1 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI Hıristiyanlığın başarılı bir şekilde tesisinden ve geniş bir yaygınlığa kavuşmasından sonra çok az kimse yeni bir dinin doğuşunu ve yerleşmesini öngörebilirdi; ve Hıristiyanlıktan sonra fiilen başka büyük bir din kurulmadığına göre, İslam'ın insanlık için önemli ve insan tabiatında derin bir şekilde kökleşmiş etkenler üzerine oturduğu veya bunları tatmin ettiği kabul edilmelidir. Bunların ne olduğunu, ne kadarının kurucusunun kendisinden kaynaklandığını ortaya koymak burada hedefimiz olmalıdır. İslam'ı düşünürken Yahudilik tarihinin ve Hıristiyanlığın erken dönem tarihinin akıldan çıkarılmaması arzu edilir: fakat bunlar. Hıristiyan Kiliselerinin daha sonraki tarihi ve süreklilik içinde bu ciltte bilahere ele alınacaktır. Asya ve Afrika'nın büyük nüfus alanlarının arasında konumlanmakla Araplar tahmin edilebileceği üzere, komşu halklarla ortak birçok dini unsura sahiptiler. Fetişizm, hayvanlara-tapınma bilhassa güneş ve göksel cisimlere olmak üzere, tabiata tapınma ve elbette atalara tapınma, hiç kuşku yok, Arapların kadim tarihinde mevcuttu. Ve İslam'ın kurucusu, halkı arasında derin bir şekilde kökleşmiş bulduğu şeylerin mevcut durumunu dikkate almak zorundaydı. Kendisinin ve takipçilerinin tesirinin ne kadar güçlü olduğu, bütün kuralları oturmamış kusurlu bir lehçeyi, Roma İmparatorluğunun zamanındaki Latince kadar yaygın bir dil konumuna çıkarmalarından ve bugüne kadar süregelmiş İslam fetihlerinden çıkarsanabilir. Arapların eski dinlerinin araştırılması eski İbranilerin dinine olan zorunlu bağı nedeniyle yoğun bir ilgi ve merak konusu olmuştur. Bilhassa Wellhausen ve Robertson Smith tarafından, çok önemli çalışmalar yapılmış ise de, ne hazindir ki saha hâlâ oldukça karanlıktır. Kuşkusuz eski Arap dininin nevi ve şekilleri üzerinde küçük kabileler halinde yaşamalarının tesiri büyüktü; ve bu, dini kavrayışların belli ölçüde önemsizliği ve ömürsüzlüğünün yanı sıra, belli bir çeşitliliğe yol açmış veya buna imkân sağlamıştır. Her bir kabile veya kabileler grubunun, özgün bir ilişkide bulundukları, uğruna savaştıkları ve düşman halkların tanrılarına karşı savundukları kendi özel tanrısı veya tanrıları vardı. Daha sonra iki veya daha fazla kabile birleştiğinde, yan yana çeşitli tanrılara tapınılan bir politeistlik sistemin ilk adımı atılmış oldu. Her zaman olmasa bile umumiyetle kabile tanrısı ya gerçek ya da efsanevi bir şekilde tanrılaştırılmış bir ata-tanrıydı. Benzer düşüncenin izleri Yaradılış anlatısında da görülür: Tanrı'nın oğulları insanların kızlarını kendilerine kadın edinmişlerdi. Birçok Arap kabilesi tanrılarının veya tanrı diye taptıkları göksel cisimlerin isimlerini taşıyordu; fakat daha sonraki dönemlerde, İslamiyetten önce, bu ilişkiler unutulmuştu ve 'daha sonraki Araplar babalarının tanrısı olmayan tanrılara tapıyorlardı, aynı nesepten gelmeyen kabileler büyük hacc mekanlarında şenlik vesilesiyle bir araya geliyorlardı' (Robertson Smith). Fakat Tanrı ile kan bağı düşüncesi eski Arabistan'da yaygın bir düşünceydi ve bu bir akrabaların kanını kutsal ve dokunulmaz kılıyor, bir bakıma kan davası ile ilgili aşırılıkların dayanağı oluyordu. Akrabalık bağı babalık kadar analığı da https://hasanfirat.com 2 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI çağrıştırdığından, eski Arap tanrılarının çoğunun tanrıça olduğunu öğrenmek şaşırtıcı olmayacaktır; daha sonraki dönemlerde baskın akrabalık düşüncesindeki değişimle uyum içinde tanrıçaların tanrılara İnkılap ettiğine inanılmaktadır. Tanrıçalardan birinin adı Al-Lat'dı ve tanrıların anası olarak nebatilerce tapındırdı, bir diğeri ise Latin yararların Venüs'le karşıladıktan Al-Uzza idi. Tanrıça tapımlarında durum çoğu kez bu merkezde olduğu üzere, şehevi unsurlar oldukça yaygındı. Arapların göçebe hayatı tarımla uğraşan halklara uygun tanrı fikrinin gelişimi ve sürekliliği için pek elverişli değildi Tanrılara her yıl aynı mevsimde takdimeler sunduklarını ya da belirli mevsimlerde belli kurbanlar kestiklerini bilmiyoruz. Bununla beraber çok erken dönemden beri hususiyle kutsal bazı nesne veya kültlerin yeri olan kasabalara kutsal yolculuk fikrine aşina okluklarını biliyoruz: ve kasaba insanlarının dini zaman içerisinde böylelikle önem kazanmış ve göçebelerinkini bu şekilde gölgede bırakmıştır. Bu kasabalarda bir tür tapınaklara rastlanmaktaydı; ve mevcut olmadığında bile mağaralarda tapınaklar oluşturulmakta ve rahipler: tanrıların bu mukaddes mekanını korumaktaydı. Tanrılara sunular mukaddes mekana getirilerek, kutsal bir ağaca asılarak veya eğer sunu kanlı ya da başka bir sıvıdan müteşekkil ise. Kutsal bir taşın üzerine dökülerek sunuluyordu. Burada (animizmle iç içe geçmiş) ilkel Arap inancına kısaca temas edebiliriz. Tabiat çeşitli kılıklara bürünebilen derileri kıllı maddi varlıklar, Cin (veya daimon) denen insanüstü varlıklarla doludur ve islam bütün putperest tanrıları Cinlere dönüştürmüştür. Issız çöllerde yaşadıklarına, yeryüzünü çevrelediği sanılan dağları doldurduklarına, aynı zamanda hamamları, fırınları, kuyuları, yolların kavuşma noktalarını vb. istila ettiklerine inanıldığından bunlardan korkuluyor ve çekiniliyordu, insanlara bunların birçok zararının dokunduğuna inanılıyordu. Bu cinlerin birçok türü vardı ve bunlara duyulan inanç o kadar güçlü idi ki birçoğunun bugün bile çağdaş Araplar arasında varlığını sürdürdüğü görülür. https://hasanfirat.com 3 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI CİN Eski Araplar, içinde kan akıtmanın yasak olduğu veya ağaçların kesilemediği ve başka birçok şeyin yapılmasına izin verilmediği bazı yerleri tanrıların mekanları veya uğrak yerleri olarak kabul etmişlerdi. Bunlar direklerle veya taş yığınları ve işaretlenmiş bir mera alanı veya bütün bir vadi ya da kasaba olabiliyordu. Bunların içerisinde bazı özel yerler veya altarlar bulunurdu, burada kurbanların kanları Kutsal taşlara veya üzerine sunuların asıldığı bir ağaca sürülürdü. Kaynaklar veya kuyular, ağaçlar, sütunlar, taş yığınları genel tapınma sembolleri veya merkezleriydi. Bazı durumlarda bunların hepsi bir kutsal mekanda bulunabiliyordu. Mekke'de kutsal Zemzem kuyusu İslamiyet den çok önce de mukaddes addedilirdi. Necran’da kutsal hurma ağacına tapınılıyordu; ve yıllık şenliğinde üzerine güzel giysiler ve kadın ziynetleri asılırdı. Mekke halkı da benzer bir ağaca silah, giysi, devekuşu yumurtaları vb. asarlardı. Hatta çağdaş Araplar kutsal ağaçlara, cinlerin indiği dans edip şarkı söylediklerinin işitilebildiği yerler olarak hürmet ederler. Bu ağaçlardan bir dal kırmayı, ölümcül bir günâh olarak görürler; bunlara kurbanlar sunarlar, inci boncuk ve çaputların yanı sıra kurbanların etlerinin parçalarını üzerlerine asarlar. Hastalar, bu ağaçların altında uyumaya getirildiklerinde kendilerini sağlıklarına kavuşturacak rüyalar görürler. İnsan kurbanların dışında, Araplar arasında kurbanların yakılması tatbikatına seyrek rastlanırdı, kaba bir taş sunağın üzerine kanın dökülmesi yeterli kabul edilirdi. Bazı durumlarda öldürülen hayvanların etleri vahşi hayvanlara terkedilirdi, fakat genellikle ibadet edenlerce yenirdi. Birçok Arap kabilesi arasında geleneksel hale gelmiş ilk mahsul sunuları vardı. Kimi zaman yiyecek, yemek vb. sunuları, sunuda bulunanın saçlarıyla karıştırılmış olarak, putun ayağına bırakılırdı ve kutsal taşların üzerine süt dökülürdü. Şarap sunuları Araplar arasında okdukça önemliydi. Dini bakımdan yetişkinlerin arasına kabulünün bir işareti olarak gençlerin saçlarının sunulması çok eski bir Arap âdetiydi; bu tür bir saç sunusu Arapların kutsal yolculuklarının hemen tümünün bir parçasını oluştururdu. Taifliler her seyehat dönüşlerinde kutsal mekanlarında başlarını traş ettirirlerdi. Peygamberin zamanında Araplar arasında hane tanrılarına mutad tapınma eve veya çadıra girerken ya da çıkarken onları elle okşamaktan ibaretti. Eski Arapların on putu Kutan'da zikredilir, bunlar, Al-Cibi ve Al-Tag-ût, Al-Lat, Al-uzza, Menat, Vedd, Suva', Yaghus (Yağûs), Yeûk ve Nesr’dir. İlk ikisi Kureyş'in, Al-Lat Taiflilerin putuydu; Al-Uzza Venüs'le karşılanır, fakat tapınma simgesi bir akasya ağacıydı; Menat ise büyük bir kurban taşıydı. Ardından gelen beş isim tanrılaştırılmış ataları temsil eder; fakat birkaçının tapımında, sözgelimi https://hasanfirat.com 4 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI Aslan-tanrı (Yaghus), Akbaba-tanrı (Nesr), At-tanrı (Yeuk) hayvan şekilleri kullanılırdı. Habbah, üzerinde develerin kurban edildiği büyük bir taştı; ve Mekke'deki ilginç Kara Taş (Hacer-ül Esved) bir başka yoğun saygı objesiydi. Mekke'deki Kâbe'de, her biri ellinde tanrısal oklar tutan, İbrahim ve İsmail peygamberin temsili suretleri vardı. Fakat eski putperestliğin tam ortasında, Allah diye bilinen bir yüce Tanrı fikri doğmuştu, diğer tanrılara onun çocukları nazanyla bakılıyordu. Allah ismi, Babil ve Samilerin El'i ile bağlantılı olabilir; Al-ilah'in (Kudretli) bir kısaltması olarak mı kabul edilmesi, yoksa Al-lah (Gizli Olan) diye mi okunması gerektiği açık değildir. Welhausen'e göre 'en kutsal yeminler ona edilirdi. Anlaşmalar ve uzlaşmalar onun adıyla imzalanırdı. Düşmana gayrı insani öfkesini yatıştırmak için Allah hatırlatılırdı; 'Allah düşmanı' alçak bir adam için bir küfür sözcüğü idi. Fakat Allah her şeye kâdir olduğundan ve herkese vecibeler yüklediğinden kimsenin onunla özel bir ilişkiye girebileceği düşünülmezdi. Tapınmada en son sırada gelirdi, öncelikle özel bir topluluğun menfaatlerini temsil eden ve tapmanlarının özel arzularını gerçekleştiren tanrılar tercih edilirdi. Bununla beraber ne Allah korkusunun, ne de tanrılara duyulan saygının çok büyük bir tesiri vardı. Büyük şenliklerin önde gelen fiili neticesi kutsal aylarda mütarekelere riayetti; ve zaman içinde esas itibariyle saf fiili yarar ilişkisinden ibaret hale gelmişti. Genelde putperest Arapların temayülü, şayet şiirlerine doğru bir şekilde yansımışsa, görülmedik derecede dünyevidir. ... Mekke'nin eski sakinlerinin dindarlığının, şimdi olduğu gibi, ticari bir veçhesi vardı; ticaretleri bayramlara, fuarları Haram'ın bozulmazlığına (veya karşı gelinmezliğine) ve mukaddes aylardaki mütarekeye dayanırdı. Bununla beraber Peygamberin zamanında Allah'a ibadet eden Taif, Mekke ve Medine'de çok az sayıdaki kişiler, muhtemelen, çok tanrıcılığı reddedip, günâhtan kurtulmanın yollarını arayan, Tanrı'nın iradesine teslim olup insani bir sorumluluk duygusu hisseden "tövbekarlar” anlamına 'Hanif ' ismini almışlardı. Bunların düşüncelerinin Yahudi ve Hıristiyan kökleri karanlıktır. Hicaz ve Yemen'de Yahudiler çoktu, daha okur yazar Araplar arasında bunların belli miktarda eski inançtan ve özel öğretileri kuşkusuz yaygındı. Her ne kadar seyahat eden Araplar Yunan. Suriye, Habeşistan Hıristiyanları hakkında bir şeyler biliyor idiyseler de, Hıristiyanlık Arabistan'da hatırı sayılır bir ilerleme kaydetmiş görünmemektedir. Sabitler ve kuzey Arabistan çöllerinin münzevileri İslam öncesi Araplar üzerinde muhtemelen daha güçlü bir tesire sahiptiler; ve Kur'an'da bunların Tanrı'ya, ölümden sonra dirilmeye ve hesap gününe inandıkları bildirilmektedir. Bunlar eski Mezopotamya halkının soyundan ve daha sonra Harranlılar ismini almış çok tanrıcı yıldız-tapıcılarla (Sabiiler) aynı insan topluluğu değildi. Çileci çöl münzevileri kuşkusuz azim ve sebatkarlıklarıyla, kendilerini kutsal bir hayata adayışlarıyla ve gelecek hayata hazırlanmadaki sarsılmazlıklarıyla Arapları etkilemişti. Dolayısıyla belli bir ölçüde İslam peygamberi için bir nüve mevcuttu denebilir. https://hasanfirat.com 5 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI MEKKE Mekke Arapların en güçlü ibadet merkeziydi. Ve İslam peygamberinin mensup olduğu aile Mekke'den ve Mekke'ye hakim olan Kureyş kabilesinden geliyordu. Büyükbabası Abdülmuttalip M.S. Altıncı yüzyılın ortasında Kureyşli bir ailenin reisiydi. En küçük oğlu Abdullah, Wahb'ın Kızı Amina ile evlenmiş, fakat oğlunu görecek kadar yaşamamıştı ve yetim daha bir çocukken annesini de keybedecektir. Hz. Muhammed M.S. 570'de doğdu, ismi "övülmüş" anlamına gelir. Doğumundan kısa bir süre sonra emzirilmek üzere çölde bir bedevi kadına bırakıldı. Beş yaşında annesiyle birlikte Medine'yi ziyaret etti, bu yolculuk sonunda annesini kaybetti. Büyükbabasının ölümünden sonra bakımı amcası Abu-Talib'e kaldı; onunla birlikte 582'de bir kervanla Suriye'ye gitti. Birkaç yıl sonra istememesine karşın, Kureyş ve Havazin kabileleri arasında kutsal aylarda cereyan eden ve kutsal topraklara da sıçramış olan bir savaşa ("Ficar Savaşı") katıldı. Hayatinin ilk dönemlerinden kalan kayda değer en önemli hadise, (sözü edilen savaşın sebebiyet verdiği kargaşa ve haksızlıkları sona erdirmek için) Kureyş'den çeşitli ailelerin oluşturduğu birliğe (Hılfülfüdül: “Fâdılların Yemini") katılmasıdır. Birliğe katılan aileler okyanusta tek bir su damlası kalıncaya kadar ya da susuzluklarını kendi kaynaklarından giderebilecek durumda oldukları sürece, mazlumların yanında yer alacaklarına ve taleplerinin yerine getirilmesine nezaret edeceklerine, intikamını yerde bırakmayan Tanrı adına yemin etmişlerdi. Yine bu dönemlerde bir müddet çobanlık yaptı. Yirmi beş yaşına geldiğinde amcası kendisine Kureyş'den Hatice adında varlıklı bir dul kadına ait bir ticaret Kervanının sevk ve idaresini üstlenmesini önerdi. Kervanla Şam yolunda Ürdün'ün yaklaşık dokuz buçuk kilometre doğusundaki Busra'ya gitti. Başarısı, dürüstlüğü ve başkaca nedenlerle dikkatini çekmesi üzerine Hatice tarafından kendisine evlenme teklifi iletildi; ve her ne kadar kendisinden on beş yaş küçük ise de bu evlilik mutlu bir evlilik oldu. Hatice ona henüz bebekken ölen iki erkek ve dört kız çocuk doğurdu, bunlardan en ünlüsü Fatıma idi. Dini vazifesini üstlenmezden evvel Peygamberin hayatı, intikamın dini bir vecibe addedildiği, bütün kabileleri içine çeken kan davalarının ziyadesiyle yaygın olduğu bir halk arasında geçti. İçki ve kumar iptilası had safhadaydı. Kız çocukları çok kere daha doğar doğmaz diri diri gömülüyorlardı. Kadınlar genellikle taşanır mal veya en fazla köle hükmündeydi; çok evlilik ve boşanma ziyadesiyle yaygındı. Putperestlik, kehanet, falcılık, (genellikle oğulların babaları tarafından sunulduğu) kanlı kurbanlar, şehvetperestlik almış yürümüştü. Peygamberin geleneksel ibadet ve inançlar karşısındaki tutumu hakkında bir kayda sahip değiliz; fakat daha sonraki hayatından hareketle, zaman içerisinde https://hasanfirat.com 6 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI benliğinin derinliklerinde bunlara karşı derin bir nefret ve başkaldırının oluştuğu ve civardaki dini sistemlerden kendisine daha çok şifahi yoldan veya bizzat tanıklıkla -çünkü kendisinin okur yazar olma ihtimali yoktur -ulaşmış olan fikirler üzerinde derin derin düşündüğü sonucuna varabiliriz. Otuz beş yaşlarındayken Kâbe, yahut Mekke'deki kutsal taş tapınağı, bir taşkın yüzünden onarıma muhtaç hale gelmişti. Yapılan müzakereler neticesinde duvarlarının yeniden inşa edilmesi ve bir örtüyle kaplanması kararlaştırıldı. Kara Taşı (Hacer-ül Esved) duvardaki yerine kimin koyacağı ile ilgili çıkan bir tartışma üzerine, Hz. Muhammed meseleyi çözümlemek üzere hakem seçildi. Bunun üzerine harmanisini çıkararak taşı onun üzerine yerleştirdi ve "Şimdi dört kolun her birinden bir kişi ileri çıksın ve bu harmaninin bir köşesini tutup kaldırsın" dedi. Söylendiği gibi yapıldıktan sonra, taşı kendi elleriyle gediğine koydu; ve bu karar Kureyş kabilesi içindeki nüfuz ve itibarını artırdı. Yine bu dönemle ilgili olarak sıcak dostluklar kurma, minnettarlık ve nezaket gösterme, aile reisi olarak karar alma ve icra etme vb. yeteneğini gösteren başka hadiseler de kaydedilir. Kırk yaşına geldiğinde giderek daha da fazla düşünceli hale geldi, sık sık insanlardan uzaklaşıp Mekke yakınlarındaki ıssız vadilere ve kayaların aralarına çekiliyordu. Bunların arasında en sevdiği yer Mekke'nin kuzeyinde, Hira Dağının eteklerindeki bir mağara idi; ve burada, bu karanlık ve ıssız yerde, zaman zaman derin bir vecid ve istiğraka dalıyordu; ve Kur'an’daki ilk bölümlerden birkaçı bu dönemden kalma olabilir: "Batan güne yemin olsun ki! Muhakkak ki insan ziyan içerisindedir; Ancak iman edip de salih ameller işleyenler, Ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna." (Asır Suresi) Bu ilk dönemlere ait olan diğer bölümlerde Peygamberin içinde, hak ve hakikat, doğruluk ve dürüstlük ülküsünün, kötülük, haksızlık ve yalanın şiddetle telin edilip kati ve tavizsiz cezalandırılması düşüncesinin derin biçimde kök saldığını görüyoruz. Ve yine bu dönemde, halkının takdiri ilahi tarafından şerrin üstesinden gelip Mekke'de hakiki ibadet şeklini muhafaza etmeye memur edildiklerine dair tasavvurlarının olduğunu anlıyoruz. Yüce bir yol ("sarp yokuş": "Akabe") olarak halkına. Bir köleyi özgür kılmayı. Ya da, yakın olan bir yetimi. Veya sürünen bir yoksulu Açlık gününde doyurmayı gösterir. Bundan başka salihlerin iman edip birbirlerine sabır ve merhameti tavsiye edenler olmaları gerekir: Bunlar lütfü ilahiye mazhar olanların varisleridir. Anlaşılan düşüncelerinden ve vecd anında duyduklarından bazılarının ailesine ve dostlarına açmış olmalıdır. Ve bunlar ilk başta onun kendisinde olmadığını düşündüler. Bilahere işittiklerinden daha saf fikirleri tafsilatlı olarak açıklayıp, bunların Yahudilerin ve Hıristiyanlarınkine benzediğini söylediğinde, "Eğer bize bir peygamber gönderilmiş olsaydı, muhakkak ki onun buyruklarını takip ederdik ve Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi ibadetlerimizde sadık ve dindar oturduk’ dediler. Düşünceleri gitgide onu, halkının bir vaiz yahut peygambere ihtiyaç duyduğu ve kendisinin mukadder peygamber olabileceği inancına yöneltti. Uzun süre derin bir sıkıntı ve buhran içerisinde kıvrandığı iç mücadeleden sonra cesaretlendi, kendisine güveni geldi ve yeni dini tebliğinin bütün Arabistan'ı etkisi altına alacağı, putların yerle bir olmasına ve diğer halkların fethine yol açacağı bir dönemi beklemeye başladı. Hadislere göre, Ramazan ayında bir gece, Hira Dağında dini temrinleri ile meşgul iken, Cebrail geldi ve önünde ipek bir tomar yahut rulo tuttu ve onu üzerinde yazılı olanları okumaya zorladı, ki doksan altıncı Surenin bir bölümüydü: "Oku! yaradan Rabbinin ismiyle, o ki insanı kan pıhtısından yarattı! Oku! Rabbin en yüce kerem sahibidir, o ki kalemi öğretti insana bilmediğini öğretti. Hayır; muhakkak insan kendi kendine yettiğini düşünürken yanılgı içindedir (bir başka çeviri "Gerçekten insan kendisini zengin görürken zorbalık içindedir”): dönüş Rabbinedir.” Melek onu bıraktığında hanımına döndü ve olan bitenleri anlam hanımı teskin ve teselli ettikten sonra, bunun https://hasanfirat.com 7 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI Tanrı'dan bir vahiy olduğuna onu inandırdı. Fakat başka hiç kimse onu dinlemek istemedi ve tekrar kendisini derin düşüncelerin içinde buldu. Bir gün hasırının üzerine uzanmış elbiseleriyle üzerini örtmüş uzanırken, Cebrail'in tekrar göründüğü ve: “Ey elbiselerine bürünmüş; kalk ve tebliğ (yahut ikaz) et ve Rabbini yücelt; elbiselerini temizle ve pislikten uzaklaş (kötü şeyleri terk et); ve artırmak (daha çok istekte bulunmak) için iyilik yapma; ve Rabbin İçin sabret" dediği rivayet edilir. Vahiyler artık kısa aralıklarla birbirini takip etmeye başlamıştı; fakat bir müddet sonra bir kesinti oldu, vahiy gecikti ("Fetret-i Vahiy") ve peygamber intiharı bile düşünmeye başladı. Bu zaman zarfında ne kadar süreyle asabiyet buhranı ve algı bozukluğunun etkisi altında kaldığını kestirmeye kalkışmak beyhude olacaktır; fakat gençliğinden beri bu tür buhranlar geçirdiğini ve bu eğiliminin ruhi mücadeleleri esnasında ihtilaçlar, gece-nöbetleri, derin uykular ile artış göstermiş olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünebiliriz. Bir keresinde tam intihara karar vermişken, birdenbire gökten gelen bir sesle durdurulduğu ve gök ile yer arasında bir taht üzerinde meleği gördüğü ve ona "Ey Muhammed, sen şüphe yok ki Allah'ın peygamberisin ve ben Cebrail'im" dediği anlatılır. Vahiy anlarında yüzündeki endişenin azap verici biçimde belirginleştiği söylenir; sarhoş ya da uykuya yenik düşmüş birisi gibi yere yığılıyor ve en soğuk günlerde bile alnını ter damlaları kaplıyordu. Bu dönemler peygamberin kendisi tarafından bile kestirilemiyordu. Bu konuda daha sonra şunları söylemiştir: "Vahiy şu iki şekilden biriyle üzerime iner (nazil olur): kimi zaman Cebrail bir insan suretinde gelir ve vahyi getirir ve bu kolaydır; diğer zamanlarda yüreğimi delen ve sanki beni parçalara ayıran bir çan yahut zil sesiyle bütün varlığımı etkiler ve bu bana en fazla eziyet verenidir." Peygamber artık yeni dinin esaslarını gizli bir şekilde dostları arasında tebliğe başlamıştı. Hanımının azatlı kölesi Zeyd; amcasının oğlu Ali; en yakın arkadaşı, zengin bir tüccar, iman eden köleleri fidyesini ödeyip azat etmede cömertliğiyle ünlü, onun her dediğine inanan, sâdık dostu Ebubekir; Osman; Zübeyr ve diğerleri kısa sürede küçük bir cemaat oluşturdular. Haniflerle büyük ölçüde mutabıktı. Zaman içerisinde çağrısı Kureyş'in bütününü ve onların kölelerini kapsadı, ki bu sonuncular, yabancı olmaları hasebiyle Yahudilik ve Hıristiyanlıktan bir ölçüde haberdardılar ve kendilerini yücelten bu yeni akideyi kabul etmeye eğilimliydiler; fakat Mekkeliler genellikle ona çok az kulak verdiler. Tek Tanrı inancıyla, doğruluk ve dürüstlüğün gerekliliğiyle ilgili öğretisinin özüne zaten aşinaydılar. Onlara gerçekten yeni ve cezbedici bir öğreti vazetmiyordu; eğer takip edilecek olursa namaz, zekat ve ölçülü-mutedil bir hayatla birlikte, yaşayışlarında zahmet ve eziyet verici değişiklikler, insanın her şeye kâdir Yargıcına hakiki bir teslimiyet ve tam bir itaat talep eden bir akideydi bu. Madem ki köleler, aşağı sınıftan insanların çocukları ona seve seve kulak veriyordular, kibirli Kureyşliler böyle diyordu, kendi başına bu bile onu dinlememeleri için yeterli bir nedendi. Önemli bir karşı koyma veya geri püskürtülme üzerine peygamber Kureyş'in sahte tanrılarını ve asılsız fikirlerini daha da şiddetli bir şekilde tenkit ve telin etmeye ve onları peygamberini dinlememeleri halinde Tanrı'nın hükümleriyle tehdit etmeye başladı. Bir zaman amcası Ebu Talib'i yeğenini susturması ya da ondan himayesini çekmesini rica ederek sıkıştırdılar. Ebu Talib yeğeni ile sözü edilen meseleleri tartıştığında hiç beklemediği bir kararlılıkla şu cevabı aldı: 'Üstlendiğim vazifeden beni geri bırakmak üzere sağ elime güneşi, sol elime de ayı verseniz, Allah benim davamı zafere ulaştırıncaya kadar asla durmayacağım ya da bu uğurda can vereceğim." Böyle söyleyerek gözlerinden yaşlar boşandı ve amcasının yanından ayrıldı. 'Selametle git' dedi amcası, "ve istediğini söyle, Tanrı'ya yemin olsun ki seni hiçbir surette terk etmeyeceğim.' Peygamber toplantılarını bu dönemde ilk iman edenlerden Erkam'ın Kabe'nin yakınındaki evinde (Safa ile Merve arasında, Kâbe'nin batı tarafındaki bu ev İslam tarihinde “Dar-ül Erkam” diye bilinir) yapıyordu, fakat kendisine karşı hakaretler, alaylar, hafifsemeler birbirini kovalıyordu ve ilk Müslümanlardan korumasız olanlara, köle ve cariyelere daha büyük aşağılamalar, gaddarlıklar, işkenceler yapılıyordu, öyle ki en yakın dostu Ebubekir, bazı kölelerin fidyesini ödeyip azat etti, diğerleri de Hıristiyanlar tarafından hoşlukla karşılandıkları Habeşistan'a göç ettiler (Birinci Habeşistan Hicreti (615)). Bundan sonra anlaşılan peygamberin görünürdeki bu başansızlıktan cesareti kırılmış, üzgün bir halde daha uzlaşmacı bir tutum izlemiştir. Bir gün Mekke'nin ileri gelenleri arasında Kâbe'nin yanında oturup, onlara elli üçüncü sureyi okuyarak, kendisine meleğin ilk gelişini ve daha sonraki bir rûyetini anlatıyordu. Okuduğu ayetler içinde “Al-lat ve Al-Uzza ve onlarla birlikte üçüncü Menat https://hasanfirat.com 8 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI hakkında ne düşünüyorsun?” da vardı. Rivayete göre tam bu esnada şeytan araya girip, peygambere “Bunlar da yüce Kadınlardır" (ya da "turnalar”) "onlardan da şefaat umulur” sözlerini fısıldamıştır: bunun üzerine Kureyş tanrılarının bu şekilde tanınmasından memnun kalmış ve peygamberin Surenin devamını “Öyleyse Allah'ın önünde secde et ve ona kulluk ve taatta bulun” diye okuması üzerine, oradakilerin hepsi kendilerini yere bırakıp secde etmişlerdir: ve putlarından en azından bir kısmına izin vermesinden ötürü, hepsi peygamberi tanımaya hazır olduklarını bildirmişlerdir, fakat peygamber kaygı ve endişe içeresinde evine dönmüş ve akşam melek kendisini ziyaret ettiğinde ona şu sözlerle çıkışmıştır: “Sen ne yaptın? Sen insanların önünde benim sana asla iletmediğim sözleri tekrarladın.” Peygamber de keder ve üzüntü içerisinde "Tanrı’dan senin söylemediğin sözleri insanlara aktardım” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine teskin ve teseli edilmiş ve Tanrı Sûrenin bu bölümünü silmiş, onu “üçüncü Menat'dan sonra şu şekilde düzeltmiştir: "Demek erkekler (zürriyet) sizin dişiler onun mu (olacak)? Bu adil olmayan bir paylaşımdır. Bunlar isimden başka bir şey değildir, ki onları siz ve babalarınız uydurdu.” Mekkeliler bunu duyduklarında husumet ve düşmanlıkları daha da artan bir şiddetle tazelenmiştir. Bu hikaye Mekkelilerin tutum ve yaşayışlarında hiçbir değişiklik görülmemesi nedeniyle teşebbüs aşamasında kalmış olan bir uzlaşma döneminin delili olarak yorumlanabilir. Esaslı bir değişimi beraberinde getirmeyen bir iman ikrarının yeni bir inanç akidesinin tesisinde hiçbir faydası olamazdı. Hadiseden haberdar olunması üzerine Habeşistan'daki Müslümanlar geri döndüler; fakat düşmanlık ve husumetin azalmadığını bilakis daha da şiddetlendiğini görünce, Peygamberin kızı Rukiye ve kocası Osman da dahil daha büyük bir sayıyla geri döndüler (İkinci Habeşistan Hicreti (617)). Kureyş bu cephe değişiminden sonra daha tahkir edici bir tutum takındı ve alaylara başladı: "Allah'ın kendisini bir Elçi olarak gönderdiği bu değil mi? muhakkak biz sebatla ayak diremiş olmasaydık, neredeyse bizi tanrılarımızdan edecekti" "Şüphesiz ki sen düpedüz bir yalancısın". Bu umut ve cesaret kırıcı olayların ortasında Kureyş'den kayda değer iki sima kazanıldı; biri Peygamberin amcası Hamza, diğeri o zamana kadar bu yeni inanca ve onun bağlılarına karşı çok güçlü bir kin ve düşmanlık gütmüş olan bir genç adam, Ömer'di. Ömer yirmi altı yaşındaydı, heybetli, vakur, karşısındakine saygı telkin eden bir görünümü, kuvvetli ve atılgan bir mizacı vardı, ne zengin ne de ileri gelen ailelerden birine mensuptu, buna karşın Kureyş içerisinde güçlü bir tesire sahipti. Kız kardeşi Fatma ve kocası Said'in bu yeni inanca iman ettiklerini öğrenmesi üzerine dramatik bir şekilde Müslüman oldu ve Peygamber tarafından çok sıcak bir şekilde karşılandı. Bu dönemden itibaren Müslümanlar inançlarını açıktan açığa ikrar etmekten çekinmediler. Ömer ilk kez Kabe'de alenen namaz kıldı, Kabe'nin çevresinde tavafını yaptı, diğer Müslümanlar da onun örneğini takip ettiler. Kureyş bunlardan büyük rahatsızlık duydu ve Peygambere ve ailesi Haşimilere düşmanlık ve husumetleri daha da arttı. Bu arada Peygamber yeni gelen vahiylerle onlara daha sert ve şiddetli bir şekilde saldırıyordu; bu dönemde gelen vahiylerin büyük bölümü Yahudilerin kutsal metinleriyle teyit edileceklerini bildiriyorlardı . Kur'an'ın bu döneme ait olan bölümlerinin epeycesi Eski Ahit'de anlatılanların ya da Yahudi geleneklerinden gelen muhtelif rivayetlerin değiştirilmiş biçimini ihtiva eder. Peygamber tekrar tekrar kendi vahyinin Musa Peygamberin Kitabı'nı ya da Yahudilerin Kutsal Metinlerini teyit ve tasdik edici olduğunu söyler . Aslında o 'İsrail oğullarından bilgi sahibi olanların" bunu kabul ettiğini öne sürüyordu; ve tanıdığı Yahudilerden bazısının onun "Rabbin göndereceği Peygamber" olabileceği fikrine sahip olduklarına inanmak için oldukça güçlü nedenler vardır. Buna mukabil Peygamberin Eski Ahit'in bir nüshasını tetkik etmiş olabileceğine dair en küçük bir delil yoktur. Fakat son vahiyler giderek daha da fazla Yahudilerin kıssalarıyla iç içe geçiyordu ve hatta bunların vahyini vazifesinin bir delili olarak ileri sürüyordu. Düşmanları: "Bu(nlar) eskilerin masallarıdır ("esatir-ül evveliyn"), başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır (belletilmektedir)" diyorlardı ve Peygamber de cevaben sadece “Bunları bana gökte ve yerde gizli olanları bilen vahyetti” diyordu. Mekkelilerin Peygamberin açıktan açığa tenkitlerinden, kendilerini korkunç bir yıkımla tehdit etmesinden hoşlandıkları söylenemezdi; fakat bu tehditler o kadar çok tekrar ediliyordu ki, insanlar sonunda bu günün gelecekse bir an evvel gelmesini ; vahiylerinin artık bıktırıcı olduğunu dile getirmeye başladılar. Ve sonunda Peygamber ve ailesiyle (medeni, ticari vs.) her türlü münasebeti kesmeye, bu suretle onları tecrit etmeye karar verdiler. Onlarla kız alış verişi yapmayacaklar, ne onlara bir şey satacak ne de onlardan bir şey satın alacaklardı; hasılı her türlü münasebet, mümkün olan en alt seviyeye indirilecekti. Bu anlaşma (yahut ahitname) yazıya geçirildi, üç kez mühürlendi ve daha sonra dinen bağlayıcı bir mahiyete sahip olduğunun bir işareti olarak Kabe'ye asıldı. Bu kadar katı bir önlem tabiatıyla hedef alınanları korkuttu, sıkı bir şekilde Ebu Talip'in çevresine ("Şi'b-i Ebi Talib") hapsedildiler ve Mekke'nin kalanından kayalarla, binalarla ve bir kapı boşluğu ile ayrıldılar https://hasanfirat.com 9 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI (M.S. 616-7). Kendilerine ait bir kervan çıkaracak Kadar güçlü olmadıklarından muhasara kısa bir zamanda etkisini gösterdi ve erzak kıtlığı çekmeye başladılar. Kutsal aylar hariç kimse (ihtiyaçlarını gidermek için) dışarı çıkmaya cesaret edemiyordu. Bununla beraber Haşimiler iki veya üç yıl bu şekilde bu mahrumiyete katlandılar, dışarıdan onlara ancak birkaç kişi arasıra yardım etmeyi göze alabiliyordu. Peygamber kendisini kabilesinden yeni dini kabul etmemiş olanlara tebliğe ve inananların imanlarını güçlendirmeye adamıştı. Bu dönemde gelen vahiy “seninle birlikte olan inananlara şefkatle ve merhametle davran” masını ve 'azamet ve merhamet sahibi olana güvenmesini söylüyordu. Bununla beraber Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen yabancılara dini vaaz ediyor, onları putperestliğe karşı uyarıp. Tek Tanrı'ya ibadet etmelerini söylüyor ve iman ettikleri takdirde yeryüzüne hakim olacaklarını ve öldükten sonra Cennete kavuşacaklarını vaad ediyordu. Fakat genellikle 'Seni en iyi tanıyanlar kendi akrabaların ve kendi kavmindir, öyleyken onlar sana neden inanmıyor ve seni takip etmiyorlar ’’ sözleriyle geri çevriliyordu. Sonunda ahitname yürürlükten kaldırıldı buna yol açan hadiselerle ilgili muhtelif rivayetler vardır. Rivayete göre (başgösteren tartışmalar üzerine kayıtlı hükümlere bakmak için gidildiğinde) Kabe'deki ahitnamenin yazılı olduğu parşömenden küçük bir parça kalana kadar kurtlar tarafından yenip bitirildiği görülmüştü; ve Kureyşin ileri gelenlerinden beş kişi Ebu Talib'in mahallesine gitmiş ve mültecilerin tümünün güven içinde evlerine dönebileceklerini bildirmişti. Ne var ki görünürdeki bu zafer daha büyük kayıpların habercisiydi: Peygamberin hanımı Hatice (M.S. 619-20) ardından da saygıdeğer amcası Ebu Talib öldü. Amcasının ölümüyle Peygamber ve onu takip edenlerin korunması daha da güçleşti. Peygamber daha güvenli olabilecek başka yerler düşünmeye başladı ve (Mekke'nin yaklaşık doksan altı kilometre doğusundaki) Taif'e gitti ve orada yeni dini tebliğ etti, fakat başarılı olamadı; yuhalanıp taşlandı ve en derin ümitsizliğe düştü. Bu dönemdeki duası kayıtlıdır ve günümüze ulaşmıştır. Derin bir ıstırap ve keder içerisinde güçsüzlüğünü ve zayıflığını arz ettikten sonra: "Ey Merhametlilerin en merhametlisi. Sen zayıfların Rabbisin ve Sen benim Rabbimsin. Beni kimin ellerine terk edeceksin? Etrafımı kuşatan yabancıların mı? yoksa bana karşı muzaffer kılacağın düşmanların eline mi? ... Sayesinde karanlığın dağıldığı, hem bu dünyaya hem gelecek dünyaya huzurun sökün ettiği inayetkâr veçhinin nuruna sığmıyorum, yeter ki senin kızgınlık ve gazabın üzerime olmasın. Sen razı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Senin dışında sığınılacak hiçbir güç, hiçbir melce yoktur." Bir gece eve dönüş yolunda (Nahle'de), dua ederken veya rüya görürken, Kur'anı dinleyen ve iman etme isteğinde olan bir cin topluluğu gördü . Mekke dönüşünde Peygamber ilk Müslümanlardan Sekran'ın dul eşi Şevde ile ikinci evliliğini yaptı; ve en yakın arkadaşı Ebubekir'in genç kızı (henüz ancak yedi yaşlarındadır) Ayşe ile nişanlandı. Böylelikle Müslümanlığın en çok itiraz konusu yapılmış olan özelliklerinden birine, çok evliliğe yolu aralamış oldu. Hacc mevsimi tekrar geldiğinde Peygamber hacılara Kur'an ayetlerini okudu, samimi bir şekilde yeni dine davet etti; ve Mekke'nin yaklaşık dört yüz kilometre kuzeyindeki Medine'den kendisini görülmedik derecede dinlemeye hazır küçük bir grup insanla karşılaştı. Onların Medineli Yahudilerle yakın münasebetler içerisinde olduğunu gördü ve onlara şehirlerinde vazifesini ifa edebilecek güvenli bir ortam ve kendisine kulak verecek insanlar bulup bulamayacağını sordu. Onlar da bunu gelecek yıl kendilerine bildireceklerini söz verdiler. Bu arada onun kendilerine öğrettiği inanç esaslarını döndüklerinde hemşehrilerine yaydılar. Yahudilerin bir Peygamber beklediklerini öğrendiler, bunun Hz. Muhammed olduğunu anladılar. Neticede Hacc mevsiminde Mekke'ye tekrar gelip Peygamberle buluştuklarında Medineliler'den on iki adam aşağıdaki şartlarla kendilerini bağladılar: "Allah'a ortak koşmayacağız; çalmayacağız, ne zina edeceğiz, ne de çocuklarımızı öldüreceğiz; her ne şekilde olursa olsun iftira etmeyeceğiz; doğru olan herhangi bir şeyde ona (Peygambere) itaatsizlikte bulunmayacağız." Buna yapıldığı mahalle izafeten Birinci Akabe Taahhüdü (bilinen adıyla "Birinci Akabe Biati") denir; ve aynı zamanda Peygamberi savunma (bu uğurda savaş) yemini ihtiva etmediği için Kadınlar Taahhüdü de denir. Peygamberin buna cevabı 'Eğer taahhüdünüzü yerine getirirseniz mükafatınız Cennet olacaktır. Bunun herhangi bir bölümünde zaaf gösterecek olanın hükmü Allah'a aittir, o dilerse cezalandırır, dilerse bağışlar." Bu on iki kişi Medine'ye yeni dinin yayıcıları olarak döndüler ve derhal büyük bir gayretle bu doğrultuda çalışmaya başladılar. Kısa bir zaman sonra Peygamberden kendilerine Kur'anı öğretecek ve daha eksiksiz bir eğitim verebilecek bir muallim istediler. İstekleri Haşim'in büyük torunu Musab bin Umeyr gönderilerek karşılandı ve kendisine büyük bir teveccüh gösterildi. Ve Peygamber bu dönemden itibaren Medine'ye göçle ilgili rüyalar görmeye başladı. Cebrail tarafından kanatlı bir at ("Burak") üzerinde Medine'den (Mescid-i Haram dan) Kudüs'deki tapınağa (Mescid-i Aksa) https://hasanfirat.com 10 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI götürülmesi ve burada Peygamberler tarafından karşılanmasıyla ilgili rüyeti ("Isra": Gece Yürüyüşü) de anlaşılan yine bu döneme aittir. Buradan bir gök katından diğerine yükselişi, sonunda Müslümanların günde beş vakit namaz kılmalarının buyurulduğu Allah'ın huzuruna çıkışı ("Miraç Hadisesi") hadislerde bildirilmektedir. Kendine gelip de başından geçenleri anlattığında takipçilerinden kimisi tereddütlerini izhar edip geri çekildi, diğerleri inanıp anlatılanları kabul etti. Bununla beraber bu harikulade hadiseden Kur'an'da sadece on yedinci Surede bahsedilir. 'Kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için kulunu geceleyin Mescid-i Harun'dan (Kabe) (alıp) etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya (Kudüs deki Tapınak) bir yolculuğa çıkaran her türlü eksiklikten münezzehtir. Muhakkak ki o işiten ve görendir." Bu dönemde Bizans imparatorluğu ile Persler arasında süregiden büyük bir mücadele vardı. Persler birkaç yıldır her yere saldırıyorlardı fakat 621'de imparator Heraklius tarafından geri çekilmeye zorlanmışlardı. Peygamber kendisine daha yakın bulduğu Heraklius’un kazanacağı zaferleri önceden haber vermişti. Mekke'deki çabalarının bir netice vermediğini gördükten sonra kendisini doğrulayan bir vahiyle "Biz seni onların üzerine bir bakıcı tayin etmedik, ne de sen onların koruyucususun” teselli oldu. Tavsiye edilen çare sükunet içerisinde beklemek ve gelecekteki muvaffakıyetten emin olmaktı. “Muhakkak ki biz hakanlık edenleri helak edeceğiz; ve onlardan sonra yeryüzüne sizi yerleştireceğiz”. Mekke’de bir kıtlık meydana geldi- bu Allah’dan bir ceza; ardından kıtlığın kalkması ise Mekkelilere bir başha şans, Allah’ın iyiliği olarak değelendirildi. Bu arada Kur'an inanmayanlara hitaben: "Yapabileceğinizi yapın, elbette biz de yapacağız, umut içinde bekleyin (gözleyip durun); gerçekten biz de bekliyoruz" diyordu. Peygamber taleplerini daha da yüksek perdeden seslendiriyor ve gelen vahyi okuyordu: "Her kim ki Allah'a ve onun Peygamberine karşı gelir ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır". Vazifesini en güçlü bir dille açıklıyor ve kendilerine Allah hakkında hiçbir şey uydurmadığını, eğer böyle yapacak olsa onun en şiddetli, en dehşetli azabına mahkûm edileceğini bildiriyordu. Dünyevi ihtiyaçlar bahsinde ise şu şekilde temin ediliyordu: "Onlardan bazılarına kendilerini sınamak için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir. Ümmetine namazı emret ve onda sebat et. Biz senden rızık istemiyoruz, biz sana rızık veriyoruz. ...". Mart 622'de Hacc nedeniyle tekrar Mekke'ye geldiklerinde geceleyin yapılan bir toplantıda Peygamber Medine'deki Müslümanların büyük bir sayıya ulaştıklarını öğrendi. Bu toplantıda yetmişden fazla Medineli hayatları pahasına Peygamberi koruyacaklarını taahhüt ettiler ve İkinci Akabe Biati olarak adlandırılan bir yemin ettiler; ve Peygamber onlarla birlikte Medine'ye gelmeye hazır olduğunu ifade etti. Ve aralarından seçtikleri on iki kişiyi Peygamber şu şekilde vasıflandırdı: "Musa halkından on iki önder seçti. Siz kalanlar için kefil olacaksınız, İsa'nın havarileri gibi; ve ben kendi halkım için kefil olacağım". Toplantı bir gürültüyle ansızın kesildi; ertesi gün Kureyşin reisleri tehditkâr ve garezkâr ifâdelerle ne olup bittiğini anlamaya çalıştılar. Toplantının iç yüzünü bulup çıkardıklarında Medineli hacıları takip ettiler, fakat onlara yetişemediler. Bunu Mekke'de Müslümanlara karşı yürütülen yeni bir işkence dalgası takip etti; ve birkaç gün sonra Peygamber bağlıların Medine'ye yola çıkmalarını buyurdu, çünkü Allah onlara bu şehirde kardeşler ve bir sığınak bahşetmişti. Hicret 622 nisanında başladı ki Müslümanların takvim başları bu tarihi esas alır. Göç büyük bölümü itibariyle sessizce yapıldı, Mekke'de evler birbiri ardına terkedildi. İki ay içinde yaklaşık 150 muhacir Medine'ye ulaştı. Kureyş çaresizlik ve şaşkınlık içinde olup bitenleri seyrediyordu, onları zorla alıkoyacak kabile geleneklerine uygun bir emsalden mahrumdular. Sonunda Mekke'de sadece Peygamber ve Ebubekir, onların aileleri ve bir de Ali kalmıştı; ve Kureyş Peygamberi nasıl hapis veya sürgün edebileceğini ya da öldürebileceğini tasarlamaya başladı. (Dârün Nedve'de yapılan toplantıda çeşitli teklifler ortaya atıldı. Bunlardan Ebu Celil'in önerisine göre Kureyş kabilesinin bütün kollarından seçilen birer kişi, keskin kılıçlarla hep birden Peygamberin üzerine saldıracak ve sonunda kimin vurduğu belli olmayacak, böylece kanı da kimseyi ferden ilzam etmeyip bütün Kureyş'e dağılacaktı. Önerinin itli akla kabulünden sonra Kureyş kollarından yeminli kırk kişi ayrıldı ve Peygamberin evi kuşatılarak sabaha kadar nöbet tutuklu.) Kureyşlilerin bu suikast tasarısından haberdar olması üzerine Peygamber yanına Ebubekiri atarak evi sessizce terketti, birlikte bir arka pencereden gizlice çıkıp, dikkat çekmeden şehrin güney kapısından kaçtılar ve Sevr https://hasanfirat.com 11 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI dağındaki bir mağaraya sığındılar, burada iki veya üç gün saklandılar. Kur'an'da durumu şu şekilde anlatılır: "Ve inkâr edenler onu Mekke'den çıkardıklarında (mağarada bulunan) iki kişiden ikincisi olarak Allah onlara (yani sadece tek bir dostla) yardım etti”. Mağarada yalnız başlarına kaldıklarında dostuna dedi: “Kederlenme, muhakkak ki Tanrı bizimle beraberdir. Ve Tanrı onun üzerine "Sekine”sini gönderdi ve sizin göremediğiniz ordularla onu destekledi ve inkârcıların sözünü zelil etti. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah kadir ve hakimdir.” Bu arada mağaradaki bir yarıktan gün ışığını görmesi üzerine Ebubekir telaş içiresinde “Ya onlardan biri dönüp ayaklarının dibine bakacak olursa! Bizi görebilirler” diyebildi. 'Bunu düşünme Ebubekir' dedi Peygamber, belki de en latif ifadesiyle, 'biz iki kişiyiz, fakat Allah bir üçüncü olarak ortamızdadır’. Yiyecekleri dostları tarafından gizlice temin edildi ve ele geçmediler; sonunda Medine'ye doğru yola çıktılar ve 28 Haziran 622'de Medine'ye ulaştılar. Böylelikle Hicret (yahut göç) tamamlanmış oldu. Peygamber ve Ebubekir'in aileleri bir müddet daha Mekke'de kaldılar. Hurma ve diğer meyve ağaçlarıyla kaplı ve çok sayıda Yahudinin yanı sıra iki Arap Kabilesinin bunlardan daha güçlü olanı Hazreç müslümanları barındırıyordu- iskan ettiği harikulade Medine vahası Peygamber için Mekke'den daha davetkâr ve daha lütufkârdı. Medine Müslümanları tarafından büyük coşku ve sevinç gösterileriyle karşılandı, o da karşılayıcılara bu sevinçlerini komşularına iyi niyetlerini belli ederek, ihtiyaç içerisinde olanlara ihtiyaçlarını temin ederek, aile birliğini artırarak ve geceleri namaz kılarak göstermelerini buyurdu. "Böylelikle' diyordu, "selam içerisinde Cennete gireceksiniz". Medine'nin dışarısındaki köylerden birinde, Kuba'da kısa bir süre kaldıktan sonra şehre bir Cuma günü arkasında Ebubekir ile bir devenin üzerinde girdi. Yol üzerindeki bir mescidde durup ilk Cuma namazını kıldı, yeni dinin esaslarını anlatan bir hutbe okudu. Bu günden itibaren Cumaları Müslümanların tatil günleri olarak kabul edildi. Hicret dönüşü muhteşem bir zafer yürüyüşü idi; Peygamberin kendi evlerinde kalması için Medineli Müslümanlar tarafından yapılan davetler sayıca o kadar çok ve o kadar ısrarcıydı ki Peygamber bunu bindiği devenin kararlaştırcağını bildirdi. Deve şehrin doğusundaki bir mahalleye girdi ve Ebu Eyyub el-Ensari'nin evinin yakınında açık bir arsada çöktü; daha sonra bedeli ödenerek satın alınan bu arsa üzerinde bir mescid (Mescid-i Nebi) ve yanında hanımları için bir ev yapılıncaya kadar Peygamber onun evinde (yedi ay) kaldı. Bu arada Mekke'nin kuru ikliminden Medine'nin soğuk ve nemli iklimine geçiş Mekkeli Müslümanlar için oldukça zahmetli olmuş, çoğu ateşli hastalıklara yakalanmıştı. Peygamber onların maneviyatını güçlendirmek ve yeni yurtlarına ısındırmak için harikulade bir tasarı hazırladı. Onlara özel bir kardeşlik bağı tesis etmelerini buyurdu, buna göre her bir muhacir Medineli bir Müslümanı kardeş olarak alacak, çiftler karşılıklı bir sadakat bağıyla, kan bağı iddialarının da ötesinde, birbirlerine bağlanacaktı. (Kardeşler sadece hayatta iken birbirlerine yardım sağlamakla kalmamış, ölüm halinde de yekdiğerinin meşru mirasçıları olmuşlardı. Haşr Suresi 9. ayette buna şu şekilde işaret edilir. "...Onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri ihtiyaç içerisinde olsalar bile onları öz nefislerine tercih ederler...) Bir müddet sonra kardeşliğin (mirasçılıkla ilgili hükümlerinin) lüzumsuz ya da elverişsiz olduğu görüldü ve bir buçuk yıl sonra uygulamadan kaldırıldı. Yeni mescit şimdi yerinde büyük Medine camiininin bulunduğu alana inşa edildi; her ne kadar sonrakinden hacimce daha küçük ise de, yine de oldukça büyüktü ve yaklaşık kırk beş metre karelik bir alanı kaplıyordu; çatısı hurma ağacından kirişler üzerine hurma dallarıyla kaplanmıştı. İbadet edenler yüzlerini kuzeye çeviriyorlardı. Peygamber namaz kıldırıyorken, arkasında saf duranlarla, kuzey duvarına yakın bir yerde duruyor ve kuzey batıya, Kudüs'e yöneliyordu; vaaz ederkense onlara bakıyordu. Doğu tarafında Peygamberin hanımları ve kızları için odalar yapılmıştı, genç hanımı Ayşe ile evliliği de bu dönemde tamamlanmıştı. Kezeyde evleri olmayan ve mescidde uyuyan fakir Müslümanlar ('Ashab-ı Suffa") için bir barınak vardı. 'Her ne kadar malzemesi bakımından kaba ve boyuttan itibariyle görece önemsiz de olsa' der Muir, ‘Peygamberin mescidi İslam tarihinde görkemli bir yere sahiptir. Peygamber ve sahabesi zamanlarının büyük bölümünü burada geçiriyorlardı; sık tekrarlanan namazlar ile birlikte günlük ibadet ilk kez burada aleni bir şekilde tesis edilmişti; her hafta büyük meclis yahut kurultay burada toplanıyor. Peygamberin hutbelerini ve gökten gelen vahiyleri çok kere vecd ve ürperti içerisinde burada dinliyorlardı. Zaferleri burada tasarlanmıştı. İslam'ı kabul davetiyle birlikte krallara ve imparatorlara elçileri bu noktadan göndermişti. Pişmanlıklarını bildirip İslam'ı kabul eden kabilelerin elçilerini burada kabul etmişti; karşı gelenler arasındaki şaşkınlığı Yarımadanın en ücra köşelerine https://hasanfirat.com 12 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI taşımış olan buyruklar buradan yayınlanmıştı. Ve nihayet hanımlarından Aişe'nin odasının yanı başında ruhunu teslim etmiş ve buraya defnedilmişti.' Peygamberin Yahudilere karşı tavrı zaman içerisinde değişti. İlk başlarda onlarla uzlaşmayı arzu ediyor, onları tasvip ettiğini bildiriyor, aralarındaki uzlaşma noktalarını ön plana çıkarıyordu; hatta yardım etmeyi, sıkıntılarını gidermeyi ve onları savunmayı kabul eden, dinlerini diledikleri gibi yaşamalarına izin veren bir tür anlaşma ['Medine Vesikası'] bile hazırlanmıştı. Takat tebliğ ettiği dinin ayrıntıları belirginleşip, konumu kendi kutsal metinlerinde sözü edilen 'büyük Peygamber' olarak öne çıkmaya başladıkça, Medine Yahudileri bir Yahudi ana-babadan doğmamış olduğu için onu Musa Peygamberin yerine veya onunla birlikte, kanun koyucuları olarak kabul edemeyeceklerini hissettiler. Çok azı gerçekten Müslüman olarak tamamen ona katıldı ve kardeşlerinin sadece kıskançlık nedeniyle onları reddettikleri ileri sürülerek İslam’ı kabul etmiş olan bu azınlık Peygamberin iddiaları için 'tanıklar' olarak dikkatli bir şekilde kullanıldı, Kur'an’ın şimdi vahyedilen bölümleri (özellikle II. Sure) Yahudilere saldırılarla doluydu, eski putperest ilklerini ve Tanrı'ya itaatsizliklerini sert bir şekilde reddediyordu, Başlarda Kudüs, gördüğümüz gibi, namaz kılarken Peygamberin yöneldiği ana kutsal bir yerdi. Medine'de on sekizinci ayını doldurmazdan önce bir gün Peygamber –ki zaten Tanrı’nın Mekke’deki Kabe’ye dönme izni vermesini çok istiyordu- birdenbire namaz kılarken kıblenin değiştirilmesi (Kudüs'deki Mescid-i Aksa'dan Mekke'deki Mescid-i Haram’a dönülmesi) ile ilgili vahiy geldi ve güneye, Mekke'ye doğru döndü- bu dönemden itibaren Yahudiler Müslümanlara düşman oldular. Bundan önce Peygamber Yahudilerin Büyük Kefaret (Yom Klpur) Orucunu benimsemişti; bunun üzerine Müslümanların kendilerine ait oruç dönemini tesbit etti ve onu Ramazan ayına yaydı; bu bir günlük (yani imsaktan gün batınıma kadar süren) oruçtur, yeme içme dahil her türlü bedensel zevkten kesilmeyi gerekli kılar, bununla beraber bu yasaklar geceleyin kalkar. Ramazan ayının sonunda. "Oruç açma Bayramı' İdü'l-Fıtr') denen bir bayram kutlanıyordu; ve en başta gelen özelliği fakirlere bol miktarda dağıtılan sadakalardı. Bundan başka Mekke'ye yapılan hacc ziyaretinin son günü kutlanan bir kurban günü tesis etti. Sessiz bir duadan sonra Peygamber tarafından ilki bütün ashabı, ikincisi kendisi ve ailesi için, iki semiz oğlak kesildi. Namaz kıblesinin değişmesinden sonra inananları namaza çağırmak için, tabiatüstü bir köken izafe edilen özel bir çağrı şekli. Ezan tesis edildi. Peygamberin siyahi hizmetkârı Bilâl gün ışımadan evvel mescidin yanındaki yüksekçe bir duvara çıkıp Ezanı okudu: 'Allah büyüktür! Allah büyüktür! Allah'dan başka İlah olmadığına şehadet ederim! Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ederim! Haydi Namaza! Haydi Felaha! Namaz uykudan daha hayırlıdır! Namaz uykudan daha hayırlıdır! Allah büyüktür! Allah büyüktür! Allah'dan başka ilah yoktur!' Ve aynı çağrı her namazdan önce günde beş kez tekrar edildi. Peygamberin mevkii ve itibarı yerden üç adım yükseklikte, mescidin güney duvarının yakınına yerleştirilen bir minberin yapılmasıyla daha da yükseldi: (üç basamaklı ilk minber ancak Hicretin sekizinci yılında yapılmıştır). Mimber Müslümanlar için büyük kutsallık taşıyan bir yer haline geldi, yeminler onun yakınında ediliyor, yalan yere yemin edenin yerinin Cehennem olması yine burada dileniyordu. Burada Muir'den Peygamberin ilk toplu namazlardan birinde önderlik edişiyle ilgili geleneksel rivayetleri nakletmemiz yerinde olur. "Yüzünü Kâbe'ye dönüp minbere çıkarken, yüksek sesle Tekbir (Allah Büyüktür!) getirdi ve arkasından bütün cemaat çok daha yüksek bir sesle onu tekrar etti. Daha sonra dua için başını eğdi, hâlâ arkası cemaate dönük minberde ayakta duruyordu; ardından geri geri yürüyerek minberden indi ve minberin ayağında Kâbe'ye doğru secdeye kapandı. Bunu iki kez yaptı ve dualarını bitirdikten sonra cemaate döndü ve onlara bunu öğrenip tekrar edebilmeleri için yaptığını söyledi." Cuma namazını kıldırma şekli aşağıdaki gibiydi: "Peygamber minberin basamaklarını çıkarken cemaati barış selamıyla selamladı. Ardından oturdu, Bilâl kalkıp ezanı okudu. Secdelerden ve Kur'an ayetlerinin okunmasından sonra ilkini ayakta ikincisini oturarak iki hutbe irad etti; parmaklarıyla işaret edip anlattıklarının dinleyicilerin zihinlerine yerleşmesini sağlıyordu: cemaat yüzlerini ona kaldırıp pür dikkat dinliyor, gözlerini onun üzerinde sabitliyordu; bitirdiğinde bütün cemaat hep birlikte Amine katıldı. Hutbe irad ederken bir değneğe dayanıyordu. Üzerindeki elbise ise, çizgili Yemen kumaşından omuzlara tutturulan bir harmaniye idi ve diğerine göre daha küçük ebatlardaki Umman keten bezinden bir kuşaktı. Bu kıyafetler sadece Cuma ve diğer iki büyük bayram namazlarında giyiliyordu; ve her bir namazın sonunda dikkatli bir şekilde çıkarılıp katlanıyordu." Peygamberin hayatının bundan sonraki bölümü cihad ve siyasetle örülü bir hayat oldu; gelen vahiylerle cihad dinin en önemli rükünlerinden birisi haline geldi ("Haksızlığa uğratılarak kendilerine https://hasanfirat.com 13 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verildi. Allah onlara elbette yardım etmeye kadirdir. Onlar sadece Rabbimiz Allah'dır dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. ...". Her ne kadar Mekkeliler fiili düşmanlıklardan uzak durmuşlarsa da. Peygamber Medine'ye Hicretten itibaren onları Allah'ın intikamıyla tehdit etmeye başlamıştı; hadiseler bunun için uygun zamanı beklediğini göstermektedir. Peygamberin Mekke kervanlarına karşı gönderdiği veya bizzat sevk ve idare ettiği keşif seferlerinin ayrıntılarına burada giremeyiz. Bunlardan biri kutsal Recep ayında bir kervana saldırdı, Kureyş'den bir kişi öldürüldü, ikisi de esir alındı. Kısa bir bekleyiş döneminden sonra Peygamber yeni gelen vahyi açıkladı: "Kutsal ayda savaş büyük (günahtır), ama Allah yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek ve Mescid-i Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (günahtır)'. Ganimetten pay alma dürtüsüyle dini saikierin birleşmesi neticesinde ortaya çıkan bu savaşçı ruh insanları güçlü bir şekilde etkisi altına aldı ve Peygamber İnkârcılara karşı, her türlü muhalefet kesilinceye ve Allah'ın dini dışında başka din kalmayıncaya kadar savaşılmasını buyuran ayetleri okudu. "Onları bulduğunuz yerde öldürün; ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın... Mescid'i Haram’ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın" Savaşta şehit olanlara "harikulade bir karşılık" vaad ediliyordu. Savaş için yardım isteniyor ve zaferden önce yardım edenlere daha büyük bir saygı gösteriliyordu. "Allah'a güzel bir borç verecek olan kimdir? Allah onun karşılığını kat kat verecektir. Onun için yüce ve güzel ("kerim") bir ecir vardır'. Yeni din için ilk önemli savaş Aralık 623'de cereyan etmiş olan Bedir Savaşıydı. Peygamber 308 Müslümanla birlikte Kureyşin 950 kişilik gücüne saldırdı ve onları bozguna uğrattı; Kureyişliler arkalarında önemli adamlarının birçoğunun ölülerini bırakarak kaçtılar. Alınan (70) esirlerden ikisi ("fesat çıkarma potansiyelleri” nedeniyle) Peygamberin emriyle öldürüldü, kalanlardan ödeyebilecek durumda olanlar fidye, (buna gücü yetmeyenler ise Medineli on çocuğu okuma-yazma öğretmeleri) karşılığında serbest bırakıldı. Böylelikle diğer birçok dinden daha fazla Müslümanlığın özelliği haline gelmiş olan, hatta Hıristiyanların Haçlı Seferlerini ve diğer savaşlarını hatırlatan, savaş ve fetih geçmişinin ilk halkası başlamış oldu. Hiçbir din savaşa bu kadar önemli bir yer ayırmamıştır. Eski akrabalık bağlarını ve diğer münasebetleri çözme (etkisiz veya hükümsüz hale getirme) bahsinde İslam diğer birçok dinden farksızdı; Arabistan'da bu bile yeni bir tavırdı ve Kureyşi şaşkınlık içerisinde bırakmıştı. Peygamberin emriyle kardeş kardeşini bile öldürmeye hazırdı. Yeni dinle birlikte teşekkül eden yeni kardeşlik ruhu her şeyi gölgede bırakmıştı ve inkarcılara karşı hiçbir surette müsamaha gösterilmesine izin verilmiyordu. Atak mizaca sahip olanlar enerjilerini sarf edecek alanlar bulmakta güçlük çekmiyordu; ve hiç kimse İslam'da tefekkür hayatına, sözgelimi Budacıların ayırdıklarına benzer türden ayrıcalıklı bir yer verileceğini beklemiyordu. Yeni din hakikatin sadeleştirilmesi. Tanrı inancının yeniden şekillendirilmesi, kişisel davranışla ilgili yeni ilke ve tarzların tesis dilmesi temeli üzerine oturacağını göstermişti, ancak bunların yanı sıra, insani heyecan, boyun eğdirmenin uyandırdığı büyüklük duygusu ve bağnazlık, görebildiğimiz kadarıyla, yeteri kadar dizginlenememişti. Bizzat ilk zaferin kazanılması Peygamber ve önde gelen takipçilerinin ellerinde imanlarını ve aynı zamanda takipçileri üzerindeki otoritelerini güçlendirmenin bir aracı haline gelmişti. Medineliler Peygamberi Medine'de savunma taahhütlerinin kapsamını şu sözlerle genişlettiler. "Allah'ın Resulü nereye istiyorsa oraya yürü, her nereyi seçersen orada ordugah kur, istediğinle savaş yahut anlaşmazlığı barışla sonlandır. Zira seni Hakikatle göndermiş olana yemin ediyorum ki develerimiz bitkin düşüp yorgunluktan telef oluncaya kadar yürüseydin, seninle birlikte dünyanın sonuna kadar gelirdik”. Ganimetler dağıtılırken de yetimler ve yoksullarla birlikte beşte birin Allah'a ve Peygamber ve yakınlarına (beytülmal) ayrılmasını buyuran bir vahiy geldi. Daha başka birçok şekilde bu zafer büyük bir maharetle inananların imanlarını kuvvetlendirmek ve Peygamberin ilahi bir Öğretmen olarak tesirini derinleştirmek için kullanıldı. https://hasanfirat.com 14 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI Küçük gazveler birbirini takip etti. Peygamber artık muhalefete tahammül edemiyordu. Kendisine saldıran ya da şahsı veya yapıp ettikleriyle ilgili haysiyet kırıcı yahut küçük düşürücü şiirler yayan Yahudi erkek ve kadınlara karşı, ya doğrudan onun teşvikiyle, yahut sonradan tasvibiyle güç kullanıyordu, Medine'nin Yahudi Kabileleri birbiri ardına ya İslam'a boyun eğmeye ve yeni akideyi kabul etmeye, ye göç etmeye zorlanıyor ya da üzerlerine saldırılar düzenleniyordu. Bu emde peygamber Ömer'in (Huneys'den dul kalan kızı) Hafsa ile dördüncü evliliğini yaptı (624). Uzun bir yas döneminden sonra Mekkeliler Peygambere karşı yeni adımlar atmaya karar verdiler; ve 625'in başlarında iki ordu Medine'nin dışında Uhud Dağının eteklerinde karşılaştı; Müslümanlar kısmi bir zafer kazandıkları esnada, geriye çekildiler. Peygamber yaralandı, amcası Hamza şehid edildi. Fakat Mekkeliler de zaferlerini daha ileri götürüp kesinleştirmeden çekildiler ve Peygamber Mekke'deki tesirini muhafaza etti. Savaşta kendi soyundan bir düşmanı öldürmüş olan bir sahabeye büyük bir ceza verdi ve savaşta hayatlarını kaybetmiş olanlar şehit olarak kabul edildi. Kur'an'daki Sureler Tanrı'nın muvaffakiyeti bir imtihan ve bir sınama olarak insanlar arasında nöbetle dolaştırdığını ileri sürüyor ve inananları, hatta bizzat Peygamber öldürülse bile, sabır ve sebatkarlığa yüreklendiriyordu; ve hiçbir ruh Allah'ın izni olmaksızın ölümü tatmayacaktır. 627 Mart'ında (Hicretin beşinci yılında) Kureyş ve iki büyük Bedevi kabilesiyle ittifak etmiş olan Medineli sürgün Yahudiler tamamı on bin kişilik bir kuvvet ile Medine'ye saldırdılar. Peygamber şehrin (kuzeyinde, Sel' Dağının doğusunda Suriye ile Uhut Dağına bakan) saldırıya açık tarafına kazılan büyük hendek ile savunulmasına karar verdi; ve şehir o kadar mükemmel bir şekilde savunuldu ki saldırgan ordu kuşatmanın kırkıncı gününde dağıldı ve geri dönmek zorunda kaldı. Bundan sonra (yaptıkları anlaşmayı bozup) kuşatmanın en nazik devresinde Kureyşlilerle işbirliği yaparak ihanet etmiş olan ve şimdi Müslümanların saflarına katılmayı kabul etmeyen Medine'deki son bağımsız Yahudi kabilesinin (Beni Kurayza) erkekleri kılıçtan geçirildi; kadınları ve çocukları esir alındı. Peygamber şimdi Mekke'ye saldırmaya hazırlanıyordu, İlk önce 1500 erkekle birlikte (Mart 628'de) Mekke'yi ziyaret etmeye teşebbüs etti, fakat kutsal bölgenin hemen dışında Hudeybiye'de dumura zorlandı ve Kureyş Kabe'yi tavaflarına izin vermeyi reddetti. Bunun üzerine (aralarından bir müzarekereci (Osman bin Alfan) seçip gönderdiler, müzakerecinin geri dönüşü gecikince) bir telaş durumu baş gösterdi, hainlikten kuşkulanıldı ve Peygamber kendisine ölünceye dek sadakatle hizmet edeceklerine dair yanındakilerin taahhüdünü (biatini) istedi (taahhüdün vadide bir ağacın altında yapılması nedeniyle Rıdvan Biati denildi). Kureyş Peygamberin yanındakilerin kendisine olan sadakatini fark ederek bir anlaşma teklifinde bulundu buna göre Müslümanlar bu yıl Kâbe'yi ziyaret etmeyip geri dönecek, ziyaret bir sene sonrayapılacak ve ziyaret süresi üç günden uzun olamayacaktı. Muahedenin kabulüne taraftar olan Peygamber, anlaşma metnine “Allah’ın Resulü” ünvanıyla değil de "Muhammed ibni Abdullah' olarak geçirilmesine itiraz etmemiş; ve Kureyşin seçtikleri Tanrının adını kullanmasına ses çıkarmamıştı. Muahede isteyen(kabiley)e istediği tarafı(n himayesini) seçme özgürlüğüyle birlikte on yıllık bir mütareke dönemi sağladı. Her ne kadar Müslümanlar onun bu şartları kabul etmesinden bir ölçüde düş kırıklığına uğramışlarsa da. Peygamber bağımsız bir siyasi https://hasanfirat.com 15 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI güç olarak tanınmasıyla ve gelecek yıl Mekke'ye girmelerine izin verilmesiyle büyük kazançlar elde edileceğinin farkındaydı. Ve peygamber (Hudeybiye'den Medine'ye dönerken) sonucu bir zafer olarak niteleyen yeni bir vahyin geldiğini bildirmişti (Kur'an ul, 1 vd.); ve daha sonra sahabeleri, muahedenin savaşılmadan kazanıldığını ve birçoklarının İslam'ı kabul etmesine yol açtığını ileri sürerek bu görüşü tekrarladılar. Bu sonuçla kuvvetlenmiş olarak Peygamber silahlarını Medine'nin kuzeyindeki Hayber Yahudilerine çevirdi (628) ve tamamen harp hukuku kurallarının içerisinde kalarak onların hepsine boyun eğdirdi. Aynı yıl Bizans'ın muzaffer imparatoru Heraklius'a, kendisini bir Elçi olarak kabul etmesini, İsa Mesih'e tapınmaktan vazgeçmesini ve Tek Tanrı inancına geri dönmesini talep eden bir mektup gönderdi. Benzer bir mektup da Pers kralı Siroes'e gönderildi. Mısır'ın Romalı valisine gönderilen bir elçilik heyeti, davet kabul edilmese de, büyük bir teveccühle karşılandı; peygambere hediyeler gönderildi, hediyelerin içerisinde iki de cariye vardı. Peygamber bunlardan birini haremine aldı. Aynı yıl Habeşistan prensinin İslam'ı kabul ettiğini bildirdiği rivayet edilir. Bunlar ve diğer hadiseler Peygamberin tesirinin hızlı bir şekilde geliştiğine tanıklık etmektedir, iktidar ve ganimet saiklerine duyarlı olan Arap aklı üzerinde bu durumun kuvvetli bir etkisi oldu; ve Mekke şimdi olgun bir meyve gibi Peygamberin avuçlarına düşmeye hazırdı. Mart 629'da varılan anlaşma gereğince Peygamber beraberinde 2000 kişiyle birlikte Mekke'yi ziyaret etti, 'Allah'tan başka Tanrı yoktur. Kulunu desteklemiş ve onun ordusunu yüceltmiş olan odur. Bir araya gelmiş olan orduları bozup utandıran yalnızca oydu” nidalarıyla Kâbe'yi yedi kez tavaf etti, Merve tepesi üzerinde uygun hayvanlardan kurbanlarını kesti ve sonunda başını traş ettirdi, ikinci gün peygamber Kabe'ye girdi, Bilal binanın tepesinden ezanla öğle namazına davet etti. Müslümanlar da çağrıya icabet ettiler ve namazlarını kıldılar. Kabe böylelikle İslam için uygun ve elverişli hale geldi. Bu arada peygamber ellisini geçkin olan Meymune ile son evliliğini yaptı. Mekke'nin ileri gelenlerinden bazıları İslam’ı kabul ettiler. 629 yılında ayrıca çeşitli Arap kabileleri üzerinde başka zaferler de kazanıldı, Ölü Denizin güneyine kadar Suriye, sınırındaki kabilelerin fethi de saygınlığı artırdı. 629 yılının sonunda Hudeybiye muahedesinin hükümlerine vaki ihlaller nedeniyle Peygamber on bin kişilik bir orduyla 630 yılının Ocak ayında Mekke’ye büyük bir gizlilik içinde yürüyüşe geçti. Şehrin görüş alanı birdenbire bütün çadır ateşleriyle aydınlandı ve bu manzara Kureyişliler arasında büyük şaşkınlık yarattı. Peygamberin amcası Abbas bundan kısa bir süre önce İslam’ı kabul etmişti ve şimdi Kureyşin önderi Ebu Süfya’ın Peygambere yaklaşmasına ve ona bağlılığını bildirmesine aracılık ediyordu. Peygamber ordusuyla birlikte derhal ve neredeyse hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın şehre girdi. Doğruca Kâbe'ye gitti, kutsal taşı selamladı ve tapınağın etrafında yedi kez tavaf etti; ardından Kâbe'nin önündeki büyük Hubal sureti dahil Mekke'nin bütün putları birer birer devrildi. Daha sonra tapınağın dışında ve içinde ibadet etti, Kâbe'yi süsleyen İbrahim peygamberin ve meleklerin suretleri tahrip edildi ve Mekke'deki bütün müminlere evlerindeki her türlü suret ve putları imha etmelerini buyurdu. Aynı zamanda Mescid-i Haram'ın sınırlarını gösteren bütün sütunları onarttı, böylelikle Mekke'nin kutsallığını muhafaza etme niyetinde olduğunu gösterdi; fakat Mekke'ye derin bağlılığını dile getirmesine karşın, herkes yüz çevirmişken büyük bir konukseverlikle karşılandığı şehirde yaşayacağını ve oraya gömüleceğini söyleyerek Medinelileri teskin etti. Kan dökülmeksizin gerçekleşmiş olan bu fetihten sonra hain veya suçlu olan dört kişi idam edildi, halkın kalanı Peygambere istisnasız boyun eğdi, kuşkusuz birçoğu korkudan ya da galip gelenin onun tarafı olduğunu görerek, savaş, güç, ganimet dürtüsüyle etkilenmişti. Mekke'nin civarındaki muhtelif suretler ve putlara ait tapınak yerleri derhal imha edildi. Peygamberin hayatındaki bundan sonra en önemli hadise güçlü Havazin kabilesine karşı Huneyn savaşıydı. Peygamberin ordusu ilk başta kararsızlık ve bozgun belirtileri göstermiş, ancak Medinelilere Hudeybiye yeminini hatırlatarak sağlam durmaya, sebat etmeye çağırmış ve neticede cesaretleri günü onların lehine çevirmişti. Daha sonra Peygamber zaferi görünmeyen büyük bir melek ordusunun yardımına bağlamıştı. Ardından Taif kuşatıldı, fakat savunmanın kaviliği ve savunanların cesareti karşısında kuşatma kaldırıldı. Huneyn'de elde edilen ganimetlerin dağıtılması, Mekkelilerin, özellikle Ebu Süfyan'ın kayırılmış olmasından ötürü Medineliler arasında hoşnutsuzluklara sebebiyet verdi; fakat Peygamber değişmez minnettarlığını ve bütün dünyaya karşı onlara olan bağlılığındaki kararlılığını dile getirerek Medinelileri teskin etti. Mısır'dan gönderilmiş Kıpti cariyelerden biri olan Mariye ile münasebetleri, onu diğerlerine tercih ettiği için, hanımları arasında huzursuzluğa sebebiyet vermişti. Mariye ona bir oğlan, Medine'de doğan tek çocuğu, İbrahim'i vermiş ve henüz on altı aylıkken ölümü Peygamberi derin bir üzüntüye boğmuştu. Mutad olduğu üzere bu özel durumda da mesele Peygamberin açıkladığı vahiy ile https://hasanfirat.com 16 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI çözümlenmiş, yaptıkları ve yapmayı arzu ettikleri tasvip edilerek, hanımlarının kendisine karşı yakınmaları ve mırıldanmaları menedilmişti. Peygamberin hakimiyeti yahut hükümranlığı şimdi artık bir imparatorluğun boyutlarına bürünmeye başlamıştı; vazettiği dini kabul edenler onun dünyevi yönetimine tabi oluyor, servetlerini yıkayıp arındırmak için yıllık ondalıklar (asli ihtiyaçların (havaic-i asliye) üzerinde sahip olunan şeylerden (nisap) verilen kırkta birlik zekat) veriyorlardı, bunlar Peygamberin yardımları ve harcamaları için kullanılıyordu. Reddedenler ödemeye zorlanıyordu. Ünlü bir Arap şairi Kaab bağlılığını ünlü bir şiirle dile getirdi ve şu mısraları okuyup bitirdiğinde: "Kuşkusuz Peygamber dünyayı aydınlatan bir ışıktır. Allah'ın silah hâzinesinden yalın bir kılıçtır.” Peygamber o kadar hoşnut oldu ki sırtından hırkasını çıkardı ve bir hediye olarak onu şairin omuzlarına koydu. Bu hadiseden ötürü şiir ‘Hırka Şiiri” ('Kaside-i bürde”) adıyla tanındı; daha sonra hırka Bağdat düşünceye kadar Halifelerin uhdesinde kaklı. Arabistan'ın her tarafından hatta dışından Peygamberin önderliğini ve vazifesini tanıdıklarını bildiren elçiler kabul ediliyordu, bunlara hediyeler, özel ayrıcalıklar veriliyor, otoriteleri teyit ediliyordu. Boyun eğen Hıristiyan kabilelerden bazılarının önceden olduğu gibi dinlerini sürdürmelerine izin veriliyor, bazılarına ise ibadetlerini eskisi gibi sürdürebileceklerse de, çocuklarını vaftiz etmemeleri buyuruluyordu. Çoğu durumda elçilerle birlikte İslam esaslarını öğretmek üzere muallimler gönderiliyordu. 650'da Peygamberin önderliğindeki bir sefer (Tebuk Seferi) Filistin'in güneyine kadar birçok Hıristiyan ve Yahudi kabilelerine boyun eğdirdi. Bu sefere katılmamış olan Müslümanlardan bazıları Kur'an'ın en son vahyedilmiş bölümlerinden birinde sert tazirlere muhatap olmuştu. Beyan edecek mazereti olmayanlarla (elli gün boyunca) münasebetler kesilmiş, fakat pişmanlıklarını bildirdiklerinde (gelen vahiyle) afedilmişlerdi. Taifliler henüz boyun eğmemişlerdi ve hâlâ putperestlikte ayak diriyorlardı. Kabile reislerinden biri, Urve, Medine'de yeni dini kabul etti ve halkına onu vazetmek için geri döndü. Taif'de yeni dini kabul ettiğini alenen bildirdikten ve evinin tepesinden ezanla namaza davet ettikten sonra (evini kuşatan okçuların) oklar(ıy)la vuruldu ve ölümcül biçimde yaralandı. Taifliler bir süre daha putperestliklerini muhafaza ettiler ve Müslümanların taciz edici akınlarına maruz kaldılar, bu onları kale duvarlarının arkasına kapanmaya zorladı. Sonunda bir elçi heyeti gönderdiler. Peygamber onlara yeni dinin esaslarını bildirdi, günâhkâr alışkanlıklarından birkaçını sürdürmelerine ya da üç yıllık süreyle Al-Lat isimli putlarını muhafaza etmelerine izin vermesi yönündeki taleplerini kesinkes reddetti. Taleplerini bir yıla, hatta bir aya kadar indirdikten sonra. Peygamberden alabildikleri yegane karşılık putlarını kendi elleriyle tahrip etmeye zorlanmamaları oldu. Bunun için (Mugire ve Ebu Süfyan) gönderildi; ve bu iş kadınların ve çocukların feryatları ortasında yerine getirildi. 631yılında Ebubekir ve beraberinde 300 hacı Mekke'de Hacc ibadetini yerine getirmek için görevlendirildi; Peygamber putperest kabilelerden hâlâ çok sayıda insan Mekke'ye gelip eski adetleri uyarınca Kâbe'yi ziyaret ettikleri için kâfileye katılmadı. Bundan böyle Haccın münhasıran Tek Tanrı'ya ibadet edenlere sınırlanacağı ("artık onlar Mescid-i Haram a yaklaşmasınlar!" (Kur'an ıx, 28)), bundan sonra bütün inkârcılarla savaşılacağı bildirildi. Bu buyruk (Mina vadisinde) bütün hacılara ilan edildi ve böylelikle bütün Arabistan'a yayıldı. Hıristiyanlar ve Yahudiler ise boyun eğmeye ve cizye vermeye zorlanacaktı. Putperestlere ve boyun eğen kabilelere, sadece dini eğitim vermek için değil, fakat Kur'an'a ve Peygamberin buyruklarına göre, hukuki ve içtimal düzenlemelerde bulunmakla görevlendirilmiş önderler gönderildi. 631 yılının başlarında Peygamber büyük hacc için hazırlık yapmaya başladı ve büyük bir toplulukla (30.000 kadın ve erkek) ve beraberinde hanımları ve kurban edilecek yüz deve ile birlikte. Mekke'ye doğru yola çıktı. Şimdi yol güzergahındaki duraklama yerlerinde namaz kılacak mescitler buluyor ve buralarda namaz kıldırıyordu. Kâbe'yi görecek kadar yaklaşınca ellerini göğe kaldırıp şöyle dedi: "Ya Rab! Bu beyte bahşettiğin kıymet ve izzeti, tazim ve hürmeti ziyadeleştir. Ve büyük ve Küçük Hacc (Hac ve Umre) için ona gelenleri, ihlas ve takva ile saygı ve hürmet gösterenleri artır." Daha sonra küçük haccın tavafını ve diğer vecibelerini yerine getirdi, Kurban getirmemiş olanların ihramlarını çıkarmalarını buyurdu. Büyük haccın ilk günü Kâbe'de hutbe okudu ve geceyi Mina'daki bir çadırda geçirdi. Ertesi gün Arafat dağına çıkarak vakfeye durdu ve bunun Haccın farizası olduğunu bildirdi ("Burada, Babanız İbrahim'in size miras bıraktığı yerde durunuz"); Kur'an'ın Haccla ilgili çeşitli bölümlerini okudu ve (yeni gelen vahyi) "Bugün dininizi ihmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslam'ı seçtim" (Maide 3) okuyarak sözlerini tamamladı. Ay https://hasanfirat.com 17 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI ışığında Müzdelife'ye döndü ve ikindi ve akşam namazlarını birleştirdi. Kaydedilmiş bütün bu davranışları bugünde hacılar tarafından harfiyen tekrarlanır. Daha sonra Mina'ya döndü ve hacıların çığlıkları yeri göğü doldurdu: Lebbeyk (İşte buradayım, Ya Rab!) Lebbeyk! Senden başka Tanrı yoktur. Lebbeyk! Hamd, sena ve hükümranlık sana aittir. Lebbeyk! Bunda hiç kimse senin şerikin olamaz. Lebbeyk! Lebbeyk! Mina'da eski (Hanif) geleneğ(in)e göre, Akabaya (Akabe vermesine) taş attı, kurban için getirilmiş kurbanlıktan (ömrünün her yılına bir tane olmak üzere 63 deve) kesti, saç ve sakalını tıraş ettirdi, tırnaklarını kısalttı ve ihramdan çıktı. Kurbanların etleri dağıtıldı ve bayram kutlandı. Ertesi gün Mina vadisinde ünlü veda hutbesini verdi, temel buyruklarından bazısını tekrar etti. 'Bilin ki her Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bütün Müslümanlar birbirinin kardeşidir. Hepiniz eşit hakka maliktir.' Ardından "Bu ayın hangi ay, bu mevkiin hangi yer olduğunu biliyor musunuz?" diye sorup "Kutsal ay ve Beide-i Haram (Kutsal Belde) olduğu cevabını aldıktan sonra devam etti: "Tıpkı (bu gün ve bu ay nasıl mukaddes ve bu mevkii nasıl haram bir belde ise) Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar her birinizin canı ve malı (ve ırzı da) yek diğerine kutsal ve dokunulmazdır (her türlü tecavüz haramdır).' Aynı zamanda (Araplar arasındaki Nesi' (Haram ayı geciktirmek) adeti kaldırıldıktan sonra, "Bu sene haram ayları eski yerine geldi” demek suretiyle) Hacc ayının gelecekte belirleneceği takvimin düzeltildiğini bildirdi. Ardından büyük haccın vecibelerini yerine getirdi ve Medine’ye döndü. Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde peygamberlik iddiasında bulunan kimseler (Beni Esed'den Tuteyha, Yemenli Ans kabilesinin reisi Ka'b ibn Esved, Yemame Hıristiyanlarından Müseylime ve Temimli Sace isminde bir kadın) çıkmıştı, bunlardan bazıları peygamber tarafından şiddetle telin edikti. Etrafında kabilesinin önemli bir bölümünü toplamış olan Ka'b ibn Esved kibri nedeniyle taraftarlarının çoğunun husumetini çekti ve peygamberin vefatından kısa bir süre önce öldürüldü. Peygamber bu sıralarda Bizans imparatorluğunun Suriye sınırına karşı sefer hazırlıkları başlatmıştı. Ancak ordu hazırlanıp gönderildikten bir gün sonra hastalandı. Bir gece (Baki) mezarlığı(nı) ziyaret etti ve burada derin bir tefekkür halinde uzun bir müddet kalıp, ölüler için dua etti. Dönüşte azadlı hizmetkarı (Ebu Muveyhib'e) şunları söylediği rivayet edilir: "Bana bu dünyada kalmak ile bundan sonraki Cennet ya da Rabbimle bir an evvel buluşmak muhayyer kılındı (bu ikisi arasında bir seçim imkânı sunuldu); ben Rabbimle buluşmayı seçtim." Kısa sürede durumu ağırlaştı ve hanımlarından Aişe'nin odasına taşındı. Hastalığı yedi veya sekiz gün mescide çıkmasına ve cemaate namaz kıldırmasına izin verdi. Son gün cemaatin içinde üstü örtülü olarak ("Allah kullarından birini dünya hayatıyla ahiret hayatını tercihte serbest bıraktı. Fakat bu kul ahiret hayatını tercih etti") yaklaşan ölümünden bahsetti ve Ebubekir'in gözlerinin yaşlarla dolması üzerine, ondan ağlamamasını rica etti ve cemaate şöyle seslendi: "Muhakkak ki içinizde sevgi ve bağlılık bakımından benim için en önde geleniniz Ebubekir'dir. Eğer en yakın bir dost seçmem gerekseydi, bu o olurdu; fakat İslam aramızda daha yakın bir kardeşlik tesis etmiştir." Ertesi gün cemaate namazı kıldırması için Ebubekir görevlendirildi. Hastalığının son safhalarındaki ıztırabıyla ilgili olarak günâhların böylelikle temizlendiği inancını ima yoluyla ifade etmişti. Bununla beraber yine de kendisindeydi ve peygamberlerin mezarını tapınma konusu yapılabileceği yönündeki eğilimlere mani olmaya çalışarak, "Ya Rab benim mezarımın bir tapınma konusu yapılmasına izin verme" diye dua ettiği bildirilir. Hastalığın verdiği ızdıraplar nedeniyle, kendi nefsine seslenerek, "Ey benim ruhum, Rabbinin dışında niçin başka bir yerde sığınak arıyorsun?" diye serzenişte bulunmuştu. Azıcık sıhhatine kavuşur gibi olunca mescide girmiş, yüzünde sevinçli bir gülümseme ile, 'Rabbim bana elbette namazla bir ferahlık bahşetti" demişti. Ardından cemaate kısa bir hitapta bulunmuş ve "Bana gelince muhakkak ki hiç kimse beni hiçbir meselede mesul tutamaz; Allah'ın meşru kıldığının dışında hiçbir şeyi meşru kılmadım; Allah'ın Kitabında yasakladığının dışında hiçbir şey de yasaklamadım." Bu son çabasından sonra gitgide takati azaldı, ölüm korkularına dayanmak için Rabbinden yardım diledi. Ve "Allah'ım beni affet, beni Refik-I Âlâya (sâdık ve sâlih kullara, şehitlere (bkz. nisa Suresi, 69)) ulaştır" diye dua etti. 6 Harizan 632, Pazartesi günü, mescidi ziyaretinden bir veya iki saat sonra, öğleyi biraz geçe ruhunu tealim etti. Peygamberin vefatından sonra hiç vakit kaybetmeksizin bir reis yahut vekil (Halife) seçimi gerekliydi; zira Medineliler bunun kendi aralarından seçilmesini arzu ediyorlardı, fakat Ömer ve Ebubekir https://hasanfirat.com 18 İSLAM PEYGAMBERİNİN HAYATI Medine'deki bütün önderlerin, "Mağaradaki iki kişiden ikincisinin" ve Peygamberin yokluğunda cemaate namazı kıldırması için tayin ettiği vekilin seçimi için bağlılıklarını kazanmışlardı. Peygamberin naaşı bütün Medineliler tarafından ziyaret edildi ve daha sonra vefat ettiği yerin altına kazılmış olan bir kabre defnedildi. Ebubekir ve Ömer'in vedası bilhassa onun dini insanlara tebliğ ve tevdi etmek için hiçbir mükafat aramadığından ve onu hiçbir zaman bir bedel mukabilinde satmadığından söz edilmesine neden oldu. Giydiği al renkli bir harmani naaşının altına yerleştirildi, kefen yerine de beyaz pamuk çizgili Yemen kumaşı kullanıldı. Kabir fırınlanmamış toprak kesekleri ile kaplandı ve üzeri dolduruldu. Peygamber ortadan biraz uzun boylu, yakışıklı ve buyurgan bir görünüme sahipti. Büyük bir başı, geniş açık bir alın, kehribar siyahı uzun saçlar, derinlere nüfuz eden siyah gözler, uzun siyah sık bir sakal süslüyordu. Yüzünün ifadesiyle karşı konulamayan bir şeye sahipti, tebessümü zarif ve lütufkardı; fakat çatık kaşlı yahut öfkeli görünümü karşısındaki insanları titredecek kertedeydi. Yürüyüşü çevik ve kararlıydı, her ne kadar bu sonraki yıllarında bir ölçüde azalmışsa da; ve yürürken asla geri döndüğü görülmemişti. Sohbet ederken yüzünü ve bütün bedenini tamamen muhatabına döndürürdü. "El sıkışırken ellerini ilk çeken kendisi olmazdı; bir yabancıyla sohbet ederken de ilk ayrılan o olmazdı, kulağına fısıldayanların sözü bitmeden yüzünü çevirmezdi". Etrafındakilerden en hakir görülenlere bile saygıyla davranırdı, en sıradan olanları bile ziyaret eder, herkese en ziyade gözetilen konuk olduğunu hissettirirdi. Herkesin kederine ve neşesine ortak olur, rahat ve huzuruyla bizzat ilgilenir, küçük çocuklara rikkatle ve şefkatle davranırdı. Ebubekir, Ali, Zeyd. Ömer ve Osman'a olan sıcak bağlılığına aynıyla karşılık verilmişti. Asla âmirane bir tutum takınmaz, kimseden şahsi hizmet talebinde bulunmazdı, her şeyini kendisi yapar, hatta ayakkabılarını ve elbiselerini bile kendisi tamir ederdi. (Nitekim, 'Hürmette mübalağa ve ifrata kaçmayınız. Hududa riayet ediniz. Hıristiyanların İsa bin Meryem hakkındaki zanları gibi vehimlere düşmeyiniz. Ben yalnız Allah'ın kulu ve Resulüyüm” demişti.) Münakaşayı sevmez, lüzumundan fazla konuşmaz, kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmazdı. Kimseyi çekiştirmez, başkalarının sırlanın anlamaya çalışmazdı. Birisi konuşurken onu dikkatle dinler, kimsenin sözünü kesmezdi. Yüzüne karşı methedilmekten hoşlanmazdı. Yemek yemekten hoşlanır, ancak etrafındakiler kadar sade yaşardı; fakat bazı bakımlardan doğuluydu, nitekim 'Bana sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi: güzel koku, kadın ve güzümün nuru namaz” demişti. Hatice ile evliyken başka bir evlilik yapmamıştı, ancak onun ölümünden sonra (53 yaşında) peyderpey on bir evlilik daha yapmıştı. Ancak yine de bütün hanımlarına bağlıydı. Düşmanlarına karşı tutumunda, şartlara göre büyük bir dirayetle hareket ederdi, onları kazanmak için kimi zaman merhametle, kimi zaman da şiddetle mukabelede bulunurdu. Fitne ve fesat ihtimaline karşı acımasızdı; hangi şekilde olursa olsun mutlaka derdest edilmesini isterdi. Putperestliği telin ve mahkûm edişi. Tek Tanrı inancını ve insanların Tanrı önündeki eşitliğini vazedişi onu büyük bir din tebliğ edicisi olarak diğer büyük din kurucuları arasında saygın bir yere yerleştirmektedir. Kendine özgü bir hitabet tarzı, aşikar bir iman samimiyeti vardı, ki bu onun hakikatli açıklamalarının, belagatli ve şiirli ifadelerinin iyice anlaşılmasını ve kendisini dinleyenlerin içinde yer etmesini sağlıyordu. Her şeye karşın İslam Peygamberinin bıraktığı dinde yeteri kadar güzel şey, insanlar üzerinde etkili olacak ve onu Hıristiyanlığın mücadele edeceği rakiplerin tümünün en güç olanı yapmaya yetecek kadar iyilik ve seçkinlik onda bir arada mevcuttu. https://hasanfirat.com