Bedava İndir pdf

advertisement
Hasan El Benna - Risaleler Cilt 14
www.CepSitesiNet
Degerli Okuyucu Bu Kitabin Txt İ Resimli Dosyadan Pdf Ye
Çevrildiği İçin Malesefki Daha Fazla Düzenleme Yapilamamaktadir
Kelime Hatalari Ve Eksik Yazilar Olabilmekte Hos Görünüze
Sığınıyoruz
HASAN ELBENNA HAKKINDA
O Asrımızda islam davasının öncüsü olduğu için Hasan ElBennaya
Imam ve Mürşidülam unvanları verilmiştir Başlattığı davayı
yürütürken bir suikaste kurban gittiği için de şehid deniliyor
Hasan ElBenna Hicri 1324 Miladi 1906 yılında Mısırın İskenderiye
şehri yakınlarındaki Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi
Babasının adı Ahmed dedesinin adı Abdurrahman ElBennadır Babası
ilim sahibi ve büyük muderrislerdendi
Hasan elBenna ilk ve orta tahsilini kendi kasabasında yaptıktan
sonra yüksek tahsil için başkent Kahireye gitti ve Kahire
üniversitesinin DarulUlüm Fakültesinden mezun oldu Yüksek
tahsilden soma Ismailiye şehrinde lise öğretmenliği yapmaya
başladı
Küçük yasta yeteri kadar din bilgisi almış çek miktarda ayet ve
hadis ezberlemişti Müslümanlığını severek yapıyordu Yüksek
tahsili sırasında kendini kitap okumağa vermişti Yeteri kadar
islami bilgisi bulunduğu için daha çok islam ideolojisi dışındaki
kitapları okuyor ve islam Bu bilgiler Zerkalinia ElAlam adlı
kitabıyla Said Ramazan tevatır adlı eserindin derlenmiştir
prensipleriyle mukayeseler yapıyordu İslam nizamı yanında bütün
ideolojilerin sönük kaldığını gördükçe İslama daha çok sarılıyor
ve onu içine sindire sindire yaşıyordu
Hasan ElBenna islam dininin sahabe devrindeki yaşaniş şekline
sonsuz hayranlık duyardı Islamın bugün de aynı şekilde
yaşanmasını müslümanların o temiz ve berrak hayata tekrar
kavuşmasını isterdi O hayata görüldüğü takdirde islam aleminin
maddi ve manevi bütün problemlerinin çözüleceğine sonsuz inancı
vardı lslamı iyi bilen herkesin bu inancı taşıyacağını söylerdi
Müslüman olup ta bu inançtan mahrum yaşayan kimselerin islam
dinini iyi öğrenmemiş olduklarını ve bu yüzden o inanca
eremediklerin sık sık tekrarlardı Bu yönleriyle Onları mazur
görmeye çalışarak lslamı birbirimize öğretmeliyiz Felaketler
cehaletlerden doğar Her şeyden önce mukaddes dinimizi iyi
öğrenmeye öğretmeye ve toplum olarak onu yaşamaya mecburuz derdi
İmam Hasan ElBenna inandığı islam davasını gerçek Müslümanlara
açmak ve aynı istikamette onları biraraya getirmek istiyordu
Bunun için de halka inmek ve işe henüz bozulmamış olan halk
tabakasından başlamak gerekiyordu ismailiyede öğretmenlik
yaparken bu fikrini ilk defa kültürlü ve dindar olan yakın
arkadaşlarına açtı Onları ikna etti Fikir birliğine vardılar
Birlikte kahvelere gidiyorlar kahvede vakit öldüren muslümanlara
son derece hoşgörü içinde sokuluyorlar onlarla tatlı tatlı
sohbetler yapıyorlar ve günün birinde birkaçını alıp namaza
götürmeye muvaffak oluyorlardı Sonra onlar da islamı ve
müslümanların gerçek görevini daha iyi öğreniyor ve dava
kervanına katılıyorlardı
Böylece adetleri çoğaldı 1929 yılında merkezi ismailiyede olmak
üzere ihvanı Müslimin Müslüman Kardeşler adlı malum teşkilatı
kurdular Hasan ElBenna 23 yaşındaydı Teşkilata başkan seçildi
Kendisine Mürşidülam unvanı verildi Artık şehir şehir köyköy
kasaba kasaba dolaşarak konferanslar veriyorlar sohbetler
yapıyorlar ve islam davasının önemini müslumanlar arasında
yaymaya çalışıyorlardı Her gittikleri yerde teşkilatın bir şubesi
açıldı Teşkilat her gün biraz daha genişliyordu Müslümanların
kızlarını dini terbiyeyle yetiştirmek ve kadınları da bu davaya
katmak için İsmailiyede bir de Müslüman Anneler Enstitüsü kuruldu
Bu arada Hasan ElBennanın öğretmenlik görevi Kahireye nakledildi
Dolayisiyle teşkilatın genel merkezi de Kahireye getirildi
Müslüman Kardeşlerin son derece ihlas ve samimiyetle
başlattıkları bu dava Kahirede büyük bir sevgiyle karşılandı
Teşkilat çemberinin gün geçtikçe genişlemesi o gün için Mısırın
sömürge gibi kullanan İngilterenin dikkatini çekmeye başlamıştı
lhvanı Müslimin Teşkilatı islamın iyi öğrenilmesine toplum
dertlerinin islam prensipleriyle tedavi edilmesine çok önem
veriyordu Mısırın bir çok yerinde enstitüler okullar hastahaneler
ve talim terbiye yerleri açtı Kahirede günlük lhvanı Müslimin
gazetesi çıkarılıyordu Bu gazete Mürşidülam Hasan elBennanın
minberi sayılıyordu Teşkilat gün geçtikçe genişledi ve Mısırın
sınırlarını da aşarak bir çok arap ülkelerinde şubeler açıldı
İslam aleminde en kuvvetli teşkilat haline geldi
O tarihlerde Mısır krallıkla idare ediliyordu Kral ve Mısır
hükümeti bu teşkilatın devamlı büyümesi karşısında endişe duymağa
başladı Müslümanların islam prensiplerine bağlanarak birlik
haline gelmesi İngiltere Fransa Amerika gibi batılı ülkeleri daha
çok düşündürüyordu İslam alemi gerçek manada Kurana sarılıp tek
kuvvet haline gelirse dünya stratejisi ters dönecekti özellikle
İngiltere bu teşkilatın dağıtılması için Mısır hükümetine baskı
yapmağa başladı Hükümet teşkilatın faaliyetlerini engelliyor ve
kapatmak için bahaneler arıyordu Kapatmak mümkün olmadı Fakat
büyük lider Hasan elBenna 1949 yılı Şubat Ayında tertiplenen bir
suikastla şehid edildi Şehid olduğunda henüz 43 yaşını
doldurmamıştı Seyyid Kutuplar Muhammed Kutuplar Şeyh Fergaliler
Abdulkadir Udehier Said Ramazanlar ve daha yüzlerce islam
mücahidi onun manevi medresesinde yetiştiler
Bu yolda şehid olan bütün mücahitlere Hak Tealadan sonsuz
rahmetler diler hayatta olanlara ise muvaffakiyetler niyaz ederiz
İhvan-ı Müslimin lideri Şehid Hasan el-Benna
HASAN el-BENNA NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ
Bismillahirrahmanirrahim
Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın bilakis Rabbleri katında
diridirler. Allahın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç
içinde rızıklamrlar arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere
kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini
müjdelemek isterler. Onlar Allahdan olan bir nimeti bolluğu ve
Allahın müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini de müjdelemek
isterler.
Ali İmran suresi ayet 169 - 171
Allahım senin adınla başlıyor sana hamd ederek söze giriyorum
ismin öyle yüce şanın öyle ulu ki akıllar idrake yetmez. Ve
senden başka ilah yoktur. Yarattıklarının en hayırlısına
peygamberlerinin sonuncusuna Efendimize Kurtarıcımıza ve Onun
ailesine ashabına kıyamete kadar yolunda yürüyenlere yürüyecek
olanlara da nihayetsiz salat ve selamlar ediyorum.
Bu araştırma milyonların zihninde dönüp duran bir sorunun İmam
Hasan el-Benna neden öldürüldü Seyyid Kutub niçin idam edildi
sorusunun cevabıdır. Ayrıca pek çok eksiğine rağmen davetin
gerçek kahramanlarına karşı bir vefa ifadesidir de. Bereketli
meyveleri dörtbir yanı tutan bir Islami harekete örnek olmuş öncü
olmuş yoğun karanlıklara sahne olan tarihi bir dönemde şimşek
gibi çakıp gözleri kamaştırmış bir adama yetişmeyen gençliğe
karşı da aynı şekilde bir vefa ifadesidir. Bu bir zaruretti
vazgeçilmez bir görevdi mesuliyetti. Dün neyse bugün de oydu
çünkü aralarında bir fark yoktu.
Kitabın ilk baskısı değerli okuyucular tarafından büyük ilgi
gördü hararetle arandı kapışıldı. Bundan dolayı gerçeğin unutulup
gitmesi için zorbalann uzunca bir süre saklı tuttuğu tarihi
belgeler de eklenerek silahsız şehidin hatırasına kitap ikinci
defa basıldı. Bu dünyada hangi suç hangi cinayet gizli kalmıştır
Hak davetin düşmanları boşuna umutlanıyorlar. işte Kuranın ezeli
ifadesiTuzak kuruyorlar Allahda onlara karşılık veriyor. Allah
tuzak kuranlara en iyi şekilde karşılık verendir. (1) Allahın
nurunu a-ğızlanyla söndürmek isterler fakat kafirler istemese de
Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
Hasan el-Bennanın öldürülmesi olayı dünya küfrünü dehşete boğan
bir ilkeler bütününün öyküsüdür. Filistine çöreklenen siyonizm
başta olmak üzere genelde Müslüman Doğuyu kıskacına alan ve özel
planda da kanalın i-ki yakasını tutan fikir ve siyaset
liderlerinin yüreklerine taht kuran Batı sömürüsü bu ilkelerden
korkmuş ve dehşete kapılmıştı işte öykü budur.
Yalnız bu kadar mı Firavunluk Mısırı peşinde koşan ve kendilerini
böyle bir ülkenin firavunları olarak gören Kinane topraklanndaki
mahut zorba ve ceberrut alayıda sözkonusu ilkeler karşısında
korkudan tir tir titriyordu ayakları birbirine dolaşıyordu.
Halkın kendilerine tapmasını da bekleyen bu güruh hiç ummadığı
bir çıkışla karşılaşmıştı Hayır demişti bir çığlık halinde en
büyük Allahtır hamd de kulluk da yalnız Onadır demişti. Olay
aslında daha beride bu olaydır.
Buna yeni bir gençlik inşasının öyküsü de denebilir. Tufanın
İslama yönelen inkar ve şüphe tufanının karşısında duran bütün
fikir ordulanna dur diyen aşılmaz bir şeddin öyküsü demek de
mümkündür. Doğuda hürriyetin yeniden doğuşun kendine gelişin
yolunu açan yeni bir felsefenin öyküsü. Batı için de aynı şekilde
uyancı bir çığlık. Dur ve adımlannı düzelt diyen bir çığlık.
Sosyol ve siyasi düşünce akımlannı dünya ölçüsünde safdışı etme
girişimlerinin başlangıç öyküsü insanlık ki günümüzde bir uzay
savaşının içindedir ve pek çok bilimsel bulgular basanlar elde
etmiştir. Dolayısiyle bu savaşın sıcak etkisini taşımaktadır işte
bu yirminci yüzyıl şehidinin kanı insanlık üzerinde bundan daha
derin daha büyük etkiler meydana getirmiştir.
Müellif Şahsiyet Düşüklüğü
Herşeyin altüst olduğu netameli bir dönemdi. Bir yanda yurdun
dörtbir yanına çöreklenen İngiliz sömürüsü öbür yanda Mısır
düşünce hayatını kıskacı altına alan Fransız ve genel olarak Batı
düşünce hegemonyası. Hiçbir düşünce adamı kendi kendisi değildi.
Görünüşte bir Mısırlıydı ama düşüncesi ve kafa yapısıyla asla.
Gözle görülür biçimde bir çürüyüş çözülüş dalgası sarmıştı
toplumu. Bu olay düşünce hürriyeti adı altında ruhlarda ve
düşüncelerde şahsi hürriyet adı altında da hal ve davranışlarda
korkunç boyutlara ulaşmıştı. Ortam tam bir kargaşa ortamıydı.
Mısır Üniversitesi bütün dinlere saldıran günün politik
anlayışına uygun bir kurum haline gelmişti. Üniversitenin sözde
bilim adamları yaptığı yayınlar ve verdiği konferanslarla sürekli
bu politik anlayışı destekliyorlardı.
Ortadaki İslam ise gerçek manadaki İslam değildi Allah Resulünün
(s.a.v.) getirdiği İslamla ilgisi olmayan tuhaf bir anlayışı
sergiliyordu. Dahası Kahirenin Menah Caddesinde Amerikan
Üniversitesine yakın bir yerde bir Fikir Kulübü kuruldu. Bu
kulübün faaliyetlerini Tyusüfi-ler den bir grup yönlendiriyordu.
Bu adamlar düzenledikleri konferanslarla mevcut dinlere
saldırıyor ve yeni bir vahyi müjdeliyorlardı. Bahailerin
neredeyse tıpkısıydı bunlar. Ya diğer İslam ülkeleri Onların da
Mısırdan pek bir farkı yoktu.
İşte İmam Hasan el-Benna bu acıklı hali dile getirirken şunları
söylüyor Yoğun bir gaflet döneminden geçiyoruz. Zihinler ve
düşünceler müthiş bir akımın güçlü ve korkunç bir dalganın
saldırısıyla karşı karşıya bulunuyor. Bunları görmek ve itiraf
etmek zorundayız. Küfür kaynaklı ilke ve çağırılann istilasına
uğradık. Ortalığı yabancı sistem ve felsefeler doldurdu. Bizim
olmayan uygarlıklar medeniyetler kuruldu. Bütün bunlar müslümanların gönlündeki İslam düşüncesinin yerini alma savaşı verdi ve
veriyor. Daha önce hiçbir düşünce karşısında bu denli güçlü ve
avantajlı olmamışlardı. İslam düşüncesini yıkmaya yönelik
faliyetlerinde fevkelade güç ve desteğe sahipler. Dolayısiyle
İslam milletlerini yenilgiye uğratmayı başardılar. Önde gelen pek
çok İslam Ülkesi ağlarına düştü geriye kalanlarsa müthiş bir etki
altına girdi. Böylece bütün milletlerde küfürle İslam arasında
bocalayan ama en çok küfre yakın bir konumda bulunan tuhaf bir
nesil boy attı. Ortama hakim olan bu nesil fikri siyasi ve ruhi
liderlik makamını işgal ederek dizginleri ele aldı ve gafil
toplumları istediği yöne daha doğrusu alıştığı ve tutkunu olduğu
maceralara sürükledi. Bu zavallı toplumlarsa ne olup bittğinden
habersizdi başına nelerin geleceğini bilmiyordu. Ve can alıcı bir
noktada bu azgın düşücenin çığırtkanları seslerini yükselttiler
İslamın kalıntılarından eserlerinden izlerinden de kurtarın bizi.
Gelin bizimle birlikte bu hayatın gereklerini tarz ve
düşüncelerini siz de kabul edin. Ama istemeyerek değil bizzat
isteyerek içinizden gelerek. Ruh ve kafalarınıza çöreklenen bu
kokuşmuş düşüncenin kırıntılarını artık bir yana atın. Hem
Batılılar gibi bir hayatınız olacak hem de müslüman olduğunuzu
söyliyeceksiniz bu olmaz çelişkidir İslamı bütünüyle unutun İşte
sonunda geldikleri nokta bu oldu.
Cüzi Hedeflere Yönelen Islah Gayretleri
Durumu düzeltme veya yenileme peşinde koşanlar bir takım küçük
önemsiz gruplara ayrıldı. Bu yoldaki çabalarıysa cüzi hedeflere
yönelikti. Sözgelimi şu a-dam sosyal İslahatçıdır şu da siyasal
ve şu da din adamıdır. Gerçekte her müslüman bir din adamıyken
dinini anlamaya koruma ve yaymaya memurken din bir meslek halini
alıvermişti. Resmi sözcüleri olan ve başkalarına Allaha davet
hakkı tanımayan bir meslek. Tabii bunun bir amacı vardı. Hem
buradaki din adamı fıkıhta uzmanlaşan kişi anlamına değildir.
Burada böyle şey sözkonu-su değil.
Hatta sofiler bile binlerce tarikata bölündü birbirlerine karşı
kin ve haset duyguları besler oldular. Pek çoğu da otorite
makamlarının oyuncağı durumuna düştü.
islami Yönetim örneğinin Olmaması
İmam el-Benna diyor ki
Çok tuhaf bir şeydir ki bir komünizm düşüncesi devlet bulabiliyor
ve onu bayraklaştırabiliyor. Yolunda her türlü gücünü harcayarak
insanları ona özendirmeyi başarıyor. Diğer sistemler de öyle
milletlerin arasına sokuluyor ve toplumları peşinde sürüklemeyi
biliyor öteki mevcut sistemleri egemenliği altına alabiliyor. Ya
İslam onun yeri konumu ne acaba Mevcut bütün sistemlerin en iyi
yanlarını toplayan kötü yanlarını atan gerçek anlamdaki İslama
davetle yükümlü böyle bir görevi üstlenmiş ciddi samimi bir
cemaat neden yok İnsanlığın bütün müşküllerine en açık en
sağlıklı en rahatlatıcı çözümleri getiren bu sistemi dünya
toplumlarına evrensel bir düşünce olarak sunacak bir cemaatı
maalesef bulamazsınız. Halbuki daha bu düzenler ortada yokken
yayılma propaganda düzeni diye bir şey bilinmezken İslam daveti
kesin farz kılmış Müslümanların toplumlar cemaatlar halinde bu
yükümlülüğü yerine getirmesini is-miştir. İşte ezeli emir Sizden
hayra çağıran iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir cemaat
olsun işte kurtuluşa erenler yalnız onlardır. I1)
Müslümanların Başsız Kalması
İslam ülkelerinde olanları dile getirmek oldukça zor. Ne dil
dayanır buna ne yürek. Küfür her alanda tam bir başarı elde
etmişti. Şurada burada bölük pörçük bir hayata mahkum olan
müslümanlar dolayısiyle İslami uygulamadan da uzak düştüler. Ne
cemaat olabilmişlerdi ne de başlarında bir imam vardı. Oysa Ehl-i
sünnet ve Şia alimleri imam tayininin mutlak farz olduğu
konusunda ittifak etmişlerdir. Allahın hükümlerini ayakta tutacak
İslamın yayılma sancağını taşıyacak müslümanları yönlendirecek
her iki dünya mutluluklarını gözetip İslami hayat tarzına bağlı
kalmalarını sağlayacak bir imam. O nedenledir ki sahabe-i kiram
(Allah hepsinden razı olsun) Kainatın Efenisi vefat ettiğinde
Onun teçhiz ve defin işleminden önce bu konuya eğilmişti. Bu işi
bitirip yerli yerince çözüme bağladıktan sonra ancak Allah
Resulünün teçhiz ve defin işine sıra gelmişti Hazreti Ebu Bekir
halka hitaben Şüphesiz Muhammed bu dünyadan göçtü bu dine
kendisini ayakta tutacak mutlaka bir adam gerek diyordu. Maverdi
el-Ahka-mus-sultaniyye adlı eserinde Müslümanlara imamlık
görevini üstlenecek birini tayin etmeleri ittifakla farzdır
diyor. İbni Haldun Mukaddimesinde İbni Tey-miyye es-Siyasetüşşeriyyesinde ve Gazzaii el-İktisad fil-itikadında aynı şeyi
söylemiştir. İmam yeryüzünde Allahın gölgesidir diye bir rivayet
de vardır. Hazreti Ömer de Cemaatsız İslam olmaz emirliksiz de
cemaat emirliğin şartı da itaattir der.
Müslümanlara imam olacak kişide şu on şartın bulunmasını alimler
ittifakla şart koşar 1) İslam 2) Buluğ 3) Akıl 4) Erkeklik 5)
Köleliğin karşıtı olan hürriyet 6) İslam hükümlerine eksiksiz
şekilde uyma anlamındaki a-dalet. Sorumluluk mevkiine gelecek
kişinin inanç sağ(1) Beşinci Kongre Bildirisi Kardeşler ve İmamlık.
lamlığı ve farzları yerine getirmedeki titizliği bir yana ne
büyük günahlan işlemeli ne de küçük günahlara bulaştığı
görülmelidir 7) Müslümanları güdüp gözetmede Allah yolunda cihad
etmede ihtiyaç duyacağı ölçüde duyu ve organlarının sağlam
olması. 8) Din ve dünya işlerine dair bilgi. Öyle ki
Müslümanların çeşitli müşküllerine çözüm getirecek düzeyde Kuran
ve Hadisten hükümler çıkara-bilmelidir. En azından söz konusu
hususla ilgili değişik bakış açılarından birini tercih edebilecek
düzeyde Kuran ve Hadise İslami ilimler sahasındaki araştırma metodlarına yakınlığı vukufu olmalıdır. 9) Yönetim işleri ve
konularında yeterlilik ve tecrübesi bulunmalıdır. Çünkü Hadis-i
şerif açıktır iş ehli olmayana bırakıldı mı kıyameti bekle 10)
Yukarıdaki şartları haiz olan bir i-mam adayına biat. Ama kimler
tarafından Öncelikle takvası İslami konulardaki titizliği buluğu
akıl ve adaleti halkın iş ve yararına olan şeylere dair basireti
bütün bunlara sahip oluşu yanında sosyal ve siyasal olgunluğa
erişmiş çözüm ve akid mevkiindeki kişilerin biati gerekir.
Sözgelimi ilmiyle amel eden alimlerin toplum içinde saygınlığı
olan takva sahibi büyüklerin dindarlığı ihlas ve doğruluğuyle
bilinen lider durumundaki kişilerin biatı. Yoksa bunlar önde
bulunmadığı sürece kavgacı cahillerin biatı yetmez.
Böyle bir imamlığın dayandığı en önemli esaslarda şunlardır
1) Şura 2) Adalet 3) Günah olmayan her konuda itaat 4) Hürriyet
5) Eşitlik 6) Hak 7) Kuran ve Hadise bağlılık.
Bernard Louis Batı ve Ortadoğu adlı kitabında şunları söyler
Ortadoğuda istikrarlı bir siyasal düzen vardı. Müslümanlar
tarafından tam bir kabul ve memnunluk gören bu düzen ne şiddet ve
baskıya ihtiyaç duyuyordu ne de siyasal demagojiye. Meşruluğu
konusunda her hangi bir muhalefetle da karşılaşmıyordu. Şimdi
tarihin karanlık bodrumlarına itilmiş bulunan bu düzenin yerini
başkaları aldı ama belirli bir süre için ilgi ve alkış
toplamalarına rağmen hiçbir zaman köklü ve tabii bir kabul
görmediler.
İşte bu düzen ve ortamın elden çıkmasıyla Ortadoğulular biricik
hüviyetlerini de yitirmiş oldular. Tek çatı altında toplanmış
aynı büyük toplumun birer üyesi iken ve bu ihtişamlı manzara
tarihi dönemler boyunca sürüp gitmişken sonunda bölük pörçük
toplumların gönüllerde kendine yer arayan temelsiz siyasi
birimlerin birer ü-yesi durumuna düşüverdiler.
Bu kadim düzenin altüst oluşu beraberinde sosyal ve kültürel bir
çöküşü getirdi.
Batıdan alınan kurum ve ölçüler Müslüman toplumlara hiçbir zaman
mal edilemedi umut ve beklentilerine ters düştü hep.
İhtiyaçlarına cevap veremediği gözle görülen bir gerçekti.
Bernard Louis devamla şöyle diyor Osmanlı İmparatorluğunu ele
alalım. Bu imparatorluk hulefa-i Raşi-dinden bu yana Ortadoğuya
egemen olan İslam imparatorluklarının sonuncusu ve en uzun
ömürlüsüydü. Büyük ve evrensel bir imparatorluktu. İslamı
bütünüyle hazmetmiş ve başına taç bilmişti. Zamanlar boyunca
bütünlüğünü ve tek ses olma niteliğini hiç aksatmadan korumayı
başarmıştı. Dünyanın dengesi durumundaydı. Düşmanlarıysa onun hep
yönetim kadrosuyla uğraşmış ve hiçbir zaman bağlı olduğu temel
espriyi hüviyetini o-luşturan değer hükümlerini dejenere etme
yolunda çaba göstermemişti.
Ancak 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında
imparatorluk Avrupa kökenli fikirlerin değer hükümlerinin
saldırısına uğradı. İslam ki sosyal yapısı itibariyle daima
demokrasi yanlısı bir dindir. Daha doğru bir deyişle adil bir
dindir. Ne Hindistandaki gibi sosyal sınıflar düzenini kabul eder
ne de Avrupadaki gibi aris-tokratik sınıfsal ayrıcalıklar
.düzenini. İslam fırsat eşitliği ve yeteneklerin
değerlendirilmesi düşüncesini yaymak i-çin İslam aleminde hiç bir
zaman kanlı bir harekete ihtiyaç duymamıştır. Bu düşünce davetin
daha başlangıç a-şamasında gelip yerleşmişti ayrıca İslami görüş
daima kanun üstünlüğünden yana olmuş ve yöneticiler başta olmak
üzere herkesin kanuna saygılı olmasını istemiştir. Osmanlı
döneminde alimler bu İslami ilkeye saygı duyulmasını zorunlu
kılacak kadar güçlü ve etkiliydi.
İslamın öngördüğü şura sistemi tam anlamıyla anlaşılamamış
kavranamamış olmasına rağmen yine de değişik ülke ve
uygarlıkların malı hazır politik düşünceleri almaktan iyi idi.
Batılıların ya da Batılılaşmış yöneticilerin eliyle böylesi
düşüncelere yönelmekten hayırlıydı. Çünkü bu tür uygulamaların
Müslüman Ortadoğunun ihtiyaçlarını istek ve beklentilerini
karşılaması mümkün değildi.
Ama ne görüyoruz Kahire parlamentosu avuç a-vuç ve hazır kutular
halinde böylesi düşünce ve sistemleri dışardın ithal etti. Bu
yabancı sermayenin ne olduğuna dair açıklayıcı bir şerh ve yoruma
bile gerek görmeden peşin uygulamaya koyuldu. Mısır halkının
istek ve ihtiyaçları varmış onun umurunda mı Kendi dalaletinden
başka bir şeyi düşündüğü yoktu. (1)
Böylece İslamın hayatı bütünüyle kavrayan sistem anlayışı
yitirilmiş oluyordu tabi inanç mefhumu da. Ayrıca İslamı sağlıklı
bir biçimde koruyup anlatma mevkiindeki İslami kumanda organı da
elden çıkmış oluyordu. Bundan böyle İslamın hem din hem bir hayat
tarzı olduğu ruhaniyetle eylemi yanyana götürdüğü kültürle yasayı
eş gördüğü mushaf ve kılıç anlamına geldiği nereden bilinecekti
Sonunda otorite makamının Kuran ve Hadise bağlı olduğunu olması
gerektiğini bilmeyen bir millet ortaya çıktı. Bu milletin medeni
kültürle yüklü aydınları da islam dininin şura adalet hak
hürriyet ve ilahi sistemlerden kaynaklanan bir nizama sahip
olduğunu bilmiyordu. O ilahi sistem ki dörtbir yanı batıla
kapalıdır Hakim ve Hamid sıfatlarının sahibi yüce yaratıcının
gönderdiği bir vahiydir.
İşte İslamın hayatı bütünüyle kavrayan değerler sistemi böylece
düşmüş oluyordu. Yerine gelenlere Ber-nard Louisin boş diye
nitelediği yabancı kökenli kurumlardı sistemlerdi. Bunların
başında ceberutların sultası yer alıyordu. Yani sömürgeciler ya
da onların adına iş gören uşakları.
Cihad Güçlerinin Hedeften Saptırılışı
Urabi hareketi başarısızlıkla sonuçlanıp da İngilterenin Mısır
üzerindeki egemenliği eksiksiz bir şekilde sağlanınca bu kez
sömürgeciler okul ve halk kültürü yoluyla zihinleri dikkatleri
Mısırın düşüşüne yol açan temel sebebin özünden kaydırmaya
yüklendiler O temel sebep hiç şüphesiz dinin elden çıkması ve
yüreklerde yaktığı meşalenin sönmesiydi. Uygulanan bu son taktik
de beklenen ürünü vermekte gecikmemişti. İşte merhum Mustafa
Kamil ve Muhammed Ferid hareketleri. Bunların amacı yalnızca
bağımsızlıktı. Halkı şahlanışının temelinde yatan esaslara çekmek
örneklerini ondan almasını sağlamak ve yine millete şahlanışını
yönlendiren bir düstur olarak İslam ilkelerini göstermek hatta
bunu zorunlu kılmak varken böyle bir şeyi hesaba bile katmadılar.
Herhalde bu o dönem revaçta bir görüş olan Dini politikadan ayrı
tutma düşüncesinden kaynaklanıyordu.
Daha sonra 1919 devrimini sahnede görüyoruz. Bu devrim de tam bir
fikri hezimet içinde mevcut politik ortamı benimsedi. Siyasi
düşüncenin fikir ve ahlak savaşı veren yabancı güçlerin emrine
girdi teslim oldu. Bütün yaptığı iş şekilci bir politika izlemek
oldu. Bağımsızlık milli cihad anayasa parlamento ve ülke
bütünlüğü gibi belli başlı sloganların peşine düşerek ileri
devletleri taklit eden bir havaya büründü. 1919 devrimiyle gelen
bu sloganlar nihayet Vefd Partisi liderinin İngilizler hakkında
söylediği Şerefli makul dostlar sözüyle
and.laşması imzalandı ve adına da Şeref
dendi. Böylece bu andlaşmanın getirdiği
topraklarında onbin-lerce silahlı işgal
mühürlendi. Böylece 1936
ve bağımsızlık andlaşması
hakla Kinane
askerleri yaşıyordu.
Sömürü milleti partilere böldü kısır seçim çekişmelerinin içine
itti. Vatandaşlar birbirine düştü. Herkes birbirinin kuyusunu
kazar oldu. Öyle ki halk koltuk uğruna milliyetini feda etmeyecek
güçlü ve samimi bir siyasi kadrodan umudunu kesmişti. Zaten
samimi olanlar da ya umutsuzluğa kapılarak ya da çıkarcılıkla
suçlanmaktan korkarak milli hareket saflarından kaçtı. Çünkü
siyasi ortam tam bir bataklık görünümündeydi. Sömürünün sağladığı
çıkar fırsatlarından yararlanan politik çevreler her yanı
tutmuş bulunuyordu. Masumiyetine kıyılan gençlik siyasi
partilerce ya da şehvet çevrelerince yutulmuş eritilmişti.
Dolayısiyle mukavemet ruhları da dumura uğratılmıştı.
Üstad el-Benna milletinin 1926 yılındaki manzarasını şöyle
çiziyor
- Öyle inanıyorum ki geçirdiği siyasi dönemler sosyal çalkantılar
etkisinde kaldığı Batı medeniyeti ve Avrupa özentisi maddeci
felsefe ve frenk taklitçiliği bütün bunlar milletimi dini
gayelerinden ve kitabının gösterdiği ana hedeflerden
uzaklaştırdı. Şan ve şeref dolu tarihlerini unutturdu
geçmişlerinden devraldıkları ölümsüz eserleri göremez hale
getirdi. Cehalet ve ihanet eseri yapılan iftiralar sonucu bir
zerresi bile bozulmamış olan dinleri hakkında şüpheye düşmelerine
sebebiyet verdi. İslamın gün gibi aşikar hakikatini yüzdeyüz hak
olan ve hoşgörüye kolaylık esasına dayanan prensiplerini evham
perdeleriyle gözlerinden gizledi. Böylece halk cehaletin koyu
karanlıkları içine düştü. Hele gençlik ve öğrenci kesimi inancı
fesada veren imanın yerine inkarı getiren şüphe ve şaşkınlığın
çölünde çaresiz kalakaldı.1) Mısır güçlü ve dürüst islamı- bir
lider kadroya ne kadar muhtaç İnsan kalbine ilahi azameti
yerleştiren o-nu parıltı ve aydınlıklarla dolduran insana
insanlık anlamını kazandıran yüce fazilet değerlerini gözünde
bay-raklaştıran insanlara ahiretin azametini hatırlatıp dünya
hayatının basit kaygılarından kurtulmalarını sağlayan hıyanet ve
bölücülüğün sızmasına meydan vermeycek şekilde insanoğulları
arasında kardeşlik bağını güçlendiren farklı sınıflar arasında
karşılıklı sevgi ve yardımlaşma e-sasına dayalı sosyal adalet
ölçüsünü tesis eden ve bütün müşkülleri kökünden çözümleyecek
yüzdeyüz ilahi kaynaklı çareler getiren İslami lider bir
kadroya
İsmailiyenin Manzarası
Mısırın ve İslam dünyasının manzarası genel olarak budur. Ya
İsmailiye ve öteki Kanal şehirlerinin manzarası Kardeşler
davetinin hareket noktası çıkış mekani olan bu şehirler onların
hali manzarası niceydi acaba Gidip davetin beşiğini ziyaret
ettim. Bu bölgenin tabiatını şartlarını tanımak istiyordum.
Kardeşler davetinin nuru buradan fışkırmıştı. Daha ince ve nazik
bir ifadeyle bu bölge İslami hareketin yenilenmesi olayına sahne
olmuştu. Bu olay ilk buradan başlıyordu. İhmale uğrayan üzerine
tozlar çöken İslami hareket bu durumdan kurtarılıp ilk haline
Allah Resulünden devralınan o nezih şekline insan hayatını dünya
ve ahiretin mutluluğuna götürecek eski parlak gücüne yeniden
kavuşturulmak isteniyordu. Davet bu davetti ve bölge bu mutlu olaya sahne olmuştu. Peki ya manzarası Göreceğiz
Mısırlı Kılığına Bürülü Yabancı Şirketler
İşte Süveyş Kanalı Şirketleri ve daha başkaları. Üst düzeydeki
görevlilerin hepsi yabancı. Şirketler yabancı olunca başka
türlüsü de beklenemezdi zaten. İşçi-lerse tamamen Mısırlı ve
hepsi de köle durumunda. Yabancı görevli Mısırlı görevliye hep
tepeden bakıyor. Mısırlı işçinin köleden pek farkı yok. Yabancı
buraya gelirken çoluk çocuğunu getirmemişti tek başınaydı. Bu
durumda çamaşırını elbisesini kim yıkayacaktı evinin hizmetine
kim bakacaktı İşçinin karısı kızı dururken bundan kolay ne vardı.
Mısırlı bu şirketlerde çalışmak zorunda olduğuna göre bu
hizmetleri de yürütecekti. Mademki geçim sıkıntısı içindeydi ve
bir lokma ekmeği bu zorbaların elinden yiyordu öyleyse bundan
normali olamazdı. İşte böylece Mısırlı işçi bir anda ırzını
namusunu teslim edivermişti. O dönem aşırı geçim sıkıntısı
altında bulunan Mısırlı namusundan böylesine fedakarlığa alışınca
vatanından da aynı şekilde fedakarlıkta bulunması zor olmadı.
Gerek Kanal şirketinin gerekse öteki şirketlerin işçiye
verdikleri ücret ve" üçbeş kuruşla bu tür fedakarlıklar arasında
doğrudan bir bağ vardı. Ahlaki değerlerin kaybolması bundandı.
Ülkenin eleten çıkması milli haysiyetin yitirilmesi vatan
savunması şuurunun bütün bütüne unutulması hep bu adi çıkarlarla
ilgiliydi. Sonunda ölü bir millet ortaya çıktı. Uyarılmaya
şiddetle ihtiyaç duyan bir millet. Düşman karşısında derlenip
toparlanmasını sağlayacak kendisini savaş alanına çekecek manevi
dirilişe muhtaç bir millet.
Sözde Alimlerin Sergilediği Acıklı Durum
Kanalın iki yakasını tutmuş alim kılığına bürülü bir takım
insanlar gördüm. Buralarda güya vaaz ediyorlardı. Durup
vaazlarını dinledim. Aman ne hurafeler uydurmalar Bunları bir
alimin söylemesi asla mümkün değildi. Bir sebebi olmalı bu halin
dedim ve hemen araştırmaya koyuldum. Bu adamlar hangi
mihraklardan besleniyordu sırtlarını nerelere dayamışlardı Durum
hemen anlaşıldı. Bunlar iki grupta toplanıyordu birinci grup
İngiliz birliklerine ikinci grup ise yabancı şirketlere sırtını
dayamıştı. Artık herşey aşikardı. Bu adamlar din adına konuşan
bi- rer uyduruk vaizdi. Şurada burada yaydıkları hurafelerle
İslamın hakikatlarını örtmek ve bu batılların yerleşip
kökleşmesini sağlamak için uğraşıyorlardı. Sonunda İslam adı
altında saçma bir din ortaya çıkıvermişti. İlimle ilgisi olmayan
sözde alimlerin elindeki bir din başka nasıl olabilirdi ki
Üstelik bunlar İslam düşüncesini fitneye vermek bidat ve
hurafeleri bölgede yaymak için özellikle imal edilmiş kuklalardı.
Doğrusu şunları da eklemeliyim Bu iki grubun hemen yanında
bidatlarla savaşan bazı kişiler de vardı davetin üslubuyla
faaliyet gösteriyorlardı ama tecrübeleri yoktu. Bu durumda
sömürüye yine gün doğmuş oluyordu. Bu iyi niyetli fakat
tecrübesiz gruptan müslüman-lar aleyhine umdukları fırsatı
koparmış bulunuyorladı. Giriştikleri dahili fikir savaşıyla
onları asıl hedeflerinden o-yalıyorlar ve bu kozu iyi
değerlendiriyorlardı. Gördüğüm duyduğum kaydedebildiğim ve ileri
gelenleriyle tartışabildiğim kadarıyla sözde din adamlarının
sergilediği acıklı durum da işte böyleydi.
Orada başka bir grupla daha karşılaştım. Bahailerdi bunlar.
İslamın gerçek davetçileri hapishanelere doldurulurken bunlar
rahatça faaliyet gösteriyordu. Çünkü Krallık döneminde alınan ve
uygulanan bazı kararlar sözkonusuydu. Nasır döneminde de uzunca
bir süre yürürlükte kalan bu kararlara göre resmi makamlarca
tanınmayan hiçbir kimse kürsüye minbere çıkamazdı. İsla-mi
konularda halkı aydınlatmaya kalkışamazdı. Bahailer bu ortamdan
yararlanmasını iyi biliyordu.
Bir yanda para yüzünden haysiyetini kaybeden sözde alimler öbür
yanda istilasına uğradığı hurafeler uydurma ve batıllar
karşısında dini düşüncesini yitiren şaşkın bir millet. İşte bu
bölge de İslam bunların eline düşmüştü. Bütün bunların ötesinde
de koyu kapkara bir cehalet. Milliyetçiliğin anlamını bilmemekten
tutun da nelere ve daha nerelere kadar cehaletin her türlüsü.
Bölge halkını oluşturan fertler böylesine koyu ve katmerli bir
cehaletin içinde yüzüyordu.
İmamın ta küçük yaşlarda başlayan müsbet tavrı
Henüz çocuk denecek yaşlarda çok genç bir delikanlı iken -bile
bir şahsiyet sahibiydi ve bu her halinden belli oluyordu.
Babasının da el-Urvetül-Vüska dergisinde siret bölümünü yazarak
katıldığı Efgani hareketinin sorumluluğunu taşıdığının
şuurundaydı. Allah kendisine zeka ve kabiliyet bağışlamıştı
öyleyse büyük işler başarmalıydı böyle düşünüyordu. İlk iş olarak
da İslamla sıcak bağları bulunan büyük şahsiyetleri harekete
geçirmeyi kararlaştırdı. Bir ramazan günü iftardan sonra İslamın
uyanışı cemiyetinin kurucusu ve ulema grubunun büyüklerinden
üstad Yusuf ed-Decevinin evine gitti. Burada alim ve ileri
gelenlerden büyük bir toplulukla karşılaştı. Sohbet havasına
hakim olarak müslümanların durumuyla ilgili duyduğu acıları dile
getirdi. İslamı ve müslü-manları kurtarmaya yönelik ciddi
çalışmaların gerekliliği üzerinde durdu. Müslümanların bugünkü
zayıf durumuna karşılık İslama düşman mihrakların çok güçlü
olduğunu belirten üstad ed-Decevi bundan üzüntü duyduğunu a-ma bu
yolda harcanacak her çabanın mutlaka sonuçsuz kalacağını bu
durumda kişinin sadece kendini kurtarmaya çalışması gerektiğini
ve bunun da yeterli olacağını i-fade etti. Daha sonra da bir
şaire ait şu beyti okudu
Anlaşabilmişsem nefsimle kendi kurtuluşum için eğer Ölen ölmüş
kalan kalmış umurumda olmaz gayrisi.
Genç Hasan el-Benna öfkeyle atıldı - Hayır efendim
söylediklerinize kesinlikle katılmıyorum. İnancım odur ki ortada
zaftan başka bir şey yok. Bir de hareketsizlik ve
sorumsuzluklardan kaçış Neden korkuyorsunuz Hükümetten mi ya da
Ezherden mi Geçim derdiniz yok bari oturun da evinizde hizmet
edin İslama. Şayet karşılık vermiş olsanız gerçekte halk sizinle
beraberdir. Çünkü halkımız müslümandır. Ben o-nu camilerde kahve
ve caddelerde tanıdım imanla dolup taşdığını gördüm. Ama ihmal
edilmiş sahipsiz bir kuvvet bu inkarcı küfür alayının karşısına
çıkarılamıyor. Ayrıca mahut küfür alayının dergi ve gazeteleri de
gafletiniz sayesinde ayakta duruyor eğer dikkat edip sesinizi
yükseltmiş olsanız her biri köşe bucak kaçışıp kendi deliğine
girecektir. Ey üstad Şayet Allah için çalışmak istemiyorsanız
bari dünya için yediğiniz somun için çalışın. Çünkü eğer İslam bu
milletin elinden çıkarsa bilin ki ortada ne Ezher kalır ne de
alimler. Hatta yiyecek harcayacak bir şey de bulamazsınız. O
halde İslamın varlığını savunmuyorsunuz savurimayacaksanız hiç
olmazsa kendi varlığınızı savunun. Ahiret için çalışmak içinizden
gelmiyorsa bırakın dünya için çalışın. Aksi halde hem dünyanızı
hem de ahiretinizi yitirmiş olacaksınız. İkisi birden gidecek
elinizden.
Orada bulunan kötü niyetli bazı alimler genç Hasan el-Bennayı
üstad Deceviye ve Ezhere karşı saygısızlıkla suçladı. Fakat Ahmed
Bey Kamil adında büyüklerden biri Gencin hakkı var söyledikleri
doğru diyerek onlara itiraz etti Hasan el-Bennaya dönerek Evim
emrinizde dedi.
Daha sonra Decevi çevresindekilere birlikte Mu-hammed Sad adında
bir komşusuna geçti. Genç Hasan el-Benna da katıldı onlara.
Herkes yerini alıp oturduktan sonra Decevi ne görse iyi delikanlı
hemen yanında oturuyor. Şaşırarak yine mi sen dedi. Hemen eline
bir miktar çerez alarak ilave etti hele şunları al bakalım inşaallah düşünürüz. Hasan el-Benna cevap verdi evet yine ben işte
tekrar geldim. Eğer mesele çerez meselesi olsaydı bir veya iki
kuruş verip yetecek kadar almasını bilirdim elbette. Bir sonuca
varmadıkça peşinizi bırakmayacağım. Durumun vahameti inşaallah
düşünürüz gibi laflara müsait değildir. Ciddi ve hemen hareket
istemektedir. Siz İslamın koruyucularısınız. Eğer sizin dışınızda
İslamın başka imamları koruyucuları varsa ve bunları tanıyorsanız
lütfen delalet edip bana gösterin ayaklarına gideyim sizde
bulamadıklarımı belki onlarda bulurum. E-fendim ne olur anlayın
kaybolan İslami varlığı ye İslama ait herşeyi yeniden elde etme
yolunda olumlu bir adım atmanızı istiyorum
Bir an yakıcı kavurucu bir sessizlik odaya çöktü. Decevi başta
olmak üzere orada bulunanların bir kısmı gözyaşlarını tutamayıp
ağlamaya başlamışlardı. Ne yapabilirim Hasan dedi Decevi ne gelir
elimden İngiliz işgal kuvvetleri ülkeyi avucunun içine almış
herkes titriyor korkuyor. Efendim dedi genç Hasan din gayretine
sahip düşünce adamlarını toplayıp bir araya getirebilirsiniz
böylece bir durum değerlendirmesi yapmalarını sağlayabilirsiniz.
Konuşmalar konferanslar şeklinde bir hareket başiatabilirler.
Küfrün inkarın karşısında duracak bir gazete dergi çıkarılabilir.
Gençliği bünyesinde toplayacak bir cemaat kurulabilir. Bir yandan
da vaaz ve ir-şad hareketine hız kazandırılır. Bunları yapmamız
pekala mümkündür
Bu sözler meclisi oluşturan zevat özerinde derin bir etki meydana
getirdi ve bunun sonucu derhal harekete geçildi. Ülkenin önde
gelen alim ve eşrafı kimlerdir bunların müzakeresine başlandı.
Hasan el-Bennanın teklifi üzerine tesbit edilen isimler bir
kağıda yazıldı. Bu arada üstad Decevi Ehram gazetesinde İslam
hakimiyetinin zorunluluğunu gerektiren bir yazı yayınladı. Aynı
yazıyı ayrıca Nurul-İslam dergisinde de yayınladı. Öte yandan
Muhibbuddin Hatib el-Fetih adında bir dergi çıkarmaya başladı.
Daha çok edebi bir espriye sahip olan bu dergi İslama davet
yolunda etkili yazılar ihtiva ediyor ve bu konuda bir meşale
ödevini görüyordu.
O Yaşlarda Düşünce Olgunluğu
Yıl 1927. Yüksek öğrenim son sınıfında okuyor
Hocalardan Ahmed Yusuf Necati sınıf öğrencilerine bir kompozisyon
ödevi veriyor. Herkes dilediğini yazabilecek. Başlık da şöyle
Öğrenimini tamamladıktan sonra en büyük amacının ne olduğunu
anlat ve bu amacı ger-leştirmek için hangi prensipleri
hazırladığını açıkla
Öğrenci Hasan el-Benna yazdığı kompozisyonda insanlığın hayrı
için çalışan ve bunu sırf Allah rızası uğruna yapan sosyal bir
şahsiyet olmak istediğini belirterek şöyle dedi En hayırlı en
değerli iş sonuçlarından o işi yapanın ailesinin milletinin ve
topyekün insanlığın yararlandığı iştir. Elde edilen yararın
kapsamı nisbetinde o iş önem ve değer kazanır. Bu yolda kendisine
yardımcı o-lacak öğretmenlik mesleğini seçişinin sırrını da şu
sözlerle açıkladı Öğretmen olmak istiyorum. Çünkü görüyorum ki
öğretmenler büyük yığınları aydınlatan birer ı-şık durumundalar.
Gerçi bu ışık kendisinin yanması pahasına halkı aydınlatan bir
mum ışığı gibidir ama yine de her türlü ilgiye layıktır. (1)
Tarikata girmeyişinin en ö-nemli sebeplerini de şöyle dile
getirdi Bunun iki sebebi vardır
1- Diğer tarikat mensuplarıyla anlaşmazlığa düşmek istemiyorum.
2- Davetin az sayıda Müslüman bir grup arasında mahsur kalmasını
istemediğim gibi İslami ıslah hareketlerinden yalnız birine mal
edilip harice taşma şansını kaybetmesini de doğru bulmadım. (1)
İmam el-Benna önemli bir durumu daha farketmiş-ti ülkenin siyasi
İslami milli ve içtimai fikir yapısını temsil eden kesim bilimin
ağır baskısı altındaydı. Avrupa kaynaklı bilimsellik hareketi
düşünce ufuklarında bir şimşek gibi çakmış ve neredeyse gözlerini
basiretlerini kör etmişti. Hatta Muhammed Abduh Reşid Rıza Muhammed Ferid Vecdi ve İslama yardım etmek Müslümanları harekete
geçirmek için içtenlikle hararetle çalışan talebeleri bile bu
baskı çemberinin içindeydiler. Çünkü hem onlar hem de talebeleri
az ya da çok bundan etkilenmişlerdi. Ancak İmam el-Bennanın
bulunduğu İslami çizgi safdı pürüzsüzdü. Gerek onların gerekse
Efgani gibi benzerlerinin maruz kaldığı bu etkiden tamamen
uzaktı. Burada bir hatıramı kaydetmek isterim. Bir gün
kardeşlerden biri merhum eş-Şeyh Tantavi Cevherinin Kuran tefsiri
ile ilgili görüşünü sormuştu İmama. Merhum Cevheri Batı
ansiklopedilerinin hakkında çok şeyler yazdığı bir İslam
felsefecisiydi. Bir ara Müslüman Kardeşler gazetesinin yazı
işleri müdürlüğünü de yapmıştı. Önde gelen davetçilerden biriydi
imam verdiği cevapta şunları söyledi O tefsir her müslüman için
bir ansiklopedidir. Kuran-ı Kerimi okuyan inceleyen herkes için
önemli bir eserdir. Çağının ve şartlarının mührünü taşıyan
karakterini yansıtan ayrı bir tefsir oluşu gözden ırak
tutulmamalıdır. Kendi çağında ve çağdaşları için yaşayan bir
eserdir. Ancak bu onun çok faydalı bir kitap olmasını herkese
ışık tutmasını Allahın izniyle gölgelemez.
Bu kısa izahtan çıkan sonuç şudur Efgani Muhammed Abduh Reşid
Rıza ve benzerleri İslam davetinde bir merhalenin
temsilcileridirler. Giriştikleri hareket bir ıslah hevesi isteği
olmaktan öteye geçmez. Diğer bir deyişle bu hareket İslam
ilkelerini toplum katlarında ve yönetimde egemen kılacak düzenli
pratik ve etkin bir güç oluşturamamıştır. Sadece aksiyon niteliği
taşımayan bir teşebbüs olarak kalmştır.
O halde İmam Hasan el-Benna İslami hareketinde bir tashih
düzeltme merhalesidir. Cihad çizgisini pürüzlerden arındırma ve
şaşırtılan hedeflerine yeniden yöneltme çığırıdır. Milleti ve her
çeşit ıslahçı hareket komutasını Aziz ve Hamid sıfatlarının
sahibi yüce yaratıcının sırat-ı müstakimine yönlendirme adımıdır.
Hem de İslam ümmetinin ve ona öncülük eden kadroların
hakikatlardan saptırıldığı en doğru yoldan alıkonduğu ve
dolayısiyle binbir çeşit çıkmazın girdabına itildiği bir dönemde.
Buna sıtratejisi kesin çizgilerle belirlenmiş büyük bir hareket
için ciddi bir hazırlık aşamasıdır da diyebiliriz. Bir yönüyle de
Muhammed Abduh Efganl ve Reşid Rıza hareketinin çarpık
taraflarını düzelten ancak hassas bir büyüteçle görülebilir
durumdaki eğriliklerini doğrultan bir başlangıç adımıdır.
Onlardan başka Abdülaziz Çavuş hareketi için de aynı şey ve hatta
onun yolunu izleyip yığınla hataların içine düşerek dalaletleri
apaçık ortaya çıkan kişiler hep aynı değerlendirmeye tabidir.
Doktor Tahir Ahmed Mekki de şöyle diyor Hasan el-Benna kendine
has üslubu olan bir İslam davetçi-sidir. Eşsiz ber deha emsaline
zor rastlanıl bir alim ve plan adamıdır. Yüzyılımızdaki İslam
hareketini yenileyendir ve gerçek manada bir din adamıdır. Etkili
bir hatip ikna eden bir söz ustasıdır. İslam nizamını müjdeleyen
bir davetçidir. Bir yandan Cemaleddin Efganinin cesaretine sahip
olurken bir yandan da Muhammed Abduhun fikir planındaki
atılganlık özelliğini kendinde toplamıştır. Ayrıca Efganide de
Abduhda da bulunmayan üstün bir teşkilatçılık gücüne sahiptir.
Tıpkı Robert Jacksonun dediği gibiydi. Onu anlatırken yazar şöyle
diyor Her şeyi söylerdi ama cerh mi etti kötüledi mi
anlayamazdınız. Eleştirilerini bir sanat ve vecize üslubu içinde
yöneltirdi. Bir konunun sadece ana hatlarını ortaya koyar
ayrıntılarını ise çevresindekilere bırakırdı. Muhatabını daima
rahatlatan bir sadeliğe sahipti. Ama aynı zamanda son derece
derindi de. Öyle ki kendisiyle görüşen konuşan biri sonunda
mutlaka onun yanında yer alırdı. Savunduğu sözcülüğünü ettiği
düşünceye kesin kesin inanırdı. (1)
Hele değişik isimleri durum ve konumları hafızasında tutma
kudreti herkese örnek teşkil edecek çaptaydı. Sözgelimi bir kere
karşılaşmışsanız yıllar sonra tekrar karşılaştığınızda size
adınızla hitap eder memleketinizden ilk karşılaşma sırasında
yanınızda bulunan arkadaşlarınızdan sorar. Çoğu zaman da bir
kardeşe çocuklarının isimlerini ayrı ayrı söyleyerek ne halde
olduklarını sorar isterse onları bir kere görmüş olsun.
Hasan el-Benna ve Diğer Islahçı Hareketler Arasındaki Fark
.
Amerikalı yazar Robert Jackson şöyle der Doğuda batıda eski ve
yeni dönemlere ait dünyanın tanıdığı kaç akım çığır ve mesaj
varsa Hasan el-Benna hepsini de okumuş ve araştırmıştır. Bunların
kahramanları kimlerdir başarıları başarısızlıkları nelerdir
hepsini bir bir incelemiştir. Bunlardan çalışmalarına ışık
tutacak olanları tecrübe olarak kullanabileceklerini almayı
bilmiştir. Bütün herşeyi adeta yutmuştu. Kanun toplum politika ve
edebiyat konularında okuyup öğrenmediği ilim fikir ve yeni
gelişmelere dair bir teori yoktu.
Yüzyılımızda gerçekten ıslaha yönelik pek çok hareketler ortaya
çıkmıştır. Hindistanda Mısırda Sudan ve Kuzey Afrikada. Önemsiz
sayılmayacak sarsıntılar yankılar meydana getirmişlerdir. Ne var
ki hiçbiri olumlu kalıcı sonuçlar doğuramamıştır.
Bunun sebebi açıktır Bazı ıslahatçılar olaylarla
karşılaştıklarında soğuk kanlı olamıyorlardı içine düştükleri
ölçüsüz reaksiyoner durum ve ruh hali yüzünden kurmaya
çalıştıkları yapı daha tamamlanmadan yıkılmaya mahkum oluyordu.
Halkla da bir bütünlük yoktu sağlam bir kamuoyu
oluşturamıyorlardı.
Sonunda bütün bu davetler akımlar çığır ve mesajlar meydanı bir
bir terk etti kitap sayfalan arasındaki kelimelerden dillerdeki
ibarelerden ibaret kaldı. Şimdi her biri yeni bir diriliş
bekliyor öğreti ve şartlarının yeniden ele alınmasını umuyor tam
manasıyla olgunlaşabile-ceği zemini kolluyor. Ama ne mümkün İşte
İmam el-Benna kendinden öncekilerin tecrübelerinden yararlanmış
İslam davetinin sancağını taşıyan liderlerin mütefekkir ve
öncülerin tarihinden istifade etmeyi bitmiş ama onların düzeyinde
kalmak istememiştir. Daha ileri bir alana ayak basarak başka
kahramanlarla buluşmuştur. Hazreti Ebu Bekir Hazreti Ömer ve
Hazreti Halidden yararlanmıştır. Hazreti Ebu Bekirden hoşgörü
Hazreti Ömerden sertlik ve Hazreti Halidden de teşkilatçılık
dehası almıştır
Müslüman Gençler Cemiyetini Oluşturması
İngiliz işgali azgın bir misyonerlik hareketi başlatmıştı. O
dönemin büyüklerinden Doktor Abdülhamid Said Almanyadan dönmüş
onun Mısıra gelişi işte böyle bir ortama rastlamıştı. Misyonerlik
hareketi ülkeyi korkunç bir dalga halinde sarmıştı. Hatta ingiliz
himayesi altındaki bu misyonerler aynı görevle Ezher
Üniversitesine kadar girmeyi başarmış ve eylemlerini
sürdürebilmişlerdi. Cadde başlarını ve hele Ezher-i Şerif
caddesini ellerine geçirmişlerdi. Kürsüler kurup nutuklar
atıyorlardı. Misyonerliğin her türlü taktiğini deniyorlar ve
İslam hakkında milleti şüpheye düşürmeye çalışıyorlardı. Köyler
şehirler bunların faaliyetleriyle doluydu. Sözgelimi Buheyreye
bağlı Mahmudiye şehrinde İngiliz kilisesinin emriyle üç kız yoğun
bir şekilde hıristiyanlık propagandasına girmişti el-Hilal
dergisi.
Başlarında Mis. Wait adında bir kızın bulunduğu bir grup sağlık
hizmetleri dikiş nakış öğretmek ve küçük çocukları barındırıp
eğitmek bahanesiyle müthiş bir misyonerlik faliyeti
gösteriyorlardı. Böylece Hasan el-Ben-nanın mücadele alanına bir
ikincisi daha eklenmiş oluyordu. Sekreteri henüz on dört yaşında
olan Hassafiye Hayır Cemiyeti ile birlikte Hasan el-Benna bu
mücadele alanlarında etkin bir rol oynamıştır. (1)
Bu mesele alimlerimizi uyarmaya başlamıştı. O sıralarda DaruI
Ulumululya öğrencisi olan genç Haşan el-Benna Abdülhamid Said
Yahya Derdir ve daha başka büyüklerle görüşmeler yapıyordu.
Gençliği kurtarma yolunda ciddi tedbirler almanın zarureti
üzerinde duruyordu. Gayri müslim gençlerin bir kulübü vardı.
Buraya yalnız kendileri devam etmiyor müslüman gençler de gelip
gidiyor misyonerlik faliyetlerine yataklık eden bu kulüpte
gençlerimiz planlı bir şekilde şüphelere itiliyor. Gençliği
dağınıklıktan kurtaracak bir araya getirecek bir kulübe ne kadar
muhtacız Böyle düşünüyor ve böyle söylüyordu genç Hasan el-Benna.
Bu düşünceler meyvelerini vermekte gecikmedi. Hasan el-Benna bir
gençlik kulübünün tohumlarını atmayı başarmıştı. Asıl doğumu
İsmailiyeye göçünden sonra gerçekleşen bu kutlu ocağın adı
Müslüman Gençler Cemiyetedir. Kendisi İsmailiyede idi ama onu
desteklemede ve kuruluşuna katılmada hiç vakit kaybetmemişti. Bu
cemiyetin yönetim kurulu ve kurucu meclisi doktor Abdülhamid
Saidin başkanlığında doktor Yahya Derdir Şeyh Muhibuddin Hatib ve
benzeri üyelerden oluşuyordu. Hasan el-Benna bu devlerin arasında
gençliği temsil eden tek üye idi. Ömrünün son anına kadar da bu
cemaata olan bağlılığını sürdürdü. Nitekim mübarek ömrünün son
gecesi yine bu cemiyetin binasında geçti.
Neydi bu cemiyetin ana hedefleri Şöyle sıralaya biliriz
1- İslam ilke ve kurumlarının yeniden teessüsü i-çin çaba
harcamak.
2- Ülkede İslamı hakim kılmak.
3- Bazan haçlı bazan da laiklik isimleri arkasına gizlenen Batılı
fikir emperyalistlerinin pençesine düşen gençliği bütün bütüne
kaybolmaktan kurtarmak.
işte bu milleti Batı istikametinden döndürme yolunda girişilen
ilk ciddi hareketin öyküsü. Böylece Artık dur deniliyordu burası
İslam ülkesidir ileri gidiyorsunuz kendinize gelin diye
haykırılıyordu.
Liderlik Özellikleri
Sade tabiatı hafif sakalı ve kimi alimlerde görülen suni
tavırlardan uzak görünüşüyle Hasan el-Benna İsla-mi hareketin
liderliği için yaratılmıştı sanki. Zeki idi nereden neyin
geleceğini iyi bilirdi. Vakur ve heybetliydi.
Kişilerin farklı anlayışları üzerinde kudret sahibiydi.
Muhataplarının gönüllerine girmesini bilirdi düşünce ve görüşünü
kabul ettirmeyi başarırdı. Çok geçmeden kendi düşüncesi konuştuğu
kişilerin dilinden dökülmeye başlardı. Birden aynı düşüncenin
bağlıları oluvermişlerdir. Hatta söylediklerinin himaye ve neşri
için birer asker o-luvermişlerdir. Karşı düşünce ve
muhalefetlerden sıkılmazdı. Bize hep şöyle derdi İnsanların size
ve savunduğunuz teze karşı çıkmasını nasıl düşünebilirsiniz
Varlığının hakikati apaçık olan Allah hakkında muhalefet ediyor
ve Allah üç tanrının üçüncüsü diyorlar ve daha neler .
Ayrı ciltler halinde izah edilebilecek bir düşünceyi o birkaç
satır ya da sayfada gayet veciz ifade ederdi. Böylece farklı
seviyelerdeki bağlıları söylediklerini tamamıyla kavrar muhafaza
ederdi.
Bir söz ustasıydı yeni düşüncelerini yumuşak ifadeler halinde
sunma kudretine sahipti. Eğer böyle olmasaydı halkın
muhalefetiyle karşılaşırdı. Kendisiyle savaşırlardı bile. İşte bu
yeteneği ve gücü sayesinde onları geçmişin mirası alışılagelmiş
düşüncelerden uzaklaştırmayı başardı din konusundaki yalnış
anlayışlarını düzeltti. Hayat görüşlerini değiştirdi bir hedef
verdi onlara hürriyet ve kuvvete dair umutla doldurdu
gönüllerini. Jacksonnu dinleyelim yazar şunları söylüyor Liderlik niteliklerinden biri de sesiydi. Güçlü ve sevgi dolu
sesi vardı. Bir de beyan dirayeti anlatım gücü. Yığınların ruhuna
kolayca nüfuz edebiliyordu. Kültürlü kesimin idrak zevkine uygun
bir anlatım gücü vardı. Söz ustalığı ve ikna yeteneği konusundaki
üstünlüğü tecrübe ve mahareti sayesinde herkes tarafından kabul
görürdü
Onda siyasetçilerin dehası liderlerin gücü alimlerin delil
dirayeti sofilerin imanı sporcuların atılganlığı felsefecilerin
ölçüleri hatiplerin hitabet gücü ve yazarla-ın kalem keskinliği
vardı. Bütün bu nitelikler çok özel bir karakter halinde ayrı
ayrı kendini gösteriyordu. Sahabe ve Tabiinin hayat hikayelerinde
okuduğunuz niteliklerdi. Toplum tabiatından ayrı bir tabiata
sahipti çağı geçmiş bir kelimeydi adeta. O sebepledir ki İslam
kelimesini yeni bir tarzda yücleten sokak adamına varlığının ve
aki-betinin hakikatini gösteren böyle bir imam karşısında Batı
eli kolu bağlı kalmadı. İnsanları Allah kelimesi üzerinde
toplayan davetinin gücüyle her türlü yabancılaştırma.
milliyetçilik maskeli dalaletler ve dar ırkçılık hareketlerinin
rüzgarını kesen yazarların üslubunu doğrultan ve bir kısımınin da
İslami hareket kervanına katılmasını sağlayan böyle bir İmam Batı
için elbet bir tehlikeydi. (1) Ak-kad Heykel ve benzerleri bunun
en canlı örneğini teşkil ederler. İşte bu yazarların İslam
hakkında yazılar yazmaya yönlenmeleri onun etkisiyledir.
İSMAİLİYEDE
Allahın izni ve iradesiyle Haziran 1927 de Da-rul-ulumdan mezun
olan bu genç aynı yılın eylülünde öğretmen olarak atanıyor ve bu
İsmailiyedeki ilk işi oluyor. 16.9.1927 ye rastlayan bir
pazartesi günü ismaili-yeye gitti. Burada hiç vakit kaybetmeden
bir yol aramaya koyuldu. Doğruca camiye gitti. Cami onun gibi bir
kişi için en tabii bir yerdi. Zikir halkalarıyla karşılaştı
camide. Bu yeni ortamı kavramakta gecikmedi. Tarikat mensuplarıy
la başkaları arasında da cereyan eden bir takım sürtüşmelere
tanık oldu. Şehir halkı ikiye bölünmüştü. Bir kısmı Şeyh Musanın
bir kısmı da Şeyh Abdussemiin çevresinde toplanmıştı. Halkı
yabancı işgalinden oyalayan ve kendi içinde didişmelere düşüren
teferruat cinsinden bir takım meseleler çevresinde müthiş bir
parçalanma olayı vuku bulmuştu. İşte sözkonusu meselelerden
bazıları tevessül yani Allaha yaklaşmada bir vesileye sarılma
meselesi. Ezandan sonra Peygambere sa-lat ü selam okuma meselesi.
Cuma günü camide Kehf suresinin okunması durumu. Teşehhüdde
peygamberin adı geldiğinde seyyiduna diyecek miyiz demiyecek
miyiz Yine peygamberimizin ana-babasının ahiretteki yeri Ölünün
arkasından okunan Kuran onun ruhuna u-laşır mı ulaşmaz mı Tarikat
müntesiplerince tertiplenen zikir halkaları bir masiyetmidir
yoksa Allaha yaklaştıran birer vesile mi
Bir grup insanla cami köşelerinden birinde ayrı bir yer tutmaya
çalıştı onlarla dini bir bağ kurmak ve karşılıklı sevgiye dayanan
bir bütünlük sağlamak istiyordu. Ancak yaklaşık yirmi üç
yaşındaki bir gencin öğütleri ileri düzeydeki şeyhlerin öfkesini
çekti üzerine. Bu muhalif şeyhler birlik olup onu camiden
kovdular. Artık kahvehaneden başka gidebileceği bir yer yoktu.
Evet kahvehane. Ya buradaki manzara Tam bir garabet örneği.
Sözgelimi biri oturmuş Zır Salim ya da Antere Bin Şeddad hikayesi
anlatıyor. Tabi sazı ve şarkısıyla. Ortada her biri ayrı talden
çalan ve danseden kadınlar. Nihayet kovulmadan oturabileceği bir
sandalye bulabilmişti. Oturdu halkı düşünmeye tepeden tırnağa
karakterlerini incelemeye başladı. Dans bitmiş ve çalgılar
susmuştu ki gen öğretmen bir konuşma yapmak için izin istedi.
Tamam j dediler konuş dinliyoruz. Cahiliye edebiyatı okuduğun-i
dan söz etti onlara ve cahiliye kahramanlarına dair öyle şeyler
anlattı ki şaşırıp kaldılar. Böylesini hiç duyup dinlememişlerdi.
Sonra sözü başka bir noktaya çekti. İsla-mın bu kahramanlardan
nasıl da devler meydana getirdiğini bu çahjliye adamlarından
Halid bin Velid Amr bin Madikerib ve benzerleri gibi nice İslam
kahramanları ortaya çıkardığını sözkonusu etti.
Bu şekilde başlayan sohbetler birbirini izledi. Genç öğretmen elBenna İslam fetihlerinin kahramanlarına dair çok şeyler
anlatıyordu onlara. Halk kendisine öylesine sarıldı ki peşini
bırakmaz oldu adeta. Artık herkes ona efendi diye hitap ediyordu.
Saz sahibi büyük öğretmenin kürsüsüne oturtuyorlardı. Daha sonra
ayrı bir oturum düzenlediler onun için. Böylece aynı kahvehanede
iki ayrı ders vermeye başlamış oldu.
Bu kahvehanade halk büyük yığınlar halinde toplanmaya başladı.
Genç Hasan el-Benna garip bir durum farketti. Yığınların kalbinde
gizli ve üstü kapalı bir iman vardı. Bu imanı araştırıp ortaya
çıkarmak pekala mümkündü. Bir umut ışığı parlamıştı içinde.
Bundan böyle kahve sohbetlerini sürdürmeliydi ve öyle yapıyordu.
Bu kez başka bir kahvehane müşterilerinin gitgide azaldığını
anladı. Koşup Hasan el-Bennanın bulunduğu kahvehaneye gidip aynı
sohbetleri ücret karşılığında kendi kahvehanelerinde de yapması
ricasında bulundular. Hasan el-Benna bu teklifi derhal kabul etti
ancak ücretsiz olarak çünkü onları memnun etmek istiyor kazanmak
maksadını güdüyordu. Böylece sonunda binlerce kişinin devam
ettiği üç büyük kahvehanede üç ayrı kürsüye sahip olmuştu. Artık
bu ortamın değerlendirilmesi zamanı gelmişti. Ele aldığı konuyu
yavaş yavaş açıyor ve halka i-nanç hakkında hayat tarzı ve ahlak
konularında konuşmalar yapıyordu. Tabi işe öncelikle inancı
düzeltmek güçlendirmek ve sağlamlaştırmak noktasından başlayarak.
Bunun için de Allahtan Allahın varlığından-ve yüce sıfatlarından
sözediyor Allah Resulüne Onun azim ve sebatını eşsiz ahlakını
anlatıyordu. Bunları anlatırken de felseefi nazariyelerden ve
mantıki kıyaslardan özellikle kaçınıyordu. Dine aşk derecesinde
bağlılık duyar hale geldikten ve kıyamet gününe kesin kesin
inandıktan sonra İslamın ahlak prensiplerini ve getirdiği
yükümlülükleri açıklıyordu. Namazı anlatıyordu onlara ama Ezher
alimlerinin izlediği yolu izleyerek değil. Sözgelimi Temizliğe
elverişli sular yedi bölüme ayrılır şeklinde girmiyordu namaz
konusuna. Allah Resulünün abdest alanların sevabına dair
hadisinden söz ediyordu. Sözgelimi Kim güzel bir şekilde abdest
alırsa vücudu günahlardan arınır hatta tırnaklarının altında bile
birşey kalmaz. hadisini anlatıyordu. Yine şu hadis-i şerifi Kim
güzelce abdest alır kalbi ve yüzüyle yönelerek iki rekat namaz
kılarsa cennet ona vacip olur. İzlenen bu yol öylesine etkili
oldu ki dinine can atan bu kişiler bulundukları yere sığmaz
oldular. Namazımızı nerede kılacağız ve mutlaka kılacağımıza göre
diye haykırdı. Yıkık dökük bir namazgah gösterdiler kendisine.
Derhal eli kolu sıvadı ve işçilerle birlikte o camii inşaya
koyuldu.
Halkı Nasıl Çağıracağız
Hasan el-Bennanın izlediği yol Allah Resulünün izlediği yoldu.
Cahiliyeyi kaynağında can evinde karşılıyor yakalıyordu. Yani
kahvehanede. Çünkü Allah burada unutuluyor ve şeytana burada
tapılıyordu işte Hasan el-Benna da işe buradan başlayarak halka
yavaş yavaş sokuluyor ve nazik bir üslupla camiye çekiyordu.
Camide de kendisine refakat eden bu insanlara vaaz ediyor öğütler
veriyordu. Onu beğenen ve kendisiyle birlikte camiye gelenler
arasında biri vardı ki ne aklı başında bir insandı ne de
söyledikleri gibi deliydi. Sadece bir parça çakırkeyf biriydi.
Hasan el-Benna namaza ilişkin konuşmasını bitirmişdi ki işte bu
adam Namaz kılmak istiyorum diye atıldı. İmam el-Benna yanındaki
işçilerden Ab-durrahman Hasbullah adındaki birine Abdurrahman
haydi bunu abdest mahalline götür ve kendisine abdesti öğret
dedi. Abdurrahman o şahsı abdest mahalline götürdü. Sarhoş
haldeki kişi orada Allahın iradesiyle kustu ve bir parça kendine
geldi. Artık abdest alıyor Abdurrah-mandan da namazı öğreniyordu.
Zamanla Irakiye bölgesinde ikinci bir köşede sabit bir ders
edindi kendine. Bu dersin vakti akşamla yatsı a-rasıydı. Bu
dersten sonra da kahve dersine çıkıyordu. Kahve dersi ise hem
belli bir konuyu kapsıyor hem de vurucu açık ve kısaydı.
Davet ettiği insanlara karşı son derecede yumuşak ve şefkatli
davranıyordu. Hasan el-Benna her işinde bu prensibe bağlıydı.
Bunda yine liderimiz öğretmenimiz Allah Resulünü örnek almış
oluyordu. O ki Size düşkün inananlara şefkatli ve merhametlidir.
Üstad avukat Muhammed Fehmi Ebu Gadirden dinledim Hukuk
Fakültesindeki bir arkadaşından üstad Abdülvahhab Hamudenin
yazdırdığı hadis notlarını istemiş. Arkadaşı da Üstad el-Benna bu
metinleri Kardeşler Dergisinde şerhetti cevabını vermiş. Derken
Mağribilin i caddesinde İmamın kardeşi öğrenci Muhammed Ahmed elBenna ile karşılaşır. Muhammed Ahmed kendisine çok iyi davranır
ve dergiyi vererek kardeşinin birkaç gün sonra yapacağı bir
konuşmayı dinlemeye çağırır. Bu konuşmayı dinlemeye giden Ebu
Gadir orada başkalarının katıldığı dini bir sohbete tanık olur ve
pek beğenir. Bu a-rada namaz vakti gelmiştir. Onun dışında herkes
namaz kılar. Namazı ve sohbeti bitiren İmam Ebu Gadiri yanına
çağırır ve namaza katılmayışı konusunda asla dokunmadan
rahatlatıcı nitelikte latifeler yapar kendisine. Onu tamamen
kendi psikolojisine bırakır yani içinin rahat akışına. Ne emir ne
de nehiy. Direkt olmayan yani dolaylı nasihat çoğu zaman en uygun
yoldur da ondan
Üstad Abdurrahman Hasbullahın bana anlattığı bir olay da yine bu
kabildendir. Şöyle ki davetin fecir döneminde Abdurrahman
Hasbullah İsmailiye kahvehanelerinden birinde bir arkadaşıyla
tavla oynamaktadır üstelik İ-mamın din için mücadele veren yiğit
arkadaşları arasındadır. Tam o sırada İmam görüvermiştir
kendisini ancak hiç görmemiş gibi davranır. Bir saat sonra
Abdurrahman İmamın dersini dinlemeye gider. İmam el-Benna gördüğü
bu aykırılıktan hiç söz etmez kendisine. Onu vicdanının
muhakemesiyle başbaşa bırakır. Yeri ve meşguliyeti ne olursa
olsun İslam alanında mücadele verenlerin sıkı sıkıya sarılması
gereken bu yüce değerlere aykırı davranmanın çirkinliğini
doğrudan kendisi anlasın ister
İhtilaflı meselelerden sürekli uzak dururdu. Halkı dinin genel
esasları üzerinde toplamaya birleştirmeye çizen gösterirdi.
Kahvelerden birinde bazı fitne tiryakileri yanına gelerek
tasevvuf ıstılahındaki vesileyi sordular.
Kardeşim dedi sanırım sen sadece bu meseleyi sormak istemiyorsun
bununla birlikte teşehhüddeki seyyi-düna kelimesinin durumunu
Kuranın sevabının ölüye u-laşıp ulaşmayacağını ve daha şunları
şunları sormak istiyorsun değil mi. Adam şaşkınlık içinde evet
cevabını verdi. İmam gayet mütevazi bir şekilde şunları söyledi
Kardeşim ben alim değilim sadece bir öğretmenim. Ezberlediğim
bazı ayet ve hadisleri kitaplarda okuduğum bazı dini hükümleri
fahri olarak halka öğretmeye çalışıyorum. Sen beni bu çerçevenin
dışına çıkarırsan işimi zorlaştırırsın. Bilmiyorum diyen kimse de
fetva vermiş sayılır.
Vereceği cevaba katlanacaklarını anlayınca da onlara şunları
söyledi Fitne atmosferinde tam sekiz yıl tükettiniz artık
yetişir. Müslümanlar bu meselelerde yüzlerce yıldır ihtilaf
halinde. Allah birbirimizi sevmemizi birlik ve bütünlük halinde
olmamızı istiyor ihtilaf ve ayrılığı kesinlikle hoş görmüyor.
Gelin Allaha söz verelim ve bu işleri artık bırakalım. Dinimizin
esaslarını temel kurallarını öğrenmeye çalışalım. Onun ahlak ve
faziletlerine sarılalım herkesin ittifakla kabul ettiği
irşadlarına kulak verelim. Ta ki topyekün nefisler saf halinde
gelsin. İşte o vakit bu meseleleri hep birlikte sevginin güven ve
İhlasın gölgesinde müzakere ederiz.
Hepsi de bu fikre katıldı söz verdi.
Vaazlarının ekserisinde pek çok değişik konulara temas ederdi.
Bir eğitimci şefkati titizliliğiyle ele-alırdı işlediği konuları.
Verdiği konferanslardan dönen binlerce kişi kendi kendine sorardı
Bu adam bir veli mi Allah basiretini öylesine aydınlatmış ki
içimden-geçenleri bildi sormak için geldiğim ya da şaşırıp
kaldığım meselelerin hepsine fetva verdi.
Salı Aşkı diye adlandırdığımız konuşmalarında pek çok müşkülü
çözer sonuca bağlardı. Salı dersleri hastaları bütünüyle tedavi
eden bir uzman psikolog doktorun yürüttüğü psikolojik bir sağlık
kontrolü gibiydi. Bir karantinaydı adeta.
İki kardeş arasındaki tartışmayı kesmek sonuca bağlamak için kimi
zaman başvurulan prensip Ey filanca Allahtan üç kere mağfiret
dile Üç gün ya da bir ay oruç tut. Veya Gece kalkıp namaz kıl
Allahtan af iste namazlarında Ona tevbe et cümleleriydi.
Kardeşine nasihat ederken sert ve katı davrananlara çıkışırdı.
Herkesin gözü önünde açıktan nasihat e-denlere de aynı şekilde
kızardı. Kardeşine başbaşa nasihat eden gerçekten nasihat etmiş
olur herkesin huzurunda nasihat edense gerçekten onu rezil
etmiştir derdi.
Merhum vaazı sırasında nasihat ederken bir şefkat ve incelik
çağlayanı olup akardı. Tatlılık yumuşaklık bir şeye girdi mi onu
süsler bezendirir. Bir şeyden de uzaklaştı mı onu bulandırır
karartır. Hadisi şerifini tekrarlardı.
Siz insanları hiçbir zaman mallarınızla içinize a-lamazsınız.
Onları ahlakınızla içinize alın. Hadisi şerifini de aynı şekilde
tekrarlar dururdu.
Allah Resulünün bu eşsiz ahlakını bütünüyle kendimizde
bulundurmak zorundayız. Şu olayı hatırlayalım ve o olayla
birlikte Allah Resulünün verdiği dersi düşünelim. Peygamberimizin
meclisine bir bedevi gelmişti. İdrarı sıkıştıran bedevi hemen
orada mescidin bir kenarına idrarını boşaltmaya başlamıştı. Orada
bulunanlar kendisini a-zarlayarak sert bir şekilde çıkıştılar.
Ancak Allahın Resulü onlara engel oldu ve İdrarını kesmeyin
buyurdu. Daha sonra da yerin idrardan nasıl temizleneceğini
öğreterek Üzerine birkaç kova su dökün emrini verdi. Başka bir
rivayete göre de Bırakın işini bitirsin ve idrarın üzerine kova
ile su dökün. Şüphesiz siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz
zorlaştırıcı olarak değil buyurdu.
Öbür yandan Peygamber ashabıyla namaz kıldığı
bir sırada yine bir bedevinin Allahım bana ve Muham-mede merhamet
et bizimle binlikte başka hiç kimseye merhamet etme şeklinde
duada bulunduğunu işitti. Namazını bitirdikten sonra Allahın
Resulü Genişliği daralttın dedi ve bedeviye bütün Müslümanlar
için dua etmesini öğretti.
İhtilaflı konulardan uzak durma ve dinin esaslarına sarılıp önem
verme ilkesi Hasan el-Benna okulunun başta gelen özelliklerinden
biridir. Realite planındaki problemlerin çözümüyle uğraşma her
konuya sürekli olumlu yanlarından yaklaşma muhatabı durumundaki
her topluluğa seviyesine uygun bir dil ile konuşma ve davet
edilen kişilere daima yumuşak ve ince davranma gibi prensipler de
aynı şekilde bu okulun özelliklerini teşki eder.
Robert Jacksonı dinleyelim şöyle diyor yazar Herkese kendi
diliyle konuşma kudretindeydi. Sahası yolu yordamı neyse ona göre
konuşurdu. Bam telini yakalar ve tam üzerine vururdu muhatabını
rahatsız eden yaranın üzerine kordu elini.
Ezherlilerin üniversitelilerin doktorların mühendislerin
sofilerin ehli sünnet dillerini ayrı ayrı bilirdi. Delta sahra
orta ve yukarı Mısır iklimlerinin lehçelerini hepsini bilirdi.
Örf ve geleneklerini da aynı şekilde. Hatta kasapların
kabadayıların belirli ve açık niteliklere sahip bazı Kahire
mahallelerinin dilini üslubunu da çok iyi bilirdi. Dolayısıyla
onlara konuşurken zevk ve sanat anlayışlarına uygun hikayeler
anlatırdı.
Dahası hırsızlann yolkesici ve katillerin dilini bilmede de
ustaydı. Bir keresinde onlara özel bir konuşma yapmıştı. Çeşitli
iklim ve bölgelere yaptığı gezilerde bölge halklarıyla konuşur ve
konuşmasının konusunu da bölgelerin problemleri realiteleri ve
ihtilaflarıyla besler güçlendirirdi. Sonunu da parlak bir hitabe
üslubu içinde daveti ve davetinin en büyük prensipleriyle
bağlardı. Tabi bu konuşmalar çok ilgi görürdü. Aklı başında
herkesin çok hoşuna giderdi. Aklı ikna ederek duyguyu şuuru
harekete geçirirdi. Ruhu da lafızla değil mana ile alevlendirirdi. Bu yoldaki metodu atak çıkışlar değil aksine
sükunetti. Mugalatanın zıddı olan hüccetti.
Takva Sadelik ve Kendini Gayeye adama
Robert Jackson daha sonra şunları söylüyor - Gelişmeye bir
merhaleden öbürüne geçmeye kesin kesin inanan bir kişiydi.
Olgunluk ve tekamül esasına bağlı olarak bir dönemden başka bir
döneme geçileceği inancına sahipti. Onun bu tutumu bazı çevreleri
rahatsız ediyordu. Ferdi çıkar isteklerine dayalı kişisel
amaçların ötesine geçmeyen ve şahsiyet planındaki özel etkenlere
bağlı politik kaygılara sahip vatan düşmanı kişiler bundan
hoşlanmıyorlardı.
Son derecede mutedil bir insandı. Belirli bir öğretmenlik maaşı
vardı yanlız onunla yaşardı. Oysa kendisine bağlı kişiler büyük
bir servet yığmıştı önüne. Çevresindeki işçilerden öyleleri vardı
ki gelir düzeyleri kendi gelir düzeyini kat kat aşıyordu.
Böyleyken evinde tam bir zühd hayatı yaşıyordu. Giyim kuşamdaysa
tam bir sadelik örneğiydi. Eski kilimlerle döşeli ve muhteşem bir
kütüphaneyle donatılmış mütevazi odasında kendisiyle
karşılaştığında onu herhangi bir insandan ayıramazdın. Ancak tek
özelliği gözlerinden taşan ve çoklarının karşı karşıya gelmeye
cesaret edemediği o güçlü ve parlak mı parlak parıltıdır.
Başarısı
Kardeşler
Metodunun
Büyük
Değişimdeki
Tarih Zilkade 1347 h. ve Mart 1928. İsmailiye-de ilk Müslüman
Kardeşler Cemiyeti oluşuyor. Altı kişilik bir kadro Üstad el
Bennayı evinde ziyaret ederek kendisine şöyle diyor Bu zillet
hayatından ve eli kolu bağlı durumdan bıktık. Sahip olduğumuz tek
şey damarlarımızda onurla akan şu sıcak kandır. Bir de
çocuklarımıza ancak yeten şu az miktardaki maddi imkanlarla
birlikte nefislerimizle beraber iman ve haysiyetle parlayarak
akan mevcut ruhlar. Nasıl çalışacağız metodumuz yolumuz ne olmalı
Bu hususları en iyi bilen sensin biz senin kadar anlamıyoruz.
Sana beyat etmeye geldik. Dini için yaşamaya yolunda ölmeye
rızasından başka bir şey gözetmemeye Allaha and içmiş bir cemaat
var ve bu cemaat hiç şüphesiz zafere layıktır. Cemiyet işte bu
altı kişilik kadrodan oluşuyordu.
Bu kardeşler şunlardı Hafız Abdulhamid Ahmed el-Husari Fuad
ibrahim Abdurrahman Hasbullah İsmail İzz ve Zeki el-Mağribi.
Cemaat imamın kahveden çekip kurtardığı kişilerden oluşmuştu.
Yavaş yavaş sesini yükselten davet Şarkıyye vilayetine bağlı Tibe
ve Ümmü Rimad doğumlu üstad vaiz Hamid Askeriyyenin evinde özel
eğitim ve derinliğine araştırma için sade bir karargah edinmişti.
Nitekim o iki kahve ile birlikte yine o sade zeviyeyi de genel
davet enstitüsü haline getirmişti. Cemaatın teşkilinden sonra da
üstad Ali Şerifin bürosunda altmış kuruş aylık ücret karşılığında
bir oda kiralamışlardı.
Bu sade ve gösterişsiz çıkışla yol almaya başlayan davet giderek
güçleniyordu. Peki ya İngiliz işgalinin tavrı Bu hareket
karşısında uyuyor muydu acaba
Hasan el-Bennayı ismailiye şehrinden uzaklaştırma karar aldılar.
Bu karar kesindi. Niçin neydi sebep
Çünkü Kardeşler kitlesi Kanal hattında giderek çoğalıyordu. Ebu
Suveyrde Tellükebirde Portsaidde
ve İngiliz kuşatması altındaki öteki bölgelerde. Evet her yerde
çoğalıyordu Kardeşler.
Hasan el-Bennanın İsmailiyede bulunması İngilterenin bu ülkedeki
işgali için büyük bir tehlike idi. Bu konuda İngiltereyi ilk
uyaran Cebesat Balah Şirketi oldu. Çünkü davet bu şirket
bünyesindeki işçiler üzerinde son derece olumlu etkiler meydana
getirmiş ve şirketten bir cami istemelerine yol açmıştı. Şirket
bu isteği kabul etmek durumunda kalmıştı. Bunda samimi olmadığj
açıktı. Yabancıların bağnaz olmadığı propagandasından
kaynaklanıyordu. Şirket bir cami inşa etti ve İsmailiyedeki
Cemaatten hutbe ve öğretim hizmetlerini de yürütecek bir imam
istedi. O günlerde üstad Muhammed Fergali Hi-ra Enstitüsünde hoca
olarak bulunuyordu. Genel Mürşid camideki sözkonusu göreve onu
getirdi. Muhammed Fergali derhal gitti ve camideki hizmetine
başladı. Camiin hemen yanına kendisi için özel bir ev de yapıldı.
Merhum üstad üstlendiği bu görevi şevkle yürütüydrdu. Rızkı
verenin sadece Allah olduğunu ecellerin de yine yalnız Onun
elinde bulunduğunu öğretiyordu halka. Artık halk Allahın tek Rab
ve ve tek rızık veren olduğuna inanmıştı. Fazilete hakları
olmayan şeylerden kesinlikle uzak durmanın gerekliliğine bir işi
sağlam yapmanın şart olduğuna ve haysiyet için çalışıp başarı
elde etmenin zorunluluğuna inanmıştı. İşte bu noktada okuma
yazması olmayan sade işçi gerçekten garip bir şeyin farkına vardi
ve kendine şu soruyu sormaya başladı Benim karım kızım ne diye bu
yabancı büyük görevlilerin evine gidiyor ve hizmet ediyor Bu
müslüman bir insanın yapabileceği şey değil Böylece işçiler
hanımlarını üst düzeydeki bu görevlilerin evlerine göndermez
oldular artık bu tür hizmetlere son verdiler. Bundan böyle işçi
kardeş emri altında bulunduğu yöneticinin karşısında başı dik
tluruyordu. Onunla konuşurken hem edebini muhafaza ediyor hem de
delilli ve mantıklı konuşuyordu. Ölçüsüz sözleri kabul etmediği
gibi mütekebbir ve küçümseyici tavırlara da boyun eğmiyordu. Oysa
daha öfıce böylemiydi
Üst düzeydeki yabancı görevliler sürpriz bir durumla
karşılaşmışlardı İsmailiye kentindeki Mısırlı erkek ve kadının
sosyal yaşantısında önemli bir değişim olayı meydana gelmiş
sosyal hayat yapısı birdenbire değişivermişti. Şu genç kız veya
hanım daha önce evine gelip kendisine hizmet ederken ve bu durum
bir adet halini almışken şimdi .kimseyi bulamıyorlardı
çevrelerinde. Başladılar bunun sırrını araştırmaya. Sonunda
buldular Sosyal gidişi etkileyen hayatın yapısını akışını
değiştiren üstad Muhammed Fergali idi sır oydu. Şirket temsilcisi
bir a-dam göndererek üstadı yanına çağırdı. Üstad geldi ve|
sürprizle karşılaştı Mösyö Fransuva o güne kadarki maş li
istihkakını takdim ediyor ve kendisine Artık şirketin
hizmetlerinize ihtiyacı kalmamıştır diyordu. Üstad sükunet içinde
şu cevabı verdi Cebasat Balah şirketinin görevlisi olduğumu
sanmıyordum ey mösyö Fransuva eğer böyle olduğunu bilseydim
kesinlikle bu işi kabul etmezdim. Ben İsmailiyedeki Müslüman
Kardeşler tartından görevli olduğumu biliyordum. Maaşımı da sizin
kanalınızla yine onlardan aldığım bilgisine sahiptim. Çünkü
görevim konusundaki sözleşmemi sizinle değil onlarla yaptım. Bu
sözlerden sonra üstad dönüp gitti. Tekrar başvurur da maaşını
ister diye günlerce bekledi şirket. Ama o böyle bir teşebbüste
bulunmadı. Bu kez şirket valiye bir adam göndererek hocanın
camiden kovulması hususunda yardımını istedi. Bir İngiliz olan
vali emniyet mensubu birini bu işle görevlendirerek bir askeri
kuvvetin desteğinde camiye gönderdi. Hoca camide kalma konusunda
direndi ve itikaf sünnetine niyetetti. Gelen memura cevabı şu
oldu Bu Allahın evidir. Üzerinde ne Mısırın velayet hakkı vardır
ne de Mısır Kralının. Ayrıca bu camiye girmeme kimse engel olamaz
kimse beni buradan uzaklaştıramaz da. İçişlerinin ya da emniyetin
böyle bir hakkı yoktur. Allahın evinden ancak cesedim çıkar. Ya
da kendileriyle anlaşmam olan ismailiyedeki Müslüman
Kardeşlerden bu hususla ilgili bir emir gelir işte o vakit
çıkarım.
Bu arada işçiler hocayı desteklediklerini göstermek için işi
boykot ettiler.
Bu gelişmelerden sonra memur derhal Üstad el-Benna ile temasa
geçti. Anlaşma sağlamak için şirket müdürüyle görüşen üstad elBenna hocaya general adını veren sorumluların bu durumdan
fazlasıyla korktuklarına şahit oldu. Evet hocadan müthiş bir
şekilde korkuyorlardı. Üstad el-Benna şirket müdürüne şunları
söyledi Eğer burada işçilerin isyan ve başkaldırısı sözkonu-su
ise bunu hocaya mal etmeniz doğru olmaz. Bu doğrudan işçiler
üzerindeki politik uygulamanızla ilgilidir. Çünkü işçilerin
gücünü emeğini fazlasıyla sörrtürdünüz emeklerinin karşılığını
vermediniz. Tamam Fergali hocaya camideki hizmetinden çekilmesi
için bir istek mektubu göndereceğim. Ama bu üç esasa bağlı olacak
1 - Fergali hoca iki ay daha işine devam edecek daha sonra
kendisi için bir jübile düzenlenecek.
2- Kardeşlerden başka birinin tayini istenecek.
3- Yerine tayin edilecek alimin maaşı artırılacak. Hoca
konusundaki girişimleri böylece sonuçsuz
kaldı. Şurası bir gerçekdi ki İngiliz sömürüsü 23 Temmuz
devriminden sonra gelen zorbalıktan baskıca daha gerilerdeydi. O
dönemlerde hiç olmazsa cami için bir saygı sözkonusuydu kırıntı
kabilinden de olsa böyleydi. Hapishanede bir genç geldi yanıma.
Ne tür bir isnatla aramıza getirildin diye sordum kendisine.
Camide itikaf sünnetini ihya ediyordum o vaziyetteyken yakalanıp
getirildim cevabını verdi. İşte Nasır devrimi çağının hali Ne
ilginç bir durum işgal makamları Fergali hocayı camien
çıkaramamış ve onun herkesi şaşırtan bu hayret verici değişimi
meydana getiren vazifesini sürdürmesine engel olamamıştı. Üstad
el-Bennanın anlaşmaya varıldığı yolundaki mektubunu alıncaya
kadar bu köklü hizmetinden geri durmamıştı. Böyleyken...
Yöneticilerle Yeni İlişkiler Konusunda Bir Örnek
Bir gün Kanal Başmühendisi ve seksiyon bölümü başkanı mösyö
Solent evindeki bazı marangozluk aletlerini tamir ettirmek için
Hafız kardeşi çağırıyor. Ücret olarak ne istediğini sorduğunda
Hafız kardeş 130 kuruş cevabını veriyor. Mösyö Solent arapça
konuşarak sen bir haramisin diyor. Yani yolkesici hırsız. Kardeş
kendine hakim olmaya çalışarak gayet sakin bir şekilde niçin der.
Mösyö Solent çünkü der hakkından fazlasını alıyorsun. Bunun
üzerine Hafız kardeş Yönetimin altındaki mühendislerden herhangi
birine sorabilirsin eğer haksız bir ücret istediğimi söylerse
sana hak vereceğim ve hiçbir şey almadan bu işi yapacağım der.
Adam bir mühendis çağırır ve durum sorar sorduğu bu mühendis
sözkonusu işe iki yüz kuruş değer biçer. Mösyö Solent Hafız
kardeşe bir adam göndererek talep ettiği ücretle i-şe başlamasını
ister. Bu kez Hafız Sen bana hakaret ettin özür dileyip
söylediğin sözü geri alrnan gerekir der.
Adam birden öfkeyle dolup taşar sert Fransız tabiatının etkisiyle
gurur ve isyana kapılır Senden özür dilememi istiyorsun öyle mi
Sen kimsin ki ne oluyorsun ki Bizzat Kral Fuad olsa yine özür
dilemem Diye çıkışır. Hafız yine sükunet içinde şöyle der Bu
ikinci hata ey mösyö Solent. Sen şu anda Kral Fuadin ülkesindesin. Konukluk edebi ve güzelim irfan ölçüleri bu türlü
konuşmamanı gerektirir. Kralın adını tam bir ve saygıyla ağzına
almalısın başka türlüsüne izin vermem
Bunun üzerine Hafızdan ayrılan Solent elleri cebinde gurur ve
azametle yürümeye basıyor. Hafız da malzemelerini yere bırakarak
bir sandalyeye oturdu ve yanı başındaki bir masaya tutundu. Bir
suskunluk hakim oldu odaya. Sinirlenen intikam duygusuna kapılan
mösyönün ayak seslerinden başka bir hareket yoktu odada. Mösyö
hem sinirli hem de şaşkındı. Daha önce kimse o-nu bu halde
görmemişti. Az sonra Hafıza yaklaşarak Farzet ki senden özür
dilemedim peki ne yaparsın dedi.
Gayet basit dedi Hafız ve ilave etti Buradan kon-" solosluğunuza
bir rapor gönderirim öncelikle de sefaretinize. Sonra Paristeki
Kanal yönetim kuruluna. Daha sonra Fransız yerli ve yabancı
basınına. Bu da olmazsa sözkonusu yönetim kurulundan gelecek her
üye ile bir fırsatını bulup görüşür seni şikayet ederim. Bu
çabalar sonunda da hakkımı elde edemezsem bu kez sana caddede
halkın huzurunda hakaret ederim hiç olmazsa buna gücüm yeter.
Böylece isteğime ulaşmış olurum. Zalim yabancı imtiyazlarının
zincirleriyle bağladığınız Mısır hükümetine şikayet edeceğimi
bekleme. Sadece şunu bil ki herhangi bir yolla gerek kendi
gerekse ülkemin hakkını almadıkça asla geri çekilmem.
Solent hala direniyordu Bir marangozla değil de sanki bir
avukatla konuşuyorum. Bilmiyor musun ki ben Süveyş Kanalının en
büyük mühendisiyim. Senden özür dileyeceğimi nasıl
düşünebiliyorsun dedi.
Hafız atıldı Bilmiyor musun ki Süveyş Kanalı benim vatanımdadır
senin vatanında değil ve sizin onu işgal süreniz geçicidir
yakında son bulacaktır. Kanalımız sonunda yine bize ait
olacaktır. Sen ve senin gibiler de yanımızda çalışan birer
görevliden ibaret kalacaksınız. Bu durumda hakkımı sana bırakmamı
nasıl düşünebilirsin
Adam dönüp tekrar yürümeye devam etti. Bir süre -77 -
sonra ikinci kez geldi yüzünde üzüntü belirtileri vaıds. Masaya
bir kaç kere sert sert vurarak özür dilerim Hafız sözümü geri
aldım dedi.
Hafız kardeş olanca sükünetiyle kalktı ve mösyö Solent teşekkür
ederim karşılığını verdi. Artık işe başlamıştı nihayet bitirdi.
Mösyö Solent ücret olarak 150 kuruş takdim etti. Yalnız 130 kuruş
alan Hafız 20 kuruşnu geri verdi. Mösyö bahşiş olarak kabul edin
onu dedi. Hafız itiraz etti Hayır hayır. Hakkımdan fazlasını
alamam aksi halde hırsız durumuna düşerim dedi.
Adam dehşet içinde kalmıştı. Şöyle diyebildi Hayret ediyorum
niçin bütün Arap sanatkarları senin gibi o-lamıyor Sen Muhammed
ailesinden misin Yani Onun neslinden misin demek istiyordu.
Hafız cevap verdi Mösyö Solent bütün müslü-manlar Allah Resulünün
ailesindendir. Ne ki pek çoğu yabancılara uydu onlarla düşüp
kalktı ve sonunda onları taklid etti. Tabi böylece ahlakları
bozuldu.
Adam tokalaşmak için elini uzattı Teşekkür ederim teşekkür ederim
dilerim daha iyi ol mesele kalmadı anlaştık diyordu.
İngiliz ve Uşaklarını Öfkelendiren Neydi
İngilizler bir noktada uyandılar Hasan el-Bennanın öğrencilerine
öğrettiği şekilde bir İslam realitesiyle karşılaşmaları halinde
İngiliz makamlarının yerlilerle olan muamele üslubunda pekala bir
değişiklik meydana gelebilirdi. Yani bir karşı tavır
alabilirlerdi. Hasan el-Benna-nın verdiği eğitim her iki taraf
açısından da ilk merhaleyi oluşturuyordu ve aynı zamanda da
ilerdeki patlamaya yol açacak ilk fitil demekti.
Üstad el-Benna Kahireye nakledilmiş ve durum kıvamını bulmuştu.
Davet iyiden iyiye yayılmaya başlamıştı. Biz de oturmuş ilkeleri
beJirliyorduk. O halde bu davetin temel yasası ne olmalıydı
Kardeşler Cemaatının temel yasasının gaye ve a-raç bölümündeki
birinci madde şöyle diyordu Gayemiz İslamı sağlıklı bir şekilde
anlayan onu aynen uygulayan kalkınmanın yeniden varoluşun
kurallarını ondan alan yeni bir nesil oluşturmaktır.
Bu söz evet bu söz. Topyekün Müslüman Doğudaki sömürünün
mücadelesi işte bu sözde düğümleniyordu. Niçin mi Çünkü İngiliz
işgali yok edilmek üzere bulunan bir halka gelmiş ve onu çepçevre
sarmıştı. Burada bazı mefhumların uyanıp egemen olmasından
korkuyordu İngiliz sömürüsü. Bir tarihi gerçeği hatırlatıyor ve
ürperiyordu. Şöyle ki egemen olmasından korktuğu mefhumlar
İslamın ilk döneminde Allahın Resulünü Doğuya yöneltmiş ve İran
sömürüsünü yıkmasına yol açriıştı. Bir yandan da Batıya yöneltmiş
ve Roma sömürüsünü yerle bir etmesine sebep olmuştu. Bu Muhammedi
mefhum anlayış ya yeniden uyanır ve dört bir yanı tutarsa Artık
bunun önü alınamazdı ve Mısırda olsun başka bir yerde olsun
sömürüyü kökünden yıkardı.
Robert Jackson şöyle diyor Kuran adamının ci-had tarihi gerçekten
uzun. Ancak O 1939 yılında hapis-hanede.n çıkışından itibaren
savaş günleri boyunca yıllarını çok verimli bir şekilde geçirdi.
Bundan önce de Vefd Partisinin Şeref ve Bağımsızlık Andlaşmaşı
olarak adlandırdığı andlaşmaya karşı olduğunu ilan etti.
Alabildiğine kızışan savaş bütün dünyayı partilerden politikadan
ve herşeyden meşgul ederken başka hiçbir şeyi düşünemez hale
getirirken o uyumuyordu köy kasaba şehir... Her yere gidip
gençliği elde etmeye çalışıyordu. Yaşlılarla konuşuyor büyüklerle
alimlerle görüşüyordu. Dönemin bakanları üzerinde bile bir
etkinliğe sahipti ve-hatta bazıları onun asıl sancağı altına
girdiğini ortalığı birbirine katan ordusuna katıldığını ilan
ediyordu.
İngilizler kendisine bol miktarda maddi yardımda bulunmak
istediler ama o bütün bunları elinin tersiyle bir yana itti. Oysa
o dönemde bütün parti ve kuruluşlar bu türlü yardımlara can
atıyordu. Gazetecilerden biri çok sayıdaki İngiliz birlikleriyle
nasıl başa çıkacağını ülkesini terk edip etmeme konusunda neler
düşündüğünü sormuştu kendisine. Cevabı şu oldu Mesele gayet basit
onları buraya getiren gemiler uçak ve trenler ülkelerine pekala
geri götürebilir. Nasıl gelmişlerse öylece geri gidebilirler de.
Bütün bunlar dehşete düşürdü onları. Derhal harekete geçip Hür
Kardeşler adı altında bir casusluk cemiyeti kurdular. Bu cemiyet
Kardeşlerin davetine karşı duracaktı.
İngiliz politikasının bütün sömürgelerde uyguladığı bir ilke
vardı Parçla ve yut. Bu teşebbüs de işte bu ilkeden
kaynaklanıyordu.
Hasan el-Benna ancak davetinin yoluna çıkanlara hücum ediyor ve
yalnızca davetini güçlendirmeye çalışıyordu. Jacksonun da dediği
gibi dahili sürtüşmelere a-let olmaktan kesinlikle kaçınınyor ve
hem kendini hem de davetini bunun üstünde tutuyordu. Varolan
gücünü ülkesi için harcıyordu. Onun bu tutumu şüphesiz bazı
çevreleri rahatsız ediyordu. Ferdi çıkar isteklerine dayalı
kişisel amaçların ötesine geçmeyen ve şahsiyet planındaki özel
etkenlere bağlı politik kayıplara sahip vatan düşmanı kişiler
bundan hoşlanmıyordu.
KARDEŞLER VE GENÇLİK
Bu davet yapısı itibariyle İslam davetidir ve ilk planda gençliğe
yönelir gençliği derler ve toparlar. Allah Resulünün ashabı da
gençlerden oluşmuyor muydu Öyle bir gençlikti ki vallahi her biri
gençliğinin en olgun dönemindeydi. Her yanlarından hikmetler
fışkırıyordu. Şehvetlerinin üstesinden gelmeyi bilmişlerdi.
Geceyi ibadetle geçiriyorlar gündüzleri de at koşturuyorlardı.
Bunun birkaç sebebi var. İlki gençliğin yapısındaki ciddiyettir.
Her işe tam bir kuvvetle sarılması ve müşküllerin çözümünde
laubalilikten hoşlanmamasıdır. islam ise ilkelerini tam bir
açıklık içinde belirler ve kuvvetle ortaya koyar. Dine şerefle
eksiksiz bir iman ve kuvvetle sarılmayı ister. İşte birkaç ayet-i
kerime Ey Yahya kitaba kuvvetle sarıl (1) Şana vahyolunana sarıl
Sonra seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Ona uy
bilmeyenlerin heveslerine kapılma. (1) O halde Allahın indirdiği
kitabla aralarında hükmet Allahın sana indirdiği Kuranın bir
kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın heveslerine uyma. i2)
Sonra İslam gençliğin bütün müşküllerine ve beklentilerine cevap
veriyor
Hürriyet konusu mu İşte Sizden biriniz zillet tuzağına düşürülmek
istendi mi olanca ses tonuyla haykırsın ve desin ki hayır Ne
zamandan beri insanları köleleştirdiniz oysa anaları onları hür
olarak doğurmuştur
Tabii ihtiyaçlar konusu mu buyurun Evliliğin kolaylaştırılmasını
farz kılmış ve buna teşvik ederek Beytül-malden özel bir yardımı
zorunlu tutmuştur.
Ya tarımsal üretim ve buna bağlı olarak toprak dağıtımı konusu
işte getirdiği ilkeler Kim ölü bir toprağı canlandırırsa o
onundur. Kim bir toprağa sahipse o-nu ekip biçsin ya da kardeşine
bağışlasın.
Sanat ve endrüstriyel faaliyetler mi işte bu konulardaki tavrı
Kuranda sanatı ve endüstriyel faaliyetleri övüyor ve demir
işlemeciliğini değerli peygamberi Hazreti Davuda mal ederek şöyle
diyor Ey dağlar ve kuşlar Davud teşbih ettikçe siz de onu
tekrarlayın diyerek Andolsun ki ona katımızda lütufta bulunduk.
Geniş zırhar yap dokumasını sağlam tut diye ona demiri yumuşak
kıldık
Allahın Resulü de şöyle buyuruyor Allah sanatkar mümini sever.
Ticaret konusu mu Hep birlikte görelim Bir kere ticaret konusunda
öylesine köklü kurallar esaslar getiriyor ki her türlü hakkı tam
bir güvence altına almış oluyor. Sömürü karaborsa aldatmaca gibi
oyunların yolu daha işin başında tıkanmıştır.
Doğru yolda olanlar için fıkıh kitablarında Kuran ve Hadiste özlü
ve ayrıntılı bilgiler verilmiş ve ışık tutulmuştur. İşte ilgili
hadis-i şerifler İçlerinden biri arkadaşına ihanet etmedikçe
Allahın eli iki ortakla beraberdir. Doğru ve dürüst tacir
sıddiklerle beraberdir.
Gerek şahıs gerekse toplum planındaki bütün müşküller konusunda
çözümler yol göstermeler. Hiçbir insaflı kişi ve araştırmacı
bunların büyüklüğünü inkara cesaret edemez.
Bunlar şüphesiz her türlü bidat ve hurafeden ve her türlü
karışıklıktan uzak bir şekilde eksiksiz olarak uygulanıyordu.
Onlar da emsali olan gençlerde bunu aynen görüyor ve
buluyorlardı. Dolayısıyla onlara katılmakta tereddüt
etmiyorlardı. Sonra hep birlikte Kuranın sancağı altında
birbirleriyle kardeş oluyorlardı.
İşte o nedenle üniversitelerde yüksek enstitülerde lise ve
ortaokullarda hatta ilkokullarda gençliğin tamamı Kardeşlere
katılıyor onların yanında yer alıyordu. Öylesine müthiş bir
durumduki bu sömürünün ve yerli u-şaklarının aklını başından
alıyordu. Hele üniversitenin işçi ve çiftçilerle birlik olup tam
bir dayanışma havasına girmesi onları paniğe boğdu. Çünkü
üniversite işçi ve çiftçilerle Müminler birbirleriyle ancak
kardeştir. (1j buyuran Kuranın ve İnsanlar bir tarağın dişleri
gibi birbirleriyle eşittirler buyuran gerçek lider Allah
Resulünün sancağı altında toplanmışlardı. Bundan böyle bu
hikmetlerin buyruğunda idiler.
Nihayet ordu konusu Her yanı tutan davet endüstri alanında
öğrenim gören gençliği de etkisine almıştı. Bu etki aslında tabii
bir olaydır. Çünkü davetin özelliklerinden biri de gençliği
çekmek kazanmaktır işte bu gençlikten bir kısmı subay okullarına
katılıyordu bir kısmı da sivil görevlerle ordunun değişik silah
hizmetlerinde yer alıyordu. İşte bu noktada işgalci ingiliz
birliklerinin baskısıyla karşılaştılar. Zira bu yabancı işgalci
güçler ordu okullarında kalkınmayı sağlayacak orduyu ileri ufuklara götürecek uzmanlar olarak çalışıyor iş görüyorlardı. Oysa
fenni ve askeri yeterlikten uzaktılar düzeyleri düşük mü düşüktü.
Ayrıca da İngiliz yandaşı ülkeler a-dına Mısır ordusunda birer
casus olarak görev yapıyorlardı.
Bu gençler milli ve dini şuuru uyandırmaya muvaffak oldular.
İnsan hak ve haysiyetini duyurdular gündeme getirdiler işte o gün
İngilizler ordudaki sivil işçilerin bir tehlike olduğunu anladı
ve beklenmeyen bu olay karşısında dehşete kapıldı.
Ama onlara kim aldırdı Koruyan rızık veren ve kahreden Allaha
iman elbisesini giymiş işçiler görevlerine son verileceği
yolundaki tehdide aldırmayıp aksine görevlerinin güvence altına
alınmasını istediler. Ayrıca verdikler bir raporla da terfilerini
ve normal ikramiyelerini talep ettiler. Bu gösterinin önderi
kardeş Sadüddin el-Velili idi. İşçilerin istekleri yerine
getirildi. Ama önder de olayın kurbanı oldu. O Sadüddin el-Velili
ki daha sonra Kardeşler Genel Merkezine gitmiş ve oradan köyüne
dönecek bir bilet parası bulamamıştı cebinde.
Şehid İmam Sadın gözlerinde üzüntü belirtileri görür ve olanları
bizzat kendisinden dinledikten sonra hemen kutlar ve şöyle der
Hürriyetin kutlu olsun Bu aslında halkın hürriyetidir. Artık halk
devlet işçi ve memurlarına musallat olan korku perdelerini bir
bir parçalıyor ve kurtuluşa eriyor. Bu aynı zamanda kendisini
madde toprağına bağlayan görev bukağılarından kurtulmayı başarmış
bir müminin hürriyetidir. Artık bu mümin insani kişiliğiyle davet
ufuklarında Tek ve eşsiz Allaha doğru yol alacaktır yükselecektir
Daha sonra ordunun düzen ve silahlandırılması konusunda yeni
düzenlemeler getirilmesi istendi. Müslüman Kardeşler dergisi bu
konuda son derece geniş kapsamlı ilmi araştırmalar yayınladı.
Birkaç özel sayı halinde yayınlanan bu büyük araştırmalar orduya
dağıtıldı. Büyük bir ilgi ve şuur uyandırmıştı. Orduya mensup
gençlerden İslam davetine koşanların sayısı çığ gibi artıyordu.
Bu çalışma herkese göstermişti ki askeri araştırma konularında da
din onların içinde bulunduğu durumun yetersiz düzeyin çok çok
üstünde ileri ve yüce u-fuklara sahiptir.
Böylece dini mefhumlar asker ve subayın şahsiyetini geliştirmiş
ve güçlendirmişti. Sonunda hepsi herkes varlığını anladı bir
varlığa sahip olduğunu farketti. Sonunda anladı ki gerek
kendisinin gerekse dini ve ülkesinin haysiyeti için üzerine bazı
görevler düşmektedir. Hepsinden önemlisi Allahın kulu olduğunu
anladı. Evet ne kralın ne de sömürünün kuluydu yalnızca Allahın
kuluydu. Bütün bunlar günlük hayatında ve başkalarıyla o-lan
davranışlarında müsbet etkisini gösteriyordu. İşte Filistin
savaşında fedailer saflarına katılan ordu gönüllüleri. Ordu
halkın ordusudur sloganını haykırdılar. Subay Kulübünün yönetim
kurulu seçiminde oylarını dindarlara ya da gerçek milliyetçilere
verdiler oysa krallık sarayı bu iş için bazı subayları aday
göstermiş bunlar en bariz etkileri gösterir.
EĞİTİM UZMANLARININ DEĞERLENDİRMESİNE GÖRE MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN
İZLEDİĞİ EĞİTİM POLİTİKASI
Doktor Salih Abdülaziz Kahire Eğitim Enstitüsü Genel Sekreteri
idi. Daha sonra İskenderiye Eğitim Enstitüsü rektörü oldu. 1951
yılında bize Eğitim Tarihi derslerini okutuyordu. Bir keresinde
derste şunları anlattı bize Herhangi bir toplumun eğitim
felsefesi o toplumun hedef ve amaçlarına kesinlikle uymtf
zorundadır. O nedenle dünyadaki eğitim felsefeleri toplumdan
topluma değişiklik gösteririn Hatta kimi zaman aynı toplumun
eğitim felsefesi bile nesilden nesile hedeflerin değişmesiyle
belli değişikliklere uğrar.
Hoca konuşmasını şöyle sürdürdü Mısırın ihtiyaç duyduğu insan
tipi kendine güvenen şahsiyetine inanan ve belli ilkelere sahip
bir insandır. Bu insan müsbet bir felsefi anlayışa sahip olurken
öbür yandan Fransız ya da İngiliz veya Doğu kültürlü
olmayacaktır. Ondan beklediğimiz şey Mısır toplum yapısı içinde
bu parçalanmanın üstesinden gelmesidir. Zaten bu parçalanma
topluma e-gemen olan değişik kültürlerin ürünüdür. Biz halkı bir
a-raya getirecek belirli mefhumlar üzerinde birleştirecek bir
kültür birliği istiyoruz. Evet kültürlü fert istiyoruz.
Toplumdaki cehalet olgusu bilinen bir gerçektir. Yüzde doksanı
aşan bir cehalet oranıyla karşı karşıyayız. Bir yandan düşünce
planındaki bölünmelerden kurtulmaya çalışırken bir yandan da
gelişmiş kendini bulmuş bir kültür düzeyi istiyor sosyal
hedeflerimizden birinin de bu olmasını diliyoruz. Ülkemizi
savunan hürriyetimizden yana bir ordu istiyor böyle askerler
özlüyoruz. Ve daha şunları şunları istiyoruz.
Doktor Salih Abdülaziz sözü ekonomik konulara getirdi ve bu
alandaki zaafları anlatarak Ekonomik bir u-yanış silkiniş
istiyoruz dedi. Sözlerine devamla Ancak biz eğitimciler Mısırın
istediği şekilde iyi vatandaş yetiştirecek bir eğitim felsefesi
koyabilecek miyiz ortaya Yavrularım açıkça söylemeliyim ki bu
imkansız gibi birs şey. Buna gücümüz yetmez aciziz. Peki hiç mi
umut yok Var elbette. O ufukta olanca parıltısıyla bizi bekliyor.
Bütün mesele ona ulaşabilmekte. Mısırın beklediği iyi vatandaş
için gerekli olan nitelikler ilkeler ancak o zaman belirlencek ve
anlaşılacaktır. Gerçek anlamdaki çözüm de yine ona bağlıdır.
Hemen söyleyeyim ki o ilkelerini Hasan el-Bennanın belirlediği ve
yardımcılarını da ona göre yetiştirdiği Müslüman Kardeşlerin
eğitim politikasıdır.
Sözlerini şöyle sürdürdü Bilmiyorum Hasan el-Benna adamlarını ve
çevresindeki gençleri nasıl yetiştirdi Kardeşlerden herhangi
birini ele alalım. Bakıyorum bir genç derslerinde
araştırmalarında herkesten üstün kendini bütün bütüne ilme vermiş
gibi. Aynı genç seccadesine kapanmış bir abiddir ibadetten başka
bir şey düyünmeyen dünyadan kopmuş bir kişidir adeta. Hem de
birinci derecede bir sporcudur sanki sporcu olarak yaratılmıştır
arkasında bir kulüpten başka birşey olmayan herhangi bir sporcu.
Aynı genç yiğit üstün bir asker olarak çıkar karşımımza tıpkı
Filistinde olduğu gibi. Ya da sosyal hizmet düşkünü bir kişi
olarak gösterir kendisini. Sosyal hizmetlerin en yeni en modern
örneklerini sunan bir kişidir. Bu genç aynı zamanda bütün
işlerinde tam bir düzen ve disiplin sahibidir. Ekonomik
faaliyetlerinde de parlak başarılar gösterir. Ülkesini ve
milletini dünya politikaları karşısında en iyi şekilde savunan
bir muhafazakardır işte Müslüman Kardeşlerden bir genç bu üstün
özellikleriyle çıkar karşıma ve ben hayranlıkla seryrederim
kendisini. Ben bütün bu özellikleri kendinde toplayan bir adam
istiyorum. Müslüman Kardeşler adını verdiğimiz kişilerin dışında
böyle bir insanı bulmamız da mümkün değildir. Bu özellikler
bütünüyle ancak onlarda bulunabilir.
Hoca konuşmasını şu cümlelerle bitirdi Şehid Hasan el-Benna niçin
öldürüldü biliyor musunuz Müslüman Kardeşlerin lideri öldürüldü
çünkü o Mısırı kurtaracaktı Dilerseniz Kardeşlerin islam Eğitimi
konusundaki metodunu araştırın eğer onlardan geriye kalan
herhangi birine rastlarsanız izledikleri eğitim politikasının
metodlarını sorun. Hasan el-Benna onları nasıl yetiştirmiş sorun
öğrenin. Hiç şüphesiz o izlediği eğitim politikası yüzünden
öldürüldü. Çünkü onun eğilim anlayışı İslam tarihinin akışını
değiştirecekti.
Bunları Müslüman Kardeşlerden olmayan bir insan söylüyor. Şimdi
halen hayatta mı öldü mü bilmiyorum. Kesin olarak bildiğim bir
şey varsa o da Müslüman Kardeşlerle bir ilişkisi olmadığıdır.
Sadece ilim gayretine ve hür düşünce saygısına sahip bir kişiydi.
Üniversite anfi-lerindeki derslerinde işte bu gayretle konuşurdu.
Haysiyetli bir insan olmayı başarmış ve bu hakikati dile
getirebilmişti Hayattaysa da öldüyse de Allah rahmet eylesin
derim
Daha sonra Eğitim ve Öğretim Bakanlığı Müsteşarı olan eğitimde ve
eğitim tarihinde uzman bu değerli alim Hasan el-Bennanın
öldürülmesine yol açan ana sebeplere dair önemli şeyler
anlatmıştı bize. Evet neden
Eski Eğitim Bakanı doktor Hilmi Murad da şunları söylüyor
Müslüman Kardeşlerin yeniden faaliyete geçmesi hiç şüphesiz İslam
ruhunun gelişip serpilmesine dörtbir yana yayılmasına yol açacak
bir olay olacaktır. İ-yi bilinmelidir ki İslam toplum yapısı
tepeden inme kararlar ve göstermelik yasal uygulamalarla kurulup
ta-mamlanamaz. Bunun tek bir yolu vardır o da toplumun
çocuklarını eğitmek iyi bir şekilde yetiştirmektir. (1) Hiç
şüphesiz bu hedefin gerçekleştirilmesinde Müsülüman Kardeşlerden
daha güçlüsü yoktur.
Allah Şehid İmama rahmet eylesin. O eğitim felsefesinde büyük bir
uzman olarak hedeflerini iyi belirledi. Hicri 1357 yılında kaleme
aldığı risalelerinden birinde şöyle diyordu Müslüman Kardeşlerin
daveti bütün hayırlı işlerde her yönüyle tam bir ortaklığa
çağırıyor. Bu ortak çabalar daha ileri aşamada İslam düşüncesinin
birleştirdiği mümin bir cemaat oluşturma noktasında
yoğunlaşacaktır. Olanca gayreti ve gücüyle İslam kelimesini
yüceltme yolunda cihad verecektir. İslam toplumlarının sosyal ve
medeni hayatını yine İslamın hüküm ve esasları üzerine
kuracaktır. Müslüman Kardeşler davetinin
Bkz. Nura Doğru Risalesi Davetin ve Bir Davetçinin Hatıraları s.
222-230 inancımız Risalesi Davetin ve Bir Davetçinin Hatıraları
(Sorbon üniversitesi profesörlerinden Ernest Renanın görüşlerini
içeren Kardeşlerin inancı başlıklı bölüm) s. 173-175 prensipler
risalesi Bu risalelerin yazarı imam Hasan el-Bennadır gayesi işte
budur
Doktor Meetshahin Görüşü
Doktor Meetshel bir doktora tezi hazırladı. Konusu Müslüman
Kardeşler ve eğitim düzenleri idi. Şöyle diyordu bir yerinde
Müslüman Kardeşler binası merkezi İslam dünyasının her yerindeki
İslam savaşçıları için sıcak ve besleyici bir yuva idi. 182.
Sayfada da şunları söyler Kuşkusuz Cemaat kendisini yutacağını
sanan politik grupların içine düştüğü ihtilaflardan
yararlanmasını bilmiştir. Cemaatın en büyük gücü ve en faal kolu
Mısırın bütün siyasal alanlarını tutan gençliğidir. izcilik
hizmetlerine de değinerek diyor ki Kardeşlerin gezi kolları
değişik yer ve konumlarda pek güzel hizmetler vermiştir. 1940
Yılı Malerya vebasında aynı yılın sel baskınında ve 1947 Yılında
görülen kolera salgınında büyük fedakarlıklar göstermişlerdir.
Şehidlik iştiyakı Tezinin 208. Sayfasında da şöyle der doktor
Müslüman Kardeşleri Filistinde Kanalda ve hatta darağaçlarında
kahramanca savaşmaya sevke-den coşturan şevklendiren şehidlik
ruhu ne büyük bir şey Bir Kardeş biliyor ve inanıyordu ki sahip
olduğu yiğitçe konum ve durum onu mümin kahramanlar derecesine
yükseltecektir. Bu ruh öbür hayata ulaştıran yolların
en kısası ve en güvencelisidir. İşte bu ruha bir de siyasi
aktivite eklenince zaten farklı yollar tutmuş olan Mısır
hükümetleri bu akıma karşı koyamadı.
Yazar daha sonra Kardeşlerdeki bu ruhun ne denli sağlam ve köklü
olduğunu kanıtlamak için Aralık 1954de şehid edilen bazı
Kardeşlerin sözlerini zikredip şöyle diyor Abdulkadir Udeh ki
darağacına giderken yolda Hamdolsun Allaha ki kendisine şehid
olarak kavuşma nimetini lütfetti bana diyordu. Ya Muhammed
Fergali hoca o da Merhaba Allaha kavuşmak Biz ölüme dünden
hazırız diye konuşuyordu. Yusuf Talatı u-nutmak mümkün mü Yiğitçe
kahramanca sevinerek ve şevkle durdu darağacının önünde. Tek
isteği oldu zindancıların çözdüğü elbiselerinin yeniden
bağlanması. Rabbine örtülü halde kavuşmasından emin olmak için.
İşte darağacındaki sözü Bugün Rabbime kavuşuyorum. O benden
razıdır. Allahım milletimi affet çünkü bilmiyorlar. Allahım beni
bağışla bana zulmedenleri de bağışla
Yazar devamla Kesin inancımız odur -ki verilen ve uygulanan bu
idam hükümleri Müslüman kardeşler Cemaatının yeniden dirilmesine
asla engel olamayacaktır. Bütün bu olanlar beklenen bir patlamaya
yol açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Kanaatimiz odur ki
(M.Helbert (1) Mısırda ırkçılık ve Devrim adlı kitabında (2) S.
B. Herris ve benzerleri de aynı görüştedir) bugün A-rap
dünyasında revaçta olan dünyevi ıslah kaygıları esasına dayalı
ırkçılık gayretleri yoluna devam ederken sonunda Mülüman
Kardeşler Cemaatinin daha işin başında davet ettiği noktaya gelip
duracaktır.
Öğretim konusunda da şunları söyler yazar Bir dönemde Mısırda
misyonerlik faaliyetleri hızlanmıştı. Müslüman Kardeşler Mısır
hükümetlerinin söz konusu misyoner gruplar karşısındaki
tutumlarını şiddetle eleştirdi. Dini öğretimin
yaygınlaştırılmamış olmasına Avrupa tarihinin İslam tarihinden
daha geniş bir şekilde ele alınıp okutulmasına şiddetle karşı
çıktılar.
Misyonerliğe Karşı
Buheyrenin Mahmudiye ve Dehlekiyenin Menzile kentlerinde
İsmailiyede Ebu Suveyr ve Kahirede mis-1 yonerlik merkezleri
vardı. Üstelik de Kardeşlerin faal bü-j rolarının yanıbaşlarında.
Ancak Kardeşler gerek bir taife-cilik fitnesinin alevlenmesinden
korktuklarından gerekse \ Onlarla en iyi şekilde mücadele et (3)
ezeli düsturuna uyduklarından sadece savunma durumunda kaldılar.
Hareket planlarını da iki önemli esasa bağladılar
1- Halka misyonerlik faaliyetlerinin tehlikesini anlatmak.
2- Misyonerlerin merkezlerinin kullandığı araçları usul ve
kaideleri aynıyla kullanmak ve uygulamak. Sağlık ocakları sosyal
yardım ve hizmetler öğretim faaliyetleri vs.
Menziledeki Protestan Barış Okulunda olduğu gibi. Burada Cemaat
ailesinin hastalığı nedeniyle mali ihtiyaç içine düşen ve o
yüzden hıristiyanlaşan Vefika adındaki bir genç kızı kurtarmıştı.
Açılışı 9 Şevval 1351 cumartesi günü yapılan bir Kızlar Okulu
vardı. Cemiyet ü-yeleri bu kızı bu okula kaydetti. Genç kızları
çeşitli konularda yetiştirmeyi hedef alan bu okul çok ilgi gördü
ve bir ay zarfında yüzden fazla kız talebe kaydoldu. Bu o-kulun
başına Kahire İslam Enstitüsü eski rektörü Mustafa et-Tayr
getirildi. İslamı çok güzel bir şekilde öğretti kızlarımıza.
Artık hepsi de beş vakit namazlarını hem de vaktinde
kılıyorlardı.
Menzilede olanlar Portsaidde ve başka yerlerde de oldu.
Kardeşler Genel Merkezine gönderilen yazılar incelendiğinde
açıkça anlaşılıyor ki misyonerlik merkezleri bu iş için pilot
bölge olarak yoksul semtleri seçmiştir ve bir de küçük yaştaki
çocukları. Sözgelimi Portsaidde hıristiyanlaştırılmak istenen
birkaç genç kızı zikredelim burada 1) Efkar Mahsur henüz 13
yaşında. Annesi babasından başka biriyle evli. Bu adam Mensiye
Balahın Arap mahallesi ikinci semtinde oturan Hüseyin Usta adında basit bir işçi. 2) Nazla Ahmed el-Huli 14 yaşında. Babası
avcı iken daha sonra bir hastalık yüzünden çalışamaz duruma
düşmüş. 3) Zekiyye Muhammed 12 yaşında ve ailesini taınımıyor. 4)
Seyyide Abduh er-Rey-han 13 yaşında ailesi olmayan bir yetim. 5)
Atıyyat Muhammed Zekzuk 7 yaşında ve annesini ancak yüzündeki bir
alametle tanıyabiliyor. Portsaid okulu bunları alıp Menzileye
kaçirmıştı herkesten uzak ve hiç kimsenin dikkatini üzerlerine
çekmeden bu çocukları hıristiyanlaş-tıracaklardı. Niketkim Nazla
el-Huli ve Atıyyat Zekzuk Menzilede bir sığınakta ele
geçirildiler.
Kardeşler halkı misyonerlerin ağına düşmekten korumak ve bu
hususta barışçı yollarla faaliyet göstermek için komisyonlar
oluşturdu. Ayrıca 22 Safer 1352 (1937 m.) tarihinde İsmailiyede
toplanan ve ülkedeki 15| Cemiyet şubesini temsil eden Müslüman
Kardeşler Ge-1 nel Şura Meclisi konuyla ilgili olarak Kral Fuada
bir mektup göndermişti. İşte mektuptan bazı bölümler
Misyonerler azgın bir şekilde halkın inancına saldırıyor
çocuklarını ciğerparelerini küfre düşürmeye ailelerinder
koparmaya hayasızlaştırmaya ve İslamın kesinlikle yasakladığı
başka dinlerden olan kişilerle evlendirmeye çalışıyorlar Halkı ve
ülkeyi bu fitneden korumanızı diliyoruz. Müslüman Doğunun lideri
Mısır günün birinde bir misyonerlik karargahı ya da küfür vatanı
olmayı kesinlikle kabul etmez. İnancımıza göre en başarılı tedbir
usulleri şunlardır
1 - Misyonerlikle uğraştıkları tesbit edilen bu okulların
enstitülerin misyoner yurtlarının kız ve erkek talebelerin
üzerinde güçlü ve etkin bir denetim sağlanmalıdır.
2- Misyonerlikle uğraştığı tesbit edilen hastaha-ne okul ve
benzeri yerlerin ruhsatları geri alınmalıdır.
3- İnançları bozmak erkek ve kız çocuklarını hayasızlaştırmaya
çalışmak gibi faaliyetlerde bulundukları hükümetçe tesbit edilen
kişiler ülke dışına çıkarılmalıdır.
4- Bu cemiyetlere kesinlikle mal ve yer yardımı yapılmamalıdır.
5- İçte ve dıştaki ilgili bakanlarla görüşüp bu tedbir planının
uygulanmasında Mısır hükümetine yardımcı olmaları istenmelidir.
Güvenliğin korunması ve dostane i-lişkilerin sürdürülmesi için
bunun gerekli olduğu anlatılmalıdır.
Bu mektubun birer nüshası ayrıca Başbakana İçişleri Bakanına
Eğitim ve Öğretim Bakanına Evkaf Bakanına ve Millet Meclisi ve
Senato (ki bu iki meclisin yerini şimdi Halk Meclisi almıştır)
Başkanına gönderildi.
Dini Öğretim Alanındaki Başarılı Hizmetleri
Bu konuda Kardeşlerin sadece kayıtlarına bakmak bile yeter. Bu
kayıtlardan konuyla ilgili olarak maddeler halinde şunları
çıkarabiliriz
1- Kardeşlere ve çocuklara Kuranı ezberletmeye özel bir önem
vermek. Sözgelimi 28 Eylül -1934e rastlayan 19 Cumadessaniye 1353
Cuma günü Meyt Hu-dayr bucağında toplanan Küçük Deniz bölge
halkına ait bir bölge kongresinde (ki bu kongre her üç üyda bir
toplanırdı) gündemin ilk maddesini bir teklif oluşturuyordu. Bu
teklife göre her şube birkaç çocuğa halleriyle mütenasip olarak
Kuranı ezberletecek ve yine her şube kongre toplandığında o
çocukların imtihanlarıyla ilgili bilgi verecektir.
2- İnancımız başlıklı risalenin ilk paragrafı şöyledir İnanıyorum
ki emir her şey bütünüyle Allaha a-ittir mutlak hakim Odur.
Efendimiz Muhammed Aley-hisselam insanlara gönderdiği
peygamberlerin sonuncusudur ve topyekün insanlığa gönderilmiştir.
Ceza haktır. Kuran Allah Kitabıdır. İslam dünyayı ve ahireti
içine alan ilahi bir nizamdır. Kuranı Kerimden her gür bir bölüm
okumayı kendime adet edineceğim buna söz veriyorum. Sünnet-i
Mutahhareye sımsıkı sarılacağım. Allah Resulünün hayat hikayesini
ve ashab-ı kiramının tarihini ciddi bir şekilde okuyup
öğreneceğim bütün bunlara söz veriyorum.
3- Şehid İmam 29 Rebiussani 1354 - 30 Temmuz 1935 tarihinde
Portsaidi ziyaret etmişti. Altı gün sürecek olan bu ziyaret
sırasında halka bir dizi konferans vermesi de kararlaştırılmıştı.
Kuranı Kerimin ışığı altında çeşitli konuların ele alınacağı bu
konferanslar her günün akşamında sunulacaktı. Konular sırasıyla
şöyleydi Kuranın etkisi ayrılık denge ıslah esas ve fazilet.
Ayrıca Üstadın perşembe günü vereceği konferansın ardından üstad
Yakut Hasan da Humusda Eski Mısırlıların Din Telakkileri konulu
bir konferans sunacaktı.
4- Öte yandan Kardeşler pek çok imzalı dilekçe ve müzekkere
vererek sorumlulardan orta dereceli ve yüksek okullardaki öğretim
programlarında din derslerine de yer vermelerini istemişlerdir.
Kimi zaman da bu hususlarda halkı harekete geçiriyoriardı.
1935 Ağustosunda günlerden bir gün bir heyet oluşturdular.
Heyetin başında Şehid imam merhum doktor Muhammed Abdullah Derraz
mernum Üstad Hamid Askeriyye ve Vişay Mahallesi muhtarı
Abdurrahman Derraz öğretmen Ahmed Hasan ve daha bazı önde gelen
büyükler bulunuyordu. İskenderiyede Bakanlık özel kalem müdürü
Said Zülfikar Paşa Krallık Divan Başkanı Ali Mahir Paşa ve
Mısırdaki orta dereceli ve yüksek o-kullarda din derslerinin esas
medde haline getirileceği konusunda Kardeşlere yardım vadinde
bulunan Ezher Rektörü Muhammed Mustafa Meraği ile görüştüler. Bu
arada Nahhas Paşadan da yardım istediler. Çünkü Nah-has Paşa
başında Nesim Paşanın bulnduğu söz sahibi Bakanlıkla uyum
halindeydi. Necip el-Hilali ise Maarif Bakanı idi. Üstad el-Benna
(ki Nahhas Paşaca kimliği hala bir meçhuldü) ince bir üslupla
heyeti Muhtarlar ve eşraf olarak sadece böyle bir isimle takdim
etti. Tabi doktor Derrazın dışında. Çünkü onun üzerindeki madalya
ve Ezherli kılığı gerçek kimliğini ve Ezher alimlerinden biri
olduğunu ele veriyordu. Oysa Nahhasın Ezherle arası iyi değildi.
Böylece el-Hilali Paşa ile görüşme imkanı elde etmiş oldular.
Uzun süren tartışmalardan sonra günün geç saatlerinde okutulan
din derslerinin ilk saatlere alınması karara bağlandı. Ayrıca
Kuranı Kerimden bazı kısımların ezberletilmesi ve sınıf geçmek
için sözlü Kur-anı Kerim imtihanlarının baraj kabul edilmesi gibi
hususlar da karar altına alındı. Elde edilen bu sonuçlar ilerisi
r-çin bir adım teşkil ediyordu.
Bunu Maarif Komisyonu Başkanı Üstad Sad ei-Lebbanın Millet
Meclisine din derslerinin temel madde
haline getirilmesi tezini savunan bir rapor sunması olayı izledi.
Kardeşler derhal herekete geçip gerek komisyonu gerekse
milletvekili ve senatörleri bu konuda desteklemeyi işi daha da
ciddiye almalarını sağlamayı kararlaştırdı. Lütfullah Sarayında
onlar adına bir onur toplantısı düzenlediler. Bu toplantıya hem
onları hem de bütün siyasi parti temsilcilerini davet ettiler.
1358 Cumadelula-sında icra olunan toplantıda Genel Mürşid bir
konuşma yaparak Kardeşlerin davetini bu davetin Kurana dayanan
köklerini şahsi ve milli eğitimde dinin önemini anlattı.
Toplantıya daha kimler gelmemişti ki Ülkenin ileri gelenlerinden
ve aynı zamanda Kardeşlerin dostları olan Prens Sekip Arslan
Alube Paşa Üstad Mahmud Beysu-ni milletvekili Sad el-Lebban
sonraları Ezher Üniversitesi vekili olan üstad Abdullatif Derraz
doktor Abdülha-mid Said doktor Medkur doktor Abdülvahhab Azzam ve
daha niceleri
Okul İnşa Faaliyetleri
Müsteşrikler okuldan söz ederken misyonerliğin en önde gelen
organı olduğunu söylerler. Bu gerçeği göz ö-nünde tutan Kardeşler
özel okullar kurmaya büyük ö-nem verdiler. Bu okullar Eğitim ve
Öğretim Bakanlığının kültür programlarını içerirken bir yandan da
yeterli düzeyde İslam kültürüne eğilecektir. Sosyal etkinliklere
sahip ibadet ve amel konularında titiz İslami şahsiyetler
yetiştirmeye de büyük önem verecektir. Vilayetlerin çoğunda
açılan bu özel okulların öğrencileri gezici tiyatrolarla köylere
çıkıyor ve temsil yoluyla daveti yayıyorlardı. Bir önemli nokta
da şu ki Hasan el-Bennanın İs-mailiyede kurduğu ve Hira İslam
Enstitiüsü adını verdiği deney esasına dayalı okul stili ileri
ülkelerin modern eğitim sistemlerinden yeterince yararlanmıştır.
Üstad bu konudaki anılarını anlatırken şunları söyler (1) Yüce
Allahın izniyle Kardeşler camiinin üzerinde inşa edilen okulun
yapımı tamamlanmıştı. O sıralarda benim örnek eğitim ve
eğitimciler üzerindeki bilgilerim henüz taze idi. Pestolazzonun
Betohafen Estanz ve Yercodoruf okullarındaki öğretim metodu
Mezveylin Cerşim ve Kielhou okulundaki öğretim metodu ve daha
nice örnekler zih-nimdeki tazeliğini hala koruyordu. Herbert ve
Bentsorinin öğretim metodları da öyle. Bütün bunlar hafızamda
taptaze duruyordu. Ancak bunlara belli bir olgunluk düzeyine
gelen ve davet tarafından beslenen İslami eğilim ve emellere
uygun yeni bir şekil vermemiz gerekiyordu. O sebeble okulun
yapımı tamamlanır tamamlanmaz İslami bir isim bulduk ve Hira
İslam Enstitüsü dedik.
Öğrenciler için de özel bir kıyafet getirerek bunu zorunlu
tuttuk. Buna göre her öğrenci yerli imalat ürünü bir entari ve
pardesü giyecekti. Yine yerli imalat ürünü beyaz bir fes ve
sandelet giyecekti.
Ders saatleri de benzerlerinden farklıydı. Çünkü namaz
vakitlerine göre ayarlanmıştı. Buna göre dersler erken saatlerde
başlıyor önce sona eriyordu. Böylece öğrenciler namazlarını
camide toplu halde cemaatle kılıyordu. Öğle yemeğinden sonra
ikinci kısım dersler başlıyor ve ikindiye az bir zaman kala
bitiyordu. Böylece ikindi namazı da yine cemaatle kılınıyordu.
Hazırlanan Ders Programları
Enstitünün öğretim programı üç bölümden oluşuyordu
1) Öğrenciyi Ezher ve dini enstitülere hazırlamayı hedef alan
ilkokul programları.
2) Sabahları önce ilkokul sonra da endüstri okulları programları.
Öğle yemeğinden sonra da öğrenciler Kardeşlerin yönetimindeki
yerli fabrika ve atölyelere gidiyorlardı. Kardeşler özel bir
program dahilinde enstitünün ve enstitü hocalarının kontrolünde
bu öğrencilere gönüllü olarak uygulamalı sanat öğretiyorlardı.
3) Öğrencileri lise ve yüksek okullara hazırlamak için ortaokul
programları uygulanıyordu.
Harçlar ve Öğretmen Seviyesi
Öğrencilerden okul giderlerini karşılamak için külfet getirmeyen
uygun bir ücret alınıyordu. Bunun yanında öğrenci velilerinin
içinde bulundukları şartlar gereği parasız öğrenim görenlerin
sayısı gittikçe artıyordu. Ayrıca Enstitü üstün kabiliyetli ve
yüksek diploma sahibi seçkin fen öğretmenlerine kavuşmuştu.
Öğretim Metodları
Enstitüde uygulanan öğretim metodları modem e-ğitim teorilerine
uygun tarzda ve en yeni esaslara bağlı olarak yürütülüyordu.
Derslerin pek çoğu açık havada ve ismailiye çevresinde şehrin göz
alıcı bahçelerinde veriliyordu. Hece harfleri ve matematik
problemleri çamur balçık ve benzeri şeylerden mamul araç ve
gereçlerle öğretiliyordu.
Öğrenciler geniş bir hürriyete sahipti. İçlerinden geçen her şeyi
öğretmenlerine açıkça söyleyebiliyorlar-dı. Yorgunluk bezginlik
hatıra vs. talebe hoca okul ev tam anlamıyla bir dayanışma ve
yardımlaşma havasına girmişti. İsmailiye gençlerinin pek çoğu
bugün bile hala bu enstitünün üstünlüğünü konuşur ve talebe hoca a-rasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı hatırladıkça
içlerinde tuhaf bir tad duyar.
Müslüman Kadın Yetiştirmek
İsmailiyede kurulan Hira İslam Enstitüsü yalnızca erkek çocuklar
içindi. Çok geçmeden bir de Mümin Anneler Enstitüsü kuruldu. Bu
enstitü kızlarımızı ibadet ve taatında her türlü gayri meşru
gpsterişten uzak evlilik mutluluğunu garanti edecek şekilde ev ve
aile işlerine bakan iyi birer müslüman kardeş olmaları için
hazırlayacaktı. Enstitü bu gaye ile kurulmuştu. Anlaşıldığı gibi
enstitü kızlarımıza aile mutluluğunu öğretecekti. Sıcak aile
yuvasında düzenli biçimde yürüyen sağlıklı karı - kocalık
ilişkilerinde ve karşılıklı sevgiden saygıdan kaynaklanan sürekli
mutluluk ortamında çocukların en güzel şekilde nasıl
yetiştirebileceğini öğretecekti.
Ayrıca Müslüman Kız Kardeşler için özel bir program da
hazırlanmıştı. Bu program dahilinde kadınlar arasında daveti
yayacaklardı. Bu hizmetin Mürşid nezdinde-ki ilk sorumlu başkanı
da merhume Hace Lebibe Ahmed idi. Bu değerli sorumlu başkan
Süveyş köprüsü caddesinde ve Kubbe Sarayı yanında Müslüman Kız
Kardeşler için Hayır Camii adında bir mabed inşa etmişti.
Kadınlığın Uyanışı adlı derginin müdiresi de olan Lebibe Ah-med
aynı zamanda Uyanan Kadınlar Cemaatı nın da kurucusuydu.
Faziletli Şehir
Meetshel doktora tezinde Kardeşlere ait bir Faziletli Şehir
projesinden de söz ediyor. Bu şehir Mu-kattam yaninda ve 400
feddan üzerinde kurulacaktı. Bu iş için satın alınan arazinin ilk
taksicff de ödenmişti. Kurulması planlanan bu faziletli şehir
Kardeşlerden ikibin a-ileyi barındıracaktı. 1951 yılında inşa
faaliyetine başlanmış ancak 1954 yılında herşey tümüyle yüzüstü
kalmıştı. Çünkü Müslüman Kardeşlerin topyekün emlakine elkonmuştu. Cemaata ait malvarliğından fertlere ait şirketlere
kadar herşey devlet tarafından müsadere edilmişti.
Politik İhanet Hastalığını Teşhis
Davet dergisinin kendisiyle yaptığı bir basın soruşturmasında Dr.
Meetshei bazı gençlerin takındığı sert t tavırla Mısırlı
iaerierin uşaklık derecesine varan politik ihanetleri arasında
bir bag kuruyor ve şöyle diyordu Mı- sırii siyasi liderlerin
başını çektiği politik ihanetler dini eğiiimdeki eksiklikten
kaynaklanıyordu. 5u gerçeği fark eden Cemaat üyeleri kargaşayı
önierpek acundan da fertlerin ruhunu eksiksiz bir şekilde cihad
duygularıyla doldurmanın zaruretine inanıyordu
Jacksona Göre Kardeşlerin Eğitim Politikası
Üstad Rektör Salih Abdülazizin Amerikan Dergisi olan Nevvyork
Cronokel da (1951) yine Amerikalı gazeteci Robert Jacksonla
yaptığı bir konuşması yayınlanmıştır. Bu konuşmada Amerikalı
gazeteci Şehid imamla yaptığı ve 1946da Nevvyork Postda
yayınlanan bir görüşmeden söz ediyordu. Hasan el-Bennanın eğitim
ve yetiştirme konsundaki metoduna değinen gazeteci şunları
anlatıyordu Mısırda kaldığım süre içinde Hasan el-Bennanın tarihi
hayatı ve hedefleri ile ilgili dokümanları eksiksiz bir şekilde
elde etme imkanı bulmuştum. Bu belgelerin ışığında onunla
Muhammed Abduh Cemaled-din Efgani Mehdi Sünusi ve Muhammed Bin
Abdulvah-hab arasında karşılaştırmalar değerlendirmeler
yapmıştım. Giriştiğim bu araştırma beni şu noktaya götürdü elBenna bu zevatın hepsinden de yararlanmış ama onların içine
düştüğü hatalardan uzak durmayı da bilmişti.
Sözgelimi Efgani gerekli oian ıslahatın yönetim yoluyla yapılması
gerektiğine inanırken Muhammed Abduhda bu işi eğitim yoluyla
başarılabileceği görüşünü i-ieri sürüyordu. Hasan el-Benna ise bu
her iki yöntemi de bir arada kullandı ve hedef aldığı noktaya
ulaşmayı başardı. Değişik sınıf ve kültürlere mensup seçkin
kişileri tek bir çizgi ve tek bir hedefte topladı.
Bu bilgi ve izlenimlerle ayrılmıştım Mısırdan. A-merikaya
döndükten sonra da onu adım adım izliyor ve hep onunla meşguldüm.
Nihayet hakkında bir takım şüpheler uyandırıldı kuşkunun
tecessüsün tozu dumanı a-rasında bırakıldı. Sonuçta yardımcıları
..tutuklandı. Gelip dayandığı bu aşamada yardımcılarının yolunu
izleyenlerinin böyle bir sınavdan geçmesi kaçınılmazdı. En
sonunda kendisi de mesajını maksadını tam olarak hedefine
uiaştıramadan şehid edildi.
Oysa ben Kahirede iken duyuyor ve biliyordum ki el-Benna o ana
kadar kendisini kanunlar nezdinde suçlu düşürecek herhangi bir
şey yapmış değildi. Yaptığı tek şey büyük bir yekun teşkil eden
bir genlçlik kütlesi toplamaktı çevresinde. Bundan fazlasını
yapmamıştı. Ancak Filistin savaşı ve Kanaldaki hürriyet
mücadelesi a-çıkça ortaya koymuştu ki bu adam bir kahramandı
büyük olağanüstü kahramanlıklar göstermişti. Bu kahramanlıkların
bir benzeri ancak İslam davetinin ilk döneminde görülebilirdi.
Şahsi ilişkiler
Jackson devam ediyor el-Bennanın en büyük kabiliyetlerinden biri
de ikna yeteneğiydi fert fert insanları kazanma becerisiydi.
Kişiyi kendine kopmaz bağlarla bağlardı. Beraber olduğu kişi onu
ideal bir arkadaş olarak görürdü. Tanıştığı herkesle arasında çok
samimi ve özel bir dostluk meydana gelirdi. Kimi zaman rastgele
biriyle karşılaşır tanışır onun görevini ne gibi işlerle
uğraştığını öğrendikten sonra sözü aile ve çocuklarına kadar
götürürdü. Böylece o kişiyi her yanı ve yönüyle tanımış olurdu.
Konuştuğu insanların ruh kaynaklarına kadar iner ve keskin görüşü
ince mantığıyla onları inançlarından politik ya da dini
düşüncelerinden alır ve kendi görüşüne düşüncesine çekerdi.
Sonunda o kişiler kendi geçmişlerini unutur eski hallerinden
ötürü Allahtan af dilerlerdi.
Milli Eğitim
Yine Jacksonu dinliyoruz şöyle diyor yazar el-Bennanın en bariz
eylemlerinin başında vatan sevgisini ruhi iştiyakların bir
parçası haline getirmesi olayı gelir. Vatanın hürriyetin değerini
yüceltti ve bunu en üst düzeyde tuttu. Getirdiği ve topluma mal
ettiği anlayışa göre zenginle yoksul arasında lütuf değil bir hak
sözkonusuy-du. Yönetenle yönetilen arasında üstünlükten
egemenlikten söz edilemezdi ancak bir dayanışma ve yardımlaşma
olabilirdi. Yöneticilerin halk üzerinde sulta kurması diye bir
şeyse asla. Ortada sorumluluktan başka bir şey olamazdı.
Bu aslında Kuranın gösterdiği bir yoldu. Ancak el-Benna bunu
apayrı bir üslupla ve yeni bir biçimde ilan ediyordu topluma.
Bu Kuran adamı bildiğim kadarıyla ne bir fitne peşindeydi ne de
sivrilme amacını güdüycirdu. Tek istediği iyi güçlü ve hür bir
toplum kurmaktı. Doğu asaletinin bütün özelliklerine sahip yeni
bir nesil yoğurmaktı.
Doğu İslam ve Kuran
Jackson devamla şunları söylüyor Hasan el-Benna gerek daveti
gerekse hayatı için düzenlenen çeşitli komplolara rağmen toprağa
yeni bir tohum saçmayı başardı. Bu tohum Kuran tohumuydu. Eski
ağacı yok o-lup gitse bile asla ölmeyecek çürümeyecek olan bir
tohumdu.
Hasan el-Benna Kuranı aldı eline ve üç kelimeyle Doğu İslam ve
Kuran kelimeleriyle alay eden modern düşünce adamlarının yoluna
çıktı kaşılarında dimdik durdu. Onlara ve herkese karşı şöyle
haykırıyordu Artık Doğunun Batı düşüncelerini yeniden gözden
geçirme zamanı geldi. Batı uygarlığı kendi öz sahiplerinin
gözünde bile kendinden bekleneni veremez duruma düşmüştür.
Bizimse dini ve siyasi gruplar olarak ortak düşmanımız olan
şeytan ve sömürüye karşı sahip olduğumuz şeyler tartışmasız
cehalettir yoksulluk hastalık ve ahlaksızlıktır. Evet böyle
haykırıyordu. Adıın vermediği bir sapık kişiyi eleştirirken de
İslam için çalışan bir cemaatı daha iyi hale getirmek ve
güçlendirmek zayıf düşürmekten hayırlıdır diyordu.
Kardeşlerini Öteki grup ve toplulukları yaralayıcı bir üslupla
eleştirmekten de menediyordu. Ayrıca Kardeşlerini sürekli hareket
ve tatbikat halinde tutmak istiyordu. Onların boş kalmaları ya da
gereksiz işlerle uğraşmaları anlayışına ters düşüyor ve böyle bir
şeye meydan vermiyordu. Bu noktaya dikkat eden Robert Jackson
şöyle diyor Eğer bu adam uzun müddet yaşasaydı ülkesi için çok
şeyler yapardı. Özellikle Şia - Ehli Sünnet arasındaki
ihtilafları giderme konusunda İranlı lider Ayetullah Kaşani ile
anlaşabilirdi. Bu iki lider 1948 yılında Hicazda bir araya
gelmişti. Bu görüşmede bir anlaşmaya vardıkları ve bir ana
noktaya ulaştıkları anlaşılıyor. Ne var ki Hasan el-Bennanın ömrü
vefa etmedi bu iş başarılamadan öldürüldü.
O düşünce planındaki ayrılığa zıtlığa inanır ve bunu asla halk
planında bir ayrılığa zıtlaşmaya dönüştür-mezdi. Böyleyken siyasi
partiler ona karşı amansız bir savaş açtılar.
İmamın İslami ve siyasi grupları birbirleriyle kaynaştırma
yolundaki gayretini çok ince politik hassesiyle duyan Robert
Jackson söylediklerinde tamamen haklıydı. Keşke yazar Üstadın bu
alandaki müthiş rolüne buraya sığmayacak derecedeki büyük
çabalarına daha yakından tanık olabilseydi
LİDERLER EĞİTİM KAMPI
1937 Yılıydı. Üstad el-Benna iskenderiyeye bağlı Dahile
bölgesinde yüze yakın genci barındıran bir eğitim kampı kurdu.
Kampın süresi yaklaşık 32 gündü. Ona benzer daha başka kamplar da
vardı.
Bu Kampta Neler Yapıldı
Bu kampta öncelikle İslam Ümmetinin siyasi tarihi okutuluyordu.
Bu dersi okutan da bizzat Hasan el-Benna idi ve özellikle Doğu Batı ilişkilerine de temas ediyord-du.
Gençler kampta Allah Resulünün ashabıyla kıldığı huşulu namazı
öğreniyor ve bu konuda eğitiliyordu. Sözgelimi Allahın Resulü o
seçkin toplulukla bir keresinde akşam namazını kılarken
muavvizeteyn surelerini okumuştu. Başka bir zaman da aynı vaktin
namazında Saffat suresini okumuştu. İşte imam el-Benna da
kardeşlerine akşam namazını kıldırırken Allah Resulünün sünnetini
uyguluyordu
Bazan da uygulamalı olarak savaş halindeki namaz kılma durumunu
gösteriyor ve ilk grupla kıldırdığı yatsı namazında bütünüyle
Bakara suresini okuyordu. Tabi çok özel bir namazdı bu. Çünkü bu
kamp canlarını Allaha adayan ve bu uğurda hayatlarına asla önem
vermeyen seçkin bir topluluğun kampıydı. Bir kere topye-kün halde
canlarını Allaha satmışlardı. Böyle olunca da uzun süre Allahla
birlikte Onun huzurunda yaşamak kendilerirr ağır gelmezdi.
Sömürgecinin Heybetli Maskesi Parçlanıyor
Öyle oldu ki şaşırırsınız. Ama oldu hem de aynen. İslam kampının
karşısında bir de İngiliz kampı vardı. Gençler İskenderiyedeki
camilere gidiyor ve uygulamalı olarak Allaha davet eğitimi
görüyorlardı. Hatta o sıralarda Müslüman Kardeşlerin
İskenderiyede şubesi yoktu. Hasan el-Benna istedi ki çocukları
talebeleri çölde Allaha nasıl kulluk edileceğini öğrensin bu
arada da İngilizlerin nasıl yaşadıklarını görsün. Şimdi gençlere
böyle bir fırsat veriyordu. Allahın izniyle ve iradesiyle bu
ilginç kampta bir nesil her bakımdan gerçek anlamda eğitilmiş
oluyordu. Bu manzarayı gören İngilizler şaşırıp kaldılar.
Olup bitenleri izlerken bu nasıl bir kamp böyle diye birbirlerine
soruyorlardı. Öyle ya herkesin kıldığı namazdan farklı bir namaz
görüyorlardı. Askeri eğitimse çok ayrı ve renkli bir manzara
sergiliyordu.
Ve garip bir olay
Üniversiteli genç Mahmud Ebussuud Kardeşlerin spor eğitimine
bakıyordu. Bu işi o üstlenmişti. Kardeşlerin içinde bir istek
belirdi İngiliz gurur ve şımarıklığını kırma konusunda
Mısırlıları yüreklendireceklerdi. Ne mi oldu Anlatalım Kampın
spor sorumlusu Mahmud Ebussuud Kardeşlerden bir izci grubuyla
zaman zaman şehre inerdi. Bu arada tramvaya bindikleri olurdu.
İngilizler sarhoş olarak dolaştıkları İskenderiye sokaklarında
halkın onurunu kırıcı davranışlarda bulunurlar halkın değerlerine
hakaret ederlerdi. Sonra da gecenin geç saatlerine doğru ingiliz
kampına dönerlerdi. Herkes korkarlardı kendilerinden çünkü
herbirinin üzerinde bir tabanca vardı. Ayrıca kanunları gereği
güçlüdürler zorbalık maka-mındadırlar. Kardeşler işte İnlgilizin
bu heybetini parçalamak istediler. İngilizleri Mısırlıların güçlü
pençesinden koruyan tamamen vehimden ibaret bu korkunç duvarı
yerle bir etmeyi kararlaştırdılar. Bir akşamüstü igiliz askerleri
yine tramvayda her zamanki gibi sululuk ediyorlar ve İskenderiye
halkına Müslümanlara küçük düşürücü sözlerle takılıyorlardı.
Mahmud Hoca birden ve aniden ilk kez bir ingilizin suratına
müthiş bir tokat indirdi. Neye uğradığını şaşıran ingiliz bir
Mısırlı nasıl olur da bir İngilizi tokatlayabilir gibilerden
apışıp kaldı oracıkta. Tuttu Mahmut Hoca bir tokat daha aksetti
kafir askerin suratına ve yaptığı şeyin insana yakışır bir iş
olmadığı konusunda kendisini uyardı. Kampın spor sorumlusu Mahmut
Hoca sonuç ne olacak diye çevresini gözlüyordu ama çevre. de
ingiliz kardeşine yardım eden tek bir ingiliz bile yoktu. Orada
bulunan her ingiliz kendi kabuğuna çekilmişti. Aralarında
kuvvetli bir bağ yoktu ki. İçkiydi onları bir araya getiren mal
sevgisiydi ingilterenin askeri makamları toplamıştı onları bir
araya ve buralara göndermişti. Gelmek istememişlerdi ama buna
güçleri yetmemişti. Yani burada bulunmalarının milli ve insani
duygularla bir ilgisi yoktu işte böylece İskenderiye halkı
İngilizlere yüklenme cesaretini bulmaya başlamıştı kendinde.
Gerektiğinde onlara kötek atabileceğine inanmıştı. Artık
ingilizlere herhangi bir insan gibi muamele etmeye başladılar.
Hiç bir ingiliz korkulmaya layık ceberrut bir tanrı değildi
olamazdı da. Bu psikolojiye varmak önemli bir olaydı.
Böylece kardeşler ingilizlerin korkulacak tanrılar saygı
duyulacak melekler olmadığını öğretmeye başladı halka.
Gerektiğinde dövülebilen tokatlanabilen ve ülkeden kovulabileln
bir takım insanlardı ancak. Gelişen bu olaylarla biriıkte biz
Kardeşler de aynı şeyi öğrenmeye başlamıştık. İskenderiye ve
topyekün Mısır halkı da aynı şekilde öğrenmiş ve anlamıştı ki
İngilizler bizim gibi insanlardı sadece. Hiçbir İngiliz
İskenderiyede kendini tanrı olarak göremezdi.
İngilizler İskenderiye halkının kendilerine bu türlü
davranmalarının sebebini anlamaya çalışıyordu. Bu hususta köklü
bir araştırmaya koyuldular ve sonuçta şu karara vardılar
İskenderiye halkını böylesine değiştiren Hasan el-Benna ve
Müslüman Kardeşlerdir. Bu olay tamamen onların eseridir. Aynı
değişikliği daha önce İsmai-liye şehrinde general Fergali
gerçekleştirmiştir. Bu kez olduğu gibi yanında yine Hasan elBenna vardı. Artık başladılar Kralı Nahhas Paşa ve Ali Mahir
Paşayı Üstad üzerine kışkırtmaya.
İslam Daveti Krala Ulaştırılıyor
İşte o sırada Hasan el-Benna Kral Faruka ilk müzekkeresini
gönderdi. Onunla birlikte Divan Başkanı ve Başbakana da. İslamla
hükmetmenin zorunluluğunu anlatıyordu onlara. Mısırdaki İngiliz
varlığına saygı duyulmaması gerektiğini İngiliz varlığının
korkulacak üstüne varılamayacak bir şey olmadığını vurguluyordu.
Mısır halkının ülkedeki İngilizleri hezimete uğratacak hatta
onlan sınır dışı edebilecek bir güce sahip olduğunu da dile
getirerek Mısırın İngilizlerden nasıl temizleneceğine fikri ve
askeri hürriyetin ne şekilde elde edileceğine ve yabancı
tahakkümün yabancı kanunların boyunduruğundan hangi tedbirlerle
kurtulabileceğine dair bir planı gözler önüne seriyordu.
Bildiriyi Kardeşler kalemleriyle yani el yazılarıyla yazıp
çoğalttılar ve sorumlulara gönderdiler. El yazılarıyla yazdılar
çünkü bu işte kullanabilecekleri bir daktiloları yoktu. Bildiri
Ahmed Hasaneyn Ali Mahir ve Nahhas dahil herkesi derinden
düşündürdü. Umut içinde yaşamakla sultalarını yitirme korkusu"
arasında şaşırıp kaldılar. Mevcut düzenin gölgesinde mutlu bir
hayatları vardı ve böyle bir düzende yönetimde nasıl
kalabileceklerini iyi biliyorlardı. Ama ya şimdi İki seçenek
vardı önlerinde Ya İslam ya da mevcut düzen. (Tabii bu düzen
içinde İngilizler onları eritip yokedecektir.) Kardeşlerin ileri
sürdüğü tez bunu zorunlu kılıyordu. Bu durumsa onlara çok garip
geliyordu. Allahım affet bizi bizi ve herkesi
Bir Mektup Daha Krala
8 Muharrem 1358de Şehid İmam Hasan el-Benna Kral Faruka bir
mektup daha gönderdi. Bu mektupta ülkenin içine düştüğü fesat
ortamını dile getiriyor ve problemin çözümü için İslamdan başka
bir çare bulunmadığını vurguluyordu. Mektubun metni aynen şöyle
- Sayın Kral Anayasasında dini İslamdır kaydı bulunan ülkemizde
Allahın şeriatı açıkça çiğnenmekte ve hükümleri bir yana
itilmektedir.
Meyhaneler fuhuş yuvalan dans salonları çılgınlık odakları her
yeri kaplamış ve herkesin başını döndürmüş bulunmaktadır. Hatta
devlet radyosu çoğu zaman bu fesat pisliklerini evlere kadar
taşımaktadır. Eğlence ve kumar kulüpleri hem vakitleri öldürüyor
hem de malı mülkü tüketiyor. Bu yuvaları besleyen de ülkenin
ileri gelenleri. Milletin varlıklı kesimi akşam sabah buralarda.
Öyle ki başkentlerde ve büyük şehirlerde bulunan memur kulüpleri
ülkedeki fesat ve ahlaksızlığın bizzat kendisi haline gelmiştir.
Devletin üst düzeydeki memurları bütün şahsi ve resmi
tasarruflarında halka en kötü şekilde örnek olmaktadırlar. Halkın
diline düşen bu memurlar şiddetli eleştirilere uğramakta ve
yöneticilere duyulan güvenin sarsılmasına yol açmaktadırlar..
Hele basının sergilediği manzara tüyler ürperticidir. İslamın
edep ölçüleriyle asla bağdaşmayan Allahın kadına farz kıldığı
örtü ve ihtişam kurallarını hiçe sayan hayasızlık örneği kadın
resimleri irili ufaklı bütün basın organlarında yer almakta ve
şaşkın gözleri kötü kalpleri oyalayıp durmakta. En kötüsü de
bunlar en köklü ailelere en büyük evlere ve en temiz namuslara
kadar uzanmaktadır.
Pek çok yerde düzenlenen resmi ve özel nitelikli gece
toplantıları adet haline getirilen ihtifaller eğlenceler. Kadınlı
erkekli bu toplantılarda içkiler içilmekte ve sabahlara kadar
dans oyun eğlence her türlü çılgınlık fütursuzca icra
edilmektedir.
Sayın Kral bütün bunlar ve benzeri hareketler halkın inançlarını
ve kendine olan güvenini yıkmaktadır. Dolayısıyla yüce değerleri
unutturmakta ve Allaha kulluktan hayırlı işlere teşebbüsten
alıkoymaktadır. Aklı sıhhati mal ve şuuru tahrip etmektedir.
Müslüman aileleri huzur dolu evleri hızlı ve çok yönlü bir
çözülmeye götürecek çabucak harap hale gelmelerine yol
açmaktadır. Gazete ve dergilerde ardarda yayınlanan haberler
gerçekten müthiştir kaygı ve korku vericidir. Artık bir şifalı
elin uzanması şart olmuştur. Toplumumuzun içine düştüğü bu çılgın
ve batak durumdan kurtulup arınması için böyle bir mücadele
kaçınılmaz hale gelmiştir.
Artık hedefini mutlak surette bulacak bir söz söyleyin bir
krallık emri çıkarın da bundan böyle Müslüman Mısırda islamla
bağdaşmayan hiçbir şey olmasın.
Hasan el-Benna Müslüman Kardeşler Genel Mürşidi
Nura Doğru
Dahası Üstad 1939 yılında Nura Doğru başlığı altında dünyadaki
bütün krallara bakanlara ileri gelen şahsiyetlere genel bir
mektup göndererek hepsini herkesi İslamla hükmetmeye çağırdı. Ne
ki ince yumuşak bir üslupla kaleme alınan bu mektup kültürlerini
gelenek ve hayat tarzlarını Batıdan alıp özümleyen Batıyı kutsal
gören ve ondan çekinip korkanların hoşuna gitmedi. Biz bir tarihi
anlatıyoruz burada kimseyi yaralamak gayesinde değiliz.
Sorumlulara yöneltilen bu nasihat yerine getirilmesi gerekli olan
farzdı görevdi. Bir sahabi anlatıyor Allahın Resulü Din
nasihattir buyurdu. Kim için bu nasihat kime ey Allahın Resulü
diye sorduk. Allah i-çin Kitabı ve Resulü için müslümanların
imamları ve topyekün kendileri için cevabını verdiler. Ancak
üzülerek belirtelim ki bu nasihata muhatap olan kişiler düşünce
ve uygarlık anlayışlarının gereği olarak İslama karşı zıt bir
konum içinde bulunuyorlardı. Dolayısiyle bu davet usta ve çıkarcı
politikacılarla kral ve sömürü arasında bir ittifakın başlamasına
sebep oldu böyle bir ittifakın ilanı demek oldu adeta. Evet bir
ittifak ya da çağın diliyle bir işbirliği. Bu noktada taraflar
birbirleriyle anlaşıyor ve tam bir görüş birliğine varıyor. Hedef
tek İslam da-vetçilerinin ve İslam hareketinin işini bitirmek O
nedenle 40 lı yıllarda Kardeşlerle ittifak çevreleri arasındaki
mücadele iyiden iyiye kızışıyor. Tabii işbirlikçilerin başında
daima sömürü yer alıyor süngünün başı hep o. Ya da bu çevreleri
pençe olarak kullanan yırtıcının başıdır sömürü ona aynı zamanda
ipleri eline geçirip karagöz ya da kukla oynatan bir oyun ustası
da diyebiliriz. İşte bu gelişmeler yüzünden o dönemde kardeşler
ve Hasan el-Benna Kral ve işgal güçleri dahil bütün siyasilerin
e-linde bir oyuncak durumuna düştü. Nihayyet 1948 yılında
Kardeşler bu yiğit ve şerefli halktan çıkardıkları savaşçı
kafileler gönderdiler Filistine. Bunu yapmaya mecbur kaldılar. Bu
kafileler herkesin gözü önünde şeref meydanına atılıyordu.
Canları ve cesetleriyle cennet kapılarını çalacakları bir yere
gidiyorlardı.
İmam bir şeyi farketmişti saltanatın miras yoluyla babadan oğula
geçeceği fikrini onaylamayan İslamdan Kral korkuyordu. İslamın
egemen olması halinde tahtının elinden çıkacağı endişesine
kapılmıştı. İmam derhal o-nunla görüşme yolunu tuttu İslamın
krallık ya da Cumhuriyet herhangi bir yönetim biçimiyle
uğraşmadığını yalnızca İslami anlamda bir yeterlilik istediğini
anlatmak istiyordu kendisine. Bu arada Kralın bir temsilcisiyle
görüşüp durumu aynen izah etti. Ayrıca İslamın egemenliğinden
azınlıkların da korkmaması gerektiğini İslam ilke ve hükümlerinin
hakim olması durumunda türlü mal düşünce ve ırz emniyetlerinin
tam anlamıyla sağlanmış olacağını Dinde zorlama yoktur (1)
buyruğunun gereği olarak inançlarına kimsenin dokunamayacağını
anlattı.
Kardeşler ve Kiptiler
Şurası bir gerçektir ki Kardeşler sürekli davetleriyle
çevrelerindeki etkin Hıristiyan unsurları da derleyip toparlama
gücüne ulaşmışlardır. 40 ların başında Kardeşlerin Yahya
Şarkıyyenin merkezi Feridiyye (Şerişme) deki şubesini ziyaret
ettim. Şubenin mali kayıtlarını inceliyordum ki gözüm bir 50
(kuruş) rakamına ilişti. Bu bir aylık aidat bedeliydi. Oysa öteki
aylık aidat bedelleri ya iki kuruştu ya da beş kuruş. Rakamın
karşısındaki isme göz attım ve aidat sahibinin kimliğini tesbit
ettim Tren istasyonu müdürü olan bir hıristiyan. Hem niçin aidat
ö-dediğini öğrenmek hem de kendisine teşekkür etmek i-çin adamın
ziyaretine gittim. Bana şunları anlattı Tren istasyonundan hayli
uzak mesafede bulunan bu bölgeye yerleştiğimde görev mahalline
gidip gelebilmem oldukça zordu. Hele güneş battıktan sonra
kasabaya dönmek bir meseleydi. Çünkü yol kesmeler sağdan soldan
gelen bombalar vs. gelip giden herkesin yüreğini korkudan
titretiyordu. Ortam tam bir terör ortamıydı. Nihayet Kardeşler
geldi ve barış komiteleri kurdular. Terör gitmiş ve yerine huzur
ortamı gelmişti. Yol kesmeler tehditler son bulmuştu. Bomba
gürültülerinin yerini zikrullah nidaları almıştı. Kardeşlerdir ki
yol emniyetini sağladılar istasyondaki müdür odasında mahpus
kalan görevliyi esenliğe çıkardılar. Bu durumda bizim ödediğimiz
bu aidat nedir ki Her yana sevgi tohumları saçan silahlı
çatışmaların önünü alan halkın hüzünlerini matemlerini sevince
mutluluğa dönüştüren ve herkesi hayır üzerinde toplayan
birleştiren bu kişilere asgari takdir ve minnet borcumuzu yerine
getirmiş oluyoruz. Nihayet İslamın kalbime yabancı gelmediğini
düşündüm. Evet yabancı değildi garip gelmiyordu. Çünkü o Allah
kelamını sükut içinde dinlemeye çağırıyordu. Kuran Kuran okunduğu
zaman o-na kulak verin dinleyin.. (1) buyuruyor. Nitekim İncilde
Mukaddesatınızı köpeklere vermeyiniz der.
Böylece İslam daveti hür düşünce sahibi her kişi ve kesimin
desteğini kazanıyordu. Zeytunda Hıristiyan din adamları
Kardeşlerin ziyaretine geliyordu. Şubelerindeki dini
toplantılarına katılıyorlardı. Saidde Kardeşler tutuklanırken
onlarla birlikte çok sayıda hıristiyan da tutuklanmıştı. Çünkü bu
Hıristiyanlar islamın meziyetlerini şahıslarında somut halde
temsil eden Kardeşlerin kulüplerine katılmışlar ve sürekli de
katılıyorlardı. Onlardan E-min Batrisi hatırlıyorum. İbni Haldun
Lisesinin ilk İngilizce öğretmeniydi. Nakraşi döneminde pek çoğu
Kardeşlerle birlikte içeri alınıp tutuklandı.
1941 de Üstad Hasan el-Benna tutuklandığında Esyotun Merkezi
Menfelut bölgesi milletvekili ve eski U-laştırma bakanı Üstad
Tevfik Dus Paşa bu tutuklama o-layı ile ilgili bir soruşturma
yaptı. Tevfik Paşanın sonunda söylediği söz şu oldu İslam Şeriatı
Mısırdaki Kıptile-rin ruhuna her türlü güvenliğine gerçekten
sahip çıkmış ve esaslı bir şekilde korumuştur.
Müslüman Kardeşler Genel Merkezinde siyasi bir komisyon teşkil
edilmişti. Cemaatın vekili üye üstad a-vukat Vehib Dus Esyot ili
Ebnop milletvekili üstad Lou-vis Faunus ve Kardeşlerin ileri
gelenlerinden üç kişinin de katılmasıyla oluşturulan bu
komisyonun görevi Müslüman Kardeşlerin bağlı olduğu ilkeleri
ülkede İslami uygulamanın nasıl ve ne şekilde
gerçekleştirileceğini açıklayıp ayrıntılarıyla anlatacak ortak
çıkarın temel politikasını belirlemekti.
Ne ki Cemaatın karşısına çıkan büyük ve çetin o-laylar bu
komisyonun vazifesini yerine getirmesine engel oldu. Böylece bu
önemli teşebbüs sonuçsuz kalmış oluyordu. Yeter ki İslam doğru
anlaşılsın Allah Resulünün hayatı nasıl yaşadığı bilinsin
yeterince öğrenilsin. Bu Müslüman olmayanların İslama girmesini
ya da en azından kalplerinin islam sevgisiyle dolmasını
sağlayacaktır. İşte kültürlü kiptiler de Mısırda Müslüman
Kardeşlerle böyle bir konum içinde yaşıyordu. Sizin dininiz size
benim dinim banadır ve Allah din uğrunda sizinle sizi yurdunuzdan
çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı
yasaklamaz kurallarına uyuluyordu.
Hıristiyanlık adıyla bulanık suda balık avlamaya çalışanlarsa
elbette olacaktı. Nasıl ki bizde de aynı şeyi sofilik adı altında
yapanlar vardır ve böyleleri toplumda daima bulunur. Ama günün
birinde suyun bulanıklığı gider ve ortaya tatlı bir berraklık
çıkar.
Bulanık suda balık avlamaya çalışanların en şerlisi şüphesiz bu
sömürgeci alayı idi. Milli Birlik sloganını a-ğızlarından
düşürmeyen bu hainler böylece asıl milli birliği parçlamak ve
değişik millet ve inançlara sahip bütün milliyetleri yutmaktı. Bu
menhus politikanın saçmalıklara na sarılmada Mısır hükümetleri de
bunlara uydu. Ülke ve denizaşırı bölgelerdeki Siyonist ve
sömürgeci odaklar da
(1)Kafirun suresi 6. (2) Mümtehine suresi 8.
Mısırın ve topyekün Arap dünyasının üzerine atılıyordu bölmek ve
parçlamak için. Bunda başarılı olabilmek için tek bir prensibe
sarılmışlardı İslam nizamını bulandırmak ve Müslümanları ondan
ürkütmek. Hem İslama hem de Müslümanlara karşı gönüllerini
karartmak. Bir talihsizlik de Müslümanların başında yönetici
olarak bulunan kişilerin İslam Fıkhında derinlik sahibi
olmayışları idi. Dolayı-siyle Siyonist ve sömürgecilerin
sebebiyet verdiği yanlış anlamaları bertaraf edecek şekilde
İslami bir uygulama gayreti içinde olamıyorlardı. İslam şeriatını
öyle sağlam öyle mükemmel tatbik edelim ki bu yalancfvehimler
tutunamayıp çekip gitsin gibilerden bir hamaset gösteremiyorlardı.
Artık vatandaş haklı olarak 30 lardan itibaren giriştiği ciddi
mücadelelerle misyonerliğe tek başına karşı duran Müslüman
Kardeşler olmuştur demektedir ve elbette doğru söylemektedir.
Ancak bir noktanın bilinmesi gerekir. Şöyle ki misyonerlik
yoksulun ihtiyacını sömürüyordu. Küçük yaşlardaki çocukları alıp
götürüyordu. Cahil ya da yoksul çevrelerin yetişkin gençlerini
kandırıyor saptırıyordu. Hem cahil hem de yoksul çevrelerin
yetişkinlerini kandırıp saptırmaksa daha kolaydı. İşte Kardeşler
böyle bir ortam içinde misyonerliğin karşısına çıkarken onunla
savaşırken ne herhangi bir şiddet prensibine başvurmuşlardır ne
de kötü bir söz söylemişlerdir. Çünkü bağlı oldukları temel kanun
böyle davranışlardan men eder onları. İşte ayeti kerime Kitap
ehliyle en güzel şekilde mücadele edin.. (1)
Misyonerlik hareketinin arkasındaki parmaklar yerli yani Mısırlı
değildi. Mısırlı olup da bu hareket içinde böylesine rol oynayan
kişilerse ne İslamla ne de milli ve insani şuurla ilgisi olan
kişilerdi. Onlar olsa olsa fırsatçılardı en önemlisi de sınırsız
ahmak ve cahil kişilerdir. Çünkü Kuran gerek Hazreti İsadan
gerekse annesi Hazreti Meryemden öyle yücelticf- ifadelerle söz
etmiştir ki buna hiçbir misyonerin gücü yetmez.
Özetlersek Kardeşlerin daveti İslam daveti olması hasebiyle dün
bugün ve her zaman milli birliğe giden götüren tek yoldur ve hep
öyle kalacaktır. Özlenen huzur ortamı da yine bu davete bağlıdır.
Onların dışındaki siyasi parti adamlarının bu hedefe ulaştıracak
herhangi bir esasa dayalı kaideleri yok ellerinde. Çünkü onlar iman nedir kitap nedir bilmiyorlar ki
KARDEŞLER VE İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI Zayıf Yöneticiler
İngiliz işgali ülkede kasvetli bir hava meydana getirmişti. Bu
durumun Mısır halkını içten içe tahrik ettiği şüphesizdi. Halk
gerek içinde bulunduğu olumsuz şartların etkisiyle gerek
hürriyete duyduğu aşırı hasretin verdiği heyecanla ülke çapında
ayaklanma belirtileri gösteriyordu. Ne ki başlarındaki
yöneticiler güçsüz beceriksiz insanlardı. Azmi zayıf şuuru kıt
inancı çarpık İslamı doğru şekliyle göremeyen ve politik
görüşlerini doğrudan sömürgeciden almış özümlemiş bu kişilerin
halka sağladığı destek yardım ne ölçüde yararlı olabilirdi
İkinci dünya savaşı patlak verdiğinde Mısır sıkıyönetim ilan etti
ve 1936 andlaşması gereğince İngiltere yanında yer aldığını
duyurdu dünya kamuoyuna. İtalya da Haziran 1940da Almanya ile
birlikte katıldı savaşa. Kardeşler Mısırın savaşa iştirakini
desteklemediklerini i-lan etti. Yalnızca 1936 andlaşmasının
öngördüğü yardımlarla yetinilmesini onaylıyordı Kardeşler. Mısır
bu savaşta İngilterenin yanında yer aldığını ilan etmişti ama
ittifak devletlerine karşı bilfiil savaş açmamıştı. Tabi bu durum
İngilterenin hoşuna gitmemişti. Asıl merkezinin üssünün
sarsıntıda olduğu yorumuna varıyordu. Ne yapıp edip Mısırı savaşa
sokmalıydı. Bunun için şu çarelere başvurdu
1- Hasan el-Bennanın dost ve arkadaşlarını bütün idari
makamlardan uzaklaştırmak. Hemen faliyete geçti ve ilk planda Ali
Mahiri başbakanlık makamından uzaklaştırdı yerine Hüseyin
Sırrımın geçmesi için. Ali Mahir milliyetçi tavrından ötürü 1935
yılından beri İ-mamla iyi ilişkiler içindeydi. İslami değerlere
de az çok saygılı bir insandı. Ama bu saygısı sosyal ahlak fikri
miras ve Mısırın öteki İslam devletleriyle olan ilişkilerine
hizmet eden siyasi bir faktör oluşu gibi açılara dayanıyordu.
Ali Mahir kabinesinde olan Salih Harb Paşayı da yeni kabinenin
teşkilinde safdışı bıraktı. Öte yandan 20 Mayıs 1941 de
Abdurrahman Azzam Paşayı sınır ordusunun komutanlığından aldı.
Yine onun marifetiyle Aziz el-Mısri emekliye sevkedildi. Aziz elMısri Kardeşlerle ilk kez 1937 de Londrada tanışmıştı. Bu tarihte
Londraya gelmiş ve Kardeşlerden üç kişi orada kendisini Arap
elbisesiyle karşılamıştı. Daha sonraki tarihlerde çeşitli defalar
Kardeşlerle buluşup görüşmüştü. Sözgelimi 1940 yılında Cemaatın
ikinci vekili Dr. İbrahim Hasanla bir görüşme yapmıştı. Bu
görüşmede subay Enver Sedat da bulunmuştu. Daha sonra Enver Sedat
İmam el-Benna ile de birkaç defa görüşmede bulunmuştu. Görevden
alınması Azizi ordudaki polis ve Kardeşler teşkilatındaki
milliyetçilere yaklaştırdı onları sevmesini sağlayan bir etken
oldu
2- Hasan el-Bennayı Kahiredeki işinden Kınaya nakletmek. 19 Mayıs
1941 de bu işi de gerçekleştirdi. Nitekim Cemaat Genel Sekreteri
Ahmed es-Sükkeri de Kuzey Deniz Bölgesine nakledilmişti. ElBennanın Said-e nakli meselesi Millet Meclisine götürüldü.
Hükümet gerekçe olarak el-Bennanın sık sık geziye çıktığını dolayısiyle görevini ihmal etme durumunda kaldığını ileri sürdü. Gene
Merkezde hükümetin bu gerekçesine cevap olarak el-Bennanın apayrı
bir görev anlayışına sahip olduğunu görevini hiçbir zaman ihmal
etmediğini hizmeti süresince hastalık mazeret gibi izinler
almadığını gezi ve yolculuklarını görevine halel getirmeyecek
şekilde a-yarladığını dünyevi ve uhrevi çalışmalarını birbirini
zedelemeyecek şekilde düzenlediğini isbat eden belgeler ibraz
etti. Üstad Kınada ise telgraf hizmetlerinin istasyona alınması
dolayısiyle bunlardan boşalan yeri işgal etti ve burayı davetin
merkezi haline getirdi. Buradan yürüttüğü davet faliyetleri
Uksura ve hatta daha uzaktaki çoğu bölgelere kadar uzandı.
Sonunda hükümet buradaki fali-yetini önlemek için onu Kahireye
nakletmek zorunda kaldı.
İngilterenin durumu sallantıda kalmaya devam etti. Bir yandan
Kardeşlerin davet faliyetleri bir yandan da düşman devletlerin
karşı propagandaları İngiliz varlığını i-yiden iyiye tehdit
ediyordu. Sonunda İngiliz tankları 4 Şubat 1942 günü Abidin
Sarayını kuşattı. Aynı günün gecesi haberi alan İmam el-Berlrıa
Krallık Divan Başkan-lıiına müracaat ederek Eğer izin verirseniz
biz bu ku-s rtmayı yarar dağıtabiliriz dedi ve ilave etti
Gerçekte İlah buna izin vermiştir. Haksızlığa uğratılarak
kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmalarına
izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir (1)
ayeti bunun isbatıdır. Krallığın verdiği cevapsa aynen şöyle Bu
kahramanca ve vatanperver tutumunuza teşekkür ederiz. Sayın Kral
kendine has hik-metiyle durumu bizzat düzene koyacaktır. Sözü
edilen hikmet İngilizlerin isteğine boyun eğmekten başka bir şey
değildi. İngilizlerin isteği ise Vefd hükümetinin iş başına
gelmesiydi. 6 Şubat 1942 de Mustafa Nahhas yeni kabinenin
kurulduğunu ilan etti. Bu kabine Ekim 1944 de Kral tarafından
düşürülünceye kadar iş başında kaldı. Daha sonra Kral yeni
kabinenin kurulması görevini Ah-med Mahir Paşaya verdi.
Bu arada işgali protesto eden gösteriler düzenlendi. Ülkenin
içişlerine müdahale edilmesi Krallık Sarayının kuşatılması
şiddetle kınandı. Ne var ki askeri yönetim bütün bu yükselen
sesleri hemen bastırıp susturdu. Bunun üzerine Nahhasda kabinenin
kuruluşunun hemen ardından 7 Şubatta parlamentoyu feshettiğini
duyurdu
Ocak 1941 de toplanan Müslüman Kardeşler 6. Genel Kongresinde
Üstad el-Bennanın İsmailiye bölgesinden milletvekili adayı olması
kararlaştırıldı. Üstadın a-day olma teşebbüsü Nahhası
telaşlandırdı ve derhal yanına çağırarak umumun yararı için
adaylıktan çekilmesini istedi. Korkunç bir askeri güce sahip olan
İngilizlerle a-ramızdaki dostluk ve içinde bulunduğumuz savaş
durumu bunu gerektiriyor. İngilizler etkin güçlerine rağmen
Kardeşlerden birinin parlamentoda bulunmasından kendilerine karşı
sert ve katı bir politik programı hem de resmi planda uygulamaya
kalkışmasından korkmaktadırlar dedi. (1)
(1) Hacc suresi 39
(1) Heawart Dont Modern Mısır s. 40
Richard B. Meetshel Müslüman Kardeşler s. 63-82
Bu İmamın önüne çıkan bir fırsattı. Değerlendire-bildiği takdirde
dini ve vatanı için pek çok kazanç sağlamış olurdu. Böyle düşündü
ve adaylıktan çekilmek için i-ki şart ileri sürdü. Bu şartlar
şunlardı
1- Bazı şubelerde tatil edilen faliyetlerine devam konusunda
Cemaata serbestlik tanınması durdurulan risale neşrine yeniden
izin verilmesi.
2- Alkollü içkilerin ve fuhuş faliyetlerinin önlenmesi için
gerekli tedbirlerin alınması ülkenin bu tür kirli işlerden
arındırılması.
Hükümet bu şartları kabul etti. Ancak uygulama a-lanı çok dar
tutuldu. Batakhanelerin ancak bir kısmı kapatılmıştı. Alkollü
içkilerin satışı ile ilgili yasaklama kararı ise dini merasimleri
ramazan ayını ve günün belirli vakitlerini kapsıyordu.
Bu arada Müslüman Kardeşler halka gerçek düşmanlarını gösterme
eylemlerinden geri durmadı. Halkın gerçek düşmanları hiç şüphesiz
işgal kötü yönetim İslam dışı yönetim ve cehaletti. Bunlardan
kaynaklanan yoksulluk ve hastalıktı aile çöküntüsü ahlak çözülmesiydi sınıfçılık ve kapitalilzme dayanan haksız ayrıcalıklardı.
Zorlu bir mücadeleydi. Cennetin kazanılması yolunda candan maldan
geçiliyordu. Ama böyle bir direniş sayesinde davet beklenen
ürünlerini vermişti. İslamın yiğit erleri Mısır ufuklarında Cihad
yolumuzdur Allah yolunda ölmekse en yüce emelimizdir nidalarını
yükseltiyordu. İmam bu muhteşem nidaları gerçek anlamda harekete
dönüştürdü uygulama alanına döktü. Bu sloganın ruhunu fiilen
ortaya koyacak müthiş bir askeri potansiyel vardı. Göçebe
durumundaki bu ordu altınordu olmuş ve gerek İngilterenin gerekse
onun uşak hükümetinin korkuları bir bir tahakkuk etmeye
başlamıştı. Nihayet 1942 yılının sonlarında Müslüman Kardeşler
Cemaatının feshi ve Genel Merkezi hariç bütün şubelerinin
kapatılması kararlaştırıldı.
Gerçek şuydu ki Vefd hükümeti kurtuluş savaşlarında yiğitçe
mücadeleler veren milliyetçi şahsiyet için İslami yapının ne
derecede değer taşıdığını bilmiyordu. Oysa İngilizler daha 1935
yılında Nahhas Paşayı Kardeşlerden korkutmaya başlamıştı. 40 lı
yıllarda ise Paşa İngilterenin Kardeşler üzerinde daha çok
durduğuna tanık oldu. İngiltere açıktan açığa Kardeşlerden
kurtulmak istiyordu. Vefd kabinesinin bakanlarına İslamı anlatma
gereğini duyan İmam bu durumun etkisiyle işi daha da hızlandırmak
istedi. Tutumlarını değiştirirler de belki fesih kararından
vazgeçtiklerini ilan ederler umudundaydı. Bakanlar 1943 yılının
başlarında Müslüman Kardeşler Genel Merkezini ziyarete gittiler.
Beraberlerinde büyük bir gazeteci kütlesi de vardı. El-Bennanın
arkasında bulunduğu sanılan silah ve askeri güç durumunu yerinde
ted-kik etmek istiyorlardı. Ancak üstad duruma hakim olarak gelen
bakanlara tek tek davetini anlattı İslamın kendilerinden neler
beklediğini bakanlık sorumluluklarını ne şekilde yerine
getirebileceklerini izah etti ve konunun saptırılmasına fırsat
vermedi.
Toplantıyla ilgili yorumunu anlatın Fikri Abaza şöyle diyor Genel
Merkeze gittik adamı ısındıralım ve ağzından sır alalım diye
sesten soluktan kaldık. Ama adam bize sadece güldü ve adeta dil
çıkarttı. Tabii sonunda raundu sıfıra karşı kazandı
İmam anlamıştı ki bu ziyaret Cemaatın güvencesiyle ilgili
herhangi bir müsbet sonuç getirmeyecekti. Nitekim şubelerin
kapatılması sırasında Kardeşlere ışık tutan sıcak tavsiyelerde
bulunuyor ve risaleler halinde her tarafa gönderiyordu. Yazıp
gönderdiği Aileler Nizamı risalesi bu cümledendi. İngilizlerin
karşı tedbir alacağını bu yolda mümkün olan her çareye
başvuracağını bildiği halde bu tür faaliyetlerinden geri
durmuyordu.
İmamın Zorluklarla İlgili Bazı Tavsiyeleri
Şöyle diyordu Kardeşlere İlk mücadele alanınız nefislerinizdir.
Eğer nefislerinizi yenerseniz başkalarına karşı daha güçlü
olursunuz. Şayet nefislerinize karşı giriştiğiniz cihadda başarısızlığa uğrarsanız başkalarına hiç güç
yetiremezsiniz. O halde mücadelenizi öncelikle nefisleriniz
üzerinde denemelisiniz. Biliniz ki bütün dünya halis bir nesil
beklemekte. Bu nesil tam anlamıyla temiz güçlü ve faziletli bir
ahlak yapısına sahip bu özelliklerle donanmış seçkin gençliğin
içinden çıkacaktır. İşte bu gençlik sizler olmalısınız.
Umutsuzluk mu asla Allah Resulünün (Altı şey için bana garanti
verin ben de size cennet için söz vereyim konuştuğunuz zaman
doğru söyleyin vaadinizi mutlaka yerine getirin. Bir emanet
aldığınızda güzelce yerine iade edin. Namuslarınızı koruyun
gözlerinizi haramdan sakının. Harama kat-iyyen el uzatmayın)
hadisi şerifini gözünüzün önüne a-lın ve sonra dikkat edin
bakalım öyle misiniz Hem yaptıklarınızı Allah da Resulü ve
müminler de mutlaka görecektir. Görünen ve görünmeyen dünyaları
bilen Allahın huzuruna çıkarılacaksınınz ve O size yaptıklarınızı
anlatacak haber verecektir.
Bu tavsiyeler yönlendirmeler Kardeşler için uygulanması gerekli
ilkeler demekti. Uygulanmasından bereketler doğacak olan ciddi
talimatlardı. Böyle inanıyorlar ve böyle titizlikle
sarılıyorlardı. Gözü haramdan koruma meselesini ele alalım
Kardeşlerden birinin trende yolculuk ettiğini düşünelim
kesinlikle albenili bir kadının karşısına oturmazdı. Caddede
yürürken önünde tahrik edici kılık ve tavırlar içinde bir genç
kızın yürümekte olduğunu mu farketti Derhal adımlarını
hızlandırır ve onu arkasında bırakırdı. Tıpkı Hazreti Musanın
Şuayb Peygamberin kızlarıyla yürürken yaptığı gibi.
Başka bir tavsiyesende de Allah Resulünün Ab-dest müminin
silahıdır hadisi şerifi üzerinde duruyor ve sürekli abdestli
bulunmanın gereğini vurguluyordu. Bu ilkeye titizlikle uyan
Kardeşler kesinlikle abdestsiz yere basmıyorlardı. Abdestleri
bozulduğunda derhal yeniliyorlardı. Soğukların bastırdığı
şiddetli kış günlerinde bile abdestsiz uyumazlardı.
İmamın ilke ve tavsiyelerinden biri de Allah Resulünün şu hadisi
şerifiydi Üç şey vardır ki kurtuluşa götürür ve siz onları
ganimet bilip iyi değerlendirin. Yine üç şey vardır ki helake
götürür onlardan uzak durun. Namaz Kuran ve sürekli murakabe
dünyada kurtuluşa ahirette de saadete götürür. O halde namazları
vaktinde ve cemaatle kılmaya büyük önem verin hükümleri hakkında
derinliğine bilgi sahibi olun. Edası sırasında erkan ve
şartlarına riayet ederek kendinizi bütünüyle namaza verin ayet ve
dualarını okurken dikkat ve titizlik gösterin. Kuran da mümkün
olduğu kadar düşünerek ve sükunet içinde okuyun. Gerek dururken
gerek her halinizde her zaman Allahı gözetin. Kim Allahla beraber
olursa Allah da onunla beraber olur. İçki kumar azgın şehvet
dünyada helake ahirette de bedbahtlığa götürür. İlk kadehten
sakının boş şeylerle uğraşan laü-bali kişilerin meclislerinden
uzak durun. Gözlerinizi harama kapatın zinadan kendinizi koruyun.
Kötü arkadaştan hayasız genç kızlardan kaçın şeytanların iğvasına
kapılmayın.
Sıcak bir veda üslubuyla kaleme aldığı Aileler Nizamı risalesinde
geçmişteki büyük davetlerin tarihini sergilemiş ve her asırda bu
davetleri yenilemek için ileri atılan samimi kişilerin
karşılaştığı güçlükleri dile getirmiştir. Müslüman Kardeşler ki
davetlerle ilgili ilahi sünnetin üzerlerinde hükmünü icra ettiği
nesillerden bir nesildir. Bu önemli noktayı vurgulayan Üstad
şöyle diyordu Size açıkça söylemek isterim ki davetiniz çoğu
insanlarca hala bir meçhuldür ne olduğu bilinmemektedir.
Bildikleri gaye ve hedeflerini öğrendikleri gün ise şiddetli bir
husumet ve amansız bir düşmanlık gösetereceklerdir. Yığınla
zorluk ve güçlük bulacaksınız önünüzde. Pek çok dağ tepe çıkacak
karşınıza. Şimdiyse hala birer meçhulsünüz. Davetiniz için zemin
hazırlamaktasınız hala. O-nun istediği cihad ve mücadele için
hazırlık yapmaktasınız işin sadece bu safhasında bulunuyorsunuz.
Halkın İslamın hakikati konusundaki cehaleti büyük bir engel
olarak durmaktadır yolunuzda. Öyle ki dindarlar ve resmi alimler
arasında İslam anlayışınızı garip bulanlar İslam yolundaki
cihadınıza karşı çıkanlalr olacaktır. Başkanlar liderler makam ve
otorite sahipleri kin besleyecek size. İstisnasız bütün
hükümetler karşınıza çıkacaktır. Her hükümet faaliyetlerinizi
kısıtlamak yolunuza türlü engeller koymak isteyecektir bunun için
elinden geleni yapacaktır. Zorba güçler her çareye başvurup
olanca hınçlarıyla karşınızda duracak ve davetinizin nurunu
söndürmeye çalışacaktır. Bu işi başarmak için de zayıf
hükümetlerden zayıf ahlaklı kişilerden ve kendilerine dilenmek
için uzanmış hain ve düşman ellerden yardım isteyeceklerdir.
Herkes davetinizin çevresinde şüphe tozları ve itham karanlıkları
koparacaktır. Böylece size noksanlığın her türlüsünü bulaştırmaya
sonra da en iğrenç şekilde halka teşhir etmeye çalışacaklardır.
Güç ve otoritelerine güvenerek maddi imkan ve nüfuzlarına
dayanarak. Kuranı Kerimin uyarışına dikkat edin Ağızlarıyla
Allahın nurunu söndürmek istiyorlar. Fakat kafirler istemese de
Allah nurunu tamamlayacaktır. () Hiç şüphesiz bu şekilde bir
tecrübe ve imtihan dönemine girmiş olacaksınınz. Zindanlara
doldurulacaksınız tutuklanacaksınız ailenizden yurdunuzdan
sürüleceksiniz haklarınız elinizden alınacak. İşleriniz
çalışmalarınız engellenecek evleriniz altüst edilip aranacak.
İçine girdiğiniz imtihan süreci uzadıkça uzayacak. İnsanlar
inandık deyince denenmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar (1)
buyuruyor Allah. Ancak Allah bütün bunlardan sonra mücahidlere
yardım vadediyor içtenlikle çalışanlara hakettikleri karşılığı
vereceğini taahhüt ediyor. İşte Kuran-ı Kerim Ey inananlar size
can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu göstereyim mi
Allaha ve Peygamberine inanırsınız Allah yolunda canlarınızla
mallarınızla cihad edersiniz bilesiniz ki bu sizin için en
hayırlı yoldur. Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı bağışlar
sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere Adn cennetlerinde hoş
yerlere koyar. Büyük bir yadım ve yakın bir zafer vadır.
İnananları müjdele Ey inananlar Allahın dininin yardımcıları
olun. Nitekim Meryem oğlu İsa Havarilere Allaha giden yolda
yardımcılarım kimlerdir deyince Havariler Allahın dininin
yardımcıları bizleriz demişlerdi. İsrailoğullarının bir kısmı
böylece inanmış bir kısmı da inkar etmişti. Ama biz inananları
düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler. (2) O halde
Allahın yardımcıları hususunda kararlı mısınız Öyleyse ey
Müslüman Kardeşler dinleyin Bu sözlerle düşüncenizi davanızı
gözlerinizin önüne koymak dikkatlerinizi çekmek istedim. Galiba
zor günler saatler beklemektedir bizi belki bir süre
birbirimizden ayrı düşeceğiz. O yüzden sizinle konuşmam ya da
size mektup yazmam mümkün olmayabilir. Bu sözlerimi i-yi
düşünmenizi gücünüz yettiğince hafızalarınızda tutmanızı ve
üzerinde birleşip toplanmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü her
birinin altında sayısız manalar yatmaktadır.
Kardeşler Sizler ne bir hayır cemiyetisiniz ne de siyasal bir
parti hatta ne de sınırlı hedefler amaçlar için bir araya gelmiş
herhangi bir heyetsiniz. Hayır bunlardan hiçbiri değilsiniz. Siz
bu ümmetin kalbine nüfuz e-den ve onu dirilten yeni bir ruhsunuz.
Maarifetullah ile parlayan madde karanlıklarını aydınlatan yeni
bir nursunuz. Allah Resulünün davetini tekrarlayan ve bütün
dünyaya haykıran gür bir sessiniz. Seksiz ve şüphesiz
bilmelisiniz ki insanların ortada bırakıp gittiği böyle bir yük
sizin omuzlarınızdadır bu yükü sizler taşımaktasınız.
Eğer denilirse ki size davetiniz neyedir insanlığı nereye
çağırıyorsunuz Cevabınız şu olsun Allah Resulünün getirdiği
İslama çağırıyoruz Yönetim de onun bir parçasıdır. Hürriyetse
onun farzlarından bir farzdır. Davetimiz işte bunlaradır. Bu
doğrudan doğruya siyasettir diye itiraz ederlerse islamın ta
kendisidir bu biz bu tür bölümleri dilimleri bilmeyiz deyin.
Şayet siz devrim da-vetçilerisiniz derlerse buna da şu cevabı
verin ve deyinki Biz Hakkın ve barışın davetçileriyiz buna
inanıyor ve bununla şeref duyuyoruz. Şayet siz bize karşı çıkar
ve davetimizin yoluna durursanız bu durumda Allah kendimizi
savunma hususunda bize izin vermiştir. Sizse zalim intikamcılar
konumuna girmiş olursunuz. Bu kez çeşitli kişi ve heyetlerden
yardım görüyorsunuz diyebilirler size. Hemen cevap verin Biz
yalnız Allaha inandık ve sizin putlarınızı tanımıyoruz Söyleyecek
söz bulamayıp da saldırgan bir tavır içine girecek olurlarsa Size
selam olsun biz cahillerle ilgilenmeyiz d) ayetiyle karşılık
verin.
Çalışan Kardeşler risaleyi bütünüyle elleriyle yazıyor ve
çoğaltıyorlardı. Kardeşlere ait herhangi bir risaleyi bulundurmak
hoş karşılanmıyordu şiddet baskı hemen hazırdı.
Müslüman Kardeşler davet yolunda her türlü fedakarlığa katlanıyor
ve coşkun bir ibadet şevki içinde eylemlerini sürdürüyorlardı.
Başlarına ne gelirse gelsin yollarından alıkoyamazdı böylesi
kesin bir inançla çıkmışlardı ortaya. Sabır sebat gösterenlere
Allahın ne büyük mükafatlar hazırladığını biliyor ve seksiz
inanıyorlardı. Kardeşler Vefd hükümetinin şubelerini kapattığı
sıralarda gizlice buluşup sözleşiyor akşam vakti de bir camide
toplanıyorlardı. Cemaat halinde yüksek sesle ve ağır ağır mutad
zikirlerini dualarını okuyorlar yatsıdan önce geri kalan zaman
içinde de vaazla nasihatle meşgul oluyorlardı. Davetin savunması
ve Kuranın hakim kılınması ile ilgili konulan görüşüyor ve bu
hususta neler yapılması gerektiğini müzakere ediyorlardı. Cuma
namazını da aynı şekilde kararlaştırdıkları bir camide
kılıyorlardı. Namazın bitiminde davetçilerden biri kalkıyor
Kuranın egemen olması konusunda herkese düşen görevi anlatıyor
üzerlerindeki zulüm baskısını dile getiriyordu. Sömürünün
getirdiği felaketleri İşgalcilerin mutlak surette kovulması
gerektiğini bu yolda cihadın şart olduğunu vurguluyordu.
Toplantılardaki gizlilik ilkesine herkes yüz-deyüz uyuyordu. Öyle
ki siyasi polis toplantı yerini ancak herşey olup bittikten sonra
öğrenebiliyordu. Siyasi polisin Kardeşlerin bu büyük ve umumi
çaptaki toplantılarını izleyememsi bu konudaki başarısızlığı
Kardeşlere karşı daha sert bir tutum içine girmesine sebep
oluyordu. Aynı şekilde hükümetin de daha sert tedbirler almasına
sebebiyet veriyordu. Bu durum hükümeti ciddi şekilde tedirgin
ediyor hükümet Kardeşlerin faaliyetlerini izleme kontrol altında
tutma konusundaki bu gayet açık aczi karşısında şiddet planını
bir yana bırakıp onlarla ba-nş halinde olmayı düşünmeye basıyor.
İngilz Laubliliği
Davetin maksadı gayret ve haysiyet duygularını u-yandırmaktı.
Gerçekten halkın içinde haysiyet sahibi insanlar vardı
İngilizlerin şehir içilerinde dolaşıp serkeşlik etmelerini
kesinlikle kabul etmeyen bir haysiyete sahiptiler. O İngilizler
ki özel arabalarıyla sarhoş ve laubali tavırlar içinde umumi
caddelerde küçük çocuklara ve yaşlılara sataşıp rezalet
çıkartıyorlardı. Yollarda sokaklarda onun bunun namusuna
saldırıyorlardı. Öyle ki kimi zaman içlerinden bir sarhoş
silahını çekip bir genç kızın peşine düşüyor ve onu evine kadar
kovalıyordu. Bununla da yetinmeyip oturduğu daireye canını zor
atan genç kızın odasına kadar dalıp iğrenç arzusunu doyurmak
istiyordu.
Daha neler neler Genelevlere düşmüş zavallı kadınların
yoksulluktan doğan sıkıntılarını fırsat bilip sömürmeleri dahası
vadilerde ve Mukattam tepelerinde yaptıkları şimdilerde hayli
nüfus yoğunluğuna sahip olan fakat o zamanlar bomboş bulunan Yeni
Mısır caddelerinde sergiledikleri rezaletler Bunların yaptıkları
saymakla bitmez.
Dönemin Siyasi Problemlerine Bir Yaklaşım
İngilizlerin yaptıklarına halk artık katlanamaz olmuştu. Ülkenin
bunlardan tam anlamıyla arındırılması yolunda bu amaçla çeşitli
gösteriler düzenlendi. Meselenin çözümü ve Nil Vadisinin birliği
bütünlüğü konusunda halkı uyandırmak için Müslüman Kardeşler
üniversite ve enstitülerde bir hafta düzenledi.
İngilizler Sudan meselesinden özellikle kaçıyordu. İsmail Sıdkı
Paşa kabinesinde Dışişleri Bakanı olarak bulunan İbrahim
Abdülhadi Paşa Sudan meselesinin gündem dışı bırakılması kaydıyla
-daha sonra Abdunnasır da aynı şeyi yaptı- ingilizlerin yalnızca
Mısırdan uzaklaştırılmaları konusunda görüşmelere razı oldu. Tabi
halk buna karşı çıkıyordu.
Mısıra yaptığı son ziyaret gezisi sırasında İngiliz Dışişleri
Bakanlığı daimi Büyükelçisi Mr. VVilliam Shırank-la İbrahim
Abdülhadi Paşa bu konuyu tekrar görüşmüştü. (1) Sudanın Mısır
için bir can damarı demek olduğu taraflarca iyi biliniyordu. 1948
Yılında Mısırın Nil suların-j dan faydalanma nisbeti %94 idi.
Tarıma elverişli toprakları ise 5 milyon feddanı geçmiyordu.
Sudanın aynı sulardan faydalanma nisbeti ise %6 idi. Buna
karşılık tarıma elverişli toprakları ise 30 milyon feddanı
aşıyordu. Bu durumu iyi hesap eden İngilizler Britanya
adalarındaki mavi gözlü ağızlar için bu toprakları elinde tutmak
ve tarımsal açıdan değerlendirmek istiyordu.
Çeşitli üniversite ve enstitülerde okuyan biz gençler şehirlere
köy ve kasabalara dağılıyor ve ülkenin İngilizlerden temizlenmesi
Nil vadisinin bütünlüğü meselesini içine alan pankartlarla halkı
uyandırmaya çalışıyorduk. Bunları daha da küçülterek bir amblem
halinde vatandaşların göğsüne iliştiriyorduk. Böylece trenlerde
toplu taşıma araçlarında kahvehanelerde camilerde meydanlarda ve
halkın toplu bulunduğu her yerde meseleyi gözler önüne
seriyorduk.
Bu milli davada gençlik tamamen birlik halindeydi. Bu Kardeşler
Cemaatıyla ilgisi bulunan bir müslüman kardeşle başkası arasında
herhangi bir fark yoktu. Sözgelimi Şarkıyyede giriştiğimiz bu
şuurlandırma çalışmasında sosyalist düşünce sahibi kişilerden Dr.
Abdülmelik Avde de bizimle beraberdi. O sırlalarlda Avde Kahire
Ü-niversitesi Ticaret Fakültesinde öğrenciydi. Ancak bu
şuurlandırma hareketi beraberinde bazı maddi külfetleri de
getiriyor ve Kardeşler bu konuda epeyce zorlanıyordu
Ezher ve üniversite gençlilği halkı uyandırmaya yönelik bu tür
hareketlerde bulunurken bir yandan da
Kardeşler her sınıf ve seviyede halkı bir araya getiren Halk
Toplantıları düzenliyordu. Büyük şehirlerde düzenlenen bu
toplantılarda ikinci dünya savaşının bitiminden hemen sonra
halkın neler istediği bu isteklerin nelerden ibaret olduğu
anlatılıyordu. Bu toplantılara bizzat Mürşid ve ülkenin önde
gelen ekonomi politika ve kanun uzmanları da katılıyordu.
Bunların hemen ardından bütün şehir ve kasabalarda başka
toplantılar da düzenlendi.
Sonunda savaşan taraflar ittifak ve itilaf devletleri savaşın
sona erdirilmesi konusunda bir andlaşma imzalamışlardı. Bu
fırsatı değerlendiren Şehid İmam İngilizlerin kayıtsız şartsız
ülkeyi terketmesi isteğinde bulundu. İngilizlerin Mısıra olan
borçlarını da ödemesini istiyordu. Devrim öncesi dönemde
İngilizler Mısıra dört milyon cü-neyh tutarında borçlu
bulunuyordu. Ayrıca kanun buyurucu işgalin güdümünden artık
kurtulmak gerektiğini ısrar ediyor ve buna son verilmesini
istiyordu. İngiliz işgalinin Mısırda temellerini attığı yabancı
kanunların yerini İslamdan kaynaklanan hükümlerin almasını teklif
ediyordu. Önemle istediği hususlardan biri de camiye ilk
vazifesinin mesajının yeniden kazandırılması eğitimde öğretimde
sosyal hizmet ve siyasi şuurlanmadaki etkin gücün tekrar
sağlanması ve kiliseyi andıran bir mabed durumundan kurtarılması
konusuydu. Arap Birliğini geliştirmek aldığı kararları hiçe sayan kanunlardan kurtulmasını sağlamak
ve büyük devletlerin baskısı altında kalmayacak güçte bir Arap
Toplumları Birliği oluşturmak daha i-leri aşamada buna İslam
Toplumları Birliği niteliği kazandırmak başlıca amaçları
arasındaydı.
Bu soylu çıkışı İngilizler ve uşakları mutlak surette ve zor
yoluyla bertaraf edilmesi gerekli müthiş tehlikelerden biri
olarak gördü ve öyle değerlendirdi.
O dönem Mısırı gerçekte milliyetçilik heyecanla-rıyla kaynıyordu.
Önemli doğum yıldönümü gecelerinden birinde bir genç
İskenderiyedeki İngiliz kamplarına birkaç bomba attı. Bu gence
hakim Ahmed Haznedar on yıl hapis cezası verdi. Oysa aynı hakim
pekçok Mısırlıyı öldüren İskenderiye canavarına bu cezanın çok
çok altın-bir hapis cezası vermişti. Daha sonra bu hakimin
İskenderiyeden Kahireye nakli çalışmalarına başlandı. Bir doğum
yıldönümü gecesi halkın dinini örf ve geleneklerini hiçe sayarak
Kahire caddelerinde ve barlarda türlü rezaletler çıkaran İngiliz
askerlerinin üzerinede bomba a-tılmıştı ve bu olaya
milliyetçilerin adı karışmıştı. Ahmed Haznedar işte bu
milliyetçileri yargılayacaktı Kahirede Bütün bu olanlar
karşısında gençlik büsbütün galeyana geldi. Yargı adamlarının
arasında adaletin de milliyetçiliğin de yüzkarası durumundaki
kişilerin bulunmasını istemiyorlardı. Bu hakimin oraya naklini ve
sözkonusu davalara bakmakla görevlendirilmesini endişeyle
karşılıyorlardı. Hele daha önceki hükümlerinde nasıl taraf
tuttuğu ve olumsuz bir tavır takındığı ortadayken ve bu durum
herkesçe bilinirken Tabi hemen gereği düşünüldü Evinden çıktığı
ve özel arabasıyla hareket ettiği bir sırada üç öğrenci genç yola
taşlar yığarak önünü kesti ve hemen orada kendisini öldürdü. Bu
eylemle yargı kürsüsünü işgalin korunması için kale haline
getirenlere bir ibret dersi verilmek istendi.
Ekim 1944 te Sadi Partisi lideri Ahmet Mahir Ah-rar Partisinin
desteğiyle bir azınlık hükümeti kurdu. Eline geçen bu fırsatı
değerlendiren Başbakan Ocak 1945 te yapılan genel seçimlere hile
karıştırarak bölgelerinden aday olan beş Kardeşin hepsini
düşürmeyi başardı. Oysa bu Kardeşler ezici bir çoğunlukla
milletvekilliğini kazanmışlardı. İslam yönetimin esasıdır ana
ilkesine dayanan programları herkesçe benimsenmiş kabul görmüştü.
Ahmet Mahir bununla da yetinmeyip Mısırdaki İs-lami cemaatlerin
gereğinden fazla olduğu ve caiz olmayacak şekilde dini fetvalara
yüklendikleri yolunda Ezher Üniversitesi rektörü Muhammed
Mustafa Meragiden derhal bir fetva aldı. Bununla Kardeşleri
meydandan silmeyi amaçlıyordu. İş başına getirilişinin tek sebebi
vardı İttifak devletlerine savaş açmak Bu politik eylemi rahat
bir şekilde sonuca bağlayabilmek için de Müslüman
Kardeşler engelinden kurtulması gerekiyordu. İcraatının temelinde
yatan ana espri buydu.
24 Şubat 1945 te Millet Meclisi toplandı. Bu arada hükümet
ittifak devletlerine karşı saldırı kararı almıştı. Kararın amacı
Birleşmiş Milletlerde bir sandalye alabilmekti. Gelişmeleri adım
adım izleyen gençlik kararın icrası halinde meydana gelecek savaş
harcamalarının ülkeye büyük mali külfetler getireceğini Mısırın
İngiltere üzerindeki beş milyon cüneyhe yakın alacağını silip
götüreceği gibi alacaklı durumundan borçlu durumuna da
düşüreceğini anlamakta gecikmedi. Başbakan Ahmmet Mahir hükümetin
bu kararını duyurmak için Millet Meclisine gitmişti. Hukuk
Fakültesi öğrencisi olan Mahmud İsevi adındaki bir genç
firavunvari bir gurur içindeki Ahmed Mahire yaklaştı bir eliyle
tokalaşırken diğer eliyle de tabancasını çıkarıp Mısırın menfeatı
müttefiklerin çıkarından önce gelir diyerek orada ateş edip
öldürdü.
Meclis savaş kararını onaylamıştı ama bu bir taarruz savaşı
değildi savunma şeklinde bir savaş kararıydı. Olaydan sonra Hasan
el-Benna sekreteri ve vekili göz-tına alınmış fakat sözkonusu
gencin Kardeşlerden olmadığı anlaşılınca serbest bırakılmışlardı.
Bununla beraber 25.2.1945 ile 4.2.1946 tarihleri arasında iş
başına gelen Nakraşi Kardeşleri sıkı denetim altında tutmuştu.
Teşkilat ve faaliyetleri Cemaat üyeleri üzerindeki denetim ve
gözetimi kat kat artırmıştı.
Mahmut İsevi Ahmet Mahiri öldürüş sebeplerini anlatırken ülkenin
savaş döneminde içine sürüklendiği duruma da değiniyor ve özetle
şöyle diyor d)
1-Zenginlerle yoksullar arasındaki korkunç uçurum işçiyi çiftçiyi
zor duruma düşüren enflasyon orta sınıfı ve küçük memur zümresini
sıktıkça sıkan geçim şartları. Nihayet siyah ekmek olayının
patlak vermesi. Olay meşhurdur halkın ne derece güç şartlar
içinde bulunduğunu vurgulamak için bayram namazına gitmekte olan
Kralın önüne bir siyah ekmek atılmış ve bu olay ülke çapında
geniş yankılar uyandırmıştı.
2-Tarım işçiliğinin sınırlandırılması kötü sonuçlar doğurmuştu.
Bunu fırsat bilen İngiliz birlikleri ülkedeki kaliteli ve vasıflı
işçi kesimini bünyesine çekmiş muhtelif kalkınma hizmetlerinde
çalışma gücüne sahip kişileri emrinde toplamıştı. Böylece köyler
şehir ve kasabalar çalışan ellerden mahrum kalmış ve sonunda
harap duruma düşmüştü. Taban harcamalarının getirdiği külfetleri
hafifletmek için İngiliz kuvvetlerinin çoğu geri çekilince i-ki
yüz elli bin işçi ve memur açıkta kalıverdi. Böylece ortaya çıkan
işsizlik Mısır halkını daha da yoksullaştırdı.
(1) Kirk Orta Doğu s. 269-272 Richard B.Meetshal Müslüman
Kardeşler s. 79-87
Çünkü bu memur ve işçiler savaşta görev almak için İngiliz
birliklerine katılınca daha önceki çalışma alanları başkaları
tarafından doldurulmuştu.
3- işte bu şartların egemen olduğu böyle bir ortamda sapık
kavramlar gelişmelerine elverişli münbit bir zemin bulmuş oldu.
Bunun sonucu olarak sosyalist ve kominist düşünceler ortalığı
sarmıştı. Bu düşünceleri demokrasi ve ülke bağımsızlığı için
yardımcı unsurlar olarak anons eden İngiliz ve Amerikan
propagandası da yurdu bir uçtan öbür uca sarmış bulunuyordu.
4- Gerek Filistin gerekse Mısır - İngiltere ilişkileri meselesi
karşısındaki olumsuz tutumu ve bu problemlerin çözümsüz
bırakılması türlü sürtüşmelere "yol açtı. Önce bizzat partiler
arasında ikinci olarak da sarayla partiler arasında.
Bütün bu sürtüşmeler her ne kadar resmen itiraf edilmese de ülke
çapında bir anarşinin patlak vermesini t çabuklaştırırken
parlamento hayatı ve kanunun üstünlüğü açısından da müthiş bir
boşluk meydana getirdi.
Özetlersek savaş Mısırın başını derde sokmuştur türlü zararlara
uğramasına sebep oimuştur. O halde Ahmet Mahirin savaşa katılma
ilkesine arka çıkması ülkenin siyasi iktisadi ve fikri bakımdan
çöküşünü hazırlayacak etkenlerin en önemlisine arka çıkması
demekti.
Sanık duruşma sırasında Mısır siyasi liderlerininde mahkeme önüne
çıkarılmasını ülkenin Ahmet Mahir dönemindeki kötü durumundan ve
savaşa neden olmalarından dolayı sorguya çekilmelerini talep
etti. Tanık durumunda olanlardan biri de Hasan el-Benna idi.
Savcılık sorgulama sırasında İmamı Ahmet Mahirin öldürülmesi
olayına karıştırmak itedi. Ancak Mahmut İsevi mahkemeden tanığın
dinlenmemesini istedi.
Vefd Hükümetinin Maliye Bakanı Emin Osman Paşa Bizim İngiltere
ile olan dostluğumuz katolik evlenmesine benzer deyince gençlik
galeyana gelmiş ve derhal onu öldürmeyi planlamıştı. Plan
uygulandu ve Paşa Kahire Continantal Otelinin merdivenlerinde
öldürüldü. Katil Hüseyin Tevfikin hapishaneden kaçması sağlanmış
ve bu işe yardım edenler hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahcup
Cabiri de bunlardan biriydi.
Bu arada Siyonist faliyetlerin yuvası haline gelen Şarkıyye
Yahudi ilan Şirketi mümin gençliğin öfkesini mucip olmuş ve
havaya uçurulmuştu. Olay herhangi bir işçinin zarar görmemesi
için istirahat saatinde gerçekleştirilmişti. Onun yerine vakit
geçirilmeden bir Arap İlan Şirketi kuruldu. İlan veren firmaların
malları Siyonistlerin eline geçmesin ve Araplara karşı silah
olarak kullanılmasın diye bu karar alınmıştı.
Yahudi Mahallesinin aynı şekilde Siyonist faliyetlerin yuvası
haline gelmesi patlayıcı madde yapımına yataklık etmesi gençliği karşı tedbir almaya zorlamıştı. Sonunda
gençlik bu patlayıcı maddeleri mahallenin gizli mahzenlerinde
patlatmayı başardı. Bu olaylardan Kardeşler sorumlu tutulmuştu.
Romel Batı Sahrada askerleriyle İngiliz Kuvvetlerini sıkıştırmış
ve İngilizlerin bentleri yıkarak Deltayı sulara boğacağı yolunda
Kardeşlere haberler sızmıştı. Bunun üzerine Kardeşler derhal
harekete geçerek bölgeyi koruma ve Hürriyet Kardeşlerinden olması
muhtemel kişileri kontrol altında tutma kararı aldı. Hürriyet
Kardeşleri İngilizlerin kurduğu bir mason derneğiydi. Bu dernek
Müslüman Kardeşlerin İngilizlerden gelen sosyal yardım
tekliflerini kabul etmemesi üzerine kurulmuştu. İslam sevgi ve
barış dinidir diyen İmamın yol gösterici sözlerini dinleyen
Kardeşler daveti yaymak kitlelere mal etmek için kendi kıt
imkanlarıyla sağladıkları arabalarıyla yollara düşmüşlerdi. Çünkü
İmam Ortadoğu Bakanı olan sefire ve beraberindeki heyete Biz
davetimizi yaymada Allaha ve Kardeşlerin ceplerinden ayırdığı üçbeş kuruşa güveniriz demişti.
Hürriyet Kardeşleri cemiyetinin katip ve üyelerinden Abbas Akkad
Almanların galibiyeti halinde başına geleceklerden korktuğu için
Sudana gitti. Çünkü Akkad İslam ve Demokrasi ya da islam
Demokrasisi adlı kitabıyla Almanlara karşı yürütülen menfi
propagandaya katılmış ve adıgeçen kitabında Nazi diktatörlüğüne
hücumlarda bulunmuştu. Abbas Akkadın Kral Faruk ve bazı üst
düzeydeki yetkinleri bir tehlike anında Sudana götürmesi için
uçaklar hazırladığı da söylenmektedir.
Kardeşlerin bu hareketi İngiliz politikasına meydan okumak ve
Mısır hükümetinin milliyetçilik anlayışını reddetmek şeklinde
değerlendirildi.
General Aziz el-Mısri ve Pilot kardeş Abdulmunim Abdurrauf 1941
Mayısında bir uçağa bindiler. Anlatıldığı- na göre Sahra
yollarını gösteren Almanlara ait bir haritayı da yanlarına
almışlardı. Daha sonra Aziz el-Mısri 1942 baharında serbest
bırakılmıştı. Abdulmunim ise hava kuvvetlerinden alınarak kara
kuvvetlerine verilmişti.
Bu dönemde Mısır içten içe kaynıyordu. Toplumun her kesimine
şamil bu gerilim çeşitli şekillerde sık sık patlak veriyordu.
Kardeşlerin varlığı öylesine etkin bir güç olarak belirdi ve
ağırlığını koydu ki topyekün milliyetçi unsurları bir araya
getirdi ve onları dinle besleyip yoğurdu. Ülkedeki bütün
hareketleri birbirine bağlayarak tek bir yöne çekti. Çok sayıda
beliren zayıf istikametleri bertaraf etti. Artık Kardeşler bir
güçtü hem de ülke çapında herşeyi yapabilecek bir güçtü ve bu
herkes tarafından anlaşılmıştı. Bu durumda onlardan korkulması da
doğaldı öyle oldu. Fesat ve işgal çevreleri işbirlikçi çıkarcılar
Müslüman Kardeşleri ortadan kaldırabilmenin ilk olarak anlara yön
veren başın Genel Mürşidin yok edilmesini görüyor bunun başka bir
yolu olmadığını düşünüyordu.
1946 YILI TALEBE OLAYLARI
Biri soruyor diyor ki Marksistler şu anda 1946 yılı talebe
olaylarını anma toplantısı düzenlemiş bulunuyorlar. Bu olaylar
gerçekten onların eseri miydi kontrol başarı onlara mı aitti
Yoksa her zaman olduğu gibi hazıra mı konmuşlardı Nedir bu
olayların hakikati içyüzü
Gerçekte marksistler -Allah ıslah etsin- hiç sezdirmeden insana
bulaşan necaset gibiydiler. Aralarında bulunduğum süre içinde
şeref haysiyet ve temizlik adına hiç bir şeye rastlamadım
hepsinden mahrumdular. Çünkü marksizmin tabiatı şeref ve
temizliğe müsait değildir. Daha doğrusu marksizmin tabiatı
şerefle temizlikle bağdaşmaz çelişir. Konuyu daha net ve açık bir
şekilde anlamanız için başımdan geçen ilgili bir olayı anlatayım
kısaca
Şimdi doktor olan bir arkadaşım vardı. Talebelik günlerimden
birinde bana Seninle beraber aynı yerde kalmak istiyorum amacım
İslam davetiyle daha yakından tanışmak dedi. Teklifinde ısrar
edince ben de kabul ettim birlikte aynı yerde bizimle kaldı.
Prensiplerini nasıl uyguladıklarına dair bir misal vereyim size
Kamplardan birinde ayaklarımdan yaralandım. Kardeşlerden biri
ziyaretime gelmişti. Gelirken yanında üzeri yağlı ve tatlılı çok
ince ekmekler getirmişti. Fazla miktarda olmayan bu ekmekleri
ilerde yemek için özel odamıza koyduk. Odayı kilitlemek adetimiz
değildi. İşte bu komünist arkadaş her gün gizlice odaya girer ve
bir parça alırmış. Bir süre sonra durumun farkına varan merhum
arkadaşım doktor Muhammed İsmail Abduh bana Bu ekmekler hakkında
bir tasarruf da bulundun mu kimseye verdin mi diye sordu. Hayır
dedim hiç bir zaman Bu basit olaydı belki ama kayda değerdi. Biz
güvenilir insanlarız yalan söylemeyiz hem yalana alışmamışız.
Daha sonra bu değerli hırsızı gün ışığına çıkarmış olduk.
Vereceğim ikinci örnek ahlaki sapıklık içindeki komünistlerle
genelevler arasındaki dostluğu dayanışmayı ortaya koyuyor. Şöyle
ki Arkadaşım doktor Muhammed İsmail Abduhla beraber bir talebe
pansiyonu arıyorduk. Nihayet bir hanımefendinin pansiyonunu
kiraladık. Bu hanımefendi üniversitede talebe olduğunu filanca
kadınlar cemiyetinin üyesi bulunduğunu babasının a-lim ve fazıl
bir zat kardeşinin de Mansurada doktorluk yaptığını ayrıca da
büyük bir İslami cemiyette üye olarak hizmette bulunduğunu iddia
ediyordu. Zamanla komünistlerin de bulunduğu bir toplantıda
anladım ki Tıp Fakültesine mensup S. adlı bir komünist şahıs bu
kadının evinde dayalı döşeli bir odada kalmaktadır. Biz de bu evi boşaltıp hemen başka bir yere geçtik. Günün birinde bu kadının
evine uğradım. Giriş kapısında ücretsiz muayene yazılı bir tabela
asılıydı. Yukarı muayenehanenin bulunduğu kata çıktım. Bir de ne
göreyim Çok ince şeffaf bir kombinezon içinde ve isterik
tavırlarla bir kadın kapıyı açıyor beni içeri davet ediyor.
Açıkçası içeri girmekten korktum sadece tedavi eden doktoru
muayene saatlerini sormakla yetindim. Kadının bana anlattığı
doktor sözünü ettiğim S. adlı komünist kişiydi henüz öğrenimini
de bitirmemişti. Daha sonra ahlak polisinden öğrendim ki bu
muayenehane bir fuhuş yuvasıymış. Buna benzer daha başka yerler
de varmış bu işleri çeviren i-dare eden de sözkonusu komünist
kadınla yine komünist arkadaşı imiş. Başvurup şikayet ettiğim
mahkeme kadını hapis ve para cezasına mahkum etti. İşte
komünizmin hali ve hayat anlayışı. Şunun için ki ahlaksızlık
vadisinde boğulanlar her türlü değer hükümlerini unutuyorlar.
Daha doğrusu kendilerini yediren içiren ve yaşatan Allahı
unutuyorlar. Bunun sonucu olarak ta hayvanlardan daha aşağı bir
seviyeye düşüyorlar hayat tarzları hayvanların yaşayışından daha
sefil bir tablo çiziyor. Çünkü hayvanlar tabii bir doyuma ulaşıp
sükunete ererken bunlar asgri planda böyle bir seviyeden de
mahrum bulunuyorlar. Kendilerine hiçbir zaman hakim olamıyor ve
tam manasıyla yüzüstü yere kapaklanıp hayatlarını yitiriyorlar.
Şehvetten zevk ve eğlenceden başka bir şey bilmeyen bu zavallılar
böylece her yola sapıyor ve pervasızca hayasızca herşeyi
yapıyorlar. Nitekim hadisi şerifde Şüphesiz ilk peygamberlik
sözlerinden insanlara ulaşan bir haber de U-tanmazsan dilediğini
yap sözüdür buyuruluyor.
Komünistlere göre fazilet diye bir kural yoktur. Varsa yoksa
menfaattir kişisel çıkardır yalnızca. Çünkü faziletlerin kaynağı
dinlerdi. Dinlerse onlara göre birer hurafedir ya da burjuvazinin
emekçi kitlelere karşı kullandığı afyon. Marksistler bir gün bile
ne fazilet sahibi olmuşlardır ne de milliyetçi ve ne de başka bir
şey. Bir kominist bağlı olduğu doktrin hesabına onun çıkarı için
topyekün vatanını ve bayrağını taşıyan devletini tereddütsüzce
satar. Ben komünistlerin yüce onurlu bir tavra sahip olduklarını
hiç bir zaman görmedim. Hep çıkarcıdırlar ve ne pahasına olursa
olsun hedeflerine ulaşmak isterler. Çünkü onlara göre ana kural
işin başında da sonunda da sadece menfaattir çıkardır. Kısacası
menfaat tek tanrılarıdır onların.
Kahire Üniversitesinde okuyan Talebe Kardeşler 6 Ekim 1946 da
genel bir toplantı düzenlediler. Milliyetçi Partiye Genç Mısır ve
öteki gençlik gruplarına mensup talebelerin de desteklediği bu
toplantıda Hükümete milliyetçi hareketin asgari plandaki
isteklerini belirleyen bir muhtıra verme kararı aldılar.
7 Ekim 1946da da Vefd Partisine mensup talebe kesimi milliyetçi
komite adıyla komünistlerle ortaklaşa başka bir toplantı
düzenledi. Bu toplantıya Kardeşler de katıldı. Hedef ve
sloganları talebe birliği ve bütünlüğüydü. Kardeşlerin temsilcisi
toplantıya geçen toplantının kararlarını sundu talebe birliği adı
altında bu kararların desteklenmesini istiyordu. Ancak
komünistler bu istekleri reddettiler.
Aralık ayında milliyetçi komite Kardeşlerin de katılmasıyla
yeniden toplandı. 26 Ocak 1947 de İngilizlerin Nakraşi
müzekkeresine yumuşak ve kaypak bir cevap vermesi üzerine
aralarında kavgaya son veren talebeler iç çekişmelerini bir yana
itip toplu harekete geçtiler. Mısırın egemenliğini küçük düşürücü
bir müdahale saydıkları bu durum galeyana gelmelerine sebep
olmuştu. Umumi talebe kongresi sebebiyle Kardeşlerin sunduğu
güçlü boykot kararları kabul görmüş ve bu çerçeve dahilinde
saflar sıklaştırılmıştı.
9 Şubatta Kral Faruka hemen görüşme başlaması yolunda istekler
kapsayan acil bir müzekkere gönderildi. Aynı gün talebeler Abidin
Sarayına sessiz bir yürüyüş düzenlediler. İsteklerinin
gerçekleşmesinde ısrarlı olduklarını vurgulamak istiyorlardı
yürüyüşün amacı buydu. Üniversiteden Saraya doğru yol alan
talebeler Abbas Köprüsü (Cize Köprüsü)nün tam ortasına
gelmişlerdi ki birden polis baskınına uğradılar. Sopa ve
bombalarla saldıran polis planlı bir operasyonla geniş çapta
tutuklamalarda bulunuyordu. Bu arada bazı talebeler Nile düştü.
Kardeşler yürüyüşün önünde yer alıyordu. Böylece ilk şehidler
onlar oluyordu. Burada hatırlatmak bir insaf borcudur ki o günkü
polis otorite makamları İngiliz eğitim ve terbiyesi almış
kişilerin elindeydi. O nedenle Kahire polis şefi Selim Zekiden
şehidlerin intikamını almak için Kasr-ı Ayni Tıp Fakültesi bir
gösteri düzenlerken bu hususu göz önünde bulundurmuştu. Selim
Zeki ki İngiliz polis şefinin halef ve onun talebelerindendi.
İşte bu kişi dilediği talebeleri tutuklatmak için poilslerle
fakülteyi kuşatmış ve sis bombası göz yaşartıcı bomba
kullanmıştı. Ama talebler attıkları bir bombayla onu orada
öldürdüler. 10 Şubatta Kral Faruk Cize talebe yurdunu hizmete
açmak için üniversite mahalline gitmişti. Ancak karşısına çıkan
talebe topluluğu öylesine öfkeliydi ki selamını dahi almayıp
reddetti. O günün akşamı Kral Divan Başkanı Ahmet Hasaneyn Paşa
vasıtasıyla bütün talebe liderlerini krallık sarayında bir
toplantıya çağırdı. Bu toplantıda Divan Başkanı polisin
yaptıklarından memnun olmadığını onları onaylamadığını ifade
ederek bu olayların bundan böyle kabinedeki tutumuna da tesir
edeceğini belirtti
11 Şubatta Kardeşler Talebe Başkanı Mustafa Müminin liderliğinde
bir gösteri yürüyüşü daha düzenlendi. Üniversiteden Kasrı Ayniye
doğru harekete geçen yürüyüşte Nakraşi kabinesinin düşürülmesini
isteyen sloganlar söyleniyordu. Yürüyüş etkisini gösterdi ve 14
Şubatta Nakraşi kabinesi düştü. Köprü olayı kabinedeki iç kriz
silsilesinin son halkası olmuştu ve artık kabinenin bundan sonra
iş başında kalması imkansızlaşmıştı. Nakraşinin Kardeşler eliyle
düşmesi içinde derin ve kalıcı bir iz bırakmıştı. Daha sonra
kurduğu kabinede Müslüman Kardeşler Cemaatını feshetmekle bunun
cevabını vermiş oldu.
Nakraşinin düşmesinden sonra Kral yeni kabineyi kurması için
İsmail Sıdkı Paşayı çağırdı. Görevi ona vermişti. Bu duruma
öfkelenen Vefd Partisi Milliyetçi işçi Talebe Komitesinin
toplanması için komünistlerle işbirliği yaptı. 21 Şubatı
Bağımsızlık ve Nil Vadisinin Bütünlüğü günü ilan eden komite ülke
çapında genel grev kararı aldı herkesi bu greve katılmaya
çağırdı. Talebelerin önce eski hükümete sonra da kendisine
yönelttiği söz konusu milli istekleri gerçekleştirmek için iki ya
da üç ay mühlet isteyen Sıdkı hükümetini güç durumda bırakmaktı
maksat. Kardeşler tutumunu anlamak için yeni kabineye istediği
mühleti vermeyi uygun buldu. Alınan grev kararı belirlenen
boyutlarda uygulanmış ve halka mal olmuştu. Grev günü Kardeşler
milli istekleri anlatmak ve meydana gelmesi muhtemel tahrip
olaylarını önlemek i-çin caddelere çıktı. Ne var ki komünistler
tahripten başka bir şey bilmiyordu. İngilizlerin Kahiredeki
kuvvet merkezlerine saldırmaları üzerine polis ve İngiliz
kuvvetleri karşı koyup sindirme cihetine gitti.
İrşad bürosu Sıdkı Paşaya belirli bir süre tanırken öbür yandan
İmam el-Benna Kardeşlerin milli gayret ve atılımlarını bütünüyle
durdurmuş değildi. Kendi denetiminde gelişip serpilmeleri için
serbestlik tanımıştı onlara. Kardeşler de Sıdkı Paşaya süre
tanırken 21 Şubatta talebe ve işçi kesimine yöneltilen düşmanca
saldırıları bilmiyor değillerdi. Gelişmeler nazik seyrini
sürdürürken 27 Şubat günü İmam el-Benna bir bildiri yayınlayarak
4 Marta rastlayan milli yas günü dolayısıyla ülke çapında ikinci
bir grev eylemi düzenlenmesi için bir Birlik Komitesi
oluşturlmasını istedi. Bu eylemin asıl gerekçesi de 21 Şubat
gösterilerinde verilen kurbanlardı. Sonunda Yüksek İcra Komitesi
adıyla kurulan bu komite değişik siyasi grupları da toplamıştı
bünyesinde. Bütün grupların katıldığı bu genel grev İskenderiye
olaylarının dışında sakin bir hava içinde geçmişti.
Grev ilahının hemen ardından Mart 1946 da Kardeşler Subra
bölgesinde eyleme katıldı. Ancak 4 Marttan sonrda Kardeşler
milliyetçilik sıfatıyla greve sürekli katılma kararı aldı ama
kesinlikle komünizmin emrinde olmadan. Komünistlerle aralarındaki
ilişki salt görüşmelerden ibaretti. Sonunda komünistler tamamen
safdışı oldular. Çünkü eylem İslami bir hareket şeklini almış ve
öncüleri de geniş halk yığınlarının güvenini kazanmıştı.
Nisan 1946 da Sıdkı Paşa İngilizlerle görüşmelere başlama
niyetinde olduğunu ilan etti. Bunun üzerine Kardeşlerin
liderliğinde tekrar ve zaman zaman gösteriler düzenlendi.
Gösterilerin bir amacı da Sıdkı Paşaya millete verdiği
taahhüdleri hatırlatmaktı. Görüşmeler süresince büyük çapta
toplantılar düzenleniyordu gelişmeleri anında izlemek ve durumu
değerlendirmek için. Mayıs sonlarında ve Haziran başlarında
özellikle de 8 Haziran günü İskenderiyede bazı olaylar patlak
vermiş ve bu olayları tutuklamalar izlemişti. Hükümet baskısını
sürdürüyordu. Kardeşlerin Temmuz ve Ağustos ayları boyunca
düzenlediği toplantılar ve bu topantıların icra edildiği yerler
sıkı denetim altında tutuluyordu hatta camilerde namaz kılan
müslümanlar bile gözetim altında bulunuyordu.
Eylül ayında hükümet aldığı bir kararla Kardeşlerden sayıları
kırk bine varan bir gezici grubu her türlü faaliyetten
menetmişti. Kardeşler Sıdkı Paşa hükümetinin
Cemaata karşı giriştiği bu caydırıcı müdahaleyi protesto etti.
İmam el-Benna da Sıdkı Paşaya bir uyan mektubu göndererek Allahın
topladığını bir araya getirdiğini kul dağıtamz parçalayamaz dedi.
Üç ay süren görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine
Sıdkı Londraya gitmek istedi. 27 Ekim günü yolculuk tarihi olarak
belirlendi. Biz de Kahire Üniversitesi meydanında Hukuk Fakültesi
önünde toplandık. Kardeşler SıdkıPaşa ve İngiliz Dışişleri Bakanı
Befenin birer portresini yapıp havada yakmışlardı. Bu arada Sıdkı
Befen ikilisinin düşmesi ve ifasi arasında yapılan anlaşmanın
geçersiz sayılması yolunda sloganlar söylüyorlardı. Kardeşler her
yerde gösteriler düzenliyor ve U-ğursuz yolculuklar ey Sıdkı Önce
bağımısızlık sonra görüşmeler diye sloganlar haykırıyordu. Öte
yandan Üstad el-Benna da Kral ve Sıdkı Paşaya mektup göndererek
milletin cihada çağrılmasını ingilizlelre sosyal ekonomik ve
kültürel boykot ilan edilmesini istiyordu d) Nil vadisi Halkına
hitaben yayınladığı bir bildiride de
şöyIediyorduGörüşmelerinicrasındaisraredenSıdkıPaşa hükümeti bu
konuda milletin iradesini asla temsil ede-mez.İngiltere ülkeden
kuvvetlerini tam anlamıyla çekmeden yapılacak her hangi bir
anlaşmaya da alınacak her hangi bir dosttuk kararı milleti
kesinlikle bağlamaz 21 Ekim de Kardeşler resmen İngilizlere
Kültürel Boykot ilan etti. 25 Ekim 1946 da Kahireye dönen Sıdkı
(Sıdkı-Befen) anlaşma planına dair geniş kapsamlı projeler
getirmişti beraberinde. Ancak mevcut iki büyük parti Kardeşlerin
kontrolündeki halk iradesinin baskısıyla bu plan ve projeleri
reddetmişti.
16 Kasım günü ise talebeler Kardeşlerin de içinde bulunduğu Nil
Vadisi Talebeleri Milliyetçi Cephesi ne katıldı. İyice güçlenen
bu milliyetçi cephe hükümet ve parlamantoya milli istekleri
içeren mektukplar gönderdi. 25 Kasımda da bütün ana merkezlerde
İngiliz kuvvetlerine karşı hücum hareketlerine girişildi. Bir
yandan da protesto gösterisi olarak umumi meydanlarda İngiliz
kitapları yakılıyordu. Bunun üzerine hükümet üniversiteyi kapattı
ve çok sayıda Kardeş ve milliyetçiyi tutukladı. Taraflar arasında
gerginlik iyice artmıştı. Bunun sonucu olarak İngilizler İngiliz
kurum ve kuruluşlarını hatta Mısır polisini hedef alan hücumlar
da iyice yoğunlaşmış ve müthiş boyutlara ulaşmıştı. En nihayet
güç durumda kalan Sıdkı Paşa 8 Aralık 1946 da istifasını sundu.
Ondan boşalan iktidar koltuğuna Mahmud Fehmi Nakraşi oturdu.
Nakraşi 9 Aralık günü kabineyi kurduğunu kamuoyuna duyurdu.
Yeni Başbakan Nakraşi 15 Ocak 1947 de görüşmeleri kestiğini Mısır
sorununu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine götürme kararında
olduğunu ilan etti. Sıdkı dönemi ve sonrasında Kardeşlerin
istediği sürekli savunduğu ilke de buydu zaten.
26 Temmuzda Mısır heyeti Güvenlik Konseyi yolunu tutarken aynı
heyette Kardeşleri temsilen Mustafa Mümin de yer aldı. Mustafa
Mümin hem Mısır heyetini denetleyecek hem de Birleşmiş Milletler
ve Amerika Birleşik Devletlerinde Mısır Davasının sesini
duyuracaktı.
Tarih 22 Ağustos 1947. Güvenlik Konseyinde görüşmelerin yeniden
başlamasıyla ilgili karar tartışılıyor. Tartışmalar hararetli bir
şekilde sürerken Mustafa Mümin ziyaretçiler locasında herkesi
şaşırtan nüthiş bir konuşma yaptı. Konuşması sırasında
görüşmeleri reddeden tam bağımsızlık ve Nil Vadisinin gerçek
anlamda bütünlüğü ilkesini savunan talebe kanlarıyla imzalı bir
belge gösterdi. Tabi hemen salondan dışarı atıldı. Mustafa Mümin
Birleşmiş Milletler Binasının dışında üyeleri arasında bazı
Mısırlıların da bulunduğu Nevvyork deniz işçilerinin yardımıyla
olayı protesto eden bir gösteri düzenledi. Bu arada İmam el-Benna
Güvenlik Konseyi ve üyelerine tam bağımsızlık ve bütünlük
konusunda Nakra-şiyi destekleyen bir mektup gönderdi hem de
Mustafa. Nahhas Güvenlik Konseyine Nakraşiye karşı telgraf
gönderirken. Hatta İmam el-Benna Mısırda Mısırın milli
istekleri karşısındaki kararlı tutumunu destekleyen büyük bir
gösteri düzenledi. Polis silahlı müdahalede bulunarak bu
gösteriyi dağıtmış ve Hasan el-Benna da kurşun isabeti almıştı.
Nihayet hiç bir çözüme varmadan 10 Eylül de Güvenlik Konseyi
dağıldı.
Bu olay güçsüzlerin karşısında yer aldığını göste^-ren ve yeni
gelişmekte olan beynelmilel bir kurumun politik planda ilk
denenmesi oldu. Bunu Güvenlik Konseyinin Filistin tokpraklarının
Filistinlilerle Filistin dışındaki yurtsuz Yahudiler arasında
bölüştürülmesi yolundaki 29 Kasım 1947 tarihli kararı izledi. Bu
olay ise bütün meselelerimizde özgürlüğümüzü elde edebilmemiz
için tabii bir yol izlememizi zorunlu kılan ayrı bir ibret dersi
oldu. Bu tabii yol ise silahlı cihaddı canla başla meydana
atılmak ve her türlü fedakarlığı göze almaktı.
İşte 1946 ve 1947 yıllarına ait basın organlarının bizzat yaşayıp
kaydettiği ve Kardeşlerin bütün açılarıyla birlikte göğüsleyip
çilesini çektiği milli davanın özet halinde dökümü Peki
komünistlere ne bundan Bu davada bir kurban mı vermişler gözle
görülür onurlu bir tavır mı takınmışlar Hayır en ufak bir pay
sahibi değiller
Üniversiteyi sarsan olaylar geneldeki talebe hareketleri İslami
bir öz taşıyor ve bu olayları Kardeşlerin talebe kesimi yönetiyor
yönlendiriyordu. İnançları yalnızca İslam olan Kardeşler olayları
hem yönlendiriyor hem de maddi destek sağlıyorlardı.
Şimdi olayları yeniden ve kısaca hatırlayalım (Köprü olayı
(İngiliz kültürüne açıkça meydan okumak demek olan 25 Kasım 1946
günkü kitap yakma olayı (Sıdkı-Befen anlaşmasına karşı çıkış
(Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünde düzenlenen toplantıda
Sıdkı-Befen ikilisinin portrelerinin yakılışı hem de herkesin
gözleri önünde mahut anlaşma planının sonucunu protesto için. O
günkü manzara o mübarek talebe kütlesi hala gözlerimin önündedir.
İşte böyle nerede bir milli bir olay hareket varsa bu doğrudan
doğruya Müslümanların liderliğinde olmuştur. Eğer kimi zaman çok
az sayıda komünistler de katılmışsa bu da tamamen ortalığı
bulandırmak ve zevahiri kurtarmak içindir.
Daha doğrusu İslam dünyasındaki bütün kurtuluş hareketlerinin
arkasında İslami hareket vardı. Endonezyada Malezya Suriye Sudan
Irak Cezayir Tunus Me-rakeş Pakistan Eritre Filistin ve daha
diğer ülkelerdeki bütün kurtuluş hareketlerinde hakim olan güç
islami insi-yatifti müslüman liderlerdi. Müslüman Kardeşler Genel
Merkezi geliyor gözümün önüne İslami harektin lider kadrosunu
yeniden gözlerimle görür gibi oluyorum. Fu-dayl Vertalani
Abdülhalim Sıddiki Abdülkerim Hattabi Hacı Emin Hüseyni Beşir
İbrahimi Mesali el-Hac Emced Zehavi ve daha niceleri. Topyekün
İslam dünyasındaki bütün kartuluş hareketlerini İslami eylemleri
sevk ve idare eden daha nice sancaktarlar. Bunlara asgari planda
sağlanan destek yardım diledikleri beyan ve bildirilerin neşri
konusunda tasarruflarına verilen bazı imkanlar. Genel Merkezdeki
İslam dünyasıyla Haberleşme Bölümü nü hiç unutamam bir arı kovanı
gibiydi bu bölüm. Dünyanın her yerindeki kurtuluş hareketleri
İslami eylem planları burada görüşülür ve karara bağlanırdı.
Sözgelimi son olarak İsviçrenin 1973 yılında Yahudilere karşı
gösterdiği kararlı tutum ve direniş bile direniş kumanda merkezi
olan camiin topluma kazandırdığı terbiyenin bir ürünüydü.
Tarihi tecrübeler ise siyasi ve askeri hedeflerin
gerçekleştirilmesinden sonra bile İslami terbiyenin
sürdürülmesini sürekli gündemde tutulmasını zorunlu kılıyor.
YÖNETİM DÜZENİ VE İSLAM EKONOMİSİ
İmam el-Benna yönetim düzeniyle ilgili yeni bir kavram ileri
sürdü ve haykırdı Kuran düsturumuzdur Sömürgeci ve onun
kuyruklarını tepeden tırnağa tir tir titreten iki kelime. Peki ne
vardı bu iki kelimede
Kuran düsturumuzdur ifadesi toplumu bir durumdan alıp başka bir
duruma koymaktır. Yeryüzünden göklere çamurdan ve madde
çukurundan Merihe aya ve yüceliğe ululuğa çıkarmaktır.
Kuran düsturumuzdur ifadesi hiç yoktan ortaya büyük bir ümmet
koyan İslami nizamın sağlam bir şekilde yerleştirilmesi eylemine
çağıran bir slogandır. Peki Sina gibi daha nice değerlerin elden
çıkmasına yol açan İslam dışı düzenlerle bu düzen hiç bir olur mu
Mısırın elden çıkmasıyla İslam dışı düzen arasında ne gibi bir
ilgi olduğu merak edilebilir. Bu ilgiyi açıklaması bakımından
beşeri sistemlere ait önemli bir noktaya dikkat çekeceğim.
İngilizler Mısırı işgal ettiklerinde ilkj kez faiz sistemini
koydular önümüze Niye idi niçindi bu | acaba
Faizin haramlığını kabul etmeyen böyle bir şeye inanmayan küçük
bir zümre ilgili bakanlara gidiyor ve ba-zan yarım milyon cüneyhe
varan miktarlarda kredi alıyordu. Sözgelimi ben üç kardeş
biliyorum bunlar sömürgecilere ait toplu mesken yapımı
dolayısıyle yarım milyon cüney kredi almışlardı. Bir yarım milyon
da yıllık taksit ve sigorta tutarı adı altında yarını için
birşeyler biriktirmek isteyen halktan aldılar elinde avucunda
olanı gasbettiler.
Bu neden başkalarına değil de yalnızca onlara mümkün oluyordu
.
Çünkü aralarında faizin haramlığına inanan tek kişi yoktur.
Kutsal kitaplarında faizin haram oldouğuna dair bir nass yoktur
her şeyden önce. Böylece malvarlığı halkın alın terinden oluşan
banka yalnızca azınlıklara hizmet veren bir kurum halini almıştı.
Oysa halkın %90ı Müslümandır ve düzenli vergi vermektedir.
Böyleyken bu hizmetlerden mahrum kalıyor ve kredi alamıyorlardı.
Buna ancak bir yolla imkan vardı Allah Kitabının hükümlerini
çiğnemek inkar etmek ve haya perdesini yırtarak Ey inananlar
Allaha karşı gelmekten sakının inanmışsa-nız faizden arta kalan
hesaptan vazgeçin (Bakara 278) ayetine karşı çıkmak. Bunu
yaparlarsa herşey tamam. Bu sistem kredi ihtiyacındaki kişiye hal
diliyle adeta şöyle diyor İslamından kop dininden ayrıl bir kere.
Hele öncelikle Kuranının bağlarından bir kurtul sonra gel bankaya
gir. Artık herşey önündedir. Bir şirket a-tölye fabrika mı kurmak
istiyorsun Tamam bu işleri başarman için her türlü ekonomik
destek sağlanacaktır. Yeter ki sen işin başında Allah Kitabının
sözünü çiğne gerisi kolay bütün hizmetler ayağına serilir.
Beşeri sistemlerde de benzeri görülen bu sömürü planı ve ona
bağlı olarak yapılan uygulama halk arasında bir sermayedar sınıf
meydana getirmiştir. Bu varlıklı zümre öğretim alanında daha
güçlüydü şüphesiz. Dolayısıyle düşünce ve kültürde de ileri bir
aşamada bulunuyorlardı. Maddi imkan ve düşüncenin desteğiyle de
idari etkinlik ve güçlü bir kişilik oluşyor. Mal ekonomi ilim
güçlü kişilik evet bütün bunlar ülkede fikri kumanda otoritesinin
zirvesinde yer almayı sağlar. Bundan sonra olacaklarsa hesaba
sığmaz. Müslümanların bankalardaki mallarından yararlanmaları
hayal olur.
Faizi meşru kılarak bu esasa dayalı bankalar kuran ve
azınlıkların hizmetine veren beşeri sistemin getirdiği buHşte.
Faizi haram kılan sermaye hakimiyetine kesinlikle karşı çıkan
İslama düşman kin ve öfke dolu bir sınıf düzeni meydana çıkarmak
için amacı bu. Oysa ki insanların umumi servetten eşit ölçülerle
yararlanmasını öngörür. Bir Müslümanla Yahudi ve Hıristiyan
arasında fark gözetmez. Muhtaç ve fakiri ihtiyaç zilletinden
kurtarmaya çalışır. Bu cümleden olarak da zekatı ve karşılık
gözetmeden ödünç para verme ilkesini getirir. Zümreler arası
dengeyi sağlamak için. Ferdi plandaki ayırıcı özellikler ne
olursa olsun insanla insan kardeşi arasındaki dengeyi sağlamak
önde gelen hedeflerinden biridir.
Kahiredeki Zeytun semtinde fotoğrafçılıkla uğraşan bir komşum
vardı. Müslüman olmadığı için faizli kredi almasına engel bir
durum yoktu. O sebeple kısa zamanda dört büyük bina sahibi oldu.
O ve benzerleri Zeytunu neredeyse bir üs ya da mahalle haline
getireceklerdi. Söylediğim bu hususun şahidi olan biri yüksek
sesle soruyor bana Çoluk çocuğum için tek katlı bir ev yapmak
istiyorum. Karaborsacıların fırsatçıların pençesine düşmemem için
faizle iş görebilir miyim mübahlığına dair bir fetva yok mudur
Dedim ki Önce sorumluların yüzüne haykıracaksın Allahın şerini
yurdumuzda eksiksiz uygulayın Allahın haram kıldığını yasaklayın
bir keşi- min zararına olacak şekilde toplum dengesini bozmayın
umumi servetten adil ölçüler içinde herkesin yararlanmasını
sağlayın buna engel olmayın diyeceksin. İlave e-deceksin ülkedeki
ezici çoğunluğun dini değerlerine duygu ve düşüncelerine saygı
gösterin. İhtiyacın kahrına terkederek onları dinde tefrite ve
zillete zorlamayın Evet önce böyle diyeceksin. Her müslümanın
parolası Kur-an düsturumuzdur cümlesi olmalıdır. Milletin Kuranla
birlikte onun aydınlığında kurtuluşa doğru yol alması sosyal
kitle ve ırk açısından farkların erimesi buna bağlıdır.
Peki sözkonusu bu farklar nasıl ve ne zaman eriyecektir
Hemen cevap verelim ki İslamın hakim olduğu gün. Bankaların
müslim gayri müslim herkese açık olduğu ve programlarında
Öfkenizle ölün ey müslüman-lar demek olan %3 ya da %7 gibi
kayıtlar bulunmadığı gün
Biz İslamla hükmetme ilkesini savunur ve buna davet ederken
aslında yürürlükteki bu iğrenç banka modelini yıkmak istiyoruz.
Dahası onun sosyal ve ekonomik hayatımızda ırk sınıf ve kitle
açısından yaptığı fiilen meydana getirdiği türlü tahribatları
bertaraf etmek istiyoruz. Büyük Allah ne güzel ve doğru söylüyor
Hep birlikte görelim Ey inananlar Allahtan korkun inan-mışsanız
faizden arta kalmış hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız bunun
Allaha ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin (1)
Allaha ve Peygamberine savaş açan kimse ise peşinen mahvolmuştur.
İşte buyruğu Allaha ve Peygamberine karşı gelenler işte onlar
alçak kimselerle beraberdirler.
Hasan el-Benna Kuran düsturumuzdur diye haykırırken müslüman
tabakalarda esaslı bir değişim o-perasyonundan bunun mutlaka
yapılması gerektiğinden söz etmektedir. Bu gerçekleştirildiği
takdirde ekonomik denge güçsüzlerin lehine değişecektir. Sağlıklı
bir sosyal dengenin kurulması için bu şarttır. Çünkü bu durumda
bankaların sunduğu sosyal hizmetlerden yasal olarak ve adil
ölçüler içinde güçsüzler kesimi faydalanma imkanı bulacaktır.
Müslümün Kardeşlerin Ekonomik Programı
Dr. Meetshel şunları kaydediyor Kardeşlerin e-konomik programı
şöylece özetlenebilir
1- Ekonomik bağımsızlık siyasal bağımsızhğın e-sasıdır. Ekonomik
talan ise yine siyasal talanın esasını teşkil eder.
2- Yoksul kitleler açısından ekonomik ilerleme Mısır toplum
yapısındaki uçurumları kapatmak için şarttır.
3- Faiz sisteminin kesinlikle kaldırılması. Böylece sermaye
çevreleri kolay para kazanma şansını yitirecektir. Bu yol
kapandığı için de zorunlu olarak yatırımlara yönelecek ve
şirketler projeler halinde fiilen iş hayatına gireceklerdir.
Dolayısiyle zenginler kesiminin atalet ve tembelliği önlenmiş
olacaktır.
4- Doğal servet kaynaklarını yabancı egemenliğinden kurtarıp
halkın istifadesine açık tutmak.
5- Yerli bankaları millileştirmek.
6- Borsa sistemini lağvetmek ve gayri meşru kazanç yollarını
tıkamak.
7- Vergi sisteminin İslahı.
8- Tarım alanında İslahat.
9- Çalışanlara üretim satışından pay vermek ve işçi eğitimini
yaygınlaştırmak işveren çevrelerini buna zorlamak. Alınacak
tedbirlerle tarım toprakları müstecir-lerini korumak işçi ve
çiftçileri her türlü işsizlik iş kazası ve hastlık ihtimallerine
karşı güvence altına almak.
Nüfus problemiyle ilgili olarak da şunları söylüyor yazar
Kardeşlere göre Mısır yoksul bir ülke değildir. Bütün mesele ülke
kaynaklarının adil bir şekilde dağılımı noktasında
düğümlenmektedir. Tabi bu durumda büyük mülkiyetler önemli ölçüde
zorlanacaktır. Sonunda sahipleri üzerlerine düşen oranda
haklarından fedakarlıkta bu-nacak ve toplum karşısındaki
sorumluluklarını yerine getireceklerdir. Küçük mülkiyetleri
yüreklendirmeye de ayrı bir önem vereceğiz. Böylece yoksul kesim
bu ülkede bir desteğe sahip olduğu bilincine varacak ve bir yeri
bulunduğunu anlayacaktır. Öte yandan bu kesime devleti emlakinden
pay vermek suretiyle büyüme imkanı tanıyacağız.
Dr. Meetshalin süyledikleri İmam el-Bennanın risalelerinde yazıp
enine boyuna anlattığı hususların ana başlıkları durumundadır
öyle sayılabilir.
Kardeşlerin Derebeylik Sistemiyle Savaşması
Müslüman Kardeşlerin derebeylik sistemiyle savaşması çiftçi
haklarını savunması Cemaatın feshine ve mürşidlerinin
öldürülmesine yol açan sebeplerden biri oldu. Daha önce de
Kefurnecm Kefer Beranon Kefer Bedvay ve diğer bölgelerde
derebeyliğe karşı mücadele veren Kardeşlere mensup milletvekili
ve mücahidler öldürülmüş hapse atılmış ve sürgün edilmişti.
1948 yılında emniyet genel müdürü olarak görev yapan Abdurrahman
Ammar hükümet tartından Cemaatın feshine sebep olacak maksatlı
bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti. Ammar hükümete sunduğu
söz konusu raporun 11. maddesinde şunları söylüyordu 26 Nisan
günü Müslüman Kardeşler Tarım Bakanlığına bağlı Musa bölgesi
tarım araştırma işçilerini işi bırakma eylemine teşvik etmiştir.
Kışkırtma sonucu işçiler arama alanına giren topraklara sahip
olmak istiyordu. Olay Kefer Şeyh Mahkemesinin 1948 tarih ve 921
nolu dava dosyasında aynen tescil edilmiştir.
Burda olayın ayrıntılarına inecek değilim ben sadece Kardeşlerin
çiftçileri topraklarda çalışan köle duru-rumundan yine aynı
topraklarda başı dik dolaşan özgür insan durumuna yükseltme
konusunda bu alanda verdikleri mücadeleye bir ışık tutmak
istedim.
İşte Davet dergisinin 25 Eylül 1951 tarihli sayısında yayınlanan
Kardeşlere ait bir yazıdan bazı paragrafları Şöyle diyor Davet
dergisi
Köylerde zaman zaman hayvanlara zarar veren yırtıcılar görülüyor.
Bu yırtıcılar hem hayvanları tuzağa düşürüyor hem de köylüleri
öldürerek ortalığa dehşet saçıyor. Hükümet çiftçilerin hakkından
gelmesi için insan kılığındaki bu yırtıcılara arka çıkıyor imkan
tanıyor ve o nedenle bölgeye çok sayıda silahlı tedhiş kuvveti
gönderiyor. Hükümet bir yandan bu vahşileri ortaya salarken bir
yandan da silahlı takviye kuvvet gönderiyor canını kurtarmak
isteyenleri kurşun yağmuruna tutuyor.
Niçin olmasın Efendi malik köle de memluk değil midir Hem köleler
efendileri karşısında başları dik durmaya nasıl cesaret edebilir
Efendiler ki atlara katırlara eşşeklere kedi ve köpeklere nasıl
sahip olur onlar üzerinde mutlak egemenlik kurarsa aynen öyle
köleler üzerinde de hak ve egemenlik yetkisine sahiptirler.
Köleler Kefurnecmde karınlarını doyuracak kadar bir gelir
seviyesine sahip olmak istediler. Nasıl olur da böyle bir hak
iddiasında bulunabilirlermiş Kimi öldürüldü kimi işkencelere tabi
tutuldu kimi de zindanlara dolduruldu. Derebeylik canavarı bu
işin üstesinden gelmeyi başardı köle kanlarından doyuncaya
kanıncaya kadar içti.
Bohutda da köleler yine aynı şekilde isteklerde bulundular.
Hükümet derhal kuvvetleriyle bölgeye uçtu köle kanlarıyla şişeler
doldurmak ve şampanya viski sofralarında bekleyen efendilere
sunmak için.
17 Eylül 1951 pazartezsi günü Başsavcılık Bürosu şöyle bir
telgraf aldı Mitfadale halkı üzerine büyük bir saldırıda bulundu
ateşli silah kullanarak Abdulhakim Ahmed Atıyye İbrahim Ali Harb
gibi zevatın yaralanmasına sebep oldu. Merkez olayı savcılığa
bildirmedi çünkü cinayet unsuru delili diye bir şey bırakılmadı
ortada. Bölgede hala büyük bir tedhiş kuvveti bulunmaktadır. En
kısa zamanda olay mahallinde tahkikat yapılmasını rica ediyoruz.
Aynı gün Eca Merkez komiseri şu telgrafı aldı Mitfedale halkı
üzerine düzenlediğiniz saldırıdan sizi sorumlu tutuyoruz. Açılan
ateşin sorumluluğu da aynı şekilde size aittir. Telgrafı alır
almaz komiser kölelere hak
(1) Müslüman Kardeşlerin Kefurnecm bölge vekili Anahinin şehid
edilmesi gibi. Anani Suudi Arabistan veliahdi Emir Muhammed
Alinin teftişine karşı çıkmış ve o yüzden alandan döndüğü bir
sırada pusuya düşürülerek öldürülmüştü ettikleri cevabı verme
hareketine girişti. Ertesi günün sabahı üzerlerine sert taşlar
atan sürülerle kuşlar gönderdi. Dörtbir yanı kaplayan karınca
sürüleri gibi imdat çığlıkları yükselten Mitfedale halkı üzerine
silahlı polis birlik^ leri saldı. Nasıl olur da telgraf
gönderirlerdi bunu ancak efendiler yapabilirdi. Bu edepsizlikleri
cezasız kalmamalıydı.
Mitfedalenin talihinden midir yoksa talihsizliğinden midir şu ana
kadar anlayabilmiş değilim. Bu bölgeyi Talat Paşa seçti yedi yüz
feddşn tutarındaki bir toprak bütünlüğüne sahip olmak için. ö
Talat Paşa ki Kral Hazretlerinin en önde gelen yakınıdır ve
dolayısıyla bu teftiş konusunda da en büyük hak payı ona
düşmektedir. Bu sebeple kölelerin elinden tutacak ve onları Allah
rızası i-çin özgürlüğüne kavuşturacak ya da onları sarayında
evcilleşmiş hayvanlar gibi tutacak yalnızca zat-ı alileridir.
Mitfedaleye düşen ya da Mitfedalenin düştüğü bu yedi yüz feddan
ki sizin Mitfedale dışında sahip olduğunuz topraklara nisbetle
çok az bir yekun teşkil e-der sayın paşa iki eşit parçaya bölünür
1) Muhtarın belediye başkanının ve bir de bir memurun kiraladığı
bölüm.
2) Kölelere kiraya verilen bölüm. Kira bedeli ise sizin vekiliniz
tarafından belirlenir. Boş sözleşme kağıtları verilir eline.
Köleler mühürleri katibe teslim eder katipde istediği şekilde bu
sözleşmeleri düzenler ve mühürler köleler adına imzalar.
Zulme dayanamayan köleler sonunda mahsulü sayın vekile terkederek
deliklerine çekildiler. Bu durumda vekilinizin bir çözüm yolu
bulması gerekiyordu. Ve buldu İçişleri Bakanlığının zoruyla
kölelerin mahsulü toplaması sağlanacaktır Kefur Necm de Bahut ta
işleri yoluna koyan bu yöntem değil midir
Yine aynı taktikle vekiliniz Mitfedale deki pürüzleri ortadan
kaldırmasını istedi sayın komiserden.
Sayın komiser de kölelere hak ettikleri dersi vermek için büyük
bir harekete geçti. Bir kısmını tutukladı bir kısmına da ateş
açtı. İşte bu silahlı operasyondan kaçıp kurtulabilen üç kişi
yukarda sözünü ettiğim telgrafları göndermişti.
Bu iki telgraf yüzünden de kölelerin başına neler neler geldi
Kuşatma içine alındılar işkencelere uğratıldılar. Bu kuvvete
ayrıca Sünbilavin Mitgaver ve Mansura-dan gelen takviye
kuvvetleri de katıldı. 18 Eylül den şu satırların yazıldığı ana
kadar köleler gerek merkezde gerekse Mitfedalede azabın
işkencenin her türlüsünü tad-maktadır. Artık polisin vicdanına
kalmış polis onlara aklına estiği şekilde davranıyor. Sizin
merhamet eliniz bu mazlum kölelere ne zaman uzanacak acaba Paşa
Hazretleri
KARDEŞLER VE FİLİSTİN KURTULUŞ DAVASI
Müslüman Kardeşlerin bütün şubelerinde ana a-maçlarını özetleyen
bir levha asılı bulunurdu. Şimdi böyle bir levhayı birlikte
okuyalım Amacımız topyekün İslam dünyasını kurtarmak ve islam
esaslarının beşeri kuralların yerini almasını sağlamaktır.
Particiliği bölücülüğü bertaraf edip dünyanın dörtbir yanında
İslam sancaklarını yükseltmektir. Müşrikler istmese de dinini
bütün dinlerden üstün kılmak için Peygamberini doğruluk rehberi
Kuran ve gerçek dinle gönderen Odur. (r
Prensibimiz Allah yolunda hakkıyla cihad edin| sizi bu iş için O
seçti ayeti gereğince Allah yolundi cihad etmektir.
Allah yolunda ölmek en yüce emelimizdir. Çün-j kü Cenab-ı Hak
Allah şüphesiz Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen
müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın
almıştır
Fıkıh alimlerinin üzerinde ittifak ettiği ve Kardeşleri rin de
risalelerinde kaydedip bildirdiği gerçeklerden bide şudur Düşman
kafir ayaklarıyla Müslümanların topraklarını çiğnedi mi onlarla
cihad etmek ve onları haket-tikleri karşılıkla gedikleri yere
göndermek Müslümanlara farzdır. Komşuları da onlara her türlü mal
silah ve asker yardımında bulunmakla yükümlüdür. Ne zamana kadar
mı Kesin zafere kadar
O nedenle Filistini kurtarmak Mısırı Sudanı Suriyeyi ve yabancı
işgalindeki öteki İslam topraklarını kurtarmak gibi İslami bir
emirdir farzdır.
Filistin ki Allah Resulünün miraca yükseldiği yerdir ve topyekün
Müminlerin kalbi orada atar. İslami strateji sınırları
belirlerken vahyin indiği mekanları Arap yarımadasının tabii
sınırları sayar. Öte yandan güney Hint Okyanusunu Yemen
sahillerini Aden Şahr ve Hadramutu doğuda Arap körfezini batıda
Kızıldenizi kuzeyde Ak-. denizi bu coğrafyanın tamamlayıcı
sınınları olarak belirler. Allah Resulü ve ashabı bu hakikati hem
nass hem de uygulama olarak ortaya koymuştur. Arap yarımadasında
iki din barınamaz hadisi şerifi konuyla ilgili nassı belirler.
Yani İslamla birlikte başka bir din bir arada yaşayamaz. Şu
sebeple ki Arap yarımadası İslam ümmetinin kalbidir öyleyse fitne
uyandıracak her türlü şaibeden uzak bulunmalıdır. İşte söz konusu
uygulama Beni Kaynuka ve Benin- Nadir adlı Yahudi kabileleri
Medine dışına sürülüyor. Kuranı Kerim onların Müslümanlar ve
Araplar için tabii düşmanlar olduğunu ilan e-diyor İnananlara en
şiddetli olarak insanlardan Yahudileri ve Allaha ortak koşanları
bulursun (Maide 82) ve tabiatlarını hayat stratejilerini
bildiriyor Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu
söndürür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah ise
bozgunculuğu sevmez. (Maide 64)
Ayet-i kerimedeki (küllema = ne zaman ki) lafzı tekerrür eden bir
durumu ihbar anlamı taşır. Hemen ardından gelen (evqadu =
yaktılar) kelimesi ve (yesavne = koşarlar) kelimesini izliyor.
Oysakoşuyorlar değil de koştular kelimesinin kullanılması
gerekirdi cümle kullanımı açısından normal olanı buydu. Böyle
olmasının sebebi ise bu husustaki sürekliliği vurgulamaktır.
Çünkü bu Allahın öylece yarattığı bir cinsin tabiatını artaya
koymaktır Allah ki her yarattığında sayısız hikmetler gözetir.
Yilanları yırtıcıları haşaratı nasıl yaratmışsa zehiri nasılyaratmışsa onları da öylece yarattı ve bunda da aynı şekilde
hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden biri de Allahın hem
yararlanmak hem de korunmak için yarattığı bütün yaratıkların
tabiatlarını tanımaktır
Sonra Mute savaşı çıkıyor karşımıza. Bu savaşta sayıları üç bini
geçmeyen müslümanlar sürpriz bir durumj karşısında buldular
kendilerini Filistini işgal eden Şamı kontrol altına alan Rum
ordusu iki yüz bin er ve subaya dan oluşmakta ve arkalarında
bütün bir Avrupa ve Bizans bulunmaktadır. Bu fevkalade durum
karşısında Müslümanlar aralarında müşavereye başladılar. Bir
kısmı dönüp gidelim diyordu. Bir kısmı da burada bekleyelim Allah
Resulüne durumu bildirip yardımını istiyelim diyordu. Abdullah
bin Revaha ortaya atılıp herkesi derinden sarsan şu sözleri
söyledi Sizler ki Allah yolunda şehid düşmek için yola çıktınız.
Ama vallahi bugün bundan sakınıyor ve adeta korkuyorsunuz.
Halbuki biz düşmanımızla savaşırken silah ve asker gücümüze
dayanmıyoruz ki Biz sadece bu dinle ve Allahın adıyla Onun
kuvvetiyle çıkıyoruz karşılarına. Zaferse ancak Allah katındandır. Muvaffak kılacak olan yalnız Odur. Vallahi düşmanla
karşılaşmadan geri dönmeyeceğiz. Allah Resulüne haberi de daha
sonra göndereceğiz. Böylece Arap yarımadası ve çevresini İslamın
kalbini ve Müslümanların kıblesini tehdit edecek bir tehlike
unsuru halini alması muhtemel her türlü işgalci askeri kuvvetten
arındırmaya yönelik savaşların en çetini sergilendi. Medinede
kurulan İslam devletinin üzerinden yirmi yıl bile geçmemişti ki
Arap yarımadası ve çevresi tehlike teşkil edecek her türlü
unsurdan temizlenmiş oldu. Artık bu geniş coğrafya parçasında
üstünlük İslamın ve Müslümanlarındı. Gerek yarımadada gerekse
yarımada çevresinde yaşayan Yahudi ve Hiristiyanlar inançta
kazanç ve güvenlik konularında adalet ve şefkat başta olmak üzere
insan haklarının hepsinden yararlanıyordu. ÇünküDinde zorlama
yoktur ayeti bunu ifade ediyor. Ancak İslam ülkesinde yaşayan bir
gayri müslimin elinde de savaş silahı bulunmayacaktır.
Bu sebeple Müslüman Kardeşler Filistin davasına sahip çıktılar.
Çünkü Filistin İslam beşiğinin Haremeyn-i Şerifeynin ilk savunma
hattıydı. Hemen işe koyularak Sina ve Filistin topraklarını
coğrafi ve jeolojik açıdan incelediler. Bu bölgede yaşayan
insanların durumlarını tabiat ve sorunlarını bir bir etüd
ettiler.. Bu bölgelere ilişkin olarak bilmedikleri bir mesele
kalmamıştı. Meseleyi kamuoyuna ayrıntılı bir biçimde maledebilmek
için bir de Filistin Günü düzenlediler. Kendilerine ait basın
büro ev cami her yerde kürsüler kurarak davayı kamuoyuna
duyurdular. Filistini kurtarma Nil Vadisi Yüksek Komitesinin
kurulmasında katkıları oldu. Özel olarak hazırladıkları altı
birlik savaş için Filistine gitti. Arap Birliği ve Filistini
Savunma Yüksek Arap Komitesi yardımayla Filistinliler için silah
topladılar. Sonunda Filistinde gösterdikleri kahramanlıklar
dillere destan oldu. İşte Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi
mensuplarının tutuklanması ve maddi kaynaklarına el konması
yolunda Arap devletlerine yapılan beynelmilel baskıların
sebeplerinden biri de buydu. Sürekli barış trajedisi sahneye
konuncaya kadar da Müslüman Kardeşler başlattıkları savaşı
sürdürdü.
Müslüman Kardeşler ve Barış
Hasan el-Benna Nakraşi Paşaya şunları söyledi Filistinde
Yahudilerle neden barış istiyorsunuz Filistindeki savaş Filistin
topraklarına giren Siyonist çetelerle biz müslüman gerillalar
arasında cereyan etmektedir. Bırakın da bunlar birbiriyle
çarpışsın Eğer biz kazanırsak bu Mısırın şerefidir. Şayet ölürsek
cennete gireriz ki Filistine yüklenişimiz de ona duyduğumuz
iştiyaktan kaynaklanmaktadır. Bırakın da Filistinde siyonizmle
çarpışalım. Beynelmilel baskılara maruz kalan bir siyasi olarak
barışı kabul etmenizi anlıyoruz bunda haklısınız dilediğinizce
hareket edebilirsiniz. Ancak Arap ya da Müslüman güçlerin
siyonistlerle savaşasına engel olmak hakkına sahip değilsiniz.
Siyonistler ki çeteler halinde ortaya çıkmaktadır ve Filistinli
değiller. Bizler de karşı gruplarız ve Filistinli değiliz. O
halde Hak batıla yüklensin ve hakkından gelsin.
Kardeşler Hakkında Neler Dediler
Filistindeki Kardeşler hakkında ben konuşmayacağım. Sözü
başkalarına Kardeşlerden olmayanlara bıkıyorum onlar konuşsun.
Kardeşlerin yanında yer almak diye bir düşünceleri olmaz çünkü
bundan ellerine birşey geçmez. O halde neler dediler acaba
Mükrim Abid Paşanın çıkarmakta olduğu el-Kütle gazetesinde Askeri
Hakime Açık Mektup (1) başlığıyla bir yazı yayınlanmış ve yazıda
şunlara yer verilmiştir Müslüman Kardeşlerden oluşan yüz kırk
gönüllü Filistini kurtarmak için harekete geçen Arap Birliği
kuvvetle-i rine katılmış ve Arap ordularından bir aydan daha
fazla bir süre önce kararlaştılan topraklara girmeyi başarmıştır.
Üstelik bu süre içinde Refahtan Mecdel bölgesine doğru uzanan ve
yetmiş kilometreden fazla bir alanı kaplayan kuzey cephesinde
bütün Arap köylerini top-j raklarını karış karış hakimiyetleri
altına almışlardır. Hatta kahraman ordularımız ileri atıldığında
onlar daha ileri hatlarda fedai birlikleri olarak görev
yapmışlardır.
Ordu komutanlarına ve Kudüs muhafızlarına sorun her türlü kuvvet
ve destekle donanmış düşman orduları üzerine saldıran kimlermiş
acaba Bu fedailerden başkası olduğunu söyleyebilirler mi üstelik
de kuşatma altındaydılar Yahudiler Nakab şeytanlarını salıyordu
üzerlerine.
İşte bu kahraman insanlar için tutuklama emirleri veriliyor ve
derdest edilip bir zindana dolduruluyorlar.
Yedi ayı aşkın bur süre zindanda tutuluyor ve işkencenin her
türlüsü uygulanıyor en hafif tabirle hayvan muamelesi yapılyor
kendilerine.
O yiğit kahramanlar ki daha önce Kralın özel ilgi ve iltifatına
mazhar olmuşlar saraya davet edilip madalya ve liyakat
nişanlarıyla ödüllendirilmişler ve en yüksek rütbelere
yükseltilmişlerdir. Bütün bunlardan sonra onları hain olarak
nitelendireceksiniz öyle mi
Eğer haklarındaki bu zannınız gerçekse onları yargı önüne
çıkarmaktan ne diye korkuyorsunuz
Nakraşinin öldürülmesi olayı ile ilgili davanın görüldüğü
5.9.1949 günkü duruşmada savcılık temsilcisi üstad Muhammed
Abdüsselam şunları söylüyor Kardeşlerden biri Hasan el-Bennaya
gönderdiği bir mektupta özetle komando ve fedai birliklerine
katıldığını ayrıca kendisine kan üzerine beyat ettiğini
bildiriyor. Hasan el-Benna da bu şahsa Allah kesin zafer nasip
edinceye kadar sabır ve sebat göstermesini öğütlemiştir.
Şaşılacak şeydir ki savcılık bu sözü söylerken a-damın İslam
davetçisi olduğunu ortaya koymuş oluyor bir yandan da aynı iddia
ile adamı suçlu duruma düşürüyor
İhsan Abdülkuddüs 27 Kasım 1951 tarih ve 1224 sayılı Ruz el-Yusuf
dergisinde yayınlanan bir yazısında şunları kaydediyor Halk
kuvvetlerinden söz ederken Müslüman Kardeşler Cemaatını
unutacağım öyle mi Bunu yapamam Ben dini davetlerin halk kesimine
öbür davetlerden daima daha yakın olduğuna toplum psikolojisini
daha çabuk sardığına inananlardanım. Bu davet ister İslami olsun
ister Hıristiyani hatta isterse Siyonistlerin Filisitin
topraklarında devletlerini kurma hususunda güç kaynağı olarak
kullandıkları Yahudilik dini daveti olsun.
Müslüman Kardeşler ki dün olduğu gibi bugün de cihada çağıran din
davetinin tek temsilcisidirler. Bu da-vetlerinin üstünlüğü
nedeniyledir ki Filistin meydanları pek çok kahramana şahit
olmuştur onlardan. Bir dev gibi ileri atılan bu kahramanlar
Allahın ismini haykırıyordu ve her biri on kahramana bedeldi
böyle çıkıyordu ortaya. Filistin taarruzuna katılan hiç bir subay
bu savaşları gözleyen hiç bir gözlemci Müslüman Kardeşler
gönüllülerinin bu çarpışmalardaki üstünlüğünü kahramanlıklarını
ölümü cesaretle kucaklayışlarını inkar edemez. İsteyerek hatta
övünç duyarak yüklendikleri büyük sorumluluk payını ve o yolda
eriştikleri şehidlik mertebelerini görmezlikten gelemez.
Yahudilerin Avrupa ve Amerikadan Kardeşlere Karşı Yardım İstemesi
El-Mısri gazetesi 1948 yılında Müslüman Kardeşlerin Filistin
savaşına katılışıyla ilgili bir yazı yayınladı. 1947 yılının ilk
günlerine ait Sunday Merour gazetesinden iktibas edilen bu
yazının yazarı Rose Çaren adlı si-yonist ve mutaassıp bir genç
kızdı. Şimdi söz konusu yazıdan bazı pasajları birlikte görelim
Müslüman Kardeşler Arapları en üstün toplum oldukları yolunda
iknaya çalışıyorlar. İslamın bütün dinlerden hayırlı olduğuna
yeryüzünde yaşayan sistemlerin en üstünü olduğuna i-nandırmaya
çabalıyorlar.
Şimdi Müslüman Kardeşler Amerika Birleşik Devlerinin Ortadoğuya
maddi müdahalesine karşı kesin ve ciddi bir savaşa çağırıyor Arap
toplumlarını. Artık Amerikan halkı vakit kaybetmeden bu hareketin
nasıl bir hareket olduğunu öğrenmelidir. Bu romantik ve çekici
(Müslüman Kardeşler) adının arkasında kimler var Bilmelidir.
Filistindeki Yahudiler Müslüman Kardeşlerin düşmanı durumunda
bulunuyor.
Ve bir de iftira Müslüman Kardeşlere mensup kişiler Ortadoğunun
çoğu şehirlerinde Yahudilere ait binaları kundaklıyor ve
mallarını yağmalıyorlar. Ayrıca Amerikan konsolusluk ve
temsilcilik binalarına da saldırmışlardır.
Güvenlik Konseyini Müslüman Kardeşlere karşı -195yardıma çağıran Siyonist yazar şöyle diyor Yahudiler Güvenlik
Konseyinden Filistine uluslararası bir kuvvet göndermesini
isterken aslında kendisini savunma ihtiyacından kaynaklanmıyor
bu. Bütün istediği uluslararası kuvvetin Filistinde Müslüman
Kardeşler mensuplarıyla bizzat yüzyüze gelmesidir. Böylece bütün
dünya bu hareketin temsil ettiği gerçek tehlikeyi anlama imkanı
bulacaktır.
1948 yılı içinde yeniden kaleme sarılan Siyonist yazar Rose Çaren
Sunday Times gazetesinde yayınlanan bir yazısında Müslüman
Kardeşlere tekrar saldırıyor ve bu hususa Avrupanın dikkatini
çekerek şunları söylü- yor Eğer dünya bu gerçeği kavramakta
gecikirse (yani Müslüman Kardeşler sömürüye sömürünün planlarına
ülkedeki uşaklarına karşı belirttiği tehlikenin gerçeğini
vaktinde idrak edemezse) şüphesiz daha bu dönemde Avrupa Kuzey
Afrikadan Pakistana ve Türkiyeden Hint Okyanusuna uzanan faşist
bir İslam İmparatorluğuy karşılaşacaktır. (1)
Müslüman Kardeşlerin 1948 savaşlarına katıiışıyl^j ilgili bir
yorumunda Bin Coryun da şöyle der İsrailin yakta durması
istikrarını bulması Arap dünyasındaki gı ricilerin bağnaz din
adamlarının ve Müslman Kardeşleri mutlaka ortadan kaldırılmasına
bağlıdır.
Yahudilerin Yadım Çağırışına Batı Nasıl Karşılık Verdi
Amerika derhal savaş alanına özel türde bombalar gönderdi savaşçı
Müslüman Kardeşlerin özel olarak ortadan kaldırılması için. Bu
bombaların özelliği havada patlaması ve bir ateş bulutu meydana
getirdikten sonra savaş alanı üzerine çökmesiydi. Böylece
Müslüman Kardeşlerden tek bir kişi bile kurtulamayacaktı. Gerçi
bu uluslararası yasalara göre yasaktı ama Yahudi ve Amerikalılar
özel olarak Müslüman Kardeşlere karşı kullandılar. Ancak
Beytullahı filden ve Ebrehenin ordusundan koruyan Büyük Sahip
onları bu felaketten korumuştu. Yere inen bombalar patlamamıştı.
Bu Amerikanın söz konusu bombaya ilişkin ilk deneyi oldu. Allah o
bombayı atanlara emniyet subabını çekmeyi unutturdu. Ya da sen
buna başka bir sebep bul. Tıpkı beyitte söylendiği gibi Allahki
korur ihtiyaç bırakmaz
Kat kat zırha yüce kalelere.
İşte müminleri böyle kurtarırız ayeti kerimesi de aynı şeyi ifade
etmiyor mu
Uluslararası kuvvetler Uluslararası kuvvetler fiilen bölgeye
geldi. Ancak Müslüman Kardeşlerin gücü kırıldıktan ve zindanlara
doldurulduktan sonra. Bölgeye gelen bu kuvvetlerse şu ana kadar
İsraile koruyucu şemsiyelik etmektedir. Üstelik bu kuvvetlerin
gölgesinde İsrail ticari faaliyetleri ürünleri Kızıldenizden
Güney ve orta Afrikaya hatta Hint okyanusu adalarına kadar geniş
bir alana hakim olmuştur. Bu haliyle İsrail Araplara ve Yahudi
mallarını boykot komitelerine adeta dil çıkartıp kıs kıs
gülmektedir
Kuvette yayınlanan el-Belağ gazetesi de diyor ki Amerika
İngilterenin yarıda bıraktığı bir işi devraldı. Sıkı esaslara
bağlı İslami hareketin kökünü bundan böyle o kazıyacaktı.
İngiltere saray ve partilerden yanına aldığı uşaklarla bu işe
girişmiş ve bilinen eski metodlarıyla üstesinden gelmeye çalışmış
ama başaramamıştı. Bu hareketi yok etmek ve getirdiği düşünceyle
savaşmak için neler yapmadı ki Mümkün olan her çareye başvurdu
yeni ve korkunç metodlar kullandı.
Cehennemi bir savaş oldu. Öyle işkenceler yapıldı ki bir benzeri
daha görülmedi. Tarihte hiç bir düzen-bu denli vahşi olmamıştır.
Ne insanları yırtıcı hayvanların .pençesine atan Roma düzeni
ilkel düzenler ne de vah-1 silikte üstüne olmayan komünist düzen
ve ne de Sibirya Zindanları buna yetişmez. Hatta & nyanın pek çok
yerinde türlü cinayet ve komplolara girişen Amerikan Gizli
İstihbarat Örgütü bile böylesini başaramamıştır. Üstelik
olanların hepsi kamuoyuna yansımış değildir bunlar şu günlerde
basına geçmiş bazı kesitlerdir sadece. Ya geçmeyenler gizli
kalanlar
islami hareketi yok etmeye yönelik bu yeni saldırı politikası
adını andığımız ve anmadığımız her türlü işkence usulünü
kullanmıştir.
Psikolojik işkence ekonomik ambargo aleyhte yaygara canileri
canavarları musallat kılmalar her türlü ahlaki değerden mahrum
zorbaları fazilet sahibi insanların ve asil muhafazakar aileler
üzerine salıvermeler vs. bunlardan ayrı.
Bu cehennemi işkence metodlarının hiç olmazsa bir kısmı hakkında
yeterli bilgi edinmek isteyen uşak canavar Salah Nasrın
Psikolojik Savaş adlı iki cilt halindeki büyük eserine
başvurulabilir.
Bütün bu metodlar islamı ve İslam hareketini ortadan
kaldırabilmiş midir dersiniz Hiç şüphesiz bu sorunun cevabını
tarih verecektir. Ancak kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o
da inançların öldürülemiyeceğidir. İmanın topla tüfekle ruble ve
dolarla ortadan kaldırılamayacağıdır.
Kardeşin Savcaşçılar Arasındaki Yeri
Biz Mısırlılar Filistinde geleneksel özel silahlarla donanmış
orduya sahiptik. Çünkü bizi Mısırda ve Ürdünde silahlandıran
ingiltere idi. Buradaki gençliğimiz de toplumun çeşitli
kesimlerine mensup bulunuyordu. Üniversiteliler çiftçiler işçiler
vs. Bu tabii birliği sağlayan da İslamdı ve her kesimden insanlar
bu birlik içinde Filistin-de çarpışıyordu. Ancak müslüman
mücahidler olarak çarpışan ve maneviyata cesaret ve atılganlığa
sahip savaşçılar nerede İngilterenin plan ve emirleriyle çapışan
ordu nerede Aradaki farkı görmemek mümkün mü Filistin için silah
yapımıyla uğraşan bir zat vardı bu zatın ölümü sözkonusu sırrın
ortaya çıkmasına sebep oldu. Sonraları Zeyneb Gazali ile evlenen
merhum Muhammed Salimdi bu zat.
Savaşta İsrail bir Mısır başarısıyla karşılaşınca birden
şaşınverdi uçan mayınlar Filistinde Siyonist ingiliz tanklarına
atılan bu mayınlar hedeflerini buluyor ve olduğu yerde kalakalan
tanklara Kardeşler dilediğince sahip oluyordu.
Neydi bu savaş fabrikası
Bu Mısırlı müslüman bir el ile gerçekleştirilmiş bir fabrika idi.
Bu olay Kardeşlerin savaş için yeni bir silahı zorunlu gördüğünü
böyle bir idrak içinde bulunduğunu gösteren mutlu bir belirtidir.
Zaferi kazanmanın yolu da bu idi. Mısır çok eski dönemlerde de
silahlarını çoğu zaman kendi eliyle yapardı.
Beynelmilel Siyonizm bir inanç karşısında bulunduğunu anlamaya
başladı Yusuf Talat gibi bir adam geliyor Yusuf Talatın adamları
İngiliz ordusuna ait bir bomba ele geçirmişti. Desem Yahudiyyeyi
bombalamada buna ihtiyaçları vardı.
Yusuf Talat Bir hafta izin verin düşüneyim diyor ve derhal kalkıp
abdest alıyor iki rekat namaz kılarak bu problemin çözümü için
Allahtan başarı diliyor. Sonra başladı düşünmeye Deşemi
çökertmede sahrada bu bomba nasıl kullanılmalıydı Mütevazi
çadırında Allahın yardımıyla bir top yapmaya başladı. Elinde olan
tek imkan da son derecede basit bir soğutucu aleti idi. Allah bu
işte onu başarılı kılmıştı. Bu toptan başka bir şey yoktu
ellerinde. Deşemi de bombalamaya muvaffak olmuşlardı.
Şübhesiz Allah savaşa müdahale etmiş ve Yusuf Talata herkesi
şaşırtan böyle bir ilhamı bağışlamıştı. İşte Kardeşler bunlardı
ve böyle garip başarılar elde ediyorlardı. Siyonizme karşı koyan
silahlar yapıyorlardı. Öyleyse beynelmilel Siyonizm nasıl
cezalandırmalıydı Bunlara İngiliz sömürüsü nasıl bir ceza
vermeliydi
Onlara göre normal mantık gereği Hasan el-Bennanın öldürülmesi
gerekirdi. Yusaf Talatın Muhammed Fergalinin ve bu mertebede
Allah yolunda savaş verenlerin öldürülmesi gerekirdi.
İşte İmam el-Bennanın konum ve tutumu İslam savunma stratejisini
böyle belirlemişti. Ancak onlanlar...
Komünist ve Batılı haçlı bloklar şunu keşfetmişlerdi Yahudiler
Mısır ordusunun ön saflarında Müslüman Kardeşlere mensup
savaşçıların -isterse bunlar sadece beş kişiden ibaret olsunbulunduğunu öğrendi mi derhal geri çekiliyorlar. Çünkü Yahudiler
imanın karşısında duramıyorlar özellikle Müslüman Kardeşler
birliklerinde apaçık biçimde şahit oldukları gibi Allah ve cennet
aşıkı tertemiz iman karşısında
O halde yeryüzünde Allah en büyüktür hamd yalnız Onadır diyen bir
adam bulunduğu sürece siyo-nizme kesinlikle hayat hakkı yok
demektir. Hem İsrailin bütün çeşitleriyle sömürünün pençesi
olarak ortada kalabilmesi için İslami hareketin kökten yok
edilmesi şarttır. Öte yandan Müslüman Kardeşlerin varlığı demek
İsrailin bölgeden silinmesi demekti. Filistinli olmayan bütün
Yahudilerin o topraklardan kovulması demekti. Müslüman
Kardeşlerin tasfiyesi ise İsrail varlığı için bir hayat garantisi
anlamı taşıyordu. Ama bu tasfiye işi nasıl gerçekleşecekti
Doğu Ürdün kralı Abdullah ile Kral Faruka gidip onları islam
davetine karşı kışkırttılar. Hasan el-Benna bu hareketiyle
Kudüste yeni bir İslam devleti kurmak istiyor. Bu devlet bütün bu
şehirleri fethedecek ve İslam dünyasını birleştirecektir. Sonunda
Faruk Mısır krallığını Abdullah da Ürdün krallığını
kaybedecektir. Ne kadar kral varsa ortada hepsi silinip
gidecektir dediler. Başladılar müslümanların kralların) bakan ve
başbakanlarını korkutmaya Hasan el-Benna Kudüste bir İslam
devleti kurduğu takdirde durumlarının tehlikeye gireceğini
tekrarladılar ısrarla Hem de nasıl bir noktada Müslüman Kardeşler
Yahudileri yenmiş ve Kudüsü ele geçirmişken Müslüman hukukçu Dr.
Said Ramazan Kudüs askeri hekimi olmuş ve benzeri görülmedik bir
İslam adaleti örneği sergilemişti. Kadın - Erkek çoluk çocuk
herkes İslam hakikatini haykırıyordu.
Kudüste bir İslam devletçiği kurulmak üzereydi ki çıkar
çevrelerini de arkalarına alan beynelmilel haçlı teşkilatlarıyla
yine beynelmilel Siyonizm bir araya gelip bunu mutlaka önleme
kararı aldılar. Bu hareketi yürüten besleyen Müslüman Kardeşler
olduğuna göre onlardan da kurtulmaları gerekiyordu böylece İmamın
öldürülmesi kesin kararına varıldı. 8 Aralık 1948de
gerçekleştirilen Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi hususu da
ayrıca karar altına alındı.
İşte Hasan el-Benna niçin öldürüldü sorusuna verilecek cevaba
ışık tutacak olan bazı gerçekler Hasan el-Benna İsmailiye halkını
neslini değiştiren bir o-kulu kurup geliştirdi. Hasan el-Benna
İskenderiye halkıyla İngilizler arasındaki ilişkiler düzenini
değiştirdi. Hasan el-Benna zafer metod ve mekanını değiştirdi.
Beklenen zaferin görüşme masalarında ve hele kuru gürültüden
başka bir ses sonuç vermeyen iş başındaki hükümetin
prensipleriyle elde edilemeyeceğini ispatladı
Zafer İngiliz birliklerinin girdiği topraklarda ve halkın eliyle
atılıp da düşmanı un-ufak eden top gülleleriyle kazanılırdı.
Zafer için izlenecek yol buydu bu olmalıydı.
Kral Farukun isteyip yaptığı tek şey Filistine bir keşif birliği
göndermek oldu. Yani Siyonist çetelere ders verecek çapta askeri
bir hamle. Planda İsrail devletinin varlığını önleyecek herhangi
bir tedbir yer almıyordu. Müslüman Kardeşierse bu gayri meşru
devlete meydan vermemek için hatta sömürünün Ortadoğuda bir
Siyonist pençe bulundurma yolundaki isteğine engel olmak i-çin
gönüllülerini gönderdi.
Arap kral ve başkanları Müslüman Kardeşlerin e-zici bir kuvvet
haline geldiğini kabul ettiler. Gerek iç ve gerek dış gerekse
askeri politikada bir uygulmada mı bulunacaklar İngilizlerin
Amerikan ve Fransızların Doğunun Hitleri diye isimlendirdikleri
Hasan el-Benna için bin bir hesabın içine girerlerdi. O nedenle
nasıl haçlı Batı ile komünist Doğu Nazi Almanyasının Hitleri
konusunda bir araya gelip birlikte hareket etmişlerse aynen öyle
Doğunun Hitleri Hasan el-Benna konusunda da ortak bir harekete
girişmişlerdir. Müslüman Kardeşleri ortadan kaldırma planı
yalnızca bir taktik hedef olmayıp asıl stratejik hedefi
oluşturuyordu.
ÖNEMLİ BELGELER CEMAATIN FESHİ VE İLGİLİ BELGELER
Fesih Teşebbüsleri
Müslüman Kardeşler Cemaatının feshine ilişkin dört teşebbüs
başlığı altında bir yazı yazan İhsan Ab-dülkuddus (1) şöyle diyor
Arap Birliği siyasi komisyonunun son toplantısında Birliğin Yemen
delegesi Müslüman Kardeşlerin Yemen olaylarındaki tutumunu
kınayan bir konuşma yaptı Bunun üzerine delegelerden biri Yemen
trajedisinin bir daha tekrar etmemesi için Müslüman Kardeşler
Cemaatının feshini önerdi. Ancak öneri reddedildi.
Ne var ki yazar Yemen hükümetiyle Kardeşler arasındaki
anlaşmazlığın sebeplerine dair bilgi vermiyor.
Cezayirli mücahid alim kardeş Fudayl Vertelani petrol arama
şiketlerinde çalışmak üzere Yemen ülkesine gitti. Asıl "amacı ise
daha ziyade gerçek iman tohumlarının ekilmesine elverişli
kalpleri araştırmak ve onları Kuran ve Hadis hakikatıyla
beslemekti. İlginç bir manzara ile karşılaşmıştı Yemende. Hür
Yemenliler adı verilen bir topluluk çevresinde somut biçimde
kendini gösteren dini bir potansiyel şuur ve kurtuluş hamlesi
buldu
Kardeşlerin davetini ve mürşidlerini yakından tanımak amacıyla bu
topluluktan bir heyet geldi Mısıra. İ-mama inkılap planına
ilişkin düşüncelerini sundular. Düşüncelerinin doğru olmadığını
bidiren İmam şunları söyledi İmam Yahya hasta üstelik de çok
yaşlı ve bir ayağı mezarda. Bu durumda ölümünü beklemeniz
gerekir. Sonra da elinizi çabuk tutup veliahd tayin edilmeden
önce kabineyi kurduğunuzu ilan etmelisiniz. Sonu hiç de iyi
olmayacak tehlikeye atmayınız kendinizi. Kan dökmeme imkanı
bulunduğu sürece böyle davranmamız gerekir.
İmam el-Bennanın görüşünü kabul eden Hür Yemenliler İmam Yahya
Hamidinin vefat haberi duyulduğunda dergi ve günlük gazetelerinde
ilan etmeleri için bir kabine taslağı bıraktılar.
İlahi irade gereği İmam Yahyam vefat haberi ilan edildi. Haberin
ilanından hemen sonra yeni kabine de kamuoyuna duyuruldu. Ancak
bu ilanın ardında kadrerin bir cilvesi yatıyordu öldüğü sanılan
İmam yeniden hayata dönmüştü çünkü tıbbi keşif titiz olmaktan
uzaktı.
Yapılan bu yayının üzerine öldürüleceklerini düşünen Hürler bu
kez henüz tam ölmemiş İmam Yahyayı öldürüverdiler. Abdullah Bin
yezir yönetimin başına geçti. Üstad el-Benna kendisine çok acele
olarak deniz suyuna batırlmış bir yufka ile de olsa aç kabileleri
doyurmasını öğütledi İmam Yahyanın öldürülmesi dolayısıyle
kendine karşı ayaklanmamaları için. Ne ki Allah olayların
Abdullah Bin Vezirden daha büyük olmasını dilemişti. Kanlarının
kurutulmuş ağacını sulaması onu izleyen ve hala da süregelen
çileleri yeşertmesi için hem o hem de öbür devrim liderleri
öldürüldü.
Bu olay Müslüman Kardeşler Cemaatının feshini istemek için iyi
bir bahane idi ama ne ilkti ne de son. Bu konuda defalarca
girişimde bulunulmuştu. Bunları şöylece sıralıyabiliriz
1) Yıl 1941. Hüseyin Sırrı kabinesi iş başında. Müslüman
Kardeşler Kahirenin Seyyide Zeynep semtinde açılacak bir şube
nedeniyle toplantı düzenlemek istediler. Bunun için de büyük bir
çadır hazırladılar mensuplarından oluşan büyük bir kalabalık
toplandı burada. İngiliz sefareti bu durumdan favkalade rahatsız
oldu. Hem de İngilterenin Almanyadan üstüste yenilgiler tattığı
bir sırada.
2)İngiliz sefareti Müslüman Kardeşlerin İngiliz düşmanlığı
sürdürmesine ve imparatorluğun selametini tehdide göz yumduğu
gerekçesiyle Sırrı Paşa hükümetine bir protesto yazısı göndererek
hükümetinin bu Cemaatı feshetmesini istedi. Ancak Sırrı Paşa bu
isteği reddetti. Bunun üzerine sefaret Müslüman Kardeşlerin
karşısına çıkarmak üzere Hürriyet Kardeşleri cemiyetini kurmak
zorunda kaldı.
Lord Kleren yeniden fesih isteğinde bulundu ve buna yeni bir
istek daha ekledi. O da İngiliz kuvvetlerinin hemen yanıbaşında
karargah kurduğu İsmailiye bölgesinden seçimlere giren Hasan elBenna nın kazanmasına engel olmak
İngiliz sefirinin bu ısrarlı isteği karşısında dönemin başbakanı
Nahhas Paşa Üstad el-Bennayı çağırarak a-daylıktan çekilmesi
yolunda tehdit etti. Sonra da şubelerin kapatılması emrini verdi
tam elli şube kapatıldı.
Bu olay Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi yolunda atılan ilk
olumlu adım oldu.
Çok geçmeden Kardeşler kuvvet kullanarak şubelerini yeniden açma
teşebbüsünde bulundu. O nedenle Nahhas Paşa kapatılan şubelerini
yeniden açma zorunda kaldı. Ayrıca Kardeşlerle bir de barış
imzaladı. Bu gelişmelerden sonra Fuad Siraceddin Paşa ile üstad
Abdulhamid Abdulhak onur üyesi olarak Cemiyete katıldılar.
3) Merhum Ahmed Mahir Paşa kabinesi iş başındaydı. Cemaatın feshi
konusu yine gündemde. Bu kez fesih girişimi Ahmed Mahirin zoruyla
bütün dini heyetlerin feshini isteyen Ezher rektörü üstad
Meraginin Kar deşleri de içine alan bu isteğine dayandırılıyordu.
Üstad Meragi ise bu isteği uygulamaya konulmadan vefat etti.
4) Bu seferki teşebbüs Müslüman Kardeşlerin Yemen olaylarındaki
tutumu rolü dolayısıyla gündeme geldi.
Davet dergisinin d) birinci yıl ilk sayısında İngiliz sefiri
emrediyor Nakraşi uyguluyor başlığıyle yayınlanan bir yazıda
şunlara yer veriyordu 10 Kasım 1948 günü İngiltere Amerika ve
Fransa sefirleri Fayıdda bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantıda
İngiliz sefirinin Müslüman Kardeşlerin feshi talebinde bulunmak
için Mısır hükümetine (Nakraşi Paşa kabinesi) başvurması
kararlaştırılmıştır.
13 Kasım günü ise karargahı Fayıdda olan İngiliz Ortadoğu Kara
Kuvvetleri Genel Komutanı siyasi sekreteri Macur (C.V. Oberian)
İngiliz Mısır ve Doğu Akdeniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı
İstihbarat idaresine bir yazı göndererek Fay id toplantısı ve
varılan sonuçlar hakkında bilgi verdi. İşte noktası noktasına
tercemesi Konu İngiltere Amerika ve Fransa Majesteleri
sefirlerinin 10 Kasım 1948 tarihli Fayıd toplantısı.
Kayıt No 1843-İ-48 Tarih
13.11.1948
İstihbarat Teşkilatı Başkanı(no 13)na
10.11.1948 Günü İngiltere Amerika ve Fransa Majesteleri sefirleri
iştirakiyle Fayıdda yapılan toplantıda Kahirede meydana gelen son
taşkınlıklara üyelerinin sebebiyet verdiği anlaşılan Müslüman
Kardeşler Cemaatının feshi için İngilterenin Kahire sefiri
vasıtasıyla gerekli icraatlarda bulunma kararının alındığı
tarafınıza duyurulur.
İmza C.V. Oberian - Macur
20 Kasım 1948 günü ise İstihbarat Teşkilatının İngiliz Ortadoğu
Kara Kuvvetleri Komutanlığı (A) şubesi başkanı Colonil A.M.Mc
Darmut Mısırdaki İngiliz Kuvvetleri Yüksek Komutanlığı C.S.3
Muhaberat idaresine bir mektup göndermiştir. Harfi harfine
tercümesi şöyle
Konu
Müslüman Kardeşler Cemaatı.
Kayıt No 1670 - N T - 48
C.S.3 İdaresine.
Tarih
20 Kasım 1948
Mısırdaki İngiliz Kuvvetleri Yüksek Komutanlığı.
1- 734/N T/B/4Ş No ve 17 Kasım 1948 tarihli
müzekkereniz Hk.
2- İngiliz Yüksek Komutanlığımız İngilterenin Ka-hiredeki
Majesteleri sefaretinden Müslüman Kardeşler Cemaatının mümkün
olan en kısa zamanda feshi konusunda Mısır makamlarının ikna
edileceği bu yolda derhal diplomatik girişimlerde bulunulacağı
resmi haberini almıştır.
3- Mısırda ikamet eden yabancılarla ilgili raporlar ise bilgi
için Dışişleri Bakanlığına gönderilmiştir.
İmza
İngiliz Ortadoğu Kara Kuvvetleri
Komutanlığı A İdaresi Başkanı
Colonul A.M.Mc Darmut
4 Aralık günkü sayısında el-Esas 0 gazetesi sekiz sütuna manşet
atarak Müslüman Kardeşler Cemiyetinin feshedildiği haberini
verdi. Devamla şunlara yer ve
Ammarın Nakraşinin öldürülmesi olayı ile ilgili davada bu konuya
ilişkin olarak söylediklerine itiraflarına ve el-Kütle dergisinin
Eylül 1949 tarihli sayısına bakınız.
riyordu haberde Oysa Emniyet yetkilileri Emniyet Müdürü
Abdurrahman Ammara sundukları bir raporda genel güvenlik
gerekçesiyle fesih kararının ertelenmesi gerektiği görüşünde
olduklarını belirtiyorlardı.
Ne var ki Nakraşi sorumluların güvenlikle ilgili görüşlerini
dinlememişti.
8 Aralıkta Mısır radyosu günün son haber bülteninde Müslüman
Kardeşler Cemiyetinin feshedildiğini mülklerine malvarlığı ve
şirketlerine enstitülerine hastane ve fabrikalarına el konduğu
hakkındaki askeri bildiriyi verdi.
Derginin ilk sayısında yayınlanan ve İngiliz yazarlarınca da
belge ve fotoğraflarla teyid edilen bu tarihi o-laylar zinciri
hıyanetin odak noktasını göremeyenlerin gözlerini açması
bakımından ne kadar ilginç
Kardeşlerin hain ve canilerin ateşiyle dağlandığı bir gerçek.
Ancak ortalığı yangına veren yakıtın tükenmesinden sonra ateş
söndü. Canilerin saltanatı da son buldu ve kalan yine kardeşler
oldu. Ayet-i kerimede ne güzel buyrulur Biz ey ateş İbrahime
karşı serin ve esen ol dedik.
Fesih Kararı Metni
(1) Enbiya suresi 69
Batı sultasından kaynaklanan şerrin hangi boyutlara vardığını
göstermesi ve durumu açıkça ortaya koyması bakımından çok yararlı
olacağına inandığımız bu korkunç belgeyi aynen zikrediyoruz
Biz Mahmud Fehmi Nakraşi Paşa sıkıyönetim ilanıyla ilgili 13
Mayıs 1948 tarihli yasaya ve sıkıyönetim nizamına ve onu
düzenleyen esaslara özgü 1923 tarih ve 15 nolu yasanın 8.
bendinin 3. maddesine ve adıge-çen yasanın bize verdiği yetkilere
dayanarak aşağıdaki hususları karar altına alıyoruz
Madde 1 Müslüman Kardeşler adıyla bilinen cemiyet bütün
şubeleriyle birlikte şu andan itibaren feshedilmiştir. Cemiyet
faaliyetlerinin sürdürüldüğü bütün özel yerler kapatılmıştır.
Cemiyete ait evrak belge kayıt yayın meblağ malvarlığı ve genel
olarak her şey zabıt altına alınmıştır. Adıgeçen cemiyet- ve
şubelerinin yönetim kurulu üyeleri müdürleri üyeleri ve hangi
sıfatla olursa olsun mensupları bundan böyle cemiyet
faaliyetlerini sürdüremezler. Özellikle toplantı düzenlemek ya da
bu yolda çağrıda bulunmak veya yardım aidat toplamak yahut
bunlardan herhangi birine teşebbüste bulunmak kesinlikle
yasaktır.
Bu hüküm yürürlükte olduğu sürece adıgeçen cemiyetin daha önce
üyesi durumundaki kişilerden beş ve daha yukarı sayıda şahsın bir
araya gelmesi yasak toplantılardan sayılır. Ayrıca gerçek ya da
tüzel hiç kimse kendine ait herhangi bir yerin bu tür toplantılar
için kullanılmasına müsaade edemez maddi manevi hiç bir yardımda
bulunamaz.
Madde 2 Feshedilen cemiyetin yürüttüğü faaliyetleri doğrudan ya
da dolaylı aynen veya değişik biçimde yeniden sürdürme amacına
yönelik ne tür olursa olsun herhangi bir cemiyet veya heyet
kurmak yahut söz konusu cemiyet veya heyeti her hangi bir şekilde
diriltmeye kalkışmak yasaktır. Ayrıca bütün bunlara katılmak fiilen teşebbüste bulunmak da yasaktır.
Madde 3 Feshedilen bu cemiyetin üyesi ve mensubu olup da yanında
bu cemiyete ya da şubelerinden herhangi birine ait evrak belge
defter alet ve her türden eşya bulunan herkes bütün bunları bu
emrin yayımını izleyen beş gün içinde bölgesindeki polis
merkezine teslim etmekle yükümlüdür.
Madde 4 Feshedilen cemiyetin bütün mallarını teslim alacak
tasfiyesini uygun gördüğü şeyleri tasfiye edecek ve kalanı da ya
hayır işlerine ya da Sosyal İşler Bakanının belirleyeceği sosyal
hizmetlere tahsis edecek tam yetkili bir vekil atanacaktır. Bu
atama İçişleri Bakanlığının kararıyla yapılacaktır.
Madde 5 Feshedilen cemiyete üye ya da mensup olan ve elinde
cemiyete ait değeri itibariyle önemi haiz mal bulunan herkes
kararın yayımından itibaren en geç bir hafta içinde özel vekile
bildirimde bulunmakla yükümlüdür.
Madde 6 Gerçek ya da tüzel feshedilen veya şubelerinden biriyle
muamelelerde bulunan her şahıs emrin yayımı tarihinden itibaren
bir hafta içinde bu muamelelerin niteliği ve ilgili belgeler
hakkında bildirimde bulunacaktır. Özel vekil bu cemiyet ya da
şubelerinden herhangi biriyle yapılan bütün andlaşmalan bozma
hakkına sahiptir. Bu işlemden dolayı andlaşma yapanlar herhangi
bir suretle tazminat talebinde bulunamazlar.
Madde 7 1. 2. ve 3. maddelere aykırı davrananlar 6 aydan az ve 2
yıldan çok olmamak şartıyla hapis cezasına çarptırılırlar. Ayrıca
200 ila 1000 cüneyh arasında değişen para cezasına mahkum
edilirler. Bu hükümler sanığın ceza kanununun öngördüğü daha
büyük suçları işlememesi halinde uygulanır.
Madde 8 5. maddeye aykırı davranan olursa hapis cezasıyla
birlikte 50 cüneyh para cezasına çarptırılır. 5. maddede
belirtilen mal bildirimi esasına uyulmaması halinde eğer o malın
değeri 50 cüneyhi aşıyorsa bu durumda hem hapis hem de mezkur
meblağın değerine eş para cezası verilir.
Madde 9 Yukarıda zikri geçen suçlardan herhangi birini işlediği
için mahkum olan kişi memur kamu görevlisi ise ya da idare
meclislerinde belediye ve köy meclislerinde veya umumi
heyetlerden herhangi birinde görevli ise yahut muhtar ve belediye
başkanı ise bu durumda mahkeme ayrıca görevden alınmasına da
hükmeder. Mahkumun doğrudan devlete bağlı ya da devletin
kontrolünde bulunan okullarda öğrenci olması halinde mahkeme yine
ayrıca okuduğu okuldan ilişiğinin kesilmesine ve bir yıldan az
olmamak üzere okuluna dönmemesi hükmünü verir.
Madde 10 Özel vekil 3. ve 5. maddelerin belirttiği hükümleri
uygulamada adli polis* hak ve sıfatına sahiptir. Ayrıca özel
vekil evlere girebileceği ve arama yapabileceği gibi bu
işlemlerden belli bir işlemi aynı amaçla kendi adına yürütecek
başka birini de görevlendirebilir.
Özel vekil adına görev yapanlar adli polis söz konusu icraatların
yürütülmesi sırasında cinayet soruşu maları yasasına bu amaçla
konulmuş hükümlere uymak zorunda değillerdir.
Fesih Kararının Uygulanması
8 Aralık 1948 gününü akşamı karanlık ve yağmur- lu bir gecede
Müslüman Kardeşlerin Kahire el-Hilmiyi el Cedide meydanındaki
Genel Merkezi kuşatılarak içerde^ bulunan herkes tutuklandı ve
kamyonlara doldurularak götürüldü. İmam el-Benna Kardeşleriyle
birlikte binmek için kamyonlardan birinin merdivenine ayağını
atmıştı ki siyasi polis derhal müdahale ederek engel oldu. Seni
tutuklama emri almadık dediler. Bu kez sorumlularla görüşmek
istediğini belirterek başka bir arabayla vilayete gitme
teşebbüsünde bulundu. Ancak buna da fırsat verilmedi. Hep aynı
cümleyi tekrarlıyorlardı Seni tutuklama emri almadık
Evet doğru üstelik tutuklananların isimlerini içeren bir emir de
yoktu ellerinde. Ancak... Bu bir plandı beklenen ihaneti apaçık
ortaya koyan bir plan. Ama Allahın ihatasından kaçmaları mümkün
müydü Asla
KRALLIK DÖNEMİNDE TUTUKLANANLAR
Cemiyetin fesih kararından hemen sonra binlerce Kardeş zindanlara
tutukevlerine ve polis şubelerine dol-1 duruldu. Haksitip
hapishanesi ki beş yüz tutuklu kon-J muştu buraya. Ya Tur
hapishanesi Uyunu Musa hapis-j hanesinde ise dört yüz elli
tutuklu bulunuyordu E Kayr zindanı Burada halen ölmüş bulunan
adıgeçen bakan Mükrim Abidin çıkardığı el-Kütle adlı günlük bir
gazeteden söz etmemiz gerekecek. Bu gazetede yayınlanan ve asla
tarafgirlik kokusu taşımayan bir yazı sanırım Kardeşler konusunda
en doğru ve sağlam belge olma niteliğini haizdir. İşte yazının
metni
Nihayet İbrahimiyye Hükümeti Tur sürgün kampının açılışını
gerçekleştirdi. Bu hapishanede Nazilerin Bilsin ve Yohnafyald
kamplarında siyasi düşmanlarına uyguladıkları yöntemlerin
aynısını uygulamaya koyulduğunu söylersek meseleyi abartmış
olmayız.
Hükümet bu sürgün kampında tutukluları dar hücrelerde ve ahşap
tahtalar üzerinde uyumaya zorlamıştır. Üstelik yağmurun inmesine
müsait olması ve içerdekilerin her an ıslanması için tavanlar da
özellikle delinmiş yırtılmıştır. Tayin ettiği yemek müteahhidi
tutuklulardan kişi başına beş kuruş ücret alıyordu. Hükümetle
müteah-hid arasında varılan anlaşmaya göre tutuklular çok
miktarda ama yalnızca ekmek ve tuz alabileceklerdi.
Bu durumda tutuklular ister istemez her türlü vitaminden ve gıda
unsurlarından yoksun şeyleri yiyeceklerdi. Bu da pek çok
tutuklunun sağlığını tehlikeye düşürdü.
Hükümet tutukluların sağlık durumlarını hiç mi hiç ciddiye
almıyordu hatta kasıtlı ihanet ediyordu. Ne ilaç ne tedavi
hepsinden mahrum bırakıyordu onları. Sağlık Bakanlığı Genel
Sekreteri Dr. Muhammed Nazğ Bey hayatları ölüm tehlikesiyle karşı
karşıya bulunanların dışındaki tutuklu hastaları hastaneden
çıkarması konusunda hapishane doktorunu uyardı. Eski Emniyet
Müdürü Sabir Tantavi Bey de Kamp komutanını tutukluları
kesinlikle hastane ziyaretine çıkarmaması ve doktorun haftada bir
ziyaretiyle yetinmesi huşunda uyardı.
Hükümetin uyguladığı bu politika kötü sonuçların doğmasına yol
açmıştır. Cerrahi müdahale gören bazı tutuklu hastalar tam
anlamıyla iyileşmeden hastaneden çıkarıldılar. Mısran Aver
bunardan biridir. Hasan Muhammed de aynı şekilde ameliyat edilmiş
fakat iyileşmeden çıkarıldı. Böylece kapanmak üzere olan yara
yeniden a-çılıyor ve hasta hayati tehlikeyle yüzyüze geliyordu.
Tu-tutuklulardan Atiyye İbrahim Necmin apandist ameliyatı olması
gerekirken buna dahi imkan tanınmadı.
Kötü sağlık şartları ve kamp doktorlarının yürüttüğü politika ile
ilgili olarak burada kaydettiklerimiz basit bir kaç örnektir
sadece. Doktor Founsdan bir hastayı görmesi istenmiş o da Nasıl
olsa ölmeyecek mi Ölürse ölür bana ne demişti. Hapishanenin bir
de eczanesi vardı ki içinde beyaz aspirinden başka bir şey yoktu.
Durumu bundan daha iyi anlatan bir örnek olabilir mi
İdare tutukluların Tur mıntıkasında dolaşmasını yasaklamıştı
hatta bir subay futbol dahil her türlü eğlenceye yasak koymuştu.
Bu uygulamadan asıl amaçları da tutukluları bunaltmak ve
hayatlarını cehennem haline getirmekti.
İdare tutuklulara öyle işkence usulleri uygulamıştır ki benzerine
ancak faşist ülkelerde rastlanabilir. Sözgelimi kampın
Başkomutanı Abbas Asker Bey tutukluları paniğe boğmak amacıyla
sürekli teftişler aramalar yapardı. Birkaç dakika geçmezdi ki
Nizam Bölüğü askerlerinin kurşun sesleriyle uyandırırlardı.
Gardiyanların kamçıları subayların da tabancaları sürekli
enselerindeydi. Bir keresinde askerlerin bir -kısmı kampı
kuşatmış bir kısmı da yasak yayın ve eşya arama bahanesiyle
tutukluların bulunduğu odalara dolmuştu. Pek çok tutuklu kırbaç
altında inletildi. Sözgelimi üstad avukat Enver Mahir Hamis
Ahmime bağlı köylerden birinin muhtarı merhum üstad Enver Mahrus
bunlardan iki örnektir. Komutan tutuklulara ağıza alınmayacak ve
eşine ancak fuhuş ve kötülük yuvalarında rastlanacak küfürler
savuruyordu. Bu arada bir tutuklu gözünden müthiş bir kırbaç
isabeti aldı ve idare hastaneye kaldırmak zorunda kaldı.
Tutuklular mahkeme önüne çıkarılmadan tutuklanmalarını protesto
etmek için açlık boykotu yapmışlardı. İçişleri Bakanlığı duruma
derhal müdahale ederek her birine 15 gün süreyle hücre hapsi
verdi. Yine Bakanlığın emri gereğince tutuklulardan üç kişi
seçildi ve ibret dersi olsun diye herkesin gözü önünde en kötü
muamelelere tabi tutuldu. Yine bu üç tutuklu boyu iki metreyi
geçmeyen penceresiz ışıksız hücrelere atıldılar. Hepsi bundan
ibaret de değildi. İkinci komutan içişleri Bakanlığı emri
gereğince bunlara hergün çeşitli işkenceler yapıyordu.
Sonra tutuklular arasında gizli bir casusluk şebekesi kuruldu.
İngiliz Gizli istihbarat kaleminde çalışan Al-bert Tadors bu
şebekenin yalan dolu raporlarını yazıyordu. Bu arada tutukluların
ailelerinden gelen nakit paralara el kondu. Bunlar basit
miktarlarda ve birbirinden uzak taksitler halinde veriliyordu
tutuklulara. O da tedavi ve yiyecek karşılığı olarak.
Avukat Muhammed Talat Şubrinin aile fertleri tümüyle tutuklandı.
Öğrencilerin birinci dönem sınavlarına girmeleri çıkarılan askeri
bir emirle yasaklandı. Ayrıca bazı fakülteler birinci dönem kaybı
ya da devamsızlık ve yıllık programlarını eksik
gerçekleştirildiği gerekçesiyle öğrencileri her iki dönem
haklarından da mahrum etti. Bazı ders kitapları toplatıldı
bazıları da parçalandı
Hükümet evleri tek tek arayarak bulduğu işe yarar herkesi işkence
hücrelerine tıkmak için alıp götürdü. Ortam dayanılmaz bir hal
almıştı. Hapishane dışında kalan özgür kişi ve ailelerin
ağızlarının tıkanmasına kadar varmıştı iş. Biri protesto etmeyi
mi geçirmişti aklından ya da yol göstermek mi istemişti
sıkıyönetimin korkunç silahını buluyordu karşısında.
Daha sonra gazete sözü tutukluların bakımsız ailelerine getirerek
vicdanları sızlatan şu ilginç açıklamalarda bulunuyor
İşte Mansur Ebul-kasım Babasını kaybettikten
(1) Polis benim Halevat Şarkıyyedeki büromu ve evimi ararken
aynısını yapmıştı. Her seferinde tutuklanmamla sonuçlanan Nasır
dönemindeki Halk mahkemesi (1954) ve Devlet Güvenlik mahkemesi
(1965) davalarında uygulanan tıpkısı tatbik ediliyordu. Zaten
çöküş halindeki her uygarlıkta bu çağdışı yöntemler gündemde olur
sonra annesi ve küçük kardeşlerinin geçimi ona kalmıştı. Bu
aileye ondan başka bakacak kimse yoktu ve o da şimdi zindanda
bulunuyor. Dünyası kararan bu aile şimdi ne yapsın işte
Abdulhakim Muhammed Nuveyre Ticari rekabette bulunduğu yolunda
yapılan bir gammazlık sonunda tutuklanmıştı. Muhammed Ebu Devh.
Mansur E-bulkasım Fadlusseyyid Muhammed Seyyid Ahmed Hı-dır
Seyyid Halife Emin Ivad merhum Hüseyin Mermuş ve daha pek çok
işçinin başına gelenlerse taşlaşmış yürekleri dahi eritecek
niteliktedir. Açlıktan inleyen çocuklarını doyurmak için
herşeylerini sattılar asgari planda zaruri olan şeylerle
kaldılar. Hatta üzerlerindeki sağlam elbiselerini çıkarıp
yıkadılar ve üç beş kuruş karşılığında sattılar. Böyleyken bile
yığınla borç altında kaldılar. Artık çaresizdiler yerlerde
yatıyor yırtık çürümüş elbiseleri çekiyorlardı üstlerine.
Oysa bu tutuklular eğer suçluysalar mahkeme ö-nüne
çıkarılmalıdırlar. Şayet suçsuzlarsa derhal salıverilmeleri
gerekir. Veya onlar zindanda sürünürken aileleri de bitmeyen bir
azab içinde ömür tüketir. Bu sefer şeytan kapılar açacaktır onlar
için ama buna insanın gönlü razı olmaz.
ŞEHİD İMAMIN NAKRA$I HÜKÜMETİNE CEVABI
Şehid İmam Hasan^I-Bennanın yazdığı tarihi bir beJgeden söz
edeceğiz burada. Hükümetin Müslüman Kardeşlere yönelttiği asılsız
suçlama ve iddiaları Cemaatın feshi ile ilgili aldığı kararı
Cemaat ve davetin ortadan kalkması yolunda giriştiği her türlü
baskı zulüm ve tedhiş yöntemlerini Cemaat ferdlerine kendilerini
savunma imkanı tanımamasını ve kendilerine yardım etmek isteyen
herkese engel olmasını bu hususlara ilişkin aldığı bütün
kararları reddeden İmam olayları en acı ve en gerçekçi yanlarıyla
ortaya koymuştur. Savtul-Ümme gazetesinin 23-24 Aralık 1949
Tarihli sayılarında yayınlanan belgede şunlar yer alıyor
Gerek Mısır gerekse Arap ve İslam kamuoyu Müslüman Kardeşler
davasını hiç şüphesiz tek taraftan dinledi duydu. O da çıkardığı
askeri emirle Cemaatı fesheden ve böylece ona düşmanlıkların en
büyüğünü yapan Hükümet tarafıdır. Bütün propaganda araçlarına
sahip olan da yine o taraftır. Denetime tam anlamıyla sadık basın
devletin yönetim ve denetimindeki radyo camilerin resmi hatipleri
bunlarlın hepsi onun elinde. Görüldüğü gibi kamuoyu meseleyi bir
de ikinci taraftan Müslüman Kardeşlerden dinlememiştir. Çünkü
Müslüman Kardeşler kendilerini savunacak her türlü imkandan
mahrum bırakılmıştır. Basınına el konmuş kalemleri susturulup
ağızlarına kilit vurulmuş bütün hatipleri tututlan-mıştır. Nerede
ne şekilde olursa olsun beş kişi halinde toplanmaları suç ve en
az altı ay hapis cezasını gerektiriyor.
O yüzden gerek Mısır gerekse Arap ve İslam kamuoyuna ve ayrıca
yeryüzünde yaşayan insanlığın vicdanına bu bildiriyi sanmamız
boynumuza borç oldu. Ta ki herhangi bir hataya düşülmesin haksız
hüküm verilmesin ve sadece düşmanı dinlemekle bir sonuca
varılmasın. Yaygın bir sözdür İki taraftan biri bir gözü
çıkarılmış durumda sana geldiği zaman ikinci düşman tarafı
görmeden hüküm verme olabilir ki onun iki gözü birden
çıkarımıştır. Bizim de bütün ricamız kamuoyunun üzerimize
saldıranlara karşı bize yardımcı olmasıdır. Üstümüzdeki bu
amansız zulmün kaldırılmasını ve herkesin hayrına olan davete
hürriyet hakkı verilmesini istemesidir hemde bütün şiddetiyle.
Davet ki yüce ilkelerin faziletli ahlakın davetidir. İşte böylece
bu davet ruhi gıdaya ve yüce ahlaka susamış bu insanlık toplumuna
hizmette payına düşeni yerine getirmiş olsun.
Yapılan Zulümlerden Örnekler
Bu bildirinin yayımına kadar gerek Kahirede gerek diğer
bölgelerde askeri emirle bin kişi tutuklandı. Haksitip
hapishanesi başta ojmak üzere şube müdüriyet ve merkez
zindanlarına bölüştürülüp dolduruldular. Oysa hiç biri suçlu
değildi. Hem onların arasında üniversite Ezher yüksek okul
DaruPulum ve Eğitim Enstitüleri gibi muhtelif fakülte ve
okullarda hocalık yapan yüksek seviyeli kişiler vardı. Avukatlar
tacirler işçiler ve öğrenciler de bulunuyordu aralarında.
Bunlardan hiç biri hiç bir zaman suçlu değildi lekelenmiş de
değildi. Zindanlara doldurulan bu masum insanlar asfalt üzerinde
uyuyor ve türlü işkenceler görüyordu. Nezleden bilmem hangi
hastalığa kadar çeşitli dertlere müptela oldular ne ilaç ne
tedavi
Memurların görevlerine son verildi maaşları haczedildi. Evleri
aranarak özel mallarına el kondu. Bankalardaki birikimleri de
haczedildi. İşçiler öğrenciler bağlı oldukları kurumlardan
atıldı. Bu durumda Mısırlı bin aileyi
kim bakacak gelir kaynakları kapıları tamamen kurutulmuşken Bu
ailelerden birine dost ve yakınlarından biri dostluk elini mi
uzattı hastasını mı ziyaret etti veya bir ihtiyacını mı karşıladı
doğru zindana
Hükümet Kardeşlerle ilişki kuran memurlara duyduğu kini
düşmanlığı onları görevden almakla ortaya koydu. 150 memurun
işine son verildi. Sadece Kahire den 500 memur sürüldü Kubla
istikametine. Fakülte ve liselerden yaklaşık bin öğrenci kovuldu.
Mal ve Şirketlerin Müsadere Edilmesi
İnsanı şaşırtan şeylerden biri de büyük bir vatandaş yekununun
maaş ve mallarının müsadere edilmesine ilişkin çıkarılan askeri
emirlerdir. Gerekçe mi Bu kişilerin bir zamanlar Müslüman
Kardeşler Cemaatına üye olmaları
Ve bazı şirketler Bu şirketler çıkarılan bir emirle korunma
altına alındı. İsimleri şöyle Mitgamer Kardeşler Ticaret Şirketi
Madenler ve Taşocakları Şirketi Kardeşler Tekstil Şirketi
Kardeşler İskenderiye Okullar Şirketi Feruşt İslam Kardeşleri
Şirketi Kardeşler Yurdu Basım Şirketi... Oysa bütün bu
şirketlerin isim benzerliğinden başka ne Kardeşlerin Cemaatıyla
ne de plan ve programlarıyla ilgisi vardı. Sadece ticari
propaganda amacıyla bu isimleri almışlardı.
Kardeşlerle asgari planda ilişkisi olduğu sanılan vatandaşlar
üzerinde polis sıkı bir baskı uyguluyordu. Gecenin karanlığında
evlerini arıyor kadınları küçük çocukları paniğe boğuyordu. Aynı
şekilde ticari müesseselerini de arıyor ve bu hal dayanılmaz
biçimde sürüp gidiyordu. Daha sonra telefonlar alelade konuşmalar
şahıs-1 lar evler normal geziler ve hatta hanımlar sıkı bir
kontrol altına alındı.
Hükümetin Asılsız Suçlamaları
Hükümet Müslüman Kardeşlere üç suç isnad etti ve hepsi de
asılsızdı. İsnad edilen suçlar şöyleydi
1) Suça teşvik eden tedhiş örgütü olmak.
2) Dini bir cemaat olmaktan çıkıp siyasi bir topluluk şekline
dönüşmek.
3) Yörietim şekjini değiştirmeye yönelik eylemlerde bulunmak.
İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri güya somut suç ve tedhiş
örnekleri göstererek Kardeşlere yöneltilen suçları kanıtlamak
istedi. O nedenle uzun bir müzekkere yazdı ve askeri hakim
Cemaatın feshiyie ilgili karara bu müzekkereyi esas kabul etti.
Müzekkere aynı zamanda hükümet tarafından radyoda da yayınlandı.
İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri kaleme aldığı bu
müzekkerelerde suç olarak nitelendirdiği on beş olay zikretti ve
hepsini de Kardeşlere yükledi. Bunun üzerine bir cevap yazıp
bütün suçları reddettik. Tabi bizim cevabımız yayınlanmadı.
Basılıp yayınlanması şöyle dursun bir suretini bulundurmak bile
bir kişinin tutuklanması ve zindana tıkılması için yeter sebep
sayıldı.
Sözkonusu olayların özetle dört bölümde toplandığını vurgulayan
cevapta şöyle deniyordu
1) Bu bölümü oluşturan olayların bir kısmı tamamen uydurmadır.
Sözgelimi İsmailiyede bazı Kardeşler bomba yapımı konusunda
eğitim görürken yakalnmış. Bunun gibi daha niceleri
2) Bu olayların bazıları Kardeşlerin tamamen bera-atlarıyla
sonuçlanmıştır. Askeri cinayet olayı bunlardan birdir. Bu olayda
iki Kardeş suçlanmış ama sonunda beraatlarına hükmedilmiştir.
3). Bu bölümdeki olayların bir kısmı da Kardeşlere karşı
girişilen düşmanca saldırılar şeklindedir. Kardeşlerden birinin
şehid edildiği Şebin Kum olayı gibi. Mahkeme bu şehidin katiline
bin cüneyh para cezasıyla on beş yıl hapis cezası vermiştir.
4) Bunları bir kısmı da şahsi ve ailevi etkenlerden kaynaklanan
tamamen ferdi olaylardır Müslüman Kardeşlerle en ufak bir ilgisi
yoktur.
Dinden Siyasete Kayma Yolundaki Suçlamanın Saçmalığı
Ne saçma ne boş iddia bu İslamı bilmemekten kaynaklanıyor.
Kardeşler siyasete karışmıştır da ne yapmıştır Ülkenin özgürlük
ve haklarına sahip çıkmıştır. Sosyal konum ve şartlarının
İslamdan bütün bütüne soyutlanmamasını istemiştir. Bu da İslamın
bizzat kendinden kaynaklanan haklı bir istektir ve dinin ayrılmaz
bir parçasını teşkil eder. Kardeşler kesinlikle ve hiç bir zaman
particilik oyunlarını siyasi çıkar hesaplarını esas a-larak
eylemde bulunmamıştır. Sadece meselelere vatanın çıkarları
açısından bakan halis milliyetçilik ruhuyla hareket etmiştir.
Yönetim şeklini değiştirmeye çalışmak yolundaki suçlama ise
suçlamaların en şaşırtıcı olanıdır. Bir kere Mısırdaki yönetim ya
dinidir yani anayasaya göre devletin resmi dini İslamdır ya da
medenidir yani halk iradesine ve halk hürriyetine saygı esasına
dayanan demokratik bir düzendir. Peki Müslüman Kardeşler bu iki
düzenden birini mi değiştirmeye çalışacaktır böyle bir şey
düşünülebilir mi hiç
Gerçek şu ki yönetim şeklini değiştiren bizzatJ hükümetlerdir.
Çünkü İslam ahkamını bir yana attılar a-J nayasanın ruhunu
çiğnediler.
Su ortama bakın bir her taraf kötülüklerle dolu içki kumar oyun
eğlence fesat yuvaları birer illet gibi sarmış ülkeyi şu çiğnenen
farzlara herşeyin sahibi Yüce Allahın kitabına aykırı
kaynaklardan beslenen hüküm ve davranışlara bakın. Bütün bunlar
hem İslamı yıkmaktır hem de toplum düzenini değiştirmektir. Başka
ne anlama gelir ki
Fert ve toplulukların maruz kaldığı şu zulümler hürriyetleri yok
etme meclis ve parlamento haysiyetini çiğneme yolundaki
girişimler seçimlerde halkın iradesine karşı girişilen ihanetler
yalan ve dolanlar. Anayasa esasına dayanan yönetim şeklini
değiştirmeye yönelik eylemler asıl bunlardır. Bunların sorumlusu
da her halde Kardeşler değil zorba yöneticilerin bizzat
kendileridir.
Kardeşler sadece durumu düzeltmek istiyor. Davetten eğitimden ve
iyi yönlendirmeden başka bir şey olmayan bilinen meşru bir
programla dini ve dünyevi durumlara istikamet vermek istiyor.
Evet sadece bunları istiyor. Bu da her vatandaşın en tabii
hakkıdır buna ancak zalim zorba egemen güçler karşı çıkar. Ancak
ne yapabilirler ki Allah ki çepçevre sarmıştır onları.
Silah Cephane ve Patlayıcı Madde Konusu
Evet çalışan ve eylem halinde olan Kardeşler - 235 topluluğu çeşitli yerlerden silah temini hususunda Filistin Arap
yüksek heyetine yardım etmiştir. Filistinli Kardeşler silah almak
için Mısıra geldiğinde onlara da yardım etmişitir. Arap Birliği
de bu yolda resmen yardımda bulunmuştur. Önce Süveyşli Kardeşler
sonra da sırasıyla Nusayrat ve Bericli Kardeşler adıyla mükemmel
bir askeri birlik donatmıştır. Müslüman Kardeşler Filistin ve Arap topluluğuna mensup mücahidlere ait bu silahları hükümetin
bizzat kendisi çok iyi bilmektedir.
İşte bütün bu silahlar Filistfi davası için hazırlanmış
biriktirilmişti. Ne var ki kimi zaman çıkar hesaplarına kapılan
kimi zaman da zorbalara kendini teslim eden bu istikrarsız
hükümetler bu davayı mahvettiler. Sonunda işte bu yürekler yakan
hazin netice doğdu.
Fesih Sebeplerinin Altında Yatan Gerçekler
Şehid İmam kaleme aldığı müzekkerelerinde Müslüman Kardeşler
Cemaatının feshi olayının arkasında yatan gerçek sebepleri
anlatıyor ve diyor ki
Mademki İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterinin müzekkeresinde
zikrettiği sebepler boş şeylerden ibarettir ileri sürdüğü
suçlamalar da asılsızdır o halde fesih kararının çıkarılmasına
esas teşkil eden gerçek sebep nedir
Cevabımız Şu
1- Yabancı Baskı
İngiltere Fransa ve Amerika sefirlerinin 6 Aralık 1948 günükü
Fayd toplantılarından sonra Nakraşi Paşaya Müslüman Kardeşler
Cemaatının feshi gereğini içeren bir rapor vermişlerdir. Bunu
Genel Mürşide İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterinin bizzat
kendisi ikrar etmiştir. Bu ilk kez görülen bir istek değildi
öteki Mısır hükümetlerine de aynı şekilde isteklerde
bulunulmuştur. Ama hepsi de bu yoldaki istekleri reddetmiştir.
İngiliz sefareti 1942 de ikinci dünya savşının en kızgın
döneminde Nahhas" Paşanın yüce katından Kardeşlerin feshini ve
faaliyetlerinin durdurulmasını istemişti. Nahhas Paşa Genel
Merkeze dokunmadan yalnızca şubeleri kapatmakla yetinmişti. (elEsas gazetesi bir yetkiliye ait şu tek cümlelik açıklamayı
yanınlamışıtır Hükümeti Kardeşlerin feshine zorlayan yabancı
baskılardır)
2-İngilizlerle Görüşmelere Zemin Hazırlamak
Özelde genelde herkes bilir ki Müslüman Kardeşler ülke hakları
üzerine yapılacak pazarlıklar husunda en büyük en çetin engeldir.
Nitekim yabancı basın buna aynıyla işaret etmiştir. Bu durumda
Kardeşler Cemaatının feshi beklenen görüşmelere zemin hazırlamak
bakımından en tabii yoldu.
3- Filistin ve Sudan Davalarındaki Başarısızlığı örtmek
Mısır ve diğer Arap hükümetleri Filistin ve Sudan davalarında
destanlık çapta başarısızlığa uğradılar. Hükümet Müslüman
Kardeşlerin bütün herşeyin ve bu başarısızlığın temelinde yatan
sebeplerin içyüzünü bildiğinin çok iyi farkındaydı. Günün birinde
bunların hesabını soracağını da biliyordu. İşte bu icraatıyla
elini çabuk tutmak ve herşeyi örtbas etmek istemiştir.
4- Seçimleri Mutlaka Kazanma Hırsı
Yönetimin başındakiler gelecek seçimleri Ekim 1949da yapmayı
kurmuşlardı içlerinden. Yeni dönem milletvekili seçimlerini yine
bilinen usullerle kazanabileceklerini umuyor ve bekliyorlardı.
Ama aynı zamanda Kardeşlerin ağırlığını düşüncelerinin millet
ruhunda ne denli köklü bir yere sahip olduğunu da biliyorlardı.
Bu durumda Kardeşleri safdışı etmeye yönelik hesaplar içine
girmeleri gayet normal ve tabii idi. Böyle bir darbe indirerek
onları milletten uzaklaştırmaya ve bayraklaştır-dıkları cihadı
meçhule gömmeye çalışmaları kaçınılmazdı.
5- Gizli Parmaklar
Gizli parmakların bu işteki rolünü asla gözden ı-rak tutamıyoruz.
Bu davete başından beri düşman olan ve yolunu tıkamak için fırsat
kollayan kötü niyetli kişilerin desiselerini de unutmuyoruz.
Dünyü Yahudiliği beynelmilel Komünizm küfür ve inkarın uşakları
ve daha niceleri. Bütün bunlar daha ilk günden itibaren
Kardeşleri ve onların davetini önlerinde aşılmaz bir set olarak
gördüler. Bu set önlerinde durduğu sürece her türlü ifsat ve
tahrip girişimlerinin sonuçsuz kalacağını bildikleri için olanca
güçleriyle yüklendiler. İmanlarının gereğini yerine getiren
müminlere karşı düşmanca bir saldırıya geçen Mısır Hükümeti bu
tasarrufu gereçekieştirirken sapık ve saptırıcı küffarın gözü
gönlü olma ödevini görüyordu. Şikayetimiz yalnız Allahadır Allah
ki hükmünü geçirendir ancak insanların pek çoğu bilmeztir
Müslüman Kardeşler Topluma Neler Vermiş
Bunları altı madde halinde sıralayabiliriz
1-Yeni Bir Düşünce ve Yeni Bir Şuur
Müslüman Kardeşler İslamın hem bir din hem de dünya hayatını
yönlendiren bir sistem hayatı bütünüyle kucaklayan bir nizam
olduğunu duyurdu. Hiç bir insaf sahibi Kardeşlerin bu alandaki
payını başarısını tartışamaz. Onların tuttuğu ışıkladır ki
duygular vicdanlar uyandı zihinler aydınlandı.
2- Yeni Bir Nesil
Kardeşlerin daveti yepyeni bir nesil yetiştirdi. Bu nesil bir
düşünce sistemiyle yaşar bir gaye için çalışır ve bir inanç
uğrunda mücadele eder. Verir almaz Allah yolunda ve Onun rızası
uğrunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Dünya şehvetlerine iltifat
etmez özel bir zevk özel bir hüküm ve yüksek bir felsefe ile
toplumda seçilir seçkinleşir. Oysa Mısırlı vatandaş gurbetten
hoşlanmaz hicreti sevmez ölümden kaçar cihadın getireceği riskten
korkardı. Kardeşlerin daveti ki geldi güçlü bir eğitim yoluyla
bütün bu zaaflara karşı savaştı. Aydınlık ruhların önüne yine
aydınlık bir hedef koydu. Böylece muhtar güçlü aziz kerim atılgan
ve yılmaz bir nesil boy attı yetişti.
3- Okullar Yüksek Okullar ve Camiler
Kardeşlerin sadece Mısırda 2000 şubesi vardı. Sudanda 50 şubesi
bulunuyordu. Hepsi de halk kültür merkezleri durumundaydı. Pek
çoğu da din ve ilim ocakları olarak kuruldu bir kısmı da okullar
şeklinde.
4- Şirketler ve Fabrikalar
Davet gençliği serbest ekonomi alanına yönlendirdi pek çok
şirketin kurulmasına onlara bağlı fabrikaların açılmasına
yardımcı oldu. Ekonomik ruhu gönüllerde bir coşku halini almaya
başladı.
5- Basın Gazete ve Dergiler
Kuşkusuz davet yayınladığı kitap dergi ve gazetelerle Mısır
toplumunu yüklü bir kültür gıdasıyla besledi güçlendirdi. Günlük
el-İhvan Gazetesi aylık eş-Şihab Dergisi ve haftalık el-İhvan
Dergisi gerçekleştirilen yayınlar arasındadır.
6- Tıbbi Müesseseler Spor Kulüpleri ve Hayır Dernekleri
Bütün bunların ötesinde Kardeşlerin daveti bütün Arap ve İslam
ülkelerindeki yaşayan faal unsurları toplayıcı bir birlik ödevini
yerine getirdi. İşte bu konumuyla hem Arap birliğinin hem de
İslam birliğinin en güzel temsilcisi oldu.
Bu Bildirinin Muhatapları Kimler
Bu bildirinin muhatapları değerli alimler hatipler imamlar
müftüler şeri hakimler senato ve meclis başkanları senatörler
milletvekilleri kurullar cemaatlar yazarlar basın mensupları ve
eli kalem tutanlar. Saydığımız bu zevata ve bütün bir millete
işbu bildiriyi sunuyor ve mücadelesini verdiğimiz davayı
gözlerinin önüne seriyoruz. Okusunlar da maruz kaldığımız zulüm
ve saldırıların ne korkunç boyutlara ulaştığını anlasınlar
bizimle beraber bu korkunç gidişe karşı durup cihad versinler.
Tehlike ortada Ferdin topluma tahakkümü kanun ve hukukun bir yana
itilmesi otoritenin fert ve cemaatlar arasında ayırım yapması
Gücümüz yettiğince haklarımıza sahip çıkacağız^ bu uğurda cihad
edeceğiz. Şayet bu şerefli nezih hayaf kaybedersek herhalde aynı
derecede şerefli ve nezif bir ölüm kazanmış olacağız. Hiç olmazsa
onu kaybetme yiz.
Müslüman Kardeşler Cemaatını Tasfiyede Kullanılan Usul
Kardeşlerin Filistinde bir kampı vardı.Mücahid Kardeşlerden
oluşan bu kamp umumi orduya ve onun genel komutanlığına bağlı
savaşçı birliklerden birini teşkil ediyordu. Fedailer de
Kardeşlerden başkası değildi. Çünkü onlar yalnızca Allah rızasını
istiyorlardı. Yeryüzünde ne ululuk peşinde koşuyorlardı ne de
fesat. İktidarda gözleri yoktu. İşte bu askerler bir gece her
zamanki gibi silahlarını yerlerine koyup normal uykularına
yatmışlardı. Sabahleyin bir felaketle uyandılar. Kardeşler
fedailerinin komutanlarından Kamil Şerifin adı anons ediliyordu.
Ya takheden çıkan Kamil Şerif görüşmek için Tuğgeneral Fuad
Sadıkın yanına gidince komutanın şu sözleriyle karşılaştı Şu
andan itibaren silahlarınızı alamazsınız Ve ekledi Bize
kızmamanızı rica ederim. Çünkü ortada Müslüman Kardeşler
Cemaatının feshedildiğine dair siyasi bir karar var. Kahirede
çıkan karar bize de tebliğ edildi. Biz burada hem kardeş hem de
savaşçı olarak bulunuyoruz. Karar dolayısıyla bize tepki
göstermemenizi ve savaşın seyrine yönelik herhangi bir karşı
harekette bulunmamanızı rica ediyorum. Eğer isterseniz Kahire ye
dönebilirsiniz. Dilediğiniz takdirde de askeri inzibat çerçevesi
dahilinde cephede bizimle beraber kalabilirsiniz gerektiğinde
orduya yardım edersiniz.
Filistine gidiş sebeplerini teşkil eden görevlerini yerine
getirmek için kalmayı tercih ettiler. Özellikle Genel Mürşidin
gönderdiği mektubu aldıktan sonra. Üstad mektupta huzur ve nizama
titizlikle uymalarını olanca güçlerini harcayarak kesin zafere
kadar Filistini kurtarma hareketine devam etmelerini istiyordu.
Zaferi verecek olan Allah idi ve O zafere en iyi ulaştırandı.
Böylece mücahid Kardeşler tutuklananlar meya-nında ordu müfreze
yedekleri abasında kalakaldılar. Filistindeki Kardeşler işte
böyle kıskaç altına alındılar. Hayır Yahudiler tarfından değil.
Hele silahdan arındırılmalarından sonra bu işe ortak olanlar bir
yandan Mısır Başba-nı Mahmud Fehmi Nakraşi bir yandan da Ürdün
ordu komutanı İngiliz Celup idi. İsrail ise bu arada olanlardan
dolayı zil çalıp oynuyordu. Hiyanet çevresinde buluşup birleşen
taraflar şöyleydi Ürdün kralı Abdullah Mısır kralı I. Faruk ve
Siyonistler.
Tarih adına anmak durumundayım ki Kardeşlerle beraber onlar gibi
cihad eden başkaları da vardı. Liderleri merhum Emin el-Hüseyni
idi. Bunlar da tıpkı Kardeşler gibi Allah yolunda cihad ediyordu
çamurun ve maddenin sancağı altında değil. Büyük kıyım
tamamlansın diye tabi onların da defteri dürüldü.
Kardeşleri savaş meydanından silme planı işte böyle
gerçekleştirildi burada. Mısırda ise Nakraşi ailesini ziyaret
etmek için savaş meydanından Mısıra gelen Müslüman Kardeşe tekrar
Filistine dönüş izni vermeme kararı aldı. Üstad Muhammed Fergali
ordunun fedai ihtiyacından dolayı gönüllülerden oluşan bir kuvvet
toplamak için Mısıra gelmişti hemen tutuklanıverdi.
Kardeşler baktılar ki herhangi bir sebeple Mısıra gidenler bir
daha geri dönemiyor savaş meydanında kalmayı ve hiç ayrılmamayı
tercih ettiler. Mısırdaki aile ve emlakini tamamen Allaha emanet
etmişlerdi.
Dahası var Yahudiler Ekim 1948 de ikinci barış anlaşmasını bozmuş
ve Falucada ordumuzu kuşatmışlardı. Kardeşlerse bu anlaşmaya daha
başından karşı çıkmışlardı. İşte bu olayda Nakraşiye Hasan elBenna-nın kuşatmayı kırmak için çok sayıda gönüllü göndermek
istediği yolundaki ricası iletildi tabi Nakrkaşi bunu reddetti.
Kuşatma sürdü ve sonunda Nakraşi öldürüldü. Kuşatmayı Şubat 1949
da yine de subayları Maruf el-Hu-dari komutasında Filistindeki
Müslüman Kardeşler kırdı (1) hem de haklarında tutuklama kararı
çıkmışken. Sonra dönüp zindanlarına girdiler. Çünkü onlar
Filistinde sadece Allah için cihad ediyorlardı. Ne orduya kinleri
vardı ne de topluma karşı. Onlar bütün tabakalarıyla bütün bir
milleti müdafaa ediyorlardı. Ne var ki Mısırın ahmak
politikacıları siyonizmin ağına düşmüştü.
Kardeşler Yönetimi Ele Geçirmek istemiyor
Cemaatın feshinden önce savaş alanından dönen Kardeşlerden biri
Şehid İmama giderek kendisinin ve Nakraşi tarafından Filistine
dönmesine izin verilmeyenlerin Krala ve Nakraşiye karşı bir
protesto hareketi düzenlemesine izin verilmesini istedi. Merhumun
cevabı şu oldu Yunanistanda olduğu gcbi bir iç savaşın çıkmasını
mı istiyorsun. Hayır asla. Sabredeceğiz katlanacağız kan
akıtmayacağız. Elbette bir fırsat doğacak güzel bir şekilde
haklarından geleceksin. Ama şimdi Allah bize yeter dostumuz
sahibimiz Odur O ne güzel Mevla ne güzel yardımcıdır.
Kardeşler yeryüzünde sulta kurmak istemiyordu. Kendisinden başka
tanrı olmayan Allahı şahit tutarak söylüyorum ki bir keresinde
Genel Mürşid Hasan el-Hü-daybi ile oturuyordum. Dedim ki
Kardeşlerime bir soru sordum Şayet bizden Genel Mürşidin
cumhurbaşkanı olmasını isteseler kabul edermisiniz dedim. Benim
görüşümü sordular. Ben kabul etmemesi gerektiği fikrini ileri
sürdüm. Bu işi Mürşidin ve Kardeşlerin sahip olduğu halk eğitimi
konularındaki deneylerden uzak herhangi bir siyaset adamının
üstlenmesi gerkir dedim. İlave ettim Senin de böyle bir teklifi
reddetmen gerekir İslama davet eden bir adam olarak kalmalısın.
Çünkü İslam da-vetçisi yeryüzünde İslam adaletini hakim kılmayan
ve O-nun davetini yaymayan kraldan da cumhurbaşkanından da
üstündür Allah katında. Genel Mürşid şu karşılığı verdi Doğru
söylüyorsun. Ben cumhurbaşkanlığını da başbakanlığı da kabul
etmem. Aziz ve Celil olan Allaha davet eden bir nefer olarak
kalmayı tercih ederim.
Seyyid Kutub da 1964 yılında tahliye edildiğinde kendisine Irakta
büyük bir makam teklif edilmiş fakat daveti bırakıp da rahata
çekilmeyi istemediğinden bu teklifi anında reddetmişti.
Arap Birliği Genel Sekreteri Abdurrahman Azzam Paşa Kardeşlerin
Filistindeki kahramanlıklarına ve Arap devletleri
komutanlıklarının haklarındaki övgülerine dair duyduklarını
içeren bir rapor sunmuştu Kral I. Faruka. Bunun üzerine Kral
Azzam Paşadan haber göndererek Genel Mürşidin Nakraşi kabinesine
Cemaat adını değiştirerek başka bir ad altında üç üye vermesini
istedi. Genel Mürşid-Azzam Paşa görüşmesini izleyen günün akşamı
İrşad Bürosu bir toplantı yaptı ve oybirliğiyle hükümete
katılmama kararı aldı. Nitekim Nasır da aynı yolda tekliflerde
bulunmuş ve aynı şekilde onun teklifleri de reddedilmiştir. Her
iki dönemdeki bu tavır gerek Kralı gerek Nasırı aleyhlerine
harekete geçiren etkenlerden olmuştur. Ne diyelim her işin sonu
Allaha aittir.
Biz açıkça mükemmel bir plan düşüncesine sahip olamak istiyoruz.
Biz İslamı anlayan onu uygulayan ve kalkınmanın kurallarını ondan
alan yepyeni bir nesil istiyoruz. Öyle bir nesil yoğrulmalıdır ki
Hazreti Ömer dö-mindeki nesilde olduğu gibi onun da geri
saflarında en üst düzeydeki yöneticiye hakkı söyleyen kadınlar
bulunsun. Olay meşhurdur Hazreti Ömer kadınlara verilen mehrin
sınırlanması huşunda teklifte bulununca arka saflardan bir kadın
itiraz ederek Bu teklifinizin Kuranda yeri yoktur Allah Bir eşin
yerine başka bir eş almak isterseniz birincisine bir yük altın
vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın. İftira ederek ve
apaçık günaha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız (Nisa/20)
buyuruyor. Allah mehir konusunda yükten söz ederken sen nasıl olur da onu sınırlarsın Yapman gereken tek şey Kadınların en az
miktarda mehir alanları en çok berekete sahip olanlarıdır.
buyuran Allah Resulü gibi halktan mehir hususunda kolaylık
göstermesini istemendir bu yolda ö-ğüt vermendir. Ama en iyisi bu
işi onlara bırak. Çünkü Allah bu hususta insanları mecbur
etmemiştir. Eğer isteseydi elbette ederdi. Hazreti Ömerin cevabı
şu oldu
Kadın haklı Ömer yanıldı
Bu düzeyde teşrii fıkıh bilgisi ve idrakine sahip Müslüman kadın
istiyoruz.
Fıkhını dinini iyi öğrenmiş zeki çocuk istiyoruz. Şu örnekte
olduğu gibi Sokak ortasında oynayan çocuklar Hazreti Ömerin
geçmekte olduğunu görünce heybetinden korkup kaçmışlardı yalnız
içlerinden biri aldırmayarak olduğu yerde dimdik ayakta
duruyordu. Hazreti Ö-mer Arkadaşlarınla birlikte niçin sen de
kaçmadın diye sorduğunda Suçlu değilim ki kaçmak isteyeyim sokak
da dar değil ki onu genişletme derdim olsun cevabını vermiştir
İşte böyle bir çocuk.
Kendisinden hesap sorma ve hesap verme konusunda tartışma hakkına
sahip olduğumuzu kabul eden müslüman bir hakim istiyoruz.
Tehdit etmeden korkmadan tir tir titremeden krala cumhurbaşkanına
hata ettin diyebilen adam istiyoruz. Arkasında kendisini
zindanları atılmaktan koruyacak bir halk kitlesinin de bulunduğu
bir adam.
Ebedi düsturu koruyacak hakkında Ne önünden ne de arkasından
batıl yaklaşamaz ona o Hakim ve Hamid (olan Allah) katından
indirilmiştir. (Fussilet/42) buyrulan semavi düstura saygı
gösteren iktidarı koruyacak işte bu Müslüman halkı ve bu Müslüman
fertleri istiyoruz.
ŞEHİD İMAMA KOMPLO
"Allahın ayetlerini inkar edenleri baknz yere peygamberleri
öldürenleri insansanlardan adaleti emredenlerin canlarına
kıyanları can yakıcı bir azapla müjdele. Onlar dünya ve ahirette
amelleri boşa çıkacak olanlardır. Onların biç yardımcıları da
yoktur.
Ali İmran suresi 21-22
Mısır ve Filistinde Kardeşlerin iktidar makamları karşısındaki
konumu yukarıda anlattığımız gibiydi. Her-şey artık oldu bitti
safhasına girmiş görünüyordu. Merhum Hasan el-Benna dedi ki
Mademki Müslüman Kar deşler Cemaatını feshettiniz ve Mısırda
olsun Filistinde olsun tüm üyelerini tutuklayıp Tur dağındaki
sürgün kampına gönderdiniz öyleyse beni de onlarla birlikte
tutuk-layınız. Çünkü onları eğitip yetiştiren benim. Beni tutuklamamakla öldürmeyi planlıyorsunuz. Kardeşlerim zindandayken
burada benim serbestçe yaşamam haram olsun. Bırakın da herhangi
bir Arap ülkesine gidip orada yaşıyayım Rabbime hicret edeyim.
Yine hayır dediler öyleyse dedi Üstad Hacı Abdullah Nebravinin
çiftliğin de ikametim sağlansın sınırlansın. Yine hayır dediler.
Peki sonra
Her siyasi lider siyasi parti başkanı gibi o da bir iyük
cemiyetin başkanı olarak tabanca taşıma ruhsatı-a sahipti. Bu
ruhsatı alarak tabancasına el koydular ta-> kendini savunmasın
diye. Binmekte olduğu bir otomo-b vardı onu da elinden aldılar.
Otomobil kız kardeşinin kocası Abdulhakim Abidin Üstadın idi.
Kardeşi merhum üstad Adulbasit el-Benna komplonun ayak seslerini
duymaya başlayınca onu mutlaka korunması gerektiğini anladı. Ama
fırsat vermeden tutuklayıp hapse attılar. Artık herşey gittikçe
daha belirgin bir biçimde ortaya çıkıyordu. Planlanan komplo
sinyallerini vermeye başlamıştı bile. Gizlenmesi ya da kaçması
yolunda kendisjne tavsiyelerde bulunuldu. Gülümseyerek şu
mısraları okuyordu Ne gün gelir ölüm dayanır kapıma Gücü yetmez
kimsenin bellidir o gün. Kaçmak mı böyle bir günden asla
Kurtarmaz takdirden tedbir dediğin. Kocalarının babalarının Turda
silah çemberi içine düşmesi sonucu aç kalan kadınlara çocuklara
duyduğu şefkat bu köşeye sıkıştırılmış adamın kalbini
parçalamıştı adeta. Durmadı kendini aç çocukların aç dulların
babası yerine koydu. 150 cüneyh ödünç para alarak doğruca merhum
Abdullatif Şaşainin evine giderek Ey Ab-dullatif bu meblağı
filancadan ödünç aldım eğer yaşarsam ben öderim şayet ölürsem sen
halledersin. Bu meblağı al yiyecek içecek bulamayan dullara
açlara bölüştür dedi.
Robert Jackson anlatıyor Gece mahut emri görevli kişiden tebellüğ
etmek için uyandığında ellerini kulaklarına götürerek zindanlarda
babaları kaybolan çocukların feryatlarını duyuyorum diyordu. (1)
İslam davetçisi hiç bir suretle davetinden geri durmaz onun
uğrunda her türlü güç engeli aşar. Kamış boru içine doldurulmuş
hayat suyu gibidir dışarı taşması önlenemez. İşte o nedenle fmam
kurucu üyesi de olduğu Kahire Müslüman Gençler Cemiyetine gidip
geliyordu. Bu cemiyetle olan iyi ilişkilerinin sürmesine büyük
önem veriyordu. Hem de başka hiçbir cemaatın başaramadığı şekilde
dört bir yana yayılıp serpilen kendi cemaatının onca külfeti
altında yorulurken Sık sık gittiği bu cemiyette müslüman
gençlerle oturur ve onlarla din konusunda sohbetler yapardı. Bir
gece onlara şunu anlattı Rüyamda Ömer bin Hattab Efendimizi
gördüm yanıma gelerek sesinin en yüksek tonuyla Yakında
öldürülecek sin ey Hasan dedi bana. Uyanıp kalktım Allaha hamdettim. Sonra tekrar uyudum ikinci kez bir ses geldi Yakında
öldürüleceksin ey Hasan diyordu. Kalktım sabaha kadar namaz
kıldım. Bunlar gökten gelen uyarılardır. Allaha kavuşmak için
hazırlık yapmam isteniyor.
9 Şubat 1949 günü de İmamın yanında ikametine izin verilmesini
istediği Hacı Abdullah Nebravi tutuklandı. Nebravi aynı zamanda
Genel Mürşidle Hükümetin arasını bulmaya çalışoyordu. Onunla
birlikte Müslüman Gençler Cemiyeti yönetim kurulu üyesi ve Büro
Müdürü Üstad Muhammed Naği ve Posta İşleri Genel Müdürü Başbakan
İbrahim Abdülhadinin de yakını Ali Zeki de tutuklandı.
10 Şubat Cuma günü ise Muhammed Naği Üstad el-Bennayı yanına
çağırdı. Bu işle de Müslüman Gençler Cemiyeti Gençlik Şubesi
Başkanı Üstad Muhammed Yusuf Leysiyi görevlendirdi. Üstad elBennanın evine giden Leysi onu 11 Şubat Cumaertesi akşamı saat
5te Müslüman Gençler Cemiyeti binasında Naği ile görüşmeye
çağırdı. Görüşme sırasında Naği telefonla devlet bakanı üstad
Zeki Alinin evini aradı ama bulamadı. Üstad akşam 8e kadar Naği
ile arabulucu bakanı bekledi. Ancak bakan gelmedi. Bunun üzerine
Naği ertesi gün yani 12 Şubat günü sabah görüşmek üzere ayrılıp
gitti. Nağinin Ustaddan bütün istediği silahları ve kardeşlere
ait radyo istasyonunu teslim etmeleri idi.
Üstadın cevabı şu cMu Bu herkesin bildiği bir şey. Ancak konunun
enine boyuna araştırılması ve bir sonuca varılması için tek yol
tutukluların salıverilmesidir. Saat 20.15 de Üstad hısımı Avukat
Abdülkerim Mansur ile birlikte çağırdıkları bir taksiye binmek
için a-şağıya indi. Leysi kapıya kadar onları uğurladı. Bu sırada
Cemiyet müstahdemi geldi ve Leysiye Telefondan isteniyorsun
cinayetin sonucu soruluyor dedi. Leysi derhal geri dönmüştü.
Üstad bir de baktı ki her taraf zifiri karanlık Müslüman
Gençler Cemiyetinin bulunduğu Ramses Caddesinin ışıkları
tamamen söndürülmüştü. Cadde üzerindeki kahvelerde oturanlar da
oradan uzaklaştırılmıştı. Ayrıca trafik durdurulmuş ve vasıtalara
başka bir geçiş yolu verilmişti. Ta ki İmam Cemiyet binasından
çıktığında kapının hemen yanındaki taksiden başka bir taksi
bulamasın. Aynı zamanda bir hukuk adamı da olan arkadaşı ve
akrabası Avukat Abdülkerim Man-surla birlikte arabaya biner
binmez birden kurşun yağmuruna tutuldu. Gözü dönmüş caniler
kurşun yağdırıyorlardı. Çünkü onlar arslandan korkarlardı isterse
tırnakları kesilmiş olsun. Kurşunlarını boşalttılar ve 9979
numaralı siyah bir polis arabasıyla kaçtılar. Bu alçakça komployu
düzenleyenlerin Muhammed Said ve Ahmed Hüseyin adlı iki sivil
polisle Emniyet Müdürü kaymakam Mah-mud Abdülmecid olduğu
anlaşıldı. Plana göre Merhum İ-mamın başı kral I. Faruka doğum
günü armağanı olarak sunulacaktı. Ne ki Hasan el-Benna güçlüydü
gençti ve henüz 43 yaşındaydı. Ağır yaralı durumda arabadan indi
ve canileri kaçıran otomobilin plaka numarasını alarak Cemiyet
binasına girdi. Üstad aldığı kurşun isabetlerinden etkilenmeyen o
mümin ve güçül hafızasıyla telefonu çevirdi ve bizzat ilk yardımı
aradı. Leyside olay mahal-lindeydi ve sonra tanık olarak
dinlendi. Canileri kaçıran ve hemen oradan uzaklaşıp gözlerden
ırak olan arabanın plaka numarasını biliyordu Siyasi kalem subayı
Sağ Muhammed Cezzar numarayı bir daha ağzına almaması konusunda
kendisini uyardı. İmam önce ilk yardıma kaldırıldı daha sonra da
Kasrul-ayni Hastahanesine. Tedavi için hastahaneye girmek isteyen
müslüman doktorlara engel olundu. Kral durmadan hastahaneyi
arıyor ve Hasan el-Benna öldü mü diye soruyordu. Hayır henüz
ölmedi cevabı veriliyordu. Merhum sürekli kan kaybediyordu. Hiç
bir doktor kendisine ilk yardım müdahalesinde bulunmaya cesaret
edemiyordu.
Yarası gidip gelmeye ve telefon etmeye kadar müsait olan bu insan
kasıtlı ihmalden ve kan kaybından öldü. Bir fincan kahve istediği
ve hayatının sona ermesine işte bu bir fincan kahvenin sebebiyet
verdiği de söylenir. Sabah saat lde babasına vefat haberi
duyuruldu. Resmi makamlar ayrıca babasına başsağlığıya da
cenazenin kaldırılması gibi nedenlerle herhangi bir suretle
gösteri düzenlenmeyeceğini taahhüt ettiği takdirde cesedi
alabileceğini bildirdi.
Yaşlı babası cenazeyi aldı. Resmi makamların aldığı tedbirler
sonucu hiç kimse eve yaklaşamadı cenazenin teşyiine katılmadı.
Babası yıkadı ve kefenledi. Cenazeyi kabre sadece yaşlı babası
Mükrim Abid Paşa ve üç kadın taşıdı. Cenaze namazı Kaysun
Camiinde kılındıktan sonra tanklar ve zırhlı araçların kontrolü
altında İ-mam Şafii mezarlığındaki toprak seviyesinde bir kabre
son karargahına götürüldü.
Bu arada tutuklanmaktankurtulabilmiş bazı Kardeşler engin vefa
duygularının verdiği bir heyecanla ne olup bittiğini yakından
görebilmek için el-Hilmiye meydanında toplanmışlardı. Baktım
durum çok ciddi bir tehlike gösteriyor gördüğüm ve rastladığım
herkese hemen dönüp gitmesini söyledim. Bende hüzün ve acılar
içindeki Darul-Uluma gittim başsağlığı dilemek için gelen gözü
yaşlı talebeleri karşılıyordum. Halen hükümet ortağı olan katil
Sadi ve Düsturi partilerinin mensupları ise Darul-U-lumum övüncü
ve umudu olan böyle bir İslam mücahidinin kaybından duydukları
üzüntüyle İslamcı ve milliyetçi davaya hükümetlerinin yaptığı bu
caniyane ihanet karşısındaki utanç hisleri arasında kimsenin
yüzüne bakamı-yorlardı.
imamın Öldürülmesi Olayı Hakkındaki Soruşturma
İmamın öldürülmesi olayı hakkındaki soruşturma İbrahim Abdülhadi
döneminde üç ay sürdükten sonra katillerin bilinemediği
gerekçesiyle askıya alındı. Hüseyin Sırrı kabinesi döneminde
soruşturmaya tekrar başlandıysa da yine askıya alındı. Nahhas
Paşa hükümeti döneminde üçüncü defa başlatılan soruşturma yine
sonuçsuz kaldı. Devrim döneminde dördüncü defa gündeme gelen
soruşturma krallık döneminin skandallannı ortaya çıkarmek
amacıyla ciddi bir görünüm kazandı. 1954 A-ğustosunda görülen
davada mahkeme şöyle karar verdi
Sivil polis Ahmed Hüseyin Cada 25 yıl hapis cezası.
Miralay Mahmud Abdülmecid. ve şoför Muhammed Mahfuza 15er yıl
hapis cezası.
Binbaşı Muhammed Cezzara I yıl çalışma zorun-luluğuyla birlikte.
Ancak hiçbiri cezalarını tam çekmeden kendilerini yargılayan
devrim mahkemesinin hükümeti tarafından salıverildiler. Çünkü
haklarında af kararı çıkmıştı.
Mahkeme ayrıca Şehid İmamın varisleri için öğrenimlerini
tamamlayıncaya kadar maaş bağlanması kararını verdi. Allah İmamın
çocuklarına bizzat kendisi sahip çıktı ve hepsi de yüksek
seviyede öğrenim gördü. Allahın bir lütfü ve nimeti olarak.
Hasan el-Bennanın öldürülmesine NakraşF-nin Öldürülmesi mi Neden
Oldu
48 ve 49 lu yıllara ilişkin Kardeşlere yöneltilen suçlamaları
tartışan Doktor Meetshal Kardeşlerin başına gelen bunca dert bela
ve Mürşidlerinin öldürülmesi Nakraşinin öldürülmesi olayından mı
kaynaklanıyordu a-caba ana sebep bu muydu diyor ve sorusunu yine
kendisi cevaplandırıyor Kardeşlerin başına gelenler hiç şüphesiz
Nakraşinin öldürülmesinden kaynaklanmıyor sebep bu değil. Ancak
şu var ki iş başındaki iktidarın Cemaata karşı kuşkulu olduğu
düzen ve adamları hakkında bir tehlike olarak gördüğü de bir
gerçekti. İngiliz sefirinin bu iş için maddi destek sağladığı
yolundaki söylentilerse isbata muhtaçtır. Ayrıca Cemaatın
sömürgecilik ve komünizme maşalık ettiği yolundaki iddia ise
tartışma konusu edilmesi güç söylentiden ibarettir.
Şüphesiz Kardeşler sendikacılık alanında belirgin bir ağırlık ve
faal konuma sahipti. Çünkü işçi kitleleri çevresinde toplanmış ve
haklı olarak onu bu alanda söz sahibi etmişti.
Şubralhaymedeki işçi grevlerinde komünistler grev sırasında
Kardeşlere kötü bir oyun yapmaya kalkışmışlar ve Kardeşler de
grevlere taraftar olmadıklarını bildirerek onlara güzel bir ders
vermişlerdi. Tabi sonunda işçiler komünistlerden tamamen
ayrılıvermişti.
Peki Nakraşi Niçin Öldürüldü
Nakraşinin öğrenci olan katili Abdülmecid Hasan basının aynen yer
verdiği gibi bu cinayeti kendisine mubah kılan sebepleri şöyle
sıralamıştı
1- Müslüman Kardeşler Cemaatını feshetmesi. Mensuplarını
zindanlara tıkması ve mallarını yağmalaması. Oysa bu Cemaat işgal
altındaki İslam ülkelerinin kurtuluşu için İslamcı eylemin güç
kaynağıydı. Hurafelerden tertemiz arınmış İslam terbiyesinin
sözcüsü ve yürütücü-süydü.
2- Filistini kaybetmesi İsraille birlikte uluslararası andlaşma
masalarına oturması ve yahudilerin ülkeye girişine göz yumması.
3- Sudan meselesi ve Sudanı Mısır - İngiliz görüşmelerini
kapsayan ortak çalışma pragramlarından çıkarması.
İşte diyordu Abdülmecid Hasan Nakraşiyi bu i-hanetlerinden dolayı
öldürdüm. .
O halde Hasan el-Benna Niçin öldürüldü
Hasan el-Benna askeri hakimi Kardeşlerden olan Kudüs
Cumhuriyetini düşürmek ve bölgedeki İsrail varlığını garanti
altına almak için öldürüldü.
Hasan el-Benna İslam ilkelerini savunduğu içinöldürüldü.
Hasan el-Benna İslam hakimiyetini gerçek anlamda sağlamak ve
İslam ümmetini sağlam bir İslami yapıya kavuşturmak istediği için
öldürüldü.
Hasan el-Benna Arap ve islam ülkelerindeki çalışan halkı aç
bırakan süründüren zorba tahakkümcüleri kaldırmaya çalıştığı için
öldürüldü.
Hasan el-Bennayı kısacası zorbalar öldürdü. Müslüman Kardeşler
Cemaatını onlar feshedip masum insanları süründüren zindanlara
tıkıp işkencenin her türlüsünü tattıran hep onlardı.
Savcılık Raporu
Müslüman Kardeşler İbrahim Abdülhadinin başbakanlığı döneminde
tutuklanmış ve türlü işkencelere uğratılmıştı. Şehid İmam Hasan
el-Benna da yine bu dönemde öldürüldü. İşte bütün bu olaylardan
dolayı eski Başbakan İbrahim Abdülhadi 1950 lerin başlarında
mahkeme önüne çıkarıldı. Duruşmada Genel Savcı iddianamesini
okurken şunları söyledi
Merhum ve mağfur Üstad Hasan el-Bennanın uğrunda şehid olduğu
davet davasının amacı hiç şüphesiz ıslahdı her türlü fesadın
esası kaynağı olarak kabul ettiği sömürüden kurtulmaktı
kurtarmaktı. İşte bu davet sömürgecinin gözünden kaçmadı durumunu
tehlikede gören sömürü bu daveti daha beşiğindeyken öldürmeleri
için güçlerini kaybetmiş Mısırlı yöneticilere gerekli baskıyı
yapmakta ve bunda da başarılı olmakta kusur etmedi.
Seçimlere katılan Şehid İmamı adaylıktan çekilmeye ikna etmesi
için politika ustalarından birine iradesini kabul ettiren sonra
da İbrahim Abdülhadi ve diğer uşaklarını eski kralın kalbine
Merhumun daveti hakkında hayatı ve tahtı aleyhine korku
kıvılcımları düşürmede kullanan sömürünün bu işte parmağının
bulunması uzak bir ihtimal değildir.
Soruşturmayı yürütürken bu konuda Doktor Yusuf Reşad ve karısıyla
konuştuk. Eski kralın en yakın dostlarından olan bu kişilerin
anlattığına göre Kral Müslüman Kardeşlerin şahsına karşı aktif
faaliyetlerinden duyduğu korku ve endişeyi gizleyemezmiş mevcut
yönetimin kalbini korkuyla dolduran bu faaliyetler karşısında Bu
cemaatı feshetmekten ve dağıtmaktan başka kurtuluş çaresi yok
dermiş.
Amerikalı Bir Gazetecinin Soruşturması
Newyork Post gazetesi Kahire muhabirine ait bir yazı yayınladı.
Yazıda şunlara yer veriliyordu Oysa ben Kahirede şu ana kadar elBennanın hiçbir şey yapmadığını çevresinde topladığı büyük bir
gençlik kütlesinin ötesinde herhangi bir eylemde bulunmadığını
duyuyordum. Söyleyebileceğim tek şey şudur Adamın kadın mal ve
makam gibi dertleri yok. Bu tür şeyler umurunda bile değil. Oysa
sömürü mücahidleri bunlarla avlamaya çalışıyor. el-Bennaya bu
yolda ne yapıldı ise kar etmedi. Sağlam dindarlığı ve doğal
takvası sadeliği bu konularda ona yardımcı oldu. Bir kere erken
evlenmiş ve yoksul yaşamış. Çevresinde toplananların güvenini
kazanmış ya makam olarak bu ona yetmiş. Ömer ve Alinin adımlarını
izlemiş ve Hüseyin gibi mücadele vermiş ve tıpkı onlar gibi şehid
olarak öldü.
Hasan el-Bennanın ölümünden Sonraki Etkileri
Aynı gazeteci daha sonra şunları diyor Kesin kesin inanıyorum ki
bundan sonra Doğuda ortaya çıkacak her milliyetçi hareket bu dev
liderin koyduğu prensiplerden ölçülerden kaynaklanmış beslenmiş
olacaktır.
Doktor Meetshal de eserinde Cemaatın örgüt ve komuta yanına
ilişkin ayırdığı bölümde (s.306) şunları söyler Müslüman
Kardeşler Cemaatının hatıraları Mısır tarihinde nasıl bir yer
tutarsa tutsun yaptıkları ve yapamadıkları ve Mısır politika
çevrelerinde uyandırdığı akisler oranında politik etkisini
sürdürecektir.
Peki bu sonuncu maktul sonuncu şehid midir Şüphesiz Hasan elBenna Hazreti Hüseyin gibi öldürüldü. Seyyid Kutub da öyle
öldürüldü. İbrahim Tayyib Hin-davi Duveyr Ahmed Nusayr ve
Abdülkadir Udeh gibi pek çok hukukçu Muhammed Fergali Yusuf Talat
Ab-dülfettah İsmail ve Muhammed Hevaş gibi hukukçu olmayan zevat
Allahın hayat sistemini savundukları için hep aynı amaçla
öldürüldüler. Öyleysedarağaçları bundan sonra da Allah Resulü
yolunda yürüyen başka şe-hidler bulacaktır.
Devrim İmam Hakkında Neler Söyledi
28 Cümadel-ula 1372 - 13 Şubat 1953 günü Devrim Konseyi üyeleri
Tuğgeneral Muhammed Necib başkanlığında Şehid İmamın kabrini
ziyaret etti. Ziyaret sırasında konsey üyeleri adına bir konuşma
yapan Muhammed Necib Paşa İmamın şahsı ve daveti hakkında ilginç
şeyler söyledi. Mademki fazilet düşmanın şeha-det ettiğidir
öyleyse bu belgeyi okuyucuların önüne koymak yerinde bir hareket
olacaktır. Bu belge Şehidin davetinden tarihinden habersiz ve
merkez kuvvetleri dönemi diye isimlendirilen istibdat dönemi
boyunca sadece adını bile ağzına alamayanlara herşeyi açıkça
göstermiş olacaktır. İşte Tuğgeneral Muhammed Necibin konuşması
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIM
Öyle insanlar vardır ki sadece kendisi için yaşar ve yalnız
kendini düşünür. Yapıp ettiği herşey yine yalnızca kendisi
içindir. Öldüğü zaman hiç kimse farkına bile varmaz hiç bir
vatandaş yokluğunun yangınını duymaz içinde.
Buna karşılık öyle insanlar vardır ki milleti için yaşar ve
hayatını milletine adar. Milleti için veremeyeceği bir şeyi
yoktur onunla dopdoludur ve onun yolunda kurbandır. İşte bu
insanlar öldüğü zaman gözler ağlar kalpler onların hatıralarıyla
taşar.
Bu seçkin insanların hatıraları eskimek nedir bilmez unutmak
denen şey onların zirvesine ulaşamaz. İşte Şehid İmam Hasan elBenna da bunlardan biridir.
Çünkü merhum kendisi için yaşamadı insanlık için yaşadı. Şahsı
için çalışmadı umumun hayrı için çalıştı.
Şüphesiz Hasan el-Benna sağlam bir inanç sahibiydi. Kendisini
inancının emrine vermişti. İnancı bütün duygularına hakimdi. Onun
uğrunda zorlu ve sıkıntılı bir hayat sürdü ve yine onun uğrunda
en yüce ve en şerefli bir ölümle öldü. Değerli vatan çocuklarının
gönüllerinde güçlü bir ahlak hissi meydana getirmede dinin tek
garantili güç olduğuna inanırdı. Onun inancına göre gönülleri
fedakarlığa sevkeden şeref hürriyet ve adalet uğrunda kahramanca
faiiyetlere sürükleyen tek vesile yine dindir. Din ki şeref
hürriyet ve adalet kavramlerı emreder topyekün insanlar arasında
bu kavramların daha köklü hale getirilmesini değerlerinin daha
dayüceltilme-sini ister. İşte o nedenle merhum İmam köy ve
kasabaları bir bir dolaşarak alim cahil herkesle konuştu tartıştı
Vatandaşlarıyla sıkı dostluk ilişkileri kurardı. Vatanına dinine
inanan yeni bir neslin inşasına zemin ve imkan bulabilmek için.
Bu nesil öyle bir imana sahip olmalıydı ki o iman sayesinde
yerinde duramaz olsun aksiyona fedakarlığa yönelsin seve seve
gülerek ölümü kucaklasın. Dünya hayatının peşin menfaatlarını bir
yana itip Allah katındaki ebedi sevaba talip olsun ve onunla
yetinsin. Bütün çabası böyle bir neslin inşası içindi.
Ben şahsen yaşadığım sürece Filistin savaşlarındaki bu mümin
gençliği unutamam. Çelik kaleler gibiydi düşmana saldırırken.
Düşman karşısında çarpışırken geçit vermez yollar gibiydi. Kuvvet
ve askerleriyle bütün yolları kontrol altına almıştı.
Katlanmadığı sıkıntı katlanmadığı güçlük yoktu. Buna ancak kalbi
yüce Yaratıcının azametiyle dolu olan kalbinde iman tadı bulan
kişiler dayanabilir katlanabilirdi.
Hasan el-Benna güçlü bir mümindi şiddetli bir i-mana sahipti.
İslamdan sözederken geniş bir ufka derin bir anlayış ve hoşgörüye
sahip olduğu da hemen farke-dilirdi. Konuşmalarından alim cahil
herkes faydalanırdı. Dinin çok uzağındaki kişileri Dinin
yardımcıları durumuna getirdi onları kazanmasını bildi başardı.
Herkes tarafından sevilir ve hiç kimsenin görmediği saygıyı
görürdü. O yüzden facia bir cemaatın faciası olmadı bir taifenin
faciası olmadı bütün bir milletin faciası oldu. Daha doğrusu
kalplerine girdiği ve ruhlarını kardeşlik noktasında bir araya
getirip topladığı pek çok milletin faciası oldu.
Merhumun verdiği savaş zorbalara ve işgalcilere olduğu kadar
fesat ve çöküntüye karşı da amansız bir cihatdı. Güvendiği tek
silah üç ana madde halinde ifade edilebilirdi
1- Gönüllerde başkasının erişemiyeceği yücelikte bir yer tutmak
2- Harekete geçiren yönlendiren ve ayağa kaldıran güçlü ve parlak
bir anlatım dehası.
3- Milletlerin liderliğini ele geçiren pek az insanın
başarabileceği teşkilatçılık gücü.
Bu hakikat karşısında düşmanları vatan hainleri anladılar ki bu
silah elinde bulunduğu sürece hiç bir kuvvet önünde duramaz. Hem
sonra öyle bir silah ki o karşısında kimse direnemez yenilgi diye
bir şey yakla-şamaz yanına. İşte o yüzden caniler tek başına ve
silahsız savunmasız bir şekilde onu öldürmeyi planladı bu hususta
sözbirliği etti. Onu öldürmeyi planlayan kuvvet planı aynen
uyguladı ve canilere gözcülük etti. Onları kolladı güvenlerini
sağladı. Cinayeti ört-bas edip sanki hiç bir şey olmamış havası
verdi.
Alçak caniler sandılar ki Allahın gözleri uykudadır görmez. Eli
bağlıdır tutup yakalayamaz. Ve kudreti acizdir hesap soramaz. Ne
kötü ne çirkin bir düşünce i-di bu Oysa Allah sadece mühlet
verirdi zalime süre tanırdı sonunda daha güçlü bir şekilde
yakalasın ve bir daha bırakmasın. Ayeti kerimede buyurulduğu
gibiıAI-lah kasabaların zalim halkını yakalayınca böyle yakalar
yakalaması da şiddetli ve elimdir. 0 Aynen böyle oldu Allah
vadini yerine getirdi zalimleri suçüstü yakaladı. Hasan elBennanın Abdülkadir Tahanın ve daha nice değerli Mısır evladının
öldürülmesi ihlaslı gönüller-deki ateşi daha da alevlendirdi. Bu
yangınla harekete geçen mücahitler ülkeyi zulümden tahakkümden
kurtardı fesat ve çöküntüden temizledi. Sonra da vatanlarının
zillet ve işgalden tamamen kurtulması için canlarını herşeylerini verdiler. Akan bunca kan yüceliklere erdi. Ülkelerine
hayat ve ebedilik veren şehidler gerçek ve ölümsüz hayatı buldu.
Ayeti kerimede ne güzel buyrulur Allah yolunda öldürülenlere
ölüler demeyin doğrusu onlar diridirler fakat siz farkında
değilsiniz
(1) Bakara süresi 154.
GENÇLİK TARAFINDAN SORULAN SORULAR
• Müslüman Kardeşler - Abdünnasır arasındaki ihtilaf Kardeşlere
yapılan işkencelerde Abdün nasırın payı.
Abdünnasırın kendisine suikast girişiminde bulunulmasından önce
Kardeşlere hiç dokunmadığı ancak bu olaydan sonra hucuma geçtiği
söyleniyor bu doğru mu
Hak yolda olan yalnızca Kardeşler midir
Onlara karşı duran kimse var mı
Kardeşlere karşı girişilen katliam hareketleri
Niçin Nasıl oldu
Kardeşler neden Abdünnasırı öldürmeye çalışmadı
Üstad Hasan el-Hüdaybi nin Kardeşler hareketindeki rolü
Seyyid Kutab neden idam edildi
Partiler yeniden kurulsa Müslüman Kardeşler
Cemaatı da harekete geçer mi
Şehid İmamın son mesajı
MÜSLÜMAN KARDEŞLER - ABDÜNNASIR İHTİLAFINA DAİR
SORULAR
Soru 1954 Yılında Müslüman Kardeşlerle mevcut yönetim arasında
ihtilaflar oldu. Müslüman Kardeşlerin kabinede belli sayıda
sandalyeye sahip olmak istediği ve bunda ısrar ettiği söz konusu
ihtilafların da bundan kaynaklandığı doğru mudur
Cevap Gerçekte biz yüzdeyüz İslami olmayan bir yönetime katılmayı
kesinlikle kabul etmedik. Sözgelimi Seyyid Kutuba Eğitim Bakanı
olması yolulnda teklifte bulunulmuştur. Seyyid Kutubun teklif
sahiplerine cevabı şu oldu Eğer gerçek anlamda Eğitim Bakanı
olmamı istiyorsanız tamam kabul." Yani Bakanlığın sistem ve
kültür programlarından sorumlu ve bu konularda tam yetkili olmam
şartıyla. Şayet bu isim altında Başkanlık sekreteri olmam
isteniyorsa hayır Üstad el-Bennadan da Kardeşlerden bazılarını
kabineye üye vermesini istediler ancak Üstad yönetimin yüzdeyüz
İslam olmaması durumunda böyle bir teklifi kabul edemeyeceğini
bildirerek Kardeşlerin dışında bazı elverişli kişileri aday
gösterdi. Mesele gayet açık Ya İslam yoksa hiçbir şey. Biz
yönetim heveslisi değiliz o sebeble hükümete katılmayı reddettik.
Biz ancak İslamın esas alınmasını istiyoruz.
Bu takdirde ülkeyi yönetenlere hizmet etmek bizi mutlu eder.
Çalışmak istiyoruz sadece birer nefer olmayı ve bu davanın
askerleri olarak kalmayı tercih ediyoruz. Biz Kardeşlerde temel
ilke şudur Eğrilen safları doğrultmak bir boşluk mu oldu koşup
hemen doldurmak. Bir yardıma desteğe ihtiyaç mı doğdu derhal
imdada yetişmek Neferliktir sevdiğimiz liderlikte komutada
gözümüz yok. İşte o yüzden yönetime ortak olmayı kabul etmedik
tabi yüzdeyüz İslami olmadığı sürece.
Soru Bazıları eski Başbakanın Müslüman Kardeşlere vahşiyane
metodlarla yapılan işkencelerden sorumlu olmadığını iddia ediyor
ne dersiniz
Cevap Sadece şu beyti okuyacağım Bu bir musibettir eğer
bilmiyorsan Ya biliyorsan işte asıl musibet.
Üstad Avukat Abdullah Selimin yorumu Bu cevap hakkındaki
yorumumuz şudur ki Cemal Abdünnasır yapılan işkenceleri bizzat
görmüş ve izlemiştir bunu açıkça söylemek isterim size. Eski bir
konferansımda belirttiğim gibi Kardeş Zeynep Gazali askeri
hapishande kendisine yapılan işkenceler sırasında Cemal
Abdünnasır ve Abdulhakim Amirin bizzat ve maksatlı olarak hazır
bulunduğunu açıkça herkese söylemiştir. Yine aynı konferansta
sizlere ifade etmiştim Salah Nasr yapılan sorgulamasında Cemal
Abdünnasırin kendisine verdiği yazılı emirleri ibraz etmiştir. Bu
emirlere göre bazılarına ölünceye kadar bazılarınada başka
boyutlarda işkence edilmesi isteniyordu.
Soru Cemal Abdunasırın kendisine suikast girişiminde
bulunulmasından önce Kardeşlere dokunmadığı ancak bu olaydan
sonra hücuma geçtiği söyleniyor bu doğru mu
Cevap Tarih yakında hakikati ortaya koyacaktır. Söylentiye göre
suikast planını güya Kardeşlerin Gizli İstihbarat Başkanı Yusuf
Talat hazırlamış ve üyelerinden biri olan Mahmud Abdüllatifle
birlikte uygulamaya girişmiş. Oysa idama mahkum olan Yusuf
Talatolay gecesi bir arkadaşının yanında idi haberi duyunca Bu
Abdün-nasırın işi başardı da. Yarın mutlaka Müslüman Kardeşlere
bulaştıracaktır bu pisliği demiştir. Bu arada Radyo Mahmud
Abdüllatifin adını yayınladı. Yusuf arkadaşına soruyor Tanıyor
musun kim bu adam diyor. Arkadaşı da hayır tanımıyorum cevabını
veriyor. Daha sonra arkadaşı şunları söylüyor Eğer olayın
arkasında Kardeşler olsaydı Yusuf herşeyi bilirdi. Çünkü
Kardeşler Cemaatı içinde özel bir organın başkanı idi. Zorba
İngilizlerle savaşmak için bizzat Hasan el-Benna düzenlemişti bu
organı.
Yusuf Talatın tutuklandığı evin bir silah deposu haline
getirilmiş olduğu söylendi. Halbuki Yusaf Talatın tutuklandığı
evde tek bir silah bile bulunmadığı kanıtlandı. Yusuf Talatın
başına ödül konmuştu yakalayana büyük miktarlarda ödüller
verilecekti. Böyleyken Yusuf bulunduğu yerden camiye çıkıyor
imamlık yapıyor ve cemaatla birlikte namaz kılıyordu.
Burada 1954 Ekiminde Başkana suikast girişiminde bulunmakla
suçlanan Mahmud Abdüllatif sabahleyin evinde tutuklanıp akşam
İskenderiyeye oyunun sahneye konduğu yere götürüldüğüne dair bazı
tablolar göze çarpıyor. Böylece haklı olarak soruyoruz Mademki
sanık halkın ortasında tabancasıyla ateş etmiş ve suçüstü
yakalanmış öyleyse nasıl olur da tabanca bulunmadı kaybolmuş
denir. İkinci gün de kalkıp bir vatandaş tabancayı bulmuş ve
İskenderiyeden getirip teslim etti diye kamuoyu önünde yalan
söylenir Kim inanır buna Ama öyle değil tabi eğer hukukçuysanız
bilirsiniz-ki ortada delil diye bir şey olmayınca sanık daima
serbest bırakılır. İşte bunu unutan bu katil düzenbazlar sonunda
uyanıp kurşunları boşaltılmış bir tabancanın bulunması
gerektiğini anladılar ve bunu da ancak ikinci gün
tamamlayabildiler. Oyunun eksiksiz bir biçimde tamamlanabilmesi
için bu şarttı ve aynen öyle yaptılar.
Unuttukları bir şey daha vardı Üzerine ateş açılan bir şahıs
kendini derhal yüz üstü yere atar ve kurşunlardan korunmaya
çalışır. Herhangi bir uyarıya gerek kalmadan yapar bunu. Hayatta
kalma tutkusu ve içgüdüsel bir etkileşimle yapar bunu en azından.
Ama görüyoruz ki Abdünnasırın kılı bile kıpırdamıyor.
Bir de şunu unutmuşlardı Mahmud Abdüllatif iyi e-ğitim görmüş bir
komando idi. Hedefi tutturmak için ne kadar bir mesafenin gerekli
olduğunu çok iyi bilirdi. Onlarca koruma görevlisinin ortasındaki
bir şahsa nasıl o-lur da ateş edilebilirdi Tam bir güven ve
coşkunluk i-çinde çeyrek saattir konuşan bir hatibe nasıl ateş
edilebilirdi Her taraf koruma görevlilerinin denetim ve kont-rolü
altındayken
Hem başkan çok uzak mesafedeki bir kürsüden konuşuyordu böylesine
uzak bir mesafeden kurşunun hedefini bulması imkansızdır. Evet
Mahmud Abdüllatif hedefini şaşırmayan iyi bir nişancıydı havaya
attığı bir kuruşa ateş eder ve hiç şaşırmazdı. Ama bu öyle bir
mesafe değildi. Merkez kuvvetleri işte bunları düşünmemişti. Bu
Allahın bir takdiriydi. Böylece tarihe son sözü söyleme fırsatı
doğmuş olacaktı. Tarih konuşacak ve heüşeyi apaçık ortaya
dökecekti.
Pek yakında tarih ortaya koyacaktır ki Mahmud Abdüllatif i
tutuklayanlar gerçekte onu daha oyun oynanmadan tutuklamışlardı.
Onu alıp İskenderiyeye götürdüler ve oraya vardıktan sonra da
içlerinden biri bu oyunu sergiledi. A/akit yitirilmeden de
hakikat ört-bas edilmiş olsun diye Mahmud idam edildi. Herşey
onunla birlikte toprağa gömülmüş oldu. Hem böylece Müslüman
Kardeşlerin en başarılı nişancı komandolarından biri o-lan bu
şahıstan kurtulmuş oldular. Ama hangi ihanet gizli kalmış ki bu
da kalsın
Olayı inceleyen Amerikan diplomatı Dr. Meetshal Meseleyi iyice
kavrayabilmek için 1954 Ekiminden öncelere uzanmak gerekir diyor
ve şunları ilave ediyor Abdünnasır aynı yılın Martında devrim
şartlarının sona erdiğini ve demokratik hayata dönüldüğünü ilan
etti. Bu arada tutuklu Kardeşleri salıvererek faaliyetlerine
yeniden izin verdi. Ancak çok geçmeden zıt bir konuma girdi.
Başkanlıkta kalmasını isteyen partilerin feshini savunan
gösteriler düzenletti. Hatta bu gösterilerden birinde Meclis
Başkanı Senhuriye saldırıda bulunuldu bu olay üzerine Abdünnasır
bazı subayları mahkemeye şevketti.
Meetshel yazısının bundan sonraki bölümünde Müslüman Kardeşler
Genel Mürşidi Hasan el-Hüdaybi-nin bir bildiri yayınladığını ve
bu bildiride Hükümetin sözünde durmadığını basın hürriyeti ve
demokratik hayata dönüleceği yolundaki vaadlerini yerine
getirmediğini vurgulayan sözlerini dile gitiriyor.
Abdünnasır el-Hüdaybiyi Müslüman Kardeşlerin liderliğinden
uzaklaştırmak ve bu Cemaatı bizzat ele geçirmek istedi bu yolda
epeyce çaba harcadı. Ancak başarılı olamadı tabi. Böyleyken
Kardeşler (Dr. Meets-halin deyimiyle) Hükümetle çatışmaya girmedi
bundan özellikle uzak durdu. Bu durumda ne üstad el-Hüdaybi
suçlanabilir ne de Kardeşler. Bu mümkün değil.
Kitabında 1954 yılının Ekim-Aralık olaylarıyla Ab-dünnasıra
suikast girişiminde bulunulması olayı ve Müslüman Kardeşler
Cemaatının feshi üyelerinin tutuklanması olaylarına ayrı bir
bölüm ayıran Dr. Meetshal şunları söylüyor Yargılamalar basına
kapalı olarak yapıldı. O yüzden dışarı bir şey sızmadı. O nedenle
de ne olup bittiğini aktarmamız güç. Ama daha önceki
soruşturmalar basında yer alan yorumlar Kardeşlerin iddiasını
haklı çıkarıyordu. Hem hakikatler zaten gün gibi açıktı.
Suçlama konusu gayet basit Hükümet Başkanını öldürmeye teşebbüs
ve kanlı bir terör ortamı meydana getirmek. Bunun sorumlusu da
Hüdaybi ve Kardeşler. A-ma bize göre bu kesinlikle doğru değil.
Çünkü bu yoldaki iddia isbatlanmamıştır.
Ben bu kitabın birinci baskısında bunları yazmıştım. Ama daha
Allahın takdirine bakın ki Nasırın ileri düzeydeki subaylarından
biri geliyor ve bir kararla ilgili tanıklıkta bulunmak istiyor.
Olay şu Başkan için Amerika-dan özel bir şekilde kurşun geçirmez
gömlek getirtiliyor. Gerçi bir oyun oynanacaktır ve oyuncular da
bizzat kendileridir ama Nasır yine kendini tam bir güvence altına
almak istemektedir. Zaten kendinden bile korkar hale gelmiştir
hele başkalarına hiç güvenmemektedir. Ancak bu arada gömleğin
gelmesi gecikince sözkonusu toplantıya da hemen başlanamıyor.
Nihayet gömlek geliyor ve toplantı da başlıyor. Sonra da oyunun
temsiline geçiliyor. Nasırın yüksek rütbeli subaylarından biri
bunu anlatıyor işte. Böylece hakikat herkesin gözü önüne serilmiş
oluyor
MÜSLÜMAN KARDEŞLERE YÖNELİK KATLİAM OLAYLARI
Soru Çeşitli yer ve tarihlerde Müslüman Kardeşlere yönelik
katliam çlayları görülmüştür. Sözgelimi 1954 ve 1965 yıllarında
ve yine Turra hapishanesinde. Bunları anlatımlısınız
Cevap Gerçekte biz devrimin başlarında bu hareketi yürütenlere
inancımızın doğrultusunda bir yönetimin kurulması davamızdan
kesinlikle vazgeçmeyeceğimizi bunu asla unutmayacağımızı
belirterek bu işin vazgeçilmezliğini gösteren yirmi dolayında
gerekçe koyduk ortaya. Abdünnasır da gece saat 0 da kardeşlerin
devrim delegesi eski Binbaşı Salah Sadinin huzurunda] Mushafa el
basarak Krala karşı devrimi başardığı takdir-1 de Kardeşlerin
istediği şekilde bir yönetim kuracağına dair yemin etti.
Kardeşler de devrimi destekledi başarıya ulaşması için yardımcı
oldu. Karşı çıkmanın bir yararı olmadığını düşünerek kol kanat
gerdiler devrime. Kardeşler sözünde durmuştu. Ancak Abdünnasır
sözünden dönerek Allaha ve Kardeşlere verdiği vaadini bozdu. Amerikanın sözünü dinlemişti. Çünkü Amerikalılar büyük devletlerin
sevgisini kazanabilmesi için İslama söz hakkı tanımamasını
öğütlemişlerdi ona. O da bunun üzerine İs-lami sistem ve
ilkelerin yerine güya modern ve ilerici kavramları seçmişti.
Amerika ile arasındaki anlaşma şöyleydi Amerika devrimi İngiliz
şerrinden koruyacak buna karşılık o da Yahudilere dokunmayacak ve
Siyonist işgal meselesini gündeme getirmeyecekti. Her iki taraf
da vaadini yerine getirmişti.
İşte mesele bu Artık Amerikanın yolu açılmıştı. Halkı çiğnemeye
ve ülkeyi tek başına yönetmeye başlamıştı. Bunun nasıl başladığı
hangi noktada bittiği ve Mısırın da hangi noktada karar kıldığı
herkesin malumudur.
Mailez Kupland diyor ki Amerikan Gizli İstihbarat Teşkilatı
İslama ve Allah Resulüne hücum eden komünist muhtevalı broşürler
basıp dağıttı. Sonra bu işi Rusyanın sefaretine yükledi öyle bir
hava estirdi. Tabi sonunda bu olayın Abdünnasırdan
kaynaklandığını sanarak Rusya Abdünnasır yönetimine yüklenmeye
başladı. Bu arada en çok da asıl hedef olarak Müslüman Kardeşler
gösteriliyordu.
Kuplandın ifadesine göre Amerikan Gizli İstihbarat Teşkilatı
VVaşhingtondan İsrailin aynı çizgiyi sürdürmeye ikna edilmesi ve
Müslüman Kardeşler gücünün Ab-dünnasırı düşürme yolunda
yoğunlaştırılmasını talep ediyor.
Komünistlerin Nasırla
Dair Bir Belge
Kardeşlerin Arasını Açma Çabaları ve Buna
et-Tahrir dergisi 9 Kasım 1954 tarihli (82) sayısında bir yazı
yayınlanmıştır. Yazının metni şöyle Ortada Kardeşlerle
komünistlerin anlaşma halinde olduklarını gösteren müthiş bir
belge var. Mısır Komünist Partisinin er-Raye adıyla çıkardığı
gizli bir bültenin 29 Haziran 1954 tarihli sayısında (129)
Abdünnasıra neler yapılmak isteniyor başlıklı bir yazı
yayınlanmıştır. İşte yazıdan bir paragraf Devrime karşı direnen
güçleri iki ana mihrak yönetiyor Komünist Parti ve Müslüman
Kardeşler Cemaatı. Komünistlerle Kardeşler arasındaki dostluğun
daha sağlam bir şekilde pekiştirilmesi şüphesiz milliyetçi
cephenin oluşturulması ve topyekün milliyetçi safların
birleştirilmesi yolunda ilk adım olacaktır.
İşte bu şekilde Abdünnasır ağa düşmüş oldu. Müslüman Kardeşlere
karşı açıkça savaş açtı ve onları zindanlara doldurdu. Kamuoyunun
karşısına çıkıp şu korkunç hakikati ilan etti
Halk mahkemeleri Müslüman Kardeşlere bağlı ve üye sayısı dört ya
da beş bin civarında olan Gizli Teşkilatın 867 üyesini mahkum
etmiştir. Kardeşlerin çeşitli şube ve silahlı odaklarda yuvalanan
bu kişiler hakkettikleri cezaya çarptırılmışlardır. Ayrıca yedi
kişiye idam cezası verilmiştir
1 - Genel Mürşid Üstad Hasan el-Hüdaybi
2- Üstad Muhammed Fergali.
3- Üstad Abdülkadir Udeh. (Müsteşar)
4- Üstad İbrahim Tayyib. (Avukat)
5- Üstad Hedavi Duveyr.
(Avukat)
6- Üstad Yusuf Talat.
(İşçi)
7- Üstad Mahmud Abdüllatif Muhammed.
Genel Mürşidin idam cezası daha sonra ömür boyu hapse çevrildi.
İdamların infaz edildiği gün Başkan Abdünnasır halini hatırını
sormak için Yahudilerin en büyük hahamına özel bir temsilci
(Teşrifatçı Salah Şahid) gönderdi. (1) Bu hahamın İslam
ülkelerindeki İslam düşmanlarına yardım ettiği bilinen bir
gerçekti. Filistin savaşlarında büyük kahramanlıklar gösteren bu
seçkin insanların komutan ve fikir öncülerinin idan edildiği gün
Nasırın haham Hayım Nahuma bir temsilci göndererek hal ve
hatırını sorması bir tesadüf eseri midir acaba
Bunun cevabını basiret sahiplerine bırakıyoruz
Mailez Kuplandın söyledikleri gerçeğin sadece bir yanını
yansıtıyor. Oysa gerçeğe ışık tutan daha başka şeyler de var.
Sözgelimi şehid Abdülkadir Udehi alalım ele. Onun subaylar
Kulübündeki konferanslarına her seferinde büyük bir dinleyici
kitlesi katılırdı. Abdünnasır bu işin önünü nasıl alacağını
bilemiyordu.
Nitekim bir gün Abdülkadir Udehe el-Hüdaybi İngilizlerle görüştü
aralarında geçen konuşmalar banta kaydedildi ve bu bantlar bende
dedi. Bunun üzerine U-deh aylarca Cemaatten koptu. Udehi yanına
çağıran el-Hüdaybi işin içyüzünü öğrenince git dedi Udehe
Nasırdan iddia ettiği bantları iste nasıl yalancı olduğunu
gözlerinle göreceksin Bunun üzerine Udeh Nasıra gitti ve elHüdaybinin İngilizlerle yaptığı konuşma bantlarını dinlemek
istiyorum dedi. Çaresiz kalan Nasır O asla emanete ihanet etmez
temiz bir milliyetçidir ve hiçbir zaman hakkında şüpheye düşülmez
cevabını verdi. Bu durumda Nasır kendisini köşeye sıkıştıran ve
yalanını ortaya çıkaran bu adamdan mutlaka kurtulmalıydı. Hem bu.
adam general Muhammed Necibi görevden aldığı za-" man tekrar ayni
göreve getirilmesi için büyük bir gösteri
düzenlemiş ve çevresinde bütün bir milleti toplayabilmişti. Bütün
bunlar Nasırın içinde birikmiş ve uydurma bir suç isnad ederek
işini bitirmek istemişti. Oysa O Hazre-ti Yusufun kanından
kurtlar nasıl habersiz ve suçsuz i-diyse aynen öyle temizdi
suçsuzdu.
Seyyid Kutub da broşür davasıyla ilgili olarak Hat-tare
başkanlığındaki Halk Mahkemesinde yargılandı. Hasta olduğu için
hakkındaki hüküm tecil edilmişti. Nihayet 1965 hareketi olarak
adlandırılan davanın soruşturması tamamlanınca bizimle birlikte
yeniden mahkeme ö-nüne çıkarıldı ve 15 yıl hapis cezasına mahkum
edildi. Daha sonra 1965 lerin başlarında sağlık durumu nedeniyle
salıverildi. Ancak bu tahliye maksatlıydı. 1965 A-ğustosunda
yeniden tutuklanacaktı bu arada sıhhatına kavuşacak ve
darağacında sallanmaya elverişli hale gelecekti. Aynen öyle oldu.
Allahın inananları ortaya koyması ve içinizden şahidler edinmesi
için Allah zalimleri sevmez (1)
O halde 1954 trajedisi bir katliamdan ve İslami harekete yönelik
bir tasfiye eyleminden başka bir şey değildir. Suyonizmi ve
İngilizleri perişan eden General Muhammed Fergaliden İngilterenin
memnun olacağını mı sanıyorsunuz O Fergali ki İngilizler onun
başına tam beşbin cüneyh ödül koşmuştu. Onun cihad hareketinde-ki
kardeşi Yusuf Talatın başına da aynı şekilde ödül koşmuşlardı. Ya
Abdülkadir Udeh Siyonist ve Batılı sömürünün ondan memnun
olabileceğini düşünmek mümkün mü O Udeh ki karşılaştırmalı İslam
Ceza Hukuku alanında yepyeni bir çığır açmıştır. Onu nasıl böyle
bırakabilirlerdi Bu mümkün değil. Nasır adındaki bu insan bilerek
ya da bilmeyerek şeytana uşaklık etmiştir. Katliamı kuran
düzenleyen icra eden işte bu insandı. Kim bilir belki de şeytana
hizmet ettiğini bilmiyordu.
TURRA KATLİAMI Olayın Şahitlerine Ait Bir Belge
Katliamı bizzat gözleriyle gören ve hatta yaşayan güvenilir
kişilerin bana yazıp verdikleri bu belgeyi kitabın bu baskısına
koymayı tercih ettim.
Olay 1957 Haziranının ilk cumartesi günü vuku buldu. Kardeşler bu
katliamda 22 şehid ve yine 22 yaralı verdiler. Olay sırasında 6
kişi de aklını yitirdi. Olayın meydana gelmesine yol açan çeşitli
sebepler vardı. Bunları şöylece sıralayabiliriz
1- Doğrudan ve gerçek sebep Müslüman Kardeşler Ürdünde Cemal
Abdünnasırın lehine olacak bir inkılabı engellemişlerdi. Müslüman
Kardeşler Cemaatı Başkanının halifesi ve Ürdün Millet Meclisi
Başkanı Ab-durrahman bu darbeyi ortaya çıkarmış ve başarısızlığa
mahkum etmişti. Darbenin arkasında da yine Cemal Ab-dünnasır
vardı. Olanlara içerlenen Abdünnasır Turra zin-danındaki silahsız
savunmasız Kardeşlere bir darbe indirerek bunun öcünü almak
istedi. Böylece sıkıyönetim halk mahkemesinin haklarında verdiği
caniyane hükümleri de uyglamış olacaktı. Devlet Güvenlik polisi
müfettişi Ahmed Salih Davud Echur Remlden Mauhammed Şeyh ya da
Seyyid Şeyhe bunu ikrar ve itiraf etmiştir.
2- Doğrudan ve bahane niteliğindeki sebep O-laydan birkaç gün
önceydi. Bazı kadın erkek ve çocuklar mahpus yakınlarını ziyaret
ediyorlardı. Ziyaretçilerden bir ana göğsünden çıkardığı
pişirilmiş bir kuşu ziyaretçilerle mahpusları ayıran demir
parmaklıklardan oğluna u-zattı oğlu da bunu aldı. Bu duruma
sinirlenen hapishane görevlisi bir subay (Abdullah Mahir)
yakınlarının gözü ö-nünde Kardeşlerden altı kişiyi kelepçeleyerek
işkence koğuşlarına gönderdi. Bir yandan da ziyaret sırasında
karışıklıklara sebep oldukları ve ayrıca bir kadının oğluna kuş
eti vererek disiplinsizlik ettiği gerekçesiyle haklarında gereken
soruşturmanın yapılması için ziyaretçileri polis şubesine
gönderdi.
3- Dolaylı sebep Abdünnasır ve düzenini tehdit eden İslama karşı
duydukları kin. Bu bozuk düzen hiç şüphesiz toplumu daha da
yozlaştırıyor fakat öbür yandan bazı çıkar çevreleri bundan büyük
ölçüde yarar sağlıyordu. Bu adamlar üstelik tedhiş yasalarının
koruması altında ellerinden geleni yapıyordu. İslam ise bu adamları hem de düzenlerini tehdit ediyordu.
Bu Ziyaretten Sonra Neler Oldu
Kardeşler günün büyük bir bölümünü dağda çalışarak geçirdikten
sonra hapishaneye dönüyor ve akşamdan önce de koğuşlarına
giriyorlardı. Ancak bu ziyaretten sonra daha ikindi vaktinde
koğuşlara girmeye zorlandılar.
Bir gün Kardeşlerden biri mahzen adıyla bilinen bir koğuşun
önünde ikindi namazı kılıyordu. Bir subay geldi ve birden sert
bir şekilde namaz kılan Kardeşin a-yağı altındaki seccadeyi çekti
ve namazdaki bu masum insan neredeyse yüzüstü kapaklanıp
düşecekti. Ve ardından bağırdı Hemen koğuşuna gir Kardeş koğuşa
girdi. Ancak durum çok gergindi ufuk bulutlarla kaplıydı. Bu
arada hapishane idaresi çıkardığı bir kararla dağda 24 ayını
dolduran her mahpus idareye vereceği bir dilekçeyle dağda
çalışmaktan muaf tutulup liman içindeki şantiyede çalıştırılmayı
isteyebileceğini bildirdi. Bu karar üzerine Kardeşler derin bir
nefes aldı. Adı geçen ziyaret sırasında dağda bunun hasabını
sararım sizden diyen ve tehditler savuran mahut subayın şerrinden
korunmak düşüncesiyle Kardeşler bu yoldaki isteklerini idareye
bildirmeye karar verdiler. Çünkü mahut subayın tehdidi ciddi idi
ve tamamen korunmasız bulundukları hapishane dışında bu adam
üzerlerine kurşun yağdırabilirdi. Bahane mi yok kaçmaya
kalkıştılar ben de arkalarından ateş ettim derdi. Ayrıca
hapishane kanunları koğuş duvarları i-çinde mahpusa ateş
açılmayacağı açık hükmünü taşıyordu.
1957 Haziranının ilk cumartesi sabahı koğuşların kapıları
açılınca her kardeş Liman bildirisi uyarınca ilgili gardiyana
dilekçesini verdi. Bu durumda yapılması gereken şey şuydu
Kardeşler kendilerine tanınan bir hakkı kullandıklarına göre
koğuş subayı mahpusların verdiği dilekçeleri gardiyandan alır ve
idareye takdim eder. Dilekçeler sonuca bağlanıncaya kadar da her
zaman olduğu gibi ağaç kesimi için Kardeşleri dağa götürür ve
çalıştırırdı. Ama öyle olmuyor evrakları topluyor ve Kardeşlere
koğuşlarına girmeleri emrini veriyor. Sonra da gardiyana kapıları
kapatmasını emrederek saat 10a kadar kapılar kapalı kalıyor.
Saat 10da Kardeşlerden Hasan Devh Abdürrez-zak Emanüddin
Abdülhamid Hattabi ve Ahmed el-Bes üstadların isimleri anons
ediliyor. Hücrelerinden çıkarılan bu Kardeşler koğuş duvarları
üzerinde mevzilenmiş büyük bir asker kalabalığıyla karşılaşıyor.
Öyle ki aralarında üç metreden fazla bir mesafe bulunmamaktadır.
Üstelik her askerin elinde birer otomatik silah. Bundan başka
binanın çevresi cephane dolu sandıklar ve sert sopa ve
kırbaçlarla donatılmış. Bu da yetmiyormuş gibi koğuş duvarlarının
dışında ve liman alanında da sanki bir meydan savaşı varmış gibi
tetikte bekleyen askeri birlikler yer almış. Adları anons edilen
bu dört Kardeş koğuş sekreteri Muhammed Subhinin bürosuna
götürüldü. Sekreterin yanında hapishane müdürü Albay Seyyid Vali
ile birlikte bütün liman subayları bulunuyordu. Hepsinin elinde
birer tabanca vardı. Üstad Hasan Devha konuş dediler birşeyler
söyle. O da bir iki kelime konuştu. Sonra sırasıyla Abdurrahman
Emanüddin Abdülhamid Hattabi ve Ahmed el-Bessi konuşturdular. elBes şunları söyledi Silahla donatılmış bunca asker subay
çevremizi neden sardı Bu durum beni ciddi bir şekilde
kaygılandırıyor. Bu cephane ve sopa yığınları böyle bir tedbire
neden gerek duyuldu bütün bunlara sebep ne Eğer maksat Kardeşleri
vurmaksa bunlara gerek yok çünkü onların elinde herhangi ber şey
bulunmamaktadır. Hem onlar bunu hakedecek ne yaptılar ki Sayın
müdürden istirham ediyorum gereksiz yere kuvvete başvurmadan
durumu hikmet ve merhametle halletsin.
Bu sözler müdüre tesir etmişti. Ahmet el-Besse dönerek Vallahi
dedi vallahilazim ey filanca ben polislik hayatım boyunca her işi
kuvvetten önce hikmet ve merhametle halletmişimdir. Hizmet dosyam
bunun isbatıdır. Şimdi de aynı şeyi yapacağım emin olun. Bu
sözlerinden sonra müdür kalkıp limandaki bürosuna gitti. Bu dört
Kardeşi beklemekle görevli birkaç subayın dışındaki öteki
subaylar da müdürü izleyerek beraberce çıktılar. Bürosuna giden
müdür Hapishaneler Genel Müdürü ve dönemin içişleri Bakanı
Zekeriya Muhyiddiin ve tabii olarak da Başkan Cemal Abdünnasırla
ayrı ayrı telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşmelerin sonucu şu idi
Ne olursa olsun Kardeşler ezilecek ve tamamen yok edilmeye
çalışılacak
Birden aralarında eski genel sivil polis müfettişi Ahmet Salih
Davudun da bulunduğu birkaç genel istihbarat elemanının çevreye
dağıldığı görüldü. Herbirine yirmi ya de otuz Kardeşin
bağlanabileceği kalın zincirler dolaşmaya başladı ortada.
Gardiyan işe başlamıştı bile. İlk zincire Hattabiyi el-Bes ve
Emanüddini bağladı. Hasan Devh mi O daima tek başına tutulduğu
özel hücresine götürülmek üzere işkence koğuşuna gönderildi.
Daha sonra gardiyanlar Kardeşlerin bulunduğu koğuşları ikişer
ikişer açmaya başladılar. Önce iki koğuştan altışardan 12 kişi
çıkmıştı arayıp taradıktan sonra bunları alıp zincirlere
vurdular. Böylece ilk planda 15 kişinin zincirlenmesi işi
tamamlanmış oluyordu. Sıra 5. ve 6 koğuşlardaki Kardeşlere
gelmişti onlarda çıkarılıp a-rama ve zincirleme işinin
tamamlanması için liman meydanına götürüldüler. Biri hariç hepsi
oturmuştu. Subay a-yaktakine bağırdı Otursana veled Oysa buraya
konulmadan önce her Kardeşe görev unvanıyla hitap edilirdi.
Doktor ya da Başmühendis gibi. Bu durumdan fazlasıyla rencide
olan bu altı Kardeş büyük bir öfkeyle ö-teki Kardeşlerin
kapatıldığı koğuşların bulunduğu üçüncü kata çıktılar. Gardiyanın
elinden anahtarı alan şehid Kardeş Ali Hamza kapıları açarak
bütün Kardeşleri dışarı çıkardı. Hainlerin planı bu şekilde
başarısızlığa uğratılmış oldu. Plan gayet açıktı Bütün Kardeşler
zincire vurulacak ve sonra dağa götürülüp kaçmaya teşebbüs
ettikleri gerekçesiyle kurşun ve sopa yağmuruna tutulacaktı.
Emir böyleydi ve yüksek makamlardan gelen bu emrin mutlaka
uygulanması gerekirdi. Liman idaresi beraberindeki sivil polis ve
subaylarla yok etme planı üzerinde uzun uzun düşündükten sonra
zincire vurulan on-beş Kardeş başka bir bölümdeki hücreye
nakledildiler. Burada öğle namazını cemaat halinde kıldılar.
İmamlıklarını da tedavi için Vahatdan gelen bir Kardeş yaptı. Vahatdaki bu Kardeşler kendilerine yapılan işkencelere . katlanamaz
hale gelmişler ve belki salıveriliriz umuduyla geçmişte güya
yaptıklarından özür dileyerek hükümeti destekleyen bir gösteri
düzenlemişlerdi.
Dağdan dönen mahkumlar koğuşlarına konulmuşlardı. Bunlara mahsus
dört koğuş vardı ve hepsinin kapısı da üzerlerinden kapatılmıştı.
Hapishane içindeki atölyelerde çalışan öteki mahkumlar da aynı
işleme tabi tutulmuştu. Ancak Kardeşlerin bulunduğu bölümdeki
koğuşların kapıları açık bırakılmıştı. Kardeşler bu durumdan
umuda kapılmıştı. Sanmışlardı ki onaltı Kardeşin hücre-reler
kapatılmasıyla -ki Devh tek kişilik hücreye ötekiler de
zincirlenmiş olarak ayrı bir hücreye konulmuştu.-bu iş artık sona
ermiştir. Heyhat Başladılar öğle namazı için hazırlık yapmaya.
Bir yandan abdest alıyorlar bir yandan da hücreleri
temizliyorlardı. Birden evet birden müthiş bir manzara Büyük bir
askeri birlik başlarında subaylar bir numaralı binaya dalıyor.
Bir kısmı da dördüncü kata tırmanmış ve içlerinden bir subay
baskını haber veren bir el ateş ediyor. Bu baskın elbette İsrail
ü-zerine değildi. Kardeşler bunu sadece korkutmayı hedef alan
kuru sıkı ateş olarak düşünmüş bir an öyle sanmışlardı. Ama asıl
hakikati çok geçmeden anladılar. Gerçek kurşunlarla belirli
hedeflere ateş ediliyordu. Bu baskında pek çok Kardeş yerde buldu
kendini. Ayakta kalabilen-lerse koğuşlara kaçıp sığındılar. Bir
kısmı da orada ellerine geçirdikleri demir kazıklarla kapıları
içerden destekleyerek iyice kapattılar bu kapılar kolay kolay
açılamazdı. Diğerleriyse böyle bir imkandan mahrumdu. Kapı biraz
zorlandı mı açılabilirdi. Hain subay da öyle yaptı ve koğuşun bir
köşesine sıkıştırdığı Kardeşlerin hem de gögüslerine boşalttı
kurşunlarını. Kardeşlerin kapısını içerden iyice kapattığı koğuşa
gelen bir askerde kapının ortasında gözetleme deliği olarak
açılan bir boşluğa otomatik silahının namlusunu dayayarak mevcut
bütün kurşunlarını içerdekilerin üzerine boşaltıyordu. Artık kime
rastlarsa. Ölen ölüyor kalan kalıyordu. Bu kurşun yağmuru
yaklaşık bir saat sürdü. Artık yapacaklarını yapmışlardı olanca
güç ve imkanlarını kullanmışlardı. Sonunda bekledikleri hasadı
toplamaya gelmişti sıra 22 ölü ve 22 yaralı
Ortalığa korkunç bir sükunet çökmüştü. Şehidlerin can çekişmeleri
yaralıların iniltileri ve sıkıntı içindeki mahpus mücahidlerin
sessiz figanlarından başka bir şey duyulmuyordu çevrede. Bu hal
yatsı vaktine kadar sürdü. Ortalık toparlanmalıydı. Liman idaresi
hizmetindeki sivil polislerle birlikte mum ışığında -Çünkü
elektrik ışığı yoktu- ölü ve yaralıları toplamaya başladı.
Hapishane bahçesine inen yolda silahlı ve eli sopalı askerler
birikmişti yaralılar geçerken üzerlerine saldırıyor ve çoğunu
ölüler listesine dahil ediyorlardı. Bu katliamın kahramanı Mete
adında bir askerdi.
İş bu kadarla da kalmıyor eşi görülmedik bir vahşet örneği
sergilenerek Liman yetkilileri sivil polislerin de yardımıyla
ellerinde bıçaklar ölülerin cesetlerini özellikle kurşunların
bulunduğu yerleri didik didik ediyorlardı.
Sonra verdikleri raporda olayın Kardeşler arasında çıkan bir
kavga sonucu birbirlerini bıçakla yaralayıp öldürdük-ri ortalığı
yatıştırmak için müdahale eden hapishane görevlilerine de
saldırdıkları belirtildi. Takdire bakın ki savcılık yetkilileri
meslek şerefini ve kendilerine olan saygılarını bütün bütün
yitirmiş olmadıkları için olay üzerine ciddiyetle eğildiler
olanları anlamakta gecikmediler. Çünkü herhangi bir şekilde
isabet almış tek bir hapishane görevlisi bile yoktu. Hem bu derin
yaralar kurşun isabetlerini kamufle etemk içirj açılmıştı.
Sonunda ailelerini ebediyyen bırakıp giden bu zavallı
vatandaşların geride kalanları için en azından diyet hakkı
doğmaktadır bu hakların çiğnenmesini sağlayacak ve tamamen yalana
dayalı böyle bir soruşturmayı yürütemeyiz hakikat neyse o olmalı
dediler. Bunun üzerine söz sahibi makamlar bu yetkilileri derhal
değiştirdi ve yerlerine başkalarını getirdi. Tabi onlar da
soruşturmayı rafa kaldırdılar.
Liman doktorlarıysa değerli insanlardı çok gayret harcadılar.
Yetkililerden ağır yaralıların çok acele Kas-rulayni
hastahanesine kaldırılmasını istediler. Çünkü bu hastahanede her
türlü kurtarma tedavi araç ve usulleri mevcuttu. Ancak sivil
polisler bunu kabul etmedi. Bu iş yapılırken parola ölen ölür
değilmiy di dediler.
Aradan bir gün geçti. Katliam gününü izleyen günün akşamı birgün
öncesinin vahşet tablosunu seyreden atmosfer zor nefes alıp
veriyordu. Gecenin karanlığına gömülen 22 ceset yine ihanet
karanlığının kucağında dayanılmaz bir manzara çiziyordu. Taş
yürekli insanların yüklendiği bu cesetler sıkı güvenlik önlemleri
arasında değişik bölgelerdeki şehid ailelerine gönderiliyordu. Bu
şehidler ailelerinin elinde bile rahat değildi. Ne merasim ne
başsağlığı dilekleri ve ne de kabir ziyareti Bir damla göz yaşı
dökülmesine bile izin verilmiyordu. Çünkü her cesedin başında bir
bekçi vardı. Uzaktan yakından hiç kimse şehidin kabri başında üç
beş dakika durmayaı içinden geçiremezdi. Gözetim o denli
acımasızdı.
Olaydan üç gün sonra işkence dümeni ölümden ve yaralanmadan
kurtulan Kardeşlere doğru kırıldı. Bu kardeşler ilkin anadan
doğma elbiselerinden soyuldular. Sonra yırtık pırtık birer mahkum
pjaması verildi her birine. Daha sonra üç kişilik hücrelere 15 er
kişi halinde dolduruldular. Ertesi güne kadar tam 38 saat bu
hücrelerde ayakta durdular.
Olayın dördüncü günü Kardeşler 20 şer kişi halinde ayrı ayrı
zincirlere bağlanıyor ve yatsı vaktine kadar toprak üstünde
oturtulduktan sonra sanki gündüz-müşcesine ışıklandırılan Liman
kapısına sürülüyorlar. Meydan ise eli silahlı büyük bir asker
kütlesiyle kuşatılmış. Buraya götürülen Kardeşler askerlerin
ortasında korkunç bir görünüm içinde bekleyen arabalara
doldurulurlar. Ama nasıl Sözgelimi bir zincire bağlı Kardeşlerin
hepsi aynı arabaya binemiyor bir kısmı arabanın içinde kailken
bir kısmı da dışarda kalıyor. Bu durumda zorunlu olarak
birbirlerini çekiyorlar. Sıkışmalar ezilmeler kaçınılmaz oluyor.
Kafa göz el ayak hepsi birbirine karışıyor bilekler kırılıyor
duyulmayan çığılıklar göklere yükseliyor. Bu ön hazırlık da
bittikten sonra mazlumlar konvoyu motorsikletli askerler
kordonunda yola koyuluyor. Trafikten arındırılan Korniş caddesi
boyunca dizi dizi asker. Turra hapishanesinden yola çıkan konvoy
Kanatır-ı Hayriyye hapishanesine doğru ilerlemekte. Kardeşlerse
nereye gittiklerini biimemekteler. Nihayet Kanatır hapishanesi.
İkinci bir arama. Oysa elbiseleri bırakın aramayı gerektirecek
durumda olmayı vücutlarını bile kafi derce-de örtmemektedir.
Arama işi bittikten sonra kendileri için hazırlanan karanlık bir
binanın yan kapısından birer birer içeri alındılar. Birinci
kattaki her koğuşun önünde eli kırbaçtı bir as-- ker durmakatadır
önünden geçen her Kardeşe saldırıp vuruyor. Öyle ki birinci
darbenin acısıyla kıvranan Kardeş hemen araksından ikinci darbeyi
alıyor. Bunu üçüncü dördüncü... Yirminci darbe izliyor.
Karanlıklar içinde çığılık çığılığa bağıran Kardeş hangi yöne
gideceğini de bilememektedir. Bu arada binanın ortasındaki
merdivende bulur kendini kırbaçlı zebanilerin arasında. Bir asker
sırtında kırbacını şaklatarak ikinci kata çıkmasını emreder.
Birinci katta karşılaştıklarının tıpkısıyla ikinci katta da
karşılaşır ve nihayet hücresine girer. Her hücreye üç kişi alınır
sayı tamamlandıktan sonra gardiyan kapıyı ü-zerlerinden kitler.
Karanlıklar içindeki hücreyi el yordamıyla tanımaya çalışırlar.
Hücrede bulabildikleri eşya şunlardan ibarettir Üç küçük hasır
adest bozmak için bir kova ve sızan sularıyla hücrenin toprak
zeminini ıslatmış bezden yapılma bir matara. Bu karanlık gecenin
kurban hasadı da şöyleydi Aklını kaybeden altı kişi ve bir
öncekilerle birlikte sayıları elliye varan ölü ve yaralı
Tam sekiz ay kaldılar burada. Hücrelerden ancak birkaç dakika
için çıkabiliyorlardı. O da her hücreden ancak bir kişi olmak
üzere ve içinde kazuratların biriktiği kovayı helaya boşaltmak
için. Hücre kuyusundaki yerini almak gözleri bozulmuş yüzleri
sararmış ve bir deri bir kemik kalmış gölgeden hayaletten farksız
arkadaşlarına kavuşmak için çok hızlı bir şekilde geri döner.
Daha sonra Dr. Mustafa Nehhas banyo yapmasına izin verdi. Tabi
soğuk kış günlerinde. Binanın rutubeti zaten yetip artıyordu.
Hapishane binasını çevreleyen deniz ve ağaçlarsa havayı büsbütün
çekilmez etmişti. Bina deniz ortasındaki küçük bir ada gibiydi.
Ve Güya Banyo
Olayın şahidi anlatıyor Hamama epeyce bir mesafe kala
elbiselerimizi çıkarmamız emredilirdi. Anadan doğma çıplak
vaziyette tek sıra halinde dizilirdik. Sonra altışar kişilik
gruplar halinde hamama doğru koşmamız emredilirdi. Hamam
kapısının önündeki asker elimizdeki kirli elbiseleri alır yerine
daha pis elbiseler verirdi. İçeri tek tek giriyorduk. Gardiyan
buz gibi soğuk suyu birden açıyordu üzerimize bir dakika sonra
içeri giren eli kır-baçlı bir asker hem vuruyor hem de bir yandan
çabuk giyinmemizi emrediyordu. Bazılarımızın ceketini ayağına
pantolonunu da başına geçirdiği olurdu. Çok acele hamamı
terkederdik. Güya kullanmamız için verilen sabunları akşam olunca
askerler toplar evlerine götürürlerdi. Allahı unuttular Allah da
onlara kendilerini unutturdu. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.
(Haşr/19)
Vahata
Bu dayanılmaz işkencenin üzerinden 13 ay geçmişti ki Vahat
hapishanesine gönderilmek üzere bazı Kardeşleri bir kenara
ayırdılar. Maksat belliydi. Bu Kardeşler Vahatda oraya özgü
işkencelere tabi tutulacaklardı. Ötekiler ise Turra olayında köşe
taşı olan Davet düşmanı Abdul es-Selüme adlı subayın emrinde
bırakılmıştı. Bunları da yeni Vahat cehenneminden daha zorlu
işkenceler bekliyordu.
TURRA LİMANI ŞEHİDLERİ
(3 Zilkade 1376 h. - 1 Haziran 1957 m.)
1- İbrahim Mahmud Ebuddehb - Öğretmen - İs kenderiye.
2- Ahmed Hamid Ali Karkar - Muhasebeci -Dendit - Mitgamer.
3- Ahmed Mahmud Şenavi - Buzdolabı işçisi -Kahire - Abbasiye.
4- el-Ahmedi Abduh Mütevelli - Ziraat Fakültesi öğrencisi Ebuşşakuk Şarkıyye.
5- Enver Mustafa Ahmed - Tabak - Kahire Mıs-relkadime.
6- Hayri İbrahim Ayta Ezher Lisesi öğrencisi -Cize imbaba.
7- Hacı Razk Hasan İsmail - Çiftçi - Kefer Şeyh Kefer Mürazaka.
8- Sadüddin Mahmud Şevki Memur - İmbaba.
9- Seyyid Azb Savan - Gazel Şirketinde memur el-Mahalletülkübra.
10- Seyyid Ali Muhammed - Bakır tüccarı - İskenderiye.
11- Abdulfettah Mahmud Ataullah - Terzi - Kefer-Vehb - Kuyisna.
12- Abdullah Abdulazizi Cündi Demiryolları işçisi Şubralkahire
13- Osman Hasan id - Darululum Fakültesi öğrencisi - Kalatulkebş
- Kahire.
14- Osman İzzet Osman (ismet) Süveyş Gümrüğü memuru - Süveyş.
15- Ali İbrahim Hamza - Gömlekçi - Hilvan.
16- Fehmi ibrahim Nasr - Lise öğrencisi - Behvaş Menufiye.
17- Muhammed Ebulfetuh Kavvare - Matbaacı -Azbenasıf - Menufe.
18- Muhammed Seyyid Afifi - Memur - Böynessi-rayat Cize.
19- Mahmud Abdulcevad Attar - Terzi - İskenderiye.
20- Mahmud Muhammed Süleyman Tamavi - Demiryollarında Mühendis Abbasiye
21- Mustafa Hamid Ali - Lise öğrencisi - imbabe Cize.
Haber alma ajansları bu Kardeşlerin şehidi edildiğini kamuoyuna
duyurunca Mustafa Emin önce içişleri Bakanlığına arkasından da
Cumhurbaşkanlığına telefon etti. Hepsi de bu haberin Mısırı
dünyanın gözünde küçük düşürmek amacıyla sömürü tarafından
uydurulan bir yalan olduğunu söylüyordu işte Hürriyet yalnızca
halkın hürriyetidir Halk düşmanlanna hürriyet yok sloganlarını
taşıyan hürriyet Bu sloganlarda sözü edilen halk düşmanları Lafon
davasında hapse mahkum edilen Yahudiler değildi. Çünkü bunlar
bulundukları hapishanelerde bile her türlü rahat ve kolaylığa
sahiptiler. Yalnız bunlar mı İslam davası dışındaki tüm mahkumlar
Sinir krizleri yüzünden hayatlarını kaybeden Kar-deşlerse
şunlardır
22Muavvıd Ebu Zehra Yemedi içmedi hatta konuşmadıda Sonunda öldü
23- Muhammed Fatih.
24- Abdulhalim Şahate.
1965 KATLİAMI
1965 katliamının tezgahlayıcısı hiç şüphesiz Ab-dünnasır idi.
Bunu anlamak hiç de zor değil. Abdünnasır Rusyadan silah ve
çeşitli savaş malzemeleri almak ihti-yacındaydı. Bunun için de
Rusyaya şirin görünecek bazı şeyler yapması gerekiyordu. Bu işte
en karlı yolun müminleri vurmak ve Müslüman Kardeşleri ezmek
olduğunu düşündü. O yüzden Abdünnasırı Kiremlinde görüyoruz. 6
Eylül 1965 de Müslüman Kardeşleri yakıp yıkmakla tehdit eden bir
mesaj yayınlıyor Kiremlinden. Mesaj yayınlanır yayınlanmaz da
Mısırdaki zebanileri emri derhal uygulamaya koyuyorlar. Bir gece
içinde Abdünnasırın verdiği rakamlar esas alınarak binlerce
Kardeş hapsi boyluyor. Bu Rusyanın olaydaki dahlini gösteren bir
yaklaşımdır. İktidarda kalma hırsı da ayrı. Üzerinde titrediği
bir andlaşma vardı buna muhalefet eden bir cephe istemiyordu
karşısında. Bu andlaşmanın bölümlerinden biri Kesin çözüm
Sosyalizmdir ana başlığını taşıyordu. Küslüman Kardeşlerin Kuran
düsturumuzdur İslam hükmün esasıdır. ve Kesin çözüm İslamdır
sloganlarının karşılığı olarak koymuştu bu bölümü.
Olaya bir de Amerikanın rolü açısından yaklaşmak gerekir. Burada
üstad" Muhammed Kutubla aramda geçen bir konuşmadan söz etmek
isterim. Muhammed Kutub 1965 yılı tutuklanmalarından önce çıkan
kitabları-nı takdim etmek için Doktor Muhammed Mehdi Allam
üstadımıza gider. Üstadın yanında bir müsteşrik ile karşılaşır.
Müsteşrik Muhammed Kutuba Yazıların fikir ve üs-lub itibariyle
kardeşinin çizgisinde midir diye sorar. Muhammed Kutub Ben
yazıyorum o da yazıyor cevabını verir. Müsteşrik devam eder Biz
özellikle üstad Seyyid Kutubun yazdıklarına büyük önem veriyor ve
inceliyoruz. Tabi genelde öteki İslamcı yazarların yazdıklarına
da. Her birinin nasıl yazdığını nerelerden kaynaklandığını bilmek
öğrenmek istiyoruz. j(Müslüman Kardeşlenin düşünce çizgisinde mi
(Sofiler)in istikametinde mi (Şeri cemiyet) ya da (Sünnet
ihyacıları) çığırında mı sürdürüyor yazı eylemini buna bakarız.
Çünkü her cemaatın bir fikir üslup ve çizgi özelliği vardır ve bu
özellikle diğerlerinden ayrılır.
1965 yılında Kardeşlerin inkarcı ve maddeci a-kımlar arasında
eylemci bir islami akım başlatmayı başardığına tanık oluyoruz.
Cami ve kulüpleri halktan adeta devralmışlardır. Bu iki koldan
harekete geçerek bütün düşünür ve yazarlara savaş açmışlardır.
İşte Merkezi Haber Alma Örgütündeki Yazarları Denetleme
komiteleri Amerikan kamuoyunun dikkatini çekerek bu İslami
hareketin şiddetle ve mutlaka bastırılması gerektiği
vurguluyordu.
Soru Cemal Abdünnasırın niyeti ortada olduğuna göre bu durumda
yapılacak en makul iş onu öldürmek değil miydi
Cevap Biz biliyor ve inanıyoruz ki hakkın sesi tabancanın
sesinden daha güçlüdür. O nedenle bu işi Allaha havale ettik
intikamını O alsın dedik. Onun muamelesinden daha güzel bir
muamele Onun cezalandırmasından daha etkili bir cezalandırma
olamazdı.
Soru Peki Seyyid Kutub neden idam edildi
Cevap Edinilen en son bilgiler şunlar Merkezi Haber Alma
örgütünün sürekli Mısırda kalan bir heyeti vardı. Bu heyetin
görevi Mısırda yayınlanan kitapları o-kuyup incelemek ve Mısır
düşünce gelişimini izlemekti.
Tabi bütün bunları raporlar halinde Amerikaya bildiriyorlardı.
Gördüler ki Seyyid Kutub Hasan el-Bennanın açtığı çığırda ve onun
düşünce çizgisinde yürüyor yazıyor durumu derhal rapor edip Hasan
el-Benna gibi mutlaka onun da öldürülmesi gerektiğini
bildirdiler.
Mesele nedir Mesele toplumu cahiliyeden İslam-a çıkarmayı hedef
alan canlı İslam ilkeleridir. Verilen mücadele işte böyle bir
değişimi sağlamak içindi. Seyyid Kutub da bu uğurda öldürüldü.
Cennette şehidler için hazırlanan özel makamlar Allah Resulünün
yolunda yürüyüp de şehid düşen sahiplerini bunun için bekliyor.
Elbette bu şehidler bizim aramızdan çıkacaktır.
Soru Rica etsek şehid Seyyid Kutubun öldürülmesine kadar geçen
süre içinde olanlardan bahseder misiniz İdamın infazını
durdurmaya yönelik .çalışmalardan da
Cevap Bir hukukçu olarak bilirsiniz ki 60 yaşını aşanların idam
cezası ömür boyu hapse çevrilir. Ancak burada mesele kanun
meselesi değildi. Biz kanunla hükmetmiyorduk ki. Sudanda ve öteki
İslam ülkelerinin tamamında Seyyid Kutup ve arkadaşlarının
serbest bırakılmasını isteyen bir büyük çapta gösteriler
düzenleniyordu.
Başkan Nasır son ve gizli emir verdi Artık bu işi bitirin. Bir
oldu-bittiye getirerek Arap ve İslam dünyasındaki şiddet
alevlerini söndürün yükselen sesleri susutu-run. Emir aynen
uygulandı ve Seyyid Kutup sessiz sedasız idam edildi. Her şey
olup bittikten sonra dünya kamuoyu olayı öğrenmişti. Dilerseniz
bir de şu olayı anlatayım Bir gece uyuyorduk. Bazı Kardeşlerimiz
tabi merak şevkiyle koğuşlardaki deliklerden dışarıyı gözetlerken
bazı silahlı gardiyanların Muhammed Nevvaş ve Abdul-fettah İsmail
ile birlikte olduğunu görürler. Bunlar idama mahkum olmuşlar ve
karar vicahi olarak kendilerine duy-rulduktan sonra daha önce
bulundukları büyük hapishanedeki koğuşlarından alınarak küçük bir
hücreye konulmuşlardı. Şimdi buraya da elbiselerini almak için
geldikleri anlaşılıyordu. Birden idam cezasının infaz edildiğinin
haberi duyuldu. Mutad icraat ve işlemlerden hiç biri yapılmadan
hem de. Sözgelimi hapishaneler yönetmenliğine göre hüküm infaz
edilmeden önce mahkum tartılır nabzı kan basıncı ölçülür ailesine
haber verilir vasiyye-tini yazma fırsatı tanınır ve son arzuları
yerine getirilir. Bu iki şehide bu haklardan hiç biri
tanınmamıştı. Arap ve İslam dünyasında pek çok gösteriye neden
olan bu a-damlardan bir an önce kurtulmaktı mesele. Ne iğrenç ne
yüzkarası bir tablo değil mi
Soru Davetçilerin sonu neden darağacı olmuştur
Cevap Bu sorunun cevabını Mağribde yayınlanan
Şaban 1365 sayılı en-Nur dergisi veriyor birlikte okuyalım
(Amerikanın Kahire sefiri Mr. Cafre Cemal Abdün-nasırı ziyaret
ederek Müslüman Kardeşleri ortadan kaldırdığı takdirde Amerika
Birlekşik Devletlerinin kendisine her türlü yardımı yapmaya hazır
olduğunu bildirdi. Bunun üzerine yönetimde İslami esaslara
uyacağına dair yemin ederek söz veren Nasır bu sözünü tanımamaya
başladı. Müslüman Kardeşlere karşı takındığı tavır da
değişivermişti. Bu görüşmeden sonra tabi Mr. Cafre de Beyaz
Sarayda Başkanın müsteşarı oldu. Daha sonra özel temsilci
sıfatıyla Arap ve İsrail bölgelerini dolaştı. Amerikaya
döndüğünde Arap ve İsrail arasındaki barıştan söz eden bir rapor
sundu ve Böyle bir barış mümkün ancak Müslüman Kardeşlerin
ortadan kaldırılması şartıyla. Çünkü bu konuda aşılması imkansız
zorlu geçit görünümü sergiliyor Müslüman Kardeşler. Gerek Mısırda
gerekse öteki Arap ükelerinde böylesine siyasi bir etkinliğe
sahipler. dedi.)
Rapor Amerikada yayınlanan Life dergisinde yayınlanmış ve
tutuklamalar işkence ve idamlar başlamıştı. Bu olayalar 1954
yılına rastlar. Aradan 20 yıl geçtikten sonra yine benzerleriyle
karşılaşıyoruz. Çünkü sebepler aşağı yukarı aynı.
Mytshecen Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Meets-hal de profesörlük
tezinde Müslüman Kardeşlerin İslam anlayışı hareket ve
faaliyetleri sahip oldukları çizgi içte ve dışta karşılaştıkları
bütün düşmanlıkların tek sebebidir der.
Robert Jackson da şunları söyler d) Sağlık durumu iyiden iyiye
bozulan Seyyid Kutub o nedenle affa uğradı ve 1964 yılında
hapishaneden çıktı. 1965 Hazi-ranında yeniden tutuklandı. Sağlığı
bozulmuş bir yazar düşünce adamı devrim plaları için vakit
bulabilmiş midir Bu işin o kadar kolay olmadığı açık. Nitekim 23
Temmuz 1952 hareketini yürütenlerin de zikrettiği gibi bu tür
eylem planları hem de silahlı kuvvetlerin ortasında 1940 lardan
1952 lere kadar uzunca bir hazırlık dönemini kapsamıştır. Ortada
böyle bir tecrübe de varken e-vinde hasta yatan Seyyid Kutubun
hem de sürekli sivil polis gözetimi altında bulunurken devrim
planladığı nasıl iddia edilebilir
Seyyid Kutub tutuklandığında evinde arama yapılmış ve
kitaplarından telif eserlerinden başka bir şey bulunamamıştır.
Peki bu durumda hangi silahla devrimi gerçekleştirecek ve
yönetimi ele alacaktı
Sadece inkılap hakkındaki düşüncelerinden dolayı tam on kişinin
tasfiye edildiği nerede görülmüştür Madem öyle inkılap
girişimindeki payı hesaba katılarak askeri kuvvetlerin ve silahlı
halk örgütlerini de yanına alan merkez kuvvetleri bu dava
dolayısıyle neden tasfiye e-dilmemiştir Onlara niçin
dokunulmamıştır
Seyyid Kutub davası Alal el-Fasinin (1) de dediği gibi Hak ve
hakikat davetçisi olan herkesin davasıdır. Gören herkesin rahatça
anlayabileceği gibi dava adamı her müslümanın başına gelenlerdir
onun başına gelenler. Böyle bir dava adamı kalbindeki iman
kökleri iyice sağ-lamlaştıktan sonra insanların gönlüne giden
yolu iyi bilir. Artık kafasındaki ilkeler kendini istikametini
bulmuştur sahip olduğu irrjan ve idraki pratikte uygulama
safhasına dökmüştür. Yazdıklarıysa kalblere zihin ve ruhlardaki
yerine doğru yol almaya başlamıştır.
İslam düşmanları bu dava adamının önünde duramaz artık.
Fikirlerinin susuz kalblere çıkış arayan ruhlara şaşıran
zihinlere doğru yol almasını önleyemez. İnsanlık halka halka onun
çevresinde toplanır. Seyyid Ku-tubun içinde bulunduğu realite
işte bu idi.
İşte bunun için fikrini bertaraf etmek gayesiyle onu idam
ettiler. O da Rabbine yürüdü ama fikirleri yine kaldı.
Seyyid Kutubun yazılarında sosyal konularla ilgili yanlış
anlamalara sebep olan yabancı kavramlar bulma(1) Bir İslam düşünce adamı olan Fasi aynı zamanda Merakeş
İstiklal Partisinin de lideridir.
ya çalışanlara onun şu ebedi sözünü hatırlatmamız gerekir. Şöyle
diyor Biz hakim değil davetçiyiz. insanları hidayete çağıran
davetçileriz. Şurada burada hayatlarını Allanın nasıl sona
erdireceğini bilmediğimiz insanların karşısına hakim konumunda
çıkamayız buna hakkımız yok. Amel hususunda titiz davrananlar
yaptıklarına güvenmemelidirler. Çünkü itibar sonuçlaradır.
Seyyid Kutub şehid edilmek üzere bulunduğu sırada bile daha önce
yazdığı şu cümleleri tekrarlıyordu İslam davetçisi mümin olduğu
sürece galip durumundaki muhalifine yüksekten bakar. Kesin kesin
inanır ki içinde bulunduğu yenilgi durumu geçicidir ve kısa bir
süre sonra iman yeniden şahlanacaktır kimse bunun önüne geçemez.
Farzet ki ölüm çıktı karşısına yine baş eğmeyecektir ona.
İnsanlar nasıl olsa ölecektir ama o şehid olacaktır. Galibi bu
dünyadan cehenneme doğru yol alırken o cennete uğurlanacaktır. Ne
müthiş fark O Rabbisinin şu nidasını dinlemektedir Kafirlerin
diyar diyar gezip refah içinde dolaşması sakın seni aldatmasın az
bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne
kötü bir durak Ancak Rabblerinden korkanlara Allah katında
ziyafet olarak içlerinden ırmaklar akan cennetler vardır. Orada
ebedi kalırlar. Allah katında o-lan iyiler için daha hayırlıdır.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÇEVRESİNDE BİR TARTIŞMA
Soru Bazıları Müslüman Kardeşler hareketinin Krala karşı direnen
tek silahlı güç olduğunu söylüyor. Za-tıailinizin bu konudaki
görüşü nedir
Cevap Kardeşlerin daveti yüzdeyüz İslami idi. Zorba kafirlerle
savaşmak ve onları topraklarımızdan sürüp çıkarmak da İslamın
bize yüklediği bir görevdi. Bu arada hürriyet içinde yaşayan
toplumumuz sömürünün istilasına uğramıştı. Hal böyle olunca gerek
Mısır gerekese öteki İslam ülkelerini istiladan temizlemek için
harekete geçip silah topladık savaşlar hazırladık. Halkın cihad
hakkını e-linden almasın diye hain yöneticilerden durumu
gizledik.
Yönetimin başındakileri kurtuluş hareketinin içine sokmayı
başarmıştık. Bu hareket Filistindeki siyonizme karşı mücadele
verirken ikinci dünya savaşı sonrası Mısırdaki İngiliz işgaline
karşı da bir direniş gücü olarak etkinliğini sürdüyordu. İşte bu
gelişmelerden sonra Hükümet bizim cihad konusunda neler
yapabileceğinize dair bir bilgi edinmiş oldu. Ama bu bilginin
hacmi baştakilerin iman ve milliyetçiliklerine duyulan güven
kadardı.
Soru Bazıları da Kardeşlerin inandığı ilkelerin mutlak doğru
olduğunu diğerlerinin inandığı ilkelerinse yine mutlak yanlış bir
muhtevaya sahip bulunduğunu iddia ediyor. Zatıalinizin bu
konudaki fikrini istirham etsem
Cevap Biz gayemiz Allah Liderimiz Peygamber ¦ düsturumuz Kuran
yolumuz cihad ve Allah yolunda öl-mekdir diyoruz. Yine diyoruz ki
Gayemiz İslamı gerçek manada anlayan onunla amel eden ve
silkinişe yönelik her harekette onu esas alan yepyeni bir nesil
oluşturmaktır. Doğruların bir değil de birden fazla olabileceğini
de her zaman ihtimal dahilinde tutarız. O yüzden İmam İttifak
halinde olduğumuz konularda yardımlaşırız görüş ayrılığına
düştüğümüz konulardaysa birbirimizi mazur görürüz derdi. Hatanın
karşıtı olan doğrunun birden fazla olabileceğini söylerken bundan
batılın karşıtı olan hakkın birden fazla olabileceği manası
çıkarılmamalıdır. Merhum şöyle derdi İslam için çalışan bir
cemaatın güçlü halde bulunması zayıf_ durumda bulunmasından
hayırlıdır. Böyle bir cemaatı zayıf düşürmeye çalışmaksa hiç
doğru değildir. Üstad bu tür cemaatlerin zedelenmesine asla izin
vermezdi.
Söylediklerimiz ana hatlarıyla şunlardır Yepyeni bir İslam nesli
oluşturmamız için öncelikle Allah Resulünün ortaya koyduğu İslam
toplumu hakkında Müslümanları sağlıklı bir bilgiye sahip kılmamız
gerekiyor. Günlük hal ve harekatımızı yaşayışımızı o topluma
uydurmaya çalışmamız kendimizi o toplumun terbiyesiyle
yetiştirmemiz şarttır. Çoluk çocuğumuzu aile ve yakınlarınızı
hatta amiri durumunda bulunduğumuz kişileri de aynı havaya
sokmamız gerekir Önce kendini ıslah et sonra başkalarını çağır
cümlesi parolamız olmalıdır. Davet alanında birlikte çalıştığımaz
kişiler hakkında daima iyi düşünmeliyiz. Onlarla birlikte
olduğumuz sürece parolamız Nefsini suçla kardeşin hakkında iyi
düşün olmalıdır. Daha önce İslam için çalışanlar olmuştur onların
geriye bıraktığı tecrübehazinesini görmemezlikten gelemeyiz.
Üstadın Presipler Risalesinde İslam düşüncesinin esaslarına dair
ayrıntılı bilgiler vardır. Davet erlerinin yazdığı diğer
eserlerde de bu düşünceye dair geniş açıklamalar mevcuttur. (1)
Ayrıca İşçi Kardeşin Görevleri adlı risale i-le Kardeşlerin
çeşitli zamanlarda düzenlemiş olduğu toplantılarda İslami
uygulamalar konusunda eğitim metotları sergilenmiştir. Yeni bir
İslami nesili oluşturmak için önce bu safhalardan geçmemiz
gerekiyor.
İşte İslam toplumu böyle bir sükunet ortamında ve kendi
kendiliğinden oluşur. Bu şekilde oluşan bir İslam toplumu kendi
içinden kendi hakim güçlelrini de çıkaracaktır. Çünkü bir şeyin
madeni neyse kendisi de o olur.
Kardeşlerin daveti gaye ve vesile bakımından kıtı Seyyid Kutub
Fethi Yeğen Abdulkerim Zeydan Mustafa Meşhur Abdulka-dir Udeh
Abdulmüteal el-Cebri ve Said Havva gibi Kardeşlerin eserleri.saca
işte bu. Kim bu yolda yürürse doğru yolda hak yolda olur.
İnancımız odur ki bu davetin dayandığı esas Allahın kitabında
beyan ettiği ve Resulünün de ashabıy-la birlikte aynen uyguladığı
sistemdir. Önümüzde Allah Resulünün hayatı var Onun bu sisteme
bağlı cihadından bize intikal eden tecrübeler mevcut. Şöyle
söyliyeyim eğer başımıza belalar geliyorsa bundan yolun
doğruluğunu gösteren bir mana çıkarırız. Çünkü bizden önceki
samimi dava erleri bu tür belalarla karşılaşmışlardır. Müslüman
Kardeşlerin dışındaki İslami cemaatların yürüttüğü davet
eylemlerine gelince Allahın verdiği muvaffakiyet idrak ve takat
ölçüsünde onları da birer cihad hareketi kabul ederiz. Hadisi
şerifte Herkes fıtratına uygun olanı başarır. buyuruluyor.
Soru Merhum Üstad Hasan el-Hüdaybinin Müslüman Kardeşler
hareketindeki rolü nedir
Cevap Üstad Hüdaybinin rolü mü Bunu şöyle anlatayım Bir kere o
sebatta şecaat ve atılımda İslami hareketi eritmeden sağlam bir
yapı halinde ayakta tutmakta mükemmel ve örnek bir liderdir.
Tahrir Irkçı Birlik Sosyalist Birlik gibi gruplara katılmama ve
herhangi bir kabineye girmeme konularındaki isabetli kararlarıyla
Davet gücünü potansiyelini dağılmaktan çürümekten koruyan
kurtaran adamdır. Kardeşler topluma İslamı haysiyet ve hürriyeti
kazandırmaya çalışıyordu yoğun bir eğitim faaliyeti içindeydi.
el-Hüdaybi üstün sevk ve idaresiyle Kardeşlerin bu çabalarınıboşa çıkarmaktan korumuştur. Sonra bütün bu grupların
kuruluşların çıkarcıların komünistlerin emrinde olduğu apaçık
ortaya çıktı. İçlerinde ancak pek az kişi milliyetçilik davasında
samimi idi fakat onlar da egoist zorbaların tufanında boğulup
gitmişti. Nitekim gelmiş geçmiş bütün kabineler
Cumhurbaşkanlığına bağlı sekreterlikten farksızdı. Biri kazara
Hımmm demeyegörsün işinize son verildi denirdi hemen tıpkı Mısır
mizahında olduğu gibi. Ezher Rektörü Muhammed Hudari Hüseyin ki
makamının ehli olmasına rağmen görevden uzaklaştırılmıştı.
Mühendis Abdulaziz Ali ve Dr. Hilmi Murad başarılı iki bakandı
onların da atıldığını sanırım hatırlarsınız.
Sonra İmam el-Hüdaybi Müslüman Kardeşlerin bakış açısını
belirleyendir. Hatta gezip dolaştığı Arap ülkelerinde Filistin
davası konusunda Müslümanları uyaran ne yapmaları gerektiğini
öğretendir. Gayet açık bir üslupla Filistinlilere şöyle
haykırmıştır Arap devletleri birbiriyle uğraşıyor İsrail ise
yapacaklarını yapmaya devam ediyor. Eğer Filistinliler ülkelerini
gerçekten seviyorsa zorbaların elinden geri almak için bir an
önce kendileri harekete geçmeliJer 1954 yılında yaptığı bir gezi
sırasında ahmak arap politikacılarına şu sözleri söylemiştir
Filistindeki bir köyü savunmak Kahireyi savunmaktır
Mekkeyi Medineyi savunmaktır diğer Arap şehirlerini başkentlerini
savunmaktır. Arap devletleri bu gerçeği idrak etmek zorundadır.
Filistin davasına yapacakları yar-mı bir iane sadaka olarak
göremezler. Nefsi müdafaanın Arap ülkelerinin hepsini birden
tehdit eden tehlikeyi ortadan kaldırmanın ana esaslarından
biridir bu
Üstad el-Hüdaybi Daveti her zaman yozlaşmaktan korumuştur. Ahrar
diktası onu muhalif grup hakkında küfürle hüküm vermeye
zorlamıştı. İslami hükümlerin baskı altında sağlıklı bir şekilde
ortaya konamayacağını bildirerek bu işten kurtulmasını bilmiş ve
o meşhur Biz hakim değiliz sadece davetçiyiz sözünü söylemiştir.
Onun bu keskin kararının Cemaatın bütünlüğünü muhafazasında büyük
etkisi olmuştur. Döneminde hiç kimse O-nun kadar zorbalar
karşısında başı dik durmamıştır. Hakka bağlılıkta sabır ve
sebatta aşılmaz bir dağ gibiydi. Nihayet hem razı hem de rıza
kazanmış olarak Rabbine kavuştu. Allah Onu geniş cennetleriyle
armağanlandırdı.
Soru Bugün de Müslüman Kardeşler Cemaatına karşı çıkan var mı
Cevap İslam daveti hiç şüphesiz ebede kadar batılla mücadeleye
devam edecektir. Neden mi Çünkü Allah Resulüne bile karşı
çıkanlar olmuştur. Halbuki O kavmi arasında doğruluğu ile
biliniyor ve söyledikleri kabul görüyordu. Dürüstlüğü herkesçe
malumdu. Biliyoruz ki onların söyledikleri seni üzüyor. Aslında
onlar seni yalanlamıyorlar.fakat o zalimler bile bile Allahın
ayetlerini inkar ediyorlar. (1)
Şüphesiz mesele savunduğumuz ilkeler meselesi değil. Bu ilkeler
doğru mu yanlış mı tartışması yok ortada. Mesele şu Karanlıkta
yaşayan yarasalar ışıkla karşılaşmaktan İslami davet ışığıyla
yüzyüze gelmekten korkuyor hem de şiddetle. Çıkar çevreleri resmi
makamlarca beslenenler ve arkalarındaki haçlı Siyonist sömürü
Siyonizm ve komünizm bütün bunlar bazı kişileri çalıp ö-zel
olarak işliyor ve tam "kullanılır hale geldikten sonra zalimlerin
eline maşa olarak takdim ediyorlar. İşte bütün mesele bu güruhun
kasıtlı düşmanlığıdır. Sahih-i Buhari-den şöyle bir hadis
zikredelim burada Huzeyfe bin Ye-man anlatıyor Ashab bir sohbet
sırasında Allah Resulüne hayırdan soruyordu. Ben de
karşılaşabilirim korkusuyla serden soruyorum. Dedim ki Ey Allahın
Resulü cahiliye ve şerr içinde bulunuyorduk Allah bizi bu hayra
yani İslama hidayet etti. Bu hayırdan sonra karşımıza tekrar
çıkacak bir şer var mıdır Evet cevabını verdiler. Peki bu serden
sonra hayır var mıdır dedim. Evet a-ma üzerinde bir bulanıklık da
olacak buyurdular. Nedir bu bulanıklık üstü kapalılık diye
sordum. Buyurdular ki
(1) Enam suresi 33
Yakınımızdan bazı insanlar dilimizle konuşurlar bazen tanırsın
bazen de tanıyamazsın. Sordum Bu zamanla karşılaşırsam ne yapmamı
emredersiniz Müslümanların cemaatına ve imamlarına sarılırsın
cevabını verdiler. Dedim Ya cemaatları da imamları da yoksa
Buyurdular O grupların tamamından ayrıl git istersen bir ağacın
köküne tutun dişlerinle kavrayarak
Kuran-ı Kerimde ne güzel buyrulur Kendi milletlerine uymadıkça
Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnud olmayacaklardır. (1)
Hazreti Adem ve oğulları ile şeytan arasındaki düşmanlık hikayesi
hakla batıl arasındaki mücadelenin sürekliliğini vurgulamaktadır.
Çünkü İblis cennetten ko-ğulduğunda Rabbine Senin kudretine and
olsun ki onlardan sana içten bağlı olan kulların bir yana hepsini
azdıracağım (2) dedi.
Soru Partiler yeniden kurulsa Müslüman Kardeşler Cemaatı da
harekete geçer mi ne dersiniz
Cevap Gelin bu sorunun cevabının Cemal Ab-dünnasırdan dinleyelim
şöyle diyor Müslüman Kardeşler Cemaatı ölümsüz bir topluluk.
Ondan nasıl kurtulacağımızı bilemiyoruz. Biz Sosyalist Birlik ve
benzeri teşkilatlarımız için binlerce cüneyh harcıyoruz
varlıklarını sürdürebilmeleri için sayısız defalar maddi destek
sağlıyoruz gelişip serpilsinler diye her türlü imkanı önlerine
seriyoruz. Ama ne oluyor Biz ıslah etmeye çalıştıkça onlar
batıyor adeta. Oysa Kardeşler her zaman dimdik ayakta
hayatiyetini sürdürüyor. Sosyalist Birliği temizlemeye büyük önem
veriyoruz. Onu kökünden sarsıp kendine getirmek saf bir şekil
vermek istiyoruz. Öte yandan şu gerçeğin farkındayım Kardeşlerden
herhangi biriyle sokağa binlerce cüneyh at hiç korkun olmaz
kaybolmaz çünkü. Dürüstlüklerine kimse bir şey diyemez. Biliyorum
ki tutuklanan Kardeşler suçsuzdur. Ancak bunlar bir gizli ordu
durumunda kopmaları mümkün olmayan ilkelerini savunuyorlar. Zaten
bunun için bir araya gelmişler işte ben de bundan dolayı
tutukladım onları. Güvenliğimizi sağlayabilmemiz için bu şarttı.
Çünkü onlar inançlarını hiçbir zaman unutmadılar ve ebede kadar
da unutmayacaklar.
Doğru Müslüman Kardeşler ölmeyen bir davettir. Ya da John Conynin
Amerikada yayınlanan bilimsel nitelikli hıristiyan Montiez
dergisinde Amerikalı bir yetkilinin diliyle söylediği gibi
Müslüman Kardeşler Cemaatı yokluğa karşı sıkı tedbirlerle
donanmış sağlam bir kaledir.
Neden mi Çünkü o Allah Resulünün davetidir.
Çünkü o Allahın korumasını bizzat üstlendiği İslam ve Kuranın
davetidir. Cenabı Hak Doğrusu Kitabı biz indirdik onun koruyucusu
da elbette biziz C) buyurmu-yor mu
Bizler İslam davetinin korunması uğruna şehid o-larak ölmeye
hazırız. Bu davetin hurafeler tarafından yenmesine kavramlarının
değişip bozulmasına izin veremeyiz. Bizler ölürüz ancak bu bir
gaye uğrunadır davetin gençliğimizde daha genç daha güçlü bir
şekilde yenilenmişidir gayemiz.
Hasan el-Benna siyah sakalıyla zamanın tek örnek genciydi. Siyah
sakallı tek kişiye rastlamak mümkün değildi o vakit. Hasan elBenna ve birkaç gencin dışında mevcut sakallar hep beyazdı. Ya
şimdi Hamdolsun binlerce sakallı genç binlerce başı örtülü genç
kız mevcut.
Merhum Üstad el-Benna kadınlardan oluşan büyük bir topluluğa bir
konferans vermişti. Konferansa katılanların çoğunluğunu
üniversite mensubu genç kızlar o-luşturuyordu ve aralarında başı
örtülü tek bir kişi yoktu. Üstad konferansı bitirince Konferans
dediler dini bir konferanstı ve biz böyle bir kanferansı başı
açık dinledik bu hususta ne dersiniz Üstad Bu konferansı
anladiniz mı dedi. Evet dediler anladık. Bunun üzerine Üs-tad
Ancak bunun gibi beş konferantan sonra inşaallah başörtüsü ve
benzeri konular üzerinde durabiliriz cevabını verdi. Yani
gönüllerdeki imanı Allah Peygamber ve İslam sevgisini iyice
pişirdikten olgun hale getirdikten sonra.
Dünkü şartlar böyleydi. Bugün böyle konuşmak durumunda değiliz
artık saçların örtülmesi gerektiğini söylüyoruz. Bir telini dahi
göstermenin haram olduğunu ve mutlaka kapatılması icap ettiğini
konuşuyoruz. Bazı genç kızlarımız da tepeden tirnağa
kapanılmasını yüzün dahi gösterilmemesi gerektiğini haykırıyor.
Bu da gösteriyor ki artık İslam daveti büyük bir kuvvet halinde
ilerlemektedir.
Ben şahsen Daveti Merhum Hasan el-Bennanın elinde yetişmiş
marangozlardan öğrendim davete ait uygulamalı fıkhı endüstri
okullarından mezun gençlerden öğrendim. Allah hepsinden razı
olsun.
Şimdi çağdaş İslam fıkhını anlayan üniversiteliler yüksek liyakat
sahibi kişiler buluyoruz. Dahası İslam davetine ait özel
üniversite şubeleri ve hatta fakülteler bulabiliyoruz.
40 lı yıllarda üniversitede öğrenci Kardeşlerle o-turur sıkı bir
çalışma düzenine girmimizin şart olduğu ü-zerinde düşünür üstün
hale gelebilmemizin buna bağlıolduğunu konuşurduk. Böylece İslam
düşüncesine hizmet edecek üniversite ders programları
hazırlardık. Tabi bu programlar belli konuları ihtiva ederdi. Biz
tutuklandıktan sonra üniversite bu programları kaldırdı. Şimdi
bildiğiniz gibi İslam daveti gençliğe yönelmiş bulunmaktadır.
İşte biz de hala diriyiz davetimiz ayakta. Geriye sadece resmi
kuruluş meselesi kalıyor.
Resmi kuruluş biçimine gelince Biz hiçbir zaman Müslüman
Kardeşler Partisi adını taşıyan ve o şekilde bir parti olmayı
istmedik kabul etmedik. Hasan el-Bennanın bıraktığı gibi derleyip
toparlayıcı İslami bir cemaat Müslüman Kardeşler olarak kalmayı
ve öylece devam etmeyi hedef alıyoruz. Hasan el-Benna şöyle
diyordu
Kardeşler siz bir hayır cemiyeti değilsiniz. Siyasi bir parti
veya hedefleri belli bir takım gayeler için kurulmuş bir kuruluş
da değilsiniz. Sizler bu ümmetin kalbine akan yeni bir ruhsunuz.
Marifetullah nuruyla parlayan ve madde karanlıklarını yırtan
yepyeni bir ışıksınız. Allah Resulünün davetini tekrarlayan ve
sürekli yükselen ulu bir sessiniz
Burada iki şık var Ya kayıtsız şartsız hareketimize döneceğiz ya
da davet olduğu gibi ayakta duracak ve bütün bir ümmet İslam
daveti için çalışacak. Bu arada Kardeşlere mensup kişiler mevcut
davetlerini sürdürecekler bu yoldaki çalışmalarını
aksatmayacaklardır. Her iki durumda da Kardeşler daima ayakta bir
davettir ve herhangi bir yaftaya slogana da ihtiyacı yoktur.
Müslüman Kardeşlerin bizzat kendisi toplumu sarsan bir akımdır.
Şahsiyet ve ahlakları ile bir ilandır sancak ve slogandır. Bütün
bunlar gerçekleşmiştir bile. Kardeşlerin getirdiği kavramlar
sözkonusu türde bir sancağın yükseltilmesine ihtiyaç duymaz.
Neden mi Çünkü biz sabit sarsılmaz bir hakikat olduk.
İtisam Dergisi temsilcileri İslami esasların kesin çözüm kabul
edilmesi ve İslami hükümlerin düsturda tek ana kaynak olarak
belirtilmesi konusunda Doktor el-Ati-fi ile bir konuşma yapmıştı.
Biz hapishanede iken el-Ati-fi (tek ana kaynak) cümlesini
(herhangi bir kaynak) olarak değiştirdi. Kendisine ve bizzat
Cumhurbaşkanına ve hatta basına bir yazı gönderdim ve o yazıda
şöyle bir cümle kullandım (İslami hükümlerin neden yalnızca
herhangi bir kaynak değil de tek ana kaynak olamasını istiyoruz)
dedim. Sonra basında bir makale gördüm. (İslami hükümlerin neden
herhangi bir kaynak değil de tek a-na kaynak olmasını istiyoruz)
başlığını taşıyordu. Bu başlık benim gönderdiğim makalenin
başlığıydı ama söz Doktor Abdülhalime aitti. Fakat bu sözde benim
anlatmaya çalıştığım mana yoktu. Şimdi aradan tam altı yıl geçti.
O vakitler biz konuşurduk fakat kimse dinlemezdi. Ama ya şimdi
Bütün bir millet bu istikamete yöneliyor el-Atifi de İtisam
Dergisinden özür dileyerek Mutlaka İslami hükümleri istiyoruz
isteyeceğiz... diyor.
Millet artık doğru yolu görmeye anlamaya başlamıştır. O halde ey
Kardeşler kimliğimizi gösterecek herhangi bir yaftaya ihtiyacımız
yoktur. Müslüman Kardeşlerin daveti herhangi bir hareket gibi
yoluna devam edecektir. Bu dönemde İslam adıyla siyasi bir parti
olmayı kesinlikle isteyemeyiz.
Biz sadece tabii hakkımız olan hürriyetimizi İslami hükümleri
yerine getirme serbestimizi istiyoruz. Allahın ortaya koyduğu ve
İngiliz işgalinin sesini kısmaya güç yetiremediği metod üzre
İslam için çalışmak ve bu hakkımızı kullanmak gayesindeyiz.
Abdünnasır ve çömezleri Kardeşlere saldırdı ırz ve mallarına
musallat oldu. Daha önce yaptıklarından özür dileyerek Cemaatın
faaliyetine dönmesi konusunda karar vermişler ondan sonra da
yeniden fesih isteğinde bulunmamışlardır böyle bir karara
yeltenmekten Allah gözlerini kör etmiştir. O nedenle Davet meşru
bir niteliğe ve anayasal bir varlık hakkına sahiptir. Şu ana
kadar zorbaların hala birşeyler yapmaya çalışıyor olması bu hakkı
engellemez. Öyleyse ya hakkımız geri verilir ya da Allah
Resulünün yaptığı gibi yolumuza devam ederiz. Gayemiz Allah
liderimiz Peygamber düsturumuz Kuran yolumuz cihad ve Allah
yolunda ölmek en yüce emelimizdir ilkesini kendimize bayrak
yaparız. Erkam bin Ebul-erkam okulu örneğini devam ettiririz.
Gerisi Allaha kalmıştır diler zafer kapılarını açar dilerse başka
türlü tasarruf eder.
Müslüman Karedeşleri particilik ya da hayır cemiyetleri
kumkumasına çekme teşebbüsleri yeni değildir. İslam davetini
kuzeyden esen rüzgarlara karşı güçsüz duruma düşürerek tasfiye
etmeyi hedef alan bu tür girişimler daha önce de görülmüştü.
Sözgelimi Kral I.Faruk döneminde çıkarılan 1945 tarihli hayır
cemiyetleri kanunundan sonra Kardeşlerden statülerini
belirlemeleri istenmiş buna göre şayet siyasi bir parti iseler
faaliyetlerinde İçişlerine bağlı olmaları yok eğer bir hayır
cemiyeti iseler Sosyal İşler Bakanlığının kontrolünde bulunmaları
gerektiği bildirilmiştir.
Kardeşlerin şekli cemaattır. İyilik ve sosyal hizmet için and
içmiş bir cemaat. Sürekli yeri Müslüman Kardeşlerin Kahiredeki
Genel Merkezidir. Ülkede pek çok şubesi vardır. Sosyal İşler
Bakanlığınca tescil edilmiş her şube için bir sekreterlik kurlmuş
ve gerekli defterler bastırılmış öyle ki bu düzen ve disiplin
Bakanlık müfettişlerinin hoşuna gidecek ve aman diyecekler nasıl
yapıyorsunuz bu işi yol gösterin de öteki hayır cemiyetleri de
sizi izlesin.
Daha sora iş başına gelen Vefd hükümeti Müslüman Kardeşler
davetini parçlamak için 1951 yılında cemiyetler kanununu çıkardı.
Bunun üzerine Kardeşler kurucu heyeti toplandı. Mısırlı Iraklı
Kuveytli ve Pakistanlı kardeşlerden oluşan kurucu heyet Cuma
sabahına kadar çalışmalarını sürdürdü. Sabah namazını birlikte
kılan heyet üyeleri kararı açıkladılar Müslüman Kardeşler İslamın
gelişine neden olan ve Müslüman Kardeşler ana tüzüğünün öngördüğü
hedefleri gerçekleştirmek için çalışan birleştirici islami bir
teşekküldür.
Daha sonra Devrimin çıkardığı 1952 tarih ve 79 sayılı kanun
9.10.1952 den önceki partilerden çeşitli icraatlar istedi. Aynı
kanun Müslüman Kardeşleri partilerin teşkili kanununun kapsamı
dışında bıraktı.
Bizi daha önce de çeşitli badirelerden kurtaran Allah bundan
sonra da her türlü sıkıntıya karşı koruyacaktır. O bize yeter O
ne güzel vekildir.
ŞEHİD İMAMIN SON MESAJI
8 Rebiülahir 1370 h. ve .16 Ocak 1951 tarihli el Mebahis dergisi
Şehid İmam Hasan el-Bennanın Müslüman Kardeşlere hitaben yazdığı
bir mesajını yayınladı. Şehid düşeli aradan yaklaşık on dokuz yıl
geçmesine rağmen mesaj sanki bugün Arap ve İslam dünyasının karşı
karşıya bulunduğu olaylar üzerine kaleme alınmış gibidir. İhtiva
ettiği mana ve hükümler öğütler öylesine diri ve canlı. Çünkü
büründüğü örtü değişmiş olsa bile haçlı Batı politikası yine aynı
politika. Dış görünüşü üzerindeki cila her ne kadar değişmişse de
Moskova politikası yine aynı politika. Yahudi düşman pençesi ve
tırnaklaırıyla yine ayakta niyeti emelleri ortada.
Yalnız bu kadar mı Memleket evladının arasında silahın dışardan
gelmekte olan düşmanın göğüsüne doğrultmak yerine kendi insanına
kendi insanının değerlerine doğrultan niceleri bulunmakta. Üstad
dünü bugünü nasıl görebilmiş böyle Aslında bunda şaşılacak bir
şey yok. Çünkü o her zaman ve mekanda geçerli olan Kuran ve
Hadisten çıkarıyordu bunu idrakinin kaynağını bu iki ana esas
teşkil ediyordu. Şehid İmam şöyle diyordu Değerli Kardeşler önce
hepinizi kutlarım Allahın izni ve takdiriyle pek çok başarılar
elde ettiniz hayırlar gerçekleştirdiniz. Yıllardan beri değişen
olaylara rağmen hak dava üzerinde sabır ve sebat gösterdiniz
kutlarım mübarek olsun. Hemen üstlendiğiniz davetin öteki
davetler arasındaki yerini özelliklerini ve hele şu sıralar ne
büyük sorumluluklar taşıdığını hatırlatmak isterim. Biliniz ve
hatırlayın ki şehvetler heva ve hevesler karanlığına batmış bu
madde asrında Allahın kelam ve mesajlarını savunma şeri hüküm ve
ayetlerini muhafaza ve uçsuz bucaksız çölde yolunu şaşırmış
insanlığı doğru yola çağırma görevi siz iman erlerine
düşmektedir. Siz bu halinizle yeryüzünün en şerefli davetini ve
en kutsal sistemini yükleniyor ve haykırıyorsunuz
Değerli Kardeşler bugün dünya Rusya komünizmi ile Amerika
demokrasisi arasında sıkışıp kalmıştır. Bu ikisi arasında şaşkın
bir şekilde sürekli gidip geliyor. Bu iki yoldan hiç biri ona
özlediği istikrar ve başarı kazandı-ramadı. Sizlerse elinizde
sema yahyinden bir deva şişesi taşımaktasınız. O halde bize düşen
tam bir açıklık içinde bu hakikati bütün dünyaya duyurmaktır.
İnsanlığı cesaretle kendi İslami sistemimize çağırmaktır.
Buyurucu bir güce sahip olamayışımız bize zarar verecek
aleyhimize bir durum değildir hiçbir zaman. Çünkü davetlerin gücü
bizzat kendindedir sonra müminlerin gönlünde sonra dünyanın ona
olan ihtiyacında ve daha sonra Allahın o-nu desteklemesindedir.
Tabi bilemeyiz Allahın iradesi ne vakit tecelli eder zafer ne
zaman müyesser olur
Belalar ardarda gelmiş beynelmilel gelişmeler zorlamış ve
talihsiz bir dönem gelip çatmış sonunda bir okyanustan öbür
okyanusa dört milyon müslüman sömürünün pençesine düşmüş esiri
olmuş. Bu acı durum ilanihaye sürüp gidemez Tek karışında Lailahe
illallah Muhammedürresulullah diyen bir müslümanın bulunduğu
herhangi bir toprak vatanımızın değerli bir parçası demektir. O
toprağa hürriyet isteriz o toprağı yabancı zalim sömürünün
pençesinden kurtarmaya çalışırız. Bu uğurda olanca gücümüzle
mücadele ederiz. Bu vatan -Doğuda Endonezyadan batıda
Kazablankaya kadar-Kuran-ı Kerimin gösterdiği düzen ve disipline
bağlı olarak birlik hürriyet ve barış ortamında yaşamak
durumundadır bu mutlu hayat onun hakkıdır. Allahın bahşettiği din
inanç ve düzen varken ne diye böyle bir duruma katlansın
Şansımıza bakın ki beynelmilel Yahudiliğin Arap ve İslam
Ülkelerine meydan okuduğu topla tüfekle mukaddesatına saldırdığı
böylesine netameli bir asra şahit oluyoruz. Allahın bütün bu
düşmanlıklar karşısında bize verdiği mukavemet üstünlüğüne
inanarak bu saldırılara göğüs geriyoruz.
Değerli Kardeşler biliyorsunuz sömürünün okulunda yetişmiş Arap
ve İslam Ülkelerindeki politika a-damları 48 ay savaşının verdiği
fırsat ve imkanları bile bile kaçırdılar. Sömürü onları böyle
yetiştirmişti çünkü. Sömürünün ekmeğiyle büyümüşlerdi zorbalardan
korkuyorlardı Allaha kendilerine ve milletlerine olan güvenlerini
kaybetmişlerdi. Üzerlerine düşeni yerine getirmek diye bir
dertleri yoktu. Makam mevki hırsına kapılmışlardı gözlerini kin
ve hased bulutları bürümüştü. Cihaddan kaçtılar adi şeyleri
tercih ettiler teslim oldular. Sizler ki Allaha imandan
kaynaklanan izzet meltemlerini teneffüs ettiniz Onun destek ve
yardımından en yüce kuvvet manaları devşirdiniz. Öyleyse
kaybolanları geri getirmek size düşer baştakilerin bozduğunu
düzeltmek sizin gö-revinizdir. Allah sizinle beraberdir. O
düşmanlarınızı sürekli gözetlemektedir. Allah ile savaşan onun
takdirini alt etmeye çalışan herkes eninde sonunda perişan olacak
yenilgiden yakasını kurtaramayacaktır. İşte ayeti kerime Allah
emrinde galiptir ancak insanların çoğu bilmezler
Allah sizi davete intisapla lütuflandırıp böyle bir seçkinlik
kazandırdı. O halde onun adap ve alametleriyle insanlar arasında
seçkinlik kazanın seçilin. Gizli hallerinizi düzeltin amelleriniz
iyi olsun. Allahın emrinden şaşmayın. İyiyi emredin kötüden
vazgeçirmeye çalışın. Herkese her insana nasihat edin ama nazik
bir üslupla. Kuranı çokça okuyun namazlarınızı cemaat halinde
kılmaya devam edin. Allah için çalışın dininize bağlılıkta samimi
olun hakla batılı birbirine karıştırmayın. İşte bundan sonra
Allahın tevfikini yardım ve zaferini bekleyin. Ayeti kerimede
Andolsun ki Allaha yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu
Allah güçlüdür azizdir.
Bu münasebetle size çok özel bir tavsiyede bulunmak isterim
Temizlik şiarımız olmalıdır Vicdan düşünce dil davranış elbise
beden yeme içme görünüş mesken muamele meslek söz iş... Evet
bütün bunlara azami derecede temizlik titizliği. Allah Resulünün
ümmetine tavsiyesi de bu değil midir İşte hadisi şerifleri Diğer
ümmetler arasında parmakla gösterilecek derce-de temiz olun.
İbadetlere başlamanın da ilk şartının temizlik olması fıkıh
kitaplarımızın başında ilk bu ibarenin yer alması ne ince ve ne
güzel bir işarettir. Cennetin anahtarı namazdır namazın anahtarı
da temizliktir buyuran Allah Resulü ne güzel buyurmuştur. Allah
şüphesiz daima tevbe edenleri ve temizlenenleri sever buyuran
Allah ne doğru buyurur
ONDÖRDÜNCÜ VE RİSALELERİN SONU
Bandrol uygulamasına ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmeliğin 5maddesinin ikinci
fıkrası çerçevesinde bandrol taşıması zorunlu değildir
Son
Bu Kitap bizzat benim tarafımdan [ [ ByIgleoo ]] tarafından
www.CepSitesiNet – www.MobilMp3Net – www.ChatCepCom
Siteleri için hazırlanmıştır EBook ta kimseyi kendime rakip olarak görmem bizzat kendim
orjinalinden tarayıp Ebook haline getirdim lütfen emeğe saygı gösterin
Gösterinki ben ve benim gibi insanlar sizlerden aldığı enerji ile daha iyi işler yapabilsin
Herkese saygılarımı sunarım
Sizlerde çalışmalarımın devamını istiyorsanız emeğe saygı duyunuz ve paylaşımı gerçek
adreslerinden takip ediniz
Not Okurken gözünüze çarpan yanlışlar olursa bize öneriniz varsa yada elinizdeki kitapları
paylaşmak için bizimle iletişime geçin
Teşekkürler
Ne Mutlu Bilgi için Bilgece yaşayanlara
By-Igleoo www.CepSitesiNet
Download