Xl. ve XVIII. yüzyıllar iSLAM-TÜRK MEDENiYETi VE AVRUPA Uluslararası Sempozyum iSAM Konferans Salonu Xl. to XVIII. centuries ISLAMIC-TURKISH CIVILIZATION AND EUROPE International Symposium !SAM Conference Hall Xl. ve XVIII. yüzyıllar islam-Türk Medaniyeti ve Avrupa ULUSLARARASISEMPOZYUM 24-26 Kas1m, 2006 · • Felsefe - Bilim • Siyaset- Devlet • Dil - Edebiyat - Sanat • Askerlik • Sosyal Hayat •Imge fl,cm. No: Tas. No: Organizasyon: Türkiye Diyanet Vakfı islam Araştırmaları Merkezi (iSAM) T.C. Diyanet işleri Başkanlığı Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi © Kaynak göstermek için henüz hazır değildir. 1 Not for quotation. ,.1' Xl. ve XVIII. Uluslararası yüzyıllar Sempozyum AYDINLANMA: KILISE TAASSUBUNA D INT, RASYONEL VE SANATSAL KARŞI KOYUŞ Fatma BOSTAN ÜNSAL" Aydınlanma düşünüderinden John Locke, Gotthold Ephraim Lessing ve Edward Gibbon üzerinde İslam'ın ve Türkler'in etkisinin araştınlacağı bu tebliğde, hem söz konusu yazarların yazılarındaki İslam ve Türkler' e yönelik doğrudan atıfları, hem de yazılar içerik analizine tabi tutularak İslam ile göstereceği paralellikten hareketle muhtemel etkileri gösterilmeye çalışılmıştır. Bildiride Locke'un sürgündeyken kaleme aldığı Hoşgörü Üstüne Mektup, Gibbon'ın Roma İmparatorluğu'nun Gerilemesi ve Çöküşü, Lessing'in Bilge Nathan isimli kitapları incelenerek İslam'ın bu yazarlar üzerindeki etkisi incelenmeye çalışılmıştır. Her üç yazarın ortak noktası o dönemde "resı:nl kilise"nin siyasi yönetinıle iç içe girerek bu mezhebin dışındaki ve başka dinlerdeki inananların can ve mal emniyetini hiçe sayan uygulamalarına yönelttikleri eleştiri olmuştur. Her biri kendi bakış açısı ve üslilbu doğrul­ tusunda iddiasını ispatlamaya çalışmıştır. John Locke hem bir teolog hem siyaset bilimci olarak bu uygulamanın hem dilli yönden hem de siyasi yönetim açısından mahzurlarına değinmiş; Gibbon bir tarihçi olarak muhteşem Roma İmparatorluğu'nun gerilemesini IV. yüzyılda Roma imparatorunun Hıristiyanlığı kabulünden soma, bu dinin resı:nl din olarak kabul edilmesine ve daha önceleri farklı dinlerin barış ortarnı içinde bir arada yaşarken artık bu şekilde yaşayamaması ve imparatorluk tebaaları üzerinde uygulanan sert tedbirlerle tebaanın huzurunu kaçınlması ve bu yüzden bunların imparatorluğa savaş açanlada birleşmesine, dolayısıyla da Roma İmparatorluğu'nun zayıflayıp çöktüğünü iddia etınişti. Yazık ki tahminlerimin aksine Roma İmparatorluğu'nu Batı Roma İmparatorluğu ile sınırlandırmış, eserini Doğu Roma İmparatorluğu'na teşmil etseydi, İslam dünyası ile karşılaşması daha doğrudan olacağı için görüşlerini daha net olarak görebilecektik. Lessing ise, Hıristiyanlığın kendi döneminde müşahede ettiği zorbalığın ve taassubun sonucu olarak fikirlerini edebi bir dille, bir tiyatro oyunu şeklinde yazmak zorunda kalmıştır. Söz konusu yazarların yaşadığı 1600'lü yıllarda, bu yazarların temel iddiası olan farklı din ve mezhep müntesiplerine hoşgörülü olmanın gerektiği, farklı din ve mezhep müntesiplerine mal ve can emniyetinin sağlanması, onların dilli yaşayış ve ibadetlerine izin verilmesi, farklı dinden olanlara "emanet" gözüyle bakılan İslam dünyasında söz konusudur. Bu üç yazarın eserlerinde çok daha önemsiz hususlarla ilgili İslam'a atıflarından, Kur'an-ı Kerim ve İslam dünyasından haberdar olduklarını gördüğümüz için din özgürlüğü konusunda İslam dünyasındaki uygulamalardan haberdar olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Locke ve Gibbon'da İslam dünyası doğrudan atıfta bu konuda örnek gösterilmediğini, fakat Lessing'de, kendisinin baş düşmanı hıristiyan dünyasına karşı olağan üstü hoşgörülü Eyyilbi tiplemesiyle, bana göre bu konuda İslam dünyasının örnek gösterildiğini söyleyebilirim. Aydınla~a düşünürlerinden İngiliz John Locke, Alman Gotthold Ephraim Lessing ve yine İngliz Edward Gibbon'ın eserleri incelenerek İslam'ın bu yazarlar • Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi. İsliim-Türk 52 Medeniye/i ve Avrupa üzerindeki etkisinin görülmeye çalışılacağı bu makalede önce bu yazariann İslam ve Türkler -zaten İngiliz yazarlarda Türk eşittir Müslümandır 1 ( on1ann deyimiyle Muhammedi)- hakkında doğrudan ifadelerine bakılacaktır. Aşağıda ayrıntılı olarak görüleceği gibi İngiliz yazariann İslam-Türkler' e doğrudan atıflan 5-6 cümleyi geçmez. O yüzden bu yazariann ana görüşleri ifade edilerek İslami düşünce ile göstereceği paralellikten hareket ederek İslam'ın muhtemel etkisi görülmeye çalışılacaktır. Alman yazann eseri tümüyle Hristiyan1ık-Müslüman1ık üzerine olduğu için farklı şekilde değerlendirilecektir. Beııi de şaşırttığı için bu yazarlarm hepsinde göze çarpan ortak bir hususdan bahsedip daha sonra tek tek yazariann görüşleri üzerinde duracağım. Bu yazarlar, bugün hemen herkes tarafından kullamlan, bir kilişe -İslam'm Hristiyanlık ile zıt olduğu, Hristiyanlık dünyevi otorite ile ilahi otorite arasmda bir aynm gözettiği halde İslam'ın böyle bir aynma izin vermediğil. ile tezat teşkil edecek şekilde Hristiyan din görevlileriııin siyasi güç ile bütünleşerek koyu bir baskı mekanizması halinde hem başka dilliere hem de kendi içindeki mezheplere karşı mütecaviz eylemlerde bulunmasım çeşitli şekillerde eleştirmişlerdir. Hatta bana göre yazariann söz konusu kitaplan ana yazış nedeııi, sivil yöneticileri, kiliseyi ve bunların dışındaki insan1an bu durumun uygunsuzluğuna elbette her yazar kendi uslubu ve dikkat çektiği farklı yön1erle inandırmaya çalışmaktır. John Locke (1632-1704) Hekimliğiııin yamsıra siyaset filozofu ve ayın zamanda teolog da olan Locke'un incelediğim "Hoşgörü Üstüne Bir Mektup" eseri, İngiltere yönetimindeki Stuart ailesiyle arası açıldığı için Hollanda'ya gitmek zorunda kalan Shaftesbury kontu Lord Ashley'in hekimi olarak birlikte gittiği Hollanda' da 1688 devrimine kadar burada kaldığı dönemde, Amsterdamlı muhalif teologlardan Philip Van Limbroch'a hitaben yazılmıştır. Siyaset Bilimi öğrencileri Locke'u, sözleşmeci düşünürlerden biri olarak bilir ve Robbes'dan ileriye giderek devletin, vatandaşlanmn "mülkiyet hakkı"na saygı göstermesi gerektiğiili ileri süren biri olarak bilirler; fakat mülkiyet hakkımn ne vesilelerle gasp edildiği ve buna İtirazın neden1eri üzerinde durolmadığı için bu noktalar karan1ıkta kalırdı. Yazılanndan görüyoruz ki Locke o dönemde, devletin resmi kilisesinden farklı an1ayıştaki mezheplerin sapkın olarak kabul edilmesi nedeııiyle bu mezhep müntesipleriııin malianna el konmasının hem diııi hem de yönetim bilimleri açısından ne kadar yan1ış olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Locke'un görüşleri daha doğru olarak an1atılsaydı son derece naif bir şekilde yukandaki kilişenin dar kalıplan içinde kalınmaımş olurdu. ifadelerinden anlıyoruz: "Bir Türk, bir Hristiyan yahut bölücü değildir, olamaz da Türklerle Hristiyanlar farklı dinden olmaktadır. Çünkü Hristiyanlar dinlerinin kanunu olarak Kitab-ı Mukaddesi Türklerse Kur'an'ı.Kerim'i kabul etmişlerdir Jolın Locke, Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, Liberte Yayınları, ekim 2005, Ankara, s. 79. Türkleri Müslümanlıkla özdeşleştirdiğini şu açısından sapkın F a t m a Bostan Ü n s a l 53 I. Dini açıdan Değerlendirme Hristiyanlıkta için putperestliğin siyasi yönetim tarafından cezalandırılması gerektiği iddiasına Locke, harislik, merhametsizlik, tembellik ve pek çok başka şeyin insanlaı-in ortak kanaatİyle günah kabul edildiğini fakat hiç kimsenin bunların siyasi yönetim tarafından cezalandırılması gerektiğini söylemediğini belirtir. Ayrıca bu inamşlara müdahale edilmemesi gerektiğini empati yoluyla da anlatmaya çalışır ve şöyle der: "Başka bir ülkede bir Müslüman veya bir putperest hükümdara Hristiyan dini yanlış ve Tanrı'ya hakaret gibi görünürse oradaki Hristiyanlar ayın şekilde ortadan kaldırılmaz mıydı" diye sorar. 2 Bu ifadesinden İslam toplumlarında diğer din müntesiplerinin özgürce yaşama hakkımn hem de jure hem de de facto olarak tanınmasının Locke'u hayli etkilemiş olduğu neticesini çıkarabiliriz. Biliyoruz ki IV. Yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun Hristiyanlığı resmi din olarak seçmesinden sonra hem o dönemde yaygın olan putataparlar hem de Yahudiler büyük sıkıntı çekmişti. Bu hakim uygulamaya en büyük karşı çıkışı o dönemde İslam toplumlan gösteriyordu. günah olduğu Locke, hoşgörüyü hakiki kilisenin başlıca karakteristiklerinden biri olarak kabul eder . Ona göre din "zahiri bir ihtişam meydana getinnek" veya "ruhani egemenliği ele geçirmek yahut zorlayıcı kuvvet uygulamak için" değil, " insanların hayatım erdem ve dindarlık kurallarına göre düzenlemek için kurulduğu" için4 "Tanrı adına, kilise adına, ruhların selameti adına" yapılan, belirli bir din veya mezhebi empoze etme uygulamalan dine karşıdır. "Tanrı'nın egemenliğine içtenlikle ilitirnam gösteren" ve "onu insanlar arasında yaymak için gayret göstermenin görevi olduğuna inanan herkesin" mezhepleri ortadan kaldırma işinden ziyade Hristiyanlıkla taban tabana zıt olduğu halde görmezden gelinen fuhuş, tefecilik başka kötülüklerle ilgilerrmesi gerektiğini bildirir. 5 3 Din konulannda başkalarından farklı olanlara hoşgörünün "İsa'nın İncili" ve insanoğlunun salim aklı için kabul edilebilir bir şey olduğunu iddiasıyla Locke. 6 ateş "insanlan belli doktrinleri itiraf etmeye yahut şu veya bu zahiri ibadete uymaya ve kılıcı kullanarak zorlamalan gerektiğinin iddia edilmesini" akıl almaz olarak değerlendirir. 7 Kiliseyi "kendi istekleriyle bir araya gelmiş gönüllü insanlar topluluğu şeklinde" tammladığı için hiç kimsenin doğuştan bir kiliseye yahut mezhebe bağlı olmadığını, herkesin Tanrı indinde makbul olan inancı ve ibadeti bulduğuna inandığı topluluğa gönüllü olarak katıldığını iddia eder. 8 Nerede iki, üç kişi Allah'ın adıyla toplarursa kendisinin de orada olacağı (Matta, 18-20) ayetini dile getirerek tüm kiliselecin kutsal kabul edilmesi gerektiğini bildirir. Bütün kiliselecin ayın haklara sahip olduklanm iddia 2 4 5 6 7 Ibid.58. Ibid. 23. Ibid., 24 Ibid., 25 Ibidi, 27 Ibid.,26 Ibid., 31-32 p İsliim-Türk 54 Medeniyeti ve Avrupa ederek, bir kilisenin diğeri üzerinde hakimiyet kurmasının olumsuzluğunu inandırmak için o dönemde Osmanlı Kanunnamelerinde hükümdar olanın kardeşleri üzerinde hakim olmasına atıf yaparak "Hiç kimse bir Hristiyan kilisesinin, kardeşleri üzerinde egemenlik kurması için bir Türk impatarorundan kaynaklanan herhangi bir hakkı olduğunu söyleyebilir mi?" 9 demektedir. Bir kilisenin diğerleri üzerinde hakimiyet kurmaması gerektiği genel kuralından soma "milli kilise"ile diğer farklı cemaatler arasında hiç bir farklılığın sözkonusu olmadığını iddia eder ve belli bir kiliseyi insanlara kendi sağduyularına karşı empoze etınenin, "dinin bütün gayesinin Tamı'yı hoşnut kılma olduğu ve esasen özgürlüğün bu gaye için gerekli olduğu" düşünülürse aslında Tanrı'ya karşı gelmelerini buyurmak anlamına geldiğini ifade eder 10. Siyasi yönetimin bu konudaki baskısını o kadar kötü görmektedir ki "siyasi yöneticinin inamşı dince sağlam ve gittiği yol hakikaten İncil' e göre olsa bile" kişiler kendileri iman etmeden onun peşinden gitıllesinin kişi için kurtuluşa yönelik hiç bir garantisi olmayacağını iddia eder. 11 Bu yüzden hükümdarların onların ruhlarını kurtarma iddiasıyla uyruklarını kendi kilise topluluğuna girmeye zorlamaları beyhudedir. 12 Ona göre her insan, bir başkasının selametini gerçekleştirebilmek için tavsiyelerde bulunabilir, tartışahilir fakat bunda her çeşit baskı ve zorlamadan sakınılmalıdır. 13 Ruhların iyiliği sivil-siyasi yönetime diğer insanlara emanet edildiğinden fazla edilemez. Tanrı tarafından ona emanet edilmediği için edilmez; çünkü Tanrı, hiç kimseye bir başkasını kendi dinine zorlamaya yönelik açık bir otorite vermemiştir. 14 Ve böyle bir güç insanların nzasıyla yönetime de verilemez., çünkü hiç kimse iradesini hagi inancı benimseyeceğini ona emredecek başka birinin seçimine öyle köri.ı körüne terkedecek kadar kendi selametiyle ilgisini kesemez. Locke, siyasi yönetimin bazı mezheplerin ibadet rukunlarını, kilisede Latince dua etmek, Katoliklerin şaraplı ekmek yemek ve vaftiz etınek gibi uygulamaları yasaklamasına da karşıdır. Görüşlerini şöyle savunur: "Pazar yerinde Latince konuşmaya izin var mı bunu yapacak aklı olanlar bırakın kilisede de öyle konuşsunlar. Bir kimsenin kendi evinde dizçökmesi, uzun kısa elbiseler giymesi kanuni mi, bırakın kilisede de ekmek yemek, şarap içmek veya suyla yıkanmak yasa dışı kılınmasın. Hayatın genel icapları içinde yasayla serbest bırakılan her şey ibadette de her kiliseye serbest bırakılmalıdır." 15 Yine bazı mezheplerin dini törenlerinin yasaklanmasına karşı çıkar ve eğer bir mezhebin -yani resmi mezhebin- dini tören yapmasına izin veriliyorsa, "Prebisteryenler, Bağımsızlar, Anabaptistler, Arminienler, Qakerler ve diğerleri için de" ayın serbestlikle dini törenler yapmaları için müsaade edilmesi gerektiğini söyler. Hatta dini yüzünden ne 9 !O ll 12 13 14 15 Ibid., 38 Ibid.,50 Ibid., 48. Ibid., 49 Ibid., 63-64 Ibid,. 28-29. Ibid.74 F a t m a Bostan Ü n s a l 55 Müslüman ne de Yahudi'nin devletteki medeni haklanndan mahrum bırakılamayacağını bildirir. İncil 'in "Dışanda olanlan yargılamayın" ayetini delil göstererek bunlara müdahale edilemeyeceğini ileri sürer. 16 Ona göre bu haklar Hristiyan olmayanlara bile veriliyorsa elbette bir •Hristiyan devletinde herhagi bir Hristiyanın durumunun oruannkinden daha kötü olmaması gerekir. 17 toplantılarm "fesat ve kargaşaya" yol açacağını ileri sürerek yasaklanması gerektiği iddiasını cevaplarken bunun Hristiyan dininin bir kusuru mu olduğu sorar ve eğer öyleyse bu dinin hiç kimse tarafınan benimsenmemesi gerektiğini söyler. Fakat "açgözlülüğe, ilitirasa en büyük karşı çıkışı gösteren ve olmuş olabilecek en ılımlı ve en banşık olan bu din"in bizi böyle bir şey söylemekten alıkoyduğunu iddia eder. 18 Dini Hristiyan dünyasında süregelen savaşların, "tamah ve doymak bilmeyen hareket eden kilisenin başlan ile sivil yöneticilerin, aşın saf ve sersemlemiş halk kitlesinin saf ve batıl itikatlannı kullanarak, İncil'in kanunianna karşı olarak, bölücülerin ve sapkınlann kendi mülklerinden kovulup yok edilmeleri gerektiğini vaaz etme yoluyla kendilerinden ayrılanlara karşı öfkelendiTip harekete geçirdikleri" için olduğunu ileri sürer. 19 Böyle yapmakla onlar ''yapılan bakımından en farklı olan iki 20 şeyi kiliseyi ve devleti birbirleriyle kaynaştırıp kanştırmış olmaktadırlar. Din hakimiyet adına hırsıyla Bu şekilde farklı mezhep müntesipleri, mallannın yağma edilmesi karşısında kaba güce karşı koyup direnmelerini meşru görecekler ve silah kullanarak bu doğal haklannı savunacaklardır. 21 Siyasi yönetim ile kilisenin kendi hudutlan içinde kaldığı durumda bu tür saldın-savunma, kargaşa ve savaşlarm mümkün olmayacağını düşünür. Bu yüzden havacilerin halifesi olmakla övünen kilise adamlannın, havacilerin izinden banşçıl ve mütevazi bir şekilde yürüyerek, "insan yasalanyla diğer insanlarm vicdanını bağlama hususunda pek az istek duyarak", bütün çocuklannın sivil refahını tesis etmek için ve devlet işine müdahale etmeksizin kendilerini tamamen ruhların selametini tesis etmeye adaması gerektiğini iddia eder. 22 Bir teolog olarak Locke resmi mezhep dışındaki mezhepleri koruyabilmek için sapkınlığın sadece aynı dinden olanlar için söz konusu olabileceğini, Hristiyanlar için bile farklı dinden olanların mevcut olabileceğini, yani bu açıdan da toleransın olması gerektiğini bildirir. Buna göre Hristiyanlık içinde görülen Katolikler ile Luthercilerin aynı dinden sayılrnamalan gerekir. Buna gerekçe olarak Luthercilerin dinlerinin kanunu ve temeli olarak Kitab-ı Mukaddesten başka bir şeyi tanımazlarken Katoliklerin gele23 nekleri ve Papa'nın emir:lerini de dinlerinin kanunu olarak kabul etmelerini gösterir. 16 17 18 19 20 21 22 23 Ibid.,75 Ibid.,76 Ibid. Ibid., 76 Ibid., 77 Ibi d Ibid.,78 Ibid.79, , İsliim-Türk 56 Medeniyeti ve Avrupa "Sapkınlık" anlayışına yeni tanınılar getirerek de kilise dışındaki müntesiplerin nefes almasını sağlamaya çalışır. Ona göre, K?-tabı Mukaddesin açık ifadelerle öğrettiği hiç bir şeyi inkar etmeyen yahut kutsal metinde açıkça ihtiva edilmeyen bir konu yüzünden ayrılık çıkarmayan kimse herhangi bir kilise tarafından Hritiyanlık:tan tamamen mahrum olduklan ilan edilse bile ne sapkın ne de hizipçi olabilir.24 ll. Siyaset Bilimi Açısından Değerlendirme Locke'a göre devlet, insanların sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için teşkil ettiği bir insan toplumudur. Bu sivil çıkarlar hayat, özgürlük, sağlık ve bedenin dinlenmesi, para, arazi ve benzeri şeylerin mülkiyetidir.Yönetimin bütün yetkisi sadece sivil konulan kapsar, "bütün bu sivil güç, hak ve hakimiyet, yalnızca bu şeylerin gelişmesini teşvik etme kaygusuyla sınırlıdır", herhangi bir şekilde ruhların selametini gözetmez?5 Bize İslamdaki "emri bil maruf nehy anil münker"i hatırlatacak şekilde Locke, diğer insanlan hatalan konusunda uyarmanın, yanlışlıktan uzaklaşması için ikna ve 26 teşvik etmek ve sonuçta doğruya yöneltmenin her insanın görevi olduğunu belirtir. Fakat modem Siyaset Bilim'inde "devletin" tanırnma çok benzer şekilde -belli sınırlar içinde fizik güç kullanma tekeli- siyasi yönetirnde kanunlan icra etmek, itaat beklemek ve kılıçla zor kullanmanın başka kimseye ait olamayacağını belirtir. Siyasi yönetimin uygulayacağı yaptırımlar "aklı ikna etmek için uygun olmamalarından dolayı" ve kanuniann sertliği insanlan ikna etmeye ve fikirlerini değiştirmeye yetse bile ruhiann kurtuluşuna yine yardımcı olamayacağı için yönetimin yetkisinin kanunların zoruyla 7 imanın şartlanın yahut ibadet fonnlannı kabul ettirmeyi kapsamayacağını ileri sürer.~ Bir insanın hatalı inamşlannın aykırı 25 26 27 28 29 30 Ibid, 82. Ibid, 28 Ibid, 30 . Ibid, 30 Ibid, 63. Ibid, 54-55. Ibid, 56 ibadet şekillerinin başka insaniann haklannı çiğllernek anlamına gelmediği, her insanın kurtuluşunun sadece kendisini ilgilendirdiğini söyler.28 Bugün de; tartışılan, çeşitli gruplarm nereye kadar özgür bırakılacağı sorusunu da görmezlikten gelmez. Ona göre çocukların kurban edilmesi gibi pratiklere siyasi yönetim hoşgörü göstermek mecburiyetinde değildir, esasen ona göre bu tür hareketler ne hayatın sıradan akışı içinde ne de herhangi bir dini toplantı içinde meşru olamayacaktır. 29 Buradan daha ileri giderek siyasi yönetimin nerelerde müdahil olabileceğini bildiren bir formül de verir, "gündelik kullammlarında insanların ortak mutluluğuna zararlı olan ve bu yüzden de kanunlarla yasaklanmış bulunan şeylere kiJiselerin dinsel ayinlerinde de izin verilmemesi gerekir. 30 24 ve F a t m a Bostan Ü n s a l 57 Locke, Hristiyanlığın gelişimi ile ilgili tarihsel bir perspektif vererek, adeta bir vefa duygusunu uyandırmaya çalışarak da dinsel hoşgörünün uygulanması gerektiğini bildirir. Putataparların çoğunlukta Hristiyanların azınlıkta olduğu bir yerde Hristiyanlar banş içinde ve kendi sivil hakianna sahip bir şekilde yaşarken süreç içinde siyasi yönetim Hristiyan olduğunda ve bu yolla Hristiyanlar en büyük güç haline geldiğinde derhal bütün sözleşmelerin iptal edilip bütün sivil hakların çiğilenerek putperestliğin kökünün kazındığını bildirir. Ve "eşitlik kurallarının ve doğa yasasının titiz gözlemcileri olan bu masum paganlann" toplumun yasalarına karşı hiç bir şiddetle uygulamasalar bile eski dinlerini terketmeye zorlandığını, eğer yeni dini benimsemezlerse topraklarından ve atalannın mülkünden kovulduğunu, belki de canlarından olduğunu bilidirir. Kilisenin bağnazlığının sömürgenin arzusuyla bağdaştığı zaman neyi üretmeye muktedir olduğunu ve dinin ruhlarm kurtuluşu bahanesinin nasıl kolayca açgözlülüğe, yağmaya ve ilitirasa hizmet edebileceği konusuna dikkat çekmektedir. 31 Ona göre siyasi yönetim ve kanunların işi kanaatierin doğruluğunu temin etmek değil toplumun ve her bireyin can ve mal güvenliğini sağlamaktır Çünkü ona göre hakikat yasalarla ögretilemez ve onun insanların zihnine ginnesini sağlamak için herhangi bir güce de ihtiyacı yoktur. 32 itaat ile ilgili olarak da İslam'a çok yakın gelecek şekilde itaatin öncelikle Tanrı'ya sonra kanunlara yönelik olması gerektiğini söyler. 33 Locke, mülkiyet hakkını gaspetmeye götüren siyasi yöneticinin dünyevi mallan bir kişi veya bir gruptan alıp başka birine verme pratiğinP 4 meşrulaştıracak bazı söylemiere karşı onlan uyarır. Bu söylemlerin siyasi yöneticinin yetlösini gaspetmeye kadar gidebileceği uyansını yapar. Hükümdarlann farklı dinden olanlar tarafından tahttan indirileceğini kimse açıkça iddia edememesine rağmen aynı görüşün35 "sapkınlann korunmaması gerektiği" iddiası ile aynı anlama gelebileceğini bidirir. Kendi cemaatlerinden alınayan herkesin sapık olduğunu iddiası ve aforoz edilıniş krallarm taçlarını ve krallıklarını kaybetmeleri gerektiği iddialan neredeyse otomatik olarak bu sonuca yol açar. Yönetimin bu iki gücü birbirine kanştırmasının yanlışlığını göstermek için yine Osmanlı imparatorluğundaki durumu örnek verir: "Bir kimsenin kendisini Osmanlı imparatorluğuna tamamen itaatkar ·olan ve kendi gönlüne göre o dinin bilgesiymiş gibi davranan İstanbul müftüsüne itaat etmekle yükümlü saymasına rağmen sırf dini bakımdan müslüman olduğunu fakat diğer bütün hususlarda Hristiyan yöneticinin sadık bir kulu olduğunu söylemesi gülünç kaçar." 36 31 32 33 34 35 36 Ibid, 57 Ibid, 62 Ibid, 65 Ibid, 66 Ibid, 68 Ibi d. p İslam-Türk 58 Medeniyeti ve Avrupa Locke böyle bir yönetim tarafından hoşgörüye layık olmayanlara da değinir. Ona göre Tann 'nın mevcudiyetini inkar eden ateistlerin bu yönetimmde hoş görülmemesi gerekir. İnsan toplumunun bağlanın oluşturan sözler ve yeminler bir ateist üzerinde hiçbir etki yapmadığı, düşüncede bile olsa Tanrı'yı işin içinden çıkarmak her şeyin dağılıp çözülmesine yol açacağı için bunlar hoşgörülemez. Ona göre, ateistlikleri yüzünden onlar dinin yapabileceği her şeyi tahrip edip çökertİderken bu arada hoşgörü imtiyazını da reddederler. 37 Fakat bunlar için bir açık kapı bırakır ve eğer ötekiler üzerinde hakimiyet tesis etmeye yönelmiyor veya sivil zarar vermiyorlarsa onların hoşgörülmemeleri için hiçbir sebep olmadığını belirtir. Dini grupların "fesat ve tahrik teşkil eden toplantılannın" yasaklanması iddiasına karşı bu toplantıların bu üzellikler göstermesini bastırılmış olmasına bağlamayarak 1 cevaplar. 38 Benzeri toplantılan her gün pazar yerlerinde ve mahkemelerde olduğunu, toplanmanın otomatik olarak kargaşaya yol açmayacağım bildirir. Dini nitelikli toplanmaların kapalı özellikte olduğu için bu tür sivil toplantılardan farklı olarak gizli entrikalara fırsat verdiği iddiasına pek çok sivil toplantımn herkese açık olmadığı iddiasıyla karşılık verir. Ve bazı dinsel toplantıların herkese kapalı olmasının sorumluluğunu onların kamuya açık olmasım yasaklayanlarm olduğunu belirtir. Dini cemaatlerin insanların düşünceleriyle duygulannı aşın ölçüde kaynaştırdığı için tehlikeli olduğu, bu yüzden yasaklanmsı gerektiği iddiasını ise "o zaman niye yönetim kendi kilisesindeki toplantılan yasaklaımyor" diye karşı soru ile cevaplandırır. 39 Locke'a göre, siyasi yönetim kendi kilisesine "müşfik ve iyi", diğerlerine ise "katı ve zalim davrandığı için kendi kilisesinden değil öteki kiliselerden korkmakta~ır. Birincilere çocuğu muamelesi yaparak ahlaksızlıklarında bile müsamaha gösterirken ötekilerini ise köle gibi kullanır. Bu muhaliflerin diğer uyruklar gibi sivil haklardan faydalanmalarma izin verildiği zamap. dinsel toplantıların artık tehlikeli olmadıklanmn fark edileceğini iddia eder. Çünkü ~na göre, eğer insanlar toplantılarında fitne-fesat işlerine giriyorlarsa onlan buna din değil dindirrnek için istekli olduklan ıstıraplan ve çileleri teşvik etmektedir; adil ve ılımlı yönetimler her yerde huzur ve emniyet içindedirler. Oysa zulüm kargaşaya yol açarak insanlan rahatsızlık verici ve zorbaca bir boyunduruğu reddetme mücadelesine sevk eder. O yüzden kanşıklıklar şu veya bu kiliseye özgü herhangi bir mizaçtan değil fakat ağır bir yükün altında, boyunlanm sıkan boyunduruktan kurtulmak için doğal bir gayret harcayan bütün insanların ortak 40 eğiliminden hasıl olmaktadır. Locke aynıncılığın bu tür huzursuzluklara yol açtığını ispat etmek için Güney Afrika'nın Apartheid örneğinde olduğu gibi tene göre ayrımcılık yapıldığı bir düzende, rengi yüzünden diğerlerinden ayırt edilip ortak bir zulmün konusu olan bu insanların 37 38 39 40 Ibid., 70 Ibid. 70 Ibid.,71 Ibid.,71-72 F a t m a Bostan Ü n s a I 59 gelmiş olan herhangi biri kadar tehlikeli siyasi yönetim için din sebebiyle bir araya olacağını bildirir. 41 Yine Locke, sivil yönetimleri toleranslı davranmaya ikna etmek için sivil yönetimden farklı dine ;ahip olanların orada başka herhangi bir yerdekinden daha iyi durumda olurlarsa toplumun asayişi konusundan kendilerini yükümlü sayacaklarını, bu durumun değişmemesi için birbirlerinin kollayacaklarını iddia eder.42 Ona göre başkalarına zarar veren ve sivil huzuru ihlal edenler dışında hiç kimsenin yasaların şiddetinden korkmak için hiç bir sebep bulamadığı bir yerden daha çok yönetimin güvenliğini hiç bir şey sağlayamaz. 43 Edwad Gibbon (1737-1794) Gibbon'ın da, bir dönem resmi kiliseden farklı olan Katolikliğe inanmış ve yönetimin aynıncı yapısını şahsen müşahade etmiş biri olarak, üç ciltlik, 2000 sayfayı bulan ayrınhlı dipnotlu muhteşem yapıhnda, Roma İmparatorluğu 'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, temel problematiği Hristiyanlığın baskıcı yönetimlerinin yol açhğı problemlerdir. Bu kitapda da Türklere doğrudan ahf, birisinde Asya eyaletlerinin tümüyle Türk devletleri sınırları içinde bulunduğu44 , Roma uygarlığı ile Türkler'in yaşamı arasında çarpıcı fark olduğu, 45 yanlış şekilde "Kur'an ve dinsel yorumların sultan'ın büyük peygamberin soyundan gelmesi gerektiği ve gücünü de gökyüzünden aldığı" "Sabır bir Müslümanın birinci erdemiydi ve bir uyruk hükümdarına sınırsız itaat etmeliydi'.46 gibi sınırlı sayıdadır. Gibbon, Aslıab-ı Kehf kıssasını Kuran'dakille çok benzer bir şekilde anlatmaktadır. 47 Bu konuda Kur'an'dan haberdar olduğunu İslam'ın "Yedi Uyııyanlara" bir de köpek eklediğini, mağarayı aydınlatmamak için güneşin günde iki kez olağan seyrinin değiştirdiğini, ayrıca Tanrı 'nın uyuyanların vucutlarını çürümesin diye onlan zaman zaman sağdan sola döndürdüğünü ilave ettiğini söylemesinden anlıyoruz. 48 Gerçekten de Kehf suresinde konu bu şekilde hikaye 41 42 43 44 45 46 47 48 Ibi d, 72-73. Ibid, 73 Ibid, 74 Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, c.l, Tuba Matbaacılık, t.n.a, y.n.a., s.47. Ibid, 67 Ibid, 99. "İmparator Desius'un hristiyanlara yaptığı kıyım süresince Efes'li yedi soylu genç bir dağın eteğindeki büyük bir mağaraya saklandılar. Kıyıcı hükümdar onlan yok etmek istediği için çok ağır taşlarla mağazanın ağzını kalın bir duvarla kapattı. Bu genç adarnlar derin bir uykuya daldı ve bu uykulan tansıksal biçimde yüzsensenyedi yıl sürdü. Bu sürenin sonunda bir gün mağara ağzındaki taşlar bina yapılmak için söküldüğüııde, güneş ışınlan içeri sızmış ve gençler gözlerini açmış ve en fazla 1 saat uyumuş olduklarını düşünmüşler. Karınlan acıkmış olduğu için kente ekmek almak için çıktığında doğduğu kenti tanıyamadı. Hele efes'in büyük kapısı içindeki büyük haçı görünce şaşırdı. Giysileri aca:!P kaçtı, geçer para olarak verdiği Desius madalyalı akça fınmncıya olağanüstü görğndü. Ünleri Hristiyan dünyasını da aştı, Muhanırned bunu dinsel br vahy olarak Kur'aıı'a geçirdi. Hiç kuşkusuz onu Suriye panayırma develeriyle yaptığı seferler sırasında öğendi. Müslüman tüm ulularca benimsenmiştir Bengal'den Afrika'ya dek", Ibid.c.3, s.l99-200. Ibid., c.3, ss. 482-83, dip not 59 İslam-Türk 60 Medeniyeti ve Avrupa edilmektedir. Tabii ilahi bir vahiy olarak değil Peygamberimizin ticaret için Suriye' den bu bilgileri aldığını iddia etmektedir. gittiği İslam ile ilgili tek olumlu ifadesi Hindistan'dan İspanya'ya dek yayılmış olan Araplar ya da Serasenler'in "Muhammed'in esritici soluğuyla yabaml gövdeleri uyanctırmadan önce yoksulluk ve karanlık içersinde bitkin durumda oldukları" tesbitidir. 49 Gibbon'a göre, Roma'yı büyük yapan şey kapladığı alan değildir. Roma'mn büyüklüğü, eyaletlerinde insanların üzüntüsüzce atalarımn inançlarım sürdürmeleri, fatihlerle ayın çıkarlardan faydalanmaları ve onursal mesleklerde bile eşit muamele görmeleriydi. 50 Herkese tanman bu hoşgörünün tek istisnasını insan kurban etme geleneği bulunan Galya oluşturuyordu, Roma sadece bu bölgenin din adamlarımn tehlikeli otoritesini yıkmıştı. 51 Gibbon, İ.S 4. yüzyılın ilk ıçeyreğinde halkın sadece %20'si Hristiyanken imparator Konstantinius'un Hristiyan dinine girdiğini, 52 fakat kısa süre içinde Roma kilisesinin şiddet ve baskı rejiminin, Roma'mn iyilik ve banş düzenini yok ettiğini iddia eder. 53 Gibbon'a göre, Roma imparatorluğunun gerilemesi ve çöküşü üzerinde iki din olayı büyük ölçüde etkili olmuştur. Birincisi Manastır yaşamının kuruluşu, ikincisi kuzey barbarlarımn bu dine geçişi. Gibbon'a göre Hristiyanlığın resmi din olarak benimsenmesinden kısa bir süre sonra Roma'da her kesimden insan manastır yaşamına giriyor, zenginler prestijli olduğu, fakirler ise burada asgari ihtiyaçları temin edildiği için. Ve öyle bir an geliyor ki keşişlerle diğer insanlarm sayısı eşitlendi. 54 Bu şekilde "kamusal ve bireysel servetierin büyük bir bölümünün dinsel sadelik ve zekat adı altında perhiz ve iffetten başka erdemleri olmayan her iki cisten çalışmayan insan sürülerine dağı tıldığı" iddia edilir. 55 Gibbon manastırlarda suç bile olsa emre itaat etme gerekliliğinin öğretildiğini ve tüm "ussal ve yüce ruh niteliklerinin kaynağı olan ruh özgürlüğünün" buralarda yok edildiğini ileri sürer. Yine Gibbon, papazlarm sabır ve korkalık öğretisini başanyla vaaz ettiklerini, devinim ve etken erdemler bir topluma canlılık verdiği halde bu özelliklerin bunlar tarafından törpülendiğini iddia etmektedir. 56 Hristiyanlığm kabulü, hiç değilse kötüye kullanılmasının Roma İmparatorluğu'nun gerileyiş ve çöküşünde rol oynadığını ifade eden Gibbon, Hristiyanların putataparlığı ve Yahudilik gibi diğer dinleri yasaklaması, işkenceye uğratması neticesinde bunların kendi vatanlarımn gizli düşmanı haline getirildiğini iddia eder. 57 Hatta Müslümanların Hristiyanlara karşı kazandığı başarıların arkasında zulme uğramış Yalındilerin "çevirdikleri 49 50 51 52 53 54 55 56 57 Ibid.,c.3, 398. Ibid, c. I, s.47. Ibid., 51. Ibid., 514-20. Ibid., 587. Ibid., c.3, s.341. Ibid., s.396 Ibid.,356 Ibid., 396 F a t m a Bostan Ü n s a l 61 entrikalar"ın olduğunu ileri sürer. 58 Gibbon da Locke gibi sivil işlerle kilise işlerindeki çözülmez bağlılığın Hristiyanlığın ilerlemelerini durdurduğunu, yaptığı zulumlerin kurumlaşmasını, son olarak da bozulmasını getirdiğini ileri sürmektedir. 59 İşte, Gibbon'a gör~, İ.S 5. yüzyılın başlarında, "Roma'nın kuruluşundan 1163 yıl sonra yeryüzünün büyük bölümünü buyruğu altına alarak uygarlaştırmış" imparatorlar kenti olan Roma'nın İskitler ve Cermenlerin istilasına teslim olmasına60 yol açan süreç Hristiyanlığın kısmen bozularak kısmen de sivil yönetirole bütünleşerek bir baskı mekanizması haline gelmesidir. Gotthold Ephraim Lessing (1729-1781) Lessing de daha önceki düşünürler gibi yönetimin baskısından şikayetçidir, hatta aşağıda incelenen yazının tiyatro oyunu şeklinde yazılmasının temel sebebi budur. Daha önce yazdığı yazılara Hamburglu başrambin karşı yayınlar yazması ve en sonunda bunların yasaklanması üzerine Lessing "Acaba eski kürsümde, yani tiyatroda rahatsız edilmeden vaaz verdirecekler mi, bunu denemek istiyorum" diyerek görüşlerini, bana göre dinlerarası diyalog çalışmaları için baş kitabı olacak bu muhteşem yapıtla, Bilge Nathan 61 i1e ortaya koymuştur. Bu oyun Sahaddin Eyyubi'nin Kudüs'de olduğu, üç din mensubunun bir arada onun adil yönetimi altında bulunduğu ve Hristiyan unsurların bazı anlaşma hükümlerini ihlal etmeleri dışında barış içinde geçen bir dönemde geçmektedir. Selahaddin bütün iyi vasıflan üzerinde barındıran biri olarak gösterilir. Olağanüstü cömert, bilge, acıma duygusu gelişmiş, yücegönüllü, adil, affedici, mütevazi, tok gözlü... Lessing Selahaddin'i o kadar cömert göstermektedir ki babasına para göndermek zorunda olduğu için iktisat yapmak zorunda olduğu durumda bile, bu amaçla borç para bulduğu anda "hiç olmazsa Hristiyan hacılar buradan boş elle ayrılmasınlar" diye konuşturur. Her dilencinin onun adamı olduğu, dilencilere düşmanlığını, dilencilerin kökünü kurutmak için kendisi de bir dilenci olacak kadar bütün malını onlara verdiğini, her gün dolan hazinesinin her gün daha öglen olmadan dağıtılmış olduğu belirtilerek gösteriliyor. Yine onun cömertliğini göstermek için, parasına satranç oynadıklarında kız kardeşine bilerek yenilen veya kız kardeşini yendiğinde balısin iki katını teselli olarak ona veren ve aynı şekilde bu cömertliğini çevresindekilere de sirayet ettiren biri -Kız kardeşi, hazinede para olmadığı halde Selahaddin'e hiç bir şey hissettirmemeye gayret ederek masraflan karşılayan, Sittah- olarak gösteriliyor. Lessing Selahaddin'i o kadar şefkatli göstermektedir ki, onun merhameti, "iyiyi kötüyü, tarlayı çölü ayırt etmeden güneşinin ışığını ve rahmetini yayan Tann"nın şefkatini taklide kalkışacak" ölçüde gösteriliyor. 58 59 60 61 Ibid., 34 ı Ibid.,308 Ibid., 20. Gotthold Epbraim Lessing, Bilge Nathan, Kültür Bakanlığı Yayınları, ikinci Basım,198l,Ankara. İsliim-Türk 62 Medeniyeti ve Avrupa Selahaddin'in bütün din mensupianna hoşgürüden de öte duygular içinde olduğunu, sıradan bir insanın değil, kendisinin en yakınında bulunacak insanın bile hangi dinden olmasının önemli olmadığını şu ifadelerle gösterir: "Ben hiç bir zaman bütün ağaçların ayın kabuğu olmasım istemedim". Yazar bu konuda o kadar aşırı gitmiştir ki geleneksel İslami anlayışta kadınların gayri müslim erkeklerle evlenmeleri yasak olmasına rağmen Salahaddin'in kız kardeşini Aslan yürekli Richard'ın kardeşi ile evlendirrnek istediğini görüyoruz. Bu evlilikten üstün "insanlar" yetişeceğini belirtir, kendisi için bunun önemli olduğunu belirtir. Yazar Selahaddin'ın kızkardeşinin ağ­ zından Hristiyanların, insanlıktan ziyade Hristiyan olmaya önem vermelerini, Hristiyanlığın insanca öğretilerini bile insanca olduklan için değil "İsa yaptı" diye sevrnelerini eleştirir. İsa'nın erdemini değil sadece adının yayılması için uğraşılmasım eleştirir. Selahattin'i o kadar iyi göstermektedir ki kendisine karşı suikast tertip etmekten çekinmeyen Patrik'in bile kendi kan\ınıanna göre idare edilmek ve hassasiyetlerine özen gösterilmesi konusunda kendisine sonsuz güvenmektedir. Başkasına karşı o kadar cömertken kendisi için sadece bir kılıç, at ve bir Tann'nın yeteceğini bildiren alçakgönüllü ve tokgözlü bir insan olarak resmedilir. Hikayenin ana kahramam, cömert ve bilge biri olan Yahudi Nathandır. Hristiyan bir grubun bir kaç gün önce kadınlar ve çocuklara varıncaya kadar bütün Yahudileri öldürdükleri bir zamanda kansı ve yedi oğlu bu şekilde öldürülmesine ve kendisinin asla banşmaz bir Histiyan düşmam olacağına ant içmesine rağmen Nathan, annesi vefat etmiş, kendisi de bir yerde çatışmaya gidecek Hristiyan arkadaşının bir kaç haftalık bebeğini "Tannm yedisini aldın ama birini verdin' diyerek kabul etmesi örneğinde oldugu gibi yüce gönüllü gösteriliyor. Ve bu kızı çok büyük bir sevgiyle yetiştiriyor. kendisinin yokluğunda yangından kurtaran bir tapınak şovelyesine "size bıraktığım hazinelerden verseydiniz, hepsini verseydiniz" sözleriyle veya bağışta bulunduğu içiıı teşekkür eden birine "işime yaramayacak bir şeyi sana verdim diye mi teşekkür ediyorsun" demesinde görüyoruz. Onun cömertliğini, evlatlığım Onun ağzından hangi dinden olrusa olsun iyi insanların benzer şekilde düşündüklerini ve her milletten iyi insanların olduğunu duyuyoruz. O da Selahaddin gibi insan olmaya önem verir "Milletimizi biz mi seçiyoruz", Hristiyan ve Yahudi önce Hristiyan ve Yahudi sonra mı insandır" diye sorarak insanlığın önde geldiğini belirtir. Burada Hessling Hristiyanlann baskıcı yönünü Patrik ile göstermektedir. Selahaddin'in yönetiminde Hristiyan halk bütün haklan haiz yaşarken -bunu kendisi de itiraf etmektedir- Templier şovalyesinin ona karşı casusluk yapmasım ve hatta kendisini kurtarmış olan birini bir suikastla öldürmesini talep edecek derecede hain biri olarak göstermektedir. Hessling Patrik'in şahsında, Hristiyab din adamlarının dünyaya sırtım çevirmiş­ ken dünyevi işlerle bu kadar iç içe geçmelerinin çelişkisini de belirtmekte. Hristiyaıılığın çifte standardım, başkalarının çocuklara yaptığı her şeyi zorlama kabul ederken -Hristiyan olarak dogmus bir çocuğu yetiştiren Yahudi birinin bu gerçeği gizlernesi ve F a t m a Bostan Ü n s a l 63 çocuğuri tam Yahudi yapmasa da Hristiyanlıktan uzak yetiştirmesi-kilisenin çocuklara yaptıklarının bundan müstesna tutulması gerektiğini söyleyen Patrik ile gösterir. Merhamet dini olan Hristiyanlığın nasıl bir akıl yürütmeyle acımasız amaçlara alet olabileceğinin şöyle göst~rir: "O Yahudi benimseyip evlatlık almamış olsa o çocuk belki de ölecek, ama bu dünyada sefalerten ölüm böyle ebedi felaket pahasına bir kurtuluştan daha iyidir. Bu yüzden bu işlemi yapan yani Hristiyan çocuğu evlat edinip kendisi Yahudi olduğu için Hristiyanlıktan uzak yetiştirenYahudi 'nin yakılarak öldürülmesi gerekir. Hurafelere inanan ve son derece taassup sahibi dadı Daja da pek parlaik bir Hristiuan imajı çizmez. Efendisinin cömertliği ve iyiliğini takdir etmesine rağmen inançlarının taassubu nedeniyle (Hristiyan doğmuş birinin bu inançtan uzaklaşması büyük günalıma tanık olmak) bir türlü huzur bulamayan biri olarak gösterilir. Hristiyanlığın olması gereken yönü okuma yazması olmayan, bir manastır bir uşağı olan basit bir keşiş'in ağzından verir. Hristiyanlığın Yahudilere karşı toleranslı olmasını onun ağzından şu şekilde verir: "bütün Hristiyanlık Yalıurliliğin üzerine kurulmuş değil midir İsa Efendimizin de birYahudi olduğunu Hristiyanların bu kadar çabuk unutabiimelen beni ne kadar kızdırmıştır." Hristiyanları onun ağzından Tanrı'ya eriştirebilecek herkes için bir, biricik yolu bildiğini sanan tutkulular olarak eleştirir. Yine bu görüş doğrultusunda bu yoldan sapanların doğru yola çevrilmesi gerektiği inancını eleştirir. Hristiyanlığı temsilen gösterilen nispeten iyi şahsiyet, Selahaddin'in, kardeşine benzediği için- gerçekten de kardeşinin oğlu olduğu sonradan aıılaşılacaktır- serbest bıraktığı bir Templier şovalyesidir. Çok dürüst, ahde vefa duygusu olan, kendi canın tehlikeye atarak kurtardığı birinden gelen teşekkürleri bile kabul etmek istemeyecek derecede yüksek ruhlu genç bir şovalye. Selahaddin kendisini özgür bıraktığı için artık kılıcını ona karşı kullanmayı uygun bulmaz ve Patrik'in Salahaddin'i öldürme teklifıne "ben canım ona borçlu iken onunkini alamam" der. Ve hikayenin ana teması, hangi dinin ve inancın gerçek olduğu sorusuna Bilge Nathan'ın verdiği cevapta yatar: Yahudilik, Hristyanlık ve İslam dini arasındaki hangisinin gerçek olduğu tartışması tıpkı, bir babanın kullanana şan, şeref, mutluluk getiren yüzüğünü üç oğluna da vereceğille dair söz vermesi neticesinde birbirine benzer üç yüzük yaptırarak buıılan üç oğluna vermesi ve oğullarm kendi yüzüklerinin gerçek diğerlerinin sahte olduğu iddiası gibidir. Çocuklarm karar ermesi çin gittikleri yargıcın öğüdü hala geçerliliğini koruyor gibidir: "Her biriniz yüzüğü babasından aldığna göre her biriniz yüzüğün gerçek olduğuna inansın, belki babanız birinizi kayınp ikinizi ezmek istememiştir, haydi bakalım her biriniz yüzüğünün taşındaki gücü meydana koymak için ötekilerle yanş etsin. Bu güce birbiriyle candan geçinmekle, iyilik etmekle, Tann'ya içten bağlılıkla yardım etsin." Bu da İslam'da asıl olanın Allah'a inarup yararlı işler yapmanın önemli olmasıyla uyum göstermektedir.