self – determınasyon ve ayrılma hakkı çerçevesinde katalonya`nın

advertisement
524
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
SELF – DETERMINASYON VE AYRILMA
HAKKI ÇERÇEVESİNDE KATALONYA’NIN
BAĞIMSIZLIK SORUNSALININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
Rıfat AYDIN*
Özet
Soğuk savaş sonrası dönemde dünya art arda ayrılıkçı hareketlerle, çatışmalarla ve
yeni terör örgütleriyle tanışmıştır. Tüm bu kargaşa içerisinde diğer bölgelerden farklı
olarak Katalonya’daki bağımsızlık hareketi ise silah kullanılmadan uygulanmaya
çalışılmaktadır. Tarihsel olarak Katalonya’nın bağımsız devlet olma arzusunu son
ekonomik ve siyasal hareketler çerçevesinde ele aldığımız bu çalışmada ayrılma sonrası
olası çıktılar ve bu çıktıların Avrupa Birliğine etkileri üzerinde de ayrıca durulmuştur. 9
Kasım referandumu ve 28 Eylül seçimlerinin siyasal etkileri incelenmiş ve İspanya
Hükümeti ve İspanya Yüksek Mahkemesinin tutumu çerçevesinde olası süreçler analiz
edilmiştir. Bu çerçevede çalışmamızın hedefi, genel olarak Katalan halkının özgürlük
taleplerinin sebepleri ve bu talebin gerçekleşmesi sonrası ortaya çıkacak olası sorunlar
ve süreçleri anlamak üzerine inşa edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Bağımsızlık, Ayrılma Hakkı, Self Determinasyon ve Avrupa
Birliği.
THE EVALUATION OF THE RIGHT OF SECESSION AND
SELF-DETERMINATION WITHIN THE FRAME OF THE
PROBLEM OF CATALAN FREEDOM
Abstract
After the Cold War, the world has consecutively encountered separatist movements, conflicts
and new terrorist groups. All in this chaos, Catolonia have tried to implement this
process without using weapons compare to other region. In this study, which we have
discussed the desire of Catalans to be independent throughout the history and have
considered economic and political movements in, the presumptive results of secession
and their effects on the European Union have also been focused. Catalan independence
referendum, held on 9 November and 28 September election, and the political effects of
they have been examined, and the possible processes in the framework of the Spanish
government and the Spanish Constitutional Court’s attitude have been analysed. In this
framework, the goal of our study is based on the reasons for Catalans’ demand of
*
Başbakanlık Uzmanı, rifataydin7@hotmail.com.
525
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
independence in general. Moreover, the study aims to understand the possible results and
processes that are likely to occur after the acceptance of this demand.
Keywords: Independence, Secession, Self Determination and European Union.
GİRİŞ
Özellikle Franco döneminde uygulanan baskı politikaları ve son
zamanlarda İspanya’nın yaşadığı ekonomik krizin etkisi altında kalan ve
kendilerini “tarihsel millet” olarak tanımlayan Katalan halkı, Avrupa’da
İskoçya ve Belçika (Flaman ve Valon Bölgeleri) ile birlikte Avrupa Birliği
içinde ortaya çıkması muhtemel yeni devlet adaylarından biri olarak
karşımıza çıkmaktadır. Katalan bağımsızlık hareketi, dünyadaki birçok
örneğin aksine silahlı çatışma veya terör yöntemleri kullanılmadan yoluna
devam etmektedir. Yürütülen bu süreç İskoçya’da anayasal bir düzlemde
ilerlerken, Katalonya’da anayasaya rağmen, ama yine teröre başvurmadan
yarı müzakereci bir süreçte yol almaktadır.
Bu noktada çalışma, Katalonya’nın tarihsel olarak sahip olduğu özellikler
ve ekonomik performansı çerçevesinde ayrılma hakkı üzerinde durmakta
ve uluslararası ilişkiler bağlamında İspanya’nın toprak bütünlüğü ve
ayrılma hakkını ortaya çıkaran gerekçeler açısından, bu hakkın kullanım
imkânının sınırlarını uluslararası antlaşmalar ve uygulamalar
çerçevesinde incelemektedir. Yine bu noktada ekonomik ilişkilerin bu
süreçteki etkisi değerlendirilecektir. Katalonya özelinde diğer ayrılıkçı
örneklerden farklı olarak, ekonominin mi daha öncelikli olduğu yoksa
milliyetçi-moral unsurların mı bu ideolojik ayrılma fikrinin epistemolojik
arka planını oluşturduğu sorusu üzerine bir tartışma yapılarak ekonominin
Katalan ayrılık hareketindeki etkisi incelenecektir.
Çalışmanın sonunda, bir üst egemenlik projesi olan Avrupa Birliği
perspektifinde Katalonya’nın ayrılmasının ortaya çıkaracağı muhtemel
sonuçlar değerlendirilecek ve ortaya çıkacak yeni devletin Avrupa Birliği
üyeliğini doğuştan bir hak olarak mı alacağı yoksa mevcut Avrupa Birliği
üye olma şartlarının bu yeni devletler içinde geçerli mi olacağı soruları
üzerinde durulmuştur. Son tahlilde ise muhtemel yeni devletin post
modern dönemde, ulus-devlet ve küreselleşme diyalektiği kapsamında
siyasal etkileri çerçevesinde bir değerlendirme yapılacaktır.
526
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
1.
KATALONYA’NIN
ANAYASASI
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
TARİHÇESİ
VE
1978
İSPANYA
12 nci yüzyılda ilk kez bağımsız ve ayrı bir bölge olarak ortaya çıkan
Barcelona ülkesi, Aragon krallığıyla yaptığı işbirliği sayesinde
Akdeniz’in en güçlü deniz gücü haline gelmiştir. Katalonya, Arogon Kralı
Ferdinand ile Castile Kraliçesi Isabella’nın evlenmesi ile 15 inci
yüzyıldan bu yana İspanya’nın bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir.
19 uncu yüzyıla kadar kendi kurumlarını muhafaza ederek İspanya ile tam
bir uyum içinde olan bölge, Katalan milliyetçiliğinin artan ayrılık ve
otonomi talepleriyle, İspanya ile Katalonya arasında huzursuzlukların
başlamasına sebep olmuştur. Bugün için Katalonya yedi buçuk milyon
nüfusuyla dünyanın en büyük özerk bölgesidir ve Katalanlar Avrupa’da
devleti olmayan en büyük topluluktur. (Thomas, 2014:159)
Katalan milliyetçiliği, bölge için daha fazla politik özerklik veya tam
bağımsızlık isteyen siyasi bir harekettir. Ancak buradaki milliyetçilik anlayışı
etnik bir temelden ziyade dilsel kültürel bir aidiyet bağı ile ilişkilidir. Katalan
milliyetçiliği Birinci Cumhuriyet döneminde (First Republic) İspanya içerisinde
federal bir devlet kurma girişiminde başarısız olmuştur. Bu başarısız denemeden
sonra başta Valentí Almirall ve diğer entelektüeller 19 uncu yüzyılda yeni bir
politik ideolojiyi benimsemişlerdir. Bu ideoloji, Katalan dilinin tanınmasına
yardımcı olmak kadar özyönetimi de yeniden sağlamak üzerine kurulmuştur.
Başlangıçta çok az destek gören bu akım Amerika’nın İspanyol kolonilerini işgal
etmesi ve topraklarına katması ile sonuçlanan Amerikan-İspanyol savaşından
sonra destek kazanmıştır. Bunun sebebi çoğunlukla İspanya'nın savaş sonrasında
uluslararası pozisyonunun zayıflaması ve Katalan ihracatının en önemli iki varış
noktası
olan
Küba
ve
Porto
Rico'yu
kaybetmesidir.
(http://global.britannica.com//) Katalan milliyetçiliği esasen yerel orta sınıflara,
küçük kasaba eşrafına ve entelektüellere özgü bir hareketti. İşçi sınıfı ise
milliyetçi akımlara sınıf temellinde kuşkuyla yaklaşmaktaydı.
1931’de İspanya Devleti kurulduğunda Katalonya özellikle turistlik
cazibesiyle önemli bir liman kenti olarak önemli bir otonomiye sahipti.
Ancak 1939’da İspanya iç savaşı sonrasında savaş esnasında isyanı
destekleyen önemli merkezlerden olan bölge, Franco’nun zaferi
sonrasında iyice zayıflamış ve Madrid’in önemli kültürel ve ekonomik
baskısıyla karşı karşıya kalmıştır. Katalan otonomisi ve dilinin
yasaklanmasının yanı sıra 200.000 Katalan sürgüne gönderilmiş ve
Bölgesel Yönetim Başbakanı Lluís Companys idam ettirilmiştir.
Franko’nun 1977’de ölümünün ardından Josep Tarradelas sürgünde yeni
527
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
Katalan başbakanı seçilmiş ve yeni otonom yapının kurulmasına İspanya
tarafından izin verilmiştir. 1978 Anayasası ile de otonom bölgeler
Anayasada sınırları belirli bir şekilde tanınmıştır. İspanya bu tarihten
itibaren modern bir ekonomik ve sosyal yapı kurabilse de, tam anlamıyla
bütünleşmiş bir yapı kurmakta başarısız olmuştur. 2006 yılında
referandumla kabul edilen yeni otonomi yasası aynı yıl İspanya
Parlamentosu tarafından kabul edilmiş ve otonomi Katalonya için daha da
genişlemiştir.(Hobsbawm,2014:168). Ancak 2010’daki Anayasa
Mahkemesi kararı Katalanlar için eğitim ve dil alanında yeni sınırlar
getirmiştir.
İspanya hiçbir zaman klasik bir ulus-devlet olmamışsa da, Franco dönemi
(1939-1975) İspanya tarihinde bu anlamda bir istisna oluşturmaktadır. Bu
nedenle de Franco sonrası demokrasiye geçiş ve Bask, Katalonya ve
Galiçya gibi ulusal azınlık bölgelerinin özerkliklerini kazanma süreçleri
İspanya’yı neoliberal dönemde ulus-devletin içeriğinin ve işlevlerinin
nasıl dönüştüğünü gösteren önemli örneklerden biri haline getirmektedir.
İspanya Anayasasının 2. maddesine göre, “İspanyol ulusunun ve ortak
vatanının çözülmez birliğini ve bütün İspanyolların bölünmezliğini”
vurgulanmakta ve fakat ardından onu oluşturan bölge ve milliyetlerin
özerklik hakkını ve aralarında dayanışmayı da garanti etmektedir.
(http://www.adalet.gov.tr//) Anayasaya göre, bu birlik ve çözülmezlik,
anayasanın bütününü oluşturan milliyetlerin ve bölgelerin özerklik
hakkını tanımasını ve güvence altına almasını engellememekte, ülke
özerk topluluklar olarak adlandırılan bu bölgelerden oluşmaktadır.
1978 Anayasasına göre, Katalonya ve Bask bölgesinin otonomisi İspanya
Anayasasından kaynağını alır. Ancak bu noktada Anayasanın 29.
maddesinin bu bölgelerde yaşayan vatandaşların İspanya’ya mı yoksa bu
otonom bölgelere mi bağlı olduğu noktasında açık değildir. 2006 yılında
statüye ilişkin yeni reform, Katalan vatandaşların tarihsel olarak haklarını
tanımış ancak bu tanıma hukuksal olmaktan ziyade politik bir tanımanın
ötesine geçmemiştir. Bu açıdan İspanyanın çok çeşitli etnik temellere
dayalı ulus devlet ideolojisinin dışına çıkmadığı açıktır. İspanya Merkezi
Hükümeti bu kapsamda Anayasayı, devletin farklı kimliklere saygı
duyduğu ve tanıdığı anlamının dışında geniş yorumlamamakta ve üniter
bütünlüğe vurgu yapmaktadır. (Esen, 2001:118)
İspanya, 1978 Anayasası uyarınca 17 özerk bölge ve 2 özerk şehirden
oluşan parlamenter bir anayasal monarşidir. Pek çok çalışmada asimetrik
528
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
federalizmin bir örneği gibi ele alınsa da, federal bir devlet değildir; fakat
her özerk bölgenin sahip olduğu yetki alanları farklı olduğu için idari
yapısı fiiliyatta asimetrik bir nitelik arz etmektedir. Bu asimetrinin kökleri
İspanya’da merkez ve çevre bölgeler arasındaki ilişkinin, yani Bask
Ülkesi, Katalonya ve Galiçya ile Madrid arasındaki ilişkinin tarihine
dayanmaktadır. Bu çalışmanın konusu değildir; fakat İspanya’nın Franco
dönemi hariç klasik bir ulus-devlet görünümü çizmemesinin temel nedeni
de bu tarihsel ilişkilerdir. (Aktoprak, 2011: 21-23)
İspanya’da uygulanan bu sistem bölgeli ulus devlet olarak da adlandırılmaktadır.
Bu bölgeler, yerel yönetimlerle karşılaştırıldığında önemli yetkilere sahiptirler.
Ayrıca bu birimler yasama yetkisini de üzerlerine alarak, siyasal karar merkezleri
haline de gelmişlerdir. Bu yasama yetkisi sadece anayasaya uygunluk açısından
bir denetime konu olabilmektedir. (Demiral, 2006:136-137) Anayasaya göre bu
özerklik birimlerinin ortak özelliği tarihsel, kültürel ve ekonomik bir geçmiştir.
Anayasaya göre her özerk bölgenin bir yasama meclisi, bir başkanı ve yüksek
mahkemesi vardır. İdari örgütlenme de her özerk topluluğun kendisine özgüdür.
Özerk topluluklarda yürütme yetkisi topluluğun başkanına ve hükümet kuruluna
aittir. Kurul üyeleri genel olarak özerk yasama meclisi üyeleri içinden başkan
tarafından atanmaktadır. Bu kurulun önemli işlevlerinden biri, gerekli gördüğü
takdirde Anayasaya aykırılık başvurusunda bulunabilmeleridir. Özerk
topluluklara verilen yetkilerin bir bölümü ise şunlardır: Özyönetim kurumlarının
örgütlenmesi; özerk topluluk sınırları içinde yerel yönetimlere ilişkin
düzenlemeler; şehircilik ve iskân; özerk topluluğu ilgilendiren kamu
görevlerinin atanması vb. Özerk toplulukların kendilerine ait münhasır yargı
organları yoktur. Yargı erki bütün ülkede tektir. Fakat bu durum özerk
toplulukların yargı konusunda hiçbir yetki alamayacağı anlamına
gelmemektedir. Bu özerk yapılar Yargıtay’ın alanına müdahale edemeseler de,
bölgelerin kendi yüksek mahkemelerini kurmaları söz konusudur; ancak bunlar
özerk değildir ve tek olan İspanyol yargı erki içinde yer alırlar.
Bölgelerin finansal özerklikleriyse sınırlıdır ve tüm temel vergi kaynakları
merkezi hükümetin kontrolündedir. Bu alanda sadece Bask, Navarra ve
2006’daki yeni statüsü itibariyle Katalonya daha ayrıcalıklı bir konuma
sahiptir. Görüldüğü gibi 1978 Anayasası, Franco’nun homojen İspanyol
ulusu fikrini ve merkeziyetçi devlet yapısını dönüştürmekte (her ne kadar
farklılığın ne olduğu hiçbir zaman resmî bir açıklık kazanmasa da) ve
İspanyol kimliği ile Bask, Katalan ve Galiçyalar kimlikleri arasında bir
farklılık
olduğunu
kabul
etmektedir.
(Aktoprak,2011:24-25)
Katalonya’nın anayasal olarak güvenceye aldığı ve uluslararası düzeyde
en geniş düzenlemelerden biri olarak kabul edilen bir diğer kazanımı ise
529
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
dil politikasıdır. Daha öncede bahsettiğimiz gibi Katalan milliyetçiliğin
en önemli araçlarından biri Katalan dilidir. 2006 yılında “lengua propia”
yani Katalanca, Katalonların asıl dili olarak açıklanmıştır. Katalanca
öğrenmek her Katalonya vatandaşının sadece hakkı değil aynı zamanda
da görevi olarak belirlenmiştir. Ayrıca resmi daireler vatandaşın seçtiği
dilde hizmet vermek zorundadır. (Thomas, 2014:164-165)
2. KATALONYA’NIN AYRILMA
EKONOMİK GEREKÇELERİ
TALEBİNİN
SOSYO
-
Katalonya’nın bağımsızlık talebi genel anlamda üç temel argümana
dayanmaktadır. Bunlardan ilki Katalan kültürü ve dilidir. Üç yüzyıl boyunca
dilsel ve kültürel olarak İspanya’nın baskı altında kalan Katalanlar, özellikle
Franco döneminde bu baskı daha derinden hissetmiştir. 1978 Anayasası her ne
kadar bu baskıları hafifletse de Katalanca İspanya'da resmi dil olarak kabul
edilmemiştir. Katalonya halkının kültürünü ve kimliğini anlamada dil merkezi
bir öneme sahiptir. Bu açıdan Katalan milliyetçiliği özellikle dilsel vurgularda
kendini derinden hissettirmektedir. Günümüzde Katalancanın etki alanı da
gelişmektedir. On milyondan fazla kişi tarafından bilinen Katalanca toplumun
her seviyesinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Sadece Katalonya, Valencia
ve Balear Adalarında değil, aynı zamanda Andorra Prensliği olan Aragon’un
doğu kesiminde de Katalanca konuşulmaktadır. Katalancanın yaygınlaşması ve
toplum kesimlerine ulaşması amacıyla her yıl gazete ve dergi faaliyetleri aktif
olarak sürdürülmektedir. (https://tr.sputniknews.com/avrupa//)
İkinci temel neden yaklaşık yedi yüz yıllık tarihi – kültürel geçmişi ile
Katalonya’nın tek başına siyasi bir varlığa dönüşebilecek tecrübeye sahip
olduğu düşüncesidir. Katalanlar kendi bölgesine ve halklarına ilişkin
problemlerin çözümünde İspanya’nın denetimine tabi olmaksızın Avrupa
Birliği veya Birleşmiş Milletlerde temsil edilmeleri gerektiğini iddia
etmektedir. Bu iddia ise temsil noktasında Katalanların kendi kendilerini
temsil etme hakkına ve kabiliyetine sahip olduğu fikrine dayanmaktadır.
Son ve en önemli gerekçe ise ekonomik açıdan ayrılmanın daha iyi olacağı
düşüncesidir. Özellikle, bu argümanın savunucuları, Katalonya’nın
İspanya'nın merkezi hazinelerine ve idari düzenlemelerden kaynaklanan
aşırı bürokrasiye kazandığından çok daha fazla ödeme yaptığı gerekçesine
dayanmaktadır. Ancak bu görüşü eleştirenler, bağımsız bir Katalonya’nın
ekonomik açıdan uygulanabilir olamayacağını ileri sürmektedir.
530
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
İspanyol merkeziyetçiliğinin uzun tarihi, Katalanlara, İspanya'nın diğer
bölgelerine kıyasla geleneksel olarak gelişmek için devletten ziyade özel
girişimciliği destekleyecek bir zemin hazırlamıştır. Bu durum,
Katalonya'nın İspanya içinde diğer bölgelere kıyasla nispeten zengin ve
dinamik bir bölge olmasına neden olmuştur. Ekonomik olarak Katalonya,
küçük ve orta ölçekli işletmeler ile birçok mikro girişimci arasında güçlü
bir iletişimin olduğu sağlıklı bir ekonomik altyapıya sahiptir. Bölge bu
açıdan GSYİH’nın yüzde 20’sini ve toplam sanayi üretiminin ve
ihracatının üçte birini sağlamakta ve İspanya’nın toplam vergileri
hasılatının yaklaşık yüzde 25’ine katkıda sağlamaktadır. Ancak
Katalonya’daki kamu yatırımları, hem nüfus hem de GSYİH katkısı ile
ilgili verilerle kıyaslandığında oldukça sınırlı kalmaktadır. İspanya'nın
Katalonya'daki yatırımın toplam yatırım yaklaşık yüzde 10 una denk
gelmektedir. (Desquens, http://www.jhubc.it/bcjournal/articles/:2003)
İspanya merkezi hükümeti ile Katalonya arasındaki ekonomik
tartışmalarının temelini oluşturan konu ise vergidir. İspanya hükümeti
vergi tahsilatını kontrol etmekte ve ülke çapında mali gelir dağılımını
belirlemektedir. Bu durumda Katalanların bölgede ürettiği vergi ile doğru
orantılı bir kamu harcaması alamamasına neden olmaktadır. Bölge
tarafından ödenen vergiler ile bölgeye yapılan kamu harcamaları
arasındaki fark, Katalonya için “mali açık” olmaktadır. Ancak mali
dengeyi hesaplamak tek yönlü ve sadece yatırıma dayalı bir sistem
değildir. Katalan vatandaşlarına fayda sağlayan yatırım dışı birçok
kamusal hizmet, doğrudan merkezi Madrid hükümeti tarafından (örneğin
ordu,
yargı,
örgütlenme)
sağlanmaktadır.
(Desquens,
http://www.jhubc.it/bcjournal/articles/: 2003)
Katalonya bölgesi İspanya içerisinde geniş bir siyasi ve ekonomik
özerklik elde etmelerine rağmen ayrılıkçı eğilimlerinin devam ediyor
olması, ekonomik gelişme düzeyinin yüksekliği ile etnik sorunların sona
ermesi arasında doğru orantının olmadığını göstermektedir. Çünkü
ekonomik refah ve eğitim imkânları ile birlikte beşerî sermaye ve
mobilizasyon fırsatları da artmakta, böylece ekonomik şikâyetler etnik
kimlik temelinde yeniden tanımlanabilmektedir. (Bayram, Toker ve
Özcan, 2016:11-12)
531
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
3. KATALONYA BAĞLAMINDA SELF- DETERMİNASYON VE
AYRILMA HAKKI
Tarihsel süreç içerisinde dünyada meydana gelen sosyo-ekonomik ve
kültürel değişimler, imparatorlukların çöküşü ve ulus devletlerin ortaya
çıkışı ile sonuçlanmıştır. Bu değimler ise beraberinde halk, bağımsızlık ve
örgütlenme gibi yeni kavramlar getirmiştir. Bu kapsamda özellikle son bir
yüzyıldır birçok farklı coğrafyada yeni devletlerin ortaya çıkışı veya
ortaya çıkış çabaları literatürde ve uluslararası hukukta iki kavramı ön
plana çıkarmıştır: self determinasyon ve ayrılma hakkı.
a) Self- determinasyon
Tarihsel olarak ilk uygulamasında dinsel inanç çerçevesinde kendi
mezhebini serbestçe belirleme hakkı olarak ortaya çıkan self
determinasyon, aydınlanma çağına gelindiğinde bireyin kendi kaderini
kendisinin belirleme hakkı olarak kavramsallaşmıştır. Fransız
devriminden sonra yoğun bir şekilde kullanılan bu kavram 1688 İngiliz
devriminde ve Amerikan kolonilerinin bağımsızlık mücadelesinde ilk kez
bugünkü şekliyle kullanılmıştır. (Uz,2007:69) 20 nci yüzyıldan itibaren
ise kavram önce ABD başkanı Wilson, daha sonra ise Stalin tarafından
farklı amaçlarla sıkça kullanılmıştır. Stalin, halkların egemenliği altında
yaşadıkları devletten ayrılma haklarını savunmuştur. (Arsava, 1981:59)
ABD başkanı Wilson ise, 18 Ocak 1918 tarihli 14 ilkesinde devrimsel
içeriği olmayan bir self determinasyon ilkesini ileri sürmüş ve liberal
ilkeler doğrultusunda hakların kendi kaderini tayin haklarının olduğunu
vurgulamıştır.
Literatürde ise self-determinasyon konusunda farklı tanımlamalar
yapılmaktadır. Self-determinasyonu tek bir norm olarak ele almanın
yanlış olacağını ifade eden Antonio Cassese self-determinasyonun hem
genel bir ilke hem de bir kural olarak iki farklı açıdan ele alınması
gerektiğini savunmaktadır. (Knop, 2004: 31-32) Donald C. Whatt ise,
kavramı bir devletin “halk”ının kendi hükümetlerini seçme hakkı olarak
tanımlamıştır. Richard T. De George’de self-determinasyonu, halkın
idaresi altındaki yaşadıkları ve/veya yaşayacakları hükümeti seçme hakkı
olarak tanımlamıştır. Kavramı etnisite açısından ele alan Lloyd N. Curtler
ise, self determinasyon ilkesini, etnik dil veya din grubunun ayrı bir ulusal
egemenlik oluşturabilmek amacıyla, var olan ulusal sınırları yeniden
düzenleme hakkı şeklinde tanımlamaktadır. (Şahin,2000:24-25) Bu
532
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
açıklamalar ışığında, self-determinasyon, genel itibariyle herhangi bir dış
etkiye ve baskıya maruz kalmadan halkların ekonomik, siyasi ve kültürel
geleceğini belirleme hakkı olarak değerlendirilebilir.
Uluslararası yapının egemen devlet temelinde kurgulandığı 1648
Westphalia Antlaşması ve 1789 Fransız devrimiyle devletlerin ulusal
egemenliğe dayandığı varsayımı ulus ile devletin özdeşleştirilmesine yol
açarak, etnik grupların uluslararası alanda bağımsız birer aktör olarak var
olmasını imkânsız hale getirmiştir. Ancak özellikle Birinci Dünya
Savaşından sonra yerel kimliklerin tanınması ve ulusal problemlerin
uluslararası yeni organizasyonlarca konu edilmesi, self-determinasyon
ilkesine uluslararası bir nitelik kazandırmıştır. (Kurubaş,2008:32) Bu
kapsamda ilk kez self-determinasyon konusu; Finlandiya ve İsveç
arasında çıkan Aaland Adaları sorunu bağlamında Milletler Cemiyeti
(MC) Konseyinin önüne gelmiştir. MC Konseyi ise bu problem karşısında
Finlandiya’nın egemenliğini tanımakla birlikle, Aaland Adalarına geniş
bir özerklik tanıması ile sorunu çözme yoluna gitmiştir.(Arsava, 1981: 6163). Böylece Aaland Adaları sorunu, self determinasyon hakkının
tanınmasından ziyade azınlık haklarının korunması ile çözümlenmiştir.
(Uz, 2007: 65). Aslında bu durum MC Antlaşması ile de uyumludur.
Çünkü MC Antlaşmasında self-determinasyon ilkesine yer verilmemiştir.
Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Birleşmiş Milletlerin(BM)
kuruluşunu takip eden süreçte, self-determinasyon ilkesi siyasi bir önerme
olmaktan çıkarak uluslararası hukuk normlarının bir parçası haline
gelmeye başlamıştır. (Taşdemir, 2016: 646-645)
Tarihsel süreç içerisinde self-determinasyon hakkına yer veren ilk
hukuksal metin BM Antlaşması olmuştur. Ancak kavram genel hatlarıyla
belirtilse de açıkça tanımlanmamıştır. Antlaşmanın birinci maddesinde;
self-determinasyon hakkına değinilmiş ve dostça ilişkilerin temellerinden
biri olarak değerlendirilmiştir. Yine elli beşinci maddede selfdeterminasyon terimi, “kendi yazgılarını kendilerinin belirlenmesi”
anlamında kullanılmıştır. Bu maddede kavram, barış ve dostça ilişkilerin
temellerinden biri olarak belirtilmiştir. Yetmiş altıncı maddede ise selfgovernment ilkesine dolaylı bir referans yapılmak suretiyle özerk olmayan
bölgelere değinilmiştir. Self- determinasyon ilkesinde asıl değişim ise
1960’da sömürge yönetimi altındaki bölge ve halklara bağımsızlık
verilmesine ilişkin süreçle hızlanmıştır. Bu süreçte self-determinasyon
hakkının öznesi ve içeriği belirlenmiştir. (Gürseller,2014: 95-96) Ancak
533
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
uluslararası hukuktaki farklı içtihatlar ile BM’nin kavramı
tanımlamaması§§§§ ve devletlerin karar ve davranışlarından hakkın içeriği
tam anlamıyla anlaşılamamaktadır.
1960 yılında insan haklarına ilişkin ikiz sözleşmeler olarak anılan
“Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme” ve “Kişisel ve
Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme”nin kabulü uluslararası hukukta selfdeterminasyon kavramını farklı bir noktaya getirmiştir. Bu sözleşmelerin
birinci maddelerine göre;
“Madde 1/1: “Bütün halklar, self-determinasyon hakkına sahiptirler. Bu
hak uyarınca kendi siyasal statülerini serbestçe oluştururlar ve ekonomik,
toplumsal ve kültürel gelişmelerini özgürce belirleyebilirler.”
“Madde 1/3: “Bu Sözleşmeye taraf devletler, kendini yönetmeyen ve
vesayet altında bulunan ülkelerin yönetiminden sorumlu olanlar da dahil,
halkların kendi kaderlerini belirleme hakkının gerçekleşmesini teşvik eder
ve BM Antlaşması’nın hükümleri uyarınca bu hakka saygı
gösterirler.”*****
Her iki sözleşmenin birinci maddesinde ortak düzenlemeye konu olan self
determinasyon hakkı, sadece sömürge yönetimi altındaki ülke halklarına
değil tüm halklara doğru genişletilmiştir. (Gardam,1993:54;
Taşdemir,2016:647). Sözleşmeler çerçevesinde self-determinasyon hakkı
bağımsızlığın kazanılmasıyla sona eren bir defalık bir haktan ziyade
devamlılık kazanan bir hak haline gelmiştir. Diğer taraftan, bu
sözleşmeler self-determinasyon hakkına siyasal boyut yanında ekonomik
bir boyut da kazandırmıştır. Bu sözleşmelerin bir diğer önemli özelliği ise
hakkın muhatabı olarak halk kavramının öne çıkarılmasıdır.
(Taşdemir,2016:647)
İkiz Sözleşmelerin üzerinde önemle durduğu kavramların başında “halk”
kavramı gelmektedir. “Halkların” haklarından söz eden bu hukuk metinlerinde
yer alan “halk” kavramı “ulus” ya da “etnik grup” kavramından farklı bir anlam
taşımaktadır. Sözleşmelerdeki “halk” sözcüğü, bir ülke halkının tümünü ifade
etmektedir. Yani, ülke halkının tümü kendi kaderini tayin hakkına sahiptir.
§§§§
1992 yılında Hırvatistan ve Bosna-Hersek’te bulunan Sırpların self-determinasyon
hakkının olup olmadığı sorusuna BM Hakem Komisyonu, kavramı tanımlamamış ve
self-determinasyonun tanımı ve bu hakkı kullanma koşullarının henüz uluslararası
hukukta açık bir şekilde kodifiye edilmediğini söylemiştir. (Azarkan,2016:152)
*****
Ayrıntılı bilgi ve tam metin için bkz. (Gündüz, 2009:284).
534
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
Ancak, BM’nin birçok belgesinde ve çeşitli uluslararası belgelerde “halk”
kavramından bahsedilse de, hiçbir uluslararası belgede net bir halk tanımı
yapılmamış, kapsamı belirtilmemiştir. Bunun sebebi, uluslararası yapının hızlı
bir değişim içinde olması ve BM’nin bu kavramı bir kalıba sokmak
istememesidir. (Arsava,1993:74)
1975 yılında kabul edilen Helsinki Son Senedi de İkiz Sözleşmedeki anlayışı
yansıtan bir ruha sahiptir. Senet self-determinasyon hakkını, sömürge halklarının
hakkı olduğunu kabul etmekle beraber bu hakkın tüm halklara tanınabileceği
belirtilmiştir. Ancak, devletlerin egemenliği, toprak bütünlüğü, sınırların
değişmezliği gibi self-determinasyon ile zıt gibi görünen ilkeler de kabul
edilmiştir. Dolayısıyla Senedin özünde, yine önceki belgelerde olduğu gibi, ulus
devlet merkezli bir yapıdadır. Bu yüzden de self-determinasyon bu ilkelerle
uyumlu olduğu müddetçe geçerli olacak ve uygulanabilecektir. Bu anlamda
geleneksel anlayış benimsenmiştir ve Senet, self-determinasyonla ilgili önemli
bir yenilik getirmemiştir. (Cassese,1995:288) Bu metni öncekilerden ayıran
temel nokta ise self determinasyon hakkı ile azınlık haklarını ayrı ilkeler olarak
düzenlenmiş olmasıdır. Azınlık hakları ile ilgili 1990 Kopenhag Bildirisi’nde ise
self-determinasyon hakkından bahsedilmemiştir. Dahası azınlık hakları, çoğulcu
demokratik siyasi sistemlerin çerçevesi içinde gerçekleştirilebilecek insan
haklarının bir parçası olarak görülmüştür. Bu anlamda Kopenhag Bildirisi’nde,
belirtilen taahhütlerin hiçbirisinin, devletin ülke bütünlüğü başta olmak üzere
uluslararası hukuk ilkeleri ve BM Antlaşması’nda belirtilen ilkelerin amaçlarına
aykırı hareket etmeyi içerecek şeklinde yorumlanamayacağı belirtilmiştir.
(Abdullahzade, 2014:178)
Self-determinasyon, uluslararası siyasette ilk belirdiği tarihten 1945’deki
BM Antlaşmasına kadarki süreçte siyasal bir ilke konumundayken;
1945’ten sonraki süreç içinde özellikle 1960 Bildirisiyle birlikte hukuki
bir ilkeye dönüşmüştür. Soğuk Savaş sonuna kadarki dönemde siyasi ve
hukuki bir hak niteliğinde olan self-determinasyon kavramı, günümüzde,
tüm dünya halkları için; içsel anlamda bir hak, dışsal anlamda ise bir ilke
olarak görülmektedir. Ancak dünyanın çeşitli bölgelerinde selfdeterminasyon hakkı istikrasızlıklara sebep olabilmekte ve uluslararası
sistemi zorlayabilmektedir. Batı Sahra’dan İskoçya’ya uzanan farklı
coğrafyalarda self-determinasyon talepleri farklı şekillerde sonuçlar
doğurabilmektedir. Özellikle bu taleplerin bazı bölgelerde iç savaşlara
neden olduğu gözlemlenmiştir. 2007 yılı rakamlarına göre dünyada selfdeterminasyondan kaynaklanan yirmi altı silahlı çatışma bulunmaktadır.
Yine self-determinasyon kaynaklı elli beş tane sorununun silahlı
535
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
çatışmaya dönüşebileceği, on beş tane sorunun ise çözülmesine rağmen
yeniden gündeme gelebileceği kaydedilmektedir (Weller, 2009: 112)
Self-determinasyon (halkların kendi kaderini tayin etme hakkı) 20 inci
yüzyılın başından bu yana, en çok tartışılan ve dünyada pek çok gelişmeye
kaynaklık eden bir kavramdır. (Uz, 2007:61) Özellikle soğuk savaş ve
dekolonizasyon dönemi sonrası dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan
ayrılıkçı hareketler genel olarak çatışmacı ya da müzakereci bir seyir
izlemiştir. Bu manada Katalonya’nın müzakereci bir ayrılma hakkı
aradığı düşünülse de hem mevcut Anayasanın hem de İspanya’nın (Parant
State) bu hakkın kullanımına rıza göstermemesi, konunun daha kavramsal
ve derinlemesine ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Katalonya özelinde
bu hakkın kullanımına Weller’in tanımlaması çerçevesinde bakacak
olursak; “belirli bir otonomi kazanma veya yerelleşmenin artırılması
şekliyle ortaya çıkan self determinasyon (yerel özerklik-otonomi) otonom
bölgenin kendi geleceğiyle ilgili bazı önemli kararları alabilme yetkisine
sahip ve sadece bazı belli konularda merkezi hükümete bağlı bir siyasal
yapıyı” ifade etmektedir. Katalanlarla birlikte bu tanımlamaya
İskoçya’nın ve bir yönüyle yerel halkların girdiğini söyleyebiliriz.
(Weller,2009:118) Bu noktada self determinasyon kavramı da kendi
içinde ikiye ayrılmaktadır.
1) İçsel Self-Determinasyon: İçsel boyutu ile self-determinasyon hakkı,
devletlerin iç örgütlenmelerine ilişkin olup, belirli ortak özelliklere sahip
bir halkın dilediği yönetim biçimini herhangi bir dış baskı olmadan
seçebilme hakkını ifade etmektedir. Bu yönüyle self-determinasyon
hakkı, bir ülke içindeki etnik veya ulusal azınlıklar için de anlam ifade
etmekte ve genel olarak demokratik yönetim, kültürel haklar, özerklik gibi
kavramlar
çerçevesinde
uygulama
alanı
bulabilmektedir.
(Abdullahzade,2014:165-166) Bu manada günümüzde bu hak genellikle
insan hakları üzerinden okunmaktadır. İçsel self- determinasyonun bir
örneği olarak ekonomik içsel self determinasyonun teorik olarak
Katalonya’da geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
2010 yılında İspanya Anayasa Mahkemesi Katalonya'nın yeni özerklik
statüsündeki 14 maddenin anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline
karar vermiştir. Bu karar ayrılıkçı söylemleri ve Katalanların ayrılma
noktasındaki hevesini arttırmıştır. Ancak buradaki en kritik konu
birçoklarının düşündüğünün aksine milliyetçilikten ziyade, özellikle
Madrid’le Barcelona arasındaki ekonomik kırılganlıktır. 2008’deki
536
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
küresel ekonomik krizin ülke genelinde derin bir şekilde İspanya
Krallığını etkilemiş ve işsizlik yüzde 20’nin üstüne çıkmıştır. Ancak
İspanya’nın kuzey doğusu (Katalonya Bölgesi), Madrid’in aksine
İspanya’nın en zengin ve en çok üreten bölgesi olma konumunu kriz
döneminde de korumuştur. Merkezi hükümetin vergiler üzerindeki
kontrolü Katalonya’yı ürettiği bu zenginliğin önemli bir kısmını
Madrid’le paylaşmak zorunda bırakmıştır. (Connolly,2013:55) Bu
ekonomik farklılığın ayrılıkçı hareketlere etkisi ise anketlerde açıkça
görülmektedir. 2008’den önce Katalonya’nın bağımsızlığını savunanların
oranı yaklaşık yüzde 20’lerdeyken, krizden sonraki son halkoylamasında
bu oran yüzde 80’lere ulaşmıştır. (http://www.bbc.com/news//)
2) Dışsal Self-Determinasyon: Self-determinasyon hakkının ikinci
boyutu olan dışsal self-determinasyon, bir halkın bağımsız bir devlet
kurmak dâhil dilediği yönetim biçimini seçme hakkını belirtmektedir.
Burada kastedilen, belli bir toprak parçasında yaşayan ortak özelliklere
sahip bir topluluğun yabancı bir güce bağımlı olmadan geleceğini,
uluslararası statüsünü belirleyerek, kendi devletine ve egemenlik
haklarına sahip olması yani bağımsızlığıdır. Bu anlam, özellikle önceden
var olan veya var olduğuna inanılan bir egemenlik hakkından doğmakta
ve işgal veya sömürge altındaki halkların uluslararası statülerine karar
vermelerine, dolayısıyla da bağımsızlığına kavuşmalarına işaret
etmektedir. (Kütükçü,2004:262-263) Ancak, uygulamada uluslararası
hukuk, halkların bağımsızlıklarını kazanmaları konusunda, dünyanın
siyasal ve toplumsal gerçeklerini de göz önünde tutarak, selfdeterminasyon hakkının kullanımını birtakım ön koşullara bağlamaktadır.
Bu çerçevede, uluslararası hukukta çok farklı biçimlerde anlaşılan halk ve
ulus kavramlarının değişik anlamları üzerinde fazla durulmadan, bağımsız
bir devlet kurabilmenin ana koşulu sömürge altında bir halkın varlığının
gerekliliğidir. Burada ifade edilen hak, bir defalık bir haktır. Yani bir
sömürge halkı bir kez self determinasyon hakkını icra ettikten sonra bu
hak sona ermektedir. Uluslararası Adalet Divanı da anılan ilkenin
uluslararası hukukta geçerliliğini yalnızca sömürgelerin bağımsızlıklarını
kazanmaları konusunda açıkça doğrulamış görünmektedir. Ancak 1991
yılında Sovyetler Birliği’nin, 1992 yılında da Yugoslavya’nın dağılması
ile birlikte self-determinasyon ilkesinin sömürgeler dışında da
uygulanması gündeme gelmiştir. Anılan bu iki devletten ayrılarak
bağımsızlığını kazanan yeni devletler bu ilkeye dayandıklarını
537
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
bildirmişlerdir. Bu yeni devletlerin önemli bir özelliği daha önce federal
bir devletin federe kanatlarını oluşturup, önceki devletlerin
anayasalarında self-determinasyon hakkına sahip olduklarının
öngörülmüş olmasıdır. Dolayısıyla, bu örneklere bakarak günümüzde
uygulanan uluslararası hukukun self-determinasyon hakkını bütün
topluluklar bakımından kabul ettiğini söylemek mümkün değildir.
(Pazarcı,2013:10-13)
Katalan milliyetçiliğinin self-determinasyon hareketlerine etkisine
bakıldığında ise Avrupa’daki diğer politik ve kültürel State-Less
(topraksız devletler) uluslarla karşılaştırıldığında oldukça farklılık arz
etmektedir. Öncelikle Katalonya diğer örneklerden farklı olarak tek bir
parti ya da hareket tarafından yönetilmeyen sağdan sola uzanan geniş bir
siyasal yelpazede gücü paylaşan bir siyasal iklime sahiptir. Ayrıca,
Katalonya toprak talebinden (ileri âdemi merkeziyetçilik, maliye
politikasının artması, tanınma, bağımsızlık) asla vazgeçmemiştir. Diğer
örneklerinin aksine Katalan milliyetçiliği birçok kez kendisine uygun
iklim bulmasına rağmen çok az etnik köken üzerinden kendisini inşa
etmiştir. (Rodon, 2012:144)
11 Eylül 1714’den beri, Katalanlar İspanya Kralına yenilmelerini Ulusal
Gün (national day) olarak kutlamaktadırlar. Bu gün mağlubiyetten ziyade
Katalanlar için umudu temsil etmektedir ve şunu söylemektedir; “Tüm
acılara ve zulme karşı biz bugünde varız”. Bu ifade, son üç yüz yıldır
İspanya egemenliği altında yaşayan Katalanların İspanya’ya bakışını çok
iyi anlatmaktadır. Bu süre zarfında İspanya egemenliğinden kurtulmak
için Katalanlar bazı girişimlerde bulunsa da, bu girişimlerin hepsi askeri
yetersizlik yüzünden başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak 21 inci yüzyıla
gelindiğinde şartlar Katalonya’nın lehine dönmüştür. Ekonomik, kültürel
ve sosyal olarak gelişmiş bir topluma sahip olan Katalonya bugün her
zamankinden daha fazla bağımsızlığa yakın taraftır.
Bir ulus olarak Katalonya kendi kimliğini ve geleneğini sürdürebilmek için bir
devletin sahip olduğu aygıtların önemine inanmakta ve bunu hararetle
savunmaktadır. Yüzyıllardır devam eden ulus geleneğiyle kendi kimliğine,
kültürüne ve diline sahip olan Katalonya kendi kaderini kendi çizmek
istemektedir. 11 Eylül 2012’de bir buçuk milyon insanın katılımıyla gerçekleşen
bağımsızlık kutlamaları Katalonya’nın yeni bir devlet olarak ortaya çıkması
yönünde halkın arzusunu göstermiştir. Özellikle 2010 yılında Anayasa
Mahkemesinin 2006’da belirlenen Katalonya’nın statüsüne karşı verdiği kararı
538
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
eleştiren bu gösterilerde “We are a nation. We decide.” sloganı ile Katalanlar,
İspanya’ya kendi kültürlerine, arzularına ve dillerine saygı gösterilmesini ve son
tahlilde kendi çizdikleri yoldan yürümek istediklerini deklare etmişlerdir. 11
Eylül 2013 yılında ise bu sefer 400 kilometrelik bir insan zinciri oluşturulmuş ve
bağımsızlık yönünde “Katalonya Katalanlarındır!” “Ya bağımsızlık ya ölüm!”
gibi sloganlar atılmıştır. Etkinliği düzenleyen Katalonya Ulusal Meclisi
(ANC)’nin Başkanı Carme Forcadell, Katalanların çıkarlarını, haklarını ve
kimliğini savunacak bir devlete ihtiyaç duyduklarını dile getirmiştir.
(Atasoy,2014: http://www.radikal.com.tr/)
Eylül 2012 sonrasında başlayan bu talep dalgasının ardından akademisyenler ve
araştırmacılar Katalonya’nın bu taleplerinin temelleri üzerine ve bu hareketin
kalıcı olup olmayacağı üzerine sorularını ve araştırmalarını yoğunlaştırmışlardır.
Genel düşünceye göre bu talepler kökleri tarihte yatan geniş, sivil ve kültürel
değerler üzerinden gelişmektedir. Özellikle tarihsel süreç içinde İspanya’nın
artan bu talepleri karşılamadaki isteksizliği ve yetersizliği Katalonya’nın bu
talebinin sürekli bir şekilde yaşamasına ve canlılığını korumasına sebep
olmuştur. (Rodon, 2012:130) Ayrıca Katalonya’nın siyasi ve kültürel değerler
merkezinde şekillenen ayrılma taleplerinin toplumun her kesimde
toplumsallaşma sürecinin bir parçası olarak işlenmesi de bu canlılığa önemli
katkı sunmuştur.
b) Ayrılma Hakkı (Secession)
Etimolojik olarak Latince “se” kökünden gelen secession kelimesi,
“apart” ve “cedere” yani ayrılma manasına gelmektedir. (Anderson,
2013:342) Oxford İngilizce Sözlüğünde ise kavram; “Bir ittifaktan, bir
federasyondan, ya da benzeri bir teşkilattan ayrılmak veya resmi olarak
geri çekilmek” şeklinde tanımlamaktadır. (Oxford Dictionaries: 2017)
Soğuk savaşın bitiminden bu yana düşünürler, yeni devlet yaratma süreci
olarak bilinen bu kavrama karşı yoğun ilgi göstermişlerdir. Glen
Anderson’a göre ayrılma, yeni bir devlet kurmak için mevcut bir devlet
parçasından (sömürge ya da sömürge-olmayan) toprağın (territory) geri
alınmasıdır.(Anderson, 2013: 344-345) Kohen ise ayrılmayı, karmaşık ve
içinde mücadele ve müzakereyi barındıran bir sürecin sonunda yeni bir
devletin doğuşu olarak tanımlamaktadır. Crawford ise ayrılma kavramını,
eski egemen devletin rızası olmaksızın güç veya tehdit kullanmak
suretiyle yeni bir devletin kurulması şeklinde ele almaktadır.
(Anderson,2013:349).
Ayrılma konusunda en kapsamlı ve açıklayıcı açıklamalardan birini ise
Buchanan yapmaktadır. Buchanan ayrılma hakkını; rızaya dayalı
539
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
(consensual) ayrılma hakkı (bir müzakere süreci sonucunda ortaya çıkar
ya da anayasal sürece uygun olarak icra edilir) ve tek taraflı ayrılma hakkı
(bir grubun rıza ya da anayasal yetkilendirme olmaksızın mevcut bir
devletin ülkesinin bir kısmında kendi bağımsız ülkesel siyasal birimini
kurması) şeklinde tanımlamaktadır. (Buchanan,2004:338).
Ancak, uluslararası ilişkilerin önemli kurumları (Birleşmiş Milletler) ve
kuramları açısından ayrılma hakkının kullanımı iki önemli kavramı
tartışmalı hale getirmiştir. Bu kavramlar, egemenlik hakkı ve ülkelerin
toprak bütünlüğüdür. Bu çerçevede self-determinasyon hakkı ile ilgili
incelemelerde ayrılma hakkının bu hakkın kapsamında olup olmadığı
tartışılmaktadır. Çünkü self-determinasyon hakkı ve ayrılma hakkının bir
paranın iki yüzü veya farklı ilkeler olup olmadığı belirsizdir. Örneğin
1917 öncesinde Lenin, yazılarında ayrılma hakkını şiddetle
desteklemiştir. Buna rağmen Jefferson ve Lincoln tam anlamıyla
demokrasiyi savunurken, self-determinasyona dayanarak ayrılma hakkına
karşı çıkmıştır. Pek çok yazar da Wilson’un ayrılıkçı self-determinasyona
karşı çıktığını belirtmiştir. Ulusal self-determinasyon, genellikle pozitif
bir ilke olarak kabul edilirken ayrılma hakkı, negatif ve yıkıcı bir ilke
olarak görülmüştür. (Uz,2007:72)
Kendi geleceğini belirlemenin ayrılma hakkını içerdiğini savunanlara
göre ise ayrılma hakkı olmaksızın self determinasyon ilkesi anlamsızdır.
Çünkü self determinasyon ilkesinin son tahlilde ulaşacağı nokta ayrılma
hakkının kullanımıdır. Bu anlamda ayrılma hakkı üzerine literatürde üç
önemli teori bulunmaktadır.



Ulusal Kendi Kaderini Tayin Teorisi: Bu teori ulusların ayrılması
ve kendi devletlerini kurmalarını savunmaktadır.
İyileştirici Haklar Teorisi: Uluslararası hukukun biçimlendirdiği
bu teori ayrılmanın haklı bir nedene dayandırılması gerektiğini
ileri sürer. Teorinin savunucuları tarafından iki farklı haklı neden
ileri sürülmektedir. İlk haklı neden işgal edilme veya yasal
olmayan yollardan bir devletle birleştirilmedir. İkinci haklı neden
ise ülkede belirli bir grubun sistematik olarak ayrımcılığa
uğraması, insan haklarının ciddi ve ısrarlı şekilde ihlalidir.
Tercih Teorisi: Sadece belirli koşullar altında her toprağa dayalı
gruba ayrılma izni verilebilir. Tercih teorisi, insan hakları
ihlallerini, ayrılma için ne gerekli ne de yeterli şart saymaması
540
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
noktasında, iyileştirici haklar teorisinden ayrılmaktadır. Ancak
teorinin bu esnek tutumu sınırsız siyasal parçalanmalara yol
açabileceği gerekçesiyle eleştirilmiştir. (Kalaycı,2008: 204-206)
Uluslararası hukuk açısından ayrılma konusuna baktığımızda Birleşmiş
Milletlerin 1514 ve 2625 sayılı kararları önemlidir. 1514 sayılı karar
mevcut devletten ayrılmayı açıkça yasaklamıştır. Bu karara göre; “ülkenin
toprak bütünlüğü ve ulusal bütünlüğünü, kısmen veya tamamen yok
etmeye yönelik girişimler, BM Şartı’ndaki ilkelerin hedefleri ile
bağdaştırılamaz.” 2625 sayılı Dostane İlişkiler Bildirisinin sekizinci
maddesinde de devletlerin ülkesel bölünmezliği ilkesine, self
determinasyon ilkesine nazaran daha fazla ağırlık verilmiştir. Buna göre
“Her devlet, diğer herhangi bir devletin ulusal ve ülkesel bütünlüğünü
kısmen veya tamamen yok etmeye yönelik eylemlerden kaçınacaktır.”
(Pazarcı, 2013:9-10)
2625 sayılı Dostane İlişkiler Bildirisinin 7. maddesinde de, “Eğer bir
devlet, ülkesindeki herkesi renk, ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin
bütünüyle temsil eden bir yönetime sahipse, devletin ulusal ve ülke
bütünlüğünü ihlâl edecek şekilde self-determinasyon hakkının varlığı
kabul edilemez.” denmektedir. Görüldüğü gibi, nüfusun tamamını temsil
eden bir yönetime sahip mevcut bir devletten ayrılma hakkı hiçbir zaman
BM tarafından kabul edilmemiştir. Aynı şekilde Yugoslavya’nın ayrılma
sürecinde, BM Tahkim Komisyonu, Eski Yugoslavya’ya ilişkin vermiş
olduğu 11 Ocak 1992 tarihli ve İki Numaralı kararında, “Uluslararası
hukuk şu andaki konumu itibariyle, self-determinasyon hakkını bütün
özellikleriyle belirtmiş değildir. Bununla beraber, şartlar ne olursa olsun,
self-determinasyon hakkı, sınırları değiştirmeyi ve ülke bütünlüğünü
ortadan kaldırmayı devletin açık rızası dışında içine almaz.”
(Pazarcı,2013:16) Bu tanımlamada açıkça belirtildiği gibi selfdeterminasyon hakkının açıkça tanımlanmaması ayrılma hakkının
kullanımını da şüpheli hale getirmektedir.
BM’nin yukarıdaki kararları ışığında self determinasyon ilkesinin aksine,
uluslararası hukukta ayrılma hakkı tanınmamaktadır. (Weller,2009:112)
Uluslararası hukuka göre self-determinasyon hakkı, uti possidetis juris
(toprak bütünlüğüne saygı) ilkesinin sınırları içerisinde geçerlidir. Çünkü
devletin egemenlik yetkilerinin sınırlarını da çizen ülke, devlet
olabilmenin temel şartlarındandır. Bu öneminden dolayı uti possidetis
juris, yirminci yüzyılda uluslararası hukukun ilkelerinden biri haline
541
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
gelmiştir. (Yüce,2008:54) Ancak yeni devletlerin ortaya çıkması (Kosova
gibi) ile birlikte fiili ayrılma durumunun normatif olarak tanınması söz
konusu olmakta ve bunun sonucu olarak da yeni devlet, uluslararası hukuk
sujeliğinden yararlanmaktadır. (Talmon, 2007:219)
Mevcut bir devletin topraklarından bir kısmının devletin karşı iradesine
rağmen ayrılması devletin toprak bütünlüğünü ihlâl eder. Devletlerin
toprak bütünlüğü yukarıda belirtildiği üzere uluslararası hukuk tarafından
güvence altına alınmıştır. BM Anlaşmasının ikinci maddesinde ius cogens
(üstün hukuk) nitelikli bir düzenleme olarak yer alan kuvvet kullanma
yasağı düzenlemesinde ve uluslararası teamül hukukunda bu teminatı
desteklemektedir. Bu yüzden de hukuken ayrılma hakkının kabul edilmesi
toprak bütünlüğü prensibi ile çatışacaktır. Bu bağlamda İyileştirici Haklar
Teorisinin öne sürdüğü insan hakları ihlâllerine dayalı olarak ayrılma
hakkının kullanımı††††† haklı bir hukuki gerekçe olarak uluslararası
hukukta kabul görmemektedir. Ağır insan hakları ihlalleri dahi bir
devletin toprak bütünlüğüne ilişkin temel hakkını ortadan kaldırmaz.
Ayrılma hakkı ancak BM Anlaşmasının öngördüğü çerçevede
sömürgeciliğin sona erdirilmesi bağlamında kabul edilmiştir.
(Arsava,2013:1217) Yine Dünya İnsan Hakları Viyana Bildirisinde de,
BM Antlaşmasının elli beşinci maddesine atıfla; kendi kaderini tayin
hakkının varlığı ve bu hakkın ihlal edilemeyeceği kabul edilmiş, ancak
hakkın kullanımına sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre bu hak, toprak
bütünlüğünü bozucu şekilde (ayrılma hakkı olarak) kullanılamayacaktır.
(Oran,2001:115) Ancak özellikle Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılması
sürecinde iyileştirici ayrılma (remedial seccesion) kavramı Rusya’nın en
önemli argümanlarından biri olmuştur.‡‡‡‡‡
Uluslararası hukuk ve uygulama pratikleri açısından farklı özellikler
gösteren ayrılma hakkı, uygulamada egemenlik değiştirme biçimi ya da
†††††
Tek yanlı ayrılma hakkını “asıl” hak olarak gören ile “düzeltici hak” olarak gören
teoriler arasında ayırım yapmak gerekir. “düzeltici hak” teorilerine göre, devlet içinde
ağır insan hakları ihlallerine, haksız ilhaka uğrayan, devlet içi özerkliği ya da azınlık
hakları sürekli ihlal edilen belli bir bölgede yoğunlaşmış olan bir grup ayrılma hakkına
“ahlaken” sahiptir. (Catala, 2013: 77-79)
‡‡‡‡‡
Literatürde bu iddianın iki sebepten geçerli olmayacağı görüşü hakimdir. Bunlardan
ilki iyileştirici ayrılma hakkının literatürde tartışmalı olduğu ve hala tanımının tam olarak
yapılamamasıdır. İkinci neden ise iyileştirici teorinin temel argümanı olan toplumsal
şiddet ve insan hakkı ihlalinin Kırım’da bulunmamasıdır. (Christakis, 2015:88-90)
542
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
ayrılma hakkının kullanım şekli açısından metodolojik açısından genel
olarak ikiye ayrılmaktadır.
1) Tek Taraflı Ayrılma Hakkı (Unilateral Seccesion): Tek taraflı
ayrılma mevcut devletin rızası olmadan ve kuvvet kullanma veya tehdidi
yoluyla ayrılma hakkını kullanması durumunu ifade eder. Bu durumda
genelde anayasal bir ayrılma hakkı yoktur ve siyasi müzakere ya yok ya
da başarısızdır. Ayrıca bu tek taraflı ayrılma anayasal hükümlerin
varlığına rağmen ve siyasal müzakere çabalarını takiben de olabilir.
(Anderson, 2013: 353-354) İkiz Sözleşmeye göre tüm insanlar serbest bir
şekilde ekonomik, sosyal, kültürel haklarını belirlemekten kaynaklanan
self determinasyon hakkına sahiptir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı
sonrası dekolonizasyon sürecinde devletlerin ayrılma hakkına vurgu
yapan bu yaklaşım, soğuk savaş sonrası dönemde geniş yorumlarıyla
ulusların egemenliğini zorlayan bir kavramlaştırmaya bürünmüştür.
Ayrılma hakkının tek taraflı kullanımı, egemen devletlerin uluslararası
düzlemde korunan toprak bütünlüğü ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle
uluslararası toplumca, çoğu kez soğuk bakılan bir yöntem olmuştur. Bu
usulün kullanımı, genellikle uzun iç çatışmalara ve huzursuzluklarla
sonuçlanmaktadır.
2) Rızaya Dayalı Ayrılma Hakkı: Bu ayrılma hakkı uygulaması kendi
içinde “müzakereci” ve “anayasal” ayrılma hakkı olarak ikiye
ayrılmaktadır.
a) Müzakereye Dayalı Ayrılma Hakkı: Bu hak anayasada belirtilen
şekilde bir ayrılma hakkı tanır. Bu türde anayasal olarak bir süreç ve
framework olmakla beraber anayasal olarak ek bazı ön şartlar yoktur ve
ayrılma süreci herhangi bir ön şart olmaksızın tamamlanabilir. Kanada
yüksek mahkemesinin kararı çerçevesinde Quebec’in ayrılma hakkını
kullanımı bu türe örnektir. Bazı yazarlar Amerika Birleşik Devletler
anayasasının da bu türde bir ayrılma hakkını tanıdığını savunsa da
uygulamada bu mümkün görülmemektedir. Siyasi müzakere yoluyla
halledilmiş çok sayıda ayrılma örneği vardır.§§§§§
§§§§§
Bu örnekler arasında 1922’de Güney İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan, 1960’da
Senegal’in Mali Federasyonu’ndan, 1961’de Suriye’nin Birleşik Arap
Cumhuriyeti’nden, 1965’de Singapur’un Malezya Federasyonu’ndan ve 1991’de Baltık
Cumhuriyetleri’nin SSCB’den ayrılması sayılabilir. (Anderson, 2013: 352 -353).
543
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
b) Anayasaya Bağlı Ayrılma Hakkı: Var olan devletin anayasasında
özel olarak ayrılma süreçlerinin tanımlandığı ve belirli şartların varlığı
durumunda ayrılma hakkının tanındığı bu uygulamaya 1921 Liechtenstein
Anayasası, 1931 Çin Anayasası ve 1947 Burma Anayasası örnek olarak
gösterilebilir.(Anderson,2013: 351-352.)
Ulus devlet sistemi içerisinde egemenlik ülkelerin yönetim sisteminin en
üstünde yer alan iktidarı ifade etmektedir. Uluslararası ilişkilerde ise,
devletin karar almada bağımsız olması anlamına gelir. Ancak günümüzde
bu egemenliğin uluslararası kuruluşlara devredildiği ve devletlerin
bağımsızlığının sınırlandırıldığı fikri ağırlık kazanmaktadır. (Çam,
2005,333-334) Bu çerçevede klasik egemenlik anlayışının tarihsel rolünü
ve işlevini yerine getirdiği ve geçmişte olduğu kadar dayatmacı bir ilke
olmadığı iddia edilmektedir. (Çetin,2005,42). Ayrılma hakkı kapsamında
ulus devletlerin egemenlik alanlarının süreç içerisinde zorlanacağı
aşikârdır. Bu çerçevede ayrılma hakkının hukuksal muğlaklığı önemli bir
sorun alanını temsil etmektedir.
4. 9 KASIM 2014 REFERANDUMUNUN
HUKUKSAL STATÜSÜ
ETKİLERİ
VE
Katalonya Özerk Yönetim Başkanı Artur Mas'ın 9 Kasımda bağımsızlık
yanlısı referandumun yapılmasını öngören kararnameyi imzalamasının
ardından, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy'un başkanlığında toplanan
hükümet, Katalonya Özerk Yönetim Parlamentosu'nun 19 Eylül'de kabul
ettiği halk oylamalarıyla ilgili yerel yasa ile Katalonya Başkanı Mas'ın
referandum yapılmasıyla ilgili kararnamesi için Anayasa Mahkemesi'ne
itiraz başvurusunda bulunmuştur. Yüksek Mahkeme, her iki kararın da
anayasaya aykırı olduğu yönünde karar almış ve anayasaya göre
münhasıran bu yetkinin sadece İspanyol hükümetine ait olduğunu
belirtmiştir. (http://www.ntvmsnbc.com//)
Ancak, İspanya’nın kuzey doğusundaki Katalonya Özerk Yönetimi, Anayasa
Mahkemesi'nin durdurma kararına ve hükümetin baskılarına rağmen 9 Kasım’da
gayri resmi halk oylamasını yapmıştır. Katılımın yaklaşık yüzde 40 olduğu ve
katılanların yüzde 80,72’sinin bağımsızlık yanlısı oy kullandığını açıklayan
bölgesel yönetim temsilcisi Ortega, halk oylamasında yöneltilen “Katalonya'nın
bir devlet olmasını istiyor musun?” ve buna “evet” yanıtı verenlere "Bu devletin
bağımsız olmasını istiyor musun?" sorularına verilen cevaplara göre referandum
sonuçlarını açıklamıştır. Buna göre, bağımsızlık isteyenler anlamına gelen "evetevet" cevabı verenlerin oranı yüzde 80,72 (1 milyon 649 bin 239 kişi), İspanya'ya
544
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
bağlı ama özerklik hakları daha çok genişletilmiş bir Katalonya isteyenler
anlamına gelen "evet-hayır" seçeneğini işaretleyenlerin oranı yüzde 10,11’dir.
"Hayır" diyerek Katalonya'nın aynı özerklik hakları ile yönetilmesine devam
edilmesini isteyenlerin oranı ise yüzde 4,55 olmuştur. Öte yandan, bağımsızlık
yanlısı olan ve halk oylamasının gerçekleşmesi için sivil toplumu örgütleyen
Katalonya Ulusal Asamblesi'nin Başkanı Carme Forcadell de yaptığı
değerlendirmede, "Bugün, İspanyol adaletine, tüm tehditlerine rağmen artık
ondan korkmadığımızı gösterdik" diyerek merkezi hükümete meydan
okumuştur. (http://www.hurriyet.com.tr//)
Bu gelişmelerin karşısında İspanya’nın muhafazakâr kanadının tepkisi de
ayrılıkçılar kadar sert olmuştur. İspanya'da iktidardaki Halk Partisi'nin
Katalonya'daki kolu PPC'nin lideri Alicia Sanzhez Camacho, Artur Mas'ı
"demokrasinin garantilerine sahip olmadan referandum ilan etmek, Katalonya ile
İspanya'nın geri kalanı arasında duvar örmek ve demokrasiye ihanet etmekle"
suçlamıştır. (http://www.sabah.com.tr//) İspanya Adalet Bakanı Rafael Catala
ise referandumu "hiçbir demokratik değeri olmayan siyasi bir propaganda"
olarak yorumlamıştır. Yine Başbakanlık kaynaklarına dayandırılarak verilen
haberlerde, Başbakan Rajoy'un, halk oylamasını anti demokratik gördüğü ve
Artur Mas'ın bu tavrının diyaloğu zorlaştırdığını düşündüğü ifade edilmiştir. Öte
yandan Katalonya Başkanı Artur Mas'ın "tam başarı" değerlendirmesi yaparak
yasal referandum için İspanyol hükümetini müzakere masasına çağırması
gazetelerde öne çıkartılırken; İspanyol basınında yapılan yorumlarda, Katalan
meselesine karşı bu zamana kadar sert ve katı tavır takınan İspanya Başbakanı
Mariano Rajoy'un bundan sonra Katalonya Başkanı Artur Mas ile diyalog
masasına oturması gerektiği savunulmuştur. (http://www.dunyabulteni.net//)
9 Kasımdaki referandumdan üç gün sonra, İspanya Başbakanı
referandumla ilgili olarak “bu demokratik bir seçim değil, değersiz bir
saçmalık ve politik propagandanın ürünü” diyerek referandum
konusundaki duruşunu keskinleştirmiş ve Katalanların üçte ikisinin
katılmadığı böylesi bir referandumun Katalan bağımsızlığı projesinin bir
başarısızlığı olduğunu savunmuştur. Ayrıca, 21 Kasımda İspanya
Cumhuriyet Başsavcılığı, kurallara uymama, mahkeme kararını
engelleme, kamu kaynaklarını ve kamu gücünü kötüye kullanmak
suçlarından üç Katalan vekil hakkında soruşturma açmıştır.
(http://www.cataloniavotes.eu//)
5. 2015 EYLÜL SEÇİMLERİ VE SİYASAL ETKİLERİ
28 Eylül’de, Katalonya’da bölgesel seçimlerde Katalonya’nın
bağımsızlığı üzerinden kurulan Junts Pel Sí (Evet İçin Birlikte)
545
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
ittifakı birinci parti olarak seçimlerden çıkmıştır. Böylece Katalonya’da
bağımsızlık yanlısı iki müttefik parti, Barcelona’daki bölge
parlamentosunda çoğunluğu elde etmiştir. Ancak ittifak tek başına
Katalonya Parlamentosu'nda çoğunluğu sağlayamayınca, 10 sandalye
çıkaran sol eğilimli Halk Birliği Adaylığı Partisi ile ittifak kurulmuştur.
Bu parti, Katalonya’nın daha çabuk bağımsız olmasını savunmaktadır.
Ancak sonuç olarak bu ittifak 135 sandalyeden 71’ini alarak çoğunluğu
ele geçirmiştir. Bu seçim sonuçlarına dayanarak ittifak; Katalonya’nın
bağımsızlık yolunun açıldığını ve seçimden önce vaat edildiği üzere 18 ay
içinde bağımsızlık referandumuna gidileceğini iddia etmektedir. Bu
noktada gözden kaçırılan şey ise ittifakın aldığı yüzde 48 oy’un olası bir
referandum için yeterli olup olmayacağıdır. Her ne kadar seçimde
parlamento çoğunluğunu elde edecek kadar oy alınsa da bu oy oranının
bağımsızlık ilanına yeteceği şüphelidir. Bu oy oranını 18 ay içinde yüzde
50,01’e çıkartılabilmesi ise zor görülmektedir. Diğer taraftan Madrid
yönetimi bağımsızlığa destek veren Katalonların oranını aşağıya çekmek
veya en azından yüzde 48’de tutmak için elinden geleni yapacaktır.
(http://dirilispostasi.com/a-1686-katalonya-simdi-bagimsiz-mioluyor.html)
İspanya hükümeti ise Katalonya'nın bağımsızlık referandumu
düzenlemesinin söz konusu olmayacağı görüşündedir. Madrid yönetimi
böylesi bir referandumun İspanya Anayasası'na aykırı olduğunu
savunmaktadır. İspanya'da yükselişteki sol parti Podemos Katalanların
bağımsızlık referandumu düzenleme hakkı olduğunu savunsa da,
bağımsızlık çabalarına destek vermemektedir. Ayrıca İspanya merkezi
hükümeti daha önce olası bir tek taraflı bağımsızlık ilanı durumunda
konuyu anayasa mahkemesine taşıyacağını açıklamıştır. Mahkemenin
geçmiş kararı göz önüne alındığında olası bir bağımsızlık sonucunun
mahkemeden dönmesi de yüksek bir ihtimal olarak gözükmektedir.
Katalonya'daki bağımsızlık yanlısı girişimlere İspanyol hükümetinden en
sert tepki ise Dışişleri Bakanı Jose Manuel Garcia Margallo'dan geldi.
Margallo, Halk Partisi'nin Bask bölgesinde düzenlediği mitingde yaptığı
konuşmada, "Ekonomik krizden çıkılır, bir terörist saldırı aşılabilir ama
İspanya'nın bölünmesinin geri dönüşü olmaz. Katalonya'nın egemenliğe
yönelik meydan okuması İspanya'nın karşı karşıya kaldığı en önemli
sorundur" diyerek Madrid yönetiminin katı tutumunu en iyi şekilde
özetlemektedir.
(http://www.haberler.com/katalonya-nin-bagimsizlik-
546
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
talebi-8771744-haberi//) Liga de Fútbol Profesional başkanı Javier Tebas
ve İspanyol Spor Bakanı Miguel Cardenal de Katalonya'nın bağımsızlığı
halinde, Barcelona'nın La Liga'da oynamasına izin verilmeyeceğini
açıklayarak olası bir bağımsızlık oylamasına karşı ilk yaptırımı ortaya
koymuşlardır.
(http://www.bbc.com/turkce/spor/2015/09/150924_barca_la_liga)
6. TANIMA SORUNU VE AVRUPA BİRLİĞİ
Ülke tanıma konusunun tarihsel gelişimi modern toplum anlayışı ve onun
egemenlik hukuku ile yakından ilgilidir. Orta Çağ sonrası devletlerde
uluslararası hukukun bugünkü manada işlemediği bir düzende, devletler
kendilerini ulusal öğelerle devlet olarak tanımlamakta ve meşruiyetlerini
yönetimi altındaki varlılarla (halk, toprak vb.) desteklemekteydiler.
Ancak bugünün modern dünyasında egemenlik uluslararası hukukla
kendine meşruiyet kazandıran devletlerin tanınması gerçekleşmektedir.
(Fabry,2012:662) Tanınmanın yanı sıra tüm devletler eşit statüde bir
kabul görme ve uluslararası yapılarda yer almayı egemenliklerini
pekiştirici unsurlar olarak kabul etmektedirler. 1933 tarihli Montevideo
Convention’ın ilke kararlarına göre devlet olmanın şartları; a) kalıcı bir
halk, b) tanımlanmış bir toprak, c) hükümet, d) diğer ülkelerle ilişki kurma
kapasitesi olarak belirlenmiştir. Ancak ilerleyen zamanlara beşinci bir ilke
olarak “bağımsızlık” şartı tam anlamıyla modern bir devlet olma şartı
olarak ortaya çıkmıştır. (Anderson, 2013, 356)
Montevideo Sözleşmesi devlet olma konusunda rehber olmakla birlikte,
tanıma ya da tanımama konusunda diğer ilave faktörler rol oynamaktadır.
Bu yüzden de devlet olarak kabul görmek için gerekli koşullar sağlansa
bile tanıma kararı ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilir. Çünkü ülkelerin
tanıma noktasındaki tutumları değer ve çıkar yüklü olabilmektedir. Bu
noktada bir devletin varlığını saptamak için uluslararası hukuk kuralları
önemli ve yol gösterici olmaktadır. Bu kapsamda tanınma konusunda
getirilen ilave koşullardan bir tanesi olan devletlerin doğuşunun
uluslararası hukuk normları ihlal edilmeden gerçekleştirilmesi önemlidir.
Bu ve benzeri kriterler esasında devlet olma kriterleri değil, tanıma
kriterleridir. Yine devletlerin tanınması konusunda bir başka kriter
“etkinlik” kriteridir. Bu kritere göre, bağımsız bir hükümetin daimi bir
halk ve tanımlanmış bir ülke üzerinde etkin kontrolü gereklidir. Bu
547
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
kurama göre, etkinlik varsa devlet vardır yoksa devlet yoktur. (Taşdemir,
2016: 653-654) Bu tartışmalar çerçevesinde tanıma konusunda üç temel
teori ön plana çıkmaktadır:



Açıklayıcı Teori (Declaratory Theory): Literatürde ciddi destek
gören bu teori; bir devletin belirli şartları karşılayıp, uluslararası
alanda devlet iddiasını ortaya koymasını devlet olmak için yeterli
saymaktadır. Bu teoriye göre “tanıma” siyasal bir eylemdir ve
devlet olmanın bir unsuru değildir. Bir devlet diğer devletlerle
politik ilişkilere girmek zorunda değildir. Bu yönüyle tanıma diğer
devletlerle diplomatik ilişki kurma, uluslararası antlaşma yapma
gibi bir takım politik ilişkilerle ilgilidir. Bununla birlikte, bu
teoriye yönelik ciddi eleştirilerde vardır. Devlet kurma pratikleri
bu teoriyi desteklememektedir. Devletler uluslararası hukukun bir
parçası haline gelmiştir ve bu hukuksal sistemin içinde var
olabilmek için tanınma önemli bir kriterdir. (Worster,2009:119120)
Kurucu Teori (Constitutive Theory): Bir bölgenin bağımsızlığını
ilan etmesinin otomatik olarak o bölgeye devlet statüsü
kazandırmayacağını ile süren bu teori klasik uluslararası
literatüründe önemli bir yere sahiptir. Bu teoriye göre, “devlet
olma” diğer devletlerin takdirine dayanır ve bir devlet sadece
sistem tarafından tanındığında var olabilir. Kurucu teoriye göre
tanıma bir devletin uluslararası kişiliğini oluşturur. Bu teoriye göre
tanıma “statü kurma”; tanımama ise “statü engelleme” etkisine
sahiptir. Bu yüzden de diğer devletlerin tanıması sine qua non
(olmazsa olmaz) bir durumdur. (Ryngaert and sobrie,2011:469).
Ancak kurucu teori, bugün geçerliliğini ciddi anlamda
kaybetmiştir. Ancak uluslararası hukuk süjesi olarak devletin
“göreceliliğine” neden olan ve tanınmayan devletlerin
sorumluluğunu açıklamada yetersiz kalan bu teori, devletlerin
egemen eşitliği ilkesine aykırı düştüğü için günümüzde
desteklenmemektedir.
Kurucu - Kolektif Kuram (Attempts at Synthesis): Bazı
yorumcular iki teoriyi bir arada tutarlı bir bütün olarak ele
almaktadır. Hersch Lauterpacht, iki teorinin ortak yönlerini
“tanıma” için önemli, belirleyici ve vazgeçilmez bir işlevi
olduğunu iddia etmektedir. Devletin gerekli unsurlarının varlığını
548
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
ilan etmek uluslararası başlangıç için bir kurucu etkiye sahiptir.
Ancak bununla birlikte, yeni bir devletin belirli yasal aktörlerce
tanınması önemlidir. Kurucu-kolektif kurama göre devlet
olabilmek için etkinlik yanında BM gibi örgütlere üye olarak
kabul edilmek gereklidir.(Worster, 2009: 121)
Geçtiğimiz yüzyıl boyunca devletlerin tanınması hız kazanmakta ve
güncelliğini korumaktadır. 1945 ila 2007 arasında dünya üzerinde tanınan
devlet sayısının 74’den 193 çıkmıştır. Bu rakam uluslararası alanda ülke
tanımanın neden bu kadar önem arz ettiğini açıklamaktadır.
Dekolonizasyon sürecini takiben Sovyet Bloğun çöküşü ile SSCB’nin ve
Yugoslavya’nın dağılması ile ortaya çıkan yeni devletlerin başta büyük
devletler (Batı Bloğu) ve uluslararası kuruluşlarca (BM) tanınması süreci
her daim politik ve dengesel bir yöne sahip olmuştur ve çoğu kez büyük
iç kargaşa ve terör olaylarının yaşandığı süreçlerin sonunda
gerçekleşmiştir. Ancak Belçika, İspanya, Kanada gibi ülkelerde bu
süreçler diyalogla yürütülmeye çalışılmaktadır. (Anesi and De Donder,
2012:241-242)
Özellikle soğuk savaş sonrası dönemde bu hakkın kullanımının sınırının
ne olacağı ve hangi şartlar altında tanımanın meşru olacağı önemli bir
sorun olarak ortada durmaktadır. Bu bilinmezliğin iki büyük kırılması da
biri Amerika tarafından desteklenen Kosova’nın bağımsızlığı sürecinde;
bir diğeri de Rusya’nın desteklediği Güney Osetya ve Abhazya’nın
bağımsızlığı sırasında karşımıza çıkmıştır. Uzun süre BM tarafından
yönetilen, etnik temizlikle karşı karşıya kalmış olan ve NATO
müdahalesiyle kurtulan Kosova’nın bağımsızlığı süreci bu özel
durumundan kaynaklı olarak batılı devletlerce spesifik bir olay olarak
görülmüş ve diğer başka tanıma hakkı kullanımına emsal
gösterilemeyeceği özellikle vurgulanmıştır. Ancak büyük batılı
devletlerin bu tanımasına başta Rusya ve Sırbistan ciddi itirazlarda
bulunmuş ve bu tanımayı kınamışlardır. Ancak hali hazırda bu nevi
şahsına münhasır tanıma tartışmalarını da beraberinde getirmiş ve
Kosova’nın meşruiyeti tartışma konusu olmuştur. 2008’de Rusya’nın
Gürcistan’ı işgalini izleyen süreçte Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık
ilanları Rusya tarafından tanınmıştır. (Fabry,2012:665-667)
Avrupa Birliği şemsiyesi altındaki ülkeler içindeki ayrılık hareketlerinde
tanıma sürecini değerlendirirken yukarıdaki örneklerden farklı olarak
düşünmemiz gereken bir etmen de Avrupa Birliği üst egemenliği
549
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
olmaktadır. Bu üst egemenlik sorunsalı konuyu farklı bir düzleme
taşımakta ve Avrupa Birliğinin geleceğini yakından ilgilendirmektedir.
Avrupa Birliği kapsamında, hem Katalonya hem de İskoçya için ortak
nokta ise birlik içinde kalma isteğidir. Bu noktada Avrupa Birliği açıkça
bağımsızlık taleplerinin önünü kesmese de üye devletlerin toprak
bütünlüğüne saygı göstermektedir. Ancak bağımsız olmak isteyen
bölgelerin talepleri ve bu bölgelerin Avrupa Birliği içerisinde kalma isteği
ve bu bölgelerin ekonomik potansiyeli, birliğin politikalarını etkileme ve
geleceğini değiştirme gücünü içinde barındırmaktadır. (Akçalı, 2014:
http://www.usak.org.tr//)
AB, ulus-üstü seviyede geliştirdiği bölgesel politikalarla üye devletlerin bölgesel
politikalarının temellerini hem belirlemekte hem de desteklemektedir.
Neoliberalizm ile tarihsel bir uyum içinde, Avrupa Birliği 1980’lerden itibaren
bölgesel fonlarda artışa gitmiş, yerel yönetimlerde reformu gündemine almıştır.
(Aygül,2001:15) Avrupa Birliğinin devletlerin egemenliği üzerindeki genellikle
açık olmayan ama gerçekte birçok alanda bağımsız bir yapı olarak üye
devletlerin otoritesini zorladığı görülmektedir. Ancak 80’lerin sonlarından
itibaren bu etki daha da açık hale gelmiş ve bölgesel yönetimler görece birlik
içerisinde daha görünür hale gelmiştir. Birçok bölgesel yönetim Brüksel’de karar
alma süreçlerine etki edebilmek için bilgi ofisleri açmıştır. (Connolly,2013:7879) Bu kapsamda, 2009 yılında imzalanan Lizbon Anlaşması, 1993 yılınla kabul
edilen Maastricht Kriterleri ile karşılaştırıldığında çok geniş bir alanda devletsiz
milletleri destekleyen ve Avrupa Birliğinin organlarında onlara yer veren bir
karaktere sahiptir. (Meo and Hennessy,2014: http://www.telegraph.co.uk//)
Bölgesel komitelerde daha görünür olmaya başlayan bölge yönetimleri
Avrupa Birliği şemsiyesi altında bölgesel çıkarlarını gözetebilmeye
başlamışlardır. Ancak Belçika’nın tersine İspanya ve Birleşik Krallık
devletsiz milletlerin temsilcilerini bu komitelere göndermekte oldukça
isteksiz davranmıştır. Bu yüzden de her ne kadar bu otoriteler içsel
düzeyde bir etkiye sahip olsalar da tam anlamıyla Avrupa Birliği
politikalarını etkileme gücüne sahip olamamaktadırlar. Buna rağmen bu
bölgeler kurdukları informal iletişim ağıyla kendi çıkarlarını korumuş ve
geliştirmiştir. Örneğin Flemish, İskoç ve Katalonların da içinde
bulunduğu yaklaşık 40 grup, Avrupa Birliği içerisinde faaliyet
göstermekte ve kendi insanlarının self determinasyon hakkını aktif bir
şekilde savunmaktadırlar. (Connolly,2013: 81-82). Katalonya bu açıdan
bölgesel bir devlet olarak tanımlanmakta ve Avrupa Birliğinin işlerine ve
organlarına katılmaktadır (özellikle ekonomik işlerde). Katalan para
550
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
diplomasisinin başarısı birlik içerisinde Katalonların otonomi taleplerini
anlaşılabilir kılmıştır. (Aldecoa and Keating,1999:16-18)
Bir diğer önemli konu ise mevcut Avrupa Birliği üyesi ülkeden ayrılan ve
yeni bir devlet oluşturan bölgenin Avrupa Birliğine üyeliği sorunudur.
Özellikle 2012 yılında İskoçya’nın bağımsızlığı tartışmalarının yaşandığı
günlerde Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiseri Jose Manuel
Barrosso’nun verdiği cevap önemlidir “eğer böyle bir yeni devlet Avrupa
Birliği içerisinde ortaya çıkarsa birliğe başvurması ve yeni devletin
Avrupa
Birliği
standartlarıyla
ilgili
süreci
tamamlaması
gerekmektedir”.(Connolly,2013:78-79)
Uluslararası
hukuk
ve
uluslararası organizasyonların kararları da Barrosso’yu desteklemektedir.
Kurulduğundan bu yana Avrupa Birliği içindeki hiçbir ülkede herhangi
bir ayrılma durumu olmaması, olası bir ayrılmayı daha önce test
edilmemiş bir örnek yapacaktır. Bu deneyim daha önce dayanak bir model
olmadığı için zorunlu olarak kendine özgü koşulları ve sonuçları da
beraberinde getirecektir. Bu yüzden de birlik başta İskoçya referandumu
daha sonrasında da Katalonya’daki gayri resmi referandum ile birlikte bu
sorun üzerine düşünmeye daha yoğun bir şekilde başlamıştır. Buradaki
temel problemlerden biri de ayrılmanın şeklidir. İskoçya örneğinde
Anayasal olarak İskoçların bu hakkı kullanmasının önünde bir engel
yokken İspanya’da durum tam tersidir. Bu yüzden bu iki durum karşısında
birliğin tavrının da farklılık göstereceği düşünülmektedir. (Castro,
2013:62)
SONUÇ
Geçtiğimiz yüzyıl boyunca dünyanın içinden geçtiği siyasal ve ekonomik
krizlerin etkisinde, tartışmaların merkezinde kendine yer bulan self
determinasyon ve ayrılma hakkı bugünün demokratik ilkeleri
perspektifinde uluslararası ilişkilerin belirleyici öğelerinden biri olmakta
ve güç dengelerinin test edildiği ideolojik alanların arka planını
oluşturmaktadır. Doğudan batıya, kuzeyden güneye değişik kültürler ve
coğrafyalarda ortaya çıkan bu istekler, ister demokratik isterse de
otokratik devletlerde olsun kendisine yaşayacak ve yeşerecek bir iklim
bulabilmektedir. Dünyanın en çatışmalı bölgelerinin başında gelen Irakta
ayrılıkçı gruplar olduğu gibi demokrasinin beşiği Birleşik Krallıkta da
551
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
ayrılma fikri 21 inci
hissedilmektedir.
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
yüzyılda her zamankinden daha güçlü
Bu kapsamda incelediğimiz Katalonya’nın bağımsızlık sorunsalı kendine
özgü olsa da bahsede geldiğimiz ilkeler çerçevesinde milliyetçi-ekonomik
bir düzlemde ilerlediği gözlemlenmektedir. Katalonya’nın tarihsel olarak
kurduğu ideolojik kurgu içinde varlığını sürdüren bu hareketi sadece
romantik bir moral şişmeyle açıklamak yetersiz bir yaklaşım olacaktır.
Burada ekonomik ilerleme, vergi sistemi ve kırılganlıkların etkisi göz ardı
edilmemelidir. Tarihsel kökleri 13 üncü yüzyıla kadar giden ve kültürel
geleneklerini ve dilini koruyan Katalanların bugünkü taleplerinin
geçmişte de birçok kez kendini gösterdiği unutulmamalıdır. Ancak bu
çalışmada da vurgulandığı gibi bugünü geçmişteki mücadelelerden ayıran
ekonomik sebepler ve Avrupa Birliği gibi iki temel konu bu çalışmada
ağırlıklı olarak ele alınmıştır.
Beş yüzyıldan fazla süredir güçlü bir liman kenti olarak ekonomik refahın
ve reformların merkezi olan Katalonya her daim İspanya’nın genel
kültürel eğimlerinden farklı bir değerler manzumesi içinde varlığını idame
ettirmiştir. Ancak 2008 ekonomik krizi ve sonrasında İspanya’nın genel
ekonomi politikaları Katalanları başka bir soruyu sormaya zorlamıştır:
“Kendi zenginliğimizi neden Madrid’le paylaşalım?” Bu soru o kadar
güçlenmiştir ki bilinçaltında tarihsel olarak varlığını koruyan değerlerin
yüksek sesle dile getirilmesini ve tarihsel referanslar eşliğinde yeni bir
ideoloji üretme sürecine girişilmesini sağlamıştır. Bu çerçevede
Katalonya’da artan huzursuzluğun temelinde tarihsel milliyetçilik kadar
ekonomik refahın da önemli olduğu unutulmamalıdır.
Bir diğer önemli nokta da Avrupa Birliği üst egemenliği ve bu teşkilatın
bu ayrılıkçı hareketler karşısında alacağı pozisyondur. Yaşadığımız dünya
düzeni geçmiş dönem klasik egemenlik anlayışının tersine uluslararası
yeni oyuncular çerçevesinde iki ülke arasında olan problemi kimi zaman
bölgesel kimi zaman da küresel ölçekte değerlendirilen bir probleme
dönüştürebilmektedir. Katalonya özelinde Avrupa Birliğinin önemi,
Katalan halkının birlik ile entegre olma isteğinde yatarken; Avrupa Birliği
içinse Katalonya’nın ekonomik potansiyelidir.
Genel yönleriyle değerlendirdiğimiz Katalonya’nın ayrılma probleminin
geldiği aşama açısından ileri bir nokta olduğunu kabul etmekle beraber,
bu sürecin birçoklarının beklediğinin aksine çok kolay bir süreç olmadığı
552
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
ortadadır. Özellikle hem İspanya hükümetinin ve Anayasa Mahkemesinin
kararları hem de İspanya’nın halen Avrupa Birliğinin en büyük
partnerlerinden olması, Avrupa Birliğinin bu ayrılıkçı hareketler
karşısındaki gitgelli tutumu, Katalonya’nın dağınık siyasi yelpazesi ve
liderlik eksikliği mevcut süreç içerisinde Katalanların bağımsız devlet
olma yolunda karşılaştığı başlıca sorunlardır. Hali hazırda 12 partinin
bulunduğu Katalonya tek ve birlikte hareket etme kabiliyetini
kazanamamaktadır. Ayrıca ayrılma sürecinin sadece milliyetçi söylemlere
tutsak edilmesi de bir diğer önemli problemdir. (Lluch, 2010,358)
Bu kapsamda ayrılma hakkı, Katalonya için değerlendirildiğinde tek
taraflı veya anayasaya dayalı ayrılma süreci iki açıdan değerlendirmelidir.
Öncelikle uluslararası hukuk toprak bütünlüğü ilkesini koruyan bir
normlar sistemini prensip olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte 1978
Anayasası ve Anayasa Mahkemesinin son kararları ayrılma sürecinin
uygulanabilirliği açısından çok boyutlu içsel ve dışsal zorluklar
barındırmaktadır.
Son tahlilde özellikle futbol maçlarıyla ve Barcelona futbol kulübünün
dünya çapındaki ünü ile uluslararası kamuoyuna bağımsızlık iddialarını
taşıyan Katalanlar için İspanya’dan ayrılmanın tek olumsuz sonucu
Avrupa Birliği süreci ile de sınırlı değildir. En basitinden artık Barcelona
- Real Madrid karşılaşmalarının olmayacak olmasının bile tek başına bir
ekonomik değer kaybı olarak Katalan ekonomisine geri döneceği açıktır.
Bu basit örnekten yola çıkarak üniversitelerden ekonomik alanlara kadar
birçok alanda hali hazırda İspanya’nın nimetlerine ihtiyaç duyan
Katalonya için müstakil bir ordusunun olmaması da başka bir problemdir.
Bu kapsamda, Katalonya özerk bölgesinin ayrılmayı süreklilik arz eden
siyasi, ekonomik ve hukuki süreçlerle gündemde tutması, hem yerellik
vurgusu belirgin olan post modern dönemde ulus devletlerin geleceği
açısından hem de Avrupa Birliği projesinin dayanıklılığının ölçülmesi
açısından önemli bir test olacaktır. Bu konunun küresel ölçekte bir sorun
olarak önümüzdeki süreçte yeniden gündeme geleceği de aşikârdır.
Burada önemli olan uluslararası hukukun ve kurumların alacağı tavırdır.
Çünkü olası kararların Kosova kararında olduğu gibi, başka uluslar için
bir ışık ya da egemenlikleri için bir tehdit olma olasılığı her zaman için
geçerli olacaktır.
553
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
KAYNAKÇA
Abdullahzade, C. (2014). Self Determinasyon ve Ayrılma Açısından Kırım Sorunu, TAAD
Dergisi, Yıl:5, Sayı:19, 159-205.
Akçalı, Ö.(2014). Katalonya Referandumu. http://www.usak.org.tr/
tarihinde alınmıştır.
adresinden 7/12/2014
Aktoprak, E. (2011).Ulus-Devletin Dönüşümünde İspanya Modeli ve Katalonya Örneği, Dipnot
Dergisi. Sayı 6.
Aldecoa, F and Keating, M. (1999). Paradiplomacy in Action: The Foreing Relations Of
Subnational Governments.
Anesi, V and Donder, P. De. (2012) Voting under The Threat of Secession: Accommodation
Versus Repression.
Anderson, G.(2013). Secession in International Law and Relations: What Are We Talking About?,
Loyola Marymount University and Loyola Law School Digital Commons.
Arsava, A.F.(1981). Self Determination Hakkının Tarihi Gelişimine Bir Bakış ve Aaland Adaları
Sorunu. Seha L. Meray’a Armağan. Ankara, AÜSBF. Cilt 1.
Arsava, A. F. (1993). Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.
Arsava, A. F. (2013). Uluslararası Hukukun Sezessıon İçin Belirlediği Çerçeve, Dokuz Eylül
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 15, Özel Sayı, 1215-1228 (Basım Yılı: 2014).
Atasoy, V. (2014). Bağımsız Katalonya Bir Hayal mi? http://www.radikal.com.tr/ adresinden
8/12/2014 tarihinde alınmıştır.
Aygül, C.(2010). Ulus Devletler ve Bölgecilik. Ankara: Tan Kitabevi.
Azarkan, E. (2016). Devletlerin Tanınmasında Dönüm Noktaları: Badinter Komisyonu ve
Kosova’nın Tanınması, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:7, Sayı:1.
Buchanan, A. (2004). Justice, Legitimacy and Self-Determination, Oxford: Oxford University
Press.
Castro, L.(2013) What’s up with
Separation”. Catalonia Press.
Catalonia? “The Causes Which Impel Them To The
Cassese, A. (1995). Self-Determination of Peoples, Cambridge: Cambridge University Press.
Catala, A. (2013). Remedial Theories of Secession and Territorial Justification, Journal Of Social
Philosophy, Cilt 44, No.1,754-794.
Christakis, T. (2015). Self-Determination, Territorial Integrity and Fait Accompli in The Case of
Crimea, Max-Planck-Institut für ausländisches öffentliches Recht und Völkerrecht. 75 (1),75-100.
Connolly, C. K.(2013). Indipendence in Europe:Secession, Sovereignty and The European Union,
Duke Journal of Comparative & International Law, No: 24.
Çam, E.(2005). Siyaset Bilimine Giriş. İstanbul: Der Yayınları.
Çetin, H. (2005). Siyaset. 2. Baskı. Ankara: Lotus Yayınları.
554
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
Demiral, B. (2006). Avrupa Perspektifinde Yerel Yönetimler. Parlak, B. ve Özgür, H (editörler).
Bursa: Alfa Yayınları.
Desquens, J.(2003) Journal of International Affairs Europe's Stateless Nations in The Era of
Globalization
The
case
for
Catalonia's
secession
from
spain
http://www.jhubc.it/bcjournal/articles/desquens.cfm adresinden 16/5/2017 tarihinde alınmıştır.
Esen, S. (2001). 1978 İspanyol Anayasası; Ulus Devlet Modelleri ve İspanya Örneği. Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi.
Fabry, M. (2012). The Contemporary Practice of State Recognition: Kosovo, South Ossetia,
Abkhazia, and Their Aftermath. Nationalities Papers, Cilt:40. No:5.
Gardam, J. G. (1993). Non-Combatant Immunity As a Norm of International Humanitarian Law,
La Haye: Martinus Nijhoff Publishers.
Gündüz, A. (2009). Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler Örnek Kararlar, 5. Baskı, İstanbul: Beta
Yayınları.
Gürseler, C. (2014), “Kırım’ın “Self-Determinasyonu” Nasıl Yorumlanabilir?” Karadeniz
Araştırmaları, Sayı 43, 87-115.
Hobsbawm, E. J. (2014). Milletler ve Milliyetçilik. (Beşinci Baskı). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Independence Vote: Catalonia’s Quarrel With Spain. http://www.bbc.com/news// adresinden
2/12/2014 tarihinde alınmıştır.
İspanya Anayasası, Md.2, http://www.adalet.gov.tr/ adresinden 7/12/2014 tarihinde alınmıştır.
Kalaycı, H. (2008). Referandumla Ayrılma Konusunda Yüksek Mahkemenin Tutumu: KanadaQuebec Örneği, AÜSBF Dergisi, Cilt: 63, Sayı 1.
Knop, K. (2004) Diversity and Self-Determination in International Law, New York: Cambridge
University Press.
Kurubaş, E. (2008). Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik Gruplar Arasındaki Varoluşsal İlişki,
Doğu Batı Dergisi, Sayı:44.
Kütükçü, M. A. (2004). Uluslararası Hukukta Self-Determinasyon Hakkı ve Türk Cumhuriyetleri.
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Sayı:12.
Lluch, J. (2010). How Nationalism Evolves: Explaining The Establishment Of New Varieties Of
Nationalism Within The National Movements Of Quebec And Catalonia (1976 –2005).
Nationalities Papers, Cilt: 38. No:3.
Meo, N and Hennessy, P. (2014). European Union’s Lisbon Treaty Fuels Flames of Dissent Across
Continent, http://www.telegraph.co.uk// adresinden 8/12/2014 tarihinde alınmıştır.
Mürsel, B. – Toker, Ö. ve Özdemir, H. Ö. (2016) Ekonomik Gelişme-Etnik Çatışma İlişkisine Dair
Nitel Bir Analiz, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, Cilt:4 No:2.
Oran, B. (2001). Küreselleşme ve Azınlıklar, Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş. 4.Baskı, Ankara:
İmaj Yayıncılık.
Pazarcı, H. (2013). Uluslararası Hukuk Dersleri. (2. Kitap). 9. Baskı. Ankara: Turhan Kitabevi.
Rodon, T. (2012). The Next Independent State in Europe Catalonia's Critical Juncture and the
Conundrum of Independence, Universitaet Pompeu Fabra.
555
Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Vol/Cilt:4, No/Sayı:11, 2017
Şahin, M.(2000). Avrupa Birliği’nin Self-Determinasyon Politikası, Ankara: Nobel Yayın,
Talmon, S. (2007). Kollektive Nichtanerkennung Illegaler Staaten, Journal Du Droit International.
Vol: 134.
Taşdemir, F. (2016). Uluslararası Hukukta Toprak Bütünlüğü İlkesi, Tanıma Doktrini ve Bir Norm
Olarak Ayrılma Hakkı, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı:18,
No:3, 644-668.
Thomas, B.(2014). Modern Özerklik Sistemleri. (Çev. Mehmet Salim). Ankara: Nika Yayınevi.
Uz, A. (2007). Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon. Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi.
Cilt:3. No:9.
Yüce, C. (2008). Uluslararası Hukukta Self-Determinasyon İlkesi ve Günümüz Uygulamaları,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Weller, M.(2009). Settlıng Self-Determınatıon Conflıcts: Recent Developments. The European
Journal of International Law. Cilt: 20 No: 1.
Worster, W. T. (2009). Law, Politics, and The Conception of The State in State Recognition
Theory, Boston University International Law Journal, Sayı:27,115-171.
http://global.britannica.com/, adresinden 6/12/2014 tarihinde alınmıştır.
http://www.ntvmsnbc.com//, adresinden 6/12/2014 tarihinde alınmıştır.
http://www.hurriyet.com.tr//, adresinden 3/12/2014 tarihinde alınmıştır.
http://www.sabah.com.tr//, adresinden 7/12/2014 tarihinde alınmıştır.
http://www.dunyabulteni.net//, adresinden 9/12/2014 tarihinde alınmıştır.
http://www.cataloniavotes.eu//, adresinden 7/12/2014 tarihinde alınmıştır.
http://www.bbc.com/turkce/spor//, adresinden 4/1/2017 tarihinde alınmıştır.
http://dirilispostasi.com//, adresinden 4/1/2017 tarihinde alınmıştır.
https://tr.sputniknews.com/avrupa// adresinden 16/5/2017 tarihinde alınmıştır.
Download