Hepimiz Biriz / Nevin Ece Akkaya Yalnızca insanlığın geçmişinde kalmasını umduğumuz ayrımcılık sorunu günümüzde de etkisini her alanda sürdürüyor. Din, dil, ırk, yaşam tarzlarının farklılıkları gözümüze inen bir perde misali insanı yalnızca insan olarak görmemizi engelliyor. Siyah-beyaz, Türk-Kürt, Hristiyan-Müslüman… hepimiz bu sınıflardan birinde yer alıyoruz. Ve genel olarak ülkelerin politikaları, toplumdaki insanların tepkileri de dahil olduğumuz sınıflara göre değişiyor. Maalesef bu sınıflandırmalar da insanoğlunun çağlar boyu yaşadığı bütün sıkıntıların kaynağını oluşturuyor. Ülkelerin insanları din anlayışları, etnik kökenleri ve hatta hayat görüşleri sebebiyle ayırmasının yansıması olarak binlerce insanın yaşama haklarının ihlal edilmesiyle hâlâ karşı karşıyayız. Savaşlar, ayaklanmalar, terör saldırıları…bunların hepsinin esas sebebi farklı olanı ayırma, dışlama hatta yok etme isteği değil mi? Bunun en acıklı örneğini ise yakın geçmişte Almanlar 2. Dünya Savaşı’ndaki vahşi politikalarıyla ortaya koydular. Hayat Güzeldir de savaş zamanını konu alan, izlerken hem hüzünlendiğim hem de ayrımcılığın soğuk yüzüyle karşılaştığım bir film oldu benim için. Toplama kampında oğlunu korumaya çalışan bir babanın yaptığı fedakarlıkları anlatan filmi izlerken yer yer o kadar gerildim ki film bittiğinde bile bir süre kendime gelemedim. Filmde henüz dört yaşındaki çocuğu seçemeyeceği bir durum yüzünden alıkoymaları ve yaşamını elinden almak istemeleri ise ayrımcılığın küçücük hayatları da tepetaklak ettiğini gösteriyor. O yaştaki çocuğun özgürce koşup, çocukluğunu yaşaması gerekirken yaşayabilmek için saklanması adalet mi? Başka milletten çocuklardan ne gibi bir farklılığı vardı da böyle bir muammele görüyor? Her insanın doğuştan sahip olduğu en temel hak olan yaşama hakkının inançlarının ya da mezheplerinin farklılığı sebebiyle ellerinden alınması ne kadar da büyük bir acımasızlık! Yaşlısı, genci her yaştan insanı öldürmenin herhangi haklı bir sebebi olabilir mi? Bu olayı öncesinde de bilmeme rağmen o dönem çekilen sıkıntıları somut bir şekilde görmek beni derinden etkiledi. Ve dikkatli baktığımda aslında ayrımcılık bizim ülkemizde de farklı bir şekilde bizim ülkemizde de birçok insanın canını yakmış bir kavrammış. Geçenlerde derste dinlediklerim bu konuda beni bir hayli şaşırttı. Eski bir hukuk kuralı bir babanın evlilik birliğinden olan çocuğuyla, evlilik dışı ilişkisinden olan çocuğunun miras haklarından eşit yararlanamayacaklarını öngörmüş. Her ne kadar artık günümüzde uygulanmıyor olsa da bu kural değiştirilene kadar kaç çocuk seçim hakkı olmadan kendi hakları olan mirastan yararlanamamıştır? O iki çocuğun birbirlerinden ne gibi bir farkları var ki kanunen birbirlerinden ayrılıyorlar? Toplumun geneline hitap etmeyen bir ilişkiden olan çocukların haklarının elinden alınması, bunun da bir hukukî dayanağının olması insanı şaşkına çeviriyor. Maalesef bu durum da ülkemizde ayrımcılığın farklı bir görüntüsü olarak karşımıza çıkmış. Şimdilerde uygulanmayan bu kuralın yarattığı sorunlar engellenebildiği gibi insanlık olarak ayrımcılığın her türlü yansımasına da engel olabiliriz. İnsanların olduğu yerde sınıflandırmalar, ayrımcılıklar geçmişte yeterince can yakmış fakat gelecekte olup olmaması bizim elimizde. Binlerce insanın bu uğurda can verdiğini ve ya bu durumun hayatlarını kötü etkilediği düşünürsek bir noktada her birimiz oturup düşünmeliyiz. Kimse sahip olduğu din, hayat görüşü sebebiyle sınıflandırılmamalıdır. Hele ki seçme şansımızın olmadığı etnik kökenlerimiz insanlarla olan ilişkilerimizi etkilememeli. İnsanların etnik kökenlerinin, hayat görüşlerinin ötesinde sadece insan olduklarının ayırdında olmalıyız. Sınıflandırmadan önce önemli olanın saygı duymak olduğunu unutmamalıyız. En nihayetinde aynı dünyada yaşıyoruz, aynı havayı soluyoruz, birimiz bir diğerinden daha üstün değil. Hepimiz biriz ve bütün farklılıklarımızla beraber eşit bir şekilde yaşamayı, ölmeyi hak ediyoruz.