T.C. KARA HARP OKULU SAVUNMA BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ GÜVENLİK BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM BÖLÜMÜ DOKTORA PROGRAMI ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ VE TÜRKİYE Hazırlayan Merve SEREN Öğretim Üyesi Doç. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ ANKARA – 2009 İçindekiler Giriş Birinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Tarihsel Gelişimi 1.1. Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri 1.2. Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ad Hoc Ceza Mahkemeleri 1.3 Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yapısı İkinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi 2.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi 2.1.1. Konu Bakımından Yargı Yetkisi 2.1.1.1. Soykırım 2.1.1.2. İnsanlığa Karşı Suçlar 2.1.1.3. Savaş Suçları 2.1.1.4. Saldırı Suçu 2.1.2. Kişi Bakımından Yargı Yetkisi 2.1.3. Yer Bakımından Yargı Yetkisi 2.1.4. Zaman Bakımından Yargı Yetkisi 2.1.5. Yargı Yetkisinin Devletler Tarafından Kabulü 2.1.6. Yargı Yetkisinin Ulusal Yargı Yetkileri ile İlişkisi 2.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargılama Süreci 2.3. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Davalar Üçüncü Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye 3.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Önemi ve Yetkisi 3.2. Türkiye’nin Roma Statüsü’ne Uyum Çalışmaları ve Yeni Türk Ceza Kanunu Sonuç Kaynakça Giriş Dünyada milyonlarca insan, soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar, savaş ve saldırı suçlarına dayalı olarak hapis, işkence, zulüm görmüşler veya öldürülmüşlerdir. Uluslararası suçlar olarak ifade edebileceğimiz söz konusu suçlar, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için birincil derecede önemlidir. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için, ulusal ve uluslararası düzeyde adı geçen suçlar dolayısıyla sorumlu olanların yargı önüne çıkarılması, başka bir ifadeyle bireysel cezai sorumluluklarının tesis edilmesi açısından önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Nitekim uluslararası hukukun gelişmesiyle başlayan süreç, insan haklarına yapılan ihlaller hangi nedene dayalı olursa olsun söz konusu suçların yargılanması ve bu suça iştirak eden şahıs ve devletlerin cezalandırılması gerektiğini yaygın kanı olarak kabul etmiştir. Diğer yandan, ulusal ve uluslararası alanda yaşanan gelişmeler, suçların kavramsal içeriğinin giderek daha belirginleşmesini; ortak bir tanıma ulaşma ve yargılama yönünde ilerlemelerin sağlanmasını mecburi kılmaktadır. Bu çerçevede, 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihlerinde Roma’da Birleşmiş Milletler’in girişimiyle toplanan “Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni Kuran Diplomatik Konferans”ta alınan kararlar ve kabul edilen Statü metni, uluslararası suçların tanımlanması ve uluslararası ceza hukukunun gelişmesi açısından dönüm noktasını teşkil etmektedir. Zira Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasıyla birlikte uluslararası suçlar (soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları, saldırı suçu) dolayısıyla bireylerin uluslararası düzeyde cezai sorumluluklarının olduğu uluslararası toplumun çoğunluğu tarafından tasdik edilmiştir. Bu makalede, öncelikle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin oluşumunu hazırlayan dinamikler ve Mahkemenin oluşum sürecine değinilmiş, uluslararası ceza usul hukukunun konu başlıklarından ziyade Mahkemenin kuruluşu, yapısı, görevleri, yargılama yetkisi ve mevcut durumda baktığı davalar ülkeler nezdinde ele alınmıştır. Çalışmanın son bölümünde ise Türkiye’nin, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda yaptığı değişiklikler çerçevesinde Roma Statüsü’ne taraf olup olmamasının ne gibi etkilere yol açacağı farklı perspektifler üzerinden irdelenmiştir. Birinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Tarihsel Gelişimi Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün kabulüne ilişkin çabalar uzun bir tarihi geçmişin izlerini barındırmaktadır. Bu tarihi geçmişin ilk adımını teşkil eden ve ilk gerçek uluslararası yargılama olarak kabul gören 1474 yılında Peter von Hagenbach’ın davasıdır. Hagenbach, Briesach’ın işgali esnasında yapmış olduğu katliamlardan ötürü Avusturya ve müttefiklerince farklı uyruklardan 28 yargıç tarafından oluşturulan mahkemece savaş suçları ile itham edilerek yargılanmış ve idam cezasına çarptırılmıştır. Buna paralel olarak 16 ve 17. yüzyıllarda Avrupa Devletleri, silahlı çatışmaları düzenleyen kurallar koymuş ve birtakım cezalar belirlemişlerdir. 19. yüzyılın ortasında silahlı çatışma hukukunun gelişmesiyle birlikte, yargılama alanına ilişkin daha somut adımların atılmaya başlandığı hatta Uluslararası ceza mahkemesinin kurulması yönünde önerilerin ortaya atıldığı görülmektedir. Örneğin, 1870-1871 yılları arasındaki Alman - Fransız savaşında yaşanan insancıl ihlaller üzerine, Uluslararası Kızıl Haç Örgütünün o zamanki başkanı Gustave Moynier, uluslararası ceza mahkemesi kurulması için taslak statü hazırlanması yönünde öneride bulunmuştur. Daha sonra 1899 ve 1907 yıllarında kabul edilen La Haye Sözleşmeleri, savaş hukuku ile ilgili bağlayıcı uluslararası kurallar getirmiştir. Sözleşmeler, bazı eylemlerin suç oluşturduğunu ve dolayısıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekle birlikte, söz konusu suçların ihlali durumunda herhangi bir yaptırımdan bahsetmemişlerdir. Temelinde sözleşmeler, devletlere görev ve yükümlülükler ile bireysel cezai sorumluluk oluşturmak amacıyla hazırlanmış olsa da, yaptırım hükmünün olmaması itibariyle sadece savaş suçları hukukuna referans teşkil etmişlerdir. I. Dünya Savaşını müteakip, Almanya ile imzalanan Versay Barış Antlaşması ise, savaş suçlularının yargılanması ve cezalandırılmasını düzenleyen ve uluslararası ceza mahkemesini kurmaya yönelik ilk ciddi girişim olarak kabul görmüştür. Zira Antlaşma (md 227-250) belirli ve olaya özgü bir ceza mahkemesi kurulmasını ve bu mahkemede dönemin Alman İmparatoru II. Wilhelm başta olmak üzere diğer suç işleyenlerin yargılanmasını öngörmüştür. Ancak, Hollanda, kendi ülkesine sığınan Alman imparatorunu iade etmeye yanaşmadığı için, suçluların uluslararası mahkemede yargılanmalarından vazgeçilmiş, uluslararası hukuk başarısızlığa mahkum olmuştur. Sonuç olarak, diğer suçlular Almanya’da Leipzig Yüksek Mahkemesi’nde yargılanmışlar, Hollanda’da mülteci olarak yaşayan Wilhelm ise ülkenin Alman işgaline uğraması sonucu 1941 yılında ölmüştür. Diğer yandan, insanlığa karşı suçlar terimi ilk olarak, 28 Mayıs 1915’te İngiltere, Fransa ve Rusya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenileri katledildikleri iddiasıyla yayınlamış oldukları deklarasyonda geçmiş ve 1920 Sevr Antlaşması’nda (md.230) yer almıştır. Ama Sevr Antlaşması’nın onaylanmaması ve Milletler Cemiyeti tarafından uluslararası mahkeme kurulmaması üzerine söz konusu yargılama hiçbir zaman yapılamamıştır.1 1.1. Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri Uluslararası hukuk çerçevesinde insanlığa karşı suçun temel bir kavram olarak ele alınması ilk defa Londra Konferansı’nda (26 Haziran- 8 Ağustos 1945) gerçekleşmiştir. Konferansta, II. Dünya Savaşı esnasında, işgal bölgelerinde siyasi, dini ve ırksal nedenlerden ötürü yapılan ihlaller ele alınmış ve sonrasında 08 Ağustos 1945 tarihli Londra Antlaşması2 ile Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi kurulmuştur. A.B.D, Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya’nın açtığı davada yirmi dört Nazi lideri barışa karşı suçlar, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemekten yargılamışlardır. Her dört ülke tarafından birer baş hakim, değişimli hakim ve savcının görev aldığı mahkeme, on dokuz sanığın mahkum edilmesine ve on iki davada idam cezasının verilmesine karar vermiştir.3 Dünya barışına karşı işlenen suçlar ve insanlığa karşı işlenen suçlar tanımlarından ilk kez bu davada söz edilmiştir. Ayrıca mahkeme, savaş suçlarında uluslararası düzeyde bireysel cezai sorumluluğun ilk önemli kaynağı olarak, yalnız devletlerin değil aynı zamanda bireylerin de uluslararası hukuka uygun davranması gerektiğini ortaya koyması bakımından önemlidir.4 Benzer bir düzenleme Tokyo (Uzak Doğu) Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesini (3 Mayıs 1946- 12 Kasım 1948) kuran statüde de yer almıştır.5 II. Dünya Savaşı’nın galip müttefikleri tarafından oluşturulan mahkeme, Pasifik Savaş Alanı ile ilgili olarak Japon savaş suçlularını yargılamıştır. Nürnberg’in aksine on bir ülkeden oluşan yargıçlar grubu6, toplam yirmi beş sanığı yargılamışlardır. 12 Kasım 1948’te sona eren yargılama sonucu yedi sanık 1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Canan Ateş Ekşi, Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Ankara, Seçkin Yayınları, 2004, ss.3-4; ayrıca bkz. William A. Schabas, Uluslararası Ceza Mahkemesine Giriş, Cambridge, Cambridge University Press, 2004, ss.15-19. 2 Avrupa Ekseninde Büyük Savaş Suçlularının Kovuşturulması ve Cezalandırılması ile Uluslararası Askeri Mahkeme Şartını Kurma Anlaşması’nın ekini oluşturan statünün, 6. maddesinde mahkemenin barışa karşı suçlar, savaş suçları ve insanlığa karşı suçları yargılayacağı bildirilmektedir. Statü için bkz. Charter of the International Military Tribunal, http://www.law.umkc.edu/faculty/projects/ftrials/nuremberg/NurembergIndictments.html 3 William A. Schabas, a.g.e., ss.20-21 4 Arzu Alibaba, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Kuruluşu, AÜHF Dergisi, C: 49, S: 1-4, 2000, s. 185 5 Statü için bkz. International Centre for the Research and Documentation of War Crimes Trials, Charter of the International Military Tribunal for the Far East, http://www.icwc.de/fileadmin/media/IMTFEC.pdf 6 ABD, Avustralya, Kanada, Çin Cumhuriyeti, Fransa, Britanya Hindistanı, Hollanda,Yeni Zelanda, Filipinler, Birleşik Krallık ve SSCB’dir Tokyo’da bulunan Sugamo Hapishanesi’nde asılarak idam edilmiş, diğer sanıkların tamamına yakını ise ömür boyu hapis cezasına mahkum edilmişlerdir. Tokyo’daki mahkeme amaç itibariyle Nürnberg’e benzemekle birlikte, daha çok askeri ya da sıkıyönetim mahkemesini andıran niteliğe sahip görülmektedir.7 Mahkemelerin kurulması ve uygulamaları, uluslararası toplumun II. Dünya Savaşından önce kabul etmiş olduğu savaş hukukuna ilişkin antlaşma ve örf ve adet hukuku kurallarının uygulanması açısından önemli bir yer tutmaktadır. Zira uluslararası nitelikteki suçların ilk kez Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi Statüsü’nde yer alması ve bu suçların; savaş suçları, barışa karşı işlenen suçlar ve insanlığa karşı işlenen suçlar adı altında sınıflandırılması ile bireylerin cezai sorumluluklarının uluslararası nitelikte cezai yargılama yetkisini icra edecek bir organ tarafından yürütülmesi gerektiği açıkça ortaya konmuştur. Bununla birlikte söz konusu mahkemeler sürekli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasının sağlanması açısından öncülük etmişlerdir.8 Diğer yandan, mahkemelerin Uluslararası hukuka yapmış olduğu katkı bazı yazarlar tarafından sert bir dille eleştirilmiştir. Bunun temel nedeni ise, mahkemelerin “galiplerin mahkemeleri” olarak taraflı bir yapıya sahip olmaları ve ceza hukukunun temel ilkelerinden olan “yasanın öngörmediği suç ve ceza olmaz” (nullum crimen sine lege) ve “hiç kimse kendi davasında yargıç olamaz” (nulla poena sine lege) ilkelerini ihlal etmeleri gerekçelerine dayanmaktadır.9 1.2. Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ad Hoc Ceza Mahkemeleri Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri kararlarında benimsenen ilkeler ve uygulamalar, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş ve buna istinaden Genel Kurul bünyesinde komisyonlar oluşturulmuştur. Bu gelişme, BM’nin daimi bir uluslararası ceza mahkemesi kurma yönünde kararlı olduğunu göstermekle beraber, Soğuk Savaş dönemi nedeniyle etkinlik kazanamamış ve amaçlanan çalışmalar gerçekleştirilememiştir. Soğuk Savaşın sona ermesini takiben, uluslararası suçları işleyen kişilerin yargılanmaları yeniden gündeme gelmiş ve böylece ad hoc mahkemeler dönemi başlamıştır. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Yugoslavya ve Ruanda’da yaşanan insan hakları ve uluslararası 7 William A. Schabas, a.g.e., s.22. Canan Ateş Ekşi, a.g.e., s.5. 9 Yusuf Aksar, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslar arası Ceza Usul Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınları, 2003, s.19. 8 ceza hukuku ihlalleri karşısında BM Antlaşmasının VII. bölümü çerçevesinde 1993 yılında Eski Yugoslavya topraklarındaki çatışmalar sırasında işlenen uluslararası insan hakları hukukunun ağır ihlallerinden sorumlu kişileri yargılamak üzere La Haye (Hollanda) merkezli “Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi10”ni, 1994 yılında ise merkezi Ruanda iç savaşı sırasında işlenilen soykırım ve uluslararası insan hakları hukuku ihlallerinden sorumlu kişileri yargılamak üzere Arusha (Tanzanya) merkezli “Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi11”ni kurmuştur. Mahkemeler, Soğuk Savaş öncesinde kurulan Nürnberg ve Tokyo mahkemelerine kıyasla önemli farlılıklar arz etmektedirler. Birincisi, önceki mahkemeler galip devletler tarafından kurulmuşlardır. Bu dönemdeki mahkemeler ise BM Konseyi tarafından diğer deyişle uluslararası toplumun tamamı adına kurulmuşlardır. İkincisi, mahkemeler uluslararası toplumun uluslararası ceza ve insan hakları hukukunu ihlal eden bireylerin yargılanmalarını sağlamak açısından tarihte ilk defa uluslararası hukuk kurallarına tam anlamıyla uyularak kurulmuş uluslararası ceza mahkemeleri olarak kabul edilmektedirler. Üçüncüsü, mahkemeler ad hoc nitelikte olup, belirli bir yerde işlenmiş suçlar ve bu suçları işleyen kişiler hakkında yargılama faaliyetinde bulunmak üzere BMGK’nın kurduğu özel yetkiye haiz geçici mahkemelerdir.12 Schabas’a göre, ad hoc mahkemeler, “hazırlayıcılara rehberlik edecek hukuki örnekleri hazırlamaktan fazlasını yaptı. Bir Uluslararası ceza mahkemesinin neye benzeyebileceğine dair güven verici bir model de sağladı.”13 Schabas’a karşıt görüş olarak bazı hukukçular teorik ve pratik anlamda devamı söz konusu olmayan genelde ad hoc mahkemeleri özelde BMGK’yi eleştirmişlerdir. Örneğin Köchler, söz konusu mahkemelerin, önceki mahkemeler gibi galip devletlerin adalet anlayışını uyguladıklarını öne sürmüş ve BMGK’nın daimi üyeleri veya bunların müttefiklerinin vatandaşlarını yargılamaktan kaçınarak ayrımcı bir şekilde oluşturulduğunu; yargı yetkilerinin güç politikaları çerçevesinde tanımlanarak cezai yargının siyasallaştırılmasının örneğini olduğunu ve küresel alanda hukukun üstünlüğünü geliştiremediklerini savunmuştur.14 10 22 Şubat 1993’te Fransa’nın önerisi üzerine 808(1993) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla, UCYM’nin kurulması öngörülmüş, 25 Mayıs 1993’te Genel Sekreterin sunduğu Rapor ve Statü taslağı 827(1993) sayılı BMGK kararı oybirliği ile kabul edilmiştir. Statü için bkz. UN Security Council Resolution on the Situation in Former Yugoslavia, http://www.ohr.int/other-doc/un-res-bih/default.asp?content_id=7106 11 BMGK’nin 08 Kasım 1994 gün ve 955 sayılı kararı ile kurulmuştur. Statü için bkz. International Criminal Tribunal for Rwanda, http://www.unhchr.ch/html/menu2/2/rwatrib.htm 12 William A. Schabas, a.g.e., ss.26-29 13 William A. Schabas, a.g.e., s.29 14 Hans Köchler, Küresel Adalet mi? Küresel İntikam mı?, İstanbul, AlkımYayınları, 2005, ss. 38-39. 1.3 Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yapısı 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihleri arasında Roma’da “Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına Dair Birleşmiş Milletler Diplomatik Konferansı” düzenlenmiş ve konferansın son günü olan 17 Temmuz 1998’de oylamaya katılan devletlerden 120’sinin lehte (Fransa, İngiltere, Rusya ve diğerleri), 21’inin çekimser ve 7’sinin aleyhte (ABD, Çin, Irak, İsrail, Katar, Libya, Yemen ve diğerleri) oy kullanmasıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü kabul edilmiştir.15 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe giren Statü’yü, mevcut durumda, 18 Temmuz 2008 tarihinde Cook Adaları’nın onaylaması sonucu imzalayan 139, onaylayan 108 taraf devlet bulunmaktadır.16 Önceden belirtildiği üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması, uluslararası hukukta mihenk taşı niteliğindedir. Bunun nedeni UCM’nin kurulmasından önce, insanlığa karşı işlenen suçların yargılamasının ad hoc mahkemeleri tarafından yürütülmesidir.17 UCM ise, geçici değil daimi görev yapmak üzere kurulmuş; bağımsız, daimi ve uluslararası hukuk kişiliğine sahip nitelikte bir mahkemedir.18 Ayrıca Mahkeme, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakan ilk uluslararası mahkeme özelliğine sahiptir. Diğer yandan, UCM Statüsü ayrı bir önem taşımaktadır. Bunun temel nedeni, insanlığa karşı suç oluşturan fiillerin19 daha kapsamlı bir şekilde yer alması ve önceki mahkemelere göre yargı yetkisinin genişletilmesidir. Ayrıca önceki mahkemelerin statülerinde yer almayan ırk ayrımcılığı (apartheid) suçu ve şahısların zorla kaybedilmesi, ilk defa bu statü kapsamında ele alınmıştır. UCM, devletleri ve tüzelkişilikleri değil, kişileri yargılamak üzere görev yapmaktadır. 20 Burada önemli olan husus; UCM’nin yargılama yetkisine haiz olabilmesi için, suçun taraf ülke topraklarında ya da taraf ülke vatandaşı tarafından işlenmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, suç hakkında soruşturma açılabilmesi ancak ilgili devletin UCM’nin yargılama yetkisini kabul etmesi ya da BM Güvenlik 15 Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü Giriş Bölümü ile 128 maddenin yer aldığı 13 bölümden oluşmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Ayrıcalıkları ve Bağışıklıkları Hakkında Anlaşmayı imzalayan 62, onaylayan 59 ülke bulunmaktadır. En son onaylayan ülke ise, 15 Nisan 2009 tarihinde Kolombiya olmuştur. http://www.ucmk.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=22&Itemid=41 17 Geçmişte yalnızca belli olaylarla ilgilenmek üzere bazı savaş suçları mahkemeleri oluşturulmuştur. Örnek olarak, Nazilerin 2. Dünya Savaşı sonrası, Nürnberg mahkemelerinde yargılanmaları ya da Eski Yugoslavya’da, Ruanda’da, Sierre Leone’de ve Kamboçya’da işlenen suçlar için özel mahkemelerin kurulmasını verebiliriz. 18 UCM, Birleşmiş Milletler’in bir organı olmamakla birlikte işbirliği içerisindedir. Bu durum, UCM’nin, uluslararası ceza mahkemeleri içerisinde istisnai bir yöntemle kurulduğunu göstermektedir. 19 Her üç mahkeme göz önünde bulundurulduğunda, bir eylemin insanlığa karşı suç oluşturabilmesi için; (a) yaygın ve sistematik bir saldırı olması, (b) sivillere yönelik olması, (c) siyasi, ulusal, ırksal, etnik veya dini temele dayalı olması gerekmektedir. 20 Bkz. Md. 1,5,25/1 16 Konseyi’nin konuyu UCM savcısına devretmesi ile mümkün olmaktadır. Nitekim Darfur’da yaşanan katliama ilişkin yargılama, BM Güvenlik Konseyi’nin UCM’ ye havale etmesi ile gerçekleşmiştir. Merkezi La Haye’de bulunan mahkeme, üç temel organdan oluşmaktadır: Başkanlık, Yargılama ve Savcılık Makamı’dır. Mahkeme üyeleri tarafından üç yıllık bir görev süresi için seçilen üç hakimden oluşan Başkanlık, Savcılık makamı hariç olmak üzere, Mahkemenin genel idaresinden sorumludur ve Statü ile kendisine verilen işleri yapar. Yargılama makamı, Ön Soruşturma Dairesi, Yargılama ile Temyiz Dairesinden oluşmaktadır. Bu dairelerde, Statünün 36. maddesine göre taraf devletlerin gösterdikleri adaylar arasından Taraf Devletler Meclisince dokuz yıllığına seçilen on sekiz yargıç görev yapmaktadır.21 Yargıçların seçiminde dünyanın başlıca hukuk sistemlerinin temsili, adil coğrafi temsil ve kadın-erkek yargıçların eşit temsili kriterleri göz önünde bulundurulur. Yargıçlar yüksek ahlaki karakter sahibi, tarafsız ve dürüst kimseler arasından ve kendi devletlerinde yüksek yargı makamlarına atanmak için gerekli ehliyetleri taşıyan, ceza ve ceza usul hukuku ile uluslararası hukukun uluslararası insani hukuk ve insan haklan hukuku dallarında gerekli donanıma sahip kimseler arasından seçilir.22 Genel anlamda, mahkemenin haiz olduğu özelliklerden en önemlilerine kısaca değinmek gerekir ise; UCM, Statüsünün 11 ve 24. maddelerinde belirtildiği üzere yürürlüğe girdikten sonraki eylemler hakkında23 yargılama yapabilmektedir. Diğer yandan, UCM’nin yargılama yetkisinde ülkesellik, aktif veya pasif kişisellik veya evrensellik ilkesi bütün olarak bulunmamaktadır. Ayrıca, UCM statüsünü kabul eden devlet, UCM’nin yargılama yetkisini ikinci bir onaya gerek kalmadan kabul etmiş olmaktadır. UCM statüsündeki yargılama sistemi, ulusal mahkemeleri tamamlayıcı niteliktedir. Şöyle ki; suçları soruşturma ve kovuşturmada öncelik ulusal mahkemelerdedir, ancak ulusal mahkemelerin soruşturma ve kovuşturmada isteksiz veya yetersiz olması durumunda soruşturma ve kovuşturmayı UCM devralmaktadır. Dolayısıyla mahkeme, isteksiz ve yetersiz soruşturma ve kovuşturma nedenlerine dayalı olarak oluşan sorunların giderilmesini sağlamaktadır.24 21 Bkz. Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü, http://www.ucmk.org.tr/images/belgeler/uluslararasi_ceza_%20mahkemesi_roma_statusu.pdf 22 Madde 36; Yargıçların Nitelikleri, Aday Gösterilmeleri ve Seçilmeleri, 8.paraf, http://www.ucmk.org.tr/images/belgeler/uluslararasi_ceza_%20mahkemesi_roma_statusu.pdf Ayrıca Mahkemenin Yapısı için bkz. William A. Schabas, a.g.e., ss.215-223 23 Mahkeme ancak, iddia edilen suçun işlendiği anda 18 yaşında veya daha büyük olanlar (md.26) hakkında yargılama yapabilmektedir. 24 Canan Ateş Ekşi, a.g.e, s.32. İkinci Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi 2.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi Önceki bölümde aktarıldığı üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesi uluslararası toplumun tümünü ilgilendiren en ciddi suçları işleyen kişileri yargılamak amacıyla kurulan daimi bir uluslararası mahkemedir. Bu yönü ile kendisinden önce kurulan mahkemelerden ayrılmaktadır. Zira önceki mahkemelerin ad hoc yapısına karşın, UCM, belirli bir zaman diliminde belirli bir duruma ilişkin olarak kurulmadığından, yargı yetkisi kişi, yer ve zaman bakımından sınırlandırılmamıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi, Statünün ikinci bölümünde “Yargı Yetkisi, Kabul edilebilirlik ve Uygulanabilir Hukuk” başlığı altında düzenlenmiştir. Mahkemenin yargı yetkisini kullanma koşullarının devlet egemenliğini etkiler nitelikte görülmesi sebebiyle Roma Konferansı’nda en zorlu müzakerelere konu olan bölümlerden biri olmuştur. 2.1.1. Konu Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Materiae) UCM, konu bakımından sahip olduğu yargı yetkisi, Mahkemenin hangi suçlar üzerinde yargılama yapabileceğini ifade etmektedir. Statünün 5. maddesinde düzenlenen ve uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren çok ciddi suçlar olarak nitelenen “soykırım”, “insanlığa karşı işlenen suçlar”, “savaş suçları” ve “diğer suçlar” Mahkemenin konu bakımında yargı yetkisini oluşturmaktadır. 2.1.1.1. Soykırım Soykırım kelimesi ilk defa, 1943 yılında Rafael Lemkin’in yapmış olduğu çalışmada yer almıştır. Lemkin, ulusal ve etnik grupları ele aldığı çalışmasında, soykırımı, “bir ulusun ya da etnik grubun yok edilmesi” şeklinde tanımlamıştır. Polonya Yahudisi olan Lemkin tarafından ortaya atılan bu kavram, izleyen yılda Nürnberg savcıları tarafından kabul edilmiş ve 1946 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurul’u tarafından uluslararası bir suç olarak ilan edilmiştir. Lemkin’in temel niteliğini ortaya koyduğu suç kavramı BM Genel Kurulu çalışmalarında daha fazla genişletilerek, 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne konulmuştur. 12 Ocak 1951 tarihinde “BM Genel Kurul Kararı ve BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” olarak kabul edilen belgede; soykırım suçu, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları tanımlanarak, BM’nin söz konusu suçları önlemek üzere hareket edeceği belirtilmiştir. 25 Soykırım tanımı, Roma Statüsü’nün 6. maddesinde ve Türkiye’nin de taraf olduğu BM Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesinde şöyle tanımlamaktadır: “…ulusal, etnik, ırki veya dini grubu, sırf bu niteliği nedeniyle, kısmen veya tamamen yok etme kastıyla aşağıda sayılan fiillerin işlenmesidir.. Bu fiiller; a) Grup üyelerini öldürmek; b) Grup üyelerine ciddi bedensel veya psikolojik zarar vermek; c) Fiziksel olarak kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak niyetiyle grubun yaşam koşullarını ağır biçimde kötüleştirmek; d) Grup içi doğumları bilinçli olarak önlemeye yönelik tedbirler koymak; e) Grup içindeki çocukları başka bir gruba zorla nakletmektir.”26 İnsanlığa karşı suçların tanımında, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi statüleri ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü farklı düzenlemeler içermektedir. Statüler, önceden insanlığa karşı suçların bir alt kategorisi olarak tanımlanan soykırım suçunu kendine özgü objektif ve sübjektif unsurları olan bağımsız bir suç kategorisi olarak ele almaktadır. Bunun nedenini, önceden insanlığa karşı suçları soykırım suçlarından ayırmak gerektiği düşüncesinden kaynaklandığını söyleyen Schabas’a göre, suçlar arasındaki ayırım günümüzde daha az önem arz etmektedir. Zira önceden insanlığa karşı suçlar ancak Uluslararası bir silahlı çatışma ile işlenebileceği görüşüne haizken bugün, hem barış zamanında hem de savaş zamanında işlenen işkencelerden oluşan suçları ihtiva etmektedir. Ancak soykırım suçunu, diğer bütün suçlardan ayıran en önemli özellik ‘özel kast (dolus specialis)’ unsurundan kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle, Statü’de yer alan eylemlerden herhangi birisinin ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel grubu “tamamen ya da kısmen yok etme özel kastı ile” işlenmesi gerektiğidir. Soykırım suçunun oluşması için gerekli temel unsuru oluşturan, özel kast, failin yok etme anlayışına odaklandığı bu durumda; fiziksel, biyolojik ve kültürel olarak ele alınmaktadır. Söz konusu ‘yok etme’ 25 Esat Arlan, 1915 Yılı Olaylarının Soykırım Suçu ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar Bakımından Değerlendirilmesi ve Yeni Türk Ceza Yasasında Yapılan Hatalar, http://www.usakgundem.com/ makale 26 Türkiye, Sözleşmeyi 23 Mart 1950’de onaylamış, 5630 Sayılı Onay Kanunu 29 Mart 1950 gün ve 7469 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme: http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhak/pdf01/33-36.pdf ve ‘özel kast’ kavramları hukuksal alanda sık ve çetrefilli tartışmalara neden olmaktadır. Schabas’a göre, hukukçuların yorum farklılıkları, soykırım tanımını bir bilmeceye dönüştürse de, günümüzde genel kabul soykırımın, insanlığa karşı suçların en ağır şekli olduğu yönündedir.27 2.1.1.2. İnsanlığa Karşı Suçlar Roma Statüsü’nün 7’nci maddesinde yer alan insanlığa karşı suçlar; herhangi bir sivil topluluğa karşı geniş çapta veya sistematik bir saldırının parçası olduğu bilinerek işlenen eylemleri kapsamaktadır. Bu eylemler: a) Öldürme; b) Toplu yok etme; c) Köleleştirme; d) Halkın sürülmesi veya zorla nakli; e) Uluslararası hukukun temel kurallarının ihlali sonucu hapsetme veya fiziki özgürlüğün başka biçimlerde ciddi olarak kısıtlanması; f ) İşkence; g) Irza geçme, cinsel kölelik, fuhşa zorlama, hamileliğe zorlama, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıkta diğer cinsel şiddet; h) Üçüncü paragrafta tarif edildiği gibi politik, ırkçı, ulusal, etnik, kültürel, dini, cinsel nedenlerle veya uluslararası hukukta evrensel olarak kabul edilemez sayılan nedenlerle bu paragrafta gösterilen ya da Mahkeme’nin yetkisine giren herhangi bir suç ile eylemler bağlamında herhangi bir topluluğa veya herhangi bir belirlenebilir gruba zülüm etmek; i) Şahısların ortadan kaybedilmesi; j) Irk ayrımcılığı cürümü; k) Vücuda veya ruhsal ve fiziksel sağlığa ciddi zarara neden olacak nitelikteki bilinçli olarak yapılan diğer insanlık dışı eylemlerdir”.28 Roma Statü’sünde yer alan tanıma bakıldığı zaman, insanlığa karşı suçları soykırım suçlarından ayıran birçok farklılık bulunmaktadır. Şüphesiz, insanlığa karşı suçları diğer suçlardan ayıran en önemli özellik, tanımda yer alan ‘saldırı’nın ‘askeri bir saldırı’ şartı olmaması gereğidir. Ayrıca saldırının sistematik ve yaygın yönlerinin olması ve faillerin suçu herhangi bir sivil nüfusa karşı işlemeleri büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, insanlığa karşı suçlarda, soykırımın temel felsefesi olan ‘özel kast’ şartı aranmamakta, suçlar için saik/motiften bahsedilmemektedir. Altı çizilmesi gereken unsurlardan bir tanesi de insanlığa karşı suçların soykırım suçlarına göre çok daha geniş bir yelpazede ele alınmasıdır. Bu bağlamda, Roma Statü’sünde genişletilen ‘cinsiyet suçları’ kavramın gelişimi açısından 27 William A. Schabas, a.g.e., ss.56-59 28 Mevcut durumda, mahkemeyi tanıyarak yargı kapsamına dahil 108 ülke bulunmaktadır. En son Cook Adaları, 18 Temmuz 2008 tarihinde onaylamamıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tarihindeki ilk dava 26 Ocak 2009 Hollanda’nın Lahey kentinde başlamıştır. Davada, savaş suçları işlemekle itham edilen Kongolo isyancı lider Thomas Lubanga yargıç karşısına çıkmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü için bkz. http://untreaty.un.org/cod/icc/statute/romefra.htm oldukça mühimdir. Nitekim ırza geçme, cinsel kölelik, zorla fahişelik, zorla hamilelik, zorla kısırlaştırma ya da cinsel şiddetin benzer ağırlıktaki herhangi bir şekline gönderme yapılması vb suç eylemlerinin tanımlanmasında ve genişletilmesinde önemli bir mesafe olarak kabul görmektedir.29 2.1.1.3. Savaş Suçları Roma Statüsü’nün 8. maddesinde savaş suçlarını tanımlayan hükümler mahkemenin yargı yetkisi dahilinde olup, geneli itibariyle hükümler içerisinde en uzun olanıdır. Zira uluslararası hukukta kovuşturulan ilk suçlar savaş suçlarıdır. Statüde savaş suçları dört başlık altında toplanmaktadır. Bunlar; a) 1949 Cenevre Sözleşmelerinin koruma altına aldığı şahıslar ve mallara yönelik ağır ihlaller30, b) uluslararası teamülde kabul gören diğer savaş kural ve geleneklerinin ciddi ihlalleri31, c) uluslararası nitelik taşımayan bir silahlı çatışmada, 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ortak üçüncü maddelerinin ciddi ihlalleri32 ve d) uluslararası teamüle uygun olarak, uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda uygulanan kural ve geleneklerin diğer ciddi ihlalleridir.33 2.1.1.4. Saldırı Suçu Saldırı suçu, statüde yer alan suçlar arasına girmekle birlikte, suçun unsurları ve yargılama koşulları üzerinde uzlaşma sağlanamadığından tanımı sonraya bırakılmıştır. Ancak 29 William A. Schabas, Origins of the Genocide Convention: From Nuremberg To Paris, Case Western Reserve Journal of International Law, 2008: 40, s.52 30 Kasten öldürme, işkence ve insanlık dışı muamele, kasten ciddi acı ve yaralanmaya sebebiyet vermek, askeri gerekliliğin haklı kılmadığı hallerde mallara kasten aşırı zarar verme veya aşırma, savaş esirlerini veya koruma altındaki diğer şahısları hasım tarafta hizmete zorlama v.b. 31 Çatışmaya doğrudan katılmayan sivil kişilere yönelik kasıtlı saldırılar, çevreye, sivillere yaygın, uzun süreli ve ciddi zarar veya kayıp verebileceği düşünüldüğü halde, kasıtlı olarak saldırıya devam etmek, askeri hedef olmayan ve savunulmayan bina, mezra, köy, kasaba ve şehirlerin bombalanması veya taarruz edilmesi; silahını bırakıp teslim olmuş bulunan bir muharibin yaralanması veya öldürülmesi, Din, eğitim, sanat, bilim ve insani amaçlara, tarihsel anıtlara, hastanelere ve hasta ve yaralıların toplanmasına adanmış binalara, bu yerlerin askeri amaçlarla kullanılmadığı sürece, kasıtlı doğrudan saldırı, Yetkili bir mahkemede düşman tarafın vatandaşlarının hak ve davalarının askıya alınması, oksijensiz bırakan, zehirli ve diğer gazların ve sıvı, madde ve cihazların kullanılması, insan vücudu içinde kolayca parçalanan veya genişleyen mermilerin kullanılması, 15 yasından küçük çocukların ulusal silahlı kuvvete çağrılması ve askere alınması veya bu yastan küçük çocukların çatışmalarda aktif olarak kullanılması v.b. 32 Silahlarını bırakmış silahlı kuvvet mensupları ve hastalık, yaralanma, yakalanma ve diğer nedenlerle muharebe dışı kalmış kişiler dahil olmak üzere, çatışmada aktif olarak yer almayan kişilere karsı işlenen eylemlerdir. 33 Irza geçme, seks köleliği, doğuma veya düşüğe zorlama, kısırlaştırmaya zorlama, askeri avantaj için koruma altına alınması gereken kişileri canlı kalkan olarak kullanmak, sivil nüfusun yer değiştirmesi için emir verilmesi, ciddi tehlikeye sokacak nitelikte bilimsel, tıbbi veya fiziki deney ve operasyonlara maruz bırakmak v.b. Detaylı bilgi için bkz.William A. Schabas, a.g.e., ss.70-87 taraf devletler, suçun tanımında genel ve kapsayıcı bir tanım benimsenmesi yönünde görüş bildirmişlerdir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 3314 sayılı kararında yer alan saldırının tanımı ve saldırı teşkil eden eylemlerin sayılması yolunu tercih etmişlerdir.34 2.1.2. Kişi Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Personae) Uluslararası Ceza Mahkemesi, sadece gerçek kişiler üzerinde ve uluslararası toplumu tümüyle etkileyen çok ciddi suçlar hakkında yargılama yapma yetkisine sahiptir. Ayrıca mahkeme, bizzat suçu işleyen kişi/kişilerin yanında suçun işlenmesine yardımcı ya da ortak olan veya suçun işlenmesine veya teşebbüsüne herhangi bir biçimde katılan kişilerin de söz konusu suçlarla ilgili olarak cezai sorumluluğa sahip olduğunu ifade etmektedir.35 Roma Statüsü’nün 31. maddesinde bireylerin cezai sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenler yer almaktadır. Ancak burada önemli olan nokta, sorumluluğun ortadan kaldırılması için öngörülen nedenlerin eylem zamanında mevut olması gerektiğidir. Söz konusu nedenler şu şekildedir: a) akıl hastalığı, akıl sağlığını etkileyen özürler, zehirli madde kullanımı b) meşru müdafaa c) zorunluluk halidir. Diğer yandan, 26.maddede cezai sorumluluğun uygulanabilmesi için 18 yaş ve üstü şartı aranmaktadır. Ayrıca 32.maddede maddi veya hukuki hatanın cezai sorumluluğu ortadan kaldırabilme koşulları düzenlenmektedir. Bu düzenleme, maddi hata sadece suçun gerektirdiği manevi unsurun olmadığını ispat ederse cezai sorumluluğun ortadan kaldırılabilmesi için bir neden teşkil edeceğini ifade etmektedir.36 2.1.3. Yer Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Loci) Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, ad hoc mahkemelerin aksine, herhangi bir yer sınırlamasına bağlı olmadan, Statü’de öngörülen koşullara uygun olarak, dünyanın herhangi bir yerinde işlenilen suçlar üzerinde yetki kullanabileceği öngörülmektedir. Statüye taraf olan her devlet, 5. maddede sözü edilen suçlar bakımından Mahkemenin yetkisini kabul etmiş olacağından, Mahkemenin bu suçlar sebebiyle yargı yetkisini kullanabilmesi için söz konusu 34 14 Aralık 1974 tarihinde, Genel Kurul’un 29. oturumunda benimsediği 3314 no.lu karara göre; saldırı “bir devlet tarafından Birleşmiş Milletler Şartı’nın temel prensiplerine aykırı bir biçimde başka bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı silahlı kuvvet kullanmak” şeklinde tanımlanmıştır. Roma Statü’nde saldırı suçları için bkz. md. 5, 121, 123. http://untreaty.un.org/cod/icc/statute/romefra.htm 35 Roma Statüsü, md.25 36 Canan Ateş Ekşi, a.g.e., ss.39-40 suçun Statüye taraf olan bir devletin ülkesinde veya bu devletin vatandaşları tarafından işlenmiş olması gerekmektedir. Suç, Statüye taraf olan bir devletin ülkesinde ister o devletin vatandaşları, isterse yabancılar tarafından işlensin Mahkeme yargı yetkisini kullanabilecektir. Bu durumda suçu işleyen yabancıların Statüye taraf olmayan bir devletin vatandaşı olmaları, Mahkemenin yargı yetkisine engel teşkil etmemektedir. Örneğin, Mahkemenin yargı alanı dışında kalan yerlerde (açık denizler, Antarktika, uzay v.b.) işlenebilecek suçlarda yargı yetkisi suçu işleyen kişinin vatandaşlığı temelinde oluşturulacaktır. Statü’de yer alan ülke kavramı, o devlette tescilli gemide ya da uçakta işlenen suçları da kapsadığı hükmünü içermesinden dolayı yargı yetkisini çok geniş kapsamda ele almaktadır. Bu durum, doğal olarak devletin hava sahası, karasuları ve hatta ekonomik münhasır bölgelerini içermektedir. Schabas’a göre, yargı yetkisinin tam ve net olarak tanımlanması ve gri alanların gerçek kapsamının net olarak belirlenmesi gerekmektedir.37 2.1.4. Zaman Bakımından Yargı Yetkisi (Ratione Temparis) Roma Statüsü’nün 11.maddesinde belirtildiği üzere, Mahkemenin yargı yetkisi, Statünün yürürlüğe girmesinden sonra işlenmiş olan suçları kapsamaktadır. Dolayısıyla, Mahkeme, 1 Temmuz 2002 tarihinden sonraki suçları yargılamakla yükümlüdür. Bu tarihten sonra Statüye taraf olan devletler için Statü, onay, kabul veya katılım belgesinin BM Genel Sekreterine verilmesini takip eden altmış gün sonraki ayın ilk gününden itibaren yürürlüğe gireceğinden, Mahkeme yargı yetkisini söz konusu devletler açısından Statünün yürürlüğe girmesinden sonra işlenecek suçlar için kullanabilecektir. Statünün 124. maddesinde Statüye taraf olmak isteyen devletlere, Statünün kendisi bakımından yürürlüğe girmesinden itibaren yedi yıllık bir süre için savaş suçlarının kendi vatandaşları tarafından veya kendi ülkesinde işlenmiş olması halinde Mahkemenin yargı yetkisini kabul etmeyeceğine dair beyanda bulunma imkanı tanınarak, Mahkemenin zaman bakımından yargı yetkisi savaş suçları bakımından sınırlandırılmıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Roma Konferansı esnasında, “süre giden suçlar” tanımı ortaya atılmıştır. Örneğin, insanlığa karşı suçlar çerçevesinde değerlendirilen zorla ortadan kaybedilme, bir nüfusun zorla nakledilmesi, sürgün edilmesi, sınır dışı edilmesi veya eve geri dönüşlerin yasak edilmesi süre giden suçlar olarak ele alınmıştır. Ancak söz konusu tanım üzerinde taraf devletle uzlaşma sağlayamamış, Statüde yer alması gerekliliği karara bağlanamamıştır. 38 37 38 William A. Schabas, a.g.e., ss.101-102 William A. Schabas, a.g.e., s.95 2.1.5. Yargı Yetkisinin Devletler Tarafından Kabulü Statüde sırasıyla; “Yargı Yetkisinin Kullanılmasına İlişkin Ön Koşullar” ve “Yargı Yetkisinin Kullanılması” başlığını taşıyan 12. ve 13. maddelerde, devletlerin Mahkemenin yargı yetkisini iki yolla kabul edebileceği belirtilmektedir. Buna göre devlet, Statüye taraf olarak ya da taraf olmadan belirli bir suç için Mahkemenin yargı yetkisi kabul ettiğini Mahkemeye bildirmek zorundadır. Diğer yandan, BMGK BM Antlaşması’nın 7. bölümü çerçevesinde söz konusu davayı Mahkemeye havale etme yetkisine sahiptir. Yine önceden belirtildiği üzere, Statüye taraf bir devletin ülkesinde Statüye taraf olmayan bir devletin vatandaşları tarafından işlenen suçlar, Mahkemenin yetkisi dahilinde ise, taraf devletçe Mahkemeye sevk edilmeleri söz konusudur.39 2.1.6. Yargı Yetkisinin Ulusal Yargı Yetkileri ile İlişkisi Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ulusal “tamamlayıcılık ilkesi” çerçevesinde yürütülmektedir. yargı 40 yetkileri arasındaki ilişki Diğer deyişle Uluslararası Ceza Mahkemesi, ulusal yargı yetkilerinin yerine geçme veya onlardan önce gelme özeliğine sahip değildir. Mahkeme, ulusal yargının uzantısı olup, onu tamamlayıcı niteliktedir.41 Mahkeme sadece iki durumda yargı yetkisini kullanabilmektedir. Birincisi; ulusal yargı organlarının, Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlardan herhangi birini işleyen kişileri yargılamada isteksiz olması, ikincisi; ulusal yargı organlarının söz konusu yargılamayı yapmaya muktedir olmamasıdır.42 39 Yusuf Aksar, a.g.e., s.150 Bu özelliği statünün giriş bölümünde 10. paragrafta belirtilmiş, 17. maddesinde ise ulusal mahkemelerdeki yargılamayı hangi koşullarda tamamlayacağı açıklanmıştır. 41 Roma Statüsü, Giriş, md.1, md. 17 42 Canan Ateş Ekşi, a.g.e, s.32. 40 2.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargılama Süreci Mahkemenin yargılama süreci üç şekilde başlamaktadır. Birincisi; taraf devletin, Statünün 5. maddesinde sayılan suçlardan birinin işlendiği iddiasıyla suçu işleyen kişi/kişilerin yargılanıp yargılanmayacağı hususunun belirlenmesi amacıyla elindeki belgeleri Mahkeme Savcısına sunarak başvuruda bulunmasıdır.43 İkincisi; BM Antlaşması 7. Bölümü’ne istinaden BMGK’nin söz konusu davayı Mahkeme Savcısına iletmesidir.44 Üçüncüsü; savcının re’sen el koymasıdır. Bu durumda, mahkeme savcısının Ön Soruşturma Dairesi’nin onayını aldıktan sonra elindeki bilgilere ve delillere dayanarak kendiliğinden soruşturma açmasıdır.45 Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama süreci üç aşamadan oluşmaktadır. Bunlar; ön yargılama, esas yargılama ve temyizdir. Ön yargılama, söz konusu suçu işleyen kişi/kişiler hakkında dava açılmasına gerek olup olmadığına karar verir. Aynı zamanda, yeni kanıtların toplanmasına veya savcılığın yaptığı başvurudaki suç nitelemesinin değiştirilmesine karar verme yetkisine sahiptir. Esas yargılama; ön yargılama tarafından verilen karara uygun olarak davayı, görevli mahkemeye (dava dairesine) yollar. Mahkeme, iddianame ve deliller üzerinden değerlendirmesini yaparak kararını verir. Karar kamuoyuna öncelikle sözlü olarak gerekirse yazılı olarak açıklanır. Son olarak, temyiz başvurusu yapıldığı takdirde mahkeme, esas hakkındaki kararı değiştirebilir veya yeniden yargılama yapılması için dosyayı esas yargılamayı yapan mahkemeye gönderebilir.46 2.3. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Davalar Bugüne kadar UCM’ ye yüzden fazla ülke hakkında başvuru yapılmıştır. Bunlardan en çok öne çıkanlar; Irak, Venezüella, Lübnan, İngiltere, Gürcistan, Burundi, Kolombiya, Fildişi Sahili’nde yaşanan olaylardır. Ancak mevcut durumda, UCM’ de devam eden dört dava bulunmaktadır ve bu davaların hepsi Afrika ülkeleri olan Sudan, Uganda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti’dir. Davalarda en çok bahsi geçen ülke 43 Roma Statüsü md. 13/a, 14. Roma Statüsü md. 13/b 45 Roma Statüsü md. 15 46 Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu, Mahkeme Yapısı http://www.ucmk.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=18&Itemid=34 44 Sudan’dır. Zira Sudan, UCM kurucu statüsüne taraf olmamasına rağmen UCM’ de soruşturma başlatılmıştır. Adam Jones’a göre, 1994 yılındaki Ruanda’da gerçekleştirilen ‘soykırım’ sonrasında47, dünyada meydana gelen en büyük soykırım tartışması Darfur’da gerçekleşmiş ve bütün dünyanın gözü Sudan’da yaşanan vahşete odaklanmıştır. Esasında, Sudan’ın Darfur bölgesinde devam eden çatışmaların birçok nedeni olmakla beraber, en belirgini bölgenin verimli topraklara sahip olmasıdır. Çatışmayı tetikleyen temel unsur da, ülke genelinde yaşanan çölleşme ve beslenme sorunlarına dayalı olarak toprakla suyun paylaşım alanında çıkan gerginliktir. Yaşanan toprak mücadelesi, yerini etnik gruplar arasındaki çıkar ve aidiyet savaşına döndürmüş ve insanlık tarihinin en acı katliamlarından biri başlamıştır. Nitekim yerel Arap kabileleri ile merkezi hükümet arasında süregelen anlaşmazlıklar silahlı çatışmalara dönmüştür. Sudan hükümeti tarafından desteklenen, Janjavid adlı silahlı milisler, 2003 yılından itibaren Batı Darfur’a girerek, bölgeyi kontrol altına almak için silahlı saldırılara başlamıştır. Buna karşın olarak, yerel Arap kabileleri de ‘Sudan Özgürlük Ordusu’ ve ‘Adalet ve Eşitlik Hareketi’ni oluşturmuşlardır. Bunun üzerine Janjavid’ler, Zaghawa, Fur ve Masalit aşiretlerine karşı kanlı saldırılara başlamış, köyleri yağma etmiş, insanları öldürmüş ve geri kalanına şiddet içeriği yüksek tecavüz etmişlerdir. Ayrılıkçı gruplar ile hükümet arasında çıkan silahlı çatışmalar neticesinde bugüne kadar, yaklaşık 2 milyon insan evinden ayrılmak zorunda kalmış, 100 binden fazla insan da hayatını kaybetmiştir. Topraklarından ayrılan nüfusun büyük çoğunluğu, batıdaki Çad sınırını geçerek bölgedeki mülteci kamplarına yerleşmiştir. Bugün, 1.5 milyon insan Çad ve Sudan’daki mülteci kamplarında, yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.48 Darfur’da yaşanların soykırım olup olmadığına ilişkin çok farklı görüşler bulunmakla birlikte, katliam üzerine yapılan tartışmalar halen devam etmektedir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 18 Eylül 2004 tarih, 1564 sayılı kararı ile söz konusu olayları incelemek üzere kurduğu Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun raporu önemlidir. 20032005 yılları arasında Darfur’daki olayları inceleyen Komisyon, Sudan hükümeti tarafından gerçekleştirilen saldırıların soykırım politikası izlemediğini, ancak, yaşanan katliamın ırkçı ve 47 1994 tarihinde Ruanda’da yaklaşık yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu’nun, aşırı uç Hutular tarafından öldürülmesi olayıdır. 2.000.000 Hutu, Tutsilerin ve Ruanda Yurtseverler Birliği askerlerinin öç almasından çekindiği için komşu ülkelere mülteci olarak sığınmıştır. Tüm devlet kurumları çökmüş, ekili alan kalmamıştır. Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Tribunal for Rwanda, http://www2.icccpi.int/Menus/ICC/Search?qt=Rwanda&la=en 48 Adam Jones, a.g.e. ss. 252-255 aşağılayıcı nitelikte olduğunun altını çizmiştir. Raporda her ne kadar ‘soykırım’ ifadesi yer almasa da, sivil halkın korunması ve suçluların cezalandırılması gerektiği karara bağlanmıştır. Bunun üzerine, BM Güvenlik Konseyi, tarihte ilk defa kendisine verilen yetkiyi kullanarak davayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşımıştır.49 UCM tarafından, 6 Haziran 2005 tarihinde açılan soruşturma üzerine 2007 yılında yayınlanan celpname ile Sudan eski İçişleri Bakanı Harun Ahmad Muhammad ve esli milis lideri Ali Abdal-Rahman’ın mahkemeye çıkarılmaları öngörülmüştür. Kararda, Muhammad ve Rahman’ın insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından sorumlu oldukları hükmü verilmiştir. İlerleyen aylarda, celpnamenin şahısların gelmeleri için yeterli olmadığını düşünen yargı dairesi, şahıslar için tutuklama kararı çıkarmıştır. Ancak söz konusu şahısların yakalanamaması yüzünden yargılamaya halen başlanamamıştır.50 Özetlemek gerekir ise; bundan üç sene önce imzalanan Darfur Barış Anlaşması ya da 17 Şubat 2009 tarihinde, Katar’da Sudan hükümeti ile Adalet ve Eşitlik Hareketi imzalanan iyi niyet anlaşmasına rağmen bölgedeki silahlı çatışmalar; sivillere yönelik cinayet, işkence ve tecavüz suçları artarak devam etmektedir. Diğer bir deyişle, şu ana kadar yapılan bütün antlaşmaların ve uluslararası müdahalelerin Darfur bölgesine beklenen huzuru getirmekte yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu çerçevede, Darfur sorununun Dünya ve Birleşmiş Milletlerin gündeminden uzunca bir süre daha düşmeyeceği görülmekle beraber, yaşanan katliamın ve UCM yargılamasının, ‘soykırım, etnik temizlik, ırkçılık, insanlığa karşı suç’ kavramları üzerinden tartışılmasına devam edileceği açıkça gözlenmektedir.51 Davada ikinci ülke Uganda’dır. 2003 tarihinde Uganda hükümeti, UCM’ ye başvurarak Tanrının Direnişi Ordusu (LRA) tarafından yapılan geniş çaplı insan hakları ihlallerinin (tecavüz, işkence, cinayet ve çocuk askerlerin kullanılması) yargılanması talebinde 49 Roma Statüsü Madde 13 (b): Bu tüzük hükümleri gereğince, 5. maddede bahis konusu bir suç ile ilgili olarak Mahkeme, aşağıdaki koşullarda yargı yetkisini kullanabilir: (b) Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin VII. bölümüne uygun olarak hareket eden BM Güvenlik Konseyi tarafından Mahkeme savcısına başvurulan bir veya birden fazla suçun işlenmiş göründüğü durumdur; Sözleşme için bkz: http://www.un.org/law/icc/statute 50 Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Court: Facts Regarding the Situation in Darfur, Sudan. http://www2.icc-cpi.int/Menus/ICC/Search?qt=Darfur-Sudan+&la=en&x=12&y=4 51 Darfur’da yaşanan katliamda, en çok kadınlara ve çocuk yaştaki genç kızlara tecavüz edilmiş, çocuk yaştaki kızlar her türlü eylemlerde araç olarak kullanılmışlardır. Schneider, insanlığa karşı büyük suç oluşturan ‘gender crimes’ın, Yugoslavya ve Rwanda yargılamalarından sonra azalacağına arttığını belirtmiştir. Nitekim UCM verilerine göre, Afganistan, Bosna, Cad, Angola, Cezayir, Aceh, Azerbaycan, Bougainville, Çeçenistan, Hırvatistan, Kıbrıs, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ürdün, Guatemala,Hindistan, Haiti, Endonezya, Irak,Kaşmir, Kosova, Liberya, Mozambik, Myanmar, Namibya, İşgal altındaki Filistin Toprakları, Peru,Filipinler, Ruanda, Sierra Leone, Somali, Güney Afrika, Sudan, Tibet, Uganda vb ülkelerde görülmektedir.Bkz: Mary Deutsch Schneider, About Women, War And Darfur: The Contınuıng Quest For Gender Vıolence Justıce North Dakota Law Review, 2007, 83:915, ss.916-919 bulunmuştur. 1987 tarihinde Joseph Kony tarafından kurulan LRA, dini temellere dayalı bir devlet kurmak amacıyla, hükümet kuvvetleri ile çatışmaktadır. Afrika’da en uzun süredir devam eden çatışmalardan birini yargılamak üzere UCM, 29 Temmuz 2004 tarihinde konu ile ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Davada önemli olan nokta, BM’nin sadece LRA’yı değil aynı zamanda, Uganda’da Hükümetinin, hükümete bağlı yerel kuvvetlerinin de ciddi suçlar işlediğini belirtmesidir. 2005 yılında UCM, LRA’nın 5 lideri hakkında, cinayet, kölelik, seks köleliği, tecavüz suçları nedeniyle insanlığa karşı suç, diğer yandan da cinayet, tecavüz, sivillerin öldürülmesi ve yağma suçlarından dolayı savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklama kararı yakalanamamışladır. çıkartmıştır. Ancak tutuklama kararı verilen kişiler henüz 52 UCM’de davası devam eden bir başka ülke ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti’dir. Jones’a göre Kongo, Afrika Dünya Savaşları’nın merkezi konumuna gelmiştir. Zira 2.Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük ölümlerin yaşandığı çatışmalarda, dört milyon kişi hayatını kaybetmiştir.53 1998 yılında, Thomas Lubanga öncülüğünde kurulan Kongo Vatanseverler Birliği (UPC) ile Hükümet kuvvetleri arasında yaşanan silahlı mücadele üzerine Demokratik Kongo Cumhuriyeti Hükümeti, bölgenin istikrara kavuşması amacıyla olayı UCM’ ye taşımıştır. UCM savcısı Luis Moreno Ocampo, Haziran 2003’te Kongo’daki durumu yakından inceleyeceğini açıklamış ve 04.07.2004 tarihinde olayı Ön Yargılama Dairesine iletmiştir. UCM’nin tutuklama kararı almasını müteakiben UPC lideri Thomas Lubanga (17 Mart 2007) ve yöneticisi Germain Katanga (17 Ekim 2007) tarihinde tutuklanmışlardır. Şahısların yargılanma iddianamesinde, özellikle 15 yaşından küçük çocukların askere alınması sebebiyle savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri belirtilmiştir. Kongo davasının önemi ilk defa UCM tarafından verilen tutuklama kararı sonucu iki kişinin yakalanmasıdır. Davanın devam etmesi ve UCP liderinin yakalanmasına rağmen, bölgedeki çatışmalar yoğun olarak devam etmektedir. Bunun nedeni, UCP’nin 2005 yılında siyasi bir partiye dönüştürülmesi ve binlerce milisin farklı silahlı politik gruplara katılarak, çatışmalarda aktif rol oynamaya devam etmesidir.54 52 Daha kapsamlı bilgi için bkz: http://www.sway-uganda.org Adam Jones, Genocide: A Comprehensive Introduction, New York, Routledge/Taylor & Francis Publishers, 2006, ss. 250-252 54 Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Court: Situation in Democratic Republic of the Congo, http://www.icccpi.int/menus/icc/situations%20and%20cases/situations/situation%20icc%200104/recent%20upda tes?lan=en-GB 53 UCM’ de devam eden son dava ise, Orta Afrika Cumhuriyeti’ne aittir. Uzun yıllar askeri yönetim idaresi altında kalan ülke, 1993 yılında sivil yönetime geçmiştir. Ancak 2001 yılında yaşanan başarısız darbe girişimi üzerine ülkede silahlı çatışmalar başlamıştır. Orta Afrika Cumhuriyeti eski devlet başkanı ve başkan yardımcısı tarafından işlenen suçları araştıran yerel mahkeme, 2005 tarihinde olayın araştırılması ve soruşturulmasında yetersiz kalabileceğinden hareketle UCM savcısından konuyla ilgili soruşturma başlatmasını talep etmiş, UCM Savcısının hazırlık aşamasının ardından konu Ön Yargılama Dairesine taşınmıştır. Dosyada, eski hükümet yetkilileri hakkında cinayet, tecavüz ve Orta Afrika Cumhuriyetinin kuzeyinde yaşayan yerlilere yönelik soykırım iddiaları yer almıştır. Dava ile ilgili önemli gelişme, 25 Mayıs 2008 tarihinde Kongo’nun eski başkan yardımcısı Jean-Pierre Bemba Gombo’nun Brüksel’de tutuklanmasıdır. Zira UCM Bemba’yı beş savaş suçu ve üç insanlığa karşı suç işlemekle itham etmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde oluşturulan mahkeme heyeti, savcılığın 12 Ocak 2009 tarihinde sunmaya başladığı iddianamesini inceleyerek davanın açılıp açılmamasına karar verecektir.55 Yukarıda belirtilen özellikler çerçevesinde UCM’nin kurulmuş olması, uluslararası ceza ve insan hakları hukuku açısından büyük bir önem taşımaktadır. Zira UCM, devletlerin ulusal mahkemelerini tamamlayıcı bir niteliktedir. Günümüzde sayısı giderek artan taraf devletler, Roma Statüsü hükümleri ile iç hukuk düzenlemelerini uyumlu hale getirmektedirler. Hatta Statü’ye taraf olmayan devletlerin de Statü düzenlemeleri paralelinde kanunlaştırma hareketleri içerisinde oldukları gözlemlenmektedir. Bunun en tipik örneği olarak, henüz Statüyü imzalamayan ve onaylamayan Türkiye vardır. 55 Daha kapsamlı bilgi için bkz: International Criminal Court: Situation in the Central African Republic, http://www.icc-cpi.int/Menus/ICC/Situations+and+Cases/Situations/Situation+ICC+0105 Üçüncü Bölüm: Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye 3.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Önemi ve Yetkisi Roma Statüsü, 60 ülkenin onay işlemlerinin tamamlanmasıyla, 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Mevcut durumda, en son 18 Temmuz 2008’de Cook Adaları’nın kabul etmesi ile Statü’yü imzalayan 139, onaylayan 108 taraf devlet bulunmaktadır. UCM’nin yargı yetkisi önceki mahkemelerden farklı olarak dünyada işlenecek bütün suçları kapsamakta, belli bir bölge ve belirli zaman kısıtlamasına tabi kalmamaktadır. Keza önceki mahkemelerin de yargılama yetkisi bulunmasına rağmen UCM, mevcut olan hukuku kodifiye ederek ona son halini kazandırması nedeniyle ayrı bir önem taşımaktadır. Diğer yandan, UCM Statüsü’nde insanlığa karşı suç oluşturan fiillere daha kapsamlı bir şekilde yer verilmiştir. Bu bağlamda, önceki bölümlerde belirtildiği üzere ‘cinsel şiddet’, ırza geçme suçunun ilerisinde yer almış, önceki mahkemelerin statülerinde yer almayan ‘apartheid’ suçu ve ‘şahısların zorla kaybedilmesi’, ilk defa UCM statüsünde yer almıştır.56 UCM gerek ülkelerin ulusal hukuklarını gerekse gerçek kişileri yargılama yetkisine sahip olması nedeniyle, devletlerarası uyuşmazlıklara bakmakla sınırlandırılmış olan Uluslararası Adalet Mahkemesi’ni tamamlayacak niteliktedir.57 Pham’a göre, Roma Statüsü ile başlayan süreç uluslararası hukuk tarihinde yeni bir sayfanın açıldığını göstermekte olup, savaş suçları ve reel politika alanındaki dönüşümü kanıtlar niteliktedir. Diğer deyişle, son yüzyılda yaşanan gelişmeler, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini korumak, insan haklarına saygıyı tesis etmek için devletlerin karşılıklı olarak uluslararası hukuk anlaşmaları üzerinde mutabık kalmalarını ve uluslararası hukuktan doğan 56 Cinsel suçlar içerisinde yer alan ‘zorla hamile bırakma’, Roma Statü’sünde en çetrefilli tartışmaya neden olan konulardan biridir. Zira Vatikan başta olmak söz konusu suça karşı çıkan görüşler, suçun devletler tarafından kabul edilmesi halinde ülkede ‘kürtajın’ yasal kabul edilmesi yükümlülüğü doğacağına yönelik sert eleştiriler yapmışlardır. Daha kapsamlı bilgi için bkz: Glasius, Marlies, Expertise in The Cause of Justice: Global Civil Society Influence on the Statute For an International Criminal Court.: Glasius, Marlies And Kaldor, Mary And Anheier, Helmut K., (Ed.) Global Civil Society Yearbook, Oxford University Press, Oxford, 2002, s.155 57 Uluslararası Ceza Divanı’nın temel özellikleri şu şekildedir; (a) sürekli nitelikteki ilk uluslararası ceza mahkemesi olması, (b) devletleri değil, kişileri yargılamak üzere kurulmuş olması, (c)bağımsız bir uluslararası yargı organı olması, (d) yargı yetkisinin ulusal yargı yetkisini tamamlayıcı nitelikte olması, (e) yargı yetkisinin geçmişe yönelik olmaması, (f) statü sahibi kişileri ceza kovuşturmasından koruyan teminat veya dokunulmazlıkların öngörülmemiş olmasıdır. http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhak sorumluluklarını yerine getirmelerine yönelik önemli adımların atıldığı bir dönemi simgelemektedir.58 Mckay kaleme aldığı makalesinde, uluslararası ceza hukuku adına çok önemli gelişmelerin kaydedildiğini belirtmekle beraber, Roma Statüsü sonrasında oluşturulan sistemin kendi kendine ne kadar yetebileceğini ve rolünü ne kadar süre ile hangi ölçütlerde devam edebileceğini sorgulamıştır. Yazar, mahkemenin ‘tamamlayıcılık ilkesi’ nedeniyle ulusal mahkemelerle olan ilişkisinin önemi vurgulamış, mahkemenin davalarda ‘öncelikli yetkisi’ olmadığını ama ‘tamamlayıcılık görevini’ üstlendiğini belirtmiştir. Diğer deyişle, yazara göre, davalarda bahsi geçen yargılama sürecinde mahkemenin ne derece ve nasıl bir kilit rol oynayacağı, gelecek dönemde uluslararası adaletin sağlanması ve ceza hukukun gelişimi açısından önemli bir gösterge olacaktır. Mahkemenin önceki yargılamalara göre, zaman, bölge ve kişisel kısıtlamalara tabi tutulmaması, güçlenmesi, ıslahı ve gelişimi açısından büyük bir fırsat olarak yorumlanmıştır. Ancak Mckay, mahkemenin gelecekteki başarısı için Uluslararası hukukta küresel uyum ve uzlaşmanın şart olduğunu öne sürmüş; bunun da ancak mahkemede görev alan kişilerin çabası ve ülkelerin Statüyü kabul ederek yargılama yetkisini kabul etme niyetleri ile mümkün olabileceğini ileri sürmüştür.59 3.2. Türkiye’nin Roma Statüsü’ne Uyum Çalışmaları ve Yeni Türk Ceza Kanunu Geçmişten günümüze kadar, Türkiye’nin insan hakları hukuku, uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası mahkemelere taraf olma yönünde olumlu tutum sergilediği gözlenmektedir. Türkiye’nin mevcut durumda imzalamış olduğu sözleşmeler ve yargı yetkisini kabul ettiği mahkemeler; Cenevre Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa insan Hakları Sözleşmesi vb, UCM’ ye taraf olması yönünde önemli geri bildirimler vermektedir. 58 J.Peter Pham, Politics and International Justice in a World of States, War Crimes and Realpolitik: International Justice from World War I to the 21st Century by Jackson Nyamuya Maogoto, Lynne Rienner Publishers, 2004, s.129 59 Bkz: Leanne Mckay, Characterising the System of the International Criminal Court: An Exploration of the Role of the Court Through the Elements of Crimes and the Crime of Genocide, International Criminal Law Review 6: 257–274, 2006. Türkiye, UCM Statüsüne uyum için gerekli çalışmaları çok daha öncesinde başlatmış, ulusal mevzuatta önemli değişiklikler yapmıştır. Başbakan Erdoğan’ın 8 Ekim 2004 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde yaptığı konuşmada, “Yakında Türkiye Roma Statüsünü onaylayacak… ve Uluslararası Mahkeme Sözleşmesinin bir parçası olacak” demesi, konunun resmiyet kazanması açısından önemli bir gelişme olarak yorumlanmıştır. Nitekim aynı yıl içerisinde Statüde yer alan ‘soykırım ve insanlığa karşı suçlar’ bölümüne uygun şekilde yeni Türk Ceza Kanunu’na sırasıyla 76. ve 77. maddeler eklenmiş, Anayasa’nın “Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar” başlıklı 38. maddesinin ilgili paragrafı; “Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez” şeklinde değiştirilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nda insanlığa karşı suçlar, 26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilen ve 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Ceza Kanunudur.60 Esasında, Statüye uyum amacıyla yapılan düzenlemeler, söz konusu metinde sayılan insanlığa karşı suç oluşturan fiillerden bazı noktalarda önemli farlılıklar arz etmektedir. Bu hususta en dikkat çekici ayırım; YTCK’da siyasal ve felsefi boyutun maddeye eklenmesi ve insanlığa karşı suç oluşturan fiillerin “toplumun bir kesimine karşı” işlenmiş olmasıdır. Statüde ise, insanlığa karşı suçlar “sivil halka yönelik bir saldırının parçası” olarak yer almaktadır. Diğer yandan 77/1’de yer alan fiillerden; kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet, kişi hürriyetinden yoksun kılma, bilimsel deneylere tabi kılma, cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı, zorla fuhşa sevk etme suçları, TCK’nın diğer kısımlarında “adi” suçlar olarak da düzenlenmiş olup, zorla hamile bırakma suçu ise TCK’da doğrudan düzenlenmemiştir. Ayrıca TCK’nın 13’üncü maddesinde yurt dışında işlenmiş olan soykırım, insanlığa karşı suçlar, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçlarının Türkiye’de kovuşturulması açısından evrensellik ilkesi kabul edilmiştir. Yani söz konusu suçların yurt dışında işlenmesi halinde, failin ve mağdurun vatandaşlığına bakılmadan, failin Türkiye’de bulunması da gerekmeden hakkında Türk kanunlarının uygulanması öngörülmektedir. Ancak 60 Kanunda, İkinci Kitap (Özel Hükümler) Birinci Kısmında (Uluslararası Suçlar) insanlığa karşı suçları şu şekilde tanımlamaktadır: “Md.77 (1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plân doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur: a) kasten öldürme b) kasten yaralama c) işkence, eziyet veya köleleştirme d) kişi hürriyetinden yoksun kılma e) bilimsel deneylere tâbi kılma f) cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı g) zorla hamile bırakma h) zorla fuhşa sevketme (2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır. (3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur. (4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.” http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237.html ülke sınırları dışında işlenen insanlığa karşı suçları Türk savcısının soruşturması fiilen mümkün olmadığı gibi, fail Türkiye’de olmadığı için hukuken yargılama yapılması da mümkün gözükmemektedir.61 Genel olarak değerlendirdiğimizde, Türkiye’nin Mahkeme’nin yargı yetkisini tanıma ihtimali ışığında yukarıda bahsi geçen düzenlemeleri yapmış olması ve bu konuda ilerleme sağlaması son derece önemlidir. Ancak Türkiye’nin Statüye taraf olup olmaması çok tartışmalı bir durum olup, kendi içerisinde önemli çekinceleri barındırmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin terörle mücadelesi ve bazı kesimlerce iddia edilen “Ermeni Soykırımı” iddiaları büyük önem taşımaktadır. Zira Mahkeme’nin yargı yetkisine giren suçların cezalandırılması öncellikle devletin yetkisindedir. İlgili devletin suç işleyen kişileri yargılamada isteksiz davranması veya bu kişileri yargılayamaması durumunda ise, Mahkeme yetkili olmaktadır. Dolayısıyla, Türk hukuk mevzuatında herhangi bir eksiklik olduğu takdirde, UCM’nin ‘tamamlayıcılık ilkesi’ devreye girecek ve bu durum ülkemizin aleyhine kolaylıkla dönüşebilecektir. Diğer yandan, UCM’nin Türkiye’ye karşı siyasi amaç olarak kullanılabileceği; Güvenlik Konseyi’nin kararları ile Mahkeme’nin hakim ve savcılarının ne ölçüde tarafsız hareket edip etmeyeceklerine yönelik önemli kaygılar yaşanmaktadır.62 Bu kaygıların da, özellikle Ermeni Sorunu’na yönelik olduğu aşikardır. Keza UCM Statüsünde terörle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmaması Türkiye’nin en çok çekince yaşadığı hususların başında gelmektedir. Nitekim UCM’nin kurulmasına dair BM Diplomatik Konferansı sonucunda imzaya açılan Roma Statüsünde çekimser oy kullanan 21 Devlet arasında Türkiye vardır.63 Türkiye’nin çekimser kalma nedenin temelinde yatan unsur da “terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığı” suçlarının statü kapsamına alınmaması, saldırı ve insanlığa karşı suçların tanımının açıkça yapılmamış olmasıdır.64 61 Uğur Bayıllıoğlu, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2007, Cilt 56:1, ss. 81-82 62 Fatih Çınar, Uluslararası Ceza Mahkemelerin Gelişimi Işığında Uluslararası Ceza Divanı, Kazancı Hukuk, İstanbul, 2004,s.111 63 Türkiye, Barbados, Dominika, Hindistan, Jamaika, Sri Lanka ve Trinidad Tobago ile beraber yaptığı teklifte, Mahkeme’nin yargılama yetkisine giren suçların sayıldığı 5. maddeye, (d) ve (e) bentleri olarak, terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlarının da eklenmesini ve bu suçların tanımının Hazırlık Komisyonu tarafından açıkça yapılmasını istemiştir. Ayrıca Türkiye, Hindistan, Sri Lanka ve Cezayir verdikleri teklifte, terörizm suçunun insanlığa karşı suçlar içine dahil edilmesini de talep etmişlerdir. 64 Roma Statüsü’nün 8. maddesine göre, bir devletin toprakları üzerinde hükümet kurumları ile organize silahlı gruplar arasındaki uzun süreli silahlı çatışmalarda islenen savaş suçları Mahkeme’nin yargı yetkisine girmektedir. Bu bağlamda, terör örgütüne karsı yürütülen mücadelede yaşanacak insan hakları ihlallerine ilişkin iddiaların bir taraftan bireysel başvuru yolu ile Türkiye’ye karsı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülmesi mümkünken; diğer yandan bireysel ceza sorumluluğu açısından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi gündeme gelebilecektir. Terörizmin insanlığa karşı işlenen suç olarak nitelendirilebileceği görüşü, 11 Eylül eylemleri sonrasında uluslararası toplumda daha sık bir şekilde gündeme getirilmeye başlanmıştır. Özellikle terörist eylemlerin, pek çoğunun sivil bir halka karşı bilinçli ve tasarlanmış bir şekilde gerçekleştirilmesi insanlığa karşı işlenen suçlar bağlamında ele alınmaktadır. Bu bağlamda, Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisinin genişletilmesi üzerinde önemli görüşler bulunsa da, terörizmin tanımı, terörist eylemlerin kapsamı ve faaliyet alanlarına ilişkin genel kabul gören bir tanımın olmaması, söz konusu girişimleri yetersiz ve etkisiz kılmaktadır. Özetlemek gerekir ise; Türkiye’nin, özellikle UCM Statüsü’nün yürürlüğe girmesinden bu yana Statüye taraf olmak konusunda olumlu adımlar atması aynı zamanda büyük çekinceler sergilemesi kendi içerisinde çelişkili bir durumdur. Esasında, Türkiye’nin taraf olması yönünde AB tarafından büyük baskı yapılması ve yapılan girişimlerin daha ziyade siyasi bir tercihten kaynaklandığını göstermektedir. Zira Statü’ye taraf olan ülkeler arasında AB’nin henüz onay işlemlerini tamamlamamış olan Çek Cumhuriyeti dışındaki bütün üyeleri bulunmaktadır. Aynı şekilde, Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülkeden Türkiye ve Azerbaycan dışındakilerin tümü Statü’yü imzalamışlar, Ermenistan, Moldova, Çek Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Ukrayna dışındakiler ise onaylayarak taraf olduklarını beyan etmişlerdir. Sonuç Geride bıraktığımız 20. yüzyılda yaşanan Dünya Savaşları, iç savaşlar ve bölgesel çatışmalar sonucu milyonlarca insan ölmüş, soykırım, işkence, tecavüz, cinsel şiddet, etnik temizleme, silahlı eylem ve kötü muamele gibi ağır insan hakları ihlallerine maruz kalmışlardır. Yaşanan acı deneyimler, uluslararası toplum tarafından, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak ve ayırım gözetmeksizin her birey için gerçekleştirilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Nitekim uluslararası hukukun zaman içindeki gelişimi çerçevesinde devletlerin sorumluluğunun yanı sıra bireylerin de cezai olarak uluslararası suçları işlemekten dolayı sorumlu tutulmaları, yargılanmaları ve cezalandırmaları kabul edilmiştir. Bu gelişmelerin ardından, gerçek kişilerin işlemiş oldukları uluslararası suçların yine uluslararası niteliğe haiz bir ceza mahkemesi tarafından yargılanmaları gerektiği fikri doğmuştur. Bu bağlamda, ağır insan hakkı ihlallerini, devletler üzerinden değil bizzat suç teşkil eden fiilleri işleyen şahıslar üzerinden yargılamayı temel olarak amaçlayan Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Mahkeme, uluslar arası suçları (soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları, saldırı suçu) yargılamak üzere kurulan ilk sürekli uluslararası ceza mahkemesidir. Bu bağlamda daha önceden kurulan ad hoc mahkemelerin aksine Birleşmiş Milletler’e bağlı olmadan ancak işbirliğinde bulunan bağımsız bir mahkemedir. Diğer bir deyişle, Uluslararası Ceza Mahkemesi, bir anlamda son yıllarda ana hatlarından ziyade ayrıntıları belirmeye başlayan uluslararası ceza hukukunun ulaştığı zirveyi ifade etmektedir. Günümüzde, Mahkemeyi kuran Roma Statü’sünü imzalayan 139, onaylayan 108 taraf devlet bulunmaktadır. Türkiye ise Roma Statüsü’nü henüz imzalamamıştır. Dolayısıyla, Avrupa Konseyi içerisinde antlaşmayı imzalamayan tek ülke konumundadır. Esasında Türkiye, Statü’de yer alan suçlar çerçevesinde kendi iç hukukunda tadilata gitmiştir. Bu hususta, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda yapılan düzenleme ile Statü’de yer alan soykırım suçları anlayışı benimsenmiş, ancak insanlığa karşı suçlar bağlamında farklılıklar içeren maddelere yer verilmiştir. Makalede ayrıntılı ele alındığı üzere, Statü’ye taraf olunması halinde Türkiye hukuki ve politik açılardan büyük sorunlarla karşılaşabilecektir. Bu durumda, Türkiye’nin Mahkeme’nin yargı yetkisini kabul etmemesinde haklı çekincelere sahip olduğu görülmektedir. Sonuç itibariyle, Türkiye’nin kendi ulusal hukuk mevzuatını güçlendirmesi, kanunlar arasındaki uyumu sağlaması ve ondan sonra Roma Statüsü’ne taraf olması gerekmektedir. Kaynakça Kitap Adam Jones, Genocide: A Comprehensive Introduction, New York, Routledge/Taylor & Francis Publishers, 2006. Canan Ateş Ekşi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Seçkin, Ankara, 2004. William A. Schabas, Uluslararası Ceza Mahkemesine Giriş, Cambridge, Cambridge University Press, 2004. William A. Schabas, Genocide in International Law, Cambridge, Cambridge University Press, 2000. Marlies Glasius, Global Civil Society Yearbook, Oxford, Oxford University Press, 2002. Fatih Çınar, Uluslararası Ceza Mahkemelerin Gelişimi Işığında Uluslararası Ceza Divanı, Kazancı Hukuk, İstanbul, 2004. Yusuf Aksar, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Ceza Usul Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınları, 2003, s.19. Makaleler Arzu Alibaba, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Kuruluşu, AÜHF Dergisi, C: 49, S: 1-4, 2000. J.Peter Pham, Politics and International Justice in a World of States, War Crimes and Realpolitik: International Justice from World War I to the 21st Century by Jackson Nyamuya Maogoto, Lynne Rienner Publishers, 2004. Leanne Mckay, Characterising the System of the International Criminal Court: An Exploration of the Role of the Court Through the Elements of Crimes and the Crime of Genocide, International Criminal Law Review 6, 2006 Mary Deutsch Schneider, About Women, War And Darfur: The Contınuıng Quest For Gender Vıolence Justıce North Dakota Law Review, 83:915, 2007. Uğur Bayıllıoğlu, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:56, No:1, 2007 William A. Schabas, Origins of the Genocide Convention: From Nuremberg To Paris, Case Western Reserve Journal of International Law, No. 40, 2008. İnternet www.sway-uganda.org www.tbmm.gov.tr www.un.org www.usakgundem.com www2.icc-cpi.int www.icwc.de www.law.umkc.edu www.ohr.int www.ucmk.org.tr