Peygamberimizin cinsel hayatıyla ilgili rivayetleri nasıl

advertisement
1
İçindekiler
Ayetlerin sonundaki övgüler neden hep aynıdır, farklı olamaz mıydı? .....................................3
Allah bir şeydir, fakat diğer şeyler gibi değildir, diye başlayan inançla ilgili bilgileri nasıl
anlamalıyız? ..................................................................................................................................6
Yanlışlıkla kefaret diye tuttuğum oruçları, kaza oruçlarına sayabilir miyim? ..........................7
Hasan ve Hüseyin, isyanlarında haksız değil miydiler? .............................................................8
Yahudi kutsal metinlerinde, Tevrat'da cariyelerin durumu nedir? ...........................................9
Kadın 10 yaşındaki çocuğuyla şehirlerarası yolculuğa çıkabilir mi? ......................................11
Peygamberlerin mucizelerini görmediğimize göre, onlara nasıl inanalım? ............................12
Peygamberimizin cinsel hayatıyla ilgili rivayetleri nasıl anlamalıyız? ....................................13
Kabe’yi ilk görünce yapılan dua reddolunmaz, hadisi sahih midir? .......................................14
Allah, cehenneme gidecek olan birinin iyi işlerini sevmez mi? ................................................15
2
Ayetlerin sonundaki övgüler neden hep aynıdır, farklı
olamaz mıydı?
- Birinci sorunuz:
Kur’an Allah’ın ezeli kelamıdır/sözüdür. Kur’an Levh-i mahfuzda da vardır. Bu sebeple,
Kur’an bize sunulurken yeni düzenleme yapılmıyor.
Kur’an’ın iki sıralaması vardır:
Biri: Değişik sebepler dolayısıyla, farklı sorulara cevap vermek, zamanı geldiğinde değişik
hükümleri göndermek üzere 23 yılda inmesiyle alakalı olan tertip sırası.
Diğeri: Levh-i mahfuzdaki asıl şeklinin aynısı olan ve elimizdeki mevcut olan mushafın tertip
sırlamasıdır. Bu tertip Allah’ın ezeli ilminde olduğu şekliyle söz konusudur.
Demek ki, Kur’an Allah’ın ezeli kelamıdır/sözüdür. Kur’an Levh-i mahfuzda da vardır. Bu
sebeple, Kur’an bize sunulurken yeni bir düzenlemeye tabi kılınarak sunulmuyor.
Kur’an Allah’ın kelamı olduğundan, genellikle bir çok ayetin sonu, O’nun isim ve sıfatlarını
barındırıyor. Buna tefsir ilminde “FEZLEKE” denir. Fezleke demek, konuyu özet halde
sunmak manasına gelir. Ayetlerde söz konusu edilen konular, insanların zihninde daha iyi yer
etsin diye konunun özeti bu fezlekelerle takdim edilir.
Bu fezlekelerin bir çok çeşidi vardır.
Bazen Allah’ın isim ve sıfatları, bazen de başka bir olayın özeti olarak kendini gösterir. Bunlar
aynı zamanda Kur’an’ın Allah’ın sonsuz ilmini yansıtan bir ilahi sözdür.
Bazen de mahlukatı bir top kumaş gibi açar, sergileri en sonunda bir isimde yeniden toplar ve
toparlar. Mesela, eşyanın menfaat ve hikmetlerini genişçe zikreder, en nihayetinde Hakim
isminde toplar.
Bir fiil genişçe izah edildikten sonra, bir isim ile özetlenir. Mesela, kainattaki temizleme ve
tanzifat fiilleri genişçe tafsil edildikten sonra, Kuddüs ismi ile özetlenmesi gibi.
Bazen de insanları amel noktasından ikaz edip tehdit eder, sonra nereye sığınılması gerektiğini
göstermek için rahmet ve af kapısı gösterilir.
Bunların örnekleri Kur’an’da çokça bulunmaktadır. Biz numune olarak bazılarını takdim
edelim:
"Allah’a kavuşmayı umanlara gelince, şu bir gerçek ki, Allah’ın belirlediği vakit mutlaka
gelecektir. O, Semî’dir, Alîm’dir." (Kasa, 28 /5)
"Müminler o insanlardır ki, Allah’a ve O’ nun Resulüne inanırlar. Resulle beraber,
ortaklaşa bir iş üzerinde bulundukları zaman, ondan izin almadan çekip gitmezler. O
senden izin isteyenler var ya, onlar Allah’a ve O’ nun Resulüne iman edenlerdir. Bazı
uğraşları için senden izin istediklerinde, onlardan dilediğine izin ver ve kendileri için af
dile. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir." (Furkan, 25/62)
3
" Andolsun ki biz Lokman’a şu yolda hikmet verdik: ‘’ Allah’a şükret. ‘’ Şükreden kendi lehine
şükreder. Nankörlük edense şunu bilmeli; Allah, Ganî’dir, Hamîd’dir. " (Lokman, 31/12)
"Evvel O’ dur, Âhir O, Zahir O’ dur, Bâtın O! O her şeyi hakkıyla bilir." (Hadid, 57/3)
"En güzel isimler Allah’ındır; O’na onlarla dua edin. O ‘nun isimlerinde yanlış tutum
izleyenleri bırakın. Yapıp ettiklerinin cezasını çekeceklerdir." (A'raf, 7/180)
Bu ayetler, yüzlercesinden bazılarıdır. Dikkat edildiği zaman, önce tecelli konuları tasvir
ediliyor, sonra bir iki isimle fezleke yapılıyor. Allah isimlerini tecellilere hem delil hem de
netice yapıyor. Yani tecellileri tasvir ile delil, isimlerle özetlemekle de netice yapıyor.
Bir meseleyi tafsilatı ile izah etmek, yani detaylandırmak kanaat vermek için yapılırken, icmal
etmek ise, yani özetlemek ise, kolay ezberletmek ve belleklerde kalıcı olmasını temin etmek
içindir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle;
“...Kur'an’daki fezlekeler, hülâsalar gösteriyor ki, bu hülâsa ve fezlekeyi gösteren, bütün maziyi
bütün ahvali ile görüyor. Zira bir zâtın bir fende veya bir san'atta mütehassıs olduğu; hülâsalı
bir sözle, fezlekeli bir san'atçıkla, o şahısların meharet ve melekelerini gösterdiği gibi, Kur'anda
zikrolunan vukuatın hülâsaları ve ruhları gösteriyor ki, onları söyleyen, bütün vukuatı ihata
etmiş, görüyor, (tabir caiz ise) bir meharet-i fevkalâde ile ihbar ediyor.” (Sözler, 404-405 )
Risale-i Nur’da bu konuyla ilgili bilgi bulabilirsiniz. (bk. Sözler, 25. Söz, 2. Şule, 1. Nur)
İkinci sorunuz:
İlgili surenin adı: Tekvir Suresi. Kur’an’daki tertip sırası: 81. Ayetlerinin sayısı: 29.
- Aslında Kur’an’da bulabileceğiniz bir şey.. Ama yine de sizi kırmama adına mealini
veriyoruz:
1 – Güneş dürülüp ışığı söndüğü zaman;
2 – Yıldızlar yerlerinden düşüp dağıldığı zaman,
3 – Dağlar yürütüldüğü zaman,
4 – Doğurmak üzere olan develer, kıyılmaz mallar terk edildiği zaman,
5 – Vahşi hayvanlar toplandığı zaman,
6 – Denizler ateşlenip kaynatıldığı zaman,
7 – Nefisler eşleştirildiği, ruhlar bedenlere girdiği zaman,
8 – Diri diri gömülen kız çocuğuna,
9 – Hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman,
10 – Hesap defterleri açıldığı zaman...
11 – Gök cisimleri yerlerinden kaydırıldığı zaman,
4
12 – Cehennem alev alev kızıştırıldığı zaman...
13 – Cennet yaklaştırıldığı zaman...
14 – İşte o zaman... Her insan ne hazırladığını, ortaya ne koyduğunu anlayacaktır.
15 – Bakın: Gündüzün sinip gizlenen yıldızlara...
16 – Dolaşıp dolaşıp yuvalarına, yörüngelerine giren gezegenlere...
17 – Geçmeye başladığı dem geceye...
18 – Nefes almaya başladığı dem sabaha kasem ederim ki:
19 – Kur’an, değerli bir Elçinin, Cebrail’in getirip okuduğu sözdür!
20 – O Elçi ki çok kuvvetlidir. Yüce Arş sahibi Allah’ın nezdinde pek itibarlıdır.
21 – Göklerde ona itaat edilir, vahiyler ona emanet edilir.
22 – Şunu da bilin ki, içinizden biri olan bu arkadaşınız deli değildir.
23 – O, vahyi getiren elçi Cebrail’i, apaçık ufukta görmüştü.
24 – O, vahiy hususunda cimri davranan, vahyi sizden esirgeyen bir zat değildir. Vahiy
hakkında her türlü töhmetten de uzaktır.
25 – Bu söz, hele hele, kovulmuş şeytanın sözü hiç değildir!
26 – O halde siz nereye gidiyorsunuz öyle, neden bahsediyorsunuz?
27– Bu, olsa olsa bütün âlemlere bir öğüttür, bir uyarıdır.
28 - İstikamet sahibi olmak isteyenler onu dinlerler.
29 – Ama bu iş sizin istemenizle değil, ancak Rabbülâlemin olan Allah’ın dilemesiyle tamam
olur.
5
Allah bir şeydir, fakat diğer şeyler gibi değildir, diye
başlayan inançla ilgili bilgileri nasıl anlamalıyız?
- Burada vurgulanan husus, Kur’an ve sünnette yer alan sıfatların tevilsiz kabul edilmesidir.
Madem, ayet ve hadislerde ifade edilmiştir. Öyleyse aynı ifadeleri kabul etmek gerekir. Çünkü
aksi takdirde, bu sıfatları tevil etmek, onların zahirinden vazgeçmek anlamına gelir ki, bu da
tatil/sıfatları yok saymak demektir. Genellikle selef alimlerinin görüşü bu merkezdedir.
Örneğin: “Allah’ın eli” var, fakat bu diğer varlıkların eli gibi maddi değildir. Allah’ın muradı
ne ise o doğrudur. Fakat biz bunu bilmediğimiz için onların hakikatini Allah’ın ilmine havale
ederiz.
Ebu Hanife’nin de içinde bulunduğu selef alimlerinin büyük çoğunluğunun görüşü bu
merkezdedir.
- Buna mukabil, ehl-i sünnetin itikadî imamları olan Ebu’l-Hasan el-Eş’ari ve Ebu Mansur elMaturid ile başlayan dönemden itibaren “halef alimleri” unvanını alan Ehl-i sünnet/İslam
alimleri, bu sıfatların müteşabih, dolayısıyla tevile muhtaç olduklarını savundular.
Zira, Kur’an’da müteşabih ayetlerin varlığı kabul edilmekte ve tevil yolu kabul edilmektedir.
Başka konularda müteşabihler tevil edildiğine göre, müteşabih sıfatların da tevil edilmesi
gerekir.
- Şunu belirtelim ki, gerek selef, gerek halef alimleri olsun, Allah’ın sıfatlarını kabul etmek,
tatil ve teşbihe gitmemek hususunda ittifak halindedir. Aralarındaki tek fark,
müteşabih/manası kapalı olan sıfatların tevil edilip edilmesi konusudur.
- Halef alimlerinin tevilin zorunlu olduğunu kabul etmelerinin haklı gerekçeleri vardır. Mesela:
Selef alimleri döneminde zihinler safi, imanlar kuvvetli, şüphe yolları kapalı, teslimiyet bir
seciye halindedir. Oysa daha sonra, genel olarak insanların imanları eskiye nazaran kuvvetini
kaybetmiş, teslimiyet kırılmış, Yunan felsefesinin tercümesi ve değişik medeniyetteki
toplumlarla iç içe girilmesinden kaynaklanan farklı kültürler ve beraberinde getirdikleri yeni
sorulara kapının açıldığı bir dönemde, görünürde Allah’ın cismaniyetine delil teşkil edecek bu
gibi sıfatların tevili kaçınılmazdır.
Aksi takdirde, Kur’an’ın ruhuna aykırı bir şekilde bir Allah tasavvuru söz konusu olacaktı.
Sapık fırkaların bu konuyu kaşımaları da bu tevillerin zorunlu ve hakikatli olduğunu
göstermektedir.
Sadece bir misal verelim:
Kur’an’da “Rahman(olan Allah) arşa sitiva etti” mealindeki ayetin zahirine bakılırsa, tam
açıklaması şöyle olur: “Allah göklerin üstünde var olduğu kabul edilen Arş denilen bir
kürsiye/koltuğa oturdu.”
Bu algının dinde yeri olmadığı gibi, akıl, mantık ve realite bakımından da doğru değildir.
Çünkü Arş da yer, gök gibi mahluktur, sonradan yaratılmıştır. Ezeli bir varlık olan Allah’ın
sonradan kendisinin yarattığı bir koltuğa oturmaya muhtaç olması düşünülemez. Ezeli varlığın bir yeden bir yere gitmekle de olsa- değişkenlik göstermeyeceği hususu kabul edilen muhkem
bir kaziyedir. Halbuki, Araş’a istiva etmek görürde bir değişkenlik bir hareket, eski yerinden
başka bir yere intikal anlamına gelir.
Bu açıdan bakıldığı zaman, halef alimlerinin bu ayeti: “Allah kâinatı tek başına yarattığı
gibi, onun saltanatı da /idareciliği de/ hâkimiyeti de ortaksızdır.” Ve bu tevil doğru ve
İslam’ın Allah hakkındaki tasavvur ruhuna tamamen uygundur.
6
Yanlışlıkla kefaret diye tuttuğum oruçları, kaza oruçlarına
sayabilir miyim?
1-) Orucun kazası: Ramazandan bir gün veya daha fazla oruç tutmayan kimselerin, bunları
kaza etmeleri gerektiğinde görüş birliği vardır. Tutmama hastalık, yolculuk, hayız, nifas ve
benzeri özürler sebebiyle yahut kasten veya yanılarak niyeti terk etmek suretiyle olabilir. Her
ne sebeple olursa olsun gününde tutulamamış ramazan orucunun kaza edilmesi gereklidir. Aynı
şekilde kefaret, adak veya başlanıp bozulmuş nafile oruçların kazası da gereklidir.
2) Kefaret orucu: Ramazanda özürsüz olarak oruç tutmamak büyük günahtır. Müslüman
kişinin mazeretsiz olarak oruç yemesi son derece uzak ihtimaldir. Bununla birlikte ramazanda
mazeretsiz olarak kasten oruç yemek, ramazanın saygınlığını ihlal etmek anlamına geleceği için
kefaret ödemek gerekir. Kefaret için genel olarak önerilen üç seçenekten sadece ikisinin
günümüzde tatbik imkanı vardır ki bunlardan birisi iki ay peş peşe oruç tutmak, ikincisi 60
fakiri doyurmaktır. Kefaretin gerekip gerekmemesi teknik bir konudan ibaret olup, mazeret
olmadıkça, ramazan orucu konusunda titiz davranmak gerekir. Ramazanda özürsüz olarak oruç
tutmayan kimse günahkardır.
Peygamberimiz mazeretsiz olarak ramazanda bir gün oruç yiyen kimsenin ömür boyu oruç
tutsa da o günün borcunu gerçekten ödemiş olmayacağını ifade etmiştir. Farz orucun kasten
bozulması ve oruç kefaretinin ödenmesinden sonra aynı şekilde başka bir oruç bozulduğunda
onun için de yeni bir kefaret gerekir. Ancak, farklı ramazan aylarında da olsa henüz ödemediği
birden fazla keffaret borcu bulunan kimsenin hepsi için bir keffaret ödemesi (peş peşe iki
kameri ay veya altmış gün oruç tutması) yeterli olur. Ayrıca bozduğu her orucu kaza etmesi
icap eder (İbn Hümam, Fethu’l-Kadir, Beyrut, II, 261).
Bütün kaza, keffaret ve zamanı tayin edilmemiş adak oruçları için niyette tayin etmek lazımdır.
Bu bakımdan bunlardan herhangi biri için fecirden sonra niyet edilirse veya bunlardan
hangisinin tutulacağı kalben olsun tayin edilmezse, tutulmaları sahih olmaz. (Bkz, Ö.N. Bilmen
İlmihal, 273.)
Buna binaen tutulan bir orucun niyetini, geriye sarmak, kaza orucu tutmuş olarak
addetmek doğru olmaz. Keffaret gerekmediği halde keffaret niyetine tutmuş olduğunuz
oruçlar, size nafile sevabı sağlarlar ama üzerinizdeki kaza borçlarını sakıt etmezler.
7
Hasan ve Hüseyin, isyanlarında haksız değil miydiler?
- Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin durup dururken biz halife olacağız dememişler. Büyük bir halk
kesimi tarafından halife olmaları yönünde teklifler gelmiş, onlar da ümmetin maslahatı adına
bunu kabul etmişler.
- Onların bir paye almaları için halifenin çocukları olmalarına ihtiyaçları yoktur. Halkın
nazarındaki saygın bir yere oturmaları için, kendi şahsi kemalleri, karizmatik kişilikleri dışında,
Hz. Peygamberin torunları olmaları kâfidir.
Bu konu tarih kaynaklarında çok detaylı bir şekilde işlenmiştir. Oralara bakılabilir.
Bununla beraber, Bedüzzaman hazretlerinin şu tespitine bakmak da önem arz etmektedir:
“Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi.
Yani: Emevîler, Devlet-i İslâmiyeyi, Arab milliyeti üzerine istinad ettirip rabıta-i İslâmiyeti,
rabıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihetle zarar verdiler:
Birisi: Milel-i saireyi (diğer milletleri) rencide ederek tevhiş ettiler (İslam’dan/veya İslam
devletinden soğuttular).
Diğeri: Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takib etmediğinden zulmeder. Adalet
üzerine gitmez. Çünki unsuriyet-perver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet edemez…
Hazret-i Hüseyin rabıta-i diniyeyi esas tutup, muhik(haklı) olarak onlara karşı mücadele
etmiş, tâ makam-ı şehadeti ihraz etmiş.” (Mektubat/15. Mektub, 54-55 )
- Hz. Hasan ise, İslam ümmetinin barış ve huzuru için hilafet makamını bırakmış ve onu
Hz. Muaviye’ye terk etmiş, eşsiz bir fedakârlık ve fazilet örneğini göstermiştir.
8
Yahudi kutsal metinlerinde, Tevrat'da cariyelerin durumu
nedir?
Yahudi dininde ailenin çoğalmayı sağlamaya hizmet eden rolünün yanında bir diğer fonksiyonu
da insanın fıtratında bulunan cinsel ihtiyacın meşru yönden tatmin edilme zemini olmasıdır.
Kutsal metinlerde, her iki amaca da hizmet etmek üzere, birden fazla evlilik yapıldığının
örnekleri verilmektedir. (1) Her ne kadar metinlerde “Bir adam anasını babasını bırakacak
ve karısına yapışacaktır.” (2) gibi cümleler kadınlar ile erkekler arasında birebir eşleme
yapıldığı izlenimini uyandırsa ve birden fazla evliliğe karşı bir yasaklama yapılmış olabileceği
ihtimalini akla getirse de, Yahudi tarihinde iki ve daha fazla kadınla evliliği oldukça yaygın bir
gelenek olarak karşımıza çıkmaktadır. (3)
Eski Ahid’de, tek evliliğe işaret eden ayetlere rağmen, birisi çocuk doğurmak, diğeri de cinsel
zevkleri tatmin etmek üzere iki hanım alma uygulamasına fazlasıyla rastlanılmaktadır. Bu
geleneğe göre, çocuk doğuracak kadın bir dul gibi oturmakta ve kocası ona çok az ilgi
göstermekte, diğer taraftan, sadece cinsel zevkleri tatmin için evlenilen kadın ise bazen çeşitli
ilaçlarla, metotlarla -her ne kadar kısırlaştırmak tasvip edilmese de- kısırlaştırılmakta ve
süslenerek kocasının yanında oturmaktaydı. (4)
Bu tarihi bilgilerin yanısıra dini metinlerde de erkeklere birden fazla evlilik için açık bir şekilde
ruhsat verildiği görülmektedir. Bu hususta, örneğin, Talmud‟da, “Eğer bir erkek
ihtiyaçlarına cevap verebileceğine inanıyorsa istediği kadar kadınla evlensin” (5) hükmü
yer almaktadır. (6) Bu hükümlerden de Yahudi dininde birden fazla evlilik yapmaya dinen bir
engel olmadığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca, yine kutsal metinler bize Yahudilerin cinsel yaşamları ile ilgili bilgiler verirken resmi
eşlerin yanında cariyelerin varlığından da haber vermektedir. (7)
Bu haberlere göre, savaşlarda erkekler öldürülmekte, kadınlar ise cariye olarak alınmaktaydı.
(8) Fakat, bu cariyelerin nikahlanması gerekiyordu. (9) Şayet kocaları, ancak, nikahlayarak
evlerine getirilebildikleri bu kadınlardan memnun kalmayacak olurlarsa, o takdirde onları
serbest bırakmakta, ama kesinlikle satamamaktaydılar. (10)
Bu nedenle, cariye Yahudi dininde para ile alınıp satılan köle anlamına gelmemektedir. Aksine,
normal yollarla evlilik yapılan kadın olarak karşımıza çıkmaktadır. (11) Hatta, haklar
bakımından, her ne kadar birinci eşlerin statülerine sahip olmasalar bile, onlara tanınan
imkanların bir çoğu cariyelere de verilmiştir. (12)
Temel anlayış böyle olmakla birlikte, cariyeler hür kadınlardan bazı hususlarda
ayrılmaktaydılar. (13) Bu farklılıklar nedeniyle onlar tam anlamıyla bir hanım değil, fakat yarı
eş (plegeshle) olarak kabul edilmişlerdir. (14)
İşte bu resmi statü kazandırılmış cariyeler de erkeklerin yanında hem çocuk yapmak (15) hem
de cinsel ihtiyaçların tatmini için tutulmuşlardır. (16)
Dipnotlar:
1- Lockyer, Herbert, The Women of the Bible: The Life and Times of All the Women of the
Bible, Zondervan Publishing House, Michigan, 1970, ss.15-16.
2- Tekvin, 2:24.
3- Lockyer, a.g.e., ss.15-16. Bu konuda daha pek çok örnek Eski Ahid‟de yer almaktadır.
Bunlardan bir kısmını görmek için bkz. Tekvin, 29:21-30; 30:25; 31:17, 31, 41; 31:50; 32:22;
33:5; 36:6, 9, 17, 18; 37:2; Çıkış, 32:2; Sayılar, 14:3; Tesniye, 21:15; Hâkimler, 8:30, 31.
4- Bu konuda bkz. Yasdıman, Hakkı Ş., Yahudi Kutsal Metinleri Işığında Kadının Evlilikteki
Yeri (Basılmamış Doktora Tezi), İzmir, 2000, s. 72-73.
9
5- Bkz. TB, Yevamoth, 65a. Ayrıca birden fazla evlilikle ilgili olarak Talmud‟da şu bölümlere
de bkz. TB, Yevamoth, 65a; TB, Baba Metzia, 115a; TB, Sanhedrin, 20b,
21b, 22a; TB, Megillah, 13b. Yahudilikteki birden fazla evlilik sadece erkeklere özel bir
ayrıcalıktır. Bu ayrıcalık Talmud‟da şu şekilde vurgulanmıştır: “Bir kadın iki
erkekle birden evlenemez. Bkz. TB, Pesachim, 49a.
6- Talmud ve Eski Ahid‟de izin verilmiş olan birden fazla evlilik XI. yy‟da yasaklanmıştır. Bu
hususta bkz. Family, Ed. Schneid, Hayyim, s.90.
7- Örneğin, Yakub‟un iki hanımına ilâve olmak üzere, daha önceki hanımlarına hizmet etsin
diye, iki de cariye ile evlendiği bildirilir (Tekvin, 35:22). İbrahim Peygamberin cariye Hacer‟le
evlendiği (Tekvin, 25:12), ayrıca onun cariyelerinin birden fazla olduğu Tekvin‟de geçen
cümlelerden anlaşılmaktadır (Tekvin, 25:6). Süleyman peygamberin cariyelerinin sayısı ise üç
yüzü bulmaktadır (I. Samuel, 11:1-3). Kralların cariyelerinin bulunduğu ise açık bir konudur
(Daniel, 5:2; 5:23; Ester, 1:9-12). Bu konuda daha fazla örnek için şu ayetlere bkz. Tekvin,
24:35; 29:24, 29; 30:4, 9, 18, 43; 31:33; 32:5, 22; 33:1, 2, 6; 35:22; 36:12; Çıkış, 11:5; 20:17;
21:7; 21:20, 26, 27, 32; 23:12; Levililer, 19:20; 25:6, 44; Tesniye, 5:14, 21; 12:12, 18; 16:11,
14; 28:68; Hâkimler, 8:31; 19:1, 2, 9-10, 19, 24-30; 20:6; Rut, 2:13; I. Samuel, 1:16, 17; 8:16;
25:24; 26:41; 28:21; II. Samuel, 3:7; 5:13; 6:20-22; 14:6-7, 15-16, 19; 15:6; 16:21; 20:3, 17;
21:11; I. Krallar, 1:13, 17; 11:1-4; II. Krallar, 4:2, 16; 5:26; I. Tarihler, 1:32; 2:46; 7:14-16; II.
Tarihler, 28:10; Ezra 2:64.
8- Bkz. Tesniye 20:13-14. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Vâfî, Ali Abdu‟l-Vâhid, elYahûdiyye ve’l-Yahûd Bahsün fî Diyâneti’l-Yahûdi ve Târîhihim ve Nizâmihimi’lİçtimâî ve’l-İktisâdî, Nehdâtu Mısr, Kâhire, ty., s.128.
9- Tesniye, 21:10-13.
10- Tesniye, 21:14. Ayrıca bkz. Çıkış, 21:7-8.
11- Savaşlarda ele geçirilen kadınlarla bir ay içinde evlenilmesi, şayet bu süre içerisinde
evlenme gerçekleşmezse bu kadınların serbest bırakılması gerekmekteydi. Bkz. Cohen, Simon,
“Captives”, Universal Jewish Encyclopedia, C.III., s.34. Ayrıca bkz. “Captives”, Jewish
Encyclopedia, C.III, ss..562-563.
12- Bkz., Revel, Hirschel, “Concubine”, Universal Jewish Encyclopedia, C.III, s.324.
13- Hür kadınlardan daha az hakları olan -metres olarak değerlendirilemeyecek- farklı bir
statüdeki eşler. Bu konu için bkz., Richards, Lawrence O., “Concubine”, Expository Dictionary
of Bible Words, Ed. Lyman Rand Tucker Jr. & Gerard H. Terpstra, Marshall Pickering,
Michigan, 1988, s.182. Hür kadınlarla cariyeler arasındaki farklılıkları görmek için ayrıca bkz.
TB, Sanhedrin, 21a.
14- Bazı yorumcular plegesh kelimesini p‟lag ishah/ yarı eş olarak açıklarlar. Bu konu için bkz.
Lewittes, Jewish Marriage, s.217.
15- Eski Ahid‟de yarı eşlerden çocuk sahibi olan bir çok isim geçmektedir. Örneğin bkz. Nahor
(Tekvin, 22:24), İbrahim (Tekvin, 25:6), Yakub (Tekvin, 35:22), Eliphaz
(Tekvin, 36:12), Gideon (Hakimler, 8:31), Saul (II. Samuel, 3:7), Davud (II. Samuel, 5:13,
15:16, 16:21), Süleyman (I. Kırallar, 11:3), Caleb (I. Tarihler, 2:46), Manesseh (I. Tarihler,
7:14), Reheboam (II. Tarihler, 11:21), Abijah (II. Tarihler, 13:21).
16- Her ne kadar, kutsal metinlerde cariyelik kurumunun varlığı açıkça görünse de -şehvette
aşırı düşkünlüğe sebep olabileceği düşüncesiyle- cariyelik sisteminin yerleşik, geçerli bir
gelenek haline gelemediğini iddia eden ve buna karşı çıkan din adamları da bulunmaktadır Bu
konular için bkz. Lewittes, Jewish Marriage, ss. 16-17.
(Bk. Dr. Hakkı Ş. YASDIMAN, YAHUDİ DİNİNDE AİLENİN YERİ, D.E.Ü.İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı XIII-XIV, İzmir 2001, ss. 254-256)
10
Kadın 10 yaşındaki çocuğuyla şehirlerarası yolculuğa
çıkabilir mi?
“Yanında bir mahremi olmaksızın bir kadın üç günden fazla bir(mesafedeki) yolculuğa
çıkamaz.” (Müslim, Hac, Hac, 417)
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, yanında bir mahremi olmadan bir gün
bir gecelik mesafeye yolculuk etmesi caiz değildir.” (Müslim, Hac, 421)
- Bütün mezhep alimleri yukarıdaki hadis ve benzeri rivayetlere dayanarak bir kadının iki
günlük (hanefilere göre üç günlük) bir mesafeye yolculuk yapmasına izin vermezler.
- Suudi Arabistan’ın İslam fıkıh konseyinin fetvasına göre, akıl-baliğ olmayan bir çocuk bu
yolculuğu helal kılan bir mahrem sayılmaz. (bk. el-Lecnetu’d-Daimetu lil-buhusi ve’l-ifta:
Rakam: 18173)
- Kanaatimizce, on yaşındaki bir çocuk mümeyyiz (iyi ve kötü işleri fark edecek durumda) ise,
o da hadiste ifade edilen “bir mahrem” sayılır. Dolayısıyla onunla yolculuk yapılabilir.
Ancak eğer yolda yankesici, eşkıya ve daha başka kötü insanlarla karşılaşma ihtimali varsa, bu
takdirde on yaşındaki çocuğun bir savunma yapması mümkün olmadığına göre burada
yukarıdaki fetva geçerlidir.
Bir kadının yalnız başına dışarı çıkması veya sefere çıkması caiz midir?
11
Peygamberlerin mucizelerini görmediğimize göre, onlara
nasıl inanalım?
- Sizin dediğiniz doğrudur. Herhangi bir peygamber ortaya çıktığında, mutlaka insanları ikna
edecek bir “ilahî elçilik” belgesi diyebileceğimiz bir veya bir kaç mucize göstermiştir. O
devirdeki insanların bazıları da bu mucizelere dayanarak iman etmişlerdir.
Tarih kaynaklarından bazı olayları gördüğümüzde, asıl olaya şahit olmadığımız halde
inanıyoruz. Çünkü, herkes her olayı görme şansına sahip değildir.
Bu gün, fizik, kimya, astronomi, tıp ve benzeri ilimlerde geçerli olan kanunların, bilimsel
verilerini kaç kişi görmüştür? Bırakın bizim gibi halk kesimini; bizzat o konularda yapılan
deney ve tespitleri uzman olanların bile binde biri bizzat görmemiştir.
Bu nedenle her şeyi gözle görmek şart değildir. Akıl gözü de önemli bir test penceresidir. Biz o
bilim uzmanlarının tespitlerini gözümüzle değil, aklımızla kabul ediyoruz.
İşte bunun gibi, peygamberlerin mucizelerini de gözle görmesek bile, tarih kaynaklarından
öğrenebiliyoruz.
Tarihte, meydana gelen olayların en meşhurları, insanların dikkatlerini en fazla çekenleri
şüphesiz “Allah’tan vahiy aldığını” söyleyen peygamberlerin ortaya çıkmaları hadisesidir. Biz
hayatta görmediğimiz Sümer kralının, Babil kralının varlığına inanıyorsak, Hz. İbrahim’in, Hz.
Musa’nın, Hz. İsa’nın varlığına da aklen inanmak zorundayız.
Sonuç olarak, peygamberlerin mucizelerini görmesek de, işitmişiz. Nesilden nesile intikal ettiği
için, -detayları olmasa da- aslı itibariyle şüphesiz olarak akla görünmektedir.
- Ateist de haklıdır: Çünkü, materyalistler için önemli olan akıl değil, gözdür. Gözle
görmediklerine inanmıyorlar. Oysa akıllarını da görmüyorlar, ama onu inkâr etmiyorlar..
- Bununla beraber şu da bir gerçektir ki, bu gün bir insanı daha önceki peygamberlere iman
etmeye davet ettiğimiz zaman, elimizde somut bir delil yoktur. Çünkü, o peygamberlerin
mucizeleri hissi idi/duyu organlarına hitap ediyordu.
Bu gün aynı olayları canlandırmak mümkün olmadığına göre, mucizeye dayalı bir imanın
tahakkuk etmesi de imkânsızıdır. Örneğin; birine desek, Hz. Musa, elindeki asayı yer atıyor ve
onu bir yılan suretine çeviriyordu. Hz. İsa, ölüleri diriltiyordu. Karşı taraf, “bunları
görmediğini, görmeden inanmayacağını” söylediğinde yapılacak fazla bir şey yok demektir.
Bu sebepledir ki, en son peygamber Hz. Muhammed’in hissi mucizeleri yanında, en büyük
mucizesi olan Kur’an aklî bir mucize olarak ortaya konulmuştur.
Akıl göz gibi değildir. Zaman ve mekan üstü kavrama kabiliyeti vardır. Ve Kur’an da tam aklın
bu kabiliyetine göre zaman ve mekân üstü, evrensel bir vahiy örneği olarak ortadadır.
Örneğin, bir kimse 15 asır sonra da olsa bu gün Hz. Muhammed’in peygamberliğini araştırsa,
15 asır öncesine gitmesine gerek yoktur. Hemen elimizdeki Kur’an’a bakar, onun insan üstü
konumunu anlayabilir ve iman edebilir.
Şu hadis-i şerifte peygamber efendimiz, Kur’an’ın bu aklî mucize yönüne işaret etmiş ve
bunun hikmetini açıklamıştır:
“Allah’ın gönderdiği peygamberlerden her birine mutlaka insanların onun gibi bir şeyi
görmekle imana geldiği bir mucize vermiştir. Ancak bana verilen mucize ise onlardan
farklı olarak Allah’ın bana gönderdiği bir vahiydir/Kur’an’dır. Bu yüzden kıyamet günü,
onların hepsinden daha fazla tabileri (uyanları) bulunan bir peygamber olacağımı ümit
ediyorum.” (Buharî, İtisam, 1)
Haklı bir ümit; çünkü her zaman geçerli tek mucize Kur’an’dır.
12
Peygamberimizin cinsel hayatıyla ilgili rivayetleri nasıl
anlamalıyız?
a) “Hz. Peygamber 30 erkeğin cinsel gücüne sahipti” anlamındaki rivayet sahihtir. Ancak,
Buharî’nin ilgili rivayetinde (Buhari, Gusül, 12) yer alan bu bilgi, Hz. Peygamber (a.s.m)’den
nakledilen bir bilgi değil, -Hz. Enes’in “Biz kendi aramızda öyle konuşurduk” sözlerinden
de anlaşıldığı gibi- sahabelerin kendi aralarında yürüttükleri bir tahmine dayanır. Bunun doğru
olması da Hz. Peygamber için -haşa- bir noksanlık değildir.
Zaten Sahabilerin böyle bir tahmin yürütmelerinin asıl sebebi de Hz. Peygamberin her konuda
diğer insanlardan çok farklı olduğunu anlatmaktır.
Bu konunun pratikte Müslümanlara hiçbir faydası yoktur. Peygamberlik görevleriyle de hiçbir
ilgisi yoktur. Dolayısıyla, bunun yerine Hz. Muhammed (a.s.m)’i miracın o yüksek ve eşsiz
makamına çıkartan yüksek ahlakını öğrenmeye ihtiyacımız vardır.
b) “Hz. Peygamber bir gecede dokuz (doğrusu 11) hanımıyla ayrı ayrı cinsel ilişki
kurardı” bilgisi de yukarıdaki hadisin bir parçasıdır. (Buhari, Gusül, 12) Bu da Hz. Enes’in
kendi tahminidir. Peygamberimizden doğrudan nakledilen bir bilgi değildir. Bu düşüncenin de
sebebi, Hz. Peygamberin her konuda diğer insanlardan çok farklı bir kişiliğe sahip olduğunu
anlatmaktır.
Bu tahminin doğru olup olmadığını bilemeyiz. Ancak, böyle bir gerçek varsa, bu “her gece aynı
şeyin yapıldığı” anlamına gelmez. Şayet, bir/veya birkaç defa olmuşsa, bunun peygamberliğin
yüksek makamıyla çelişen bir tarafı da yoktur.
Peygamberimiz, bünye kemali bakımından herkese üstün ve erkeklikte insanların en kuvvetlisi
olduğu hâlde, yine nefsine herkesten daha çok sahipti.
Dikkat çekici taraf şu ki, 25 yaşına kadar geçen gençlik çağında hiçbir kadına yanaşmamış
olduğu gibi, evlenmesinden 50 yaşma kadar da bir kadınla yaşamıştır.. (bk. Mehmed Sofuoğlu,
Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/380)
c) “Bana cinsi münasebet konusunda kırk erkek gücü verildi” manasındaki hadis, hadis
ototriteleri tarafından zayıf kabul edilmiştir(bk. Zeynu’l-Irakî, Tahricu Aahadisi’l-İhya, 6/152;
Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 8/269).
d) “Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar, hanımı Zeynep’le cinsel
ilişkiye girerdi. (Buhari, Hibe, 8)” sorusu konusunda şunları söylemeliyiz:
- Bu ifade, iman şuuruyla bağdaşmayan, Hz. Peygamberi başka göstermeye yönelik bir düşünce
olabilir. Müminler bu konuda aynı ifadeyi kullanma cehaletine düşmemelidir.
- Bu bilginin kaynağı olarak gösterilen (Buhari, Hibe, 8) bilgisi yanlıştır. Orada böyle bir bilgi
yoktur. Doğrusu bu hadis rivayeti (Muslüm, Nikah, 9) da yer almaktadır.
- Bu hadis rivayeti, Müslim’de üç şekilde gelmiştir. Üçünün de asıl ravisi Ebu Zübeyr, Hz.
Cabir’den rivayet etmiştir.
Birinci rivayette: Hz. Cabir -özetle- şöyle demiştir: “Resulullah(s.a.m) bir kadın gördü ve
hanımı Zeyneb’e gitti, işini gördü, sonra da (tekrar) sahabenin yanına döndü ve: ‘Kadın şeytan
suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Şayet biriniz bir kadın görürse, kendi eşine gitsin.
Bu onun içindekini giderir’ diye buyurdu.” (Müslim, Nikah, 9)
13
İkinci rivayette: “Kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider” manasına gelen bir
ifade yoktur. (Müslim, a.y)
Üçüncü rivayette, sadece şu bilgi vardır: “Resulullah’tan şunu söylerken işittim: ‘Bir kadın
sizden bir kimsenin hoşuna gider ve de kalbinde yer alırsa, eşine gitsin ve onunla yatsın.
Bu onun içindekini giderir.’” (Müslim, Nikah, 10)
- Aynı ravi’nin Hz. Cabir’den yaptığı üç rivayetin bu farklı ifadeleri, hadisin bir bütün olarak
sahih kabul edilse bile, bazı ifadelerin bir sehiv sonucu olabileceği ihtimalini ortaya
koymaktadır.
- Hadisin ravisi Ebu Zübeyr, birçok alim tarafından sika olarak kabul edilmiştir.
Ancak onun zayıf bir ravi olduğunu söyleyenler de vardır. Bunları şöyle sırlayabiliriz: Eyyub
es-Sahtiyanî, İbn Uyeyne, Ebu Hatim, Ebu Zur’a, İmam Şafii, Buhari, Şu’be (bk. İbn Hacer,
Tehzib,9/440-443).
- Bununla beraber, Hz. Peygamber, bu çok önemli bir konuda, canlı bir örnek olsun diye böyle
birşey yapmış ise, bu husus, elbette onun -Allah tarafından “en yüksek bir ahlak üzere
olduğu” (Kalem, 68/4) bildirilen o erişilmez, eşsiz yüksek ahlakını zedeleyen bir boyutunun
olduğunu düşünmek asla mümkün değildir.
Kabe’yi ilk görünce yapılan dua reddolunmaz, hadisi sahih
midir?
Taberanî’nin rivayet ettiği "Kabe’yi ilk görünce yapılan dua reddolunmaz" anlamındaki
hadisin senedinde ittifakla zayıf olduğuna karar verilen bir ravi olduğu için (bk. Mecmau’zzevaid, h. no: 17253), bu rivayetin zayıf olduğunu söyleyebiliriz.
Ammelerin faziletleri konusunda zayıf hadislerle amel etmek caiz olduğundan, Kabe’yi
görürken yapılan dua konusu da revaç bulmuştur.
Mekke'ye girip Kabe görüldüğünde şöyle dua etmek müstehaptır:
Ey Allahım! Bu beytin (Kabe'nin) şeref, azamet, kerem ve yüceliğini artır.
Ey Allahım! Bu beyti şereflendiren, yücelten kullarının da şeref ve keremini artır. Selâm
sensin, selâm sendendir. Ey rabbimiz! Bizi selâmla yaşat! Ey Allahım selam evine bizi
koy. Rabbimiz, selamla sen yücesin, alisin. Hamd sanadır ve senin içindir. Celal ve İkram
sahibisin.
Ayrıca, dinin selamati için dua yapıabileceği gibi, “Rabbena âtina.. Rebbenağfir li..” gibi
dualar da okunabilir. Gayri meşru olmayan her konuda dua yapılabilir.
14
Allah, cehenneme gidecek olan birinin iyi işlerini sevmez
mi?
Allah insanları fiil ve davranışlarıyla değerlendirir. Bu demektir ki, Allah insanları şahısları
itibariyle değil, yaptıklarıyla değerlendirir.
Bediüzzaman hazretlerinin ifade -özetle- ettiği gibi, her müslümanın her vasfı müslüman
olması gerekirken, her zaman dışarıda yansımaları müslüman olmayabilir.
Keza, her kâfirin her vasfının kâfir olması ve küfründen neşet etmek yine lâzım değildir...
Demek ki bazen müslümanda kâfir bir sıfat, kâfirde de müslüman bir sıfat bulunabilir. İşte
dünyada bazen kâfirlerin müslümanlara galip gelmesi bu sırdan ileri geliyor. Yani, kâfirler
kendilerinde bulunan müslüman sıfatlarla, müslümanlarda bulunan kâfir sıfatlara galebe
ediyorlar. (bk. Sözler, 725 )
- Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki, Allah bir kişinin hayatı boyunca yaptığı bütün işlerini iyi
veya kötü olması üzerinden değerlendirir. Sevgisi, iyi işlere, iyi davranışlaradır. gazabı da kötü
işlere ve kötü davranışlaradır.
Sonunda cennete götürecek bir yola giren kimsenin hayatında yaptığı kötülüklerini de Allah
sevmez. Buna mukabil, sonunda cehenneme götürecek işlere giren, hatta kâfir olarak ölecek bir
kimsenin hayatında yaptığı iyi işlerine Allah hoş nazarla bakar.
- Bu şuna benzer: Sene sonunda sınıfta kalacak bir öğrencinin sene içinde aldığı bazı güzel
notları öğretmen tarafından tekdirle karşılanır. Buna karşılık, sene sonunda başarılı olup sınıfı
geçen bir öğrencinin sene içinde aldığı bazı eksik notlarına bakışı da elbette olumludur.
- Bundan da anlaşılıyor ki, sevilen veya sevilmeyen şey, kişilerin şahısları değil, yaptıkları işler
ve gösterdikleri davranışlardır.
Bunun gibi, Allah da, sonunda bir şekilde cennetlik olan bir hırsızın hırsızlığını hoş
karşılamadığı gibi, sonunda bir şekilde cehennemlik olan bir kişinin -söz gelişi- kıldığı
namazlarını, verdiği zekâtını da kötü karşılamaz.
15
Download