T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümü Şef: Doç. Dr. Fevziye Kabukçuoğlu PROSTAT KARSİNOMLARINDA MİKRODAMAR DANSİTESİ VE PROLİFERASYON HIZININ GLEASON SKOR VE PERİNÖRAL İNVAZYON İLE KARŞILAŞTIRILMASI (Uzmanlık Tezi) Dr. Yasemin ÖZKAN ÜNÜVAR İSTANBUL - 2005 İÇİNDEKİLER Giriş ve Amaç........................................................ 1 Genel Bilgiler......................................................... 2 Materyal ve Metod................................................. 36 Bulgular................................................................. 38 Tartışma................................................................. 47 Sonuçlar................................................................. 55 Resimler................................................................. 56 Kaynaklar............................................................... 61 GİRİŞ VE AMAÇ Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen malign organ tümörüdür. Metastaz potansiyelinin yüksek olması nedeniyle erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıklıkta morbidite ve mortaliteye neden olmaktadır.1 Prostat kanseri sık rastlanılan bir tümör olmasına rağmen karsinogenezin moleküler temelleri konusunda çok az bilgi elde edilebilmiştir. Genellikle yavaş büyüyen ve geç bulgu veren bir tümördür. Heterojen bir yapıya sahip olması nedeniyle tümörün seyri oldukça değişkendir.1,2,3 Prostat kanserinin prognozunu değerlendirmede kullanılan mevcut metodlar klinik evreleme, histopatolojik değerlendirme ve hücre kinetik çalışmalarıdır.4 Hücre proliferasyon hızının ölçülmesi, tümör fenotipi hakkında prognostik bilgi sağlar.5 Anjiogenez, tümör progresyonu ve yayılımında rol oynayan, kompleks ve çok basamaklı bir işlemdir. Mikrodamar dansitesinin (MDD) belirlenmesinin pek çok tümörde bağımsız prognostik değeri olduğu tesbit edilmiştir. Prostat karsinomlarında da MDD’nin prognostik değerini ortaya koymak için çalışmalar yapılmış ve farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmada CD34 ve Ki-67 antikorlarını kullanarak, prostat kanser yayılımında ve prognozunda önemli rolü olduğu düşünülen anjiogenezin ve proliferasyon hızının Gleason skoru ile ilişkisini araştırmayı amaçladık. Bu ilişkiyi değerlendirirken aynı zamanda anjiogenez ve proliferasyon hızının birbirleriyle ve perinöral invazyon ile olan ilişkisini değerlendirdik. 1 GENEL BİLGİLER PROSTAT ANATOMİSİ Erkek genital sisteminin en büyük aksesuar bezi olan prostat, mesane boynu ile ürogenital diyafram arasında, gerçek pelviste yer alır.6,7 Pubis simfizisin alt sınırının arkasında ve rektumun önünde bulunur.8 Prostat bezi, tabanı proksimalde mesane boynu ve veziküla seminalis giriş noktalarında, apeksi distalde ürogenital diyaframda olan ters çevrilmiş koniye benzeyen, prostatik üretrayı çevreleyen fibromüsküler glandüler bir organdır.3,6,8 20 yaşındaki erkekte, transvers çapı tabanda 4,5 cm, vertikal çapı 3,5-4 cm, anteroposterior çapı 3 cm olan prostat bezi, ortalama 20 gr ağırlığındadır.1,3,9 Prostatik üretra, bezin merkezinde vertikal olarak ilerlerken, verumontanum seviyesinde öne doğru yaklaşık 35º’lik açılanma oluşturur.9 Denonviller fasyası olarak bilinen ince bağ dokusu tabakası, posteriorda prostat ve veziküla seminalisleri rektumdan ayırır.3 Prostat kanlanmasını başlıca a. vesikalis inferior, rectalis media ve arteria pudenta interna’dan sağlar.6,10 Prostat venleri, prostatın kapsülü ve fibröz kılıf arasında zengin pleksuslar oluşturur. Bu pleksuslar presakral vertebral pleksuslarla (Batson venleri) anastomoz yaparlar. Bu yapı prostat kanserinin erken vertebral yayılımını açıklar. Son olarak internal iliak venlere drene olurlar. Lenfatikleri ise bezin çevresinde pleksus oluşturarak internal iliak lenf düğümlerine boşalır.6,7 Prostatın sinirleri, inferior hipogastrik pleksustan gelmektedir.6,7,8 Zonal Anatomi Orta hattın palpasyonuna dayanarak, sağ ve sol lobdan söz edilse de, prostat dokusu teorik olarak, iç ve dış zonlara ayrılmaktadır. Genelde iç zon benign prostat hiperplazisinin (BPH), dış zon ise karsinomun geliştiği anatomik bölgelerdir.1,3,8 Ancak bazı karsinomlar iç zonda yerleşebileceği gibi, BPH nodülleri de dış zonda bulunabilir.11 2 Prostat dokusu, en çok kabul gören McNeal’in anatomik modelinde, prostatik üretra ile olan ilişkisine göre, dört farklı bölgeye ayrılır.1,6,9,12 Anterior veya ventral fibromusküler bölge; glandın ventral yüzeyinde yer alır ve nonglandüler bölümü oluşturur, santral zon, periferik zon ve preprostatik bölge ise glandüler bölümü oluşturur (Şekil 1).6,12 Şekil 1. Erişkin prostatı A- Glandüler prostat dokusu a) Santral zon: Glandüler prostat dokusunun yaklaşık %25’ini oluşturur. Apeksi verumontanumda, tabanı mesane boynunda, ters bir koni şeklinde, ejakülatuvar duktusları sarar ve lateral köşesi, proksimal periferal zon köşesi ile birleşir. Santral zon duktusları, verumontanumda ejakülatuvar duktus ağızlarının yanına açılır.6,12,13 Santral zon histolojisinin önemi, yüksek dereceli prostatik intraepitelyal neoplazi (PİN)’yi taklit edecek şekilde psödostratifikasyon göstermesi ve kribriform yapı içermesidir. Santral zon asinusları, büyük, poligonal ve intraluminal projeksiyonlar içermektedir. Hücreleri düzensiz, koyu sitoplazmalı ve büyük nükleusludur. Stroması kompakttır.13 Santral zon kökenli primer tümöral tutulum %10 civarındadır, ancak periferik zon tümörleri sıklıkla santral zona sekonder yayılım gösterirler.12 3 b) Periferik zon: Glandüler prostat dokusunun %70’ini oluşturur. Prostat bezinin bazal kısmında, santral ve transizyonel zonu çevreleyerek, distalde posterior, posterolateral ve lateral yönde uzanır ve distal prostatik üretrayı sarar. Periferik zon asinusleri küçük ve yuvarlaktır. Hücreleri düzenlidir ve stroması gevşektir.13 Periferik zon, prostat dokusunu çevreden sınırlar. İnflamasyon, karsinom ve PİN’in en sık görüldüğü bölgedir ve karsinomların %70-75’i bu bölgeden köken alır.6,9,12 c) Preprostatik bölge: Periüretral duktusları ve transizyonel zonu içerir. Normal glandüler prostat dokusunun yaklaşık %5’ini oluşturur. Transizyonel zon, proksimal prostatik üretra etrafında yerleşir.6,9,12 Transizyonel zon asinusları, küçük ve yuvarlaktır, hücreleri düzenlidir ve periferik zondan farklı olarak stroması kompakttır.13 Transizyonel zon, BPH’de en çok tutulan bölgedir. Prostat karsinomlarının yaklaşık %15-20’si transizyonel zondan köken alır.14 B- Nonglandüler prostat dokusu: Tüm prostat dokusunun 1/3’ünü oluşturan en geniş parçasıdır. Preprostatık sfinkter, çizgili kastan oluşan sfinkter, anterior fibromusküler stroma ve prostat kapsülünden oluşur.6,9 a) Proksimal (preprostatik) sfinkter: Proksimal üretra segmenti etrafında, düz kas liflerinden oluşan, manşon tarzında yapıdır. Ejakülasyon sırasında proksimal segmentin kapanmasını sağlayarak, seminal sıvının retrograd akışını önler. Ayrıca istirahat tonisitesi ile de proksimal üretral segmentin kapanmasını sağlar.6,9,10 b) Çizgili kastan oluşan sfinkter: Verumontanum ve prostat apeksi arasında bulunur. Prostat apeksinin altında eksternal üretral sfinkter ile devam eder.6,9 c) Anterior fibromusküler stroma: Prostatın anteromedial yüzeyinde yer alır. Mesane boynundan aşağıya doğru genişleyerek ilerleyen doku, prostat apeksinde daralarak üretra ile birleşir. Yoğun fibröz doku ve düz kas liflerinden oluşmuştur, çok az bez yapısı içerir.9,12 d) Prostat kapsülü: Fibromusküler stromanın periferde yoğunlaşmasından oluşur ve prostatın eksternal yüzeyinin çoğunu çevreler. Prostatın posterior ve lateral yüzeylerini 4 saran kapsül, ön tarafta anterior fibromusküler stroma ile devam eder. Santral ve periferik zonlardaki terminal asinuslar kapsüle ulaşırken, transizyonel bölgenin terminal asinusları, anterior fibromusküler stromaya ulaşır. Prostatın apeksinde, anterolateral bölgede, kapsül ortadan kalkar ve bezler, eksternal sfinkterinkiler de dahil olmak üzere çizgili kaslarla iç içe uzanır. Mesane boynunda da kapsül bulunmaz ve stroma mesane boynu düz kas lifleriyle iç içe geçer.9 PROSTAT EMBRİYOLOJİSİ Prostatik üretra epiteli, ürogenital sinüs endoderminden köken alır. Embriyonel gelişimin üçüncü ayında prolifere olmaya başlayarak çevresindeki mezanşimal doku içine penetre olan bazı tomurcuklanmalar gösterir.15 Prostatın glandüler bez epiteli bu endodermal hücre tomurcuklarından gelişirken, epitel hücreleriyle ilişkili mezenşimden ise, organın stroması ve düz kasları meydana gelmektedir.15,16 Üretral orta noktada, verumontanum seviyesinde prostata açılan ejakülatuvar duktuslar ve etrafındaki mezankim dokusu, wolffian duktus (mezonefrik kanal) kökenlidir. Bu nedenle prostat çift embriyonik gelişimlidir.9 Neonatal dönemde çapı 1 cm’ den az olan prostat, puberteye kadar gelişerek 2 cm’ den küçük çapa ulaşır. Puberteden sonra prostatın matürasyonu hızlanır. 20 yaşında erişkin halini alır.9 PROSTAT HİSTOLOJİSİ Prostat epitelyal ve stromal hücrelerden oluşur. Epitelyal hücreler, prostatik üretraya açılan duktuslardan başlayıp, asinuslarda sonlanan bez yapılarını oluştururlar. Prostat duktus ve asinusu arasındaki ayırım, primer olarak küçük büyütmedeki yapısal özelliklere dayanılarak yapılır. Duktuslar, dallanma gösteren, uzun tübüler yapılar şeklinde izlenirken; asinuslar, lobüler üniteler halinde gruplanma gösteren, yuvarlak bez yapılarından oluşur. Enine kesitlerde duktuslar asinuslardan ayırt edilemez.14,17 Glandüler prostat epiteli; sekretuvar, bazal ve nöroendokrin hücrelerden oluşur.2,14 5 Sekretuvar hücreler: Glandın luminal yüzeyinde yerleşirler. Kolumnar ya da küboidal şekilli, soluk ya da berrak sitoplazmalı hücrelerdir. Bu hücreler olgun hücreler olup seminal sıvı sekrete ederler. Prostat spesifik antijen (PSA) ve prostat spesifik asit fosfataz (PSAP) ile pozitif boyanırlar.9,14 Sekretuvar hücreler, vimentin ve düşük molekül ağırlıklı keratin eksprese ederler. Yüksek molekül ağırlıklı keratin ile immünreaktivite izlenmez.2 Prostat sekresyonu, kesitlerde hematoksilen ve eozin ile, lümende soluk eozinofilik boyanma ile ayırt edilebilir. Ayrıca peryodik asit-schiff (PAS) pozitif ve nötral mukopolisakkaritler içerdiği için diastaza dirençlidir. Nötral müsin benign bezlere özgü değildir, adenokarsinom bezlerinde de bulunabilir. Asidik müsinler ise (Alcian mavisi pozitif, koloidal demir pozitif) genellikle normal ya da hiperplastik bezlerde bulunmazken, adenokarsinomda sıklıkla, en azından fokal olarak bulunur.17 Korpora amilasea, kalsifiye olabilen, yuvarlak konsantrik tabakalanma gösteren hiyalen eozinofilik materyaldir. 20-40 yaş arası erkeklerde prostat bezlerinin %25’inde görülür. Karsinomlarda nadirdir. Epitel hücrelerinin deskuamasyonu ve dejenerasyonu ile ilşkili oldukları düşünülmektedir.6,10,14,17 Lipofussin pigmenti, eskiden veziküla seminalis ve ejakülatuvar duktus epiteli için tanısal kabul edilirken, günümüzde benign prostat bezlerinde hematoksilen ve eosin (H&E) boyalı kesitlerde vakaların yarısında, Fontana-Masson gibi özel boyalar ile çalışıldığında hemen tümünde görülebilmektedir.2,3,14,17 Bazal hücreler: Sekretuvar hücreleri bazal membrandan ayıran devamlı bir hücre tabakasıdır. Bazal hücreler, dar sitoplazmalı, iyi sınırlı, küboidal veya kısa kolumnar, hiperkromatik, oval nüveli hücrelerdir. Bazal hücrelerin, sekretuvar hücrelerin stem-cell populasyonu olduğu düşünülmektedir. Bazal hücreler, sekretuvar hücrelerden daha az diferansiyedir. PSA, PSAP gibi sekretuvar ürünler içermezler. İmmünohistokimyasal incelemede yüksek molekül ağırlıklı sitokeratin (34E12, CK8.12, 312 C8-1) ile pozitif boyanır. Bazal hücreler, myoepitelyal fenotipte değildir. Düz kas aktini veya S-100 eksprese etmez. Fokal androjen reseptör immunreaktivitesi gösterirler.2,9,14 6 Nöroendokrin hücreler: Prostat, genitoüriner sistemde en çok endokrin - parakrin hücreler içeren organdır. Hücrenin bazalinde daha belirgin olarak gözlenen ince sitoplazmik granüller içeren, eozinofilik sitoplazmaları ile tanınırlar. Bu hücrelerin büyük çoğunluğu serotonin, daha az oranda ise kalsitonin, somatostatin veya HCG içerir. Androjen reseptörü içermezler.2,18 Transizyonel epitel: Prostat duktuslarının proksimal kısımları, üretraya benzeyen transizyonel epitel ile döşelidir.9 Duktusların distal kısımlarında ve bazı asinuslarda transizyonel epitel ile karışık küboidal ve kolumnar epitel odakları izlenir. Daha periferik duktuslarda ve asinuslarda, transizyonel epitel görüldüğünde, transizyonel hücre metaplazisi adını alır.14 Mesaneyi döşeyen transizyonel epitelden farklı olarak, sitoplazmaları dardır ve lümende umbrella hücreleri yoktur. Luminal yüzey, tek sıralı kolumnar sekretuvar hücrelerle döşelidir.9 Bu epitel özellikle östrojen tedavisinden sonra skuamöz metaplaziye uğrayabilir.2 Stromal hücreler: Çizgili ve düz kas hücreleri, fibroblastlar, sinir ve endotelyal hücrelerdir. Prostat bezinin apikal kısmında, ürogenital diaframa ait çizgili kas demetleri prostat içine uzanır. Genellikle prostatın dışında kalsa da, çizgili kas demetleri bazen apikal ve anterior fibromusküler stromadan prostatın periferik zonuna uzanır. Çizgili kas arasında normal ya da hiperplastik bezler bulunabilir. Bunlar karsinom invazyonu yönünde yorumlanmamalıdır. Prostat bez dokusu içinde, küçük sinir demetleri bulunabilir. Sıklıkla prostatın dışında görülen ganglion hücreleri ve paraganglialar da prostat dokusu içinde görülebilir.6,14,17 PROSTAT KANSERİ İnsidans ve Epidemiyoloji Prostat kanseri; Avrupa, Kuzey Amerika ve Afrika’nın bazı bölgelerinde erkeklerde görülen en yaygın kanserdir ve kansere bağlı ölümlerin ikinci en sık nedenidir.19,20 Dünyada görülen en yaygın altıncı kanserdir ve erkeklerdeki üçüncü en sık görülen kanser tipidir.19 2000 yılında dünyada, 513.000 yeni prostat kanser vakası saptanmıştır. Prostat kanseri, 7 erkeklerdeki tüm kanserlerin %9.7’sini oluşturmaktadır.19 Ülkemizdeki insidansı ile ilgili net veriler mevcut değildir. ABD’de prostat kanseri insidansı yıllık olarak; 1975-1985 yılları arasında %2,3, 1985-1989 yılları arasında %6, 1989-1992 yılları arasında %18,4 artış gösterirken; 19921995 yılları arasında ise %14 azalma göstermiştir.21 ABD’ de yapılan araştırmalarda Afrikalı Amerikan erkeklerinde prostat kanseri insidansının, beyazlardan yüksek olduğu saptanmıştır. Asya kökenli Amerikan erkeklerinde ise sıklık en azdır.22 RİSK FAKTÖRLERİ Yaş: Prostat kanseri ileri yaş erkeklerin hastalığı olup, yeni tanı konmuş hastaların %75’ inden fazlası 65 yaşın üstündedir.1,2,22 85 yaşında, prostat kanseri riski tüm dünyada %0.5-20 arasında değişir. Otopsi çalışmaları sonuçlarına göre; 30 yaşındaki erkeklerin % 30’ u, 50 yaşındaki erkeklerin %50’ si ve 85 yaş üstündeki erkeklerin büyük çoğunluğu histolojik (latent) prostat kanserine sahiptir. 50 yaşından küçük erkeklerde prostat kanseri teşhisi ‰1’in altındadır.19 Japonlarda ve Amerikan beyaz populasyonunda, prostat kanserinin histolojik formunun yaşla uyumlu insidansı hemen hemen aynı iken, Amerika’ya göçen Japonlarda insidans giderek artmakta ancak Amerika’da doğanların oranına hiçbir zaman yaklaşamamaktadır. Ayrıca Asya’daki diyet batılılaştıkça prostat kanseri insidansı dünyanın bu bölgesinde artma göstermektedir.1 Coğrafi Özellikler: Prostat kanseri insidansı etnik populasyonlar ve ülkeler arasında farklılık göstermektedir. Asya’da, özellikle Çinlilerde ve Japonlarda (yıllık olarak 1.9/100.000) düşük oranda saptanırken; Kuzey Amerika ve İskandinav ülkelerinde yüksek orandadır (yıllık olarak 137/100.000 ).1,3,19 Irk: Siyah ırkta görülme oranı beyazlara göre yaklaşık bir buçuk kez daha fazladır.1,2 8 Heredite ve Genetik: Prostat kanserinin başlangıç ve ilerlemesine yol açan spesifik nedenler henüz bilinmemesine rağmen, genetik ve çevresel faktörlerin bu hastalığın oluşumunda rol oynadığı gösterilmiştir. Prostat kanseri gelişme riski etkilenen akrabaların sayısı ve onların teşhis anındaki yaşı ile ilişkilidir. Birinci derece akrabaların birinde mevcutsa risk 2 kat, iki-üçünde mevcutsa risk 5-11 kat artmaktadır. Prostat kanseri için güçlü aile hikayesi olan erkekler, daha erken yaşta hastalık geliştirmeye eğilimlidirler.2,19,22 Prostat kanserlerinin %10’unun kalıtımsal olduğuna inanılmaktadır.2,22 İsveç ve ABD’ de yaşayan, prostat kanseri açısından yüksek riskli 91 ailenin genetik incelemesi, 1. kromozomun uzun kolunda bir major hassasiyet bölgesi (1q24-25) bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu kişilerde prostat kanseri daha erken yaşta görülmektedir.1,22 Hormonal Faktörler: Prostat kanserinin gelişimi ve ilerlemesi androjenlerden etkilenir. Medikal veya cerrahi kastrasyon ile testosteronun kesilmesi sonucu tümör geriler.1,2,19 İnsülin benzeri büyüme faktörü (IGF-I), tümör hücrelerinin proliferasyon, diferansiyasyon ve apopitozunu düzenler. Prostat kanseri riski, yüksek plazma IGF-I düzeyi ile doğru orantılıdır.19,22 Diyet: Latent veya histolojik prostat kanserinin, klinik kansere dönüşümünde diyetin rol oynayabileceğine dair kanıtlar mevcuttur.22 Yüksek miktarlarda -linolenik asit (poliansatüre yağ asitidir, sebzelerde ve süt ürünlerinde bulunur) ve kalsiyum (Ca) alımının prostat kanseri ile ilişkili olduğu tesbit edilmiştir. Günlük 600 mg veya daha fazla Ca alan kişilerde, günlük 150 mg veya daha az Ca alan kişilere göre, ilerlemiş ve metastatik kanser riski daha yüksektir.19 -metil-CoA rasemaz (AMACR) geni, diyetle alınan dallanmış yağ asitlerinin peroksizomal oksidasyonunda önemli rol oynar. Peroksizomal oksidasyon, karsinojenik oksidatif hasarın potansiyel kaynağı olan hidrojen peroksiti oluşturur. Sığır eti ve süt ürünleri diyetle alınan dallanmış yağ asitlerinin major kaynağı olduğundan; AMACR’ nin artışı ve etkisinin güçlenmesi, süt ürünleri ve prostat kanseri arasında ilişkiyi açıklayabilir. AMACR geni, normal prostat dokusunda bulunmaz.3,19 9 Kırmızı etin fazla tüketimi prostat kanseri ile ilişkilidir. Yüksek ısıda pişirme, heterosiklik aminler gibi çok güçlü karsinojenlerin oluşumu ile sonuçlanır.19 Asya ülkelerinde prostat kanserinin düşük oranda görülmesi, diyetle yüksek oranda fitoöstrojen (özellikle flavinoidler) alımıyla açıklanabilir. Soya yüksek oranda fitoöstrojen içerir ve prostat kanseri riskini azaltır. Domates bazlı ürünlerin sık alımı da prostat kanseri riskini azaltır. Domates karotenoid ve potent antioksidan olan lycopene içerir. Lycopene, prostatın oksidatif hasarında bir azalma yapar.19,22 Selenyum tümör oluşumunu; antioksidan etki, immün sistemin uyarılması, apopitozun indüklenmesi ve testosteron oluşumunu inhibe etmesiyle engeller. Bir çalışmada vitamin E (-tokoferol) alan hasta grubunda, almayanlara göre prostat kanser insidansi ve mortalitesinde azalma saptanmıştır.1,19,22 Klinik Özellikler Prostat kanseri erken dönemde nadiren semptom oluşturur. Mikroskobik kanserler asemptomatiktirler. Otopsilerde veya BPH gibi nedenlerle çıkarılan prostat dokusunda tesadüfen tesbit edilirler.1 Prostat kanserlerinin çoğu üretradan uzakta periferde oluşur ve bu yüzden üriner semptomlar geç görülür. Lezyon, rektal muayenede şüpheli nodül veya yükselmiş serum prostatik spesifik antijen (PSA) düzeyi ile tespit edilir. Klinik olarak ilerlemiş prostat kanserli hastalarda; idrar yapmada zorluk, dizüri, sık idrara çıkma ve hematüri gibi üriner semptomlar görülebilir.1 Dikkatli dijital rektal muayene ile, bazı posterior lokalizasyonlu prostat kanserleri erken tespit edilebilmekle birlikte, sensivite ve spesifitesi düşüktür. Transrektal ultrasonun (TRUS) prostat kanser tanısındaki esas rolü; diagnostik kullanımından ziyade biyopsi alımında yol gösterici olmasıdır.1 TRUS, 5 mm’ye kadar olan hipoekoik prostat tümörlerini saptayabilmesine rağmen, izoekoik olanların %30 kadarını tespit edememektedir.2 10 Kesin tanı için transperineal veya transrektal biyopsi gereklidir. Bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme ile lenf nodundaki mikroskobik metastazlar tespit edilemediği için bir çok merkez evreleme için pelvik lenfadenektomiyi kullanır.1 PSA prostat kanserinin tarama, tanı ve takibinde yaygın olarak kullanılan bir tümör belirleyicisidir.23 Proteolitik bir enzim olan PSA, hem normal hem de tümöral prostatik epitel tarafından üretilmektedir. PSA prostatik asinusların içine yüksek yoğunlukta salgılanır ve oradan seminal sıvıya geçip, seminal sekresyonların akışkan durumda kalmasını sağlayarak, spermlerin hareket yeteneğini artırır. Serum PSA yüksekliği, ilerlemiş kanserde olduğu gibi lokalize kanserde de görülebilir.1 Kanserli prostat dokusu, normal postat dokusuna göre yaklaşık 10 kat daha fazla PSA oluşturabilmektedir.2 PSA, organ spesifiktir ancak kanser spesifik değildir. Serum PSA değerleri; BPH, prostatit, prostatik infarktüs, prostatın enstrümentasyonu ve ejakülasyon gibi durumlarda da yükselir. Lokalize prostat kanserli hastaların %20-40’ı 4.0 ng/mL veya daha az PSA değerine sahiptir.1,2,23 PSA değerlerinin hesaplanması ve yorumlanması için bir kaç yol mevcuttur. Bunlar: serum PSA değerinin prostat gland volümüne oranı (PSA dansitesi), PSA değerinin zamanla değişkenlik oranı (PSA velosity), yaşa spesifik referans değerlerinin kullanımı ve serumdaki serbest ve bağlı PSA oranıdır. Serum PSA dansitesi, prostat dokusunun gramı başına oluşturduğu PSA’yı yansıtır. Serum PSA’sının normal kişilerde tavsiye edilen yaşa spesifik üst referans değerleri; 40-49 yaş için 2.5 ng/ml, 50-59 yaş için 3.5 ng/ml, 60-69 yaş için 4.5 ng/ml, 70-79 yaşı için 6.5 ng/ml’dir. Prostat kanseri ile ilişkili en iyi göstergelerden biri de yıllık değişkenliğin 0.75 ng/ml olmasıdır. Bunu değerli kılmak için 1.5-2 yıllık sürede bakılan en az üç PSA ölçümü gerekir. Son serum PSA testi normal sınırlarda bile olsa, serum PSA düzeylerindeki anlamlı artış anormaldir.1 Total PSA düzeyleri 4-10 ng/ml arasında ise serbest PSA yüzdesi, benign ve malign hastalığın ayırımında daha değerlidir. Serbest PSA; total PSA’nın %25’inden yüksekse kanser riski düşük, %10’undan azsa kanser riski yüksektir.1,2 PATOLOJİK ÖZELLİKLER 11 Prostat kanserleri iki ana gruba ayrılır. 1- Periferik duktus ve asinuslerin adenokarsinomu (sekonder) 2- Büyük duktusların karsinomu (primer) Morfolojik ayırım klasik olarak iki tümörün farklı orijin yeri temel alınarak yapılır ve her iki patern sıklıkla birarada görülür. Tümörlerin çoğu birinci gruptadır. Grade, evre, prognoz ve tedavi konusundaki çalışmaların çoğunda bu gruptaki kanserler referans alınır.2 Periferik duktus ve asinusların karsinomu: Prostat karsinomlarının yaklaşık %70’i periferal zonda, çoğunlukla posterior bölgede yerleşir. Makroskopik incelemede neoplastik doku, etrafındaki non-neoplastik parankimden sert, gri veya sarı renkli, kötü sınırlı alanlar olarak ayrılır.1,2,24,25 Prostat karsinomları, rektal muayenede sıklıkla unilateral gözükmekle birlikte, patolojik incelemede %70’inden fazlası bilateraldir. Olguların %85’inden fazlasında multifokal adenokarsinom mevcuttur.3 Bunlar tümörün intraglandüler yayılımından çok gerçek multisentrik özelliğini gösterir. Santral bölgede lokalize olan tümörlerde multisentrisite daha az görülür.2 Prostat adenokarsinomları için dört mikroskobik patern tariflenmiştir: orta çaplı glandlar, küçük glandlar, diffüz tek hücre infiltrasyonu ve kribriform yapı. 1. Orta çaplı glandlar; küçük büyütmede düzensiz sınırlı, dar stroma içerisinde sırt sırta vermiş glandlar şeklinde izlenir. 2. Küçük glandlar; küçük büyütmede ekspansif nodüller şeklinde görülür. Glandlar düzgün, yuvarlak ve küçük boyutludur. Bu iki mikroskobik paterne nükleer genişleme, nükleer membranda düzensizlik, hiperkromazi ve belirgin nükleol (makronükleol, >1µ) gibi sitolojik anormallikler eşlik eder. 3. Diffüz hücre infiltrasyonu; memenin lobüler karsinomuna benzer şekilde tümör hücreleri stromayı tek hücre şeklinde infiltre etmiştir. 4. Kribriform pattern; memenin kribriform tipindeki karsinomuna benzer özellikte olup, geniş bez yapıları içinde kribriform yapılar oluşturan neoplastik epitel proliferasyonu ile karakterlidir.2 12 Glomerüloid pattern yeni tanımlanmıştır. Gland lümeninde yalnızca bir noktada döşeyici epiteline dokunan, kribriform proliferasyonlardan ibarettir ve görünümü glomerülü andırdığı için bu şekilde adlandırılmıştır.2 Prostat kanserinin iki morfolojik varyantı daha mevcuttur. Biri atrofik özellikli prostatik adenokarsinom; diğeri ise psödohiperplastik adenokarsinomdur.2,3 Tüm patternler eş zamanlı olarak veya tümörün farklı evrelerinde sıklıkla birarada bulunur.2 Adenokarsinomların çoğu histolojik olarak; iyi sınırlı, kolaylıkla ayırt edilebilen gland patterni oluşturur. Neoplastik glandlar; tipik olarak benign glandlardan daha küçüktür, tek sıralı küboidal veya düşük kolumnar hücrelerle döşelidir. Benign glandların tersine daha kalabalıktır, dallanma ve papiller katlantıları yoktur. Normal ve hiperplastik glandlarda izlenen bazal hücre tabakası neoplastik glandlarda izlenmez. Prostat adenokarsinomlarında, çevredeki soluk ya da şeffaf sitoplazmalı benign bezlere göre, malign bezler daha amfofilik sitoplazmalıdır. Nükleus büyüktür ve bir veya daha fazla nükleolus ihtiva eder. Nükleus hacim ve biçiminde bazı değişiklikler izlenmekle birlikte pleomorfizm belirgin değildir. Mitotik figürler ve dev hücreler yüksek dereceli tümörler hariç nadir görülür.1,25,26 Periferik duktus ve asinus adenokarsinomu varyantları 1- Nöroendokrin özellik gösteren karsinom: Prostat karsinomlarının tüm tiplerindeki nöroendokrin diferansiyasyon kötü prognozla ilişkilidir. Morfolojik görünüm, tipik veya atipik karsinoid tümöre benzer. PSAP ve PSA pozitiftir. Histogenetik olarak ilişkili diğer bir neoplazm da küçük hücreli karsinomdur. Çok sayıda apopitotik hücre içermesi, çok agresif olması, PSA’nın ve PSAP’ın immünhistokimyasal olarak negatif olması bu tümörün özelliğidir.1-3,24 2- Müsinöz adenokarsinom: Tümör kitlesinin %25 veya daha fazlasını müsin oluşturur. Kemik metastazları sıktır ve hormonal tedaviye nadiren cevap verir.2,3,24 13 3- Taşlı yüzük hücreli adenokarsinom: Solid, asiner veya tek hücre dizileri tarzında büyüyen, yüksek dereceli malign neopazmdır. Tümör intrasellüler müsinin toplanmasından dolayı nötral ve asidik müsinlerle negatif, PSA ve PSAP’la pozitif olan taşlı yüzük hücrelerden oluşur.2,24 4- Adenoskuamoz karsinom: İlk kez gelişen ya da varolan adenokarsinom için yapılan radyasyon ve hormonal tedaviyi takiben gelişen nadir bir karsinomdur.2,24 5- Skuamoz hücreli adenokarsinom: Prostatın saf skuamoz hücreli karsinomu çok nadirdir. İlk kez yeni olarak gelişebilir veya hormonal tedaviden sonra meydana gelebilir.2,3 Bu tümörler osteolitik metastazlar geliştirir. Hormon tedavisine cevap vermez. Metastatik hastalıkta serum PSA düzeylerinde artış meydana gelmez.3 6- Adenoid bazal hücreli tümör (adenoid kistik-karsinom benzeri tümör): Prostatın nadir kanserlerindendir. Bazal hücrelerden veya periüretral serömüsinöz glandlardan meydana geldiği düşünülmektedir. Ekspansiv büyüme paterni, kribriform yapı, multinodularite, fibromiksoid stroma ile çevrelenmesi, yaygın skuamöz diferansiasyon, bazal hücre hiperlazi odakları ile birleşmesi esas mikroskobik özellikleridir. İmmünhistokimyasal incelemede PSAP ve PSA ile negatif veya fokal pozitif boyanır.2,24 7- Bazaloid karsinom: Nadir görülen çok agresif bir tümördür. Adenoid bazal hücreli tümörden ayırımında bcl-2 ekspresyonu artışı ve yüksek Ki-67 indeksi yardımcıdır.2 8- Lenfoepitelyoma benzeri karsinom: Mikroskobik görünümü nazofaringeal lenfoepitelyoma ile benzerdir.2 Yoğun lenfositik stroma içerisinde sıkıca dizilmiş glandlar mevcuttur.27 9- Tübülokistik berrak hücreli adenokarsinom: Prostat dokusunda, müllerian-tip berrak hücreli adenokarsinom ve renal hücreli karsinomun berrak hücreli tipine benzeyen iki vaka rapor edilmiştir.2 10- Sarkomatoid karsinom: Bu tümör karsinom ve sarkom benzeri alanları birarada içerir. Nonspesifik iğsi hücreli ya da dev hücreli sarkomatoid elemanlar karsinoma 14 eşlik eder. Kıkırdak, kemik ve iskelet kası alanları görülebilir. Epitelyal komponent genellikle adenokarsinom tipindedir, fakat skuamöz diferansiyasyon da gösterebilir.2 Büyük duktusların karsinomu (primer): Periüretral bölgede bulunan büyük duktuslardan köken alır ve çoğunlukla verumontanumda veya etrafında yerleşim gösterir. Prostat karsinomlarının ‰4-8’i duktuslardan köken alır. Sistoskopik muayenede sıklıkla polipoid villöz veya infiltratif üretral komponent olarak görülür.2,3 Mikroskobik olarak tanımlanan tipler şunlardır: 1. Büyük (prostatik) duktus adenokarsinomu: Bu tümör büyük dilate duktusların malign değişiklikleri ile karakterizedir. Sıklıkla papiller odak şeklindedir. Bazen berrak hücreli (mezonefroid) görünüm eşlik eder. Tümör, prostatik üretra içine pajetoid yayılım gösterebilir. PSA ve PAP pozitifliği kuraldır. Bu tümörler, periferik duktus tümörlerine göre daha ileri evrede tespit edilir, daha kısa yaşam süresine sahiptir ve postoperatif tekrarlama riski daha yüksektir.2,3 2. Endometrial tip (endometrioid) adenokarsinom: Prostatik utrikülden köken alır. Günümüzde büyük duktus adenokarsinomunun bir varyantı olarak kabul edilmektedir. Mikroskobik olarak gland ve papillalar, uzun psödostratifiye kolumnar epitelle döşelidir.2 3. Primer transizyonel hücreli (üretelial) karsinom: Prostat tümörlerinin %2’sinden azını oluşturur. Histolojik olarak mesanenin transizyonel hücreli karsinomuna benzer. Prostat primer transizyonel hücreli karsinomu tanısı konulmadan önce, mesane veya üretral karsinomun prostata yayılım ihtimali ekarte edilmelidir.2 Olguların %20’sinde, başta karaciğer ve kemik olmak üzere uzak metastazlar meydana gelir. Prostat adenokarsinomunun tersine kemik metastazları osteolitiktir.3 4. Miks adenokarsinom-transizyonel hücreli karsinom. Prostat adenokarsinomlarının değerlendirilmesinde yardımcı tanı kriterleri: Perinöral invazyon: Prostat karsinomlarında, perinöral alanlarda glandların varlığı sık bir bulgudur. Perinöral invazyonun prostat adenokarsinomunda 15 tanısal kabul edilebilmesi için kuşkulu bezlerin siniri çepeçevre ya da çevresinin büyük kısmını sarması veya intranöral invazyon yapması gereklidir. Perinöral invazyon, malignitenin güçlü bir göstergesi olmakla birlikte patognomonik değildir. Benign prostat bezlerinin perinöral yerleşimi ve basısından ayırt edilmelidir.2,27 Müsinöz fibroplazi (kollajenöz mikronodüller): Müsin üreten prostatik adenokarsinomunun tesadüfi bulgusudur. Hücreden fakir eozinofilik fibriler stroma, mikroskobik nodüler kitle oluşturur ve gland lümenine bası yaparak asidik müsinin stromaya geçişine neden olur. Sonuçta neoplastik glandları çevreleyen stroma, hipersellüler olur ve zeminde bazofilik madde birikimi gösterir.2,27 Olguların yaklaşık %2’sinde izlenir. Benign bezlerde nadir olarak görülen, memenin kollajenöz sferülozisini andıran, hyalen sferüllerle karıştırılmamalıdır.28 İntraluminal kristaloidler: Prostat karsinomlarının %10-23’ünün gland lümeninde görülen, iğne gibi, parlak, eozinofilik, çeşitli geometrik biçimlerde olan keskin kenarlı yapılardır.2 Elektron probe x-ray mikroanalitik çalışmalar kristaloidlerin esas olarak inorganik sülfürden oluştuğunu göstermiştir.27 İyi ve orta derece diferansiye tümörlerde, orta çaplı glandların lümeninde sıklıkla mevcuttur. Kristaloid varlığı genellikle malignite bulgusu olmakla beraber benign glandlarda da görülebilir.2,3,25 Korpora amilasea: Glandüler lümende korpora amilasea varlığı her zaman benignite lehine değildir. Özellikle yaygın ve orta derecede diferansiye tümörlerdeki malign glandlarla birlikte bulunabilir.2 Müsin sekresyonu: Normal prostat epiteli, periodik asit-schiff ile reaksiyon veren, nötral müsin ihtiva eder. Prostat adenokarsinomlarının çoğu asidik müsin sekrete eder. Rutin boyalarla ince, hafif bazofilik luminal madde birikimi şeklinde görülür. Bu müsin Alcian mavisi veya kolloidal demir ile en iyi pH 2.5’da gösterilir. Ayırıcı tanıda değerli olmakla birlikte asidik müsin; sklerozan adenoziste, atipik adenomatöz hiperplazide ve PİN’de de görülebilir.2,27,28 16 Mikrovasküler invazyon: Mikrovasküler invazyon varlığı malignitenin güçlü bir göstergesidir ve histolojik grade ile direkt olarak ilişkilidir.27 Adipoz dokuda tümör: Bu bulgu prostat dışı yayılımın bir göstergesidir.27 Prostat Adenokarsinomunun Mikroskobik Ayırıcı Tanısı Lobüler atrofi (postatrofik hiperplazi): Periferik zonda, yaşla ilişkili olarak ortaya çıkan bir fenomendir. Kompleks dallanmış yapısı ve etrafındaki fibrozisden dolayı karsinomla karışır, ancak sitoplazması dardır ve lobüler yapı korunmuştur. Atrofik glandların lümeni açıktır, nükleusu kalabalıktır ve hiperkromazi izlenmez. Nükleus sitoplazma oranı artmıştır, nükleolus belirgin olabilir. Stromada fibrozise ek olarak elastozis vardır. Fokal olarak infiltratif yapıya sahiptir ve bu yüzden atrofik tip adenokarsinoma benzer.2,3,25 Kolesterol yüklü makrofajlar: Ksantom kümeleri şeklinde görülür ve prostat karsinomunu taklit edebilir.2 Radyasyona bağlı değişiklikler: Lobüler yapının korunması ile birlikte, skuamöz metaplazi, stromal fibrozis, atipik fibroblastlar ve vasküler değişikliklerle karakterizedir. Sitolojik atipi mevcuttur.2 Bazal hücre hiperplazisi: Genellikle transizyonel zonda görülmekle birlikte glandın periferik parçasında da izlenebilir. Benign görünümlü epitelyal hücrelerin küçük, solid yuvalarından oluşur. Hücrelerin sitoplazması berrak olabilir. Nükleer büyüme, hiperkromazi ve nükleol belirginliği ile karakterize atipik bazal hücre hiperplazisi de görülebilir. Prolifere bazal hücreler yüksek molekül ağırlıklı keratinle (34E12) ve P63 ile immünoreaktiftir. Aktinle immünreaktivite izlenmez.2,3 Transizyonel hücre hiperplazisi: Sitoplazması az, soluk eozinofilik veya şeffaf görünümde, oval, iğsi epitel hücrelerinin oluşturduğu stratifiye epitel hücrelerinin lümene dik olarak dizilmesi ile karakterizedir. Nükleusu uzun ve vezikülerdir, nükleer katlantılar izlenebilir.2 17 Skuamöz metaplazi: İnfarktların periferinde, TUR’dan sonra ve hormonal müdahale ile meydana gelebilir. Bazen bir neden bulunmaz.2 Kribriform hiperplazi: Hiperplastik glandüler hücrelerin sitoplazması şeffaf bir görünüme sahiptir, nükleusu küçük, nükleol belirsiz ve mitotik figür izlenmez. Karsinomla ayırıcı tanısı, lezyon periferindeki bazal hücre sırasının görülmesi ile yapılır.2 Sklerozan adenozis: Değişik hacim ve biçimli glandlar ile küçük epitelyal hücre kümelerinin oluşturduğu, iyi sınırlı nodüller; sellüler, sıklıkla miksoid stroma içine gömülmüştür.7 Glandlar çift hücre tabakasına ve kalınlaşmış bazal membrana sahiptir. İğsi hücreli komponent, aktin ve S100 ile immünohistokimyasal olarak gösterilebilir.3,25 Veziküla seminalis, ejakülatuvar duktus dokusu, Cowper glandları ve paraganglia: Prostat rezeksiyon örneklerinde tesadüfen bulunur ve tanı hatalarına yol açar. Veziküla seminalis lümeni dilate, döşeyici epiteli düzensizdir. Lipofussin pigmentinin varlığı tanıya yardım eder.2,3 Atipik adenomatöz hiperplazi (Adenozis): Küçük büyütmede iyi diferansiye adenokarsinoma benzer. Çok sayıda, kalabalık, küçük, soluk boyanan glandlardan oluşur. Glandlar, stromaya infiltre görünümde olmasına rağmen, nükleol belirginliği ve nükleer anormallikler mevcut değildir. Bazen nükleol belirginliği fokal olarak mevcut olabilir. Gland lümeninde asidik müsin ve korpora amilasea bulunabilir. Bazal hücre belirleyicilerinin kullanımı tanıda yardımcıdır.2,3,25 Prostatik intraepitelyal neoplazi: Yapısal olarak benign, sitolojik olarak atipik hücrelerle döşeli büyük duktus ve asinuslardan oluşur. Hücresel kalabalıklaşma ve sıralanma artışı; nükleer büyüme, pleomorfizm ve nükleus belirginliği esas alınarak düşük grade ve yüksek grade olarak iki gruba ayrılır. Yüksek grade de nükleol belirgindir. PİN’ de glandlarda lümen içine olan papiller projeksiyonlarda, fibrovasküler kor mevcut değildir. Yüksek molekül ağırlıklı sitokeratinle bazal hücrelerin pozitif boyanması ile karsinomdan ayrılır.2,3,25 Yüksek gradeli PIN; orta ve kötü diferansiye prostat adenokarsinomlarının çoğunda görülür. Özellikle transizyonel zonda meydana gelen iyi diferansiye adenokarsinomlarla birlikte görülmez.29 18 Prostat adenokarsinomunda evreleme Prostat adenokarsinomları klasik olarak klinik, latent ve okkült olmak üzere 3 tipe ayrılır.2 Klinik tümör: Lokal semptom ve bulgular oluşturur.2 Latent (insidental) karsinom: Klinik olarak şüphelenilmez. Otopside veya nodüler hiperplazi gibi başka nedenlerle yapılan prostatektomilerde tesadüfen saptanır.2 Okkült karsinom: Uzak metastazlarla ortaya çıkan, primer tümörün klinik olarak saptanmadığı tümör tipidir.2 Prostat karsinomunun evrelemesinde iki amaç vardır. Prognozu tayin etmek ve hastalığın yaygınlığına göre uygun tedaviyi belirlemektir.30 Prostat karsinomu için yapılan TNM evreleme sistemi American Joint Comittee on Cancer (AJCC) ve International Union Against Cancer (UICC) ortak verilerine dayanmaktadır (Tablo 1).2 Bu verilere göre “p” ön takısı TNM sisteminin klinik sınıflandırmasıyla kıyaslanabilecek patolojik sınıflandırmasını simgeler (pTNM). Klinik evreleme, genellikle ilk değerlendirmeyi yapan klinisyen tarafından, dijital rektal inceleme, serum tümör belirleyicileri, tümör derecesi ve görüntüleme yöntemleri ile değerlendirilmesidir. Patolojik evreleme ise makroskopik ve mikroskopik incelemeye dayandırılır.31 Patolojik evreleme, prognozu belirlemede klinik evrelemeden daha faydalıdır. Çünkü tümör volümü, cerrahi sınır, ekstrakapsüler yayılımın boyutu, veziküla seminalis ve pelvik lenf nodu tutulumu hakkında bilgi verir.30,32 Prostat adenokarsinomunda derecelendirme Prostat adenokarsinomunun değerlendirilmesinde bir çok derecelendirme sistemi mevcut olmasına rağmen en çok kabul gören Gleason derecelendirmesidir (Şekil 2). Gleason sistemi; tümörün, küçük büyütmede tespit edilen, glandüler diferansiyasyon ve büyüme paterninin, stroma ile ilişkisine dayanır. Sitolojik özellikler tümör derecelendirmesinde rol oynamaz. Primer (en sık) ve sekonder (ikinci en sık) yapısal 19 paternler belirlenip, 1’den 5’e kadar derecelendirilir. 1 en iyi diferansiyasyonu, 5 en kötü diferansiyasyonu gösterir. Bulunan iki sayı toplanarak Gleason skor elde edilir. Tümör tek bir histolojik paternden oluşuyorsa primer ve sekonder paternlere aynı derece verilir. Gleason skoru, 2’den (1+1=2), 10’a kadar (5+5=10) değişir.1,2,33,34 Gleason dereceleme siseminde skor gruplandırılması; 2-4 (düşük derece), 5-7 (orta derece) ve 8-10 (yüksek derece) olarak 3’lü grup şeklinde yapılmıştır.21,35 Son çalışmalar; Gleason skor 7 kanserin, 5 ve 6’ ya göre daha kötü prognozlu olduğunu göstermiştir. Bu nedenle 2-4 (iyi diferansiye), 5-6 (orta diferansiye), 7(orta-az diferansiye), 8-10 (az diferansiye) şeklindeki gruplandırma daha yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.1,3,36 20 Tablo 1. Prostat karsinomunda klinik ve patolojik evreleme Primer tümör (T) Klinik TX T0 T1 Primer tümör değerlendirilemiyor Primer tümör bulgusu yok Palpasyonla ya da görüntüleme yöntemleri ile klinik olarak belirgin olmayan tümör T1a Histolojik incelemede rezeke edilen dokunun %5 veya daha azında tümör T1b Histolojik incelemede rezeke edilen dokunun %5 veya daha fazlasında tümör T1c Yükselmiş PSA gibi nedenlerle yapılan iğne biopsilerinde saptanan tümör T2 Prostat içinde sınırlı tümör* T2a Bir lobun yarısını veya daha azını tutan tümör T2b Bir lobun yarısından fazlasını tutan fakat iki lobu tutmayan tümör T2c Her iki lobu tutan tümör T3 Prostat kapsülü boyunca yayılan tümör** T3a Eksrakapsüler yayılım (tek yada iki taraflı) T3b V. seminalis (lere) yayılan tümör T4 Tümör, v. seminalis dışındaki komşu yapılara da fikse olmuş veya yayılmıştır: mesane boynu, eksternal sfinkter, rektum, levator kası ve/veya pelvik duvar. * İğne biyopsisi ile bir ya da iki lobda saptanan tümör, palpe edilemiyor yada görüntüleme ile güvenilir olarak gösterilemiyorsa T1c olarak sınıflandırılır ** Prostat apeksine yada kapsül içine invazyon (dışına değil), T3 olarak değil T2 olarak sınıflandırılır Patolojik (pT) pT2* Organa sınırlı pT2a Tek taraflı, bir lobun yarısını veya daha azını tutan pT2b Bir lobun yarısından fazlasını tek taraflı tutan fakat her iki lobu tutmayan pT2c Çift taraflı hastalık pT3 Kapsül dışına yayılım pT3a Kapsül dışına yayılım pT3b V. seminalis invazyonu pT4 Mesane, rektum invazyonu * Patolojik T1 evrelemesi yoktur 21 Şekil 2. Gleason derecelendirme sisteminin şematik diyaframı Tablo 2. Gleason Derecelemesi Derece 1 2 3A 3B 3C 4A 4B 5A 5B Açıklama Uniform, tek, ayrı, sırt sırta vermiş, orta hacimli glandların oluşturduğu, nisbeten iyi sınırlı nodül. Çok az miktardaki stroma ile ayrılan tek, ayrı, daha az uniform glandlar. Tümörün kenarı daha düzensizdir. Genellikle düzensiz olarak ayrılan tek tek, ayrı ve daha fazla değişken boyutta olan glandlar. Sırt sırta vermiş olabilir. 3a gibidir. Fakat çok küçük glandlar veya küçük hücre kümeleri. Papiller veya kribriform yapıdaki tümörün keskin ve düzgün sınırlı yuvarlak kitlesi (papiller intraduktal tümör). Düzensiz kenarlı, düzensiz infiltran, birleşmiş glandüler tümör. 4a gibi, daha büyük soluk hücrelerle birlikte (hipernefroid). Genellikle santral nekrozla birlikte olan, keskin sınırlı kribriform patern ve solid tümör kitleleri (komedokarsinom). Anaplastik karsinomun düzensiz kitlesi. (Adenokarsinom olarak yeterli gland oluşumu veya vakuoller tesbit edilir.) 22 PROGNOSTİK FAKTÖRLER Evre: Tümör invazyonunun prostat kapsülü içine veya kapsül boyunca yayılımı, yüksek tümör derecesi, büyük tümör volümü, lenf nodu metastazının varlığı ve makroskopik olarak görülüyor olması kötü prognoz ile birliktedir.2,23,24 Derece: Prostat kanser derecesi ile evre, hastalığın lokal boyutu, lenf nodu metastazı, kemik metastazı, çeşitli tedavilere cevap arasında anlamlı bir ilişki mevcuttur.2,24,32 Gleason skoru 2-4 düşük, gleason skoru 8-10 yüksek biyolojik malignite gösteren tümörlerdir.35 Cerrahi Sınırlar: Pozitif cerrahi sınır ile tümör progresyonu arasında güçlü bir ilişki olduğu tesbit edilmiştir.2 Tümör volümü: Morfometrik tekniklerle ölçülen tümör volümü; Gleason derecesi, kapsül invazyonu, cerrahi sınırlar, veziküla seminalis invazyonu ve lenf nodu metastazı ile ilişkili bulunmuştur.2,3,24 0.5 cm2’den küçük tümörlerde ekstraprostatik yayılım nadirdir. 4 cm2 den küçük tümörlerde lenf nodu metastazı veya vesiküla seminalis invazyonu nadir olarak görülür. Tümor volümü derece ile de orantılıdır. Tümörün lokalizasyonu ve derecesi tümörün etkisini kontrol eder. Örneğin transizyonel zon tümörleri, periferal zon tümörlerine göre daha büyük volümle prostat dışına yayılır.37 Yaş: 35 yaşın altındaki vakalar kötü diferansiyasyon ve çok agresif davranışla karakterize olsa da; hasta yaşı önemli bir prognostik parametre olarak görülmemektedir.2 Irk: Daha ileri evrede tesbit edilmesinden dolayı, siyah erkeklerde ölüm oranı beyaz erkeklere göre iki kat daha fazladır. Evre ve derecelerine göre incelendiğinde her iki ırkta da sağkalım oranı belirgin farklılık göstermemektedir.2 Başlangıç tanı metodu: TUR’la prostat karsinomu tanısı konan olgularda tümör yayılım insidansı, iğne biyopsisi ile tanı konulan olgulara oranla daha yüksektir. Bu durumun TUR yönteminin bir sonucu mu veya TUR ile tanı konabilen tümörlerin 23 genellikle daha ileri evre tümörler olmasından mı kaynaklandığı henüz aydınlatılamamıştır.2 Serum PSA düzeyleri: Tümör volümünün, tümör yaygınlığının ve tedaviye yanıtın indirekt göstergesi olan serum PSA düzeyinin prostat karsinomunun prognozu ile ilişkili olduğu bilinmektedir.2,27,32,38 İleri evre hastalığı olanlar daha yüksek derece ve daha yüksek volüme sahiptir, tümörün gramı başına oluşturdukları PSA miktarı daha azdır.30 PAP ve PSA immünoreaktivitesi: Dokularında PAP ve PSA immünoreaktivitesi zayıf olan veya gösterilemeyen prostat karsinomlu vakalar, daha agresif davranış gösterirler.2,27,32,38 Perinöral invazyon: Perinöral invazyon, prostat karsinom tanısında değeri zamanla anlaşılan bir göstergedir, fakat prognostik değeri tartışmalıdır. Bazı çalışmalar rezeksiyonda gösterilen ekstraprostatik yayılımın, radikal prostatektomiden sonra gösterilen tümör progresyonu ile korele olduğunu tesbit etmişlerdir.2 Prostatın periferal zon adenokarsinomları prostat dışına perinöral boşluk aracılığıyla yayılır. Perinöral invazyon tek başına kötü prognoz oluşturmaz. Çünkü perinöral invazyon sadece tümörün azalmış dirençle birlikte bir bölgede yayılmasıdır, lenfatik içine invazyon değildir.2,3 İğne biyopsisinde perinöral invazyon varlığı, prostatektomi spesmeni içindeki tümörde kapsüler penetrasyon için spesifik bir belirleyicidir.24 Lenfovasküler invazyon: Radikal prostatektomide vasküler invazyon nadiren tesbit edilir. 4 cc’den küçük tümörlerin sadece %7’sinde görülür. Radikal prostatektomide saptanan vasküler boşluklara yayılım ile Gleason skoru, ekstraprostatik yayılım, vesiküla seminalis tutulumu ve tümör progresyonu ilişkili bulunmuştur.2,3 Prostata spesifik membran antijeni (PSMA) : Prostata spesifik membran antijeni prostat kanseri için nispeten yeni bir belirleyicidir. Hem düşük dereceli hem de yüksek dereceli olan primer ve metastatik prostat karsinomlarına ek olarak, intraepitelyal neoplazmların çoğu tarafından salınır. Günümüzde PSMA’nın prostat kanserlerindeki prognostik belirleyici olarak rolü belirsizdir. Oldukça kötü diferansiye ve metastatik kanserlerden salınır, fakat lenf nodu metastazı, vesiküla seminalis invazyonu ve ekstraprostatik yayılım ile korele değildir.23,24 24 Nöroendokrin özellikler: Nöroendokrin diferansiyasyonlu prostat karsinomuna ek olarak nöroendokrin hücreler, prostatik duktus ve asinusun komponentleridir. Nöroendokrin özellikler kötü diferansiyasyon, kötü prognoz ve hormonal tedaviye dirençle birliktedir.2,23 Androjen–reseptör durumu: Prostat kanserinde androjen reseptör ekspresyonu heterojendir. İmmünhistokimyasal olarak androjen reseptörleri tespit edilemeyen tümörlerde prognoz daha kötüdür. Metastatik prostat karsinomunda androjen-reseptör geninde mutasyonlar saptanmıştır ve bunlar androjen bağımsız tümörlerdir.2,24,33 DNA flowsitometri durumu: Görüntüleme veya flowsitometri ile saptanan tümör anaploidisi hem yüksek Gleason skoru, hem de daha yüksek lokal ve uzak yayılımla ilişkilidir. DNA flowsitometri durumu güçlü bir prognostik belirleyicidir, fakat klinikteki rolü tartışmalıdır.2,23,24,32 Kromozomal anormallikler: Klonal karyotipik anormalliklere sahip hastalar, normal karyotiplilere göre daha kısa yaşam oranına sahiptir.2 p53 tümör süpresor gen: p53 proteini hücre büyümesini ve transformasyonunu baskılayan en önemli tümör süpresor genidir. G1 fazını bloke ederek hücre proliferasyonunu inhibe eder. p53 genindeki mutasyonlar (kromozom 17’nin kısa kolunda lokalizedir) kanserlerdeki en yaygın değişikliktir. p53 fonksiyon kaybı ile hücre siklüsu ve DNA replikasyonu bozulur. Defektif DNA tamiri ve selektif büyümenin kazanılması, tümör oluşumu ve pogresyonu ile sonuçlanır.2,23,33 Prostat kanserinde p53 mutasyonları genelde seyrektir. Fakat ileri evrede ve yüksek dereceli, metastatik prostat tümörlerinde daha sıktır.24,32 Ras onkogeni: Ras onkogen p21’in ekspresyonu nükleer anaplazi derecesi, mikroskopik derece ve prognoz ile ilişkili görülmektedir. Erken prostat kanserlerinde nadir bir bulgudur. Tümör derecesi yükseldikçe ras onkogen ekspresyonunun arttığı tesbit edilmiştir. Bu onkogenin ekspresyonu bağımsız prognostik parametre olarak kabul edilmemektedir.1,2,27 25 Apopitozis: Apopitozis veya programlanmış hücre ölümü prostat kanserinin tedaviye cevabı ve prognozu için önemli bir faktör olabilir. bcl-2 proteini apopitotik yolu durdurur, hücre proliferasyonunda artışa ve hücre ölümünde azalmaya neden olur. Normal prostat dokusunda bcl-2 glandın bazal hücre tabakasından salınır, sekretuvar hücrelerden salınmaz. Hormon dirençli prostat kanserinde bcl-2’nin ekspresyonu belirgin olarak artmıştır. Bu proteinin yükselmiş düzeyleri prostat kanser hücrelerine çevreden ve androjenlerden bağımsız yaşama yeteneği kazandırır.23,32,33 Bu onkoprotein pozitifliği istatistiksel olarak prostat karsinomunun rekurrensi ile ilişkili olabilir.2 Epitelyal kadherinler: Kanser hücrelerinde normalde mevcut olan hücre-hücre etkileşimi kaybolmuştur. E-kadherin, adezyon proteinlerinden biridir. Kromozom 16q23’de haritalanır ve prostat kanserinde allelik kayıp bölgesidir. Prostat kanserinde özellikle kötü diferansiye tümörlerde E-Kadherin ekspresyonu belirgin olarak azalmıştır.23,24,33 Dolaşımdaki tümör hücreleri: RT-PCR tekniği ile dolaşımdaki PSA oluşturan tümör hücrelerinin saptanması, tümör rekürrensini ve tümörün prostat glandına sınırlı olmama ihtimalinin yüksekliğini gösterebilir.2,32 Diğer moleküler genetik markerlar: Distal 8q, p21-waf1, p27-kip1, p34-cdc-2, p120, çeşitli siklinler ve katepsin-D gibi genetik moleküler belirleyiciler prostat karsinomuna prognostik değer kazandırabilir.2 HÜCRE PROLİFERASYONU Prostat kanserleri genellikle düşük düzeyde proliferasyona sahiptir. Flowsitometri S faz fraksiyonunun saptanması, bromodeoksiüridin işaretleme, proliferasyon hücre nükleer antijenlerinin (PCNA) ve Ki-67’nin immünhistokimyasal olarak boyanması gibi farklı teknikler hücresel proliferasyonu değerlendirmede kullanılır. Proliferasyonun prognostik değerinin gücü bir çok grup tarafından incelenmiş ve farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bazıları derece ve evre ile pozitif ilişki rapor etmişken, diğerleri böyle bir anlamlı ilişki tespit etmemişlerdir. Tümördeki heterojen yapı sonuçları yorumlamada problem yaratmaktadır.23 Prostat karsinomunda Ki-67 işaretleme indeksi, hem hastalığın sınırlı olduğu hem de lenf nodu metastazlı olgularda tümör spesifik mortaliteyi saptadığı 26 söylenmektedir. Histolojik derece ve proliferasyon indeksinin saptanması güçlü bir prognostik araçtır.2 Proliferasyon; flow sitometri (S faz fraksiyonu gibi), timidin işaretleme indeksi, mitoz sayımı veya hücre siklusu esnasında oluşan hücresel proteinlerin (siklinler, Ki-67) immünhistokimyasal olarak saptanması ile ölçülür.39 1- Ki-67 proliferasyon belirleyicisi: İlk kez 1983’de Gerdes ve arkadaşları tarafından, hücre siklus bağımlı nükleer proliferasyon belirleyicisi olarak tanımlanmıştır ve kortikal timosit, germinal merkez lenfositleri, epidermisin bazal hücreleri gibi proliferatif hücrelerde exprese edilmiştir. Aynı araştırmacılar 1984’de Non-Hodgkin Lenfomalarda Ki67 ekspresyonunu incelemişler ve Ki-67’nin önemli bir klinik gösterge olabileceğini gözlemlemişlerdir.40,41 Ki-67 hücre siklusunun proliferatif G1, G2, M ve S fazlarında hücre tarafından eksprese edilen, G0 fazında eksprese edilmeyen, nonhiston nükleer bir proteindir. Bu belirleyiciye karşı esas antikor sadece taze frozen kesitlerde çalışılmıştır, bu nedenle parafin bloklarda çalışılmak üzere monoklonal antikorların formaline dirençli epitopları (MIB-1 ve MIB-3) geliştirilmiştir. Genelde Ki-67 ve mitoz sayımı arasında iyi bir korelasyon vardır.42 Ki-67, 345 ve 395 kilodalton ağırlığında iki molekülden oluşan bir komplekstir ve Ki-67 geni 10. kromozom üzerinde yer alır.41 2- Flow sitometri: Flow sitometri tekniği; sabit bir belirleyici ile, hücrelerin asılı bir yerden akarken yaydığı ışığın ölçülmesiyle çeşitli parametrelerin belirlenmesi esasına dayanır. Bu teknik yaklaşık 5000-10000 hücrenin analize edilmesine izin verir. Flow sitometri ile hücre hacmi, sitoplazmik granülarite, hücre canlılığı, hücre siklus zamanı (Sfaz fraksiyonu), DNA içeriği (DNA ploidi), yüzey belirleyici fenotip ve enzim içeriği belirlenebilir. DNA ploidi ve S-faz fraksiyonları bir çok tümörde kötü prognozla birliktedir.42 3- Timidin işaretleme indeksi (TLI): Hücre proliferasyonunu değerlendirmede önemi zamanla anlaşılan bir metoddur. İn vitro timidin işaretlemeyi takiben S fazı içindeki nükleusun (DNA sentezi) sayılmasından ibarettir. Bu metod meme karsinomunda yaygın 27 olarak kullanılmaktadır. Yüksek TLI’ya sahip karsinomlular erken rekürrens ve erken ölüm oranına sahiptir. Timidin işaretleme ve flow sitometri arasında iyi bir korelasyon vardır.42,43 4- Mitoz sayımı: Bilinen en eski ve en yaygın kullanılan metoddur. Ardışık 10-50 sahanın yüksek büyütmede mitoz açısından taranması esasına dayanır. Mezankimal tümörler, meme karsinomu, nöroblastom ve GIST’in değerlendirilmesinde faydalıdır.42 5- Proliferasyon hücre nükleer antijeni (PCNA): Ki-67 ile birlikte parafin gömülü materyalin, proliferatif aktivitesini immünhistokimyasal olarak değerlendirmek için çok kullanılan bir belirleyicidir.42 6- Siklinler: Siklinler, hücre siklusunun devamlılığını kinazlar ile kompleks oluşturarak sağlayan bir protein ailesidir. Siklin D, 11. kromozom üzerinde lokalizedir ve hücrenin G1’den S fazına girmesini sağlar.44 ANJİOGENEZ Anjiogenez terimi ilk olarak 1935 yılında plasentada yeni kan damarlarının oluşumunu ifade etmek için kullanılmıştır. Tümör ile anjiogenez arasındaki bağlantıyı gösteren ilk çalışma 1963 yılında başlatılmış ve bu çalışma sonucunda izole perfüze organlara implante edilen tümörün büyümesi birkaç milimetreyi aşmamıştır. Bununla beraber tümörün, donör kobaya yeniden implante edildikten sonra hızlı bir şekilde büyüdüğü, 1 cm3 hacmini aştığı ve kobayı öldürdüğü görülmüştür. Bu durum tümörün izole perfüze organda vaskülarize olmaması, fakat kobayda vaskülarize olmasıyla açıklanmıştır.45,46 Anjiogenez, önceden var olan damarlardan tomurcuklanma sonucu yeni damar oluşumudur.47-49 Menstrüasyon, ovulasyon, gebelik, prenatal ve postnatal doku gelişimi ve yara iyileşmesi gibi fizyolojik durumların yanısıra, enflamasyon, dejeneratif ve metabolik hastalıklar ile neopaziler gibi patolojik olaylarda da önemli bir rol oynamaktadır. Fizyolojik anjiogenez, düzenleyici parakrin uyarılar tarafından kontrol altında tutulur. Tümörlerde gözlenen patolojik anjiogenez ise devamlı ve ilerleyicidir.45,50-53 28 Anjiogenez, spesifik stimülatör (anjiogenik) moleküller ile başlatılır ve spesifik inhibitör (antianjiogenik) moleküller tarafından durdurulur. Anjiogenik ve antianjiogenik moleküller, endotel hücre döngüsü sırasında devamlı olarak ve birlikte faaliyet gösterir.50,54 Tümörler; anjiogenezi, ya doğrudan sekrete ettikleri anjiogenik bileşiklerle, ya da hücreler arası matrikste bulunan anjiogenik bileşikleri aktive ederek veya salınımını artırarak uyarırlar. Tümör damarlanması; tümörü infiltre eden lenfosit, makrofaj ve mast hücreleri tarafından salınan anjiogenik maddelerle de arttırılabilir.55-57 Tümörlerin anjiogenezise bağlı olarak büyüdüğü hipotezi, deneysel çalışmalar ve klinik gözlemler ile desteklendiğinden günümüzde yaygın olarak kabul görmektedir.58 Anjiogenez, tümör hücrelerinin beslenmesini ve metabolik ürünlerin taşınmasını kolaylaştırmaktadır. Tümör çevresindeki kapillerlerdeki defektif yapı ve sızıntıdan dolayı malign hücrelerin invazyonu kolaylaşmaktadır. Tümör damarlanmasındaki artış dolaşıma daha fazla hücrenin girmesine müsaade etmektedir.1 Solid tümörlerin büyümesi, metastaz yapması için anjiogeneze ihtiyacı vardır. Çapı 2-3 mm’den küçük tümörler, besin desteğini mevcut damarlardan difüzyonla sağlayabilir. Ancak büyüyebilmesi için kapiller damarların uyarılması ve yeni kapillerlerin oluşması gerekmektedir.45,55,58-60 Solid tümörlerin çoğu yüksek derecede vasküler olmasına rağmen; damarları, normal doku damarları ile aynı değildir. Hücre kompozisyonu, permeabilitesi, kan damar stabilitesi ve büyüme regülasyonunda farklılıklar mevcuttur.59 Solid tümörlerin prevasküler ve vasküler faza sahip olduğu hipotezi; klinik semptomlar gösteren tümörler ile karşılaştırıldığında, latent prostat kanserlerinin çoğunun çok düşük oranda kan kapilleri gösterdiği şeklindeki çalışmalarla desteklenmiştir.45,61 Prevasküler evre lokal benign tümörler ile ilişkili iken, vasküler evre metastaz kabiliyetindeki tümör ile ilşkilidir. Anjiogenik tümörlerin hepsi metastaz yapmaz. Fakat anjiogenezin inhibisyonu ile primer ve sekonder alanlardaki tümör hücrelerinin metastazı önlenir.60 “Anjiogenik anahtar” olarak adlandırılan bir mekanizma ile anjiogenez inhibitör ve aktivatörleri arasındaki denge sağlanmaktadır. İnhibitör konsantrasyonunda azalma ya da aktivatör seviyelerindeki artış ile denge değişebilmekte ve anahtar aktive olabilmektedir.62 29 Tümör büyümesi anjiogeneze yardımcı olur, apopitoz hızının azalmasına sebep olur. Tümör hücresinin anjiogenik fenotip içine sokulması; anjiogenezi uyaran faktörlerin fazla salınımına, ekstrasellüler matriksten anjiogenik proteinlerin mobilize olmasına, kendi allogenik proteinlerini üreten makrofaj gibi konak hücrelerin toplanmasına veya bu işlemlerin tümüne sebep olabilmektedir.59,62,63 Yeni kapiller damar oluşumu daha önceden var olan venül veya kapiller damarlardaki endotel hücrelerinden kaynaklanır. Tümör hücrelerinden anjiogenik maddelerin sekresyonu ile oluşan endotel hücre aktivasyonu sonucu: (1) Ana damarın bazal membranının proteoliz ile parçalanması ve kapiller filizin oluşması, (2) Endotelyal hücre proliferasyonu, (3) Endotelyal hücrelerin anjiogenik uyarı kaynağına doğru göç etmesi, (4) Kapiller tüp oluşumu meydana gelir.49,55,59,64 Tannock yaptığı çalışmada, tümör hücrelerinin yeni oluşan damarların etrafında silindir şeklinde ve 150-200 µm oksijen diffüzyon aralığı bırakarak dizildiğini göstermiştir.52 Tümör hücrelerine ilaveten, konak immün hücreleri de tümör anjiogenezinde rol oynayabilir. Aktive makrofajlar; tümör growth faktör-alpha (TGFa), anjiotropin, tümör nekrozis faktör-alpha (TNF-) ve basic fibroblast growth faktör (bFGf) gibi anjiogenik maddeler sekrete edebilir. Makrofaj aktivasyonu bir çok tümörde görülür ve bu durum tümör anjiogenezini güçlendirir.65 Anjiogenesis, tümör hücrelerinden ve tümör stromasındaki konak hücrelerden salınan anjiogenik moleküllerle düzenlenir.65,66 Anjiogenik anahtar açıldığında iki yönlü parakrin stimülasyon başlar. Prolifere tümör hücreleri tarafından uyarılan anjiogenik faktörler, endotel hücrelerinin proliferasyonunu stimüle eder ve prolifere olan endotel hücreleri tarafından sekrete edilen büyüme faktörleri tümör hücrelerinin proliferasyonunu stimüle eder.59 30 Tablo 3. Kanserde anjiogeneze etki eden faktörler.59 Anjiogenezi uyaranlar Anjiogenezi inhibe edenler Vascular endothelial growth faktor (VEGF) Platelet factor 4 Basic fibroblast growth faktor (bFGF) Trombospondin-1 Acidic fibroblast growth faktor (aFGF) Tissue inhibitors of metalloproteinases (TIMP-1,2,3) Insulin-like growth faktor 1 (IGF-1) Prolactin (16-kDa fragment) Granulocyte macrophage colony-stimulating factor (GMCSF) Angiostatin (38-kDa fragment of plasminogen) Transforming growth factor alpha (TGF-) Endostatin (20-kDa fragment of collagen XVIII) Transforming growth factor-β (TGF-β) bFGF soluble receptor Tumor necrosis factor (TNF-) Interferon Platelet-derived growth factor (PDGF) Placental proliferin-related protein Hepatocyte growth factor/scatter factor (HGF/SF) Interleukin-1, 12 kFGF Anjiogenezin sentetik inhibitörleri Angiogenin Inhibitors of MMPs Proliferin TNP-470 (Fumagillin analogue) Interleukin-8 (IL-8) Thalidomide Placental growth factor Pentosan polysulfate Integrin 5β3, 5β5 VEGF-blocking antibodies Metalloproteinase (MMP) Integrin 5β3-blocking peptides Vascular endothelial growth faktor (VEGF) ve anjiopoietinler (Ang 1 ve Ang 2) embriyonik vaskülögenez ve adult anjiogenezinde özel bir role sahiptir. VEGF, in vivo ve in vitro koşullarda endotel hücrelerine yüksek derecede spesifikliği gösterilen en güçlü anjiogenik faktördür. VEGF bir çok mezenkimal ve stromal hücreler tarafından salınır. VEGF, endotel hücrelerinin proliferasyon ve motilitesini stimüle ederek yeni kapiller filizlerin oluşmasını başlatır. Bu yeni oluşan kapiller frajildir ve stabilizasyonu için perisit ve düz kas hücrelerinin ortaya çıkmasına ve ekstasellüler matriks proteinlerinin birikimine ihtiyaç vardır. Anjiopoietin 1 ve 2, PDGF ve TGF-β stabilizasyon sürecini sağlarlar.47,49,67 31 VEGF, solid malign tümörlerin çoğu tarafından sekrete edilmektedir ve hasta prognozunda bir negatif belirleyici olarak kabul edilmektedir.59,68 İn vitro malign hücrelerden VEGF salınımı; PDGF, bFGF, IGF-1, TNF-, TGF- ve β, IL-1β ve IL-6 tarafından artırılmaktadır. p53 ve von Hippel Lindau gibi tümör supresör genlerin mutasyonu veya kaybı, VEGF sekresyonunu artırmaktadır.47,59 VEGF nötralizasyonu, anjiogenezin ve tümörün belirgin inhibisyonuna yol açar.47 VEGF, prostat kanseri anjigenezinde de önemli role sahip olarak gözükmektedir. VEGF salınımının tümör evresi, derecesi, mikrodamar dansitesi (MDD) ve klinik sonuçla ilişkili olduğu gösterilmiştir.47,68 İn vitro koşullarda yapılan çalışmalarda, mast hücreleri ve mast hücrelerinden salınan heparinin kapiller endotelyal hücre hareketini artırdığı gösterilmiştir.46,52,57 Transforming growth factor-β (TGF-β), tümöre ilaveten böbrek, plasenta ve trombosit gibi normal hücrelerde de bulunur. TGF-β, in vivo çalışmalarda makrofaj, fibroblast, kollojen üretiminde artış ve kapiller oluşumunu uyarırken; in vitro çalışmalarda endotelyal hücre proliferasyonunu yerine göre uyarabildiği gibi inhibe ettiği de gösterilmiştir.46 Prostoglandin E1 ve E2 gibi lipidler anjiogenezi uyarırlar. Ancak prostaglandinlerin kapiller büyümeyi nasıl sağladıkları açık değildir.46 Çeşitli faktörlerin in vivo olarak anjiogenezi stimüle ettiği açık olmasına rağmen, in vitro olarak kapiller endotel hücre hareketi ve proliferasyonuna etkisi oldukça farklılık gösterebilmektedir. Bazı anjiogenik faktörler endotel hücre hareketini, proliferasyonunu veya her ikisini uyarırken; diğerleri bu sürece etki etmemekte veya endotel hücre proliferasyonunu inhibe etmektedir.46 Bu sonuçlar anjiogenetik faktörlerin direkt veya dolaylı olarak etki edebildiğini düşündürmüştür. aFGF, bFGF ve TGF- direkt etkili anjiogenik faktör iken; in vitro vasküler endotel hücrelere etki etmeyen diğer anjiogenik faktörler, dolaylı etkili olarak 32 sınıflandırılmaktadır. Dolaylı yolların detayları kesin olarak bilinmemesine rağmen, üç ihtimal üzerinde durulmaktadır. Dolaylı anjiogenik faktörlerin etkisi için birinci ihtimal; makrofajların mobilizasyonu ve aktivasyonunu sağlayarak, vasküler endotel hücreleri için büyüme faktörleri, kemotaktik faktörler veya her ikisini salgılatarak etki göstermesidir. İkinci ihtimal ektrasellüler matriksde depo edilen endotelyal mitojenlerin (bFGF gibi) salınımına yol açmasıdır. Üçüncü ihtimal ise intrasellüler endotelyal büyüme faktör depolarının boşaltılmasıdır.46,58,63 Tümör hücreleri bir çok yolla neovaskülarizasyona yol açabilirler. (i) tümör hücreleri anjiogenik faktörleri sentez edebilirler, (ii) bazı tümörler makrofajları uyarır ve anjiogenik faktör salmak için aktive edebilir, (iii) diğer tümörler, tümör hücrelerinin spesifik kollojenaz ve heparinaz sentezleme kabiliyetinden dolayı, ekstasellüler matrikste depolanan anjiogenik faktörleri salgılayabilir, (iv) bazı tümörler birden fazla anjiogenik faktör salınımı yeteneğinde olabilir. (örneğin FGF ve FGF-), (v) bazı tümörler, postkapiller venüllerden fibrinojen sızıntısına sebep olan bir vasküler permeabilite faktörü salabilir. Ekstravasküler alanda oluşan fibrin jel, yeni kapiller yatağın oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Fibrin, in vitro endotelyal hücre haraketini uyarmakta ve in vivo anjiogenik faktörleri salan makrofajların buraya göçünü sağlamaktadır.46 Normal dokuda bulunan ve tümörlü dokudan salınan anjiogenik peptidler arasında çok az biyokimyasal farklılık vardır ya da hiç yoktur. Malignensiye cevap olarak oluşan yeni kapiller ve fizyolojik neovaskülarizasyon sürecinde oluşan yeni kapiller arasında önemli morfolojik fark yoktur. Tümör anjiogenezisi ile nonneoplastik anjiogenez arasındaki en önemli fark, tümöre bağlı anjiogenezin çok yoğun olması ve devamlılık göstermesidir. Tümör anjiogenezi, neoplazm ortadan kalkıncaya ya da hasta ölünceye kadar devam eder. Yara iyileşmesi gibi nonneoplastik anjiogenezde ise yara içinde yeni oluşan kapiller damarlar yoluyla doku oksijenlenmesi arttığından makrofajların anjiogenik kapasitesi sona ermektedir.46 Tümör dokusu yanında, bir çok normal doku da endotelyal büyüme faktörleri içermektedir. Fakat bu faktörler, kısa süreli anjiogenezin görüldüğü ovulasyon ve yara iyileşmesi gibi durumlarda geçici süreyle salınırlar. Tümörler ise anjiogenik faktörleri devamlı olarak salarlar.52,58 33 Anjiogenez, metastaz için gereklidir ve anjiogenez olmazsa tümör hücreleri nadiren sirkülasyona girer. Tümör alanındaki kan damarı artışı malign hücrelerin sirkülasyona girmesini kolaylaştırmaktadır. Yeni oluşan kapillerler daha fragmante bazal membrana sahiptir. Yeni oluşan kapillerler tümör hücreleri tarafından, matür damarlara oranla daha kolay penetre edilebilir. İnvaze olan kapiller, metastaz oluşumuna aktif olarak katılabilir ve vasküler alanlara tümör hücresinin girişini kolaylaştırarak sistemik yayılıma neden olur.65 Metastazın oluşması için tümör anjiogenezisi gereklidir fakat yeterli değildir. Metastaz yapabilmesi için tümör hücresi prolifere olmalı, konak dokuyu penetre etmeli, damar içinde canlı kalmalı, konak immün sisteminden kaçmalı ve vücudun farklı bir yerinde büyümeye başlayabilmelidir. Örneğin bronşiyal karsinoid tümörler; çok vasküler tümör olmasına rağmen, uzak alanlara nadiren metastaz yaparlar.65 Anjiogenezin yoğunluğunun, insan tümörlerinde metastazın habercisi olmasıyla ilgili ilk bulgu kütanöz melanomlarda yapılan çalışma sonucunda rapor edilmiştir. Bu çalışmada; metastazlı vakalardaki tümör tabanındaki vasküler alan, metastazı olmayanlara göre iki kez daha fazla olarak tespit edilmiştir.69 Antianjiogenik tedavi Tümör büyümesi ve metastazı anjiogeneze bağlı olduğundan, tedavi bu süreci durdurmak üzerine odaklanmıştır. Antianjiogenik tedavi; tümör hücreleri veya konak tarafından salınan proanjiogenik peptidlerin üretimini, etkisini veya her ikisini inhibe ederek; veya tümör içinde anjiogenez inhibitörlerinin salınımını artırarak direkt endotel hücrelerine yönlendirilebilir. Tümör hücrelerinden, direkt endotel hücrelerine yönlendirilen antianjiogenik tedavi, malign hastalıkların yeni tedavi stratejisi olarak değerlendirilmektedir.63,66 Yaygın olarak antianjiogenik tedavi, antiproliferatif olarak kabul edilmesine rağmen; yakın zamanda antianjiogenik tedavinin apopitoz ve tümör regresyonuna yol açabileceği de bulunmuştur.66 Hayvan modellerinde anjiogenez inhibitörleri ile tedavi, antitümör etkisi göstermektedir.63 CD34 immünhistokimyasal belirleyici 34 İnsan CD34 molekülü, miyeloid lösemik hücre çizgisinde tesbit edilmiştir. Hematopoetik progenitör hücrelerin ve endotelyal hücrelerin belirleyicisidir.45,70 Araştırmalar, immatür lösemilere ve vasküler tümörlere ek olarak histolojik olarak farklı hematolenfoid olmayan neoplazmlarla da reaksiyon verdiğini göstermiştir. Bunlar soliter fibröz tümör, gastrointestinal stromal tümör, iğsi hücreli lipom, dermatofibrosarkoma protuberans, epitelioid sarkomlar, myofibroblastomlar ve nöral tümörlerdir. Çok nadir olarak bazı karsinomlar, melanomlar ve non-hodgkin lenfomalar da CD34 eksprese edebilir.42,70 CD34, yaklaşık 110 kd moleküler ağırlığında tip1 integral membran proteinidir. Moleküler anti-CD34 antikorları MY10 ve QBEND10 pratikte yaygın olarak kullanılanlarıdır.70 CD34’e karşı oluşmuş antikorlar arter ve venlerdeki endotelyumla reaksiyon verir. Kapiller endotelyumla daha yoğun olarak boyandığı bulunmuştur.45 Prostat karsinomunda, proliferatif indeksi yüksek olguların (Ki-67>%20) agresif seyir izlediği ve bu olgularda tedaviye yanıtın daha kötü olduğu bildirilmektedir. Mikrovasküler yoğunluğun prognostik açıdan önemli olması ve bununla ilişkili olarak yeni tedavi seçeneklerinin uygulama aşamasında bulunması bu konuyla ilgili yapılan çalışmaların sayısını giderek artırmaktadır.63,66,71-75 35 MATERYAL VE METOD Ekim 2002 ile Mart 2005 tarihleri arasında Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji bölümüne gelen, transüretral rezeksiyon (TUR) veya radikal prostatektomi yapılan ve prostat adenokarsinomu tanısı alan olgular tarandı. Seçilen 45 olgu çalışma kapsamına alındı. Olgulara ait tüm preparatlar gözden geçirilerek, histolojik grade ve perinöral invazyon yeniden değerlendirildi. Kanama ve nekroz alanları içermeyen, tümör stroma ilişkisini en iyi gösteren preparatlar, CD34 ve Ki-67 antikoru ile boyanmak üzere immünhistokimyasal inceleme için seçildi. İMMÜNHİSTOKİMYA İmmünhistokimya için seçilen preparatların parafin bloklarından hazırlanan 2-3 mikrometrelik parafin kesitler, önceden Histogrip’le (Zymed) muamele edilmiş lamlara alınarak bir gece etüvde 37ºC’de bekletildi. Kesitler ksilende berraklaştırılıp, alkol içerisinde rehidrate edildi. Alkolden arındırmak için PBS’de (fosfat tamponlu salin) üç kez çalkalandı. Antijeni açığa çıkarmak için kesitler 10mM sitratlı tampon (pH 6) içerisinde mikrodalga fırında ısıtıldı. Aynı tampon içerisinde, 20-30 dakika oda ısısında soğumaya bırakıldı. Dokulardaki endojen peroksidaz aktivitesini ortadan kaldırmak için, kesitlere % 3’lük hidrojen peroksit çözeltisi damlatılıp 10 dakika bekletildi. Daha sonra protein blok solüsyonu (TA-125-UB, Lab Vision Corp. Fremont, CA, USA, 10 dak.), primer antikor, sekonder antikor (TA-125-BN, Lab Vision Corp. Fremont, CA, USA, 10 dak.) ve streptavidin-HRP (TA-125-HR, Lab Vision Corp. Fremont, CA, USA, 20 dak.) ile işlemden geçirildi. Her işlemden sonra kesitler PBS ile çalkalandı. Son olarak Mayer hematoksilen ile zıt boyama yapılıp, kapatıldı. İmmünhistokimyada primer antikor olarak şunlar kullanıldı: CD34 (klon QBEnd/10, Novocastra Lab, United Kingdom, 60 dak.), Ki-67 (klon SP6, Rabbit monoklonal antikor, Neomarkers, Fremont, CA, USA, 60 dak). 36 Negatif kontrol, primer antikor basamağının atlanması ile yapıldı. Pozitif kontrol ise CD34 için normal prostat dokusundaki damar yapıları, Ki-67 için epitel bazal tabakası ve germinal merkezler kullanıldı. İmmünhistokimyasal Boyamanın Değerlendirilmesi Damarlar, endotelde bulunan insan hematopoetik progenitör hücre antijeni CD34’ün immünhistokimyasal olarak gösterilmesi ile değerlendirildi. Çevresindeki tümör hücreleri ve bağ dokusu elemanlarından ayrı duran, kırmızı kahverengi boyanma gösteren, tek endotel hücresi veya endotel hücre kümesi, lümeni olup olmamasına bakılmaksızın birer mikrodamar olarak kabul edildi.76,77 Primer tümör içerisinde en yoğun damarlanma gösteren alanların daha fazla sayıda sistemik olarak yayılacak tümör hücresi meydana getirebilmesinden yola çıkılarak ışık mikroskobu ile küçük büyütmede (40x ve 100x), en yoğun damarlanma gösteren invaziv tümör alanları (hot spot) saptandı.76-80 Mikrodamar sayısı, vaskülarizasyonun en yoğun gözlendiği üç alanda sayıldı. Büyük büyütme (400x) alanlarında saptanan en yüksek sayı mikrodamar sayısı olarak kabul edildi. İmmünhistokimyasal incelemede Ki-67 pozitifliği, nükleer boyanma olarak izlendi. Tümör içerisinde, boyanmanın en yaygın izlendiği alanda, toplam 1000 hücre sayıldı. Pozitif reaksiyon gösteren hücreler belirlendi ve yüzdeleri hesaplandı. Boyanma şiddeti dikkate alınmadı.78 Değerlendirmeler, Olympus Bx50 ışık mikroskobunda, 400x (40x objektif lens, 10x oküler lens, 0,151 mm2) büyütmede yapıldı. İstatistiksel Analiz İstatistiksel analiz için vakalar tümör derecesine göre iki gruba ayrıldı. 7 ve üzerinde olanlar (25 vaka) grup I, 6 ve altında olanlar (20 vaka) grup II olarak belirlendi. Perinöral invazyon var: 1, görülemedi: 0 olarak değerlendirildi. 37 İstatistiksel analiz: Verilerin değerlendirilmesinde SPSS for Windows. 10.0 istatistik paket programı kullanıldı. Karşılaştırmalarda Mann-Whitney U ve ki-kare testleri kullanıldı. Korelasyon analizleri Pearson yöntemi ile yapıldı. 0.05’in altındaki p değerleri anlamlı kabul edildi. 38 BULGULAR Vakaların 28’i (%62.2) TUR, 17’si (%37.8) radikal prostatektomi materyalidir. I. Grup (Gleason skor 7 ve üzerindekiler) 25 olgudan (%55.5), II. grup (6 ve altındakiler) 20 olgudan (%44.5) oluşmaktadır (Resim 1-3). I. grup Gleason skoruna göre değerlendirildiğinde; 8 vaka skor: 7 (%17.7), 5 vaka skor: 8 (%11.1), 11 vaka skor: 9 (%24.4) ve bir vaka skor: 10 (%2.2) olarak tespit edildi. II. grup Gleason skoruna göre değerlendirildiğinde; 18 vaka skor: 6 (%40), bir vaka skor: 5 (%2.2) ve bir vaka skor: 4 (%2.2) olarak belirlendi. I. Grupta bulunan 25 olgunun 19’unda (%76), II. grupta bulunan 20 olgunun 8’inde (%40) perinöral invazyon mevcuttur (Resim 4). İmmünhistokimyal boyamada CD34 ile pozitif reaksiyon, endotel hücre ve hücre kümelerinin kırmızı kahverengi boyanması şeklinde görüldü (Resim 5-7). CD34 ile mikrodamar dansitesi (MDD); I. grupta 12.33 ile 102.33 ortalama değer (OD): 36.65, standart sapma (SS): 19.86, II. grupta, 8.66 ile 52.33 (OD:24.34, SS:12.41) arasında bulundu. Tümörde, MDD ile Gleason skor arasında pozitif ilişki bulundu (p= 0.031). Buna göre Gleason skoru 7 ve üzerinde olan (grup I) olgularda MDD, Gleason skoru 6 ve altında olan (grup II) olgulara göre belirgin yüksek olarak izlendi (Tablo 4). MDD ile perinöral invazyon arasında ilişki gösterilemedi (p=0.068, Tablo 9). İmmünhistokimyal boyamada Ki-67 ile pozitif reaksiyon, nükleer boyanma şeklinde görüldü (Resim 8-10). Ki-67 ile boyanma oranı; I. grupta %1 ile %30.13 (OD: 9.53, SS: 7.39), II. grupta ise %0.66 ile %12.5 (OD: 3.93, SS: 3.33) arasında bulundu. Tümör hücrelerinde, Ki-67 oranı ile Gleason skor arasında pozitif ilişki bulundu (p= 0.002). Buna göre Gleason skoru 7 ve üzerinde olan (grup I) 39 olgularda Ki-67 oranı, Gleason skoru 6 ve altında olan (grup II) olgulara göre belirgin yüksek olarak izlendi (Tablo 4). Ayrıca her iki grupta (grup I+II), perinöral invazyon saptanan olguların Ki-67 değerleri, perinöral invazyon olmayan olgulara göre anlamlı derece daha yüksek bulundu (p= 0.022). Perinöral invazyon izlenen tümörlerde Ki-67 oranı, perinöral invazyon izlenmeyenlere göre daha yüksektir (Tablo 9). Tümör hücrelerinde MDD ve Ki-67 oranları arasında anlamlı bir ilişki gösterilemedi (p= 0.223, Tablo 6). Grup I ve Grup II’de, perinöral invazyon olan ve olmayan olguların, MDD ve Ki-67 oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki izlenmedi (Tablo 7 ve 8). Grup I’de perinöral invazyon pozitifliği (%76), grup II’ye göre (%40) anlamlı derecede daha yüksek bulundu (Ki-kare= 6,00, p= 0,014). Buna göre Gleason skoru 7 ve üzerinde olan olgularda perinöral invazyon , Gleason skoru düşük olgulara göre daha fazla görülmektedir (Tablo 5). 40 Tablo 4. Grup I ve II’deki ortalama MDD ve Ki-67 değerleri Grup I OD 36,65 9,53 MDD Ki-67 oranı SS 19,86 7,39 Grup II OD 24,34 3,93 SS 12,41 3,33 P<0,05 anlamlı 20 16 12 8 Ki-67 4 0 Grup I Grup II Grafik 1. Grup I-II’nin ortalama Ki-67 değerleri 41 p 0,031 0,002 Grafik 2. Grup I-II’nin ortalama MDD değerleri Tablo 5. Grup I-II ve perinöral invazyon arasındaki ilişki Perinöral invazyon Yok Var Grup I n 6 19 Grup II n 12 8 % 24,0 76,0 P<0,05 42 % 60,0 40,0 Ki-kare p 6,00 0,014 Grafik 3. Grup I ve II’de perinöral invazyon pozitif olgular Tablo 6. Grup I-II ve tüm gruptaki MDD ve Ki-67 korelasyon katsayıları MDD-Ki67 korelasyon katsayıları Tüm grup Grup I Grup II 0,223 0,071 0,209 43 Grafik 4. Grup I ve II’de her bir olgunun MDD ve Ki-67 korelasyon katsayıları Tablo 7. Grup I’de perinöral invazyon olan ve olmayan olgulardaki MDD ve Ki-67 değerleri Perinöral invazyon Grup I MDD Ki-67 Yok OD 42,66 7,33 SS 34,06 4,07 44 Var OD 35,07 10,23 SS 15,29 8,13 p 0,945 0,733 Grafik 5. Grup I’de perinöral invazyon olan ve olmayan olgulardaki MDD ve Ki-67 değerleri Tablo 8. Grup II’de perinöral invazyon olan ve olmayan olgulardaki MDD ve Ki-67 değerleri Perinöral invazyon Grup II MDD Ki-67 Yok OD 18,57 3,08 SS 9,18 3,17 45 Var OD 30,12 5,20 SS 13,00 3,36 p 0,083 0,069 Grafik 6. Grup II olgularda perinöral invazyon ile MDD ve Ki-67 değerleri arasındaki ilişki Tablo 9. Tüm grup (I+II) perinöral invazyon olan ve olmayan olgulardaki MDD ve Ki-67 Değerleri Perinöral invazyon Tüm grup (I+II) MDD Ki-67 Yok OD 27,83 4,50 SS 24,18 3,96 46 Var OD 33,60 8,74 SS 14,58 7,37 p 0,068 0,022 Tüm grup (I+II)’da perinöral invazyon olan ve olmayan olgular arasında MDD bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur. Tüm grup (I+II)’da perinöral invazyonu olan olguların Ki-67 değerleri, perinöral invazyonu olmayan olgulara göre anlamlı derecede yüksektir (p= 0.022). Grafik 7. Tüm grup (I+II) perinöral invazyon olan ve olmayan olgulardaki MDD ve Ki-67 değerleri 47 TARTIŞMA Gelişmiş ülkelerde kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci en sık ölüm nedeni malign tümörlerdir.50 Kansere bağlı ölümlerden sorumlu tümörler arasında ikinci sırada gelen prostat karsinomu erkeklerde en sık saptanan malign tümördür.19,20,77,81-83 Otopsi serilerinde 80-89 yaş arasındaki kişilerde %71 oranında prostat karsinomu belirlenmektedir.77 Tümörlerin çoğu tarama programları çerçevesinde erken dönemde insidental olarak belirlenmekte ve bu tümörlerin malignite potansiyeli kesin olarak bilinmemektedir. Bu vakalarda gereksiz tedavileri önlemek ve bazen çok agresif seyredebilen tümörleri ayırabilmek için yeni metodlara ihtiyaç duyulmaktadır.75,84,85 Tüm karsinomlarda olduğu gibi prostat karsinomunda da patolojik evre mükemmel bir prognoz göstergesi değerlendirilememektedir.77,84,86 olmasına karşın, Özellikle operasyon ekstraprostatik öncesi yayılım, tam olarak ancak radikal prostatektomi materyalinde belirlenebilmekte ve diğer görüntüleme yöntemleri bunu kesin olarak gösterememektedir.83,84. Prognostik faktörlerin değerlendirilmesinde uyumu sağlamak için kriterler belirlenmiştir. “College of Amerikan Pathologists” (CAP) bu kriterleri 3 grupta toplamıştır: 1) literatürle iyi desteklenmiş ve/veya tedavide kullanılabilir, 2) biyolojik veya klinik geniş serilerde çalışılmış ve 3) diğerleri.13,24,32,36,87,88 Birinci kategoride serum PSA düzeyi, Gleason grade, patolojik evre, cerrahi sınırlar bulunur. İkinci kategoride DNA ploidi, prostatektomi spesmeninde ve iğne biyopsilerinde tümör volümü, histolojik subtipler bulunur. Üçüncü kategoride perinöral invazyon, lenf nodu mikrometastazları, morfometriler (nükleer yuvarlaklık, kromatin yapısı), mitotik figür sayımı, hücre proliferasyonunun değerlendirilmesi ve mikrodamar sayısı mevcuttur.13,24,32,36,87,88 Tümörlerin büyüme metastaz yapma eğiliminin tümör anjiogenezi ile ilişkili olabileceği düşüncesinden hareketle ilk kez melanomlarla ilgili bir çalışma yapılmıştır. Bunu meme, mesane ve serviks karsinomları ile ilgili olanlar izlemiştir. Yapılan 48 çalışmalarda vasküler dansite olarak tesbit edilen tümör ilişkili anjiogenezin bir çok solid tümörde prognostik bilgi verdiği gösterilmiştir.69,76,77 Mikrodamar yoğunluğu endotel hücrelerine karşı antikorlar kullanılarak rutin immünhistokimyasal metodlarla tesbit edilir. Bu amaçla CD31, CD34 ve faktör VIII gibi panendotelyal belirleyiciler kullanılmaktadır. Endoglin (CD105) de neovaskülarizasyonu göstermede kullanılan daha yeni bir belirleyicidir.65,89,90 Bazı çalışmalarda CD31’in yüksek oranda plazma hücreleriyle, tümör hücreleriyle, daha az miktarda fibroblastlarla ve CD34’ün de bazı tümör hücreleriyle, faktör VIII’in ise megakaryositler ve trombositlerle çapraz reaksiyon verdiği gösterilmiştir.37,45,65,89 Ayrıca bu belirleyiciler yeni oluşan damarlar yanısıra tümör içinde hapsolan normal damarlarla da reaksiyon vermektedir.65,89 CD105 ile tümör dokusu etrafındaki kan damarları kuvvetli boyanma gösterirken, geniş damarlarda ve normal dokudaki damarlarda boyanma izlenmez.91,92 CD105’in tümör anjiogenezini göstermedeki üstünlüğü bilinmesine rağmen pratik zorluklar nedeniyle çalışmamızda çapraz reaksiyonlar gözönünde bulundurularak CD34 kullanılmıştır. Çalışmamızda arşiv materyalimiz arasından seçilen 45 vaka değerlendirilmiştir. Vakalarda mikrodamar yoğunluğunun ve proliferasyon hızının grade ve perinöral invazyon ile ilişkisi araştırılmıştır. Gleason sınıflaması kullanılan vakalarda Gleason skoru 2, 3 ve 4 olanlar düşük, 5, 6 ve 7 olanlar orta, 8, 9 ve 10 olanlar yüksek skorlu gruplar olarak değerlendirilmektedir. Ancak son yıllardaki çalışmalarda özellikle pattern 4’ün de görüldüğü vakalarda prognozun belirgin biçimde kötüleştiği, bu nedenle skoru 7 olan vakaların ayrıca değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.36,45 Çalışmamızda bu nedenle vakaları 7 ve üzerinde olanlar (25 vaka), 6 ve altında olanlar (20 vaka) olmak üzere 2 grupta inceledik. Çalışmamızda birinci grubun mikrodamar dansitesi, ikinci gruba göre anlamlı derecede yüksek idi. Weidner ve arkadaşları77 da Gleason skoru 4-5, 6-7 ve 8-9-10 olan gruplar arasında anlamlı farklılık saptamış ve mikrodamar yoğunluğunun özellikle yüksek grade ile giderek arttığına dikkat çekmiştir. Bettencourt ve arkadaşlarının45 yaptığı benzer bir çalışmada da ortalama mikrodamar yoğunluğunun; nükleer derece, Gleason skor ve patolojik evreyle korele olduğu, yaş ve ırkla anlamlı olarak değişmediği, komşu benign prostat dokusunda ise belirgin bir damarlanma artışı olmadığını göstermişlerdir. Dagmar ve arkadaşları82, patolojik evre 2 ve 3 olan prostat kanserli hastalarda mikrodamar dansitesinin 49 patolojik evre ve derece ile korele olduğunu göstermişlerdir. Bostwick ve arkadaşları86 yaptığı çalışmada ise, iğne biyopsilerinde optimize mikrodamar yoğunluğunun, serum PSA düzeyi ve Gleason skoruna ek olarak belirlenmesinin, radikal prostatektomide saptanan ekstraprostatik yayılımı, preoperatif evrede en iyi belirlediğini göstermişlerdir. Radikal prostatektomi ve iğne biyopsilerinde saptanan MVD arasındaki uyumu araştıran çalışmacılar sonuçların korele olduğunu belirtmişlerdir.83,84 Silberman ve arkadaşlarının76 geniş bir seriyi içeren çalışmasında Gleason skoru 5 ile 7 arasındaki gruplarda patolojik evreler ile anjiogenik aktivite arasında korelasyon olmadığı, ancak Gleason skor, tümör anjiogenezisi, ve kapsüler penetrasyonun radikal prostatektomi sonrası progresyon ile ileri derecede anlamlılık gösterdiğini belirlemişlerdir. Tedavi öncesi PSA değeri ve yaş ile böyle bir anlamlılık görülmemiştir. Kılıçaslan ve arkadaşları,80 Gleason skoru 7 ve üzerinde olanlar ile skoru 6 ve altında olanların oluşturduğu gruplarda yaptıkları çalışmada, gruplar arasında anjiogenik aktiviteler bakımından istatistiksel anlamlı sonuç elde edememişlerdir. Bunu da çoğunlukla skorun 6 olmasına, düşük ve yüksek skorlu az vakanın bulunmasına bağlamışlardır. Rubin ve arkadaşlarının85 klinik olarak lokalize prostat kanserinde yaptığı çalışmada, mikrodamar dansitesinin; tümör derecesi, patolojik evre ve klinik sonuçla korele olmadığı görülmüştür. Bu da prostat kanserinin tümör heterojenitesinden dolayı “sıcak nokta” olarak da adlandırılan “hot spot”u belirlemedeki güçlüklere, incelenen olgulardaki mikrodamarları belirleme yollarına ve mikrodamarları tesbit etmede kullanılan antikorların zayıflığına bağlanmıştır. Hall ve arkadaşları,93 eksternal ışın radyoterapisiyle tedavi edilen, klinik olarak lokalize prostat kanserli hastalarda yaptıkları çalışmada tümör anjiogenezinin, serum PSA ve PAP düzeyi, Gleason skoru ve DNA ploidisi ile korele olduğunu göstermişlerdir. Klinik olarak lokalize prostat kanserli hastalarda tedavi seçimi problem olmuştur. Birleşik Devletlerde radikal prostatektomi ve eksternal ışın tedavisi en yaygın kullanılan tedavi yöntemleridir. Bu çalışma, ışın tedavisi alan hastalardaki mikrodamar değerlendirmesinin prognostik önemi olduğuna dair yapılan pilot çalışma niteliğindedir. Radyoterapi yetmezliği, klinik nüks ve PSA artışıyla olduğu gibi mikrodamar dansitesinin artışıyla da beraber olduğu saptanmıştır. 50 Anjiogenezisin sistemik metastaz ile korele olduğun gösteren çalışmalar da vardır.77,84 Yüksek mikrodamar yoğunluğunun yüksek metastaz riskine işaret etmesinin nedeni, tümör hücrelerinin daha geniş bir vasküler yüzeyden dolaşıma kaçma olasılığının daha yüksek olmasıdır.66,90 Fakat yine de invazyonun meydana gelmesi sadece damarlanmaya bağlı değildir. Kanser hücrelerinin kalıtımsal bazı özelliklerini de gerektirir. Örneğin adrenal adenomlar, oldukça anjiogenik benign tümörlerdir. Metastatik hastalık oluşması için anjiogenezis tek başına yeterli değildir.66 Böbrekte, renal hücreli karsinomda yapılan bir çalışmada, mikrodamar dansitesi diğer malign neoplazmlarda rapor edilenlerden üç kat daha fazla bulunmuştur. Bu da renal hücreli karsinomun aşırı vasküler yapısına bağlanmıştır. Renal hücreli karsinomda mikrodamar dansitesinin prognostik değerinin olmadığı sonucuna varılmıştır66. Meme kanserinde tümör anjiogenezinin prognostik önemini araştıran pek çok çalışma yapılmıştır. Artmış damar sayısı (MVD) ile tümörün agresif davranışı arasında ilişki olduğunu söyleyenlerin yanısıra94,95, hastalıksız ve tüm sağ kalım süresi ile mikrodamar yoğunluğu arasında ilişki bulamayan çalışmacılar da vardır.96,97 Yine larinks kanserinde yapılan çalışmalarda da lenf nodu metastazı ve anjiogenez arasında korelasyon olduğunu söyleyenler olduğu gibi,98 lenf nodu metastazı ve anjiogenez arasında ilişki saptanmayan çalışmalar da vardır.99-102 Serviks kanserinde artmış mikrodamar dansitesinin lenf nodülü metastazı ile ilişkili olduğu ve metastatik potansiyeli belirlemede faydalı bir prognostik parametre olabileceği gösterilmiştir.1,103 Farklı organ tümörlerinde anjiogenez ile ilgili yapılan çalışma sonuçları arasındaki farklılıkları birkaç nedene dayandırarak açıklamak mümkündür: 1- Mikrodamar sayısının tesbit edilmesiyle ilgili çeşitli problemler vardır. Hot spot olarak ifade edilen tümörde en yoğun mikrodamar bulunan alanın nasıl seçildiği önemlidir. Farklı tümör alanları arasında mikrodamar yoğunluğu açısından fazlaca heterojenite olması hatalı sonuçların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu sorunun üstesinden gelmek için her tümör bloğu incelenmeli ve immünhistokimya uygulanmalıdır. Ancak bu yöntemin uygulanması pahalı ve zaman alıcı bir işlemdir. 51 2- Mikrodamarları işaretlemek için kullanılacak antikor seçimi de muhtemel bir hataya sebep olabilir. Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinde ve meme kanserinde yapılan iki ayrı çalışmada faktör seçiminin çalışma sonuçlarını ne kadar çok etkilediği açıkça görülmüştür. Bu çalışmalarda aynı vakalarda hem panendotelial belirleyicilerden bir tanesi hem de CD105 çalışılmıştır. Endoglinle işaretlenen mikrodamar yoğunluğu bağımsız prognostik parametre olarak bulunurken, diğer belirleyicilerin kullanılmasıyla elde edilen veriler istatistiksel anlamlı sonuçlar ortaya koymamıştır.89,104 3- Hatanın diğer kaynağı mikrodamar sayma metodu da olabilir. Bazı çalışmalarda bizim çalışmamızda olduğu gibi sayma işlemi ışık mikroskobunda yapılmıştır. Boyanan her tek hücre ve birbiri ile bağlantılı hücre grupları tek bir damar olarak kabul edilmiştir. Bazı çalışmacılar, MVD sayımının otomatize edilmiş morfometrik analizlerle saptanmasının patolojik evreyi bağımsız olarak belirleyebileceğini söylemiştir.77,84 Yörükoğlu ve arkadaşları105 ise otomatize edilmiş morfometri pahalı ve zaman isteyen bir tekniktir, bu metod rutinde kullanılamaz, gözlemcinin deneyimine ve becerisine bağlıdır demişlerdir. Dokulardaki hücre topluluklarının hacmi; proliferasyon, diferansiasyon ve apopitoz oranlarına göre değişir. Hücre sayısının artması, proliferasyonun artmasına veya hücre ölümünün azalmasına bağlıdır.44 İmmünhistokimyasal tekniklerle hücre proliferasyonunun tayini, benign ve malign lezyonların tanınması, prognozunun belirlenmesi, seyrinin takibi ve etkili tedavi yöntemlerinin planlanmasında kullanılabilecek yöntemler arasındadır.2,3,63,66,75 Çalışmamızda hastalığın prognozunun belirlenmesinde oldukça önemli yeri olduğu bilinen hücre proliferasyonu ile histolojik grade, mikrodamar dansitesi ve perinöral invazyon arasındaki ilişkiyi araştırdık. Proliferasyon belirleyicisi olarak Ki-67’yi kullandık. Ki-67 antijeni, nonhiston nükleer bir proteindir. Tümörlerin proliferatif aktivitesini değerlendirmede kullanılır.105,106 Büyüyen ve büyümeyen hücreler arasındaki ayrımın yapılmasına yardım eder. Benign ve malign birçok durumda Ki-67’nin eksprese edildiği gösterilmiştir. Transplantasyon sonrası oluşan rejeksiyon malign olmayan hücresel proliferasyona bir örnektir. Ki-67 antijeni, kortikal timositler, germinal merkez lenfositleri, 52 epidermisin bazal hücreleri, intestinal epitelin kript hücreleri gibi proliferatif evredeki hücrelerin nükleusunda eksprese edilir.41 Çalışmamızda, Gleason derecesi yüksek olan olguların proliferasyon indeksi, derecesi düşük olanlara göre anlamlı yüksek bulundu. Bugüne kadar prostat lezyonlarında Ki-67 ile yapılmış olan proliferasyon aktivitesi çalışmaları sonucunda normal prostat dokusunun düşük proliferasyon gösterdiği, buna karşılık malignite derecesinin artışı ile Ki67 indeksinin yükseldiği, böylece prognostik önemi olduğu kabul edilmektedir.4,74,75,107,108 Ki-67 boyanması, hastalık progresyonu, Gleason skoru, evre, tedavi öncesi PSA düzeyiyle ilişkilidir ve benign dokudan malign dokuya doğru artış göstermiştir. Spires ve arkadaşları,75 prostat kanserinde, proliferasyon hücre nükleer antijeni (PCNA) ile yaptıkları bir çalışmada, tümör derecesi, evre, PSA değeri ve rezeksiyon materyalindeki tümör hacmi ile PCNA ekspresyonu arasında korelasyon olduğunu tesbit etmişlerdir. Tersine, proliferasyon indeksinin histopatolojik fenotiple uyumlu olmadığı çalışmalar da vardır.5,109111 Normal dokuda, yüksek grade’li PIN odağında ve prostat kanserli olgulardaki Ki-67 indeksinin, iğne biyopsileriyle ve radikal prostatektomiyle olan karşılaştırmasında ise istatistiksel anlamda bir fark görülmemiştir.107 Radyoterapi ile tedavi edilen lokalize prostat kanserli hastaların iğne biyopsileri ve TUR materyallerinde yapılan bir çalışmada, tedavi yetmezliğinin biyokimyasal nüks (PSA artışı ) ve yüksek proliferasyon indeksi ile birlikte olduğu gösterilmiştir.112 Bubendorf ve arkadaşlarının74 prostat kanserli olgularda yaptıkları çalışmada, yüksek Ki-67 indeksinin, yüksek derece, ileri lokal evre ve pozitif lenf nodları gibi tümör progresyonunu gösterdiğini tesbit etmişlerdir. Fakat Ki-67 indeksi ile Gleason skor, tümör evresi, lenf nodu durumu ve nöroendokrin diferansiyasyon arasında ilişki tesbit edilememiştir. Hücre proliferasyonunun, nükleol civarındaki ribozomal genlerin ve asidik proteinlerin gümüşle boyanarak ışık mikroskobunda sayılarak değerlendirilmesi esasına dayanan Arjirofilik nükleolar organize bölgeler (AgNORs) tekniğini kullanarak, Chiusa ve arkadaşları’nın,108 prostat kanserli hastalarda yaptıkları çalışmada, AgNOR sayısının tümör derecesi ve nükleer morfometri ile korele olduğunu göstermişlerdir. Yine aynı çalışmada histolojik derece ile kombine edilen AgNOR sayımının, hastaları düşük ve yüksek riskli grup olarak ayırmaya imkan verdiğini belirlemişlerdir. 53 Larinks skuamöz hücreli karsinomlu olgularda yapılan bir çalışmada, lenf nodu metastaz ve histolojik derece ile Ki-67 ekspresyonu arasında korelasyon izlenmemiştir.106 Başka bir çalışmada ise lenf nodu metastaz ve Ki-67 ekspresyonu arasında korelasyon izlenmiştir.113 Yumuşak doku tümörlerinde yüksek Ki-67 proliferasyon indeksi tümörün histolojik derecesi ile koreledir. Meme karsinomu, prostat karsinomu, beyin tümörleri, akciğer tümörleri, renal pelvisin transizyonel hücreli karsinomu ve non-Hodgkin lenfomalarda Ki67 proliferasyon oranı ile tümörün histolojik derecesi arasında pozitif korelasyon gösterilmiştir.75,79 Dev hücreli kemik tümöründe yapılan çalışmada, tümör proliferasyonu ile vasküler dansite arasındaki ilişkinin tümör rekürrensini tesbit etmede yetersiz kaldığı, gösterilmiştir.79 Mesane kanserlerinde yüksek Ki-67 indeksi, tümör agresifliğini ve metastatik potansiyelini değerlendirmede histolojik derece ve evrenin tamamlayıcısıdır denilmiştir.114 Çalışmamızda tümör proliferasyonu ile MDD arasında istatistiksel anlamda ilişki tesbit etmedik. Vartanian ve arkadaşının72 meme kanserinde CD34 ile yaptıkları bir çalışmada intratümöral endotelyal hücre proliferasyonu, tümör hücre proliferasyonu ve intratümöral mikrodamar yoğunluğu arasında istatistiksel önemli ilişki olmadığı gösterilmiştir. Bunların farklı mekanizmalarla düzenlendiği belirtilmiştir. Wikström ve arkadaşları71 prostat kanserinde, endoglin (CD105) ile yaptıkları bir çalışmada ise, mikrodamar dansitesi ile hücre proliferasyon indeksi (tümör hücrelerinin Ki67 ile boyanma yüzdesi) arasında korelasyon olduğunu tesbit etmişlerdir. Çalışmamızda Gleason skoru yüksek olgulardaki perinöral invazyon (PNI, %76), Gleason skoru düşük olgulardaki PNI (%40)’ya göre anlamlı yüksek çıkmştır. Literatürde, radikal prostatektomi spesmenlerindeki PNI da %75 ve benzer oranlarda tesbit edilmiştir. Radikal prostatektomi materyallerindeki PNI’nın, sinirin prostat kapsülünü penetre ettiği yerde olduğunu ve tümörün ekstraprostatik yayılımını kolaylaştırdığını gösteren çalışmalar mevcuttur.115,116,117 Yine de PNI’nın prognostik önemi hakkında tartışmalar vardır ve tek başına prognostik önemi olmadığını söyleyen çalışmalar da bulunmaktadır.118 Maru ve arkadaşları117 yaptıkları çalışmada, PNI’nın diğer patolojik özellikler ve cerrahi sonrası 54 rekürrens ile ilişkili olduğu ve perinöral invazyon çapının da (median: 0.25mm) tümör progresyonunu bağımsız olarak belirlediğini göstermişlerdir. Çalışmamızda, perinöral invazyon olan olguların Ki-67 değerleri, perinöral invazyon olmayan olgulara göre anlamlı derecede daha yüksek çıkmıştır. Sebo ve arkadaşları da115 yaptıkları çalışmada, Glesaon skoruna ek olarak perinöral invazyon ve MIB-1 proliferatif aktivitenin belirlenmesinin , kanser progresyonu ile birlikte olduğunu göstermişlerdir. 55 SONUÇLAR Ekim 2002-Mart 2005 tarihleri arasında, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji kliniğinde prostat adenokarsinomu nedeniyle opere edilerek, Patoloji laboratuarında incelenen 45 olgu çalışma kapsamına alındı. Çalışmamızda, immünhistokimyasal inceleme ile prostat adenokarsinomlarında, CD34 kullanılarak MDD ve Ki-67 ekspresyonu değerlendirilerek proliferasyon indeksi belirlendi. Bu parametrelerin hem birbirleriyle, hem de Gleason skor ve perinöral invazyon ile ilişkisi araştırıldı. Tümörde MDD ve Gleason skoru arasında pozitif ilişki saptandı (p= 0.031). MDD ile perinöral invazyon arasında ilişki gösterilemedi (p= 0.068). MDD ile Ki-67 ekspresyonu arasında anlamlı bir ilişki gösterilemedi (p= 0.223). Tümörde proliferasyon indeksi ile Gleason skoru arasında pozitif ilişki saptandı (p= 0.02). Gleason skoru yüksek ve düşük olgulardaki perinöral invazyon ile proliferasyon indeksi arasında pozitif ilişki saptandı (p= 0.022). Her iki grupta perinöral invazyon olan ve olmayan olguların MDD ve Ki-67 oranları arasında anlamlı ilişki gösterilemedi (p>0.05). 56 RESİMLER Resim 1. Prostat adenokarsinomu, Gleason Patern 3 (HE, x100) Resim 2. Prostat adenokarsinomu, Gleason Patern 4 (HE, x100) 57 Resim 3. Prostat adenokarsinomu, Gleason Patern 5 (HE, x100) Resim 4. Prostat adenokarsinomu, perinöral invazyon (HE, x400) 58 Resim 5. Prostat adenokarsinomunda CD34 ile düşük derecede izlenen mikrodamar dansitesi (CD34, x400) Resim 6. Prostat adenokarsinomunda CD34 ile orta yaygınlıkta izlenen MDD (CD34, x400) 59 Resim 7. Prostat adenokarsinomunda CD34 ile yaygın şekilde izlenen MDD (CD34, x400) Resim 8. Prostat adenokarsinomunda düşük Ki-67 pozitifliği (Ki-67, x400) 60 Resim 9. Prostat adenokarsinomunda orta Ki-67 pozitifliği (Ki-67, x400) Resim 10. Prostat adenokarsinomunda yaygın Ki-67 pozitifliği (Ki-67, x400) 61 KAYNAKLAR 1. Epstein JI. The Lower Urinary Tract and Male Genital System. In: Kumar V, Abbas AK, Fausto N (eds). Robbins and Cotran Pathologic Basis of Disease. 7th edition, Philedelphia, Pennsylvania. Elsevier Saunders Company 1023-1058, 2005. 2. Rosai J. Male Reproductive system. Rosai and Ackerman’s Surgical Pathology, Volume 1. 9th ed. Edinburgh, London, New York, Oxford, Philadelphia, St Louis, Sydney, Toronto. Mosby 1361-1411, 2004. 3. Estein JI.The prostate and seminal vesicles. Carter D, Reuter VE, Greenson JK, Stoler MH, Oberman HA (eds). Stenberg’s diagnostic surgical pathology, Volume 2. Fourth ed. Philadelphia, Baltimore. Lippincott Williams & Wilkins 2083-2132, 2004. 4. Raymond WA, Leong AS, Bolt JW, Milios J, Jose JS. Growth fractions in human prostatic carcinoma determined by Ki-67 immunostaining. J Pathol 1988; 156: 161167. 5. McLoughlin J, Foster CS, Price P, Williams G, Abel PD. Evalution of Ki-67 monoclonal antibody as prognostic indicator for prostatic carcinoma. British Journal of Urology 1993; 72: 92-97. 6. Dikson JS, Gosling JA. Macro-anatomy of the prostate. Kirby R, McConnell J, Fitzpatrick J, Roehrborn C, Boyle P (eds). Textbook of Benign Prostatic Hyperplasia. Oxford. Synthelabo 1-10, 1996. 7. Snell RS. The Pelvis: Part II The Pelvic cavity. Clinical Anatomy for Medical Students. Third ed. Boston, Toronto. Little, Brown and Company 331-71, 1986. 8. Williams PL, Warwick R. Splanchnology. Gray’s Anatomy. 36th ed., Edinburgh, London, Melbourne and New York. Churchill Livingstone 1228-1465, 1980. 9. McNeal JE. Prostate. Stenberg SS (ed.). Histology for Pathologists. Second ed. Philadelphia, Lippincott-Raven Publishers 997-1018, 1997. 10. Odar İV. Dış genital organların spesifik bezleri. Anatomi Ders Kitabı, 2. cilt. Ankara, Hacettepe Taş Kitapçılık 321-3, 1986. 11. Oyen RH, Van de Vorde WM, Van Poppel HP, Brys PP, Emeye FE, et al. Benign hyperplastic nodules that originate in the peripheral zone of the prostate gland. Radiology 1993; 189: 707-711. 12. McNeal JE. The zonal anatomy of the prostate (abstract). Prostate 1981; 2(1): 35-49. 62 13. Yörükoğlu K. Prostat kanseri patolojisi. Prostat Kanseri Tanı ve Tedavi. Üroonkoloji Derneği Yayınları-2, İstanbul. Doyuran Matbaası 7-34, 2004. 14. Epstein JI. The Normal and Hyperplastic Prostate. Prostate Biopsy İnterpretation. Second ed. Philadelphia, New York. Lippincott-Raven Publishers 1-13, 1995. 15. Başaklar C. Ürogenital sistem. Langman’s Medikal Embriyoloji. Ankara, Palme Yayıncılık 246-282, 1993. 16. Polat S. Ürogenital sistem. Yıldırım M, Okar İ, Dalçık H (eds). İnsan Embriyolojisi. İstanbul, Nobel Tıp Kitabevleri 303-348, 2002. 17. Hekimgil M. Prostatın zonal anatomi ve histolojisi. Prostat Patolojisi Kursu, Adana, 2004: 10-14. 18. Epstein JI. Neuroendocrine Differentiation in the Benign and Malignant Prostate. Prostate Biopsy İnterpretation. Second ed. Philadelphia, New York. Lippincott-Raven Publishers 179-185, 1995. 19. Grönberg H. Prostate cancer epidemiology. The Lancet 2003; 361: 859-64. 20. American Cancer Society: Cancer facts and figures. Atlanta, GA: American Cancer Society, 2005. 21. Hankey BF, Feuer EJ, Clegg LX, Hayes RB, Legler JM, et al. Cancer Surveillance Series: İnterpreting trends in prostate cancer- Part-I: Evidence of the effects of screening in recent prostate cancer incidance mortality, and survival rates. Journal of the National Cancer Institute 1999; 91(12) 1017- 1024. 22. Reiter RE, deKernion JB. Epidemiology, Etiology, and Prevention of Prostate Cancer. In: Walsh PC, Retik AB, Vaughan ED, Wein AJ (eds). Campbell’s Urology, Volume 4. 8th ed., Philadelphia, London New York, St. Louis, Sydney, Toronto. Saunders 3003-3024, 2002. 23. Van Brussel LP, Mickisch GH. Prognostic factors in prostate and testis cancer. BJU International 1999; 83: 910-917. 24. Ross JS, Sheehan CE, Dolen EM, Kallakury BVS. Morphologic and moleculer prognostic markers in prostate cancer. Advances in Anatomic Pathology 2002; 9(2): 115-128. 25. Pins MR, Betlej TM, Dysico G, Spitz DJ. Male Genitourinary System. In: Haber MH, Gattusu P, Spitz DJ, David O (eds). Differential Diagnosis in Surgery Pathology. Philedelphia, W.B. Saunders Company 519-90, 2002. 26. Mostofi FK, Sesterhenn IA and Davis CCJ. Prostatic Carcinoma: Problems in the interpretation of prostatic biopsies. Hum Pathol 1992; 23; 223-241. 63 27. Bostwick DG, Amin MB. Prostate and seminal vasicles. In: Damjanov I, Linder J (eds). Anderson’s Pathology, Volume 2. 10th ed. St. Louis, Missiouri, Mosby 21972230, 1996. 28. Hekimgil M. İğne biyopside prostat adenokarsinomu tanı kriterleri. Prostat Patolojisi Kursu, Adana, 2004: 17-25. 29. Montironi R, Bostwick DG, Bonkhoff H, Cockett ATK, Helpap B, et al. Workgroup 1: Origins of prostate cancer. Cancer 1996; 78(2): 362-5. 30. Carter HB. Diagnosis and staging of prostate cancer. In: Walsh PC, Retik AB, Vaughan ED, Wein AJ (eds). Campbell’s Urology, Volume 4. 8th ed., Philadelphia, London New York, St. Louis, Sydney, Toronto. Saunders 3055-3079, 2002. 31. Hekimgil M. İğne biyopside yüzdelendirme ve evrelendirme. Prostat Patolojisi Kursu, Adana, 2004: 37-41. 32. Grignon DJ, Hammond EH. College of American Pathologists Conference XXVI on clinical relevance of prosnoctic markers in solid tumors (report of prostate cancer working group). Arch Pathol Lab Med 1995; 119: 1122- 1126. 33. Epstein JI. Pathology of Prostatic Neoplasia. In: Walsh PC, Retik AB, Vaughan ED, Wein AJ (eds). Campbell’s Urology, Volume 4. 8th ed., Philadelphia, London New York, St. Louis, Sydney, Toronto. Saunders 3025-3037, 2002. 34. Gleason DF. Histologic grading of prostate cancer: A perspective. Hum Pathol 1992; 23: 273-279. 35. Epstein JI. Grading of prostatic adenocarcinomas. Prostate Biopsy İnterpretation. Second ed. Philadelphia, New York. Lippincott-Raven Publishers 65-85, 1995. 36. Montie JE. Current prognostic factors for prostate cancinoma. Cancer 1996; 78: 3414. 37. Matsuno F, Haruta Y, Kondo M, Tsai H, Barcos M, et al. Induction of lasting complete regression of preformed distinct solid tumors by targeting the tumor vasculature using two new anti-endoglin monoclonal antibodies. Clin Can Res 1999; 5: 371-82. 38. Peterson RO. Prostate and seminal vasicles. In: Urologic Pathology. Second edition. Philedelphia, J.B. Lippincott Company 575-648, 1992. 39. Lester SC. The Breast. In: Kumar V, Abbas AK, Fausto N (eds). Robbins and Cotran Pathologic Basis of Disease. 7th edition, Philedelphia, Pennsylvania. Elsevier Saunders Company 1119-1154, 2005. 64 40. Gerdes J, Schwab U, Lemke H, Stein H. Production of a mouse monoclonal antibody reactive with a human nucleer antigen associated with cell proliferation. Int J Cancer 1983; 31: 13-20. 41. Schwarting R. Little missed markers and Ki-67. Laboratory Investigation 1993; 68: 597-599. 42. Rosai J. Special tecniques in surgical pathology. In: Rosai and Ackerman’s Surgical Pathology, Volume 1. 9th ed. Edinburgh, London, New York, Oxford, Philadelphia, St Louis, Sydney, Toronto. Mosby 37-91, 2004. 43. Tavasoli FA. Pathology of the Breast. 2nd ed. Conneticut: Appelton Lange 1999. 44. Kumar V, Abbas AK, Fausto N. Cellular adaptations, cell injury, and cell death. In: Robbins and Cotran Pathologic Basis of Disease. 7th edition, Philedelphia, Pennsylvania. Elsevier Saunders Company 3-46, 2005. 45. Bettencourt MC, Bauer JJ, Sesterhenn IA, Connelly RR, Moul JW. CD34 immunohistochemical assesment of angiogenesis as a prognostic marker for prostate cancer recurrence after radical prostatectomy. The Journal of Urology 1998; 160: 459-65. 46. Folkman J, Klagsbrun M. Angiogenic factors. Science 1987; 235: 442-7. 47. Strohmeyer D, Rössing C, Bauerfeind A, Kaufman O, Sclhlechte H, et al. Vasculer endothelial growth factor and its correlation with angiogenesis and p53 expression in prostate cancer. Prostate 2000; 45: 216-224. 48. Hagedorn HG, Nerlich AG. Microvessel density and endothelial basement membrane composition in laryngeal squamous cell carcinomas. Acta Otolaryngol 2000; 120: 891-98. 49. Kumar V, Abbas AK, Fausto N. Tissue renewal and repair: regeneration, healing, and fibrosis. In: Robbins and Cotran Pathologic Basis of Disease. 7th edition, Philedelphia, Pennsylvania. Elsevier Saunders Company 87-119, 2005. 50. Saraydaroğlu Ö, Özuysal S, Bilgin T. İnvaziv serviks karsinomlarında anjiogenezin prognostik faktörler üzerine etkisi. Türk Patoloji Dergisi 2004; 20(1-2): 14-17. 51. Logan A. Angiogenesis. Lancet 1993; 341: 1467-1468. 52. Folkman J. How is blood vessel growth regulated in normal and neoplastic tissue?— G.H.A. Clowes memorial award lecture. Cancer Research 1986; 46: 467-73. 53. Nicholson B, Theodorescu D. Angiogenesis and prostate cancer tumor growth. Journal of Cellular Biochemistry 2004; 91: 125-50. 54. Folkman J, Shing Y. Angiogenesis. J. Biological Chemistry 1992; 267: 10931-10934. 65 55. Campbell SC. Advances in angiogenesis research: Relevance to urological oncology. The Journal of Urology 1997; 158: 1663-74. 56. Kessler DA, Langer RS, Pless NA, Folkman J. Mast cells and tumor angiogenesis. Int J Cancer 1976; 18: 703-9. 57. Azizkhan RG, Azizkhan JC, Zetter BR, Folkman J. Mast cell heparin stimulates migration of capillary endothelial cells in vitro. J Exp Med 1980; 152: 931-44. 58. Folkman J. Successful treatment of an angiogenic disease. New England Journal of Medicine. 1989: 320(18); 1211-1212. 59. Böhle AS, Kalthoff H. Molecular mechanisms of tumor metastasis and angiogenesis. Langenbeck’s Arch Surg 1999; 384: 133-40. 60. Fidler İJ, Ellis LM. The implications of angiogenesis for the biology and therapy of cancer metastasis. Cell 1994; 79: 185-8. 61. Hrouda D, Nicol DL, Gardiner RA. The role of angiogenesis in prostate development and the pathogenesis of prostate cancer. Urol Res 2003; 30: 347-55. 62. Hanahan D, Folkman J. Patterns and emerging mechanisms of the angiogenic switch during tumorigenesis. Cell 1996; 86: 353- 64. 63. Gastl G, Hermann T, Steurer M, Zmija J, Gunsilius E, et al. Angiogenesis as a target for tumor treatment. Oncology 1997; 54: 177-184. 64. Liotta LA, Steeg PS, Stetler-Stevenson WG. Cancer metastasis and angiogenesis: An imbalance of positive and negative regulation. Cell 1991; 64: 327- 36. 65. Weidner N. Tumor angiogenesis: Review of current applications in tumor prognostication. Seminars in Diagnostic Pathology 1993; 10: 302-13. 66. Izawa JI, Dinney CPN. The role of angiogenesis in prostate and other urologic cancers: a reviev. CMAJ 2001; 164(5): 662-70. 67. Hahn D, Simak R, Steiner GE, Handisurya A, Susani M, et al. Expression of the VEGF-receptor Flt-1 in benign, premalignant and malignant prostate tissues. The Journal of Urology 2000; 164: 506-10. 68. Li R, Younes M, Wheeler TM, Scardino P, Ohori M, et al. Expression of vasculer endothelial growth factor receptor-3 (VEGFR-3) in human prostate. Prostate 2004; 58: 193-199. 69. Srivastava A, Laidler P, Davies RP, Horgan K, Hughes LE. The prognostic significance of tumor vascularity in intermediate-thickness (0.76-4.0 mm thick) skin melanoma. Am J Pathol 1986: 133; 419-23. 66 70. Natkunam Y, Rouse RV, Zhu S, Fisher C, van de Rijn M. Immunoblot analysis of CD34 expression in histologically diverse neoplasms. Am J Pathol 2000; 156: 21-27. 71. Wikström P, Lissbrant IF, Stattin P, Egevad L, Bergh A. Endoglin (CD105) is expressed on immature blood vessels and is a marker for survival in prostate cancer. Prostate 2002; 51: 268-75. 72. Vartanian RK, Weidner N. Correlation of intramural endothelial cell proliferation with microvessel density ( tumor angiogenesis ) and tumor cell proliferation in breast carcinoma. Am J Pathol 1994; 144: 1188-94. 73. Yörükoğlu K. Prognostik faktörler. Prostat Patolojisi Kursu, Adana, 2004: 96-100. 74. Bubendorf L, Sauter G, Moch H, Schmid HP, Gasser TC, et al. Ki67 labelling index: an independent predictor of progression in prostate cancer treated by radical prostatectomy. J Pathol 1996; 178(4): 437-41. 75. Spires SE, Banks ER, Davey DD, Jennings CD, Wood DP Jr, Cibull ML. Proliferating cell nuclear antigen in prostatic adenocarcinoma: correlation with established prognostic indicators. Urology. 1994; 43(5): 660-6. 76. Silberman MA, Partin AW, Veltri RW, Ebstein JI. Tumor angiogenesis correlates with progression after radical prostatectomy but not with pathologic stage in Gleason 5 to 7 adenocarcinoma of the prostate. Cancer 1997; 79: 772-9. 77. Weidner N, Carrol PR, Flax J, Blumenfeld W, Folkman J. Tumor angiogenesis correlates with metastasis in invasive prostate carcinoma. Am J Pathol 1993; 143: 401-409. 78. Roychowdhury DF, Tseng A, Fu KK, Weinberg V, Weidner N. New prognostic factors in Nasopharyngeal carcinoma. Tumor angiogenesis and C-erbB2 expression. Cancer 1996; 77: 1419-26. 79. Sulh MA, Greco MA, Jiang T, Goswami SB, Present T, et al. Proliferation index and vascular density of giant cell tumors of bone: Are they prognostic markers?. Cancer 1996; 77: 2044-51. 80. Kılıçaslan İ, Güllüoğlu MG, Özcan F, Esen T, Kaya A, Uysal V. Prostat karsinomunda patolojik evre ve grade ile anjiogenetik aktivitenin ilişkisi. İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası 1999; 62(3): 325-330. 81. Lissbrant IF, Stattin P, Damber JE, Bergh A. Vasculer density is a predictor of cancer-spesific survival in prostatic carcinoma. The Prostate 1997; 33: 38-45. 67 82. Strohmeyer D, Rössing C, Strauss F, Bauerfeind A, Kauffman O, et al. Tumor angiogenesis is associated with progression after radical prostatectomy in pT2/pT3 prostate cancer. Prostate 2000; 42: 26-33. 83. Yörukoglu K, Sağol O, Özkara E, Mungan U, Kırkalı Z. Comparison of microvascularization in diagnostic needle biopsies and radical prostatectomies in prostate carcinoma. Eur Urol 1999; 35: 109-112. 84. Brawer MK, Deering RE, Brown M, Preston SD, Bigler SA. Predictors of pathologic stage in prostatic carcinoma (the role of neovascularity). Cancer 1994; 73: 678-87. 85. Rubin MA, Buyyounouski M, Bagiella E, Sharir S, Neugut A, et al. Microvessel density in prostate cancer: Lack of correlation with tumor grade, patholojic stage, and clinical outcome. Urology 1999; 53: 542-7. 86. Bostwick DG, Wheeler TM, Blute M, Barret DM, MacLennan GT, et al. Optimized microvessel density analysis improves prediction of cancer stage from prostate needle biopsies. Urology 1996; 48: 47-57. 87. Murphy WM. Prognostic factors in the pathological assessment of prostate cancer. Human Pathology 1998; 29(5): 427-30. 88. Bostwick DG, Grignon DJ, Hammond MEH, Amin MB, Cohen M, et al. Prognostic Factors in prostate cancer. Arch Pathol Lab Med 2000; 124: 995-1000. 89. Tanaka F, Otake Y, Yanagihara K, Kawano Y, Miyahara R, et al. Evaluation of angiogenesis in non-small cell lung cancer: comparison between anti-CD34 antibody and anti-CD105 antibody. Clin Cancer Res 2001; 7: 3410-15. 90. Güllüoğlu M, Dizdaroğlu F. Tümör anjiogenezi. Ulusal Cerrahi Dergisi 2000; 16: 279-90. 91. Fossatti E, Jekunen AP, Kairemo KJA, Coral S, Snellman M, et al. Endoglin is a suitable target for efficient imaging of solid tumors: In vivo evidence in a canine mammary carcinoma model. Clinical Cancer Res 2000; 6: 2037-2043. 92. Li C, Hampson IN, Hampson L, Kumar P, Bernabeu C, et al. CD105 antagonizes the inhibitory signaling of transforming growth factor 1 on human vascular endothelial cells. The FASEB J 2000; 14: 55-64. 93. Hall MC, Troncoso P, Pollack A, Zhau HYE, Zagars GK, et al. Significance of tumor angiogenesis in clinically localized prostate carcinoma treated with external beam radiotherapy. Urology 1994; 44(6): 689-675. 68 94. Bosari S, Lee AKC, DeLellis RA, Wiley BD, Heatley GJ, et al. Microvessel quantitation and prognosis in invasive breast carcinoma. Hum Pathol 1992 23; 75561. 95. Kanber Y. İnvaziv meme kanserlerinde katepsin D ve anjiogenezin immünhistokimya ile değerlendirilmesi (uzmanlık tezi). İstanbul: Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2000. 96. Costello P, McCann A, Carney DN, Dervan PA. Prognostic significance of microvessel density in lymph node negative breast carcinoma. Hum Pathol 1995; 26: 1181-84. 97. Marinho A, Soares R, Lacerda M, Schmitt FC. Angiogenesis in Breast Cancer is related to age but not to other prognostic parameters. Pathol Res. Pract. 1997; 193: 267- 73. 98. Murray JD, Carlson GW, MacLaughlin K, Pennington M, Lynn M, et al. Tumor angiogenesis as a prognostic factor in laryngeal cancer. Am J Surg 1997; 174: 523526. 99. Kupisz K, Chibowski D, Klatka J, Klonowski S, Stepulak A. Tumor angiogenesis in patients with laryngeal cancer. Eur Arch Otorhinolaryngol 1999; 256: 303-305. 100. Denhart BC, Guidi AJ, Tognazzi K, Dvorak HF, Brown LF. Vasculer permability factor/vasculer endotelial growth factor and its receptors in oral and laryngeal squamous cell carcinoma and dysplasia. Laboratory Investigation 1997; 77: 659-65. 101. Gasparini G, Weidner N, Maluta S, Pozza F, Boracchi P, et al. İntratumoral microvessel density and p53 protein: Correlation with metastasis in head-and- neck squamous-cell carcinoma. Int J Cancer 1993; 55: 739-44. 102. Fener NA. Anjiogenez ve larinks skuamöz hücreli karsinomlarında histolojik parametrelerle karşılaştırılması (uzmanlık tezi). İstanbul: Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2003. 103. Bremer GL, Tiebosch AT, van der Putten HWH, Schouten HJA, Tumor angiogenesis: An independent prognostic parameter in cervical cancer. Am J Obstet Gynecol. 1996; 174: 126-31. 104. Kumar S, Ghellal A, Li C, Byrne G, Haboubi N, et al. Breast Carcinoma: Vascular density determined using CD105 antibody correlates with tumor prognosis. Cancer Research 1999; 59: 856-61. 69 105. Gerdes J, Lemke H, Baisch H, Wacker H, Schwab U, et al. Cell cycle analysis of a cell proliferation- associated human nuclear antigen defined by the monoclonal antibody Ki-67. The Journal of Urology 1984; 33(4): 1710-15. 106. Grzanka A, Sujkowska R, Janiak A, Adamska M. Immunogold labelling of PCNA and Ki-67 antigen at the ultrastructural level in laryngeal squamous cell carcinoma and its correlation with lymph node metastasis and histological grade. Acta Histochem 2000; 102; 139-149. 107. Mucci NR, Rubin Ma, Strawderman MS, Montie JE, Smith DC, et al. Expression if nuclear antigen Ki-67 in prostate cancer needle biopsy and radical prostatectomy specimens. Journal of The National Cancer Institute 2000; 92: 1941-2. 108. Chiusa L, Galliano D, Formiconi A, Di Primio O, Pich A. High and low risk prostate carcinoma determined by histologic grade and proliferative activity. Cancer 1997; 79: 1956-63. 109. Thompson SJ, Mellon K, Charlton RG, Marsh C. Robinson M, et al. p53 and Ki-67 immunoreactivity in human prostate cancer and benign hiperplasia. British Journal of Urology 1992; 69: 609-613. 110. Sadi MV, Barrack ER. Determination of growth fraction in advanced prostate cancer by Ki-67 immunostaining and its relationship to the time to tumor progression after hormonal therapy. Cancer 1991; 67: 3065-71. 111. Gallee MPW, Visser-De Jong E, Ten Kate FJW, Schroeder FH, Van Der Kwast TH. Monoclonal antibody Ki-67 defined growth fraction in benign prostatic hyperplasian and prostatic cancer. J Urol 1989; 142: 1342-1346. 112. Cowen D, Troncoso P, Khoo VS, Zagars GK, von Eschenbach AC, et al. Ki-67 staining is an independant correlate of biochemical failure in prostate cancer treated with radiotherapy. Clinical Cancer Research 2002; 8: 1148-54. 113. Batur Ş. Larinks skuamöz hücreli karsinomlarında Fas, Fas ligand ve Ki-67 ekspresyonunun klinikopatolojik parametrelerle karşılaştırılması (uzmanlık tezi). İstanbul: Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2004. 114. Stein JP, Grossfeld GD, Ginsberg DA, Esrig D, Freeman JA, et al. Prognostic markers in bladder cancer: A contemporary review of the literature. The Journal of Urology 1998; 160: 645-59. 115. Sebo TJ, Cheville JC, Riehle DL, Lohse CM, Pankratz VS and et al. Perineural invasion and MIB-1 positivity in addition to Gleason score are significant 70 preoperative predictors of progression after radical retropubic prostatectomy for prostate cancer. Am J Surg Pathol 2002; 26(4): 431-439. 116. Vargas SO, Jiroutek M, Welch WR, Nucci MR, D'Amico AV, et al. Perineural invasion in prostate needle biopsy specimens. Correlation with extraprostatic extension at resection. Am J Clin Pathol 1999; 111: 223-228. 117. Maru N, Ohori M, Kattan MW, Scardino PT, Wheeler TM. Prognostic significance of the diameter of perineural invasion in radical prostatectomy specimens. Hum Pathol 2001; 32: 828-833. 118. Egan AJM, Bostwick DG. Prediction of extraprostatic extension of prostate cancer based on needle biopsy findings: perineural invasion lacks significance on multivariate analysis. Am J Surg Pathol 1997; 21(12): 1496-1500. 71