ISSN 1300-9672 SÜLEYMAN DEMĐREL ÜNĐVERSĐTESĐ ĐLAHĐYAT FAKÜLTESĐ DERGĐSĐ Review of the Faculty of Divinity University of Süleyman Demirel Hakemli Dergi Yıl: 2003/1 Sayı: 10 DERGĐNĐN SAHĐBĐ Prof Dr. Ekrem SARIKÇIOĞLU (Dekan) DERGĐNĐN EDĐTÖRÜ Doç. Dr. Đsmail Hakkı GÖKSOY FAKÜLTE YAYIN KURULU Prof Dr. Ekrem SARIKÇIOĞLU (Dekan) Prof Dr. Đsmail YAKIT Prof Dr. Orhan ÜNER Prof Dr. Talat SAKALLI Doç. Dr. M. Saffet SARIKAYA Doç. Dr. Đsmail Hakkı GÖKSOY Doç. Dr. Kemal SÖZEN Yard.Doç.Dr Ahmet YILDIRIM Yard.Doç.Dr. Talip TÜRCAN DĐZGĐ SDÜ Đlahiyat Fakültesi KAPAK SDÜ Basın ve Halkla Đlişkiler BASKI Ali ÇOLAK SDÜ Đlahiyat Fakültesi Dergisi hakemli bir dergi olup, yılda iki defa yayımlanır. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergide yayınlanan makale ve yazılar kaynak gösterilmek şartıyla iktibas ve atıf şeklinde kullanılabilir. ©Đlahiyat Fakültesi Isparta-2004 ĐSTEME ADRESĐ SDÜ Đlahiyat Fakültesi 32260 ISPARTA Tlf: 0 246 237 10 61 Fax: 0 246 237 10 58 II KINALIZÂDE ALĐ EFENDĐ’DE HĐKMET KAVRAMI Yrd. Doç. Dr. Ayşe Sıdıka OKTAY∗ ÖZET Kınalızade eserlerinde felsefe yerine, hikmet kelimesini aynı manaya gelecek şekilde kullanır ve hikmeti bütün ilimlerin temeli olarak kabul eder. Kınalızâde hikmetin “insan nefsinde ilim ve amelin meydana gelmesi ve insan nefsinin ilim ve amel(bilgi ve davranış) yönünden kemal derecesine ulaşması” biçimindeki tanımını verir. Bu hikmet ise nazarî (teorik) ve amelî (pratik) olmak üzere ikiye ayrılır. Kınalızâde’nin açıklamalarından bütün ilimlerin temeli olan hikmet, nazarî ve amelî hikmet ile kişisel ahlâkın fazileti olan hikmet olmak üzere dört ayrı hikmet kavramı ortaya çıkmaktadır. O bunların birbirinden farklı olduklarına dikkati çeker. Anahtar kelimeler: Kınalızâde Ali Efendi, felsefe, hikmet, ahlâk, fazilet. ABSTRACT Kınalızâde Ali Efendi’s View of “Wisdom” Kınalızade uses the word “wisdom” instead of “philosophy” with the same meaning in his works and he advocates that wisdom is the basis of whole science. Kınalızâde describes wisdom as “growing of science and act in human soul and reaching of the human soul to the perfection in science and act recpect”. This wisdom is divided into two sections as speculative wisdom and practical wisdom. According to Kınalızâde’s explanation of wisdom, four kinds of wisdom are identified. These are, the wisdom which is the basis of whole science, speculative and practical wisdom and the wisdom which is the ethics’s virtue. He calls for attention that these wisdoms are all different from each other. Key Words: Kınalızâde Ali Efendi, philosophia, wisdom, ethics, virtue. ∗ SDÜ Đlahiyat Fakültesi Din Felsefesi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi 25 Kâtip Çelebi1 tarafından Osmanlı’da felsefe ve hikmetle ilgilenen en son kişiler arasında anılması sebebiyle Kınalızâde Ali Efendi’nin hikmet (Felsefe) konusundaki görüşlerinin önemli olduğu ve tanıtılması gerektiği kanaatindeyiz. Onun bu konudaki düşüncelerini Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî ile Celâleddîn Devvânî’nin Ahlâk-ı Celâlî adlı eserleri doğrultusunda yazdığı ve geleneksel ahlâk anlayışının devamı niteliğindeki Ahlâk-ı Alâî isimli eserinden öğreniyoruz. Bu onun en tanınmış eseridir ve kendi felsefi birikimini yansıtması kadar dönemine ulaşan felsefi birikimi aktarması bakımından da önemlidir. Kınalızâde’nin hikmet konusundaki görüşlerini genel olarak ahlâk ilminin ilimler arasındaki yerine işaret ederken daha doğrusu ilimler tasnifi yaparken bulabiliriz. Arapça H-K-M kökünden gelen hikmet kelimesi “engel olmak, zapetmek ve tutmak” gibi anlamları içermesinden dolayı terminolojik olarak dalâlet ve cehalete engel olan iksir veya küllî bilgi manasına gelmektedir. Bu sebeple küllî, üniversal bilgiye işaret eden felsefî bilgiye hikmet denilmektedir.2 Đslâm dünyasında her ne kadar hikmet ile felsefe arasında zaman zaman bazı anlam farklılıkları görülse3 ve hikmete felsefeden daha geniş bir mana yüklense4 de genel olarak hikmet ve felsefe birbirlerinin yerine aynı anlamda kullanılmıştır. Ancak Đslâm dünyasındaki felsefe karşısında takınılan olumsuz tavrı5 aşmak amacıyla Kur’an’da geçen hikmet kelimesi daha çok tercih edilmiştir. Kınalızâde de felsefe yerine hikmet kavramını kullanmaktadır. 1 2 3 4 5 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn an esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn, (nşr. Kilisli Muallim Rıfat-Şerafettin Yaltkaya), Đstanbul, 1360-62/1941-43, I, 680. Đsmail Yakıt, Türk-Đslâm Düşüncesi Üzerine Araştırmalar, Đstanbul, 2002, s. 51-52. Đsmail Yakıt, a.g.e., s. 52-53. Katip Çelebi felsefe ve hikmet kavramlarını bir arada kullanmaktadır bkz. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, I, 676-681; Nihat Keklik ve Mehmet Bayraktar hikmetin felsefeden daha geniş bir anlamı olduğunu düşünmektedirler. Bkz. N. Keklik, Türk-Đslam Felsefesi Açısından Felsefenin Đlkeleri, Ankara, 1996, s. 51-53; Mehmet Bayrakdar, Đslâm Felsefesine Giriş, Ankara, 1988, s. 27, 29. Osmanlı’nın felsefeye bakış açısını görmek için bkz. Kemal Sözen, Đbn Kemal’de Metafizik, Isparta, 2001, s. 37-39. 26 Aristoteles’in ilimleri teorik, pratik ve poetik olarak üçe ayırmasıyla6 başlayan ilimler tasnifi yapma geleneği, Müslüman düşünürler tarafından da devam ettirilmiştir. Kaynaklar Kindî’nin ilimler tasnifiyle ilgili Kitabu mâ’iyyetü’l-ilim ve aksâmihi ve Kitâbu aksâmu’l-ilmi’l-ünsî adlı iki eserinden söz etmekle beraber bunlar elimize ulaşmamıştır.7 Onun Kemmiyyetü’l-kütüb8 adlı risalesinde Aristoteles’in eserlerinden ilimler tasnifine, dolayısıyla ahlâk ilminin ilimler içindeki yerine bir atıf vardır ve buradan yola çıkılarak Kindî’ye göre ilimler tasnifi yapılmış ve ilk ilimler tasnifi yapan kişi olarak kabul edilmiştir.9 Ancak bu konudaki –elimizde hala mevcut bulunan- ilk eseri yazma şerefini bazı kaynaklar Đhsâu'l-ulûm adlı eseriyle Fârâbî’ye vermektedirler.10 Kınalızâde Ali Efendi de, ahlâk ilminin tarifini yapmadan ve ilimler içindeki yerini belirlemeden önce, Đslâm dünyasında Kindî ve Fârâbî’den sonra gelenek haline gelen bu anlayışın ürünü olarak ilimler tasnifi yapma yoluna gitmiştir. Kınalızâde kendisinden önceki müellifler gibi, hikmeti yani felsefeyi bütün ilimleri kapsayan küllî-üniversal bilgi olarak kabul eder. Hikmet -ki düşünürümüz buna mutlak hikmet11 adını verir“mevcûdât-ı hariciye nefs-i emirde ne hâlde ise ol hal üzere bilmektir ve lakin tâkat-ı beşeriye vefâ ittikçe ve kudret-i insâniyede mümkün 6 7 8 9 10 11 Aristoteles, Politika, çev. Mete Tuncay, Đstanbul, 1990, I, 3, II, 1; a.mlf, Metafizik, çev. Ahmet Aslan, Đzmir, 1985, I, 299; Alfred Weber, Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp, Đstanbul, 1949, s. 60. Đbnü’l-n-Nedîm, el-Fihrist, Beyrut, 1415/1994. Kindî, Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye, nşr. Muhammed Abdülhadi Ebu Rîde, Kahire, 1369/1950, s. 363-374, çev. Mahmut Kaya, Kindî, Felsefî Risaleler, Đstanbul, 1994, s. 153-171. Kindî’nin ilk ilimler tasnifi yapan kimse olduğuna dair görüşlere ve Kindî’ye göre ilimler tasnifi için bkz. Mehmet Bayraktar, Đslâm Felsefesine Giriş, s. 137138; Kasım Turhan, Âmirî ve Felsefesi, Đstanbul, 1992, s. 41, 60; Ahmet Fuad el-Ehvâni, “Kindî” Đslam Düşüncesi Tarihi, Đstanbul, 1990, II, 38; Ali Bulaç, Đslam Düşüncesinde Din-Felsefe/Vahiy-Akıl Đlişkisi, Đstanbul, 1995, s. 121. Kadı Đbnü’s-Sa’id el-Endülüsi, Tabakât el-ümem, Mısır, tr., s. 84. Kınalızade Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, Bulak, 1833, I, 11, Kınalızâde bu hikmet ile bunun altında yer alacak hikmetleri ayırmak ve karıştırmamak için buna mutlak hikmet diyor. Kaç tane hikmet olduğu ve bunların tasnifteki yerleri için bkz. A.A., I, 56. (makalede Ahlâk-ı Alâî için A.A. kısaltması kullanılacaktır.) 27 olduğu miktar”12 biçiminde yani insanın gücü yettiği nispette dış varlıkları bizzat bulundukları durumda ne halde iseler o şekilde bilmek olarak tanımlasa da bu hikmet tanımı Đslâm düşünce tarihinde Kınalızâde veya görüşlerini takip ettiği Tûsî’ye ait olmayıp benzerlerine onlardan daha önce Đbn Sînâ, Harizmî, Âmirî gibi filozoflarda rastladığımız bir tariftir.13 Kınalızâde’ye göre bu doğru ve genel olarak kabul gören bir tanım olmakla beraber tarif edilirken amele yer verilmemiştir. Bu sebeple filozoflar hikmeti daha da genelleştirmişler ve ameli de içine alan bir tanım yapmışlardır. Bu son tanıma göre hikmet; “nefs-i insânîyede ilim ve amelin husûlî ve nefsi insânîye bu iki cihedden kemâl mu’tedaya olan mertebeye vusûlîdir” yani insan nefsinde ilim ve amelin oluşması ve insan nefsinin bu iki yönden yetkinlik sayılan dereceye ulaşmasıdır.14 Kınalızâde burada Ahlâk-ı Nâsırî’ye atıf yapar ve Hace Nâsırüddîn Tûsî’nin “hikmet eşyayı layık olduğu şekilde bilmek, fiilleri layık olduğu şekilde yapmak” şeklindeki amelî hikmeti de içine alan tarifini verir.15 Ancak Nasîruddîn Tûsî’nin tarifiyle konunun anlaşıldığı ve tanımdaki ihtilaflar açığa çıkmış olduğu düşüncesiyle kendi tarifini yapmadan hikmetin taksimatına geçer.16 Kınalızâde’ye göre hikmet, tanımdaki harici varlıkların çeşidine göre kısımlara ayrılır. Dünya, gökyüzü, insan ve hayvan gibi mevcudiyetinde bizim kudret ve irademizin müdahalesi olmayan varlıklardan bahseden kısma nazarî hikmet (teorik felsefe), bizden çıkan fiil ve ameller, hareketlerimiz ve davranışlarımız gibi mevcudiyetinde bizim kudret ve irademizin kesinlikle müdahalesi olan kısma amelî hikmet (pratik felsefe) denir. Böylelikle hikmet, nazarî ve amelî olmak üzere iki kısma ayrılmış olur. Hikmetin bu kısımları da kendi aralarında bölümlere ayrılır.17 12 13 14 15 16 17 A.A., I, 11-12. Đbn Sînâ, Uyûnü’l-hikme, nşr. Abdurrahman Bedevî, Kahire, 1973, s. 16; Hârîzmî, Mefâtihu’l-ulûm, Beyrut, 1309/1989, s. 153; Âmirî’nin benzer tarifi için bkz. Kasım Turhan, Âmirî ve Felsefesi, s. 179. A.A., I, 12; benzer tanım ve açıklamalar için bkz. Celâleddîn Devvânî, Ahlâk-ı Celâli, Leknev, 1316/1898, s.25-26, 27. A.A., I, 12; krş, Nasîrüddîn-i Tûsî, Ahlak-ı Nasıri, thk., Mücteba Minovî, Ali Rıza Haydarî, Tahran, 1369h, s.37, Đng. çev. G. N. Wickens, The Nasirean Ethics, London, 1964, s.26. A.A., I, 12. A.A., I, 12. 28 1. Nazarî Hikmet ve Bölümleri Bizim kudret ve irademizin müdahalesi olmayan varlıklardan bahseden bu hikmeti tahsil etmek teoriye dayandığı için buna izafeten nazarî hikmet (teorik felsefe) adıyla anılır.18 Hakiki ilim ve sahih itikad nazarî hikmetle elde edilir.19 Kınalızâde’ye göre nazarî hikmetin gayesi yalnızca varlıkların ilmi ile mahiyet ve hakikatlerinin bilgisini elde etmektir. Böylelikle insanın dünyada yetkinlik, ahirette hakiki mutluluğunun sağlanması gibi bir fayda elde edeceği düşünülür.20 Çünkü insanın düşünen nefsi (nefsi natıka) bütün dış varlıkları ve eşyanın mahiyetini doğru yol ve açık deliller ile bilir. Çeşitli tabakalardaki varlıkların suretleri ile idrakinde yakınî olarak tasdik edilerek var olacak olanlar -ki bunlar ilk ilkenin (Allah) kemal ve cemal sıfatları, mukaddes fiilleri, temiz hükümleri ile mücerred akıllar ve nefisler, belli yörüngede giden gezegenler (felek) ve sabit küreler, külli ve cüz’i varlıklar, sabit ve gezen yıldızlar (kevakib), mürekkeb varlıkların basit unsurları, maden, bitki, hayvan türünden üçlü mürekkeb varlıklardır- insan çeşitli kuvvetler ve tabiatların toplamı olarak mücerred nefs ile maddi cesedin bir araya getirilmesinden oluşmuş soyut-somut arası bir varlık olduğu için, sabit ve doğru bir düzenle insanın idrak aynasına yerleştirilmiş ve mücerred nefsinin cevheri bu hakiki intibalar ve yakînî resimler ile vasıflandırılmıştır. Bu yüzden insan sanki vücuduyla kainatı gören ilk olup dünyada yakînî kemalin zirvesine ulaşır. Ahirette sahih itikadın gereği olan gerçek saadete kavuşur. Çünkü insandaki beden elbisesi kırılıp mücerred yüksek meclislere katılmıştır. Kendi cevherindeki yetkinlik olan sabit, sahih ilimleri idrak etmek insanda kelimelerle anlatılamayacak bir sevinç meydana getirir. Filozoflar lezzet-i akliye olarak tanımladıkları bu durumun lezzet-i cismâniyeden daha üstün olduğunu ve maddeden uzak kudsî cevhere (Allah’a) nispet edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Nazarî hikmet üç kısımdır.21 a) Đlm-i ilahî veya ilm-i a’lâ (metafizik): Zihinde ve zihnin dışında cismanî maddeden uzak Đlk mebde (Allah), mücerred akıllar 18 19 20 21 A.A., I, 12. A.A., I, 17. A.A., I, 13. A A., I, 14. 29 ve nefis gibi maddî olmayan varlıklardan bahseden ilme ilahî ilim denir. Kusurlu ve aşağılık olan maddî şeyler değil, bunların dışındaki yüksek ve şerefli şeyler incelendiği için bu ilme yüksek ilim (ilm-i a’la) de denilir. b) Đlm-i riyazi (matematik), ilm-i evsat (orta ilim): Zihinde maddeye muhtaç olmayıp hariçte maddeye muhtaç olanlarla ilgili ilimdir. Daire, üçgen ve dörtgen gibi varlıkları herhangi bir yardıma ihtiyaç duymadan zihinde düşünmek mümkündür. Ateşin var olabilmek için taş ve demire muhtaç olması, bunlar olmadan var olamaması gibi, bu varlıklar da zihnin dışında var olabilmek için maddenin yardımına muhtaçtırlar. Maddeye bağlı ilimler eksik ve aşağı derece ilimler kabul edilir. Bu ilim, maddeye bağlı olmadan zihinde kavranabildiğinden dolayı metafizik gibi yüksek, zihnin dışında var olabilmek için maddeye bağımlı olduğu için düşük ve aşağı seviyede ilimlerden sayılır. Bu sebeple yeri ortadır. Bundan dolayı orta ilim (ilmi-i evsat) de denir. Matematik kendi arasında dört kısma ayrılır: 1.Hey’et (astronomi) 2.Hendese (geometri) 3.Hesab (cebir) 4.Musiki. Kınalızâde’nin bildirdiğine göre eski filozoflar yeni yetişen çocuklara metafizik öğretmeye başlamadan önce zihnî alışkanlık kazandırmak amacı ile matematik öğretirlerdi. Çünkü bu ilim yakîn ve kat’i delillere dayanır. Onda şüphe, vehim ve zan bulunmaz. Dolayısıyla yeni başlayan öğrencinin tabiatı sırf yakînî bilgiye alışırsa metafizikte de zanna razı olmaz ve açık, seçik olan bilgiye ulaşmak ister. Kınalızâde ahlâk terbiyesi ile ilgili öğütlerinde de aynı gerekçe ile önce matematik öğrenmeyi tavsiye etmiştir. c) Đlm-i tabiî (fizik), ilm-i esfel (aşağı ilim): Hem zihinde hem de zihnin dışında maddeye muhtaç olan ilimdir. Eksik ve aşağı bir varlık olan maddeye muhtaç olmak düşük ve aşağılık bir durum olduğu için bu ilme aşağı ilim (ilm-i esfel) denir. Aynı zamanda tabiat, hareket ve durgunluğun (sükun) başlangıcı ve kaynağı olduğu için ona ilm-i tabî’î de denir. 2. Amelî Hikmet ve Bölümleri Bizim kudret ve irademizin müdahalesi ile meydana gelen, onlar olmadan kolayca ortaya çıkmayan şeylerden bahseden hikmete amelî hikmet denir. Bu tanımda açıkça amel kelimesi geçmemekle beraber Kınalızâde burada keyfiyetinden söz edilen “amel”e izafe edilerek amelî hikmet denildiğini belirtir. Amelî hikmet insanın 30 fiillerini ve amellerini inceler. Böylelikle dünyada ve ahirette kötülükten kaçınmak, yetkinlik derecesindeki gerçek mutluluğa ulaşabilmek için hangi davranışların salih ve makbul, hangilerinin kötü ve istenilmeyen davranışlar olduğu anlaşılır.22 Amelî hikmetin faydası mücerred ilim olmayıp güzel fiiller ve mükemmel davranışlardır. Çünkü ona göre ilim ağacı amel meyvesi vermezse itibar dairesinden ve itidal derecesinden uzak olur.23 Bu ilim üç kısma ayrılır.24 a) Bir şahıstan meydana geldiği ve başka şahsa ait olmadığı açık olan fiillerden ve amellerden bahseden amelî hikmete ilm-i ahlâk25 denir. Çünkü burada herkesin karakterinden (hulk) bahsedilir. Böylelikle güzel ve beğenilen davranışlara sahip olup kötü ve yerilen davranışlardan uzaklaşmak için nasıl hareket edilmesi gerektiği anlaşılır. Burada Kınalızâde kişinin başka insanlarla birlikte veya tek başına olmasının önemli olmadığına dikkat çekerek yalnızken de yumuşak huylu, cömert, iffetli olup hiddetli, cimri ve hafif olmaması gerektiğine işaret eder. b) Ev halkı ile alakalı fiiller ve amellerden bahseden ilme, ilm-i tedbîri’l-menzil26 (Ev idaresi ilmi, Aile ahlâkı deyimini tercih ediyoruz) denir. Ev halkı eşler, çocuklar ve hizmetçilerden meydana gelir. Bu bölümde ahirette Allah’ın huzurunda yükselmeye, dünyada düzenli yaşamaya sebep olacak davranışların neler olduğu incelenir. c) Đlm-i tedbîri’l-medîne27 (Şehir idaresi ilmi, devlet ahlâkı deyimini tercih ediyoruz), bütün ülke halkının bir arada yaşamasından meydana gelen davranışlardan ve fiillerden bahseden ilme denir. 22 23 24 25 26 27 A.A., I, 12. A.A., I, 13. A.A., I, 14-15. Tûsî bu isim yerine Tehzîbu'l-ahlâk kelimesini kullanmıştır. Krş, N. Tûsî, a.g.e., s. 40. Kınalızâde burada “menzil (ev)” kelimesinin tekilini kullanırken Tûsî, “menâzil (evler)” şeklinde çoğulunu kullanmıştır. Krş. Tûsî, a.g.e, s. 40. Tûsî bu kısım için siyâset-i müdün terkibini kullanır. Kınalızâde burada bu kavramı tercih etmemesine rağmen bazı yerlerde siyaset-i müdün tabirine de yer verir. Bkz. A.A., I, 11, 53. 31 Kınalızâde’nin hikmet ve kısımları ile ilgili bilgileri eserini yazarken ana kaynak olarak kullandığı Ahlâk-ı Nâsırî’nin sahibi Tûsî’nin açıklamalarına benzemekle birlikte o tabii ilimlerin bölümlerinden ve tıb, mantık gibi ilimlerin sınıflandırılmasından bahsetmez, ilimlerin usûl ve fürû kısımları gibi alt dallarının ayrıntılarına girmez ve bunlar hakkında herhangi bir açıklama yapmaz.28 Dolayısıyla buradan Kınalızâde’nin Tûsî’den metinleri olduğu gibi aktarmak yerine kendisine intikal eden ilmî birikimi yansıtmaya çalıştığını, bununla birlikte zaman zaman eserlerinden faydalandığı, Hace ve Muallim diyerek andığı Tûsî’ye de başvurduğunu söyleyebiliriz. Oysa kendisiyle aynı dönemde29 eser yazmış olan Muhyî-i Gülşenî’nin Ahlâk-ı Kirâm adlı eserindeki hikmet tasnifi incelendiğinde, Tûsî’nin tasnifinin aynısı olduğu görülür.30 Gülşenî Tûsî’nin, ismini ne kaynak olarak ne de herhangi bir vesile ile vermemesine rağmen Ahlâk-ı Kirâm adlı eseriyle Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî’si arasında biri diğerinin Osmanlıca tercümesi denilebilecek kadar ifade benzerlikleri vardır. Buna karşılık Kınalızâde’nin doğrudan tercüme etmek veya pasajları aktarmak yerine bazı tasarruflarda bulunarak kendi bilgi birikimini ve dönemin ilim anlayışını yansıtan yeni bir eser telif etme gayreti içinde olduğu rahatlıkla görülebilir. Onun bu çabası Tûsî’nin hikmetin kısımlarına verdiği isimlerle Gülşenî ve Kınalızâde’nin verdiği isimler karşılaştırılınca daha iyi anlaşılır. Çünkü Gülşenî, Tûsî ile tehzibu’l ahlâk, tedbiri’l menazil, siyaset-i müdün gibi aynı kelimeleri kullanırken Kınalızâde bunların yerine kendi seçtiği yukarıdaki tabirleri tercih etmiştir.31 Kaldı ki hikmeti amelî ve nazarî olarak ikiye ayırma, bunları da kendi içlerinde sınıflandırarak amelî hikmeti ahlâk ilmi, aile ahlâkı ve devlet ahlâkı olarak bölümlere ayırma geleneği Hârizmî32 ile başlamış, Âmirî, Đbn Sînâ, Gazzâlî gibi düşünürler tarafından benimsenmiş, Kınalızâde’nin zamanına kadar iyice olgunlaşıp yerleşmiş ve genel kabul gören bir prensip haline 28 29 30 31 32 A.A., I, s. 14; krş, N. Tûsî, a.g.e, s. 38-40; Ethics, s. 26-28. Kınalızade Ali Efendi 973 tarihinde, Gülşenî 993 tarihinde kitabını bitirmiştir. Krş. A.A., III, 52; Muhyî-î Gülşenî, Ahlâk-ı Kirâm, Nuruosmaniye ktp, no.2261, v.2a; Abdullah Tümsek, Muhyi-îGülşenî ve Ahlâk-ı Kiram Adlı Eseri, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Đstanbul, 1995. (basılmamış doktora tezi), s. 43. Tûsî gibi Gülşenî bölümleri usul ve furu’ şeklinde kısımlara ayırmıştır. Krş. Tûsî, a.g.e., s. 38-40; Gülşenî, a.g.e., v.2b-4b. A.A., I, s. 14-15; krş., N. Tûsî, a.g.e., s. 38-40; Gülşenî, a.g.e, v.2a-4b. Hârizmi, Mefâtihu’l-ulum, s. 153-155. 32 gelmiştir.33 Kınalızâde zamanında genel kabul gören bu anlayışın bir başka özelliği de bazı ilimlerin ilim olarak kabul edilmemesidir. Nitekim Kınalızâde kendi dönemine uzanan Aristotelesci ilim anlayışının ürünü olan, zamanın değişmesine bağlı olarak değişen tarih gibi ilimleri ilim olarak kabul etmeyip hikmetin34 bölümleri arasına almaz. Bunun yerine zamanın geçmesine rağmen değişimin meydana gelmediği alanları hikmet-i ameliyenin içinde tutar.35 Bu ilim anlayışından dolayı kendisinden yaklaşık 150 yıl önce yaşamış36 Đbn Haldun’dan ve tarihi ilimler içinde sayan eserinden Kınalızâde’nin haberi olmadığı veya onun tarafından bu düşüncenin benimsenmediği sonucunu çıkarabiliriz.37 Kınalızâde, Tûsî’nin insanda meydana gelen salih amellerin kaynağı hakkındaki düşüncelerine de yer verir. Tûsî’ye göre insanda güzel davranışlar bir kaynaktan ve bir gereksinim sonucu ortaya çıkar. Bu kaynak ya tabiîdir ya da birinin ortaya koymasına (vaz’a) dayanır. Kaynağı tabiî yani yaratılışında var ise insan tabiatı gereği o davranışı yapmaya gereksinim duyar ve o fiil onda meydana gelir. Diğerinde ise insan o davranışın yapılmasını isteyenin (vazı’) emrine boyun eğerek o fiili meydana getirir. Kaynağı tabiî olan kısım akıl ve fikir sahiplerini ilgilendirir. Kaynağı tabiî olan davranışlar zamana göre değişmedikleri için amelî hikmet olarak tanımlanırlar. Fakat başka birisinin isteğine uyarak meydana gelen davranışlar zamanla değişime uğrayabilir. Çünkü bu tür davranışlar ya örf ve âdet gibi bir grubun görüşlerinde anlaşmasıyla veya ilahi yardım almış peygamber, veli, imam gibi bir kanun koyucunun emriyle meydana gelirler.38 Kınalızâde bunlara ilâhî kanunlar (nevâmîs-i ilahî) denildiğini ve şeriat (din) alimlerinin bu ilimlere fıkıh adını verdiğini belirtir. Bu ilimler de amelî hikmet gibi üç kısma ayrılır:39 33 34 35 36 37 38 39 Örnek olarak bkz. Âmirî’nin benzer tarifi için Kasım Turhan, Âmirî ve Felsefesi, s. 179-181,189; Đbn Sînâ, Uyûnu’l-hikme, s. 16; amlf, “Fi aksâmi’lulûmi’l-akliyye”, Tis’u resâil içinde, Kustantiniyye, 1298(1880), s. 73; Gazzâlî, Makâsıdu’l-felâsife, Kahire, 1331/1912, s. 75-76. Burada hikmetin en genel ilim, adeta ilimlerin anası sayıldığı ve bütün diğer ilimlerin hikmetin altında ve ona bağlı olduğu unutulmamalıdır. A.A., I, 15-16. Đbn Haldun 733-809/1332-1406 tarihleri arasında yaşamıştır. Đbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Đstanbul, 1988, I, s. 18. A.A., I, 15-16; krş, Tûsî, a.g.e., s. 43-44. A.A., I, 16. 33 a) Bütün herkesi ayrı ayrı ilgilendirir. Buna ibadet denilir. b) Ev halkına ait kurallardır. Evlilikle ilgili olduğu için bu kısma münâkehât ve muâmelât denir. c) Ülke halkının beraberlikleri sebebiyle ortaya konulan kurallardır. Buna da hudûd-u siyâset denilir. Kınalızâde’nin bu açıklamalarını felsefe ile dini uzlaştırma ve aralarında paralellik kurma düşüncesinin bir sonucu olarak değerlendirmeliyiz. Burada dikkat çekici olan peygamberlerin getirdikleri hükümlerin zamanla değişebilmesine rağmen amelî hikmet içinde yer alan, insanların tabiatları gereği ortaya koyduğu davranışların zamanın ilerlemesiyle değişmeyeceğidir. Ahlâk ilmi, amelî hikmetin birinci bölümü olup insan nefsinin fiilleri, eylemleri ve huyları üzerine inceleme yapan bir ilimdir. Buna göre ahlâk ilmi insanın yapması gereken, övülen ve istenilen davranışlar ile kaçınması gereken, kötü ve beğenilmeyen davranışları inceler. Tûsî’den naklettiği bir tarifle, insan nefsinden güzel ve beğenilen fiillerin meydana gelebilmesi için hangi huyları kazanılması gerektiğini bilme ilmidir.40 Bu durumda ahlâk ilminde övülen güzel fiiller ile beğenilmeyen kötü fiillerin ihtiyarî olarak meydana gelmesi konusunda insanın bizzat kendisi incelenir ve her şahsın kendi davranış sınırları içinde yaptıklarına itibar edilir. Ev ve ülke halkıyla olan ilişkileri dikkate alınmaz. Bu sebeple ahlâk ilmi tekil konumundadır. Aile ahlâkı (tedbiru’l-menzil) ve devlet ahlâkı (siyasetü’l-medine) ilimlerinde insanın başka insanlarla olan ilişkileri ve irtibatı dikkate alındığı ve birden çok insanı ilgilendirdiği için birleşik (mürekkeb) konumdadırlar.41 Hikmet kavramı klasik literatürde sadece felsefe anlamında kullanılmamakta, ahlâk ilminde asıl erdemlerden birisi olan temyiz (seçme) ve idrak (kavrama) gücünün kaynağı melekî nefsin (insanî nefs) fazlalık (ifrat) ve eksiklik (tefrit) gibi iki aşırılıktan uzakta tam itidalde bulunduğu duruma da bu ad verilmektedir. Bu durumda dört ayrı hikmet kavramıyla karşı karşıya kalmaktayız. Kınalızâde de Tûsî gibi asıl erdemden birisinin isminin de hikmet olmasıyla ortaya çıkan dört ayrı hikmet kavramı arasında 40 41 A.A., I, 23; krş, Tûsî, a.g.e, s. 28. A.A., I, 52-53. 34 karışıklık çıkabileceğine dikkati çekerek, bunların birbirlerinden farklı olduğunu vurgular. O, üç erdemden birisi olan bu hikmetin, felsefe teriminin karşılığı olan ve “mevcudatı beşer takatince bilmek” manasına gelen meşhur hikmet –ki o buna mutlak hikmet adını vermişti- olmadığını hatırlatır. Yine bunun ameli hikmet manasındaki hikmet olmadığı gibi nazarî hikmet de olmadığını belirterek şu inceliğe dikkat çeker: Hikmet nazarî ve amelî olmak üzere ikiye bölünmüştü. Amelî hikmet de ahlâk, tedbiru’l menzil ve ilm-i siyaseti’l müdün olarak üçe ayrılmıştı. Amelî hikmet içinde yer alan ahlâk da hikmet, iffet ve yiğitlik (şecaat) şeklinde üçe ayrılır. Bu durumda hikmet yine kendinin bir alt bölümü olup kendisine bölünmüş gibi olur. Asıl erdemler arasında yer alan hikmet, felsefe anlamındaki hikmet değildir. Yine hikmet-i nazarî ve hikmet-i amelî diye taksim edilen iki hikmetin de bu hikmetle aynı olmadığı açıktır. Çünkü eğer böyle olsaydı hikmet yine kendisinin bir bölümü olup, bir şeyin hem kendisine ve hem de kendinden başkasına bölünmesi gibi bir durum ortaya çıkar. Oysa Kınalızâde ahlâkın altındaki erdemler arasında yer alan hikmetin ilk bölünen hikmet olmadığını, ondan ayrı bir alanda bulunup ayrı bir anlam taşıdığını belirterek meydana gelebilecek bir kavram kargaşasına mani olur.42 Nitekim bu dört ayrı hikmet kavramı Gazzâlî43 ve Gülşenî’de44 birbirine karışmış görünmektedir. Kınalızâde’nin işaret ettiği dört ayrı hikmeti ve birbirlerine göre konumlarını aşağıdaki şemayla gösterebiliriz. Hikmet ______________↓_____________ ↓ ↓ Nazarî Hikmet ________________________ ↓ ↓ ↓ 42 43 44 Amelî Hikmet _______________________ ↓ ↓ ↓ A.A., I, 56, krş, Tûsî, a.g.e., s. 110, Ethics, s. 80, 81. Gazzâlî, Mîzânü’l-amel, Beyrut, 1983m., 1403h., s. 55-56. Muhyî-î Gülşenî, Ahlâk-ı Kirâm, v.2a, 21a. 35 Đlm-i ilâhi (Metafizik) Đlm-i riyazi (Matematik) 1.Heyet (Astronomi) 2.Hendese (Geometri) 3.Hesap (Cebir) 4.Musiki Đlm-i tabiî (Fizik) Tedbîru’l-menzil Ahlâk 1.Hikmet Đlm-i siyâseti’ l-müdün 2.Đffet 3.Yiğitlik Şemadan da anlaşıldığı gibi Kınalızâde hikmet kavramını açıklarken ismen aynı fakat kavram olarak birbirinden farklı dört ayrı hikmet terimine dikkat çekmekte ve bunların birbirleriyle ilişkilerine işaret ederken “bir şeyin hem kendisi olup hem de kendisinden başkasına bölünmemesi” gibi mantıkî tutarlılığa özen göstermektedir. O mutlak hikmet adını verdiği hikmeti bütün ilimlerin üstünde, küllî bilgi olarak en genel anlamıyla adeta onları kucaklayan bir anne gibi düşünmüştür. Nazarî ve amelî hikmet bu ana hikmetin altında yer alır. Amelî hikmetin altında yer alan, ahlâk ilminin erdemlerinden birisi olan hikmet ise; bunlardan farklı olarak ilimden ziyade bu ilimler vasıtası ile ulaşılması gereken bir erdem yani ahlâk ilminin elde edilmesindeki en ideal amaçlardan birisidir. Dolayısıyla Kınalızâde Đslâm düşüncesinde kavram olarak dört ayrı manada kullanılan hikmet terimini açıklarken bu kavramların aralarındaki ayırımlarına vurgu yapmakta ve yapıla gelen yanlış anlamaları önlemeye çalışmaktadır diyebiliriz. 36