TDV DIA - İslam Ansiklopedisi

advertisement
SAFEVILER
lerde açıklanmıştır. Meşhur yoruma göre,
Cahiliye döneminde haram aylardan muharremin ardından Araplar bu ayda savaşa çıkıp evleri boş kaldığı veya saldırdıkları
evlerin eşyasını alıp boşalttıkları için böyle
adlandırılmıştır. Bazı kaynaklarda, safer
adı kelimenin "sararmak" anlamıyla irtibatlandırılarak Cahiliye devrinde insanların yüzlerinin sararmasına yol açan veba
salgınının bu aya denk gelmesiyle açıkla­
nır. Bazılarında ise bu ismin Araplar'ın geçimlerini teminde önemli bir yere sahip
olan Yemen'deki Saferiyye adlı panayırla
ilişkili olduğu, hatta bu panayın kaçıran­
ların aç kaldığı belirtilir (başka açıklam a­
larla birlikte bk. Enis Feriha, s. 62-64). islami dönemde uğursuzluk anlamının silinmesi için bu aya "saferü'l-hayr" ya da "saferü'l-muzaffer" denilmiştir. Safer ayı Osmanlı belgelerinde ( ~) kısaltmasıyla gösterilmiştir. Arab- ı baide (Ad ve SemQd) döneminde mficir, Arab-ı aribe döneminde
şakil şeklinde anılan safer ayının islam öncesi dönemdeki en meşhur isimlerinden
biri nacirdir. Muhtemelen "şiddetli sıcak­
lık" anlamındaki necr kökünden gelen bu
kelimenin sıcak mevsimlerdeki diğer aylar için de kullanıldığı anlaşılmaktadır (adlandırmaların mevsimle ilişkisi hakkında
bk. Cevad Ali, VIII, 460-462)
islam'dan önce Araplar seneyi altı kıs­
ma ayınyar ve her kısım aynı adı taş ıyan
iki aydan oluşuyordu. Mesela iki safer, iki
cumada, iki rebl' vardı; bunları birbirinden ayırmak için birincisine "ewel", ikinciye "ahir" veya "san!" gibi sıfatlar ekleniyordu. Ayrıca nesi uygulamasıyla muharrem ayı saferin yerine kaydınlarak safer
ayı haram ay kabul ediliyordu. Muharrem
ayı "saferü'l-ewel" veya "saferü'l-muharrem", ikinci ay ise "saferü's-sani" diye adlandırılmakta, her iki ay "saferan" adıyla
anılmaktaydı. Önceleri sıfat olarak kullanı­
lan muharrem kelimesi daha sonra bu ayın
adı olmuş , ikinci safer de yalnızca safer
olarak isimlendirilmiştir.
Cahiliye devrinde safer ayı uğursuz kabul edildiğinden bu ayda umre yapmak
büyük günahlardan sayılıyordu. Yine bu ayda yapılan evliliklerin uzun ömürlü olmayacağı, başlanan işlerin sonuçsuz kalacağı
ya da kötü biteceği şeklindeki batı! inançların islam'dan sonra da varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Safer ayı hakkında­
ki Cahiliye anlayışını reddeden hadis (Buhar!, "Tıb", 19; EbO DavOd. "Tıb", 24), daha çok nesi uygulanarak saferin haram ay
kabul edilmesinin yasaklandığı şeklinde yo-
rumlanmıştır;
ancak bağlam bu ayla ilgili
geçersiz olduğu anlamının
çıkarılmasına da elverişlidir. Safer kelimesinin "karında yaşayan kurtçuk" anlamını
esas alan diğer bir yoruma göre ise bu hadiste, Cahiliye döneminde insan vücudunda yaşadığına ve acıktığı zaman insana musanat olup zarar verdiğine inanılan küçük
bir canlı kastedilmekte ve bu konudaki inanış reddedilmektedir. öte yandan bazı kaynaklarda hadis gibi aktarılan. "Safer ayının
çıkışını müjdeleyen kimseye ben de cenneti müjdelerim" şeklindeki rivayetin (Zekeriyya b . Muhammed el-Kazvinl. s. 69) aslının bulunmadığı tesbit edilmiştir (Radıy­
yüddin es-Sagani, s. 61; Şevkanl, s. 438) .
Aynı şekilde bu aya mahsus olduğu nakledilen namaz, dua vb. ibadetlerle ilgili rivayetlerin de aslı yoktur.
SAFEVILER
batı! inanışların
İslam tarihinde safer ayında meydana
gelen önemli olaylardan bazıları şunlardır:
ResOl-i Ekrem ile Hz. EbO Bekir'in hicret
için yola çıkma ları ve Sevr mağarasına sı ­
ğınmaları (1/622). Ebva (Veddan) Gazvesi (2/
623). Reel' ve Bi'rimaOne vak'aları (4/625).
Hayber seferi (7/628), Hz. Peygamber'in
kızı Zeyneb'in vefatı (8/629), ResGlullah'ın
vefatından önceki şiddetli hastalığı (ı l/
632). Sıffın Savaşı (37/657)
BİBLİYOGRAFYA :
Lisanü'l-'Arab, "şfr" md.; Buhar1, "Mena26, "Tıb", 25, 45; Yahya b. Ziyad
ei-Ferra, el-Eyyam ue'l-leya/1 ue'ş-şühür (nşr.
İbrahim ei-EbyarJ), Kahire 1400/1980, s. 4142, 47-49; Ezrakl. Al]baru Mekke (Meihas). I,
183-185; Mes'Qd1. Mürücü';:;-;;eheb (Abdülham1d). ll, 204-205; B1rQn1, el-A şarü'l-bakıye
'ani'l-kurüni'l-l]aliye (nşr. C. E. Sachau), Leipzig 1923, s . 60-63, 69; Radıyyüddin es-Saganı.
el-Meuzü'at (nşr. Necm Abdurrahman Haief),
Beyrut 1985, s. 61; Zekeriyya b. Muhammed
ei-Kazv1n1. 'Aca'ibü'l-mal]lükat, Beyrut, ts. (Darü'ş-şarki'l-Arabl), s. 69; Nüveyr1. Nihayetü'l-ereb,
I, 157-159; Kaikaşend1, Şubf:ıu'l-a'şa (Şemsed­
din). ll, 374 -380; Tecrid Tercemesi, Xll, 84-85;
Şevkani, el-Feua'idü '1-mecmü'a (nşr. Abdurrahman b. Yahya ei-Mualliml). Kahire 1380/1960, s.
438; Cevad Ali. el-Mu[aşşal, vııı, 454-462; Enls
Ferlha, Esma'ü'l-eşhür ue'l-'aded ue'l-eyyam ve
te{sfru me'anfha, Trabius 1988, s. 54 -64, 80-88,
90-92, 106-107; Amr Abdülmün'im. eş-Şaf:ıf/:ı min
[eta'ili's-sa'at ve'l-eyyam ve'ş-şühür ve me'btüdi'a fiha, Tanta 1413/1993, s . 66; E. Litmann,
"Über die Ehrennamen und Neubenennungen
der islamisehen Monate", Isi., VIII ( 1918). s. 227236; Seyyid Abdüihalik en-Nakv1, "Tal).l}iku esami'ş-şühüri'l-'Arabiyye ve eyyami'l-üsbü'", Şe­
kafetü'l-Hind, XIII/4, New Deihi 1962, s. 14-15;
inci Koçak, "Araplann Ay Takvimindeki Ay Adlan" , DTCFD, XXXVII/1-2 (1995). s . 395-406; Pakalın. lll, 89-90; A. J. Wensinck, "Safer'', iA, X, 53;
a .mlf.. "Şafar", EJ2 (İng .), VIII , 764-765.
tJ.bü'l-enşar" ,
~
M . KAMiL YAŞAROGLU
( wil,~ı)
İran'da 1501 -1 736 yılları arasında
hüküm süren bir hanedan.
L SiYASI TARİH
II. İDARE ve TEŞKilAT
III. İÇTİMAI ve İKTiSADI HAYAT
IV. İLİM ve KÜLTÜR
V. SANAT
L
_j
I. SiYASI TARİH
Adını merkezi Erdebil'de bulunan Safeviyye tarikatının plri Şeyh Safiyyüddin'den almıştır. Safiyyüddin'in etnik kökeni
belirsizdir. Bununla birlikte özellikle Safevi
Devleti'nin kurulmasından sonra yazılan
eserlerde onun Hz. Ali soyundan geldiği
ve yedinci imam Musa el-Kazım'a dayandığı ileri sürülmüştür. Hamdullah el-Müstevfi'ye göre (Nüzhetü'l-kulCıb, s. I 28) Şeyh
Safıyyüddin, Şafıl mezhebinden olup gençliğinde Şeyh İbrahim Zahid-i Geylani'ye bağ­
lanmıştı. Erdebil'de kurduğu tekke kısa sürede şöhrete kavuştu. İlhanlı hükümdan
tekkeye büyük saygı göstermekle kalmayıp gelirler tahsis etti. Safiyyüddin'in ölümünden (73 5/13 34) sonra tarikat şeyhli­
ğine önce oğlu Sadreddin, ardından onun
oğlu Hace Ali geçti. Böylece tasawuf geleneklerine aykırı olarak tarikat şeyhliği
babadan oğula intikal etti. Hace Ali'nin
Şi'iliğe temayülü tarikatın mahiyetini değiştirdi. Timur'un Anadolu seferinden
dönerken Hace Ali'yi ziyaret etmesi onun
nüfuzunu daha da arttırdı. Bu sayede
tarikat etraftaki ülkelerde faaliyetlerini
rahatça yürütme imkanı buldu. Hace Ali'den sonra tarikatın başına sırasıyla Şeyh
Şah İbrahim ve Şeyh Cüneyd-i Safevi geçti. Ancak Cüneyd'in şeyhliğine karşı çıkan
amcası Şah Cafer, Karakoyunlular'la iş birliği yaparak onu Erdebil'den uzaklaştırdı.
Şirvanşahlar ile yaptığı savaşta öldürülen
(864/ ı 460) Cüneyd'in ardından Safevi müridleri Haydar'a tabi oldular. Şeyh Haydar,
Erdebil'e giderek irşad faaliyetlerine devam etti. Anadolu, Suriye ve Azerbaycan'da bulunan Safeviye tarikatının takipçileri
Şeyh Haydar'ı ziyaret için büyük kafileler
halinde Erdebil'e geliyor ve tekkeye maddi destek sağlıyorlardı. Müridieri hızla artan Haydar tarikatın simgesi olarak onlara on iki dilimli kırmızı renkli başlıklar giydirdi. Böylece hem gücünü açığa vurmuş
hem de müridierinin tefrik edilmesini sağ­
lamış oldu. Safevi tarikatının takipçileri "kı­
zılbaş" adıyla anılmaya başlandı. Haydar,
babasının intikamını almak için kuzeyde-
451
SAFEVTLER
ki gayri müslim Çerkezler üzerine akınlar
yaparak elde ettiği ganimetieri müridieri
arasında paylaştırdı. Bu sayede etrafında
sadece müridieri değil aynı zamanda ganimet yoluyla kazanç sağlamaya çalışan
kişiler de toplanmaya başladı . Çerkezler'den vergi almakta olan Şirvanşah Ferruh
Yesar, Haydar'a karşı Akkoyunlu Hükümdarı Yakub Bey'den yardım istedi. Derbend
yakınlarında meydana gelen savaşta Akkoyunlular, Haydar'ı öldürüp (893/ 1488) cesedini Tebriz'e getirerek halka teşhir ettiler. Haydar'ın oğulları Ali, ibrahim ve henüz çok küçük olan ismail'i anneleriyle birlikte istahr Kalesi'ne hapsettiler. Akkoyunlu şehzadeleri arasında başlayan taht
mücadelelerinde kendisine Safevi müridlerinden destek bulmaya çalışan Rüstem
Bey, 898'de ( 1493) Haydar'ın çocuklarını
istahr'dan Tebriz'e getirtti. Daha önce iki
defa şeyhlerini kaybeden kızılbaşlar bu defa Sultan Ali'nin etrafında toplandı. Bu gelişmeler Akkoyunlular'ı rahatsız edince Ali
Erdebil yolunda öldürüldü. Kızılbaşlar Haydar'ın küçük oğlu ismail'i Erdebil'e götürüp gizlediler. Ancak Akkoyunlu takibi devam edince bu defa Gllan'a kaçırıp bölgenin ileri gelenlerinden Şemseddin Muhammed b. Yahya el-Lahld'ye emanet ettiler.
isınail burada geçirdiği sekiz yıl müddetince Şemseddin el-Lahlcl'den Kur'an, keIam ve hadis dersleri aldı; Şiiliğin esaslarını öğrendi.
Üçüncü defa olarak şeyhlerini kaybeden
ve ağır darbeler alan Safeviler küçük yaş­
taki ismail'e bağlanmakta tereddüt göstermediler. Akkoyunlu şehzadeleri arasın­
da devam eden taht kavgaları iran'da tam
bir istikrarsızlık doğurup her bölgede mahalli otoriteler görülmeye başlayınca kızıl­
baş Türkmen aşiretlerinin reisieri isınail'in
ortaya çıkması için uygun ortamın oluş­
tuğuna kanaat getirdiler. öte yandan Akkoyunlu ülkesi Elvend ve Murad arasında
paylaşılmış, Diyarbekir merkez olmak üzere Azerbaycan Elvend'in, Bağdat merkez
olmak üzere Irak-ı Acem ve diğer yerler
Murad'ın hakimiyetine geçmişti. On üç yaşında Lahlcan'dan ayrılan isınail Erdebil'e
geldi. Ancak burada mukavemetle karşıla­
şınca müridierinin çoğunlukta olduğu Anadolu'ya yöneldi. Erzincan'da Ustaclu (Ustacalu) Türkmenleri onu coşkuyla karşıla­
dılar. Burada iken her tarafa haber gönderilerek isınail'in şahlık mücadelesine giriştiği bildirildi. Avşar, Çepni, Ustaclu, Dulkadır, Rumlu, Şamlu , Tekelü Türkmenleri
başta olmak üzere kızılbaş Türkmenler,
isınail'in etrafında toplanmaya başladı. ismail'in yanındakilerin asıl amacı Orta Ana-
452
dolu'da siyasi birlik kurmaktı. Fakat Osmanlılar'ın sert tedbirler alarak kızılbaş
elebaşlarının ve önde gelen yandaşlarının
yollarını kesmesi umulan ölçüde destek
gelmesini önledi. Kızılbaşlar bir süre Erzincan yöresinde bekledikten sonra Tebriz'eyöneldiler (Emecen, s. 38-39). ÖnceŞir­
vanşahlar'ın ülkesine taarruz edilerek Şir­
vanşah Ferruh Yesar mağiGp edildi. 907'de (ı 50 ı) az bir kuwetle Akkoyunlu Sultanı Elvend'in 30.000 kişilik ordusu ŞerQr
yakınlarında yapılan savaşta ağır bir yenilgiye uğratıldı . Elvend Diyarbekir'e kaçtı. isınail Tebriz' e girerek tahta oturdu. On
iki imam Şilliğini resmi mezhep ilan etti.
Hutbelerde Hz. Ebu Bekir, ömer ve Osman'a lanet okunmasını emretti. Tebriz'de Akkoyunlu hanedan ailesine karşı katliarniara girişti. Hatta mezarları açtırarak
kemikleri yaktırdı. 909'da ( 1503) Irak-ı Arab
ve Fars hakimi Murad Bey'e karşı yürüyen
Şah ismail yine az bir kuwetle Hemedan
yakınlarında yapılan savaşta üstün geldi.
Murad önce Bağdat'a kaçtı; burada tutunamayınca Dulkadırlı Alaüddevle Bey' e sı­
ğındı. Şah ismail, 1S04'te sadık adamların­
dan Aykutoğlu ilyas Bey'in FlrQzkuh bölgesinin hakimi Hüseyin Kiya Çelavi tarafından öldürülmesi üzerine Firuzkuh'a yürüdü. Bölgenin önemli kaleleri olan Gülhandan, Firuzkuh ve Asta ele geçirildi. Aslında Şla mezhebinden olan Hüseyin Kiya
öldürüldü. Bu sırada Safevller'den kaçarak bölgeye sığınmış olan Musullu Türkmenler kılıçtan geçirildi. Bu zaferin ardın­
dan Mazenderan, Lahkan ve Cürcan Mkimleri Şah ismail'e gelip ona biat ettiler.
Böylece Safevller'in sınırları Hazar denizi kıyılarına ulaştı. Şah ismail, bu esnada
Yezd'e saldıran EberkGh hakimi Muhammed Kere'yi bertaraf ettikten sonra Yezd'e
girip ahalinin bir bölümünü kılıçtan geçirdi; aynı yıl Horasan da hakimiyet altına
alındı. öte yandan Dulkadıroğlu Alaüddevle Bey'in kendisine sığınmış olan Murad
Bey'i yeniden Akkoyunlu tahtına oturtmak
amacıyla Diyarbekir'i ele geçirmeye çalıştı­
ğı haberi gelince Şah isınail 912'de (ı 507)
Erzincan'a yöneldi. Osmanlı topraklarına
girerek Kayseri üzerinden Maraş'a ulaştı.
Dulkadıroğulları mukavemet göstermeyip
dağlara çekilince Maraş ve Elbistan'ı tahrip ederek Tebriz' e döndü. Diyarbekir ve
yöresi Safevller'e bağlanmış oldu. Ertesi
yıl Bağdat hakimiyet altına alındı.
Şah isınail'in ülkenin batıdaki toprakları
ile meşgul olmasından istifade eden Özbekler (Şeybanller) Horasan'ı ele geçirmiş­
ler, hakimiyetlerini Kirman'a doğru yaymaya çalışıyorlardı. Horasan'a yürüyen Şah is-
mail, Özbekler'i ağır bir yenilgiye uğrattı
(916/ 15 10) . Merv ve Herat hakimiyet altı­
na alındı . Şah ismail, Şeybfın'i Han'ın başını kestirerek Osmanlı Sultanı ll. Bayezid'e gönderdi. Ertesi yıl Anadolu'da Teke
Türkmenleri, Osmanlılar'a karşı isyan edip
Şah isınail'in hizmetine girmek amacıyla
iran'a yöneldiler. Osmanlı ordusu bu isyanı bastırmakta etkili olamadı. Türkmenler, Sivas yakınlarında yaptıkları savaşta reislerini kaybetmiş olmalarına rağmen iran'a
ulaşmayı başardılar. Ancak Şah ismilil, onların Erzincan yakınlarında ticaret kervanlarına saldırmış olmalarına hiddetlenerek
aşiret reisierini öldürttü. Türkmenler'i de
kızılbaş beyleri arasında paylaştırdı . 1S12'de Özbekler, Horasan'a saldırıp Herat'a kadar olan yerleri alınca Şah ismail, Özbekler'in üzerine yürüyüp Horasan bölgesiyle
Herat ve Bel h şehirlerini geri aldı. Safevller'e karşı isyan halinde olan Nesa ve Eblverd itaat altına alındı (9 ı 9/ 1513) .
Osmanlı Padişahı !1. Bayezid, Şah isına­
il'in Tebriz' e hakim olup tahta çıkması üzerine ona elçiler göndererek tebrik etmiş ,
ancak Şah isınail'in Anadolu topraklarına
olan ilgisi sürmüştü . 1S12'de Nur Ali Harı­
fe Rumlu kızılbaş Türkmenler'i Safevller'e
bağlamak amacıyla Anadolu'ya gönderildi. Tokat yakınlarında bir Osmanlı birliği­
ni yenilgiye uğratan Nur Ali Halife, Tokat'ta Şah isınail adına sikke kestirdi. Bu arada !1. Bayezid'in hal'inden sonra tahta geçmiş olan Yavuz Sultan Selim'e muhalefet
eden Şehzade Ahmed'in oğlu Murad adamlarıyla birlikte Safevller'e sığındı. Şah ismail ona Fars eyaletinde tirnarlar verdiyse de genç şehzade isfahan yakınlarında
vefat etti. öte yandan Diyarbekir hakimi
Muhammed Han Ustaclu, Memlük ve Dulkadır kuwetlerine karşı kazanılan küçük
başarılarla yetinmeyerek Yavuz Sultan Selim'e hakaretamiz ifadelerle dolu bir mektup gönderdi. Bütün bunlar Osmanlı Devleti'nin Safevller'e karşı harekete geçmesine sebep oldu .
Yavuz Sultan Selim, Anadolu'daki kızıl­
harekete geçme ihtimaline karşı
tedbir aldıktan sonra büyük bir ordu ile
iran'a yürüdü. Erzincan üzerinden Tebriz' e
doğru ilerledi. Hoy yakınlarındaki Çaldıran
ovasında yapılan savaşta Safeviler yeniidi
(2 Receb 920 / 23 Ağustos 1514). Şah ismail savaş meydanını terkedip Dergüzln'e
çekildi. Kızılbaş reisierinin pek çoğu savaş
meydanında öldü. Yavuz Sultan Selim Tebriz'e girdi. Burada bir hafta kaldıktan sonra Amasya'ya çekildi. Tebriz'de bulunan
sanatkarların büyük kısmını istanbul'a yolladı. Ardından Kemah, Harput ve Diyarbebaşların
SAFEVILER
kir Osmanlılar'ın eline geçti. Çaldıran mağ­
Iubiyeti Şah ismail'in yenilmezliği inancına
büyük darbe vurdu. Babür Şah, Kandehar ve Belh'i ele geçirdi. Ubeydullah Han
Horasan'a saldırdı. Buna karşılık Şah isman, Emir Han Musullu'yu oğlu Tahmasb'a
!ala yaparak Horasan'a gönderdi. Diğer kı­
zılbaş reisieri ülkede yer yer ortaya çıkan
isyan hareketlerinin bastırılmasıyla meş­
gul oldu . Şah ismail'in Osmanlılar'a karşı
Avrupalı devletlerle ittifak kurmaya çalış­
ması elçilerin zamanında yerine ulaşama­
ması yüzünden gerçekleşmedi. Şah 23 Mayıs 1524'te ölümüne kadar sakin bir hayat
sürdü . Şah ismail Azerbaycan, Horasan,
Fars , Irak-ı Acem, Kirman ve Huzistan'ı
kendisine bağlamış; Belh, Kandehar ve Diyarbekir ise zaman zaman Safevi hakimiyetinde kalm ıştı.
I. Tahmasb küçük yaşta tahta geçtiğin­
de ülke doğudan ve batıdan baskı altına
alınmıştı. Kızılbaş reisieri arasında devlet kademelerinde etkinliklerini arttırmak
amacıyla kuwetli bir rekabet bulunuyordu. Şah ismail zamanındaki şaha tam bir
itaatle bağlanma anlayışı büyük ölçüde
sarsılmıştı. Bu yüzden onun saltanatının
ilk yılları iç mücadeleler ve merkezi otoritenin tesis edilmesiyle geçti. Şah ismail'in
ölümünden sonra emlrülümeralık makamına yükselen Dlv Sultan - ı Rumlu devlet
işlerin i bütünüyle ele geçirdi. Ancak bu
durum uzun sürmedi. 932'de ( 1526) Kuzeybatı iran'da başlayan iç karışıklıklar kı­
sa sürede bütün iran'a yayıldı. Bu mücadeleler sırasında Ustaclular ağır bir darbe
alırken Tekelü aşiretinin gücü arttı. 1527'de Dlv Sultan-ı Rumlu'nun öldürülmesinin
ardından iktidar Tekelü aşiretinden Çuha
Sultan'a geçti. 1530'da Şamlular ile Tekelüler arasında meydana gelen savaşta Çuha Sultan öldürüldü. Hüseyin Han Şamlu
onun yerine geçti, ancak o da üç yıl sonra
ortadan kaldırıldı.
Öte yandan doğuda ve batıda ülkenin
tehdit altında idi. Eskiden beri Horasan'a hakim olmaya çalışan Özbekler iç
karışıklılardan istifade ederek Şah ismail'in
ölümünden hemen sonra saldırıya geçmiş­
ti. 1524'ten 1536'ya kadar defalarca Horasan'a saldıran Ubeydullah Han nihayet
Timurlular devrinin en önemli şehirlerin­
den olan Herat'ı ele geçirdi. Ancak Şah
Tahmasb'ın büyük bir ordu ile Horasan'a
yürümesi üzerine bölgeyi terketti. Safeviler herhangi bir direnişle karşılaşmadan
Herat'ı ve çevresini geri aldı. Kandehar'a
giden Şah Tahmasb burayı zaptettikten
sonra Kaçar Budak Han'ı vali tayin edip
Herat'a döndü. Kandehar ertesi yıl tekrar
sın ırla rı
Safevller'in elinden çıktı. 951 'de ( 1544) Babür' ün oğlu Hümayun, Tahmasb'dan aldı­
ğı yardımiara karşılık Kandehar'ı Safevller'e teslim ettiyse de şehir kısa bir süre
sonra elden çıktı ve 965'te ( 15 58) yeniden
Safevi hakimiyetine girdi.
Batıda Osmanlılar Azerbaycan'ı
tehdit
1531 'de Tekelü aşiretinin
iktidardan uzaklaştırılması üzerine Osmanlı Devleti'ne sığınmış olan eski Azerbaycan
beylerbeyi Ulama Han, Kanuni Sultan Süleyman'ı iran'da meydana gelen iç karı­
şıklılarla Özbekler'in saldırıları konusunda
bilgilendirdi ve onu iran'a sefer düzenlemeye ikna etti. Osmanlı sultanı Ulama Han'ı
paşa unvanıyla Bitlis'e gönderdi. Osmanlılar'ın bu tutumundan rahatsız olan Bitlis hakimi Şeref Han bölgesindeki kaleleri
Rujeki ağalarının muhafazasına verip Tahmasb'a sığındı. Sünni islam dünyasının koruyuculuğu misyonunu üstlenen ve Safeviler'i büyük bir tehdit unsuru olarak gören Kanuni Sultan Süleyman bu olayları
bahane edip Tebriz seferine çıktı. Vezlriazam Makbul i br ahim Paşa, Tebriz'e yürüyerek burayı ele geçirdi (941/1534) Kanuni Sultan Süleyman iki ay sonra Tebriz'e
geldi. Bu sırada Tahmasb, Özbekler ile savaş halinde idi ve Şamlular da ayaklanmış­
tı. Dulkadırlı ve Tekelü Türkmenleri'ne mensup bazı grupların Osmanlılar'a katılması
kızılbaşların mukavemetini biraz kırdıysa
da kışın erken bastırması yüzünden Kanuni Sultan Süleyman Bağdat'a çekildi ve burayı herhangi bir direnişle karşılaşmadan
ele geçirdi. Buna karşılık Şah Tahmasb da
Tebriz ve çevresini geri aldı. Daha sonra
Şah Tahmasb'ın Osmanlı l ar'a barış teklifleri olduysa da Kanuni Sultan Süleyman
bunları dikkate almadı (bk. IRAKEYN SEaltına almışlardı.
FERİ).
Şah
I. Tahmasb'a karşı isyan hareketiSafevi şehzadesi Elkas Mirza
başarısız olunca istanbul'a sığındı ve Kanuni Sultan Süleyman'ı iran'a karşı yeniden harekete geçm eye teşvik etti. 954'te
( 154 7) başlayan i ran seferi Elkas Mirza'nın
vaadlerinin gerçekleşmemesi yüzünden
beklenen faydayı sağlamadı, hatta onun
gözden düşmesine sebep oldu. 1549'da Erdelan yakınlarındaki Mihriban Kalesi'ne sı­
ğınmak zorunda kalan Elkas Mirza burada Safeviler tarafından yakalanarak Kahkaha (Alamut) Kalesi'ne hapsedildi ve bir
yıl sonra zehirlenerek öldürüldü. 961'de
( 1554) Osmanlılar'ın iran'a yöneldiği haberi üzerine Şah Tahmasb, Kanuni Sultan Süleyman'a elçiler gönderdi. Mektuplar teati
edilmek suretiyle 1555 yılından itibaren
Osmanlılar'la barış dönemi başladı. Şehzane
girişen
de Bayezid'in iran'a sığınması ilişkilerde küçük bir krize yol açtıysa da onun Osmanlılar' a teslimi ve katledilmesinin ardından
yeniden eski duruma dönüldü.
Öte yandan Osmanlılar'a karşı iran'dan
destek sağlamayı düşünen Avrupalı devletler, elçiler gönderip Safevller'i Osmanlılar'a karşı kışkırtmaya çalıştıysa da Şah
Tahmasb bunlara fazla itibar etmedi. Habsburg imparatoru V. Karl tarafından Şah
ismail'e gönderilen elçi onun ölümünün
ardından iran'a ulaşmış ve mektubu Şah
Tahmasb'a sunmuştu. 1571'de inebahtı
Deniz Savaşı'ndan biraz sonra Papa Pius.
Tahmasb'a elçiler yollayarak kendilerinin
karadan ve denizden Osmanlılar ' a karşı
harekete geçeceklerini, bu arada Safeviler'in de Suriye ve lrak'a saldırarak daha
önce kaybettikleri toprakları geri alabileceklerini bildirdi; ancak bu teklif de Safevi
hükümdannca makbul karşılanmadı. Hint
denizinde Osmanlılar'la mücadele halinde
olan Portekizliler'in 958 (1551) ve 982'de
( 157 4) girişimleri de Şah Tahmas b tarafından geri çevrilmişti.
Şah ı. Tahmasb ' ın 984'te (1576) zehirlenerek ölümü üzerine tahta kimin geçeceği hususunda yeniden rekabet başladı.
Ustaclular'ın desteğiyle Haydar Mirza tahta oturdu. Fakat Avşar, Rumlu ve Türkmen beylerinin muhalefetiyle tahttan indirildi ve yerine ll. ismail geçti. ll. ismail kı­
sa süren saltanatında kendisine rakip olarak gördüğü kardeşlerini ortadan kaldırdı.
Bu sırada henüz altı yaşında olan Herat
hakimi Abbas Mirza, onu öldürmeye gelen Ali Kulı Han-ı Şamlu 'nun tereddüt göstermesi sayesinde ölümden kurtuldu . ll.
ismail'in 13 Ramazan 98S'te (24 Kasım
1577) ölümü pek çok yönden karanlıkta
kaldıysa da gerek saray çevresinde gerekse halk arasında memnuniyetle karşılan­
dı. Bu esnada Şlraz'da bulunan Muhammed Hudabende Kazvin'e gelerek tahta
geçti (3 Zilhicce 9851 ll Şubat 1578). ll. ism ail'in ka rd eşl erini ö ld ü rttüğ ü ve Saf evi
tahtının varisi kalmadığı haberini alan Özbek Celal Han büyük bir ordu ile i ran topraklarına girip Meşhed'e kadar ilerledi. Ancak Meşhed hakimi Murtaza Kulı Han-ı
Pürnek ile yaptığı savaşta hayatını kaybetti.
iran - Osmanlı sınır boylarında yaşayan
Kürtler, ll. ismail'in ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklıktan faydalanıp Osmanlılar'ı iran topraklarına saidırmaları için kış­
kırtmaya başladılar. Şirvan şah ı da Sünni
mezhebine geçtiğini bildiren bir elçilik heyetini istanbul'a göndererek Safeviler'e karşı Osmanlılar'dan yardım istedi. Bu durum
453
SAFEVTLER
1SSS'te yapılan
barışın bozulmasına
ve Os-
manlı lar'ın iran'a saidırmasına yol açtı. So-
kullu Mehmed Paşa'nın karşı çıkmasına
rağmen lll. Murad, Vezir Lala Mustafa Paşa'yı iran üzerine gönderdi. Tebriz, Güney
Kafkaslar, Karabağ , Azerbaycan, Luristan
gibi batı toprakları Osmanlılar'ın eline geçti. Bu gelişmeler, kızı lbaş Türkmen kabileleri arasındaki çekişmelerin bir müddet
ortadan kalkmasına ve devletin yeniden
toparlanma sürecine girmesine ortam oluş­
turdu. Ferhad Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa kumandasındaki Osmanlı ordularının Azerbaycan topraklarına girmesi üzerine Hamza Mirza zayıf bir ordu ile
karşı koymaya çalıştı. Osmanlılar Tebriz'e
girdi ( 1585) . Hamza Mirza, Tebriz'i geri
alamadığı gibi 994'te (ı 586) ordugahta öldürüldü. Onun ölümü Abbas Mirza'nın tahta geçmesinin yolunu açtı. Ancak bu durum Türkmen reisieri arasındaki iç mücadelelerin yeniden canlanmasına sebep
oldu. Abbas Mirza, Ustaclu Mürşi d Kulı
Han'ın desteğiyle Kazvin'e gelerek tahta
oturdu (Ekim ı 587) . Tahtını yeniden ele
geçirmek için bazı teşebbüslerde bulunduysa da başarılı olamayan Muhammed
Hudabende Kazvin'de öldü (1596).
ı.
Abbas tahta geçince ilk iş olarak iç
problemleri halletmek amacıyla ordu da geniş bir ıslahata girişti. Öncelikle kızılbaş
reisierinin gücünü kırmak için Şahseven
adıyla yeni askeri birlikler meydana getirdi.
Bu yeni ordu şaha sadık olduğunda şüp­
he olmayan kızılbaş Türkmenler'den baş ­
ka Gürcü, Çerkez, Ermeni ve diğer Kafkas
halklarından küçük yaşta iran'a gelen gulamlarla savaşlarda esir düşüp islamiyet'i
seçenlerden oluşuyordu . Bunların başına
daha önce İslam'a girmiş olan Ermeni asıl­
lı Allahverdi Han getirildi. Ayrıca tüfekçiyan ve topçuyan adıyla ateşli silahları kullanabilen birlikler kuruldu. Her ne kadar
bu birliklerin oluşturulmasında İngiliz elçileri Sherley kardeşlerin etkili olduğu söylenirse de bu husus açık değildir. Esasen
Safeviler daha Şah İsmail döneminden itibaren ateşli silahiara aşina idi. Yeni askeri
sistemin dışında kalan kızılbaş Türkmenler, gerek ateşli silahları kullanmaktan hoş­
lanmamaları gerekse siyasal ve ekonomik
güçlerini kaybetmiş olmalarından dolayı etkinliklerini hızla yitirdiler. Yine de Safevi
Devleti'nin son zamanlarına kadar, hatta
Nadir Şah döneminde bile Safevi ordusu
içindeki varlıklarını sürdürdüler.
Şah ı. Abbas'ın dış
politikada karşı karşıya kaldığı en önemli mesele iran'ın doğu­
da ve batıda toprak kayıplarına uğram ış
olmasıydı. Osmanlılar' ın Azerbaycan üze-
454
rindeki
Gence,
baskıları artmıştı .
Çok geçmeden
eline geçti (ı Eylül
ı 588) 998'de (ı 590) istanbul'da imzalanan Ferhad Paşa antlaşmasıyla Azerbaycan, Gürcistan, Dağıstan , Şirvan , Karabağ,
Gence, Bağdat, Luristan, Kürdistan, Tebriz, Karacadağ , Nihavend, Şehrizor bölgeleri Osmanlı hakimiyetine girdi. Ayrıca Osmanlılar, İran'da okunan hutbelerde ilk üç
hafifeye lanet edilmemesi şartını koydurdular. Bu antlaşma ile batı yönünden gelecek tehlikeler ortadan kalktığı için Şah
Abbas doğuya yönelip Horasan'ı ellerinde
tutmakta olan Özbekler'in üzerine yürüdü. 1S98'de Herat, Nlşabu r ve Meşhed'i
geri alarak hakimiyetini Belh, Merv ve Esterabad'a kadar genişletti. Ancak iki yıl
sonra Baki Muhammed Han Belh'i geri
aldı . Safevi ordusu ağır kayıplar vermesine rağmen Merv, Herat, Nesa, Ferah ve
Sebzevar (Beyhak) şehirlerini topraklarına
kattı . Ardından Özbekler ile uzun bir barış dönemine girildi. Öte yandan 160Z'de
Bahreyn, Dağıstan , 1606'da Gence, 1608'de Şirvan ve Gürcistan Saf evller'in hakimiyetine girdi. 16ZZ'de Portekizliler, ingilizler'in desteğiyle Hürmüz'den uzaklaştı­
Osmanlılar'ın
rıldı.
Özbek tehlikesini bertaraf ettikten sonra yeniden batıya yönelen 1. Abbas Azerbaycan , Nahcıvan ve Revan ' ı geri aldı . Osmanlı serdan Cigalazade Sinan Paşa'yı Tebriz'deyenilgiye uğrattı. Osmanlılar'la 1021'de ( 16 12) istanbul'da yapılan barışa aykı­
rı olarak askeri harekata devam edip Kerkük, Şehrizor, Kerbela, Necef ve Bağdat'!
ele geçirdi ( 1033/ 1624) . Böylece İran en geniş sınırlarına ulaştı. Dış tehlikelerin bertaraf edilmesine paralel olarak iran'da neredeyse bağımsız hareket eden mahalli
hakimler de ortadan kaldırıldı. Böylece Mazendaran, mıan, Lahican, Lar gibi pek çok
mahalli hanedana son verildi. Osmanlılar
karşısında alınan yenilgiler sebebiyle 1. Abbas'ın başşehri 1S98'de Kazvin 'den İsfa­
han'a taşımasından sonra bu şehir gerek
sanat gerekse ticaret bakımından büyük
bir gelişme göstermeye başladı. Savaş esiri olarak İran'a getirilmiş olan Gürcüler ile
Culfa bölgesinde bulunan Ermeniler'in büyük bir bölümü isfahan'da iskan edildi. İn­
giliz ve Hollandalı tüccarların başşehirde
temsilcilik açınalarına izin verildiği gibi bunlara geniş kapitülasyonlar tanındı.
ı. Abbas 1038'de ( ı6 29) vefat ettiğin­
de tahta geçecek kardeşi ve oğlu yoktu.
Çünkü şehzadelerin bir kısmı kör edilmiş ,
bazısı taht iddiasında bulunma ihtimaline karşı öldürülmüştü. Bu sebeple torun u
Sam Mirza (Saf! M i rza ·nın oğ lu). Şah Safi
adıyla tahta oturdu. O da devlet adamlarına ve şehzadelere karşı acımasızca davranıp pek çok önemli şahsiyeti idam ettirdi. Avusturya ile barış antiaşması yapmış olan Osmanlılar iran'a saldırdı. 1045'te (16 35) Revan Osmanlılar'a geçtiyse de
kısa süre sonra Şah Safi tarafından geri
alındı. Bu zaferin ardından Safevller'in barış teklifi Bağdat'ı geri almak niyetinde olan
Osmanlılar tarafından reddedildi. 1048'de
(1 638 ) Bağdat IV. Murad tarafından ele
geçirildi. 1049'da ( ı 639) OsmanWar'la imzalanan Kasrışlrin (Zühab) Antlaşması , Osmanlı-iran sınırını geniş ölçüde belirlediği
gibi iki ülke arasında. uzun süreli bir barış
döneminin de başlangıcı oldu. Öte yandan
Özbekler'in Horasan'a defalarca yaptıkları
akınlar yağma ve talan dışında etkisiz
kaldı.
Şah
Safi'nin 1OSZ'de ( ı 642) otuz bir yaaniden ölümü üzerine henüz on yaş­
larında olan oğlu Muhammed Mirza, ll.
Abbas adıyla tahta geçti. 10S8'de (ı64 8 )
Afganistan'a ordu sevkederek Kandehar
ve etrafındaki kaleleri hakimiyeti altına
ald ı . Babürlüler'in karşı sald ı rıları 1063'e
(ı 65 3) kadar sürdüyse de başarılı olmadı.
öte yandan Basra körfezindeki etkinliklerini arttırmaya çalışan Hollandalılar yeni
kapitülasyonlar elde etti. Ardından Fransızlar da ll. Abbas ' ın ölümüne yakın bazı
imtiyaziara sahip oldular.
şında
ll. Abbas ' ın 1077'de (ı 666) vefatından
sonra oğlu Safi Mirza, Şah Süleyman adıy­
la tahta geçti. O da selefieri gibi tahttan
indirilme korkusu ile saray ileri gelenlerine karşı katı bir tutum içine girip pek çok
kişiyi öldürttü. Barışçı bir dış politika takip ederek İran'ı savaştan uzak tuttu. Kişm
adasını işgal edip Benderabbas'ı topa tutan Hollandalılar' a karşı asker sevketmek
yerine müzakere yolunu seçti. Bununla birlikte Safevi Devleti'nin Şah Safi döneminde
başlayan çöküşü Şah Süleyman zamanın­
da daha da hızlandı. Onun 110S'te (1 694)
vefatının ardından yerine oğlu Sultan Hüseyin Mirza tahta geçti. Yeni hükümdar
her ne kadar zühd ve takva sahibi bir kişi
olarak tanınıyorsa da kısa süre sonra eğ­
lence ve işrete daha fazla zaman ayırma­
ya başladı . Bu durum sarayın masrafları­
nı iyice arttırdı. 1698'de ülkenin doğusun­
da bulunan BelGeller ayaklandı. Sultan Hüseyin Şah bu ayaklanmayı ancak Gürcü
Prensi ll. Giorgi'nin yardımı ile bastırabil­
di. Bu gelişmeler saraydaki Gürcü nüfuzunu daha da güçlendirdi. Şahın 1706'da
Kum ve Meşhed ' i ziyaret amacıyla 60.000
SAFEVILER
kişilik bir
kafile ile ayrılmasından sonra karAbbas Mirza isyan ettiyse de yine Gürcü beylerinden Keyhusrev tarafından isyan bastırıldı. 1709'da Galzay Afganlıları,
Mlr Veys kumandasında Kandehar'ı işgal
etti. Safevi kuwetleri arasındaki Gürcükızılbaş çekişmesi yüzünden Kandehar geri alınamadı. 171 S'te Abdall Afganlılar, Herat'ta isyan çıkarıp Meşhed'i kuşattılar.
Şah bunlara karşı üç ordu gönderdiyse de
başarılı olamadı. 1718'de yeni bir ordu hazırlamak bahanesiyle Kazvin'e geçti. Bu arada Mlr Veys'in 171 S'te ölümünden sonra
Afganlılar'ın başına geçen Mlr Mahmud,
Abdall Afganlıları ' nı yen di. Şah onu Hüseyin Kulı unvanı ile Kandehar valisi tayin
etti. Ancak Mahmud şahasadık kalmayıp
Kirman'ı ve ardından Meşhed'i zaptetti.
1722'de İsfahan yakınlarında Safevi ordusunu ağır bir yenilgiye uğratıp başşehri
kuşattı. Sultan Hüseyin Şah 30 Muharrem
113S'te (lO Kas ım 1722 ) kayıtsız şartsız
teslim olmak zorunda kaldı. Böylece Afganlılar, İran'ın resmi hakimi durumuna
geldiler. Öte yandan Kazvin'e kaçmış olan
Şehzade Tahmas b, ll. Tahmasb unvanı ile
şahlığını ilan etti. İran 'daki Afgan hakimiyeti sathl idi ve Tebriz, Kazvin, Yezd gibi
şehirler direnmeye devam ediyordu . Mlr
Mahmud Han 172S'te yeğeni Eşref Han
tarafından devrildi. Diğer taraftan Osmanlılar, İ ran'da meydana gelen gelişmelere
kayıtsız kalmayarak Safevi hükümdarını
yeniden tahta geçirmek amacıyla Afganlılar'ın üzerine yürüdü. Eşref Han, savaşa
yanaşmayıp İran'ın batı ve kuzeybatı topraklarının bir kısmını Osmanlılar'a terkederek barış imzaladı .
deşi
Avşarlar'ın Kırıklu abasına mensup olan
Nadir 1726'da Esterabad bölgesine yerleşmiş olan ll. Tahmasb'a katıldı. öncelikle
kabileler arasındaki çatışmalara son verdi. 1727-1729 yıllarında Herat'ta Abdall
Afganlıları ile savaştıktan sonra İsfahan'a
yürüyüp şehre girdi. Aralık 1729'da Eş­
refi Şlraz yakınlarında yenilgiye uğratarak
iran'dan çıkardı . Böylece İran'daki Afgan
SAFEVi HÜKÜMDARLARI
Sah ı s m a il
Tahmasb ı
ı s m a il ll
Muhammed Hudabende
Abbas ı
Sah Saf! ı
Abbas ll
Saf! 11 <Sa h Süleyman!
Hüseyin Mirza
Tahmasb ll
1144-1 148
Abbas lll
907 (1501)
930 (1524)
984 (1576)
985 (1578)
995 (1587)
1038 (1629)
1052 (1642)
1077 (1 666)
1105 (1694)
11 35 (1722)
(1732 -1736)
hakimiyeti sona erdi. 1733'te mu hasara etzaptedemediyse de Gence,
Tiflis ve Erivan' ı topraklarına kattı. Ruslar'la da başarılı bir şekilde mücadele edip
1735 tarihli Gence Antiaşması ile Derbend
ve Bakü'yü geri aldı . Bu arada Nadir Han
Avşar 1732'de ll. Tahmasb'ı tahttan indirerek onun oğlu lll. Abbas'ı tahta geçirdi.
Ancak Abbas'ın çocuk yaşta olmasından
faydalanarak 1736'da Nadir Şah unvanı ile
tahta geçti. Böylece 1722'den beri zaten
fiilen sona ermiş olan Safevi Devleti tamamen ortadan kalktı.
tiği Bağdat'ı
II. İDARE ve TEŞKiLAT
Safevi Devleti'nin kurulması İran tarihi
için dönüm noktası olmuştur. Bu tarihe
kadar küçük çaplı ve mahalli beylikler tarafından temsil edilen Şillik, Safevller'le
birlikte iran'ın resmi mezhebi haline gelmiş , devlet eliyle hızlı bir Şilleştirme politikası takip edilmiştir. Şii ezanı tesis edilmiş .
hutbelerde ilk üç halifeye ve Hz. Aişe 'ye
lanet okunması gelenek haline gelmiştir.
Muhammed Hudabende zamanında bu
gelenek yasaklandığı gibi bu tür davranış­
ların ortadan kalkması için tedbirler alın­
mış , fakat onun tahttan indirilmesinin ardından yeniden başlamıştır. Devlet kademelerinde yapılan görevlendirmelerde samimi Şiller'e öncelik verilmiştir (Abd\' Beg
Şlra z\' , s. 55) Şiiliğin her alanda geniş tesirlerine karşılık İran Devleti kavramı Safevller'in ilk dönemlerinde biraz müphem
kalmıştır. Her ne kadar Osmanlılar'ın iran'a
gönderdiği mektuplarda ve İskender Bey
Türkmen'in eserinde Mülk-i Iran, Memalik-i Iran gibi tabirler geçmişse de gerçek
anlamda Şah Süleyman zamanında Memleket-i Iran tabiri kullanılmaya başlanmış­
tır.
Safevller, devlet teşkilatında İlhanlı ve
Akkoyunlu geleneğini devam ettirmekle
birlikte kadim İran devlet anlayışının da
canlanmasına imkan sağlamıştır. Şah ismail, tıpkı islam öncesi dönemlerde olduğu gibi hem dini hem siyasi otoriteyi temsil etmekteydi ve " zıllullah fi'l-arz. nalb-i
imam mehdi (imam gaib)" gibi unvanlar taşıyordu. Onun zamanında tesis edilen vekll-i nefes-i nefis-i hümayun şahın vekilliğini yerine getirmekte olup kızılbaş reisler arasından seçiliyordu . Bu makam aynı zamanda mürşid-i kamil sayılan şahın
temsilcisi durumundaydı. Öte yandan Safevller'in ilk dönemlerinde şehzadeler devlet tecrübesi edinmeleri için bir kızılbaş
reisin lalalığında eyaletlerde görevlendirilirdi. Ancak Şah 1. Abbas'tan itibaren bu
geleneğe son verilmiştir.
Günlük işlerin yürütüldüğü divanın baş­
vezlriazam yapıyordu . Divanda
çok sayıdaki vezirden başka bir de vak'anüvis bulunurdu . Vak'anüvis aynı zamanda şahın münşisi idi. Divanda vezlriazamdan sonra korcubaşı, eşik ağasıbaşı ve kullar ağasıbaşı gelirdi. Maliye işleri müstevfi-i memalik unvanı altında bir vezirin uhdesinde idi. Sarayın bütün işlerinin yürütülmesi nazır-ı büyütat veya büyütat- ı hassa-i şe rlfe aitti. Safevller'in ilk dönemlerinde hem dini kurumların hem "adalethane"nin başında sadr bulunuyordu. Ne
zaman tesis edildiği belli olmamakla beraber sonraları adalet işleri divan beyinin
uhdesine verildi. Divan beyi en yüksek mahkeme görevini yürütüyordu. Bu görevin
başında çoğunlukla Türk kökenliler bulunkanlığını
maktaydı.
Bürokrasi Tacik olarak da adlandırılan
Fars kökeniilerio elindeydi. Bununla birlikte bu zümre arasında İskender Bey Türkmen, Budak Münşl, Hasan - ı Rümlü gibi
Türkmen kökenliler de bulunmaktaydı. Buna karşılık askeri sınıfı meydana getiren
kızılbaşlar hem merkezdeki hem eyaletlerdeki üst düzey görevleri ellerinde tutuyordu. Kızılbaş reisieri emlrü'l-ümera veya beylerbeyi unvanı ile eyaletlerde görevlendirildiğinde maiyetlerinde bulunan kabileleriyle birlikte gidiyor, kabilesinin erkekleri aynı zamanda onların askeri gücünü oluşturuyordu . Bu vesile ile eyaletlerin gelirlerini tasarruf ediyor, savaş halinde kendilerine tabi askerlerle orduya katılıyordu . Bununla birlikte iç huzursuzluklar veya kendi aralarında meydana gelen
çekişmeler ordunun savaş gücünü büyük
ölçüde azaltıyordu .
Ülke Şirvan , Karabağ, Azerbaycan, Hemedan, Irak-ı Arab, Fars, Küh, Gl! üye, Kirman, Kandehar, Belh , Herat, Merv, Meş­
hed, Esterabad gibi çok sayıda eyalete bölünmüştü . EyaJet idaresine genellikle bey,
han veya sultan r ütbesiyle Türkmen kökenli reisler gönderilirdi. Bazı eyaletler ise
şehzadelere tahsis edilirdi. Safevller'in ilk
dönemlerinde eyaletlerin idaresini elinde
bulunduranlar hangi rütbeye sahip olursa olsun hakim olarak nitelendirilirdi. Ancak sonraları en yüksek idari makamı tanımlamak için beylerbeyi unvanı kullanıl­
maya başlanmıştır. Bununla birlikte kaynaklarda nadiren emlrü'l-ümera ve han-ı
hanan unvaniarına rastlanmaktadır.
Topraklar şahın malı sayılırdı . Geniş arazilere sahip hanedan üyeleri ve saray ileri gelenleri gelirlerinin bir bölümünü , bazan tamamını müsadere edilmesi korku-
455
SAFEVTLER
su yahut dini gerekçelerle vakıflara bağış­
lardı. Öte yandan Selçuklular'da da uygulanan ikta geleneğinin bir devamı olarak
idarecilere veya askeri sınıfa "tuyul" adıy­
la araziler tahsis edilirdi. Tuyul toprakları
ya daimi veya bir yıllık sürelerle verilirdi.
Askeri sınıftan olup kendisine tuyul tahsis edilenler sipahiliği terketmediği müddetçe ömür boyu toprağı tasarrufunda tutar ve erkek eviadına devredebilirdi. Yıllık
olarak tahsis edilen tuyullar her yılın sonunda yenilenir veya başkasına verilirdi.
III. İÇTİMAI ve İKTiSADi HAYAT
SafevTier'in ilk dönemlerinde İran'da yaşayan ahalinin büyük bölümü Sünni idi.
Bu durum yeni mezhebin yayılmasında büyük,bir engel gibi görünse de Şah İsma­
il'in aldığı sert tedbirlerle Şiilik kısa sürede bütün İran'ı kapsayan bir mezhep haline geldi. Bir Venedikli tüccarın anlatlığına
göre Tebriz Meydanı'nda toplanan halka
önce Şii fıkhı anlatılıyor, daha sonra şey­
hülislamın nezaretinde topluca mezhep
değiştirme işlemi yerine getiriliyordu. Ülke
genelinde halkın yeni mezhebe geçmesi
telkin ediliyor, aksi halde katliamlar yapı­
lıyordu.
Safevller'de hakim
unsurları
Türk boy-
ları oluşturuyordu. Özellikle Şamlu, Ustac-
lu, Türkmen, Rumlu, Dulkadırlı, Avşar, Tekelü, Kaçar gibi Türk boyları öne çıkmış­
tı. Talış, Rujeki 1 Ruzeki, Pazuki, Erdelan
gibi Fars asıllı kabileler de mevcuttu. Şah
Abbas'tan itibaren bu boylar merkezlleş­
me eğiliminin güçlenmesiyle nisbeten etkilerini kaybetmiştir. Orta tabakayı tacirler, küçük esnaf, işçi ve çiftçiler teşkil ediyordu. Şii ulema son derece nüfuz kazanmıştı. Vakıf mülkler bunlara tahsis edilen
bağlar, evler, dükkan, hamam ve kervansaraylardan ibaretti.
Şah İsmail'in tahta geçmesiyle birlikte
ilksikke Tebriz'de kesilmişti. Tümen adı verilen sikke yaklaşık olarak 10.000 gümüş
dinar değerindeydi. İlk altın sikke eşrefi
adıyla tedavüle çıkmış olup Mısır Memlükleri'nde görülen eşrefinin taklidi idi. Paraların bir yüzünde sultanın adı, diğer yüzünde Şiiliğin göstergesi olarak "la ilahe
iliallah Muhammed ün resCılullah All veliyyullah" ibaresi yazılırdı.
İktisadi hayatın temelini tarım ve hayBu ayırım aslında
İran toplumunu meydana getiren Türkler'le Farslar'ın hayat tarzını tanımlamaktay­
dı. Çünkü hayvancılık daha çok konar göçer hayatı devam ettiren Türkmenler'in
elindeydi. Türkmenler han veya bey adı verilen bir aşiret reisinin etrafında cemaatvancılık oluşturuyordu.
456
ler halinde yaşıyor, yaygın olarak koyun besliyordu. Her ne kadar Selçuklular'ın İran'­
da hakimiyet kurmasından itibaren özellikle Kuzey İran topraklarında büyük ölçüde Türk yerleşmesi meydana gelmişse
de tarım hayatı genellikle Farslar tarafın­
dan temsil edilmekteydi. Köylüler topraklarını sulamada su kuyularından ve sulama kanallarından istifade etmeye çalışır­
dı. Orta ve Güney İran'ın büyük bölümünda yazlar kurak geçtiğinden hemen hemen her yerleşim yerinde büyük samıç­
lar inşa edilmişti.
Safevller'in ilk dönemlerinde iç ticaretin
önündeki en büyük engel ülkede yol ağı­
nın düzenli ve güvenli olmamasıydı. Şehir­
lerin birbirinden uzak oluşu da taşımacı­
lık açısından önemli bir engeldi. 1. Abbas
zamanında köprüler ve kervansaraylar yapılarak yol ağı daha güvenilir ve kullanıla­
bilir hale getirilmiş. İpek yolunun güzergahının İsfahan'dan geçmesini sağlamak
amacıyla Orta İran'da yer alan Kevir çölünü kateden bir yol inşa edilmiştir. Bu dönemde Tebriz, İsfahan, Kazvin, Şlraz gibi
şehirler hızla gelişmeye başlamıştır.
Şehirlerde ticari hayat daha çok Ermeni, yahudi ve Hintli tüccarların elindeydi.
Yahudiler ve Hintliler kıymetli madenierin
ticaretiyle meşgulken Ermeniler dış ticareti ellerinde bulunduruyor ve neredeyse
bütün Avrupa şehirlerini dolaşıyordu. Ermeniler sayesinde İran ipeği ve halısı Avrupa'nın en uzak şehirlerine kadar pazarlana biliyordu. İç ticaretin gelişmesinden
çok dış ticarete önem veren 1. Abbas, Ermeni tüccarların Avrupa ile bağlantısından
istifade etmek için Azerbaycan'ın Culfa
şehrinde bulunan Ermeniler'in büyük bir
bölümünü İsfahan'a nakledip yine Culfa
adıyla yeni bir yerleşim yeri kurmuş ve onlara geniş imtiyazlar tanımıştır.
İran ipeğinin üretimi büyük ölçüde devletin tekelindeydi. XVII. yüzyılın ortaların­
da Büyütat-ı Hassa-i Şerlfe'ye bağlı olarak
otuzdan fazla imalathane bulunuyordu ve
burada yaklaşık 5000 sanatkar çalışıyordu.
Kazvin, Tebriz ve İsfahan ipek ticaretinin
yapıldığı başlıca şehirlerdi. İran ipeği Tebriz üzerinden Bursa'ya ve İstanbul'a, buradan Balkan ülkelerine kadar uzanıyordu.
Osmanlı-İran savaşlarının yoğunlaştığı dönemlerde ipek ticaretinde aksamalar olmakla beraber özellikle Akdeniz limaniarına ulaşım için kullanılan Tebriz-Halep yolu önemini daima korumuş. coğrafi keşif­
lerden sonra bile canlılığını sürdürmüştür.
Osmanlılar'ın 1639'da Safev11er ile barış antIaşması imzalamasının ardından bu yol daha çok tercih edilir olmuştur. öte yandan
İran ile ticareti geliştirmeye çalışan ve
bazı imtiyazlar elde eden İngilizler'in Teb-
riz-Halep yolunu tercih etmekle beraber
Karadeniz'in kuzeyinden dolaşmak suretiyle Kafkaslar veya Hazar denizi üzerinden İran'a ulaşma gayretleri bu yolun güvenli olmaması yüzünden kısa zaman içinde kesintiye uğramıştır. Basra körfezine
yerleşmeye çalışan Hollandalılar, İran'da
ticaret yapma imtiyazı elde etmişti. Bunlar ipekli dokumaların yanı sıra baharat.
altın ve gümüş ticaretiyle meşgul oluyordu. Ancak sarayın tezgahlarında dokunan
ipeğin kalitesinden şikayetçiydiler ve bunu d üzeltmek için gayret sarfediyorlardı.
Fransızlar bölgeye biraz geç gelmişse de
kısa sürede imtiyazlar elde etmiştir. XVII.
yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa'da
ipeğe olan ilginin azalması, İran ipeğinin
değer kaybetmesine ve ipek ticaretinin giderek önemini yitirmesine sebep olmuş­
tur.
Avrupa pazarlarında İran halısının en
güçlü rakibi Osmanlı halıları idi. Osmanlı­
Safevi savaşları ticaret yollarından mal akı­
şını büyük ölçüde etkilediğinden İstan­
bunu halı tüccarları Avrupa'ya İran halıla­
rına nazaran daha gösterişli ve daha ucuz
olan Türk halılarını kolayca pazarlayabiliyordu. Her ne kadar İran halıları deniz yoluyla Hollanda ve İngiltere pazarlarına ulaşıyorsa da hiçbir zaman ipek ticareti kadar önemli bir mevki yer etmemiştir.
IV. İLİM ve KÜLTÜR
Timurtutar ve İlhanlılar devrine göre Safevl dönemi İran'ı ilim merkezi olmaktan
çok uzaktı. Bununla birlikte İran ordusunun ateşli silahlardan yoksun olmasından
dolayı Osmanlı-Safevi mücadeleleri boyunca onların özellikle askeri teknolojiye ilgisini arttırmıştı. Venedikli bir tüccarın naklettiğine göre daha Şah İsmail döneminde İran ordusunda Osmanlı tarzı top dökümü yapan Ermeni mühendisler bulunuyordu, ancak Şah ı. Abbas zamanına kadar tophane kurulamamıştı. Şah Abbas
döneminde İran'a gelen Sherley kardeş­
ler yanlarında bazı askeri teknoloji kitapları ile top dökümünü bilen bir mühendis
getirmişlerdi. Başta Portekiz olmak üzere
Avrupa devletleriyle olan münasebetler Safevller'in eline kıymetli topların geçmesine
vesile olmuştu.
öte yandan geleneksel olarak astronomiye ve ilm-i nücOma ilgi devam ediyordu. Şah İsmail, Meraga Rasathanesi'nin
yeniden canlandırılması için gayret gösterdiyse de başarılı olamadı. Oğlu Şah 1.
Tahmasb, İsfahan'da saltanat sarayında
SAFEVILER
rasat
çalışmaları yapılması
için gayret gösve yıldız cedvellerinin hazırlanma­
sını sağlamıştı. Usturlap ise hem oldukça
geliştirilmiş, hem de sanatkarane bir estetiğe kavuşturulmuştu. Safevi sarayında
pek çok müneccim bulunuyordu. Bunlar,
gelecekle ilgili tahminierin yanı sıra bazı
hastalıkların tedavisiyle ilgili görüşler öne
sürüyordu. Bu durum sarayın tabipleriyle
kuwetli bir rekabetin doğmasına yol açtermiş
mıştır.
Tıp konusunda en önemli şahsiyetler­
den biri, Herat ve Rey'de tahsil görmüş
olan Muhammed Hüseyin Nurbahşl Bahaüddevle'dir. Onun 1501 'de yazdığı Ijulaşa­
tü't-tecarib adlı eser kısa sürede şöhret
sahibi olmasını sağlamıştır. Meşhed'deki
şifahanede çalışan imadüddin Muhammed
Şlrazl 1S69'da yazdığı risalesinde özellikle
frengi hastalığının tedavisinden bahsetmiştir. Şah I. Abbas zamanında Safevi
sarayında çok sayıda tabip bulunuyordu.
Özellikle devletin çöküş sürecine girmeye
başlamasıyla pek çok tabip Hindistan'a
göç etmiştir. Bunlar arasında Elfa?-ü'ledviye ve Dara Şükuhi adlı risalelerin
müellifi NGreddin Muhammed de bulunuyordu. İlaçların hazırlanmasında geleneksel yöntemler kullanılıyordu. Büyı1tat-ı Hassa'ya bağlı bir de ilaç imalathanesi vardı.
Hekimbaşı devletin sağlık işlerinden ve tabiplerin faaliyetlerinden sorumlu idi.
Safevi hakimiyeti Şiiliği resmi mezhep
haline getirince bu fıkhı iyi bilen alimiere
ihtiyaç duyulmuştu. şrı ulemanın azlığı yüzünden Lübnan ve Bahreyn'den alimler
iran'a davet edilmiş, bu durum ilk Şii metinlerinin Arapça olarak kaleme alınması­
na veya Arapça'dan Farsça'ya tercümeierin başlamasına ortam hazırlamıştır. Tarikatların da Şiiliğin gelişmesine ciddi katkısı olmuştur. Aynı dönemde Sünnlliğe
reddiye türü risalelerin kaleme alınmasın­
da belirgin bir artış gözlenıneye başlan­
mıştır. Gerek Şiiliğin ihyası ve mahiyetinin anlaşılması yolunda yapılan tartışma ­
lar gerekse reddiye türü eserlerin yazılma­
sı felsefe alanında Şeyh Bahaeddin Amm.
Mir Damad, Sadreddin-i Şlrazi (Molla Sadra). Abdürrezzak b. Ali el-Lahicl, Kadı Said-i Kum'i gibi fakih ve filozofların yetiş­
mesine imkan sağlamıştır. Şlraz Medresesi dönemin en meşhur eğitim kurumu
idi. Burada nakli ilimierin yanı sıra ilm-i
n ücum, fizik, kimya, riyaziyat ve felsefe
okutulmaktaydı. Şah 1. Abbas tarafından
Molla Abdullah-ı Şüşteri adına yaptırılan
medrese devrin en meşhur Şii fakihlerini
bünyesinde toplamıştı. Safeviler döneminde birçok edebi ve tarihi eser kaleme alın-
mıştır. İran edebiyatı Safeviler zamanında
gelişmiş, ayrıca tarihçilik önemli bir aşa ­
ma kaydetmiştir (bk. İRAN [Edebiyat]).
BİBLİYOGRAFYA :
Müstevfı. Nüzhetü'l-~ulab
(Strange). s. 128;
İbn Bezzaz, Şa{vetü'ş-şafa' (nşr. Gulam Rıza Taba-
taba1). Tahran 13'l6, s. 71; Aşıkpaşazade, Tarih, s.
264-269; Hund, Tarib-i 'Alem' ara-yı Emini (nşr.
M. Ekber Aş1k), Tahran 2003; Seyyahların Gözüyle Sultanlar ve Savaşlar: Giovanni Maria
Angiolello, Venedikli Bir Tüccar ve Vincenzo
D'Alessandri 'nin Seyahatnameleri (tre. Tufan
Gündüz). İstanbul 2007, s. 123-216; Handmlr,
ljabibü's-siyer (nşr. M. Debir-i Siyaki), Tahran
1362 hş., IV, bk. İndeks; Emir Mahmud Handmlr.
Tar1f:ı-i Şah İsma'1l ve Şah Tahmasb-ı Şafev1:
;;eyl-i Tarib-i ljabibü's-siyer (nşr. M. Ali Cerrahi) , Tahran 1370; Cihtingüşa-yılja~arı: Tarib-i
Şah İsma'1l (nşr. AD. Muztar). İsiamabad 1984;
M1r Yahya Kazv1n1, Lübbü't-tevar1b, Tahran 1363
hş., s. 387, 418; Nizamşah!, Tarib-i Elçi-i N[?amşah (nşr. M. Rıza Nas1r1- K. Haneda), Tahran 1379,
bk. İndeks; Gaffarı, Cihan' ara (nşr. Mücteba M1novl) . Tahran 1343 hş., s. 257-310; Tahmasb b.
Şah İsmail. Te?kire, Tahran 1363; Abd! Beg Ş!razı,
Tekmiletü 'l-abbiir(haz Abdülhüseyin Neva1). Tahran 1369 hş., s. 36-60; Hasan-ı Rumlu, Af:ısenü't­
tevarib, Tahran 1347, III, bk. İndeks; Budak Münşl Kazv!nl, Cevahirü'l-abbiir(nşr. Muhsin Behram
Nejad). Tahran 1378/2000, s. 150-230; Tarib-i Kı­
zılbaşan (nşr. M1r Haşim Muhaddis). Tahran 1361;
Alem' ara-yı Şah Tahmasb (nşr. lrec Efşar). Tahran 1370, bk. İndeks; İskender Bey Münş!, Tarib-i
'Alem' ara-yı 'Abbasi (nşr. M. İsmail Rıdvan]), Tahran 1377, I-III; Hüseyin b. Abdüzzahid, Silsiletü'nneseb-i Şafeviyye, Berlin 1965, s. 10-16; Tarih-i
'Alem' ara-yı Şafevi (nşr. Veduilah Şükrl). Tahr~n
1363; 'Alem' ara-yı Şah İsma'1l (nşr. Asgar Muntazer Sahib). Tahran 1349; Gulam Server, Tarib-i
Şah İsma'1l-i Şafevi (tre. M. BakırAram -Abbas
Kulı Gaffilr!ferd), Tahran 1374, s. 52-107; L.
Lockhart, The Fa ll of the Safavi Dynasty and the
Afghan Occupation of Persia, Cambridge 1958, s.
30-32; Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri: 1578-1590, İstanbul 1962; a.mlf.,
"Tahmasb I", İA, XI, 637 -647; K. M. Röhborn. Ni;;am-ı Eyalat der Devre-i Şafeviyye (tre. Keykavus
Cihanda ri). Tahran 2537 şş., s. 62-67; Faruk Sümer, Safevi Devleti'nin Kuruluşunda ve Gelişme­
sinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1976,
s. 15-42, 84, 147-158; H. R. Roemer. "The Safavi Period", CH!r., VI, 304 vd.; R. M. Savory, "Safevl İranı" (tre. Mehmet Maksudoğiu), İslam Tarihi Kültür ve Medeniyet!, İstanbul 1988, 1, 399428; a.mlf., "Şafawids", EP (İng.). VIII, 765-774;
M . Ma'süm b. Hacegi İsfahanı, ljulaşatü's-siyer
(nşr. irec Efşar). Tahran 1368, s. 252-271; W. Hinz,
Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (tre Tevfik Bıyık­
lıoğlu), Ankara 1992, s. 62-86; El~ab ve Mevacib-i Devre-i Seliitin-i Şafeviyye (nşr. Yusuf Rahlmlu), Meşhed 1372; M. Muhsin Müstevfı, Zübdetü't-tevarib (nşr. BehrOz Guderzl), Tahran 1375,
s. 104-166; Abdülhüseyin Neva!, Revabıt-ı Siyasi ue İ~tisadi lran der Devre-i Şafevf, Tahran
1377, s. 156-257; Mehdi Perhani Minferd, Muhaceret-i 'Ulema'-yı Ş1'a ez-Cebel-i Amül belran der 'Aşr-ı Şafevi, Tahran 1377, s. 59-76; M.
Haşim Asafı, Rüstemü 't-tevarib (nşr. izzetullah
Alizade). Tahran 1380, s. 59-152; Feridun Emecen. "Osmanlı Devleti'nin Şark Meselesinin Or-
taya Çıkışı: ilk Münasebetler ve iç Yansımalan",
Tarihten Günümüze Türk-İran ilişkileri Sempozyumu, Ankara 2003, s. 33-48; Emin Sadreddin
İbrahim. Tarib-i Şahf (nşr. M. Rıza Nas1rl), Tahran 1383, s. 350; M. Tahir Vah!d-i Kazv!nl Tarih-i
Cihiin'ara-yı 'Abbiisi (nşr. Seyyid Said, M1r
Sadık), Tahran 1383, bk. İndeks; Tahsin Yazıcı,
"Safeviler", iA, X, 53-59. r;t,:l
M.
lJ!IIIbJ
TuFAN GüNDÜZ
V. SANAT
islam sanat tarihinde İran sanatı içinde çok önemli bir merhale teşkil eden Safevl devri gösterişli sanat eserleriyle temsil edilmekte, bunlar, gerek mimaride gerekse küçük sanat eserlerinde meydana
getirildikleri çevrenin zenginliğini ve gücünü aksettirmektedir. Safevi hükümdarları sanatçıları korumuş ve sanat faaliyetlerinin gelişiminde önemli rol oynamıştır.
isfahan özellikle başşehir olduktan sonra
Safevi sanatının merkezi haline gelmiştir.
Bu devirde iran'ın yabancılarla ilişkilerinin
artması sanat faaliyetlerine önemli destekierin sağlanmasına imkan vermiş. böylece ihtişamlı örnekler ortaya konmuştur.
Safeviler'in sanat anlayışı komşu ülkeler
üzerinde de etki yapmış, Osmanlı sarayı
çerçevesinde İran minyatürleri ve iranlı nakkaşlara gösterilen ilgi kadar Hindistan'da
Babürlüler'i de tesiri altına almıştır.
Birkaç devir gösteren Safevi
sanatında
Şah İsmail zamanı (ı 501-1524) örnekler bakımından
çok fakirdir. Buna
karşılık Şah
1. Tahmasb döneminde (1524-1576) özellikle minyatür ve hat sanatında ulaşılan başarı Safevi zevk ve düşüncesinin eriştiği
noktayı aksettirmektedir. Şah Tahmasb'ın
son yıllarında eski önemini kaybetmekle
beraber varlığını koruyan sanat faaliyetleri, on yıl kadar süren ve daha sonraki şah-
Mescid-i
Sah'ın
kubbesi
457
Download