokyo mahkemelerine
kıyasla önemli farlılıklar arz etmektedirler. Birincisi, önceki mahkemeler galip devletler
tarafından kurulmuşlardır. Bu dönemdeki mahkemeler ise BM Konseyi tarafından diğer
deyişle uluslararası toplumun tamamı adına kurulmuşlardır. İkincisi, mahkemeler uluslararası
toplumun uluslararası ceza ve insan hakları hukukunu ihlal eden bireylerin yargılanmalarını
sağlamak açısından tarihte ilk defa uluslararası hukuk kurallarına tam anlamıyla uyularak
kurulmuş uluslararası ceza mahkemeleri olarak kabul edilmektedirler. Üçüncüsü, mahkemeler
ad hoc nitelikte olup, belirli bir yerde işlenmiş suçlar ve bu suçları işleyen kişiler hakkında
yargılama faaliyetinde bulunmak üzere BMGK’nın kurduğu özel yetkiye haiz geçici
mahkemelerdir.12 Schabas’a göre, ad hoc mahkemeler, “hazırlayıcılara rehberlik edecek
hukuki örnekleri hazırlamaktan fazlasını yaptı. Bir Uluslararası ceza mahkemesinin neye
benzeyebileceğine dair güven verici bir model de sağladı.”13 Schabas’a karşıt görüş olarak
bazı hukukçular teorik ve pratik anlamda devamı söz konusu olmayan genelde ad hoc
mahkemeleri özelde BMGK’yi eleştirmişlerdir. Örneğin Köchler, söz konusu mahkemelerin,
önceki mahkemeler gibi galip devletlerin adalet anlayışını uyguladıklarını öne sürmüş ve
BMGK’nın daimi üyeleri veya bunların müttefiklerinin vatandaşlarını yargılamaktan
kaçınarak ayrımcı bir şekilde oluşturulduğunu; yargı yetkilerinin güç politikaları çerçevesinde
tanımlanarak cezai yargının siyasallaştırılmasının örneğini olduğunu ve küresel alanda
hukukun üstünlüğünü geliştiremediklerini savunmuştur.14
10
22 Şubat 1993’te Fransa’nın önerisi üzerine 808(1993) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla,
UCYM’nin kurulması öngörülmüş, 25 Mayıs 1993’te Genel Sekreterin sunduğu Rapor ve Statü taslağı
827(1993) sayılı BMGK kararı oybirliği ile kabul edilmiştir. Statü için bkz. UN Security Council Resolution on
the Situation in Former Yugoslavia, http://www.ohr.int/other-doc/un-res-bih/default.asp?content_id=7106
11
BMGK’nin 08 Kasım 1994 gün ve 955 sayılı kararı ile kurulmuştur. Statü için bkz. International Criminal
Tribunal for Rwanda, http://www.unhchr.ch/html/menu2/2/rwatrib.htm
12
William A. Schabas, a.g.e., ss.26-29
13
William A. Schabas, a.g.e., s.29
14
Hans Köchler, Küresel Adalet mi? Küresel İntikam mı?, İstanbul, AlkımYayınları, 2005, ss. 38-39.
1.3 Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yapısı
15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihleri arasında Roma’da “Uluslararası Ceza
Mahkemesi Kurulmasına Dair Birleşmiş Milletler Diplomatik Konferansı” düzenlenmiş ve
konferansın son günü olan 17 Temmuz 1998’de oylamaya katılan devletlerden 120’sinin lehte
(Fransa, İngiltere, Rusya ve diğerleri), 21’inin çekimser ve 7’sinin aleyhte (ABD, Çin, Irak,
İsrail, Katar, Libya, Yemen ve diğerleri) oy kullanmasıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi
Statüsü kabul edilmiştir.15 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe giren Statü’yü, mevcut
durumda, 18 Temmuz 2008 tarihinde Cook Adaları’nın onaylaması sonucu imzalayan 139,
onaylayan 108 taraf devlet bulunmaktadır.16
Önceden belirtildiği üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması, uluslararası
hukukta mihenk taşı niteliğindedir. Bunun nedeni UCM’nin kurulmasından önce, insanlığa
karşı işlenen suçların yargılamasının ad hoc mahkemeleri tarafından yürütülmesidir.17 UCM
ise, geçici değil daimi görev yapmak üzere kurulmuş; bağımsız, daimi ve uluslararası hukuk
kişiliğine sahip nitelikte bir mahkemedir.18 Ayrıca Mahkeme, savaş suçları, insanlığa karşı
işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakan ilk uluslararası mahkeme özelliğine
sahiptir. Diğer yandan, UCM Statüsü ayrı bir önem taşımaktadır. Bunun temel nedeni,
insanlığa karşı suç oluşturan fiillerin19 daha kapsamlı bir şekilde yer alması ve önceki
mahkemelere göre yargı yetkisinin genişletilmesidir. Ayrıca önceki mahkemelerin
statülerinde yer almayan ırk ayrımcılığı (apartheid) suçu ve şahısların zorla kaybedilmesi, ilk
defa bu statü kapsamında ele alınmıştır. UCM, devletleri ve tüzelkişilikleri değil, kişileri
yargılamak üzere görev yapmaktadır. 20 Burada önemli olan husus; UCM’nin yargılama
yetkisine haiz olabilmesi için, suçun taraf ülke topraklarında ya da taraf ülke vatandaşı
tarafından işlenmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, suç hakkında soruşturma açılabilmesi
ancak ilgili devletin UCM’nin yargılama yetkisini kabul etmesi ya da BM Güvenlik
15
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü Giriş Bölümü ile 128 maddenin yer aldığı 13 bölümden oluşmaktadır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Ayrıcalıkları ve Bağışıklıkları Hakkında Anlaşmayı imzalayan 62,
onaylayan 59 ülke bulunmaktadır. En son onaylayan ülke ise, 15 Nisan 2009 tarihinde Kolombiya olmuştur.
http://www.ucmk.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=22&Itemid=41
17
Geçmişte yalnızca belli olaylarla ilgilenmek üzere bazı savaş suçları mahkemeleri oluşturulmuştur. Örnek
olarak, Nazilerin 2. Dünya Savaşı sonrası, Nürnberg mahkemelerinde yargılanmaları ya da Eski Yugoslavya’da,
Ruanda’da, Sierre Leone’de ve Kamboçya’da işlenen suçlar için özel mahkemelerin kurulmasını verebiliriz.
18
UCM, Birleşmiş Milletler’in bir organı olmamakla birlikte işbirliği içerisindedir. Bu durum, UCM’nin,
uluslararası ceza mahkemeleri içerisinde istisnai bir yöntemle kurulduğunu göstermektedir.
19
Her üç mahkeme göz önünde bulundurulduğunda, bir eylemin insanlığa karşı suç oluşturabilmesi için; (a)
yaygın ve sistematik bir saldırı olması, (b) sivillere yönelik olması, (c) siyasi, ulusal, ırksal, etnik veya dini
temele dayalı olması gerekmektedir.
20
Bkz. Md. 1,5,25/1
16
Konseyi’nin konuyu UCM savcısına devretmesi ile mümkün olmaktadır. Nitekim Darfur’da
yaşanan katliama ilişkin yargılama, BM Güvenlik Konseyi’nin UCM’ ye havale etmesi ile
gerçekleşmiştir. Merkezi La Haye’de bulunan mahkeme, üç temel organdan oluşmaktadır:
Başkanlık, Yargılama ve Savcılık Makamı’dır. Mahkeme üyeleri tarafından üç yıllık bir görev
süresi için seçilen üç hakimden oluşan Başkanlık, Savcılık makamı hariç olmak üzere,
Mahkemenin genel idaresinden sorumludur ve Statü ile kendisine verilen işleri yapar.
Yargılama makamı, Ön Soruşturma Dairesi, Yargılama ile Temyiz Dairesinden oluşmaktadır.
Bu dairelerde, Statünün 36. maddesine göre taraf devletlerin gösterdikleri adaylar arasından
Taraf Devletler Meclisince dokuz yıllığına seçilen on sekiz yargıç görev yapmaktadır.21
Yargıçların seçiminde dünyanın başlıca hukuk sistemlerinin temsili, adil coğrafi temsil ve
kadın-erkek yargıçların eşit temsili kriterleri göz önünde bulundurulur. Yargıçlar yüksek
ahlaki karakter sahibi, tarafsız ve dürüst kimseler arasından ve kendi devletlerinde yüksek
yargı makamlarına atanmak için gerekli ehliyetleri taşıyan, ceza ve ceza usul hukuku ile
uluslararası hukukun uluslararası insani hukuk ve insan haklan hukuku dallarında gerekli
donanıma sahip kimseler arasından seçilir.22
Genel anlamda, mahkemenin haiz olduğu özelliklerden en önemlilerine kısaca
değinmek gerekir ise; UCM, Statüsünün 11 ve 24. maddelerinde belirtildiği üzere yürürlüğe
girdikten sonraki eylemler hakkında23 yargılama yapabilmektedir. Diğer yandan, UCM’nin
yargılama yetkisinde ülkesellik, aktif veya pasif kişisellik veya evrensellik ilkesi bütün olarak
bulunmamaktadır. Ayrıca, UCM statüsünü kabul eden devlet, UCM’nin yargılama yetkisini
ikinci bir onaya gerek kalmadan kabul etmiş olmaktadır. UCM statüsündeki yargılama
sistemi, ulusal mahkemeleri tamamlayıcı niteliktedir. Şöyle ki; suçları soruşturma ve
kovuşturmada öncelik ulusal mahkemelerdedir, ancak ulusal mahkemelerin soruşturma ve
kovuşturmada isteksiz veya yetersiz olması durumunda soruşturma ve kovuşturmayı UCM
devralmaktadır. Dolayısıyla mahkeme, isteksiz ve yetersiz soruşturma ve kovuşturma
nedenlerine dayalı olarak oluşan sorunların giderilmesini sağlamaktadır.24
21
Bkz. Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü,
http://www.ucmk.org.tr/images/belgeler/uluslararasi_ceza_%20mahkemesi_roma_statusu.pdf
22
Madde 36; Yargıçların Nitelikleri, Aday Gösterilmeleri ve Seçilmeleri, 8.paraf,
http://www.ucmk.org.tr/images/belgeler/uluslararasi_ceza_%20mahkemesi_roma_statusu.pdf
Ayrıca Mahkemenin Yapısı için bkz. William A. Schabas, a.g.e., ss.215-223
23
Mahkeme ancak, iddia edilen suçun işlendiği anda 18 yaşında veya daha büyük olanlar (md.26) hakkında
yargılama yapabilmektedir.
24
Canan Ateş Ekşi, a.g.e, s.32.
İkinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi
2.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi
Önceki bölümde aktarıldığı üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesi uluslararası
toplumun tümünü ilgilendiren en ciddi suçları işleyen kişileri yargılamak amacıyla kurulan
daimi bir uluslararası mahkemedir. Bu yönü ile kendisinden önce kurulan mahkemelerden
ayrılmaktadır. Zira önceki mahkemelerin ad hoc yapısına karşın, UCM, belirli bir zaman
diliminde belirli bir duruma ilişkin olarak kurulmadığından, yargı yetkisi kişi, yer ve zaman
bakımından sınırlandırılmamıştır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi, Statünün ikinci bölümünde “Yargı
Yetkisi, Kabul edilebilirlik ve Uygulanabilir Hukuk” başlığı altında düzenlenmiştir.
Mahkemenin yargı yetkisini kullanma koşullarının devlet egemenliğini etkiler nitelikte
görülmesi sebebiyle Roma Konferansı’nda en zorlu müzakerelere konu olan bölümlerden biri
olmuştur.
2.1.1. Konu Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Materiae)
UCM, konu bakımından sahip olduğu yargı yetkisi, Mahkemenin hangi suçlar
üzerinde yargılama yapabileceğini ifade etmektedir. Statünün 5. maddesinde düzenlenen ve
uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren çok ciddi suçlar olarak nitelenen
“soykırım”, “insanlığa karşı işlenen suçlar”, “savaş suçları” ve “diğer suçlar” Mahkemenin
konu bakımında yargı yetkisini oluşturmaktadır.
2.1.1.1. Soykırım
Soykırım kelimesi ilk defa, 1943 yılında Rafael Lemkin’in yapmış olduğu çalışmada
yer almıştır. Lemkin, ulusal ve etnik grupları ele aldığı çalışmasında, soykırımı, “bir ulusun ya
da etnik grubun yok edilmesi” şeklinde tanımlamıştır. Polonya Yahudisi olan Lemkin
tarafından ortaya atılan bu kavram, izleyen yılda Nürnberg savcıları tarafından kabul edilmiş
ve 1946 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurul’u tarafından uluslararası bir suç olarak ilan
edilmiştir. Lemkin’in temel niteliğini ortaya koyduğu suç kavramı BM Genel Kurulu
çalışmalarında daha fazla genişletilerek, 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen Birleşmiş
Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne konulmuştur. 12
Ocak 1951 tarihinde “BM Genel Kurul Kararı ve BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılması Sözleşmesi” olarak kabul edilen belgede; soykırım suçu, insanlığa karşı
işlenen suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları tanımlanarak, BM’nin söz konusu suçları
önlemek üzere hareket edeceği belirtilmiştir. 25
Soykırım tanımı, Roma Statüsü’nün 6. maddesinde ve Türkiye’nin de taraf olduğu BM
Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesinde şöyle tanımlamaktadır: “…ulusal, etnik, ırki veya
dini grubu, sırf bu niteliği nedeniyle, kısmen veya tamamen yok etme kastıyla aşağıda sayılan
fiillerin işlenmesidir.. Bu fiiller; a) Grup üyelerini öldürmek; b) Grup üyelerine ciddi bedensel
veya psikolojik zarar vermek; c) Fiziksel olarak kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak
niyetiyle grubun yaşam koşullarını ağır biçimde kötüleştirmek; d) Grup içi doğumları bilinçli
olarak önlemeye yönelik tedbirler koymak; e) Grup içindeki çocukları başka bir gruba zorla
nakletmektir.”26
İnsanlığa karşı suçların tanımında, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve
Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi statüleri ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran
Roma Statüsü farklı düzenlemeler içermektedir. Statüler, önceden insanlığa karşı suçların bir
alt kategorisi olarak tanımlanan soykırım suçunu kendine özgü objektif ve sübjektif unsurları
olan bağımsız bir suç kategorisi olarak ele almaktadır. Bunun nedenini, önceden insanlığa
karşı suçları soykırım suçlarından ayırmak gerektiği düşüncesinden kaynaklandığını söyleyen
Schabas’a göre, suçlar arasındaki ayırım günümüzde daha az önem arz etmektedir. Zira
önceden insanlığa karşı suçlar ancak Uluslararası bir silahlı çatışma ile işlenebileceği
görüşüne haizken bugün, hem barış zamanında hem de savaş zamanında işlenen işkencelerden
oluşan suçları ihtiva etmektedir. Ancak soykırım suçunu, diğer bütün suçlardan ayıran en
önemli özellik ‘özel kast (dolus specialis)’ unsurundan kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle,
Statü’de yer alan eylemlerden herhangi birisinin ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel grubu
“tamamen ya da kısmen yok etme özel kastı ile” işlenmesi gerektiğidir. Soykırım suçunun
oluşması için gerekli temel unsuru oluşturan, özel kast, failin yok etme anlayışına odaklandığı
bu durumda; fiziksel, biyolojik ve kültürel olarak ele alınmaktadır. Söz konusu ‘yok etme’
25
Esat Arlan, 1915 Yılı Olaylarının Soykırım Suçu ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar Bakımından
Değerlendirilmesi ve Yeni Türk Ceza Yasasında Yapılan Hatalar, http://www.usakgundem.com/ makale
26
Türkiye, Sözleşmeyi 23 Mart 1950’de onaylamış, 5630 Sayılı Onay Kanunu 29 Mart 1950 gün ve 7469 Sayılı
Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına
Dair Sözleşme: http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhak/pdf01/33-36.pdf
ve ‘özel kast’ kavramları hukuksal alanda sık ve çetrefilli tartışmalara neden olmaktadır.
Schabas’a göre, hukukçuların yorum farklılıkları, soykırım tanımını bir bilmeceye dönüştürse
de, günümüzde genel kabul soykırımın, insanlığa karşı suçların en ağır şekli olduğu
yönündedir.27
2.1.1.2. İnsanlığa Karşı Suçlar
Roma Statüsü’nün 7’nci maddesinde yer alan insanlığa karşı suçlar; herhangi bir sivil
topluluğa karşı geniş çapta veya sistematik bir saldırının parçası olduğu bilinerek işlenen
eylemleri kapsamaktadır. Bu eylemler: a) Öldürme; b) Toplu yok etme; c) Köleleştirme; d)
Halkın sürülmesi veya zorla nakli; e) Uluslararası hukukun temel kurallarının ihlali sonucu
hapsetme veya fiziki özgürlüğün başka biçimlerde ciddi olarak kısıtlanması; f ) İşkence; g)
Irza geçme, cinsel kölelik, fuhşa zorlama, hamileliğe zorlama, zorla kısırlaştırma veya benzer
ağırlıkta diğer cinsel şiddet; h) Üçüncü paragrafta tarif edildiği gibi politik, ırkçı, ulusal, etnik,
kültürel, dini, cinsel nedenlerle veya uluslararası hukukta evrensel olarak kabul edilemez
sayılan nedenlerle bu paragrafta gösterilen ya da Mahkeme’nin yetkisine giren herhangi bir
suç ile eylemler bağlamında herhangi bir topluluğa veya herhangi bir belirlenebilir gruba
zülüm etmek; i) Şahısların ortadan kaybedilmesi; j) Irk ayrımcılığı cürümü; k) Vücuda veya
ruhsal ve fiziksel sağlığa ciddi zarara neden olacak nitelikteki bilinçli olarak yapılan diğer
insanlık dışı eylemlerdir”.28
Roma Statü’sünde yer alan tanıma bakıldığı zaman, insanlığa karşı suçları soykırım
suçlarından ayıran birçok farklılık bulunmaktadır. Şüphesiz, insanlığa karşı suçları diğer
suçlardan ayıran en önemli özellik, tanımda yer alan ‘saldırı’nın ‘askeri bir saldırı’ şartı
olmaması gereğidir. Ayrıca saldırının sistematik ve yaygın yönlerinin olması ve faillerin suçu
herhangi bir sivil nüfusa karşı işlemeleri büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, insanlığa
karşı suçlarda, soykırımın temel felsefesi olan ‘özel kast’ şartı aranmamakta, suçlar için
saik/motiften bahsedilmemektedir. Altı çizilmesi gereken unsurlardan bir tanesi de insanlığa
karşı suçların soykırım suçlarına göre çok daha geniş bir yelpazede ele alınmasıdır. Bu
bağlamda, Roma Statü’sünde genişletilen ‘cinsiyet suçları’ kavramın gelişimi açısından
27
William A. Schabas, a.g.e., ss.56-59
28
Mevcut durumda, mahkemeyi tanıyarak yargı kapsamına dahil 108 ülke bulunmaktadır. En son Cook
Adaları, 18 Temmuz 2008 tarihinde onaylamamıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tarihindeki ilk dava
26 Ocak 2009 Hollanda’nın Lahey kentinde başlamıştır. Davada, savaş suçları işlemekle itham edilen
Kongolo isyancı lider Thomas Lubanga yargıç karşısına çıkmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü
için bkz. http://untreaty.un.org/cod/icc/statute/romefra.htm
oldukça mühimdir. Nitekim ırza geçme, cinsel kölelik, zorla fahişelik, zorla hamilelik, zorla
kısırlaştırma ya da cinsel şiddetin benzer ağırlıktaki herhangi bir şekline gönderme yapılması
vb suç eylemlerinin tanımlanmasında ve genişletilmesinde önemli bir mesafe olarak kabul
görmektedir.29
2.1.1.3. Savaş Suçları
Roma Statüsü’nün 8. maddesinde savaş suçlarını tanımlayan hükümler mahkemenin
yargı yetkisi dahilinde olup, geneli itibariyle hükümler içerisinde en uzun olanıdır. Zira
uluslararası hukukta kovuşturulan ilk suçlar savaş suçlarıdır. Statüde savaş suçları dört başlık
altında toplanmaktadır. Bunlar; a) 1949 Cenevre Sözleşmelerinin koruma altına aldığı şahıslar
ve mallara yönelik ağır ihlaller30, b) uluslararası teamülde kabul gören diğer savaş kural ve
geleneklerinin ciddi ihlalleri31, c) uluslararası nitelik taşımayan bir silahlı çatışmada, 1949
Cenevre Sözleşmelerinin ortak üçüncü maddelerinin ciddi ihlalleri32 ve d) uluslararası
teamüle uygun olarak, uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda uygulanan kural ve
geleneklerin diğer ciddi ihlalleridir.33
2.1.1.4. Saldırı Suçu
Saldırı suçu, statüde yer alan suçlar arasına girmekle birlikte, suçun unsurları ve
yargılama koşulları üzerinde uzlaşma sağlanamadığından tanımı sonraya bırakılmıştır. Ancak
29
William A. Schabas, Origins of the Genocide Convention: From Nuremberg To Paris, Case Western
Reserve Journal of International Law, 2008: 40, s.52
30
Kasten öldürme, işkence ve insanlık dışı muamele, kasten ciddi acı ve yaralanmaya sebebiyet vermek,
askeri gerekliliğin haklı kılmadığı hallerde mallara kasten aşırı zarar verme veya aşırma, savaş esirlerini
veya koruma altındaki diğer şahısları hasım tarafta hizmete zorlama v.b.
31
Çatışmaya doğrudan katılmayan sivil kişilere yönelik kasıtlı saldırılar, çevreye, sivillere yaygın, uzun
süreli ve ciddi zarar veya kayıp verebileceği düşünüldüğü halde, kasıtlı olarak saldırıya devam etmek, askeri
hedef olmayan ve savunulmayan bina, mezra, köy, kasaba ve şehirlerin bombalanması veya taarruz
edilmesi; silahını bırakıp teslim olmuş bulunan bir muharibin yaralanması veya öldürülmesi, Din, eğitim,
sanat, bilim ve insani amaçlara, tarihsel anıtlara, hastanelere ve hasta ve yaralıların toplanmasına adanmış
binalara, bu yerlerin askeri amaçlarla kullanılmadığı sürece, kasıtlı doğrudan saldırı, Yetkili bir mahkemede
düşman tarafın vatandaşlarının hak ve davalarının askıya alınması, oksijensiz bırakan, zehirli ve diğer
gazların ve sıvı, madde ve cihazların kullanılması, insan vücudu içinde kolayca parçalanan veya genişleyen
mermilerin kullanılması, 15 yasından küçük çocukların ulusal silahlı kuvvete çağrılması ve askere alınması
veya bu yastan küçük çocukların çatışmalarda aktif olarak kullanılması v.b.
32
Silahlarını bırakmış silahlı kuvvet mensupları ve hastalık, yaralanma, yakalanma ve diğer nedenlerle
muharebe dışı kalmış kişiler dahil olmak üzere, çatışmada aktif olarak yer almayan kişilere karsı işlenen
eylemlerdir.
33
Irza geçme, seks köleliği, doğuma veya düşüğe zorlama, kısırlaştırmaya zorlama, askeri avantaj için
koruma altına alınması gereken kişileri canlı kalkan olarak kullanmak, sivil nüfusun yer değiştirmesi için
emir verilmesi, ciddi tehlikeye sokacak nitelikte bilimsel, tıbbi veya fiziki deney ve operasyonlara maruz
bırakmak v.b. Detaylı bilgi için bkz.William A. Schabas, a.g.e., ss.70-87
taraf devletler, suçun tanımında genel ve kapsayıcı bir tanım benimsenmesi yönünde görüş
bildirmişlerdir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 3314 sayılı kararında yer
alan saldırının tanımı ve saldırı teşkil eden eylemlerin sayılması yolunu tercih etmişlerdir.34
2.1.2. Kişi Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Personae)
Uluslararası Ceza Mahkemesi, sadece gerçek kişiler üzerinde ve uluslararası toplumu
tümüyle etkileyen çok ciddi suçlar hakkında yargılama yapma yetkisine sahiptir. Ayrıca
mahkeme, bizzat suçu işleyen kişi/kişilerin yanında suçun işlenmesine yardımcı ya da ortak
olan veya suçun işlenmesine veya teşebbüsüne herhangi bir biçimde katılan kişilerin de söz
konusu suçlarla ilgili olarak cezai sorumluluğa sahip olduğunu ifade etmektedir.35
Roma Statüsü’nün 31. maddesinde bireylerin cezai sorumluluğunu ortadan kaldıran
nedenler yer almaktadır. Ancak burada önemli olan nokta, sorumluluğun ortadan kaldırılması
için öngörülen nedenlerin eylem zamanında mevut olması gerektiğidir. Söz konusu nedenler
şu şekildedir: a) akıl hastalığı, akıl sağlığını etkileyen özürler, zehirli madde kullanımı b)
meşru müdafaa c) zorunluluk halidir. Diğer yandan, 26.maddede cezai sorumluluğun
uygulanabilmesi için 18 yaş ve üstü şartı aranmaktadır. Ayrıca 32.maddede maddi veya
hukuki hatanın cezai sorumluluğu ortadan kaldırabilme koşulları düzenlenmektedir. Bu
düzenleme, maddi hata sadece suçun gerektirdiği manevi unsurun olmadığını ispat ederse
cezai sorumluluğun ortadan kaldırılabilmesi için bir neden teşkil edeceğini ifade etmektedir.36
2.1.3. Yer Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Loci)
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, ad hoc mahkemelerin aksine, herhangi bir yer
sınırlamasına bağlı olmadan, Statü’de öngörülen koşullara uygun olarak, dünyanın herhangi
bir yerinde işlenilen suçlar üzerinde yetki kullanabileceği öngörülmektedir. Statüye taraf olan
her devlet, 5. maddede sözü edilen suçlar bakımından Mahkemenin yetkisini kabul etmiş
olacağından, Mahkemenin bu suçlar sebebiyle yargı yetkisini kullanabilmesi için söz konusu
34
14 Aralık 1974 tarihinde, Genel Kurul’un 29. oturumunda benimsediği 3314 no.lu karara göre; saldırı “bir
devlet tarafından Birleşmiş Milletler Şartı’nın temel prensiplerine aykırı bir biçimde başka bir devletin
egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı silahlı kuvvet kullanmak” şeklinde
tanımlanmıştır.
Roma
Statü’nde
saldırı
suçları
için
bkz.
md.
5,
121,
123.
http://untreaty.un.org/cod/icc/statute/romefra.htm
35
Roma Statüsü, md.25
36
Canan Ateş Ekşi, a.g.e., ss.39-40
suçun Statüye taraf olan bir devletin ülkesinde veya bu devletin vatandaşları tarafından
işlenmiş olması gerekmektedir. Suç, Statüye taraf olan bir devletin ülkesinde ister o devletin
vatandaşları, isterse yabancılar tarafından işlensin Mahkeme yargı yetkisini kullanabilecektir.
Bu durumda suçu işleyen yabancıların Statüye taraf olmayan bir devletin vatandaşı olmaları,
Mahkemenin yargı yetkisine engel teşkil etmemektedir. Örneğin, Mahkemenin yargı alanı
dışında kalan yerlerde (açık denizler, Antarktika, uzay v.b.) işlenebilecek suçlarda yargı
yetkisi suçu işleyen kişinin vatandaşlığı temelinde oluşturulacaktır. Statü’de yer alan ülke
kavramı, o devlette tescilli gemide ya da uçakta işlenen suçları da kapsadığı hükmünü
içermesinden dolayı yargı yetkisini çok geniş kapsamda ele almaktadır. Bu durum, doğal
olarak devletin hava sahası, karasuları ve hatta ekonomik münhasır bölgelerini içermektedir.
Schabas’a göre, yargı yetkisinin tam ve net olarak tanımlanması ve gri alanların gerçek
kapsamının net olarak belirlenmesi gerekmektedir.37
2.1.4. Zaman Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Temparis)
Roma Statüsü’nün 11.maddesinde belirtildiği üzere, Mahkemenin yargı yetkisi,
Statünün yürürlüğe girmesinden sonra işlenmiş olan suçları kapsamaktadır. Dolayısıyla,
Mahkeme, 1 Temmuz 2002 tarihinden sonraki suçları yargılamakla yükümlüdür. Bu tarihten
sonra Statüye taraf olan devletler için Statü, onay, kabul veya katılım belgesinin BM Genel
Sekreterine verilmesini takip eden altmış gün sonraki ayın ilk gününden itibaren yürürlüğe
gireceğinden, Mahkeme yargı yetkisini söz konusu devletler açısından Statünün yürürlüğe
girmesinden sonra işlenecek suçlar için kullanabilecektir. Statünün 124. maddesinde Statüye
taraf olmak isteyen devletlere, Statünün kendisi bakımından yürürlüğe girmesinden itibaren
yedi yıllık bir süre için savaş suçlarının kendi vatandaşları tarafından veya kendi ülkesinde
işlenmiş olması halinde Mahkemenin yargı yetkisini kabul etmeyeceğine dair beyanda
bulunma imkanı tanınarak, Mahkemenin zaman bakımından yargı yetkisi savaş suçları
bakımından sınırlandırılmıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Roma Konferansı esnasında, “süre
giden suçlar” tanımı ortaya atılmıştır. Örneğin, insanlığa karşı suçlar çerçevesinde
değerlendirilen zorla ortadan kaybedilme, bir nüfusun zorla nakledilmesi, sürgün edilmesi,
sınır dışı edilmesi veya eve geri dönüşlerin yasak edilmesi süre giden suçlar olarak ele
alınmıştır. Ancak söz konusu tanım üzerinde taraf devletle uzlaşma sağlayamamış, Statüde
yer alması gerekliliği karara bağlanamamıştır. 38
37
38
William A. Schabas, a.g.e., ss.101-102
William A. Schabas, a.g.e., s.95
2.1.5. Yargı Yetkisinin Devletler Tarafından Kabulü
Statüde sırasıyla; “Yargı Yetkisinin Kullanılmasına İlişkin Ön Koşullar” ve “Yargı
Yetkisinin Kullanılması” başlığını taşıyan 12. ve 13. maddelerde, devletlerin Mahkemenin
yargı yetkisini iki yolla kabul edebileceği belirtilmektedir. Buna göre devlet, Statüye taraf
olarak ya da taraf olmadan belirli bir suç için Mahkemenin yargı yetkisi kabul ettiğini
Mahkemeye bildirmek zorundadır. Diğer yandan, BMGK BM Antlaşması’nın 7. bölümü
çerçevesinde söz konusu davayı Mahkemeye havale etme yetkisine sahiptir. Yine önceden
belirtildiği üzere, Statüye taraf bir devletin ülkesinde Statüye taraf olmayan bir devletin
vatandaşları tarafından işlenen suçlar, Mahkemenin yetkisi dahilinde ise, taraf devletçe
Mahkemeye sevk edilmeleri söz konusudur.39
2.1.6. Yargı Yetkisinin Ulusal Yargı Yetkileri ile İlişkisi
Uluslararası
Ceza
Mahkemesi
ile
ulusal
“tamamlayıcılık ilkesi” çerçevesinde yürütülmektedir.
yargı
40
yetkileri
arasındaki
ilişki
Diğer deyişle Uluslararası Ceza
Mahkemesi, ulusal yargı yetkilerinin yerine geçme veya onlardan önce gelme özeliğine sahip
değildir. Mahkeme, ulusal yargının uzantısı olup, onu tamamlayıcı niteliktedir.41 Mahkeme
sadece iki durumda yargı yetkisini kullanabilmektedir. Birincisi; ulusal yargı organlarının,
Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlardan herhangi birini işleyen kişileri yargılamada
isteksiz olması, ikincisi; ulusal yargı organlarının söz konusu yargılamayı yapmaya muktedir
olmamasıdır.42
39
Yusuf Aksar, a.g.e., s.150
Bu özelliği statünün giriş bölümünde 10. paragrafta belirtilmiş, 17. maddesinde ise ulusal mahkemelerdeki
yargılamayı hangi koşullarda tamamlayacağı açıklanmıştır.
41
Roma Statüsü, Giriş, md.1, md. 17
42
Canan Ateş Ekşi, a.g.e, s.32.
40
2.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargılama Süreci
Mahkemenin yargılama süreci üç şekilde başlamaktadır. Birincisi; taraf devletin,
Statünün 5. maddesinde sayılan suçlardan birinin işlendiği iddiasıyla suçu işleyen
kişi/kişilerin yargılanıp yargılanmayacağı hususunun belirlenmesi amacıyla elindeki belgeleri
Mahkeme Savcısına sunarak başvuruda bulunmasıdır.43 İkincisi; BM Antlaşması 7.
Bölümü’ne istinaden BMGK’nin söz konusu davayı Mahkeme Savcısına iletmesidir.44
Üçüncüsü; savcının re’sen el koymasıdır. Bu durumda, mahkeme savcısının Ön Soruşturma
Dairesi’nin onayını aldıktan sonra elindeki bilgilere ve delillere dayanarak kendiliğinden
soruşturma açmasıdır.45
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama süreci üç aşamadan oluşmaktadır. Bunlar;
ön yargılama, esas yargılama ve temyizdir. Ön yargılama, söz konusu suçu işleyen kişi/kişiler
hakkında dava açılmasına gerek olup olmadığına karar verir. Aynı zamanda, yeni kanıtların
toplanmasına veya savcılığın yaptığı başvurudaki suç nitelemesinin değiştirilmesine karar
verme yetkisine sahiptir. Esas yargılama; ön yargılama tarafından verilen karara uygun olarak
davayı, görevli mahkemeye (dava dairesine) yollar. Mahkeme, iddianame ve deliller
üzerinden değerlendirmesini yaparak kararını verir. Karar kamuoyuna öncelikle sözlü olarak
gerekirse yazılı olarak açıklanır. Son olarak, temyiz başvurusu yapıldığı takdirde mahkeme,
esas hakkındaki kararı değiştirebilir veya yeniden yargılama yapılması için dosyayı esas
yargılamayı yapan mahkemeye gönderebilir.46
2.3. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Davalar
Bugüne kadar UCM’ ye yüzden fazla ülke hakkında başvuru yapılmıştır. Bunlardan en
çok öne çıkanlar; Irak, Venezüella, Lübnan, İngiltere, Gürcistan, Burundi, Kolombiya,
Fildişi Sahili’nde yaşanan olaylardır. Ancak mevcut durumda, UCM’ de devam eden dört
dava bulunmaktadır ve bu davaların hepsi Afrika ülkeleri olan Sudan, Uganda, Demokratik
Kongo Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti’dir. Davalarda en çok bahsi geçen ülke
43
Roma Statüsü md. 13/a, 14.
Roma Statüsü md. 13/b
45
Roma Statüsü md. 15
46
Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu, Mahkeme Yapısı
http://www.ucmk.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=18&Itemid=34
44
Sudan’dır. Zira Sudan, UCM kurucu statüsüne taraf olmamasına rağmen UCM’ de soruşturma
başlatılmıştır.
Adam
Jones’a
göre,
1994
yılındaki Ruanda’da
gerçekleştirilen
‘soykırım’
sonrasında47, dünyada meydana gelen en büyük soykırım tartışması Darfur’da gerçekleşmiş
ve bütün dünyanın gözü Sudan’da yaşanan vahşete odaklanmıştır. Esasında, Sudan’ın Darfur
bölgesinde devam eden çatışmaların birçok nedeni olmakla beraber, en belirgini bölgenin
verimli topraklara sahip olmasıdır. Çatışmayı tetikleyen temel unsur da, ülke genelinde
yaşanan çölleşme ve beslenme sorunlarına dayalı olarak toprakla suyun paylaşım alanında
çıkan gerginliktir. Yaşanan toprak mücadelesi, yerini etnik gruplar arasındaki çıkar ve aidiyet
savaşına döndürmüş ve insanlık tarihinin en acı katliamlarından biri başlamıştır. Nitekim
yerel Arap kabileleri ile merkezi hükümet arasında süregelen anlaşmazlıklar silahlı
çatışmalara dönmüştür. Sudan hükümeti tarafından desteklenen, Janjavid adlı silahlı milisler,
2003 yılından itibaren Batı Darfur’a girerek, bölgeyi kontrol altına almak için silahlı
saldırılara başlamıştır. Buna karşın olarak, yerel Arap kabileleri de ‘Sudan Özgürlük Ordusu’
ve ‘Adalet ve Eşitlik Hareketi’ni oluşturmuşlardır. Bunun üzerine Janjavid’ler, Zaghawa, Fur
ve Masalit aşiretlerine karşı kanlı saldırılara başlamış, köyleri yağma etmiş, insanları
öldürmüş ve geri kalanına şiddet içeriği yüksek tecavüz etmişlerdir. Ayrılıkçı gruplar ile
hükümet arasında çıkan silahlı çatışmalar neticesinde bugüne kadar, yaklaşık 2 milyon insan
evinden ayrılmak zorunda kalmış, 100 binden fazla insan da hayatını kaybetmiştir.
Topraklarından ayrılan nüfusun büyük çoğunluğu, batıdaki Çad sınırını geçerek bölgedeki
mülteci kamplarına yerleşmiştir. Bugün, 1.5 milyon insan Çad ve Sudan’daki mülteci
kamplarında, yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.48
Darfur’da yaşanların soykırım olup olmadığına ilişkin çok farklı görüşler bulunmakla
birlikte, katliam üzerine yapılan tartışmalar halen devam etmektedir. Bu bağlamda Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’nin 18 Eylül 2004 tarih, 1564 sayılı kararı ile söz konusu olayları
incelemek üzere kurduğu Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun raporu önemlidir. 20032005 yılları arasında Darfur’daki olayları inceleyen Komisyon, Sudan hükümeti tarafından
gerçekleştirilen saldırıların soykırım politikası izlemediğini, ancak, yaşanan katliamın ırkçı ve
47
1994 tarihinde Ruanda’da yaklaşık yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu’nun, aşırı uç Hutular
tarafından öldürülmesi olayıdır. 2.000.000 Hutu, Tutsilerin ve Ruanda Yurtseverler Birliği askerlerinin öç
almasından çekindiği için komşu ülkelere mülteci olarak sığınmıştır. Tüm devlet kurumları çökmüş, ekili alan
kalmamıştır. Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Tribunal for Rwanda, http://www2.icccpi.int/Menus/ICC/Search?qt=Rwanda&la=en
48
Adam Jones, a.g.e. ss. 252-255
aşağılayıcı nitelikte olduğunun altını çizmiştir. Raporda her ne kadar ‘soykırım’ ifadesi yer
almasa da, sivil halkın korunması ve suçluların cezalandırılması gerektiği karara bağlanmıştır.
Bunun üzerine, BM Güvenlik Konseyi, tarihte ilk defa kendisine verilen yetkiyi kullanarak
davayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşımıştır.49 UCM tarafından, 6 Haziran 2005
tarihinde açılan soruşturma üzerine 2007 yılında yayınlanan celpname ile Sudan eski İçişleri
Bakanı Harun Ahmad Muhammad ve esli milis lideri Ali Abdal-Rahman’ın mahkemeye
çıkarılmaları öngörülmüştür. Kararda, Muhammad ve Rahman’ın insanlığa karşı suçlar ve
savaş suçlarından sorumlu oldukları hükmü verilmiştir. İlerleyen aylarda, celpnamenin
şahısların gelmeleri için yeterli olmadığını düşünen yargı dairesi, şahıslar için tutuklama
kararı çıkarmıştır. Ancak söz konusu şahısların yakalanamaması yüzünden yargılamaya halen
başlanamamıştır.50
Özetlemek gerekir ise; bundan üç sene önce imzalanan Darfur Barış Anlaşması ya da
17 Şubat 2009 tarihinde, Katar’da Sudan hükümeti ile Adalet ve Eşitlik Hareketi imzalanan
iyi niyet anlaşmasına rağmen bölgedeki silahlı çatışmalar; sivillere yönelik cinayet, işkence ve
tecavüz suçları artarak devam etmektedir. Diğer bir deyişle, şu ana kadar yapılan bütün
antlaşmaların ve uluslararası müdahalelerin Darfur bölgesine beklenen huzuru getirmekte
yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu çerçevede, Darfur sorununun Dünya ve Birleşmiş
Milletlerin gündeminden uzunca bir süre daha düşmeyeceği görülmekle beraber, yaşanan
katliamın ve UCM yargılamasının, ‘soykırım, etnik temizlik, ırkçılık, insanlığa karşı suç’
kavramları üzerinden tartışılmasına devam edileceği açıkça gözlenmektedir.51
Davada ikinci ülke Uganda’dır. 2003 tarihinde Uganda hükümeti, UCM’ ye
başvurarak Tanrının Direnişi Ordusu (LRA) tarafından yapılan geniş çaplı insan hakları
ihlallerinin (tecavüz, işkence, cinayet ve çocuk askerlerin kullanılması) yargılanması talebinde
49
Roma Statüsü Madde 13 (b): Bu tüzük hükümleri gereğince, 5. maddede bahis konusu bir suç ile ilgili olarak
Mahkeme, aşağıdaki koşullarda yargı yetkisini kullanabilir: (b) Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin VII.
bölümüne uygun olarak hareket eden BM Güvenlik Konseyi tarafından Mahkeme savcısına başvurulan bir veya
birden fazla suçun işlenmiş göründüğü durumdur; Sözleşme için bkz: http://www.un.org/law/icc/statute
50
Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Court: Facts Regarding the Situation in Darfur, Sudan.
http://www2.icc-cpi.int/Menus/ICC/Search?qt=Darfur-Sudan+&la=en&x=12&y=4
51
Darfur’da yaşanan katliamda, en çok kadınlara ve çocuk yaştaki genç kızlara tecavüz edilmiş, çocuk yaştaki
kızlar her türlü eylemlerde araç olarak kullanılmışlardır. Schneider, insanlığa karşı büyük suç oluşturan ‘gender
crimes’ın, Yugoslavya ve Rwanda yargılamalarından sonra azalacağına arttığını belirtmiştir. Nitekim UCM
verilerine göre, Afganistan, Bosna, Cad, Angola, Cezayir, Aceh, Azerbaycan, Bougainville, Çeçenistan,
Hırvatistan, Kıbrıs, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ürdün, Guatemala,Hindistan, Haiti, Endonezya,
Irak,Kaşmir, Kosova, Liberya, Mozambik,
Myanmar, Namibya, İşgal altındaki Filistin Toprakları,
Peru,Filipinler, Ruanda, Sierra Leone, Somali, Güney
Afrika, Sudan, Tibet, Uganda vb ülkelerde
görülmektedir.Bkz: Mary Deutsch Schneider, About Women, War And Darfur: The Contınuıng Quest For
Gender Vıolence Justıce North Dakota Law Review, 2007, 83:915, ss.916-919
bulunmuştur. 1987 tarihinde Joseph Kony tarafından kurulan LRA, dini temellere dayalı bir
devlet kurmak amacıyla, hükümet kuvvetleri ile çatışmaktadır. Afrika’da en uzun süredir
devam eden çatışmalardan birini yargılamak üzere UCM, 29 Temmuz 2004 tarihinde konu ile
ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Davada önemli olan nokta, BM’nin sadece LRA’yı değil
aynı zamanda, Uganda’da Hükümetinin, hükümete bağlı yerel kuvvetlerinin de ciddi suçlar
işlediğini belirtmesidir. 2005 yılında UCM, LRA’nın 5 lideri hakkında, cinayet, kölelik, seks
köleliği, tecavüz suçları nedeniyle insanlığa karşı suç, diğer yandan da cinayet, tecavüz,
sivillerin öldürülmesi ve yağma suçlarından dolayı savaş suçu işledikleri gerekçesiyle
tutuklama
kararı
yakalanamamışladır.
çıkartmıştır.
Ancak
tutuklama
kararı
verilen
kişiler
henüz
52
UCM’de davası devam eden bir başka ülke ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti’dir.
Jones’a göre Kongo, Afrika Dünya Savaşları’nın merkezi konumuna gelmiştir. Zira 2.Dünya
Savaşı’ndan bu yana en büyük ölümlerin yaşandığı çatışmalarda, dört milyon kişi hayatını
kaybetmiştir.53 1998 yılında, Thomas Lubanga öncülüğünde kurulan Kongo Vatanseverler
Birliği (UPC) ile Hükümet kuvvetleri arasında yaşanan silahlı mücadele üzerine Demokratik
Kongo Cumhuriyeti Hükümeti, bölgenin istikrara kavuşması amacıyla olayı UCM’ ye
taşımıştır. UCM savcısı Luis Moreno Ocampo,
Haziran 2003’te Kongo’daki durumu
yakından inceleyeceğini açıklamış ve 04.07.2004 tarihinde olayı Ön Yargılama Dairesine
iletmiştir. UCM’nin tutuklama kararı almasını müteakiben UPC lideri Thomas Lubanga (17
Mart 2007) ve yöneticisi Germain Katanga (17 Ekim 2007) tarihinde tutuklanmışlardır.
Şahısların yargılanma iddianamesinde, özellikle 15 yaşından küçük çocukların askere
alınması sebebiyle savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri belirtilmiştir. Kongo davasının
önemi ilk defa UCM tarafından verilen tutuklama kararı sonucu iki kişinin yakalanmasıdır.
Davanın devam etmesi ve UCP liderinin yakalanmasına rağmen, bölgedeki çatışmalar yoğun
olarak devam etmektedir. Bunun nedeni, UCP’nin 2005 yılında siyasi bir partiye
dönüştürülmesi ve binlerce milisin farklı silahlı politik gruplara katılarak, çatışmalarda aktif
rol oynamaya devam etmesidir.54
52
Daha kapsamlı bilgi için bkz: http://www.sway-uganda.org
Adam Jones, Genocide: A Comprehensive Introduction, New York, Routledge/Taylor & Francis Publishers,
2006, ss. 250-252
54
Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Court: Situation in Democratic Republic of the Congo,
http://www.icccpi.int/menus/icc/situations%20and%20cases/situations/situation%20icc%200104/recent%20upda
tes?lan=en-GB
53
UCM’ de devam eden son dava ise, Orta Afrika Cumhuriyeti’ne aittir. Uzun yıllar
askeri yönetim idaresi altında kalan ülke, 1993 yılında sivil yönetime geçmiştir. Ancak 2001
yılında yaşanan başarısız darbe girişimi üzerine ülkede silahlı çatışmalar başlamıştır. Orta
Afrika Cumhuriyeti eski devlet başkanı ve başkan yardımcısı tarafından işlenen suçları
araştıran yerel mahkeme, 2005 tarihinde olayın araştırılması ve soruşturulmasında yetersiz
kalabileceğinden hareketle UCM savcısından konuyla ilgili soruşturma başlatmasını talep
etmiş, UCM Savcısının hazırlık aşamasının ardından konu Ön Yargılama Dairesine
taşınmıştır. Dosyada, eski hükümet yetkilileri hakkında cinayet, tecavüz ve Orta Afrika
Cumhuriyetinin kuzeyinde yaşayan yerlilere yönelik soykırım iddiaları yer almıştır. Dava ile
ilgili önemli gelişme, 25 Mayıs 2008 tarihinde Kongo’nun eski başkan yardımcısı Jean-Pierre
Bemba Gombo’nun Brüksel’de tutuklanmasıdır. Zira UCM Bemba’yı beş savaş suçu ve üç
insanlığa karşı suç işlemekle itham etmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde oluşturulan
mahkeme heyeti, savcılığın 12 Ocak 2009 tarihinde sunmaya başladığı iddianamesini
inceleyerek davanın açılıp açılmamasına karar verecektir.55
Yukarıda belirtilen özellikler çerçevesinde UCM’nin kurulmuş olması, uluslararası
ceza ve insan hakları hukuku açısından büyük bir önem taşımaktadır. Zira UCM, devletlerin
ulusal mahkemelerini tamamlayıcı bir niteliktedir. Günümüzde sayısı giderek artan taraf
devletler, Roma Statüsü hükümleri ile iç hukuk düzenlemelerini uyumlu hale getirmektedirler.
Hatta Statü’ye taraf olmayan devletlerin de Statü düzenlemeleri paralelinde kanunlaştırma
hareketleri içerisinde oldukları gözlemlenmektedir. Bunun en tipik örneği olarak, henüz
Statüyü imzalamayan ve onaylamayan Türkiye vardır.
55
Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Court: Situation in the Central African Republic,
http://www.icc-cpi.int/Menus/ICC/Situations+and+Cases/Situations/Situation+ICC+0105
Üçüncü Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye
3.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Önemi ve Yetkisi
Roma Statüsü, 60 ülkenin onay işlemlerinin tamamlanmasıyla, 1 Temmuz 2002
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Mevcut durumda,
en son 18 Temmuz 2008’de Cook
Adaları’nın kabul etmesi ile Statü’yü imzalayan 139, onaylayan 108 taraf devlet
bulunmaktadır. UCM’nin yargı yetkisi önceki mahkemelerden farklı olarak dünyada işlenecek
bütün suçları kapsamakta, belli bir bölge ve belirli zaman kısıtlamasına tabi kalmamaktadır.
Keza önceki mahkemelerin de yargılama yetkisi bulunmasına rağmen UCM, mevcut olan
hukuku kodifiye ederek ona son halini kazandırması nedeniyle ayrı bir önem taşımaktadır.
Diğer yandan, UCM Statüsü’nde insanlığa karşı suç oluşturan fiillere daha kapsamlı bir
şekilde yer verilmiştir. Bu bağlamda, önceki bölümlerde belirtildiği üzere ‘cinsel şiddet’, ırza
geçme suçunun ilerisinde yer almış, önceki mahkemelerin statülerinde yer almayan
‘apartheid’ suçu ve ‘şahısların zorla kaybedilmesi’, ilk defa UCM statüsünde yer almıştır.56
UCM gerek ülkelerin ulusal hukuklarını gerekse gerçek kişileri yargılama yetkisine sahip
olması nedeniyle, devletlerarası uyuşmazlıklara bakmakla sınırlandırılmış olan Uluslararası
Adalet Mahkemesi’ni tamamlayacak niteliktedir.57
Pham’a göre, Roma Statüsü ile başlayan süreç uluslararası hukuk tarihinde yeni bir
sayfanın açıldığını göstermekte olup, savaş suçları ve reel politika alanındaki dönüşümü
kanıtlar niteliktedir. Diğer deyişle, son yüzyılda yaşanan gelişmeler, bireylerin temel hak ve
hürriyetlerini korumak, insan haklarına saygıyı tesis etmek için devletlerin karşılıklı olarak
uluslararası hukuk anlaşmaları üzerinde mutabık kalmalarını ve uluslararası hukuktan doğan
56
Cinsel suçlar içerisinde yer alan ‘zorla hamile bırakma’, Roma Statü’sünde en çetrefilli tartışmaya neden olan
konulardan biridir. Zira Vatikan başta olmak söz konusu suça karşı çıkan görüşler, suçun devletler tarafından
kabul edilmesi halinde ülkede ‘kürtajın’ yasal kabul edilmesi yükümlülüğü doğacağına yönelik sert eleştiriler
yapmışlardır. Daha kapsamlı bilgi için bkz: Glasius, Marlies, Expertise in The Cause of Justice: Global Civil
Society Influence on the Statute For an International Criminal Court.: Glasius, Marlies And Kaldor, Mary And
Anheier, Helmut K., (Ed.) Global Civil Society Yearbook, Oxford University Press, Oxford, 2002, s.155
57
Uluslararası Ceza Divanı’nın temel özellikleri şu şekildedir; (a) sürekli nitelikteki ilk uluslararası ceza
mahkemesi olması, (b) devletleri değil, kişileri yargılamak üzere kurulmuş olması, (c)bağımsız bir uluslararası
yargı organı olması, (d) yargı yetkisinin ulusal yargı yetkisini tamamlayıcı nitelikte olması, (e) yargı yetkisinin
geçmişe yönelik olmaması, (f) statü sahibi kişileri ceza kovuşturmasından koruyan teminat veya
dokunulmazlıkların öngörülmemiş olmasıdır. http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhak
sorumluluklarını yerine getirmelerine yönelik önemli adımların atıldığı bir dönemi
simgelemektedir.58
Mckay kaleme aldığı makalesinde, uluslararası ceza hukuku adına çok önemli
gelişmelerin kaydedildiğini belirtmekle beraber, Roma Statüsü sonrasında oluşturulan
sistemin kendi kendine ne kadar yetebileceğini ve rolünü ne kadar süre ile hangi ölçütlerde
devam edebileceğini sorgulamıştır. Yazar, mahkemenin ‘tamamlayıcılık ilkesi’ nedeniyle
ulusal mahkemelerle olan ilişkisinin önemi vurgulamış, mahkemenin davalarda ‘öncelikli
yetkisi’ olmadığını ama ‘tamamlayıcılık görevini’ üstlendiğini belirtmiştir. Diğer deyişle,
yazara göre, davalarda bahsi geçen yargılama sürecinde mahkemenin ne derece ve nasıl bir
kilit rol oynayacağı, gelecek dönemde uluslararası adaletin sağlanması ve ceza hukukun
gelişimi açısından önemli bir gösterge olacaktır. Mahkemenin önceki yargılamalara göre,
zaman, bölge ve kişisel kısıtlamalara tabi tutulmaması, güçlenmesi, ıslahı ve gelişimi
açısından büyük bir fırsat olarak yorumlanmıştır. Ancak Mckay, mahkemenin gelecekteki
başarısı için Uluslararası hukukta küresel uyum ve uzlaşmanın şart olduğunu öne sürmüş;
bunun da ancak mahkemede görev alan kişilerin çabası ve ülkelerin Statüyü kabul ederek
yargılama yetkisini kabul etme niyetleri ile mümkün olabileceğini ileri sürmüştür.59
3.2. Türkiye’nin Roma Statüsü’ne Uyum Çalışmaları ve Yeni Türk Ceza Kanunu
Geçmişten günümüze kadar, Türkiye’nin insan hakları hukuku, uluslararası insancıl
hukuk ve uluslararası mahkemelere taraf olma yönünde olumlu tutum sergilediği
gözlenmektedir. Türkiye’nin mevcut durumda imzalamış olduğu sözleşmeler ve yargı
yetkisini kabul ettiği mahkemeler; Cenevre Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Soykırımın
Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, Avrupa insan Hakları Sözleşmesi vb, UCM’ ye taraf olması yönünde önemli
geri bildirimler vermektedir.
58
J.Peter Pham, Politics and International Justice in a World of States, War Crimes and Realpolitik:
International Justice from World War I to the 21st Century by Jackson Nyamuya Maogoto, Lynne Rienner
Publishers, 2004, s.129
59
Bkz: Leanne Mckay, Characterising the System of the International Criminal Court: An Exploration of the
Role of the Court Through the Elements of Crimes and the Crime of Genocide, International Criminal Law
Review 6: 257–274, 2006.
Türkiye, UCM Statüsüne uyum için gerekli çalışmaları çok daha öncesinde başlatmış,
ulusal mevzuatta önemli değişiklikler yapmıştır. Başbakan Erdoğan’ın 8 Ekim 2004 tarihinde
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde yaptığı konuşmada, “Yakında Türkiye Roma
Statüsünü onaylayacak… ve Uluslararası Mahkeme Sözleşmesinin bir parçası olacak”
demesi, konunun resmiyet kazanması açısından önemli bir gelişme olarak yorumlanmıştır.
Nitekim aynı yıl içerisinde Statüde yer alan ‘soykırım ve insanlığa karşı suçlar’ bölümüne
uygun şekilde yeni Türk Ceza Kanunu’na sırasıyla 76. ve 77. maddeler eklenmiş,
Anayasa’nın “Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar” başlıklı 38. maddesinin ilgili paragrafı;
“Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere
vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez” şeklinde değiştirilmiştir.
Türk Ceza Kanunu’nda insanlığa karşı suçlar, 26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilen ve
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Ceza Kanunudur.60 Esasında, Statüye
uyum amacıyla yapılan düzenlemeler, söz konusu metinde sayılan insanlığa karşı suç
oluşturan fiillerden bazı noktalarda önemli farlılıklar arz etmektedir. Bu hususta en dikkat
çekici ayırım; YTCK’da siyasal ve felsefi boyutun maddeye eklenmesi ve insanlığa karşı suç
oluşturan fiillerin “toplumun bir kesimine karşı” işlenmiş olmasıdır. Statüde ise, insanlığa
karşı suçlar “sivil halka yönelik bir saldırının parçası” olarak yer almaktadır. Diğer yandan
77/1’de yer alan fiillerden; kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet, kişi
hürriyetinden yoksun kılma, bilimsel deneylere tabi kılma, cinsel saldırıda bulunma,
çocukların cinsel istismarı, zorla fuhşa sevk etme suçları, TCK’nın diğer kısımlarında “adi”
suçlar olarak da düzenlenmiş olup,
zorla hamile bırakma suçu ise TCK’da doğrudan
düzenlenmemiştir. Ayrıca TCK’nın 13’üncü maddesinde yurt dışında işlenmiş olan soykırım,
insanlığa karşı suçlar, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçlarının Türkiye’de
kovuşturulması açısından evrensellik ilkesi kabul edilmiştir. Yani söz konusu suçların yurt
dışında işlenmesi halinde, failin ve mağdurun vatandaşlığına bakılmadan, failin Türkiye’de
bulunması da gerekmeden hakkında Türk kanunlarının uygulanması öngörülmektedir. Ancak
60
Kanunda, İkinci Kitap (Özel Hükümler) Birinci Kısmında (Uluslararası Suçlar) insanlığa karşı suçları şu
şekilde tanımlamaktadır: “Md.77 (1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir
kesimine karşı bir plân doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur: a) kasten öldürme
b) kasten yaralama c) işkence, eziyet veya köleleştirme d) kişi hürriyetinden yoksun kılma e) bilimsel deneylere
tâbi kılma f) cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı g) zorla hamile bırakma h) zorla fuhşa
sevketme (2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına
hükmolunur. Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama
suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır. (3) Bu suçlardan dolayı tüzel
kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur. (4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.”
http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html
ülke sınırları dışında işlenen insanlığa karşı suçları Türk savcısının soruşturması fiilen
mümkün olmadığı gibi, fail Türkiye’de olmadığı için hukuken yargılama yapılması da
mümkün gözükmemektedir.61
Genel olarak değerlendirdiğimizde, Türkiye’nin Mahkeme’nin yargı yetkisini
tanıma ihtimali ışığında yukarıda bahsi geçen düzenlemeleri yapmış olması ve bu konuda
ilerleme sağlaması son derece önemlidir. Ancak Türkiye’nin Statüye taraf olup olmaması çok
tartışmalı bir durum olup, kendi içerisinde önemli çekinceleri barındırmaktadır. Bu
bağlamda, Türkiye’nin terörle mücadelesi ve bazı kesimlerce iddia edilen “Ermeni
Soykırımı” iddiaları büyük önem taşımaktadır. Zira Mahkeme’nin yargı yetkisine giren
suçların cezalandırılması öncellikle devletin yetkisindedir. İlgili devletin suç işleyen kişileri
yargılamada isteksiz davranması veya bu kişileri yargılayamaması durumunda ise, Mahkeme
yetkili olmaktadır. Dolayısıyla, Türk hukuk mevzuatında herhangi bir eksiklik olduğu
takdirde, UCM’nin ‘tamamlayıcılık ilkesi’ devreye girecek ve bu durum ülkemizin aleyhine
kolaylıkla dönüşebilecektir. Diğer yandan, UCM’nin Türkiye’ye karşı siyasi amaç olarak
kullanılabileceği; Güvenlik Konseyi’nin kararları ile Mahkeme’nin hakim ve savcılarının ne
ölçüde tarafsız hareket edip etmeyeceklerine yönelik önemli kaygılar yaşanmaktadır.62 Bu
kaygıların da, özellikle Ermeni Sorunu’na yönelik olduğu aşikardır. Keza UCM Statüsünde
terörle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmaması Türkiye’nin en çok çekince yaşadığı
hususların başında gelmektedir. Nitekim UCM’nin kurulmasına dair BM Diplomatik
Konferansı sonucunda imzaya açılan Roma Statüsünde çekimser oy kullanan 21 Devlet
arasında Türkiye vardır.63 Türkiye’nin çekimser kalma nedenin temelinde yatan unsur da
“terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığı” suçlarının statü kapsamına alınmaması, saldırı ve
insanlığa karşı suçların tanımının açıkça yapılmamış olmasıdır.64
61
Uğur Bayıllıoğlu, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
2007, Cilt 56:1, ss. 81-82
62
Fatih Çınar, Uluslararası Ceza Mahkemelerin Gelişimi Işığında Uluslararası Ceza Divanı, Kazancı Hukuk,
İstanbul, 2004,s.111
63
Türkiye, Barbados, Dominika, Hindistan, Jamaika, Sri Lanka ve Trinidad Tobago ile beraber yaptığı teklifte,
Mahkeme’nin yargılama yetkisine giren suçların sayıldığı 5. maddeye, (d) ve (e) bentleri olarak, terörizm ve
uyuşturucu kaçakçılığı suçlarının da eklenmesini ve bu suçların tanımının Hazırlık Komisyonu tarafından açıkça
yapılmasını istemiştir. Ayrıca Türkiye, Hindistan, Sri Lanka ve Cezayir verdikleri teklifte, terörizm suçunun
insanlığa karşı suçlar içine dahil edilmesini de talep etmişlerdir.
64
Roma Statüsü’nün 8. maddesine göre, bir devletin toprakları üzerinde hükümet kurumları ile organize silahlı
gruplar arasındaki uzun süreli silahlı çatışmalarda islenen savaş suçları Mahkeme’nin yargı yetkisine
girmektedir. Bu bağlamda, terör örgütüne karsı yürütülen mücadelede yaşanacak insan hakları ihlallerine ilişkin
iddiaların bir taraftan bireysel başvuru yolu ile Türkiye’ye karsı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
götürülmesi mümkünken; diğer yandan bireysel ceza sorumluluğu açısından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin
yargı yetkisi gündeme gelebilecektir.
Terörizmin insanlığa karşı işlenen suç olarak nitelendirilebileceği görüşü, 11 Eylül
eylemleri sonrasında uluslararası toplumda daha sık bir şekilde gündeme getirilmeye
başlanmıştır. Özellikle terörist eylemlerin, pek çoğunun sivil bir halka karşı bilinçli ve
tasarlanmış bir şekilde gerçekleştirilmesi insanlığa karşı işlenen suçlar bağlamında ele
alınmaktadır. Bu bağlamda, Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisinin genişletilmesi
üzerinde önemli görüşler bulunsa da, terörizmin tanımı, terörist eylemlerin kapsamı ve
faaliyet alanlarına ilişkin genel kabul gören bir tanımın olmaması, söz konusu girişimleri
yetersiz ve etkisiz kılmaktadır.
Özetlemek gerekir ise; Türkiye’nin, özellikle
UCM Statüsü’nün yürürlüğe
girmesinden bu yana Statüye taraf olmak konusunda olumlu adımlar atması aynı zamanda
büyük çekinceler sergilemesi kendi içerisinde çelişkili bir durumdur. Esasında, Türkiye’nin
taraf olması yönünde AB tarafından büyük baskı yapılması ve yapılan girişimlerin daha
ziyade siyasi bir tercihten kaynaklandığını göstermektedir. Zira Statü’ye taraf olan ülkeler
arasında AB’nin henüz onay işlemlerini tamamlamamış olan Çek Cumhuriyeti dışındaki
bütün üyeleri bulunmaktadır. Aynı şekilde, Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülkeden Türkiye ve
Azerbaycan dışındakilerin tümü Statü’yü imzalamışlar, Ermenistan, Moldova, Çek
Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Ukrayna dışındakiler ise onaylayarak taraf olduklarını
beyan etmişlerdir.
Sonuç
Geride bıraktığımız 20. yüzyılda yaşanan Dünya Savaşları, iç savaşlar ve bölgesel
çatışmalar sonucu milyonlarca insan ölmüş, soykırım, işkence, tecavüz, cinsel şiddet, etnik
temizleme, silahlı eylem ve kötü muamele gibi ağır insan hakları ihlallerine maruz
kalmışlardır. Yaşanan acı deneyimler, uluslararası toplum tarafından, insan haklarının ve
temel özgürlüklerin evrensel olarak ve ayırım gözetmeksizin her birey için gerçekleştirilmesi
gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Nitekim uluslararası hukukun zaman içindeki gelişimi
çerçevesinde devletlerin sorumluluğunun yanı sıra bireylerin de cezai olarak uluslararası
suçları işlemekten dolayı sorumlu tutulmaları, yargılanmaları ve cezalandırmaları kabul
edilmiştir. Bu gelişmelerin ardından, gerçek kişilerin işlemiş oldukları uluslararası suçların
yine uluslararası niteliğe haiz bir ceza mahkemesi tarafından yargılanmaları gerektiği fikri
doğmuştur. Bu bağlamda, ağır insan hakkı ihlallerini, devletler üzerinden değil bizzat suç
teşkil eden fiilleri işleyen şahıslar üzerinden yargılamayı temel olarak amaçlayan Uluslararası
Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Mahkeme, uluslar arası suçları (soykırım, insanlığa karşı
işlenen suçlar, savaş suçları, saldırı suçu) yargılamak üzere kurulan ilk sürekli uluslararası
ceza mahkemesidir. Bu bağlamda daha önceden kurulan ad hoc mahkemelerin aksine
Birleşmiş Milletler’e bağlı olmadan ancak işbirliğinde bulunan bağımsız bir mahkemedir.
Diğer bir deyişle, Uluslararası Ceza Mahkemesi, bir anlamda son yıllarda ana hatlarından
ziyade ayrıntıları belirmeye başlayan uluslararası ceza hukukunun ulaştığı zirveyi ifade
etmektedir.
Günümüzde, Mahkemeyi kuran Roma Statü’sünü imzalayan 139, onaylayan 108 taraf
devlet bulunmaktadır. Türkiye ise Roma Statüsü’nü henüz imzalamamıştır. Dolayısıyla,
Avrupa Konseyi içerisinde antlaşmayı imzalamayan tek ülke konumundadır. Esasında
Türkiye, Statü’de yer alan suçlar çerçevesinde kendi iç hukukunda tadilata gitmiştir. Bu
hususta, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda yapılan düzenleme ile Statü’de yer alan soykırım
suçları anlayışı benimsenmiş, ancak insanlığa karşı suçlar bağlamında farklılıklar içeren
maddelere yer verilmiştir. Makalede ayrıntılı ele alındığı üzere, Statü’ye taraf olunması
halinde Türkiye hukuki ve politik açılardan büyük sorunlarla karşılaşabilecektir. Bu durumda,
Türkiye’nin Mahkeme’nin yargı yetkisini kabul etmemesinde haklı çekincelere sahip olduğu
görülmektedir. Sonuç itibariyle, Türkiye’nin kendi ulusal hukuk mevzuatını güçlendirmesi,
kanunlar arasındaki uyumu sağlaması ve ondan sonra Roma Statüsü’ne taraf olması
gerekmektedir.
Kaynakça
Kitap
Adam Jones, Genocide: A Comprehensive Introduction, New York, Routledge/Taylor & Francis
Publishers, 2006.
Canan Ateş Ekşi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi,
Seçkin, Ankara, 2004.
William A. Schabas, Uluslararası Ceza Mahkemesine Giriş, Cambridge, Cambridge University Press,
2004.
William A. Schabas, Genocide in International Law, Cambridge, Cambridge University Press, 2000.
Marlies Glasius, Global Civil Society Yearbook, Oxford, Oxford University Press, 2002.
Fatih Çınar, Uluslararası Ceza Mahkemelerin Gelişimi Işığında Uluslararası Ceza Divanı, Kazancı
Hukuk, İstanbul, 2004.
Yusuf Aksar, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Ceza Usul Hukuku, Ankara, Seçkin
Yayınları, 2003, s.19.
Makaleler
Arzu Alibaba, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Kuruluşu, AÜHF Dergisi, C: 49, S: 1-4, 2000.
J.Peter Pham, Politics and International Justice in a World of States, War Crimes and Realpolitik:
International Justice from World War I to the 21st Century by Jackson Nyamuya Maogoto, Lynne
Rienner Publishers, 2004.
Leanne Mckay, Characterising the System of the International Criminal Court: An Exploration of the
Role of the Court Through the Elements of Crimes and the Crime of Genocide, International Criminal
Law Review 6, 2006
Mary Deutsch Schneider, About Women, War And Darfur: The Contınuıng Quest For Gender
Vıolence Justıce North Dakota Law Review, 83:915, 2007.
Uğur Bayıllıoğlu, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, Cilt:56, No:1, 2007
William A. Schabas, Origins of the Genocide Convention: From Nuremberg To Paris, Case Western
Reserve Journal of International Law, No. 40, 2008.
İnternet
www.sway-uganda.org
www.tbmm.gov.tr
www.un.org
www.usakgundem.com
www2.icc-cpi.int
www.icwc.de
www.law.umkc.edu
www.ohr.int
www.ucmk.org.tr
Download