Hanife Çetin Uzman Yardımcısı / Avrupa Birliği Farklı kültürlerin bir

advertisement
Hanife Çetin
Uzman Yardımcısı / Avrupa Birliği
Farklı kültürlerin bir arada yaşamaya başladığı, zamanla küreselleşen dünya, bu
farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmayı öğrettiği gibi bazı farklılıkların da ötekileşmesine
sebep olmuştur. Zira din ve etnik köken ötekileşen farklılıkların başında gelmektedir. Bu
nedenle, makalede öncelikle, ırkçılık ve İslam’a dayalı ırkçılık, İslamofobi konularına
değinilerek, bunların Avrupa ve Türkiye’ye nasıl etki ettiği hususuna değinilecektir.
Avrupa’da İslamofobinin yeni bir olgu olmadığını, Batı’da İslam’a karşı negatif tutumun
İslam’ın doğuşuyla başladığını söylemek mümkündür. Kendi dinlerine rakip olarak görülen
bu dine nefret, daha sonraları, Haçlı Seferleri gibi, savaş gerekçesi olarak bile
kullanılmıştır. Asırlar sonra 11 Eylül tarihi bu dine yaklaşımda bir dönüm noktası olmuş,
‘İslami terör’ gibi yeni algılar yaratarak, İslamofobi terimini pekiştirmiştir. Bu nedenle
özellikle 11 Eylül ile başlayan İspanya ve İngiltere gibi örneklerle devam eden bu süreçte,
dünya medyasında İslam’a kültür ya da aidiyet farklılığından ziyade siyasi bir tutum ve
şiddet içerdiği önyargısıyla yaklaşılmıştır.
90’ların başından beri İslam korkusunu tanımlamak amacıyla kullanılan ‘İslamofobi’, şu
günlerde sık sık duyduğumuz ve öyle görülüyor ki, sık sık duymaya devam edeceğimiz bir
kavram. Bu kavram anti-semitizm gibi nefrete dayalı olmasının yanında 11 Eylül
saldırılarından bu yana daha çok korku unsuruna dayalı bir ırkçılık türü olarak da ifade
edilmektedir. Siyasi çevrelerin bu kez İslam’ı hedef alarak yaptıkları propagandalar
kitlelerin dikkatini bu noktaya çekmeye devam etmektedir. Avrupa gündemini işgal eden
İslamofobik konulu başlıklar gözlemlendiğinde Avrupa’da anti-semitik tarihin tozlu
sayfalarında çoktan geride bırakılırken benzer bir hata yapılarak Islamofobinin giderek
güçlendiği çıkarımında bulunmak mümkündür.
Bu tarihten itibaren Batı’nın İslam’ı kendi medeniyetlerine zarar verdiği, gerekçeleriyle
suçlu ilan ederek kendi masumiyetini kanıtlamaya çalışılmış, halklarının İslami temelli
farklılıklara karşı ırkçılık duygularını körükleyerek, dönerci cinayetleri, Oslo Gençlik Kampı
katliamı, Almanya’daki Türk azınlıklarının evlerine yapılan kundaklama faaliyetleri gibi
trajik olaylarla yeni mağdurlar yaratılmıştır. Yakın zamanda Amerikan yapımı
“Müslümanların Masumiyeti” adlı kısa filme karşı dünyanın dört bir yanından tepkiler
yükselmeye, bu tepkiler can almaya devam etmektedir. Ancak bu durum, gerek
Müslüman olmayan çevrelerce şiddete meyilli Müslümanların fanatikliği olarak
yorumlandığı için gerekse de Müslümanlarca Müslümanlar üzerinde kötü bir imaj yarattığı
için dünya çapında İslam’a dayalı ırkçılığı körükleyerek, İslamofobinin yükselişe geçmesine
neden olmakta ve tarafları çözümden uzaklaştırmaktadır.
Zira bu yaklaşım Almanya gibi, Nazi geçmişiyle ırkçılıkla mücadelede önemli bir yere sahip
olan bir ülkede ise hem sağ kanadın hem de sol kanadın hemfikir olduğu ender
noktalardan bir tanesidir. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in çokkültürlülüğün
tamamen başarısız olduğunu açıklamasının ardından şimdi de İslam’ın Almanya’nın bir
parçasının olduğunu söylemesi İslamiyet’in Avrupa siyasi gündeminde önemli bir yer
taşıdığının göstergesidir.
Bu noktada, siyasi çevrelerin İslamofobiyi propagandalarında kullanmaları, sadece bu
anlayışa meşru bir zemin hazırlayarak yalnızca ülkelerinin İslami çevrelere karşı tutumunu
belli etmemiş, Meclise 20 İslamofobik üye giren İsveç’te, radikal bir ırkçının göçmen avına
çıkması, müezzinleri hedef alan sanal oyunların oynanması gibi üzücü birçok olaya sebep
olmuştur. Bununla beraber, İslamofobik söylemlerin siyasi çevrelerce merkez sağ
partilerinin aşırı sağa oy kaybetmeme yöntemi olarak kullanılması, Avrupa’daki popülist
siyaset anlayışının giderek vazgeçilmez bir özelliği olmaktadır.
Almanya, Fransa, Belçika, Slovakya, İsveç, Hollanda, Macaristan, Danimarka, Avusturya
gibi ülkelerin siyasi yapılanmalarındaki değişimi, ırkçı siyasi partilerin hızlı yükselişlerini ve
destekçi oranlarındaki hızlı artış dikkate alınca, ırkçılığın Avrupa’da hızla arttığı ve
artmaya devam edeceği çıkarımında bulunmak mümkündür.
Konuyu ekonomik olarak ele alırsak, 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nden
başlayarak Avrupa’ya sıçrayan, İzlanda ve Yunanistan gibi ülkeleri ekonomik çöküşün
eşiğine getiren küresel kriz İslamofobinin artmasında önemli bir faktör olarak karşımıza
çıkmaktadır. Artan iç huzursuzluk insanları yeni rahatsızlık odakları arayışına,
ekonomilerindeki istihdam açığını göçmenlerin ucuz iş gücü olgusuyla bağdaştırmaya
yönlendirerek, halkın içe dönük, yabancılara karşı daha tutucu olmasına ve 11 Eylül’ün de
etkisiyle mevcut dini farklılığı körüklemeye devam etmiştir. Böylelikle, ekonomik krizdeki
Avrupa’nın gündemini; İsviçre’deki birkaç cami minaresi, Belçika’daki 30 Müslüman
kadının giydiği burka gibi, zaman zaman gündeme oturan karikatür ve kitap yakma krizleri
gibi İslamofobik olgular meşgul etmektedir.
Bu noktada Almanya, gerek Nazi geçmişinden sonra ırkçılığa karşı hassasiyetinden, gerek
Avrupa’nın ekonomik ve siyasi gündemini belirleyen en önemli ülkelerden biri olmasından
dolayı daha önce de değinilmiş olduğu gibi ırkçılıkla mücadelede incelenmesi gereken bir
ülkedir. Ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra ırkçılık Almanya tarihinde çok hassas bir nokta
olarak geride bırakılmıştır. Ancak bu durum, maalesef ki, Almanya’da ırkçı düşüncelerin
artık varlığını sürdürmediği anlamına gelmemektedir.
Almanya’daki azımsanamayacak kadar yoğun olan Türk nüfusunu göz önüne alındığında
bu konunun Türkiye için önemini görmek mümkün olacaktır. Almanya Başbakanı Angela
Merkel’in bir zamanlar kendisinin Türklerin de Başbakanı olduğunu savunurken, birden
çokkültürlülüğün bir başarısızlık olduğunu açıklaması Almanya ve Avrupa siyasetinde
küreselleşmenin kırılganlığını ve ırkçılıkla mücadelede başarısızlığı vurgular niteliktedir.
Fakat Alman Sosyal Demokrat Parti SPD üyesi Thilo Sarrazin’in satış rekorları kıran kitabı
‘Almanya Kendini Yok Ediyor’ Türk ve İslam karşıtlığını vurgulamakta iken demokratların
bile desteğini alması oldukça düşündürücüdür. Maalesef bu görüş Alman medyasında sık
sık Almanya’da yer almaya devam etmektedir. Halen sürdürülen “Kayıp aranıyor”
(Vermisst) isimli, Almanya’daki Müslümanları zan altında bırakan afiş kampanyasının
ardından, Müslüman çevrelerin tepkisini çekmeye devam etmektedir.
Diğer taraftan bu konu Avrupa Birliği yolundaki Türkiye’nin özenle üzerinde durması
gereken bir husustur. 2008 yılında, Avrupa’daki ırkçılığın giderek yükseldiğini gören
Avrupa Birliği, Birlik içerisinde ırkçılığa karşı yasal mücadeleyi sağlamak için bir AB
Konseyi Kararı çıkarmıştır. Fakat bu kararın başta Fransa’nın Türk azınlıklara karşı güttüğü
sözde Ermeni Soykırımını tanıma girişimleri olmak üzere, bu makalede de birçok
örneklerine değinildiği gibi üye ülkeler üzerinde çok da etkili olmadığı açıkça
görülmektedir. Öyle ki, 2010 yılında Avrupa Birliği Başkanı Herman Van Rompuy, Avrupa
Birliği Temel Haklar Ajansı’nın sunmuş olduğu 2009 verilerine ve Avrupa’daki mevcut
siyasi yapılanmalara dayanarak, Avrupa’da yükselen ırkçılığa karşı üye devletlerin gerekli
duruşu sergilemediğine, aşırı sağcı, ırkçı görüşlerin Avrupa’yı tehdit ettiğine ve geçmişe
atıfta bulunarak bu tutumların savaşlara bile neden olduğuna dikkat çekmiştir.
Avrupa’daki bu değişimin daha ne kadar devam edeceği henüz hala bir merak konusu iken
Amerika'da yayınlan “Müslümanların Masumiyeti” adlı kısa filmin ardından Almanya
Başbakanı Angela Merkel, İslam’ın Almaya’nın bir parçası olduğunu belirtmesi dünya
çapında birçok insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan öfke selinin ülkesine
sıçramasını istemediğini vurgular niteliktedir. Öyle görünüyor ki, tarihinde birçok kereler
aşırı sağ popülizmden yaralanmış Avrupa’nın İslamofobi ve ırkçılıkla mücadelede ciddi
karar ve önlemler almakta gecikmesi ırkçılık ve İslamofobik temelli korkuları
çoğaltacaktır. Sonuç olarak, nasıl ki “İslam Almanya’nın bir parçası” ise, farklılıklar da hızla
değişen ve küreselleşen dünyamızın çok önemli birer parçasıdır. Bu sebeple, farklı
görüşler ve maalesef ki ırkçılık ve İslam’a dayalı ırkçılık bu farklılıklardan sadece birkaçıdır.
Asıl üzerinde durulması gereken husus ise bu farklılıklardan bir mozaik yaratılması,
bunların ötekileştirilmesinden kaçınılması ve ötelenmeden bu tür korkularla mücadele
etmektir.
İnsanların birbirlerine baktıklarında bu farklılıklardan öte baktıkları kişinin her şeyden
önce bir birey, bir insan olduğunu görmesi ve bunu düşünerek hareket etmesi karşılıklı
hoşgörüyü getireceğinden, böyle bir dünya temennisiyle…
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category güvenlik]
[tags IRKÇILIK DOSYASI, Irkçılık, İslamofobi]
Download