524 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 SELF – DETERMINASYON VE AYRILMA HAKKI ÇERÇEVESİNDE KATALONYA’NIN BAĞIMSIZLIK SORUNSALININ DEĞERLENDİRİLMESİ Rıfat AYDIN* Özet Soğuk savaş sonrası dönemde dünya art arda ayrılıkçı hareketlerle, çatışmalarla ve yeni terör örgütleriyle tanışmıştır. Tüm bu kargaşa içerisinde diğer bölgelerden farklı olarak Katalonya’daki bağımsızlık hareketi ise silah kullanılmadan uygulanmaya çalışılmaktadır. Tarihsel olarak Katalonya’nın bağımsız devlet olma arzusunu son ekonomik ve siyasal hareketler çerçevesinde ele aldığımız bu çalışmada ayrılma sonrası olası çıktılar ve bu çıktıların Avrupa Birliğine etkileri üzerinde de ayrıca durulmuştur. 9 Kasım referandumu ve 28 Eylül seçimlerinin siyasal etkileri incelenmiş ve İspanya Hükümeti ve İspanya Yüksek Mahkemesinin tutumu çerçevesinde olası süreçler analiz edilmiştir. Bu çerçevede çalışmamızın hedefi, genel olarak Katalan halkının özgürlük taleplerinin sebepleri ve bu talebin gerçekleşmesi sonrası ortaya çıkacak olası sorunlar ve süreçleri anlamak üzerine inşa edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Bağımsızlık, Ayrılma Hakkı, Self Determinasyon ve Avrupa Birliği. THE EVALUATION OF THE RIGHT OF SECESSION AND SELF-DETERMINATION WITHIN THE FRAME OF THE PROBLEM OF CATALAN FREEDOM Abstract After the Cold War, the world has consecutively encountered separatist movements, conflicts and new terrorist groups. All in this chaos, Catolonia have tried to implement this process without using weapons compare to other region. In this study, which we have discussed the desire of Catalans to be independent throughout the history and have considered economic and political movements in, the presumptive results of secession and their effects on the European Union have also been focused. Catalan independence referendum, held on 9 November and 28 September election, and the political effects of they have been examined, and the possible processes in the framework of the Spanish government and the Spanish Constitutional Court’s attitude have been analysed. In this framework, the goal of our study is based on the reasons for Catalans’ demand of * Başbakanlık Uzmanı, rifataydin7@hotmail.com. 525 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 independence in general. Moreover, the study aims to understand the possible results and processes that are likely to occur after the acceptance of this demand. Keywords: Independence, Secession, Self Determination and European Union. GİRİŞ Özellikle Franco döneminde uygulanan baskı politikaları ve son zamanlarda İspanya’nın yaşadığı ekonomik krizin etkisi altında kalan ve kendilerini “tarihsel millet” olarak tanımlayan Katalan halkı, Avrupa’da İskoçya ve Belçika (Flaman ve Valon Bölgeleri) ile birlikte Avrupa Birliği içinde ortaya çıkması muhtemel yeni devlet adaylarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Katalan bağımsızlık hareketi, dünyadaki birçok örneğin aksine silahlı çatışma veya terör yöntemleri kullanılmadan yoluna devam etmektedir. Yürütülen bu süreç İskoçya’da anayasal bir düzlemde ilerlerken, Katalonya’da anayasaya rağmen, ama yine teröre başvurmadan yarı müzakereci bir süreçte yol almaktadır. Bu noktada çalışma, Katalonya’nın tarihsel olarak sahip olduğu özellikler ve ekonomik performansı çerçevesinde ayrılma hakkı üzerinde durmakta ve uluslararası ilişkiler bağlamında İspanya’nın toprak bütünlüğü ve ayrılma hakkını ortaya çıkaran gerekçeler açısından, bu hakkın kullanım imkânının sınırlarını uluslararası antlaşmalar ve uygulamalar çerçevesinde incelemektedir. Yine bu noktada ekonomik ilişkilerin bu süreçteki etkisi değerlendirilecektir. Katalonya özelinde diğer ayrılıkçı örneklerden farklı olarak, ekonominin mi daha öncelikli olduğu yoksa milliyetçi-moral unsurların mı bu ideolojik ayrılma fikrinin epistemolojik arka planını oluşturduğu sorusu üzerine bir tartışma yapılarak ekonominin Katalan ayrılık hareketindeki etkisi incelenecektir. Çalışmanın sonunda, bir üst egemenlik projesi olan Avrupa Birliği perspektifinde Katalonya’nın ayrılmasının ortaya çıkaracağı muhtemel sonuçlar değerlendirilecek ve ortaya çıkacak yeni devletin Avrupa Birliği üyeliğini doğuştan bir hak olarak mı alacağı yoksa mevcut Avrupa Birliği üye olma şartlarının bu yeni devletler içinde geçerli mi olacağı soruları üzerinde durulmuştur. Son tahlilde ise muhtemel yeni devletin post modern dönemde, ulus-devlet ve küreselleşme diyalektiği kapsamında siyasal etkileri çerçevesinde bir değerlendirme yapılacaktır. 526 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 1. KATALONYA’NIN ANAYASASI Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 TARİHÇESİ VE 1978 İSPANYA 12 nci yüzyılda ilk kez bağımsız ve ayrı bir bölge olarak ortaya çıkan Barcelona ülkesi, Aragon krallığıyla yaptığı işbirliği sayesinde Akdeniz’in en güçlü deniz gücü haline gelmiştir. Katalonya, Arogon Kralı Ferdinand ile Castile Kraliçesi Isabella’nın evlenmesi ile 15 inci yüzyıldan bu yana İspanya’nın bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir. 19 uncu yüzyıla kadar kendi kurumlarını muhafaza ederek İspanya ile tam bir uyum içinde olan bölge, Katalan milliyetçiliğinin artan ayrılık ve otonomi talepleriyle, İspanya ile Katalonya arasında huzursuzlukların başlamasına sebep olmuştur. Bugün için Katalonya yedi buçuk milyon nüfusuyla dünyanın en büyük özerk bölgesidir ve Katalanlar Avrupa’da devleti olmayan en büyük topluluktur. (Thomas, 2014:159) Katalan milliyetçiliği, bölge için daha fazla politik özerklik veya tam bağımsızlık isteyen siyasi bir harekettir. Ancak buradaki milliyetçilik anlayışı etnik bir temelden ziyade dilsel kültürel bir aidiyet bağı ile ilişkilidir. Katalan milliyetçiliği Birinci Cumhuriyet döneminde (First Republic) İspanya içerisinde federal bir devlet kurma girişiminde başarısız olmuştur. Bu başarısız denemeden sonra başta Valentí Almirall ve diğer entelektüeller 19 uncu yüzyılda yeni bir politik ideolojiyi benimsemişlerdir. Bu ideoloji, Katalan dilinin tanınmasına yardımcı olmak kadar özyönetimi de yeniden sağlamak üzerine kurulmuştur. Başlangıçta çok az destek gören bu akım Amerika’nın İspanyol kolonilerini işgal etmesi ve topraklarına katması ile sonuçlanan Amerikan-İspanyol savaşından sonra destek kazanmıştır. Bunun sebebi çoğunlukla İspanya'nın savaş sonrasında uluslararası pozisyonunun zayıflaması ve Katalan ihracatının en önemli iki varış noktası olan Küba ve Porto Rico'yu kaybetmesidir. (http://global.britannica.com//) Katalan milliyetçiliği esasen yerel orta sınıflara, küçük kasaba eşrafına ve entelektüellere özgü bir hareketti. İşçi sınıfı ise milliyetçi akımlara sınıf temellinde kuşkuyla yaklaşmaktaydı. 1931’de İspanya Devleti kurulduğunda Katalonya özellikle turistlik cazibesiyle önemli bir liman kenti olarak önemli bir otonomiye sahipti. Ancak 1939’da İspanya iç savaşı sonrasında savaş esnasında isyanı destekleyen önemli merkezlerden olan bölge, Franco’nun zaferi sonrasında iyice zayıflamış ve Madrid’in önemli kültürel ve ekonomik baskısıyla karşı karşıya kalmıştır. Katalan otonomisi ve dilinin yasaklanmasının yanı sıra 200.000 Katalan sürgüne gönderilmiş ve Bölgesel Yönetim Başbakanı Lluís Companys idam ettirilmiştir. Franko’nun 1977’de ölümünün ardından Josep Tarradelas sürgünde yeni 527 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 Katalan başbakanı seçilmiş ve yeni otonom yapının kurulmasına İspanya tarafından izin verilmiştir. 1978 Anayasası ile de otonom bölgeler Anayasada sınırları belirli bir şekilde tanınmıştır. İspanya bu tarihten itibaren modern bir ekonomik ve sosyal yapı kurabilse de, tam anlamıyla bütünleşmiş bir yapı kurmakta başarısız olmuştur. 2006 yılında referandumla kabul edilen yeni otonomi yasası aynı yıl İspanya Parlamentosu tarafından kabul edilmiş ve otonomi Katalonya için daha da genişlemiştir.(Hobsbawm,2014:168). Ancak 2010’daki Anayasa Mahkemesi kararı Katalanlar için eğitim ve dil alanında yeni sınırlar getirmiştir. İspanya hiçbir zaman klasik bir ulus-devlet olmamışsa da, Franco dönemi (1939-1975) İspanya tarihinde bu anlamda bir istisna oluşturmaktadır. Bu nedenle de Franco sonrası demokrasiye geçiş ve Bask, Katalonya ve Galiçya gibi ulusal azınlık bölgelerinin özerkliklerini kazanma süreçleri İspanya’yı neoliberal dönemde ulus-devletin içeriğinin ve işlevlerinin nasıl dönüştüğünü gösteren önemli örneklerden biri haline getirmektedir. İspanya Anayasasının 2. maddesine göre, “İspanyol ulusunun ve ortak vatanının çözülmez birliğini ve bütün İspanyolların bölünmezliğini” vurgulanmakta ve fakat ardından onu oluşturan bölge ve milliyetlerin özerklik hakkını ve aralarında dayanışmayı da garanti etmektedir. (http://www.adalet.gov.tr//) Anayasaya göre, bu birlik ve çözülmezlik, anayasanın bütününü oluşturan milliyetlerin ve bölgelerin özerklik hakkını tanımasını ve güvence altına almasını engellememekte, ülke özerk topluluklar olarak adlandırılan bu bölgelerden oluşmaktadır. 1978 Anayasasına göre, Katalonya ve Bask bölgesinin otonomisi İspanya Anayasasından kaynağını alır. Ancak bu noktada Anayasanın 29. maddesinin bu bölgelerde yaşayan vatandaşların İspanya’ya mı yoksa bu otonom bölgelere mi bağlı olduğu noktasında açık değildir. 2006 yılında statüye ilişkin yeni reform, Katalan vatandaşların tarihsel olarak haklarını tanımış ancak bu tanıma hukuksal olmaktan ziyade politik bir tanımanın ötesine geçmemiştir. Bu açıdan İspanyanın çok çeşitli etnik temellere dayalı ulus devlet ideolojisinin dışına çıkmadığı açıktır. İspanya Merkezi Hükümeti bu kapsamda Anayasayı, devletin farklı kimliklere saygı duyduğu ve tanıdığı anlamının dışında geniş yorumlamamakta ve üniter bütünlüğe vurgu yapmaktadır. (Esen, 2001:118) İspanya, 1978 Anayasası uyarınca 17 özerk bölge ve 2 özerk şehirden oluşan parlamenter bir anayasal monarşidir. Pek çok çalışmada asimetrik 528 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 federalizmin bir örneği gibi ele alınsa da, federal bir devlet değildir; fakat her özerk bölgenin sahip olduğu yetki alanları farklı olduğu için idari yapısı fiiliyatta asimetrik bir nitelik arz etmektedir. Bu asimetrinin kökleri İspanya’da merkez ve çevre bölgeler arasındaki ilişkinin, yani Bask Ülkesi, Katalonya ve Galiçya ile Madrid arasındaki ilişkinin tarihine dayanmaktadır. Bu çalışmanın konusu değildir; fakat İspanya’nın Franco dönemi hariç klasik bir ulus-devlet görünümü çizmemesinin temel nedeni de bu tarihsel ilişkilerdir. (Aktoprak, 2011: 21-23) İspanya’da uygulanan bu sistem bölgeli ulus devlet olarak da adlandırılmaktadır. Bu bölgeler, yerel yönetimlerle karşılaştırıldığında önemli yetkilere sahiptirler. Ayrıca bu birimler yasama yetkisini de üzerlerine alarak, siyasal karar merkezleri haline de gelmişlerdir. Bu yasama yetkisi sadece anayasaya uygunluk açısından bir denetime konu olabilmektedir. (Demiral, 2006:136-137) Anayasaya göre bu özerklik birimlerinin ortak özelliği tarihsel, kültürel ve ekonomik bir geçmiştir. Anayasaya göre her özerk bölgenin bir yasama meclisi, bir başkanı ve yüksek mahkemesi vardır. İdari örgütlenme de her özerk topluluğun kendisine özgüdür. Özerk topluluklarda yürütme yetkisi topluluğun başkanına ve hükümet kuruluna aittir. Kurul üyeleri genel olarak özerk yasama meclisi üyeleri içinden başkan tarafından atanmaktadır. Bu kurulun önemli işlevlerinden biri, gerekli gördüğü takdirde Anayasaya aykırılık başvurusunda bulunabilmeleridir. Özerk topluluklara verilen yetkilerin bir bölümü ise şunlardır: Özyönetim kurumlarının örgütlenmesi; özerk topluluk sınırları içinde yerel yönetimlere ilişkin düzenlemeler; şehircilik ve iskân; özerk topluluğu ilgilendiren kamu görevlerinin atanması vb. Özerk toplulukların kendilerine ait münhasır yargı organları yoktur. Yargı erki bütün ülkede tektir. Fakat bu durum özerk toplulukların yargı konusunda hiçbir yetki alamayacağı anlamına gelmemektedir. Bu özerk yapılar Yargıtay’ın alanına müdahale edemeseler de, bölgelerin kendi yüksek mahkemelerini kurmaları söz konusudur; ancak bunlar özerk değildir ve tek olan İspanyol yargı erki içinde yer alırlar. Bölgelerin finansal özerklikleriyse sınırlıdır ve tüm temel vergi kaynakları merkezi hükümetin kontrolündedir. Bu alanda sadece Bask, Navarra ve 2006’daki yeni statüsü itibariyle Katalonya daha ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Görüldüğü gibi 1978 Anayasası, Franco’nun homojen İspanyol ulusu fikrini ve merkeziyetçi devlet yapısını dönüştürmekte (her ne kadar farklılığın ne olduğu hiçbir zaman resmî bir açıklık kazanmasa da) ve İspanyol kimliği ile Bask, Katalan ve Galiçyalar kimlikleri arasında bir farklılık olduğunu kabul etmektedir. (Aktoprak,2011:24-25) Katalonya’nın anayasal olarak güvenceye aldığı ve uluslararası düzeyde en geniş düzenlemelerden biri olarak kabul edilen bir diğer kazanımı ise 529 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 dil politikasıdır. Daha öncede bahsettiğimiz gibi Katalan milliyetçiliğin en önemli araçlarından biri Katalan dilidir. 2006 yılında “lengua propia” yani Katalanca, Katalonların asıl dili olarak açıklanmıştır. Katalanca öğrenmek her Katalonya vatandaşının sadece hakkı değil aynı zamanda da görevi olarak belirlenmiştir. Ayrıca resmi daireler vatandaşın seçtiği dilde hizmet vermek zorundadır. (Thomas, 2014:164-165) 2. KATALONYA’NIN AYRILMA EKONOMİK GEREKÇELERİ TALEBİNİN SOSYO - Katalonya’nın bağımsızlık talebi genel anlamda üç temel argümana dayanmaktadır. Bunlardan ilki Katalan kültürü ve dilidir. Üç yüzyıl boyunca dilsel ve kültürel olarak İspanya’nın baskı altında kalan Katalanlar, özellikle Franco döneminde bu baskı daha derinden hissetmiştir. 1978 Anayasası her ne kadar bu baskıları hafifletse de Katalanca İspanya'da resmi dil olarak kabul edilmemiştir. Katalonya halkının kültürünü ve kimliğini anlamada dil merkezi bir öneme sahiptir. Bu açıdan Katalan milliyetçiliği özellikle dilsel vurgularda kendini derinden hissettirmektedir. Günümüzde Katalancanın etki alanı da gelişmektedir. On milyondan fazla kişi tarafından bilinen Katalanca toplumun her seviyesinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Sadece Katalonya, Valencia ve Balear Adalarında değil, aynı zamanda Andorra Prensliği olan Aragon’un doğu kesiminde de Katalanca konuşulmaktadır. Katalancanın yaygınlaşması ve toplum kesimlerine ulaşması amacıyla her yıl gazete ve dergi faaliyetleri aktif olarak sürdürülmektedir. (https://tr.sputniknews.com/avrupa//) İkinci temel neden yaklaşık yedi yüz yıllık tarihi – kültürel geçmişi ile Katalonya’nın tek başına siyasi bir varlığa dönüşebilecek tecrübeye sahip olduğu düşüncesidir. Katalanlar kendi bölgesine ve halklarına ilişkin problemlerin çözümünde İspanya’nın denetimine tabi olmaksızın Avrupa Birliği veya Birleşmiş Milletlerde temsil edilmeleri gerektiğini iddia etmektedir. Bu iddia ise temsil noktasında Katalanların kendi kendilerini temsil etme hakkına ve kabiliyetine sahip olduğu fikrine dayanmaktadır. Son ve en önemli gerekçe ise ekonomik açıdan ayrılmanın daha iyi olacağı düşüncesidir. Özellikle, bu argümanın savunucuları, Katalonya’nın İspanya'nın merkezi hazinelerine ve idari düzenlemelerden kaynaklanan aşırı bürokrasiye kazandığından çok daha fazla ödeme yaptığı gerekçesine dayanmaktadır. Ancak bu görüşü eleştirenler, bağımsız bir Katalonya’nın ekonomik açıdan uygulanabilir olamayacağını ileri sürmektedir. 530 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 İspanyol merkeziyetçiliğinin uzun tarihi, Katalanlara, İspanya'nın diğer bölgelerine kıyasla geleneksel olarak gelişmek için devletten ziyade özel girişimciliği destekleyecek bir zemin hazırlamıştır. Bu durum, Katalonya'nın İspanya içinde diğer bölgelere kıyasla nispeten zengin ve dinamik bir bölge olmasına neden olmuştur. Ekonomik olarak Katalonya, küçük ve orta ölçekli işletmeler ile birçok mikro girişimci arasında güçlü bir iletişimin olduğu sağlıklı bir ekonomik altyapıya sahiptir. Bölge bu açıdan GSYİH’nın yüzde 20’sini ve toplam sanayi üretiminin ve ihracatının üçte birini sağlamakta ve İspanya’nın toplam vergileri hasılatının yaklaşık yüzde 25’ine katkıda sağlamaktadır. Ancak Katalonya’daki kamu yatırımları, hem nüfus hem de GSYİH katkısı ile ilgili verilerle kıyaslandığında oldukça sınırlı kalmaktadır. İspanya'nın Katalonya'daki yatırımın toplam yatırım yaklaşık yüzde 10 una denk gelmektedir. (Desquens, http://www.jhubc.it/bcjournal/articles/:2003) İspanya merkezi hükümeti ile Katalonya arasındaki ekonomik tartışmalarının temelini oluşturan konu ise vergidir. İspanya hükümeti vergi tahsilatını kontrol etmekte ve ülke çapında mali gelir dağılımını belirlemektedir. Bu durumda Katalanların bölgede ürettiği vergi ile doğru orantılı bir kamu harcaması alamamasına neden olmaktadır. Bölge tarafından ödenen vergiler ile bölgeye yapılan kamu harcamaları arasındaki fark, Katalonya için “mali açık” olmaktadır. Ancak mali dengeyi hesaplamak tek yönlü ve sadece yatırıma dayalı bir sistem değildir. Katalan vatandaşlarına fayda sağlayan yatırım dışı birçok kamusal hizmet, doğrudan merkezi Madrid hükümeti tarafından (örneğin ordu, yargı, örgütlenme) sağlanmaktadır. (Desquens, http://www.jhubc.it/bcjournal/articles/: 2003) Katalonya bölgesi İspanya içerisinde geniş bir siyasi ve ekonomik özerklik elde etmelerine rağmen ayrılıkçı eğilimlerinin devam ediyor olması, ekonomik gelişme düzeyinin yüksekliği ile etnik sorunların sona ermesi arasında doğru orantının olmadığını göstermektedir. Çünkü ekonomik refah ve eğitim imkânları ile birlikte beşerî sermaye ve mobilizasyon fırsatları da artmakta, böylece ekonomik şikâyetler etnik kimlik temelinde yeniden tanımlanabilmektedir. (Bayram, Toker ve Özcan, 2016:11-12) 531 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 3. KATALONYA BAĞLAMINDA SELF- DETERMİNASYON VE AYRILMA HAKKI Tarihsel süreç içerisinde dünyada meydana gelen sosyo-ekonomik ve kültürel değişimler, imparatorlukların çöküşü ve ulus devletlerin ortaya çıkışı ile sonuçlanmıştır. Bu değimler ise beraberinde halk, bağımsızlık ve örgütlenme gibi yeni kavramlar getirmiştir. Bu kapsamda özellikle son bir yüzyıldır birçok farklı coğrafyada yeni devletlerin ortaya çıkışı veya ortaya çıkış çabaları literatürde ve uluslararası hukukta iki kavramı ön plana çıkarmıştır: self determinasyon ve ayrılma hakkı. a) Self- determinasyon Tarihsel olarak ilk uygulamasında dinsel inanç çerçevesinde kendi mezhebini serbestçe belirleme hakkı olarak ortaya çıkan self determinasyon, aydınlanma çağına gelindiğinde bireyin kendi kaderini kendisinin belirleme hakkı olarak kavramsallaşmıştır. Fransız devriminden sonra yoğun bir şekilde kullanılan bu kavram 1688 İngiliz devriminde ve Amerikan kolonilerinin bağımsızlık mücadelesinde ilk kez bugünkü şekliyle kullanılmıştır. (Uz,2007:69) 20 nci yüzyıldan itibaren ise kavram önce ABD başkanı Wilson, daha sonra ise Stalin tarafından farklı amaçlarla sıkça kullanılmıştır. Stalin, halkların egemenliği altında yaşadıkları devletten ayrılma haklarını savunmuştur. (Arsava, 1981:59) ABD başkanı Wilson ise, 18 Ocak 1918 tarihli 14 ilkesinde devrimsel içeriği olmayan bir self determinasyon ilkesini ileri sürmüş ve liberal ilkeler doğrultusunda hakların kendi kaderini tayin haklarının olduğunu vurgulamıştır. Literatürde ise self-determinasyon konusunda farklı tanımlamalar yapılmaktadır. Self-determinasyonu tek bir norm olarak ele almanın yanlış olacağını ifade eden Antonio Cassese self-determinasyonun hem genel bir ilke hem de bir kural olarak iki farklı açıdan ele alınması gerektiğini savunmaktadır. (Knop, 2004: 31-32) Donald C. Whatt ise, kavramı bir devletin “halk”ının kendi hükümetlerini seçme hakkı olarak tanımlamıştır. Richard T. De George’de self-determinasyonu, halkın idaresi altındaki yaşadıkları ve/veya yaşayacakları hükümeti seçme hakkı olarak tanımlamıştır. Kavramı etnisite açısından ele alan Lloyd N. Curtler ise, self determinasyon ilkesini, etnik dil veya din grubunun ayrı bir ulusal egemenlik oluşturabilmek amacıyla, var olan ulusal sınırları yeniden düzenleme hakkı şeklinde tanımlamaktadır. (Şahin,2000:24-25) Bu 532 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 açıklamalar ışığında, self-determinasyon, genel itibariyle herhangi bir dış etkiye ve baskıya maruz kalmadan halkların ekonomik, siyasi ve kültürel geleceğini belirleme hakkı olarak değerlendirilebilir. Uluslararası yapının egemen devlet temelinde kurgulandığı 1648 Westphalia Antlaşması ve 1789 Fransız devrimiyle devletlerin ulusal egemenliğe dayandığı varsayımı ulus ile devletin özdeşleştirilmesine yol açarak, etnik grupların uluslararası alanda bağımsız birer aktör olarak var olmasını imkânsız hale getirmiştir. Ancak özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra yerel kimliklerin tanınması ve ulusal problemlerin uluslararası yeni organizasyonlarca konu edilmesi, self-determinasyon ilkesine uluslararası bir nitelik kazandırmıştır. (Kurubaş,2008:32) Bu kapsamda ilk kez self-determinasyon konusu; Finlandiya ve İsveç arasında çıkan Aaland Adaları sorunu bağlamında Milletler Cemiyeti (MC) Konseyinin önüne gelmiştir. MC Konseyi ise bu problem karşısında Finlandiya’nın egemenliğini tanımakla birlikle, Aaland Adalarına geniş bir özerklik tanıması ile sorunu çözme yoluna gitmiştir.(Arsava, 1981: 6163). Böylece Aaland Adaları sorunu, self determinasyon hakkının tanınmasından ziyade azınlık haklarının korunması ile çözümlenmiştir. (Uz, 2007: 65). Aslında bu durum MC Antlaşması ile de uyumludur. Çünkü MC Antlaşmasında self-determinasyon ilkesine yer verilmemiştir. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Birleşmiş Milletlerin(BM) kuruluşunu takip eden süreçte, self-determinasyon ilkesi siyasi bir önerme olmaktan çıkarak uluslararası hukuk normlarının bir parçası haline gelmeye başlamıştır. (Taşdemir, 2016: 646-645) Tarihsel süreç içerisinde self-determinasyon hakkına yer veren ilk hukuksal metin BM Antlaşması olmuştur. Ancak kavram genel hatlarıyla belirtilse de açıkça tanımlanmamıştır. Antlaşmanın birinci maddesinde; self-determinasyon hakkına değinilmiş ve dostça ilişkilerin temellerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Yine elli beşinci maddede selfdeterminasyon terimi, “kendi yazgılarını kendilerinin belirlenmesi” anlamında kullanılmıştır. Bu maddede kavram, barış ve dostça ilişkilerin temellerinden biri olarak belirtilmiştir. Yetmiş altıncı maddede ise selfgovernment ilkesine dolaylı bir referans yapılmak suretiyle özerk olmayan bölgelere değinilmiştir. Self- determinasyon ilkesinde asıl değişim ise 1960’da sömürge yönetimi altındaki bölge ve halklara bağımsızlık verilmesine ilişkin süreçle hızlanmıştır. Bu süreçte self-determinasyon hakkının öznesi ve içeriği belirlenmiştir. (Gürseller,2014: 95-96) Ancak 533 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 uluslararası hukuktaki farklı içtihatlar ile BM’nin kavramı tanımlamaması§§§§ ve devletlerin karar ve davranışlarından hakkın içeriği tam anlamıyla anlaşılamamaktadır. 1960 yılında insan haklarına ilişkin ikiz sözleşmeler olarak anılan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme” ve “Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme”nin kabulü uluslararası hukukta selfdeterminasyon kavramını farklı bir noktaya getirmiştir. Bu sözleşmelerin birinci maddelerine göre; “Madde 1/1: “Bütün halklar, self-determinasyon hakkına sahiptirler. Bu hak uyarınca kendi siyasal statülerini serbestçe oluştururlar ve ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini özgürce belirleyebilirler.” “Madde 1/3: “Bu Sözleşmeye taraf devletler, kendini yönetmeyen ve vesayet altında bulunan ülkelerin yönetiminden sorumlu olanlar da dahil, halkların kendi kaderlerini belirleme hakkının gerçekleşmesini teşvik eder ve BM Antlaşması’nın hükümleri uyarınca bu hakka saygı gösterirler.”***** Her iki sözleşmenin birinci maddesinde ortak düzenlemeye konu olan self determinasyon hakkı, sadece sömürge yönetimi altındaki ülke halklarına değil tüm halklara doğru genişletilmiştir. (Gardam,1993:54; Taşdemir,2016:647). Sözleşmeler çerçevesinde self-determinasyon hakkı bağımsızlığın kazanılmasıyla sona eren bir defalık bir haktan ziyade devamlılık kazanan bir hak haline gelmiştir. Diğer taraftan, bu sözleşmeler self-determinasyon hakkına siyasal boyut yanında ekonomik bir boyut da kazandırmıştır. Bu sözleşmelerin bir diğer önemli özelliği ise hakkın muhatabı olarak halk kavramının öne çıkarılmasıdır. (Taşdemir,2016:647) İkiz Sözleşmelerin üzerinde önemle durduğu kavramların başında “halk” kavramı gelmektedir. “Halkların” haklarından söz eden bu hukuk metinlerinde yer alan “halk” kavramı “ulus” ya da “etnik grup” kavramından farklı bir anlam taşımaktadır. Sözleşmelerdeki “halk” sözcüğü, bir ülke halkının tümünü ifade etmektedir. Yani, ülke halkının tümü kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. §§§§ 1992 yılında Hırvatistan ve Bosna-Hersek’te bulunan Sırpların self-determinasyon hakkının olup olmadığı sorusuna BM Hakem Komisyonu, kavramı tanımlamamış ve self-determinasyonun tanımı ve bu hakkı kullanma koşullarının henüz uluslararası hukukta açık bir şekilde kodifiye edilmediğini söylemiştir. (Azarkan,2016:152) ***** Ayrıntılı bilgi ve tam metin için bkz. (Gündüz, 2009:284). 534 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 Ancak, BM’nin birçok belgesinde ve çeşitli uluslararası belgelerde “halk” kavramından bahsedilse de, hiçbir uluslararası belgede net bir halk tanımı yapılmamış, kapsamı belirtilmemiştir. Bunun sebebi, uluslararası yapının hızlı bir değişim içinde olması ve BM’nin bu kavramı bir kalıba sokmak istememesidir. (Arsava,1993:74) 1975 yılında kabul edilen Helsinki Son Senedi de İkiz Sözleşmedeki anlayışı yansıtan bir ruha sahiptir. Senet self-determinasyon hakkını, sömürge halklarının hakkı olduğunu kabul etmekle beraber bu hakkın tüm halklara tanınabileceği belirtilmiştir. Ancak, devletlerin egemenliği, toprak bütünlüğü, sınırların değişmezliği gibi self-determinasyon ile zıt gibi görünen ilkeler de kabul edilmiştir. Dolayısıyla Senedin özünde, yine önceki belgelerde olduğu gibi, ulus devlet merkezli bir yapıdadır. Bu yüzden de self-determinasyon bu ilkelerle uyumlu olduğu müddetçe geçerli olacak ve uygulanabilecektir. Bu anlamda geleneksel anlayış benimsenmiştir ve Senet, self-determinasyonla ilgili önemli bir yenilik getirmemiştir. (Cassese,1995:288) Bu metni öncekilerden ayıran temel nokta ise self determinasyon hakkı ile azınlık haklarını ayrı ilkeler olarak düzenlenmiş olmasıdır. Azınlık hakları ile ilgili 1990 Kopenhag Bildirisi’nde ise self-determinasyon hakkından bahsedilmemiştir. Dahası azınlık hakları, çoğulcu demokratik siyasi sistemlerin çerçevesi içinde gerçekleştirilebilecek insan haklarının bir parçası olarak görülmüştür. Bu anlamda Kopenhag Bildirisi’nde, belirtilen taahhütlerin hiçbirisinin, devletin ülke bütünlüğü başta olmak üzere uluslararası hukuk ilkeleri ve BM Antlaşması’nda belirtilen ilkelerin amaçlarına aykırı hareket etmeyi içerecek şeklinde yorumlanamayacağı belirtilmiştir. (Abdullahzade, 2014:178) Self-determinasyon, uluslararası siyasette ilk belirdiği tarihten 1945’deki BM Antlaşmasına kadarki süreçte siyasal bir ilke konumundayken; 1945’ten sonraki süreç içinde özellikle 1960 Bildirisiyle birlikte hukuki bir ilkeye dönüşmüştür. Soğuk Savaş sonuna kadarki dönemde siyasi ve hukuki bir hak niteliğinde olan self-determinasyon kavramı, günümüzde, tüm dünya halkları için; içsel anlamda bir hak, dışsal anlamda ise bir ilke olarak görülmektedir. Ancak dünyanın çeşitli bölgelerinde selfdeterminasyon hakkı istikrasızlıklara sebep olabilmekte ve uluslararası sistemi zorlayabilmektedir. Batı Sahra’dan İskoçya’ya uzanan farklı coğrafyalarda self-determinasyon talepleri farklı şekillerde sonuçlar doğurabilmektedir. Özellikle bu taleplerin bazı bölgelerde iç savaşlara neden olduğu gözlemlenmiştir. 2007 yılı rakamlarına göre dünyada selfdeterminasyondan kaynaklanan yirmi altı silahlı çatışma bulunmaktadır. Yine self-determinasyon kaynaklı elli beş tane sorununun silahlı 535 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 çatışmaya dönüşebileceği, on beş tane sorunun ise çözülmesine rağmen yeniden gündeme gelebileceği kaydedilmektedir (Weller, 2009: 112) Self-determinasyon (halkların kendi kaderini tayin etme hakkı) 20 inci yüzyılın başından bu yana, en çok tartışılan ve dünyada pek çok gelişmeye kaynaklık eden bir kavramdır. (Uz, 2007:61) Özellikle soğuk savaş ve dekolonizasyon dönemi sonrası dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan ayrılıkçı hareketler genel olarak çatışmacı ya da müzakereci bir seyir izlemiştir. Bu manada Katalonya’nın müzakereci bir ayrılma hakkı aradığı düşünülse de hem mevcut Anayasanın hem de İspanya’nın (Parant State) bu hakkın kullanımına rıza göstermemesi, konunun daha kavramsal ve derinlemesine ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Katalonya özelinde bu hakkın kullanımına Weller’in tanımlaması çerçevesinde bakacak olursak; “belirli bir otonomi kazanma veya yerelleşmenin artırılması şekliyle ortaya çıkan self determinasyon (yerel özerklik-otonomi) otonom bölgenin kendi geleceğiyle ilgili bazı önemli kararları alabilme yetkisine sahip ve sadece bazı belli konularda merkezi hükümete bağlı bir siyasal yapıyı” ifade etmektedir. Katalanlarla birlikte bu tanımlamaya İskoçya’nın ve bir yönüyle yerel halkların girdiğini söyleyebiliriz. (Weller,2009:118) Bu noktada self determinasyon kavramı da kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. 1) İçsel Self-Determinasyon: İçsel boyutu ile self-determinasyon hakkı, devletlerin iç örgütlenmelerine ilişkin olup, belirli ortak özelliklere sahip bir halkın dilediği yönetim biçimini herhangi bir dış baskı olmadan seçebilme hakkını ifade etmektedir. Bu yönüyle self-determinasyon hakkı, bir ülke içindeki etnik veya ulusal azınlıklar için de anlam ifade etmekte ve genel olarak demokratik yönetim, kültürel haklar, özerklik gibi kavramlar çerçevesinde uygulama alanı bulabilmektedir. (Abdullahzade,2014:165-166) Bu manada günümüzde bu hak genellikle insan hakları üzerinden okunmaktadır. İçsel self- determinasyonun bir örneği olarak ekonomik içsel self determinasyonun teorik olarak Katalonya’da geçerli olduğunu söyleyebiliriz. 2010 yılında İspanya Anayasa Mahkemesi Katalonya'nın yeni özerklik statüsündeki 14 maddenin anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiştir. Bu karar ayrılıkçı söylemleri ve Katalanların ayrılma noktasındaki hevesini arttırmıştır. Ancak buradaki en kritik konu birçoklarının düşündüğünün aksine milliyetçilikten ziyade, özellikle Madrid’le Barcelona arasındaki ekonomik kırılganlıktır. 2008’deki 536 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 küresel ekonomik krizin ülke genelinde derin bir şekilde İspanya Krallığını etkilemiş ve işsizlik yüzde 20’nin üstüne çıkmıştır. Ancak İspanya’nın kuzey doğusu (Katalonya Bölgesi), Madrid’in aksine İspanya’nın en zengin ve en çok üreten bölgesi olma konumunu kriz döneminde de korumuştur. Merkezi hükümetin vergiler üzerindeki kontrolü Katalonya’yı ürettiği bu zenginliğin önemli bir kısmını Madrid’le paylaşmak zorunda bırakmıştır. (Connolly,2013:55) Bu ekonomik farklılığın ayrılıkçı hareketlere etkisi ise anketlerde açıkça görülmektedir. 2008’den önce Katalonya’nın bağımsızlığını savunanların oranı yaklaşık yüzde 20’lerdeyken, krizden sonraki son halkoylamasında bu oran yüzde 80’lere ulaşmıştır. (http://www.bbc.com/news//) 2) Dışsal Self-Determinasyon: Self-determinasyon hakkının ikinci boyutu olan dışsal self-determinasyon, bir halkın bağımsız bir devlet kurmak dâhil dilediği yönetim biçimini seçme hakkını belirtmektedir. Burada kastedilen, belli bir toprak parçasında yaşayan ortak özelliklere sahip bir topluluğun yabancı bir güce bağımlı olmadan geleceğini, uluslararası statüsünü belirleyerek, kendi devletine ve egemenlik haklarına sahip olması yani bağımsızlığıdır. Bu anlam, özellikle önceden var olan veya var olduğuna inanılan bir egemenlik hakkından doğmakta ve işgal veya sömürge altındaki halkların uluslararası statülerine karar vermelerine, dolayısıyla da bağımsızlığına kavuşmalarına işaret etmektedir. (Kütükçü,2004:262-263) Ancak, uygulamada uluslararası hukuk, halkların bağımsızlıklarını kazanmaları konusunda, dünyanın siyasal ve toplumsal gerçeklerini de göz önünde tutarak, selfdeterminasyon hakkının kullanımını birtakım ön koşullara bağlamaktadır. Bu çerçevede, uluslararası hukukta çok farklı biçimlerde anlaşılan halk ve ulus kavramlarının değişik anlamları üzerinde fazla durulmadan, bağımsız bir devlet kurabilmenin ana koşulu sömürge altında bir halkın varlığının gerekliliğidir. Burada ifade edilen hak, bir defalık bir haktır. Yani bir sömürge halkı bir kez self determinasyon hakkını icra ettikten sonra bu hak sona ermektedir. Uluslararası Adalet Divanı da anılan ilkenin uluslararası hukukta geçerliliğini yalnızca sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları konusunda açıkça doğrulamış görünmektedir. Ancak 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin, 1992 yılında da Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte self-determinasyon ilkesinin sömürgeler dışında da uygulanması gündeme gelmiştir. Anılan bu iki devletten ayrılarak bağımsızlığını kazanan yeni devletler bu ilkeye dayandıklarını 537 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 bildirmişlerdir. Bu yeni devletlerin önemli bir özelliği daha önce federal bir devletin federe kanatlarını oluşturup, önceki devletlerin anayasalarında self-determinasyon hakkına sahip olduklarının öngörülmüş olmasıdır. Dolayısıyla, bu örneklere bakarak günümüzde uygulanan uluslararası hukukun self-determinasyon hakkını bütün topluluklar bakımından kabul ettiğini söylemek mümkün değildir. (Pazarcı,2013:10-13) Katalan milliyetçiliğinin self-determinasyon hareketlerine etkisine bakıldığında ise Avrupa’daki diğer politik ve kültürel State-Less (topraksız devletler) uluslarla karşılaştırıldığında oldukça farklılık arz etmektedir. Öncelikle Katalonya diğer örneklerden farklı olarak tek bir parti ya da hareket tarafından yönetilmeyen sağdan sola uzanan geniş bir siyasal yelpazede gücü paylaşan bir siyasal iklime sahiptir. Ayrıca, Katalonya toprak talebinden (ileri âdemi merkeziyetçilik, maliye politikasının artması, tanınma, bağımsızlık) asla vazgeçmemiştir. Diğer örneklerinin aksine Katalan milliyetçiliği birçok kez kendisine uygun iklim bulmasına rağmen çok az etnik köken üzerinden kendisini inşa etmiştir. (Rodon, 2012:144) 11 Eylül 1714’den beri, Katalanlar İspanya Kralına yenilmelerini Ulusal Gün (national day) olarak kutlamaktadırlar. Bu gün mağlubiyetten ziyade Katalanlar için umudu temsil etmektedir ve şunu söylemektedir; “Tüm acılara ve zulme karşı biz bugünde varız”. Bu ifade, son üç yüz yıldır İspanya egemenliği altında yaşayan Katalanların İspanya’ya bakışını çok iyi anlatmaktadır. Bu süre zarfında İspanya egemenliğinden kurtulmak için Katalanlar bazı girişimlerde bulunsa da, bu girişimlerin hepsi askeri yetersizlik yüzünden başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak 21 inci yüzyıla gelindiğinde şartlar Katalonya’nın lehine dönmüştür. Ekonomik, kültürel ve sosyal olarak gelişmiş bir topluma sahip olan Katalonya bugün her zamankinden daha fazla bağımsızlığa yakın taraftır. Bir ulus olarak Katalonya kendi kimliğini ve geleneğini sürdürebilmek için bir devletin sahip olduğu aygıtların önemine inanmakta ve bunu hararetle savunmaktadır. Yüzyıllardır devam eden ulus geleneğiyle kendi kimliğine, kültürüne ve diline sahip olan Katalonya kendi kaderini kendi çizmek istemektedir. 11 Eylül 2012’de bir buçuk milyon insanın katılımıyla gerçekleşen bağımsızlık kutlamaları Katalonya’nın yeni bir devlet olarak ortaya çıkması yönünde halkın arzusunu göstermiştir. Özellikle 2010 yılında Anayasa Mahkemesinin 2006’da belirlenen Katalonya’nın statüsüne karşı verdiği kararı 538 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 eleştiren bu gösterilerde “We are a nation. We decide.” sloganı ile Katalanlar, İspanya’ya kendi kültürlerine, arzularına ve dillerine saygı gösterilmesini ve son tahlilde kendi çizdikleri yoldan yürümek istediklerini deklare etmişlerdir. 11 Eylül 2013 yılında ise bu sefer 400 kilometrelik bir insan zinciri oluşturulmuş ve bağımsızlık yönünde “Katalonya Katalanlarındır!” “Ya bağımsızlık ya ölüm!” gibi sloganlar atılmıştır. Etkinliği düzenleyen Katalonya Ulusal Meclisi (ANC)’nin Başkanı Carme Forcadell, Katalanların çıkarlarını, haklarını ve kimliğini savunacak bir devlete ihtiyaç duyduklarını dile getirmiştir. (Atasoy,2014: http://www.radikal.com.tr/) Eylül 2012 sonrasında başlayan bu talep dalgasının ardından akademisyenler ve araştırmacılar Katalonya’nın bu taleplerinin temelleri üzerine ve bu hareketin kalıcı olup olmayacağı üzerine sorularını ve araştırmalarını yoğunlaştırmışlardır. Genel düşünceye göre bu talepler kökleri tarihte yatan geniş, sivil ve kültürel değerler üzerinden gelişmektedir. Özellikle tarihsel süreç içinde İspanya’nın artan bu talepleri karşılamadaki isteksizliği ve yetersizliği Katalonya’nın bu talebinin sürekli bir şekilde yaşamasına ve canlılığını korumasına sebep olmuştur. (Rodon, 2012:130) Ayrıca Katalonya’nın siyasi ve kültürel değerler merkezinde şekillenen ayrılma taleplerinin toplumun her kesimde toplumsallaşma sürecinin bir parçası olarak işlenmesi de bu canlılığa önemli katkı sunmuştur. b) Ayrılma Hakkı (Secession) Etimolojik olarak Latince “se” kökünden gelen secession kelimesi, “apart” ve “cedere” yani ayrılma manasına gelmektedir. (Anderson, 2013:342) Oxford İngilizce Sözlüğünde ise kavram; “Bir ittifaktan, bir federasyondan, ya da benzeri bir teşkilattan ayrılmak veya resmi olarak geri çekilmek” şeklinde tanımlamaktadır. (Oxford Dictionaries: 2017) Soğuk savaşın bitiminden bu yana düşünürler, yeni devlet yaratma süreci olarak bilinen bu kavrama karşı yoğun ilgi göstermişlerdir. Glen Anderson’a göre ayrılma, yeni bir devlet kurmak için mevcut bir devlet parçasından (sömürge ya da sömürge-olmayan) toprağın (territory) geri alınmasıdır.(Anderson, 2013: 344-345) Kohen ise ayrılmayı, karmaşık ve içinde mücadele ve müzakereyi barındıran bir sürecin sonunda yeni bir devletin doğuşu olarak tanımlamaktadır. Crawford ise ayrılma kavramını, eski egemen devletin rızası olmaksızın güç veya tehdit kullanmak suretiyle yeni bir devletin kurulması şeklinde ele almaktadır. (Anderson,2013:349). Ayrılma konusunda en kapsamlı ve açıklayıcı açıklamalardan birini ise Buchanan yapmaktadır. Buchanan ayrılma hakkını; rızaya dayalı 539 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 (consensual) ayrılma hakkı (bir müzakere süreci sonucunda ortaya çıkar ya da anayasal sürece uygun olarak icra edilir) ve tek taraflı ayrılma hakkı (bir grubun rıza ya da anayasal yetkilendirme olmaksızın mevcut bir devletin ülkesinin bir kısmında kendi bağımsız ülkesel siyasal birimini kurması) şeklinde tanımlamaktadır. (Buchanan,2004:338). Ancak, uluslararası ilişkilerin önemli kurumları (Birleşmiş Milletler) ve kuramları açısından ayrılma hakkının kullanımı iki önemli kavramı tartışmalı hale getirmiştir. Bu kavramlar, egemenlik hakkı ve ülkelerin toprak bütünlüğüdür. Bu çerçevede self-determinasyon hakkı ile ilgili incelemelerde ayrılma hakkının bu hakkın kapsamında olup olmadığı tartışılmaktadır. Çünkü self-determinasyon hakkı ve ayrılma hakkının bir paranın iki yüzü veya farklı ilkeler olup olmadığı belirsizdir. Örneğin 1917 öncesinde Lenin, yazılarında ayrılma hakkını şiddetle desteklemiştir. Buna rağmen Jefferson ve Lincoln tam anlamıyla demokrasiyi savunurken, self-determinasyona dayanarak ayrılma hakkına karşı çıkmıştır. Pek çok yazar da Wilson’un ayrılıkçı self-determinasyona karşı çıktığını belirtmiştir. Ulusal self-determinasyon, genellikle pozitif bir ilke olarak kabul edilirken ayrılma hakkı, negatif ve yıkıcı bir ilke olarak görülmüştür. (Uz,2007:72) Kendi geleceğini belirlemenin ayrılma hakkını içerdiğini savunanlara göre ise ayrılma hakkı olmaksızın self determinasyon ilkesi anlamsızdır. Çünkü self determinasyon ilkesinin son tahlilde ulaşacağı nokta ayrılma hakkının kullanımıdır. Bu anlamda ayrılma hakkı üzerine literatürde üç önemli teori bulunmaktadır. Ulusal Kendi Kaderini Tayin Teorisi: Bu teori ulusların ayrılması ve kendi devletlerini kurmalarını savunmaktadır. İyileştirici Haklar Teorisi: Uluslararası hukukun biçimlendirdiği bu teori ayrılmanın haklı bir nedene dayandırılması gerektiğini ileri sürer. Teorinin savunucuları tarafından iki farklı haklı neden ileri sürülmektedir. İlk haklı neden işgal edilme veya yasal olmayan yollardan bir devletle birleştirilmedir. İkinci haklı neden ise ülkede belirli bir grubun sistematik olarak ayrımcılığa uğraması, insan haklarının ciddi ve ısrarlı şekilde ihlalidir. Tercih Teorisi: Sadece belirli koşullar altında her toprağa dayalı gruba ayrılma izni verilebilir. Tercih teorisi, insan hakları ihlallerini, ayrılma için ne gerekli ne de yeterli şart saymaması 540 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 noktasında, iyileştirici haklar teorisinden ayrılmaktadır. Ancak teorinin bu esnek tutumu sınırsız siyasal parçalanmalara yol açabileceği gerekçesiyle eleştirilmiştir. (Kalaycı,2008: 204-206) Uluslararası hukuk açısından ayrılma konusuna baktığımızda Birleşmiş Milletlerin 1514 ve 2625 sayılı kararları önemlidir. 1514 sayılı karar mevcut devletten ayrılmayı açıkça yasaklamıştır. Bu karara göre; “ülkenin toprak bütünlüğü ve ulusal bütünlüğünü, kısmen veya tamamen yok etmeye yönelik girişimler, BM Şartı’ndaki ilkelerin hedefleri ile bağdaştırılamaz.” 2625 sayılı Dostane İlişkiler Bildirisinin sekizinci maddesinde de devletlerin ülkesel bölünmezliği ilkesine, self determinasyon ilkesine nazaran daha fazla ağırlık verilmiştir. Buna göre “Her devlet, diğer herhangi bir devletin ulusal ve ülkesel bütünlüğünü kısmen veya tamamen yok etmeye yönelik eylemlerden kaçınacaktır.” (Pazarcı, 2013:9-10) 2625 sayılı Dostane İlişkiler Bildirisinin 7. maddesinde de, “Eğer bir devlet, ülkesindeki herkesi renk, ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin bütünüyle temsil eden bir yönetime sahipse, devletin ulusal ve ülke bütünlüğünü ihlâl edecek şekilde self-determinasyon hakkının varlığı kabul edilemez.” denmektedir. Görüldüğü gibi, nüfusun tamamını temsil eden bir yönetime sahip mevcut bir devletten ayrılma hakkı hiçbir zaman BM tarafından kabul edilmemiştir. Aynı şekilde Yugoslavya’nın ayrılma sürecinde, BM Tahkim Komisyonu, Eski Yugoslavya’ya ilişkin vermiş olduğu 11 Ocak 1992 tarihli ve İki Numaralı kararında, “Uluslararası hukuk şu andaki konumu itibariyle, self-determinasyon hakkını bütün özellikleriyle belirtmiş değildir. Bununla beraber, şartlar ne olursa olsun, self-determinasyon hakkı, sınırları değiştirmeyi ve ülke bütünlüğünü ortadan kaldırmayı devletin açık rızası dışında içine almaz.” (Pazarcı,2013:16) Bu tanımlamada açıkça belirtildiği gibi selfdeterminasyon hakkının açıkça tanımlanmaması ayrılma hakkının kullanımını da şüpheli hale getirmektedir. BM’nin yukarıdaki kararları ışığında self determinasyon ilkesinin aksine, uluslararası hukukta ayrılma hakkı tanınmamaktadır. (Weller,2009:112) Uluslararası hukuka göre self-determinasyon hakkı, uti possidetis juris (toprak bütünlüğüne saygı) ilkesinin sınırları içerisinde geçerlidir. Çünkü devletin egemenlik yetkilerinin sınırlarını da çizen ülke, devlet olabilmenin temel şartlarındandır. Bu öneminden dolayı uti possidetis juris, yirminci yüzyılda uluslararası hukukun ilkelerinden biri haline 541 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 gelmiştir. (Yüce,2008:54) Ancak yeni devletlerin ortaya çıkması (Kosova gibi) ile birlikte fiili ayrılma durumunun normatif olarak tanınması söz konusu olmakta ve bunun sonucu olarak da yeni devlet, uluslararası hukuk sujeliğinden yararlanmaktadır. (Talmon, 2007:219) Mevcut bir devletin topraklarından bir kısmının devletin karşı iradesine rağmen ayrılması devletin toprak bütünlüğünü ihlâl eder. Devletlerin toprak bütünlüğü yukarıda belirtildiği üzere uluslararası hukuk tarafından güvence altına alınmıştır. BM Anlaşmasının ikinci maddesinde ius cogens (üstün hukuk) nitelikli bir düzenleme olarak yer alan kuvvet kullanma yasağı düzenlemesinde ve uluslararası teamül hukukunda bu teminatı desteklemektedir. Bu yüzden de hukuken ayrılma hakkının kabul edilmesi toprak bütünlüğü prensibi ile çatışacaktır. Bu bağlamda İyileştirici Haklar Teorisinin öne sürdüğü insan hakları ihlâllerine dayalı olarak ayrılma hakkının kullanımı††††† haklı bir hukuki gerekçe olarak uluslararası hukukta kabul görmemektedir. Ağır insan hakları ihlalleri dahi bir devletin toprak bütünlüğüne ilişkin temel hakkını ortadan kaldırmaz. Ayrılma hakkı ancak BM Anlaşmasının öngördüğü çerçevede sömürgeciliğin sona erdirilmesi bağlamında kabul edilmiştir. (Arsava,2013:1217) Yine Dünya İnsan Hakları Viyana Bildirisinde de, BM Antlaşmasının elli beşinci maddesine atıfla; kendi kaderini tayin hakkının varlığı ve bu hakkın ihlal edilemeyeceği kabul edilmiş, ancak hakkın kullanımına sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre bu hak, toprak bütünlüğünü bozucu şekilde (ayrılma hakkı olarak) kullanılamayacaktır. (Oran,2001:115) Ancak özellikle Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılması sürecinde iyileştirici ayrılma (remedial seccesion) kavramı Rusya’nın en önemli argümanlarından biri olmuştur.‡‡‡‡‡ Uluslararası hukuk ve uygulama pratikleri açısından farklı özellikler gösteren ayrılma hakkı, uygulamada egemenlik değiştirme biçimi ya da ††††† Tek yanlı ayrılma hakkını “asıl” hak olarak gören ile “düzeltici hak” olarak gören teoriler arasında ayırım yapmak gerekir. “düzeltici hak” teorilerine göre, devlet içinde ağır insan hakları ihlallerine, haksız ilhaka uğrayan, devlet içi özerkliği ya da azınlık hakları sürekli ihlal edilen belli bir bölgede yoğunlaşmış olan bir grup ayrılma hakkına “ahlaken” sahiptir. (Catala, 2013: 77-79) ‡‡‡‡‡ Literatürde bu iddianın iki sebepten geçerli olmayacağı görüşü hakimdir. Bunlardan ilki iyileştirici ayrılma hakkının literatürde tartışmalı olduğu ve hala tanımının tam olarak yapılamamasıdır. İkinci neden ise iyileştirici teorinin temel argümanı olan toplumsal şiddet ve insan hakkı ihlalinin Kırım’da bulunmamasıdır. (Christakis, 2015:88-90) 542 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 ayrılma hakkının kullanım şekli açısından metodolojik açısından genel olarak ikiye ayrılmaktadır. 1) Tek Taraflı Ayrılma Hakkı (Unilateral Seccesion): Tek taraflı ayrılma mevcut devletin rızası olmadan ve kuvvet kullanma veya tehdidi yoluyla ayrılma hakkını kullanması durumunu ifade eder. Bu durumda genelde anayasal bir ayrılma hakkı yoktur ve siyasi müzakere ya yok ya da başarısızdır. Ayrıca bu tek taraflı ayrılma anayasal hükümlerin varlığına rağmen ve siyasal müzakere çabalarını takiben de olabilir. (Anderson, 2013: 353-354) İkiz Sözleşmeye göre tüm insanlar serbest bir şekilde ekonomik, sosyal, kültürel haklarını belirlemekten kaynaklanan self determinasyon hakkına sahiptir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dekolonizasyon sürecinde devletlerin ayrılma hakkına vurgu yapan bu yaklaşım, soğuk savaş sonrası dönemde geniş yorumlarıyla ulusların egemenliğini zorlayan bir kavramlaştırmaya bürünmüştür. Ayrılma hakkının tek taraflı kullanımı, egemen devletlerin uluslararası düzlemde korunan toprak bütünlüğü ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle uluslararası toplumca, çoğu kez soğuk bakılan bir yöntem olmuştur. Bu usulün kullanımı, genellikle uzun iç çatışmalara ve huzursuzluklarla sonuçlanmaktadır. 2) Rızaya Dayalı Ayrılma Hakkı: Bu ayrılma hakkı uygulaması kendi içinde “müzakereci” ve “anayasal” ayrılma hakkı olarak ikiye ayrılmaktadır. a) Müzakereye Dayalı Ayrılma Hakkı: Bu hak anayasada belirtilen şekilde bir ayrılma hakkı tanır. Bu türde anayasal olarak bir süreç ve framework olmakla beraber anayasal olarak ek bazı ön şartlar yoktur ve ayrılma süreci herhangi bir ön şart olmaksızın tamamlanabilir. Kanada yüksek mahkemesinin kararı çerçevesinde Quebec’in ayrılma hakkını kullanımı bu türe örnektir. Bazı yazarlar Amerika Birleşik Devletler anayasasının da bu türde bir ayrılma hakkını tanıdığını savunsa da uygulamada bu mümkün görülmemektedir. Siyasi müzakere yoluyla halledilmiş çok sayıda ayrılma örneği vardır.§§§§§ §§§§§ Bu örnekler arasında 1922’de Güney İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan, 1960’da Senegal’in Mali Federasyonu’ndan, 1961’de Suriye’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden, 1965’de Singapur’un Malezya Federasyonu’ndan ve 1991’de Baltık Cumhuriyetleri’nin SSCB’den ayrılması sayılabilir. (Anderson, 2013: 352 -353). 543 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 b) Anayasaya Bağlı Ayrılma Hakkı: Var olan devletin anayasasında özel olarak ayrılma süreçlerinin tanımlandığı ve belirli şartların varlığı durumunda ayrılma hakkının tanındığı bu uygulamaya 1921 Liechtenstein Anayasası, 1931 Çin Anayasası ve 1947 Burma Anayasası örnek olarak gösterilebilir.(Anderson,2013: 351-352.) Ulus devlet sistemi içerisinde egemenlik ülkelerin yönetim sisteminin en üstünde yer alan iktidarı ifade etmektedir. Uluslararası ilişkilerde ise, devletin karar almada bağımsız olması anlamına gelir. Ancak günümüzde bu egemenliğin uluslararası kuruluşlara devredildiği ve devletlerin bağımsızlığının sınırlandırıldığı fikri ağırlık kazanmaktadır. (Çam, 2005,333-334) Bu çerçevede klasik egemenlik anlayışının tarihsel rolünü ve işlevini yerine getirdiği ve geçmişte olduğu kadar dayatmacı bir ilke olmadığı iddia edilmektedir. (Çetin,2005,42). Ayrılma hakkı kapsamında ulus devletlerin egemenlik alanlarının süreç içerisinde zorlanacağı aşikârdır. Bu çerçevede ayrılma hakkının hukuksal muğlaklığı önemli bir sorun alanını temsil etmektedir. 4. 9 KASIM 2014 REFERANDUMUNUN HUKUKSAL STATÜSÜ ETKİLERİ VE Katalonya Özerk Yönetim Başkanı Artur Mas'ın 9 Kasımda bağımsızlık yanlısı referandumun yapılmasını öngören kararnameyi imzalamasının ardından, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy'un başkanlığında toplanan hükümet, Katalonya Özerk Yönetim Parlamentosu'nun 19 Eylül'de kabul ettiği halk oylamalarıyla ilgili yerel yasa ile Katalonya Başkanı Mas'ın referandum yapılmasıyla ilgili kararnamesi için Anayasa Mahkemesi'ne itiraz başvurusunda bulunmuştur. Yüksek Mahkeme, her iki kararın da anayasaya aykırı olduğu yönünde karar almış ve anayasaya göre münhasıran bu yetkinin sadece İspanyol hükümetine ait olduğunu belirtmiştir. (http://www.ntvmsnbc.com//) Ancak, İspanya’nın kuzey doğusundaki Katalonya Özerk Yönetimi, Anayasa Mahkemesi'nin durdurma kararına ve hükümetin baskılarına rağmen 9 Kasım’da gayri resmi halk oylamasını yapmıştır. Katılımın yaklaşık yüzde 40 olduğu ve katılanların yüzde 80,72’sinin bağımsızlık yanlısı oy kullandığını açıklayan bölgesel yönetim temsilcisi Ortega, halk oylamasında yöneltilen “Katalonya'nın bir devlet olmasını istiyor musun?” ve buna “evet” yanıtı verenlere "Bu devletin bağımsız olmasını istiyor musun?" sorularına verilen cevaplara göre referandum sonuçlarını açıklamıştır. Buna göre, bağımsızlık isteyenler anlamına gelen "evetevet" cevabı verenlerin oranı yüzde 80,72 (1 milyon 649 bin 239 kişi), İspanya'ya 544 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 bağlı ama özerklik hakları daha çok genişletilmiş bir Katalonya isteyenler anlamına gelen "evet-hayır" seçeneğini işaretleyenlerin oranı yüzde 10,11’dir. "Hayır" diyerek Katalonya'nın aynı özerklik hakları ile yönetilmesine devam edilmesini isteyenlerin oranı ise yüzde 4,55 olmuştur. Öte yandan, bağımsızlık yanlısı olan ve halk oylamasının gerçekleşmesi için sivil toplumu örgütleyen Katalonya Ulusal Asamblesi'nin Başkanı Carme Forcadell de yaptığı değerlendirmede, "Bugün, İspanyol adaletine, tüm tehditlerine rağmen artık ondan korkmadığımızı gösterdik" diyerek merkezi hükümete meydan okumuştur. (http://www.hurriyet.com.tr//) Bu gelişmelerin karşısında İspanya’nın muhafazakâr kanadının tepkisi de ayrılıkçılar kadar sert olmuştur. İspanya'da iktidardaki Halk Partisi'nin Katalonya'daki kolu PPC'nin lideri Alicia Sanzhez Camacho, Artur Mas'ı "demokrasinin garantilerine sahip olmadan referandum ilan etmek, Katalonya ile İspanya'nın geri kalanı arasında duvar örmek ve demokrasiye ihanet etmekle" suçlamıştır. (http://www.sabah.com.tr//) İspanya Adalet Bakanı Rafael Catala ise referandumu "hiçbir demokratik değeri olmayan siyasi bir propaganda" olarak yorumlamıştır. Yine Başbakanlık kaynaklarına dayandırılarak verilen haberlerde, Başbakan Rajoy'un, halk oylamasını anti demokratik gördüğü ve Artur Mas'ın bu tavrının diyaloğu zorlaştırdığını düşündüğü ifade edilmiştir. Öte yandan Katalonya Başkanı Artur Mas'ın "tam başarı" değerlendirmesi yaparak yasal referandum için İspanyol hükümetini müzakere masasına çağırması gazetelerde öne çıkartılırken; İspanyol basınında yapılan yorumlarda, Katalan meselesine karşı bu zamana kadar sert ve katı tavır takınan İspanya Başbakanı Mariano Rajoy'un bundan sonra Katalonya Başkanı Artur Mas ile diyalog masasına oturması gerektiği savunulmuştur. (http://www.dunyabulteni.net//) 9 Kasımdaki referandumdan üç gün sonra, İspanya Başbakanı referandumla ilgili olarak “bu demokratik bir seçim değil, değersiz bir saçmalık ve politik propagandanın ürünü” diyerek referandum konusundaki duruşunu keskinleştirmiş ve Katalanların üçte ikisinin katılmadığı böylesi bir referandumun Katalan bağımsızlığı projesinin bir başarısızlığı olduğunu savunmuştur. Ayrıca, 21 Kasımda İspanya Cumhuriyet Başsavcılığı, kurallara uymama, mahkeme kararını engelleme, kamu kaynaklarını ve kamu gücünü kötüye kullanmak suçlarından üç Katalan vekil hakkında soruşturma açmıştır. (http://www.cataloniavotes.eu//) 5. 2015 EYLÜL SEÇİMLERİ VE SİYASAL ETKİLERİ 28 Eylül’de, Katalonya’da bölgesel seçimlerde Katalonya’nın bağımsızlığı üzerinden kurulan Junts Pel Sí (Evet İçin Birlikte) 545 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 ittifakı birinci parti olarak seçimlerden çıkmıştır. Böylece Katalonya’da bağımsızlık yanlısı iki müttefik parti, Barcelona’daki bölge parlamentosunda çoğunluğu elde etmiştir. Ancak ittifak tek başına Katalonya Parlamentosu'nda çoğunluğu sağlayamayınca, 10 sandalye çıkaran sol eğilimli Halk Birliği Adaylığı Partisi ile ittifak kurulmuştur. Bu parti, Katalonya’nın daha çabuk bağımsız olmasını savunmaktadır. Ancak sonuç olarak bu ittifak 135 sandalyeden 71’ini alarak çoğunluğu ele geçirmiştir. Bu seçim sonuçlarına dayanarak ittifak; Katalonya’nın bağımsızlık yolunun açıldığını ve seçimden önce vaat edildiği üzere 18 ay içinde bağımsızlık referandumuna gidileceğini iddia etmektedir. Bu noktada gözden kaçırılan şey ise ittifakın aldığı yüzde 48 oy’un olası bir referandum için yeterli olup olmayacağıdır. Her ne kadar seçimde parlamento çoğunluğunu elde edecek kadar oy alınsa da bu oy oranının bağımsızlık ilanına yeteceği şüphelidir. Bu oy oranını 18 ay içinde yüzde 50,01’e çıkartılabilmesi ise zor görülmektedir. Diğer taraftan Madrid yönetimi bağımsızlığa destek veren Katalonların oranını aşağıya çekmek veya en azından yüzde 48’de tutmak için elinden geleni yapacaktır. (http://dirilispostasi.com/a-1686-katalonya-simdi-bagimsiz-mioluyor.html) İspanya hükümeti ise Katalonya'nın bağımsızlık referandumu düzenlemesinin söz konusu olmayacağı görüşündedir. Madrid yönetimi böylesi bir referandumun İspanya Anayasası'na aykırı olduğunu savunmaktadır. İspanya'da yükselişteki sol parti Podemos Katalanların bağımsızlık referandumu düzenleme hakkı olduğunu savunsa da, bağımsızlık çabalarına destek vermemektedir. Ayrıca İspanya merkezi hükümeti daha önce olası bir tek taraflı bağımsızlık ilanı durumunda konuyu anayasa mahkemesine taşıyacağını açıklamıştır. Mahkemenin geçmiş kararı göz önüne alındığında olası bir bağımsızlık sonucunun mahkemeden dönmesi de yüksek bir ihtimal olarak gözükmektedir. Katalonya'daki bağımsızlık yanlısı girişimlere İspanyol hükümetinden en sert tepki ise Dışişleri Bakanı Jose Manuel Garcia Margallo'dan geldi. Margallo, Halk Partisi'nin Bask bölgesinde düzenlediği mitingde yaptığı konuşmada, "Ekonomik krizden çıkılır, bir terörist saldırı aşılabilir ama İspanya'nın bölünmesinin geri dönüşü olmaz. Katalonya'nın egemenliğe yönelik meydan okuması İspanya'nın karşı karşıya kaldığı en önemli sorundur" diyerek Madrid yönetiminin katı tutumunu en iyi şekilde özetlemektedir. (http://www.haberler.com/katalonya-nin-bagimsizlik- 546 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 talebi-8771744-haberi//) Liga de Fútbol Profesional başkanı Javier Tebas ve İspanyol Spor Bakanı Miguel Cardenal de Katalonya'nın bağımsızlığı halinde, Barcelona'nın La Liga'da oynamasına izin verilmeyeceğini açıklayarak olası bir bağımsızlık oylamasına karşı ilk yaptırımı ortaya koymuşlardır. (http://www.bbc.com/turkce/spor/2015/09/150924_barca_la_liga) 6. TANIMA SORUNU VE AVRUPA BİRLİĞİ Ülke tanıma konusunun tarihsel gelişimi modern toplum anlayışı ve onun egemenlik hukuku ile yakından ilgilidir. Orta Çağ sonrası devletlerde uluslararası hukukun bugünkü manada işlemediği bir düzende, devletler kendilerini ulusal öğelerle devlet olarak tanımlamakta ve meşruiyetlerini yönetimi altındaki varlılarla (halk, toprak vb.) desteklemekteydiler. Ancak bugünün modern dünyasında egemenlik uluslararası hukukla kendine meşruiyet kazandıran devletlerin tanınması gerçekleşmektedir. (Fabry,2012:662) Tanınmanın yanı sıra tüm devletler eşit statüde bir kabul görme ve uluslararası yapılarda yer almayı egemenliklerini pekiştirici unsurlar olarak kabul etmektedirler. 1933 tarihli Montevideo Convention’ın ilke kararlarına göre devlet olmanın şartları; a) kalıcı bir halk, b) tanımlanmış bir toprak, c) hükümet, d) diğer ülkelerle ilişki kurma kapasitesi olarak belirlenmiştir. Ancak ilerleyen zamanlara beşinci bir ilke olarak “bağımsızlık” şartı tam anlamıyla modern bir devlet olma şartı olarak ortaya çıkmıştır. (Anderson, 2013, 356) Montevideo Sözleşmesi devlet olma konusunda rehber olmakla birlikte, tanıma ya da tanımama konusunda diğer ilave faktörler rol oynamaktadır. Bu yüzden de devlet olarak kabul görmek için gerekli koşullar sağlansa bile tanıma kararı ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilir. Çünkü ülkelerin tanıma noktasındaki tutumları değer ve çıkar yüklü olabilmektedir. Bu noktada bir devletin varlığını saptamak için uluslararası hukuk kuralları önemli ve yol gösterici olmaktadır. Bu kapsamda tanınma konusunda getirilen ilave koşullardan bir tanesi olan devletlerin doğuşunun uluslararası hukuk normları ihlal edilmeden gerçekleştirilmesi önemlidir. Bu ve benzeri kriterler esasında devlet olma kriterleri değil, tanıma kriterleridir. Yine devletlerin tanınması konusunda bir başka kriter “etkinlik” kriteridir. Bu kritere göre, bağımsız bir hükümetin daimi bir halk ve tanımlanmış bir ülke üzerinde etkin kontrolü gereklidir. Bu 547 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 kurama göre, etkinlik varsa devlet vardır yoksa devlet yoktur. (Taşdemir, 2016: 653-654) Bu tartışmalar çerçevesinde tanıma konusunda üç temel teori ön plana çıkmaktadır: Açıklayıcı Teori (Declaratory Theory): Literatürde ciddi destek gören bu teori; bir devletin belirli şartları karşılayıp, uluslararası alanda devlet iddiasını ortaya koymasını devlet olmak için yeterli saymaktadır. Bu teoriye göre “tanıma” siyasal bir eylemdir ve devlet olmanın bir unsuru değildir. Bir devlet diğer devletlerle politik ilişkilere girmek zorunda değildir. Bu yönüyle tanıma diğer devletlerle diplomatik ilişki kurma, uluslararası antlaşma yapma gibi bir takım politik ilişkilerle ilgilidir. Bununla birlikte, bu teoriye yönelik ciddi eleştirilerde vardır. Devlet kurma pratikleri bu teoriyi desteklememektedir. Devletler uluslararası hukukun bir parçası haline gelmiştir ve bu hukuksal sistemin içinde var olabilmek için tanınma önemli bir kriterdir. (Worster,2009:119120) Kurucu Teori (Constitutive Theory): Bir bölgenin bağımsızlığını ilan etmesinin otomatik olarak o bölgeye devlet statüsü kazandırmayacağını ile süren bu teori klasik uluslararası literatüründe önemli bir yere sahiptir. Bu teoriye göre, “devlet olma” diğer devletlerin takdirine dayanır ve bir devlet sadece sistem tarafından tanındığında var olabilir. Kurucu teoriye göre tanıma bir devletin uluslararası kişiliğini oluşturur. Bu teoriye göre tanıma “statü kurma”; tanımama ise “statü engelleme” etkisine sahiptir. Bu yüzden de diğer devletlerin tanıması sine qua non (olmazsa olmaz) bir durumdur. (Ryngaert and sobrie,2011:469). Ancak kurucu teori, bugün geçerliliğini ciddi anlamda kaybetmiştir. Ancak uluslararası hukuk süjesi olarak devletin “göreceliliğine” neden olan ve tanınmayan devletlerin sorumluluğunu açıklamada yetersiz kalan bu teori, devletlerin egemen eşitliği ilkesine aykırı düştüğü için günümüzde desteklenmemektedir. Kurucu - Kolektif Kuram (Attempts at Synthesis): Bazı yorumcular iki teoriyi bir arada tutarlı bir bütün olarak ele almaktadır. Hersch Lauterpacht, iki teorinin ortak yönlerini “tanıma” için önemli, belirleyici ve vazgeçilmez bir işlevi olduğunu iddia etmektedir. Devletin gerekli unsurlarının varlığını 548 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 ilan etmek uluslararası başlangıç için bir kurucu etkiye sahiptir. Ancak bununla birlikte, yeni bir devletin belirli yasal aktörlerce tanınması önemlidir. Kurucu-kolektif kurama göre devlet olabilmek için etkinlik yanında BM gibi örgütlere üye olarak kabul edilmek gereklidir.(Worster, 2009: 121) Geçtiğimiz yüzyıl boyunca devletlerin tanınması hız kazanmakta ve güncelliğini korumaktadır. 1945 ila 2007 arasında dünya üzerinde tanınan devlet sayısının 74’den 193 çıkmıştır. Bu rakam uluslararası alanda ülke tanımanın neden bu kadar önem arz ettiğini açıklamaktadır. Dekolonizasyon sürecini takiben Sovyet Bloğun çöküşü ile SSCB’nin ve Yugoslavya’nın dağılması ile ortaya çıkan yeni devletlerin başta büyük devletler (Batı Bloğu) ve uluslararası kuruluşlarca (BM) tanınması süreci her daim politik ve dengesel bir yöne sahip olmuştur ve çoğu kez büyük iç kargaşa ve terör olaylarının yaşandığı süreçlerin sonunda gerçekleşmiştir. Ancak Belçika, İspanya, Kanada gibi ülkelerde bu süreçler diyalogla yürütülmeye çalışılmaktadır. (Anesi and De Donder, 2012:241-242) Özellikle soğuk savaş sonrası dönemde bu hakkın kullanımının sınırının ne olacağı ve hangi şartlar altında tanımanın meşru olacağı önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. Bu bilinmezliğin iki büyük kırılması da biri Amerika tarafından desteklenen Kosova’nın bağımsızlığı sürecinde; bir diğeri de Rusya’nın desteklediği Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığı sırasında karşımıza çıkmıştır. Uzun süre BM tarafından yönetilen, etnik temizlikle karşı karşıya kalmış olan ve NATO müdahalesiyle kurtulan Kosova’nın bağımsızlığı süreci bu özel durumundan kaynaklı olarak batılı devletlerce spesifik bir olay olarak görülmüş ve diğer başka tanıma hakkı kullanımına emsal gösterilemeyeceği özellikle vurgulanmıştır. Ancak büyük batılı devletlerin bu tanımasına başta Rusya ve Sırbistan ciddi itirazlarda bulunmuş ve bu tanımayı kınamışlardır. Ancak hali hazırda bu nevi şahsına münhasır tanıma tartışmalarını da beraberinde getirmiş ve Kosova’nın meşruiyeti tartışma konusu olmuştur. 2008’de Rusya’nın Gürcistan’ı işgalini izleyen süreçte Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık ilanları Rusya tarafından tanınmıştır. (Fabry,2012:665-667) Avrupa Birliği şemsiyesi altındaki ülkeler içindeki ayrılık hareketlerinde tanıma sürecini değerlendirirken yukarıdaki örneklerden farklı olarak düşünmemiz gereken bir etmen de Avrupa Birliği üst egemenliği 549 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 olmaktadır. Bu üst egemenlik sorunsalı konuyu farklı bir düzleme taşımakta ve Avrupa Birliğinin geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Avrupa Birliği kapsamında, hem Katalonya hem de İskoçya için ortak nokta ise birlik içinde kalma isteğidir. Bu noktada Avrupa Birliği açıkça bağımsızlık taleplerinin önünü kesmese de üye devletlerin toprak bütünlüğüne saygı göstermektedir. Ancak bağımsız olmak isteyen bölgelerin talepleri ve bu bölgelerin Avrupa Birliği içerisinde kalma isteği ve bu bölgelerin ekonomik potansiyeli, birliğin politikalarını etkileme ve geleceğini değiştirme gücünü içinde barındırmaktadır. (Akçalı, 2014: http://www.usak.org.tr//) AB, ulus-üstü seviyede geliştirdiği bölgesel politikalarla üye devletlerin bölgesel politikalarının temellerini hem belirlemekte hem de desteklemektedir. Neoliberalizm ile tarihsel bir uyum içinde, Avrupa Birliği 1980’lerden itibaren bölgesel fonlarda artışa gitmiş, yerel yönetimlerde reformu gündemine almıştır. (Aygül,2001:15) Avrupa Birliğinin devletlerin egemenliği üzerindeki genellikle açık olmayan ama gerçekte birçok alanda bağımsız bir yapı olarak üye devletlerin otoritesini zorladığı görülmektedir. Ancak 80’lerin sonlarından itibaren bu etki daha da açık hale gelmiş ve bölgesel yönetimler görece birlik içerisinde daha görünür hale gelmiştir. Birçok bölgesel yönetim Brüksel’de karar alma süreçlerine etki edebilmek için bilgi ofisleri açmıştır. (Connolly,2013:7879) Bu kapsamda, 2009 yılında imzalanan Lizbon Anlaşması, 1993 yılınla kabul edilen Maastricht Kriterleri ile karşılaştırıldığında çok geniş bir alanda devletsiz milletleri destekleyen ve Avrupa Birliğinin organlarında onlara yer veren bir karaktere sahiptir. (Meo and Hennessy,2014: http://www.telegraph.co.uk//) Bölgesel komitelerde daha görünür olmaya başlayan bölge yönetimleri Avrupa Birliği şemsiyesi altında bölgesel çıkarlarını gözetebilmeye başlamışlardır. Ancak Belçika’nın tersine İspanya ve Birleşik Krallık devletsiz milletlerin temsilcilerini bu komitelere göndermekte oldukça isteksiz davranmıştır. Bu yüzden de her ne kadar bu otoriteler içsel düzeyde bir etkiye sahip olsalar da tam anlamıyla Avrupa Birliği politikalarını etkileme gücüne sahip olamamaktadırlar. Buna rağmen bu bölgeler kurdukları informal iletişim ağıyla kendi çıkarlarını korumuş ve geliştirmiştir. Örneğin Flemish, İskoç ve Katalonların da içinde bulunduğu yaklaşık 40 grup, Avrupa Birliği içerisinde faaliyet göstermekte ve kendi insanlarının self determinasyon hakkını aktif bir şekilde savunmaktadırlar. (Connolly,2013: 81-82). Katalonya bu açıdan bölgesel bir devlet olarak tanımlanmakta ve Avrupa Birliğinin işlerine ve organlarına katılmaktadır (özellikle ekonomik işlerde). Katalan para 550 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 diplomasisinin başarısı birlik içerisinde Katalonların otonomi taleplerini anlaşılabilir kılmıştır. (Aldecoa and Keating,1999:16-18) Bir diğer önemli konu ise mevcut Avrupa Birliği üyesi ülkeden ayrılan ve yeni bir devlet oluşturan bölgenin Avrupa Birliğine üyeliği sorunudur. Özellikle 2012 yılında İskoçya’nın bağımsızlığı tartışmalarının yaşandığı günlerde Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiseri Jose Manuel Barrosso’nun verdiği cevap önemlidir “eğer böyle bir yeni devlet Avrupa Birliği içerisinde ortaya çıkarsa birliğe başvurması ve yeni devletin Avrupa Birliği standartlarıyla ilgili süreci tamamlaması gerekmektedir”.(Connolly,2013:78-79) Uluslararası hukuk ve uluslararası organizasyonların kararları da Barrosso’yu desteklemektedir. Kurulduğundan bu yana Avrupa Birliği içindeki hiçbir ülkede herhangi bir ayrılma durumu olmaması, olası bir ayrılmayı daha önce test edilmemiş bir örnek yapacaktır. Bu deneyim daha önce dayanak bir model olmadığı için zorunlu olarak kendine özgü koşulları ve sonuçları da beraberinde getirecektir. Bu yüzden de birlik başta İskoçya referandumu daha sonrasında da Katalonya’daki gayri resmi referandum ile birlikte bu sorun üzerine düşünmeye daha yoğun bir şekilde başlamıştır. Buradaki temel problemlerden biri de ayrılmanın şeklidir. İskoçya örneğinde Anayasal olarak İskoçların bu hakkı kullanmasının önünde bir engel yokken İspanya’da durum tam tersidir. Bu yüzden bu iki durum karşısında birliğin tavrının da farklılık göstereceği düşünülmektedir. (Castro, 2013:62) SONUÇ Geçtiğimiz yüzyıl boyunca dünyanın içinden geçtiği siyasal ve ekonomik krizlerin etkisinde, tartışmaların merkezinde kendine yer bulan self determinasyon ve ayrılma hakkı bugünün demokratik ilkeleri perspektifinde uluslararası ilişkilerin belirleyici öğelerinden biri olmakta ve güç dengelerinin test edildiği ideolojik alanların arka planını oluşturmaktadır. Doğudan batıya, kuzeyden güneye değişik kültürler ve coğrafyalarda ortaya çıkan bu istekler, ister demokratik isterse de otokratik devletlerde olsun kendisine yaşayacak ve yeşerecek bir iklim bulabilmektedir. Dünyanın en çatışmalı bölgelerinin başında gelen Irakta ayrılıkçı gruplar olduğu gibi demokrasinin beşiği Birleşik Krallıkta da 551 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ayrılma fikri 21 inci hissedilmektedir. Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 yüzyılda her zamankinden daha güçlü Bu kapsamda incelediğimiz Katalonya’nın bağımsızlık sorunsalı kendine özgü olsa da bahsede geldiğimiz ilkeler çerçevesinde milliyetçi-ekonomik bir düzlemde ilerlediği gözlemlenmektedir. Katalonya’nın tarihsel olarak kurduğu ideolojik kurgu içinde varlığını sürdüren bu hareketi sadece romantik bir moral şişmeyle açıklamak yetersiz bir yaklaşım olacaktır. Burada ekonomik ilerleme, vergi sistemi ve kırılganlıkların etkisi göz ardı edilmemelidir. Tarihsel kökleri 13 üncü yüzyıla kadar giden ve kültürel geleneklerini ve dilini koruyan Katalanların bugünkü taleplerinin geçmişte de birçok kez kendini gösterdiği unutulmamalıdır. Ancak bu çalışmada da vurgulandığı gibi bugünü geçmişteki mücadelelerden ayıran ekonomik sebepler ve Avrupa Birliği gibi iki temel konu bu çalışmada ağırlıklı olarak ele alınmıştır. Beş yüzyıldan fazla süredir güçlü bir liman kenti olarak ekonomik refahın ve reformların merkezi olan Katalonya her daim İspanya’nın genel kültürel eğimlerinden farklı bir değerler manzumesi içinde varlığını idame ettirmiştir. Ancak 2008 ekonomik krizi ve sonrasında İspanya’nın genel ekonomi politikaları Katalanları başka bir soruyu sormaya zorlamıştır: “Kendi zenginliğimizi neden Madrid’le paylaşalım?” Bu soru o kadar güçlenmiştir ki bilinçaltında tarihsel olarak varlığını koruyan değerlerin yüksek sesle dile getirilmesini ve tarihsel referanslar eşliğinde yeni bir ideoloji üretme sürecine girişilmesini sağlamıştır. Bu çerçevede Katalonya’da artan huzursuzluğun temelinde tarihsel milliyetçilik kadar ekonomik refahın da önemli olduğu unutulmamalıdır. Bir diğer önemli nokta da Avrupa Birliği üst egemenliği ve bu teşkilatın bu ayrılıkçı hareketler karşısında alacağı pozisyondur. Yaşadığımız dünya düzeni geçmiş dönem klasik egemenlik anlayışının tersine uluslararası yeni oyuncular çerçevesinde iki ülke arasında olan problemi kimi zaman bölgesel kimi zaman da küresel ölçekte değerlendirilen bir probleme dönüştürebilmektedir. Katalonya özelinde Avrupa Birliğinin önemi, Katalan halkının birlik ile entegre olma isteğinde yatarken; Avrupa Birliği içinse Katalonya’nın ekonomik potansiyelidir. Genel yönleriyle değerlendirdiğimiz Katalonya’nın ayrılma probleminin geldiği aşama açısından ileri bir nokta olduğunu kabul etmekle beraber, bu sürecin birçoklarının beklediğinin aksine çok kolay bir süreç olmadığı 552 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 ortadadır. Özellikle hem İspanya hükümetinin ve Anayasa Mahkemesinin kararları hem de İspanya’nın halen Avrupa Birliğinin en büyük partnerlerinden olması, Avrupa Birliğinin bu ayrılıkçı hareketler karşısındaki gitgelli tutumu, Katalonya’nın dağınık siyasi yelpazesi ve liderlik eksikliği mevcut süreç içerisinde Katalanların bağımsız devlet olma yolunda karşılaştığı başlıca sorunlardır. Hali hazırda 12 partinin bulunduğu Katalonya tek ve birlikte hareket etme kabiliyetini kazanamamaktadır. Ayrıca ayrılma sürecinin sadece milliyetçi söylemlere tutsak edilmesi de bir diğer önemli problemdir. (Lluch, 2010,358) Bu kapsamda ayrılma hakkı, Katalonya için değerlendirildiğinde tek taraflı veya anayasaya dayalı ayrılma süreci iki açıdan değerlendirmelidir. Öncelikle uluslararası hukuk toprak bütünlüğü ilkesini koruyan bir normlar sistemini prensip olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte 1978 Anayasası ve Anayasa Mahkemesinin son kararları ayrılma sürecinin uygulanabilirliği açısından çok boyutlu içsel ve dışsal zorluklar barındırmaktadır. Son tahlilde özellikle futbol maçlarıyla ve Barcelona futbol kulübünün dünya çapındaki ünü ile uluslararası kamuoyuna bağımsızlık iddialarını taşıyan Katalanlar için İspanya’dan ayrılmanın tek olumsuz sonucu Avrupa Birliği süreci ile de sınırlı değildir. En basitinden artık Barcelona - Real Madrid karşılaşmalarının olmayacak olmasının bile tek başına bir ekonomik değer kaybı olarak Katalan ekonomisine geri döneceği açıktır. Bu basit örnekten yola çıkarak üniversitelerden ekonomik alanlara kadar birçok alanda hali hazırda İspanya’nın nimetlerine ihtiyaç duyan Katalonya için müstakil bir ordusunun olmaması da başka bir problemdir. Bu kapsamda, Katalonya özerk bölgesinin ayrılmayı süreklilik arz eden siyasi, ekonomik ve hukuki süreçlerle gündemde tutması, hem yerellik vurgusu belirgin olan post modern dönemde ulus devletlerin geleceği açısından hem de Avrupa Birliği projesinin dayanıklılığının ölçülmesi açısından önemli bir test olacaktır. Bu konunun küresel ölçekte bir sorun olarak önümüzdeki süreçte yeniden gündeme geleceği de aşikârdır. Burada önemli olan uluslararası hukukun ve kurumların alacağı tavırdır. Çünkü olası kararların Kosova kararında olduğu gibi, başka uluslar için bir ışık ya da egemenlikleri için bir tehdit olma olasılığı her zaman için geçerli olacaktır. 553 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 KAYNAKÇA Abdullahzade, C. (2014). Self Determinasyon ve Ayrılma Açısından Kırım Sorunu, TAAD Dergisi, Yıl:5, Sayı:19, 159-205. Akçalı, Ö.(2014). Katalonya Referandumu. http://www.usak.org.tr/ tarihinde alınmıştır. adresinden 7/12/2014 Aktoprak, E. (2011).Ulus-Devletin Dönüşümünde İspanya Modeli ve Katalonya Örneği, Dipnot Dergisi. Sayı 6. Aldecoa, F and Keating, M. (1999). Paradiplomacy in Action: The Foreing Relations Of Subnational Governments. Anesi, V and Donder, P. De. (2012) Voting under The Threat of Secession: Accommodation Versus Repression. Anderson, G.(2013). Secession in International Law and Relations: What Are We Talking About?, Loyola Marymount University and Loyola Law School Digital Commons. Arsava, A.F.(1981). Self Determination Hakkının Tarihi Gelişimine Bir Bakış ve Aaland Adaları Sorunu. Seha L. Meray’a Armağan. Ankara, AÜSBF. Cilt 1. Arsava, A. F. (1993). Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Arsava, A. F. (2013). Uluslararası Hukukun Sezessıon İçin Belirlediği Çerçeve, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 15, Özel Sayı, 1215-1228 (Basım Yılı: 2014). Atasoy, V. (2014). Bağımsız Katalonya Bir Hayal mi? http://www.radikal.com.tr/ adresinden 8/12/2014 tarihinde alınmıştır. Aygül, C.(2010). Ulus Devletler ve Bölgecilik. Ankara: Tan Kitabevi. Azarkan, E. (2016). Devletlerin Tanınmasında Dönüm Noktaları: Badinter Komisyonu ve Kosova’nın Tanınması, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:7, Sayı:1. Buchanan, A. (2004). Justice, Legitimacy and Self-Determination, Oxford: Oxford University Press. Castro, L.(2013) What’s up with Separation”. Catalonia Press. Catalonia? “The Causes Which Impel Them To The Cassese, A. (1995). Self-Determination of Peoples, Cambridge: Cambridge University Press. Catala, A. (2013). Remedial Theories of Secession and Territorial Justification, Journal Of Social Philosophy, Cilt 44, No.1,754-794. Christakis, T. (2015). Self-Determination, Territorial Integrity and Fait Accompli in The Case of Crimea, Max-Planck-Institut für ausländisches öffentliches Recht und Völkerrecht. 75 (1),75-100. Connolly, C. K.(2013). Indipendence in Europe:Secession, Sovereignty and The European Union, Duke Journal of Comparative & International Law, No: 24. Çam, E.(2005). Siyaset Bilimine Giriş. İstanbul: Der Yayınları. Çetin, H. (2005). Siyaset. 2. Baskı. Ankara: Lotus Yayınları. 554 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 Demiral, B. (2006). Avrupa Perspektifinde Yerel Yönetimler. Parlak, B. ve Özgür, H (editörler). Bursa: Alfa Yayınları. Desquens, J.(2003) Journal of International Affairs Europe's Stateless Nations in The Era of Globalization The case for Catalonia's secession from spain http://www.jhubc.it/bcjournal/articles/desquens.cfm adresinden 16/5/2017 tarihinde alınmıştır. Esen, S. (2001). 1978 İspanyol Anayasası; Ulus Devlet Modelleri ve İspanya Örneği. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Fabry, M. (2012). The Contemporary Practice of State Recognition: Kosovo, South Ossetia, Abkhazia, and Their Aftermath. Nationalities Papers, Cilt:40. No:5. Gardam, J. G. (1993). Non-Combatant Immunity As a Norm of International Humanitarian Law, La Haye: Martinus Nijhoff Publishers. Gündüz, A. (2009). Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler Örnek Kararlar, 5. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları. Gürseler, C. (2014), “Kırım’ın “Self-Determinasyonu” Nasıl Yorumlanabilir?” Karadeniz Araştırmaları, Sayı 43, 87-115. Hobsbawm, E. J. (2014). Milletler ve Milliyetçilik. (Beşinci Baskı). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Independence Vote: Catalonia’s Quarrel With Spain. http://www.bbc.com/news// adresinden 2/12/2014 tarihinde alınmıştır. İspanya Anayasası, Md.2, http://www.adalet.gov.tr/ adresinden 7/12/2014 tarihinde alınmıştır. Kalaycı, H. (2008). Referandumla Ayrılma Konusunda Yüksek Mahkemenin Tutumu: KanadaQuebec Örneği, AÜSBF Dergisi, Cilt: 63, Sayı 1. Knop, K. (2004) Diversity and Self-Determination in International Law, New York: Cambridge University Press. Kurubaş, E. (2008). Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik Gruplar Arasındaki Varoluşsal İlişki, Doğu Batı Dergisi, Sayı:44. Kütükçü, M. A. (2004). Uluslararası Hukukta Self-Determinasyon Hakkı ve Türk Cumhuriyetleri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Sayı:12. Lluch, J. (2010). How Nationalism Evolves: Explaining The Establishment Of New Varieties Of Nationalism Within The National Movements Of Quebec And Catalonia (1976 –2005). Nationalities Papers, Cilt: 38. No:3. Meo, N and Hennessy, P. (2014). European Union’s Lisbon Treaty Fuels Flames of Dissent Across Continent, http://www.telegraph.co.uk// adresinden 8/12/2014 tarihinde alınmıştır. Mürsel, B. – Toker, Ö. ve Özdemir, H. Ö. (2016) Ekonomik Gelişme-Etnik Çatışma İlişkisine Dair Nitel Bir Analiz, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, Cilt:4 No:2. Oran, B. (2001). Küreselleşme ve Azınlıklar, Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş. 4.Baskı, Ankara: İmaj Yayıncılık. Pazarcı, H. (2013). Uluslararası Hukuk Dersleri. (2. Kitap). 9. Baskı. Ankara: Turhan Kitabevi. Rodon, T. (2012). The Next Independent State in Europe Catalonia's Critical Juncture and the Conundrum of Independence, Universitaet Pompeu Fabra. 555 Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017 Şahin, M.(2000). Avrupa Birliği’nin Self-Determinasyon Politikası, Ankara: Nobel Yayın, Talmon, S. (2007). Kollektive Nichtanerkennung Illegaler Staaten, Journal Du Droit International. Vol: 134. Taşdemir, F. (2016). Uluslararası Hukukta Toprak Bütünlüğü İlkesi, Tanıma Doktrini ve Bir Norm Olarak Ayrılma Hakkı, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı:18, No:3, 644-668. Thomas, B.(2014). Modern Özerklik Sistemleri. (Çev. Mehmet Salim). Ankara: Nika Yayınevi. Uz, A. (2007). Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon. Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi. Cilt:3. No:9. Yüce, C. (2008). Uluslararası Hukukta Self-Determinasyon İlkesi ve Günümüz Uygulamaları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Weller, M.(2009). Settlıng Self-Determınatıon Conflıcts: Recent Developments. The European Journal of International Law. Cilt: 20 No: 1. Worster, W. T. (2009). Law, Politics, and The Conception of The State in State Recognition Theory, Boston University International Law Journal, Sayı:27,115-171. http://global.britannica.com/, adresinden 6/12/2014 tarihinde alınmıştır. http://www.ntvmsnbc.com//, adresinden 6/12/2014 tarihinde alınmıştır. http://www.hurriyet.com.tr//, adresinden 3/12/2014 tarihinde alınmıştır. http://www.sabah.com.tr//, adresinden 7/12/2014 tarihinde alınmıştır. http://www.dunyabulteni.net//, adresinden 9/12/2014 tarihinde alınmıştır. http://www.cataloniavotes.eu//, adresinden 7/12/2014 tarihinde alınmıştır. http://www.bbc.com/turkce/spor//, adresinden 4/1/2017 tarihinde alınmıştır. http://dirilispostasi.com//, adresinden 4/1/2017 tarihinde alınmıştır. https://tr.sputniknews.com/avrupa// adresinden 16/5/2017 tarihinde alınmıştır.