Hasan El Benna - Risaleler Cilt 14 www.CepSitesiNet Degerli Okuyucu Bu Kitabin Txt İ Resimli Dosyadan Pdf Ye Çevrildiği İçin Malesefki Daha Fazla Düzenleme Yapilamamaktadir Kelime Hatalari Ve Eksik Yazilar Olabilmekte Hos Görünüze Sığınıyoruz HASAN ELBENNA HAKKINDA O Asrımızda islam davasının öncüsü olduğu için Hasan ElBennaya Imam ve Mürşidülam unvanları verilmiştir Başlattığı davayı yürütürken bir suikaste kurban gittiği için de şehid deniliyor Hasan ElBenna Hicri 1324 Miladi 1906 yılında Mısırın İskenderiye şehri yakınlarındaki Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi Babasının adı Ahmed dedesinin adı Abdurrahman ElBennadır Babası ilim sahibi ve büyük muderrislerdendi Hasan elBenna ilk ve orta tahsilini kendi kasabasında yaptıktan sonra yüksek tahsil için başkent Kahireye gitti ve Kahire üniversitesinin DarulUlüm Fakültesinden mezun oldu Yüksek tahsilden soma Ismailiye şehrinde lise öğretmenliği yapmaya başladı Küçük yasta yeteri kadar din bilgisi almış çek miktarda ayet ve hadis ezberlemişti Müslümanlığını severek yapıyordu Yüksek tahsili sırasında kendini kitap okumağa vermişti Yeteri kadar islami bilgisi bulunduğu için daha çok islam ideolojisi dışındaki kitapları okuyor ve islam Bu bilgiler Zerkalinia ElAlam adlı kitabıyla Said Ramazan tevatır adlı eserindin derlenmiştir prensipleriyle mukayeseler yapıyordu İslam nizamı yanında bütün ideolojilerin sönük kaldığını gördükçe İslama daha çok sarılıyor ve onu içine sindire sindire yaşıyordu Hasan ElBenna islam dininin sahabe devrindeki yaşaniş şekline sonsuz hayranlık duyardı Islamın bugün de aynı şekilde yaşanmasını müslümanların o temiz ve berrak hayata tekrar kavuşmasını isterdi O hayata görüldüğü takdirde islam aleminin maddi ve manevi bütün problemlerinin çözüleceğine sonsuz inancı vardı lslamı iyi bilen herkesin bu inancı taşıyacağını söylerdi Müslüman olup ta bu inançtan mahrum yaşayan kimselerin islam dinini iyi öğrenmemiş olduklarını ve bu yüzden o inanca eremediklerin sık sık tekrarlardı Bu yönleriyle Onları mazur görmeye çalışarak lslamı birbirimize öğretmeliyiz Felaketler cehaletlerden doğar Her şeyden önce mukaddes dinimizi iyi öğrenmeye öğretmeye ve toplum olarak onu yaşamaya mecburuz derdi İmam Hasan ElBenna inandığı islam davasını gerçek Müslümanlara açmak ve aynı istikamette onları biraraya getirmek istiyordu Bunun için de halka inmek ve işe henüz bozulmamış olan halk tabakasından başlamak gerekiyordu ismailiyede öğretmenlik yaparken bu fikrini ilk defa kültürlü ve dindar olan yakın arkadaşlarına açtı Onları ikna etti Fikir birliğine vardılar Birlikte kahvelere gidiyorlar kahvede vakit öldüren muslümanlara son derece hoşgörü içinde sokuluyorlar onlarla tatlı tatlı sohbetler yapıyorlar ve günün birinde birkaçını alıp namaza götürmeye muvaffak oluyorlardı Sonra onlar da islamı ve müslümanların gerçek görevini daha iyi öğreniyor ve dava kervanına katılıyorlardı Böylece adetleri çoğaldı 1929 yılında merkezi ismailiyede olmak üzere ihvanı Müslimin Müslüman Kardeşler adlı malum teşkilatı kurdular Hasan ElBenna 23 yaşındaydı Teşkilata başkan seçildi Kendisine Mürşidülam unvanı verildi Artık şehir şehir köyköy kasaba kasaba dolaşarak konferanslar veriyorlar sohbetler yapıyorlar ve islam davasının önemini müslumanlar arasında yaymaya çalışıyorlardı Her gittikleri yerde teşkilatın bir şubesi açıldı Teşkilat her gün biraz daha genişliyordu Müslümanların kızlarını dini terbiyeyle yetiştirmek ve kadınları da bu davaya katmak için İsmailiyede bir de Müslüman Anneler Enstitüsü kuruldu Bu arada Hasan ElBennanın öğretmenlik görevi Kahireye nakledildi Dolayisiyle teşkilatın genel merkezi de Kahireye getirildi Müslüman Kardeşlerin son derece ihlas ve samimiyetle başlattıkları bu dava Kahirede büyük bir sevgiyle karşılandı Teşkilat çemberinin gün geçtikçe genişlemesi o gün için Mısırın sömürge gibi kullanan İngilterenin dikkatini çekmeye başlamıştı lhvanı Müslimin Teşkilatı islamın iyi öğrenilmesine toplum dertlerinin islam prensipleriyle tedavi edilmesine çok önem veriyordu Mısırın bir çok yerinde enstitüler okullar hastahaneler ve talim terbiye yerleri açtı Kahirede günlük lhvanı Müslimin gazetesi çıkarılıyordu Bu gazete Mürşidülam Hasan elBennanın minberi sayılıyordu Teşkilat gün geçtikçe genişledi ve Mısırın sınırlarını da aşarak bir çok arap ülkelerinde şubeler açıldı İslam aleminde en kuvvetli teşkilat haline geldi O tarihlerde Mısır krallıkla idare ediliyordu Kral ve Mısır hükümeti bu teşkilatın devamlı büyümesi karşısında endişe duymağa başladı Müslümanların islam prensiplerine bağlanarak birlik haline gelmesi İngiltere Fransa Amerika gibi batılı ülkeleri daha çok düşündürüyordu İslam alemi gerçek manada Kurana sarılıp tek kuvvet haline gelirse dünya stratejisi ters dönecekti özellikle İngiltere bu teşkilatın dağıtılması için Mısır hükümetine baskı yapmağa başladı Hükümet teşkilatın faaliyetlerini engelliyor ve kapatmak için bahaneler arıyordu Kapatmak mümkün olmadı Fakat büyük lider Hasan elBenna 1949 yılı Şubat Ayında tertiplenen bir suikastla şehid edildi Şehid olduğunda henüz 43 yaşını doldurmamıştı Seyyid Kutuplar Muhammed Kutuplar Şeyh Fergaliler Abdulkadir Udehier Said Ramazanlar ve daha yüzlerce islam mücahidi onun manevi medresesinde yetiştiler Bu yolda şehid olan bütün mücahitlere Hak Tealadan sonsuz rahmetler diler hayatta olanlara ise muvaffakiyetler niyaz ederiz İhvan-ı Müslimin lideri Şehid Hasan el-Benna HASAN el-BENNA NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ Bismillahirrahmanirrahim Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın bilakis Rabbleri katında diridirler. Allahın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklamrlar arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar Allahdan olan bir nimeti bolluğu ve Allahın müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini de müjdelemek isterler. Ali İmran suresi ayet 169 - 171 Allahım senin adınla başlıyor sana hamd ederek söze giriyorum ismin öyle yüce şanın öyle ulu ki akıllar idrake yetmez. Ve senden başka ilah yoktur. Yarattıklarının en hayırlısına peygamberlerinin sonuncusuna Efendimize Kurtarıcımıza ve Onun ailesine ashabına kıyamete kadar yolunda yürüyenlere yürüyecek olanlara da nihayetsiz salat ve selamlar ediyorum. Bu araştırma milyonların zihninde dönüp duran bir sorunun İmam Hasan el-Benna neden öldürüldü Seyyid Kutub niçin idam edildi sorusunun cevabıdır. Ayrıca pek çok eksiğine rağmen davetin gerçek kahramanlarına karşı bir vefa ifadesidir de. Bereketli meyveleri dörtbir yanı tutan bir Islami harekete örnek olmuş öncü olmuş yoğun karanlıklara sahne olan tarihi bir dönemde şimşek gibi çakıp gözleri kamaştırmış bir adama yetişmeyen gençliğe karşı da aynı şekilde bir vefa ifadesidir. Bu bir zaruretti vazgeçilmez bir görevdi mesuliyetti. Dün neyse bugün de oydu çünkü aralarında bir fark yoktu. Kitabın ilk baskısı değerli okuyucular tarafından büyük ilgi gördü hararetle arandı kapışıldı. Bundan dolayı gerçeğin unutulup gitmesi için zorbalann uzunca bir süre saklı tuttuğu tarihi belgeler de eklenerek silahsız şehidin hatırasına kitap ikinci defa basıldı. Bu dünyada hangi suç hangi cinayet gizli kalmıştır Hak davetin düşmanları boşuna umutlanıyorlar. işte Kuranın ezeli ifadesiTuzak kuruyorlar Allahda onlara karşılık veriyor. Allah tuzak kuranlara en iyi şekilde karşılık verendir. (1) Allahın nurunu a-ğızlanyla söndürmek isterler fakat kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Hasan el-Bennanın öldürülmesi olayı dünya küfrünü dehşete boğan bir ilkeler bütününün öyküsüdür. Filistine çöreklenen siyonizm başta olmak üzere genelde Müslüman Doğuyu kıskacına alan ve özel planda da kanalın i-ki yakasını tutan fikir ve siyaset liderlerinin yüreklerine taht kuran Batı sömürüsü bu ilkelerden korkmuş ve dehşete kapılmıştı işte öykü budur. Yalnız bu kadar mı Firavunluk Mısırı peşinde koşan ve kendilerini böyle bir ülkenin firavunları olarak gören Kinane topraklanndaki mahut zorba ve ceberrut alayıda sözkonusu ilkeler karşısında korkudan tir tir titriyordu ayakları birbirine dolaşıyordu. Halkın kendilerine tapmasını da bekleyen bu güruh hiç ummadığı bir çıkışla karşılaşmıştı Hayır demişti bir çığlık halinde en büyük Allahtır hamd de kulluk da yalnız Onadır demişti. Olay aslında daha beride bu olaydır. Buna yeni bir gençlik inşasının öyküsü de denebilir. Tufanın İslama yönelen inkar ve şüphe tufanının karşısında duran bütün fikir ordulanna dur diyen aşılmaz bir şeddin öyküsü demek de mümkündür. Doğuda hürriyetin yeniden doğuşun kendine gelişin yolunu açan yeni bir felsefenin öyküsü. Batı için de aynı şekilde uyancı bir çığlık. Dur ve adımlannı düzelt diyen bir çığlık. Sosyol ve siyasi düşünce akımlannı dünya ölçüsünde safdışı etme girişimlerinin başlangıç öyküsü insanlık ki günümüzde bir uzay savaşının içindedir ve pek çok bilimsel bulgular basanlar elde etmiştir. Dolayısiyle bu savaşın sıcak etkisini taşımaktadır işte bu yirminci yüzyıl şehidinin kanı insanlık üzerinde bundan daha derin daha büyük etkiler meydana getirmiştir. Müellif Şahsiyet Düşüklüğü Herşeyin altüst olduğu netameli bir dönemdi. Bir yanda yurdun dörtbir yanına çöreklenen İngiliz sömürüsü öbür yanda Mısır düşünce hayatını kıskacı altına alan Fransız ve genel olarak Batı düşünce hegemonyası. Hiçbir düşünce adamı kendi kendisi değildi. Görünüşte bir Mısırlıydı ama düşüncesi ve kafa yapısıyla asla. Gözle görülür biçimde bir çürüyüş çözülüş dalgası sarmıştı toplumu. Bu olay düşünce hürriyeti adı altında ruhlarda ve düşüncelerde şahsi hürriyet adı altında da hal ve davranışlarda korkunç boyutlara ulaşmıştı. Ortam tam bir kargaşa ortamıydı. Mısır Üniversitesi bütün dinlere saldıran günün politik anlayışına uygun bir kurum haline gelmişti. Üniversitenin sözde bilim adamları yaptığı yayınlar ve verdiği konferanslarla sürekli bu politik anlayışı destekliyorlardı. Ortadaki İslam ise gerçek manadaki İslam değildi Allah Resulünün (s.a.v.) getirdiği İslamla ilgisi olmayan tuhaf bir anlayışı sergiliyordu. Dahası Kahirenin Menah Caddesinde Amerikan Üniversitesine yakın bir yerde bir Fikir Kulübü kuruldu. Bu kulübün faaliyetlerini Tyusüfi-ler den bir grup yönlendiriyordu. Bu adamlar düzenledikleri konferanslarla mevcut dinlere saldırıyor ve yeni bir vahyi müjdeliyorlardı. Bahailerin neredeyse tıpkısıydı bunlar. Ya diğer İslam ülkeleri Onların da Mısırdan pek bir farkı yoktu. İşte İmam Hasan el-Benna bu acıklı hali dile getirirken şunları söylüyor Yoğun bir gaflet döneminden geçiyoruz. Zihinler ve düşünceler müthiş bir akımın güçlü ve korkunç bir dalganın saldırısıyla karşı karşıya bulunuyor. Bunları görmek ve itiraf etmek zorundayız. Küfür kaynaklı ilke ve çağırılann istilasına uğradık. Ortalığı yabancı sistem ve felsefeler doldurdu. Bizim olmayan uygarlıklar medeniyetler kuruldu. Bütün bunlar müslümanların gönlündeki İslam düşüncesinin yerini alma savaşı verdi ve veriyor. Daha önce hiçbir düşünce karşısında bu denli güçlü ve avantajlı olmamışlardı. İslam düşüncesini yıkmaya yönelik faliyetlerinde fevkelade güç ve desteğe sahipler. Dolayısiyle İslam milletlerini yenilgiye uğratmayı başardılar. Önde gelen pek çok İslam Ülkesi ağlarına düştü geriye kalanlarsa müthiş bir etki altına girdi. Böylece bütün milletlerde küfürle İslam arasında bocalayan ama en çok küfre yakın bir konumda bulunan tuhaf bir nesil boy attı. Ortama hakim olan bu nesil fikri siyasi ve ruhi liderlik makamını işgal ederek dizginleri ele aldı ve gafil toplumları istediği yöne daha doğrusu alıştığı ve tutkunu olduğu maceralara sürükledi. Bu zavallı toplumlarsa ne olup bittğinden habersizdi başına nelerin geleceğini bilmiyordu. Ve can alıcı bir noktada bu azgın düşücenin çığırtkanları seslerini yükselttiler İslamın kalıntılarından eserlerinden izlerinden de kurtarın bizi. Gelin bizimle birlikte bu hayatın gereklerini tarz ve düşüncelerini siz de kabul edin. Ama istemeyerek değil bizzat isteyerek içinizden gelerek. Ruh ve kafalarınıza çöreklenen bu kokuşmuş düşüncenin kırıntılarını artık bir yana atın. Hem Batılılar gibi bir hayatınız olacak hem de müslüman olduğunuzu söyliyeceksiniz bu olmaz çelişkidir İslamı bütünüyle unutun İşte sonunda geldikleri nokta bu oldu. Cüzi Hedeflere Yönelen Islah Gayretleri Durumu düzeltme veya yenileme peşinde koşanlar bir takım küçük önemsiz gruplara ayrıldı. Bu yoldaki çabalarıysa cüzi hedeflere yönelikti. Sözgelimi şu a-dam sosyal İslahatçıdır şu da siyasal ve şu da din adamıdır. Gerçekte her müslüman bir din adamıyken dinini anlamaya koruma ve yaymaya memurken din bir meslek halini alıvermişti. Resmi sözcüleri olan ve başkalarına Allaha davet hakkı tanımayan bir meslek. Tabii bunun bir amacı vardı. Hem buradaki din adamı fıkıhta uzmanlaşan kişi anlamına değildir. Burada böyle şey sözkonu-su değil. Hatta sofiler bile binlerce tarikata bölündü birbirlerine karşı kin ve haset duyguları besler oldular. Pek çoğu da otorite makamlarının oyuncağı durumuna düştü. islami Yönetim örneğinin Olmaması İmam el-Benna diyor ki Çok tuhaf bir şeydir ki bir komünizm düşüncesi devlet bulabiliyor ve onu bayraklaştırabiliyor. Yolunda her türlü gücünü harcayarak insanları ona özendirmeyi başarıyor. Diğer sistemler de öyle milletlerin arasına sokuluyor ve toplumları peşinde sürüklemeyi biliyor öteki mevcut sistemleri egemenliği altına alabiliyor. Ya İslam onun yeri konumu ne acaba Mevcut bütün sistemlerin en iyi yanlarını toplayan kötü yanlarını atan gerçek anlamdaki İslama davetle yükümlü böyle bir görevi üstlenmiş ciddi samimi bir cemaat neden yok İnsanlığın bütün müşküllerine en açık en sağlıklı en rahatlatıcı çözümleri getiren bu sistemi dünya toplumlarına evrensel bir düşünce olarak sunacak bir cemaatı maalesef bulamazsınız. Halbuki daha bu düzenler ortada yokken yayılma propaganda düzeni diye bir şey bilinmezken İslam daveti kesin farz kılmış Müslümanların toplumlar cemaatlar halinde bu yükümlülüğü yerine getirmesini is-miştir. İşte ezeli emir Sizden hayra çağıran iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir cemaat olsun işte kurtuluşa erenler yalnız onlardır. I1) Müslümanların Başsız Kalması İslam ülkelerinde olanları dile getirmek oldukça zor. Ne dil dayanır buna ne yürek. Küfür her alanda tam bir başarı elde etmişti. Şurada burada bölük pörçük bir hayata mahkum olan müslümanlar dolayısiyle İslami uygulamadan da uzak düştüler. Ne cemaat olabilmişlerdi ne de başlarında bir imam vardı. Oysa Ehl-i sünnet ve Şia alimleri imam tayininin mutlak farz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Allahın hükümlerini ayakta tutacak İslamın yayılma sancağını taşıyacak müslümanları yönlendirecek her iki dünya mutluluklarını gözetip İslami hayat tarzına bağlı kalmalarını sağlayacak bir imam. O nedenledir ki sahabe-i kiram (Allah hepsinden razı olsun) Kainatın Efenisi vefat ettiğinde Onun teçhiz ve defin işleminden önce bu konuya eğilmişti. Bu işi bitirip yerli yerince çözüme bağladıktan sonra ancak Allah Resulünün teçhiz ve defin işine sıra gelmişti Hazreti Ebu Bekir halka hitaben Şüphesiz Muhammed bu dünyadan göçtü bu dine kendisini ayakta tutacak mutlaka bir adam gerek diyordu. Maverdi el-Ahka-mus-sultaniyye adlı eserinde Müslümanlara imamlık görevini üstlenecek birini tayin etmeleri ittifakla farzdır diyor. İbni Haldun Mukaddimesinde İbni Tey-miyye es-Siyasetüşşeriyyesinde ve Gazzaii el-İktisad fil-itikadında aynı şeyi söylemiştir. İmam yeryüzünde Allahın gölgesidir diye bir rivayet de vardır. Hazreti Ömer de Cemaatsız İslam olmaz emirliksiz de cemaat emirliğin şartı da itaattir der. Müslümanlara imam olacak kişide şu on şartın bulunmasını alimler ittifakla şart koşar 1) İslam 2) Buluğ 3) Akıl 4) Erkeklik 5) Köleliğin karşıtı olan hürriyet 6) İslam hükümlerine eksiksiz şekilde uyma anlamındaki a-dalet. Sorumluluk mevkiine gelecek kişinin inanç sağ(1) Beşinci Kongre Bildirisi Kardeşler ve İmamlık. lamlığı ve farzları yerine getirmedeki titizliği bir yana ne büyük günahlan işlemeli ne de küçük günahlara bulaştığı görülmelidir 7) Müslümanları güdüp gözetmede Allah yolunda cihad etmede ihtiyaç duyacağı ölçüde duyu ve organlarının sağlam olması. 8) Din ve dünya işlerine dair bilgi. Öyle ki Müslümanların çeşitli müşküllerine çözüm getirecek düzeyde Kuran ve Hadisten hükümler çıkara-bilmelidir. En azından söz konusu hususla ilgili değişik bakış açılarından birini tercih edebilecek düzeyde Kuran ve Hadise İslami ilimler sahasındaki araştırma metodlarına yakınlığı vukufu olmalıdır. 9) Yönetim işleri ve konularında yeterlilik ve tecrübesi bulunmalıdır. Çünkü Hadis-i şerif açıktır iş ehli olmayana bırakıldı mı kıyameti bekle 10) Yukarıdaki şartları haiz olan bir i-mam adayına biat. Ama kimler tarafından Öncelikle takvası İslami konulardaki titizliği buluğu akıl ve adaleti halkın iş ve yararına olan şeylere dair basireti bütün bunlara sahip oluşu yanında sosyal ve siyasal olgunluğa erişmiş çözüm ve akid mevkiindeki kişilerin biati gerekir. Sözgelimi ilmiyle amel eden alimlerin toplum içinde saygınlığı olan takva sahibi büyüklerin dindarlığı ihlas ve doğruluğuyle bilinen lider durumundaki kişilerin biatı. Yoksa bunlar önde bulunmadığı sürece kavgacı cahillerin biatı yetmez. Böyle bir imamlığın dayandığı en önemli esaslarda şunlardır 1) Şura 2) Adalet 3) Günah olmayan her konuda itaat 4) Hürriyet 5) Eşitlik 6) Hak 7) Kuran ve Hadise bağlılık. Bernard Louis Batı ve Ortadoğu adlı kitabında şunları söyler Ortadoğuda istikrarlı bir siyasal düzen vardı. Müslümanlar tarafından tam bir kabul ve memnunluk gören bu düzen ne şiddet ve baskıya ihtiyaç duyuyordu ne de siyasal demagojiye. Meşruluğu konusunda her hangi bir muhalefetle da karşılaşmıyordu. Şimdi tarihin karanlık bodrumlarına itilmiş bulunan bu düzenin yerini başkaları aldı ama belirli bir süre için ilgi ve alkış toplamalarına rağmen hiçbir zaman köklü ve tabii bir kabul görmediler. İşte bu düzen ve ortamın elden çıkmasıyla Ortadoğulular biricik hüviyetlerini de yitirmiş oldular. Tek çatı altında toplanmış aynı büyük toplumun birer üyesi iken ve bu ihtişamlı manzara tarihi dönemler boyunca sürüp gitmişken sonunda bölük pörçük toplumların gönüllerde kendine yer arayan temelsiz siyasi birimlerin birer ü-yesi durumuna düşüverdiler. Bu kadim düzenin altüst oluşu beraberinde sosyal ve kültürel bir çöküşü getirdi. Batıdan alınan kurum ve ölçüler Müslüman toplumlara hiçbir zaman mal edilemedi umut ve beklentilerine ters düştü hep. İhtiyaçlarına cevap veremediği gözle görülen bir gerçekti. Bernard Louis devamla şöyle diyor Osmanlı İmparatorluğunu ele alalım. Bu imparatorluk hulefa-i Raşi-dinden bu yana Ortadoğuya egemen olan İslam imparatorluklarının sonuncusu ve en uzun ömürlüsüydü. Büyük ve evrensel bir imparatorluktu. İslamı bütünüyle hazmetmiş ve başına taç bilmişti. Zamanlar boyunca bütünlüğünü ve tek ses olma niteliğini hiç aksatmadan korumayı başarmıştı. Dünyanın dengesi durumundaydı. Düşmanlarıysa onun hep yönetim kadrosuyla uğraşmış ve hiçbir zaman bağlı olduğu temel espriyi hüviyetini o-luşturan değer hükümlerini dejenere etme yolunda çaba göstermemişti. Ancak 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında imparatorluk Avrupa kökenli fikirlerin değer hükümlerinin saldırısına uğradı. İslam ki sosyal yapısı itibariyle daima demokrasi yanlısı bir dindir. Daha doğru bir deyişle adil bir dindir. Ne Hindistandaki gibi sosyal sınıflar düzenini kabul eder ne de Avrupadaki gibi aris-tokratik sınıfsal ayrıcalıklar .düzenini. İslam fırsat eşitliği ve yeteneklerin değerlendirilmesi düşüncesini yaymak i-çin İslam aleminde hiç bir zaman kanlı bir harekete ihtiyaç duymamıştır. Bu düşünce davetin daha başlangıç a-şamasında gelip yerleşmişti ayrıca İslami görüş daima kanun üstünlüğünden yana olmuş ve yöneticiler başta olmak üzere herkesin kanuna saygılı olmasını istemiştir. Osmanlı döneminde alimler bu İslami ilkeye saygı duyulmasını zorunlu kılacak kadar güçlü ve etkiliydi. İslamın öngördüğü şura sistemi tam anlamıyla anlaşılamamış kavranamamış olmasına rağmen yine de değişik ülke ve uygarlıkların malı hazır politik düşünceleri almaktan iyi idi. Batılıların ya da Batılılaşmış yöneticilerin eliyle böylesi düşüncelere yönelmekten hayırlıydı. Çünkü bu tür uygulamaların Müslüman Ortadoğunun ihtiyaçlarını istek ve beklentilerini karşılaması mümkün değildi. Ama ne görüyoruz Kahire parlamentosu avuç a-vuç ve hazır kutular halinde böylesi düşünce ve sistemleri dışardın ithal etti. Bu yabancı sermayenin ne olduğuna dair açıklayıcı bir şerh ve yoruma bile gerek görmeden peşin uygulamaya koyuldu. Mısır halkının istek ve ihtiyaçları varmış onun umurunda mı Kendi dalaletinden başka bir şeyi düşündüğü yoktu. (1) Böylece İslamın hayatı bütünüyle kavrayan sistem anlayışı yitirilmiş oluyordu tabi inanç mefhumu da. Ayrıca İslamı sağlıklı bir biçimde koruyup anlatma mevkiindeki İslami kumanda organı da elden çıkmış oluyordu. Bundan böyle İslamın hem din hem bir hayat tarzı olduğu ruhaniyetle eylemi yanyana götürdüğü kültürle yasayı eş gördüğü mushaf ve kılıç anlamına geldiği nereden bilinecekti Sonunda otorite makamının Kuran ve Hadise bağlı olduğunu olması gerektiğini bilmeyen bir millet ortaya çıktı. Bu milletin medeni kültürle yüklü aydınları da islam dininin şura adalet hak hürriyet ve ilahi sistemlerden kaynaklanan bir nizama sahip olduğunu bilmiyordu. O ilahi sistem ki dörtbir yanı batıla kapalıdır Hakim ve Hamid sıfatlarının sahibi yüce yaratıcının gönderdiği bir vahiydir. İşte İslamın hayatı bütünüyle kavrayan değerler sistemi böylece düşmüş oluyordu. Yerine gelenlere Ber-nard Louisin boş diye nitelediği yabancı kökenli kurumlardı sistemlerdi. Bunların başında ceberutların sultası yer alıyordu. Yani sömürgeciler ya da onların adına iş gören uşakları. Cihad Güçlerinin Hedeften Saptırılışı Urabi hareketi başarısızlıkla sonuçlanıp da İngilterenin Mısır üzerindeki egemenliği eksiksiz bir şekilde sağlanınca bu kez sömürgeciler okul ve halk kültürü yoluyla zihinleri dikkatleri Mısırın düşüşüne yol açan temel sebebin özünden kaydırmaya yüklendiler O temel sebep hiç şüphesiz dinin elden çıkması ve yüreklerde yaktığı meşalenin sönmesiydi. Uygulanan bu son taktik de beklenen ürünü vermekte gecikmemişti. İşte merhum Mustafa Kamil ve Muhammed Ferid hareketleri. Bunların amacı yalnızca bağımsızlıktı. Halkı şahlanışının temelinde yatan esaslara çekmek örneklerini ondan almasını sağlamak ve yine millete şahlanışını yönlendiren bir düstur olarak İslam ilkelerini göstermek hatta bunu zorunlu kılmak varken böyle bir şeyi hesaba bile katmadılar. Herhalde bu o dönem revaçta bir görüş olan Dini politikadan ayrı tutma düşüncesinden kaynaklanıyordu. Daha sonra 1919 devrimini sahnede görüyoruz. Bu devrim de tam bir fikri hezimet içinde mevcut politik ortamı benimsedi. Siyasi düşüncenin fikir ve ahlak savaşı veren yabancı güçlerin emrine girdi teslim oldu. Bütün yaptığı iş şekilci bir politika izlemek oldu. Bağımsızlık milli cihad anayasa parlamento ve ülke bütünlüğü gibi belli başlı sloganların peşine düşerek ileri devletleri taklit eden bir havaya büründü. 1919 devrimiyle gelen bu sloganlar nihayet Vefd Partisi liderinin İngilizler hakkında söylediği Şerefli makul dostlar sözüyle and.laşması imzalandı ve adına da Şeref dendi. Böylece bu andlaşmanın getirdiği topraklarında onbin-lerce silahlı işgal mühürlendi. Böylece 1936 ve bağımsızlık andlaşması hakla Kinane askerleri yaşıyordu. Sömürü milleti partilere böldü kısır seçim çekişmelerinin içine itti. Vatandaşlar birbirine düştü. Herkes birbirinin kuyusunu kazar oldu. Öyle ki halk koltuk uğruna milliyetini feda etmeyecek güçlü ve samimi bir siyasi kadrodan umudunu kesmişti. Zaten samimi olanlar da ya umutsuzluğa kapılarak ya da çıkarcılıkla suçlanmaktan korkarak milli hareket saflarından kaçtı. Çünkü siyasi ortam tam bir bataklık görünümündeydi. Sömürünün sağladığı çıkar fırsatlarından yararlanan politik çevreler her yanı tutmuş bulunuyordu. Masumiyetine kıyılan gençlik siyasi partilerce ya da şehvet çevrelerince yutulmuş eritilmişti. Dolayısiyle mukavemet ruhları da dumura uğratılmıştı. Üstad el-Benna milletinin 1926 yılındaki manzarasını şöyle çiziyor - Öyle inanıyorum ki geçirdiği siyasi dönemler sosyal çalkantılar etkisinde kaldığı Batı medeniyeti ve Avrupa özentisi maddeci felsefe ve frenk taklitçiliği bütün bunlar milletimi dini gayelerinden ve kitabının gösterdiği ana hedeflerden uzaklaştırdı. Şan ve şeref dolu tarihlerini unutturdu geçmişlerinden devraldıkları ölümsüz eserleri göremez hale getirdi. Cehalet ve ihanet eseri yapılan iftiralar sonucu bir zerresi bile bozulmamış olan dinleri hakkında şüpheye düşmelerine sebebiyet verdi. İslamın gün gibi aşikar hakikatini yüzdeyüz hak olan ve hoşgörüye kolaylık esasına dayanan prensiplerini evham perdeleriyle gözlerinden gizledi. Böylece halk cehaletin koyu karanlıkları içine düştü. Hele gençlik ve öğrenci kesimi inancı fesada veren imanın yerine inkarı getiren şüphe ve şaşkınlığın çölünde çaresiz kalakaldı.1) Mısır güçlü ve dürüst islamı- bir lider kadroya ne kadar muhtaç İnsan kalbine ilahi azameti yerleştiren o-nu parıltı ve aydınlıklarla dolduran insana insanlık anlamını kazandıran yüce fazilet değerlerini gözünde bay-raklaştıran insanlara ahiretin azametini hatırlatıp dünya hayatının basit kaygılarından kurtulmalarını sağlayan hıyanet ve bölücülüğün sızmasına meydan vermeycek şekilde insanoğulları arasında kardeşlik bağını güçlendiren farklı sınıflar arasında karşılıklı sevgi ve yardımlaşma e-sasına dayalı sosyal adalet ölçüsünü tesis eden ve bütün müşkülleri kökünden çözümleyecek yüzdeyüz ilahi kaynaklı çareler getiren İslami lider bir kadroya İsmailiyenin Manzarası Mısırın ve İslam dünyasının manzarası genel olarak budur. Ya İsmailiye ve öteki Kanal şehirlerinin manzarası Kardeşler davetinin hareket noktası çıkış mekani olan bu şehirler onların hali manzarası niceydi acaba Gidip davetin beşiğini ziyaret ettim. Bu bölgenin tabiatını şartlarını tanımak istiyordum. Kardeşler davetinin nuru buradan fışkırmıştı. Daha ince ve nazik bir ifadeyle bu bölge İslami hareketin yenilenmesi olayına sahne olmuştu. Bu olay ilk buradan başlıyordu. İhmale uğrayan üzerine tozlar çöken İslami hareket bu durumdan kurtarılıp ilk haline Allah Resulünden devralınan o nezih şekline insan hayatını dünya ve ahiretin mutluluğuna götürecek eski parlak gücüne yeniden kavuşturulmak isteniyordu. Davet bu davetti ve bölge bu mutlu olaya sahne olmuştu. Peki ya manzarası Göreceğiz Mısırlı Kılığına Bürülü Yabancı Şirketler İşte Süveyş Kanalı Şirketleri ve daha başkaları. Üst düzeydeki görevlilerin hepsi yabancı. Şirketler yabancı olunca başka türlüsü de beklenemezdi zaten. İşçi-lerse tamamen Mısırlı ve hepsi de köle durumunda. Yabancı görevli Mısırlı görevliye hep tepeden bakıyor. Mısırlı işçinin köleden pek farkı yok. Yabancı buraya gelirken çoluk çocuğunu getirmemişti tek başınaydı. Bu durumda çamaşırını elbisesini kim yıkayacaktı evinin hizmetine kim bakacaktı İşçinin karısı kızı dururken bundan kolay ne vardı. Mısırlı bu şirketlerde çalışmak zorunda olduğuna göre bu hizmetleri de yürütecekti. Mademki geçim sıkıntısı içindeydi ve bir lokma ekmeği bu zorbaların elinden yiyordu öyleyse bundan normali olamazdı. İşte böylece Mısırlı işçi bir anda ırzını namusunu teslim edivermişti. O dönem aşırı geçim sıkıntısı altında bulunan Mısırlı namusundan böylesine fedakarlığa alışınca vatanından da aynı şekilde fedakarlıkta bulunması zor olmadı. Gerek Kanal şirketinin gerekse öteki şirketlerin işçiye verdikleri ücret ve" üçbeş kuruşla bu tür fedakarlıklar arasında doğrudan bir bağ vardı. Ahlaki değerlerin kaybolması bundandı. Ülkenin eleten çıkması milli haysiyetin yitirilmesi vatan savunması şuurunun bütün bütüne unutulması hep bu adi çıkarlarla ilgiliydi. Sonunda ölü bir millet ortaya çıktı. Uyarılmaya şiddetle ihtiyaç duyan bir millet. Düşman karşısında derlenip toparlanmasını sağlayacak kendisini savaş alanına çekecek manevi dirilişe muhtaç bir millet. Sözde Alimlerin Sergilediği Acıklı Durum Kanalın iki yakasını tutmuş alim kılığına bürülü bir takım insanlar gördüm. Buralarda güya vaaz ediyorlardı. Durup vaazlarını dinledim. Aman ne hurafeler uydurmalar Bunları bir alimin söylemesi asla mümkün değildi. Bir sebebi olmalı bu halin dedim ve hemen araştırmaya koyuldum. Bu adamlar hangi mihraklardan besleniyordu sırtlarını nerelere dayamışlardı Durum hemen anlaşıldı. Bunlar iki grupta toplanıyordu birinci grup İngiliz birliklerine ikinci grup ise yabancı şirketlere sırtını dayamıştı. Artık herşey aşikardı. Bu adamlar din adına konuşan bi- rer uyduruk vaizdi. Şurada burada yaydıkları hurafelerle İslamın hakikatlarını örtmek ve bu batılların yerleşip kökleşmesini sağlamak için uğraşıyorlardı. Sonunda İslam adı altında saçma bir din ortaya çıkıvermişti. İlimle ilgisi olmayan sözde alimlerin elindeki bir din başka nasıl olabilirdi ki Üstelik bunlar İslam düşüncesini fitneye vermek bidat ve hurafeleri bölgede yaymak için özellikle imal edilmiş kuklalardı. Doğrusu şunları da eklemeliyim Bu iki grubun hemen yanında bidatlarla savaşan bazı kişiler de vardı davetin üslubuyla faaliyet gösteriyorlardı ama tecrübeleri yoktu. Bu durumda sömürüye yine gün doğmuş oluyordu. Bu iyi niyetli fakat tecrübesiz gruptan müslüman-lar aleyhine umdukları fırsatı koparmış bulunuyorladı. Giriştikleri dahili fikir savaşıyla onları asıl hedeflerinden o-yalıyorlar ve bu kozu iyi değerlendiriyorlardı. Gördüğüm duyduğum kaydedebildiğim ve ileri gelenleriyle tartışabildiğim kadarıyla sözde din adamlarının sergilediği acıklı durum da işte böyleydi. Orada başka bir grupla daha karşılaştım. Bahailerdi bunlar. İslamın gerçek davetçileri hapishanelere doldurulurken bunlar rahatça faaliyet gösteriyordu. Çünkü Krallık döneminde alınan ve uygulanan bazı kararlar sözkonusuydu. Nasır döneminde de uzunca bir süre yürürlükte kalan bu kararlara göre resmi makamlarca tanınmayan hiçbir kimse kürsüye minbere çıkamazdı. İsla-mi konularda halkı aydınlatmaya kalkışamazdı. Bahailer bu ortamdan yararlanmasını iyi biliyordu. Bir yanda para yüzünden haysiyetini kaybeden sözde alimler öbür yanda istilasına uğradığı hurafeler uydurma ve batıllar karşısında dini düşüncesini yitiren şaşkın bir millet. İşte bu bölge de İslam bunların eline düşmüştü. Bütün bunların ötesinde de koyu kapkara bir cehalet. Milliyetçiliğin anlamını bilmemekten tutun da nelere ve daha nerelere kadar cehaletin her türlüsü. Bölge halkını oluşturan fertler böylesine koyu ve katmerli bir cehaletin içinde yüzüyordu. İmamın ta küçük yaşlarda başlayan müsbet tavrı Henüz çocuk denecek yaşlarda çok genç bir delikanlı iken -bile bir şahsiyet sahibiydi ve bu her halinden belli oluyordu. Babasının da el-Urvetül-Vüska dergisinde siret bölümünü yazarak katıldığı Efgani hareketinin sorumluluğunu taşıdığının şuurundaydı. Allah kendisine zeka ve kabiliyet bağışlamıştı öyleyse büyük işler başarmalıydı böyle düşünüyordu. İlk iş olarak da İslamla sıcak bağları bulunan büyük şahsiyetleri harekete geçirmeyi kararlaştırdı. Bir ramazan günü iftardan sonra İslamın uyanışı cemiyetinin kurucusu ve ulema grubunun büyüklerinden üstad Yusuf ed-Decevinin evine gitti. Burada alim ve ileri gelenlerden büyük bir toplulukla karşılaştı. Sohbet havasına hakim olarak müslümanların durumuyla ilgili duyduğu acıları dile getirdi. İslamı ve müslü-manları kurtarmaya yönelik ciddi çalışmaların gerekliliği üzerinde durdu. Müslümanların bugünkü zayıf durumuna karşılık İslama düşman mihrakların çok güçlü olduğunu belirten üstad ed-Decevi bundan üzüntü duyduğunu a-ma bu yolda harcanacak her çabanın mutlaka sonuçsuz kalacağını bu durumda kişinin sadece kendini kurtarmaya çalışması gerektiğini ve bunun da yeterli olacağını i-fade etti. Daha sonra da bir şaire ait şu beyti okudu Anlaşabilmişsem nefsimle kendi kurtuluşum için eğer Ölen ölmüş kalan kalmış umurumda olmaz gayrisi. Genç Hasan el-Benna öfkeyle atıldı - Hayır efendim söylediklerinize kesinlikle katılmıyorum. İnancım odur ki ortada zaftan başka bir şey yok. Bir de hareketsizlik ve sorumsuzluklardan kaçış Neden korkuyorsunuz Hükümetten mi ya da Ezherden mi Geçim derdiniz yok bari oturun da evinizde hizmet edin İslama. Şayet karşılık vermiş olsanız gerçekte halk sizinle beraberdir. Çünkü halkımız müslümandır. Ben o-nu camilerde kahve ve caddelerde tanıdım imanla dolup taşdığını gördüm. Ama ihmal edilmiş sahipsiz bir kuvvet bu inkarcı küfür alayının karşısına çıkarılamıyor. Ayrıca mahut küfür alayının dergi ve gazeteleri de gafletiniz sayesinde ayakta duruyor eğer dikkat edip sesinizi yükseltmiş olsanız her biri köşe bucak kaçışıp kendi deliğine girecektir. Ey üstad Şayet Allah için çalışmak istemiyorsanız bari dünya için yediğiniz somun için çalışın. Çünkü eğer İslam bu milletin elinden çıkarsa bilin ki ortada ne Ezher kalır ne de alimler. Hatta yiyecek harcayacak bir şey de bulamazsınız. O halde İslamın varlığını savunmuyorsunuz savurimayacaksanız hiç olmazsa kendi varlığınızı savunun. Ahiret için çalışmak içinizden gelmiyorsa bırakın dünya için çalışın. Aksi halde hem dünyanızı hem de ahiretinizi yitirmiş olacaksınız. İkisi birden gidecek elinizden. Orada bulunan kötü niyetli bazı alimler genç Hasan el-Bennayı üstad Deceviye ve Ezhere karşı saygısızlıkla suçladı. Fakat Ahmed Bey Kamil adında büyüklerden biri Gencin hakkı var söyledikleri doğru diyerek onlara itiraz etti Hasan el-Bennaya dönerek Evim emrinizde dedi. Daha sonra Decevi çevresindekilere birlikte Mu-hammed Sad adında bir komşusuna geçti. Genç Hasan el-Benna da katıldı onlara. Herkes yerini alıp oturduktan sonra Decevi ne görse iyi delikanlı hemen yanında oturuyor. Şaşırarak yine mi sen dedi. Hemen eline bir miktar çerez alarak ilave etti hele şunları al bakalım inşaallah düşünürüz. Hasan el-Benna cevap verdi evet yine ben işte tekrar geldim. Eğer mesele çerez meselesi olsaydı bir veya iki kuruş verip yetecek kadar almasını bilirdim elbette. Bir sonuca varmadıkça peşinizi bırakmayacağım. Durumun vahameti inşaallah düşünürüz gibi laflara müsait değildir. Ciddi ve hemen hareket istemektedir. Siz İslamın koruyucularısınız. Eğer sizin dışınızda İslamın başka imamları koruyucuları varsa ve bunları tanıyorsanız lütfen delalet edip bana gösterin ayaklarına gideyim sizde bulamadıklarımı belki onlarda bulurum. E-fendim ne olur anlayın kaybolan İslami varlığı ye İslama ait herşeyi yeniden elde etme yolunda olumlu bir adım atmanızı istiyorum Bir an yakıcı kavurucu bir sessizlik odaya çöktü. Decevi başta olmak üzere orada bulunanların bir kısmı gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başlamışlardı. Ne yapabilirim Hasan dedi Decevi ne gelir elimden İngiliz işgal kuvvetleri ülkeyi avucunun içine almış herkes titriyor korkuyor. Efendim dedi genç Hasan din gayretine sahip düşünce adamlarını toplayıp bir araya getirebilirsiniz böylece bir durum değerlendirmesi yapmalarını sağlayabilirsiniz. Konuşmalar konferanslar şeklinde bir hareket başiatabilirler. Küfrün inkarın karşısında duracak bir gazete dergi çıkarılabilir. Gençliği bünyesinde toplayacak bir cemaat kurulabilir. Bir yandan da vaaz ve ir-şad hareketine hız kazandırılır. Bunları yapmamız pekala mümkündür Bu sözler meclisi oluşturan zevat özerinde derin bir etki meydana getirdi ve bunun sonucu derhal harekete geçildi. Ülkenin önde gelen alim ve eşrafı kimlerdir bunların müzakeresine başlandı. Hasan el-Bennanın teklifi üzerine tesbit edilen isimler bir kağıda yazıldı. Bu arada üstad Decevi Ehram gazetesinde İslam hakimiyetinin zorunluluğunu gerektiren bir yazı yayınladı. Aynı yazıyı ayrıca Nurul-İslam dergisinde de yayınladı. Öte yandan Muhibbuddin Hatib el-Fetih adında bir dergi çıkarmaya başladı. Daha çok edebi bir espriye sahip olan bu dergi İslama davet yolunda etkili yazılar ihtiva ediyor ve bu konuda bir meşale ödevini görüyordu. O Yaşlarda Düşünce Olgunluğu Yıl 1927. Yüksek öğrenim son sınıfında okuyor Hocalardan Ahmed Yusuf Necati sınıf öğrencilerine bir kompozisyon ödevi veriyor. Herkes dilediğini yazabilecek. Başlık da şöyle Öğrenimini tamamladıktan sonra en büyük amacının ne olduğunu anlat ve bu amacı ger-leştirmek için hangi prensipleri hazırladığını açıkla Öğrenci Hasan el-Benna yazdığı kompozisyonda insanlığın hayrı için çalışan ve bunu sırf Allah rızası uğruna yapan sosyal bir şahsiyet olmak istediğini belirterek şöyle dedi En hayırlı en değerli iş sonuçlarından o işi yapanın ailesinin milletinin ve topyekün insanlığın yararlandığı iştir. Elde edilen yararın kapsamı nisbetinde o iş önem ve değer kazanır. Bu yolda kendisine yardımcı o-lacak öğretmenlik mesleğini seçişinin sırrını da şu sözlerle açıkladı Öğretmen olmak istiyorum. Çünkü görüyorum ki öğretmenler büyük yığınları aydınlatan birer ı-şık durumundalar. Gerçi bu ışık kendisinin yanması pahasına halkı aydınlatan bir mum ışığı gibidir ama yine de her türlü ilgiye layıktır. (1) Tarikata girmeyişinin en ö-nemli sebeplerini de şöyle dile getirdi Bunun iki sebebi vardır 1- Diğer tarikat mensuplarıyla anlaşmazlığa düşmek istemiyorum. 2- Davetin az sayıda Müslüman bir grup arasında mahsur kalmasını istemediğim gibi İslami ıslah hareketlerinden yalnız birine mal edilip harice taşma şansını kaybetmesini de doğru bulmadım. (1) İmam el-Benna önemli bir durumu daha farketmiş-ti ülkenin siyasi İslami milli ve içtimai fikir yapısını temsil eden kesim bilimin ağır baskısı altındaydı. Avrupa kaynaklı bilimsellik hareketi düşünce ufuklarında bir şimşek gibi çakmış ve neredeyse gözlerini basiretlerini kör etmişti. Hatta Muhammed Abduh Reşid Rıza Muhammed Ferid Vecdi ve İslama yardım etmek Müslümanları harekete geçirmek için içtenlikle hararetle çalışan talebeleri bile bu baskı çemberinin içindeydiler. Çünkü hem onlar hem de talebeleri az ya da çok bundan etkilenmişlerdi. Ancak İmam el-Bennanın bulunduğu İslami çizgi safdı pürüzsüzdü. Gerek onların gerekse Efgani gibi benzerlerinin maruz kaldığı bu etkiden tamamen uzaktı. Burada bir hatıramı kaydetmek isterim. Bir gün kardeşlerden biri merhum eş-Şeyh Tantavi Cevherinin Kuran tefsiri ile ilgili görüşünü sormuştu İmama. Merhum Cevheri Batı ansiklopedilerinin hakkında çok şeyler yazdığı bir İslam felsefecisiydi. Bir ara Müslüman Kardeşler gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü de yapmıştı. Önde gelen davetçilerden biriydi imam verdiği cevapta şunları söyledi O tefsir her müslüman için bir ansiklopedidir. Kuran-ı Kerimi okuyan inceleyen herkes için önemli bir eserdir. Çağının ve şartlarının mührünü taşıyan karakterini yansıtan ayrı bir tefsir oluşu gözden ırak tutulmamalıdır. Kendi çağında ve çağdaşları için yaşayan bir eserdir. Ancak bu onun çok faydalı bir kitap olmasını herkese ışık tutmasını Allahın izniyle gölgelemez. Bu kısa izahtan çıkan sonuç şudur Efgani Muhammed Abduh Reşid Rıza ve benzerleri İslam davetinde bir merhalenin temsilcileridirler. Giriştikleri hareket bir ıslah hevesi isteği olmaktan öteye geçmez. Diğer bir deyişle bu hareket İslam ilkelerini toplum katlarında ve yönetimde egemen kılacak düzenli pratik ve etkin bir güç oluşturamamıştır. Sadece aksiyon niteliği taşımayan bir teşebbüs olarak kalmştır. O halde İmam Hasan el-Benna İslami hareketinde bir tashih düzeltme merhalesidir. Cihad çizgisini pürüzlerden arındırma ve şaşırtılan hedeflerine yeniden yöneltme çığırıdır. Milleti ve her çeşit ıslahçı hareket komutasını Aziz ve Hamid sıfatlarının sahibi yüce yaratıcının sırat-ı müstakimine yönlendirme adımıdır. Hem de İslam ümmetinin ve ona öncülük eden kadroların hakikatlardan saptırıldığı en doğru yoldan alıkonduğu ve dolayısiyle binbir çeşit çıkmazın girdabına itildiği bir dönemde. Buna sıtratejisi kesin çizgilerle belirlenmiş büyük bir hareket için ciddi bir hazırlık aşamasıdır da diyebiliriz. Bir yönüyle de Muhammed Abduh Efganl ve Reşid Rıza hareketinin çarpık taraflarını düzelten ancak hassas bir büyüteçle görülebilir durumdaki eğriliklerini doğrultan bir başlangıç adımıdır. Onlardan başka Abdülaziz Çavuş hareketi için de aynı şey ve hatta onun yolunu izleyip yığınla hataların içine düşerek dalaletleri apaçık ortaya çıkan kişiler hep aynı değerlendirmeye tabidir. Doktor Tahir Ahmed Mekki de şöyle diyor Hasan el-Benna kendine has üslubu olan bir İslam davetçi-sidir. Eşsiz ber deha emsaline zor rastlanıl bir alim ve plan adamıdır. Yüzyılımızdaki İslam hareketini yenileyendir ve gerçek manada bir din adamıdır. Etkili bir hatip ikna eden bir söz ustasıdır. İslam nizamını müjdeleyen bir davetçidir. Bir yandan Cemaleddin Efganinin cesaretine sahip olurken bir yandan da Muhammed Abduhun fikir planındaki atılganlık özelliğini kendinde toplamıştır. Ayrıca Efganide de Abduhda da bulunmayan üstün bir teşkilatçılık gücüne sahiptir. Tıpkı Robert Jacksonun dediği gibiydi. Onu anlatırken yazar şöyle diyor Her şeyi söylerdi ama cerh mi etti kötüledi mi anlayamazdınız. Eleştirilerini bir sanat ve vecize üslubu içinde yöneltirdi. Bir konunun sadece ana hatlarını ortaya koyar ayrıntılarını ise çevresindekilere bırakırdı. Muhatabını daima rahatlatan bir sadeliğe sahipti. Ama aynı zamanda son derece derindi de. Öyle ki kendisiyle görüşen konuşan biri sonunda mutlaka onun yanında yer alırdı. Savunduğu sözcülüğünü ettiği düşünceye kesin kesin inanırdı. (1) Hele değişik isimleri durum ve konumları hafızasında tutma kudreti herkese örnek teşkil edecek çaptaydı. Sözgelimi bir kere karşılaşmışsanız yıllar sonra tekrar karşılaştığınızda size adınızla hitap eder memleketinizden ilk karşılaşma sırasında yanınızda bulunan arkadaşlarınızdan sorar. Çoğu zaman da bir kardeşe çocuklarının isimlerini ayrı ayrı söyleyerek ne halde olduklarını sorar isterse onları bir kere görmüş olsun. Hasan el-Benna ve Diğer Islahçı Hareketler Arasındaki Fark . Amerikalı yazar Robert Jackson şöyle der Doğuda batıda eski ve yeni dönemlere ait dünyanın tanıdığı kaç akım çığır ve mesaj varsa Hasan el-Benna hepsini de okumuş ve araştırmıştır. Bunların kahramanları kimlerdir başarıları başarısızlıkları nelerdir hepsini bir bir incelemiştir. Bunlardan çalışmalarına ışık tutacak olanları tecrübe olarak kullanabileceklerini almayı bilmiştir. Bütün herşeyi adeta yutmuştu. Kanun toplum politika ve edebiyat konularında okuyup öğrenmediği ilim fikir ve yeni gelişmelere dair bir teori yoktu. Yüzyılımızda gerçekten ıslaha yönelik pek çok hareketler ortaya çıkmıştır. Hindistanda Mısırda Sudan ve Kuzey Afrikada. Önemsiz sayılmayacak sarsıntılar yankılar meydana getirmişlerdir. Ne var ki hiçbiri olumlu kalıcı sonuçlar doğuramamıştır. Bunun sebebi açıktır Bazı ıslahatçılar olaylarla karşılaştıklarında soğuk kanlı olamıyorlardı içine düştükleri ölçüsüz reaksiyoner durum ve ruh hali yüzünden kurmaya çalıştıkları yapı daha tamamlanmadan yıkılmaya mahkum oluyordu. Halkla da bir bütünlük yoktu sağlam bir kamuoyu oluşturamıyorlardı. Sonunda bütün bu davetler akımlar çığır ve mesajlar meydanı bir bir terk etti kitap sayfalan arasındaki kelimelerden dillerdeki ibarelerden ibaret kaldı. Şimdi her biri yeni bir diriliş bekliyor öğreti ve şartlarının yeniden ele alınmasını umuyor tam manasıyla olgunlaşabile-ceği zemini kolluyor. Ama ne mümkün İşte İmam el-Benna kendinden öncekilerin tecrübelerinden yararlanmış İslam davetinin sancağını taşıyan liderlerin mütefekkir ve öncülerin tarihinden istifade etmeyi bitmiş ama onların düzeyinde kalmak istememiştir. Daha ileri bir alana ayak basarak başka kahramanlarla buluşmuştur. Hazreti Ebu Bekir Hazreti Ömer ve Hazreti Halidden yararlanmıştır. Hazreti Ebu Bekirden hoşgörü Hazreti Ömerden sertlik ve Hazreti Halidden de teşkilatçılık dehası almıştır Müslüman Gençler Cemiyetini Oluşturması İngiliz işgali azgın bir misyonerlik hareketi başlatmıştı. O dönemin büyüklerinden Doktor Abdülhamid Said Almanyadan dönmüş onun Mısıra gelişi işte böyle bir ortama rastlamıştı. Misyonerlik hareketi ülkeyi korkunç bir dalga halinde sarmıştı. Hatta ingiliz himayesi altındaki bu misyonerler aynı görevle Ezher Üniversitesine kadar girmeyi başarmış ve eylemlerini sürdürebilmişlerdi. Cadde başlarını ve hele Ezher-i Şerif caddesini ellerine geçirmişlerdi. Kürsüler kurup nutuklar atıyorlardı. Misyonerliğin her türlü taktiğini deniyorlar ve İslam hakkında milleti şüpheye düşürmeye çalışıyorlardı. Köyler şehirler bunların faaliyetleriyle doluydu. Sözgelimi Buheyreye bağlı Mahmudiye şehrinde İngiliz kilisesinin emriyle üç kız yoğun bir şekilde hıristiyanlık propagandasına girmişti el-Hilal dergisi. Başlarında Mis. Wait adında bir kızın bulunduğu bir grup sağlık hizmetleri dikiş nakış öğretmek ve küçük çocukları barındırıp eğitmek bahanesiyle müthiş bir misyonerlik faliyeti gösteriyorlardı. Böylece Hasan el-Ben-nanın mücadele alanına bir ikincisi daha eklenmiş oluyordu. Sekreteri henüz on dört yaşında olan Hassafiye Hayır Cemiyeti ile birlikte Hasan el-Benna bu mücadele alanlarında etkin bir rol oynamıştır. (1) Bu mesele alimlerimizi uyarmaya başlamıştı. O sıralarda DaruI Ulumululya öğrencisi olan genç Haşan el-Benna Abdülhamid Said Yahya Derdir ve daha başka büyüklerle görüşmeler yapıyordu. Gençliği kurtarma yolunda ciddi tedbirler almanın zarureti üzerinde duruyordu. Gayri müslim gençlerin bir kulübü vardı. Buraya yalnız kendileri devam etmiyor müslüman gençler de gelip gidiyor misyonerlik faliyetlerine yataklık eden bu kulüpte gençlerimiz planlı bir şekilde şüphelere itiliyor. Gençliği dağınıklıktan kurtaracak bir araya getirecek bir kulübe ne kadar muhtacız Böyle düşünüyor ve böyle söylüyordu genç Hasan el-Benna. Bu düşünceler meyvelerini vermekte gecikmedi. Hasan el-Benna bir gençlik kulübünün tohumlarını atmayı başarmıştı. Asıl doğumu İsmailiyeye göçünden sonra gerçekleşen bu kutlu ocağın adı Müslüman Gençler Cemiyetedir. Kendisi İsmailiyede idi ama onu desteklemede ve kuruluşuna katılmada hiç vakit kaybetmemişti. Bu cemiyetin yönetim kurulu ve kurucu meclisi doktor Abdülhamid Saidin başkanlığında doktor Yahya Derdir Şeyh Muhibuddin Hatib ve benzeri üyelerden oluşuyordu. Hasan el-Benna bu devlerin arasında gençliği temsil eden tek üye idi. Ömrünün son anına kadar da bu cemaata olan bağlılığını sürdürdü. Nitekim mübarek ömrünün son gecesi yine bu cemiyetin binasında geçti. Neydi bu cemiyetin ana hedefleri Şöyle sıralaya biliriz 1- İslam ilke ve kurumlarının yeniden teessüsü i-çin çaba harcamak. 2- Ülkede İslamı hakim kılmak. 3- Bazan haçlı bazan da laiklik isimleri arkasına gizlenen Batılı fikir emperyalistlerinin pençesine düşen gençliği bütün bütüne kaybolmaktan kurtarmak. işte bu milleti Batı istikametinden döndürme yolunda girişilen ilk ciddi hareketin öyküsü. Böylece Artık dur deniliyordu burası İslam ülkesidir ileri gidiyorsunuz kendinize gelin diye haykırılıyordu. Liderlik Özellikleri Sade tabiatı hafif sakalı ve kimi alimlerde görülen suni tavırlardan uzak görünüşüyle Hasan el-Benna İsla-mi hareketin liderliği için yaratılmıştı sanki. Zeki idi nereden neyin geleceğini iyi bilirdi. Vakur ve heybetliydi. Kişilerin farklı anlayışları üzerinde kudret sahibiydi. Muhataplarının gönüllerine girmesini bilirdi düşünce ve görüşünü kabul ettirmeyi başarırdı. Çok geçmeden kendi düşüncesi konuştuğu kişilerin dilinden dökülmeye başlardı. Birden aynı düşüncenin bağlıları oluvermişlerdir. Hatta söylediklerinin himaye ve neşri için birer asker o-luvermişlerdir. Karşı düşünce ve muhalefetlerden sıkılmazdı. Bize hep şöyle derdi İnsanların size ve savunduğunuz teze karşı çıkmasını nasıl düşünebilirsiniz Varlığının hakikati apaçık olan Allah hakkında muhalefet ediyor ve Allah üç tanrının üçüncüsü diyorlar ve daha neler . Ayrı ciltler halinde izah edilebilecek bir düşünceyi o birkaç satır ya da sayfada gayet veciz ifade ederdi. Böylece farklı seviyelerdeki bağlıları söylediklerini tamamıyla kavrar muhafaza ederdi. Bir söz ustasıydı yeni düşüncelerini yumuşak ifadeler halinde sunma kudretine sahipti. Eğer böyle olmasaydı halkın muhalefetiyle karşılaşırdı. Kendisiyle savaşırlardı bile. İşte bu yeteneği ve gücü sayesinde onları geçmişin mirası alışılagelmiş düşüncelerden uzaklaştırmayı başardı din konusundaki yalnış anlayışlarını düzeltti. Hayat görüşlerini değiştirdi bir hedef verdi onlara hürriyet ve kuvvete dair umutla doldurdu gönüllerini. Jacksonnu dinleyelim yazar şunları söylüyor Liderlik niteliklerinden biri de sesiydi. Güçlü ve sevgi dolu sesi vardı. Bir de beyan dirayeti anlatım gücü. Yığınların ruhuna kolayca nüfuz edebiliyordu. Kültürlü kesimin idrak zevkine uygun bir anlatım gücü vardı. Söz ustalığı ve ikna yeteneği konusundaki üstünlüğü tecrübe ve mahareti sayesinde herkes tarafından kabul görürdü Onda siyasetçilerin dehası liderlerin gücü alimlerin delil dirayeti sofilerin imanı sporcuların atılganlığı felsefecilerin ölçüleri hatiplerin hitabet gücü ve yazarla-ın kalem keskinliği vardı. Bütün bu nitelikler çok özel bir karakter halinde ayrı ayrı kendini gösteriyordu. Sahabe ve Tabiinin hayat hikayelerinde okuduğunuz niteliklerdi. Toplum tabiatından ayrı bir tabiata sahipti çağı geçmiş bir kelimeydi adeta. O sebepledir ki İslam kelimesini yeni bir tarzda yücleten sokak adamına varlığının ve aki-betinin hakikatini gösteren böyle bir imam karşısında Batı eli kolu bağlı kalmadı. İnsanları Allah kelimesi üzerinde toplayan davetinin gücüyle her türlü yabancılaştırma. milliyetçilik maskeli dalaletler ve dar ırkçılık hareketlerinin rüzgarını kesen yazarların üslubunu doğrultan ve bir kısımınin da İslami hareket kervanına katılmasını sağlayan böyle bir İmam Batı için elbet bir tehlikeydi. (1) Ak-kad Heykel ve benzerleri bunun en canlı örneğini teşkil ederler. İşte bu yazarların İslam hakkında yazılar yazmaya yönlenmeleri onun etkisiyledir. İSMAİLİYEDE Allahın izni ve iradesiyle Haziran 1927 de Da-rul-ulumdan mezun olan bu genç aynı yılın eylülünde öğretmen olarak atanıyor ve bu İsmailiyedeki ilk işi oluyor. 16.9.1927 ye rastlayan bir pazartesi günü ismaili-yeye gitti. Burada hiç vakit kaybetmeden bir yol aramaya koyuldu. Doğruca camiye gitti. Cami onun gibi bir kişi için en tabii bir yerdi. Zikir halkalarıyla karşılaştı camide. Bu yeni ortamı kavramakta gecikmedi. Tarikat mensuplarıy la başkaları arasında da cereyan eden bir takım sürtüşmelere tanık oldu. Şehir halkı ikiye bölünmüştü. Bir kısmı Şeyh Musanın bir kısmı da Şeyh Abdussemiin çevresinde toplanmıştı. Halkı yabancı işgalinden oyalayan ve kendi içinde didişmelere düşüren teferruat cinsinden bir takım meseleler çevresinde müthiş bir parçalanma olayı vuku bulmuştu. İşte sözkonusu meselelerden bazıları tevessül yani Allaha yaklaşmada bir vesileye sarılma meselesi. Ezandan sonra Peygambere sa-lat ü selam okuma meselesi. Cuma günü camide Kehf suresinin okunması durumu. Teşehhüdde peygamberin adı geldiğinde seyyiduna diyecek miyiz demiyecek miyiz Yine peygamberimizin ana-babasının ahiretteki yeri Ölünün arkasından okunan Kuran onun ruhuna u-laşır mı ulaşmaz mı Tarikat müntesiplerince tertiplenen zikir halkaları bir masiyetmidir yoksa Allaha yaklaştıran birer vesile mi Bir grup insanla cami köşelerinden birinde ayrı bir yer tutmaya çalıştı onlarla dini bir bağ kurmak ve karşılıklı sevgiye dayanan bir bütünlük sağlamak istiyordu. Ancak yaklaşık yirmi üç yaşındaki bir gencin öğütleri ileri düzeydeki şeyhlerin öfkesini çekti üzerine. Bu muhalif şeyhler birlik olup onu camiden kovdular. Artık kahvehaneden başka gidebileceği bir yer yoktu. Evet kahvehane. Ya buradaki manzara Tam bir garabet örneği. Sözgelimi biri oturmuş Zır Salim ya da Antere Bin Şeddad hikayesi anlatıyor. Tabi sazı ve şarkısıyla. Ortada her biri ayrı talden çalan ve danseden kadınlar. Nihayet kovulmadan oturabileceği bir sandalye bulabilmişti. Oturdu halkı düşünmeye tepeden tırnağa karakterlerini incelemeye başladı. Dans bitmiş ve çalgılar susmuştu ki gen öğretmen bir konuşma yapmak için izin istedi. Tamam j dediler konuş dinliyoruz. Cahiliye edebiyatı okuduğun-i dan söz etti onlara ve cahiliye kahramanlarına dair öyle şeyler anlattı ki şaşırıp kaldılar. Böylesini hiç duyup dinlememişlerdi. Sonra sözü başka bir noktaya çekti. İsla-mın bu kahramanlardan nasıl da devler meydana getirdiğini bu çahjliye adamlarından Halid bin Velid Amr bin Madikerib ve benzerleri gibi nice İslam kahramanları ortaya çıkardığını sözkonusu etti. Bu şekilde başlayan sohbetler birbirini izledi. Genç öğretmen elBenna İslam fetihlerinin kahramanlarına dair çok şeyler anlatıyordu onlara. Halk kendisine öylesine sarıldı ki peşini bırakmaz oldu adeta. Artık herkes ona efendi diye hitap ediyordu. Saz sahibi büyük öğretmenin kürsüsüne oturtuyorlardı. Daha sonra ayrı bir oturum düzenlediler onun için. Böylece aynı kahvehanede iki ayrı ders vermeye başlamış oldu. Bu kahvehanade halk büyük yığınlar halinde toplanmaya başladı. Genç Hasan el-Benna garip bir durum farketti. Yığınların kalbinde gizli ve üstü kapalı bir iman vardı. Bu imanı araştırıp ortaya çıkarmak pekala mümkündü. Bir umut ışığı parlamıştı içinde. Bundan böyle kahve sohbetlerini sürdürmeliydi ve öyle yapıyordu. Bu kez başka bir kahvehane müşterilerinin gitgide azaldığını anladı. Koşup Hasan el-Bennanın bulunduğu kahvehaneye gidip aynı sohbetleri ücret karşılığında kendi kahvehanelerinde de yapması ricasında bulundular. Hasan el-Benna bu teklifi derhal kabul etti ancak ücretsiz olarak çünkü onları memnun etmek istiyor kazanmak maksadını güdüyordu. Böylece sonunda binlerce kişinin devam ettiği üç büyük kahvehanede üç ayrı kürsüye sahip olmuştu. Artık bu ortamın değerlendirilmesi zamanı gelmişti. Ele aldığı konuyu yavaş yavaş açıyor ve halka i-nanç hakkında hayat tarzı ve ahlak konularında konuşmalar yapıyordu. Tabi işe öncelikle inancı düzeltmek güçlendirmek ve sağlamlaştırmak noktasından başlayarak. Bunun için de Allahtan Allahın varlığından-ve yüce sıfatlarından sözediyor Allah Resulüne Onun azim ve sebatını eşsiz ahlakını anlatıyordu. Bunları anlatırken de felseefi nazariyelerden ve mantıki kıyaslardan özellikle kaçınıyordu. Dine aşk derecesinde bağlılık duyar hale geldikten ve kıyamet gününe kesin kesin inandıktan sonra İslamın ahlak prensiplerini ve getirdiği yükümlülükleri açıklıyordu. Namazı anlatıyordu onlara ama Ezher alimlerinin izlediği yolu izleyerek değil. Sözgelimi Temizliğe elverişli sular yedi bölüme ayrılır şeklinde girmiyordu namaz konusuna. Allah Resulünün abdest alanların sevabına dair hadisinden söz ediyordu. Sözgelimi Kim güzel bir şekilde abdest alırsa vücudu günahlardan arınır hatta tırnaklarının altında bile birşey kalmaz. hadisini anlatıyordu. Yine şu hadis-i şerifi Kim güzelce abdest alır kalbi ve yüzüyle yönelerek iki rekat namaz kılarsa cennet ona vacip olur. İzlenen bu yol öylesine etkili oldu ki dinine can atan bu kişiler bulundukları yere sığmaz oldular. Namazımızı nerede kılacağız ve mutlaka kılacağımıza göre diye haykırdı. Yıkık dökük bir namazgah gösterdiler kendisine. Derhal eli kolu sıvadı ve işçilerle birlikte o camii inşaya koyuldu. Halkı Nasıl Çağıracağız Hasan el-Bennanın izlediği yol Allah Resulünün izlediği yoldu. Cahiliyeyi kaynağında can evinde karşılıyor yakalıyordu. Yani kahvehanede. Çünkü Allah burada unutuluyor ve şeytana burada tapılıyordu işte Hasan el-Benna da işe buradan başlayarak halka yavaş yavaş sokuluyor ve nazik bir üslupla camiye çekiyordu. Camide de kendisine refakat eden bu insanlara vaaz ediyor öğütler veriyordu. Onu beğenen ve kendisiyle birlikte camiye gelenler arasında biri vardı ki ne aklı başında bir insandı ne de söyledikleri gibi deliydi. Sadece bir parça çakırkeyf biriydi. Hasan el-Benna namaza ilişkin konuşmasını bitirmişdi ki işte bu adam Namaz kılmak istiyorum diye atıldı. İmam el-Benna yanındaki işçilerden Ab-durrahman Hasbullah adındaki birine Abdurrahman haydi bunu abdest mahalline götür ve kendisine abdesti öğret dedi. Abdurrahman o şahsı abdest mahalline götürdü. Sarhoş haldeki kişi orada Allahın iradesiyle kustu ve bir parça kendine geldi. Artık abdest alıyor Abdurrah-mandan da namazı öğreniyordu. Zamanla Irakiye bölgesinde ikinci bir köşede sabit bir ders edindi kendine. Bu dersin vakti akşamla yatsı a-rasıydı. Bu dersten sonra da kahve dersine çıkıyordu. Kahve dersi ise hem belli bir konuyu kapsıyor hem de vurucu açık ve kısaydı. Davet ettiği insanlara karşı son derecede yumuşak ve şefkatli davranıyordu. Hasan el-Benna her işinde bu prensibe bağlıydı. Bunda yine liderimiz öğretmenimiz Allah Resulünü örnek almış oluyordu. O ki Size düşkün inananlara şefkatli ve merhametlidir. Üstad avukat Muhammed Fehmi Ebu Gadirden dinledim Hukuk Fakültesindeki bir arkadaşından üstad Abdülvahhab Hamudenin yazdırdığı hadis notlarını istemiş. Arkadaşı da Üstad el-Benna bu metinleri Kardeşler Dergisinde şerhetti cevabını vermiş. Derken Mağribilin i caddesinde İmamın kardeşi öğrenci Muhammed Ahmed elBenna ile karşılaşır. Muhammed Ahmed kendisine çok iyi davranır ve dergiyi vererek kardeşinin birkaç gün sonra yapacağı bir konuşmayı dinlemeye çağırır. Bu konuşmayı dinlemeye giden Ebu Gadir orada başkalarının katıldığı dini bir sohbete tanık olur ve pek beğenir. Bu a-rada namaz vakti gelmiştir. Onun dışında herkes namaz kılar. Namazı ve sohbeti bitiren İmam Ebu Gadiri yanına çağırır ve namaza katılmayışı konusunda asla dokunmadan rahatlatıcı nitelikte latifeler yapar kendisine. Onu tamamen kendi psikolojisine bırakır yani içinin rahat akışına. Ne emir ne de nehiy. Direkt olmayan yani dolaylı nasihat çoğu zaman en uygun yoldur da ondan Üstad Abdurrahman Hasbullahın bana anlattığı bir olay da yine bu kabildendir. Şöyle ki davetin fecir döneminde Abdurrahman Hasbullah İsmailiye kahvehanelerinden birinde bir arkadaşıyla tavla oynamaktadır üstelik İ-mamın din için mücadele veren yiğit arkadaşları arasındadır. Tam o sırada İmam görüvermiştir kendisini ancak hiç görmemiş gibi davranır. Bir saat sonra Abdurrahman İmamın dersini dinlemeye gider. İmam el-Benna gördüğü bu aykırılıktan hiç söz etmez kendisine. Onu vicdanının muhakemesiyle başbaşa bırakır. Yeri ve meşguliyeti ne olursa olsun İslam alanında mücadele verenlerin sıkı sıkıya sarılması gereken bu yüce değerlere aykırı davranmanın çirkinliğini doğrudan kendisi anlasın ister İhtilaflı meselelerden sürekli uzak dururdu. Halkı dinin genel esasları üzerinde toplamaya birleştirmeye çizen gösterirdi. Kahvelerden birinde bazı fitne tiryakileri yanına gelerek tasevvuf ıstılahındaki vesileyi sordular. Kardeşim dedi sanırım sen sadece bu meseleyi sormak istemiyorsun bununla birlikte teşehhüddeki seyyi-düna kelimesinin durumunu Kuranın sevabının ölüye u-laşıp ulaşmayacağını ve daha şunları şunları sormak istiyorsun değil mi. Adam şaşkınlık içinde evet cevabını verdi. İmam gayet mütevazi bir şekilde şunları söyledi Kardeşim ben alim değilim sadece bir öğretmenim. Ezberlediğim bazı ayet ve hadisleri kitaplarda okuduğum bazı dini hükümleri fahri olarak halka öğretmeye çalışıyorum. Sen beni bu çerçevenin dışına çıkarırsan işimi zorlaştırırsın. Bilmiyorum diyen kimse de fetva vermiş sayılır. Vereceği cevaba katlanacaklarını anlayınca da onlara şunları söyledi Fitne atmosferinde tam sekiz yıl tükettiniz artık yetişir. Müslümanlar bu meselelerde yüzlerce yıldır ihtilaf halinde. Allah birbirimizi sevmemizi birlik ve bütünlük halinde olmamızı istiyor ihtilaf ve ayrılığı kesinlikle hoş görmüyor. Gelin Allaha söz verelim ve bu işleri artık bırakalım. Dinimizin esaslarını temel kurallarını öğrenmeye çalışalım. Onun ahlak ve faziletlerine sarılalım herkesin ittifakla kabul ettiği irşadlarına kulak verelim. Ta ki topyekün nefisler saf halinde gelsin. İşte o vakit bu meseleleri hep birlikte sevginin güven ve İhlasın gölgesinde müzakere ederiz. Hepsi de bu fikre katıldı söz verdi. Vaazlarının ekserisinde pek çok değişik konulara temas ederdi. Bir eğitimci şefkati titizliliğiyle ele-alırdı işlediği konuları. Verdiği konferanslardan dönen binlerce kişi kendi kendine sorardı Bu adam bir veli mi Allah basiretini öylesine aydınlatmış ki içimden-geçenleri bildi sormak için geldiğim ya da şaşırıp kaldığım meselelerin hepsine fetva verdi. Salı Aşkı diye adlandırdığımız konuşmalarında pek çok müşkülü çözer sonuca bağlardı. Salı dersleri hastaları bütünüyle tedavi eden bir uzman psikolog doktorun yürüttüğü psikolojik bir sağlık kontrolü gibiydi. Bir karantinaydı adeta. İki kardeş arasındaki tartışmayı kesmek sonuca bağlamak için kimi zaman başvurulan prensip Ey filanca Allahtan üç kere mağfiret dile Üç gün ya da bir ay oruç tut. Veya Gece kalkıp namaz kıl Allahtan af iste namazlarında Ona tevbe et cümleleriydi. Kardeşine nasihat ederken sert ve katı davrananlara çıkışırdı. Herkesin gözü önünde açıktan nasihat e-denlere de aynı şekilde kızardı. Kardeşine başbaşa nasihat eden gerçekten nasihat etmiş olur herkesin huzurunda nasihat edense gerçekten onu rezil etmiştir derdi. Merhum vaazı sırasında nasihat ederken bir şefkat ve incelik çağlayanı olup akardı. Tatlılık yumuşaklık bir şeye girdi mi onu süsler bezendirir. Bir şeyden de uzaklaştı mı onu bulandırır karartır. Hadisi şerifini tekrarlardı. Siz insanları hiçbir zaman mallarınızla içinize a-lamazsınız. Onları ahlakınızla içinize alın. Hadisi şerifini de aynı şekilde tekrarlar dururdu. Allah Resulünün bu eşsiz ahlakını bütünüyle kendimizde bulundurmak zorundayız. Şu olayı hatırlayalım ve o olayla birlikte Allah Resulünün verdiği dersi düşünelim. Peygamberimizin meclisine bir bedevi gelmişti. İdrarı sıkıştıran bedevi hemen orada mescidin bir kenarına idrarını boşaltmaya başlamıştı. Orada bulunanlar kendisini a-zarlayarak sert bir şekilde çıkıştılar. Ancak Allahın Resulü onlara engel oldu ve İdrarını kesmeyin buyurdu. Daha sonra da yerin idrardan nasıl temizleneceğini öğreterek Üzerine birkaç kova su dökün emrini verdi. Başka bir rivayete göre de Bırakın işini bitirsin ve idrarın üzerine kova ile su dökün. Şüphesiz siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz zorlaştırıcı olarak değil buyurdu. Öbür yandan Peygamber ashabıyla namaz kıldığı bir sırada yine bir bedevinin Allahım bana ve Muham-mede merhamet et bizimle binlikte başka hiç kimseye merhamet etme şeklinde duada bulunduğunu işitti. Namazını bitirdikten sonra Allahın Resulü Genişliği daralttın dedi ve bedeviye bütün Müslümanlar için dua etmesini öğretti. İhtilaflı konulardan uzak durma ve dinin esaslarına sarılıp önem verme ilkesi Hasan el-Benna okulunun başta gelen özelliklerinden biridir. Realite planındaki problemlerin çözümüyle uğraşma her konuya sürekli olumlu yanlarından yaklaşma muhatabı durumundaki her topluluğa seviyesine uygun bir dil ile konuşma ve davet edilen kişilere daima yumuşak ve ince davranma gibi prensipler de aynı şekilde bu okulun özelliklerini teşki eder. Robert Jacksonı dinleyelim şöyle diyor yazar Herkese kendi diliyle konuşma kudretindeydi. Sahası yolu yordamı neyse ona göre konuşurdu. Bam telini yakalar ve tam üzerine vururdu muhatabını rahatsız eden yaranın üzerine kordu elini. Ezherlilerin üniversitelilerin doktorların mühendislerin sofilerin ehli sünnet dillerini ayrı ayrı bilirdi. Delta sahra orta ve yukarı Mısır iklimlerinin lehçelerini hepsini bilirdi. Örf ve geleneklerini da aynı şekilde. Hatta kasapların kabadayıların belirli ve açık niteliklere sahip bazı Kahire mahallelerinin dilini üslubunu da çok iyi bilirdi. Dolayısıyla onlara konuşurken zevk ve sanat anlayışlarına uygun hikayeler anlatırdı. Dahası hırsızlann yolkesici ve katillerin dilini bilmede de ustaydı. Bir keresinde onlara özel bir konuşma yapmıştı. Çeşitli iklim ve bölgelere yaptığı gezilerde bölge halklarıyla konuşur ve konuşmasının konusunu da bölgelerin problemleri realiteleri ve ihtilaflarıyla besler güçlendirirdi. Sonunu da parlak bir hitabe üslubu içinde daveti ve davetinin en büyük prensipleriyle bağlardı. Tabi bu konuşmalar çok ilgi görürdü. Aklı başında herkesin çok hoşuna giderdi. Aklı ikna ederek duyguyu şuuru harekete geçirirdi. Ruhu da lafızla değil mana ile alevlendirirdi. Bu yoldaki metodu atak çıkışlar değil aksine sükunetti. Mugalatanın zıddı olan hüccetti. Takva Sadelik ve Kendini Gayeye adama Robert Jackson daha sonra şunları söylüyor - Gelişmeye bir merhaleden öbürüne geçmeye kesin kesin inanan bir kişiydi. Olgunluk ve tekamül esasına bağlı olarak bir dönemden başka bir döneme geçileceği inancına sahipti. Onun bu tutumu bazı çevreleri rahatsız ediyordu. Ferdi çıkar isteklerine dayalı kişisel amaçların ötesine geçmeyen ve şahsiyet planındaki özel etkenlere bağlı politik kaygılara sahip vatan düşmanı kişiler bundan hoşlanmıyorlardı. Son derecede mutedil bir insandı. Belirli bir öğretmenlik maaşı vardı yanlız onunla yaşardı. Oysa kendisine bağlı kişiler büyük bir servet yığmıştı önüne. Çevresindeki işçilerden öyleleri vardı ki gelir düzeyleri kendi gelir düzeyini kat kat aşıyordu. Böyleyken evinde tam bir zühd hayatı yaşıyordu. Giyim kuşamdaysa tam bir sadelik örneğiydi. Eski kilimlerle döşeli ve muhteşem bir kütüphaneyle donatılmış mütevazi odasında kendisiyle karşılaştığında onu herhangi bir insandan ayıramazdın. Ancak tek özelliği gözlerinden taşan ve çoklarının karşı karşıya gelmeye cesaret edemediği o güçlü ve parlak mı parlak parıltıdır. Başarısı Kardeşler Metodunun Büyük Değişimdeki Tarih Zilkade 1347 h. ve Mart 1928. İsmailiye-de ilk Müslüman Kardeşler Cemiyeti oluşuyor. Altı kişilik bir kadro Üstad el Bennayı evinde ziyaret ederek kendisine şöyle diyor Bu zillet hayatından ve eli kolu bağlı durumdan bıktık. Sahip olduğumuz tek şey damarlarımızda onurla akan şu sıcak kandır. Bir de çocuklarımıza ancak yeten şu az miktardaki maddi imkanlarla birlikte nefislerimizle beraber iman ve haysiyetle parlayarak akan mevcut ruhlar. Nasıl çalışacağız metodumuz yolumuz ne olmalı Bu hususları en iyi bilen sensin biz senin kadar anlamıyoruz. Sana beyat etmeye geldik. Dini için yaşamaya yolunda ölmeye rızasından başka bir şey gözetmemeye Allaha and içmiş bir cemaat var ve bu cemaat hiç şüphesiz zafere layıktır. Cemiyet işte bu altı kişilik kadrodan oluşuyordu. Bu kardeşler şunlardı Hafız Abdulhamid Ahmed el-Husari Fuad ibrahim Abdurrahman Hasbullah İsmail İzz ve Zeki el-Mağribi. Cemaat imamın kahveden çekip kurtardığı kişilerden oluşmuştu. Yavaş yavaş sesini yükselten davet Şarkıyye vilayetine bağlı Tibe ve Ümmü Rimad doğumlu üstad vaiz Hamid Askeriyyenin evinde özel eğitim ve derinliğine araştırma için sade bir karargah edinmişti. Nitekim o iki kahve ile birlikte yine o sade zeviyeyi de genel davet enstitüsü haline getirmişti. Cemaatın teşkilinden sonra da üstad Ali Şerifin bürosunda altmış kuruş aylık ücret karşılığında bir oda kiralamışlardı. Bu sade ve gösterişsiz çıkışla yol almaya başlayan davet giderek güçleniyordu. Peki ya İngiliz işgalinin tavrı Bu hareket karşısında uyuyor muydu acaba Hasan el-Bennayı ismailiye şehrinden uzaklaştırma karar aldılar. Bu karar kesindi. Niçin neydi sebep Çünkü Kardeşler kitlesi Kanal hattında giderek çoğalıyordu. Ebu Suveyrde Tellükebirde Portsaidde ve İngiliz kuşatması altındaki öteki bölgelerde. Evet her yerde çoğalıyordu Kardeşler. Hasan el-Bennanın İsmailiyede bulunması İngilterenin bu ülkedeki işgali için büyük bir tehlike idi. Bu konuda İngiltereyi ilk uyaran Cebesat Balah Şirketi oldu. Çünkü davet bu şirket bünyesindeki işçiler üzerinde son derece olumlu etkiler meydana getirmiş ve şirketten bir cami istemelerine yol açmıştı. Şirket bu isteği kabul etmek durumunda kalmıştı. Bunda samimi olmadığj açıktı. Yabancıların bağnaz olmadığı propagandasından kaynaklanıyordu. Şirket bir cami inşa etti ve İsmailiyedeki Cemaatten hutbe ve öğretim hizmetlerini de yürütecek bir imam istedi. O günlerde üstad Muhammed Fergali Hi-ra Enstitüsünde hoca olarak bulunuyordu. Genel Mürşid camideki sözkonusu göreve onu getirdi. Muhammed Fergali derhal gitti ve camideki hizmetine başladı. Camiin hemen yanına kendisi için özel bir ev de yapıldı. Merhum üstad üstlendiği bu görevi şevkle yürütüydrdu. Rızkı verenin sadece Allah olduğunu ecellerin de yine yalnız Onun elinde bulunduğunu öğretiyordu halka. Artık halk Allahın tek Rab ve ve tek rızık veren olduğuna inanmıştı. Fazilete hakları olmayan şeylerden kesinlikle uzak durmanın gerekliliğine bir işi sağlam yapmanın şart olduğuna ve haysiyet için çalışıp başarı elde etmenin zorunluluğuna inanmıştı. İşte bu noktada okuma yazması olmayan sade işçi gerçekten garip bir şeyin farkına vardi ve kendine şu soruyu sormaya başladı Benim karım kızım ne diye bu yabancı büyük görevlilerin evine gidiyor ve hizmet ediyor Bu müslüman bir insanın yapabileceği şey değil Böylece işçiler hanımlarını üst düzeydeki bu görevlilerin evlerine göndermez oldular artık bu tür hizmetlere son verdiler. Bundan böyle işçi kardeş emri altında bulunduğu yöneticinin karşısında başı dik tluruyordu. Onunla konuşurken hem edebini muhafaza ediyor hem de delilli ve mantıklı konuşuyordu. Ölçüsüz sözleri kabul etmediği gibi mütekebbir ve küçümseyici tavırlara da boyun eğmiyordu. Oysa daha öfıce böylemiydi Üst düzeydeki yabancı görevliler sürpriz bir durumla karşılaşmışlardı İsmailiye kentindeki Mısırlı erkek ve kadının sosyal yaşantısında önemli bir değişim olayı meydana gelmiş sosyal hayat yapısı birdenbire değişivermişti. Şu genç kız veya hanım daha önce evine gelip kendisine hizmet ederken ve bu durum bir adet halini almışken şimdi .kimseyi bulamıyorlardı çevrelerinde. Başladılar bunun sırrını araştırmaya. Sonunda buldular Sosyal gidişi etkileyen hayatın yapısını akışını değiştiren üstad Muhammed Fergali idi sır oydu. Şirket temsilcisi bir a-dam göndererek üstadı yanına çağırdı. Üstad geldi ve| sürprizle karşılaştı Mösyö Fransuva o güne kadarki maş li istihkakını takdim ediyor ve kendisine Artık şirketin hizmetlerinize ihtiyacı kalmamıştır diyordu. Üstad sükunet içinde şu cevabı verdi Cebasat Balah şirketinin görevlisi olduğumu sanmıyordum ey mösyö Fransuva eğer böyle olduğunu bilseydim kesinlikle bu işi kabul etmezdim. Ben İsmailiyedeki Müslüman Kardeşler tartından görevli olduğumu biliyordum. Maaşımı da sizin kanalınızla yine onlardan aldığım bilgisine sahiptim. Çünkü görevim konusundaki sözleşmemi sizinle değil onlarla yaptım. Bu sözlerden sonra üstad dönüp gitti. Tekrar başvurur da maaşını ister diye günlerce bekledi şirket. Ama o böyle bir teşebbüste bulunmadı. Bu kez şirket valiye bir adam göndererek hocanın camiden kovulması hususunda yardımını istedi. Bir İngiliz olan vali emniyet mensubu birini bu işle görevlendirerek bir askeri kuvvetin desteğinde camiye gönderdi. Hoca camide kalma konusunda direndi ve itikaf sünnetine niyetetti. Gelen memura cevabı şu oldu Bu Allahın evidir. Üzerinde ne Mısırın velayet hakkı vardır ne de Mısır Kralının. Ayrıca bu camiye girmeme kimse engel olamaz kimse beni buradan uzaklaştıramaz da. İçişlerinin ya da emniyetin böyle bir hakkı yoktur. Allahın evinden ancak cesedim çıkar. Ya da kendileriyle anlaşmam olan ismailiyedeki Müslüman Kardeşlerden bu hususla ilgili bir emir gelir işte o vakit çıkarım. Bu arada işçiler hocayı desteklediklerini göstermek için işi boykot ettiler. Bu gelişmelerden sonra memur derhal Üstad el-Benna ile temasa geçti. Anlaşma sağlamak için şirket müdürüyle görüşen üstad elBenna hocaya general adını veren sorumluların bu durumdan fazlasıyla korktuklarına şahit oldu. Evet hocadan müthiş bir şekilde korkuyorlardı. Üstad el-Benna şirket müdürüne şunları söyledi Eğer burada işçilerin isyan ve başkaldırısı sözkonu-su ise bunu hocaya mal etmeniz doğru olmaz. Bu doğrudan işçiler üzerindeki politik uygulamanızla ilgilidir. Çünkü işçilerin gücünü emeğini fazlasıyla sörrtürdünüz emeklerinin karşılığını vermediniz. Tamam Fergali hocaya camideki hizmetinden çekilmesi için bir istek mektubu göndereceğim. Ama bu üç esasa bağlı olacak 1 - Fergali hoca iki ay daha işine devam edecek daha sonra kendisi için bir jübile düzenlenecek. 2- Kardeşlerden başka birinin tayini istenecek. 3- Yerine tayin edilecek alimin maaşı artırılacak. Hoca konusundaki girişimleri böylece sonuçsuz kaldı. Şurası bir gerçekdi ki İngiliz sömürüsü 23 Temmuz devriminden sonra gelen zorbalıktan baskıca daha gerilerdeydi. O dönemlerde hiç olmazsa cami için bir saygı sözkonusuydu kırıntı kabilinden de olsa böyleydi. Hapishanede bir genç geldi yanıma. Ne tür bir isnatla aramıza getirildin diye sordum kendisine. Camide itikaf sünnetini ihya ediyordum o vaziyetteyken yakalanıp getirildim cevabını verdi. İşte Nasır devrimi çağının hali Ne ilginç bir durum işgal makamları Fergali hocayı camien çıkaramamış ve onun herkesi şaşırtan bu hayret verici değişimi meydana getiren vazifesini sürdürmesine engel olamamıştı. Üstad el-Bennanın anlaşmaya varıldığı yolundaki mektubunu alıncaya kadar bu köklü hizmetinden geri durmamıştı. Böyleyken... Yöneticilerle Yeni İlişkiler Konusunda Bir Örnek Bir gün Kanal Başmühendisi ve seksiyon bölümü başkanı mösyö Solent evindeki bazı marangozluk aletlerini tamir ettirmek için Hafız kardeşi çağırıyor. Ücret olarak ne istediğini sorduğunda Hafız kardeş 130 kuruş cevabını veriyor. Mösyö Solent arapça konuşarak sen bir haramisin diyor. Yani yolkesici hırsız. Kardeş kendine hakim olmaya çalışarak gayet sakin bir şekilde niçin der. Mösyö Solent çünkü der hakkından fazlasını alıyorsun. Bunun üzerine Hafız kardeş Yönetimin altındaki mühendislerden herhangi birine sorabilirsin eğer haksız bir ücret istediğimi söylerse sana hak vereceğim ve hiçbir şey almadan bu işi yapacağım der. Adam bir mühendis çağırır ve durum sorar sorduğu bu mühendis sözkonusu işe iki yüz kuruş değer biçer. Mösyö Solent Hafız kardeşe bir adam göndererek talep ettiği ücretle i-şe başlamasını ister. Bu kez Hafız Sen bana hakaret ettin özür dileyip söylediğin sözü geri alrnan gerekir der. Adam birden öfkeyle dolup taşar sert Fransız tabiatının etkisiyle gurur ve isyana kapılır Senden özür dilememi istiyorsun öyle mi Sen kimsin ki ne oluyorsun ki Bizzat Kral Fuad olsa yine özür dilemem Diye çıkışır. Hafız yine sükunet içinde şöyle der Bu ikinci hata ey mösyö Solent. Sen şu anda Kral Fuadin ülkesindesin. Konukluk edebi ve güzelim irfan ölçüleri bu türlü konuşmamanı gerektirir. Kralın adını tam bir ve saygıyla ağzına almalısın başka türlüsüne izin vermem Bunun üzerine Hafızdan ayrılan Solent elleri cebinde gurur ve azametle yürümeye basıyor. Hafız da malzemelerini yere bırakarak bir sandalyeye oturdu ve yanı başındaki bir masaya tutundu. Bir suskunluk hakim oldu odaya. Sinirlenen intikam duygusuna kapılan mösyönün ayak seslerinden başka bir hareket yoktu odada. Mösyö hem sinirli hem de şaşkındı. Daha önce kimse o-nu bu halde görmemişti. Az sonra Hafıza yaklaşarak Farzet ki senden özür dilemedim peki ne yaparsın dedi. Gayet basit dedi Hafız ve ilave etti Buradan kon-" solosluğunuza bir rapor gönderirim öncelikle de sefaretinize. Sonra Paristeki Kanal yönetim kuruluna. Daha sonra Fransız yerli ve yabancı basınına. Bu da olmazsa sözkonusu yönetim kurulundan gelecek her üye ile bir fırsatını bulup görüşür seni şikayet ederim. Bu çabalar sonunda da hakkımı elde edemezsem bu kez sana caddede halkın huzurunda hakaret ederim hiç olmazsa buna gücüm yeter. Böylece isteğime ulaşmış olurum. Zalim yabancı imtiyazlarının zincirleriyle bağladığınız Mısır hükümetine şikayet edeceğimi bekleme. Sadece şunu bil ki herhangi bir yolla gerek kendi gerekse ülkemin hakkını almadıkça asla geri çekilmem. Solent hala direniyordu Bir marangozla değil de sanki bir avukatla konuşuyorum. Bilmiyor musun ki ben Süveyş Kanalının en büyük mühendisiyim. Senden özür dileyeceğimi nasıl düşünebiliyorsun dedi. Hafız atıldı Bilmiyor musun ki Süveyş Kanalı benim vatanımdadır senin vatanında değil ve sizin onu işgal süreniz geçicidir yakında son bulacaktır. Kanalımız sonunda yine bize ait olacaktır. Sen ve senin gibiler de yanımızda çalışan birer görevliden ibaret kalacaksınız. Bu durumda hakkımı sana bırakmamı nasıl düşünebilirsin Adam dönüp tekrar yürümeye devam etti. Bir süre -77 - sonra ikinci kez geldi yüzünde üzüntü belirtileri vaıds. Masaya bir kaç kere sert sert vurarak özür dilerim Hafız sözümü geri aldım dedi. Hafız kardeş olanca sükünetiyle kalktı ve mösyö Solent teşekkür ederim karşılığını verdi. Artık işe başlamıştı nihayet bitirdi. Mösyö Solent ücret olarak 150 kuruş takdim etti. Yalnız 130 kuruş alan Hafız 20 kuruşnu geri verdi. Mösyö bahşiş olarak kabul edin onu dedi. Hafız itiraz etti Hayır hayır. Hakkımdan fazlasını alamam aksi halde hırsız durumuna düşerim dedi. Adam dehşet içinde kalmıştı. Şöyle diyebildi Hayret ediyorum niçin bütün Arap sanatkarları senin gibi o-lamıyor Sen Muhammed ailesinden misin Yani Onun neslinden misin demek istiyordu. Hafız cevap verdi Mösyö Solent bütün müslü-manlar Allah Resulünün ailesindendir. Ne ki pek çoğu yabancılara uydu onlarla düşüp kalktı ve sonunda onları taklid etti. Tabi böylece ahlakları bozuldu. Adam tokalaşmak için elini uzattı Teşekkür ederim teşekkür ederim dilerim daha iyi ol mesele kalmadı anlaştık diyordu. İngiliz ve Uşaklarını Öfkelendiren Neydi İngilizler bir noktada uyandılar Hasan el-Bennanın öğrencilerine öğrettiği şekilde bir İslam realitesiyle karşılaşmaları halinde İngiliz makamlarının yerlilerle olan muamele üslubunda pekala bir değişiklik meydana gelebilirdi. Yani bir karşı tavır alabilirlerdi. Hasan el-Benna-nın verdiği eğitim her iki taraf açısından da ilk merhaleyi oluşturuyordu ve aynı zamanda da ilerdeki patlamaya yol açacak ilk fitil demekti. Üstad el-Benna Kahireye nakledilmiş ve durum kıvamını bulmuştu. Davet iyiden iyiye yayılmaya başlamıştı. Biz de oturmuş ilkeleri beJirliyorduk. O halde bu davetin temel yasası ne olmalıydı Kardeşler Cemaatının temel yasasının gaye ve a-raç bölümündeki birinci madde şöyle diyordu Gayemiz İslamı sağlıklı bir şekilde anlayan onu aynen uygulayan kalkınmanın yeniden varoluşun kurallarını ondan alan yeni bir nesil oluşturmaktır. Bu söz evet bu söz. Topyekün Müslüman Doğudaki sömürünün mücadelesi işte bu sözde düğümleniyordu. Niçin mi Çünkü İngiliz işgali yok edilmek üzere bulunan bir halka gelmiş ve onu çepçevre sarmıştı. Burada bazı mefhumların uyanıp egemen olmasından korkuyordu İngiliz sömürüsü. Bir tarihi gerçeği hatırlatıyor ve ürperiyordu. Şöyle ki egemen olmasından korktuğu mefhumlar İslamın ilk döneminde Allahın Resulünü Doğuya yöneltmiş ve İran sömürüsünü yıkmasına yol açriıştı. Bir yandan da Batıya yöneltmiş ve Roma sömürüsünü yerle bir etmesine sebep olmuştu. Bu Muhammedi mefhum anlayış ya yeniden uyanır ve dört bir yanı tutarsa Artık bunun önü alınamazdı ve Mısırda olsun başka bir yerde olsun sömürüyü kökünden yıkardı. Robert Jackson şöyle diyor Kuran adamının ci-had tarihi gerçekten uzun. Ancak O 1939 yılında hapis-hanede.n çıkışından itibaren savaş günleri boyunca yıllarını çok verimli bir şekilde geçirdi. Bundan önce de Vefd Partisinin Şeref ve Bağımsızlık Andlaşmaşı olarak adlandırdığı andlaşmaya karşı olduğunu ilan etti. Alabildiğine kızışan savaş bütün dünyayı partilerden politikadan ve herşeyden meşgul ederken başka hiçbir şeyi düşünemez hale getirirken o uyumuyordu köy kasaba şehir... Her yere gidip gençliği elde etmeye çalışıyordu. Yaşlılarla konuşuyor büyüklerle alimlerle görüşüyordu. Dönemin bakanları üzerinde bile bir etkinliğe sahipti ve-hatta bazıları onun asıl sancağı altına girdiğini ortalığı birbirine katan ordusuna katıldığını ilan ediyordu. İngilizler kendisine bol miktarda maddi yardımda bulunmak istediler ama o bütün bunları elinin tersiyle bir yana itti. Oysa o dönemde bütün parti ve kuruluşlar bu türlü yardımlara can atıyordu. Gazetecilerden biri çok sayıdaki İngiliz birlikleriyle nasıl başa çıkacağını ülkesini terk edip etmeme konusunda neler düşündüğünü sormuştu kendisine. Cevabı şu oldu Mesele gayet basit onları buraya getiren gemiler uçak ve trenler ülkelerine pekala geri götürebilir. Nasıl gelmişlerse öylece geri gidebilirler de. Bütün bunlar dehşete düşürdü onları. Derhal harekete geçip Hür Kardeşler adı altında bir casusluk cemiyeti kurdular. Bu cemiyet Kardeşlerin davetine karşı duracaktı. İngiliz politikasının bütün sömürgelerde uyguladığı bir ilke vardı Parçla ve yut. Bu teşebbüs de işte bu ilkeden kaynaklanıyordu. Hasan el-Benna ancak davetinin yoluna çıkanlara hücum ediyor ve yalnızca davetini güçlendirmeye çalışıyordu. Jacksonun da dediği gibi dahili sürtüşmelere a-let olmaktan kesinlikle kaçınınyor ve hem kendini hem de davetini bunun üstünde tutuyordu. Varolan gücünü ülkesi için harcıyordu. Onun bu tutumu şüphesiz bazı çevreleri rahatsız ediyordu. Ferdi çıkar isteklerine dayalı kişisel amaçların ötesine geçmeyen ve şahsiyet planındaki özel etkenlere bağlı politik kayıplara sahip vatan düşmanı kişiler bundan hoşlanmıyordu. KARDEŞLER VE GENÇLİK Bu davet yapısı itibariyle İslam davetidir ve ilk planda gençliğe yönelir gençliği derler ve toparlar. Allah Resulünün ashabı da gençlerden oluşmuyor muydu Öyle bir gençlikti ki vallahi her biri gençliğinin en olgun dönemindeydi. Her yanlarından hikmetler fışkırıyordu. Şehvetlerinin üstesinden gelmeyi bilmişlerdi. Geceyi ibadetle geçiriyorlar gündüzleri de at koşturuyorlardı. Bunun birkaç sebebi var. İlki gençliğin yapısındaki ciddiyettir. Her işe tam bir kuvvetle sarılması ve müşküllerin çözümünde laubalilikten hoşlanmamasıdır. islam ise ilkelerini tam bir açıklık içinde belirler ve kuvvetle ortaya koyar. Dine şerefle eksiksiz bir iman ve kuvvetle sarılmayı ister. İşte birkaç ayet-i kerime Ey Yahya kitaba kuvvetle sarıl (1) Şana vahyolunana sarıl Sonra seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Ona uy bilmeyenlerin heveslerine kapılma. (1) O halde Allahın indirdiği kitabla aralarında hükmet Allahın sana indirdiği Kuranın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın heveslerine uyma. i2) Sonra İslam gençliğin bütün müşküllerine ve beklentilerine cevap veriyor Hürriyet konusu mu İşte Sizden biriniz zillet tuzağına düşürülmek istendi mi olanca ses tonuyla haykırsın ve desin ki hayır Ne zamandan beri insanları köleleştirdiniz oysa anaları onları hür olarak doğurmuştur Tabii ihtiyaçlar konusu mu buyurun Evliliğin kolaylaştırılmasını farz kılmış ve buna teşvik ederek Beytül-malden özel bir yardımı zorunlu tutmuştur. Ya tarımsal üretim ve buna bağlı olarak toprak dağıtımı konusu işte getirdiği ilkeler Kim ölü bir toprağı canlandırırsa o onundur. Kim bir toprağa sahipse o-nu ekip biçsin ya da kardeşine bağışlasın. Sanat ve endrüstriyel faaliyetler mi işte bu konulardaki tavrı Kuranda sanatı ve endüstriyel faaliyetleri övüyor ve demir işlemeciliğini değerli peygamberi Hazreti Davuda mal ederek şöyle diyor Ey dağlar ve kuşlar Davud teşbih ettikçe siz de onu tekrarlayın diyerek Andolsun ki ona katımızda lütufta bulunduk. Geniş zırhar yap dokumasını sağlam tut diye ona demiri yumuşak kıldık Allahın Resulü de şöyle buyuruyor Allah sanatkar mümini sever. Ticaret konusu mu Hep birlikte görelim Bir kere ticaret konusunda öylesine köklü kurallar esaslar getiriyor ki her türlü hakkı tam bir güvence altına almış oluyor. Sömürü karaborsa aldatmaca gibi oyunların yolu daha işin başında tıkanmıştır. Doğru yolda olanlar için fıkıh kitablarında Kuran ve Hadiste özlü ve ayrıntılı bilgiler verilmiş ve ışık tutulmuştur. İşte ilgili hadis-i şerifler İçlerinden biri arkadaşına ihanet etmedikçe Allahın eli iki ortakla beraberdir. Doğru ve dürüst tacir sıddiklerle beraberdir. Gerek şahıs gerekse toplum planındaki bütün müşküller konusunda çözümler yol göstermeler. Hiçbir insaflı kişi ve araştırmacı bunların büyüklüğünü inkara cesaret edemez. Bunlar şüphesiz her türlü bidat ve hurafeden ve her türlü karışıklıktan uzak bir şekilde eksiksiz olarak uygulanıyordu. Onlar da emsali olan gençlerde bunu aynen görüyor ve buluyorlardı. Dolayısıyla onlara katılmakta tereddüt etmiyorlardı. Sonra hep birlikte Kuranın sancağı altında birbirleriyle kardeş oluyorlardı. İşte o nedenle üniversitelerde yüksek enstitülerde lise ve ortaokullarda hatta ilkokullarda gençliğin tamamı Kardeşlere katılıyor onların yanında yer alıyordu. Öylesine müthiş bir durumduki bu sömürünün ve yerli u-şaklarının aklını başından alıyordu. Hele üniversitenin işçi ve çiftçilerle birlik olup tam bir dayanışma havasına girmesi onları paniğe boğdu. Çünkü üniversite işçi ve çiftçilerle Müminler birbirleriyle ancak kardeştir. (1j buyuran Kuranın ve İnsanlar bir tarağın dişleri gibi birbirleriyle eşittirler buyuran gerçek lider Allah Resulünün sancağı altında toplanmışlardı. Bundan böyle bu hikmetlerin buyruğunda idiler. Nihayet ordu konusu Her yanı tutan davet endüstri alanında öğrenim gören gençliği de etkisine almıştı. Bu etki aslında tabii bir olaydır. Çünkü davetin özelliklerinden biri de gençliği çekmek kazanmaktır işte bu gençlikten bir kısmı subay okullarına katılıyordu bir kısmı da sivil görevlerle ordunun değişik silah hizmetlerinde yer alıyordu. İşte bu noktada işgalci ingiliz birliklerinin baskısıyla karşılaştılar. Zira bu yabancı işgalci güçler ordu okullarında kalkınmayı sağlayacak orduyu ileri ufuklara götürecek uzmanlar olarak çalışıyor iş görüyorlardı. Oysa fenni ve askeri yeterlikten uzaktılar düzeyleri düşük mü düşüktü. Ayrıca da İngiliz yandaşı ülkeler a-dına Mısır ordusunda birer casus olarak görev yapıyorlardı. Bu gençler milli ve dini şuuru uyandırmaya muvaffak oldular. İnsan hak ve haysiyetini duyurdular gündeme getirdiler işte o gün İngilizler ordudaki sivil işçilerin bir tehlike olduğunu anladı ve beklenmeyen bu olay karşısında dehşete kapıldı. Ama onlara kim aldırdı Koruyan rızık veren ve kahreden Allaha iman elbisesini giymiş işçiler görevlerine son verileceği yolundaki tehdide aldırmayıp aksine görevlerinin güvence altına alınmasını istediler. Ayrıca verdikler bir raporla da terfilerini ve normal ikramiyelerini talep ettiler. Bu gösterinin önderi kardeş Sadüddin el-Velili idi. İşçilerin istekleri yerine getirildi. Ama önder de olayın kurbanı oldu. O Sadüddin el-Velili ki daha sonra Kardeşler Genel Merkezine gitmiş ve oradan köyüne dönecek bir bilet parası bulamamıştı cebinde. Şehid İmam Sadın gözlerinde üzüntü belirtileri görür ve olanları bizzat kendisinden dinledikten sonra hemen kutlar ve şöyle der Hürriyetin kutlu olsun Bu aslında halkın hürriyetidir. Artık halk devlet işçi ve memurlarına musallat olan korku perdelerini bir bir parçalıyor ve kurtuluşa eriyor. Bu aynı zamanda kendisini madde toprağına bağlayan görev bukağılarından kurtulmayı başarmış bir müminin hürriyetidir. Artık bu mümin insani kişiliğiyle davet ufuklarında Tek ve eşsiz Allaha doğru yol alacaktır yükselecektir Daha sonra ordunun düzen ve silahlandırılması konusunda yeni düzenlemeler getirilmesi istendi. Müslüman Kardeşler dergisi bu konuda son derece geniş kapsamlı ilmi araştırmalar yayınladı. Birkaç özel sayı halinde yayınlanan bu büyük araştırmalar orduya dağıtıldı. Büyük bir ilgi ve şuur uyandırmıştı. Orduya mensup gençlerden İslam davetine koşanların sayısı çığ gibi artıyordu. Bu çalışma herkese göstermişti ki askeri araştırma konularında da din onların içinde bulunduğu durumun yetersiz düzeyin çok çok üstünde ileri ve yüce u-fuklara sahiptir. Böylece dini mefhumlar asker ve subayın şahsiyetini geliştirmiş ve güçlendirmişti. Sonunda hepsi herkes varlığını anladı bir varlığa sahip olduğunu farketti. Sonunda anladı ki gerek kendisinin gerekse dini ve ülkesinin haysiyeti için üzerine bazı görevler düşmektedir. Hepsinden önemlisi Allahın kulu olduğunu anladı. Evet ne kralın ne de sömürünün kuluydu yalnızca Allahın kuluydu. Bütün bunlar günlük hayatında ve başkalarıyla o-lan davranışlarında müsbet etkisini gösteriyordu. İşte Filistin savaşında fedailer saflarına katılan ordu gönüllüleri. Ordu halkın ordusudur sloganını haykırdılar. Subay Kulübünün yönetim kurulu seçiminde oylarını dindarlara ya da gerçek milliyetçilere verdiler oysa krallık sarayı bu iş için bazı subayları aday göstermiş bunlar en bariz etkileri gösterir. EĞİTİM UZMANLARININ DEĞERLENDİRMESİNE GÖRE MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN İZLEDİĞİ EĞİTİM POLİTİKASI Doktor Salih Abdülaziz Kahire Eğitim Enstitüsü Genel Sekreteri idi. Daha sonra İskenderiye Eğitim Enstitüsü rektörü oldu. 1951 yılında bize Eğitim Tarihi derslerini okutuyordu. Bir keresinde derste şunları anlattı bize Herhangi bir toplumun eğitim felsefesi o toplumun hedef ve amaçlarına kesinlikle uymtf zorundadır. O nedenle dünyadaki eğitim felsefeleri toplumdan topluma değişiklik gösteririn Hatta kimi zaman aynı toplumun eğitim felsefesi bile nesilden nesile hedeflerin değişmesiyle belli değişikliklere uğrar. Hoca konuşmasını şöyle sürdürdü Mısırın ihtiyaç duyduğu insan tipi kendine güvenen şahsiyetine inanan ve belli ilkelere sahip bir insandır. Bu insan müsbet bir felsefi anlayışa sahip olurken öbür yandan Fransız ya da İngiliz veya Doğu kültürlü olmayacaktır. Ondan beklediğimiz şey Mısır toplum yapısı içinde bu parçalanmanın üstesinden gelmesidir. Zaten bu parçalanma topluma e-gemen olan değişik kültürlerin ürünüdür. Biz halkı bir a-raya getirecek belirli mefhumlar üzerinde birleştirecek bir kültür birliği istiyoruz. Evet kültürlü fert istiyoruz. Toplumdaki cehalet olgusu bilinen bir gerçektir. Yüzde doksanı aşan bir cehalet oranıyla karşı karşıyayız. Bir yandan düşünce planındaki bölünmelerden kurtulmaya çalışırken bir yandan da gelişmiş kendini bulmuş bir kültür düzeyi istiyor sosyal hedeflerimizden birinin de bu olmasını diliyoruz. Ülkemizi savunan hürriyetimizden yana bir ordu istiyor böyle askerler özlüyoruz. Ve daha şunları şunları istiyoruz. Doktor Salih Abdülaziz sözü ekonomik konulara getirdi ve bu alandaki zaafları anlatarak Ekonomik bir u-yanış silkiniş istiyoruz dedi. Sözlerine devamla Ancak biz eğitimciler Mısırın istediği şekilde iyi vatandaş yetiştirecek bir eğitim felsefesi koyabilecek miyiz ortaya Yavrularım açıkça söylemeliyim ki bu imkansız gibi birs şey. Buna gücümüz yetmez aciziz. Peki hiç mi umut yok Var elbette. O ufukta olanca parıltısıyla bizi bekliyor. Bütün mesele ona ulaşabilmekte. Mısırın beklediği iyi vatandaş için gerekli olan nitelikler ilkeler ancak o zaman belirlencek ve anlaşılacaktır. Gerçek anlamdaki çözüm de yine ona bağlıdır. Hemen söyleyeyim ki o ilkelerini Hasan el-Bennanın belirlediği ve yardımcılarını da ona göre yetiştirdiği Müslüman Kardeşlerin eğitim politikasıdır. Sözlerini şöyle sürdürdü Bilmiyorum Hasan el-Benna adamlarını ve çevresindeki gençleri nasıl yetiştirdi Kardeşlerden herhangi birini ele alalım. Bakıyorum bir genç derslerinde araştırmalarında herkesten üstün kendini bütün bütüne ilme vermiş gibi. Aynı genç seccadesine kapanmış bir abiddir ibadetten başka bir şey düyünmeyen dünyadan kopmuş bir kişidir adeta. Hem de birinci derecede bir sporcudur sanki sporcu olarak yaratılmıştır arkasında bir kulüpten başka birşey olmayan herhangi bir sporcu. Aynı genç yiğit üstün bir asker olarak çıkar karşımımza tıpkı Filistinde olduğu gibi. Ya da sosyal hizmet düşkünü bir kişi olarak gösterir kendisini. Sosyal hizmetlerin en yeni en modern örneklerini sunan bir kişidir. Bu genç aynı zamanda bütün işlerinde tam bir düzen ve disiplin sahibidir. Ekonomik faaliyetlerinde de parlak başarılar gösterir. Ülkesini ve milletini dünya politikaları karşısında en iyi şekilde savunan bir muhafazakardır işte Müslüman Kardeşlerden bir genç bu üstün özellikleriyle çıkar karşıma ve ben hayranlıkla seryrederim kendisini. Ben bütün bu özellikleri kendinde toplayan bir adam istiyorum. Müslüman Kardeşler adını verdiğimiz kişilerin dışında böyle bir insanı bulmamız da mümkün değildir. Bu özellikler bütünüyle ancak onlarda bulunabilir. Hoca konuşmasını şu cümlelerle bitirdi Şehid Hasan el-Benna niçin öldürüldü biliyor musunuz Müslüman Kardeşlerin lideri öldürüldü çünkü o Mısırı kurtaracaktı Dilerseniz Kardeşlerin islam Eğitimi konusundaki metodunu araştırın eğer onlardan geriye kalan herhangi birine rastlarsanız izledikleri eğitim politikasının metodlarını sorun. Hasan el-Benna onları nasıl yetiştirmiş sorun öğrenin. Hiç şüphesiz o izlediği eğitim politikası yüzünden öldürüldü. Çünkü onun eğilim anlayışı İslam tarihinin akışını değiştirecekti. Bunları Müslüman Kardeşlerden olmayan bir insan söylüyor. Şimdi halen hayatta mı öldü mü bilmiyorum. Kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da Müslüman Kardeşlerle bir ilişkisi olmadığıdır. Sadece ilim gayretine ve hür düşünce saygısına sahip bir kişiydi. Üniversite anfi-lerindeki derslerinde işte bu gayretle konuşurdu. Haysiyetli bir insan olmayı başarmış ve bu hakikati dile getirebilmişti Hayattaysa da öldüyse de Allah rahmet eylesin derim Daha sonra Eğitim ve Öğretim Bakanlığı Müsteşarı olan eğitimde ve eğitim tarihinde uzman bu değerli alim Hasan el-Bennanın öldürülmesine yol açan ana sebeplere dair önemli şeyler anlatmıştı bize. Evet neden Eski Eğitim Bakanı doktor Hilmi Murad da şunları söylüyor Müslüman Kardeşlerin yeniden faaliyete geçmesi hiç şüphesiz İslam ruhunun gelişip serpilmesine dörtbir yana yayılmasına yol açacak bir olay olacaktır. İ-yi bilinmelidir ki İslam toplum yapısı tepeden inme kararlar ve göstermelik yasal uygulamalarla kurulup ta-mamlanamaz. Bunun tek bir yolu vardır o da toplumun çocuklarını eğitmek iyi bir şekilde yetiştirmektir. (1) Hiç şüphesiz bu hedefin gerçekleştirilmesinde Müsülüman Kardeşlerden daha güçlüsü yoktur. Allah Şehid İmama rahmet eylesin. O eğitim felsefesinde büyük bir uzman olarak hedeflerini iyi belirledi. Hicri 1357 yılında kaleme aldığı risalelerinden birinde şöyle diyordu Müslüman Kardeşlerin daveti bütün hayırlı işlerde her yönüyle tam bir ortaklığa çağırıyor. Bu ortak çabalar daha ileri aşamada İslam düşüncesinin birleştirdiği mümin bir cemaat oluşturma noktasında yoğunlaşacaktır. Olanca gayreti ve gücüyle İslam kelimesini yüceltme yolunda cihad verecektir. İslam toplumlarının sosyal ve medeni hayatını yine İslamın hüküm ve esasları üzerine kuracaktır. Müslüman Kardeşler davetinin Bkz. Nura Doğru Risalesi Davetin ve Bir Davetçinin Hatıraları s. 222-230 inancımız Risalesi Davetin ve Bir Davetçinin Hatıraları (Sorbon üniversitesi profesörlerinden Ernest Renanın görüşlerini içeren Kardeşlerin inancı başlıklı bölüm) s. 173-175 prensipler risalesi Bu risalelerin yazarı imam Hasan el-Bennadır gayesi işte budur Doktor Meetshahin Görüşü Doktor Meetshel bir doktora tezi hazırladı. Konusu Müslüman Kardeşler ve eğitim düzenleri idi. Şöyle diyordu bir yerinde Müslüman Kardeşler binası merkezi İslam dünyasının her yerindeki İslam savaşçıları için sıcak ve besleyici bir yuva idi. 182. Sayfada da şunları söyler Kuşkusuz Cemaat kendisini yutacağını sanan politik grupların içine düştüğü ihtilaflardan yararlanmasını bilmiştir. Cemaatın en büyük gücü ve en faal kolu Mısırın bütün siyasal alanlarını tutan gençliğidir. izcilik hizmetlerine de değinerek diyor ki Kardeşlerin gezi kolları değişik yer ve konumlarda pek güzel hizmetler vermiştir. 1940 Yılı Malerya vebasında aynı yılın sel baskınında ve 1947 Yılında görülen kolera salgınında büyük fedakarlıklar göstermişlerdir. Şehidlik iştiyakı Tezinin 208. Sayfasında da şöyle der doktor Müslüman Kardeşleri Filistinde Kanalda ve hatta darağaçlarında kahramanca savaşmaya sevke-den coşturan şevklendiren şehidlik ruhu ne büyük bir şey Bir Kardeş biliyor ve inanıyordu ki sahip olduğu yiğitçe konum ve durum onu mümin kahramanlar derecesine yükseltecektir. Bu ruh öbür hayata ulaştıran yolların en kısası ve en güvencelisidir. İşte bu ruha bir de siyasi aktivite eklenince zaten farklı yollar tutmuş olan Mısır hükümetleri bu akıma karşı koyamadı. Yazar daha sonra Kardeşlerdeki bu ruhun ne denli sağlam ve köklü olduğunu kanıtlamak için Aralık 1954de şehid edilen bazı Kardeşlerin sözlerini zikredip şöyle diyor Abdulkadir Udeh ki darağacına giderken yolda Hamdolsun Allaha ki kendisine şehid olarak kavuşma nimetini lütfetti bana diyordu. Ya Muhammed Fergali hoca o da Merhaba Allaha kavuşmak Biz ölüme dünden hazırız diye konuşuyordu. Yusuf Talatı u-nutmak mümkün mü Yiğitçe kahramanca sevinerek ve şevkle durdu darağacının önünde. Tek isteği oldu zindancıların çözdüğü elbiselerinin yeniden bağlanması. Rabbine örtülü halde kavuşmasından emin olmak için. İşte darağacındaki sözü Bugün Rabbime kavuşuyorum. O benden razıdır. Allahım milletimi affet çünkü bilmiyorlar. Allahım beni bağışla bana zulmedenleri de bağışla Yazar devamla Kesin inancımız odur -ki verilen ve uygulanan bu idam hükümleri Müslüman kardeşler Cemaatının yeniden dirilmesine asla engel olamayacaktır. Bütün bu olanlar beklenen bir patlamaya yol açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Kanaatimiz odur ki (M.Helbert (1) Mısırda ırkçılık ve Devrim adlı kitabında (2) S. B. Herris ve benzerleri de aynı görüştedir) bugün A-rap dünyasında revaçta olan dünyevi ıslah kaygıları esasına dayalı ırkçılık gayretleri yoluna devam ederken sonunda Mülüman Kardeşler Cemaatinin daha işin başında davet ettiği noktaya gelip duracaktır. Öğretim konusunda da şunları söyler yazar Bir dönemde Mısırda misyonerlik faaliyetleri hızlanmıştı. Müslüman Kardeşler Mısır hükümetlerinin söz konusu misyoner gruplar karşısındaki tutumlarını şiddetle eleştirdi. Dini öğretimin yaygınlaştırılmamış olmasına Avrupa tarihinin İslam tarihinden daha geniş bir şekilde ele alınıp okutulmasına şiddetle karşı çıktılar. Misyonerliğe Karşı Buheyrenin Mahmudiye ve Dehlekiyenin Menzile kentlerinde İsmailiyede Ebu Suveyr ve Kahirede mis-1 yonerlik merkezleri vardı. Üstelik de Kardeşlerin faal bü-j rolarının yanıbaşlarında. Ancak Kardeşler gerek bir taife-cilik fitnesinin alevlenmesinden korktuklarından gerekse \ Onlarla en iyi şekilde mücadele et (3) ezeli düsturuna uyduklarından sadece savunma durumunda kaldılar. Hareket planlarını da iki önemli esasa bağladılar 1- Halka misyonerlik faaliyetlerinin tehlikesini anlatmak. 2- Misyonerlerin merkezlerinin kullandığı araçları usul ve kaideleri aynıyla kullanmak ve uygulamak. Sağlık ocakları sosyal yardım ve hizmetler öğretim faaliyetleri vs. Menziledeki Protestan Barış Okulunda olduğu gibi. Burada Cemaat ailesinin hastalığı nedeniyle mali ihtiyaç içine düşen ve o yüzden hıristiyanlaşan Vefika adındaki bir genç kızı kurtarmıştı. Açılışı 9 Şevval 1351 cumartesi günü yapılan bir Kızlar Okulu vardı. Cemiyet ü-yeleri bu kızı bu okula kaydetti. Genç kızları çeşitli konularda yetiştirmeyi hedef alan bu okul çok ilgi gördü ve bir ay zarfında yüzden fazla kız talebe kaydoldu. Bu o-kulun başına Kahire İslam Enstitüsü eski rektörü Mustafa et-Tayr getirildi. İslamı çok güzel bir şekilde öğretti kızlarımıza. Artık hepsi de beş vakit namazlarını hem de vaktinde kılıyorlardı. Menzilede olanlar Portsaidde ve başka yerlerde de oldu. Kardeşler Genel Merkezine gönderilen yazılar incelendiğinde açıkça anlaşılıyor ki misyonerlik merkezleri bu iş için pilot bölge olarak yoksul semtleri seçmiştir ve bir de küçük yaştaki çocukları. Sözgelimi Portsaidde hıristiyanlaştırılmak istenen birkaç genç kızı zikredelim burada 1) Efkar Mahsur henüz 13 yaşında. Annesi babasından başka biriyle evli. Bu adam Mensiye Balahın Arap mahallesi ikinci semtinde oturan Hüseyin Usta adında basit bir işçi. 2) Nazla Ahmed el-Huli 14 yaşında. Babası avcı iken daha sonra bir hastalık yüzünden çalışamaz duruma düşmüş. 3) Zekiyye Muhammed 12 yaşında ve ailesini taınımıyor. 4) Seyyide Abduh er-Rey-han 13 yaşında ailesi olmayan bir yetim. 5) Atıyyat Muhammed Zekzuk 7 yaşında ve annesini ancak yüzündeki bir alametle tanıyabiliyor. Portsaid okulu bunları alıp Menzileye kaçirmıştı herkesten uzak ve hiç kimsenin dikkatini üzerlerine çekmeden bu çocukları hıristiyanlaş-tıracaklardı. Niketkim Nazla el-Huli ve Atıyyat Zekzuk Menzilede bir sığınakta ele geçirildiler. Kardeşler halkı misyonerlerin ağına düşmekten korumak ve bu hususta barışçı yollarla faaliyet göstermek için komisyonlar oluşturdu. Ayrıca 22 Safer 1352 (1937 m.) tarihinde İsmailiyede toplanan ve ülkedeki 15| Cemiyet şubesini temsil eden Müslüman Kardeşler Ge-1 nel Şura Meclisi konuyla ilgili olarak Kral Fuada bir mektup göndermişti. İşte mektuptan bazı bölümler Misyonerler azgın bir şekilde halkın inancına saldırıyor çocuklarını ciğerparelerini küfre düşürmeye ailelerinder koparmaya hayasızlaştırmaya ve İslamın kesinlikle yasakladığı başka dinlerden olan kişilerle evlendirmeye çalışıyorlar Halkı ve ülkeyi bu fitneden korumanızı diliyoruz. Müslüman Doğunun lideri Mısır günün birinde bir misyonerlik karargahı ya da küfür vatanı olmayı kesinlikle kabul etmez. İnancımıza göre en başarılı tedbir usulleri şunlardır 1 - Misyonerlikle uğraştıkları tesbit edilen bu okulların enstitülerin misyoner yurtlarının kız ve erkek talebelerin üzerinde güçlü ve etkin bir denetim sağlanmalıdır. 2- Misyonerlikle uğraştığı tesbit edilen hastaha-ne okul ve benzeri yerlerin ruhsatları geri alınmalıdır. 3- İnançları bozmak erkek ve kız çocuklarını hayasızlaştırmaya çalışmak gibi faaliyetlerde bulundukları hükümetçe tesbit edilen kişiler ülke dışına çıkarılmalıdır. 4- Bu cemiyetlere kesinlikle mal ve yer yardımı yapılmamalıdır. 5- İçte ve dıştaki ilgili bakanlarla görüşüp bu tedbir planının uygulanmasında Mısır hükümetine yardımcı olmaları istenmelidir. Güvenliğin korunması ve dostane i-lişkilerin sürdürülmesi için bunun gerekli olduğu anlatılmalıdır. Bu mektubun birer nüshası ayrıca Başbakana İçişleri Bakanına Eğitim ve Öğretim Bakanına Evkaf Bakanına ve Millet Meclisi ve Senato (ki bu iki meclisin yerini şimdi Halk Meclisi almıştır) Başkanına gönderildi. Dini Öğretim Alanındaki Başarılı Hizmetleri Bu konuda Kardeşlerin sadece kayıtlarına bakmak bile yeter. Bu kayıtlardan konuyla ilgili olarak maddeler halinde şunları çıkarabiliriz 1- Kardeşlere ve çocuklara Kuranı ezberletmeye özel bir önem vermek. Sözgelimi 28 Eylül -1934e rastlayan 19 Cumadessaniye 1353 Cuma günü Meyt Hu-dayr bucağında toplanan Küçük Deniz bölge halkına ait bir bölge kongresinde (ki bu kongre her üç üyda bir toplanırdı) gündemin ilk maddesini bir teklif oluşturuyordu. Bu teklife göre her şube birkaç çocuğa halleriyle mütenasip olarak Kuranı ezberletecek ve yine her şube kongre toplandığında o çocukların imtihanlarıyla ilgili bilgi verecektir. 2- İnancımız başlıklı risalenin ilk paragrafı şöyledir İnanıyorum ki emir her şey bütünüyle Allaha a-ittir mutlak hakim Odur. Efendimiz Muhammed Aley-hisselam insanlara gönderdiği peygamberlerin sonuncusudur ve topyekün insanlığa gönderilmiştir. Ceza haktır. Kuran Allah Kitabıdır. İslam dünyayı ve ahireti içine alan ilahi bir nizamdır. Kuranı Kerimden her gür bir bölüm okumayı kendime adet edineceğim buna söz veriyorum. Sünnet-i Mutahhareye sımsıkı sarılacağım. Allah Resulünün hayat hikayesini ve ashab-ı kiramının tarihini ciddi bir şekilde okuyup öğreneceğim bütün bunlara söz veriyorum. 3- Şehid İmam 29 Rebiussani 1354 - 30 Temmuz 1935 tarihinde Portsaidi ziyaret etmişti. Altı gün sürecek olan bu ziyaret sırasında halka bir dizi konferans vermesi de kararlaştırılmıştı. Kuranı Kerimin ışığı altında çeşitli konuların ele alınacağı bu konferanslar her günün akşamında sunulacaktı. Konular sırasıyla şöyleydi Kuranın etkisi ayrılık denge ıslah esas ve fazilet. Ayrıca Üstadın perşembe günü vereceği konferansın ardından üstad Yakut Hasan da Humusda Eski Mısırlıların Din Telakkileri konulu bir konferans sunacaktı. 4- Öte yandan Kardeşler pek çok imzalı dilekçe ve müzekkere vererek sorumlulardan orta dereceli ve yüksek okullardaki öğretim programlarında din derslerine de yer vermelerini istemişlerdir. Kimi zaman da bu hususlarda halkı harekete geçiriyoriardı. 1935 Ağustosunda günlerden bir gün bir heyet oluşturdular. Heyetin başında Şehid imam merhum doktor Muhammed Abdullah Derraz mernum Üstad Hamid Askeriyye ve Vişay Mahallesi muhtarı Abdurrahman Derraz öğretmen Ahmed Hasan ve daha bazı önde gelen büyükler bulunuyordu. İskenderiyede Bakanlık özel kalem müdürü Said Zülfikar Paşa Krallık Divan Başkanı Ali Mahir Paşa ve Mısırdaki orta dereceli ve yüksek o-kullarda din derslerinin esas medde haline getirileceği konusunda Kardeşlere yardım vadinde bulunan Ezher Rektörü Muhammed Mustafa Meraği ile görüştüler. Bu arada Nahhas Paşadan da yardım istediler. Çünkü Nah-has Paşa başında Nesim Paşanın bulnduğu söz sahibi Bakanlıkla uyum halindeydi. Necip el-Hilali ise Maarif Bakanı idi. Üstad el-Benna (ki Nahhas Paşaca kimliği hala bir meçhuldü) ince bir üslupla heyeti Muhtarlar ve eşraf olarak sadece böyle bir isimle takdim etti. Tabi doktor Derrazın dışında. Çünkü onun üzerindeki madalya ve Ezherli kılığı gerçek kimliğini ve Ezher alimlerinden biri olduğunu ele veriyordu. Oysa Nahhasın Ezherle arası iyi değildi. Böylece el-Hilali Paşa ile görüşme imkanı elde etmiş oldular. Uzun süren tartışmalardan sonra günün geç saatlerinde okutulan din derslerinin ilk saatlere alınması karara bağlandı. Ayrıca Kuranı Kerimden bazı kısımların ezberletilmesi ve sınıf geçmek için sözlü Kur-anı Kerim imtihanlarının baraj kabul edilmesi gibi hususlar da karar altına alındı. Elde edilen bu sonuçlar ilerisi r-çin bir adım teşkil ediyordu. Bunu Maarif Komisyonu Başkanı Üstad Sad ei-Lebbanın Millet Meclisine din derslerinin temel madde haline getirilmesi tezini savunan bir rapor sunması olayı izledi. Kardeşler derhal herekete geçip gerek komisyonu gerekse milletvekili ve senatörleri bu konuda desteklemeyi işi daha da ciddiye almalarını sağlamayı kararlaştırdı. Lütfullah Sarayında onlar adına bir onur toplantısı düzenlediler. Bu toplantıya hem onları hem de bütün siyasi parti temsilcilerini davet ettiler. 1358 Cumadelula-sında icra olunan toplantıda Genel Mürşid bir konuşma yaparak Kardeşlerin davetini bu davetin Kurana dayanan köklerini şahsi ve milli eğitimde dinin önemini anlattı. Toplantıya daha kimler gelmemişti ki Ülkenin ileri gelenlerinden ve aynı zamanda Kardeşlerin dostları olan Prens Sekip Arslan Alube Paşa Üstad Mahmud Beysu-ni milletvekili Sad el-Lebban sonraları Ezher Üniversitesi vekili olan üstad Abdullatif Derraz doktor Abdülha-mid Said doktor Medkur doktor Abdülvahhab Azzam ve daha niceleri Okul İnşa Faaliyetleri Müsteşrikler okuldan söz ederken misyonerliğin en önde gelen organı olduğunu söylerler. Bu gerçeği göz ö-nünde tutan Kardeşler özel okullar kurmaya büyük ö-nem verdiler. Bu okullar Eğitim ve Öğretim Bakanlığının kültür programlarını içerirken bir yandan da yeterli düzeyde İslam kültürüne eğilecektir. Sosyal etkinliklere sahip ibadet ve amel konularında titiz İslami şahsiyetler yetiştirmeye de büyük önem verecektir. Vilayetlerin çoğunda açılan bu özel okulların öğrencileri gezici tiyatrolarla köylere çıkıyor ve temsil yoluyla daveti yayıyorlardı. Bir önemli nokta da şu ki Hasan el-Bennanın İs-mailiyede kurduğu ve Hira İslam Enstitiüsü adını verdiği deney esasına dayalı okul stili ileri ülkelerin modern eğitim sistemlerinden yeterince yararlanmıştır. Üstad bu konudaki anılarını anlatırken şunları söyler (1) Yüce Allahın izniyle Kardeşler camiinin üzerinde inşa edilen okulun yapımı tamamlanmıştı. O sıralarda benim örnek eğitim ve eğitimciler üzerindeki bilgilerim henüz taze idi. Pestolazzonun Betohafen Estanz ve Yercodoruf okullarındaki öğretim metodu Mezveylin Cerşim ve Kielhou okulundaki öğretim metodu ve daha nice örnekler zih-nimdeki tazeliğini hala koruyordu. Herbert ve Bentsorinin öğretim metodları da öyle. Bütün bunlar hafızamda taptaze duruyordu. Ancak bunlara belli bir olgunluk düzeyine gelen ve davet tarafından beslenen İslami eğilim ve emellere uygun yeni bir şekil vermemiz gerekiyordu. O sebeble okulun yapımı tamamlanır tamamlanmaz İslami bir isim bulduk ve Hira İslam Enstitüsü dedik. Öğrenciler için de özel bir kıyafet getirerek bunu zorunlu tuttuk. Buna göre her öğrenci yerli imalat ürünü bir entari ve pardesü giyecekti. Yine yerli imalat ürünü beyaz bir fes ve sandelet giyecekti. Ders saatleri de benzerlerinden farklıydı. Çünkü namaz vakitlerine göre ayarlanmıştı. Buna göre dersler erken saatlerde başlıyor önce sona eriyordu. Böylece öğrenciler namazlarını camide toplu halde cemaatle kılıyordu. Öğle yemeğinden sonra ikinci kısım dersler başlıyor ve ikindiye az bir zaman kala bitiyordu. Böylece ikindi namazı da yine cemaatle kılınıyordu. Hazırlanan Ders Programları Enstitünün öğretim programı üç bölümden oluşuyordu 1) Öğrenciyi Ezher ve dini enstitülere hazırlamayı hedef alan ilkokul programları. 2) Sabahları önce ilkokul sonra da endüstri okulları programları. Öğle yemeğinden sonra da öğrenciler Kardeşlerin yönetimindeki yerli fabrika ve atölyelere gidiyorlardı. Kardeşler özel bir program dahilinde enstitünün ve enstitü hocalarının kontrolünde bu öğrencilere gönüllü olarak uygulamalı sanat öğretiyorlardı. 3) Öğrencileri lise ve yüksek okullara hazırlamak için ortaokul programları uygulanıyordu. Harçlar ve Öğretmen Seviyesi Öğrencilerden okul giderlerini karşılamak için külfet getirmeyen uygun bir ücret alınıyordu. Bunun yanında öğrenci velilerinin içinde bulundukları şartlar gereği parasız öğrenim görenlerin sayısı gittikçe artıyordu. Ayrıca Enstitü üstün kabiliyetli ve yüksek diploma sahibi seçkin fen öğretmenlerine kavuşmuştu. Öğretim Metodları Enstitüde uygulanan öğretim metodları modem e-ğitim teorilerine uygun tarzda ve en yeni esaslara bağlı olarak yürütülüyordu. Derslerin pek çoğu açık havada ve ismailiye çevresinde şehrin göz alıcı bahçelerinde veriliyordu. Hece harfleri ve matematik problemleri çamur balçık ve benzeri şeylerden mamul araç ve gereçlerle öğretiliyordu. Öğrenciler geniş bir hürriyete sahipti. İçlerinden geçen her şeyi öğretmenlerine açıkça söyleyebiliyorlar-dı. Yorgunluk bezginlik hatıra vs. talebe hoca okul ev tam anlamıyla bir dayanışma ve yardımlaşma havasına girmişti. İsmailiye gençlerinin pek çoğu bugün bile hala bu enstitünün üstünlüğünü konuşur ve talebe hoca a-rasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı hatırladıkça içlerinde tuhaf bir tad duyar. Müslüman Kadın Yetiştirmek İsmailiyede kurulan Hira İslam Enstitüsü yalnızca erkek çocuklar içindi. Çok geçmeden bir de Mümin Anneler Enstitüsü kuruldu. Bu enstitü kızlarımızı ibadet ve taatında her türlü gayri meşru gpsterişten uzak evlilik mutluluğunu garanti edecek şekilde ev ve aile işlerine bakan iyi birer müslüman kardeş olmaları için hazırlayacaktı. Enstitü bu gaye ile kurulmuştu. Anlaşıldığı gibi enstitü kızlarımıza aile mutluluğunu öğretecekti. Sıcak aile yuvasında düzenli biçimde yürüyen sağlıklı karı - kocalık ilişkilerinde ve karşılıklı sevgiden saygıdan kaynaklanan sürekli mutluluk ortamında çocukların en güzel şekilde nasıl yetiştirebileceğini öğretecekti. Ayrıca Müslüman Kız Kardeşler için özel bir program da hazırlanmıştı. Bu program dahilinde kadınlar arasında daveti yayacaklardı. Bu hizmetin Mürşid nezdinde-ki ilk sorumlu başkanı da merhume Hace Lebibe Ahmed idi. Bu değerli sorumlu başkan Süveyş köprüsü caddesinde ve Kubbe Sarayı yanında Müslüman Kız Kardeşler için Hayır Camii adında bir mabed inşa etmişti. Kadınlığın Uyanışı adlı derginin müdiresi de olan Lebibe Ah-med aynı zamanda Uyanan Kadınlar Cemaatı nın da kurucusuydu. Faziletli Şehir Meetshel doktora tezinde Kardeşlere ait bir Faziletli Şehir projesinden de söz ediyor. Bu şehir Mu-kattam yaninda ve 400 feddan üzerinde kurulacaktı. Bu iş için satın alınan arazinin ilk taksicff de ödenmişti. Kurulması planlanan bu faziletli şehir Kardeşlerden ikibin a-ileyi barındıracaktı. 1951 yılında inşa faaliyetine başlanmış ancak 1954 yılında herşey tümüyle yüzüstü kalmıştı. Çünkü Müslüman Kardeşlerin topyekün emlakine elkonmuştu. Cemaata ait malvarliğından fertlere ait şirketlere kadar herşey devlet tarafından müsadere edilmişti. Politik İhanet Hastalığını Teşhis Davet dergisinin kendisiyle yaptığı bir basın soruşturmasında Dr. Meetshei bazı gençlerin takındığı sert t tavırla Mısırlı iaerierin uşaklık derecesine varan politik ihanetleri arasında bir bag kuruyor ve şöyle diyordu Mı- sırii siyasi liderlerin başını çektiği politik ihanetler dini eğiiimdeki eksiklikten kaynaklanıyordu. 5u gerçeği fark eden Cemaat üyeleri kargaşayı önierpek acundan da fertlerin ruhunu eksiksiz bir şekilde cihad duygularıyla doldurmanın zaruretine inanıyordu Jacksona Göre Kardeşlerin Eğitim Politikası Üstad Rektör Salih Abdülazizin Amerikan Dergisi olan Nevvyork Cronokel da (1951) yine Amerikalı gazeteci Robert Jacksonla yaptığı bir konuşması yayınlanmıştır. Bu konuşmada Amerikalı gazeteci Şehid imamla yaptığı ve 1946da Nevvyork Postda yayınlanan bir görüşmeden söz ediyordu. Hasan el-Bennanın eğitim ve yetiştirme konsundaki metoduna değinen gazeteci şunları anlatıyordu Mısırda kaldığım süre içinde Hasan el-Bennanın tarihi hayatı ve hedefleri ile ilgili dokümanları eksiksiz bir şekilde elde etme imkanı bulmuştum. Bu belgelerin ışığında onunla Muhammed Abduh Cemaled-din Efgani Mehdi Sünusi ve Muhammed Bin Abdulvah-hab arasında karşılaştırmalar değerlendirmeler yapmıştım. Giriştiğim bu araştırma beni şu noktaya götürdü elBenna bu zevatın hepsinden de yararlanmış ama onların içine düştüğü hatalardan uzak durmayı da bilmişti. Sözgelimi Efgani gerekli oian ıslahatın yönetim yoluyla yapılması gerektiğine inanırken Muhammed Abduhda bu işi eğitim yoluyla başarılabileceği görüşünü i-ieri sürüyordu. Hasan el-Benna ise bu her iki yöntemi de bir arada kullandı ve hedef aldığı noktaya ulaşmayı başardı. Değişik sınıf ve kültürlere mensup seçkin kişileri tek bir çizgi ve tek bir hedefte topladı. Bu bilgi ve izlenimlerle ayrılmıştım Mısırdan. A-merikaya döndükten sonra da onu adım adım izliyor ve hep onunla meşguldüm. Nihayet hakkında bir takım şüpheler uyandırıldı kuşkunun tecessüsün tozu dumanı a-rasında bırakıldı. Sonuçta yardımcıları ..tutuklandı. Gelip dayandığı bu aşamada yardımcılarının yolunu izleyenlerinin böyle bir sınavdan geçmesi kaçınılmazdı. En sonunda kendisi de mesajını maksadını tam olarak hedefine uiaştıramadan şehid edildi. Oysa ben Kahirede iken duyuyor ve biliyordum ki el-Benna o ana kadar kendisini kanunlar nezdinde suçlu düşürecek herhangi bir şey yapmış değildi. Yaptığı tek şey büyük bir yekun teşkil eden bir genlçlik kütlesi toplamaktı çevresinde. Bundan fazlasını yapmamıştı. Ancak Filistin savaşı ve Kanaldaki hürriyet mücadelesi a-çıkça ortaya koymuştu ki bu adam bir kahramandı büyük olağanüstü kahramanlıklar göstermişti. Bu kahramanlıkların bir benzeri ancak İslam davetinin ilk döneminde görülebilirdi. Şahsi ilişkiler Jackson devam ediyor el-Bennanın en büyük kabiliyetlerinden biri de ikna yeteneğiydi fert fert insanları kazanma becerisiydi. Kişiyi kendine kopmaz bağlarla bağlardı. Beraber olduğu kişi onu ideal bir arkadaş olarak görürdü. Tanıştığı herkesle arasında çok samimi ve özel bir dostluk meydana gelirdi. Kimi zaman rastgele biriyle karşılaşır tanışır onun görevini ne gibi işlerle uğraştığını öğrendikten sonra sözü aile ve çocuklarına kadar götürürdü. Böylece o kişiyi her yanı ve yönüyle tanımış olurdu. Konuştuğu insanların ruh kaynaklarına kadar iner ve keskin görüşü ince mantığıyla onları inançlarından politik ya da dini düşüncelerinden alır ve kendi görüşüne düşüncesine çekerdi. Sonunda o kişiler kendi geçmişlerini unutur eski hallerinden ötürü Allahtan af dilerlerdi. Milli Eğitim Yine Jacksonu dinliyoruz şöyle diyor yazar el-Bennanın en bariz eylemlerinin başında vatan sevgisini ruhi iştiyakların bir parçası haline getirmesi olayı gelir. Vatanın hürriyetin değerini yüceltti ve bunu en üst düzeyde tuttu. Getirdiği ve topluma mal ettiği anlayışa göre zenginle yoksul arasında lütuf değil bir hak sözkonusuy-du. Yönetenle yönetilen arasında üstünlükten egemenlikten söz edilemezdi ancak bir dayanışma ve yardımlaşma olabilirdi. Yöneticilerin halk üzerinde sulta kurması diye bir şeyse asla. Ortada sorumluluktan başka bir şey olamazdı. Bu aslında Kuranın gösterdiği bir yoldu. Ancak el-Benna bunu apayrı bir üslupla ve yeni bir biçimde ilan ediyordu topluma. Bu Kuran adamı bildiğim kadarıyla ne bir fitne peşindeydi ne de sivrilme amacını güdüycirdu. Tek istediği iyi güçlü ve hür bir toplum kurmaktı. Doğu asaletinin bütün özelliklerine sahip yeni bir nesil yoğurmaktı. Doğu İslam ve Kuran Jackson devamla şunları söylüyor Hasan el-Benna gerek daveti gerekse hayatı için düzenlenen çeşitli komplolara rağmen toprağa yeni bir tohum saçmayı başardı. Bu tohum Kuran tohumuydu. Eski ağacı yok o-lup gitse bile asla ölmeyecek çürümeyecek olan bir tohumdu. Hasan el-Benna Kuranı aldı eline ve üç kelimeyle Doğu İslam ve Kuran kelimeleriyle alay eden modern düşünce adamlarının yoluna çıktı kaşılarında dimdik durdu. Onlara ve herkese karşı şöyle haykırıyordu Artık Doğunun Batı düşüncelerini yeniden gözden geçirme zamanı geldi. Batı uygarlığı kendi öz sahiplerinin gözünde bile kendinden bekleneni veremez duruma düşmüştür. Bizimse dini ve siyasi gruplar olarak ortak düşmanımız olan şeytan ve sömürüye karşı sahip olduğumuz şeyler tartışmasız cehalettir yoksulluk hastalık ve ahlaksızlıktır. Evet böyle haykırıyordu. Adıın vermediği bir sapık kişiyi eleştirirken de İslam için çalışan bir cemaatı daha iyi hale getirmek ve güçlendirmek zayıf düşürmekten hayırlıdır diyordu. Kardeşlerini Öteki grup ve toplulukları yaralayıcı bir üslupla eleştirmekten de menediyordu. Ayrıca Kardeşlerini sürekli hareket ve tatbikat halinde tutmak istiyordu. Onların boş kalmaları ya da gereksiz işlerle uğraşmaları anlayışına ters düşüyor ve böyle bir şeye meydan vermiyordu. Bu noktaya dikkat eden Robert Jackson şöyle diyor Eğer bu adam uzun müddet yaşasaydı ülkesi için çok şeyler yapardı. Özellikle Şia - Ehli Sünnet arasındaki ihtilafları giderme konusunda İranlı lider Ayetullah Kaşani ile anlaşabilirdi. Bu iki lider 1948 yılında Hicazda bir araya gelmişti. Bu görüşmede bir anlaşmaya vardıkları ve bir ana noktaya ulaştıkları anlaşılıyor. Ne var ki Hasan el-Bennanın ömrü vefa etmedi bu iş başarılamadan öldürüldü. O düşünce planındaki ayrılığa zıtlığa inanır ve bunu asla halk planında bir ayrılığa zıtlaşmaya dönüştür-mezdi. Böyleyken siyasi partiler ona karşı amansız bir savaş açtılar. İmamın İslami ve siyasi grupları birbirleriyle kaynaştırma yolundaki gayretini çok ince politik hassesiyle duyan Robert Jackson söylediklerinde tamamen haklıydı. Keşke yazar Üstadın bu alandaki müthiş rolüne buraya sığmayacak derecedeki büyük çabalarına daha yakından tanık olabilseydi LİDERLER EĞİTİM KAMPI 1937 Yılıydı. Üstad el-Benna iskenderiyeye bağlı Dahile bölgesinde yüze yakın genci barındıran bir eğitim kampı kurdu. Kampın süresi yaklaşık 32 gündü. Ona benzer daha başka kamplar da vardı. Bu Kampta Neler Yapıldı Bu kampta öncelikle İslam Ümmetinin siyasi tarihi okutuluyordu. Bu dersi okutan da bizzat Hasan el-Benna idi ve özellikle Doğu Batı ilişkilerine de temas ediyord-du. Gençler kampta Allah Resulünün ashabıyla kıldığı huşulu namazı öğreniyor ve bu konuda eğitiliyordu. Sözgelimi Allahın Resulü o seçkin toplulukla bir keresinde akşam namazını kılarken muavvizeteyn surelerini okumuştu. Başka bir zaman da aynı vaktin namazında Saffat suresini okumuştu. İşte imam el-Benna da kardeşlerine akşam namazını kıldırırken Allah Resulünün sünnetini uyguluyordu Bazan da uygulamalı olarak savaş halindeki namaz kılma durumunu gösteriyor ve ilk grupla kıldırdığı yatsı namazında bütünüyle Bakara suresini okuyordu. Tabi çok özel bir namazdı bu. Çünkü bu kamp canlarını Allaha adayan ve bu uğurda hayatlarına asla önem vermeyen seçkin bir topluluğun kampıydı. Bir kere topye-kün halde canlarını Allaha satmışlardı. Böyle olunca da uzun süre Allahla birlikte Onun huzurunda yaşamak kendilerirr ağır gelmezdi. Sömürgecinin Heybetli Maskesi Parçlanıyor Öyle oldu ki şaşırırsınız. Ama oldu hem de aynen. İslam kampının karşısında bir de İngiliz kampı vardı. Gençler İskenderiyedeki camilere gidiyor ve uygulamalı olarak Allaha davet eğitimi görüyorlardı. Hatta o sıralarda Müslüman Kardeşlerin İskenderiyede şubesi yoktu. Hasan el-Benna istedi ki çocukları talebeleri çölde Allaha nasıl kulluk edileceğini öğrensin bu arada da İngilizlerin nasıl yaşadıklarını görsün. Şimdi gençlere böyle bir fırsat veriyordu. Allahın izniyle ve iradesiyle bu ilginç kampta bir nesil her bakımdan gerçek anlamda eğitilmiş oluyordu. Bu manzarayı gören İngilizler şaşırıp kaldılar. Olup bitenleri izlerken bu nasıl bir kamp böyle diye birbirlerine soruyorlardı. Öyle ya herkesin kıldığı namazdan farklı bir namaz görüyorlardı. Askeri eğitimse çok ayrı ve renkli bir manzara sergiliyordu. Ve garip bir olay Üniversiteli genç Mahmud Ebussuud Kardeşlerin spor eğitimine bakıyordu. Bu işi o üstlenmişti. Kardeşlerin içinde bir istek belirdi İngiliz gurur ve şımarıklığını kırma konusunda Mısırlıları yüreklendireceklerdi. Ne mi oldu Anlatalım Kampın spor sorumlusu Mahmud Ebussuud Kardeşlerden bir izci grubuyla zaman zaman şehre inerdi. Bu arada tramvaya bindikleri olurdu. İngilizler sarhoş olarak dolaştıkları İskenderiye sokaklarında halkın onurunu kırıcı davranışlarda bulunurlar halkın değerlerine hakaret ederlerdi. Sonra da gecenin geç saatlerine doğru ingiliz kampına dönerlerdi. Herkes korkarlardı kendilerinden çünkü herbirinin üzerinde bir tabanca vardı. Ayrıca kanunları gereği güçlüdürler zorbalık maka-mındadırlar. Kardeşler işte İnlgilizin bu heybetini parçalamak istediler. İngilizleri Mısırlıların güçlü pençesinden koruyan tamamen vehimden ibaret bu korkunç duvarı yerle bir etmeyi kararlaştırdılar. Bir akşamüstü igiliz askerleri yine tramvayda her zamanki gibi sululuk ediyorlar ve İskenderiye halkına Müslümanlara küçük düşürücü sözlerle takılıyorlardı. Mahmud Hoca birden ve aniden ilk kez bir ingilizin suratına müthiş bir tokat indirdi. Neye uğradığını şaşıran ingiliz bir Mısırlı nasıl olur da bir İngilizi tokatlayabilir gibilerden apışıp kaldı oracıkta. Tuttu Mahmut Hoca bir tokat daha aksetti kafir askerin suratına ve yaptığı şeyin insana yakışır bir iş olmadığı konusunda kendisini uyardı. Kampın spor sorumlusu Mahmut Hoca sonuç ne olacak diye çevresini gözlüyordu ama çevre. de ingiliz kardeşine yardım eden tek bir ingiliz bile yoktu. Orada bulunan her ingiliz kendi kabuğuna çekilmişti. Aralarında kuvvetli bir bağ yoktu ki. İçkiydi onları bir araya getiren mal sevgisiydi ingilterenin askeri makamları toplamıştı onları bir araya ve buralara göndermişti. Gelmek istememişlerdi ama buna güçleri yetmemişti. Yani burada bulunmalarının milli ve insani duygularla bir ilgisi yoktu işte böylece İskenderiye halkı İngilizlere yüklenme cesaretini bulmaya başlamıştı kendinde. Gerektiğinde onlara kötek atabileceğine inanmıştı. Artık ingilizlere herhangi bir insan gibi muamele etmeye başladılar. Hiç bir ingiliz korkulmaya layık ceberrut bir tanrı değildi olamazdı da. Bu psikolojiye varmak önemli bir olaydı. Böylece kardeşler ingilizlerin korkulacak tanrılar saygı duyulacak melekler olmadığını öğretmeye başladı halka. Gerektiğinde dövülebilen tokatlanabilen ve ülkeden kovulabileln bir takım insanlardı ancak. Gelişen bu olaylarla biriıkte biz Kardeşler de aynı şeyi öğrenmeye başlamıştık. İskenderiye ve topyekün Mısır halkı da aynı şekilde öğrenmiş ve anlamıştı ki İngilizler bizim gibi insanlardı sadece. Hiçbir İngiliz İskenderiyede kendini tanrı olarak göremezdi. İngilizler İskenderiye halkının kendilerine bu türlü davranmalarının sebebini anlamaya çalışıyordu. Bu hususta köklü bir araştırmaya koyuldular ve sonuçta şu karara vardılar İskenderiye halkını böylesine değiştiren Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşlerdir. Bu olay tamamen onların eseridir. Aynı değişikliği daha önce İsmai-liye şehrinde general Fergali gerçekleştirmiştir. Bu kez olduğu gibi yanında yine Hasan elBenna vardı. Artık başladılar Kralı Nahhas Paşa ve Ali Mahir Paşayı Üstad üzerine kışkırtmaya. İslam Daveti Krala Ulaştırılıyor İşte o sırada Hasan el-Benna Kral Faruka ilk müzekkeresini gönderdi. Onunla birlikte Divan Başkanı ve Başbakana da. İslamla hükmetmenin zorunluluğunu anlatıyordu onlara. Mısırdaki İngiliz varlığına saygı duyulmaması gerektiğini İngiliz varlığının korkulacak üstüne varılamayacak bir şey olmadığını vurguluyordu. Mısır halkının ülkedeki İngilizleri hezimete uğratacak hatta onlan sınır dışı edebilecek bir güce sahip olduğunu da dile getirerek Mısırın İngilizlerden nasıl temizleneceğine fikri ve askeri hürriyetin ne şekilde elde edileceğine ve yabancı tahakkümün yabancı kanunların boyunduruğundan hangi tedbirlerle kurtulabileceğine dair bir planı gözler önüne seriyordu. Bildiriyi Kardeşler kalemleriyle yani el yazılarıyla yazıp çoğalttılar ve sorumlulara gönderdiler. El yazılarıyla yazdılar çünkü bu işte kullanabilecekleri bir daktiloları yoktu. Bildiri Ahmed Hasaneyn Ali Mahir ve Nahhas dahil herkesi derinden düşündürdü. Umut içinde yaşamakla sultalarını yitirme korkusu" arasında şaşırıp kaldılar. Mevcut düzenin gölgesinde mutlu bir hayatları vardı ve böyle bir düzende yönetimde nasıl kalabileceklerini iyi biliyorlardı. Ama ya şimdi İki seçenek vardı önlerinde Ya İslam ya da mevcut düzen. (Tabii bu düzen içinde İngilizler onları eritip yokedecektir.) Kardeşlerin ileri sürdüğü tez bunu zorunlu kılıyordu. Bu durumsa onlara çok garip geliyordu. Allahım affet bizi bizi ve herkesi Bir Mektup Daha Krala 8 Muharrem 1358de Şehid İmam Hasan el-Benna Kral Faruka bir mektup daha gönderdi. Bu mektupta ülkenin içine düştüğü fesat ortamını dile getiriyor ve problemin çözümü için İslamdan başka bir çare bulunmadığını vurguluyordu. Mektubun metni aynen şöyle - Sayın Kral Anayasasında dini İslamdır kaydı bulunan ülkemizde Allahın şeriatı açıkça çiğnenmekte ve hükümleri bir yana itilmektedir. Meyhaneler fuhuş yuvalan dans salonları çılgınlık odakları her yeri kaplamış ve herkesin başını döndürmüş bulunmaktadır. Hatta devlet radyosu çoğu zaman bu fesat pisliklerini evlere kadar taşımaktadır. Eğlence ve kumar kulüpleri hem vakitleri öldürüyor hem de malı mülkü tüketiyor. Bu yuvaları besleyen de ülkenin ileri gelenleri. Milletin varlıklı kesimi akşam sabah buralarda. Öyle ki başkentlerde ve büyük şehirlerde bulunan memur kulüpleri ülkedeki fesat ve ahlaksızlığın bizzat kendisi haline gelmiştir. Devletin üst düzeydeki memurları bütün şahsi ve resmi tasarruflarında halka en kötü şekilde örnek olmaktadırlar. Halkın diline düşen bu memurlar şiddetli eleştirilere uğramakta ve yöneticilere duyulan güvenin sarsılmasına yol açmaktadırlar.. Hele basının sergilediği manzara tüyler ürperticidir. İslamın edep ölçüleriyle asla bağdaşmayan Allahın kadına farz kıldığı örtü ve ihtişam kurallarını hiçe sayan hayasızlık örneği kadın resimleri irili ufaklı bütün basın organlarında yer almakta ve şaşkın gözleri kötü kalpleri oyalayıp durmakta. En kötüsü de bunlar en köklü ailelere en büyük evlere ve en temiz namuslara kadar uzanmaktadır. Pek çok yerde düzenlenen resmi ve özel nitelikli gece toplantıları adet haline getirilen ihtifaller eğlenceler. Kadınlı erkekli bu toplantılarda içkiler içilmekte ve sabahlara kadar dans oyun eğlence her türlü çılgınlık fütursuzca icra edilmektedir. Sayın Kral bütün bunlar ve benzeri hareketler halkın inançlarını ve kendine olan güvenini yıkmaktadır. Dolayısıyla yüce değerleri unutturmakta ve Allaha kulluktan hayırlı işlere teşebbüsten alıkoymaktadır. Aklı sıhhati mal ve şuuru tahrip etmektedir. Müslüman aileleri huzur dolu evleri hızlı ve çok yönlü bir çözülmeye götürecek çabucak harap hale gelmelerine yol açmaktadır. Gazete ve dergilerde ardarda yayınlanan haberler gerçekten müthiştir kaygı ve korku vericidir. Artık bir şifalı elin uzanması şart olmuştur. Toplumumuzun içine düştüğü bu çılgın ve batak durumdan kurtulup arınması için böyle bir mücadele kaçınılmaz hale gelmiştir. Artık hedefini mutlak surette bulacak bir söz söyleyin bir krallık emri çıkarın da bundan böyle Müslüman Mısırda islamla bağdaşmayan hiçbir şey olmasın. Hasan el-Benna Müslüman Kardeşler Genel Mürşidi Nura Doğru Dahası Üstad 1939 yılında Nura Doğru başlığı altında dünyadaki bütün krallara bakanlara ileri gelen şahsiyetlere genel bir mektup göndererek hepsini herkesi İslamla hükmetmeye çağırdı. Ne ki ince yumuşak bir üslupla kaleme alınan bu mektup kültürlerini gelenek ve hayat tarzlarını Batıdan alıp özümleyen Batıyı kutsal gören ve ondan çekinip korkanların hoşuna gitmedi. Biz bir tarihi anlatıyoruz burada kimseyi yaralamak gayesinde değiliz. Sorumlulara yöneltilen bu nasihat yerine getirilmesi gerekli olan farzdı görevdi. Bir sahabi anlatıyor Allahın Resulü Din nasihattir buyurdu. Kim için bu nasihat kime ey Allahın Resulü diye sorduk. Allah i-çin Kitabı ve Resulü için müslümanların imamları ve topyekün kendileri için cevabını verdiler. Ancak üzülerek belirtelim ki bu nasihata muhatap olan kişiler düşünce ve uygarlık anlayışlarının gereği olarak İslama karşı zıt bir konum içinde bulunuyorlardı. Dolayısiyle bu davet usta ve çıkarcı politikacılarla kral ve sömürü arasında bir ittifakın başlamasına sebep oldu böyle bir ittifakın ilanı demek oldu adeta. Evet bir ittifak ya da çağın diliyle bir işbirliği. Bu noktada taraflar birbirleriyle anlaşıyor ve tam bir görüş birliğine varıyor. Hedef tek İslam da-vetçilerinin ve İslam hareketinin işini bitirmek O nedenle 40 lı yıllarda Kardeşlerle ittifak çevreleri arasındaki mücadele iyiden iyiye kızışıyor. Tabii işbirlikçilerin başında daima sömürü yer alıyor süngünün başı hep o. Ya da bu çevreleri pençe olarak kullanan yırtıcının başıdır sömürü ona aynı zamanda ipleri eline geçirip karagöz ya da kukla oynatan bir oyun ustası da diyebiliriz. İşte bu gelişmeler yüzünden o dönemde kardeşler ve Hasan el-Benna Kral ve işgal güçleri dahil bütün siyasilerin e-linde bir oyuncak durumuna düştü. Nihayyet 1948 yılında Kardeşler bu yiğit ve şerefli halktan çıkardıkları savaşçı kafileler gönderdiler Filistine. Bunu yapmaya mecbur kaldılar. Bu kafileler herkesin gözü önünde şeref meydanına atılıyordu. Canları ve cesetleriyle cennet kapılarını çalacakları bir yere gidiyorlardı. İmam bir şeyi farketmişti saltanatın miras yoluyla babadan oğula geçeceği fikrini onaylamayan İslamdan Kral korkuyordu. İslamın egemen olması halinde tahtının elinden çıkacağı endişesine kapılmıştı. İmam derhal o-nunla görüşme yolunu tuttu İslamın krallık ya da Cumhuriyet herhangi bir yönetim biçimiyle uğraşmadığını yalnızca İslami anlamda bir yeterlilik istediğini anlatmak istiyordu kendisine. Bu arada Kralın bir temsilcisiyle görüşüp durumu aynen izah etti. Ayrıca İslamın egemenliğinden azınlıkların da korkmaması gerektiğini İslam ilke ve hükümlerinin hakim olması durumunda türlü mal düşünce ve ırz emniyetlerinin tam anlamıyla sağlanmış olacağını Dinde zorlama yoktur (1) buyruğunun gereği olarak inançlarına kimsenin dokunamayacağını anlattı. Kardeşler ve Kiptiler Şurası bir gerçektir ki Kardeşler sürekli davetleriyle çevrelerindeki etkin Hıristiyan unsurları da derleyip toparlama gücüne ulaşmışlardır. 40 ların başında Kardeşlerin Yahya Şarkıyyenin merkezi Feridiyye (Şerişme) deki şubesini ziyaret ettim. Şubenin mali kayıtlarını inceliyordum ki gözüm bir 50 (kuruş) rakamına ilişti. Bu bir aylık aidat bedeliydi. Oysa öteki aylık aidat bedelleri ya iki kuruştu ya da beş kuruş. Rakamın karşısındaki isme göz attım ve aidat sahibinin kimliğini tesbit ettim Tren istasyonu müdürü olan bir hıristiyan. Hem niçin aidat ö-dediğini öğrenmek hem de kendisine teşekkür etmek i-çin adamın ziyaretine gittim. Bana şunları anlattı Tren istasyonundan hayli uzak mesafede bulunan bu bölgeye yerleştiğimde görev mahalline gidip gelebilmem oldukça zordu. Hele güneş battıktan sonra kasabaya dönmek bir meseleydi. Çünkü yol kesmeler sağdan soldan gelen bombalar vs. gelip giden herkesin yüreğini korkudan titretiyordu. Ortam tam bir terör ortamıydı. Nihayet Kardeşler geldi ve barış komiteleri kurdular. Terör gitmiş ve yerine huzur ortamı gelmişti. Yol kesmeler tehditler son bulmuştu. Bomba gürültülerinin yerini zikrullah nidaları almıştı. Kardeşlerdir ki yol emniyetini sağladılar istasyondaki müdür odasında mahpus kalan görevliyi esenliğe çıkardılar. Bu durumda bizim ödediğimiz bu aidat nedir ki Her yana sevgi tohumları saçan silahlı çatışmaların önünü alan halkın hüzünlerini matemlerini sevince mutluluğa dönüştüren ve herkesi hayır üzerinde toplayan birleştiren bu kişilere asgari takdir ve minnet borcumuzu yerine getirmiş oluyoruz. Nihayet İslamın kalbime yabancı gelmediğini düşündüm. Evet yabancı değildi garip gelmiyordu. Çünkü o Allah kelamını sükut içinde dinlemeye çağırıyordu. Kuran Kuran okunduğu zaman o-na kulak verin dinleyin.. (1) buyuruyor. Nitekim İncilde Mukaddesatınızı köpeklere vermeyiniz der. Böylece İslam daveti hür düşünce sahibi her kişi ve kesimin desteğini kazanıyordu. Zeytunda Hıristiyan din adamları Kardeşlerin ziyaretine geliyordu. Şubelerindeki dini toplantılarına katılıyorlardı. Saidde Kardeşler tutuklanırken onlarla birlikte çok sayıda hıristiyan da tutuklanmıştı. Çünkü bu Hıristiyanlar islamın meziyetlerini şahıslarında somut halde temsil eden Kardeşlerin kulüplerine katılmışlar ve sürekli de katılıyorlardı. Onlardan E-min Batrisi hatırlıyorum. İbni Haldun Lisesinin ilk İngilizce öğretmeniydi. Nakraşi döneminde pek çoğu Kardeşlerle birlikte içeri alınıp tutuklandı. 1941 de Üstad Hasan el-Benna tutuklandığında Esyotun Merkezi Menfelut bölgesi milletvekili ve eski U-laştırma bakanı Üstad Tevfik Dus Paşa bu tutuklama o-layı ile ilgili bir soruşturma yaptı. Tevfik Paşanın sonunda söylediği söz şu oldu İslam Şeriatı Mısırdaki Kıptile-rin ruhuna her türlü güvenliğine gerçekten sahip çıkmış ve esaslı bir şekilde korumuştur. Müslüman Kardeşler Genel Merkezinde siyasi bir komisyon teşkil edilmişti. Cemaatın vekili üye üstad a-vukat Vehib Dus Esyot ili Ebnop milletvekili üstad Lou-vis Faunus ve Kardeşlerin ileri gelenlerinden üç kişinin de katılmasıyla oluşturulan bu komisyonun görevi Müslüman Kardeşlerin bağlı olduğu ilkeleri ülkede İslami uygulamanın nasıl ve ne şekilde gerçekleştirileceğini açıklayıp ayrıntılarıyla anlatacak ortak çıkarın temel politikasını belirlemekti. Ne ki Cemaatın karşısına çıkan büyük ve çetin o-laylar bu komisyonun vazifesini yerine getirmesine engel oldu. Böylece bu önemli teşebbüs sonuçsuz kalmış oluyordu. Yeter ki İslam doğru anlaşılsın Allah Resulünün hayatı nasıl yaşadığı bilinsin yeterince öğrenilsin. Bu Müslüman olmayanların İslama girmesini ya da en azından kalplerinin islam sevgisiyle dolmasını sağlayacaktır. İşte kültürlü kiptiler de Mısırda Müslüman Kardeşlerle böyle bir konum içinde yaşıyordu. Sizin dininiz size benim dinim banadır ve Allah din uğrunda sizinle sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz kurallarına uyuluyordu. Hıristiyanlık adıyla bulanık suda balık avlamaya çalışanlarsa elbette olacaktı. Nasıl ki bizde de aynı şeyi sofilik adı altında yapanlar vardır ve böyleleri toplumda daima bulunur. Ama günün birinde suyun bulanıklığı gider ve ortaya tatlı bir berraklık çıkar. Bulanık suda balık avlamaya çalışanların en şerlisi şüphesiz bu sömürgeci alayı idi. Milli Birlik sloganını a-ğızlarından düşürmeyen bu hainler böylece asıl milli birliği parçlamak ve değişik millet ve inançlara sahip bütün milliyetleri yutmaktı. Bu menhus politikanın saçmalıklara na sarılmada Mısır hükümetleri de bunlara uydu. Ülke ve denizaşırı bölgelerdeki Siyonist ve sömürgeci odaklar da (1)Kafirun suresi 6. (2) Mümtehine suresi 8. Mısırın ve topyekün Arap dünyasının üzerine atılıyordu bölmek ve parçlamak için. Bunda başarılı olabilmek için tek bir prensibe sarılmışlardı İslam nizamını bulandırmak ve Müslümanları ondan ürkütmek. Hem İslama hem de Müslümanlara karşı gönüllerini karartmak. Bir talihsizlik de Müslümanların başında yönetici olarak bulunan kişilerin İslam Fıkhında derinlik sahibi olmayışları idi. Dolayı-siyle Siyonist ve sömürgecilerin sebebiyet verdiği yanlış anlamaları bertaraf edecek şekilde İslami bir uygulama gayreti içinde olamıyorlardı. İslam şeriatını öyle sağlam öyle mükemmel tatbik edelim ki bu yalancfvehimler tutunamayıp çekip gitsin gibilerden bir hamaset gösteremiyorlardı. Artık vatandaş haklı olarak 30 lardan itibaren giriştiği ciddi mücadelelerle misyonerliğe tek başına karşı duran Müslüman Kardeşler olmuştur demektedir ve elbette doğru söylemektedir. Ancak bir noktanın bilinmesi gerekir. Şöyle ki misyonerlik yoksulun ihtiyacını sömürüyordu. Küçük yaşlardaki çocukları alıp götürüyordu. Cahil ya da yoksul çevrelerin yetişkin gençlerini kandırıyor saptırıyordu. Hem cahil hem de yoksul çevrelerin yetişkinlerini kandırıp saptırmaksa daha kolaydı. İşte Kardeşler böyle bir ortam içinde misyonerliğin karşısına çıkarken onunla savaşırken ne herhangi bir şiddet prensibine başvurmuşlardır ne de kötü bir söz söylemişlerdir. Çünkü bağlı oldukları temel kanun böyle davranışlardan men eder onları. İşte ayeti kerime Kitap ehliyle en güzel şekilde mücadele edin.. (1) Misyonerlik hareketinin arkasındaki parmaklar yerli yani Mısırlı değildi. Mısırlı olup da bu hareket içinde böylesine rol oynayan kişilerse ne İslamla ne de milli ve insani şuurla ilgisi olan kişilerdi. Onlar olsa olsa fırsatçılardı en önemlisi de sınırsız ahmak ve cahil kişilerdir. Çünkü Kuran gerek Hazreti İsadan gerekse annesi Hazreti Meryemden öyle yücelticf- ifadelerle söz etmiştir ki buna hiçbir misyonerin gücü yetmez. Özetlersek Kardeşlerin daveti İslam daveti olması hasebiyle dün bugün ve her zaman milli birliğe giden götüren tek yoldur ve hep öyle kalacaktır. Özlenen huzur ortamı da yine bu davete bağlıdır. Onların dışındaki siyasi parti adamlarının bu hedefe ulaştıracak herhangi bir esasa dayalı kaideleri yok ellerinde. Çünkü onlar iman nedir kitap nedir bilmiyorlar ki KARDEŞLER VE İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI Zayıf Yöneticiler İngiliz işgali ülkede kasvetli bir hava meydana getirmişti. Bu durumun Mısır halkını içten içe tahrik ettiği şüphesizdi. Halk gerek içinde bulunduğu olumsuz şartların etkisiyle gerek hürriyete duyduğu aşırı hasretin verdiği heyecanla ülke çapında ayaklanma belirtileri gösteriyordu. Ne ki başlarındaki yöneticiler güçsüz beceriksiz insanlardı. Azmi zayıf şuuru kıt inancı çarpık İslamı doğru şekliyle göremeyen ve politik görüşlerini doğrudan sömürgeciden almış özümlemiş bu kişilerin halka sağladığı destek yardım ne ölçüde yararlı olabilirdi İkinci dünya savaşı patlak verdiğinde Mısır sıkıyönetim ilan etti ve 1936 andlaşması gereğince İngiltere yanında yer aldığını duyurdu dünya kamuoyuna. İtalya da Haziran 1940da Almanya ile birlikte katıldı savaşa. Kardeşler Mısırın savaşa iştirakini desteklemediklerini i-lan etti. Yalnızca 1936 andlaşmasının öngördüğü yardımlarla yetinilmesini onaylıyordı Kardeşler. Mısır bu savaşta İngilterenin yanında yer aldığını ilan etmişti ama ittifak devletlerine karşı bilfiil savaş açmamıştı. Tabi bu durum İngilterenin hoşuna gitmemişti. Asıl merkezinin üssünün sarsıntıda olduğu yorumuna varıyordu. Ne yapıp edip Mısırı savaşa sokmalıydı. Bunun için şu çarelere başvurdu 1- Hasan el-Bennanın dost ve arkadaşlarını bütün idari makamlardan uzaklaştırmak. Hemen faliyete geçti ve ilk planda Ali Mahiri başbakanlık makamından uzaklaştırdı yerine Hüseyin Sırrımın geçmesi için. Ali Mahir milliyetçi tavrından ötürü 1935 yılından beri İ-mamla iyi ilişkiler içindeydi. İslami değerlere de az çok saygılı bir insandı. Ama bu saygısı sosyal ahlak fikri miras ve Mısırın öteki İslam devletleriyle olan ilişkilerine hizmet eden siyasi bir faktör oluşu gibi açılara dayanıyordu. Ali Mahir kabinesinde olan Salih Harb Paşayı da yeni kabinenin teşkilinde safdışı bıraktı. Öte yandan 20 Mayıs 1941 de Abdurrahman Azzam Paşayı sınır ordusunun komutanlığından aldı. Yine onun marifetiyle Aziz el-Mısri emekliye sevkedildi. Aziz elMısri Kardeşlerle ilk kez 1937 de Londrada tanışmıştı. Bu tarihte Londraya gelmiş ve Kardeşlerden üç kişi orada kendisini Arap elbisesiyle karşılamıştı. Daha sonraki tarihlerde çeşitli defalar Kardeşlerle buluşup görüşmüştü. Sözgelimi 1940 yılında Cemaatın ikinci vekili Dr. İbrahim Hasanla bir görüşme yapmıştı. Bu görüşmede subay Enver Sedat da bulunmuştu. Daha sonra Enver Sedat İmam el-Benna ile de birkaç defa görüşmede bulunmuştu. Görevden alınması Azizi ordudaki polis ve Kardeşler teşkilatındaki milliyetçilere yaklaştırdı onları sevmesini sağlayan bir etken oldu 2- Hasan el-Bennayı Kahiredeki işinden Kınaya nakletmek. 19 Mayıs 1941 de bu işi de gerçekleştirdi. Nitekim Cemaat Genel Sekreteri Ahmed es-Sükkeri de Kuzey Deniz Bölgesine nakledilmişti. ElBennanın Said-e nakli meselesi Millet Meclisine götürüldü. Hükümet gerekçe olarak el-Bennanın sık sık geziye çıktığını dolayısiyle görevini ihmal etme durumunda kaldığını ileri sürdü. Gene Merkezde hükümetin bu gerekçesine cevap olarak el-Bennanın apayrı bir görev anlayışına sahip olduğunu görevini hiçbir zaman ihmal etmediğini hizmeti süresince hastalık mazeret gibi izinler almadığını gezi ve yolculuklarını görevine halel getirmeyecek şekilde a-yarladığını dünyevi ve uhrevi çalışmalarını birbirini zedelemeyecek şekilde düzenlediğini isbat eden belgeler ibraz etti. Üstad Kınada ise telgraf hizmetlerinin istasyona alınması dolayısiyle bunlardan boşalan yeri işgal etti ve burayı davetin merkezi haline getirdi. Buradan yürüttüğü davet faliyetleri Uksura ve hatta daha uzaktaki çoğu bölgelere kadar uzandı. Sonunda hükümet buradaki fali-yetini önlemek için onu Kahireye nakletmek zorunda kaldı. İngilterenin durumu sallantıda kalmaya devam etti. Bir yandan Kardeşlerin davet faliyetleri bir yandan da düşman devletlerin karşı propagandaları İngiliz varlığını i-yiden iyiye tehdit ediyordu. Sonunda İngiliz tankları 4 Şubat 1942 günü Abidin Sarayını kuşattı. Aynı günün gecesi haberi alan İmam el-Berlrıa Krallık Divan Başkan-lıiına müracaat ederek Eğer izin verirseniz biz bu ku-s rtmayı yarar dağıtabiliriz dedi ve ilave etti Gerçekte İlah buna izin vermiştir. Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmalarına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir (1) ayeti bunun isbatıdır. Krallığın verdiği cevapsa aynen şöyle Bu kahramanca ve vatanperver tutumunuza teşekkür ederiz. Sayın Kral kendine has hik-metiyle durumu bizzat düzene koyacaktır. Sözü edilen hikmet İngilizlerin isteğine boyun eğmekten başka bir şey değildi. İngilizlerin isteği ise Vefd hükümetinin iş başına gelmesiydi. 6 Şubat 1942 de Mustafa Nahhas yeni kabinenin kurulduğunu ilan etti. Bu kabine Ekim 1944 de Kral tarafından düşürülünceye kadar iş başında kaldı. Daha sonra Kral yeni kabinenin kurulması görevini Ah-med Mahir Paşaya verdi. Bu arada işgali protesto eden gösteriler düzenlendi. Ülkenin içişlerine müdahale edilmesi Krallık Sarayının kuşatılması şiddetle kınandı. Ne var ki askeri yönetim bütün bu yükselen sesleri hemen bastırıp susturdu. Bunun üzerine Nahhasda kabinenin kuruluşunun hemen ardından 7 Şubatta parlamentoyu feshettiğini duyurdu Ocak 1941 de toplanan Müslüman Kardeşler 6. Genel Kongresinde Üstad el-Bennanın İsmailiye bölgesinden milletvekili adayı olması kararlaştırıldı. Üstadın a-day olma teşebbüsü Nahhası telaşlandırdı ve derhal yanına çağırarak umumun yararı için adaylıktan çekilmesini istedi. Korkunç bir askeri güce sahip olan İngilizlerle a-ramızdaki dostluk ve içinde bulunduğumuz savaş durumu bunu gerektiriyor. İngilizler etkin güçlerine rağmen Kardeşlerden birinin parlamentoda bulunmasından kendilerine karşı sert ve katı bir politik programı hem de resmi planda uygulamaya kalkışmasından korkmaktadırlar dedi. (1) (1) Hacc suresi 39 (1) Heawart Dont Modern Mısır s. 40 Richard B. Meetshel Müslüman Kardeşler s. 63-82 Bu İmamın önüne çıkan bir fırsattı. Değerlendire-bildiği takdirde dini ve vatanı için pek çok kazanç sağlamış olurdu. Böyle düşündü ve adaylıktan çekilmek için i-ki şart ileri sürdü. Bu şartlar şunlardı 1- Bazı şubelerde tatil edilen faliyetlerine devam konusunda Cemaata serbestlik tanınması durdurulan risale neşrine yeniden izin verilmesi. 2- Alkollü içkilerin ve fuhuş faliyetlerinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması ülkenin bu tür kirli işlerden arındırılması. Hükümet bu şartları kabul etti. Ancak uygulama a-lanı çok dar tutuldu. Batakhanelerin ancak bir kısmı kapatılmıştı. Alkollü içkilerin satışı ile ilgili yasaklama kararı ise dini merasimleri ramazan ayını ve günün belirli vakitlerini kapsıyordu. Bu arada Müslüman Kardeşler halka gerçek düşmanlarını gösterme eylemlerinden geri durmadı. Halkın gerçek düşmanları hiç şüphesiz işgal kötü yönetim İslam dışı yönetim ve cehaletti. Bunlardan kaynaklanan yoksulluk ve hastalıktı aile çöküntüsü ahlak çözülmesiydi sınıfçılık ve kapitalilzme dayanan haksız ayrıcalıklardı. Zorlu bir mücadeleydi. Cennetin kazanılması yolunda candan maldan geçiliyordu. Ama böyle bir direniş sayesinde davet beklenen ürünlerini vermişti. İslamın yiğit erleri Mısır ufuklarında Cihad yolumuzdur Allah yolunda ölmekse en yüce emelimizdir nidalarını yükseltiyordu. İmam bu muhteşem nidaları gerçek anlamda harekete dönüştürdü uygulama alanına döktü. Bu sloganın ruhunu fiilen ortaya koyacak müthiş bir askeri potansiyel vardı. Göçebe durumundaki bu ordu altınordu olmuş ve gerek İngilterenin gerekse onun uşak hükümetinin korkuları bir bir tahakkuk etmeye başlamıştı. Nihayet 1942 yılının sonlarında Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi ve Genel Merkezi hariç bütün şubelerinin kapatılması kararlaştırıldı. Gerçek şuydu ki Vefd hükümeti kurtuluş savaşlarında yiğitçe mücadeleler veren milliyetçi şahsiyet için İslami yapının ne derecede değer taşıdığını bilmiyordu. Oysa İngilizler daha 1935 yılında Nahhas Paşayı Kardeşlerden korkutmaya başlamıştı. 40 lı yıllarda ise Paşa İngilterenin Kardeşler üzerinde daha çok durduğuna tanık oldu. İngiltere açıktan açığa Kardeşlerden kurtulmak istiyordu. Vefd kabinesinin bakanlarına İslamı anlatma gereğini duyan İmam bu durumun etkisiyle işi daha da hızlandırmak istedi. Tutumlarını değiştirirler de belki fesih kararından vazgeçtiklerini ilan ederler umudundaydı. Bakanlar 1943 yılının başlarında Müslüman Kardeşler Genel Merkezini ziyarete gittiler. Beraberlerinde büyük bir gazeteci kütlesi de vardı. El-Bennanın arkasında bulunduğu sanılan silah ve askeri güç durumunu yerinde ted-kik etmek istiyorlardı. Ancak üstad duruma hakim olarak gelen bakanlara tek tek davetini anlattı İslamın kendilerinden neler beklediğini bakanlık sorumluluklarını ne şekilde yerine getirebileceklerini izah etti ve konunun saptırılmasına fırsat vermedi. Toplantıyla ilgili yorumunu anlatın Fikri Abaza şöyle diyor Genel Merkeze gittik adamı ısındıralım ve ağzından sır alalım diye sesten soluktan kaldık. Ama adam bize sadece güldü ve adeta dil çıkarttı. Tabii sonunda raundu sıfıra karşı kazandı İmam anlamıştı ki bu ziyaret Cemaatın güvencesiyle ilgili herhangi bir müsbet sonuç getirmeyecekti. Nitekim şubelerin kapatılması sırasında Kardeşlere ışık tutan sıcak tavsiyelerde bulunuyor ve risaleler halinde her tarafa gönderiyordu. Yazıp gönderdiği Aileler Nizamı risalesi bu cümledendi. İngilizlerin karşı tedbir alacağını bu yolda mümkün olan her çareye başvuracağını bildiği halde bu tür faaliyetlerinden geri durmuyordu. İmamın Zorluklarla İlgili Bazı Tavsiyeleri Şöyle diyordu Kardeşlere İlk mücadele alanınız nefislerinizdir. Eğer nefislerinizi yenerseniz başkalarına karşı daha güçlü olursunuz. Şayet nefislerinize karşı giriştiğiniz cihadda başarısızlığa uğrarsanız başkalarına hiç güç yetiremezsiniz. O halde mücadelenizi öncelikle nefisleriniz üzerinde denemelisiniz. Biliniz ki bütün dünya halis bir nesil beklemekte. Bu nesil tam anlamıyla temiz güçlü ve faziletli bir ahlak yapısına sahip bu özelliklerle donanmış seçkin gençliğin içinden çıkacaktır. İşte bu gençlik sizler olmalısınız. Umutsuzluk mu asla Allah Resulünün (Altı şey için bana garanti verin ben de size cennet için söz vereyim konuştuğunuz zaman doğru söyleyin vaadinizi mutlaka yerine getirin. Bir emanet aldığınızda güzelce yerine iade edin. Namuslarınızı koruyun gözlerinizi haramdan sakının. Harama kat-iyyen el uzatmayın) hadisi şerifini gözünüzün önüne a-lın ve sonra dikkat edin bakalım öyle misiniz Hem yaptıklarınızı Allah da Resulü ve müminler de mutlaka görecektir. Görünen ve görünmeyen dünyaları bilen Allahın huzuruna çıkarılacaksınınz ve O size yaptıklarınızı anlatacak haber verecektir. Bu tavsiyeler yönlendirmeler Kardeşler için uygulanması gerekli ilkeler demekti. Uygulanmasından bereketler doğacak olan ciddi talimatlardı. Böyle inanıyorlar ve böyle titizlikle sarılıyorlardı. Gözü haramdan koruma meselesini ele alalım Kardeşlerden birinin trende yolculuk ettiğini düşünelim kesinlikle albenili bir kadının karşısına oturmazdı. Caddede yürürken önünde tahrik edici kılık ve tavırlar içinde bir genç kızın yürümekte olduğunu mu farketti Derhal adımlarını hızlandırır ve onu arkasında bırakırdı. Tıpkı Hazreti Musanın Şuayb Peygamberin kızlarıyla yürürken yaptığı gibi. Başka bir tavsiyesende de Allah Resulünün Ab-dest müminin silahıdır hadisi şerifi üzerinde duruyor ve sürekli abdestli bulunmanın gereğini vurguluyordu. Bu ilkeye titizlikle uyan Kardeşler kesinlikle abdestsiz yere basmıyorlardı. Abdestleri bozulduğunda derhal yeniliyorlardı. Soğukların bastırdığı şiddetli kış günlerinde bile abdestsiz uyumazlardı. İmamın ilke ve tavsiyelerinden biri de Allah Resulünün şu hadisi şerifiydi Üç şey vardır ki kurtuluşa götürür ve siz onları ganimet bilip iyi değerlendirin. Yine üç şey vardır ki helake götürür onlardan uzak durun. Namaz Kuran ve sürekli murakabe dünyada kurtuluşa ahirette de saadete götürür. O halde namazları vaktinde ve cemaatle kılmaya büyük önem verin hükümleri hakkında derinliğine bilgi sahibi olun. Edası sırasında erkan ve şartlarına riayet ederek kendinizi bütünüyle namaza verin ayet ve dualarını okurken dikkat ve titizlik gösterin. Kuran da mümkün olduğu kadar düşünerek ve sükunet içinde okuyun. Gerek dururken gerek her halinizde her zaman Allahı gözetin. Kim Allahla beraber olursa Allah da onunla beraber olur. İçki kumar azgın şehvet dünyada helake ahirette de bedbahtlığa götürür. İlk kadehten sakının boş şeylerle uğraşan laü-bali kişilerin meclislerinden uzak durun. Gözlerinizi harama kapatın zinadan kendinizi koruyun. Kötü arkadaştan hayasız genç kızlardan kaçın şeytanların iğvasına kapılmayın. Sıcak bir veda üslubuyla kaleme aldığı Aileler Nizamı risalesinde geçmişteki büyük davetlerin tarihini sergilemiş ve her asırda bu davetleri yenilemek için ileri atılan samimi kişilerin karşılaştığı güçlükleri dile getirmiştir. Müslüman Kardeşler ki davetlerle ilgili ilahi sünnetin üzerlerinde hükmünü icra ettiği nesillerden bir nesildir. Bu önemli noktayı vurgulayan Üstad şöyle diyordu Size açıkça söylemek isterim ki davetiniz çoğu insanlarca hala bir meçhuldür ne olduğu bilinmemektedir. Bildikleri gaye ve hedeflerini öğrendikleri gün ise şiddetli bir husumet ve amansız bir düşmanlık gösetereceklerdir. Yığınla zorluk ve güçlük bulacaksınız önünüzde. Pek çok dağ tepe çıkacak karşınıza. Şimdiyse hala birer meçhulsünüz. Davetiniz için zemin hazırlamaktasınız hala. O-nun istediği cihad ve mücadele için hazırlık yapmaktasınız işin sadece bu safhasında bulunuyorsunuz. Halkın İslamın hakikati konusundaki cehaleti büyük bir engel olarak durmaktadır yolunuzda. Öyle ki dindarlar ve resmi alimler arasında İslam anlayışınızı garip bulanlar İslam yolundaki cihadınıza karşı çıkanlalr olacaktır. Başkanlar liderler makam ve otorite sahipleri kin besleyecek size. İstisnasız bütün hükümetler karşınıza çıkacaktır. Her hükümet faaliyetlerinizi kısıtlamak yolunuza türlü engeller koymak isteyecektir bunun için elinden geleni yapacaktır. Zorba güçler her çareye başvurup olanca hınçlarıyla karşınızda duracak ve davetinizin nurunu söndürmeye çalışacaktır. Bu işi başarmak için de zayıf hükümetlerden zayıf ahlaklı kişilerden ve kendilerine dilenmek için uzanmış hain ve düşman ellerden yardım isteyeceklerdir. Herkes davetinizin çevresinde şüphe tozları ve itham karanlıkları koparacaktır. Böylece size noksanlığın her türlüsünü bulaştırmaya sonra da en iğrenç şekilde halka teşhir etmeye çalışacaklardır. Güç ve otoritelerine güvenerek maddi imkan ve nüfuzlarına dayanarak. Kuranı Kerimin uyarışına dikkat edin Ağızlarıyla Allahın nurunu söndürmek istiyorlar. Fakat kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. () Hiç şüphesiz bu şekilde bir tecrübe ve imtihan dönemine girmiş olacaksınınz. Zindanlara doldurulacaksınız tutuklanacaksınız ailenizden yurdunuzdan sürüleceksiniz haklarınız elinizden alınacak. İşleriniz çalışmalarınız engellenecek evleriniz altüst edilip aranacak. İçine girdiğiniz imtihan süreci uzadıkça uzayacak. İnsanlar inandık deyince denenmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar (1) buyuruyor Allah. Ancak Allah bütün bunlardan sonra mücahidlere yardım vadediyor içtenlikle çalışanlara hakettikleri karşılığı vereceğini taahhüt ediyor. İşte Kuran-ı Kerim Ey inananlar size can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu göstereyim mi Allaha ve Peygamberine inanırsınız Allah yolunda canlarınızla mallarınızla cihad edersiniz bilesiniz ki bu sizin için en hayırlı yoldur. Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı bağışlar sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük bir yadım ve yakın bir zafer vadır. İnananları müjdele Ey inananlar Allahın dininin yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa Havarilere Allaha giden yolda yardımcılarım kimlerdir deyince Havariler Allahın dininin yardımcıları bizleriz demişlerdi. İsrailoğullarının bir kısmı böylece inanmış bir kısmı da inkar etmişti. Ama biz inananları düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler. (2) O halde Allahın yardımcıları hususunda kararlı mısınız Öyleyse ey Müslüman Kardeşler dinleyin Bu sözlerle düşüncenizi davanızı gözlerinizin önüne koymak dikkatlerinizi çekmek istedim. Galiba zor günler saatler beklemektedir bizi belki bir süre birbirimizden ayrı düşeceğiz. O yüzden sizinle konuşmam ya da size mektup yazmam mümkün olmayabilir. Bu sözlerimi i-yi düşünmenizi gücünüz yettiğince hafızalarınızda tutmanızı ve üzerinde birleşip toplanmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü her birinin altında sayısız manalar yatmaktadır. Kardeşler Sizler ne bir hayır cemiyetisiniz ne de siyasal bir parti hatta ne de sınırlı hedefler amaçlar için bir araya gelmiş herhangi bir heyetsiniz. Hayır bunlardan hiçbiri değilsiniz. Siz bu ümmetin kalbine nüfuz e-den ve onu dirilten yeni bir ruhsunuz. Maarifetullah ile parlayan madde karanlıklarını aydınlatan yeni bir nursunuz. Allah Resulünün davetini tekrarlayan ve bütün dünyaya haykıran gür bir sessiniz. Seksiz ve şüphesiz bilmelisiniz ki insanların ortada bırakıp gittiği böyle bir yük sizin omuzlarınızdadır bu yükü sizler taşımaktasınız. Eğer denilirse ki size davetiniz neyedir insanlığı nereye çağırıyorsunuz Cevabınız şu olsun Allah Resulünün getirdiği İslama çağırıyoruz Yönetim de onun bir parçasıdır. Hürriyetse onun farzlarından bir farzdır. Davetimiz işte bunlaradır. Bu doğrudan doğruya siyasettir diye itiraz ederlerse islamın ta kendisidir bu biz bu tür bölümleri dilimleri bilmeyiz deyin. Şayet siz devrim da-vetçilerisiniz derlerse buna da şu cevabı verin ve deyinki Biz Hakkın ve barışın davetçileriyiz buna inanıyor ve bununla şeref duyuyoruz. Şayet siz bize karşı çıkar ve davetimizin yoluna durursanız bu durumda Allah kendimizi savunma hususunda bize izin vermiştir. Sizse zalim intikamcılar konumuna girmiş olursunuz. Bu kez çeşitli kişi ve heyetlerden yardım görüyorsunuz diyebilirler size. Hemen cevap verin Biz yalnız Allaha inandık ve sizin putlarınızı tanımıyoruz Söyleyecek söz bulamayıp da saldırgan bir tavır içine girecek olurlarsa Size selam olsun biz cahillerle ilgilenmeyiz d) ayetiyle karşılık verin. Çalışan Kardeşler risaleyi bütünüyle elleriyle yazıyor ve çoğaltıyorlardı. Kardeşlere ait herhangi bir risaleyi bulundurmak hoş karşılanmıyordu şiddet baskı hemen hazırdı. Müslüman Kardeşler davet yolunda her türlü fedakarlığa katlanıyor ve coşkun bir ibadet şevki içinde eylemlerini sürdürüyorlardı. Başlarına ne gelirse gelsin yollarından alıkoyamazdı böylesi kesin bir inançla çıkmışlardı ortaya. Sabır sebat gösterenlere Allahın ne büyük mükafatlar hazırladığını biliyor ve seksiz inanıyorlardı. Kardeşler Vefd hükümetinin şubelerini kapattığı sıralarda gizlice buluşup sözleşiyor akşam vakti de bir camide toplanıyorlardı. Cemaat halinde yüksek sesle ve ağır ağır mutad zikirlerini dualarını okuyorlar yatsıdan önce geri kalan zaman içinde de vaazla nasihatle meşgul oluyorlardı. Davetin savunması ve Kuranın hakim kılınması ile ilgili konulan görüşüyor ve bu hususta neler yapılması gerektiğini müzakere ediyorlardı. Cuma namazını da aynı şekilde kararlaştırdıkları bir camide kılıyorlardı. Namazın bitiminde davetçilerden biri kalkıyor Kuranın egemen olması konusunda herkese düşen görevi anlatıyor üzerlerindeki zulüm baskısını dile getiriyordu. Sömürünün getirdiği felaketleri İşgalcilerin mutlak surette kovulması gerektiğini bu yolda cihadın şart olduğunu vurguluyordu. Toplantılardaki gizlilik ilkesine herkes yüz-deyüz uyuyordu. Öyle ki siyasi polis toplantı yerini ancak herşey olup bittikten sonra öğrenebiliyordu. Siyasi polisin Kardeşlerin bu büyük ve umumi çaptaki toplantılarını izleyememsi bu konudaki başarısızlığı Kardeşlere karşı daha sert bir tutum içine girmesine sebep oluyordu. Aynı şekilde hükümetin de daha sert tedbirler almasına sebebiyet veriyordu. Bu durum hükümeti ciddi şekilde tedirgin ediyor hükümet Kardeşlerin faaliyetlerini izleme kontrol altında tutma konusundaki bu gayet açık aczi karşısında şiddet planını bir yana bırakıp onlarla ba-nş halinde olmayı düşünmeye basıyor. İngilz Laubliliği Davetin maksadı gayret ve haysiyet duygularını u-yandırmaktı. Gerçekten halkın içinde haysiyet sahibi insanlar vardı İngilizlerin şehir içilerinde dolaşıp serkeşlik etmelerini kesinlikle kabul etmeyen bir haysiyete sahiptiler. O İngilizler ki özel arabalarıyla sarhoş ve laubali tavırlar içinde umumi caddelerde küçük çocuklara ve yaşlılara sataşıp rezalet çıkartıyorlardı. Yollarda sokaklarda onun bunun namusuna saldırıyorlardı. Öyle ki kimi zaman içlerinden bir sarhoş silahını çekip bir genç kızın peşine düşüyor ve onu evine kadar kovalıyordu. Bununla da yetinmeyip oturduğu daireye canını zor atan genç kızın odasına kadar dalıp iğrenç arzusunu doyurmak istiyordu. Daha neler neler Genelevlere düşmüş zavallı kadınların yoksulluktan doğan sıkıntılarını fırsat bilip sömürmeleri dahası vadilerde ve Mukattam tepelerinde yaptıkları şimdilerde hayli nüfus yoğunluğuna sahip olan fakat o zamanlar bomboş bulunan Yeni Mısır caddelerinde sergiledikleri rezaletler Bunların yaptıkları saymakla bitmez. Dönemin Siyasi Problemlerine Bir Yaklaşım İngilizlerin yaptıklarına halk artık katlanamaz olmuştu. Ülkenin bunlardan tam anlamıyla arındırılması yolunda bu amaçla çeşitli gösteriler düzenlendi. Meselenin çözümü ve Nil Vadisinin birliği bütünlüğü konusunda halkı uyandırmak için Müslüman Kardeşler üniversite ve enstitülerde bir hafta düzenledi. İngilizler Sudan meselesinden özellikle kaçıyordu. İsmail Sıdkı Paşa kabinesinde Dışişleri Bakanı olarak bulunan İbrahim Abdülhadi Paşa Sudan meselesinin gündem dışı bırakılması kaydıyla -daha sonra Abdunnasır da aynı şeyi yaptı- ingilizlerin yalnızca Mısırdan uzaklaştırılmaları konusunda görüşmelere razı oldu. Tabi halk buna karşı çıkıyordu. Mısıra yaptığı son ziyaret gezisi sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı daimi Büyükelçisi Mr. VVilliam Shırank-la İbrahim Abdülhadi Paşa bu konuyu tekrar görüşmüştü. (1) Sudanın Mısır için bir can damarı demek olduğu taraflarca iyi biliniyordu. 1948 Yılında Mısırın Nil suların-j dan faydalanma nisbeti %94 idi. Tarıma elverişli toprakları ise 5 milyon feddanı geçmiyordu. Sudanın aynı sulardan faydalanma nisbeti ise %6 idi. Buna karşılık tarıma elverişli toprakları ise 30 milyon feddanı aşıyordu. Bu durumu iyi hesap eden İngilizler Britanya adalarındaki mavi gözlü ağızlar için bu toprakları elinde tutmak ve tarımsal açıdan değerlendirmek istiyordu. Çeşitli üniversite ve enstitülerde okuyan biz gençler şehirlere köy ve kasabalara dağılıyor ve ülkenin İngilizlerden temizlenmesi Nil vadisinin bütünlüğü meselesini içine alan pankartlarla halkı uyandırmaya çalışıyorduk. Bunları daha da küçülterek bir amblem halinde vatandaşların göğsüne iliştiriyorduk. Böylece trenlerde toplu taşıma araçlarında kahvehanelerde camilerde meydanlarda ve halkın toplu bulunduğu her yerde meseleyi gözler önüne seriyorduk. Bu milli davada gençlik tamamen birlik halindeydi. Bu Kardeşler Cemaatıyla ilgisi bulunan bir müslüman kardeşle başkası arasında herhangi bir fark yoktu. Sözgelimi Şarkıyyede giriştiğimiz bu şuurlandırma çalışmasında sosyalist düşünce sahibi kişilerden Dr. Abdülmelik Avde de bizimle beraberdi. O sırlalarlda Avde Kahire Ü-niversitesi Ticaret Fakültesinde öğrenciydi. Ancak bu şuurlandırma hareketi beraberinde bazı maddi külfetleri de getiriyor ve Kardeşler bu konuda epeyce zorlanıyordu Ezher ve üniversite gençlilği halkı uyandırmaya yönelik bu tür hareketlerde bulunurken bir yandan da Kardeşler her sınıf ve seviyede halkı bir araya getiren Halk Toplantıları düzenliyordu. Büyük şehirlerde düzenlenen bu toplantılarda ikinci dünya savaşının bitiminden hemen sonra halkın neler istediği bu isteklerin nelerden ibaret olduğu anlatılıyordu. Bu toplantılara bizzat Mürşid ve ülkenin önde gelen ekonomi politika ve kanun uzmanları da katılıyordu. Bunların hemen ardından bütün şehir ve kasabalarda başka toplantılar da düzenlendi. Sonunda savaşan taraflar ittifak ve itilaf devletleri savaşın sona erdirilmesi konusunda bir andlaşma imzalamışlardı. Bu fırsatı değerlendiren Şehid İmam İngilizlerin kayıtsız şartsız ülkeyi terketmesi isteğinde bulundu. İngilizlerin Mısıra olan borçlarını da ödemesini istiyordu. Devrim öncesi dönemde İngilizler Mısıra dört milyon cü-neyh tutarında borçlu bulunuyordu. Ayrıca kanun buyurucu işgalin güdümünden artık kurtulmak gerektiğini ısrar ediyor ve buna son verilmesini istiyordu. İngiliz işgalinin Mısırda temellerini attığı yabancı kanunların yerini İslamdan kaynaklanan hükümlerin almasını teklif ediyordu. Önemle istediği hususlardan biri de camiye ilk vazifesinin mesajının yeniden kazandırılması eğitimde öğretimde sosyal hizmet ve siyasi şuurlanmadaki etkin gücün tekrar sağlanması ve kiliseyi andıran bir mabed durumundan kurtarılması konusuydu. Arap Birliğini geliştirmek aldığı kararları hiçe sayan kanunlardan kurtulmasını sağlamak ve büyük devletlerin baskısı altında kalmayacak güçte bir Arap Toplumları Birliği oluşturmak daha i-leri aşamada buna İslam Toplumları Birliği niteliği kazandırmak başlıca amaçları arasındaydı. Bu soylu çıkışı İngilizler ve uşakları mutlak surette ve zor yoluyla bertaraf edilmesi gerekli müthiş tehlikelerden biri olarak gördü ve öyle değerlendirdi. O dönem Mısırı gerçekte milliyetçilik heyecanla-rıyla kaynıyordu. Önemli doğum yıldönümü gecelerinden birinde bir genç İskenderiyedeki İngiliz kamplarına birkaç bomba attı. Bu gence hakim Ahmed Haznedar on yıl hapis cezası verdi. Oysa aynı hakim pekçok Mısırlıyı öldüren İskenderiye canavarına bu cezanın çok çok altın-bir hapis cezası vermişti. Daha sonra bu hakimin İskenderiyeden Kahireye nakli çalışmalarına başlandı. Bir doğum yıldönümü gecesi halkın dinini örf ve geleneklerini hiçe sayarak Kahire caddelerinde ve barlarda türlü rezaletler çıkaran İngiliz askerlerinin üzerinede bomba a-tılmıştı ve bu olaya milliyetçilerin adı karışmıştı. Ahmed Haznedar işte bu milliyetçileri yargılayacaktı Kahirede Bütün bu olanlar karşısında gençlik büsbütün galeyana geldi. Yargı adamlarının arasında adaletin de milliyetçiliğin de yüzkarası durumundaki kişilerin bulunmasını istemiyorlardı. Bu hakimin oraya naklini ve sözkonusu davalara bakmakla görevlendirilmesini endişeyle karşılıyorlardı. Hele daha önceki hükümlerinde nasıl taraf tuttuğu ve olumsuz bir tavır takındığı ortadayken ve bu durum herkesçe bilinirken Tabi hemen gereği düşünüldü Evinden çıktığı ve özel arabasıyla hareket ettiği bir sırada üç öğrenci genç yola taşlar yığarak önünü kesti ve hemen orada kendisini öldürdü. Bu eylemle yargı kürsüsünü işgalin korunması için kale haline getirenlere bir ibret dersi verilmek istendi. Ekim 1944 te Sadi Partisi lideri Ahmet Mahir Ah-rar Partisinin desteğiyle bir azınlık hükümeti kurdu. Eline geçen bu fırsatı değerlendiren Başbakan Ocak 1945 te yapılan genel seçimlere hile karıştırarak bölgelerinden aday olan beş Kardeşin hepsini düşürmeyi başardı. Oysa bu Kardeşler ezici bir çoğunlukla milletvekilliğini kazanmışlardı. İslam yönetimin esasıdır ana ilkesine dayanan programları herkesçe benimsenmiş kabul görmüştü. Ahmet Mahir bununla da yetinmeyip Mısırdaki İs-lami cemaatlerin gereğinden fazla olduğu ve caiz olmayacak şekilde dini fetvalara yüklendikleri yolunda Ezher Üniversitesi rektörü Muhammed Mustafa Meragiden derhal bir fetva aldı. Bununla Kardeşleri meydandan silmeyi amaçlıyordu. İş başına getirilişinin tek sebebi vardı İttifak devletlerine savaş açmak Bu politik eylemi rahat bir şekilde sonuca bağlayabilmek için de Müslüman Kardeşler engelinden kurtulması gerekiyordu. İcraatının temelinde yatan ana espri buydu. 24 Şubat 1945 te Millet Meclisi toplandı. Bu arada hükümet ittifak devletlerine karşı saldırı kararı almıştı. Kararın amacı Birleşmiş Milletlerde bir sandalye alabilmekti. Gelişmeleri adım adım izleyen gençlik kararın icrası halinde meydana gelecek savaş harcamalarının ülkeye büyük mali külfetler getireceğini Mısırın İngiltere üzerindeki beş milyon cüneyhe yakın alacağını silip götüreceği gibi alacaklı durumundan borçlu durumuna da düşüreceğini anlamakta gecikmedi. Başbakan Ahmmet Mahir hükümetin bu kararını duyurmak için Millet Meclisine gitmişti. Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Mahmud İsevi adındaki bir genç firavunvari bir gurur içindeki Ahmed Mahire yaklaştı bir eliyle tokalaşırken diğer eliyle de tabancasını çıkarıp Mısırın menfeatı müttefiklerin çıkarından önce gelir diyerek orada ateş edip öldürdü. Meclis savaş kararını onaylamıştı ama bu bir taarruz savaşı değildi savunma şeklinde bir savaş kararıydı. Olaydan sonra Hasan el-Benna sekreteri ve vekili göz-tına alınmış fakat sözkonusu gencin Kardeşlerden olmadığı anlaşılınca serbest bırakılmışlardı. Bununla beraber 25.2.1945 ile 4.2.1946 tarihleri arasında iş başına gelen Nakraşi Kardeşleri sıkı denetim altında tutmuştu. Teşkilat ve faaliyetleri Cemaat üyeleri üzerindeki denetim ve gözetimi kat kat artırmıştı. Mahmut İsevi Ahmet Mahiri öldürüş sebeplerini anlatırken ülkenin savaş döneminde içine sürüklendiği duruma da değiniyor ve özetle şöyle diyor d) 1-Zenginlerle yoksullar arasındaki korkunç uçurum işçiyi çiftçiyi zor duruma düşüren enflasyon orta sınıfı ve küçük memur zümresini sıktıkça sıkan geçim şartları. Nihayet siyah ekmek olayının patlak vermesi. Olay meşhurdur halkın ne derece güç şartlar içinde bulunduğunu vurgulamak için bayram namazına gitmekte olan Kralın önüne bir siyah ekmek atılmış ve bu olay ülke çapında geniş yankılar uyandırmıştı. 2-Tarım işçiliğinin sınırlandırılması kötü sonuçlar doğurmuştu. Bunu fırsat bilen İngiliz birlikleri ülkedeki kaliteli ve vasıflı işçi kesimini bünyesine çekmiş muhtelif kalkınma hizmetlerinde çalışma gücüne sahip kişileri emrinde toplamıştı. Böylece köyler şehir ve kasabalar çalışan ellerden mahrum kalmış ve sonunda harap duruma düşmüştü. Taban harcamalarının getirdiği külfetleri hafifletmek için İngiliz kuvvetlerinin çoğu geri çekilince i-ki yüz elli bin işçi ve memur açıkta kalıverdi. Böylece ortaya çıkan işsizlik Mısır halkını daha da yoksullaştırdı. (1) Kirk Orta Doğu s. 269-272 Richard B.Meetshal Müslüman Kardeşler s. 79-87 Çünkü bu memur ve işçiler savaşta görev almak için İngiliz birliklerine katılınca daha önceki çalışma alanları başkaları tarafından doldurulmuştu. 3- işte bu şartların egemen olduğu böyle bir ortamda sapık kavramlar gelişmelerine elverişli münbit bir zemin bulmuş oldu. Bunun sonucu olarak sosyalist ve kominist düşünceler ortalığı sarmıştı. Bu düşünceleri demokrasi ve ülke bağımsızlığı için yardımcı unsurlar olarak anons eden İngiliz ve Amerikan propagandası da yurdu bir uçtan öbür uca sarmış bulunuyordu. 4- Gerek Filistin gerekse Mısır - İngiltere ilişkileri meselesi karşısındaki olumsuz tutumu ve bu problemlerin çözümsüz bırakılması türlü sürtüşmelere "yol açtı. Önce bizzat partiler arasında ikinci olarak da sarayla partiler arasında. Bütün bu sürtüşmeler her ne kadar resmen itiraf edilmese de ülke çapında bir anarşinin patlak vermesini t çabuklaştırırken parlamento hayatı ve kanunun üstünlüğü açısından da müthiş bir boşluk meydana getirdi. Özetlersek savaş Mısırın başını derde sokmuştur türlü zararlara uğramasına sebep oimuştur. O halde Ahmet Mahirin savaşa katılma ilkesine arka çıkması ülkenin siyasi iktisadi ve fikri bakımdan çöküşünü hazırlayacak etkenlerin en önemlisine arka çıkması demekti. Sanık duruşma sırasında Mısır siyasi liderlerininde mahkeme önüne çıkarılmasını ülkenin Ahmet Mahir dönemindeki kötü durumundan ve savaşa neden olmalarından dolayı sorguya çekilmelerini talep etti. Tanık durumunda olanlardan biri de Hasan el-Benna idi. Savcılık sorgulama sırasında İmamı Ahmet Mahirin öldürülmesi olayına karıştırmak itedi. Ancak Mahmut İsevi mahkemeden tanığın dinlenmemesini istedi. Vefd Hükümetinin Maliye Bakanı Emin Osman Paşa Bizim İngiltere ile olan dostluğumuz katolik evlenmesine benzer deyince gençlik galeyana gelmiş ve derhal onu öldürmeyi planlamıştı. Plan uygulandu ve Paşa Kahire Continantal Otelinin merdivenlerinde öldürüldü. Katil Hüseyin Tevfikin hapishaneden kaçması sağlanmış ve bu işe yardım edenler hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahcup Cabiri de bunlardan biriydi. Bu arada Siyonist faliyetlerin yuvası haline gelen Şarkıyye Yahudi ilan Şirketi mümin gençliğin öfkesini mucip olmuş ve havaya uçurulmuştu. Olay herhangi bir işçinin zarar görmemesi için istirahat saatinde gerçekleştirilmişti. Onun yerine vakit geçirilmeden bir Arap İlan Şirketi kuruldu. İlan veren firmaların malları Siyonistlerin eline geçmesin ve Araplara karşı silah olarak kullanılmasın diye bu karar alınmıştı. Yahudi Mahallesinin aynı şekilde Siyonist faliyetlerin yuvası haline gelmesi patlayıcı madde yapımına yataklık etmesi gençliği karşı tedbir almaya zorlamıştı. Sonunda gençlik bu patlayıcı maddeleri mahallenin gizli mahzenlerinde patlatmayı başardı. Bu olaylardan Kardeşler sorumlu tutulmuştu. Romel Batı Sahrada askerleriyle İngiliz Kuvvetlerini sıkıştırmış ve İngilizlerin bentleri yıkarak Deltayı sulara boğacağı yolunda Kardeşlere haberler sızmıştı. Bunun üzerine Kardeşler derhal harekete geçerek bölgeyi koruma ve Hürriyet Kardeşlerinden olması muhtemel kişileri kontrol altında tutma kararı aldı. Hürriyet Kardeşleri İngilizlerin kurduğu bir mason derneğiydi. Bu dernek Müslüman Kardeşlerin İngilizlerden gelen sosyal yardım tekliflerini kabul etmemesi üzerine kurulmuştu. İslam sevgi ve barış dinidir diyen İmamın yol gösterici sözlerini dinleyen Kardeşler daveti yaymak kitlelere mal etmek için kendi kıt imkanlarıyla sağladıkları arabalarıyla yollara düşmüşlerdi. Çünkü İmam Ortadoğu Bakanı olan sefire ve beraberindeki heyete Biz davetimizi yaymada Allaha ve Kardeşlerin ceplerinden ayırdığı üçbeş kuruşa güveniriz demişti. Hürriyet Kardeşleri cemiyetinin katip ve üyelerinden Abbas Akkad Almanların galibiyeti halinde başına geleceklerden korktuğu için Sudana gitti. Çünkü Akkad İslam ve Demokrasi ya da islam Demokrasisi adlı kitabıyla Almanlara karşı yürütülen menfi propagandaya katılmış ve adıgeçen kitabında Nazi diktatörlüğüne hücumlarda bulunmuştu. Abbas Akkadın Kral Faruk ve bazı üst düzeydeki yetkinleri bir tehlike anında Sudana götürmesi için uçaklar hazırladığı da söylenmektedir. Kardeşlerin bu hareketi İngiliz politikasına meydan okumak ve Mısır hükümetinin milliyetçilik anlayışını reddetmek şeklinde değerlendirildi. General Aziz el-Mısri ve Pilot kardeş Abdulmunim Abdurrauf 1941 Mayısında bir uçağa bindiler. Anlatıldığı- na göre Sahra yollarını gösteren Almanlara ait bir haritayı da yanlarına almışlardı. Daha sonra Aziz el-Mısri 1942 baharında serbest bırakılmıştı. Abdulmunim ise hava kuvvetlerinden alınarak kara kuvvetlerine verilmişti. Bu dönemde Mısır içten içe kaynıyordu. Toplumun her kesimine şamil bu gerilim çeşitli şekillerde sık sık patlak veriyordu. Kardeşlerin varlığı öylesine etkin bir güç olarak belirdi ve ağırlığını koydu ki topyekün milliyetçi unsurları bir araya getirdi ve onları dinle besleyip yoğurdu. Ülkedeki bütün hareketleri birbirine bağlayarak tek bir yöne çekti. Çok sayıda beliren zayıf istikametleri bertaraf etti. Artık Kardeşler bir güçtü hem de ülke çapında herşeyi yapabilecek bir güçtü ve bu herkes tarafından anlaşılmıştı. Bu durumda onlardan korkulması da doğaldı öyle oldu. Fesat ve işgal çevreleri işbirlikçi çıkarcılar Müslüman Kardeşleri ortadan kaldırabilmenin ilk olarak anlara yön veren başın Genel Mürşidin yok edilmesini görüyor bunun başka bir yolu olmadığını düşünüyordu. 1946 YILI TALEBE OLAYLARI Biri soruyor diyor ki Marksistler şu anda 1946 yılı talebe olaylarını anma toplantısı düzenlemiş bulunuyorlar. Bu olaylar gerçekten onların eseri miydi kontrol başarı onlara mı aitti Yoksa her zaman olduğu gibi hazıra mı konmuşlardı Nedir bu olayların hakikati içyüzü Gerçekte marksistler -Allah ıslah etsin- hiç sezdirmeden insana bulaşan necaset gibiydiler. Aralarında bulunduğum süre içinde şeref haysiyet ve temizlik adına hiç bir şeye rastlamadım hepsinden mahrumdular. Çünkü marksizmin tabiatı şeref ve temizliğe müsait değildir. Daha doğrusu marksizmin tabiatı şerefle temizlikle bağdaşmaz çelişir. Konuyu daha net ve açık bir şekilde anlamanız için başımdan geçen ilgili bir olayı anlatayım kısaca Şimdi doktor olan bir arkadaşım vardı. Talebelik günlerimden birinde bana Seninle beraber aynı yerde kalmak istiyorum amacım İslam davetiyle daha yakından tanışmak dedi. Teklifinde ısrar edince ben de kabul ettim birlikte aynı yerde bizimle kaldı. Prensiplerini nasıl uyguladıklarına dair bir misal vereyim size Kamplardan birinde ayaklarımdan yaralandım. Kardeşlerden biri ziyaretime gelmişti. Gelirken yanında üzeri yağlı ve tatlılı çok ince ekmekler getirmişti. Fazla miktarda olmayan bu ekmekleri ilerde yemek için özel odamıza koyduk. Odayı kilitlemek adetimiz değildi. İşte bu komünist arkadaş her gün gizlice odaya girer ve bir parça alırmış. Bir süre sonra durumun farkına varan merhum arkadaşım doktor Muhammed İsmail Abduh bana Bu ekmekler hakkında bir tasarruf da bulundun mu kimseye verdin mi diye sordu. Hayır dedim hiç bir zaman Bu basit olaydı belki ama kayda değerdi. Biz güvenilir insanlarız yalan söylemeyiz hem yalana alışmamışız. Daha sonra bu değerli hırsızı gün ışığına çıkarmış olduk. Vereceğim ikinci örnek ahlaki sapıklık içindeki komünistlerle genelevler arasındaki dostluğu dayanışmayı ortaya koyuyor. Şöyle ki Arkadaşım doktor Muhammed İsmail Abduhla beraber bir talebe pansiyonu arıyorduk. Nihayet bir hanımefendinin pansiyonunu kiraladık. Bu hanımefendi üniversitede talebe olduğunu filanca kadınlar cemiyetinin üyesi bulunduğunu babasının a-lim ve fazıl bir zat kardeşinin de Mansurada doktorluk yaptığını ayrıca da büyük bir İslami cemiyette üye olarak hizmette bulunduğunu iddia ediyordu. Zamanla komünistlerin de bulunduğu bir toplantıda anladım ki Tıp Fakültesine mensup S. adlı bir komünist şahıs bu kadının evinde dayalı döşeli bir odada kalmaktadır. Biz de bu evi boşaltıp hemen başka bir yere geçtik. Günün birinde bu kadının evine uğradım. Giriş kapısında ücretsiz muayene yazılı bir tabela asılıydı. Yukarı muayenehanenin bulunduğu kata çıktım. Bir de ne göreyim Çok ince şeffaf bir kombinezon içinde ve isterik tavırlarla bir kadın kapıyı açıyor beni içeri davet ediyor. Açıkçası içeri girmekten korktum sadece tedavi eden doktoru muayene saatlerini sormakla yetindim. Kadının bana anlattığı doktor sözünü ettiğim S. adlı komünist kişiydi henüz öğrenimini de bitirmemişti. Daha sonra ahlak polisinden öğrendim ki bu muayenehane bir fuhuş yuvasıymış. Buna benzer daha başka yerler de varmış bu işleri çeviren i-dare eden de sözkonusu komünist kadınla yine komünist arkadaşı imiş. Başvurup şikayet ettiğim mahkeme kadını hapis ve para cezasına mahkum etti. İşte komünizmin hali ve hayat anlayışı. Şunun için ki ahlaksızlık vadisinde boğulanlar her türlü değer hükümlerini unutuyorlar. Daha doğrusu kendilerini yediren içiren ve yaşatan Allahı unutuyorlar. Bunun sonucu olarak ta hayvanlardan daha aşağı bir seviyeye düşüyorlar hayat tarzları hayvanların yaşayışından daha sefil bir tablo çiziyor. Çünkü hayvanlar tabii bir doyuma ulaşıp sükunete ererken bunlar asgri planda böyle bir seviyeden de mahrum bulunuyorlar. Kendilerine hiçbir zaman hakim olamıyor ve tam manasıyla yüzüstü yere kapaklanıp hayatlarını yitiriyorlar. Şehvetten zevk ve eğlenceden başka bir şey bilmeyen bu zavallılar böylece her yola sapıyor ve pervasızca hayasızca herşeyi yapıyorlar. Nitekim hadisi şerifde Şüphesiz ilk peygamberlik sözlerinden insanlara ulaşan bir haber de U-tanmazsan dilediğini yap sözüdür buyuruluyor. Komünistlere göre fazilet diye bir kural yoktur. Varsa yoksa menfaattir kişisel çıkardır yalnızca. Çünkü faziletlerin kaynağı dinlerdi. Dinlerse onlara göre birer hurafedir ya da burjuvazinin emekçi kitlelere karşı kullandığı afyon. Marksistler bir gün bile ne fazilet sahibi olmuşlardır ne de milliyetçi ve ne de başka bir şey. Bir kominist bağlı olduğu doktrin hesabına onun çıkarı için topyekün vatanını ve bayrağını taşıyan devletini tereddütsüzce satar. Ben komünistlerin yüce onurlu bir tavra sahip olduklarını hiç bir zaman görmedim. Hep çıkarcıdırlar ve ne pahasına olursa olsun hedeflerine ulaşmak isterler. Çünkü onlara göre ana kural işin başında da sonunda da sadece menfaattir çıkardır. Kısacası menfaat tek tanrılarıdır onların. Kahire Üniversitesinde okuyan Talebe Kardeşler 6 Ekim 1946 da genel bir toplantı düzenlediler. Milliyetçi Partiye Genç Mısır ve öteki gençlik gruplarına mensup talebelerin de desteklediği bu toplantıda Hükümete milliyetçi hareketin asgari plandaki isteklerini belirleyen bir muhtıra verme kararı aldılar. 7 Ekim 1946da da Vefd Partisine mensup talebe kesimi milliyetçi komite adıyla komünistlerle ortaklaşa başka bir toplantı düzenledi. Bu toplantıya Kardeşler de katıldı. Hedef ve sloganları talebe birliği ve bütünlüğüydü. Kardeşlerin temsilcisi toplantıya geçen toplantının kararlarını sundu talebe birliği adı altında bu kararların desteklenmesini istiyordu. Ancak komünistler bu istekleri reddettiler. Aralık ayında milliyetçi komite Kardeşlerin de katılmasıyla yeniden toplandı. 26 Ocak 1947 de İngilizlerin Nakraşi müzekkeresine yumuşak ve kaypak bir cevap vermesi üzerine aralarında kavgaya son veren talebeler iç çekişmelerini bir yana itip toplu harekete geçtiler. Mısırın egemenliğini küçük düşürücü bir müdahale saydıkları bu durum galeyana gelmelerine sebep olmuştu. Umumi talebe kongresi sebebiyle Kardeşlerin sunduğu güçlü boykot kararları kabul görmüş ve bu çerçeve dahilinde saflar sıklaştırılmıştı. 9 Şubatta Kral Faruka hemen görüşme başlaması yolunda istekler kapsayan acil bir müzekkere gönderildi. Aynı gün talebeler Abidin Sarayına sessiz bir yürüyüş düzenlediler. İsteklerinin gerçekleşmesinde ısrarlı olduklarını vurgulamak istiyorlardı yürüyüşün amacı buydu. Üniversiteden Saraya doğru yol alan talebeler Abbas Köprüsü (Cize Köprüsü)nün tam ortasına gelmişlerdi ki birden polis baskınına uğradılar. Sopa ve bombalarla saldıran polis planlı bir operasyonla geniş çapta tutuklamalarda bulunuyordu. Bu arada bazı talebeler Nile düştü. Kardeşler yürüyüşün önünde yer alıyordu. Böylece ilk şehidler onlar oluyordu. Burada hatırlatmak bir insaf borcudur ki o günkü polis otorite makamları İngiliz eğitim ve terbiyesi almış kişilerin elindeydi. O nedenle Kahire polis şefi Selim Zekiden şehidlerin intikamını almak için Kasr-ı Ayni Tıp Fakültesi bir gösteri düzenlerken bu hususu göz önünde bulundurmuştu. Selim Zeki ki İngiliz polis şefinin halef ve onun talebelerindendi. İşte bu kişi dilediği talebeleri tutuklatmak için poilslerle fakülteyi kuşatmış ve sis bombası göz yaşartıcı bomba kullanmıştı. Ama talebler attıkları bir bombayla onu orada öldürdüler. 10 Şubatta Kral Faruk Cize talebe yurdunu hizmete açmak için üniversite mahalline gitmişti. Ancak karşısına çıkan talebe topluluğu öylesine öfkeliydi ki selamını dahi almayıp reddetti. O günün akşamı Kral Divan Başkanı Ahmet Hasaneyn Paşa vasıtasıyla bütün talebe liderlerini krallık sarayında bir toplantıya çağırdı. Bu toplantıda Divan Başkanı polisin yaptıklarından memnun olmadığını onları onaylamadığını ifade ederek bu olayların bundan böyle kabinedeki tutumuna da tesir edeceğini belirtti 11 Şubatta Kardeşler Talebe Başkanı Mustafa Müminin liderliğinde bir gösteri yürüyüşü daha düzenlendi. Üniversiteden Kasrı Ayniye doğru harekete geçen yürüyüşte Nakraşi kabinesinin düşürülmesini isteyen sloganlar söyleniyordu. Yürüyüş etkisini gösterdi ve 14 Şubatta Nakraşi kabinesi düştü. Köprü olayı kabinedeki iç kriz silsilesinin son halkası olmuştu ve artık kabinenin bundan sonra iş başında kalması imkansızlaşmıştı. Nakraşinin Kardeşler eliyle düşmesi içinde derin ve kalıcı bir iz bırakmıştı. Daha sonra kurduğu kabinede Müslüman Kardeşler Cemaatını feshetmekle bunun cevabını vermiş oldu. Nakraşinin düşmesinden sonra Kral yeni kabineyi kurması için İsmail Sıdkı Paşayı çağırdı. Görevi ona vermişti. Bu duruma öfkelenen Vefd Partisi Milliyetçi işçi Talebe Komitesinin toplanması için komünistlerle işbirliği yaptı. 21 Şubatı Bağımsızlık ve Nil Vadisinin Bütünlüğü günü ilan eden komite ülke çapında genel grev kararı aldı herkesi bu greve katılmaya çağırdı. Talebelerin önce eski hükümete sonra da kendisine yönelttiği söz konusu milli istekleri gerçekleştirmek için iki ya da üç ay mühlet isteyen Sıdkı hükümetini güç durumda bırakmaktı maksat. Kardeşler tutumunu anlamak için yeni kabineye istediği mühleti vermeyi uygun buldu. Alınan grev kararı belirlenen boyutlarda uygulanmış ve halka mal olmuştu. Grev günü Kardeşler milli istekleri anlatmak ve meydana gelmesi muhtemel tahrip olaylarını önlemek i-çin caddelere çıktı. Ne var ki komünistler tahripten başka bir şey bilmiyordu. İngilizlerin Kahiredeki kuvvet merkezlerine saldırmaları üzerine polis ve İngiliz kuvvetleri karşı koyup sindirme cihetine gitti. İrşad bürosu Sıdkı Paşaya belirli bir süre tanırken öbür yandan İmam el-Benna Kardeşlerin milli gayret ve atılımlarını bütünüyle durdurmuş değildi. Kendi denetiminde gelişip serpilmeleri için serbestlik tanımıştı onlara. Kardeşler de Sıdkı Paşaya süre tanırken 21 Şubatta talebe ve işçi kesimine yöneltilen düşmanca saldırıları bilmiyor değillerdi. Gelişmeler nazik seyrini sürdürürken 27 Şubat günü İmam el-Benna bir bildiri yayınlayarak 4 Marta rastlayan milli yas günü dolayısıyla ülke çapında ikinci bir grev eylemi düzenlenmesi için bir Birlik Komitesi oluşturlmasını istedi. Bu eylemin asıl gerekçesi de 21 Şubat gösterilerinde verilen kurbanlardı. Sonunda Yüksek İcra Komitesi adıyla kurulan bu komite değişik siyasi grupları da toplamıştı bünyesinde. Bütün grupların katıldığı bu genel grev İskenderiye olaylarının dışında sakin bir hava içinde geçmişti. Grev ilahının hemen ardından Mart 1946 da Kardeşler Subra bölgesinde eyleme katıldı. Ancak 4 Marttan sonrda Kardeşler milliyetçilik sıfatıyla greve sürekli katılma kararı aldı ama kesinlikle komünizmin emrinde olmadan. Komünistlerle aralarındaki ilişki salt görüşmelerden ibaretti. Sonunda komünistler tamamen safdışı oldular. Çünkü eylem İslami bir hareket şeklini almış ve öncüleri de geniş halk yığınlarının güvenini kazanmıştı. Nisan 1946 da Sıdkı Paşa İngilizlerle görüşmelere başlama niyetinde olduğunu ilan etti. Bunun üzerine Kardeşlerin liderliğinde tekrar ve zaman zaman gösteriler düzenlendi. Gösterilerin bir amacı da Sıdkı Paşaya millete verdiği taahhüdleri hatırlatmaktı. Görüşmeler süresince büyük çapta toplantılar düzenleniyordu gelişmeleri anında izlemek ve durumu değerlendirmek için. Mayıs sonlarında ve Haziran başlarında özellikle de 8 Haziran günü İskenderiyede bazı olaylar patlak vermiş ve bu olayları tutuklamalar izlemişti. Hükümet baskısını sürdürüyordu. Kardeşlerin Temmuz ve Ağustos ayları boyunca düzenlediği toplantılar ve bu topantıların icra edildiği yerler sıkı denetim altında tutuluyordu hatta camilerde namaz kılan müslümanlar bile gözetim altında bulunuyordu. Eylül ayında hükümet aldığı bir kararla Kardeşlerden sayıları kırk bine varan bir gezici grubu her türlü faaliyetten menetmişti. Kardeşler Sıdkı Paşa hükümetinin Cemaata karşı giriştiği bu caydırıcı müdahaleyi protesto etti. İmam el-Benna da Sıdkı Paşaya bir uyan mektubu göndererek Allahın topladığını bir araya getirdiğini kul dağıtamz parçalayamaz dedi. Üç ay süren görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Sıdkı Londraya gitmek istedi. 27 Ekim günü yolculuk tarihi olarak belirlendi. Biz de Kahire Üniversitesi meydanında Hukuk Fakültesi önünde toplandık. Kardeşler SıdkıPaşa ve İngiliz Dışişleri Bakanı Befenin birer portresini yapıp havada yakmışlardı. Bu arada Sıdkı Befen ikilisinin düşmesi ve ifasi arasında yapılan anlaşmanın geçersiz sayılması yolunda sloganlar söylüyorlardı. Kardeşler her yerde gösteriler düzenliyor ve U-ğursuz yolculuklar ey Sıdkı Önce bağımısızlık sonra görüşmeler diye sloganlar haykırıyordu. Öte yandan Üstad el-Benna da Kral ve Sıdkı Paşaya mektup göndererek milletin cihada çağrılmasını ingilizlelre sosyal ekonomik ve kültürel boykot ilan edilmesini istiyordu d) Nil vadisi Halkına hitaben yayınladığı bir bildiride de şöyIediyorduGörüşmelerinicrasındaisraredenSıdkıPaşa hükümeti bu konuda milletin iradesini asla temsil ede-mez.İngiltere ülkeden kuvvetlerini tam anlamıyla çekmeden yapılacak her hangi bir anlaşmaya da alınacak her hangi bir dosttuk kararı milleti kesinlikle bağlamaz 21 Ekim de Kardeşler resmen İngilizlere Kültürel Boykot ilan etti. 25 Ekim 1946 da Kahireye dönen Sıdkı (Sıdkı-Befen) anlaşma planına dair geniş kapsamlı projeler getirmişti beraberinde. Ancak mevcut iki büyük parti Kardeşlerin kontrolündeki halk iradesinin baskısıyla bu plan ve projeleri reddetmişti. 16 Kasım günü ise talebeler Kardeşlerin de içinde bulunduğu Nil Vadisi Talebeleri Milliyetçi Cephesi ne katıldı. İyice güçlenen bu milliyetçi cephe hükümet ve parlamantoya milli istekleri içeren mektukplar gönderdi. 25 Kasımda da bütün ana merkezlerde İngiliz kuvvetlerine karşı hücum hareketlerine girişildi. Bir yandan da protesto gösterisi olarak umumi meydanlarda İngiliz kitapları yakılıyordu. Bunun üzerine hükümet üniversiteyi kapattı ve çok sayıda Kardeş ve milliyetçiyi tutukladı. Taraflar arasında gerginlik iyice artmıştı. Bunun sonucu olarak İngilizler İngiliz kurum ve kuruluşlarını hatta Mısır polisini hedef alan hücumlar da iyice yoğunlaşmış ve müthiş boyutlara ulaşmıştı. En nihayet güç durumda kalan Sıdkı Paşa 8 Aralık 1946 da istifasını sundu. Ondan boşalan iktidar koltuğuna Mahmud Fehmi Nakraşi oturdu. Nakraşi 9 Aralık günü kabineyi kurduğunu kamuoyuna duyurdu. Yeni Başbakan Nakraşi 15 Ocak 1947 de görüşmeleri kestiğini Mısır sorununu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine götürme kararında olduğunu ilan etti. Sıdkı dönemi ve sonrasında Kardeşlerin istediği sürekli savunduğu ilke de buydu zaten. 26 Temmuzda Mısır heyeti Güvenlik Konseyi yolunu tutarken aynı heyette Kardeşleri temsilen Mustafa Mümin de yer aldı. Mustafa Mümin hem Mısır heyetini denetleyecek hem de Birleşmiş Milletler ve Amerika Birleşik Devletlerinde Mısır Davasının sesini duyuracaktı. Tarih 22 Ağustos 1947. Güvenlik Konseyinde görüşmelerin yeniden başlamasıyla ilgili karar tartışılıyor. Tartışmalar hararetli bir şekilde sürerken Mustafa Mümin ziyaretçiler locasında herkesi şaşırtan nüthiş bir konuşma yaptı. Konuşması sırasında görüşmeleri reddeden tam bağımsızlık ve Nil Vadisinin gerçek anlamda bütünlüğü ilkesini savunan talebe kanlarıyla imzalı bir belge gösterdi. Tabi hemen salondan dışarı atıldı. Mustafa Mümin Birleşmiş Milletler Binasının dışında üyeleri arasında bazı Mısırlıların da bulunduğu Nevvyork deniz işçilerinin yardımıyla olayı protesto eden bir gösteri düzenledi. Bu arada İmam el-Benna Güvenlik Konseyi ve üyelerine tam bağımsızlık ve bütünlük konusunda Nakra-şiyi destekleyen bir mektup gönderdi hem de Mustafa. Nahhas Güvenlik Konseyine Nakraşiye karşı telgraf gönderirken. Hatta İmam el-Benna Mısırda Mısırın milli istekleri karşısındaki kararlı tutumunu destekleyen büyük bir gösteri düzenledi. Polis silahlı müdahalede bulunarak bu gösteriyi dağıtmış ve Hasan el-Benna da kurşun isabeti almıştı. Nihayet hiç bir çözüme varmadan 10 Eylül de Güvenlik Konseyi dağıldı. Bu olay güçsüzlerin karşısında yer aldığını göste^-ren ve yeni gelişmekte olan beynelmilel bir kurumun politik planda ilk denenmesi oldu. Bunu Güvenlik Konseyinin Filistin tokpraklarının Filistinlilerle Filistin dışındaki yurtsuz Yahudiler arasında bölüştürülmesi yolundaki 29 Kasım 1947 tarihli kararı izledi. Bu olay ise bütün meselelerimizde özgürlüğümüzü elde edebilmemiz için tabii bir yol izlememizi zorunlu kılan ayrı bir ibret dersi oldu. Bu tabii yol ise silahlı cihaddı canla başla meydana atılmak ve her türlü fedakarlığı göze almaktı. İşte 1946 ve 1947 yıllarına ait basın organlarının bizzat yaşayıp kaydettiği ve Kardeşlerin bütün açılarıyla birlikte göğüsleyip çilesini çektiği milli davanın özet halinde dökümü Peki komünistlere ne bundan Bu davada bir kurban mı vermişler gözle görülür onurlu bir tavır mı takınmışlar Hayır en ufak bir pay sahibi değiller Üniversiteyi sarsan olaylar geneldeki talebe hareketleri İslami bir öz taşıyor ve bu olayları Kardeşlerin talebe kesimi yönetiyor yönlendiriyordu. İnançları yalnızca İslam olan Kardeşler olayları hem yönlendiriyor hem de maddi destek sağlıyorlardı. Şimdi olayları yeniden ve kısaca hatırlayalım (Köprü olayı (İngiliz kültürüne açıkça meydan okumak demek olan 25 Kasım 1946 günkü kitap yakma olayı (Sıdkı-Befen anlaşmasına karşı çıkış (Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünde düzenlenen toplantıda Sıdkı-Befen ikilisinin portrelerinin yakılışı hem de herkesin gözleri önünde mahut anlaşma planının sonucunu protesto için. O günkü manzara o mübarek talebe kütlesi hala gözlerimin önündedir. İşte böyle nerede bir milli bir olay hareket varsa bu doğrudan doğruya Müslümanların liderliğinde olmuştur. Eğer kimi zaman çok az sayıda komünistler de katılmışsa bu da tamamen ortalığı bulandırmak ve zevahiri kurtarmak içindir. Daha doğrusu İslam dünyasındaki bütün kurtuluş hareketlerinin arkasında İslami hareket vardı. Endonezyada Malezya Suriye Sudan Irak Cezayir Tunus Me-rakeş Pakistan Eritre Filistin ve daha diğer ülkelerdeki bütün kurtuluş hareketlerinde hakim olan güç islami insi-yatifti müslüman liderlerdi. Müslüman Kardeşler Genel Merkezi geliyor gözümün önüne İslami harektin lider kadrosunu yeniden gözlerimle görür gibi oluyorum. Fu-dayl Vertalani Abdülhalim Sıddiki Abdülkerim Hattabi Hacı Emin Hüseyni Beşir İbrahimi Mesali el-Hac Emced Zehavi ve daha niceleri. Topyekün İslam dünyasındaki bütün kartuluş hareketlerini İslami eylemleri sevk ve idare eden daha nice sancaktarlar. Bunlara asgari planda sağlanan destek yardım diledikleri beyan ve bildirilerin neşri konusunda tasarruflarına verilen bazı imkanlar. Genel Merkezdeki İslam dünyasıyla Haberleşme Bölümü nü hiç unutamam bir arı kovanı gibiydi bu bölüm. Dünyanın her yerindeki kurtuluş hareketleri İslami eylem planları burada görüşülür ve karara bağlanırdı. Sözgelimi son olarak İsviçrenin 1973 yılında Yahudilere karşı gösterdiği kararlı tutum ve direniş bile direniş kumanda merkezi olan camiin topluma kazandırdığı terbiyenin bir ürünüydü. Tarihi tecrübeler ise siyasi ve askeri hedeflerin gerçekleştirilmesinden sonra bile İslami terbiyenin sürdürülmesini sürekli gündemde tutulmasını zorunlu kılıyor. YÖNETİM DÜZENİ VE İSLAM EKONOMİSİ İmam el-Benna yönetim düzeniyle ilgili yeni bir kavram ileri sürdü ve haykırdı Kuran düsturumuzdur Sömürgeci ve onun kuyruklarını tepeden tırnağa tir tir titreten iki kelime. Peki ne vardı bu iki kelimede Kuran düsturumuzdur ifadesi toplumu bir durumdan alıp başka bir duruma koymaktır. Yeryüzünden göklere çamurdan ve madde çukurundan Merihe aya ve yüceliğe ululuğa çıkarmaktır. Kuran düsturumuzdur ifadesi hiç yoktan ortaya büyük bir ümmet koyan İslami nizamın sağlam bir şekilde yerleştirilmesi eylemine çağıran bir slogandır. Peki Sina gibi daha nice değerlerin elden çıkmasına yol açan İslam dışı düzenlerle bu düzen hiç bir olur mu Mısırın elden çıkmasıyla İslam dışı düzen arasında ne gibi bir ilgi olduğu merak edilebilir. Bu ilgiyi açıklaması bakımından beşeri sistemlere ait önemli bir noktaya dikkat çekeceğim. İngilizler Mısırı işgal ettiklerinde ilkj kez faiz sistemini koydular önümüze Niye idi niçindi bu | acaba Faizin haramlığını kabul etmeyen böyle bir şeye inanmayan küçük bir zümre ilgili bakanlara gidiyor ve ba-zan yarım milyon cüneyhe varan miktarlarda kredi alıyordu. Sözgelimi ben üç kardeş biliyorum bunlar sömürgecilere ait toplu mesken yapımı dolayısıyle yarım milyon cüney kredi almışlardı. Bir yarım milyon da yıllık taksit ve sigorta tutarı adı altında yarını için birşeyler biriktirmek isteyen halktan aldılar elinde avucunda olanı gasbettiler. Bu neden başkalarına değil de yalnızca onlara mümkün oluyordu . Çünkü aralarında faizin haramlığına inanan tek kişi yoktur. Kutsal kitaplarında faizin haram oldouğuna dair bir nass yoktur her şeyden önce. Böylece malvarlığı halkın alın terinden oluşan banka yalnızca azınlıklara hizmet veren bir kurum halini almıştı. Oysa halkın %90ı Müslümandır ve düzenli vergi vermektedir. Böyleyken bu hizmetlerden mahrum kalıyor ve kredi alamıyorlardı. Buna ancak bir yolla imkan vardı Allah Kitabının hükümlerini çiğnemek inkar etmek ve haya perdesini yırtarak Ey inananlar Allaha karşı gelmekten sakının inanmışsa-nız faizden arta kalan hesaptan vazgeçin (Bakara 278) ayetine karşı çıkmak. Bunu yaparlarsa herşey tamam. Bu sistem kredi ihtiyacındaki kişiye hal diliyle adeta şöyle diyor İslamından kop dininden ayrıl bir kere. Hele öncelikle Kuranının bağlarından bir kurtul sonra gel bankaya gir. Artık herşey önündedir. Bir şirket a-tölye fabrika mı kurmak istiyorsun Tamam bu işleri başarman için her türlü ekonomik destek sağlanacaktır. Yeter ki sen işin başında Allah Kitabının sözünü çiğne gerisi kolay bütün hizmetler ayağına serilir. Beşeri sistemlerde de benzeri görülen bu sömürü planı ve ona bağlı olarak yapılan uygulama halk arasında bir sermayedar sınıf meydana getirmiştir. Bu varlıklı zümre öğretim alanında daha güçlüydü şüphesiz. Dolayısıyle düşünce ve kültürde de ileri bir aşamada bulunuyorlardı. Maddi imkan ve düşüncenin desteğiyle de idari etkinlik ve güçlü bir kişilik oluşyor. Mal ekonomi ilim güçlü kişilik evet bütün bunlar ülkede fikri kumanda otoritesinin zirvesinde yer almayı sağlar. Bundan sonra olacaklarsa hesaba sığmaz. Müslümanların bankalardaki mallarından yararlanmaları hayal olur. Faizi meşru kılarak bu esasa dayalı bankalar kuran ve azınlıkların hizmetine veren beşeri sistemin getirdiği buHşte. Faizi haram kılan sermaye hakimiyetine kesinlikle karşı çıkan İslama düşman kin ve öfke dolu bir sınıf düzeni meydana çıkarmak için amacı bu. Oysa ki insanların umumi servetten eşit ölçülerle yararlanmasını öngörür. Bir Müslümanla Yahudi ve Hıristiyan arasında fark gözetmez. Muhtaç ve fakiri ihtiyaç zilletinden kurtarmaya çalışır. Bu cümleden olarak da zekatı ve karşılık gözetmeden ödünç para verme ilkesini getirir. Zümreler arası dengeyi sağlamak için. Ferdi plandaki ayırıcı özellikler ne olursa olsun insanla insan kardeşi arasındaki dengeyi sağlamak önde gelen hedeflerinden biridir. Kahiredeki Zeytun semtinde fotoğrafçılıkla uğraşan bir komşum vardı. Müslüman olmadığı için faizli kredi almasına engel bir durum yoktu. O sebeple kısa zamanda dört büyük bina sahibi oldu. O ve benzerleri Zeytunu neredeyse bir üs ya da mahalle haline getireceklerdi. Söylediğim bu hususun şahidi olan biri yüksek sesle soruyor bana Çoluk çocuğum için tek katlı bir ev yapmak istiyorum. Karaborsacıların fırsatçıların pençesine düşmemem için faizle iş görebilir miyim mübahlığına dair bir fetva yok mudur Dedim ki Önce sorumluların yüzüne haykıracaksın Allahın şerini yurdumuzda eksiksiz uygulayın Allahın haram kıldığını yasaklayın bir keşi- min zararına olacak şekilde toplum dengesini bozmayın umumi servetten adil ölçüler içinde herkesin yararlanmasını sağlayın buna engel olmayın diyeceksin. İlave e-deceksin ülkedeki ezici çoğunluğun dini değerlerine duygu ve düşüncelerine saygı gösterin. İhtiyacın kahrına terkederek onları dinde tefrite ve zillete zorlamayın Evet önce böyle diyeceksin. Her müslümanın parolası Kur-an düsturumuzdur cümlesi olmalıdır. Milletin Kuranla birlikte onun aydınlığında kurtuluşa doğru yol alması sosyal kitle ve ırk açısından farkların erimesi buna bağlıdır. Peki sözkonusu bu farklar nasıl ve ne zaman eriyecektir Hemen cevap verelim ki İslamın hakim olduğu gün. Bankaların müslim gayri müslim herkese açık olduğu ve programlarında Öfkenizle ölün ey müslüman-lar demek olan %3 ya da %7 gibi kayıtlar bulunmadığı gün Biz İslamla hükmetme ilkesini savunur ve buna davet ederken aslında yürürlükteki bu iğrenç banka modelini yıkmak istiyoruz. Dahası onun sosyal ve ekonomik hayatımızda ırk sınıf ve kitle açısından yaptığı fiilen meydana getirdiği türlü tahribatları bertaraf etmek istiyoruz. Büyük Allah ne güzel ve doğru söylüyor Hep birlikte görelim Ey inananlar Allahtan korkun inan-mışsanız faizden arta kalmış hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız bunun Allaha ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin (1) Allaha ve Peygamberine savaş açan kimse ise peşinen mahvolmuştur. İşte buyruğu Allaha ve Peygamberine karşı gelenler işte onlar alçak kimselerle beraberdirler. Hasan el-Benna Kuran düsturumuzdur diye haykırırken müslüman tabakalarda esaslı bir değişim o-perasyonundan bunun mutlaka yapılması gerektiğinden söz etmektedir. Bu gerçekleştirildiği takdirde ekonomik denge güçsüzlerin lehine değişecektir. Sağlıklı bir sosyal dengenin kurulması için bu şarttır. Çünkü bu durumda bankaların sunduğu sosyal hizmetlerden yasal olarak ve adil ölçüler içinde güçsüzler kesimi faydalanma imkanı bulacaktır. Müslümün Kardeşlerin Ekonomik Programı Dr. Meetshel şunları kaydediyor Kardeşlerin e-konomik programı şöylece özetlenebilir 1- Ekonomik bağımsızlık siyasal bağımsızhğın e-sasıdır. Ekonomik talan ise yine siyasal talanın esasını teşkil eder. 2- Yoksul kitleler açısından ekonomik ilerleme Mısır toplum yapısındaki uçurumları kapatmak için şarttır. 3- Faiz sisteminin kesinlikle kaldırılması. Böylece sermaye çevreleri kolay para kazanma şansını yitirecektir. Bu yol kapandığı için de zorunlu olarak yatırımlara yönelecek ve şirketler projeler halinde fiilen iş hayatına gireceklerdir. Dolayısiyle zenginler kesiminin atalet ve tembelliği önlenmiş olacaktır. 4- Doğal servet kaynaklarını yabancı egemenliğinden kurtarıp halkın istifadesine açık tutmak. 5- Yerli bankaları millileştirmek. 6- Borsa sistemini lağvetmek ve gayri meşru kazanç yollarını tıkamak. 7- Vergi sisteminin İslahı. 8- Tarım alanında İslahat. 9- Çalışanlara üretim satışından pay vermek ve işçi eğitimini yaygınlaştırmak işveren çevrelerini buna zorlamak. Alınacak tedbirlerle tarım toprakları müstecir-lerini korumak işçi ve çiftçileri her türlü işsizlik iş kazası ve hastlık ihtimallerine karşı güvence altına almak. Nüfus problemiyle ilgili olarak da şunları söylüyor yazar Kardeşlere göre Mısır yoksul bir ülke değildir. Bütün mesele ülke kaynaklarının adil bir şekilde dağılımı noktasında düğümlenmektedir. Tabi bu durumda büyük mülkiyetler önemli ölçüde zorlanacaktır. Sonunda sahipleri üzerlerine düşen oranda haklarından fedakarlıkta bu-nacak ve toplum karşısındaki sorumluluklarını yerine getireceklerdir. Küçük mülkiyetleri yüreklendirmeye de ayrı bir önem vereceğiz. Böylece yoksul kesim bu ülkede bir desteğe sahip olduğu bilincine varacak ve bir yeri bulunduğunu anlayacaktır. Öte yandan bu kesime devleti emlakinden pay vermek suretiyle büyüme imkanı tanıyacağız. Dr. Meetshalin süyledikleri İmam el-Bennanın risalelerinde yazıp enine boyuna anlattığı hususların ana başlıkları durumundadır öyle sayılabilir. Kardeşlerin Derebeylik Sistemiyle Savaşması Müslüman Kardeşlerin derebeylik sistemiyle savaşması çiftçi haklarını savunması Cemaatın feshine ve mürşidlerinin öldürülmesine yol açan sebeplerden biri oldu. Daha önce de Kefurnecm Kefer Beranon Kefer Bedvay ve diğer bölgelerde derebeyliğe karşı mücadele veren Kardeşlere mensup milletvekili ve mücahidler öldürülmüş hapse atılmış ve sürgün edilmişti. 1948 yılında emniyet genel müdürü olarak görev yapan Abdurrahman Ammar hükümet tartından Cemaatın feshine sebep olacak maksatlı bir rapor hazırlamakla görevlendirilmişti. Ammar hükümete sunduğu söz konusu raporun 11. maddesinde şunları söylüyordu 26 Nisan günü Müslüman Kardeşler Tarım Bakanlığına bağlı Musa bölgesi tarım araştırma işçilerini işi bırakma eylemine teşvik etmiştir. Kışkırtma sonucu işçiler arama alanına giren topraklara sahip olmak istiyordu. Olay Kefer Şeyh Mahkemesinin 1948 tarih ve 921 nolu dava dosyasında aynen tescil edilmiştir. Burda olayın ayrıntılarına inecek değilim ben sadece Kardeşlerin çiftçileri topraklarda çalışan köle duru-rumundan yine aynı topraklarda başı dik dolaşan özgür insan durumuna yükseltme konusunda bu alanda verdikleri mücadeleye bir ışık tutmak istedim. İşte Davet dergisinin 25 Eylül 1951 tarihli sayısında yayınlanan Kardeşlere ait bir yazıdan bazı paragrafları Şöyle diyor Davet dergisi Köylerde zaman zaman hayvanlara zarar veren yırtıcılar görülüyor. Bu yırtıcılar hem hayvanları tuzağa düşürüyor hem de köylüleri öldürerek ortalığa dehşet saçıyor. Hükümet çiftçilerin hakkından gelmesi için insan kılığındaki bu yırtıcılara arka çıkıyor imkan tanıyor ve o nedenle bölgeye çok sayıda silahlı tedhiş kuvveti gönderiyor. Hükümet bir yandan bu vahşileri ortaya salarken bir yandan da silahlı takviye kuvvet gönderiyor canını kurtarmak isteyenleri kurşun yağmuruna tutuyor. Niçin olmasın Efendi malik köle de memluk değil midir Hem köleler efendileri karşısında başları dik durmaya nasıl cesaret edebilir Efendiler ki atlara katırlara eşşeklere kedi ve köpeklere nasıl sahip olur onlar üzerinde mutlak egemenlik kurarsa aynen öyle köleler üzerinde de hak ve egemenlik yetkisine sahiptirler. Köleler Kefurnecmde karınlarını doyuracak kadar bir gelir seviyesine sahip olmak istediler. Nasıl olur da böyle bir hak iddiasında bulunabilirlermiş Kimi öldürüldü kimi işkencelere tabi tutuldu kimi de zindanlara dolduruldu. Derebeylik canavarı bu işin üstesinden gelmeyi başardı köle kanlarından doyuncaya kanıncaya kadar içti. Bohutda da köleler yine aynı şekilde isteklerde bulundular. Hükümet derhal kuvvetleriyle bölgeye uçtu köle kanlarıyla şişeler doldurmak ve şampanya viski sofralarında bekleyen efendilere sunmak için. 17 Eylül 1951 pazartezsi günü Başsavcılık Bürosu şöyle bir telgraf aldı Mitfadale halkı üzerine büyük bir saldırıda bulundu ateşli silah kullanarak Abdulhakim Ahmed Atıyye İbrahim Ali Harb gibi zevatın yaralanmasına sebep oldu. Merkez olayı savcılığa bildirmedi çünkü cinayet unsuru delili diye bir şey bırakılmadı ortada. Bölgede hala büyük bir tedhiş kuvveti bulunmaktadır. En kısa zamanda olay mahallinde tahkikat yapılmasını rica ediyoruz. Aynı gün Eca Merkez komiseri şu telgrafı aldı Mitfedale halkı üzerine düzenlediğiniz saldırıdan sizi sorumlu tutuyoruz. Açılan ateşin sorumluluğu da aynı şekilde size aittir. Telgrafı alır almaz komiser kölelere hak (1) Müslüman Kardeşlerin Kefurnecm bölge vekili Anahinin şehid edilmesi gibi. Anani Suudi Arabistan veliahdi Emir Muhammed Alinin teftişine karşı çıkmış ve o yüzden alandan döndüğü bir sırada pusuya düşürülerek öldürülmüştü ettikleri cevabı verme hareketine girişti. Ertesi günün sabahı üzerlerine sert taşlar atan sürülerle kuşlar gönderdi. Dörtbir yanı kaplayan karınca sürüleri gibi imdat çığlıkları yükselten Mitfedale halkı üzerine silahlı polis birlik^ leri saldı. Nasıl olur da telgraf gönderirlerdi bunu ancak efendiler yapabilirdi. Bu edepsizlikleri cezasız kalmamalıydı. Mitfedalenin talihinden midir yoksa talihsizliğinden midir şu ana kadar anlayabilmiş değilim. Bu bölgeyi Talat Paşa seçti yedi yüz feddşn tutarındaki bir toprak bütünlüğüne sahip olmak için. ö Talat Paşa ki Kral Hazretlerinin en önde gelen yakınıdır ve dolayısıyla bu teftiş konusunda da en büyük hak payı ona düşmektedir. Bu sebeple kölelerin elinden tutacak ve onları Allah rızası i-çin özgürlüğüne kavuşturacak ya da onları sarayında evcilleşmiş hayvanlar gibi tutacak yalnızca zat-ı alileridir. Mitfedaleye düşen ya da Mitfedalenin düştüğü bu yedi yüz feddan ki sizin Mitfedale dışında sahip olduğunuz topraklara nisbetle çok az bir yekun teşkil e-der sayın paşa iki eşit parçaya bölünür 1) Muhtarın belediye başkanının ve bir de bir memurun kiraladığı bölüm. 2) Kölelere kiraya verilen bölüm. Kira bedeli ise sizin vekiliniz tarafından belirlenir. Boş sözleşme kağıtları verilir eline. Köleler mühürleri katibe teslim eder katipde istediği şekilde bu sözleşmeleri düzenler ve mühürler köleler adına imzalar. Zulme dayanamayan köleler sonunda mahsulü sayın vekile terkederek deliklerine çekildiler. Bu durumda vekilinizin bir çözüm yolu bulması gerekiyordu. Ve buldu İçişleri Bakanlığının zoruyla kölelerin mahsulü toplaması sağlanacaktır Kefur Necm de Bahut ta işleri yoluna koyan bu yöntem değil midir Yine aynı taktikle vekiliniz Mitfedale deki pürüzleri ortadan kaldırmasını istedi sayın komiserden. Sayın komiser de kölelere hak ettikleri dersi vermek için büyük bir harekete geçti. Bir kısmını tutukladı bir kısmına da ateş açtı. İşte bu silahlı operasyondan kaçıp kurtulabilen üç kişi yukarda sözünü ettiğim telgrafları göndermişti. Bu iki telgraf yüzünden de kölelerin başına neler neler geldi Kuşatma içine alındılar işkencelere uğratıldılar. Bu kuvvete ayrıca Sünbilavin Mitgaver ve Mansura-dan gelen takviye kuvvetleri de katıldı. 18 Eylül den şu satırların yazıldığı ana kadar köleler gerek merkezde gerekse Mitfedalede azabın işkencenin her türlüsünü tad-maktadır. Artık polisin vicdanına kalmış polis onlara aklına estiği şekilde davranıyor. Sizin merhamet eliniz bu mazlum kölelere ne zaman uzanacak acaba Paşa Hazretleri KARDEŞLER VE FİLİSTİN KURTULUŞ DAVASI Müslüman Kardeşlerin bütün şubelerinde ana a-maçlarını özetleyen bir levha asılı bulunurdu. Şimdi böyle bir levhayı birlikte okuyalım Amacımız topyekün İslam dünyasını kurtarmak ve islam esaslarının beşeri kuralların yerini almasını sağlamaktır. Particiliği bölücülüğü bertaraf edip dünyanın dörtbir yanında İslam sancaklarını yükseltmektir. Müşrikler istmese de dinini bütün dinlerden üstün kılmak için Peygamberini doğruluk rehberi Kuran ve gerçek dinle gönderen Odur. (r Prensibimiz Allah yolunda hakkıyla cihad edin| sizi bu iş için O seçti ayeti gereğince Allah yolundi cihad etmektir. Allah yolunda ölmek en yüce emelimizdir. Çün-j kü Cenab-ı Hak Allah şüphesiz Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır Fıkıh alimlerinin üzerinde ittifak ettiği ve Kardeşleri rin de risalelerinde kaydedip bildirdiği gerçeklerden bide şudur Düşman kafir ayaklarıyla Müslümanların topraklarını çiğnedi mi onlarla cihad etmek ve onları haket-tikleri karşılıkla gedikleri yere göndermek Müslümanlara farzdır. Komşuları da onlara her türlü mal silah ve asker yardımında bulunmakla yükümlüdür. Ne zamana kadar mı Kesin zafere kadar O nedenle Filistini kurtarmak Mısırı Sudanı Suriyeyi ve yabancı işgalindeki öteki İslam topraklarını kurtarmak gibi İslami bir emirdir farzdır. Filistin ki Allah Resulünün miraca yükseldiği yerdir ve topyekün Müminlerin kalbi orada atar. İslami strateji sınırları belirlerken vahyin indiği mekanları Arap yarımadasının tabii sınırları sayar. Öte yandan güney Hint Okyanusunu Yemen sahillerini Aden Şahr ve Hadramutu doğuda Arap körfezini batıda Kızıldenizi kuzeyde Ak-. denizi bu coğrafyanın tamamlayıcı sınınları olarak belirler. Allah Resulü ve ashabı bu hakikati hem nass hem de uygulama olarak ortaya koymuştur. Arap yarımadasında iki din barınamaz hadisi şerifi konuyla ilgili nassı belirler. Yani İslamla birlikte başka bir din bir arada yaşayamaz. Şu sebeple ki Arap yarımadası İslam ümmetinin kalbidir öyleyse fitne uyandıracak her türlü şaibeden uzak bulunmalıdır. İşte söz konusu uygulama Beni Kaynuka ve Benin- Nadir adlı Yahudi kabileleri Medine dışına sürülüyor. Kuranı Kerim onların Müslümanlar ve Araplar için tabii düşmanlar olduğunu ilan e-diyor İnananlara en şiddetli olarak insanlardan Yahudileri ve Allaha ortak koşanları bulursun (Maide 82) ve tabiatlarını hayat stratejilerini bildiriyor Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozgunculuğu sevmez. (Maide 64) Ayet-i kerimedeki (küllema = ne zaman ki) lafzı tekerrür eden bir durumu ihbar anlamı taşır. Hemen ardından gelen (evqadu = yaktılar) kelimesi ve (yesavne = koşarlar) kelimesini izliyor. Oysakoşuyorlar değil de koştular kelimesinin kullanılması gerekirdi cümle kullanımı açısından normal olanı buydu. Böyle olmasının sebebi ise bu husustaki sürekliliği vurgulamaktır. Çünkü bu Allahın öylece yarattığı bir cinsin tabiatını artaya koymaktır Allah ki her yarattığında sayısız hikmetler gözetir. Yilanları yırtıcıları haşaratı nasıl yaratmışsa zehiri nasılyaratmışsa onları da öylece yarattı ve bunda da aynı şekilde hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden biri de Allahın hem yararlanmak hem de korunmak için yarattığı bütün yaratıkların tabiatlarını tanımaktır Sonra Mute savaşı çıkıyor karşımıza. Bu savaşta sayıları üç bini geçmeyen müslümanlar sürpriz bir durumj karşısında buldular kendilerini Filistini işgal eden Şamı kontrol altına alan Rum ordusu iki yüz bin er ve subaya dan oluşmakta ve arkalarında bütün bir Avrupa ve Bizans bulunmaktadır. Bu fevkalade durum karşısında Müslümanlar aralarında müşavereye başladılar. Bir kısmı dönüp gidelim diyordu. Bir kısmı da burada bekleyelim Allah Resulüne durumu bildirip yardımını istiyelim diyordu. Abdullah bin Revaha ortaya atılıp herkesi derinden sarsan şu sözleri söyledi Sizler ki Allah yolunda şehid düşmek için yola çıktınız. Ama vallahi bugün bundan sakınıyor ve adeta korkuyorsunuz. Halbuki biz düşmanımızla savaşırken silah ve asker gücümüze dayanmıyoruz ki Biz sadece bu dinle ve Allahın adıyla Onun kuvvetiyle çıkıyoruz karşılarına. Zaferse ancak Allah katındandır. Muvaffak kılacak olan yalnız Odur. Vallahi düşmanla karşılaşmadan geri dönmeyeceğiz. Allah Resulüne haberi de daha sonra göndereceğiz. Böylece Arap yarımadası ve çevresini İslamın kalbini ve Müslümanların kıblesini tehdit edecek bir tehlike unsuru halini alması muhtemel her türlü işgalci askeri kuvvetten arındırmaya yönelik savaşların en çetini sergilendi. Medinede kurulan İslam devletinin üzerinden yirmi yıl bile geçmemişti ki Arap yarımadası ve çevresi tehlike teşkil edecek her türlü unsurdan temizlenmiş oldu. Artık bu geniş coğrafya parçasında üstünlük İslamın ve Müslümanlarındı. Gerek yarımadada gerekse yarımada çevresinde yaşayan Yahudi ve Hiristiyanlar inançta kazanç ve güvenlik konularında adalet ve şefkat başta olmak üzere insan haklarının hepsinden yararlanıyordu. ÇünküDinde zorlama yoktur ayeti bunu ifade ediyor. Ancak İslam ülkesinde yaşayan bir gayri müslimin elinde de savaş silahı bulunmayacaktır. Bu sebeple Müslüman Kardeşler Filistin davasına sahip çıktılar. Çünkü Filistin İslam beşiğinin Haremeyn-i Şerifeynin ilk savunma hattıydı. Hemen işe koyularak Sina ve Filistin topraklarını coğrafi ve jeolojik açıdan incelediler. Bu bölgede yaşayan insanların durumlarını tabiat ve sorunlarını bir bir etüd ettiler.. Bu bölgelere ilişkin olarak bilmedikleri bir mesele kalmamıştı. Meseleyi kamuoyuna ayrıntılı bir biçimde maledebilmek için bir de Filistin Günü düzenlediler. Kendilerine ait basın büro ev cami her yerde kürsüler kurarak davayı kamuoyuna duyurdular. Filistini kurtarma Nil Vadisi Yüksek Komitesinin kurulmasında katkıları oldu. Özel olarak hazırladıkları altı birlik savaş için Filistine gitti. Arap Birliği ve Filistini Savunma Yüksek Arap Komitesi yardımayla Filistinliler için silah topladılar. Sonunda Filistinde gösterdikleri kahramanlıklar dillere destan oldu. İşte Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi mensuplarının tutuklanması ve maddi kaynaklarına el konması yolunda Arap devletlerine yapılan beynelmilel baskıların sebeplerinden biri de buydu. Sürekli barış trajedisi sahneye konuncaya kadar da Müslüman Kardeşler başlattıkları savaşı sürdürdü. Müslüman Kardeşler ve Barış Hasan el-Benna Nakraşi Paşaya şunları söyledi Filistinde Yahudilerle neden barış istiyorsunuz Filistindeki savaş Filistin topraklarına giren Siyonist çetelerle biz müslüman gerillalar arasında cereyan etmektedir. Bırakın da bunlar birbiriyle çarpışsın Eğer biz kazanırsak bu Mısırın şerefidir. Şayet ölürsek cennete gireriz ki Filistine yüklenişimiz de ona duyduğumuz iştiyaktan kaynaklanmaktadır. Bırakın da Filistinde siyonizmle çarpışalım. Beynelmilel baskılara maruz kalan bir siyasi olarak barışı kabul etmenizi anlıyoruz bunda haklısınız dilediğinizce hareket edebilirsiniz. Ancak Arap ya da Müslüman güçlerin siyonistlerle savaşasına engel olmak hakkına sahip değilsiniz. Siyonistler ki çeteler halinde ortaya çıkmaktadır ve Filistinli değiller. Bizler de karşı gruplarız ve Filistinli değiliz. O halde Hak batıla yüklensin ve hakkından gelsin. Kardeşler Hakkında Neler Dediler Filistindeki Kardeşler hakkında ben konuşmayacağım. Sözü başkalarına Kardeşlerden olmayanlara bıkıyorum onlar konuşsun. Kardeşlerin yanında yer almak diye bir düşünceleri olmaz çünkü bundan ellerine birşey geçmez. O halde neler dediler acaba Mükrim Abid Paşanın çıkarmakta olduğu el-Kütle gazetesinde Askeri Hakime Açık Mektup (1) başlığıyla bir yazı yayınlanmış ve yazıda şunlara yer verilmiştir Müslüman Kardeşlerden oluşan yüz kırk gönüllü Filistini kurtarmak için harekete geçen Arap Birliği kuvvetle-i rine katılmış ve Arap ordularından bir aydan daha fazla bir süre önce kararlaştılan topraklara girmeyi başarmıştır. Üstelik bu süre içinde Refahtan Mecdel bölgesine doğru uzanan ve yetmiş kilometreden fazla bir alanı kaplayan kuzey cephesinde bütün Arap köylerini top-j raklarını karış karış hakimiyetleri altına almışlardır. Hatta kahraman ordularımız ileri atıldığında onlar daha ileri hatlarda fedai birlikleri olarak görev yapmışlardır. Ordu komutanlarına ve Kudüs muhafızlarına sorun her türlü kuvvet ve destekle donanmış düşman orduları üzerine saldıran kimlermiş acaba Bu fedailerden başkası olduğunu söyleyebilirler mi üstelik de kuşatma altındaydılar Yahudiler Nakab şeytanlarını salıyordu üzerlerine. İşte bu kahraman insanlar için tutuklama emirleri veriliyor ve derdest edilip bir zindana dolduruluyorlar. Yedi ayı aşkın bur süre zindanda tutuluyor ve işkencenin her türlüsü uygulanıyor en hafif tabirle hayvan muamelesi yapılyor kendilerine. O yiğit kahramanlar ki daha önce Kralın özel ilgi ve iltifatına mazhar olmuşlar saraya davet edilip madalya ve liyakat nişanlarıyla ödüllendirilmişler ve en yüksek rütbelere yükseltilmişlerdir. Bütün bunlardan sonra onları hain olarak nitelendireceksiniz öyle mi Eğer haklarındaki bu zannınız gerçekse onları yargı önüne çıkarmaktan ne diye korkuyorsunuz Nakraşinin öldürülmesi olayı ile ilgili davanın görüldüğü 5.9.1949 günkü duruşmada savcılık temsilcisi üstad Muhammed Abdüsselam şunları söylüyor Kardeşlerden biri Hasan el-Bennaya gönderdiği bir mektupta özetle komando ve fedai birliklerine katıldığını ayrıca kendisine kan üzerine beyat ettiğini bildiriyor. Hasan el-Benna da bu şahsa Allah kesin zafer nasip edinceye kadar sabır ve sebat göstermesini öğütlemiştir. Şaşılacak şeydir ki savcılık bu sözü söylerken a-damın İslam davetçisi olduğunu ortaya koymuş oluyor bir yandan da aynı iddia ile adamı suçlu duruma düşürüyor İhsan Abdülkuddüs 27 Kasım 1951 tarih ve 1224 sayılı Ruz el-Yusuf dergisinde yayınlanan bir yazısında şunları kaydediyor Halk kuvvetlerinden söz ederken Müslüman Kardeşler Cemaatını unutacağım öyle mi Bunu yapamam Ben dini davetlerin halk kesimine öbür davetlerden daima daha yakın olduğuna toplum psikolojisini daha çabuk sardığına inananlardanım. Bu davet ister İslami olsun ister Hıristiyani hatta isterse Siyonistlerin Filisitin topraklarında devletlerini kurma hususunda güç kaynağı olarak kullandıkları Yahudilik dini daveti olsun. Müslüman Kardeşler ki dün olduğu gibi bugün de cihada çağıran din davetinin tek temsilcisidirler. Bu da-vetlerinin üstünlüğü nedeniyledir ki Filistin meydanları pek çok kahramana şahit olmuştur onlardan. Bir dev gibi ileri atılan bu kahramanlar Allahın ismini haykırıyordu ve her biri on kahramana bedeldi böyle çıkıyordu ortaya. Filistin taarruzuna katılan hiç bir subay bu savaşları gözleyen hiç bir gözlemci Müslüman Kardeşler gönüllülerinin bu çarpışmalardaki üstünlüğünü kahramanlıklarını ölümü cesaretle kucaklayışlarını inkar edemez. İsteyerek hatta övünç duyarak yüklendikleri büyük sorumluluk payını ve o yolda eriştikleri şehidlik mertebelerini görmezlikten gelemez. Yahudilerin Avrupa ve Amerikadan Kardeşlere Karşı Yardım İstemesi El-Mısri gazetesi 1948 yılında Müslüman Kardeşlerin Filistin savaşına katılışıyla ilgili bir yazı yayınladı. 1947 yılının ilk günlerine ait Sunday Merour gazetesinden iktibas edilen bu yazının yazarı Rose Çaren adlı si-yonist ve mutaassıp bir genç kızdı. Şimdi söz konusu yazıdan bazı pasajları birlikte görelim Müslüman Kardeşler Arapları en üstün toplum oldukları yolunda iknaya çalışıyorlar. İslamın bütün dinlerden hayırlı olduğuna yeryüzünde yaşayan sistemlerin en üstünü olduğuna i-nandırmaya çabalıyorlar. Şimdi Müslüman Kardeşler Amerika Birleşik Devlerinin Ortadoğuya maddi müdahalesine karşı kesin ve ciddi bir savaşa çağırıyor Arap toplumlarını. Artık Amerikan halkı vakit kaybetmeden bu hareketin nasıl bir hareket olduğunu öğrenmelidir. Bu romantik ve çekici (Müslüman Kardeşler) adının arkasında kimler var Bilmelidir. Filistindeki Yahudiler Müslüman Kardeşlerin düşmanı durumunda bulunuyor. Ve bir de iftira Müslüman Kardeşlere mensup kişiler Ortadoğunun çoğu şehirlerinde Yahudilere ait binaları kundaklıyor ve mallarını yağmalıyorlar. Ayrıca Amerikan konsolusluk ve temsilcilik binalarına da saldırmışlardır. Güvenlik Konseyini Müslüman Kardeşlere karşı -195yardıma çağıran Siyonist yazar şöyle diyor Yahudiler Güvenlik Konseyinden Filistine uluslararası bir kuvvet göndermesini isterken aslında kendisini savunma ihtiyacından kaynaklanmıyor bu. Bütün istediği uluslararası kuvvetin Filistinde Müslüman Kardeşler mensuplarıyla bizzat yüzyüze gelmesidir. Böylece bütün dünya bu hareketin temsil ettiği gerçek tehlikeyi anlama imkanı bulacaktır. 1948 yılı içinde yeniden kaleme sarılan Siyonist yazar Rose Çaren Sunday Times gazetesinde yayınlanan bir yazısında Müslüman Kardeşlere tekrar saldırıyor ve bu hususa Avrupanın dikkatini çekerek şunları söylü- yor Eğer dünya bu gerçeği kavramakta gecikirse (yani Müslüman Kardeşler sömürüye sömürünün planlarına ülkedeki uşaklarına karşı belirttiği tehlikenin gerçeğini vaktinde idrak edemezse) şüphesiz daha bu dönemde Avrupa Kuzey Afrikadan Pakistana ve Türkiyeden Hint Okyanusuna uzanan faşist bir İslam İmparatorluğuy karşılaşacaktır. (1) Müslüman Kardeşlerin 1948 savaşlarına katıiışıyl^j ilgili bir yorumunda Bin Coryun da şöyle der İsrailin yakta durması istikrarını bulması Arap dünyasındaki gı ricilerin bağnaz din adamlarının ve Müslman Kardeşleri mutlaka ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Yahudilerin Yadım Çağırışına Batı Nasıl Karşılık Verdi Amerika derhal savaş alanına özel türde bombalar gönderdi savaşçı Müslüman Kardeşlerin özel olarak ortadan kaldırılması için. Bu bombaların özelliği havada patlaması ve bir ateş bulutu meydana getirdikten sonra savaş alanı üzerine çökmesiydi. Böylece Müslüman Kardeşlerden tek bir kişi bile kurtulamayacaktı. Gerçi bu uluslararası yasalara göre yasaktı ama Yahudi ve Amerikalılar özel olarak Müslüman Kardeşlere karşı kullandılar. Ancak Beytullahı filden ve Ebrehenin ordusundan koruyan Büyük Sahip onları bu felaketten korumuştu. Yere inen bombalar patlamamıştı. Bu Amerikanın söz konusu bombaya ilişkin ilk deneyi oldu. Allah o bombayı atanlara emniyet subabını çekmeyi unutturdu. Ya da sen buna başka bir sebep bul. Tıpkı beyitte söylendiği gibi Allahki korur ihtiyaç bırakmaz Kat kat zırha yüce kalelere. İşte müminleri böyle kurtarırız ayeti kerimesi de aynı şeyi ifade etmiyor mu Uluslararası kuvvetler Uluslararası kuvvetler fiilen bölgeye geldi. Ancak Müslüman Kardeşlerin gücü kırıldıktan ve zindanlara doldurulduktan sonra. Bölgeye gelen bu kuvvetlerse şu ana kadar İsraile koruyucu şemsiyelik etmektedir. Üstelik bu kuvvetlerin gölgesinde İsrail ticari faaliyetleri ürünleri Kızıldenizden Güney ve orta Afrikaya hatta Hint okyanusu adalarına kadar geniş bir alana hakim olmuştur. Bu haliyle İsrail Araplara ve Yahudi mallarını boykot komitelerine adeta dil çıkartıp kıs kıs gülmektedir Kuvette yayınlanan el-Belağ gazetesi de diyor ki Amerika İngilterenin yarıda bıraktığı bir işi devraldı. Sıkı esaslara bağlı İslami hareketin kökünü bundan böyle o kazıyacaktı. İngiltere saray ve partilerden yanına aldığı uşaklarla bu işe girişmiş ve bilinen eski metodlarıyla üstesinden gelmeye çalışmış ama başaramamıştı. Bu hareketi yok etmek ve getirdiği düşünceyle savaşmak için neler yapmadı ki Mümkün olan her çareye başvurdu yeni ve korkunç metodlar kullandı. Cehennemi bir savaş oldu. Öyle işkenceler yapıldı ki bir benzeri daha görülmedi. Tarihte hiç bir düzen-bu denli vahşi olmamıştır. Ne insanları yırtıcı hayvanların .pençesine atan Roma düzeni ilkel düzenler ne de vah-1 silikte üstüne olmayan komünist düzen ve ne de Sibirya Zindanları buna yetişmez. Hatta & nyanın pek çok yerinde türlü cinayet ve komplolara girişen Amerikan Gizli İstihbarat Örgütü bile böylesini başaramamıştır. Üstelik olanların hepsi kamuoyuna yansımış değildir bunlar şu günlerde basına geçmiş bazı kesitlerdir sadece. Ya geçmeyenler gizli kalanlar islami hareketi yok etmeye yönelik bu yeni saldırı politikası adını andığımız ve anmadığımız her türlü işkence usulünü kullanmıştir. Psikolojik işkence ekonomik ambargo aleyhte yaygara canileri canavarları musallat kılmalar her türlü ahlaki değerden mahrum zorbaları fazilet sahibi insanların ve asil muhafazakar aileler üzerine salıvermeler vs. bunlardan ayrı. Bu cehennemi işkence metodlarının hiç olmazsa bir kısmı hakkında yeterli bilgi edinmek isteyen uşak canavar Salah Nasrın Psikolojik Savaş adlı iki cilt halindeki büyük eserine başvurulabilir. Bütün bu metodlar islamı ve İslam hareketini ortadan kaldırabilmiş midir dersiniz Hiç şüphesiz bu sorunun cevabını tarih verecektir. Ancak kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o da inançların öldürülemiyeceğidir. İmanın topla tüfekle ruble ve dolarla ortadan kaldırılamayacağıdır. Kardeşin Savcaşçılar Arasındaki Yeri Biz Mısırlılar Filistinde geleneksel özel silahlarla donanmış orduya sahiptik. Çünkü bizi Mısırda ve Ürdünde silahlandıran ingiltere idi. Buradaki gençliğimiz de toplumun çeşitli kesimlerine mensup bulunuyordu. Üniversiteliler çiftçiler işçiler vs. Bu tabii birliği sağlayan da İslamdı ve her kesimden insanlar bu birlik içinde Filistin-de çarpışıyordu. Ancak müslüman mücahidler olarak çarpışan ve maneviyata cesaret ve atılganlığa sahip savaşçılar nerede İngilterenin plan ve emirleriyle çapışan ordu nerede Aradaki farkı görmemek mümkün mü Filistin için silah yapımıyla uğraşan bir zat vardı bu zatın ölümü sözkonusu sırrın ortaya çıkmasına sebep oldu. Sonraları Zeyneb Gazali ile evlenen merhum Muhammed Salimdi bu zat. Savaşta İsrail bir Mısır başarısıyla karşılaşınca birden şaşınverdi uçan mayınlar Filistinde Siyonist ingiliz tanklarına atılan bu mayınlar hedeflerini buluyor ve olduğu yerde kalakalan tanklara Kardeşler dilediğince sahip oluyordu. Neydi bu savaş fabrikası Bu Mısırlı müslüman bir el ile gerçekleştirilmiş bir fabrika idi. Bu olay Kardeşlerin savaş için yeni bir silahı zorunlu gördüğünü böyle bir idrak içinde bulunduğunu gösteren mutlu bir belirtidir. Zaferi kazanmanın yolu da bu idi. Mısır çok eski dönemlerde de silahlarını çoğu zaman kendi eliyle yapardı. Beynelmilel Siyonizm bir inanç karşısında bulunduğunu anlamaya başladı Yusuf Talat gibi bir adam geliyor Yusuf Talatın adamları İngiliz ordusuna ait bir bomba ele geçirmişti. Desem Yahudiyyeyi bombalamada buna ihtiyaçları vardı. Yusuf Talat Bir hafta izin verin düşüneyim diyor ve derhal kalkıp abdest alıyor iki rekat namaz kılarak bu problemin çözümü için Allahtan başarı diliyor. Sonra başladı düşünmeye Deşemi çökertmede sahrada bu bomba nasıl kullanılmalıydı Mütevazi çadırında Allahın yardımıyla bir top yapmaya başladı. Elinde olan tek imkan da son derecede basit bir soğutucu aleti idi. Allah bu işte onu başarılı kılmıştı. Bu toptan başka bir şey yoktu ellerinde. Deşemi de bombalamaya muvaffak olmuşlardı. Şübhesiz Allah savaşa müdahale etmiş ve Yusuf Talata herkesi şaşırtan böyle bir ilhamı bağışlamıştı. İşte Kardeşler bunlardı ve böyle garip başarılar elde ediyorlardı. Siyonizme karşı koyan silahlar yapıyorlardı. Öyleyse beynelmilel Siyonizm nasıl cezalandırmalıydı Bunlara İngiliz sömürüsü nasıl bir ceza vermeliydi Onlara göre normal mantık gereği Hasan el-Bennanın öldürülmesi gerekirdi. Yusaf Talatın Muhammed Fergalinin ve bu mertebede Allah yolunda savaş verenlerin öldürülmesi gerekirdi. İşte İmam el-Bennanın konum ve tutumu İslam savunma stratejisini böyle belirlemişti. Ancak onlanlar... Komünist ve Batılı haçlı bloklar şunu keşfetmişlerdi Yahudiler Mısır ordusunun ön saflarında Müslüman Kardeşlere mensup savaşçıların -isterse bunlar sadece beş kişiden ibaret olsunbulunduğunu öğrendi mi derhal geri çekiliyorlar. Çünkü Yahudiler imanın karşısında duramıyorlar özellikle Müslüman Kardeşler birliklerinde apaçık biçimde şahit oldukları gibi Allah ve cennet aşıkı tertemiz iman karşısında O halde yeryüzünde Allah en büyüktür hamd yalnız Onadır diyen bir adam bulunduğu sürece siyo-nizme kesinlikle hayat hakkı yok demektir. Hem İsrailin bütün çeşitleriyle sömürünün pençesi olarak ortada kalabilmesi için İslami hareketin kökten yok edilmesi şarttır. Öte yandan Müslüman Kardeşlerin varlığı demek İsrailin bölgeden silinmesi demekti. Filistinli olmayan bütün Yahudilerin o topraklardan kovulması demekti. Müslüman Kardeşlerin tasfiyesi ise İsrail varlığı için bir hayat garantisi anlamı taşıyordu. Ama bu tasfiye işi nasıl gerçekleşecekti Doğu Ürdün kralı Abdullah ile Kral Faruka gidip onları islam davetine karşı kışkırttılar. Hasan el-Benna bu hareketiyle Kudüste yeni bir İslam devleti kurmak istiyor. Bu devlet bütün bu şehirleri fethedecek ve İslam dünyasını birleştirecektir. Sonunda Faruk Mısır krallığını Abdullah da Ürdün krallığını kaybedecektir. Ne kadar kral varsa ortada hepsi silinip gidecektir dediler. Başladılar müslümanların kralların) bakan ve başbakanlarını korkutmaya Hasan el-Benna Kudüste bir İslam devleti kurduğu takdirde durumlarının tehlikeye gireceğini tekrarladılar ısrarla Hem de nasıl bir noktada Müslüman Kardeşler Yahudileri yenmiş ve Kudüsü ele geçirmişken Müslüman hukukçu Dr. Said Ramazan Kudüs askeri hekimi olmuş ve benzeri görülmedik bir İslam adaleti örneği sergilemişti. Kadın - Erkek çoluk çocuk herkes İslam hakikatini haykırıyordu. Kudüste bir İslam devletçiği kurulmak üzereydi ki çıkar çevrelerini de arkalarına alan beynelmilel haçlı teşkilatlarıyla yine beynelmilel Siyonizm bir araya gelip bunu mutlaka önleme kararı aldılar. Bu hareketi yürüten besleyen Müslüman Kardeşler olduğuna göre onlardan da kurtulmaları gerekiyordu böylece İmamın öldürülmesi kesin kararına varıldı. 8 Aralık 1948de gerçekleştirilen Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi hususu da ayrıca karar altına alındı. İşte Hasan el-Benna niçin öldürüldü sorusuna verilecek cevaba ışık tutacak olan bazı gerçekler Hasan el-Benna İsmailiye halkını neslini değiştiren bir o-kulu kurup geliştirdi. Hasan el-Benna İskenderiye halkıyla İngilizler arasındaki ilişkiler düzenini değiştirdi. Hasan el-Benna zafer metod ve mekanını değiştirdi. Beklenen zaferin görüşme masalarında ve hele kuru gürültüden başka bir ses sonuç vermeyen iş başındaki hükümetin prensipleriyle elde edilemeyeceğini ispatladı Zafer İngiliz birliklerinin girdiği topraklarda ve halkın eliyle atılıp da düşmanı un-ufak eden top gülleleriyle kazanılırdı. Zafer için izlenecek yol buydu bu olmalıydı. Kral Farukun isteyip yaptığı tek şey Filistine bir keşif birliği göndermek oldu. Yani Siyonist çetelere ders verecek çapta askeri bir hamle. Planda İsrail devletinin varlığını önleyecek herhangi bir tedbir yer almıyordu. Müslüman Kardeşierse bu gayri meşru devlete meydan vermemek için hatta sömürünün Ortadoğuda bir Siyonist pençe bulundurma yolundaki isteğine engel olmak i-çin gönüllülerini gönderdi. Arap kral ve başkanları Müslüman Kardeşlerin e-zici bir kuvvet haline geldiğini kabul ettiler. Gerek iç ve gerek dış gerekse askeri politikada bir uygulmada mı bulunacaklar İngilizlerin Amerikan ve Fransızların Doğunun Hitleri diye isimlendirdikleri Hasan el-Benna için bin bir hesabın içine girerlerdi. O nedenle nasıl haçlı Batı ile komünist Doğu Nazi Almanyasının Hitleri konusunda bir araya gelip birlikte hareket etmişlerse aynen öyle Doğunun Hitleri Hasan el-Benna konusunda da ortak bir harekete girişmişlerdir. Müslüman Kardeşleri ortadan kaldırma planı yalnızca bir taktik hedef olmayıp asıl stratejik hedefi oluşturuyordu. ÖNEMLİ BELGELER CEMAATIN FESHİ VE İLGİLİ BELGELER Fesih Teşebbüsleri Müslüman Kardeşler Cemaatının feshine ilişkin dört teşebbüs başlığı altında bir yazı yazan İhsan Ab-dülkuddus (1) şöyle diyor Arap Birliği siyasi komisyonunun son toplantısında Birliğin Yemen delegesi Müslüman Kardeşlerin Yemen olaylarındaki tutumunu kınayan bir konuşma yaptı Bunun üzerine delegelerden biri Yemen trajedisinin bir daha tekrar etmemesi için Müslüman Kardeşler Cemaatının feshini önerdi. Ancak öneri reddedildi. Ne var ki yazar Yemen hükümetiyle Kardeşler arasındaki anlaşmazlığın sebeplerine dair bilgi vermiyor. Cezayirli mücahid alim kardeş Fudayl Vertelani petrol arama şiketlerinde çalışmak üzere Yemen ülkesine gitti. Asıl "amacı ise daha ziyade gerçek iman tohumlarının ekilmesine elverişli kalpleri araştırmak ve onları Kuran ve Hadis hakikatıyla beslemekti. İlginç bir manzara ile karşılaşmıştı Yemende. Hür Yemenliler adı verilen bir topluluk çevresinde somut biçimde kendini gösteren dini bir potansiyel şuur ve kurtuluş hamlesi buldu Kardeşlerin davetini ve mürşidlerini yakından tanımak amacıyla bu topluluktan bir heyet geldi Mısıra. İ-mama inkılap planına ilişkin düşüncelerini sundular. Düşüncelerinin doğru olmadığını bidiren İmam şunları söyledi İmam Yahya hasta üstelik de çok yaşlı ve bir ayağı mezarda. Bu durumda ölümünü beklemeniz gerekir. Sonra da elinizi çabuk tutup veliahd tayin edilmeden önce kabineyi kurduğunuzu ilan etmelisiniz. Sonu hiç de iyi olmayacak tehlikeye atmayınız kendinizi. Kan dökmeme imkanı bulunduğu sürece böyle davranmamız gerekir. İmam el-Bennanın görüşünü kabul eden Hür Yemenliler İmam Yahya Hamidinin vefat haberi duyulduğunda dergi ve günlük gazetelerinde ilan etmeleri için bir kabine taslağı bıraktılar. İlahi irade gereği İmam Yahyam vefat haberi ilan edildi. Haberin ilanından hemen sonra yeni kabine de kamuoyuna duyuruldu. Ancak bu ilanın ardında kadrerin bir cilvesi yatıyordu öldüğü sanılan İmam yeniden hayata dönmüştü çünkü tıbbi keşif titiz olmaktan uzaktı. Yapılan bu yayının üzerine öldürüleceklerini düşünen Hürler bu kez henüz tam ölmemiş İmam Yahyayı öldürüverdiler. Abdullah Bin yezir yönetimin başına geçti. Üstad el-Benna kendisine çok acele olarak deniz suyuna batırlmış bir yufka ile de olsa aç kabileleri doyurmasını öğütledi İmam Yahyanın öldürülmesi dolayısıyle kendine karşı ayaklanmamaları için. Ne ki Allah olayların Abdullah Bin Vezirden daha büyük olmasını dilemişti. Kanlarının kurutulmuş ağacını sulaması onu izleyen ve hala da süregelen çileleri yeşertmesi için hem o hem de öbür devrim liderleri öldürüldü. Bu olay Müslüman Kardeşler Cemaatının feshini istemek için iyi bir bahane idi ama ne ilkti ne de son. Bu konuda defalarca girişimde bulunulmuştu. Bunları şöylece sıralıyabiliriz 1) Yıl 1941. Hüseyin Sırrı kabinesi iş başında. Müslüman Kardeşler Kahirenin Seyyide Zeynep semtinde açılacak bir şube nedeniyle toplantı düzenlemek istediler. Bunun için de büyük bir çadır hazırladılar mensuplarından oluşan büyük bir kalabalık toplandı burada. İngiliz sefareti bu durumdan favkalade rahatsız oldu. Hem de İngilterenin Almanyadan üstüste yenilgiler tattığı bir sırada. 2)İngiliz sefareti Müslüman Kardeşlerin İngiliz düşmanlığı sürdürmesine ve imparatorluğun selametini tehdide göz yumduğu gerekçesiyle Sırrı Paşa hükümetine bir protesto yazısı göndererek hükümetinin bu Cemaatı feshetmesini istedi. Ancak Sırrı Paşa bu isteği reddetti. Bunun üzerine sefaret Müslüman Kardeşlerin karşısına çıkarmak üzere Hürriyet Kardeşleri cemiyetini kurmak zorunda kaldı. Lord Kleren yeniden fesih isteğinde bulundu ve buna yeni bir istek daha ekledi. O da İngiliz kuvvetlerinin hemen yanıbaşında karargah kurduğu İsmailiye bölgesinden seçimlere giren Hasan elBenna nın kazanmasına engel olmak İngiliz sefirinin bu ısrarlı isteği karşısında dönemin başbakanı Nahhas Paşa Üstad el-Bennayı çağırarak a-daylıktan çekilmesi yolunda tehdit etti. Sonra da şubelerin kapatılması emrini verdi tam elli şube kapatıldı. Bu olay Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi yolunda atılan ilk olumlu adım oldu. Çok geçmeden Kardeşler kuvvet kullanarak şubelerini yeniden açma teşebbüsünde bulundu. O nedenle Nahhas Paşa kapatılan şubelerini yeniden açma zorunda kaldı. Ayrıca Kardeşlerle bir de barış imzaladı. Bu gelişmelerden sonra Fuad Siraceddin Paşa ile üstad Abdulhamid Abdulhak onur üyesi olarak Cemiyete katıldılar. 3) Merhum Ahmed Mahir Paşa kabinesi iş başındaydı. Cemaatın feshi konusu yine gündemde. Bu kez fesih girişimi Ahmed Mahirin zoruyla bütün dini heyetlerin feshini isteyen Ezher rektörü üstad Meraginin Kar deşleri de içine alan bu isteğine dayandırılıyordu. Üstad Meragi ise bu isteği uygulamaya konulmadan vefat etti. 4) Bu seferki teşebbüs Müslüman Kardeşlerin Yemen olaylarındaki tutumu rolü dolayısıyla gündeme geldi. Davet dergisinin d) birinci yıl ilk sayısında İngiliz sefiri emrediyor Nakraşi uyguluyor başlığıyle yayınlanan bir yazıda şunlara yer veriyordu 10 Kasım 1948 günü İngiltere Amerika ve Fransa sefirleri Fayıdda bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantıda İngiliz sefirinin Müslüman Kardeşlerin feshi talebinde bulunmak için Mısır hükümetine (Nakraşi Paşa kabinesi) başvurması kararlaştırılmıştır. 13 Kasım günü ise karargahı Fayıdda olan İngiliz Ortadoğu Kara Kuvvetleri Genel Komutanı siyasi sekreteri Macur (C.V. Oberian) İngiliz Mısır ve Doğu Akdeniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı İstihbarat idaresine bir yazı göndererek Fay id toplantısı ve varılan sonuçlar hakkında bilgi verdi. İşte noktası noktasına tercemesi Konu İngiltere Amerika ve Fransa Majesteleri sefirlerinin 10 Kasım 1948 tarihli Fayıd toplantısı. Kayıt No 1843-İ-48 Tarih 13.11.1948 İstihbarat Teşkilatı Başkanı(no 13)na 10.11.1948 Günü İngiltere Amerika ve Fransa Majesteleri sefirleri iştirakiyle Fayıdda yapılan toplantıda Kahirede meydana gelen son taşkınlıklara üyelerinin sebebiyet verdiği anlaşılan Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi için İngilterenin Kahire sefiri vasıtasıyla gerekli icraatlarda bulunma kararının alındığı tarafınıza duyurulur. İmza C.V. Oberian - Macur 20 Kasım 1948 günü ise İstihbarat Teşkilatının İngiliz Ortadoğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı (A) şubesi başkanı Colonil A.M.Mc Darmut Mısırdaki İngiliz Kuvvetleri Yüksek Komutanlığı C.S.3 Muhaberat idaresine bir mektup göndermiştir. Harfi harfine tercümesi şöyle Konu Müslüman Kardeşler Cemaatı. Kayıt No 1670 - N T - 48 C.S.3 İdaresine. Tarih 20 Kasım 1948 Mısırdaki İngiliz Kuvvetleri Yüksek Komutanlığı. 1- 734/N T/B/4Ş No ve 17 Kasım 1948 tarihli müzekkereniz Hk. 2- İngiliz Yüksek Komutanlığımız İngilterenin Ka-hiredeki Majesteleri sefaretinden Müslüman Kardeşler Cemaatının mümkün olan en kısa zamanda feshi konusunda Mısır makamlarının ikna edileceği bu yolda derhal diplomatik girişimlerde bulunulacağı resmi haberini almıştır. 3- Mısırda ikamet eden yabancılarla ilgili raporlar ise bilgi için Dışişleri Bakanlığına gönderilmiştir. İmza İngiliz Ortadoğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı A İdaresi Başkanı Colonul A.M.Mc Darmut 4 Aralık günkü sayısında el-Esas 0 gazetesi sekiz sütuna manşet atarak Müslüman Kardeşler Cemiyetinin feshedildiği haberini verdi. Devamla şunlara yer ve Ammarın Nakraşinin öldürülmesi olayı ile ilgili davada bu konuya ilişkin olarak söylediklerine itiraflarına ve el-Kütle dergisinin Eylül 1949 tarihli sayısına bakınız. riyordu haberde Oysa Emniyet yetkilileri Emniyet Müdürü Abdurrahman Ammara sundukları bir raporda genel güvenlik gerekçesiyle fesih kararının ertelenmesi gerektiği görüşünde olduklarını belirtiyorlardı. Ne var ki Nakraşi sorumluların güvenlikle ilgili görüşlerini dinlememişti. 8 Aralıkta Mısır radyosu günün son haber bülteninde Müslüman Kardeşler Cemiyetinin feshedildiğini mülklerine malvarlığı ve şirketlerine enstitülerine hastane ve fabrikalarına el konduğu hakkındaki askeri bildiriyi verdi. Derginin ilk sayısında yayınlanan ve İngiliz yazarlarınca da belge ve fotoğraflarla teyid edilen bu tarihi o-laylar zinciri hıyanetin odak noktasını göremeyenlerin gözlerini açması bakımından ne kadar ilginç Kardeşlerin hain ve canilerin ateşiyle dağlandığı bir gerçek. Ancak ortalığı yangına veren yakıtın tükenmesinden sonra ateş söndü. Canilerin saltanatı da son buldu ve kalan yine kardeşler oldu. Ayet-i kerimede ne güzel buyrulur Biz ey ateş İbrahime karşı serin ve esen ol dedik. Fesih Kararı Metni (1) Enbiya suresi 69 Batı sultasından kaynaklanan şerrin hangi boyutlara vardığını göstermesi ve durumu açıkça ortaya koyması bakımından çok yararlı olacağına inandığımız bu korkunç belgeyi aynen zikrediyoruz Biz Mahmud Fehmi Nakraşi Paşa sıkıyönetim ilanıyla ilgili 13 Mayıs 1948 tarihli yasaya ve sıkıyönetim nizamına ve onu düzenleyen esaslara özgü 1923 tarih ve 15 nolu yasanın 8. bendinin 3. maddesine ve adıge-çen yasanın bize verdiği yetkilere dayanarak aşağıdaki hususları karar altına alıyoruz Madde 1 Müslüman Kardeşler adıyla bilinen cemiyet bütün şubeleriyle birlikte şu andan itibaren feshedilmiştir. Cemiyet faaliyetlerinin sürdürüldüğü bütün özel yerler kapatılmıştır. Cemiyete ait evrak belge kayıt yayın meblağ malvarlığı ve genel olarak her şey zabıt altına alınmıştır. Adıgeçen cemiyet- ve şubelerinin yönetim kurulu üyeleri müdürleri üyeleri ve hangi sıfatla olursa olsun mensupları bundan böyle cemiyet faaliyetlerini sürdüremezler. Özellikle toplantı düzenlemek ya da bu yolda çağrıda bulunmak veya yardım aidat toplamak yahut bunlardan herhangi birine teşebbüste bulunmak kesinlikle yasaktır. Bu hüküm yürürlükte olduğu sürece adıgeçen cemiyetin daha önce üyesi durumundaki kişilerden beş ve daha yukarı sayıda şahsın bir araya gelmesi yasak toplantılardan sayılır. Ayrıca gerçek ya da tüzel hiç kimse kendine ait herhangi bir yerin bu tür toplantılar için kullanılmasına müsaade edemez maddi manevi hiç bir yardımda bulunamaz. Madde 2 Feshedilen cemiyetin yürüttüğü faaliyetleri doğrudan ya da dolaylı aynen veya değişik biçimde yeniden sürdürme amacına yönelik ne tür olursa olsun herhangi bir cemiyet veya heyet kurmak yahut söz konusu cemiyet veya heyeti her hangi bir şekilde diriltmeye kalkışmak yasaktır. Ayrıca bütün bunlara katılmak fiilen teşebbüste bulunmak da yasaktır. Madde 3 Feshedilen bu cemiyetin üyesi ve mensubu olup da yanında bu cemiyete ya da şubelerinden herhangi birine ait evrak belge defter alet ve her türden eşya bulunan herkes bütün bunları bu emrin yayımını izleyen beş gün içinde bölgesindeki polis merkezine teslim etmekle yükümlüdür. Madde 4 Feshedilen cemiyetin bütün mallarını teslim alacak tasfiyesini uygun gördüğü şeyleri tasfiye edecek ve kalanı da ya hayır işlerine ya da Sosyal İşler Bakanının belirleyeceği sosyal hizmetlere tahsis edecek tam yetkili bir vekil atanacaktır. Bu atama İçişleri Bakanlığının kararıyla yapılacaktır. Madde 5 Feshedilen cemiyete üye ya da mensup olan ve elinde cemiyete ait değeri itibariyle önemi haiz mal bulunan herkes kararın yayımından itibaren en geç bir hafta içinde özel vekile bildirimde bulunmakla yükümlüdür. Madde 6 Gerçek ya da tüzel feshedilen veya şubelerinden biriyle muamelelerde bulunan her şahıs emrin yayımı tarihinden itibaren bir hafta içinde bu muamelelerin niteliği ve ilgili belgeler hakkında bildirimde bulunacaktır. Özel vekil bu cemiyet ya da şubelerinden herhangi biriyle yapılan bütün andlaşmalan bozma hakkına sahiptir. Bu işlemden dolayı andlaşma yapanlar herhangi bir suretle tazminat talebinde bulunamazlar. Madde 7 1. 2. ve 3. maddelere aykırı davrananlar 6 aydan az ve 2 yıldan çok olmamak şartıyla hapis cezasına çarptırılırlar. Ayrıca 200 ila 1000 cüneyh arasında değişen para cezasına mahkum edilirler. Bu hükümler sanığın ceza kanununun öngördüğü daha büyük suçları işlememesi halinde uygulanır. Madde 8 5. maddeye aykırı davranan olursa hapis cezasıyla birlikte 50 cüneyh para cezasına çarptırılır. 5. maddede belirtilen mal bildirimi esasına uyulmaması halinde eğer o malın değeri 50 cüneyhi aşıyorsa bu durumda hem hapis hem de mezkur meblağın değerine eş para cezası verilir. Madde 9 Yukarıda zikri geçen suçlardan herhangi birini işlediği için mahkum olan kişi memur kamu görevlisi ise ya da idare meclislerinde belediye ve köy meclislerinde veya umumi heyetlerden herhangi birinde görevli ise yahut muhtar ve belediye başkanı ise bu durumda mahkeme ayrıca görevden alınmasına da hükmeder. Mahkumun doğrudan devlete bağlı ya da devletin kontrolünde bulunan okullarda öğrenci olması halinde mahkeme yine ayrıca okuduğu okuldan ilişiğinin kesilmesine ve bir yıldan az olmamak üzere okuluna dönmemesi hükmünü verir. Madde 10 Özel vekil 3. ve 5. maddelerin belirttiği hükümleri uygulamada adli polis* hak ve sıfatına sahiptir. Ayrıca özel vekil evlere girebileceği ve arama yapabileceği gibi bu işlemlerden belli bir işlemi aynı amaçla kendi adına yürütecek başka birini de görevlendirebilir. Özel vekil adına görev yapanlar adli polis söz konusu icraatların yürütülmesi sırasında cinayet soruşu maları yasasına bu amaçla konulmuş hükümlere uymak zorunda değillerdir. Fesih Kararının Uygulanması 8 Aralık 1948 gününü akşamı karanlık ve yağmur- lu bir gecede Müslüman Kardeşlerin Kahire el-Hilmiyi el Cedide meydanındaki Genel Merkezi kuşatılarak içerde^ bulunan herkes tutuklandı ve kamyonlara doldurularak götürüldü. İmam el-Benna Kardeşleriyle birlikte binmek için kamyonlardan birinin merdivenine ayağını atmıştı ki siyasi polis derhal müdahale ederek engel oldu. Seni tutuklama emri almadık dediler. Bu kez sorumlularla görüşmek istediğini belirterek başka bir arabayla vilayete gitme teşebbüsünde bulundu. Ancak buna da fırsat verilmedi. Hep aynı cümleyi tekrarlıyorlardı Seni tutuklama emri almadık Evet doğru üstelik tutuklananların isimlerini içeren bir emir de yoktu ellerinde. Ancak... Bu bir plandı beklenen ihaneti apaçık ortaya koyan bir plan. Ama Allahın ihatasından kaçmaları mümkün müydü Asla KRALLIK DÖNEMİNDE TUTUKLANANLAR Cemiyetin fesih kararından hemen sonra binlerce Kardeş zindanlara tutukevlerine ve polis şubelerine dol-1 duruldu. Haksitip hapishanesi ki beş yüz tutuklu kon-J muştu buraya. Ya Tur hapishanesi Uyunu Musa hapis-j hanesinde ise dört yüz elli tutuklu bulunuyordu E Kayr zindanı Burada halen ölmüş bulunan adıgeçen bakan Mükrim Abidin çıkardığı el-Kütle adlı günlük bir gazeteden söz etmemiz gerekecek. Bu gazetede yayınlanan ve asla tarafgirlik kokusu taşımayan bir yazı sanırım Kardeşler konusunda en doğru ve sağlam belge olma niteliğini haizdir. İşte yazının metni Nihayet İbrahimiyye Hükümeti Tur sürgün kampının açılışını gerçekleştirdi. Bu hapishanede Nazilerin Bilsin ve Yohnafyald kamplarında siyasi düşmanlarına uyguladıkları yöntemlerin aynısını uygulamaya koyulduğunu söylersek meseleyi abartmış olmayız. Hükümet bu sürgün kampında tutukluları dar hücrelerde ve ahşap tahtalar üzerinde uyumaya zorlamıştır. Üstelik yağmurun inmesine müsait olması ve içerdekilerin her an ıslanması için tavanlar da özellikle delinmiş yırtılmıştır. Tayin ettiği yemek müteahhidi tutuklulardan kişi başına beş kuruş ücret alıyordu. Hükümetle müteah-hid arasında varılan anlaşmaya göre tutuklular çok miktarda ama yalnızca ekmek ve tuz alabileceklerdi. Bu durumda tutuklular ister istemez her türlü vitaminden ve gıda unsurlarından yoksun şeyleri yiyeceklerdi. Bu da pek çok tutuklunun sağlığını tehlikeye düşürdü. Hükümet tutukluların sağlık durumlarını hiç mi hiç ciddiye almıyordu hatta kasıtlı ihanet ediyordu. Ne ilaç ne tedavi hepsinden mahrum bırakıyordu onları. Sağlık Bakanlığı Genel Sekreteri Dr. Muhammed Nazğ Bey hayatları ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bulunanların dışındaki tutuklu hastaları hastaneden çıkarması konusunda hapishane doktorunu uyardı. Eski Emniyet Müdürü Sabir Tantavi Bey de Kamp komutanını tutukluları kesinlikle hastane ziyaretine çıkarmaması ve doktorun haftada bir ziyaretiyle yetinmesi huşunda uyardı. Hükümetin uyguladığı bu politika kötü sonuçların doğmasına yol açmıştır. Cerrahi müdahale gören bazı tutuklu hastalar tam anlamıyla iyileşmeden hastaneden çıkarıldılar. Mısran Aver bunardan biridir. Hasan Muhammed de aynı şekilde ameliyat edilmiş fakat iyileşmeden çıkarıldı. Böylece kapanmak üzere olan yara yeniden a-çılıyor ve hasta hayati tehlikeyle yüzyüze geliyordu. Tu-tutuklulardan Atiyye İbrahim Necmin apandist ameliyatı olması gerekirken buna dahi imkan tanınmadı. Kötü sağlık şartları ve kamp doktorlarının yürüttüğü politika ile ilgili olarak burada kaydettiklerimiz basit bir kaç örnektir sadece. Doktor Founsdan bir hastayı görmesi istenmiş o da Nasıl olsa ölmeyecek mi Ölürse ölür bana ne demişti. Hapishanenin bir de eczanesi vardı ki içinde beyaz aspirinden başka bir şey yoktu. Durumu bundan daha iyi anlatan bir örnek olabilir mi İdare tutukluların Tur mıntıkasında dolaşmasını yasaklamıştı hatta bir subay futbol dahil her türlü eğlenceye yasak koymuştu. Bu uygulamadan asıl amaçları da tutukluları bunaltmak ve hayatlarını cehennem haline getirmekti. İdare tutuklulara öyle işkence usulleri uygulamıştır ki benzerine ancak faşist ülkelerde rastlanabilir. Sözgelimi kampın Başkomutanı Abbas Asker Bey tutukluları paniğe boğmak amacıyla sürekli teftişler aramalar yapardı. Birkaç dakika geçmezdi ki Nizam Bölüğü askerlerinin kurşun sesleriyle uyandırırlardı. Gardiyanların kamçıları subayların da tabancaları sürekli enselerindeydi. Bir keresinde askerlerin bir -kısmı kampı kuşatmış bir kısmı da yasak yayın ve eşya arama bahanesiyle tutukluların bulunduğu odalara dolmuştu. Pek çok tutuklu kırbaç altında inletildi. Sözgelimi üstad avukat Enver Mahir Hamis Ahmime bağlı köylerden birinin muhtarı merhum üstad Enver Mahrus bunlardan iki örnektir. Komutan tutuklulara ağıza alınmayacak ve eşine ancak fuhuş ve kötülük yuvalarında rastlanacak küfürler savuruyordu. Bu arada bir tutuklu gözünden müthiş bir kırbaç isabeti aldı ve idare hastaneye kaldırmak zorunda kaldı. Tutuklular mahkeme önüne çıkarılmadan tutuklanmalarını protesto etmek için açlık boykotu yapmışlardı. İçişleri Bakanlığı duruma derhal müdahale ederek her birine 15 gün süreyle hücre hapsi verdi. Yine Bakanlığın emri gereğince tutuklulardan üç kişi seçildi ve ibret dersi olsun diye herkesin gözü önünde en kötü muamelelere tabi tutuldu. Yine bu üç tutuklu boyu iki metreyi geçmeyen penceresiz ışıksız hücrelere atıldılar. Hepsi bundan ibaret de değildi. İkinci komutan içişleri Bakanlığı emri gereğince bunlara hergün çeşitli işkenceler yapıyordu. Sonra tutuklular arasında gizli bir casusluk şebekesi kuruldu. İngiliz Gizli istihbarat kaleminde çalışan Al-bert Tadors bu şebekenin yalan dolu raporlarını yazıyordu. Bu arada tutukluların ailelerinden gelen nakit paralara el kondu. Bunlar basit miktarlarda ve birbirinden uzak taksitler halinde veriliyordu tutuklulara. O da tedavi ve yiyecek karşılığı olarak. Avukat Muhammed Talat Şubrinin aile fertleri tümüyle tutuklandı. Öğrencilerin birinci dönem sınavlarına girmeleri çıkarılan askeri bir emirle yasaklandı. Ayrıca bazı fakülteler birinci dönem kaybı ya da devamsızlık ve yıllık programlarını eksik gerçekleştirildiği gerekçesiyle öğrencileri her iki dönem haklarından da mahrum etti. Bazı ders kitapları toplatıldı bazıları da parçalandı Hükümet evleri tek tek arayarak bulduğu işe yarar herkesi işkence hücrelerine tıkmak için alıp götürdü. Ortam dayanılmaz bir hal almıştı. Hapishane dışında kalan özgür kişi ve ailelerin ağızlarının tıkanmasına kadar varmıştı iş. Biri protesto etmeyi mi geçirmişti aklından ya da yol göstermek mi istemişti sıkıyönetimin korkunç silahını buluyordu karşısında. Daha sonra gazete sözü tutukluların bakımsız ailelerine getirerek vicdanları sızlatan şu ilginç açıklamalarda bulunuyor İşte Mansur Ebul-kasım Babasını kaybettikten (1) Polis benim Halevat Şarkıyyedeki büromu ve evimi ararken aynısını yapmıştı. Her seferinde tutuklanmamla sonuçlanan Nasır dönemindeki Halk mahkemesi (1954) ve Devlet Güvenlik mahkemesi (1965) davalarında uygulanan tıpkısı tatbik ediliyordu. Zaten çöküş halindeki her uygarlıkta bu çağdışı yöntemler gündemde olur sonra annesi ve küçük kardeşlerinin geçimi ona kalmıştı. Bu aileye ondan başka bakacak kimse yoktu ve o da şimdi zindanda bulunuyor. Dünyası kararan bu aile şimdi ne yapsın işte Abdulhakim Muhammed Nuveyre Ticari rekabette bulunduğu yolunda yapılan bir gammazlık sonunda tutuklanmıştı. Muhammed Ebu Devh. Mansur E-bulkasım Fadlusseyyid Muhammed Seyyid Ahmed Hı-dır Seyyid Halife Emin Ivad merhum Hüseyin Mermuş ve daha pek çok işçinin başına gelenlerse taşlaşmış yürekleri dahi eritecek niteliktedir. Açlıktan inleyen çocuklarını doyurmak için herşeylerini sattılar asgari planda zaruri olan şeylerle kaldılar. Hatta üzerlerindeki sağlam elbiselerini çıkarıp yıkadılar ve üç beş kuruş karşılığında sattılar. Böyleyken bile yığınla borç altında kaldılar. Artık çaresizdiler yerlerde yatıyor yırtık çürümüş elbiseleri çekiyorlardı üstlerine. Oysa bu tutuklular eğer suçluysalar mahkeme ö-nüne çıkarılmalıdırlar. Şayet suçsuzlarsa derhal salıverilmeleri gerekir. Veya onlar zindanda sürünürken aileleri de bitmeyen bir azab içinde ömür tüketir. Bu sefer şeytan kapılar açacaktır onlar için ama buna insanın gönlü razı olmaz. ŞEHİD İMAMIN NAKRA$I HÜKÜMETİNE CEVABI Şehid İmam Hasan^I-Bennanın yazdığı tarihi bir beJgeden söz edeceğiz burada. Hükümetin Müslüman Kardeşlere yönelttiği asılsız suçlama ve iddiaları Cemaatın feshi ile ilgili aldığı kararı Cemaat ve davetin ortadan kalkması yolunda giriştiği her türlü baskı zulüm ve tedhiş yöntemlerini Cemaat ferdlerine kendilerini savunma imkanı tanımamasını ve kendilerine yardım etmek isteyen herkese engel olmasını bu hususlara ilişkin aldığı bütün kararları reddeden İmam olayları en acı ve en gerçekçi yanlarıyla ortaya koymuştur. Savtul-Ümme gazetesinin 23-24 Aralık 1949 Tarihli sayılarında yayınlanan belgede şunlar yer alıyor Gerek Mısır gerekse Arap ve İslam kamuoyu Müslüman Kardeşler davasını hiç şüphesiz tek taraftan dinledi duydu. O da çıkardığı askeri emirle Cemaatı fesheden ve böylece ona düşmanlıkların en büyüğünü yapan Hükümet tarafıdır. Bütün propaganda araçlarına sahip olan da yine o taraftır. Denetime tam anlamıyla sadık basın devletin yönetim ve denetimindeki radyo camilerin resmi hatipleri bunlarlın hepsi onun elinde. Görüldüğü gibi kamuoyu meseleyi bir de ikinci taraftan Müslüman Kardeşlerden dinlememiştir. Çünkü Müslüman Kardeşler kendilerini savunacak her türlü imkandan mahrum bırakılmıştır. Basınına el konmuş kalemleri susturulup ağızlarına kilit vurulmuş bütün hatipleri tututlan-mıştır. Nerede ne şekilde olursa olsun beş kişi halinde toplanmaları suç ve en az altı ay hapis cezasını gerektiriyor. O yüzden gerek Mısır gerekse Arap ve İslam kamuoyuna ve ayrıca yeryüzünde yaşayan insanlığın vicdanına bu bildiriyi sanmamız boynumuza borç oldu. Ta ki herhangi bir hataya düşülmesin haksız hüküm verilmesin ve sadece düşmanı dinlemekle bir sonuca varılmasın. Yaygın bir sözdür İki taraftan biri bir gözü çıkarılmış durumda sana geldiği zaman ikinci düşman tarafı görmeden hüküm verme olabilir ki onun iki gözü birden çıkarımıştır. Bizim de bütün ricamız kamuoyunun üzerimize saldıranlara karşı bize yardımcı olmasıdır. Üstümüzdeki bu amansız zulmün kaldırılmasını ve herkesin hayrına olan davete hürriyet hakkı verilmesini istemesidir hemde bütün şiddetiyle. Davet ki yüce ilkelerin faziletli ahlakın davetidir. İşte böylece bu davet ruhi gıdaya ve yüce ahlaka susamış bu insanlık toplumuna hizmette payına düşeni yerine getirmiş olsun. Yapılan Zulümlerden Örnekler Bu bildirinin yayımına kadar gerek Kahirede gerek diğer bölgelerde askeri emirle bin kişi tutuklandı. Haksitip hapishanesi başta ojmak üzere şube müdüriyet ve merkez zindanlarına bölüştürülüp dolduruldular. Oysa hiç biri suçlu değildi. Hem onların arasında üniversite Ezher yüksek okul DaruPulum ve Eğitim Enstitüleri gibi muhtelif fakülte ve okullarda hocalık yapan yüksek seviyeli kişiler vardı. Avukatlar tacirler işçiler ve öğrenciler de bulunuyordu aralarında. Bunlardan hiç biri hiç bir zaman suçlu değildi lekelenmiş de değildi. Zindanlara doldurulan bu masum insanlar asfalt üzerinde uyuyor ve türlü işkenceler görüyordu. Nezleden bilmem hangi hastalığa kadar çeşitli dertlere müptela oldular ne ilaç ne tedavi Memurların görevlerine son verildi maaşları haczedildi. Evleri aranarak özel mallarına el kondu. Bankalardaki birikimleri de haczedildi. İşçiler öğrenciler bağlı oldukları kurumlardan atıldı. Bu durumda Mısırlı bin aileyi kim bakacak gelir kaynakları kapıları tamamen kurutulmuşken Bu ailelerden birine dost ve yakınlarından biri dostluk elini mi uzattı hastasını mı ziyaret etti veya bir ihtiyacını mı karşıladı doğru zindana Hükümet Kardeşlerle ilişki kuran memurlara duyduğu kini düşmanlığı onları görevden almakla ortaya koydu. 150 memurun işine son verildi. Sadece Kahire den 500 memur sürüldü Kubla istikametine. Fakülte ve liselerden yaklaşık bin öğrenci kovuldu. Mal ve Şirketlerin Müsadere Edilmesi İnsanı şaşırtan şeylerden biri de büyük bir vatandaş yekununun maaş ve mallarının müsadere edilmesine ilişkin çıkarılan askeri emirlerdir. Gerekçe mi Bu kişilerin bir zamanlar Müslüman Kardeşler Cemaatına üye olmaları Ve bazı şirketler Bu şirketler çıkarılan bir emirle korunma altına alındı. İsimleri şöyle Mitgamer Kardeşler Ticaret Şirketi Madenler ve Taşocakları Şirketi Kardeşler Tekstil Şirketi Kardeşler İskenderiye Okullar Şirketi Feruşt İslam Kardeşleri Şirketi Kardeşler Yurdu Basım Şirketi... Oysa bütün bu şirketlerin isim benzerliğinden başka ne Kardeşlerin Cemaatıyla ne de plan ve programlarıyla ilgisi vardı. Sadece ticari propaganda amacıyla bu isimleri almışlardı. Kardeşlerle asgari planda ilişkisi olduğu sanılan vatandaşlar üzerinde polis sıkı bir baskı uyguluyordu. Gecenin karanlığında evlerini arıyor kadınları küçük çocukları paniğe boğuyordu. Aynı şekilde ticari müesseselerini de arıyor ve bu hal dayanılmaz biçimde sürüp gidiyordu. Daha sonra telefonlar alelade konuşmalar şahıs-1 lar evler normal geziler ve hatta hanımlar sıkı bir kontrol altına alındı. Hükümetin Asılsız Suçlamaları Hükümet Müslüman Kardeşlere üç suç isnad etti ve hepsi de asılsızdı. İsnad edilen suçlar şöyleydi 1) Suça teşvik eden tedhiş örgütü olmak. 2) Dini bir cemaat olmaktan çıkıp siyasi bir topluluk şekline dönüşmek. 3) Yörietim şekjini değiştirmeye yönelik eylemlerde bulunmak. İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri güya somut suç ve tedhiş örnekleri göstererek Kardeşlere yöneltilen suçları kanıtlamak istedi. O nedenle uzun bir müzekkere yazdı ve askeri hakim Cemaatın feshiyie ilgili karara bu müzekkereyi esas kabul etti. Müzekkere aynı zamanda hükümet tarafından radyoda da yayınlandı. İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri kaleme aldığı bu müzekkerelerde suç olarak nitelendirdiği on beş olay zikretti ve hepsini de Kardeşlere yükledi. Bunun üzerine bir cevap yazıp bütün suçları reddettik. Tabi bizim cevabımız yayınlanmadı. Basılıp yayınlanması şöyle dursun bir suretini bulundurmak bile bir kişinin tutuklanması ve zindana tıkılması için yeter sebep sayıldı. Sözkonusu olayların özetle dört bölümde toplandığını vurgulayan cevapta şöyle deniyordu 1) Bu bölümü oluşturan olayların bir kısmı tamamen uydurmadır. Sözgelimi İsmailiyede bazı Kardeşler bomba yapımı konusunda eğitim görürken yakalnmış. Bunun gibi daha niceleri 2) Bu olayların bazıları Kardeşlerin tamamen bera-atlarıyla sonuçlanmıştır. Askeri cinayet olayı bunlardan birdir. Bu olayda iki Kardeş suçlanmış ama sonunda beraatlarına hükmedilmiştir. 3). Bu bölümdeki olayların bir kısmı da Kardeşlere karşı girişilen düşmanca saldırılar şeklindedir. Kardeşlerden birinin şehid edildiği Şebin Kum olayı gibi. Mahkeme bu şehidin katiline bin cüneyh para cezasıyla on beş yıl hapis cezası vermiştir. 4) Bunları bir kısmı da şahsi ve ailevi etkenlerden kaynaklanan tamamen ferdi olaylardır Müslüman Kardeşlerle en ufak bir ilgisi yoktur. Dinden Siyasete Kayma Yolundaki Suçlamanın Saçmalığı Ne saçma ne boş iddia bu İslamı bilmemekten kaynaklanıyor. Kardeşler siyasete karışmıştır da ne yapmıştır Ülkenin özgürlük ve haklarına sahip çıkmıştır. Sosyal konum ve şartlarının İslamdan bütün bütüne soyutlanmamasını istemiştir. Bu da İslamın bizzat kendinden kaynaklanan haklı bir istektir ve dinin ayrılmaz bir parçasını teşkil eder. Kardeşler kesinlikle ve hiç bir zaman particilik oyunlarını siyasi çıkar hesaplarını esas a-larak eylemde bulunmamıştır. Sadece meselelere vatanın çıkarları açısından bakan halis milliyetçilik ruhuyla hareket etmiştir. Yönetim şeklini değiştirmeye çalışmak yolundaki suçlama ise suçlamaların en şaşırtıcı olanıdır. Bir kere Mısırdaki yönetim ya dinidir yani anayasaya göre devletin resmi dini İslamdır ya da medenidir yani halk iradesine ve halk hürriyetine saygı esasına dayanan demokratik bir düzendir. Peki Müslüman Kardeşler bu iki düzenden birini mi değiştirmeye çalışacaktır böyle bir şey düşünülebilir mi hiç Gerçek şu ki yönetim şeklini değiştiren bizzatJ hükümetlerdir. Çünkü İslam ahkamını bir yana attılar a-J nayasanın ruhunu çiğnediler. Su ortama bakın bir her taraf kötülüklerle dolu içki kumar oyun eğlence fesat yuvaları birer illet gibi sarmış ülkeyi şu çiğnenen farzlara herşeyin sahibi Yüce Allahın kitabına aykırı kaynaklardan beslenen hüküm ve davranışlara bakın. Bütün bunlar hem İslamı yıkmaktır hem de toplum düzenini değiştirmektir. Başka ne anlama gelir ki Fert ve toplulukların maruz kaldığı şu zulümler hürriyetleri yok etme meclis ve parlamento haysiyetini çiğneme yolundaki girişimler seçimlerde halkın iradesine karşı girişilen ihanetler yalan ve dolanlar. Anayasa esasına dayanan yönetim şeklini değiştirmeye yönelik eylemler asıl bunlardır. Bunların sorumlusu da her halde Kardeşler değil zorba yöneticilerin bizzat kendileridir. Kardeşler sadece durumu düzeltmek istiyor. Davetten eğitimden ve iyi yönlendirmeden başka bir şey olmayan bilinen meşru bir programla dini ve dünyevi durumlara istikamet vermek istiyor. Evet sadece bunları istiyor. Bu da her vatandaşın en tabii hakkıdır buna ancak zalim zorba egemen güçler karşı çıkar. Ancak ne yapabilirler ki Allah ki çepçevre sarmıştır onları. Silah Cephane ve Patlayıcı Madde Konusu Evet çalışan ve eylem halinde olan Kardeşler - 235 topluluğu çeşitli yerlerden silah temini hususunda Filistin Arap yüksek heyetine yardım etmiştir. Filistinli Kardeşler silah almak için Mısıra geldiğinde onlara da yardım etmişitir. Arap Birliği de bu yolda resmen yardımda bulunmuştur. Önce Süveyşli Kardeşler sonra da sırasıyla Nusayrat ve Bericli Kardeşler adıyla mükemmel bir askeri birlik donatmıştır. Müslüman Kardeşler Filistin ve Arap topluluğuna mensup mücahidlere ait bu silahları hükümetin bizzat kendisi çok iyi bilmektedir. İşte bütün bu silahlar Filistfi davası için hazırlanmış biriktirilmişti. Ne var ki kimi zaman çıkar hesaplarına kapılan kimi zaman da zorbalara kendini teslim eden bu istikrarsız hükümetler bu davayı mahvettiler. Sonunda işte bu yürekler yakan hazin netice doğdu. Fesih Sebeplerinin Altında Yatan Gerçekler Şehid İmam kaleme aldığı müzekkerelerinde Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi olayının arkasında yatan gerçek sebepleri anlatıyor ve diyor ki Mademki İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterinin müzekkeresinde zikrettiği sebepler boş şeylerden ibarettir ileri sürdüğü suçlamalar da asılsızdır o halde fesih kararının çıkarılmasına esas teşkil eden gerçek sebep nedir Cevabımız Şu 1- Yabancı Baskı İngiltere Fransa ve Amerika sefirlerinin 6 Aralık 1948 günükü Fayd toplantılarından sonra Nakraşi Paşaya Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi gereğini içeren bir rapor vermişlerdir. Bunu Genel Mürşide İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterinin bizzat kendisi ikrar etmiştir. Bu ilk kez görülen bir istek değildi öteki Mısır hükümetlerine de aynı şekilde isteklerde bulunulmuştur. Ama hepsi de bu yoldaki istekleri reddetmiştir. İngiliz sefareti 1942 de ikinci dünya savşının en kızgın döneminde Nahhas" Paşanın yüce katından Kardeşlerin feshini ve faaliyetlerinin durdurulmasını istemişti. Nahhas Paşa Genel Merkeze dokunmadan yalnızca şubeleri kapatmakla yetinmişti. (elEsas gazetesi bir yetkiliye ait şu tek cümlelik açıklamayı yanınlamışıtır Hükümeti Kardeşlerin feshine zorlayan yabancı baskılardır) 2-İngilizlerle Görüşmelere Zemin Hazırlamak Özelde genelde herkes bilir ki Müslüman Kardeşler ülke hakları üzerine yapılacak pazarlıklar husunda en büyük en çetin engeldir. Nitekim yabancı basın buna aynıyla işaret etmiştir. Bu durumda Kardeşler Cemaatının feshi beklenen görüşmelere zemin hazırlamak bakımından en tabii yoldu. 3- Filistin ve Sudan Davalarındaki Başarısızlığı örtmek Mısır ve diğer Arap hükümetleri Filistin ve Sudan davalarında destanlık çapta başarısızlığa uğradılar. Hükümet Müslüman Kardeşlerin bütün herşeyin ve bu başarısızlığın temelinde yatan sebeplerin içyüzünü bildiğinin çok iyi farkındaydı. Günün birinde bunların hesabını soracağını da biliyordu. İşte bu icraatıyla elini çabuk tutmak ve herşeyi örtbas etmek istemiştir. 4- Seçimleri Mutlaka Kazanma Hırsı Yönetimin başındakiler gelecek seçimleri Ekim 1949da yapmayı kurmuşlardı içlerinden. Yeni dönem milletvekili seçimlerini yine bilinen usullerle kazanabileceklerini umuyor ve bekliyorlardı. Ama aynı zamanda Kardeşlerin ağırlığını düşüncelerinin millet ruhunda ne denli köklü bir yere sahip olduğunu da biliyorlardı. Bu durumda Kardeşleri safdışı etmeye yönelik hesaplar içine girmeleri gayet normal ve tabii idi. Böyle bir darbe indirerek onları milletten uzaklaştırmaya ve bayraklaştır-dıkları cihadı meçhule gömmeye çalışmaları kaçınılmazdı. 5- Gizli Parmaklar Gizli parmakların bu işteki rolünü asla gözden ı-rak tutamıyoruz. Bu davete başından beri düşman olan ve yolunu tıkamak için fırsat kollayan kötü niyetli kişilerin desiselerini de unutmuyoruz. Dünyü Yahudiliği beynelmilel Komünizm küfür ve inkarın uşakları ve daha niceleri. Bütün bunlar daha ilk günden itibaren Kardeşleri ve onların davetini önlerinde aşılmaz bir set olarak gördüler. Bu set önlerinde durduğu sürece her türlü ifsat ve tahrip girişimlerinin sonuçsuz kalacağını bildikleri için olanca güçleriyle yüklendiler. İmanlarının gereğini yerine getiren müminlere karşı düşmanca bir saldırıya geçen Mısır Hükümeti bu tasarrufu gereçekieştirirken sapık ve saptırıcı küffarın gözü gönlü olma ödevini görüyordu. Şikayetimiz yalnız Allahadır Allah ki hükmünü geçirendir ancak insanların pek çoğu bilmeztir Müslüman Kardeşler Topluma Neler Vermiş Bunları altı madde halinde sıralayabiliriz 1-Yeni Bir Düşünce ve Yeni Bir Şuur Müslüman Kardeşler İslamın hem bir din hem de dünya hayatını yönlendiren bir sistem hayatı bütünüyle kucaklayan bir nizam olduğunu duyurdu. Hiç bir insaf sahibi Kardeşlerin bu alandaki payını başarısını tartışamaz. Onların tuttuğu ışıkladır ki duygular vicdanlar uyandı zihinler aydınlandı. 2- Yeni Bir Nesil Kardeşlerin daveti yepyeni bir nesil yetiştirdi. Bu nesil bir düşünce sistemiyle yaşar bir gaye için çalışır ve bir inanç uğrunda mücadele eder. Verir almaz Allah yolunda ve Onun rızası uğrunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Dünya şehvetlerine iltifat etmez özel bir zevk özel bir hüküm ve yüksek bir felsefe ile toplumda seçilir seçkinleşir. Oysa Mısırlı vatandaş gurbetten hoşlanmaz hicreti sevmez ölümden kaçar cihadın getireceği riskten korkardı. Kardeşlerin daveti ki geldi güçlü bir eğitim yoluyla bütün bu zaaflara karşı savaştı. Aydınlık ruhların önüne yine aydınlık bir hedef koydu. Böylece muhtar güçlü aziz kerim atılgan ve yılmaz bir nesil boy attı yetişti. 3- Okullar Yüksek Okullar ve Camiler Kardeşlerin sadece Mısırda 2000 şubesi vardı. Sudanda 50 şubesi bulunuyordu. Hepsi de halk kültür merkezleri durumundaydı. Pek çoğu da din ve ilim ocakları olarak kuruldu bir kısmı da okullar şeklinde. 4- Şirketler ve Fabrikalar Davet gençliği serbest ekonomi alanına yönlendirdi pek çok şirketin kurulmasına onlara bağlı fabrikaların açılmasına yardımcı oldu. Ekonomik ruhu gönüllerde bir coşku halini almaya başladı. 5- Basın Gazete ve Dergiler Kuşkusuz davet yayınladığı kitap dergi ve gazetelerle Mısır toplumunu yüklü bir kültür gıdasıyla besledi güçlendirdi. Günlük el-İhvan Gazetesi aylık eş-Şihab Dergisi ve haftalık el-İhvan Dergisi gerçekleştirilen yayınlar arasındadır. 6- Tıbbi Müesseseler Spor Kulüpleri ve Hayır Dernekleri Bütün bunların ötesinde Kardeşlerin daveti bütün Arap ve İslam ülkelerindeki yaşayan faal unsurları toplayıcı bir birlik ödevini yerine getirdi. İşte bu konumuyla hem Arap birliğinin hem de İslam birliğinin en güzel temsilcisi oldu. Bu Bildirinin Muhatapları Kimler Bu bildirinin muhatapları değerli alimler hatipler imamlar müftüler şeri hakimler senato ve meclis başkanları senatörler milletvekilleri kurullar cemaatlar yazarlar basın mensupları ve eli kalem tutanlar. Saydığımız bu zevata ve bütün bir millete işbu bildiriyi sunuyor ve mücadelesini verdiğimiz davayı gözlerinin önüne seriyoruz. Okusunlar da maruz kaldığımız zulüm ve saldırıların ne korkunç boyutlara ulaştığını anlasınlar bizimle beraber bu korkunç gidişe karşı durup cihad versinler. Tehlike ortada Ferdin topluma tahakkümü kanun ve hukukun bir yana itilmesi otoritenin fert ve cemaatlar arasında ayırım yapması Gücümüz yettiğince haklarımıza sahip çıkacağız^ bu uğurda cihad edeceğiz. Şayet bu şerefli nezih hayaf kaybedersek herhalde aynı derecede şerefli ve nezif bir ölüm kazanmış olacağız. Hiç olmazsa onu kaybetme yiz. Müslüman Kardeşler Cemaatını Tasfiyede Kullanılan Usul Kardeşlerin Filistinde bir kampı vardı.Mücahid Kardeşlerden oluşan bu kamp umumi orduya ve onun genel komutanlığına bağlı savaşçı birliklerden birini teşkil ediyordu. Fedailer de Kardeşlerden başkası değildi. Çünkü onlar yalnızca Allah rızasını istiyorlardı. Yeryüzünde ne ululuk peşinde koşuyorlardı ne de fesat. İktidarda gözleri yoktu. İşte bu askerler bir gece her zamanki gibi silahlarını yerlerine koyup normal uykularına yatmışlardı. Sabahleyin bir felaketle uyandılar. Kardeşler fedailerinin komutanlarından Kamil Şerifin adı anons ediliyordu. Ya takheden çıkan Kamil Şerif görüşmek için Tuğgeneral Fuad Sadıkın yanına gidince komutanın şu sözleriyle karşılaştı Şu andan itibaren silahlarınızı alamazsınız Ve ekledi Bize kızmamanızı rica ederim. Çünkü ortada Müslüman Kardeşler Cemaatının feshedildiğine dair siyasi bir karar var. Kahirede çıkan karar bize de tebliğ edildi. Biz burada hem kardeş hem de savaşçı olarak bulunuyoruz. Karar dolayısıyla bize tepki göstermemenizi ve savaşın seyrine yönelik herhangi bir karşı harekette bulunmamanızı rica ediyorum. Eğer isterseniz Kahire ye dönebilirsiniz. Dilediğiniz takdirde de askeri inzibat çerçevesi dahilinde cephede bizimle beraber kalabilirsiniz gerektiğinde orduya yardım edersiniz. Filistine gidiş sebeplerini teşkil eden görevlerini yerine getirmek için kalmayı tercih ettiler. Özellikle Genel Mürşidin gönderdiği mektubu aldıktan sonra. Üstad mektupta huzur ve nizama titizlikle uymalarını olanca güçlerini harcayarak kesin zafere kadar Filistini kurtarma hareketine devam etmelerini istiyordu. Zaferi verecek olan Allah idi ve O zafere en iyi ulaştırandı. Böylece mücahid Kardeşler tutuklananlar meya-nında ordu müfreze yedekleri abasında kalakaldılar. Filistindeki Kardeşler işte böyle kıskaç altına alındılar. Hayır Yahudiler tarfından değil. Hele silahdan arındırılmalarından sonra bu işe ortak olanlar bir yandan Mısır Başba-nı Mahmud Fehmi Nakraşi bir yandan da Ürdün ordu komutanı İngiliz Celup idi. İsrail ise bu arada olanlardan dolayı zil çalıp oynuyordu. Hiyanet çevresinde buluşup birleşen taraflar şöyleydi Ürdün kralı Abdullah Mısır kralı I. Faruk ve Siyonistler. Tarih adına anmak durumundayım ki Kardeşlerle beraber onlar gibi cihad eden başkaları da vardı. Liderleri merhum Emin el-Hüseyni idi. Bunlar da tıpkı Kardeşler gibi Allah yolunda cihad ediyordu çamurun ve maddenin sancağı altında değil. Büyük kıyım tamamlansın diye tabi onların da defteri dürüldü. Kardeşleri savaş meydanından silme planı işte böyle gerçekleştirildi burada. Mısırda ise Nakraşi ailesini ziyaret etmek için savaş meydanından Mısıra gelen Müslüman Kardeşe tekrar Filistine dönüş izni vermeme kararı aldı. Üstad Muhammed Fergali ordunun fedai ihtiyacından dolayı gönüllülerden oluşan bir kuvvet toplamak için Mısıra gelmişti hemen tutuklanıverdi. Kardeşler baktılar ki herhangi bir sebeple Mısıra gidenler bir daha geri dönemiyor savaş meydanında kalmayı ve hiç ayrılmamayı tercih ettiler. Mısırdaki aile ve emlakini tamamen Allaha emanet etmişlerdi. Dahası var Yahudiler Ekim 1948 de ikinci barış anlaşmasını bozmuş ve Falucada ordumuzu kuşatmışlardı. Kardeşlerse bu anlaşmaya daha başından karşı çıkmışlardı. İşte bu olayda Nakraşiye Hasan elBenna-nın kuşatmayı kırmak için çok sayıda gönüllü göndermek istediği yolundaki ricası iletildi tabi Nakrkaşi bunu reddetti. Kuşatma sürdü ve sonunda Nakraşi öldürüldü. Kuşatmayı Şubat 1949 da yine de subayları Maruf el-Hu-dari komutasında Filistindeki Müslüman Kardeşler kırdı (1) hem de haklarında tutuklama kararı çıkmışken. Sonra dönüp zindanlarına girdiler. Çünkü onlar Filistinde sadece Allah için cihad ediyorlardı. Ne orduya kinleri vardı ne de topluma karşı. Onlar bütün tabakalarıyla bütün bir milleti müdafaa ediyorlardı. Ne var ki Mısırın ahmak politikacıları siyonizmin ağına düşmüştü. Kardeşler Yönetimi Ele Geçirmek istemiyor Cemaatın feshinden önce savaş alanından dönen Kardeşlerden biri Şehid İmama giderek kendisinin ve Nakraşi tarafından Filistine dönmesine izin verilmeyenlerin Krala ve Nakraşiye karşı bir protesto hareketi düzenlemesine izin verilmesini istedi. Merhumun cevabı şu oldu Yunanistanda olduğu gcbi bir iç savaşın çıkmasını mı istiyorsun. Hayır asla. Sabredeceğiz katlanacağız kan akıtmayacağız. Elbette bir fırsat doğacak güzel bir şekilde haklarından geleceksin. Ama şimdi Allah bize yeter dostumuz sahibimiz Odur O ne güzel Mevla ne güzel yardımcıdır. Kardeşler yeryüzünde sulta kurmak istemiyordu. Kendisinden başka tanrı olmayan Allahı şahit tutarak söylüyorum ki bir keresinde Genel Mürşid Hasan el-Hü-daybi ile oturuyordum. Dedim ki Kardeşlerime bir soru sordum Şayet bizden Genel Mürşidin cumhurbaşkanı olmasını isteseler kabul edermisiniz dedim. Benim görüşümü sordular. Ben kabul etmemesi gerektiği fikrini ileri sürdüm. Bu işi Mürşidin ve Kardeşlerin sahip olduğu halk eğitimi konularındaki deneylerden uzak herhangi bir siyaset adamının üstlenmesi gerkir dedim. İlave ettim Senin de böyle bir teklifi reddetmen gerekir İslama davet eden bir adam olarak kalmalısın. Çünkü İslam da-vetçisi yeryüzünde İslam adaletini hakim kılmayan ve O-nun davetini yaymayan kraldan da cumhurbaşkanından da üstündür Allah katında. Genel Mürşid şu karşılığı verdi Doğru söylüyorsun. Ben cumhurbaşkanlığını da başbakanlığı da kabul etmem. Aziz ve Celil olan Allaha davet eden bir nefer olarak kalmayı tercih ederim. Seyyid Kutub da 1964 yılında tahliye edildiğinde kendisine Irakta büyük bir makam teklif edilmiş fakat daveti bırakıp da rahata çekilmeyi istemediğinden bu teklifi anında reddetmişti. Arap Birliği Genel Sekreteri Abdurrahman Azzam Paşa Kardeşlerin Filistindeki kahramanlıklarına ve Arap devletleri komutanlıklarının haklarındaki övgülerine dair duyduklarını içeren bir rapor sunmuştu Kral I. Faruka. Bunun üzerine Kral Azzam Paşadan haber göndererek Genel Mürşidin Nakraşi kabinesine Cemaat adını değiştirerek başka bir ad altında üç üye vermesini istedi. Genel Mürşid-Azzam Paşa görüşmesini izleyen günün akşamı İrşad Bürosu bir toplantı yaptı ve oybirliğiyle hükümete katılmama kararı aldı. Nitekim Nasır da aynı yolda tekliflerde bulunmuş ve aynı şekilde onun teklifleri de reddedilmiştir. Her iki dönemdeki bu tavır gerek Kralı gerek Nasırı aleyhlerine harekete geçiren etkenlerden olmuştur. Ne diyelim her işin sonu Allaha aittir. Biz açıkça mükemmel bir plan düşüncesine sahip olamak istiyoruz. Biz İslamı anlayan onu uygulayan ve kalkınmanın kurallarını ondan alan yepyeni bir nesil istiyoruz. Öyle bir nesil yoğrulmalıdır ki Hazreti Ömer dö-mindeki nesilde olduğu gibi onun da geri saflarında en üst düzeydeki yöneticiye hakkı söyleyen kadınlar bulunsun. Olay meşhurdur Hazreti Ömer kadınlara verilen mehrin sınırlanması huşunda teklifte bulununca arka saflardan bir kadın itiraz ederek Bu teklifinizin Kuranda yeri yoktur Allah Bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız (Nisa/20) buyuruyor. Allah mehir konusunda yükten söz ederken sen nasıl olur da onu sınırlarsın Yapman gereken tek şey Kadınların en az miktarda mehir alanları en çok berekete sahip olanlarıdır. buyuran Allah Resulü gibi halktan mehir hususunda kolaylık göstermesini istemendir bu yolda ö-ğüt vermendir. Ama en iyisi bu işi onlara bırak. Çünkü Allah bu hususta insanları mecbur etmemiştir. Eğer isteseydi elbette ederdi. Hazreti Ömerin cevabı şu oldu Kadın haklı Ömer yanıldı Bu düzeyde teşrii fıkıh bilgisi ve idrakine sahip Müslüman kadın istiyoruz. Fıkhını dinini iyi öğrenmiş zeki çocuk istiyoruz. Şu örnekte olduğu gibi Sokak ortasında oynayan çocuklar Hazreti Ömerin geçmekte olduğunu görünce heybetinden korkup kaçmışlardı yalnız içlerinden biri aldırmayarak olduğu yerde dimdik ayakta duruyordu. Hazreti Ö-mer Arkadaşlarınla birlikte niçin sen de kaçmadın diye sorduğunda Suçlu değilim ki kaçmak isteyeyim sokak da dar değil ki onu genişletme derdim olsun cevabını vermiştir İşte böyle bir çocuk. Kendisinden hesap sorma ve hesap verme konusunda tartışma hakkına sahip olduğumuzu kabul eden müslüman bir hakim istiyoruz. Tehdit etmeden korkmadan tir tir titremeden krala cumhurbaşkanına hata ettin diyebilen adam istiyoruz. Arkasında kendisini zindanları atılmaktan koruyacak bir halk kitlesinin de bulunduğu bir adam. Ebedi düsturu koruyacak hakkında Ne önünden ne de arkasından batıl yaklaşamaz ona o Hakim ve Hamid (olan Allah) katından indirilmiştir. (Fussilet/42) buyrulan semavi düstura saygı gösteren iktidarı koruyacak işte bu Müslüman halkı ve bu Müslüman fertleri istiyoruz. ŞEHİD İMAMA KOMPLO "Allahın ayetlerini inkar edenleri baknz yere peygamberleri öldürenleri insansanlardan adaleti emredenlerin canlarına kıyanları can yakıcı bir azapla müjdele. Onlar dünya ve ahirette amelleri boşa çıkacak olanlardır. Onların biç yardımcıları da yoktur. Ali İmran suresi 21-22 Mısır ve Filistinde Kardeşlerin iktidar makamları karşısındaki konumu yukarıda anlattığımız gibiydi. Her-şey artık oldu bitti safhasına girmiş görünüyordu. Merhum Hasan el-Benna dedi ki Mademki Müslüman Kar deşler Cemaatını feshettiniz ve Mısırda olsun Filistinde olsun tüm üyelerini tutuklayıp Tur dağındaki sürgün kampına gönderdiniz öyleyse beni de onlarla birlikte tutuk-layınız. Çünkü onları eğitip yetiştiren benim. Beni tutuklamamakla öldürmeyi planlıyorsunuz. Kardeşlerim zindandayken burada benim serbestçe yaşamam haram olsun. Bırakın da herhangi bir Arap ülkesine gidip orada yaşıyayım Rabbime hicret edeyim. Yine hayır dediler öyleyse dedi Üstad Hacı Abdullah Nebravinin çiftliğin de ikametim sağlansın sınırlansın. Yine hayır dediler. Peki sonra Her siyasi lider siyasi parti başkanı gibi o da bir iyük cemiyetin başkanı olarak tabanca taşıma ruhsatı-a sahipti. Bu ruhsatı alarak tabancasına el koydular ta-> kendini savunmasın diye. Binmekte olduğu bir otomo-b vardı onu da elinden aldılar. Otomobil kız kardeşinin kocası Abdulhakim Abidin Üstadın idi. Kardeşi merhum üstad Adulbasit el-Benna komplonun ayak seslerini duymaya başlayınca onu mutlaka korunması gerektiğini anladı. Ama fırsat vermeden tutuklayıp hapse attılar. Artık herşey gittikçe daha belirgin bir biçimde ortaya çıkıyordu. Planlanan komplo sinyallerini vermeye başlamıştı bile. Gizlenmesi ya da kaçması yolunda kendisjne tavsiyelerde bulunuldu. Gülümseyerek şu mısraları okuyordu Ne gün gelir ölüm dayanır kapıma Gücü yetmez kimsenin bellidir o gün. Kaçmak mı böyle bir günden asla Kurtarmaz takdirden tedbir dediğin. Kocalarının babalarının Turda silah çemberi içine düşmesi sonucu aç kalan kadınlara çocuklara duyduğu şefkat bu köşeye sıkıştırılmış adamın kalbini parçalamıştı adeta. Durmadı kendini aç çocukların aç dulların babası yerine koydu. 150 cüneyh ödünç para alarak doğruca merhum Abdullatif Şaşainin evine giderek Ey Ab-dullatif bu meblağı filancadan ödünç aldım eğer yaşarsam ben öderim şayet ölürsem sen halledersin. Bu meblağı al yiyecek içecek bulamayan dullara açlara bölüştür dedi. Robert Jackson anlatıyor Gece mahut emri görevli kişiden tebellüğ etmek için uyandığında ellerini kulaklarına götürerek zindanlarda babaları kaybolan çocukların feryatlarını duyuyorum diyordu. (1) İslam davetçisi hiç bir suretle davetinden geri durmaz onun uğrunda her türlü güç engeli aşar. Kamış boru içine doldurulmuş hayat suyu gibidir dışarı taşması önlenemez. İşte o nedenle fmam kurucu üyesi de olduğu Kahire Müslüman Gençler Cemiyetine gidip geliyordu. Bu cemiyetle olan iyi ilişkilerinin sürmesine büyük önem veriyordu. Hem de başka hiçbir cemaatın başaramadığı şekilde dört bir yana yayılıp serpilen kendi cemaatının onca külfeti altında yorulurken Sık sık gittiği bu cemiyette müslüman gençlerle oturur ve onlarla din konusunda sohbetler yapardı. Bir gece onlara şunu anlattı Rüyamda Ömer bin Hattab Efendimizi gördüm yanıma gelerek sesinin en yüksek tonuyla Yakında öldürülecek sin ey Hasan dedi bana. Uyanıp kalktım Allaha hamdettim. Sonra tekrar uyudum ikinci kez bir ses geldi Yakında öldürüleceksin ey Hasan diyordu. Kalktım sabaha kadar namaz kıldım. Bunlar gökten gelen uyarılardır. Allaha kavuşmak için hazırlık yapmam isteniyor. 9 Şubat 1949 günü de İmamın yanında ikametine izin verilmesini istediği Hacı Abdullah Nebravi tutuklandı. Nebravi aynı zamanda Genel Mürşidle Hükümetin arasını bulmaya çalışoyordu. Onunla birlikte Müslüman Gençler Cemiyeti yönetim kurulu üyesi ve Büro Müdürü Üstad Muhammed Naği ve Posta İşleri Genel Müdürü Başbakan İbrahim Abdülhadinin de yakını Ali Zeki de tutuklandı. 10 Şubat Cuma günü ise Muhammed Naği Üstad el-Bennayı yanına çağırdı. Bu işle de Müslüman Gençler Cemiyeti Gençlik Şubesi Başkanı Üstad Muhammed Yusuf Leysiyi görevlendirdi. Üstad elBennanın evine giden Leysi onu 11 Şubat Cumaertesi akşamı saat 5te Müslüman Gençler Cemiyeti binasında Naği ile görüşmeye çağırdı. Görüşme sırasında Naği telefonla devlet bakanı üstad Zeki Alinin evini aradı ama bulamadı. Üstad akşam 8e kadar Naği ile arabulucu bakanı bekledi. Ancak bakan gelmedi. Bunun üzerine Naği ertesi gün yani 12 Şubat günü sabah görüşmek üzere ayrılıp gitti. Nağinin Ustaddan bütün istediği silahları ve kardeşlere ait radyo istasyonunu teslim etmeleri idi. Üstadın cevabı şu cMu Bu herkesin bildiği bir şey. Ancak konunun enine boyuna araştırılması ve bir sonuca varılması için tek yol tutukluların salıverilmesidir. Saat 20.15 de Üstad hısımı Avukat Abdülkerim Mansur ile birlikte çağırdıkları bir taksiye binmek için a-şağıya indi. Leysi kapıya kadar onları uğurladı. Bu sırada Cemiyet müstahdemi geldi ve Leysiye Telefondan isteniyorsun cinayetin sonucu soruluyor dedi. Leysi derhal geri dönmüştü. Üstad bir de baktı ki her taraf zifiri karanlık Müslüman Gençler Cemiyetinin bulunduğu Ramses Caddesinin ışıkları tamamen söndürülmüştü. Cadde üzerindeki kahvelerde oturanlar da oradan uzaklaştırılmıştı. Ayrıca trafik durdurulmuş ve vasıtalara başka bir geçiş yolu verilmişti. Ta ki İmam Cemiyet binasından çıktığında kapının hemen yanındaki taksiden başka bir taksi bulamasın. Aynı zamanda bir hukuk adamı da olan arkadaşı ve akrabası Avukat Abdülkerim Man-surla birlikte arabaya biner binmez birden kurşun yağmuruna tutuldu. Gözü dönmüş caniler kurşun yağdırıyorlardı. Çünkü onlar arslandan korkarlardı isterse tırnakları kesilmiş olsun. Kurşunlarını boşalttılar ve 9979 numaralı siyah bir polis arabasıyla kaçtılar. Bu alçakça komployu düzenleyenlerin Muhammed Said ve Ahmed Hüseyin adlı iki sivil polisle Emniyet Müdürü kaymakam Mah-mud Abdülmecid olduğu anlaşıldı. Plana göre Merhum İ-mamın başı kral I. Faruka doğum günü armağanı olarak sunulacaktı. Ne ki Hasan el-Benna güçlüydü gençti ve henüz 43 yaşındaydı. Ağır yaralı durumda arabadan indi ve canileri kaçıran otomobilin plaka numarasını alarak Cemiyet binasına girdi. Üstad aldığı kurşun isabetlerinden etkilenmeyen o mümin ve güçül hafızasıyla telefonu çevirdi ve bizzat ilk yardımı aradı. Leyside olay mahal-lindeydi ve sonra tanık olarak dinlendi. Canileri kaçıran ve hemen oradan uzaklaşıp gözlerden ırak olan arabanın plaka numarasını biliyordu Siyasi kalem subayı Sağ Muhammed Cezzar numarayı bir daha ağzına almaması konusunda kendisini uyardı. İmam önce ilk yardıma kaldırıldı daha sonra da Kasrul-ayni Hastahanesine. Tedavi için hastahaneye girmek isteyen müslüman doktorlara engel olundu. Kral durmadan hastahaneyi arıyor ve Hasan el-Benna öldü mü diye soruyordu. Hayır henüz ölmedi cevabı veriliyordu. Merhum sürekli kan kaybediyordu. Hiç bir doktor kendisine ilk yardım müdahalesinde bulunmaya cesaret edemiyordu. Yarası gidip gelmeye ve telefon etmeye kadar müsait olan bu insan kasıtlı ihmalden ve kan kaybından öldü. Bir fincan kahve istediği ve hayatının sona ermesine işte bu bir fincan kahvenin sebebiyet verdiği de söylenir. Sabah saat lde babasına vefat haberi duyuruldu. Resmi makamlar ayrıca babasına başsağlığıya da cenazenin kaldırılması gibi nedenlerle herhangi bir suretle gösteri düzenlenmeyeceğini taahhüt ettiği takdirde cesedi alabileceğini bildirdi. Yaşlı babası cenazeyi aldı. Resmi makamların aldığı tedbirler sonucu hiç kimse eve yaklaşamadı cenazenin teşyiine katılmadı. Babası yıkadı ve kefenledi. Cenazeyi kabre sadece yaşlı babası Mükrim Abid Paşa ve üç kadın taşıdı. Cenaze namazı Kaysun Camiinde kılındıktan sonra tanklar ve zırhlı araçların kontrolü altında İ-mam Şafii mezarlığındaki toprak seviyesinde bir kabre son karargahına götürüldü. Bu arada tutuklanmaktankurtulabilmiş bazı Kardeşler engin vefa duygularının verdiği bir heyecanla ne olup bittiğini yakından görebilmek için el-Hilmiye meydanında toplanmışlardı. Baktım durum çok ciddi bir tehlike gösteriyor gördüğüm ve rastladığım herkese hemen dönüp gitmesini söyledim. Bende hüzün ve acılar içindeki Darul-Uluma gittim başsağlığı dilemek için gelen gözü yaşlı talebeleri karşılıyordum. Halen hükümet ortağı olan katil Sadi ve Düsturi partilerinin mensupları ise Darul-U-lumum övüncü ve umudu olan böyle bir İslam mücahidinin kaybından duydukları üzüntüyle İslamcı ve milliyetçi davaya hükümetlerinin yaptığı bu caniyane ihanet karşısındaki utanç hisleri arasında kimsenin yüzüne bakamı-yorlardı. imamın Öldürülmesi Olayı Hakkındaki Soruşturma İmamın öldürülmesi olayı hakkındaki soruşturma İbrahim Abdülhadi döneminde üç ay sürdükten sonra katillerin bilinemediği gerekçesiyle askıya alındı. Hüseyin Sırrı kabinesi döneminde soruşturmaya tekrar başlandıysa da yine askıya alındı. Nahhas Paşa hükümeti döneminde üçüncü defa başlatılan soruşturma yine sonuçsuz kaldı. Devrim döneminde dördüncü defa gündeme gelen soruşturma krallık döneminin skandallannı ortaya çıkarmek amacıyla ciddi bir görünüm kazandı. 1954 A-ğustosunda görülen davada mahkeme şöyle karar verdi Sivil polis Ahmed Hüseyin Cada 25 yıl hapis cezası. Miralay Mahmud Abdülmecid. ve şoför Muhammed Mahfuza 15er yıl hapis cezası. Binbaşı Muhammed Cezzara I yıl çalışma zorun-luluğuyla birlikte. Ancak hiçbiri cezalarını tam çekmeden kendilerini yargılayan devrim mahkemesinin hükümeti tarafından salıverildiler. Çünkü haklarında af kararı çıkmıştı. Mahkeme ayrıca Şehid İmamın varisleri için öğrenimlerini tamamlayıncaya kadar maaş bağlanması kararını verdi. Allah İmamın çocuklarına bizzat kendisi sahip çıktı ve hepsi de yüksek seviyede öğrenim gördü. Allahın bir lütfü ve nimeti olarak. Hasan el-Bennanın öldürülmesine NakraşF-nin Öldürülmesi mi Neden Oldu 48 ve 49 lu yıllara ilişkin Kardeşlere yöneltilen suçlamaları tartışan Doktor Meetshal Kardeşlerin başına gelen bunca dert bela ve Mürşidlerinin öldürülmesi Nakraşinin öldürülmesi olayından mı kaynaklanıyordu a-caba ana sebep bu muydu diyor ve sorusunu yine kendisi cevaplandırıyor Kardeşlerin başına gelenler hiç şüphesiz Nakraşinin öldürülmesinden kaynaklanmıyor sebep bu değil. Ancak şu var ki iş başındaki iktidarın Cemaata karşı kuşkulu olduğu düzen ve adamları hakkında bir tehlike olarak gördüğü de bir gerçekti. İngiliz sefirinin bu iş için maddi destek sağladığı yolundaki söylentilerse isbata muhtaçtır. Ayrıca Cemaatın sömürgecilik ve komünizme maşalık ettiği yolundaki iddia ise tartışma konusu edilmesi güç söylentiden ibarettir. Şüphesiz Kardeşler sendikacılık alanında belirgin bir ağırlık ve faal konuma sahipti. Çünkü işçi kitleleri çevresinde toplanmış ve haklı olarak onu bu alanda söz sahibi etmişti. Şubralhaymedeki işçi grevlerinde komünistler grev sırasında Kardeşlere kötü bir oyun yapmaya kalkışmışlar ve Kardeşler de grevlere taraftar olmadıklarını bildirerek onlara güzel bir ders vermişlerdi. Tabi sonunda işçiler komünistlerden tamamen ayrılıvermişti. Peki Nakraşi Niçin Öldürüldü Nakraşinin öğrenci olan katili Abdülmecid Hasan basının aynen yer verdiği gibi bu cinayeti kendisine mubah kılan sebepleri şöyle sıralamıştı 1- Müslüman Kardeşler Cemaatını feshetmesi. Mensuplarını zindanlara tıkması ve mallarını yağmalaması. Oysa bu Cemaat işgal altındaki İslam ülkelerinin kurtuluşu için İslamcı eylemin güç kaynağıydı. Hurafelerden tertemiz arınmış İslam terbiyesinin sözcüsü ve yürütücü-süydü. 2- Filistini kaybetmesi İsraille birlikte uluslararası andlaşma masalarına oturması ve yahudilerin ülkeye girişine göz yumması. 3- Sudan meselesi ve Sudanı Mısır - İngiliz görüşmelerini kapsayan ortak çalışma pragramlarından çıkarması. İşte diyordu Abdülmecid Hasan Nakraşiyi bu i-hanetlerinden dolayı öldürdüm. . O halde Hasan el-Benna Niçin öldürüldü Hasan el-Benna askeri hakimi Kardeşlerden olan Kudüs Cumhuriyetini düşürmek ve bölgedeki İsrail varlığını garanti altına almak için öldürüldü. Hasan el-Benna İslam ilkelerini savunduğu içinöldürüldü. Hasan el-Benna İslam hakimiyetini gerçek anlamda sağlamak ve İslam ümmetini sağlam bir İslami yapıya kavuşturmak istediği için öldürüldü. Hasan el-Benna Arap ve islam ülkelerindeki çalışan halkı aç bırakan süründüren zorba tahakkümcüleri kaldırmaya çalıştığı için öldürüldü. Hasan el-Bennayı kısacası zorbalar öldürdü. Müslüman Kardeşler Cemaatını onlar feshedip masum insanları süründüren zindanlara tıkıp işkencenin her türlüsünü tattıran hep onlardı. Savcılık Raporu Müslüman Kardeşler İbrahim Abdülhadinin başbakanlığı döneminde tutuklanmış ve türlü işkencelere uğratılmıştı. Şehid İmam Hasan el-Benna da yine bu dönemde öldürüldü. İşte bütün bu olaylardan dolayı eski Başbakan İbrahim Abdülhadi 1950 lerin başlarında mahkeme önüne çıkarıldı. Duruşmada Genel Savcı iddianamesini okurken şunları söyledi Merhum ve mağfur Üstad Hasan el-Bennanın uğrunda şehid olduğu davet davasının amacı hiç şüphesiz ıslahdı her türlü fesadın esası kaynağı olarak kabul ettiği sömürüden kurtulmaktı kurtarmaktı. İşte bu davet sömürgecinin gözünden kaçmadı durumunu tehlikede gören sömürü bu daveti daha beşiğindeyken öldürmeleri için güçlerini kaybetmiş Mısırlı yöneticilere gerekli baskıyı yapmakta ve bunda da başarılı olmakta kusur etmedi. Seçimlere katılan Şehid İmamı adaylıktan çekilmeye ikna etmesi için politika ustalarından birine iradesini kabul ettiren sonra da İbrahim Abdülhadi ve diğer uşaklarını eski kralın kalbine Merhumun daveti hakkında hayatı ve tahtı aleyhine korku kıvılcımları düşürmede kullanan sömürünün bu işte parmağının bulunması uzak bir ihtimal değildir. Soruşturmayı yürütürken bu konuda Doktor Yusuf Reşad ve karısıyla konuştuk. Eski kralın en yakın dostlarından olan bu kişilerin anlattığına göre Kral Müslüman Kardeşlerin şahsına karşı aktif faaliyetlerinden duyduğu korku ve endişeyi gizleyemezmiş mevcut yönetimin kalbini korkuyla dolduran bu faaliyetler karşısında Bu cemaatı feshetmekten ve dağıtmaktan başka kurtuluş çaresi yok dermiş. Amerikalı Bir Gazetecinin Soruşturması Newyork Post gazetesi Kahire muhabirine ait bir yazı yayınladı. Yazıda şunlara yer veriliyordu Oysa ben Kahirede şu ana kadar elBennanın hiçbir şey yapmadığını çevresinde topladığı büyük bir gençlik kütlesinin ötesinde herhangi bir eylemde bulunmadığını duyuyordum. Söyleyebileceğim tek şey şudur Adamın kadın mal ve makam gibi dertleri yok. Bu tür şeyler umurunda bile değil. Oysa sömürü mücahidleri bunlarla avlamaya çalışıyor. el-Bennaya bu yolda ne yapıldı ise kar etmedi. Sağlam dindarlığı ve doğal takvası sadeliği bu konularda ona yardımcı oldu. Bir kere erken evlenmiş ve yoksul yaşamış. Çevresinde toplananların güvenini kazanmış ya makam olarak bu ona yetmiş. Ömer ve Alinin adımlarını izlemiş ve Hüseyin gibi mücadele vermiş ve tıpkı onlar gibi şehid olarak öldü. Hasan el-Bennanın ölümünden Sonraki Etkileri Aynı gazeteci daha sonra şunları diyor Kesin kesin inanıyorum ki bundan sonra Doğuda ortaya çıkacak her milliyetçi hareket bu dev liderin koyduğu prensiplerden ölçülerden kaynaklanmış beslenmiş olacaktır. Doktor Meetshal de eserinde Cemaatın örgüt ve komuta yanına ilişkin ayırdığı bölümde (s.306) şunları söyler Müslüman Kardeşler Cemaatının hatıraları Mısır tarihinde nasıl bir yer tutarsa tutsun yaptıkları ve yapamadıkları ve Mısır politika çevrelerinde uyandırdığı akisler oranında politik etkisini sürdürecektir. Peki bu sonuncu maktul sonuncu şehid midir Şüphesiz Hasan elBenna Hazreti Hüseyin gibi öldürüldü. Seyyid Kutub da öyle öldürüldü. İbrahim Tayyib Hin-davi Duveyr Ahmed Nusayr ve Abdülkadir Udeh gibi pek çok hukukçu Muhammed Fergali Yusuf Talat Ab-dülfettah İsmail ve Muhammed Hevaş gibi hukukçu olmayan zevat Allahın hayat sistemini savundukları için hep aynı amaçla öldürüldüler. Öyleysedarağaçları bundan sonra da Allah Resulü yolunda yürüyen başka şe-hidler bulacaktır. Devrim İmam Hakkında Neler Söyledi 28 Cümadel-ula 1372 - 13 Şubat 1953 günü Devrim Konseyi üyeleri Tuğgeneral Muhammed Necib başkanlığında Şehid İmamın kabrini ziyaret etti. Ziyaret sırasında konsey üyeleri adına bir konuşma yapan Muhammed Necib Paşa İmamın şahsı ve daveti hakkında ilginç şeyler söyledi. Mademki fazilet düşmanın şeha-det ettiğidir öyleyse bu belgeyi okuyucuların önüne koymak yerinde bir hareket olacaktır. Bu belge Şehidin davetinden tarihinden habersiz ve merkez kuvvetleri dönemi diye isimlendirilen istibdat dönemi boyunca sadece adını bile ağzına alamayanlara herşeyi açıkça göstermiş olacaktır. İşte Tuğgeneral Muhammed Necibin konuşması BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIM Öyle insanlar vardır ki sadece kendisi için yaşar ve yalnız kendini düşünür. Yapıp ettiği herşey yine yalnızca kendisi içindir. Öldüğü zaman hiç kimse farkına bile varmaz hiç bir vatandaş yokluğunun yangınını duymaz içinde. Buna karşılık öyle insanlar vardır ki milleti için yaşar ve hayatını milletine adar. Milleti için veremeyeceği bir şeyi yoktur onunla dopdoludur ve onun yolunda kurbandır. İşte bu insanlar öldüğü zaman gözler ağlar kalpler onların hatıralarıyla taşar. Bu seçkin insanların hatıraları eskimek nedir bilmez unutmak denen şey onların zirvesine ulaşamaz. İşte Şehid İmam Hasan elBenna da bunlardan biridir. Çünkü merhum kendisi için yaşamadı insanlık için yaşadı. Şahsı için çalışmadı umumun hayrı için çalıştı. Şüphesiz Hasan el-Benna sağlam bir inanç sahibiydi. Kendisini inancının emrine vermişti. İnancı bütün duygularına hakimdi. Onun uğrunda zorlu ve sıkıntılı bir hayat sürdü ve yine onun uğrunda en yüce ve en şerefli bir ölümle öldü. Değerli vatan çocuklarının gönüllerinde güçlü bir ahlak hissi meydana getirmede dinin tek garantili güç olduğuna inanırdı. Onun inancına göre gönülleri fedakarlığa sevkeden şeref hürriyet ve adalet uğrunda kahramanca faiiyetlere sürükleyen tek vesile yine dindir. Din ki şeref hürriyet ve adalet kavramlerı emreder topyekün insanlar arasında bu kavramların daha köklü hale getirilmesini değerlerinin daha dayüceltilme-sini ister. İşte o nedenle merhum İmam köy ve kasabaları bir bir dolaşarak alim cahil herkesle konuştu tartıştı Vatandaşlarıyla sıkı dostluk ilişkileri kurardı. Vatanına dinine inanan yeni bir neslin inşasına zemin ve imkan bulabilmek için. Bu nesil öyle bir imana sahip olmalıydı ki o iman sayesinde yerinde duramaz olsun aksiyona fedakarlığa yönelsin seve seve gülerek ölümü kucaklasın. Dünya hayatının peşin menfaatlarını bir yana itip Allah katındaki ebedi sevaba talip olsun ve onunla yetinsin. Bütün çabası böyle bir neslin inşası içindi. Ben şahsen yaşadığım sürece Filistin savaşlarındaki bu mümin gençliği unutamam. Çelik kaleler gibiydi düşmana saldırırken. Düşman karşısında çarpışırken geçit vermez yollar gibiydi. Kuvvet ve askerleriyle bütün yolları kontrol altına almıştı. Katlanmadığı sıkıntı katlanmadığı güçlük yoktu. Buna ancak kalbi yüce Yaratıcının azametiyle dolu olan kalbinde iman tadı bulan kişiler dayanabilir katlanabilirdi. Hasan el-Benna güçlü bir mümindi şiddetli bir i-mana sahipti. İslamdan sözederken geniş bir ufka derin bir anlayış ve hoşgörüye sahip olduğu da hemen farke-dilirdi. Konuşmalarından alim cahil herkes faydalanırdı. Dinin çok uzağındaki kişileri Dinin yardımcıları durumuna getirdi onları kazanmasını bildi başardı. Herkes tarafından sevilir ve hiç kimsenin görmediği saygıyı görürdü. O yüzden facia bir cemaatın faciası olmadı bir taifenin faciası olmadı bütün bir milletin faciası oldu. Daha doğrusu kalplerine girdiği ve ruhlarını kardeşlik noktasında bir araya getirip topladığı pek çok milletin faciası oldu. Merhumun verdiği savaş zorbalara ve işgalcilere olduğu kadar fesat ve çöküntüye karşı da amansız bir cihatdı. Güvendiği tek silah üç ana madde halinde ifade edilebilirdi 1- Gönüllerde başkasının erişemiyeceği yücelikte bir yer tutmak 2- Harekete geçiren yönlendiren ve ayağa kaldıran güçlü ve parlak bir anlatım dehası. 3- Milletlerin liderliğini ele geçiren pek az insanın başarabileceği teşkilatçılık gücü. Bu hakikat karşısında düşmanları vatan hainleri anladılar ki bu silah elinde bulunduğu sürece hiç bir kuvvet önünde duramaz. Hem sonra öyle bir silah ki o karşısında kimse direnemez yenilgi diye bir şey yakla-şamaz yanına. İşte o yüzden caniler tek başına ve silahsız savunmasız bir şekilde onu öldürmeyi planladı bu hususta sözbirliği etti. Onu öldürmeyi planlayan kuvvet planı aynen uyguladı ve canilere gözcülük etti. Onları kolladı güvenlerini sağladı. Cinayeti ört-bas edip sanki hiç bir şey olmamış havası verdi. Alçak caniler sandılar ki Allahın gözleri uykudadır görmez. Eli bağlıdır tutup yakalayamaz. Ve kudreti acizdir hesap soramaz. Ne kötü ne çirkin bir düşünce i-di bu Oysa Allah sadece mühlet verirdi zalime süre tanırdı sonunda daha güçlü bir şekilde yakalasın ve bir daha bırakmasın. Ayeti kerimede buyurulduğu gibiıAI-lah kasabaların zalim halkını yakalayınca böyle yakalar yakalaması da şiddetli ve elimdir. 0 Aynen böyle oldu Allah vadini yerine getirdi zalimleri suçüstü yakaladı. Hasan elBennanın Abdülkadir Tahanın ve daha nice değerli Mısır evladının öldürülmesi ihlaslı gönüller-deki ateşi daha da alevlendirdi. Bu yangınla harekete geçen mücahitler ülkeyi zulümden tahakkümden kurtardı fesat ve çöküntüden temizledi. Sonra da vatanlarının zillet ve işgalden tamamen kurtulması için canlarını herşeylerini verdiler. Akan bunca kan yüceliklere erdi. Ülkelerine hayat ve ebedilik veren şehidler gerçek ve ölümsüz hayatı buldu. Ayeti kerimede ne güzel buyrulur Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin doğrusu onlar diridirler fakat siz farkında değilsiniz (1) Bakara süresi 154. GENÇLİK TARAFINDAN SORULAN SORULAR • Müslüman Kardeşler - Abdünnasır arasındaki ihtilaf Kardeşlere yapılan işkencelerde Abdün nasırın payı. Abdünnasırın kendisine suikast girişiminde bulunulmasından önce Kardeşlere hiç dokunmadığı ancak bu olaydan sonra hucuma geçtiği söyleniyor bu doğru mu Hak yolda olan yalnızca Kardeşler midir Onlara karşı duran kimse var mı Kardeşlere karşı girişilen katliam hareketleri Niçin Nasıl oldu Kardeşler neden Abdünnasırı öldürmeye çalışmadı Üstad Hasan el-Hüdaybi nin Kardeşler hareketindeki rolü Seyyid Kutab neden idam edildi Partiler yeniden kurulsa Müslüman Kardeşler Cemaatı da harekete geçer mi Şehid İmamın son mesajı MÜSLÜMAN KARDEŞLER - ABDÜNNASIR İHTİLAFINA DAİR SORULAR Soru 1954 Yılında Müslüman Kardeşlerle mevcut yönetim arasında ihtilaflar oldu. Müslüman Kardeşlerin kabinede belli sayıda sandalyeye sahip olmak istediği ve bunda ısrar ettiği söz konusu ihtilafların da bundan kaynaklandığı doğru mudur Cevap Gerçekte biz yüzdeyüz İslami olmayan bir yönetime katılmayı kesinlikle kabul etmedik. Sözgelimi Seyyid Kutuba Eğitim Bakanı olması yolulnda teklifte bulunulmuştur. Seyyid Kutubun teklif sahiplerine cevabı şu oldu Eğer gerçek anlamda Eğitim Bakanı olmamı istiyorsanız tamam kabul." Yani Bakanlığın sistem ve kültür programlarından sorumlu ve bu konularda tam yetkili olmam şartıyla. Şayet bu isim altında Başkanlık sekreteri olmam isteniyorsa hayır Üstad el-Bennadan da Kardeşlerden bazılarını kabineye üye vermesini istediler ancak Üstad yönetimin yüzdeyüz İslam olmaması durumunda böyle bir teklifi kabul edemeyeceğini bildirerek Kardeşlerin dışında bazı elverişli kişileri aday gösterdi. Mesele gayet açık Ya İslam yoksa hiçbir şey. Biz yönetim heveslisi değiliz o sebeble hükümete katılmayı reddettik. Biz ancak İslamın esas alınmasını istiyoruz. Bu takdirde ülkeyi yönetenlere hizmet etmek bizi mutlu eder. Çalışmak istiyoruz sadece birer nefer olmayı ve bu davanın askerleri olarak kalmayı tercih ediyoruz. Biz Kardeşlerde temel ilke şudur Eğrilen safları doğrultmak bir boşluk mu oldu koşup hemen doldurmak. Bir yardıma desteğe ihtiyaç mı doğdu derhal imdada yetişmek Neferliktir sevdiğimiz liderlikte komutada gözümüz yok. İşte o yüzden yönetime ortak olmayı kabul etmedik tabi yüzdeyüz İslami olmadığı sürece. Soru Bazıları eski Başbakanın Müslüman Kardeşlere vahşiyane metodlarla yapılan işkencelerden sorumlu olmadığını iddia ediyor ne dersiniz Cevap Sadece şu beyti okuyacağım Bu bir musibettir eğer bilmiyorsan Ya biliyorsan işte asıl musibet. Üstad Avukat Abdullah Selimin yorumu Bu cevap hakkındaki yorumumuz şudur ki Cemal Abdünnasır yapılan işkenceleri bizzat görmüş ve izlemiştir bunu açıkça söylemek isterim size. Eski bir konferansımda belirttiğim gibi Kardeş Zeynep Gazali askeri hapishande kendisine yapılan işkenceler sırasında Cemal Abdünnasır ve Abdulhakim Amirin bizzat ve maksatlı olarak hazır bulunduğunu açıkça herkese söylemiştir. Yine aynı konferansta sizlere ifade etmiştim Salah Nasr yapılan sorgulamasında Cemal Abdünnasırin kendisine verdiği yazılı emirleri ibraz etmiştir. Bu emirlere göre bazılarına ölünceye kadar bazılarınada başka boyutlarda işkence edilmesi isteniyordu. Soru Cemal Abdunasırın kendisine suikast girişiminde bulunulmasından önce Kardeşlere dokunmadığı ancak bu olaydan sonra hücuma geçtiği söyleniyor bu doğru mu Cevap Tarih yakında hakikati ortaya koyacaktır. Söylentiye göre suikast planını güya Kardeşlerin Gizli İstihbarat Başkanı Yusuf Talat hazırlamış ve üyelerinden biri olan Mahmud Abdüllatifle birlikte uygulamaya girişmiş. Oysa idama mahkum olan Yusuf Talatolay gecesi bir arkadaşının yanında idi haberi duyunca Bu Abdün-nasırın işi başardı da. Yarın mutlaka Müslüman Kardeşlere bulaştıracaktır bu pisliği demiştir. Bu arada Radyo Mahmud Abdüllatifin adını yayınladı. Yusuf arkadaşına soruyor Tanıyor musun kim bu adam diyor. Arkadaşı da hayır tanımıyorum cevabını veriyor. Daha sonra arkadaşı şunları söylüyor Eğer olayın arkasında Kardeşler olsaydı Yusuf herşeyi bilirdi. Çünkü Kardeşler Cemaatı içinde özel bir organın başkanı idi. Zorba İngilizlerle savaşmak için bizzat Hasan el-Benna düzenlemişti bu organı. Yusuf Talatın tutuklandığı evin bir silah deposu haline getirilmiş olduğu söylendi. Halbuki Yusaf Talatın tutuklandığı evde tek bir silah bile bulunmadığı kanıtlandı. Yusuf Talatın başına ödül konmuştu yakalayana büyük miktarlarda ödüller verilecekti. Böyleyken Yusuf bulunduğu yerden camiye çıkıyor imamlık yapıyor ve cemaatla birlikte namaz kılıyordu. Burada 1954 Ekiminde Başkana suikast girişiminde bulunmakla suçlanan Mahmud Abdüllatif sabahleyin evinde tutuklanıp akşam İskenderiyeye oyunun sahneye konduğu yere götürüldüğüne dair bazı tablolar göze çarpıyor. Böylece haklı olarak soruyoruz Mademki sanık halkın ortasında tabancasıyla ateş etmiş ve suçüstü yakalanmış öyleyse nasıl olur da tabanca bulunmadı kaybolmuş denir. İkinci gün de kalkıp bir vatandaş tabancayı bulmuş ve İskenderiyeden getirip teslim etti diye kamuoyu önünde yalan söylenir Kim inanır buna Ama öyle değil tabi eğer hukukçuysanız bilirsiniz-ki ortada delil diye bir şey olmayınca sanık daima serbest bırakılır. İşte bunu unutan bu katil düzenbazlar sonunda uyanıp kurşunları boşaltılmış bir tabancanın bulunması gerektiğini anladılar ve bunu da ancak ikinci gün tamamlayabildiler. Oyunun eksiksiz bir biçimde tamamlanabilmesi için bu şarttı ve aynen öyle yaptılar. Unuttukları bir şey daha vardı Üzerine ateş açılan bir şahıs kendini derhal yüz üstü yere atar ve kurşunlardan korunmaya çalışır. Herhangi bir uyarıya gerek kalmadan yapar bunu. Hayatta kalma tutkusu ve içgüdüsel bir etkileşimle yapar bunu en azından. Ama görüyoruz ki Abdünnasırın kılı bile kıpırdamıyor. Bir de şunu unutmuşlardı Mahmud Abdüllatif iyi e-ğitim görmüş bir komando idi. Hedefi tutturmak için ne kadar bir mesafenin gerekli olduğunu çok iyi bilirdi. Onlarca koruma görevlisinin ortasındaki bir şahsa nasıl o-lur da ateş edilebilirdi Tam bir güven ve coşkunluk i-çinde çeyrek saattir konuşan bir hatibe nasıl ateş edilebilirdi Her taraf koruma görevlilerinin denetim ve kont-rolü altındayken Hem başkan çok uzak mesafedeki bir kürsüden konuşuyordu böylesine uzak bir mesafeden kurşunun hedefini bulması imkansızdır. Evet Mahmud Abdüllatif hedefini şaşırmayan iyi bir nişancıydı havaya attığı bir kuruşa ateş eder ve hiç şaşırmazdı. Ama bu öyle bir mesafe değildi. Merkez kuvvetleri işte bunları düşünmemişti. Bu Allahın bir takdiriydi. Böylece tarihe son sözü söyleme fırsatı doğmuş olacaktı. Tarih konuşacak ve heüşeyi apaçık ortaya dökecekti. Pek yakında tarih ortaya koyacaktır ki Mahmud Abdüllatif i tutuklayanlar gerçekte onu daha oyun oynanmadan tutuklamışlardı. Onu alıp İskenderiyeye götürdüler ve oraya vardıktan sonra da içlerinden biri bu oyunu sergiledi. A/akit yitirilmeden de hakikat ört-bas edilmiş olsun diye Mahmud idam edildi. Herşey onunla birlikte toprağa gömülmüş oldu. Hem böylece Müslüman Kardeşlerin en başarılı nişancı komandolarından biri o-lan bu şahıstan kurtulmuş oldular. Ama hangi ihanet gizli kalmış ki bu da kalsın Olayı inceleyen Amerikan diplomatı Dr. Meetshal Meseleyi iyice kavrayabilmek için 1954 Ekiminden öncelere uzanmak gerekir diyor ve şunları ilave ediyor Abdünnasır aynı yılın Martında devrim şartlarının sona erdiğini ve demokratik hayata dönüldüğünü ilan etti. Bu arada tutuklu Kardeşleri salıvererek faaliyetlerine yeniden izin verdi. Ancak çok geçmeden zıt bir konuma girdi. Başkanlıkta kalmasını isteyen partilerin feshini savunan gösteriler düzenletti. Hatta bu gösterilerden birinde Meclis Başkanı Senhuriye saldırıda bulunuldu bu olay üzerine Abdünnasır bazı subayları mahkemeye şevketti. Meetshel yazısının bundan sonraki bölümünde Müslüman Kardeşler Genel Mürşidi Hasan el-Hüdaybi-nin bir bildiri yayınladığını ve bu bildiride Hükümetin sözünde durmadığını basın hürriyeti ve demokratik hayata dönüleceği yolundaki vaadlerini yerine getirmediğini vurgulayan sözlerini dile gitiriyor. Abdünnasır el-Hüdaybiyi Müslüman Kardeşlerin liderliğinden uzaklaştırmak ve bu Cemaatı bizzat ele geçirmek istedi bu yolda epeyce çaba harcadı. Ancak başarılı olamadı tabi. Böyleyken Kardeşler (Dr. Meets-halin deyimiyle) Hükümetle çatışmaya girmedi bundan özellikle uzak durdu. Bu durumda ne üstad el-Hüdaybi suçlanabilir ne de Kardeşler. Bu mümkün değil. Kitabında 1954 yılının Ekim-Aralık olaylarıyla Ab-dünnasıra suikast girişiminde bulunulması olayı ve Müslüman Kardeşler Cemaatının feshi üyelerinin tutuklanması olaylarına ayrı bir bölüm ayıran Dr. Meetshal şunları söylüyor Yargılamalar basına kapalı olarak yapıldı. O yüzden dışarı bir şey sızmadı. O nedenle de ne olup bittiğini aktarmamız güç. Ama daha önceki soruşturmalar basında yer alan yorumlar Kardeşlerin iddiasını haklı çıkarıyordu. Hem hakikatler zaten gün gibi açıktı. Suçlama konusu gayet basit Hükümet Başkanını öldürmeye teşebbüs ve kanlı bir terör ortamı meydana getirmek. Bunun sorumlusu da Hüdaybi ve Kardeşler. A-ma bize göre bu kesinlikle doğru değil. Çünkü bu yoldaki iddia isbatlanmamıştır. Ben bu kitabın birinci baskısında bunları yazmıştım. Ama daha Allahın takdirine bakın ki Nasırın ileri düzeydeki subaylarından biri geliyor ve bir kararla ilgili tanıklıkta bulunmak istiyor. Olay şu Başkan için Amerika-dan özel bir şekilde kurşun geçirmez gömlek getirtiliyor. Gerçi bir oyun oynanacaktır ve oyuncular da bizzat kendileridir ama Nasır yine kendini tam bir güvence altına almak istemektedir. Zaten kendinden bile korkar hale gelmiştir hele başkalarına hiç güvenmemektedir. Ancak bu arada gömleğin gelmesi gecikince sözkonusu toplantıya da hemen başlanamıyor. Nihayet gömlek geliyor ve toplantı da başlıyor. Sonra da oyunun temsiline geçiliyor. Nasırın yüksek rütbeli subaylarından biri bunu anlatıyor işte. Böylece hakikat herkesin gözü önüne serilmiş oluyor MÜSLÜMAN KARDEŞLERE YÖNELİK KATLİAM OLAYLARI Soru Çeşitli yer ve tarihlerde Müslüman Kardeşlere yönelik katliam çlayları görülmüştür. Sözgelimi 1954 ve 1965 yıllarında ve yine Turra hapishanesinde. Bunları anlatımlısınız Cevap Gerçekte biz devrimin başlarında bu hareketi yürütenlere inancımızın doğrultusunda bir yönetimin kurulması davamızdan kesinlikle vazgeçmeyeceğimizi bunu asla unutmayacağımızı belirterek bu işin vazgeçilmezliğini gösteren yirmi dolayında gerekçe koyduk ortaya. Abdünnasır da gece saat 0 da kardeşlerin devrim delegesi eski Binbaşı Salah Sadinin huzurunda] Mushafa el basarak Krala karşı devrimi başardığı takdir-1 de Kardeşlerin istediği şekilde bir yönetim kuracağına dair yemin etti. Kardeşler de devrimi destekledi başarıya ulaşması için yardımcı oldu. Karşı çıkmanın bir yararı olmadığını düşünerek kol kanat gerdiler devrime. Kardeşler sözünde durmuştu. Ancak Abdünnasır sözünden dönerek Allaha ve Kardeşlere verdiği vaadini bozdu. Amerikanın sözünü dinlemişti. Çünkü Amerikalılar büyük devletlerin sevgisini kazanabilmesi için İslama söz hakkı tanımamasını öğütlemişlerdi ona. O da bunun üzerine İs-lami sistem ve ilkelerin yerine güya modern ve ilerici kavramları seçmişti. Amerika ile arasındaki anlaşma şöyleydi Amerika devrimi İngiliz şerrinden koruyacak buna karşılık o da Yahudilere dokunmayacak ve Siyonist işgal meselesini gündeme getirmeyecekti. Her iki taraf da vaadini yerine getirmişti. İşte mesele bu Artık Amerikanın yolu açılmıştı. Halkı çiğnemeye ve ülkeyi tek başına yönetmeye başlamıştı. Bunun nasıl başladığı hangi noktada bittiği ve Mısırın da hangi noktada karar kıldığı herkesin malumudur. Mailez Kupland diyor ki Amerikan Gizli İstihbarat Teşkilatı İslama ve Allah Resulüne hücum eden komünist muhtevalı broşürler basıp dağıttı. Sonra bu işi Rusyanın sefaretine yükledi öyle bir hava estirdi. Tabi sonunda bu olayın Abdünnasırdan kaynaklandığını sanarak Rusya Abdünnasır yönetimine yüklenmeye başladı. Bu arada en çok da asıl hedef olarak Müslüman Kardeşler gösteriliyordu. Kuplandın ifadesine göre Amerikan Gizli İstihbarat Teşkilatı VVaşhingtondan İsrailin aynı çizgiyi sürdürmeye ikna edilmesi ve Müslüman Kardeşler gücünün Ab-dünnasırı düşürme yolunda yoğunlaştırılmasını talep ediyor. Komünistlerin Nasırla Dair Bir Belge Kardeşlerin Arasını Açma Çabaları ve Buna et-Tahrir dergisi 9 Kasım 1954 tarihli (82) sayısında bir yazı yayınlanmıştır. Yazının metni şöyle Ortada Kardeşlerle komünistlerin anlaşma halinde olduklarını gösteren müthiş bir belge var. Mısır Komünist Partisinin er-Raye adıyla çıkardığı gizli bir bültenin 29 Haziran 1954 tarihli sayısında (129) Abdünnasıra neler yapılmak isteniyor başlıklı bir yazı yayınlanmıştır. İşte yazıdan bir paragraf Devrime karşı direnen güçleri iki ana mihrak yönetiyor Komünist Parti ve Müslüman Kardeşler Cemaatı. Komünistlerle Kardeşler arasındaki dostluğun daha sağlam bir şekilde pekiştirilmesi şüphesiz milliyetçi cephenin oluşturulması ve topyekün milliyetçi safların birleştirilmesi yolunda ilk adım olacaktır. İşte bu şekilde Abdünnasır ağa düşmüş oldu. Müslüman Kardeşlere karşı açıkça savaş açtı ve onları zindanlara doldurdu. Kamuoyunun karşısına çıkıp şu korkunç hakikati ilan etti Halk mahkemeleri Müslüman Kardeşlere bağlı ve üye sayısı dört ya da beş bin civarında olan Gizli Teşkilatın 867 üyesini mahkum etmiştir. Kardeşlerin çeşitli şube ve silahlı odaklarda yuvalanan bu kişiler hakkettikleri cezaya çarptırılmışlardır. Ayrıca yedi kişiye idam cezası verilmiştir 1 - Genel Mürşid Üstad Hasan el-Hüdaybi 2- Üstad Muhammed Fergali. 3- Üstad Abdülkadir Udeh. (Müsteşar) 4- Üstad İbrahim Tayyib. (Avukat) 5- Üstad Hedavi Duveyr. (Avukat) 6- Üstad Yusuf Talat. (İşçi) 7- Üstad Mahmud Abdüllatif Muhammed. Genel Mürşidin idam cezası daha sonra ömür boyu hapse çevrildi. İdamların infaz edildiği gün Başkan Abdünnasır halini hatırını sormak için Yahudilerin en büyük hahamına özel bir temsilci (Teşrifatçı Salah Şahid) gönderdi. (1) Bu hahamın İslam ülkelerindeki İslam düşmanlarına yardım ettiği bilinen bir gerçekti. Filistin savaşlarında büyük kahramanlıklar gösteren bu seçkin insanların komutan ve fikir öncülerinin idan edildiği gün Nasırın haham Hayım Nahuma bir temsilci göndererek hal ve hatırını sorması bir tesadüf eseri midir acaba Bunun cevabını basiret sahiplerine bırakıyoruz Mailez Kuplandın söyledikleri gerçeğin sadece bir yanını yansıtıyor. Oysa gerçeğe ışık tutan daha başka şeyler de var. Sözgelimi şehid Abdülkadir Udehi alalım ele. Onun subaylar Kulübündeki konferanslarına her seferinde büyük bir dinleyici kitlesi katılırdı. Abdünnasır bu işin önünü nasıl alacağını bilemiyordu. Nitekim bir gün Abdülkadir Udehe el-Hüdaybi İngilizlerle görüştü aralarında geçen konuşmalar banta kaydedildi ve bu bantlar bende dedi. Bunun üzerine U-deh aylarca Cemaatten koptu. Udehi yanına çağıran el-Hüdaybi işin içyüzünü öğrenince git dedi Udehe Nasırdan iddia ettiği bantları iste nasıl yalancı olduğunu gözlerinle göreceksin Bunun üzerine Udeh Nasıra gitti ve elHüdaybinin İngilizlerle yaptığı konuşma bantlarını dinlemek istiyorum dedi. Çaresiz kalan Nasır O asla emanete ihanet etmez temiz bir milliyetçidir ve hiçbir zaman hakkında şüpheye düşülmez cevabını verdi. Bu durumda Nasır kendisini köşeye sıkıştıran ve yalanını ortaya çıkaran bu adamdan mutlaka kurtulmalıydı. Hem bu. adam general Muhammed Necibi görevden aldığı za-" man tekrar ayni göreve getirilmesi için büyük bir gösteri düzenlemiş ve çevresinde bütün bir milleti toplayabilmişti. Bütün bunlar Nasırın içinde birikmiş ve uydurma bir suç isnad ederek işini bitirmek istemişti. Oysa O Hazre-ti Yusufun kanından kurtlar nasıl habersiz ve suçsuz i-diyse aynen öyle temizdi suçsuzdu. Seyyid Kutub da broşür davasıyla ilgili olarak Hat-tare başkanlığındaki Halk Mahkemesinde yargılandı. Hasta olduğu için hakkındaki hüküm tecil edilmişti. Nihayet 1965 hareketi olarak adlandırılan davanın soruşturması tamamlanınca bizimle birlikte yeniden mahkeme ö-nüne çıkarıldı ve 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi. Daha sonra 1965 lerin başlarında sağlık durumu nedeniyle salıverildi. Ancak bu tahliye maksatlıydı. 1965 A-ğustosunda yeniden tutuklanacaktı bu arada sıhhatına kavuşacak ve darağacında sallanmaya elverişli hale gelecekti. Aynen öyle oldu. Allahın inananları ortaya koyması ve içinizden şahidler edinmesi için Allah zalimleri sevmez (1) O halde 1954 trajedisi bir katliamdan ve İslami harekete yönelik bir tasfiye eyleminden başka bir şey değildir. Suyonizmi ve İngilizleri perişan eden General Muhammed Fergaliden İngilterenin memnun olacağını mı sanıyorsunuz O Fergali ki İngilizler onun başına tam beşbin cüneyh ödül koşmuştu. Onun cihad hareketinde-ki kardeşi Yusuf Talatın başına da aynı şekilde ödül koşmuşlardı. Ya Abdülkadir Udeh Siyonist ve Batılı sömürünün ondan memnun olabileceğini düşünmek mümkün mü O Udeh ki karşılaştırmalı İslam Ceza Hukuku alanında yepyeni bir çığır açmıştır. Onu nasıl böyle bırakabilirlerdi Bu mümkün değil. Nasır adındaki bu insan bilerek ya da bilmeyerek şeytana uşaklık etmiştir. Katliamı kuran düzenleyen icra eden işte bu insandı. Kim bilir belki de şeytana hizmet ettiğini bilmiyordu. TURRA KATLİAMI Olayın Şahitlerine Ait Bir Belge Katliamı bizzat gözleriyle gören ve hatta yaşayan güvenilir kişilerin bana yazıp verdikleri bu belgeyi kitabın bu baskısına koymayı tercih ettim. Olay 1957 Haziranının ilk cumartesi günü vuku buldu. Kardeşler bu katliamda 22 şehid ve yine 22 yaralı verdiler. Olay sırasında 6 kişi de aklını yitirdi. Olayın meydana gelmesine yol açan çeşitli sebepler vardı. Bunları şöylece sıralayabiliriz 1- Doğrudan ve gerçek sebep Müslüman Kardeşler Ürdünde Cemal Abdünnasırın lehine olacak bir inkılabı engellemişlerdi. Müslüman Kardeşler Cemaatı Başkanının halifesi ve Ürdün Millet Meclisi Başkanı Ab-durrahman bu darbeyi ortaya çıkarmış ve başarısızlığa mahkum etmişti. Darbenin arkasında da yine Cemal Ab-dünnasır vardı. Olanlara içerlenen Abdünnasır Turra zin-danındaki silahsız savunmasız Kardeşlere bir darbe indirerek bunun öcünü almak istedi. Böylece sıkıyönetim halk mahkemesinin haklarında verdiği caniyane hükümleri de uyglamış olacaktı. Devlet Güvenlik polisi müfettişi Ahmed Salih Davud Echur Remlden Mauhammed Şeyh ya da Seyyid Şeyhe bunu ikrar ve itiraf etmiştir. 2- Doğrudan ve bahane niteliğindeki sebep O-laydan birkaç gün önceydi. Bazı kadın erkek ve çocuklar mahpus yakınlarını ziyaret ediyorlardı. Ziyaretçilerden bir ana göğsünden çıkardığı pişirilmiş bir kuşu ziyaretçilerle mahpusları ayıran demir parmaklıklardan oğluna u-zattı oğlu da bunu aldı. Bu duruma sinirlenen hapishane görevlisi bir subay (Abdullah Mahir) yakınlarının gözü ö-nünde Kardeşlerden altı kişiyi kelepçeleyerek işkence koğuşlarına gönderdi. Bir yandan da ziyaret sırasında karışıklıklara sebep oldukları ve ayrıca bir kadının oğluna kuş eti vererek disiplinsizlik ettiği gerekçesiyle haklarında gereken soruşturmanın yapılması için ziyaretçileri polis şubesine gönderdi. 3- Dolaylı sebep Abdünnasır ve düzenini tehdit eden İslama karşı duydukları kin. Bu bozuk düzen hiç şüphesiz toplumu daha da yozlaştırıyor fakat öbür yandan bazı çıkar çevreleri bundan büyük ölçüde yarar sağlıyordu. Bu adamlar üstelik tedhiş yasalarının koruması altında ellerinden geleni yapıyordu. İslam ise bu adamları hem de düzenlerini tehdit ediyordu. Bu Ziyaretten Sonra Neler Oldu Kardeşler günün büyük bir bölümünü dağda çalışarak geçirdikten sonra hapishaneye dönüyor ve akşamdan önce de koğuşlarına giriyorlardı. Ancak bu ziyaretten sonra daha ikindi vaktinde koğuşlara girmeye zorlandılar. Bir gün Kardeşlerden biri mahzen adıyla bilinen bir koğuşun önünde ikindi namazı kılıyordu. Bir subay geldi ve birden sert bir şekilde namaz kılan Kardeşin a-yağı altındaki seccadeyi çekti ve namazdaki bu masum insan neredeyse yüzüstü kapaklanıp düşecekti. Ve ardından bağırdı Hemen koğuşuna gir Kardeş koğuşa girdi. Ancak durum çok gergindi ufuk bulutlarla kaplıydı. Bu arada hapishane idaresi çıkardığı bir kararla dağda 24 ayını dolduran her mahpus idareye vereceği bir dilekçeyle dağda çalışmaktan muaf tutulup liman içindeki şantiyede çalıştırılmayı isteyebileceğini bildirdi. Bu karar üzerine Kardeşler derin bir nefes aldı. Adı geçen ziyaret sırasında dağda bunun hasabını sararım sizden diyen ve tehditler savuran mahut subayın şerrinden korunmak düşüncesiyle Kardeşler bu yoldaki isteklerini idareye bildirmeye karar verdiler. Çünkü mahut subayın tehdidi ciddi idi ve tamamen korunmasız bulundukları hapishane dışında bu adam üzerlerine kurşun yağdırabilirdi. Bahane mi yok kaçmaya kalkıştılar ben de arkalarından ateş ettim derdi. Ayrıca hapishane kanunları koğuş duvarları i-çinde mahpusa ateş açılmayacağı açık hükmünü taşıyordu. 1957 Haziranının ilk cumartesi sabahı koğuşların kapıları açılınca her kardeş Liman bildirisi uyarınca ilgili gardiyana dilekçesini verdi. Bu durumda yapılması gereken şey şuydu Kardeşler kendilerine tanınan bir hakkı kullandıklarına göre koğuş subayı mahpusların verdiği dilekçeleri gardiyandan alır ve idareye takdim eder. Dilekçeler sonuca bağlanıncaya kadar da her zaman olduğu gibi ağaç kesimi için Kardeşleri dağa götürür ve çalıştırırdı. Ama öyle olmuyor evrakları topluyor ve Kardeşlere koğuşlarına girmeleri emrini veriyor. Sonra da gardiyana kapıları kapatmasını emrederek saat 10a kadar kapılar kapalı kalıyor. Saat 10da Kardeşlerden Hasan Devh Abdürrez-zak Emanüddin Abdülhamid Hattabi ve Ahmed el-Bes üstadların isimleri anons ediliyor. Hücrelerinden çıkarılan bu Kardeşler koğuş duvarları üzerinde mevzilenmiş büyük bir asker kalabalığıyla karşılaşıyor. Öyle ki aralarında üç metreden fazla bir mesafe bulunmamaktadır. Üstelik her askerin elinde birer otomatik silah. Bundan başka binanın çevresi cephane dolu sandıklar ve sert sopa ve kırbaçlarla donatılmış. Bu da yetmiyormuş gibi koğuş duvarlarının dışında ve liman alanında da sanki bir meydan savaşı varmış gibi tetikte bekleyen askeri birlikler yer almış. Adları anons edilen bu dört Kardeş koğuş sekreteri Muhammed Subhinin bürosuna götürüldü. Sekreterin yanında hapishane müdürü Albay Seyyid Vali ile birlikte bütün liman subayları bulunuyordu. Hepsinin elinde birer tabanca vardı. Üstad Hasan Devha konuş dediler birşeyler söyle. O da bir iki kelime konuştu. Sonra sırasıyla Abdurrahman Emanüddin Abdülhamid Hattabi ve Ahmed el-Bessi konuşturdular. elBes şunları söyledi Silahla donatılmış bunca asker subay çevremizi neden sardı Bu durum beni ciddi bir şekilde kaygılandırıyor. Bu cephane ve sopa yığınları böyle bir tedbire neden gerek duyuldu bütün bunlara sebep ne Eğer maksat Kardeşleri vurmaksa bunlara gerek yok çünkü onların elinde herhangi ber şey bulunmamaktadır. Hem onlar bunu hakedecek ne yaptılar ki Sayın müdürden istirham ediyorum gereksiz yere kuvvete başvurmadan durumu hikmet ve merhametle halletsin. Bu sözler müdüre tesir etmişti. Ahmet el-Besse dönerek Vallahi dedi vallahilazim ey filanca ben polislik hayatım boyunca her işi kuvvetten önce hikmet ve merhametle halletmişimdir. Hizmet dosyam bunun isbatıdır. Şimdi de aynı şeyi yapacağım emin olun. Bu sözlerinden sonra müdür kalkıp limandaki bürosuna gitti. Bu dört Kardeşi beklemekle görevli birkaç subayın dışındaki öteki subaylar da müdürü izleyerek beraberce çıktılar. Bürosuna giden müdür Hapishaneler Genel Müdürü ve dönemin içişleri Bakanı Zekeriya Muhyiddiin ve tabii olarak da Başkan Cemal Abdünnasırla ayrı ayrı telefon görüşmesi yaptı. Bu görüşmelerin sonucu şu idi Ne olursa olsun Kardeşler ezilecek ve tamamen yok edilmeye çalışılacak Birden aralarında eski genel sivil polis müfettişi Ahmet Salih Davudun da bulunduğu birkaç genel istihbarat elemanının çevreye dağıldığı görüldü. Herbirine yirmi ya de otuz Kardeşin bağlanabileceği kalın zincirler dolaşmaya başladı ortada. Gardiyan işe başlamıştı bile. İlk zincire Hattabiyi el-Bes ve Emanüddini bağladı. Hasan Devh mi O daima tek başına tutulduğu özel hücresine götürülmek üzere işkence koğuşuna gönderildi. Daha sonra gardiyanlar Kardeşlerin bulunduğu koğuşları ikişer ikişer açmaya başladılar. Önce iki koğuştan altışardan 12 kişi çıkmıştı arayıp taradıktan sonra bunları alıp zincirlere vurdular. Böylece ilk planda 15 kişinin zincirlenmesi işi tamamlanmış oluyordu. Sıra 5. ve 6 koğuşlardaki Kardeşlere gelmişti onlarda çıkarılıp a-rama ve zincirleme işinin tamamlanması için liman meydanına götürüldüler. Biri hariç hepsi oturmuştu. Subay a-yaktakine bağırdı Otursana veled Oysa buraya konulmadan önce her Kardeşe görev unvanıyla hitap edilirdi. Doktor ya da Başmühendis gibi. Bu durumdan fazlasıyla rencide olan bu altı Kardeş büyük bir öfkeyle ö-teki Kardeşlerin kapatıldığı koğuşların bulunduğu üçüncü kata çıktılar. Gardiyanın elinden anahtarı alan şehid Kardeş Ali Hamza kapıları açarak bütün Kardeşleri dışarı çıkardı. Hainlerin planı bu şekilde başarısızlığa uğratılmış oldu. Plan gayet açıktı Bütün Kardeşler zincire vurulacak ve sonra dağa götürülüp kaçmaya teşebbüs ettikleri gerekçesiyle kurşun ve sopa yağmuruna tutulacaktı. Emir böyleydi ve yüksek makamlardan gelen bu emrin mutlaka uygulanması gerekirdi. Liman idaresi beraberindeki sivil polis ve subaylarla yok etme planı üzerinde uzun uzun düşündükten sonra zincire vurulan on-beş Kardeş başka bir bölümdeki hücreye nakledildiler. Burada öğle namazını cemaat halinde kıldılar. İmamlıklarını da tedavi için Vahatdan gelen bir Kardeş yaptı. Vahatdaki bu Kardeşler kendilerine yapılan işkencelere . katlanamaz hale gelmişler ve belki salıveriliriz umuduyla geçmişte güya yaptıklarından özür dileyerek hükümeti destekleyen bir gösteri düzenlemişlerdi. Dağdan dönen mahkumlar koğuşlarına konulmuşlardı. Bunlara mahsus dört koğuş vardı ve hepsinin kapısı da üzerlerinden kapatılmıştı. Hapishane içindeki atölyelerde çalışan öteki mahkumlar da aynı işleme tabi tutulmuştu. Ancak Kardeşlerin bulunduğu bölümdeki koğuşların kapıları açık bırakılmıştı. Kardeşler bu durumdan umuda kapılmıştı. Sanmışlardı ki onaltı Kardeşin hücre-reler kapatılmasıyla -ki Devh tek kişilik hücreye ötekiler de zincirlenmiş olarak ayrı bir hücreye konulmuştu.-bu iş artık sona ermiştir. Heyhat Başladılar öğle namazı için hazırlık yapmaya. Bir yandan abdest alıyorlar bir yandan da hücreleri temizliyorlardı. Birden evet birden müthiş bir manzara Büyük bir askeri birlik başlarında subaylar bir numaralı binaya dalıyor. Bir kısmı da dördüncü kata tırmanmış ve içlerinden bir subay baskını haber veren bir el ateş ediyor. Bu baskın elbette İsrail ü-zerine değildi. Kardeşler bunu sadece korkutmayı hedef alan kuru sıkı ateş olarak düşünmüş bir an öyle sanmışlardı. Ama asıl hakikati çok geçmeden anladılar. Gerçek kurşunlarla belirli hedeflere ateş ediliyordu. Bu baskında pek çok Kardeş yerde buldu kendini. Ayakta kalabilen-lerse koğuşlara kaçıp sığındılar. Bir kısmı da orada ellerine geçirdikleri demir kazıklarla kapıları içerden destekleyerek iyice kapattılar bu kapılar kolay kolay açılamazdı. Diğerleriyse böyle bir imkandan mahrumdu. Kapı biraz zorlandı mı açılabilirdi. Hain subay da öyle yaptı ve koğuşun bir köşesine sıkıştırdığı Kardeşlerin hem de gögüslerine boşalttı kurşunlarını. Kardeşlerin kapısını içerden iyice kapattığı koğuşa gelen bir askerde kapının ortasında gözetleme deliği olarak açılan bir boşluğa otomatik silahının namlusunu dayayarak mevcut bütün kurşunlarını içerdekilerin üzerine boşaltıyordu. Artık kime rastlarsa. Ölen ölüyor kalan kalıyordu. Bu kurşun yağmuru yaklaşık bir saat sürdü. Artık yapacaklarını yapmışlardı olanca güç ve imkanlarını kullanmışlardı. Sonunda bekledikleri hasadı toplamaya gelmişti sıra 22 ölü ve 22 yaralı Ortalığa korkunç bir sükunet çökmüştü. Şehidlerin can çekişmeleri yaralıların iniltileri ve sıkıntı içindeki mahpus mücahidlerin sessiz figanlarından başka bir şey duyulmuyordu çevrede. Bu hal yatsı vaktine kadar sürdü. Ortalık toparlanmalıydı. Liman idaresi hizmetindeki sivil polislerle birlikte mum ışığında -Çünkü elektrik ışığı yoktu- ölü ve yaralıları toplamaya başladı. Hapishane bahçesine inen yolda silahlı ve eli sopalı askerler birikmişti yaralılar geçerken üzerlerine saldırıyor ve çoğunu ölüler listesine dahil ediyorlardı. Bu katliamın kahramanı Mete adında bir askerdi. İş bu kadarla da kalmıyor eşi görülmedik bir vahşet örneği sergilenerek Liman yetkilileri sivil polislerin de yardımıyla ellerinde bıçaklar ölülerin cesetlerini özellikle kurşunların bulunduğu yerleri didik didik ediyorlardı. Sonra verdikleri raporda olayın Kardeşler arasında çıkan bir kavga sonucu birbirlerini bıçakla yaralayıp öldürdük-ri ortalığı yatıştırmak için müdahale eden hapishane görevlilerine de saldırdıkları belirtildi. Takdire bakın ki savcılık yetkilileri meslek şerefini ve kendilerine olan saygılarını bütün bütün yitirmiş olmadıkları için olay üzerine ciddiyetle eğildiler olanları anlamakta gecikmediler. Çünkü herhangi bir şekilde isabet almış tek bir hapishane görevlisi bile yoktu. Hem bu derin yaralar kurşun isabetlerini kamufle etemk içirj açılmıştı. Sonunda ailelerini ebediyyen bırakıp giden bu zavallı vatandaşların geride kalanları için en azından diyet hakkı doğmaktadır bu hakların çiğnenmesini sağlayacak ve tamamen yalana dayalı böyle bir soruşturmayı yürütemeyiz hakikat neyse o olmalı dediler. Bunun üzerine söz sahibi makamlar bu yetkilileri derhal değiştirdi ve yerlerine başkalarını getirdi. Tabi onlar da soruşturmayı rafa kaldırdılar. Liman doktorlarıysa değerli insanlardı çok gayret harcadılar. Yetkililerden ağır yaralıların çok acele Kas-rulayni hastahanesine kaldırılmasını istediler. Çünkü bu hastahanede her türlü kurtarma tedavi araç ve usulleri mevcuttu. Ancak sivil polisler bunu kabul etmedi. Bu iş yapılırken parola ölen ölür değilmiy di dediler. Aradan bir gün geçti. Katliam gününü izleyen günün akşamı birgün öncesinin vahşet tablosunu seyreden atmosfer zor nefes alıp veriyordu. Gecenin karanlığına gömülen 22 ceset yine ihanet karanlığının kucağında dayanılmaz bir manzara çiziyordu. Taş yürekli insanların yüklendiği bu cesetler sıkı güvenlik önlemleri arasında değişik bölgelerdeki şehid ailelerine gönderiliyordu. Bu şehidler ailelerinin elinde bile rahat değildi. Ne merasim ne başsağlığı dilekleri ve ne de kabir ziyareti Bir damla göz yaşı dökülmesine bile izin verilmiyordu. Çünkü her cesedin başında bir bekçi vardı. Uzaktan yakından hiç kimse şehidin kabri başında üç beş dakika durmayaı içinden geçiremezdi. Gözetim o denli acımasızdı. Olaydan üç gün sonra işkence dümeni ölümden ve yaralanmadan kurtulan Kardeşlere doğru kırıldı. Bu kardeşler ilkin anadan doğma elbiselerinden soyuldular. Sonra yırtık pırtık birer mahkum pjaması verildi her birine. Daha sonra üç kişilik hücrelere 15 er kişi halinde dolduruldular. Ertesi güne kadar tam 38 saat bu hücrelerde ayakta durdular. Olayın dördüncü günü Kardeşler 20 şer kişi halinde ayrı ayrı zincirlere bağlanıyor ve yatsı vaktine kadar toprak üstünde oturtulduktan sonra sanki gündüz-müşcesine ışıklandırılan Liman kapısına sürülüyorlar. Meydan ise eli silahlı büyük bir asker kütlesiyle kuşatılmış. Buraya götürülen Kardeşler askerlerin ortasında korkunç bir görünüm içinde bekleyen arabalara doldurulurlar. Ama nasıl Sözgelimi bir zincire bağlı Kardeşlerin hepsi aynı arabaya binemiyor bir kısmı arabanın içinde kailken bir kısmı da dışarda kalıyor. Bu durumda zorunlu olarak birbirlerini çekiyorlar. Sıkışmalar ezilmeler kaçınılmaz oluyor. Kafa göz el ayak hepsi birbirine karışıyor bilekler kırılıyor duyulmayan çığılıklar göklere yükseliyor. Bu ön hazırlık da bittikten sonra mazlumlar konvoyu motorsikletli askerler kordonunda yola koyuluyor. Trafikten arındırılan Korniş caddesi boyunca dizi dizi asker. Turra hapishanesinden yola çıkan konvoy Kanatır-ı Hayriyye hapishanesine doğru ilerlemekte. Kardeşlerse nereye gittiklerini biimemekteler. Nihayet Kanatır hapishanesi. İkinci bir arama. Oysa elbiseleri bırakın aramayı gerektirecek durumda olmayı vücutlarını bile kafi derce-de örtmemektedir. Arama işi bittikten sonra kendileri için hazırlanan karanlık bir binanın yan kapısından birer birer içeri alındılar. Birinci kattaki her koğuşun önünde eli kırbaçtı bir as-- ker durmakatadır önünden geçen her Kardeşe saldırıp vuruyor. Öyle ki birinci darbenin acısıyla kıvranan Kardeş hemen araksından ikinci darbeyi alıyor. Bunu üçüncü dördüncü... Yirminci darbe izliyor. Karanlıklar içinde çığılık çığılığa bağıran Kardeş hangi yöne gideceğini de bilememektedir. Bu arada binanın ortasındaki merdivende bulur kendini kırbaçlı zebanilerin arasında. Bir asker sırtında kırbacını şaklatarak ikinci kata çıkmasını emreder. Birinci katta karşılaştıklarının tıpkısıyla ikinci katta da karşılaşır ve nihayet hücresine girer. Her hücreye üç kişi alınır sayı tamamlandıktan sonra gardiyan kapıyı ü-zerlerinden kitler. Karanlıklar içindeki hücreyi el yordamıyla tanımaya çalışırlar. Hücrede bulabildikleri eşya şunlardan ibarettir Üç küçük hasır adest bozmak için bir kova ve sızan sularıyla hücrenin toprak zeminini ıslatmış bezden yapılma bir matara. Bu karanlık gecenin kurban hasadı da şöyleydi Aklını kaybeden altı kişi ve bir öncekilerle birlikte sayıları elliye varan ölü ve yaralı Tam sekiz ay kaldılar burada. Hücrelerden ancak birkaç dakika için çıkabiliyorlardı. O da her hücreden ancak bir kişi olmak üzere ve içinde kazuratların biriktiği kovayı helaya boşaltmak için. Hücre kuyusundaki yerini almak gözleri bozulmuş yüzleri sararmış ve bir deri bir kemik kalmış gölgeden hayaletten farksız arkadaşlarına kavuşmak için çok hızlı bir şekilde geri döner. Daha sonra Dr. Mustafa Nehhas banyo yapmasına izin verdi. Tabi soğuk kış günlerinde. Binanın rutubeti zaten yetip artıyordu. Hapishane binasını çevreleyen deniz ve ağaçlarsa havayı büsbütün çekilmez etmişti. Bina deniz ortasındaki küçük bir ada gibiydi. Ve Güya Banyo Olayın şahidi anlatıyor Hamama epeyce bir mesafe kala elbiselerimizi çıkarmamız emredilirdi. Anadan doğma çıplak vaziyette tek sıra halinde dizilirdik. Sonra altışar kişilik gruplar halinde hamama doğru koşmamız emredilirdi. Hamam kapısının önündeki asker elimizdeki kirli elbiseleri alır yerine daha pis elbiseler verirdi. İçeri tek tek giriyorduk. Gardiyan buz gibi soğuk suyu birden açıyordu üzerimize bir dakika sonra içeri giren eli kır-baçlı bir asker hem vuruyor hem de bir yandan çabuk giyinmemizi emrediyordu. Bazılarımızın ceketini ayağına pantolonunu da başına geçirdiği olurdu. Çok acele hamamı terkederdik. Güya kullanmamız için verilen sabunları akşam olunca askerler toplar evlerine götürürlerdi. Allahı unuttular Allah da onlara kendilerini unutturdu. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir. (Haşr/19) Vahata Bu dayanılmaz işkencenin üzerinden 13 ay geçmişti ki Vahat hapishanesine gönderilmek üzere bazı Kardeşleri bir kenara ayırdılar. Maksat belliydi. Bu Kardeşler Vahatda oraya özgü işkencelere tabi tutulacaklardı. Ötekiler ise Turra olayında köşe taşı olan Davet düşmanı Abdul es-Selüme adlı subayın emrinde bırakılmıştı. Bunları da yeni Vahat cehenneminden daha zorlu işkenceler bekliyordu. TURRA LİMANI ŞEHİDLERİ (3 Zilkade 1376 h. - 1 Haziran 1957 m.) 1- İbrahim Mahmud Ebuddehb - Öğretmen - İs kenderiye. 2- Ahmed Hamid Ali Karkar - Muhasebeci -Dendit - Mitgamer. 3- Ahmed Mahmud Şenavi - Buzdolabı işçisi -Kahire - Abbasiye. 4- el-Ahmedi Abduh Mütevelli - Ziraat Fakültesi öğrencisi Ebuşşakuk Şarkıyye. 5- Enver Mustafa Ahmed - Tabak - Kahire Mıs-relkadime. 6- Hayri İbrahim Ayta Ezher Lisesi öğrencisi -Cize imbaba. 7- Hacı Razk Hasan İsmail - Çiftçi - Kefer Şeyh Kefer Mürazaka. 8- Sadüddin Mahmud Şevki Memur - İmbaba. 9- Seyyid Azb Savan - Gazel Şirketinde memur el-Mahalletülkübra. 10- Seyyid Ali Muhammed - Bakır tüccarı - İskenderiye. 11- Abdulfettah Mahmud Ataullah - Terzi - Kefer-Vehb - Kuyisna. 12- Abdullah Abdulazizi Cündi Demiryolları işçisi Şubralkahire 13- Osman Hasan id - Darululum Fakültesi öğrencisi - Kalatulkebş - Kahire. 14- Osman İzzet Osman (ismet) Süveyş Gümrüğü memuru - Süveyş. 15- Ali İbrahim Hamza - Gömlekçi - Hilvan. 16- Fehmi ibrahim Nasr - Lise öğrencisi - Behvaş Menufiye. 17- Muhammed Ebulfetuh Kavvare - Matbaacı -Azbenasıf - Menufe. 18- Muhammed Seyyid Afifi - Memur - Böynessi-rayat Cize. 19- Mahmud Abdulcevad Attar - Terzi - İskenderiye. 20- Mahmud Muhammed Süleyman Tamavi - Demiryollarında Mühendis Abbasiye 21- Mustafa Hamid Ali - Lise öğrencisi - imbabe Cize. Haber alma ajansları bu Kardeşlerin şehidi edildiğini kamuoyuna duyurunca Mustafa Emin önce içişleri Bakanlığına arkasından da Cumhurbaşkanlığına telefon etti. Hepsi de bu haberin Mısırı dünyanın gözünde küçük düşürmek amacıyla sömürü tarafından uydurulan bir yalan olduğunu söylüyordu işte Hürriyet yalnızca halkın hürriyetidir Halk düşmanlanna hürriyet yok sloganlarını taşıyan hürriyet Bu sloganlarda sözü edilen halk düşmanları Lafon davasında hapse mahkum edilen Yahudiler değildi. Çünkü bunlar bulundukları hapishanelerde bile her türlü rahat ve kolaylığa sahiptiler. Yalnız bunlar mı İslam davası dışındaki tüm mahkumlar Sinir krizleri yüzünden hayatlarını kaybeden Kar-deşlerse şunlardır 22Muavvıd Ebu Zehra Yemedi içmedi hatta konuşmadıda Sonunda öldü 23- Muhammed Fatih. 24- Abdulhalim Şahate. 1965 KATLİAMI 1965 katliamının tezgahlayıcısı hiç şüphesiz Ab-dünnasır idi. Bunu anlamak hiç de zor değil. Abdünnasır Rusyadan silah ve çeşitli savaş malzemeleri almak ihti-yacındaydı. Bunun için de Rusyaya şirin görünecek bazı şeyler yapması gerekiyordu. Bu işte en karlı yolun müminleri vurmak ve Müslüman Kardeşleri ezmek olduğunu düşündü. O yüzden Abdünnasırı Kiremlinde görüyoruz. 6 Eylül 1965 de Müslüman Kardeşleri yakıp yıkmakla tehdit eden bir mesaj yayınlıyor Kiremlinden. Mesaj yayınlanır yayınlanmaz da Mısırdaki zebanileri emri derhal uygulamaya koyuyorlar. Bir gece içinde Abdünnasırın verdiği rakamlar esas alınarak binlerce Kardeş hapsi boyluyor. Bu Rusyanın olaydaki dahlini gösteren bir yaklaşımdır. İktidarda kalma hırsı da ayrı. Üzerinde titrediği bir andlaşma vardı buna muhalefet eden bir cephe istemiyordu karşısında. Bu andlaşmanın bölümlerinden biri Kesin çözüm Sosyalizmdir ana başlığını taşıyordu. Küslüman Kardeşlerin Kuran düsturumuzdur İslam hükmün esasıdır. ve Kesin çözüm İslamdır sloganlarının karşılığı olarak koymuştu bu bölümü. Olaya bir de Amerikanın rolü açısından yaklaşmak gerekir. Burada üstad" Muhammed Kutubla aramda geçen bir konuşmadan söz etmek isterim. Muhammed Kutub 1965 yılı tutuklanmalarından önce çıkan kitabları-nı takdim etmek için Doktor Muhammed Mehdi Allam üstadımıza gider. Üstadın yanında bir müsteşrik ile karşılaşır. Müsteşrik Muhammed Kutuba Yazıların fikir ve üs-lub itibariyle kardeşinin çizgisinde midir diye sorar. Muhammed Kutub Ben yazıyorum o da yazıyor cevabını verir. Müsteşrik devam eder Biz özellikle üstad Seyyid Kutubun yazdıklarına büyük önem veriyor ve inceliyoruz. Tabi genelde öteki İslamcı yazarların yazdıklarına da. Her birinin nasıl yazdığını nerelerden kaynaklandığını bilmek öğrenmek istiyoruz. j(Müslüman Kardeşlenin düşünce çizgisinde mi (Sofiler)in istikametinde mi (Şeri cemiyet) ya da (Sünnet ihyacıları) çığırında mı sürdürüyor yazı eylemini buna bakarız. Çünkü her cemaatın bir fikir üslup ve çizgi özelliği vardır ve bu özellikle diğerlerinden ayrılır. 1965 yılında Kardeşlerin inkarcı ve maddeci a-kımlar arasında eylemci bir islami akım başlatmayı başardığına tanık oluyoruz. Cami ve kulüpleri halktan adeta devralmışlardır. Bu iki koldan harekete geçerek bütün düşünür ve yazarlara savaş açmışlardır. İşte Merkezi Haber Alma Örgütündeki Yazarları Denetleme komiteleri Amerikan kamuoyunun dikkatini çekerek bu İslami hareketin şiddetle ve mutlaka bastırılması gerektiği vurguluyordu. Soru Cemal Abdünnasırın niyeti ortada olduğuna göre bu durumda yapılacak en makul iş onu öldürmek değil miydi Cevap Biz biliyor ve inanıyoruz ki hakkın sesi tabancanın sesinden daha güçlüdür. O nedenle bu işi Allaha havale ettik intikamını O alsın dedik. Onun muamelesinden daha güzel bir muamele Onun cezalandırmasından daha etkili bir cezalandırma olamazdı. Soru Peki Seyyid Kutub neden idam edildi Cevap Edinilen en son bilgiler şunlar Merkezi Haber Alma örgütünün sürekli Mısırda kalan bir heyeti vardı. Bu heyetin görevi Mısırda yayınlanan kitapları o-kuyup incelemek ve Mısır düşünce gelişimini izlemekti. Tabi bütün bunları raporlar halinde Amerikaya bildiriyorlardı. Gördüler ki Seyyid Kutub Hasan el-Bennanın açtığı çığırda ve onun düşünce çizgisinde yürüyor yazıyor durumu derhal rapor edip Hasan el-Benna gibi mutlaka onun da öldürülmesi gerektiğini bildirdiler. Mesele nedir Mesele toplumu cahiliyeden İslam-a çıkarmayı hedef alan canlı İslam ilkeleridir. Verilen mücadele işte böyle bir değişimi sağlamak içindi. Seyyid Kutub da bu uğurda öldürüldü. Cennette şehidler için hazırlanan özel makamlar Allah Resulünün yolunda yürüyüp de şehid düşen sahiplerini bunun için bekliyor. Elbette bu şehidler bizim aramızdan çıkacaktır. Soru Rica etsek şehid Seyyid Kutubun öldürülmesine kadar geçen süre içinde olanlardan bahseder misiniz İdamın infazını durdurmaya yönelik .çalışmalardan da Cevap Bir hukukçu olarak bilirsiniz ki 60 yaşını aşanların idam cezası ömür boyu hapse çevrilir. Ancak burada mesele kanun meselesi değildi. Biz kanunla hükmetmiyorduk ki. Sudanda ve öteki İslam ülkelerinin tamamında Seyyid Kutup ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını isteyen bir büyük çapta gösteriler düzenleniyordu. Başkan Nasır son ve gizli emir verdi Artık bu işi bitirin. Bir oldu-bittiye getirerek Arap ve İslam dünyasındaki şiddet alevlerini söndürün yükselen sesleri susutu-run. Emir aynen uygulandı ve Seyyid Kutup sessiz sedasız idam edildi. Her şey olup bittikten sonra dünya kamuoyu olayı öğrenmişti. Dilerseniz bir de şu olayı anlatayım Bir gece uyuyorduk. Bazı Kardeşlerimiz tabi merak şevkiyle koğuşlardaki deliklerden dışarıyı gözetlerken bazı silahlı gardiyanların Muhammed Nevvaş ve Abdul-fettah İsmail ile birlikte olduğunu görürler. Bunlar idama mahkum olmuşlar ve karar vicahi olarak kendilerine duy-rulduktan sonra daha önce bulundukları büyük hapishanedeki koğuşlarından alınarak küçük bir hücreye konulmuşlardı. Şimdi buraya da elbiselerini almak için geldikleri anlaşılıyordu. Birden idam cezasının infaz edildiğinin haberi duyuldu. Mutad icraat ve işlemlerden hiç biri yapılmadan hem de. Sözgelimi hapishaneler yönetmenliğine göre hüküm infaz edilmeden önce mahkum tartılır nabzı kan basıncı ölçülür ailesine haber verilir vasiyye-tini yazma fırsatı tanınır ve son arzuları yerine getirilir. Bu iki şehide bu haklardan hiç biri tanınmamıştı. Arap ve İslam dünyasında pek çok gösteriye neden olan bu a-damlardan bir an önce kurtulmaktı mesele. Ne iğrenç ne yüzkarası bir tablo değil mi Soru Davetçilerin sonu neden darağacı olmuştur Cevap Bu sorunun cevabını Mağribde yayınlanan Şaban 1365 sayılı en-Nur dergisi veriyor birlikte okuyalım (Amerikanın Kahire sefiri Mr. Cafre Cemal Abdün-nasırı ziyaret ederek Müslüman Kardeşleri ortadan kaldırdığı takdirde Amerika Birlekşik Devletlerinin kendisine her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu bildirdi. Bunun üzerine yönetimde İslami esaslara uyacağına dair yemin ederek söz veren Nasır bu sözünü tanımamaya başladı. Müslüman Kardeşlere karşı takındığı tavır da değişivermişti. Bu görüşmeden sonra tabi Mr. Cafre de Beyaz Sarayda Başkanın müsteşarı oldu. Daha sonra özel temsilci sıfatıyla Arap ve İsrail bölgelerini dolaştı. Amerikaya döndüğünde Arap ve İsrail arasındaki barıştan söz eden bir rapor sundu ve Böyle bir barış mümkün ancak Müslüman Kardeşlerin ortadan kaldırılması şartıyla. Çünkü bu konuda aşılması imkansız zorlu geçit görünümü sergiliyor Müslüman Kardeşler. Gerek Mısırda gerekse öteki Arap ükelerinde böylesine siyasi bir etkinliğe sahipler. dedi.) Rapor Amerikada yayınlanan Life dergisinde yayınlanmış ve tutuklamalar işkence ve idamlar başlamıştı. Bu olayalar 1954 yılına rastlar. Aradan 20 yıl geçtikten sonra yine benzerleriyle karşılaşıyoruz. Çünkü sebepler aşağı yukarı aynı. Mytshecen Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Meets-hal de profesörlük tezinde Müslüman Kardeşlerin İslam anlayışı hareket ve faaliyetleri sahip oldukları çizgi içte ve dışta karşılaştıkları bütün düşmanlıkların tek sebebidir der. Robert Jackson da şunları söyler d) Sağlık durumu iyiden iyiye bozulan Seyyid Kutub o nedenle affa uğradı ve 1964 yılında hapishaneden çıktı. 1965 Hazi-ranında yeniden tutuklandı. Sağlığı bozulmuş bir yazar düşünce adamı devrim plaları için vakit bulabilmiş midir Bu işin o kadar kolay olmadığı açık. Nitekim 23 Temmuz 1952 hareketini yürütenlerin de zikrettiği gibi bu tür eylem planları hem de silahlı kuvvetlerin ortasında 1940 lardan 1952 lere kadar uzunca bir hazırlık dönemini kapsamıştır. Ortada böyle bir tecrübe de varken e-vinde hasta yatan Seyyid Kutubun hem de sürekli sivil polis gözetimi altında bulunurken devrim planladığı nasıl iddia edilebilir Seyyid Kutub tutuklandığında evinde arama yapılmış ve kitaplarından telif eserlerinden başka bir şey bulunamamıştır. Peki bu durumda hangi silahla devrimi gerçekleştirecek ve yönetimi ele alacaktı Sadece inkılap hakkındaki düşüncelerinden dolayı tam on kişinin tasfiye edildiği nerede görülmüştür Madem öyle inkılap girişimindeki payı hesaba katılarak askeri kuvvetlerin ve silahlı halk örgütlerini de yanına alan merkez kuvvetleri bu dava dolayısıyle neden tasfiye e-dilmemiştir Onlara niçin dokunulmamıştır Seyyid Kutub davası Alal el-Fasinin (1) de dediği gibi Hak ve hakikat davetçisi olan herkesin davasıdır. Gören herkesin rahatça anlayabileceği gibi dava adamı her müslümanın başına gelenlerdir onun başına gelenler. Böyle bir dava adamı kalbindeki iman kökleri iyice sağ-lamlaştıktan sonra insanların gönlüne giden yolu iyi bilir. Artık kafasındaki ilkeler kendini istikametini bulmuştur sahip olduğu irrjan ve idraki pratikte uygulama safhasına dökmüştür. Yazdıklarıysa kalblere zihin ve ruhlardaki yerine doğru yol almaya başlamıştır. İslam düşmanları bu dava adamının önünde duramaz artık. Fikirlerinin susuz kalblere çıkış arayan ruhlara şaşıran zihinlere doğru yol almasını önleyemez. İnsanlık halka halka onun çevresinde toplanır. Seyyid Ku-tubun içinde bulunduğu realite işte bu idi. İşte bunun için fikrini bertaraf etmek gayesiyle onu idam ettiler. O da Rabbine yürüdü ama fikirleri yine kaldı. Seyyid Kutubun yazılarında sosyal konularla ilgili yanlış anlamalara sebep olan yabancı kavramlar bulma(1) Bir İslam düşünce adamı olan Fasi aynı zamanda Merakeş İstiklal Partisinin de lideridir. ya çalışanlara onun şu ebedi sözünü hatırlatmamız gerekir. Şöyle diyor Biz hakim değil davetçiyiz. insanları hidayete çağıran davetçileriz. Şurada burada hayatlarını Allanın nasıl sona erdireceğini bilmediğimiz insanların karşısına hakim konumunda çıkamayız buna hakkımız yok. Amel hususunda titiz davrananlar yaptıklarına güvenmemelidirler. Çünkü itibar sonuçlaradır. Seyyid Kutub şehid edilmek üzere bulunduğu sırada bile daha önce yazdığı şu cümleleri tekrarlıyordu İslam davetçisi mümin olduğu sürece galip durumundaki muhalifine yüksekten bakar. Kesin kesin inanır ki içinde bulunduğu yenilgi durumu geçicidir ve kısa bir süre sonra iman yeniden şahlanacaktır kimse bunun önüne geçemez. Farzet ki ölüm çıktı karşısına yine baş eğmeyecektir ona. İnsanlar nasıl olsa ölecektir ama o şehid olacaktır. Galibi bu dünyadan cehenneme doğru yol alırken o cennete uğurlanacaktır. Ne müthiş fark O Rabbisinin şu nidasını dinlemektedir Kafirlerin diyar diyar gezip refah içinde dolaşması sakın seni aldatmasın az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir durak Ancak Rabblerinden korkanlara Allah katında ziyafet olarak içlerinden ırmaklar akan cennetler vardır. Orada ebedi kalırlar. Allah katında o-lan iyiler için daha hayırlıdır. MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÇEVRESİNDE BİR TARTIŞMA Soru Bazıları Müslüman Kardeşler hareketinin Krala karşı direnen tek silahlı güç olduğunu söylüyor. Za-tıailinizin bu konudaki görüşü nedir Cevap Kardeşlerin daveti yüzdeyüz İslami idi. Zorba kafirlerle savaşmak ve onları topraklarımızdan sürüp çıkarmak da İslamın bize yüklediği bir görevdi. Bu arada hürriyet içinde yaşayan toplumumuz sömürünün istilasına uğramıştı. Hal böyle olunca gerek Mısır gerekese öteki İslam ülkelerini istiladan temizlemek için harekete geçip silah topladık savaşlar hazırladık. Halkın cihad hakkını e-linden almasın diye hain yöneticilerden durumu gizledik. Yönetimin başındakileri kurtuluş hareketinin içine sokmayı başarmıştık. Bu hareket Filistindeki siyonizme karşı mücadele verirken ikinci dünya savaşı sonrası Mısırdaki İngiliz işgaline karşı da bir direniş gücü olarak etkinliğini sürdüyordu. İşte bu gelişmelerden sonra Hükümet bizim cihad konusunda neler yapabileceğinize dair bir bilgi edinmiş oldu. Ama bu bilginin hacmi baştakilerin iman ve milliyetçiliklerine duyulan güven kadardı. Soru Bazıları da Kardeşlerin inandığı ilkelerin mutlak doğru olduğunu diğerlerinin inandığı ilkelerinse yine mutlak yanlış bir muhtevaya sahip bulunduğunu iddia ediyor. Zatıalinizin bu konudaki fikrini istirham etsem Cevap Biz gayemiz Allah Liderimiz Peygamber ¦ düsturumuz Kuran yolumuz cihad ve Allah yolunda öl-mekdir diyoruz. Yine diyoruz ki Gayemiz İslamı gerçek manada anlayan onunla amel eden ve silkinişe yönelik her harekette onu esas alan yepyeni bir nesil oluşturmaktır. Doğruların bir değil de birden fazla olabileceğini de her zaman ihtimal dahilinde tutarız. O yüzden İmam İttifak halinde olduğumuz konularda yardımlaşırız görüş ayrılığına düştüğümüz konulardaysa birbirimizi mazur görürüz derdi. Hatanın karşıtı olan doğrunun birden fazla olabileceğini söylerken bundan batılın karşıtı olan hakkın birden fazla olabileceği manası çıkarılmamalıdır. Merhum şöyle derdi İslam için çalışan bir cemaatın güçlü halde bulunması zayıf_ durumda bulunmasından hayırlıdır. Böyle bir cemaatı zayıf düşürmeye çalışmaksa hiç doğru değildir. Üstad bu tür cemaatlerin zedelenmesine asla izin vermezdi. Söylediklerimiz ana hatlarıyla şunlardır Yepyeni bir İslam nesli oluşturmamız için öncelikle Allah Resulünün ortaya koyduğu İslam toplumu hakkında Müslümanları sağlıklı bir bilgiye sahip kılmamız gerekiyor. Günlük hal ve harekatımızı yaşayışımızı o topluma uydurmaya çalışmamız kendimizi o toplumun terbiyesiyle yetiştirmemiz şarttır. Çoluk çocuğumuzu aile ve yakınlarınızı hatta amiri durumunda bulunduğumuz kişileri de aynı havaya sokmamız gerekir Önce kendini ıslah et sonra başkalarını çağır cümlesi parolamız olmalıdır. Davet alanında birlikte çalıştığımaz kişiler hakkında daima iyi düşünmeliyiz. Onlarla birlikte olduğumuz sürece parolamız Nefsini suçla kardeşin hakkında iyi düşün olmalıdır. Daha önce İslam için çalışanlar olmuştur onların geriye bıraktığı tecrübehazinesini görmemezlikten gelemeyiz. Üstadın Presipler Risalesinde İslam düşüncesinin esaslarına dair ayrıntılı bilgiler vardır. Davet erlerinin yazdığı diğer eserlerde de bu düşünceye dair geniş açıklamalar mevcuttur. (1) Ayrıca İşçi Kardeşin Görevleri adlı risale i-le Kardeşlerin çeşitli zamanlarda düzenlemiş olduğu toplantılarda İslami uygulamalar konusunda eğitim metotları sergilenmiştir. Yeni bir İslami nesili oluşturmak için önce bu safhalardan geçmemiz gerekiyor. İşte İslam toplumu böyle bir sükunet ortamında ve kendi kendiliğinden oluşur. Bu şekilde oluşan bir İslam toplumu kendi içinden kendi hakim güçlelrini de çıkaracaktır. Çünkü bir şeyin madeni neyse kendisi de o olur. Kardeşlerin daveti gaye ve vesile bakımından kıtı Seyyid Kutub Fethi Yeğen Abdulkerim Zeydan Mustafa Meşhur Abdulka-dir Udeh Abdulmüteal el-Cebri ve Said Havva gibi Kardeşlerin eserleri.saca işte bu. Kim bu yolda yürürse doğru yolda hak yolda olur. İnancımız odur ki bu davetin dayandığı esas Allahın kitabında beyan ettiği ve Resulünün de ashabıy-la birlikte aynen uyguladığı sistemdir. Önümüzde Allah Resulünün hayatı var Onun bu sisteme bağlı cihadından bize intikal eden tecrübeler mevcut. Şöyle söyliyeyim eğer başımıza belalar geliyorsa bundan yolun doğruluğunu gösteren bir mana çıkarırız. Çünkü bizden önceki samimi dava erleri bu tür belalarla karşılaşmışlardır. Müslüman Kardeşlerin dışındaki İslami cemaatların yürüttüğü davet eylemlerine gelince Allahın verdiği muvaffakiyet idrak ve takat ölçüsünde onları da birer cihad hareketi kabul ederiz. Hadisi şerifte Herkes fıtratına uygun olanı başarır. buyuruluyor. Soru Merhum Üstad Hasan el-Hüdaybinin Müslüman Kardeşler hareketindeki rolü nedir Cevap Üstad Hüdaybinin rolü mü Bunu şöyle anlatayım Bir kere o sebatta şecaat ve atılımda İslami hareketi eritmeden sağlam bir yapı halinde ayakta tutmakta mükemmel ve örnek bir liderdir. Tahrir Irkçı Birlik Sosyalist Birlik gibi gruplara katılmama ve herhangi bir kabineye girmeme konularındaki isabetli kararlarıyla Davet gücünü potansiyelini dağılmaktan çürümekten koruyan kurtaran adamdır. Kardeşler topluma İslamı haysiyet ve hürriyeti kazandırmaya çalışıyordu yoğun bir eğitim faaliyeti içindeydi. el-Hüdaybi üstün sevk ve idaresiyle Kardeşlerin bu çabalarınıboşa çıkarmaktan korumuştur. Sonra bütün bu grupların kuruluşların çıkarcıların komünistlerin emrinde olduğu apaçık ortaya çıktı. İçlerinde ancak pek az kişi milliyetçilik davasında samimi idi fakat onlar da egoist zorbaların tufanında boğulup gitmişti. Nitekim gelmiş geçmiş bütün kabineler Cumhurbaşkanlığına bağlı sekreterlikten farksızdı. Biri kazara Hımmm demeyegörsün işinize son verildi denirdi hemen tıpkı Mısır mizahında olduğu gibi. Ezher Rektörü Muhammed Hudari Hüseyin ki makamının ehli olmasına rağmen görevden uzaklaştırılmıştı. Mühendis Abdulaziz Ali ve Dr. Hilmi Murad başarılı iki bakandı onların da atıldığını sanırım hatırlarsınız. Sonra İmam el-Hüdaybi Müslüman Kardeşlerin bakış açısını belirleyendir. Hatta gezip dolaştığı Arap ülkelerinde Filistin davası konusunda Müslümanları uyaran ne yapmaları gerektiğini öğretendir. Gayet açık bir üslupla Filistinlilere şöyle haykırmıştır Arap devletleri birbiriyle uğraşıyor İsrail ise yapacaklarını yapmaya devam ediyor. Eğer Filistinliler ülkelerini gerçekten seviyorsa zorbaların elinden geri almak için bir an önce kendileri harekete geçmeliJer 1954 yılında yaptığı bir gezi sırasında ahmak arap politikacılarına şu sözleri söylemiştir Filistindeki bir köyü savunmak Kahireyi savunmaktır Mekkeyi Medineyi savunmaktır diğer Arap şehirlerini başkentlerini savunmaktır. Arap devletleri bu gerçeği idrak etmek zorundadır. Filistin davasına yapacakları yar-mı bir iane sadaka olarak göremezler. Nefsi müdafaanın Arap ülkelerinin hepsini birden tehdit eden tehlikeyi ortadan kaldırmanın ana esaslarından biridir bu Üstad el-Hüdaybi Daveti her zaman yozlaşmaktan korumuştur. Ahrar diktası onu muhalif grup hakkında küfürle hüküm vermeye zorlamıştı. İslami hükümlerin baskı altında sağlıklı bir şekilde ortaya konamayacağını bildirerek bu işten kurtulmasını bilmiş ve o meşhur Biz hakim değiliz sadece davetçiyiz sözünü söylemiştir. Onun bu keskin kararının Cemaatın bütünlüğünü muhafazasında büyük etkisi olmuştur. Döneminde hiç kimse O-nun kadar zorbalar karşısında başı dik durmamıştır. Hakka bağlılıkta sabır ve sebatta aşılmaz bir dağ gibiydi. Nihayet hem razı hem de rıza kazanmış olarak Rabbine kavuştu. Allah Onu geniş cennetleriyle armağanlandırdı. Soru Bugün de Müslüman Kardeşler Cemaatına karşı çıkan var mı Cevap İslam daveti hiç şüphesiz ebede kadar batılla mücadeleye devam edecektir. Neden mi Çünkü Allah Resulüne bile karşı çıkanlar olmuştur. Halbuki O kavmi arasında doğruluğu ile biliniyor ve söyledikleri kabul görüyordu. Dürüstlüğü herkesçe malumdu. Biliyoruz ki onların söyledikleri seni üzüyor. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar.fakat o zalimler bile bile Allahın ayetlerini inkar ediyorlar. (1) Şüphesiz mesele savunduğumuz ilkeler meselesi değil. Bu ilkeler doğru mu yanlış mı tartışması yok ortada. Mesele şu Karanlıkta yaşayan yarasalar ışıkla karşılaşmaktan İslami davet ışığıyla yüzyüze gelmekten korkuyor hem de şiddetle. Çıkar çevreleri resmi makamlarca beslenenler ve arkalarındaki haçlı Siyonist sömürü Siyonizm ve komünizm bütün bunlar bazı kişileri çalıp ö-zel olarak işliyor ve tam "kullanılır hale geldikten sonra zalimlerin eline maşa olarak takdim ediyorlar. İşte bütün mesele bu güruhun kasıtlı düşmanlığıdır. Sahih-i Buhari-den şöyle bir hadis zikredelim burada Huzeyfe bin Ye-man anlatıyor Ashab bir sohbet sırasında Allah Resulüne hayırdan soruyordu. Ben de karşılaşabilirim korkusuyla serden soruyorum. Dedim ki Ey Allahın Resulü cahiliye ve şerr içinde bulunuyorduk Allah bizi bu hayra yani İslama hidayet etti. Bu hayırdan sonra karşımıza tekrar çıkacak bir şer var mıdır Evet cevabını verdiler. Peki bu serden sonra hayır var mıdır dedim. Evet a-ma üzerinde bir bulanıklık da olacak buyurdular. Nedir bu bulanıklık üstü kapalılık diye sordum. Buyurdular ki (1) Enam suresi 33 Yakınımızdan bazı insanlar dilimizle konuşurlar bazen tanırsın bazen de tanıyamazsın. Sordum Bu zamanla karşılaşırsam ne yapmamı emredersiniz Müslümanların cemaatına ve imamlarına sarılırsın cevabını verdiler. Dedim Ya cemaatları da imamları da yoksa Buyurdular O grupların tamamından ayrıl git istersen bir ağacın köküne tutun dişlerinle kavrayarak Kuran-ı Kerimde ne güzel buyrulur Kendi milletlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnud olmayacaklardır. (1) Hazreti Adem ve oğulları ile şeytan arasındaki düşmanlık hikayesi hakla batıl arasındaki mücadelenin sürekliliğini vurgulamaktadır. Çünkü İblis cennetten ko-ğulduğunda Rabbine Senin kudretine and olsun ki onlardan sana içten bağlı olan kulların bir yana hepsini azdıracağım (2) dedi. Soru Partiler yeniden kurulsa Müslüman Kardeşler Cemaatı da harekete geçer mi ne dersiniz Cevap Gelin bu sorunun cevabının Cemal Ab-dünnasırdan dinleyelim şöyle diyor Müslüman Kardeşler Cemaatı ölümsüz bir topluluk. Ondan nasıl kurtulacağımızı bilemiyoruz. Biz Sosyalist Birlik ve benzeri teşkilatlarımız için binlerce cüneyh harcıyoruz varlıklarını sürdürebilmeleri için sayısız defalar maddi destek sağlıyoruz gelişip serpilsinler diye her türlü imkanı önlerine seriyoruz. Ama ne oluyor Biz ıslah etmeye çalıştıkça onlar batıyor adeta. Oysa Kardeşler her zaman dimdik ayakta hayatiyetini sürdürüyor. Sosyalist Birliği temizlemeye büyük önem veriyoruz. Onu kökünden sarsıp kendine getirmek saf bir şekil vermek istiyoruz. Öte yandan şu gerçeğin farkındayım Kardeşlerden herhangi biriyle sokağa binlerce cüneyh at hiç korkun olmaz kaybolmaz çünkü. Dürüstlüklerine kimse bir şey diyemez. Biliyorum ki tutuklanan Kardeşler suçsuzdur. Ancak bunlar bir gizli ordu durumunda kopmaları mümkün olmayan ilkelerini savunuyorlar. Zaten bunun için bir araya gelmişler işte ben de bundan dolayı tutukladım onları. Güvenliğimizi sağlayabilmemiz için bu şarttı. Çünkü onlar inançlarını hiçbir zaman unutmadılar ve ebede kadar da unutmayacaklar. Doğru Müslüman Kardeşler ölmeyen bir davettir. Ya da John Conynin Amerikada yayınlanan bilimsel nitelikli hıristiyan Montiez dergisinde Amerikalı bir yetkilinin diliyle söylediği gibi Müslüman Kardeşler Cemaatı yokluğa karşı sıkı tedbirlerle donanmış sağlam bir kaledir. Neden mi Çünkü o Allah Resulünün davetidir. Çünkü o Allahın korumasını bizzat üstlendiği İslam ve Kuranın davetidir. Cenabı Hak Doğrusu Kitabı biz indirdik onun koruyucusu da elbette biziz C) buyurmu-yor mu Bizler İslam davetinin korunması uğruna şehid o-larak ölmeye hazırız. Bu davetin hurafeler tarafından yenmesine kavramlarının değişip bozulmasına izin veremeyiz. Bizler ölürüz ancak bu bir gaye uğrunadır davetin gençliğimizde daha genç daha güçlü bir şekilde yenilenmişidir gayemiz. Hasan el-Benna siyah sakalıyla zamanın tek örnek genciydi. Siyah sakallı tek kişiye rastlamak mümkün değildi o vakit. Hasan elBenna ve birkaç gencin dışında mevcut sakallar hep beyazdı. Ya şimdi Hamdolsun binlerce sakallı genç binlerce başı örtülü genç kız mevcut. Merhum Üstad el-Benna kadınlardan oluşan büyük bir topluluğa bir konferans vermişti. Konferansa katılanların çoğunluğunu üniversite mensubu genç kızlar o-luşturuyordu ve aralarında başı örtülü tek bir kişi yoktu. Üstad konferansı bitirince Konferans dediler dini bir konferanstı ve biz böyle bir kanferansı başı açık dinledik bu hususta ne dersiniz Üstad Bu konferansı anladiniz mı dedi. Evet dediler anladık. Bunun üzerine Üs-tad Ancak bunun gibi beş konferantan sonra inşaallah başörtüsü ve benzeri konular üzerinde durabiliriz cevabını verdi. Yani gönüllerdeki imanı Allah Peygamber ve İslam sevgisini iyice pişirdikten olgun hale getirdikten sonra. Dünkü şartlar böyleydi. Bugün böyle konuşmak durumunda değiliz artık saçların örtülmesi gerektiğini söylüyoruz. Bir telini dahi göstermenin haram olduğunu ve mutlaka kapatılması icap ettiğini konuşuyoruz. Bazı genç kızlarımız da tepeden tirnağa kapanılmasını yüzün dahi gösterilmemesi gerektiğini haykırıyor. Bu da gösteriyor ki artık İslam daveti büyük bir kuvvet halinde ilerlemektedir. Ben şahsen Daveti Merhum Hasan el-Bennanın elinde yetişmiş marangozlardan öğrendim davete ait uygulamalı fıkhı endüstri okullarından mezun gençlerden öğrendim. Allah hepsinden razı olsun. Şimdi çağdaş İslam fıkhını anlayan üniversiteliler yüksek liyakat sahibi kişiler buluyoruz. Dahası İslam davetine ait özel üniversite şubeleri ve hatta fakülteler bulabiliyoruz. 40 lı yıllarda üniversitede öğrenci Kardeşlerle o-turur sıkı bir çalışma düzenine girmimizin şart olduğu ü-zerinde düşünür üstün hale gelebilmemizin buna bağlıolduğunu konuşurduk. Böylece İslam düşüncesine hizmet edecek üniversite ders programları hazırlardık. Tabi bu programlar belli konuları ihtiva ederdi. Biz tutuklandıktan sonra üniversite bu programları kaldırdı. Şimdi bildiğiniz gibi İslam daveti gençliğe yönelmiş bulunmaktadır. İşte biz de hala diriyiz davetimiz ayakta. Geriye sadece resmi kuruluş meselesi kalıyor. Resmi kuruluş biçimine gelince Biz hiçbir zaman Müslüman Kardeşler Partisi adını taşıyan ve o şekilde bir parti olmayı istmedik kabul etmedik. Hasan el-Bennanın bıraktığı gibi derleyip toparlayıcı İslami bir cemaat Müslüman Kardeşler olarak kalmayı ve öylece devam etmeyi hedef alıyoruz. Hasan el-Benna şöyle diyordu Kardeşler siz bir hayır cemiyeti değilsiniz. Siyasi bir parti veya hedefleri belli bir takım gayeler için kurulmuş bir kuruluş da değilsiniz. Sizler bu ümmetin kalbine akan yeni bir ruhsunuz. Marifetullah nuruyla parlayan ve madde karanlıklarını yırtan yepyeni bir ışıksınız. Allah Resulünün davetini tekrarlayan ve sürekli yükselen ulu bir sessiniz Burada iki şık var Ya kayıtsız şartsız hareketimize döneceğiz ya da davet olduğu gibi ayakta duracak ve bütün bir ümmet İslam daveti için çalışacak. Bu arada Kardeşlere mensup kişiler mevcut davetlerini sürdürecekler bu yoldaki çalışmalarını aksatmayacaklardır. Her iki durumda da Kardeşler daima ayakta bir davettir ve herhangi bir yaftaya slogana da ihtiyacı yoktur. Müslüman Kardeşlerin bizzat kendisi toplumu sarsan bir akımdır. Şahsiyet ve ahlakları ile bir ilandır sancak ve slogandır. Bütün bunlar gerçekleşmiştir bile. Kardeşlerin getirdiği kavramlar sözkonusu türde bir sancağın yükseltilmesine ihtiyaç duymaz. Neden mi Çünkü biz sabit sarsılmaz bir hakikat olduk. İtisam Dergisi temsilcileri İslami esasların kesin çözüm kabul edilmesi ve İslami hükümlerin düsturda tek ana kaynak olarak belirtilmesi konusunda Doktor el-Ati-fi ile bir konuşma yapmıştı. Biz hapishanede iken el-Ati-fi (tek ana kaynak) cümlesini (herhangi bir kaynak) olarak değiştirdi. Kendisine ve bizzat Cumhurbaşkanına ve hatta basına bir yazı gönderdim ve o yazıda şöyle bir cümle kullandım (İslami hükümlerin neden yalnızca herhangi bir kaynak değil de tek ana kaynak olamasını istiyoruz) dedim. Sonra basında bir makale gördüm. (İslami hükümlerin neden herhangi bir kaynak değil de tek a-na kaynak olmasını istiyoruz) başlığını taşıyordu. Bu başlık benim gönderdiğim makalenin başlığıydı ama söz Doktor Abdülhalime aitti. Fakat bu sözde benim anlatmaya çalıştığım mana yoktu. Şimdi aradan tam altı yıl geçti. O vakitler biz konuşurduk fakat kimse dinlemezdi. Ama ya şimdi Bütün bir millet bu istikamete yöneliyor el-Atifi de İtisam Dergisinden özür dileyerek Mutlaka İslami hükümleri istiyoruz isteyeceğiz... diyor. Millet artık doğru yolu görmeye anlamaya başlamıştır. O halde ey Kardeşler kimliğimizi gösterecek herhangi bir yaftaya ihtiyacımız yoktur. Müslüman Kardeşlerin daveti herhangi bir hareket gibi yoluna devam edecektir. Bu dönemde İslam adıyla siyasi bir parti olmayı kesinlikle isteyemeyiz. Biz sadece tabii hakkımız olan hürriyetimizi İslami hükümleri yerine getirme serbestimizi istiyoruz. Allahın ortaya koyduğu ve İngiliz işgalinin sesini kısmaya güç yetiremediği metod üzre İslam için çalışmak ve bu hakkımızı kullanmak gayesindeyiz. Abdünnasır ve çömezleri Kardeşlere saldırdı ırz ve mallarına musallat oldu. Daha önce yaptıklarından özür dileyerek Cemaatın faaliyetine dönmesi konusunda karar vermişler ondan sonra da yeniden fesih isteğinde bulunmamışlardır böyle bir karara yeltenmekten Allah gözlerini kör etmiştir. O nedenle Davet meşru bir niteliğe ve anayasal bir varlık hakkına sahiptir. Şu ana kadar zorbaların hala birşeyler yapmaya çalışıyor olması bu hakkı engellemez. Öyleyse ya hakkımız geri verilir ya da Allah Resulünün yaptığı gibi yolumuza devam ederiz. Gayemiz Allah liderimiz Peygamber düsturumuz Kuran yolumuz cihad ve Allah yolunda ölmek en yüce emelimizdir ilkesini kendimize bayrak yaparız. Erkam bin Ebul-erkam okulu örneğini devam ettiririz. Gerisi Allaha kalmıştır diler zafer kapılarını açar dilerse başka türlü tasarruf eder. Müslüman Karedeşleri particilik ya da hayır cemiyetleri kumkumasına çekme teşebbüsleri yeni değildir. İslam davetini kuzeyden esen rüzgarlara karşı güçsüz duruma düşürerek tasfiye etmeyi hedef alan bu tür girişimler daha önce de görülmüştü. Sözgelimi Kral I.Faruk döneminde çıkarılan 1945 tarihli hayır cemiyetleri kanunundan sonra Kardeşlerden statülerini belirlemeleri istenmiş buna göre şayet siyasi bir parti iseler faaliyetlerinde İçişlerine bağlı olmaları yok eğer bir hayır cemiyeti iseler Sosyal İşler Bakanlığının kontrolünde bulunmaları gerektiği bildirilmiştir. Kardeşlerin şekli cemaattır. İyilik ve sosyal hizmet için and içmiş bir cemaat. Sürekli yeri Müslüman Kardeşlerin Kahiredeki Genel Merkezidir. Ülkede pek çok şubesi vardır. Sosyal İşler Bakanlığınca tescil edilmiş her şube için bir sekreterlik kurlmuş ve gerekli defterler bastırılmış öyle ki bu düzen ve disiplin Bakanlık müfettişlerinin hoşuna gidecek ve aman diyecekler nasıl yapıyorsunuz bu işi yol gösterin de öteki hayır cemiyetleri de sizi izlesin. Daha sora iş başına gelen Vefd hükümeti Müslüman Kardeşler davetini parçlamak için 1951 yılında cemiyetler kanununu çıkardı. Bunun üzerine Kardeşler kurucu heyeti toplandı. Mısırlı Iraklı Kuveytli ve Pakistanlı kardeşlerden oluşan kurucu heyet Cuma sabahına kadar çalışmalarını sürdürdü. Sabah namazını birlikte kılan heyet üyeleri kararı açıkladılar Müslüman Kardeşler İslamın gelişine neden olan ve Müslüman Kardeşler ana tüzüğünün öngördüğü hedefleri gerçekleştirmek için çalışan birleştirici islami bir teşekküldür. Daha sonra Devrimin çıkardığı 1952 tarih ve 79 sayılı kanun 9.10.1952 den önceki partilerden çeşitli icraatlar istedi. Aynı kanun Müslüman Kardeşleri partilerin teşkili kanununun kapsamı dışında bıraktı. Bizi daha önce de çeşitli badirelerden kurtaran Allah bundan sonra da her türlü sıkıntıya karşı koruyacaktır. O bize yeter O ne güzel vekildir. ŞEHİD İMAMIN SON MESAJI 8 Rebiülahir 1370 h. ve .16 Ocak 1951 tarihli el Mebahis dergisi Şehid İmam Hasan el-Bennanın Müslüman Kardeşlere hitaben yazdığı bir mesajını yayınladı. Şehid düşeli aradan yaklaşık on dokuz yıl geçmesine rağmen mesaj sanki bugün Arap ve İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu olaylar üzerine kaleme alınmış gibidir. İhtiva ettiği mana ve hükümler öğütler öylesine diri ve canlı. Çünkü büründüğü örtü değişmiş olsa bile haçlı Batı politikası yine aynı politika. Dış görünüşü üzerindeki cila her ne kadar değişmişse de Moskova politikası yine aynı politika. Yahudi düşman pençesi ve tırnaklaırıyla yine ayakta niyeti emelleri ortada. Yalnız bu kadar mı Memleket evladının arasında silahın dışardan gelmekte olan düşmanın göğüsüne doğrultmak yerine kendi insanına kendi insanının değerlerine doğrultan niceleri bulunmakta. Üstad dünü bugünü nasıl görebilmiş böyle Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü o her zaman ve mekanda geçerli olan Kuran ve Hadisten çıkarıyordu bunu idrakinin kaynağını bu iki ana esas teşkil ediyordu. Şehid İmam şöyle diyordu Değerli Kardeşler önce hepinizi kutlarım Allahın izni ve takdiriyle pek çok başarılar elde ettiniz hayırlar gerçekleştirdiniz. Yıllardan beri değişen olaylara rağmen hak dava üzerinde sabır ve sebat gösterdiniz kutlarım mübarek olsun. Hemen üstlendiğiniz davetin öteki davetler arasındaki yerini özelliklerini ve hele şu sıralar ne büyük sorumluluklar taşıdığını hatırlatmak isterim. Biliniz ve hatırlayın ki şehvetler heva ve hevesler karanlığına batmış bu madde asrında Allahın kelam ve mesajlarını savunma şeri hüküm ve ayetlerini muhafaza ve uçsuz bucaksız çölde yolunu şaşırmış insanlığı doğru yola çağırma görevi siz iman erlerine düşmektedir. Siz bu halinizle yeryüzünün en şerefli davetini ve en kutsal sistemini yükleniyor ve haykırıyorsunuz Değerli Kardeşler bugün dünya Rusya komünizmi ile Amerika demokrasisi arasında sıkışıp kalmıştır. Bu ikisi arasında şaşkın bir şekilde sürekli gidip geliyor. Bu iki yoldan hiç biri ona özlediği istikrar ve başarı kazandı-ramadı. Sizlerse elinizde sema yahyinden bir deva şişesi taşımaktasınız. O halde bize düşen tam bir açıklık içinde bu hakikati bütün dünyaya duyurmaktır. İnsanlığı cesaretle kendi İslami sistemimize çağırmaktır. Buyurucu bir güce sahip olamayışımız bize zarar verecek aleyhimize bir durum değildir hiçbir zaman. Çünkü davetlerin gücü bizzat kendindedir sonra müminlerin gönlünde sonra dünyanın ona olan ihtiyacında ve daha sonra Allahın o-nu desteklemesindedir. Tabi bilemeyiz Allahın iradesi ne vakit tecelli eder zafer ne zaman müyesser olur Belalar ardarda gelmiş beynelmilel gelişmeler zorlamış ve talihsiz bir dönem gelip çatmış sonunda bir okyanustan öbür okyanusa dört milyon müslüman sömürünün pençesine düşmüş esiri olmuş. Bu acı durum ilanihaye sürüp gidemez Tek karışında Lailahe illallah Muhammedürresulullah diyen bir müslümanın bulunduğu herhangi bir toprak vatanımızın değerli bir parçası demektir. O toprağa hürriyet isteriz o toprağı yabancı zalim sömürünün pençesinden kurtarmaya çalışırız. Bu uğurda olanca gücümüzle mücadele ederiz. Bu vatan -Doğuda Endonezyadan batıda Kazablankaya kadar-Kuran-ı Kerimin gösterdiği düzen ve disipline bağlı olarak birlik hürriyet ve barış ortamında yaşamak durumundadır bu mutlu hayat onun hakkıdır. Allahın bahşettiği din inanç ve düzen varken ne diye böyle bir duruma katlansın Şansımıza bakın ki beynelmilel Yahudiliğin Arap ve İslam Ülkelerine meydan okuduğu topla tüfekle mukaddesatına saldırdığı böylesine netameli bir asra şahit oluyoruz. Allahın bütün bu düşmanlıklar karşısında bize verdiği mukavemet üstünlüğüne inanarak bu saldırılara göğüs geriyoruz. Değerli Kardeşler biliyorsunuz sömürünün okulunda yetişmiş Arap ve İslam Ülkelerindeki politika a-damları 48 ay savaşının verdiği fırsat ve imkanları bile bile kaçırdılar. Sömürü onları böyle yetiştirmişti çünkü. Sömürünün ekmeğiyle büyümüşlerdi zorbalardan korkuyorlardı Allaha kendilerine ve milletlerine olan güvenlerini kaybetmişlerdi. Üzerlerine düşeni yerine getirmek diye bir dertleri yoktu. Makam mevki hırsına kapılmışlardı gözlerini kin ve hased bulutları bürümüştü. Cihaddan kaçtılar adi şeyleri tercih ettiler teslim oldular. Sizler ki Allaha imandan kaynaklanan izzet meltemlerini teneffüs ettiniz Onun destek ve yardımından en yüce kuvvet manaları devşirdiniz. Öyleyse kaybolanları geri getirmek size düşer baştakilerin bozduğunu düzeltmek sizin gö-revinizdir. Allah sizinle beraberdir. O düşmanlarınızı sürekli gözetlemektedir. Allah ile savaşan onun takdirini alt etmeye çalışan herkes eninde sonunda perişan olacak yenilgiden yakasını kurtaramayacaktır. İşte ayeti kerime Allah emrinde galiptir ancak insanların çoğu bilmezler Allah sizi davete intisapla lütuflandırıp böyle bir seçkinlik kazandırdı. O halde onun adap ve alametleriyle insanlar arasında seçkinlik kazanın seçilin. Gizli hallerinizi düzeltin amelleriniz iyi olsun. Allahın emrinden şaşmayın. İyiyi emredin kötüden vazgeçirmeye çalışın. Herkese her insana nasihat edin ama nazik bir üslupla. Kuranı çokça okuyun namazlarınızı cemaat halinde kılmaya devam edin. Allah için çalışın dininize bağlılıkta samimi olun hakla batılı birbirine karıştırmayın. İşte bundan sonra Allahın tevfikini yardım ve zaferini bekleyin. Ayeti kerimede Andolsun ki Allaha yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah güçlüdür azizdir. Bu münasebetle size çok özel bir tavsiyede bulunmak isterim Temizlik şiarımız olmalıdır Vicdan düşünce dil davranış elbise beden yeme içme görünüş mesken muamele meslek söz iş... Evet bütün bunlara azami derecede temizlik titizliği. Allah Resulünün ümmetine tavsiyesi de bu değil midir İşte hadisi şerifleri Diğer ümmetler arasında parmakla gösterilecek derce-de temiz olun. İbadetlere başlamanın da ilk şartının temizlik olması fıkıh kitaplarımızın başında ilk bu ibarenin yer alması ne ince ve ne güzel bir işarettir. Cennetin anahtarı namazdır namazın anahtarı da temizliktir buyuran Allah Resulü ne güzel buyurmuştur. Allah şüphesiz daima tevbe edenleri ve temizlenenleri sever buyuran Allah ne doğru buyurur ONDÖRDÜNCÜ VE RİSALELERİN SONU Bandrol uygulamasına ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmeliğin 5maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde bandrol taşıması zorunlu değildir Son Bu Kitap bizzat benim tarafımdan [ [ ByIgleoo ]] tarafından www.CepSitesiNet – www.MobilMp3Net – www.ChatCepCom Siteleri için hazırlanmıştır EBook ta kimseyi kendime rakip olarak görmem bizzat kendim orjinalinden tarayıp Ebook haline getirdim lütfen emeğe saygı gösterin Gösterinki ben ve benim gibi insanlar sizlerden aldığı enerji ile daha iyi işler yapabilsin Herkese saygılarımı sunarım Sizlerde çalışmalarımın devamını istiyorsanız emeğe saygı duyunuz ve paylaşımı gerçek adreslerinden takip ediniz Not Okurken gözünüze çarpan yanlışlar olursa bize öneriniz varsa yada elinizdeki kitapları paylaşmak için bizimle iletişime geçin Teşekkürler Ne Mutlu Bilgi için Bilgece yaşayanlara By-Igleoo www.CepSitesiNet