Eski Türkiye (!), Yeni Türkiye (!) Tartışması

advertisement
Dilde, Fikirde, İşte Birlik!
Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi
Sayı: 25
EKİM 2014
Eski Türkiye (!), Yeni Türkiye (!)
Tartışması Nereye Varır?
ISSN: 1306-4533
TÜR
K
B
I KONFED
AR
ER
ONU
SY
A
YL
O
TÜ
RK B
0
OY - 2
Dilde, Fikirde, İşte Birlik!
05
Türk Boyları Konfederasyonu
Kültür Dergisi
“Ne Mutlu Türküm!..”
Diyebilenlerin Sesi
Yayın Türü: Dört Aylık Yaygın, Süreli Yayın
Konfederasyon üyelerine ücretsiz dağıtılır
Sayı: 25 (Ekim 2014)
TÜRK
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit
etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek
tecellisine sahne oldu.
Bu sahne yedi bin senelik (en aşağı) bir Türk
beşiğidir.
Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; Beşiğin
içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
Yayın Sahibi:
Türk Boyları Konfederasyonu Adına
O çocuk tabiatın şimşeklerinden,
yıldırımlarından, kasırgalarından evvela
korkar gibi oldu; Sonra onlara alıştı; Onları
tabiatın babası tanıdı, Onların oğlu oldu.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu.
Mecit HAZIR
Şimşek, yıldırım, güneş oldu.
Editör:
Türk oldu, Türk budur.
Durhasan KOCA
Nesrin GÜNEL İÇAY
Düzeltmen:
Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan
güneştir.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Yusuf ŞAHİN
Av. Ahmet ÇELİK
İrtibat:
Yakup ATASITÜRK
Tel / Belgegeçer: 0312 4171275
E-Posta: turkboylaridergisi@hotmail.com
Web: www.facebook.com/turkboylarıdergisi
Yönetim Yeri:
Şehit Adem Yavuz Sokak No: 9/11 Kızılay / ANKARA
ISSN: 1306-4533
Türk Boyları, Basın Ahlak Yasası’na uyar.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu
Yazarlarına aittir.
Yapım ve Basım:
SARIYILDIZ OFSET
İVOGSAN Ağaç İşleri Sanayi Sitesi
523. Sk. No: 31 Ostim / ANKARA
Tel: 0312 395 99 95 Fax: 394 77 49
Baskı Tarihi: 15 Ekim 2014
Yayın Kurulu
Hukuk Danışmanı:
Prof. Dr. Ata ATABEY
Selahattin BAYSAL
Feyzullah BUDAK
Vedat ÇINAROĞLU
Prof. Dr. Necati DEMİR
Yavuz Selim DEMİRAĞ
Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN
Prof. Dr. Baki ERDOĞAN
Dr. Bahattin ERGEZER
Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI
Prof. Dr. Reşat GENÇ
Dr. Ali GÜLER
Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
Prof. Dr. Mustafa KAFALI
Turgut ÖZBAY
Prof. Dr. Selahattin SARI
Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN
Kadir TOSUN
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ
Ali YÜRÜK
25. SAYI
2014
4
İÇİNDEKİLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
733 SÖĞÜT
ERTUĞRUL GAZİYİ
ANMA VE YÖRÜK
ŞENLİKLERİ
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
5
SAMİMİ İNANÇ GERÇEK DİN
Feyzullah BUDAK
8
ESKİ TÜRKİYE(!)
YENİ TÜRKİYE(!)
TARTIŞMASI
NEREYE VARIR?
Turgut ÖZBAY
10
KARABEKİR PAŞA,
SAKIK VE ERMENİ
TERÖRÜ
Fazlı KÖKSAL
11
CEZAYİR
TÜRKLERİ
14
Av. Ali ÖZTÜRKMEN
ANADOLU’NUN
KAPISI,
TÜRKİYE’NİN
TAPUSU: AHLAT
18
İlhami NALBANTOĞLU
SÜRGÜNÜN 70.
YILINDA AHISKA
TÜRKLERİ
19
Nilüfer MUTLU
1. MATURİDİ
YESEVİ OTAĞI
KURULTAYI
22
Oktay ACAR
SYKES-PİCOT
(KÜÇÜK ASYA)
ANTLAŞMASI
BİR TÜRKMEN
ÇINARI DAHA
HAKKA YÜRÜDÜ
Nesrin GÜNEL İÇAY
Durhasan KOCA
25
3
Başkandan
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
733. SÖĞÜT ERTUĞRUL
GAZİ’Yİ ANMA VE
YÖRÜK ŞENLİKLERİ
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
B
u ülkenin asli unsurları olan Yörükler,
Türkmenler olarak ne mutlu ki; Ertuğrul
atamızı anmak ve Yörük toyunda buluşmak bizlere bir kez daha nasip oldu. Diğer taraftan
üzüntümüz büyük: Suriye’de, Kerkük’te, Musul’da,
Telafer’de, Tuzhurmatu’da Türkmenler katliama uğruyor, Doğu Türkistan’da soydaşlarımız kurşuna diziliyor. Maalesef dünya bunlara seyirci kalıyor.
Sultan Alparslan bakınız ne diyor?
“Biz, bidat nedir bilmeyen temiz Müslümanlarız.
Bunun için Allah halis Türkleri aziz kıldı.”
Yine Osmanlı hanedanından Sabiha Sultan ne güzel
söylemiş:
“Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini
yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi fakat
o da Türkündü bugünkü Cumhuriyet te Türkün
malıdır.”
Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “Türkiye
Cumhuriyeti’ni kuran ahaliye Türk milleti denir.”
İfadesiyle Tek vatan, Tek bayrak, Tek devlet, Tek dil,
Tek millet ilkesini yansıtan Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluş felsefesini açıklamıştır.
Türk milleti kavramı, etnik aidiyetlerin üzerinde
milletin bütününü kapsadığı halde, bu gerçeği
tam tersine çeviren uygulamalarla gelinen noktayı
iyi anlamak ve milli birliği yeniden kurmak için,
kardeşlik bağlarını güçlendirmeye yönelik tedbirler
almak mecburiyetindeyiz. Bunu yaparken bu vatanın
insanlarını bir bütün olarak kucaklayan temel
anlayıştan asla taviz verilmemelidir.
Biz Türkler bu ülkede ev sahibiyiz. Gelinen noktada
artık bu bizim için tarihi bir sorumluluktur.
4
Türk milleti olarak bunu yapmak ve başarmak
zorundayız. Çünkü vatanımızın bütünlüğü ve
milletimizin birliği bakımından sancılı bir süreçten
geçiyoruz. Sorumluluk makamında olanlar bu
sancıları yaratan başka süreçlerin peşine takılıp
giderken bizim dikkatimiz vatanın bütünlüğü ve
milletin birliği üzerindedir. Çünkü biz, varlığını
bu vatana ve millete borçlu dolayısıyla kendisini
geçmişe ve geleceğe karşı sorumlu hissedenlerdeniz.
Onun için öncelikli hassasiyetimiz budur.
Son zamanlarda vatan topraklarının ayaklarımız
altından kaymakta olduğunu, millet fertlerinin ise
giderek birbirine karşı gergin ve sıkıntılı bir hale
gelmekte olduğunu hissediyoruz. Onun için büyük bir
milli bilinçle hareket etmeye bugün her zamankinden
daha fazla ihtiyaç var. Böylesi bir durumda yapılması
gereken nedir? Vatan topraklarının ayaklarımız
altından kayışını ve millet birliğinin un ufak edilişini
sonuna kadar sessizce seyretmek mi? Yoksa milletin
idrak ve idaresini, varlığımızı tehdit eden gelişmelerin
önüne bir duvar gibi koymak mı?
Elbette büyük Türk milletinde bu idrak ve irade
vardır ve bu varlık tarihte bizim ecdadımız tarafından
defalarca kanıtlanmıştır.
Elbette bugünün nesli olarak biz de, bizi biz yapan ve
varlığımızı borçlu olduğumuz değerlerin yok edilişini
seyredecek değiliz. Çünkü tarihin bize miras bıraktığı
ve bizim de kendimizi borçlu hissettiğimiz değerlerin
bilincindeyiz. Ancak bu değerlerle birlikte var
olabileceğimizi biliyoruz. Bunu başaracağız, çünkü
tarihe karşı bir sorumluluğumuz olduğunu biliyoruz.
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DEĞERLERİMİZ
SAMİMİ İNANÇ - GERÇEK DİN
Feyzullah BUDAK
Araştırmacı Yazar
G
ünümüzün İslam coğrafyasında yaşanan en büyük
problem; hakiki ve samimi inanca dayalı gerçek
din anlayışından uzaklaşılarak, anlamına erilmemiş bazı kuru ritüellerde tatmin bulunması ve böylelikle
dinin tamam olduğunun sanılmasıdır. Bu problem tüm
İslam coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de ayniyle
yaşanıyor. Hem de asırlardan beri… İş anlamına erişilmemiş kuru ritüellere binince temel amaç gözden kaçırılıyor,
insanın yüceliğine has ahlaki ve insani değerlerin önemi
kalmıyor. Problem tam da buradan başlıyor.
Bizim inanç tarihimizde bir Alevi – Bektaşi gerçekliği var
ama ne yazık ki toplumun büyük çoğunluğu bunun özünden
habersiz. Bu mesele derin bir bilgisizlik içerisinde yapılan
ileri derecede yorumlara ve hükümlere konu oluyor. Hatta
bu hükümler çeşitli siyasi çekişmelerin ve kararların
temelini oluşturuyor. Ortada öylesine acınası bir cehalet
var ki; bu ülkede ordu komutanlığı yapmış, genel kurmay
başkanı olmasına ramak kalmış, kendince aydın geçinen
bir zat, İslam inancına duyduğu husumeti örtmek için hiç
alakası olmadığı halde kendisini “Alevi- Bektaşi” olarak
tanıtma gafletini sergiliyor ve böyle tanınmanın inanç
zafiyetini örteceğini zannediyor. Ne büyük bir gaflet…
Çünkü bahsettiğim bu E. Orgeneral “ Alevi- Bektaşi”
anlayışına dair, onların samimi inançlarına dair hiçbir şey
bilmiyor. Tam altı asır boyunca dünyanın en önemli siyasi
gücü olan Osmanlı İmparatorluğu’nun özünde bu hamurun
yattığından habersiz. Osmanlı Devletinin kuruluşunda
ve ilk yıllarında çok etkin olan Alevi-Bektaşi inancının
son yıllarda bu etkinliğini kaybetmekle kalmayıp,
mensuplarının adeta düşman ilan edilmesine rağmen bu
inanç erlerinin samimi inançlarının gereği olarak göz
kırpmadan ölümün üzerine yürümek pahasına inançlarını
nasıl savunduklarından haberi yok.
Anadolu’nun inanç tarihi açısından son derecede önemli
olan bu savunma olayı Sultan 2. Mahmud’un 1826 yılında
bir ferman ile Yeniçeri Ocağını resmen kapatmasından
sonra yaşanıyor. Yaşanan olayların temelinde ise 2.
Mahmud’un söz konusu fermanında yer alan şu hükümler
yatıyor; “İş bu Yeniçeri taifesi şeriata aykırı ve küfre
götürecek haramları helal saymaya, oruç ve namazı terk
ve Hülefa-i Raşidin hazretlerine sövüp küfretme gibi
hakaretlere cesaret ederek birtakım saf iman sahiplerinin
bilgisizliklerinden yararlanmak suretiyle doğru yoldan
saptırarak delalet yoluna sevk etmişlerdir” İşte Sultan’ın
bu hükmü, daha sonra şeriat mahkemelerinde kadıların
sergileyeceği vahşete esas teşkil ediyor.
Hacıbektaş Dergahı Piri Çelebi Feyzullah efendi İstanbul’a
getirilerek yargılanıyor ve asılıyor. Son Hacıbektaş
Şeyhi Hamdullah efendi, Kırşehir’de kurulan şeriat
mahkemesinde sekiz dervişi ile birlikte yargılanıyor ve
idama mahkum ediliyor.
Bu yazıda Mahkeme kadısı ile Hamdullah Çelebi arasında
geçen diyaloglardan birkaç örneği burada vermek
istiyorum. Okuyup görelim ki; samimi inanç ve gerçek din
neymiş. Bu millet, kendisi için değil toplumu ve geleceği
için samimi inancı ve gerçek dini savunmak uğruna ölümü
göze alabilen, Mahkeme Kadısının her lafa girerken
“kanı helal Şeyh” diye başlayarak peşin idam hükmünü
açıklamasına rağmen bir adım geri atmayan ne yiğit
evlatlar yetiştirmiş.
(Esası burada verilenin birkaç katı olan savunma metni
mahkeme katibi Mevlana İsmail Efendi’nin el yazmasıyla
tuttuğu zabıtlardır. Yıllar sonra Kırşehir Askerlik Şubesinde
eski evrakın imhası için yapılan işlem sırasında Şube Reisi
Miralay Ahmet Edip Halim Efendi bu zabıtları fark ederek
yok etmeyip alıp saklamış ve ondan da mirasçılarına
kalmıştır.)
Şeriat Mahkemesi Tutanaklarından;
“-Kadı: Kanı helal şeyh. Senin ve mensubuyun kanı helaldir.
Sapkın bidat mezhebin mensubu olduğuna Mahkemeyi
Şeriayı Muhammediyenin önünde pişmanlığını tevbe
ederek dile getirdikten sonra sorularıma cevap verirsin.
Şu anda birkaç saat birkaç dakikalık zamanın var. Tevbe
et pişmanlığını dile getir. İslam dininde bu Aleviliği
Bektaşiliği nerden çıkardınız. Ehli Sünnet vel Cemaat
yolundan ayrıldığınıza tevbe et bakıyım. İfadeni ona göre
değerlendireceğim.
-Cevap: Efendim Kadı hazretleri. Senin Ehli Sünnet vel
Cemaat dediğin mezhep sapkın ve bidattır. Can hayfı
olmadan doğruyu söylediğimin tutanaklara geçmesini
istiyorum. Mahkemenizin ve şu andaki devletinizin
İslâm diniyle yakından uzaktan ilginiz alakanız yoktur.
İslam Peygamberi’nin öldüğü gün Beyt-i Ali’de yas
ve matem vardır. Hz. Fatıma’ya ve ailesine taziye baş
sağlığı istemeye gelenler olmuştur. Bevt-i Ali basılmıştır,
İslâm dini ayakaltına alınarak hiçe sayılmıştır. Beyt-i Ali,
Ali evi demektir. Bu evde Hz. Peygamberin torunları,
kuzenleri vardır. Selman, Ebuzer, Miktat, Ammar, Yaser
vardır. Üç halife tarafından Beyt-i Ali adamlarının nasıl
5
DEĞERLERİMİZ
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
itilip kakıldıkları tarih kitaplarında yazılıdır. Malik
Nümeyri ve tarafları katledilmiş; karıları, kızları, köle
gibi Medine’de satılmıştır. Ebuzer’e işkence yapan Halife
Osman, “yazık, ihtiyardır bağışla” diyenlere, “Beyt-i
Ali adamlarına acınmaz” demiştir. Emeviler zamanında
Hz. Ali’ye Hasaneyn’e, Malik Ejdar’a, Ammar Yaser’e
lanet etmek din icabı sayılıp camil başsağlığı taziye için
toplanan kişilere Beyt-i Ali adı verilmiştir. Beyt-i Ali Alevi
demek olur. Abbasiler zamanında da, Bevti Ali taraftarı,
adamları, hem Ali evlatları katledilmiştir. On iki İmamları
beşini Emeviler, yedisini Abbasiler şehit etmişlerdir. Zorla
dine el konularak Sünnilik icat edilmiştir. Zamanımıza
kadar, Aleviler katledilmiştir. Benim sizden can için bidat
mezhebinize İslâm diyeceğimi mi sanıyorsunuz?
Öğleden sonra- Soru: Kanı helal sapık Şeyh Efendi anladık
anlamasına, amma öyle kebir-i mühime bir mevkiin reisi
iken niçin senin adamların Şeriat-ı Muhammediye’ye
aykırı ve inkarcı küfür ve kafirlik durumlarına mani
olmadın? Ayrıca beldeyi fesada verdin. İslam yolundan
çıktın. Müslüman askeri Sekban-ı Cedid’i hazmedemedin
Din-i İslam olan bizim adamlarımızın getirdiği şeriat
yolunun müdavimlerinin izlerini takdirle karşılıyor
musun? Onu anlat. Şeyh Efendi, sen şu mezhebini anlat.
Kanı helal şeyh.
-Cevap: Efendim Kadı hazretleri, Elhamdülillah
Müslüman’ım, Ehl-i İslam, Cemaat-ı Ali Resul
mezhebimdir.
-Soru: Sus be dinsiz! Sen ehl-i Sünnet vel cemaat İmam
Azam Ebu Hanife Küfi Numan İbni Sabit mezhebini kabul
etmiyor musun? Bu Hanife mezhebinin dışında olanların
dini bidat, kendileri kafir, kanları helaldir. Katli vaciptir.
Sen kanı helal dinsizsin, sorularıma cevabını açık söyle.
-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, Ehli Sünnet mezhebi
yalnız Hanifi mezhebi demek değildir. Maliki mezhebi
vardır, Hanbeli mezhebi vardır, Şafii mezhebi vardır.
Onların kanı helal olmuyor, katledilmeleri sevap olmuyor
da Hazret-i Ekrem, nebi-i Muhterem Muhammed Mustafa
Peygamber Ali Resul mezhebi mensubu olanların
kanı helal, katledilmeleri neden gerekli oluyor. Ben ve
mensuplarımız beldeyi fesada vermedik, … adamlarım
dediğiniz Oğuz Türkmenlerimizdir, çoklukla köylerde
yaşamaktadırlar. Konar-göçer olanları da vardır. Onların
Şeriat-ı Muhammediye’yi inkarları ve ona aykırı halleri
yoktur. Sen zan ve şüphe ile söylüyorsun mahkemeye Kadı
Efendi. Bu zan senin için de küfür ve günahtır.
-Soru: Şeyh Efendi, senin dediğin Ümmeyeoğulları
hükümetini geçelim. Dört hak mezhep üzere Abbasoğulları
gibi ve dört hak mezhep üzere Selçuklular gibi ve Halife-i
Raşiddin nasıl şeriyayı Muhammediye’yi adaletle İslam’a
yakışır bir adaletle götürmüşlerse, bu devlet-i İslam,
Halife-yi Müslüman içinde bulunduğumuz dini şeriayı da
dinin emirleri üzere götürmekteyiz. Şüphe eden kafirdir,
itirazın var mı? Cevap ver.
6
25. SAYI
2014
-Cevap: Kadı Efendi Hazretleri, birincisi dört hak mezhep
de hak olmaz. Hak birdir, iki de denmez, dört de denilmez.
Semavi. Dinlere mezhep diyeceksiniz Hz. Musa’nın
Tevrat’ında ahkam vardır. Hz. Davud’un Zebur’unda
ahkam vardır. Kur’an-ı Kerimin de İslam ahkamı vardır.
Dört semavi kitapta üç mezhep vardır. Allah’ın vahyettiği
ecdadım Hz. Muhammed’in bizlere tebliğ ettiği İslam’ın
bir tek mezhebi vardır. O da İslam ve Müslüman ahkamıdır.
Hz. Peygamber’in Ali’nin evladına işlenen cinayetlerle
kanını döken katilleri asla Müslüman kabul edemeyiz.
Suçsuz yere kan dökenler İslam olamazlar.
Senin dört mezhep dediğin ne Peygamber’in yüzünü
görmüştür, ne meclisinde bulunmuştur, ne soyu sopu
sulbünden gelmişlerdir. Dinimizde bir mezhep vardır, o da
İslam’dır. Mensubu olduğum Güruh-u Naci toplumu olan
bizler İslam umdelerini yerine kusursuz olarak getiriyoruz.
Hz. Peygamber’in Ali’nin evladının, Ehl-i Beyti’nin kanını
döküp katil olan kişiler kendilerine İslam adını, Müslüman
adını bile yakıştıramamışlar da biz Sünni’yiz demişlerdir.
Efendim bu da gerçektir. Suçsuz yere ahalinin kanını
dökmek İslamiyet’le ilişkisini kesmek demektir. Benim
savunmam budur. Kabul etmek etmemek siz efendime
aittir.
-Kadı: kes, kes Şeyh Efendi, bu kadar mantıksız, kaynaksız
kitaba mezhebe uymayan kelimeleri söyledin ki, kendi
dilin ile idam ipini boynuna takmak mı istiyorsun?
-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, benim idamdan
korkum yoktur. Doğru Müslümanlık yolundayım doğruyu
söylüyorum.
-Kadı: Şeyh Efendi, dört halifenin izinden giden Emeviler
olsun, Abbasiler olsun, Selçuklu Sultanları olsun, Osmanlı
sultanları olsun Sünnetten senetten ayrılmamışlardır.
Bunlara dil uzatmak küllühüm kafirliktir. Bunların izinden
gitmeyen zındıktır. Bunların doğru yolda olduklarını kabul
edip dille beyan etmen gerekir.
-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, kan döken zalim kimler
olsa asla Müslüman diyemem. İslam kanını hükümdar
tahtı için bu saydığın devletlerin hükmettiği yerlerde,
Gürüh-ü Naci olan biz Müslüman Oğuzların kanları o
topraklarda hiç kurumamıştır. Kan döken zalim için bana
Müslüman dedirtmek mi istiyorsun? Bizde hiç kimse
bunlara Müslüman diyemez! Sünni diyebiliriz.”
Mahkeme zabıtlarından günlerce sürdüğü anlaşılan bu
tüyler ürpertici yargılamanın sadece ilk gününden ve sadece
birkaç diyalog sundum. Bunlara ek olarak mahkemenin
son günlerinde Mahkeme Heyeti ile Hamdullah Çelebi
arasında kader inancına dair (günümüze de ışık tutan)
şöylesine ilginç bir diyalog geçiyor;
“-Kadı: Şeyh Efendi, hem Allah’a inanıyoruz diyorsun,
hem Hayrın, şerrin Allah’tan geldiğine niçin inanmıyorsun?
Bu sapıklık değil mi? Bu küfürlük değil mi?
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, Allah hayrı yaratır,
çünkü bizim yaradılışımız fıtrat-ı ilahı hayırdır. Görmemiz,
duymamız, söylememiz, içmemiz, gözümüz, kulağımız,
hayırdır. Elimiz, ayağımız, hayır için yaratılmıştır. Kişi
bunlarla yaptığı kötülükten mesuldür. Allah’ın adı ve
sıfatları içinde acıyan, bağışlayan, esirgeyen, seven, af
eden, nimet veren adları olduğu halde şer veren şeyler,
kötü, kötülük, şer adı yoktur, kötü olayın faili fiildir. Suçlu
o fiili işleyendir. Mücrim mahkemeye, mahkemeniz de
Kadı cezayı mücrime verir. Allah’tan geldi, şeytandan geldi
diye başka fail aranmaz.
Niğde’den Gelen Müftü: Şeyh Efendi, Allah’tan kork,
Peygamberden utan! Her şeyi yaratan Allah’ın kuvvet ve
kudretine kafirlik yapıyorsun. Hayrı şerri, kazayı, kaderi
yaratan Allah’tır. Küllü şeyin halikın ayetini inkarın var
senin.
-Cevap: Efendim Müftü Hazretleri, insan hayra da şerre
de bizzat kendisi vesiledir. Hayrı da kendi yaratır. Şerri de
kendi yaratır. Hayrı yaratıp hayırlı hayır iş yapana Allah
ecri lütuf verir, hayırdan faydalanan kullardan dua alır.
Mükafat, devlet maaşı, taltif alır. Şerri yaratan şer iş yapar.
Şerri işleyen Allah’tan günahın cezasını alır.
Kişi kazayı da kendi yaratır. Mesul kendisi tutulur. Biz
Müslümanlar kadere inanmayız. Eskiden beri kaderci
değiliz. Bize böyle yerleşmiş böyle devam ediyor. Biz
Müslümanlar her işimizde Allah adını anarak, Allah adına
hayır işler yaparız. Şer iş ise Allah adına Allah namı
hesabına yapılmaz. Bu da biline.”
Hamdullah Çelebi’nin günlerce süren baskıya, aşağılamaya,
ölüm ile korkutmaya rağmen dim dik duruşu, sonuna
kadar tavizsiz bir şekilde kendilerinden bahsederken
“biz Müslümanlar” ifadesini kullanması ve kendisini
yargılayanların ise “İslam dışı olduklarını” sonuna
kadar ısrarla haykırması çok dikkat çekicidir. Nitekim
Mahkemenin son gününde Hamdullah Çelebi’nin bazı
dervişleri de huzura celp edilerek aynı şekilde ölümle tehdit
edilmek suretiyle konuşturulmak isteniyor. Bu dervişlerden
yine sadece birkaçının mahkemedeki asil tavırlarını ve
sözlerini burada vererek, tüm bunlardan alınması gereken
dersleri de bu dersi alması gerekenlere bırakalım:
“-Kadı: Son sözünü söyle. İslam’ın meşru Halifesi Ebu
Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı seveceğine İslam’ın
umdelerine bağlı kalacağına idam edilecek olan Şeyh
Hamdullah’ın kaç gündür mahkemede yediği herzeleri,
söylediklerini duydun, dinledin, onun sözlerini tensip
etmeyeceğine, onun izinden gitmeyeceğine tövbeler olsun
mu?
-İbrahim Selamet Efendi: Ağam Şeyh Hamdullah’tan sonra
bana bu dünyada yaşamak haram olsun. Onu darağacında
görüp sağ dönersem Allah’ın kulu olmayayım. Yaşarsam
onun izinde, ölürsem onun yolunda öleyim. Son sözüm
budur.
DEĞERLERİMİZ
-Kadı: Sen söyle, dergahınız Şeyh’inin mahkeme-yi şerie’de
kaç gündür söylediklerini, ifadelerini duydun, dinledin.
Muhalefet-ül İslam’dır. Katılmadığını söyleyeceğin var
mı? İslam dinine ve Devlet-i İslam Halife-i Müslüman olan
Padişahımızın İdareyi icraatına muhalif almayacağınıza,
pişman olup tövbe ve yemin edersen ifadene devam edelim
mi?
Habib İbn-i Memiş: Dergahımız Şeyhi Seyyid Hamdullah
Efendi’nin izinden gideceğime ölümde dirimde, onun
mübarek fikirleriyle olacağıma yemin ederim.
-Kadı: Sen söyle. Kanın şimdi senin boynuna! Ya bu vebali
kendi üstüne alırsın, kaderini tayin edersin. Ya da Din-i
İslam’a dönmeyi kabul edersin, tövbe edersin. Şeyhin
ifadesini tensip etmediğini söylersin ya da kaç gündür
düşündüklerinin kararını bildirirsin.
-Koçaroğlu Halil İbrahim: Hz. Hüseyin Kerbela’da Yezid
medet beklemedi. Onun mübarek şehit kanıyla İslam dini
yolunu karanlıklardan ağarttı ise senden ve mahkemenizden
medet ve merhamet beklenemez. Şeyhimiz yolunda, izinde
hiç hain görmemekteyiz. Aynı akıbetin aydınlık olduğuna
inanıyorum. Son sözüm budur.
-Kadı: Sen son sözünü söyle.
Derviş Hüseyin İbn-i Resul: Ben Hak-Muhammed-Ali
yolundan sapmadım. Sizden ve mahkemenizden medet
mürüvvet beklemem Şeyh Hamdullah Efendi’nin bütün
ifadelerine aynen katılıyorum. O, ahrette Cehennem’e
giderse bana Cennet haram olsun.
-Kadı: Hüseyin Balım, sen son sözünü söyle.
-Hüseyin Balım: Kadı Kadı, benim son sözüm, Çelebi
Hamdullah’tan sonra bu dünyada yaşamak bana haram
olsun. Allah dünyada, ahrette bizleri ayırmasın.
-Kadı: Bektaş Resul, sen son sözünü söyle.
-Bektaş Resul: Kadı Kadı, bize kalmayan bu dünya, size de
kalmaz. Çelebi Hamdullah Efendi’nin kaç gündür verdiği
ifadeyi aynen tensip ediyorum. Diyeceğim yoktur.
-Kadı: Derviş Yusuf sen son sözünü söyle.
-Derviş Yusuf: Çelebi Hamdullah asılınca bana bu
dünyada yaşamak haram olsun. Onun nurlu yoluna aynen
katılıyorum. Zerre kadar ne bir kusuru var, ne kabahati
var. Günahsızdır. Ben de onun ifadesini tensip ediyorum.
İzinden gidiyorum. Ben de günahsızım.
-Kadı: “temmatil mahkeme – mahkeme tamamlandı” dedi
ve ilave ederek, “Katip Mevlana İsmail Efendi, El cevab
idamı; temme. Erkânın isimlerini, imzalarını yaz” dedi.
(NOT: Bu konuda vicdanı çok da rahat olmayan Sultan’ın
son anda yetişen fermanıyla bu idam cezaları Amasya’da
sürgüne dönüştürülmüştür)
7
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
ESKİ TÜRKİYE(!), YENİ TÜRKİYE(!)
TARTIŞMASI NEREYE VARIR?
Turgut ÖZBAY
Araştırmacı Yazar
Y
eni Türkiye; Türk Milleti’nin, Türklüğün idam
fermanı olan Sevr Antlaşması hükümlerini
tanımayarak, ülkesini işgal eden emperyalist
devletlere karşı bir Kurtuluş Savaşı yapması, bu savaşı
kazanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden çağdaş,
modern, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip milli bir devlet
olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Hatırlayalım;
Dünyanın en büyük imparatorluklarından biri ve bir Türk
İmparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı
sonucu, Müttefik Devletlerle 30 Ekim 1918’de, Mondros
Mütarekesi (ateşkes antlaşması)’nı, kayıtsız-şartsız teslim
belgesini imzalamıştı. 13 Kasım 1918’de Müttefik Devletler
Donanması Başkent İstanbul’a girmiş, Boğaz’a demir atmış,
imparatorluğun başkenti işgal edilmişti, Türk ordusu terhis
edilmiş. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan birlikleri yer yer
Anadolu’yu işgale başlamış, azınlıkların siyasi amaçlı olarak
kurdukları çeteler Türk halkına baskı ve katliam yapmakta,
Osmanlı Hükümeti Türk halkının can ve mal güvenliğini
sağlayamamaktaydı.
İşte böyle bir durumda, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan
M. Kemal Atatürk 22 Haziran 1919 da Amasya Tamimi’ni
yayınlamıştı. 7 Ağustos 1919’da Erzurum’da, 13 Eylül
1919’da Sivas’ da yapılan kongrelerinin sonuçları dünya
kamuoyuna duyurulmuştu. Sivas Kongresi’nde M. Kemal
Atatürk Başkanlığı’nda “Geçici Hükümet” yetkisine sahip
olan Heyet-i Temsiliye seçilmişti.
Amasya Tamimi’nin, Erzurum ve Sivas Kongre
kararlarının ortak özelliği: manda ve himayenin kabul
edilmeyeceğinin, ülkenin ve milletin parçalanmasına
müsaade edilemeyeceğinin Hıristiyan unsurlara siyasi
hakimiyeti ve toplumsal dengeyi bozacak yeni imtiyazlar
verilemeyeceğinin, iç ve dış bağımsızlığımızın kabul
edilmesi şartıyla milletimize karşı istila emeli beslemeyen
devletlerle işbirliği yapılabileceğinin dünya kamuoyuna
duyurulmasıdır.
Fevkalade yetkiye sahip olan Heyet-i Temsiliye bir Kurtuluş
Savaşı başlatmak için, 27 Aralık 1919’da, ileride başkent
olacak Ankara şehrine gelmişti.
İstanbulda ise; son Osmanlı Meclisi Mebusan-ı (Millet
Meclisi ) 28 Ocak 1920’de, gizli oturumda Misak-i Milli
( Ulusal And )’ı Kurtuluş Savaşı’nın siyasi bildirgesini,
Türkiye’nin kabul edebileceği barış şartlarını açıklayan
beyannameyi kabul etmiş, 17 Şubat 1920’de dünya
kamuoyuna ve devletlerin parlamentolarına bildirilmesi
kararlaştırılmıştı. Bu olay sonrası, 16 Mart 1920’de Müttefik
Devletler karadan İstanbul’u işgal etmiş, İngilizler Meclis-i
Mebusan-ı basmış ve meclisi dağıtmıştı. Padişah, 11 Nisan
1920’de yayınladığı bir irade ile Meclis-i Mebusan-ı fesih
etmiş, Osmanlı İmparatorluğu hukuken sona ermişti.
8
Ankara’da; Heyet-i Temsiliye önderliğinde Anadolu’dan
seçilen yeni Milletvekilleri ile, kapatılan Osmanlı Meclis-i
Mebusan-ı’ndan katılan Milletvekilleri 23 Nisan 1920’de
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmış, böylece ; Heyet-i
Temsiliye’nin görevi de sona ermişti. Türkiye Büyük Millet
Meclisi 7 Haziran 1920’de, İstanbul Hükümeti’nin 16 Mart
1920 tarihinden itibaren yaptığı ve yapacağı antlaşmaların,
vermiş ve vereceği imtiyazların hükümsüz sayılacağına dair
kanun kabul etmiştir. 14 Temmuz 1920’de daha önce Osmanlı
Meclis-i Mebusan’ı tarafından kabul edilen Misak-ı Milli
(Ulusal And) ‘a bağlılık kararını almıştı.
Osmanlı Meclis-i Mebusa’nı fesih edilmiş olmasına rağmen,
10 Ağustos 1920’de, İstanbul’da toplanan 50 kişilik
Saltanat Meclisi, Müttefik Devletler tarafından hazırlanıp
imzalanmak için Osmanlı İmparatorluğu’ na verilen Sevr
Antlaşması’nı imzalamıştı. Sevr Antlaşması, sadece,
Osmanlı İmparatorluğu ‘nun parçalanması, topraklarının
batılı emperyalist devletler tarafından paylaşılması, adli,
idari ve ekonomik bağımsızlığının tamamen elinden alınması
değildir.Anadolu’dan soy ve millet olarak Türk varlığının
dağıtılmak, yok edilmek istenilmesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, İstanbul’da Saltanat
Meclisi ile Müttefik Devletler arasında 10 Ağustos 1920 ‘ de
imzalanan, Türklüğün idam fermanı olan Sevr Antlaşması’nı
tanımamıştır. 7 Ekim 1920’de “Sevr Antlaşması’nı
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin müsaadesi olmaksızın
düşmanlarla müzakere ve imza edenler hakkında Ankara
İstiklal Mahkemesi tarafından gıyaben idam kararı
almıştır’’.(1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20.01.1921’de devletin
temel yasası, egemenlik ve bağımsızlık yasası Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu’nu (1921 Anayasası’nı) kabulü ile,
egemenliğin millete ait olduğu kabul edilmiştir.
Türk Ordusu’nun 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmesi ile
Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Osmanlı İmparatorluğu ile Sevr
Antlaşması’nı imzalayan Müttefik Devletler, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ile 11 Ekim 1922 de Mudanya Mütarekesi’ni
(ateşkes antlaşmasını) imzalamıştır.
1, 2 Kasım 1922’de çıkarılan bir kanunla saltanat ve hilafet
makamları biri birinden ayrılmış saltanat kaldırılmıştır
Devletin temel siyasi yapısı değiştirilmiştir. M. Kemal
Atatürk 02.11.1922’de bir Fransız gazeteci ile yapmış olduğu
söyleşide:’’ Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye ile ilgili hiçbir
alakası yoktur. Osmanlı Hükümeti tarihe geçmiştir .
Gerçi millet değişmemiştir Aynı Türk unsuru bu milleti
teşkil ediyor Ancak; tarz-ı idare(idare şekli) değişmiştir.
Ankara’da hükümeti milliye (milli hükümet) teessüs
etmeden evvel ( kurulmadan önce ) İstanbul’da bir sultan
ve bunun bir hükümeti vardı. (2) açıklamasını yapmıştı.
Yeni Türkiye’yi kuran irade, 24 Temmuz 1923’de Müttefik
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Devletlerle uluslararası bir antlaşma olan Lozan Barış
Antlaşması’nı imzalayarak, ‘yeni Türkiye’nin uluslararası
alanda tanınmasını gerçekleştirmiştir. Lozan Barış
Antlaşması yeni Türkiye’nin kuruluş senedidir. Lozan Barış
Antlaşması hükümleri Sevr Antlaşması’nın hükümlerini
hukuken ortadan kaldırmıştır. “Lozan Barış antlaşması
Türk Milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve
Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş bir
suikastın yıkılışını ifade eden bir belgedir.”(3) Lozan Barış
Antlaşması’nın imzalanması sonucunda, Müttefik Devletler
Donanması İstanbul’u boşaltmaya başlamış, 2 Ekim 1923’te
son işgal kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 13 Ekim 1923’de Ankara’yı
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti, 29 Ekim 1923’
de devletin idari şeklini Cumhuriyet olarak kabul etmiştir.
3 Mart 1924’de çıkarılan bir kanunla; Hilafet, hükümet ve
cumhuriyet anlam ve kavramları içinde bulunduğundan
yürürlükten kaldırılmıştır. 20 Nisan 1924’de egemenlik ve
bağımsızlık yasası, 1924 Anayasası ile yeni Türkiye’nin
kuruluşu tamamlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun
küllerinden çağdaş, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip,
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan, (millî – ulusal)
devlet yeni Türkiye kurulmuştur . Kurulan devletin: Adı
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, halkı Türk Milleti, bayrağı Türk
Bayrağı, ülkesi Türkiye coğrafyasıdır. Devletin idare şekli
Cumhuriyettir, başkenti Ankara’dır. Resmi dil Türkçe’dir.
Bu hususlar devletin temel yasası, egemenlik ve bağımsızlık
yasası olan anayasada değiştirilemeyecek hükümlerdir.
Dünyanın en büyük ve bir Türk İmparatorluğu olan
Osmanlı İmparatorluğu, bir Türk Devleti olan Anadolu
Selçuklu Devleti’nin yıkılması ile kurulduğu gibi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla da Türkiye Cumhuriyeti
Devleti kurulmuştur. Evet; yeni Türkiye’nin kuruluşu
günümüzden 94 yıl önce, Osmanlı Hükümeti’nin tarihe
geçmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, milli
hükümetin kurulması ile başlamış, devletin idari şeklinin
değişmesi, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile kuruluş
tamamlanmıştır. 2023 yılı, yeni Türkiye’nin, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin 100 ncü kuruluş yılı olacaktır.
Dikkat çekici olan bir husus Cumhuriyetin 100 ncü yılını
kutlamaya az bir zaman kala, Cumhurbaşkanı’nın halk
tarafından seçilme sürecinin başlamasıyla beraber gündeme
“eski Türkiye”, “yeni Türkiye” tartışması getirilmiş, kavram
kargaşası ortaya çıkarılmıştır.
Eski Türkiye denilerek; dolaylı olarak devletimizin kuruluş
felsefesi, kurucu iradesi ve kurucu iktidarı tartışmaya
açılmıştır.Kurucu iradenin içinin boşaltılması istenilmektedir.
‘’İstemeseler de yeni Türkiye kurulacaktır’’ denilerek yeni
Türkiye’nin 94 yıl önce kurulduğu unutulmuş görülmektedir.
“istemeseler de yeni Türkiye kurulacaktır” hükmü
kurucu iradeyi tanımamaktır, devletin niteliğinin ve temel
siyasi yapısının, egemenliğin kaynağı ve nasıl kullanılacağı
hususlarının yeniden tanzim edilmek istenildiğini
göstermektedir.
GÜNCEL
maddelerinin değiştirilmesi gerekmektedir. Yeni bir
Türkiye’nin kurulabilmesi için ortada kurucu bir iradenin,
kurucu bir iktidarın olması gerekir. Her devlette bir tek kurucu
iktidar vardır.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu
iradesi, kurucu iktidarı:Amasya Tamimi’ni Erzurum
ve Sivas kongre kararlarını alan, bu kararları dünya
kamuoyuna duyuran, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni
açan, Misak-ı Milli (milli yemini) kabul eden bir iradedir.
Sevr Antlaşması’nı kabul etmeyen bir iradedir.Ülkeyi
kurtarmak için bir Kurtuluş Savaşı yapan, göz yaşı ve
kan dökerek, can vererek bu savaşı kazanan bir iradedir.
Kurucu irade savaş kazanmış bir iradedir.Uluslararası
bir antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayan
bir iradedir. Üniter (milli) bir devlet kuran, cumhuriyeti
kuran bir iradedir.
Günümüzde ; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter (milli)
bir devlet olarak kurulduğunu söylemek, üniter (milli)
devleti savunmak Lozan Barış Antlaşması’nı savunmak,
Sevr Antlaşması hükümleri benzeri hususları reddetmek
“statükoyu savunmak” la suçlanılmaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesinin, kurucu iradenin
iradesini, kurucu iktidarı yok sayanlar bu değerleri savunanları
“statükocu olmakla” suçlanmaktadırlar.
Bilinmesi gereken gerçek şudur : Seçimler sonucu oluşan
iktidar, devletin kurucu iradesi değildir.Türkiye Cumhuriyeti
Devleti de herhangi bir oylama sonucu ve oy çokluğuna
göre kurulmuş bir devlet değildir.Siyasi iktidarların meşru
olabilmesi için, kurucu iradenin iradesine saygılı olması
gerekir.Siyasi iktidarın iradesi, kurucu iktidarın iradesi ile
uyuşmuyor ise, ya iktidar kurucu iradeye uyar, yada kendi
iradesinin kurucu iradeye uygun olduğu konusunda halkı
yönlendirme gayretini gösterir. Böylece kurucu iradenin
içi boşaltılmış olur.Siyasi iktidarın yöneleceği diğer bir yol
ise, kurucu iradeyi tanımamaktır.Kurucu iradeyi ortadan
kaldırmaktır.Böyle bir durumda kurucu iradenin kurmuş
olduğu devlet şeklinin devam ettiği ileri sürülemez
Bu durumda ise, siyasi iktidar ile devletin diğer kurumları
arasında, siyasi iktidar ile halk arasında bir gerilimin,
çatışmanın ortaya çıkması kaçınılmaz bir sonuçtur.Devlet
krizinin ortaya çıkacağı veya çıktığı bir durumdur.Devlet
hayatında yaşanması istenilmeyecek bir durumdur.
Kaynaklar:
(1)Türkiye Cumhuriyeti 80.Yıl Kronolojisi. Anadolu Ajansı,
2. Baskı, Ankara – 2004, sh.21
(2)Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü Yayınları cilt.III. Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Ankara - 1961.sh.51
(3)A.g.e. sh.91
Lâkin; yeni bir Türkiye’nin kurulabilmesi için, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin temel yasası, egemenlik ve
bağımsızlık yasası olan anayasanın değiştirilemez
9
Değerlerimiz
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
KARABEKİR PAŞA, SAKIK VE ERMENİ
TERÖRÜ
Fazlı KÖKSAL
Araştırmacı Yazar
S
ırrı Sakık, Ağrı Belediye Başkanı olarak düzenlediği
ilk Basın Toplantısında; Şehirde ‘Utanç Abidesi’
dedikleri askeri anıtı kaldıracaklarını, Kazım
KARABEKİR’in ismini taşıyan cadde ve sokakların
ismini değiştireceklerini söylemiş..
Kazım KARABEKİR’den kim gocunur?
Bu soruya cevap aramadan, Kazım Karabekir Kimdir?
Sorusunu cevaplandıralım…
O, “Kut’ülAmare Fatih’i” ve “Alçıtepe Kahramanı” dır….
O, Enver Paşa ile birlikte İttihat ve Terakki Cephesinin
Manasır şubesini kurmuş bir teşkilatçıdır…
O, İstiklal Savaşı Komutanlarından Anadolu’ya ilk
geçendir (14.Nisan.1919)…
O, İstanbul Hükümetinin bizzat kendisine gönderildiği
“Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklanmasını” emreden telgrafa
rağmen, Atatürk’ü “Ben ve kolordum emrinizdedir
Paşam!” diyerek karşılayıp, Atatürk’ün emrine giren
böylece İstiklal Savaşının başlamasının yolunu açan bir
büyük şahsiyettir..
O, İstiklal Savaşımızın Doğu Cephesi Komutanıdır..
O, Sovyetler’in, Bitlis, Van ve Muş illerinin Ermenistan’a
terk edilmesini istemesi üzerine, 1876’da Ruslara
kaybettiğimiz Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve
Batum’u Eylül 1920’de kurtarıp, Türkiye’nin doğu
sınırlarında Misak-ı Milli’yi gerçekleştiren bir büyük
askerdir…
O, Doğu Anadolu’da sayıları on bine yaklaşan yetim
çocuğu, -Türk,Kürt,Ermeni demeden- toplayarak onlara
yer, yurt,iş temin eden, eğitimlerini sağlayan bir yetim
babasıdır,
O, Türkiye’ye Sanayi Mekteplerini (Bugünkü Endüstri
Meslek Liseleri) kazandıran bir eğitimcidir…
O, ilk muhalefet partilerinden Terakkiperver Cumhuriyet
Partisinin kurucuları arasında yer alan bir demokrattır..
O, Bulgarca, Fransızca, Almanca ve Rusça’yı iyi derecede
bilen bir aydındır..
O, onlarca kitap yazmış bir yazardır..
O, 1946 yılında TBMM Başkanlığına seçilmiş bir devlet
adamıdır…
1948 yılında kaybettiğimiz bu büyük şahsiyetin isminden
kim niye rahatsız olur?
10
Kazım KARABEKİR’in, İttihat ve Terakki Cemiyet’nin
kurucularından
olduğu,
Ermenistan
sınırlarının
genişlemesine engel olduğu, Ermeni ordularını yendiği
dikkate alınırsa, bu soruya verilebilecek tek cevap
vardır; ERMENİLER (Bu ülkeye gerçekten bağlı Ermeni
yurttaşlarımızı tenzih ediyorum)
Muşlu olduğunu bildiğimiz Sırrı Sakık’ın, Muş’un
Ermenilere verilmesini engellemiş Kazım Karabekir’e
tepki duymasının haklı bir nedeni olabilir mi?
Siz;
ASALA’nın terör eylemleri biter bitmez PKK’nın ortaya
çıkmasını,
Belirli bir süredir sistemli bir şekilde; İTTİHAT
TERAKKİ, TALAT PAŞA ve ENVER PAŞA düşmanlığı
pompalanmasını,
ATATÜRK’e durmadan saldırılmasını,
“BİZ ERMENİYİZ” diye yürüyenlerin çokluğunu,
Ermeni Soykırımı İftiralarının sık sık gündeme
getirilmesini, hatta bu iddianın TBMM Kürsüsünden bile
ifade edilmesini,
Ermenistan’a giden bazı Siyaset, Fikir ve Sanat
Adamlarının(!) “Soykırım Anıtı”nda saygı duruşunda
bulunmasını,
TESADÜF MÜ SANIYORDUNUZ...
Bütün bunlar sistemli bir hareketin parçaları... Ama biz
uyuyoruz...
PKK ve ASALA’nın aynı örgüt olduğunu… PKK’nın
aslında bir Ermeni örgütü olduğunu, bu hareketlerin Batılı
Emperyalistlerce teşvik ve kontrol edildiğini, görmeden
anlamadan ve bu durumu Kürt kökenli vatandaşlarımıza
anlatmadan Türkiye’de bölücü terörü önleyemezsiniz...
Umarım Sakık’ın sözleri gafilleri gaflet uykusundan
uyandırır.
Son sözüm SAKIK’a; belki Ağrı’daki cadde ve
sokaklardan Kazım Karabekir’in ismini bir süreliğine
kaldırabilirsiniz… Ama Büyük Türk Milleti, bu sonuncu
“Haçlı Seferi”ni de atlatıp, işbirlikçileri defettikten sonra,
bunların hesabını sorar ve gerek görürse AĞRI’nın ismini
KAZIM KARABEKİR olarak değiştirir….
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DOSYA
SYKES-PİCOT (KÜÇÜK ASYA)
ANTLAŞMASI Nesrin GÜNEL İÇAY
Ankara Yörükler Türkmenler
Derneği Başkanı
B
irinci Dünya Savaşı devam ederken, İngiltere ve
Fransa, Devlet-i Aliyye’nin topraklarını paylaşmak
üzere gizli bir anlaşma yaptılar. İngiltere adına
Mark Sykes’ın, Fransa adına ise George Picot’nun
imzalaması sebebiyle söz konusu anlaşma Sykes-Picot
Anlaşması olarak anılır.
1916’da imzalanan ve Rusya’nın da sonradan katıldığı
bu belgenin orijinal adı “Küçük Asya Anlaşması” dır.
Birinci Dünya Savaşı sona ermeden Osmanlı topraklarını
yağmalamak için ön protokoldür.
I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916’da Kut’ül
Ammare Kuşatması - Zaferi sonrasında İngiliz
kuvvetlerinin Osmanlı 6. Ordusu karşısında bozguna
uğramasından 17 gün sonra 16 Mayıs1916 tarihinde
İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye’nin
topraklarının paylaşılmasını öngören bu gizli antlaşmanın
etkileri günümüze kadar sürmüştür.
1915’te Arabistan Yarımadası’nı ele geçiren İngiltere,
Osmanlı’ya karşı ayaklanan Mekke’li Şerif Hüseyin’i
destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine
bağımlı bir Arap Devleti kuracaktı. Mekke Şerifi Hüseyin
ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komutanı Mc Mahon
arasında böyle bir antlaşma gizli olarak imzalanmıştır.
Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere’ye baskı
yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya’nın
onayı ile imzalanan “Küçük Asya Anlaşması’na” göre;
1. Rusya’ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile
Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı verilecektir.
2. Fransa’ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep,
Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul ile Suriye
kıyıları verilecektir.
3. İngiltere’ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile
Basra ve Güney Mezopotamya verilecektir.
4. Fransa ile İngiltere’nin elde ettiği topraklarda Arap
devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz
denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak,
5. İskenderun serbest liman olacak, (BU MADDEYE
DIKKAT !)
6. Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle
bir uluslararası yönetim kurulacaktır. (BU
MADDE ISRAIL DEMEK OLUYOR)
1917’de gerçekleşen Bolşevik Devrimi sırasında Lenin,
Çarlık döneminde imzalanan bu gizli anlaşmayı ifşa etti ve
Rusya “yağma protokolünden” çekildi.
İngiltere ve Fransa bazı değişiklikler yapmakla birlikte
göz koydukları topraklardan hiçbir zaman vazgeçmediler.
Nisan 1920’deki San Remo Konferansı’nda alınan kararlar
uyarınca, Suriye’de Fransa’nın, Irak’ta ise Britanya’nın
mandası altında yeni devletler kurulması, Musul’un
İngiltere’nin nüfuz alanına sokulması ve bu paylaşımın
Osmanlı Devleti’ne zorla kabul ettirilmesi kararlaştırıldı.
İngiltere Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra,
bölgede Kürt isyanları çıkartarak bu bölgenin Türkiye
Cumhuriyeti sınırlarına katılmasını önledi.
Sykes-Picot Anlaşması maddeleri Sevr Antlaşması (1920)
hükümleri arasında da yer aldı.
Sykes-Picot’dan San Remo’ya gelene kadar Orta Doğu
coğrafyasında İngiltere iki önemli hamle yaptı.
Birincisi; Büyük Arap Krallığı sözü verdiği Mekke Şerifi
Hüseyin’i Haziran 1916’da Devlet-i Aliyye’ye karşı
ayaklandırdı. Osmanlı ordusu bu ayaklanma sebebiyle
Filistin cephesinde büyük darbe aldı.
İkincisi; Dünya Siyonist Federasyonu Başkanı Baron
Rotschild’a Kasım 1917’de bir mektup gönderen
İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Filistin
topraklarında “Yahudiler için ulusal yurt kurulmasını,
majestelerinin hükümetinin desteklediğini” bildirdi. Bu
mektup gönderildiğinde, Filistin cephesine Britanya
ve Osmanlı kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar
yaşanmaktaydı.
Diğer taraftan, kendilerine söz verilene bir an önce
kavuşmak isteyen Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal 8 Mart
1920’de Şam’da Suriye Arap Krallığı’nı ilan etti. Kendisi
de kral olarak tahta oturdu. Fakat 1916’daki Sykes-Picot
anlaşması Suriye’nin, Fransa nüfuz alanı içinde olmasını
öngörmekteydi. Nisan 1920’de San Remo’da Britanya
ve Fransa, Suriye’nin geleceği konusunda görüş birliğine
vardılar. Fransız kuvvetleri 24 Temmuz’da Şam’a girdi.
Fransızlar sözde “kral” Faysal’ı Şam’dan kovdu. Bağdat’a
giden Faysal, İngiltere tarafından Ağustos 1921’de Irak
kralı ilan edildi.
Fransa, Suriye’yi tam anlamıyla paramparça ederek 6
devlet kurdu.Daha sonra bunların bir bölümünü Suriye
ile birleştirdi.Lübnan ise ayrı bir devlet haline geldi.
Sömürgecilerin altın kuralı ‘’böl ve yönet’’ ilkesi gereğince
Suriye’yi etnik ve mezhebi bölümlere ayıran Fransızlar,
yıllar sürecek düşmanlığın da tohumlarını ektiler.
11
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
DÜNYAYI KURTARACAK İLERİ
DEMOKRASİ SEÇİM SİSTEMİ
TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Dr. Bayram SELAM
Araştırmacı Yazar
S
iyasal partiler, özgür seçimler, temsilde adalet,
kuvvetler ayrılığı ve laiklik ilkesi demokratik
sistemlerin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokratik
sistemlerde siyasal partiler, savundukları düşünce ve
idealleri gerçekleştirmek için birbirleriyle yarışırlar.
Siyasal partiler, bunun için gerekli yetkiyi seçimler
yoluyla halktan almaya çalışırlar. Demokratik sistemlerde
yönetim yetkisinin, meşruiyetin temeli seçimlerdir. Çok
partili demokrasilerde genel seçimlerin amacı, belirli bir
süre için, bir yasama dönemi için hükümeti hangi partinin
kuracağını, yani hangi partinin iktidar olacağını, hangi
partilerin muhalefet olarak denetim görevini yapacağını
belirlemektir. Öyleyse seçim sistemi, demokratik yapının
sağlıklı işleyişi bakımından en önemli unsurudur.
Bizim ülkemizde yukarıda belirttiğim demokratik
sistemlerin vazgeçilmezleri ne kadar uygulanabilmekte
ve demokrasimiz ne kadar sağlam temellere oturmaktadır.
Öncelikle Türkiye’deki demokratik yapıyı daha iyi anlamak
için şunun altını çizmemiz gerek: ülkemize tüm demokratik
kazanımlar yukarıdan (yönetimlerden) gelmiştir. Yani
batıdaki gibi halkın uzun yıllar verdiği mücadeleler sonucu
elde ettiği bir şey değildir. Dolayısıyla demokratik sistemi
tam anlayıp özümsediğimiz söylenemez. Demokratik
sistemin temel taşları olan siyasal partiler, özgür seçimler,
temsilde adalet, kuvvetler ayrılığı ve laiklik verdiğimiz
değerde ortadadır. Bu değerlerin topluma gerekliliği, bizde
hala tartışma konusudur. Bu yüzden Türkiye’de 4 darbe
yaşanmış, ülke kaos içindeyken binlerce kişi ölmüştür.
Buradan çıkarmamız gereken ders şudur; tüm kanunlarınız
dünyanın en gelişmiş kanunları olarak yazılmış
olabilir ancak eğer sizin halkınız demokrasiyi anlayıp
özümsemediyse bunların pek geçerliliği yoktur. Bizim ana
amacımızın demokrasiyi sağlam temellere oturtup halkın
onu benimsemesini sağlamak ve bunun en önemli unsuru
da halkımızın eğitim seviyesinin yükseltilmesi olmalıdır.
Türkiye’nin mevcut seçim sistemine bir bakalım; 1982
Anayasasıyla Türkiye’de %10 barajı uygulanmaya
başlanmıştır ve diğer ülkelere göre oldukça yüksektir. Diğer
ülkelerde bu oran en fazla %5’tir. 2002 yılında yapılan
genel seçimde uygulanan %10 baraj sistemi ilginç sonuçlar
vermiştir. Rakamları yuvarlayarak veriyorum: Geçerli oy
sayısı :31 milyon 500 bin AKP’nin aldığı oy :10 milyon 848
bin-%34,43 CHP’nin aldığı oy : 6 milyon 114 bin-%19,41
Buna göre AKP: 365,CHP: 177 milletvekili çıkardı.
Söylenecek ilk şey şudur:
Her iki parti de, baraj olmasa idi bu sayıda milletvekili
çıkaramayacaktı.
12
Dolayısı ile hem iktidar hem de muhalefet, gerçek oranda
temsil edilmemektedir.
Yukarıdaki tabloya göre 14 milyon 500 bin kişinin oyları
boşa gitmiştir.
Bağımsızların oylarını ve milletvekili sayılarını bu hesaba
dâhil etsek bile sonuç pek değişmemektedir.
Sadece MHP ve DYP’nin toplam oy sayısı 5 milyon 600
bin ediyor.
Hele DYP % 9,54 ile meclise girememiştir.
Yani 0,46 oranına denk düşen sayı yok diye meclisin
temsil oranı bambaşka oluyor.
Boşa giden 14 milyon oyun, birkaç ülke nüfusuna eşit
olduğunu gözden kaçırmayalım.
Mikro düzeyde durumun daha da çarpıcı olduğu
görülmektedir.
Herhangi bir ilde X partisi oyların % 90’nını bile alsa
genel düzeyde barajı geçemediği için hiç milletvekili
çıkaramıyor.
Ama oyların sadece % 10’unu alan AKP ve CHP, o ilin
tüm milletvekili adaylarını meclise yolluyor1. Türkiye
1994 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir belediye
başkanlığını Refah Partisi sadece %27 oy alarak
kazanmıştır, ikinci tur olmadığından en çok oy alan parti
adayı belediye başkanı olarak seçilmektedir, oysa Ankara
seçmeninin %73 söz konusu adaya oy vermemiştir yanı
seçilen belediye başkanı ne kadar ve ne ölçüde Ankaralıları
temsil etmektedir? Ayrıca burada seçilen belediye
başkanının temsilde adalet ilkesine aykırı seçilmesi
nedeniyle hukuki tartışmaya açıkça maruz kalıyor.
Hangi siyasi görüşte olursanız olun, bu tabloya adil
diyebilir misiniz?
Türkiye’nin bu gidişatıyla gelişmiş batı demokrasilerini
yakalaması hatta onlara yaklaşması bile mümkün değildir.
(İMF) Uluslararası Para Fonu’nun 2010 verilerine göre
satınalma paritesini baz alırsak Türkiye’nin kişi başı
milli geliri 13.464 ABD dolarıyla dünyada 64. sıradadır
oysa 4. sırada bulunan Norveç’in kişi başı milli geliri
52.013 ABD dolarıdır. Aradaki gelir, eğitim ve demokrasi
tarihçesi açısından uçurum nedeniyle tam anlamıyla batı
demokrasisini ve refahını yaşamamız imkânsızdır. Yani,
eğer farklı bir şeyler yapmazsak bu durum uzun yıllar daha
böyle devam edecektir.
1 http://www.msxlabs.org/forum/siyasal-bilimler/25211turkiyede-secim-sistemleri.html#ixzz1dd2SWwyp
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Siyasal partiler, özgür seçimler, temsilde adalet, kuvvetler
ayrılığı ve laiklik ilkelerinin günümüz Türkiye’sinde
benimsenmesini sağlamak ve ekonomik refaha kavuşmak
amacıyla Türkiye’nin acilen İleri Demokrasi Seçim
Sistemine geçmesi gereklidir.
İleri Demokrasi Seçim Sisteminin temel amacı milletimizi
yüksek eğitim ve ahlak seviyesine sahip devlet adamlarının
Türkiye Büyük Millet Meclis’inde temsil etmesini
sağlamaktır. Bu büyük eksikliği gerçek bir örnek vererek
ifade etmek istiyorum 2007 yılında TBMM’de bulunan
550 milletvekili içinde yaklaşık 251 milletvekilinin
dokunulmazlık zırhı altında haklarında açılmış davalardan
geçici de olsa kurtulmuş görünüyorlardı. Ama bu durum
onların dolayısıyla bizleri temsil eden kişilerin ne kadar
güvenilir ve ne kadar ahlaki değerlere sahip olduklarını
göstermek için yeterlidir. Hepinizin bir ağızdan biz onları
seçmedik onları parti genel başkanları seçti dediğinizi
duyar gibiyim, kim seçerse seçsin önemli olan onların
TBMM’de oturup bizi temsil ettiklerini zannederek
yanlı, çıkarcı ve yanlış kararlar alıyor olmasıdır. Demek
mevcut seçim sistemi buna bariz bir şekilde müsaade
etmekte ve gerçek devlet adamlarınTBMM’e seçilmelerini
engellemektedir. Mevcut meclis yapısında devlet adamı
diyebileceğimiz kişilerin sayısı parmaklarımızın sayısını
geçmez. Demokrasinin temel ilkeleri olan özgür seçim ve
temsilde adalet böylece hiçe sayılarak uygulanmadığını
görmekteyiz.
İleri Demokrasi Seçim Sistemi demokrasinin olmazsa
olamazlarını: siyasal partiler, özgür seçimler, temsilde
adalet, kuvvetler ayrılığı ve laiklik ilkelerini maksimum
seviyede uygulayarak ülkemizin batı standartlarına hızla
yaklaşmasını sağlayacağına inanıyorum. İleri Demokrasi
Seçim Sistemi dar bölgede iki turlu seçimi öngörmektedir.
Türkiye’de 42 milyon kayıtlı seçmen (2009) ve 550
milletvekili sandalyesi bulunmaktadır. İlk olarak seçimlerin
illere göre değil ortalama bir milletvekiline düşen seçmen
sayısına göre yapılacağını belirtmek istiyorum. Neden
böyle, çünkü temsilde adaleti sağlamak için bu gerekli
mevcut seçim sistemi bu konuda çok adaletsiz bir
yapıya sahip. Örnek verecek olursak, 2002 seçimlerinde
milletvekili başına gereken oy sayısı ortalamada 57.000
iken, bu sayı Tunceli’de 21.000’e ve Bayburt’ta 19.000’e
düşmüştür. En yüksek gerekli oy ise 79.000 ile Balıkesir
ilimiz olmuştur. Bu düpedüz adaletsizlik ve eşit şekilde
vergi ödeyen vatandaşlarımızı kandırmaktan başka bir şey
değildir. Tunceli’de 21.000 seçmen (21.000 vergi ödeyen
vatandaş) 1 milletvekilini seçerken Balıkesir’de ise 79.000
seçmen (79000 vergi ödeyen vatandaş) 1 milletvekili
seçebiliyor, temsilde adalet ilkesi bunun neresindedir?
İleri Demokrasi Seçim Sistemi: 2009 yılı verilerine göre
ortalama bir milletvekiline 76 364 seçmen düşmektedir söz
konusuortalama seçmen sayısı seçim sırasında %5 oranda
Yüksek Seçim Kurulu tarafından coğrafi, nüfus bütünlüğü
ve diğer sebeplerden dolayı azaltılabilir ya da artırılabilir.
Türkiye’yi seçmen sayısına göre eşit olarak 550 seçim
bölgesine bölüyoruz. Bölgeler Yüksek Seçim Kurulu
tarafından bilgisayar yardımıyla rastgele seçileceklerdir.
Yani bir milletvekilini illere bağlı kalmadan bir coğrafi
bütünlükte bulunan ve bir birine yakın bölgede oturan
76.364 seçmen seçecektir. Ve milletvekili ili değil seçilmiş
olduğu bölgeyi temsil edecektir. Burada milletvekilinin ana
DOSYA
amacı, ülkeyi ileri götürmek olacaktır. İllere bağlı olsaydı
daha çok seçmenlerin günlük problemleriyle uğraşıyor
olacaktı. Ayrıca her bölgede iki turlu seçim olacaktır. Bu
durumda en yüksek oy alan iki aday söz konusu bölgede
ikinci tura kalacak ve ikinci turda %50+1 oy alan kazanmış
sayılacaktır. Eğer ilk turda adaylardan biri %50+1 oy alır
ise ikinci tura gerek kalmadan söz konusu aday kazanmış
sayılacaktır. Seçimlerin geçerli sayılması için söz konusu
bölgede kayıtlı seçmenlerin en az %50’sinin oy kullanmış
olması şartı aranacaktır.
Önerdiğimiz sistem Türkiye’de olmasa da bazı batı
ülkelerinde uygulanan normal seçim sistemlerine
benzemektedir. Ancak bu bile bizim siyasi partilerimizde
mevcut ömür boyu liderlik hastalığına son verecektir.
Gelelim bu sistemin asıl ayrıntısına; oylar sayılırken on
derecelik yeni bir derecelendirme sistemi uygulanacaktır.
1. dececede oy verecekler okuma-yazması olmayanlar.
2. derecede oy verecekler ilkokul terk edenler.
3. derecede oy verecekler ilk okul mezunları.
4. derecede oy verecekler orta okul mezunları.
(ilköğretim mezunları)
5. derecede oy verecekler lise mezunları
6. derecede oy verecek olanlariki yıllık yüksek okul
mezunları.
7. derecede oy verecek olanlar dört yıllık üniversite
mezunları.
8. derecede oy verecekler yüksek lisans yapanlar.
9. derecede oy vereceklerdoktora ünvanını alanlar.
10. derecede oy verecek olanlar doktora üstü ünvana
sahip olanlar. (Doçentlik ve Profesörlük)
Bu oy sistemine göre bir profesörün oyu on okumayazması olmayan seçmenin oyuna eşit olacaktır. Mesela
6. derecede oy kullanan üniversite mezununun oyu
altı okuma-yazması olmayan seçmenin oyuna eşit
olacaktır. Yanı üniversite mezunu kullandığı bir oy altı
oy olarak hesaplanacaktır. Böylece seçilecek milletvekili
daha yüksek eğitimli seçmenlerin oylarının etkisiyle
seçilecektir. Milletvekili seviyesi yükselecek ve artık
partiler kolayca seçmenleri kandıramayacak ve hesap
vereceklerdir. Ayrıca artık seçim öncesi partiler dağdaki
çobanın peşinden değil üniversite öğrencisinin peşinden
koşturacaklardır. Türk toplumu eğitime daha fazla önem
verecektir ve daha eğitimli toplum olmak için büyük
atılım yapacaktır. Bu derecelendirme sistemini kurmak
için Yüksek Seçim Kurulunun her seçimlerden bir yıl
önce belirleyeceği ve geçerli diplomalara göre seçmen
derecelendirmesi yapacaktır. Seçmenler ellerinde bulunan
son tarihli diplomalarını sunmalıdırlar.
Bu sisteme göre düşük eğitim almış olan seçmenler için
dezavantaj gibi görülebilir ancak gerçek böyle değil, en çok
bu sistemden yararlanacak olanlar onlar olacaklardır çünkü
onların çıkarlarını artık en iyiler korumuş olacaklardır.
Bu sistem ülkemizin tüm seçimleri için uygulanmalıdır.
Bu durum şuna benzemektedir: Karnımız ağrıdığında hiç
düşünmeden doktora başvururuz. Peki, neden bu durumda
araba tamircisine başvurmuyoruz? Çünkü sadece doktorun
bu konuyu iyi bildiğini ve sadece onun bu durumda bize
13
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
yardım edebileceğini biliriz. Bu sistemde de işini en iyi
bileni seçme olasılığımızı yükseltmiş olacağız.
Kuranı
Kerim,
Zümer
Süresi
9.
Ayet
(Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur
mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla
düşünür.
Üç Kişiye Acı; Cahiller Arasındaki Alime, Zenginken
Fakir Düşene, Hatırlı iken itibarını Kaybedene. Şeyh
Edebali
Eğitim durumuna göre (2009) Türkiye’de en çok ilkokul
mezunu bulunuyor. 18 milyon 204 bin kişi ilkokul mezunu
olarak kayıtlara geçerken, bunu 13 milyon 491 kişiyle
okuma yazma bilmesine rağmen okul bitirmeyenler izliyor.
2 milyon 738 bin kişi ortaokul mezunu, 7 milyon 430 bin
ilköğretim mezunu olduğunu beyan ederken, lise mezunu
sayısı 10 milyon 284 olarak tespit edildi. Yüksekokul veya
fakülte mezunu sayısı 4 milyon 290 bin, yüksek lisans
yapan kişi sayısı 279 bin olarak kayıtlara geçti. Doktora
yapanların sayısı 79 binden kaldı. Profesör sayısı ise sadece
14 bin civarında yani seçmen oranında çok düşük bir
yüzde(%0.3) oluşturmaktadır1. Rakamlardan anlaşılacağı
gibi master yapanlar, doktora yapanlar, doçent ve
profesör ünvanı alanların toplamı seçmenlerin %1’ne bile
ulaşamıyor yanı 7. 8. 9. ve 10. dereceden oy vereceklerin
toplam oranı seçmenlerin %1 altındadır. Dolayısıyla bu
derecelere sahip olanların daha çok sembolik bir anlam ve
toplumumuzu eğitime teşvik amacı taşımaktadır.
Dünya’da toplumlar üçe ayrılır; 1.Teknoloji üreten ve
onu çok iyi kullanabilen toplumlar (Kuzey Amerika, Batı
Avrupa, Japonya) gibi ülkeler. 2. Teknolojiyi kısmen üreten
ve üretilmiş teknolojileri çok iyi kullanabilen toplumlar
(Rusya, Çin, Brezilya, Türkiye, Hindistan) gibi ülkeler. 3.
Teknoloji üretemeyen ve mevcut teknolojileri kullanmayı
beceremeyen toplumlar (Afrika ve Arap ülkeleri). İleri
Demokrasi Seçim Sistemi Türkiye’nin teknoloji üreten ve
onu çok iyi kullanabilen ülkeler kategorisine hızlı bir geçiş
yapmasının temel unsuru olacaktır. Bu seçim sistemine
karşı çıkacak olanlar, öncelikle kendilerinin yüksek
eğitim ve teknolojiye karşı çıktıklarının farkında olmaları
gerek. Bu seçim sistemine geçildiğinde daha ilk seçimler
sonrasında pozitif ve etkili sonuçlarını hemen net ve açık
bir şekilde görebileceğiz.
1 http://www.egitimhane.com/turkiyede-kac-kisi-okuma-yazmabilmiyor-k71227-0.html
25. SAYI
2014
CEZAYİR
TÜRKLERİ
Av. Ali ÖZTÜRKMEN
Araştırmacı Yazar
Cezayir uyruklu Türk kökenli azınlıktır. Osmanlı
döneminde bazı Türk asker ve yöneticileri aileleri ile
birlikte bölgeye gelip buralarda siyasi ve ekonomik
hayata egemen oldular. Bunun sonucunda Cezayir’deki
demografik yapı değişime uğradı, Osmanlı fetihleri
sonucunda Haçlılardan kurtarılan Kuzey Afrika’ya
Anadolu’dan Türklerin göçü başladı ( Kuzeyı Afrikanın
yerlı Halkı Emezikların yanısıra İslam Fethi ile Araplar
taşınmaları). Zamanla Cezayir’de bir Türk topluluğu
oluşmaya başladı.(Zaman zaman Anadolu’dan gelen
Cezayir’deki Türklerin sayısı 15–20 bini buluyordu).
Bu Türkler Cezayir’e Türk adet, gelenek, kültür, giyim
ve yemeklerini taşıdılar ve ekonomik, sosyal ve kültürel
hayata katkı sağladılar
Bu Türk topluluğundan Türkçe yazan nice edebiyatçı ve
şair çıktı. Bu vesileyle gündelik yaşama hala kullanılan
Türkçe sözcükler girdi. Bu topluluğa kimi zaman
karaoğlu adı verildi. Karaoğlu genellikle annesi yerli,
babası Türk ( Osmanlı) olanlara veriliyordu. Bu husus
Osmanlı kayıtlarına da geçiriliyordu.
Osmanlı Türk deryalar prensi Barbaros Hayrettin
Osmanlı Cezayir’inin kurucusu sayılır. Osmanlı
Bana insan üstü bir doğuş yüklemeye
kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek
olağanüstülük Türk olarak dünyaya
gelmemdir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Başkent Cezayir’in Kasaba Semtinde Bulunan Türk Mimarisi
14
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DOSYA
Başkent Cezayir’de Bulunan Keçi Ovası Cami
Cezayir’in kuruluşu 16. yüzyılın başlarında Fas’taki
Osmanlı beylerbeyinin kuruluşuyla doğrudan ilişkilidir.
Kuzey Afrika’daki İslam ülkeleri parçalanmakla
karşı karşıyaydı. Bu durumdan ötürü Cezayirliler
kentlerinin zaman zaman şehirlere saldırıp yağmalayan
İspanya korsanlarının istilasına uğramasından endişe
ediyorlardı. Dolayısıyla Osmanlı Devletinden yardım
istediler. Bunun üzerine Akdeniz’deki
Haçlı korsanlara karşı koymak için Osmanlı Deniz
Kuvvetleri bölgeye Osmanlı korsanlarını gönderdi.
Bölgeye gönderilen deniz gücünün başında Oruç Reis
ile kardeşi Barbaros Hayrettin vardı. O dönemde kuzey
Afrika sahilleri Haçlı korsanlarının egemenliğindeydi.
Ancak Osmanlı deniz güçleri bu korsanlara karşı
kahramanlık destanları yazdı. İspanya korsanlarıyla
Tilimsan bölgesindeki çatışmalarda kahraman Oruç Reis
ve kardeşi İshak 1518 yılında şehit düştüler.48 yaşında
şehit olan Oruç Reis’in kellesi bal dolusu bir paket içinde
İspanya kralına gönderildi, naşı ise başkent Cezayir’in
Kasaba bölgesindeki Sidi Abdurrahman camiinde
defnedildi. Oruç Reis sadece sağ eliyle savaşıyordu
zira sol elini Becaye kuşatmasında kaybetmişti.
Cezayir’in Burc Bu Ariric vilayetinin adı Oruç Reisin
adından alınmıştır. Bu vilayette Osmanlılar hüküm
sürmüş ve çevredeki bölgeleri katarak topraklarını
genişletmişlerdir. Sultan Birinci Selim döneminde
(1512 – 1520) Cezayir beylerbeyliğine Hayrettin Paşa
getirildi. O sırada Sultan I.Selim Osmanlının Kuzey
Afrika’da yeni kurulan ve başkenti Cezayir olan
bu vilayetine 2000 yeniçeri askeri ve 4000 gönüllü
asker gönderdi. Cezayir’e özellikle Anadolu’dan
gelen Türkler kendilerine ‘yoldaş’ adı veriyorlardı.
Yerli anneden doğan Türklere ve Osmanlı ordusunda
çalışanlara ‘ kuloğlu’ adı veriliyordu. Bu Türkler
Cezayir’de özellikle ekonomik olarak büyük güce ve
örgütsel tecrübeye sahiplerdi. Öyle ki Emir Abdulkadir
onları kendisine rakip bir güç olarak görüyordu. Bu
yüzden onlar zulme uğratıldı ve ülkenin batısına sürgün
edildiler.
CEZAYİR’DE Kİ TÜRK NÜFUSU:
Fransa Büyükelçiliği verilerine göre Cezayir Türklerinin
sayısı yaklaşık 2 milyondur. Sabri Hamzetli’nin 1953
yılında verdiği bilgiye göre Türk asıllılar Cezayir
nüfusunun %25’ini oluşturuyorlardı. Ancak Oxford
Üniversitesinin 2008 tarihli raporuna göre Türk
kökenliler Cezayir toplam nüfusunun %5’ten fazlasını
oluşturuyorlardı. 2006 yılında Cezayir’in nüfusu 34,8
milyon kişiydi, buna göre Türk asıllıların sayısı yaklaşık
1.740.000 oluyordu. 2007 yılında Zaman gazetesinde
yayınlanan bir makaleye göre Türkler 33,3 milyon
olan Cezayir nüfusunun %10’unu oluşturmakta yani
sayıları 3.300.000 kişiyi bulmaktaydı. Cezayir Milli
15
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Osmanlı Kalesi – Telmisan Şehri İstatistik Bürosunun 2012 yılı verilerine göre Cezayir’in
nüfusu 37,1 milyon kişidir. Bütün bu rakamları
karşılaştırdığımızda Cezayirli Türklerin sayısının 3
milyondan az olmadığını söyleyebiliriz.
TÜRK KÖKENLİ BAZI CEZAYİRLİ AİLELER:
Türk kökenli Cezayirli aileler Cezayir devletine
bağlılıkları ve sadakatleriyle bilinirler. Bu aileler Türk ve
vatansever oldukları için diğer Cezayir vatandaşlarından
daha fazla zulüm, ölüm ve sürgüne maruz kalmışlardır.
Ayrıca binlerce şehit vermişlerdir.
Türkler Tilimsan ve Medea şehirlerinde çoğunluğu
oluşturuyorlardı, ancak cani Fransız sömürgecilerin
soykırımına maruz kalmışlardır. Buna kanıt olarak
Demirci ailesini örnek verebiliriz. Bu aile 45 değerli
üyesini şehit vermiştir.
ŞEHİRLERE GÖRE TÜRK AİLELERİ:
MEDEA ŞEHRİ:
İstanbullu/ Atçı / İskender / Barbar / Paşa / Bin deli
Brahım / Bin Demirci / Bin Ruveysi /
Bin Rakaba / Başın / Bin Türkiye / Bin Zemberli / Bin
Şeneb / Bin Kıyar / Bin Hacı / Bin Kalı
/ Bin Harfi/ Boşnak / Bukalkal / Bu kundakcı / bakalım
/ Çelebi / Türkmani / Çakır / Cambaz
/ Çakmakçı / Küçük/ Çiko/ Tekdenti / Hantaplı / Hasan
Bay / Hava / Hazneci / Halil Şerefi/ Hocat Kasaba/ Hali
/ Hoca / Hoca Elfehm / Hocabaş / Deli / Deli Ahmet /
Demirci / Doh / Reztan / Devacı veya Deveci / Ruveys /
Zedmiye / Zemir / Zemirli / Zemirlin/ Zemirni / Zeybek
/ Seferboni / Salama / Çandarlı / Çavuş / Sarı / Sarı
Ahmet / Sabuncu / Safar / Safar Çavuş / Safar Zeytin /
Taşkentli / Tasist / Tabbal / Topal/ Topal Sagir / Topalin
/ Alim / Abbas Turki / Alcı / Ali Ağa / Ali Turki/ Ali
Hoca / Askeri / Ayvaz / Garnazti / Fadmacı / Kundakçı /
Kara / Kara Birno / Kara Hasan / Koca / Kıyar / Kasağlı
/ Kasir / Kahveci / Kacı / Kırmızılı / Karyetli / Gedik /
Karadağlı / Kalaş / Mami / Mansur Hoca / Mahur Paşa
16
25. SAYI
2014
Osmanlı Kalesi – Wahran Şehri
/ Nabi / Wilid Çakmakçı / Wilid Hava / Wilid Dali /
Wilid Ruveys / Yarkı / Berber.
TİLMİSAN ŞEHRİ:
Ebi Ayyad / Hisar / Bin Yels / Bin Abacı / Balı / Briksi
/ Briksi Rakik / Briksi Nakasa / Bitsek
/ Bin Veyis / Türkmen / Treki / Salacı / Kavar / Kahveci
/ Kors / Kadı Evvel / Kadı Sani .
KALSAHİL ŞEHRİ, SKEKDA VİLAYET İ:
İstanbullu / Bin Osman / Bin Hoca / Bekiri / Belidi /
Tiriki / Halil / Hoca / Çavuş.
TEBSE ŞEHRİ:
Osmanlı / Hazerli / Tatar / Koç / Ahmet Çavuş / Bostancı
/ Mazgalcı.
MASGANİ M:
Bin Aleva / Paşa / Kara / Bin Yahya.
AİNDEFLE :
Kirididaş
BUFARİK:
İstanbullu / Bin Kutubi / Bahe / Bufir / Safta / Kahya .
CİCEL :
Turki / Kazan / Dernalı / Kisirli .
ZAMMURA - BURCBU ARİRİC:
Bu şehrin nüfusunun çoğunluğu Türk kökenlilerden
oluşmaktadır.
BAŞKENT CEZAYİR:
Ağa / Bihacar / Arslan / Baba / Bualam/ Binosman /
Beznice/ Bey/ Bölükbaşı/ Bostancı/ Bakalı / Binvaklil /
Baştarzcı/ Binkayar/ Başiri / Papazyan/ Bucakçı/ Teziri/
Türkmen/ Hamdi Paşa/ Çolak/ Cafer Hoca/ Çavuş /
Hazineci/ Hazurli / Domacı/ Zurnacı/ Sabuncu/ orucu/
Antepli/ Ali Karabağlı / Ali Hoca / Kara Ali/ Kara /
Kara Mustafa/ Köroğlu/ Mahur Paşa/ Mekki/ Muhtari /
Avcı / Vakalil vs…
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
CEZAYİR
COĞRAFYASINDA
TÜRKLERİN
BULUNDUĞU YERLER:
Cezayir’deki Türk azınlığı büyük şehirlerde yaşar. Genel
olarak Bütün Cezayir coğrafyasıda belirgin varlık göstermişlerdir ve Medea ile Telmisan şehirlerinin nüfusunun
çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Ancak düşman Fransızlar Türklerin büyük bir kısmına soykırım uyguladılar bir
kısmını da göçe zorladılar. Buna rağmen halen Medea,
Telmisan, başkent Cezayir’in Kasaba bölgesi, Beleda ve
Kasantina şehirlerinde birçok Türk ailesi bulunmaktadır.
Ayrıca Türk egemenliğinin uzun sürdüğü Baskara, Samura
Wahran, Kabileler bölgesi ve Wadi Zeytun bölgelerinde de
Türk kökenliler bulunmaktadır.
DOSYA
da bir şehir vardır. Vahran vilayetinde de aynı adı taşıyan bir şehir vardır.
• Denizci mücahit ve Oruç Reis’in kardeşi İshak’ın türbesi Beniyeznasın’daki Cebel Beni Musa bölgesinde
bulunduğu söylenmektedir.
• Burc Bu Ariric vilayeti ve şehri, adını Türk mücahit
şehit Oruç Reis’in adından almıştır.
Cezayir Türklerinin Bayrağı
FRANSIZ İŞGALİNE KARŞI YAPILAN CEZAYİR
DEVRİMLERİNDE TÜRKLERİN ROLÜ:
Cezayir devrimlerinin başlangıcında Cezayir’in Osmanlı
İslam Hilafetine bağlılığı sürmekteydi. Türkler Cezayirli
kardeşleriyle beraber Fransız işgaline karşı direniş gösterdiler. Türklerin birçok lider ve komutanı vardı. Bu lider ve
komutanların bazıları şehit düşmüştür. Örneğin Doğu bölgesindeki devrim lideri – Türk istihbarat subaylarından Salah Bey Fransızlarca idam edilerek şehit oldu. Oysa Batı
bölgesindeki devrimin lideri Emir Abdulkadir Fransızlara
teslim olup devrimden vazgeçti ve Suriye’ye sürgün edildi.
Bir diğer Türk şehit de Ahmet Bey Kasantina’dır.
• Cezayirli Türkler Birliği
• El-buveyre vilayetinde Ayın Ettürk (Türk Pınarı) adın-
Jicil Şehrinde Oruç Reyısın Gemsının Temsili
KAYNAKLAR:
• ‘‘Kuzey Afrika’daki Osmanlı Türkler’’ kitabı
• Osmanlı arşivinde bulunan bazı makale ve araştırmalar
• Cezayir’de bulunduğum süre içerside yaptığım saha
araştırmaları
Oruç Reis’in Kabri Bulunan Başkent Cezayir Kasaba Bölgesindeki Seyid Abdurrahman Mescidi
17
DEĞERLERİMİZ
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
ANADOLU’NUN KAPISI, TÜRKİYE’NİN
TAPUSU: AHLAT
İlhami NALBANTOĞLU
Ahlat Kültür Sanat ve
Çevre Vakfı Başkanı
T
arihçiler tarafından “Oğuz Taifesi Şehri” diye
adlandırılan ve Ortaçağ Türk İslam dünyasının en
önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olan
Ahlat, bu özelliğinden dolayı “”Kubbe-tül İslam adı ile
de anılmıştır.
Bugün ise geçmişteki bu parlak döneminden dolayı
Türkiye’nin “Tapu Senedi” olarak tanımlanan Ahlat,
dünü günümüze bağlayan bir köprü görevi görmektedir.
Ahlat, Doğu Anadolu’da Van Gölü’nün kuzeybatı
kıyısında Bitlis İli’ne bağlı 25.000 nüfuslu tarihi bir kenttir.
Yüzölçümü 1044 km. karedir. Eski adı Hilat olan Ahlat’ın
eski kent merkezi, 4,5 km. eninde, 11 km. boyunda,
yaklaşık 49,5 km. karelik bir alan üzerinde kurulmuş 9
mahalleden oluşmaktadır.
Roma, Med, Pers, Bizans gibi devletlerin hakimiyetinin
yaşandığı, İslamiyet’in doğuşunu takip eden yıllarda bu
dini yaymak için at koşturan Müslümanların fethetmek
için kan döktüğü Ahlat, 1071 yılında büyük kumandan
Alparslan’ın Bizanslıları bozguna uğratmasıyla, Türklerin
Anadolu’yu yurt edinmelerinde çok önemli rol oynamıştır.
Alparslan, Anadolu kapılarını Türklere açarken savaşa
Ahlat’ta hazırlanmış, Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışmalar
Ahlat’ın kuzey sırtlarındaki Sütey Yaylası mevkiinde
başlamıştır. Büyük kumandan Alparslan, burada Cuma
namazını kılmış, atının kuyruğunu bağlanmış, ordusunun
moral ve motivasyonunu sağladığı etkili konuşmasını
yapıp düşman üzerine yürümüştür.
Türklerin Anadolu’ya ilk geldikleri yıllardan itibaren sürekli
yurt edindikleri bu merkezde Roma ve Bizans dönemleri
de dahil olmak üzere her dönemden kalma değişik tarihi
kalıntılara rastlanmaktadır. Bu kalıntılardan en önemlileri
kuşkusuz Müslüman Türklere ait olanlarıdır. Ahlat’ta
değişik zamanlarda üç ayrı kale inşa edilmiştir. Birinci ve
ikinci kalelerin kalıntıları dururken, üçüncü ve sonuncu
kale, bütün ihtişamıyla günümüze dek ayakta kalmayı
başarmıştır. Van Gölü’nün hemen kıyısında yapılmış olan
bu kalenin yapımına Kanuni Sultan Süleyman zamanında
başlanmış olup II. Selim zamanında bitirilmiştir.(1568)
Kalenin yapımında büyük sanatkar Mimar Sinan ve Zal
Paşa’nın görevlendirildikleri belirtilmektedir. Kale, iç ve
dış kale olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Kalenin
içinde İskender Paşa ve Kadı Mahmut adlarında iki büyük
cami vardır. İskender Paşa Camii (1564-1565) yıllarında,
Kadı Mahmut Camii ise (1584-1597) yılları arasında
tamamen Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilmişlerdir.
18
Ahlat’taki kümbetlerin en büyüğü Usta Şakirt Kümbeti’dir.
Kare biçimli bir kaide üzerinde yükselen bu kümbetin
tezyini, işleme ve dekorasyonu son derece göz alıcıdır.
1275 tarihinde yapılan Mahmut oğlu Hasan Aka Kümbeti
şekil bakımından aynı özelliği taşımaktadır. Bunlardan
başka Boğatay Aka Kümbeti 1281, Hüseyin Timur
Kümbeti 1279, Mimar Kasım tarafından yapılan ve mevcut
kümbetler içinde en zengin bezemeleriyle dikkatleri çeken
Erzen Hatun Kümbeti 1377, Türk türbe mimarisinin
en güzel örneklerinden biri olan ve gövdesindeki kısa
sütunlarıyla hareketli bir görünüme sahip olan Emir
Bayındır Kümbeti 1481, özek şekliyle diğerlerinden farklı
bir yapıya sahip olan kümbet mimarisinin çeşitlemesi
konusunda iyi bir örnek teşkil eden Emir Ali Kümbeti
en önemli örneklerdendir. Bunlardan başka değişik adlar
verilen, bazılarının adı ve yapıldığı tarih bilinmeyen
15’den fazla kümbet daha vardır Ahlat’ta.
Çevreye mistik bir görünüm ve eşsiz bir manzara veren
bu kümbetlerin dışında, üzerlerinde ejder kabartmaları,
geometrik ve bitkisel bezemeler bulunan, ait olduğu
kişinin şahsiyeti ile ilgili bilgiler içeren, boyları 4 metreyi
aşan binlerce mezar taşının bulunduğu mezarlıklar da
vardır Ahlat’ta.
Bu mezarlıklardan en önemlisi ve en büyüğü Meydanlık
Mezarlığı’dır. Bu mezarlıkta mezar taşlarından başka,
mezar yapıları olduğu anlaşılan ve halk tarafından
“akıt” adı verilen mezar odaları mevcuttur. Kümbetlerin
mumyalık kısımlarını anımsatan ve çoğu toprak altında
olan bu yapılar “Tümülüs” mezarlarını andırmaktadırlar.
Mezar taşlarının çoğunun üzerinde “Bütün nefisler ölümü
tadıcıdır.” ibaresi yer almaktadır. Bazılarında ise büyük
ozan Yunus Emre’den deyişler bulunmaktadır.
“Yeryüzünde geze idim
Uğradım mirkatlar yatur
Kimi ulu kimi kiçi
Kimi yiğit kimi koca
Kimi vezir kimi hoca
Ançılayın çoklar yatur.”
Bu dizelerden KocaYunus’un Ahlat’ta da bulunduğu
anlaşılmaktadır.
Bunların dışında Bayındır Köprüsü ve darphane olduğu
anlaşılan yapının kalıntıları, 13. yy da dünyanın en büyük
camilerinden biri olduğu anlaşılan “Ulu Camii”nin kalıntıları,
“Taşdirek” olarak adlandırılan “Bayındır Padişah”ın yazlık
köşkü olduğu belirlenen yapının kalıntıları, “çifte hamam”
Ahlat’ta bulunan eserlerden bazılarıdır.
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Ahlat’taki tarihi dokunun bu derece tahribata uğramasının
bir başka nedeni de burasının deprem kuşağı üzerinde
bulunmasıdır. Çeşitli zamanlarda meydana gelen şiddetli
depremler, bu eserlerin büyük bir kısmını yerle bir etmiştir.
Hatta bir keresinde meydana gelen büyük bir deprem
sonrası binlerce kişi yaşamını yitirmiş, birçok eser yıkılmış
bunun üzerine depremlerden bunalan 12.000 ailenin
Kahire’ye göç ettiği, halen burada “Ahlat Mahallesi”
olarak bilinen bir semtin olduğu bilinmektedir. Buradan
hareketle Ahlat’ın nüfusunun 300.000 civarında olduğu,
dönem itibariyle dünyanın en büyük kentleri arasında yer
aldığı anlaşılmaktadır.
Ahlat, günümüzde tarihi geçmişi ile geleceğe ışık tutan,
doğal ve turistik güzelliğiyle özellikle son yıllarda
“Doğu’nun Bodrum’u” olarak tanımlanan bir kent haline
gelmiştir.
Bu özellikleriyle geçmişte başta “Kubbet-ül İslam” olmak
üzere “Ata Yadigarı Şehir”, “Oğuz Taifesi Şehri”,
“Kadim Şehir”, “Tapu Senedimiz”, “Anadolu’da
Türk Mührü” “Doğu’nun Bodrum’u” gibi isimlerle
taltif edilen Ahlat, “Anadolu’nun Kapısı, Türkiye’nin
Tapusu” tanımlamasını da yukarıda sayılan diğer
unvanları gibi fazlasıyla hak etmektedir.
Bu sebeple bu değerleri bünyesinde barındıran Ahlat’ın
daha fazla yıpranmaması için onu daha iyi bir biçimde
korumanın en başta gelen görevlerimizden biri olduğunu
asla unutmamamız gerekmektedir.
“50 kere söyledim odun kafalılara,
kendine has dili olanlara
MİLLET DENİR!!!
Sonu, lı, li ile bitenler belirsizdir. Amerikalı, Kanadalı,
Perulu, Pakistanlı, Avusturalyalı, Arjantinli, Şilili, Yeni
Zelandalı, İsviçreli diyebilirsiniz.
Çünkü, bunların kendilerine has dilleri yoktur.
Almana Almanyalı, Fransız’a Fransalı, İtalyana, İtalyalı,
İngiliz’e İngiltereli, Rus’a Rusyalı, Japon’a Japonyalı
diyemezsiniz. Aynı Türk’e Türkiyeli diyemediğiniz
gibi”!!!
Prof. Dr. İlber ORTAYLI
DOSYA
SÜRGÜNÜN 70. YILINDA
AHISKA TÜRKLERİ
Nilüfer MUTLU
Araştırmacı Yazar
14-16 Kasım 1944’te Gürcistan’ın, tarihte Ahıska olarak
bilinen ve Türkiye sınırında bulunan Türk nüfusun Stalin
rejimi tarafından savaş ortamından yaralanarak Orta
Asya’ya sürülmesi sonucunda ortaya çıkan etnik, politik
ve hukuksal, sosyal ve demografik problemler Ahıska
Türkleri sorununu oluşturmaktadır. Hemen belirtelim
ki Osmanlı dönemindeki Ahıska eyaletinin çoğu kısmı
Artvin, Ardahan, Kars ve Erzurum’un bazı ilçeleri de dahil
olmak üzere bugün Türkiye arazisindedir. Mesele şu ki
1829 Edrine Muahedesi uyarınca Osmanlı devleti Ahıska
eyaletinin 29 sancağından sadece 10 sancağını Ahıska
kenti dahil olmak üzere tazminat şeklinde Rusya’ya
bırakmıştır. Gürcü ve Hıristiyan kaynaklarında Meskhetiya
diye geçen Ahıska bölgesi 1578’de Lala Mustafa Paşa
kumandasındaki Osmanlı ordusunun Çıldır ovasında
Safevi İran kuvvetlerini yenmesi sonucunda Osmanlı
idaresine katılmış ve 1594’te mufassal tahriri yapılmıştır.
Yani bu araziyi Osmanlılar Gürcistan’la savaşarak değil,
İran’la savaşarak fethetmişlerdi.
Ahıska şehri, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan
ilimize sınır teşkil eden, Gürcistan toprakları içinde yer
alan, çok eski bir Türklük yurdunun merkezidir.
Tarihi coğrafya bağlamında Ahıska bölgesi Yukarı Kura
ve Çoruh akarsuları arasındaki arazileri kapsamaktadır.
Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız
gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200’e kadar köyü
vardır.
Ahıska, Türkiye sınırına 15 km. mesafede bulunmaktadır.
Posof çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu
ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca batıda
Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu,
Ahıska’yı doğudan Tiflis’e bağlar. Ahıska topraklarının en
önemli akarsuyu, Kür ırmağıdır. Batıdan gelip Ahıska’ya
ulaşmadan birleşen Posof ve Adigön çayları, şehrin
doğusunda Kür ırmağına karışır ve hazar Denizi’ne doğru
akarlar. Yer yer düzlükler görülmekle beraber dalgalı
bir yapıya sahip olan Ahıska toprakları, sulak ve tarıma
elverişlidir. Posof’ta olduğu gibi buralarda da yaylacılık
geleneği vardı. Ormanlık tepelerin aralarındaki yüksek ve
bol otlu vadilerde hayvancılık yapılırdı.
Ahıska, Türkiye’mizin Kuzeydoğusunda Kura nehri
şeridinde Kars, Batum, Tiflis üçgeni ortasındadır. İlçelerimizden en yakın Posof’dur. Gürcistan’ın
Mesketya bölgesidir. Zaman zaman “Misket yahut
Mesket Türkleri “diye anılmalarının nedeni de budur.
19
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Dede Korkut kitabında “Ak-Sıka “ (Ak Kale), 481 yılında
“Aksega” adıyla anılan Eski Oğuzlar beldesi olan Ahıska,
Ak Kale (Yeni Kale) anlamına gelmektedir.
Ahıska’nın yukarıları Kafkasya’ dır. Miladi 700 tarihlerinde
Hazarlar ülkesi olarak biliniyordu. Bu devlet henüz
Müslüman olmamıştı. Hz. Ömer’den beri devam eden
İslam-Hazar Mücadeleleri miladi 737 de son bulmuştur.
Ahıska 1068 yılında sultan Alparslan tarafından Selçuklu
ülkesine katıldı.
1578-1828 tam 250 sene Osmanlı Eyaleti olan kilit
noktamız Rusların eline düşüyor. 29 Eylül 1829’de Ahıska
düştü.
Hakikaten Ahıska’nın Rusların eline geçmesinden sonra
bir halk şairinin şöyle ah etmesi çok şanlıdır.
Ahıska gül idi gitti
Bir ehli dil idi gitti
Söyleyin sultan Mahmut’a
İstanbul’un kilidi gitti Gerçekten de Ruslar Ahıska’yı alınca, Osmanlı
topraklarında İstanbul’a doğru çok kısa zamanda 500
km’lik yol kat etmeleri Ahıska’nın bir kilit olduğunu
gösteriyor.
Osmanlı devleti 1. Dünya Savaşına girerken sadece Ahıska
değil bütün Kars, Ardahan ve Artvin’in bir kısmı, hatta
Doğubayazıt bile Rusya idaresindeydi.
‘1917’de Ekim İhtilalinden sonra savaştan çekilen
Sovyet Rusya, Artvin, Ardahan ve Kars’ın arazilerini
şimdiki Gürcistan ve Ermenistan sınırıyla örtüşmek
üzere Türkiye’ye iade etmiş, Ancak Ahıska Sovyetlere
kalmıştır.’ Birinci Cihan Savaşı (1914-1918) hem
dünya hem de Ahıska Türkleri açısından çok talihsiz ve
acımasız bir dönemdir. Tarihçiler her nedense biz Ahıska
Türklerine bu dönemde, Gürcü ve Ermeniler tarafından
yapılan insanlık dışı mezalimden hiç bahsetmemişlerdir.
Adeta bölgede Türk varlığına son vermeyi tasarlayan
Hıristiyan İş birlikçiler Ahıska’da binlerce Türk köylüsünü
katletmişlerdir. Bu mezalim Azerbaycan halkını ayağa
kaldırmıştır. Ah ne çare olan olmuştur. Bakü’deki heyetin
arasında milli şair Ahmet Cevat da varmış. Bu acı durum
şairi de etkilemiş bakın ne diyor:
Karların üstünde mazlumlar kanı
Ölenler çok, fakat mezarlar hani
Ayaklar altında şefkati şanı
Kalanları görüp feryada geldim
Zor yıllar ve sürgün
Çarlık Rusyası dönemindeki baskı ve zulümler Sovyet
Gürcüstan’ı döneminde de devam etti. Bizler hem Rus,
hem de Gürcü mezalimi ile karşı karşıya kaldık. Türk
ve müslüman yaşamının bedeli ağırlaşmaya başladı. Bu
baskı, Stalin zamanında en yüksek noktaya çıktı. Önde
gelen aydınlarımız çeşitli düzmece suçlarla tutuklanıp ya
öldürüldüler ya da sürüldüler.
Bu yıllar aynı zamanda Gürcü şovenizminin azgınlaştığı
bir zamandı. Birçok Türk’ün soyadı değiştirildi: Paşaoğlu
20
25. SAYI
2014
Paşaladze, Alioğlu Alidze, Dadaşoğlu Dadaşidze…
1938 Soyvet anayasasının kabulunden sonra biz
Ahıskalıların bir kısmını Azerbaycan milleti diye yazdılar.
Aynı yıl Ahıska ve çevresinde sınır koruması adı altında
on binlerce asker yerleştirildi. Bu, yakında çıkabilecek
Türk-Sovyet savaşının hazırlıklarıymış!
İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar askere alınmayan
biz Ahıska Türkleri, savaş başlayınca askere alınmaya
başlandık. 40.000 civarında insan, Almanlarla savaşmak
üzere silâhaltına alınarak cepheye gönderildik. Geride
kalan kadınlar ve yaşlıları da, Ahıska-Borcom demiryolu
inşaatında çalıştırıldık. Bu hat 1944 Ekiminde tamamlandı.
Bizler, kendimizi vatana hasret bırakacak trenlerin yolunu,
kendi ellerimizle yapmıştık!
15 Kasım 1944 tarihi, yalnız Türk tarihinin değil,
insanlık tarihinin de kara sayfasıdır. Zira bu tarih, bir kış
gecesi 200’den fazla köy ve kasabada yaşayan binlerce
insan, birkaç saat içinde ocağından sökülerek yük ve
hayvan vagonlarında, Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan
ve Özbekistan’a sürüldük. Sürgün edilenlerin birçoğu
yollarda öldü. Sağ kalanlar da ana vatanından ebedi
ayrılığa mahkum edildik.
Yıllarca dünya kamuoyundan gizlenen sürgünün belgeleri
bugün artık sır değil. 31 Temmuz 1944 tarihinde
“Devlet Savunma Komitesi”nin gizli kaydıyla kaleme
alınan kararının altında Gürcü diktatörü Stalin’in imzası
bulunmaktadır.
Stalin rejimi, biz Ahıska Türklerinin Orta Asya’ya sürerken,
bizlerin Orta Asya müslüman Türk boyları arasında eriyip
gideceklerimizi, böylece tarihi kahramanlıklarımızın,
Rus askeri arşivlerini dolduran ve halkımızla ilgili olan
belgelerin tarihe karışıp gideceğini hesaplamıştı. Halbuki
bizler dil, din, kültür ve geleneklerimizi bırakmadık,
nerede yaşarsak yaşayalım asimile olmadık.
Biz Ahıskalılar oturduğumuz yerlerin, Özbek, Kazak,
Kırgız, Rus ve Azeri kültür ve adetlerinden etkilendiğimizi
kaydetmeliyiz. Çoğu yerde bizler iki dilli olup ana dili
Türkçe ile birlikte bulunduğumuz ülkenin dilini bilir
ve konuşuruz. Kendi yazılı geleneklerimiz olmamış ve
genelde sözlü kültürümüz gelişmiştir.
Adetler ve yaşam tarzı, etnografya ve lehçe özellikleri,
aksan açsından Ahıskalıların Ardahan, Posoflu veya
Ardanuç, Yusufeli halkıyla aynıdır. Kültür açısından
Osmanlı Türk İslam mirası, siyasi açıdan Sovyet jeopolitik
mirası söz konusudur. Sorun etnografya, kültür veya etnik
kimlik sorunu değildir, asıl mesele biz Ahıska Türklerinin
sürülmüş olduğumuz, dağınıklığımız, vatansızlığımız,
sahipsizliğimiz ve Türkiye dışında bir istikbalimizin
olamayacağıdır.
Fergana olayları ve yeni bir sürgün
1989 Nisanında Özbekistan’nın Kuvasay kasabasında
başlayan bir Pazar kavgası, günden güne büyüyerek
biz Ahıska Türklerinin yeni bir felaketine sebep oldu.
Özbeklerle aramızda cereyan eden kardeş kavgasında
maalesef kan döküldü. Yüzlerce ölü ve yaralıdan sonra
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DOSYA
bizler yeniden vatana dönme yahut yeni vatan arama
yoluna koyulduk.
Akşamleyin ev dışarıya değil, ocağa doğru süpürülür ki,
bereketi gitmesin.
Biz Ahıska Türkleri, ana yurtları olan eski Türk
topraklarını, kurbanlar vererek terk etmek zorunda kaldık.
Kendi dil, din, soy ve kan kardeşlerimizden ayrılıp Rus
askerlerinin himayesine sığındık. Savaş uçaklarıyla
Rusya’nın iç kesimlerine, Azerbaycan, Kazakistan,
Kırgızistan ve Türkmenistan’a taşındık. 45 yıl öncesinin
dehşetini yeniden yaşadık. Üçüncü, hatta dördüncü defa
vatan değiştirmek, yurt edinmek, yuva kurmak zorunda
kaldık.
Kesilen tırnak yere değil, ateşe atılır.
Aile ve Gelenekler
Diğer Türk toplumlarında olduğu gibi, Ahıska aile
kültüründe de geçmişten günümüze süregelen gelenekler;
bir başka deyişle yazılmayan kurallar vardır. Bu kuralları
toplum kendi belirlemiş ve kuşaktan kuşağa aktarmıştır.
Ahıska ailesi ataerkil yapıya sahiptir. Kadına da söz hakkı
tanınır, fakat son sözü ailenin reisi erkek söyler.
Ahıska ailesinde büyüklere karşı saygılı olmak çok
önemlidir. Bu anlayış da farklıdır: Büyüklerin yanında
bacak bacak üstüne atılmaz, sigara veya içki içilmez.
Büyükler içeriye girdikleri, aman ayağa kalkılır. Masanın
başköşesinde erkek oturur, ilk önce ona yemek çıkarılır.
O, yemeğe başlamadan kimse elini sofraya uzatmaz. Aynı
hiyerarşi kadınlar için de geçerlidir: Evde hangi yemeğin
pişeceğine kayınvalide karar verir. Uygulamayı ise ‘el
kızı’ olarak da tabir edilen gelin yapar.
Biz Ahıska Türklerinin değişmeyen bazı kuralları vardır.
Yeni gelin büyüklerle, özellikle de erkeklerle konuşmaz.
Yaşça büyük olan akrabalarla da konuşulmaz. ‘Gelinluh
etmah’ olarak tabir edilen bu davranış biçimi kişilerin
konumu, kültürel bakış açısı, yetiştiği ortam ne olursa
olsun uyulması gereken en önemli kurallardandır. Bu
eylem bazen yıllarca uygulanır. Aile büyüklerine ve değer
verilen yakınlara karsı uygulanan bir diğer eylem de
‘temenni almak’tır. ‘Taza’ gelin ellerini çapraz biçimde
göğsüne koyarak eğilip kalkar.
Yeni doğan bebeği kötü gözlerden korumak için alnına
kömür sürülür.
Hava karardıktan sonra birine süt verilirse kibrit yakılır ve
içine atılır.
Nazardan korunmak için üzerlik yakılır ve dumanı evin
içine verilir.
Köpek uluması ve baykuş ötmesi hayır sayılmaz. O evden
cenaze çıkar.
Yeni doğum yapan annenin ve bebeğinin yatağına demir,
bıçak ve ekmek konur.
Tatlı dilli olması için bacadan gelinin başına şeker dökülür.
Ahıskalılar her yerde vardırlar, ancak sosyal, siyasi, kültürel
etkinlik açısından hiçbir yerde yokturlar. Ahıskalıların 1944
sürgünü sonucunda Orta Asya coğrafyasında çok dağınık
şekilde iskana tabi tutulmalarımız bizim demografik
birlikteliğimizi sona erdirmiştir. Sonraki gelişmeler hep
engin Avrasya coğrafyasına dağılma ve savrulma sürecidir.
Değişik ülkelerde çoğunlukla köy nüfusu oluşturan biz
Ahıska Türkleri hakkında sağlıklı veriler ve istatistik
bilgiler elde etmek çok zordur, çünkü bizler bulunduğumuz
bütün ülkelerde belirli bir bölgesel ağırlığı olmayan azınlık
durumundayız ve statülerimiz belirsizdir. Dolayısıyla
Sovyet döneminde unutturulmuş olan bizler hakkında
etnografya veya sosyoloji araştırmaları yapılmamıştır.
Bugün ise araştırma yapmak serbestken kimsesizlik
ve sahipsizlik yüzünden Ahıskalılara ilgi yoktur.
Unutmayalım ki T.C. dışında Ahıskalıların oturdukları
ülkelerde demokrasi ve insan hakları problemleri vardır,
bilimsel araştırmalar ve kamuoyu yoklamaları çok
yetersizdir, sivil toplum gelenekleri yok derecesindedir.
Bütün bunlar biz Ahıskalıların genel portresini çizmeyi
zorlaştırmaktadır.
Ahıska mutfağında hamur işleri ve hamur yemeklerine
ağırlık verilmektedir. Bulunduğumuz her coğrafyanın
yemek kültüründen etkilenmişiz. Yemek adları bunun
bariz göstergesidir: Haçapur, Tohaç, Ketmer, Çadı, Kikil,
Peraşki, Lağman, Bazlama, Tutmaç, Beşparmak, Kete,
Hinkal, Sinor, Papa.
–Müslüman mısın?
Ay adlarında da halk kendi yaratıcılığını kullanmış ve
bazı ayları onların özelliklerine ve mevsim olaylarına göre
isimlendirmiştir.
–“Elhamdülillah Türk’üm Müslümanım”
demiş.
Zemheri – ocak
Gücük – subat
Mart Abrel – nisan
May Kirez – haziran Orag – temmuz
Harman– ağustos
Bögrüm– eylül
Şarab– ekim
Koç– kasım
Karakış– aralık
Hoca Ahmet Yesevi’ye sormuşlar;
–“Neden Türklüğü katıyorsun biz dinini
soruyoruz” demişler
–“Din seçim, Türklük kaderdir” demiş...!
Biz Ahıska Türklerinin inanç ve geleneklerinde yanan
odunun üzerine su dökülmez.
21
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
1. MATURİDİ YESEVİ OTAĞI
KURULTAYI
Oktay ACAR
İlmi ve Kelami Araştırmaları
Derneği Başkanı
D
eğerli misafirler, sevgili akademisyenlerimiz,
Türk dünyasının her yerinden katılan, Kıymetli
misafirlerimiz, ırkdaşlarımız.
MaturidiYeseviOtağımızın düzenlemiş olduğu birinci
Maturidi - Yesevi otağı kurultayına hoş geldiniz.
Bizlere şeref verdiniz.
İslam düşünce tarihinde, islam’ı anlama, açıklama ve
yaşamaya yönelik birbirinden farklı yorum gelenekleri
ortaya çıkmıştır. Farklı fikir ve düşünceleri temsil
eden İslam aydınları insanlık alemine tıptan felsefeye,
musikiden mimariye, astronomiden fiziğe her ilim dalında
insanlık tarihine her konuda katkılarda bulunmuştur. Fakat
ne olmuştur da, islam medeniyetinin mensupları olan İslam
alemi günümüz de buhale düşmüştür?
Dünyanın en çok doğal kaynak rezervlerine ve doğal
güzelliklerine sahip olmasına rağmen neden İslam
ülkelerinde insanlaryüksek hayat standartlarına sahip
değiller? Neden dünyada en çok yolsuzluk, çocuk
ölümleri, rüşvet, çevre kirliliği, sağlık problemleri, maden
ve iş kazaları ve de dünyada en kısa yaşama oranı İslam
alemindedir?
Özellikle Türkiye’de son 15 yıldır, etkisini gösteren
toplumsal cinnet derecesinde ahlak problemi oluşmuştur.
Bugün Türk toplumundagelinen nokta; artık adi suçların
artması
yadırganmazken, yolsuzluk, usulsüzlük,
kayırmacılık, kadrolaşma gibi bir milletin geleceğini, hatta
bir ülkeyi haritadan sildirebilecek ahlaksızlık türleri Türk
toplumu içinde çılgıncasına artmaktadır.
Kendi insanlarımız, yine kendinden olan vatandaşlarının
sağlıklarını daha çok para kazanmak uğruna, kalitesiz
ürünler satarak, tehlikeye atmaktadır. Maturidiyesevi otağı
olarak düşüncemiz, bütün bu problemlerin kaynağı tam
olarak siyasi değildir. Siyasi iktidarlar gelip geçicidir.
Ama Türk milleti bakidir. Siyasi partiler ve iktidarlar
elbette ki ülkemizi her alanda ilerletmek ve geliştirmek
için çalışıyorlar. Ama yukarıda saydığımız problemler her
iktidar devrinde devam etmektedir. O zaman bu sıkıntıların
çözümü tam olarak siyasi değildir.
Maturidi-Yesevi otağının kurulma amacı, Özellikle Türk
Dünyasında olan sıkıntıların, siyasete karışmadan ve de
22
karıştırılmadan, çözülmesi için gerekli olan önerileri
ve çözüm yöntemlerini bulmaktır. Bundan dolayı, her
ilim alanında bilim adamlarımızı, akademisyenlerimizi
ve aydınlarımızı konferanslar ve seminerler vermek
için davet ediyoruz. Batı uygarlığı ile aramızda, İnsan
hakları, bilimsel keşifler, kendi halklarının rahat ve huzur
içinde yaşaması, yüksek gelir seviyesi, fikir özgürlüğü
konularında ne yazık ki en az 100 yıllık bir mesafe
bulunmaktadır. Sürekli olarak eski fetihlerden bahis edilip
ve sürekli atalarının yaptıklarıyla övünen ama 400-500
yıldır, bilim de,sanat’da, mimaride vede diğer insanlığın
ortak alanlarında bu milletin ürettiği bir şey yoktur.
Mirasyedi olarak muhteşem bir medeniyetin üzerinde
oturup, halen daha hangi medeniyetin ve insani kavramların
ne olduğunu idrak edememiş toplum, başka milletlere efendi
değil onlara köle olur. Yüzyıllardan beri bilim ve sanat
üretemeyen İslam toplumu, bugün sürekli küçümsediği
batı medeniyetinin zulmü altında inlemektedir. En temel
meselemiz ise Türk milletin aydınlanma sorunudur. Bu
vebalin en büyük müsebbiplerinden biri, Türk halkını
eğitimsiz bırakan, ilim ve irfanla aralarına mesafe
koyan, yüzyıllardır süregelen idarecilerin kabahatleridir.
Siyasi gücü ellerinde tutan iktidar sahipleri, asla halkın
düşünmesini ve sorgulamasını istemezler. Eleştiri dinlemek
istemezler; siyasilere eleştiri, kendilerine bir hakaret gibi
gelir. Bu bir politika ve politikacı rahatsızlığıdır. Kendi
halkını yüzyıllar boyunca kulları olarak niteleyen, halkı
bir koyun sürüsüne benzeten zihniyet, elbette ki, halkın
sorgulamasını istemeyerek yüksek medeniyet seviyesine
çıkaracak olan eğitim veya doğru dinin kaynaklarını da
ortaya çıkarmayacaktır.
Maturidi fikriyatının Türk ve İslam tarihinde neden
görmezden gelindiğinin en büyük sebeplerinden birisi de
budur. Maturidi, din ve siyaset ayrımı yapmıştır. Devlet
adamlarına dini kimlik verilmesini veya devlet adamlarının
toplumu Allah adına yönetmek istemesini kabul
etmemiştir. İtikatta kendini Maturidi olarak tanımlayan
bir kişi, devlet liderine Allah’ın yeryüzündeki gölgesi
(zillullah) diyemez. Toplumları Allah adına hiç kimse
yönetemez. Bu yetki peygamberlere dahi verilmemiştir.
Çünkü, dinin kaynağı ilahidir, gelen vahiyle tespit edilir ve
yönlendirilir. Ama siyasi kararlar, kişilerin kendi görüşleri
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
ve tercihleridir; siyasiler doğru da yapabilir, yanlış kararlar
da alabilirler. Ama siz, siyasilere dini sıfat verirseniz
onları hatasız, günahsız ve neredeyse peygamberlik sıfatı
olarakadledilenmasumluk sıfatını da verirsiniz. Ellerinde
milyarlarca dolar imkân ve binlerce personeli bulunan,
bütçesi en az beş bakanlığın bütçesine denk gelen bir
diyanet kurumu, her yerde biz itikatta Maturidiyiz
demesine rağmen, Maturidi’nin tefsirini açık ve sarih bir
şekilde neden Türkçeye çevirmez ve neden Maturidi’nin
ufuk açıcı tespitlerini halka sunmaz?
Bugün İslam ülkeleri, IŞİD denilen, El Kaide denilen,
kendilerine “Selefi” veya hakiki “Sünni” diyen çöl
mahlukatlarının yaptıkları zulüm altında inim inim
inlemektedir. Balkanlarda, Orta Asya’da, Kafkaslar da,
gençler kendilerine “Selefi” diyen bu çöl maymunlarının
beyin yıkama operasyonlarına maruz kalmaktadır. Ne
yazık ki Kırım’da, neredeyse halkın % 50’si bu çöl
bedevilerinin itikatlarına itibar edip baba ve dedelerini
kâfirlikle suçlamaya başlamışlardır.
Türk milleti, tarih boyunca hiçbir milletin dinine, diline,
mezhebine karışmadı. Ayrımcılık yapmadı. Hatta adalet
mülkün temelidir esasına göre, bir gayri Müslim ile
bir padişah, mahkemede kadı önünde yargılanabilirdi.
Türk milletine yapılan bütün zulümlere rağmen, dünya
medyası ve kendilerini medeni gören ülkeler, tüm
tarihsel gerçekleri ve kendi tarihlerinde yapmış oldukları
zulümleri görmeyerek, Türk milletine siz Ermenileri
katlettiniz, soykırım yaptınız diyerek Türkiye’ye baskılar
uygulamaktadırlar. Tek amaçları ise, dünya Türklüğünün
kalesi ve yurdu olan Müslüman Türk milletini Anadolu
topraklarından sürüp atmaktır. Bu emellerini doğu ve
güney doğu Anadolu bölgesinde, kendilerine PKK diyen,
ermeni ve büyük güçlerin maşalarına yaptırdıkları ortadır.
Kendilerini çağdaş, medeni ve aydın ilan edenlere, Türkler
30 bin kürt ve bir milyon ermeni katletti diyen çakma
Nobel ödüllü aydınlara. Ve kendilerine bizde ermeniyiz
diyenlere söyleyecek sadece bir sözümüz vardır. İstediğiniz
kadar Türk milletini Anadoludan silmeye çalışın, Türk
milleti tekrar kendi özüne dönmeye başlamıştır. Bu millet,
dini kullanan sahtekar aydınların, sahte şeyhlerin, sahte
evliyaların, başlarına sarık ve cübbe takarak, sadece ve
sadece kendilerine tabi olanların cennete gideceğini,
kendilerine tabi olmayanların cehenneme gidecekleri telkin
eden, kendilerineevliya süsü veren sünnetsiz soysuzların
tezgahını, islam’ın en güzel ve medeni yorumu olan
maturidi’nin görüşleri ile bozacaktır.
Günümüzde Türk ırkı dünya üzerinde en çok haksızlığa
uğrayan, zulüm gören tek millettir. Çin işgalindeki Doğu
Türkistan’da Çin kaynaklarına göre 20, gayri resmi
kaynaklara göre ise 35 milyon Türk yaşamaktadır. Ve
onlar her tür haklarından mahrum edilmiş bir şekilde
yaşamakta, hak talep edenler ise çeşitli işkencelere maruz
bırakılmaktadır. İran’da 25 milyon olduğu ifade edilen
GÜNCEL
Türklerin kendi dillerinde eğitim haklarının olmaması
ve devletin Türkler aleyhine takınmış olduğu tavır
soydaşlarımızı rahatsız etmektedir. Bunu ifade eden
aydınlar ve gençler ceza evlerine atılmakta, işkence
görmektedir.
Azerbaycan’da Karabağ kaçkını bir milyondan fazla
insanımız zor şartlarda barınmaya çalışmaktadır.
Afganistan’ın kuzeyinde yaşayan iki milyon Türk, büyük
zorluk ve fakirlik içinde bulunmaktadır. Buna rağmen
bölgede bulunan ABD ve Birleşmiş Milletler tarafından
ülke içindeki her etnik gruba yardım gönderilirken Türklere
hiçbir yardım ulaştırılmamaktadır. Diğer tarafta ise Irak ve
Suriye Türkleri büyük bir fakirlik yaşamaktadır.
Bulundukları bölgeler tecrit edilmiş olup herhangi
bir yatırım yapılmamaktadır. Ayrıca Irak’ta yaşayan
soydaşlarımızın can ve mal güvenliği olmadığı gibi,
bu bölgedeki kuzey Irak yönetimi denilen çetevari
grupların denetimine bırakılmıştır. Tataristan, Rusya
Federasyonunun son olarak Abaza devletini tanımasının
akabinde kendisinin gerek tarihi gerekse sosyo- kültürel
sebeblerden dolayıbağımsızlığı daha çok hak ettiği gerçeği
ile bağımsızlık talebinde bulunmuştur.Ama butalep Rus
devletinin tepkisini çekmiştir. Halihazırda bu görüşü
savunanlar Rus istihbarat teşkilatı tarafından tehdit
edilmekte, gözaltına alınmakta, onlara ve ailelerine karşı
insan hakları ihlalleri yapılmaktadır. Yunanistan bir AB
üyesi olmasına rağmen hala ülkesinde Türk yaşamadığını
iddia etmektedir. Ülkesindeki soydaşlarımızın Lozan
anlaşması ile kendilerine tanınmış olan müftü seçme
hakkına müdahil olmakta, kendi atamaktadır. Ayrıca Türk
yerleşim birimlerine devlet olarak yatırım yapmamakta,
Türkleri 3. sınıf vatandaş olarak görmektedir.
Yine başka bir AB üyesi olan Bulgaristan, ülkesindeki
Türklerin kendi dillerinde eğitim almaları ve okullar
açmaları hususunda engeller çıkarmaktadır.Bütün bu olup
bitenlere rağmen, AnadoludakiTürk milletinin gözleri,
Bizim kendi meselemiz olmayan, İsrail Filistin meselesine
yönlendirilmekte, Kendi öz ve öz kardeşlerimizin
meseleleri gündeme getirilmemektedir. Hatta ve hatta,
Pek çoğu öz be öz Türk evladı olan Alevi kardeşlerimizin
hakları ile ilgili konuşulurken, sanki lutuf ve ihsanda
bulunmuş, bahşiş verilmiş gibi konuşulmakta ve alevi
kardeşlerimiz dışlanmaktadır.
Ne yazık ki, günümüz dünyasında hangi millet olursa
olsun Türklerin sorunlarına gözlerini kapamıştır.
Türkleri ilgilendiren hiçbir sorun, dünyada ne basılı ne de
görüntülü medyada yer almamaktadır. Aynı zamanda siyasi
gündemlerinde de bulunmamaktadır. Büyük ülkelerin
istihbarat kuruluşları ile bazı akademik ve stratejik araştırma
kurumlarının dışında, dünyada hangi ülkelerde ne kadar Türk
yaşadığı hususu kesinlikle gündeme getirilmemektedir.
23
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Mesela Doğu Türkistan’da 35 milyon soydaşımız çok
ciddi hak ihlalleri altında bulunup, topraklarının Çin
işgalinde olması görmezlikten geliniyor.Bunun yanında,
Dünya basın ve medyası, halkı sürekli olarak nüfusu
2,8 milyonu bile bulmayan Tibetliler konusunda sürekli
bilinçlendirmekte, onlar için yardım kampanyaları
ve onlara destek programları düzenlemektedir. Yine
Gazze’nin İsrail tarafından bombalanması bütün dindaş
ülkelerin tepkisini çekmişken, Türk Telafer’in ABD
kuvvetlerince günlerce, haftalarca bombalanması
hiçbir Müslüman ülkenin dikkatini çekmemiştir.
Bugün, Gazze için yardımlar toplayan, meydanlarda
kalabalık mitingler düzenleyen aziz milletimiz ne yazık
ki açlık sınırının altında yaşamaya çalışan Afganistan,
Irak ve Suriye’deki kardeşleri, soydaşları için ne bir
yardım kampanyası, nede Irak,Çin ve İran’da eziyet ve
zulüm gören soydaşlarımız için böyle kalabalık mitingler
düzenlemektedir.
Şimdi sormak istiyorum, bir Filistinliyi bir Doğu
Türkistanlıdan veya Kerküklüden üstün kılan nedir?
Arapça konuşmaları mı? Yoksa onlara zulüm edenlerin
Çin veya ABD değil de sadece İsrail mi olması? Peki
neden? Milletimiz soysuzlaştı mı? Türkiye Türkleri bu
coğrafya’ya nasıl geldi? Akrabalık, bizim için gerek töre,
gerek ise dinimiz için öncelikli bir hukuk değil mi? Oysa
dünya üzerindeki Türk toplulukları hem din kardeşimiz,
hem de akrabalarımızdır.
Yaşadığımız dünyayı her konuda cennete çevirme, insan
oğlunun her bakımdan insan gibi yaşaması, temiz ve
doğal yiyeceklerin üretilmesi ve fikir özgürlüğü bizzat
cenabı Allahın kuranı keriminde belirttiği gibi bütün
Müslümanlar üzerine bir farzıdır. Dünyayı, her konunda
cennete çevirmek için uğraşmayanların, Ahirette cennet
beklemeleri boşunadır. Kuranı Kerim açık bir şekilde
belirtiyorki:
25. SAYI
2014
çalışmaya başlamıştır.Geçmişte Türk kültürünü, Bedevi
kültürüne kurban edenlerin işbirlikçilerine ve bu günde
Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını hiçe sayanlara, Atatürk’ün
izinden ayrılmayan bu toplum,kadını ve erkeği ile onlara
gereken dersi verecektir.
Kurultayımıza, katılımınızdan ve de ilgi gösterdiğinizden
dolayı tekrar teşekkür eder ve de her konferansımızda
üzerinde durduğumuz bir konuyu tekrar ederek sözlerimi
sayın konuşmacılara bırakmak istiyorum.
Bizler MaturidiYeseviOtağı olarak hiç bir siyasi ve dini
oluşuma bağlı değiliz. Ve de olmayacağız. Bu hareket
tamamen Türk milletinin içinden doğmuş, tamamen
bağımsız bir harekettir. Sözlerime burada son verirken ,
son olarak belirtmek isterimki;
İhanete uğrayan Türk kültürü,geri kalmışlığımızın en
büyük nedeni olmuştur.
Geri kalmışlıktan kurtulmanın yolu çağdaşlaşmaktır.
Evrensel hukuk, demokrasi, insan hakları ve laik devlet,
çağdaşlaşmanın güvencesidir. Laik devlet, dinler arası
mezhep çatışmalarına, radikal din sömürüsüne karşı,
demokrasi ve insan haklarının teminatıdır. Yenilenmek,
çalışmak ve üretmekle olur. Toplumlar ise demokrasi ve
evrensel hukuk düzeni içinde, geri kalmışlıktan kurtulabilir.
Mustafa Kemal Atatürk Diyor ki ;
Büyük Dinimiz, çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi
olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kafir
olmak sayıyorlar ,asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış
tefsiri yapanların maksadı islam’ın kafirlere esir olmasını
istemek değil de nedir ? Her sarıklıyı hoca sanmayın hoca
olmak sarık ile değil dimağ (AKIL) ile dir.
Değerli Misafirlerimiz konuşmamı sabırla dinlediğiniz
için teşekkür ederek sözü değerli konuşmacılarımıza
bırakıyorum.
Yüce Tanrının BİZZAT Müslümanlardan İSTEDİĞİ
DÜNYADAN ELİNİ ETEĞİ ÇEKMEK DEĞİL
DÜNYAYI CENNETE ÇEVİRMEYE ÇALIŞMAKTIR.
–Kimsenin ayıbını arama, kendi ayıbını
görür ol.
Taassubun, tabunun kurbanı olan Türklük; Atatürk’ün
dehası ve de doğru din anlayışı sayesinde karanlıktan
aydınlığa çıkmıştır. –Mevki hırsı, koğu, gıybet, edebsizlik,
hiyanet Hak’kı inkar eder.
Atatürk, Yüce Türk Ulusu’nu Bedevi tebaası haline getiren
ve gafleti yaşatan tabiyet ten kurtarmış, tekrar Türk Ulusu
kimliğini Türklüğe kazandırmıştır.Türklük, ümmet ve
tebaa köleliğinden kurtulmuş, Türk Ulusu olmuştur.Türk
toplumu Atatürk’ün önderliğinde demokratik laik devlet
yönetimini kabullenmiş, evrensel hukuku benimsemiş,
kadın erkek eşitliği ilke ve devrimleri ile çağdaş bir toplum
olarak dünya devletleri arasında hak ettiği yeri almıştır.
Atatürk’ün ilke ve inkılapları ile Türk kadını da toplumda
saygın bir yer kazanmış, Türk töresine uygun olarak
siyasette, eğitimde ve iş hayatında erkek ile yan yana,
24
–Murada ermek, sabır iledir.
–Mürüvvet hoş görme ve affetmektir.
–Nebiler, Veliler,
hediyesidir.
insanlığa
Tanrının
–Nefsine ağır geleni, kimseye tatbik etme.
–Oturduğun yeri pâk et kazandığın
lokmayı hak et.
Hacı Bektaş Veli
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
federAsyonlardan
HABERLER
BİR TÜRKMEN ÇINARI DAHA HAKKA
YÜRÜDÜ
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
Saddam rejimi, Sadun KÖPRÜLÜ’yü öldürmek için çeşitli
suikast girişimlerinde bulundu. Bu yüzden BM kendisini
ABD’ye gönderdi. Orada kaldığı 6 yıl boyunca kendini
yetiştirdi. Türklük, Türkmenlik davalarını sürdürdü. Irak
Türkmen milli davası ve Türklük sevgisi için 2003 yılında
Türkiye’ye döndü.
Y
Irak Türkmen cephesinde görev aldı. 1 yıl ITC Türkiye
Temsilcisi olarak görev yaptı. Evli ve 4 çocuk babası
olan Sadun KÖPRÜLÜ, Irak Türklerini, Türk dünyasını,
milli davaları konu alan araştırmaları, şiirleri, hikâyeleri,
romanları ve makaleleri ile basılmış 4 kitabı mevcut.
ıllarını Türkmen davasına adayan Türkmen çınarı
Sadun KÖPRÜLÜ hakka yürüdü. Irak Türkmen
Cephesi (ITC) Türkiye eski Temsilcisi Türkmen
Beyi Bağımsız Medya ve Araştırma Merkezi Türkiye
Temsilcisi Sadun KÖPRÜLÜ kalp krizi geçirerek hakka
yürüdü. Türkmen eli ve Türk dünyasının başı sağ olsun.
Kerkük’e bağlı Altunköprü ilçesinde 1957 yılında
dünyaya gelen Sadun KÖPRÜLÜ; ilkokulu Kerkük’te,
ortaokulu Bağdat’ta, liseyi Kerkük’te, yükseköğrenimini
Bağdat Üniversitesi Kanun, Şeriat (Hukuk) Fakültesi’ne
tamamladı.
Okuldan mezun olduktan bir hafta sonra Türkçülük,
Türkmen ve Kerkük milli davalarından dolayı haksız yere
17 yıl Abu Garip Hapishanesi’nde mahkûm kaldı.
Saddam rejimince, hapishanede öylesine vahşi işkencelere
tabi tutulan Sadun KÖPRÜLÜ’nün bunlar yetmiyormuş
gibi tırnakları söküldü. Bu ona yapılan ilk işkence de
değildi. 1967 yılında daha 10 yaşında iken; Türkiye’nin
başbakanı Süleyman DEMİREL’in Irak’ı ziyareti sırasında
kendisini “Agam Süleyman, paşam Süleyman” türküsüyle
ve “Yaşasın Türkiye” sloganlarıyla karşıladıkları için
3 ay tutuklu kaldı. Aynı olaydan dolayı annesine çeşitli
işkenceler yapıldı.
1973 yılında Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK’ün
Irak’ı ziyaretinde; kendisini karşıladıkları, İstiklal Marşını
söyleyip “Yaşasın Türkiye” diye bağırdıkları için 6 ay
tutuklu kalıp çocuk yaşta büyük işkencelere maruz kaldı.
17 yıllık mahkûmiyetin ardından BM ve insan hakları
kuruluşlarının çabalarıyla 1996 yılında özgürlüğüne
kavuştu.
TÜRKMEN ÇINARI NUR İÇİNDE YAT.
TÜRKMENLER SENİ HİÇ BİR ZAMAN
UNUTMAYACAKTIR.
25
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
TÜRK KÜLTÜRÜNDE ŞÖLEN, ŞENLİK, PANAYIR,
TOY VE ORHANELİ KARAGÖZ KÜLTÜR ŞÖLENİ
Fahrettin BEŞLİ
Hüdavendigar Yörük Türkmen
Dernekleri Federasyonu Başkanı
H
ayat yalnızca bedeni ve zihni çalışmalardan
ibaret olmadığından bütün insanlar yorgunluğunu
giderici meşgalelere de ihtiyaç duyarlar. Dolayısı
ile Türkler de dâhil herkes ve her kesim için eğlenmek ve
dinlenmek de hayatın mütemmim bir cüzüdür.
Bireysel uygulamalar ve toplumun tamamını ilgilendiren
törenler, güç ve anlamlarını o toplumun tarihinden,
mitolojisinden, yani toplum dinamiklerinden almaktadır.
Biz Türkler de dinlenmeye ve eğlenmeye vakit ayırmışız.
Bunu da bir disiplin çerçevesi içinde gerçekleştirmişiz.
Dini ritüeller, bayram ve geleneksel kutlamalar, hıdrellez,
nevruz gibi baharı karşılama etkinlikleri yanında muhtelif
gerekçelerle şenlik, şölen, panayır, toy, hayır formunda
toplu eğlenme programları yapagelmişiz.
Protokol için ayrı, halk için ayrı içeriklerle düzenlenen
“şenlikler” içerik olarak zengin, eğlenceli ve renkli
organizasyonlardır. Meddah, orta oyunu, hokkabazlık,
kukla ve Karagöz Osmanlı Türk toplumumuzun Şenlik
kapsamındaki seyirlik sanatlarını meydana getirirdi.
Büyük Türk toplumlarında olduğu gibi Osmanlı Türk
toplumunda da spor, savaşa hazırlanmak amacını taşırdı.
Ata binmek, güreşmek, cirit oynamak gibi oyunların hepsi
iyi savaşçı yetiştirilmesi ile ilgiliydi. Her çeşit yerleşme
merkezinde ve konar-göçer toplumlarda ata binmek ve
güreşmek en hararetle seyredilen yarışma sporları idi.
Osmanlı Türk sosyal yaşamının en önemli etkinliklerinin
başında gelen şenliklere toplu yemek eklenirse bu defa
eğlencenin adı “şölen”e dönüşürdü. Şenliğe katılan
kalabalık için yemek, saray mutfağından meydanın
ortasına getirilir, tulumbacılar kalabalığı sıraya sokar ve
borular, davullar eşliğinde yemeğe başlanırdı.
İlk çağlardan beri süregelen “panayır” geleneği ise
göçebelerin yetiştirdikleri hayvanları satmak için
getirdikleri pazaryerlerinde oluşmuştur. Hayvanlarını
satan göçebelere mal satmak isteyen esnafların kurdukları
tezgâhların yanlarında falcılar, hokkabazlar, cambazlar,
dansözlerin yer alması ile eğlenceli bir hal almıştır.
Panayırlar bu günkü fuarların da atası olarak kabul edilir.
Türk’ün Orta Asya’dan Anadolu’ya beraberinde getirdiği
geleneklerinden biri de “toy”lar idi… Yazları Domaniç’te;
kışları da Söğüt’te geçiren Ertuğrul Gazi; Söğüt’e her
dönüşte “kazasız belasız geri döndüğünden yüce Allaha
şükranlarını sunmak üzere” toy yani şölen düzenlemiş,
yardımseverliğini ve büyüklüğünü gösterircesine bütün oba
beylerini, halkını ve dost tekfurları bu şölene davet etmiştir.
26
Toy’a çağırılmamak gözden çıkartılmak, toy’a çağırıldığı
halde katılmamak ise Bey’e isyan anlamına geliyordu.
Toylarda o yılın ürün değerlendirilmesi, siyasi, kültürel
ve sosyal ilişkilerin gözden geçirilmesi, barış veya savaş
kararları alınırdı. Toy boyunca halka yemekler verilir,
güreş, cirit gibi oyunlar oynanırdı.
Hangi adla yapılırsa yapılsın bütün törenler, fert ve cemiyet
hayatını birbirine perçinleyen temel dini değerlerin ürettiği
“biz” şuurunu desteklemektedir.
Konar-göçer Yörük aşiretleri her yıl yaz başlangıcında
hayvanlarını otlatmak üzere yaylalara çıkmadan önce yazı
karşılamak ve yaz mevsiminin gelişini kutlamak amacıyla
burada toplanır ve şenlikler düzenler, çevredeki dede
yatırırlarının başında “hayır” yaparlarmış. Zira Yörükler
için yaz, bir yayla mevsimi ve Yörüğü Yörük yapan
unsurları icra edebilme mevsimidir. Yazın gelişi Yörük
için en önemli bayramdır. Bu nedenle Orta Asya’dan beri
yazın müjdecisi olan hıdrellezde tüm Yörükler bir araya
gelip kurbanlar keser, dualar eder, yemekler yer, oyunlar
sergiler, at koşturur, cirit oynar, gençler güreş tutar, ozanlar
atışır hülasa topluca bayram yaparlarmış. Aynı zamanda
bilge ve ulu kişilerin mezarlarının ziyaret edildiği, “toy”
adı da verilen bu şölenler Şamanist gelenekleri içeren
umumi bir kurban ziyafeti şeklinde gerçekleşir, katılan
tüm Türk boylarına kurbandan birer parça verilirmiş.
Ayrıca; artık yaylalara çıkılacağı için insanlar 5-6 ay gibi
uzun bir süre birbirini göremeyeceklerinden bu şölenler bir
nevi “helalleşme” işlevi de görürmüş.
Bu güne kadar yapılan şölenler ilgili belediye ya da
dernek başkanları veyahut diğer yetkililer tarafından ne
kadar özenilse de tam olarak kültür şenliği tanımlamasını
karşılayamıyordu.
Bu yıl 23 üncüsü düzenlenen Orhaneli Geleneksel Karagöz
Kültür Şenliği, yeni bir konsept ile tertiplendi: Türkiye
Yörük Türkmen Şöleni.
Özellikle dağ yöresi insanlarına haiz olan ve Yörük
Türkmen Kültürünün tüm detayları bu şölende yer alarak
canlandırılmaya çalışıldı.
Türkiye’deki Yörük Türkmen dernekleri ve temsilcileri
Orhaneli de buluştular. Gündüz kendi bölgelerinin oyun
ekipleri ile gösteriler yaptılar, konuşmalar yaptılar,
giysilerini ve aksesuarlarını sergilediler.
Türklerin geleneksel sportif etkinlikleri canlandırıldı.
“Gökbörü” ekibi son dakikada gelemeyince şenlik özel
bir gösteriden mahrum kaldı ama Orhaneli Rahvan At ve
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Binicilik kulübü bu eksikliği fazlası ile telafi etti. Cemil
Ar’ın atlı ekibinin; ellerinde Türk Bayrakları ile etkinlik
alanında bir taraftan diğer tarafa koşturmaları herkesi
coşturdu.
Isparta’dan getirtilen develeri bölge çocuklarından birçoğu
belki ilk defa gördüler.
Şölenin en keyifli tarafı ise yarışmalar bölümü oldu.
Alandaki yokuşlarda oluşturulan bir parkur ile “tahta
araba” yarışı yapıldı. Büyükler hatırladı, gençler gördü
öğrendi.
Balta ile odun yarma yarışında bileğine ve tecrübesine
güvenen en kısa zamanda en fazla odun yarmaya çalıştı.
Eşeğe odun yükü sarma yarışması en şamata olanı idi.
Bir yük odunu eşeğin semerine usulüne uygun olarak
yükleyerek, belirli bir mesafe gidip orada yükü en erken
indirmek için Bey’ler yarıştı. Böylelikle geçmişte günlük
bir yaşam anı canlandırılmış, zorlukları hatırlatılmış oldu.
Artık kaybolmak sürecinde olan bir uygulama daha
“kırklıkla koyun kırkma” yarışı da benzer şekilde hem
görseli hem de heyecanı açısında hatırda kalacak bir
yarışma oldu.
Bunlar hep kültürümüzü yeninden hatırlatma ve uygun
olanları yaşatma gayretlerine katkı sağlayan faydalı
çabalardan sayılmalıdır.
Kültürümüzün eğlence dışında önemli bir boyutu daha
bu şenlik kapsamın da hayat budu: İstişare… Türkiye
Yörük Türkmenleri şölenlerin ve toyların ayrılmaz bir
parçası olan istişare toplantısını Oğuz Beyleri Şurası ile
gerçekleştirerek güncel konuları değerlendirdi.
federAsyonlardan
HABERLER
hakkı verilmiş olacak, hatıralarda çok önemli bir yer
tutacak bir hizmet gerçekleştirilmiş olacaktır. Ayrıca
Yörük Türkmen camiası olarak birlikte büyük işler
başarabileceğimiz ispat edilecek, renkli, coşkulu ve zengin
kültürümüz sergilenerek tüm hemşerilerimizin ilgi, takdir
ve teveccühleri kazanılacaktır.
“Hangi konuda olursa olsun geçmişi, bulunduğu güne ve
geleneğe yansıyan bir kültür birikimi, köklü toplumların
varlığına işaret eder.” Biz köklü bir toplumuz. Ancak
kendimizi daha yeni yeni keşfetmeye başladık, bizi biz
yapan değerleri yeni fark etmeye başladık. Hangi soydan
geldiğimizi, Oğuz’u, Kayı’yı, Ertuğrul’u, Manas’ı,
sazımızı, sözümüzü, özümüzü önce kendimize sonra da
başkalarına anlatmamız; Cengiz Aytmatov’un literatüre
soktuğu “Soyunu unutan Mankurt” kavramının artık
gerçekleşmemesi için gerekeni yapmamız lazım.
Kaynakça:
• Ekrem
H.
Peker,
“Panayırlar”,
Makale,
GÜNEYBURSA Dergisi Sayı:28 Sayfa:20.
• Yavuz
Bahadıroğlu,
“Biz
Osmanlıyız”.Nesil
Yayınları, 2011
• Söğüt Kaymakamlığı, “Kuruluş Ve Kurtuluşun Beşiği
Ertuğrul Gazi Ocağı Söğüt”,
• Alaattin Dikmen, “Gelenek ve İnançları ile Uludağ’ın
Arka Yüzü” B.B.Ş.B Kültür A.Ş.
• Ali Güler, Suat Akgül, Atilla Şişek. “Türklük Bilgisi”,
Türkar Araştırma Dizisi
Bir tarafta beyler istişare toplantısı yaparken diğer tarafta
meydanda yöre kültürümüzün halk müziği dalında büyük
bir kazancı olan yöresel sanatçımız Menteşeli Cengiz,
kendi öz müziğimiz olan türkülerimizle şölene tat verdi.
Şölenin üçüncü gününde başta develer ve atlı gruplar,
ardında ellerinde rengârenk Türk Dünyası Bayrakları
taşıyan yöresel kıyafetleri ile yaya gruplar, çok görkemli
bir Yörük Göçü canlandırması yaptı.
Türkiye Yörük Türkmenleri adına Niyazi Çapa, ev sahibi
Belediye Başkanı İrfan Tatlıoğlu’nu tarihi bir ritüelle
Beylerbeyi ilan ederek kılıç kuşandırdı.
Şölenin diğer unsurları olan panayır, konser, çilek–kiraz
yarışı, gençlerin ve çocukların şiir resim yarışmaları
gibi ilçenin sosyal ve kültürel hayatını hareketlendiren
detayların yanına bu kültürel renkler eklenince şöleninin
bütünlüğü daha anlamlı oldu.
Bu konuda irade gösteren ve gereğini eksiksiz yerine
getiren Orhaneli Belediye Başkanı Sayın İrfan Tatlıoğlu’na,
organizasyonu kusursuz gerçekleştiren ve 200 e yakın
konuğu sorunsuz ağırlayan Orhaneli Belediyesi ve şölen
ekibine, üşenmeyerek uzak diyarlardan şölene katılan
Yörük Türkmen Beylerine kültürümüzün geleceği adına
büyük şükran borçluyuz.
Umuyoruz ki bu maya tutar ve diğer Yörük Türkmen
organizasyonlarına da örnek teşkil eder. Bu gerçekleştirilirse
organizasyonların adında geçen KÜLTÜR kelimesinin
27
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
25. SAYI
2014
TÜRK DÜNYASI İÇİN, YENİ VE ÇAĞDAŞ BİR LOBİCİLİK
STRATEJİSİ HAZIRLANMALI!
SONUÇ BİLDİRGESİ:
D
oğu Türkistan Vakfı ve DESAM 14.06.2014 tarihinde
Ankara Rixos Hotelde 21 Sivil Toplum Kuruluşu
yetkilileri, Akademisyenler, Strateji ve Düşünce
Kuruluşları Temsilcileri yanında bazı devlet kurumu yetkililerinin
katılımıyla bir çalıştay gerçekleştirdi.
Türk Dünyası için, yapılan müzakereler sonucunda, eksikliği
hissedilen bu alanda ciddi çalışmaların ortaya çıkarılabileceği ve
sonuç almaya yönelik çalışmaların yapılabileceğine dair ortak
kanaat neticesinde;
- “Türk Dünyası Sivil Toplum Platformu” kurulmasına
- 7 STK temsilcisinden oluşan bir “sekreterya” oluşturulmasına
- Eylül ayı içerisinde vizyon ve misyonunun belirleneceği 2.
Toplantının yapılmasına karar verildi.
Doğu
Türkistan
Vakfı’nın
organizasyonunda
yapılacak
çalışmalar
sonucundaki
gelişmeler
Türk
Dünyası STKları ve kamuoyu ile paylaşılacaktır.
Hayırlara vesile olması temennisiyle Türk Dünyası sevdalılarına
önemle duyurulur...
TÜRK DÜNYASI İÇİN LOBİCİLİK FAALİYETLERİ:
TÜRK DÜNYASI GÜÇLÜBİR LOBİ OLUŞTURA BİLİR
Mİ?
14.06.2014 Cumartesi günü Ankara Rixos Otel’de “Türk
Dünyası İçin Lobicilik Faaliyetleri: Güçlü Bir Lobi Oluşturabilir
mi?” Temalı bir istişare toplantısı düzenlendi. Sivil Toplum
Kuruluşlarının inisiyatifinde ve Türk Dünyasına yönelik
“Güçlü bir lobi oluşturulabilir mi?” sorusu özelinde bir nevi
müzakerelerin yapıldığı ve iki tur halinde yaklaşık 5 saat kadar
süren toplantıya Doğu Türkistan Vakfı ev sahipliği yaptı. 21
Sivil Toplum Kuruluşu yetkilileri, Akademisyerler ve Yunus
Emre Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşların temsilcilerinin katkı
sağladığı toplantıda eksikliği hissedilen “modern tarzda bir
Lobicilik oluşturulup oluşturulamayacağı ilk tur konuşmalarında
tartışıldı.
Doğu Türkistan Vakfı Başkanı Eser Saka hanımefendinin
moderatörlüğünde yürütülen toplantıya 40 yılını Batı ülkelerinde
Lobicilik faaliyeti yapmakla geçiren Erkin Alptekin beyin
konuşması ile başladı. Erkin Alptekin, 40 yıllık tecrübelerini
katılımcılara anlattığı konuşmasında lobicilik faaliyetlerinin
önemi, nelerin eksik yapıldığı, az masraf ve çekirdek kadro ile
başarılı lobicilik faaliyetlerinin nasıl yapılabileceği ve genel
hatlarıyla “Türk Dünyası İçin Güçlü Bir Lobi Faaliyetlerinin”
temel prensiplerini anlattığı konuşmasının ardından Başakn Eser
Saka hanımefendi konuşmacılara ilk turda 5’er dakikalık süre
vererek konu hakkındaki düşüncelerini aldı.
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.
Dr. Erkin Ekrem konuşmasında Türk Dünyasının lobicilik
faaliyetlerini kime karşı yapacağı, böyle bir oluşumda dertlerimizi
mi yoksa menfaatlerimizi mi anlatacağımıza, ortak menfaatler
doğrultusunda Türk Dünyasında bir bütünlüğün olmadığına ve
Türk Dünyasının problemleri üzerine ciddi ciddi düşünülmesi
gerektiğine dair kanaatlerini katılımcılarla paylaştı.
Erkin Alptekin ve Doç. Dr. Erkin Ekrem’in konunun
28
efemmiyetine dair verdikleri bilgilerden ve bir nevi müzakerelerin
özü de ortaya çıkmış ve akabinde bu minval üzere katılımcılar
düşüncelerini ifade ettiler.
(DESAM) Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi
Başkanı Gürkan Avcı, lobiciliği en iyi yapanın kazanan olduğu
gerçeğini belirttiği konuşmasında yeni ve çağdaş bir lobicilik
stratejisinin hazırlanması gerektiğine vurgu yaptı. Sayın Gürkan
bu konuda hedefin Türk Dünyası değil yabancılar olması
gerektiğini ifade etti.
Nogay Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu
Üyesi Hakan Benli’nin doğru bir tespit olarak lobiciliğin siyasete
alet edilmeden, siyaset üstü bir kavram olarak anlatılmasının ve
bu tür lobiciliğin Yunus Emre Enstitüsü veya YTB Başkanlığı
düzeyinde yapılmasına vurgu yaptı.
Yunus Emre Enstitüsü Başkan Yardımcısı Dr. Ebubekir Ceylan
konuşmasında bu tür bir hareketin gerekliliğine vurgu yaparak
devlet kurumlarıyla doldurulmaya çalışan bu alanda sivil
inisiyatif oluşturulmasına dikkat çekti. Sayın Ceylan ayrıca
dışarıya yönelik yapılması düşünülen bu teşkilatlanmada iç
politikada da ayağının ihmal edilmemesini arzuladığını ifade etti.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Uzmanı Orkhan
Gafarlı, devletlerin diaspora üzerinde kontrol kurmaması,
devletle olan ilişkilerin belirli bir düzeyde ve sivil olarak
kalmasına vurgu yaptı. Elzem olarak Türk Dünyasında Diaspora
kimliği oluşturulmalı dedi.
Türkiye-Türkmenistan Derneği onursal Başkanı Selahattin
Baysal ve BÜDAM Müdürü (Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Prof. Dr. Abdurrahman Güzel ise meselenin önemine dikkat
çektikleri konuşmalarında meselenin en önemli ayağının maddi
destek olduğu ve bu konuda devletlerin desteğinin alenen
yapılmamasına dikkat çektiler.
Azerbaycan Kültür Derneği Genel Başkanı Selçuk Önal ve
Türk Boyları Konfederasyonu Genel Sekreteri ve YörüklerTürkmenler Derneği Genel Başkanı Nesrin Günel İçay ise
konuşmalarında lobicilik konularında eksikliklerimize rağmen
meselenin ehemmiyetine dikkat çektiler. Sayın İçay ayrıca
koordinasyonunun sağlanarak kalıcı faaliyetler yapılması
gerektiğinin altını çizdi.
Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kürşat Zorlu
konuşmasında sistemli, hem içeride hem dışarıda, donanımlı
kişilerin alanda bulunulmasına, bütçesinin ehemmiyetine,
hamasetten uzak ve siyasi görüş farklılıklarının hepsinden
istifade edilebilecek bir sisteminin kurulmasının gerekliliğine
vurgu yaptı.
Türkiye-Türkmenistan Dostluk Derneği Başkanı Kadir
Tosun konuşmasında alt ve çatı teşkilatların kurulmasına,
lobicilik savaşlarının yapılmasına, sistemli çalışılırsa sonuç
alınabileceğine ve hedef kitlenin ABD ve AB’deki karar alıcı ve
kararları etkileyici kişi, kurum ve kuruluşlar olması gerektiğine
vurgu yaptı.
Gazi Üniversitesi Sos. Bilimler Fakültesi Okutmanı Dr. Yunus
Zeyrek lobicilik için bilgi bankası oluşturmanın ve bu bilgileri
taraflara paylaşmak gerektiğini belirtti.
Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Dr. Hasan
25. SAYI
2014
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
federAsyonlardan
HABERLER
733. SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİYİ
ANMA VE YÖRÜK ŞENLİKLERİ
Mustafa TEKİN
Ankara Yörükler Türkmenler Kültür
Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
Atamız Ertuğrul Gaziyi anma ve Yörük şenliklerinin 733
üncüsü 12-13-14 Eylül tarihlerinde Söğüt’te kutlandı.
Oktay, Türk Dünyasının coğrafi gerçekliği göz önünde
bulundurularak strateji geliştirilmesi, muhtemelen kayda
değer miktarlarda maddiyat harcanmasına rağmen sonuç
alınamamasa bile lobicilik faaliyetlerine devam edilmesi
gerektiğine ve alanında uzman kişilerce Türkistan’ın neden
önemli olduğunu Çin-Rus ve İran üçgeninde değerlendirmek
gerektiğine dair kanaatlerini paylaştı.
Sahipgiran Stratejik Araştırmalar Merkezi uzmanı Cesurhan
Taş, ivedilikle lobicilik mevzuatının hazırlanması gerektiğine
vurgu yaptığı konuşmasında aynı olaylara aynı tepkiyi verecek
veya aynı çöcümü isteyecek bir alt yapının oluşturulmasına
temas etti. Sayın Taş ayrıca Türklerin envanterinin çıkarılması
gerektiğini gündeme taşıdı.
Toplantının ilk bölümünün sonuna doğru söz alan Bilkent
Üniv. Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Hasan Ali Karasar, Ege Üniv. Türk Dünyası Araştırmaları
Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alimcan İnayet, Kırım
Türkleri Kültür-Yardımlaşma Derneği Genel Kurul Başkan
Vekili Mükremin Şahin ile Doğu Türkistan Vakfı Genel
Sekreteri ve İsanbul Üniv. Türkiyat Araş. Enstitüsü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ömer KUL ise güçlü bir merkez altında
alt merkezlerin oluşturulacağı bir yapının kurularak, her
kesimin kendisini ifade edebleceği bir platformun kurularak
bu faaliyetlerin Türkiye dışında bir merkezden idare
edilmesini gerektiğine değindiler.
Şenliklerin 1 inci gününde Merv’den Söğüt’e Türk tarihi,
Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu yapıldı. Şeyh Edebali
Üniversitesi işbirliği ile yapılan Sempozyum sonrası Türk
Büyükleri Anıtı’na çelenk konuldu, Ertuğrul Gazi ve Türk
Büyükleri adına mevlid-i şerif okutuldu.
Şenliklerin 2 nci gününde Yörüklerin karşılanması
yapıldı. Söğüt Belediye Başkanı Halil AYDOĞDU hoş
geldin konuşması yaptı. Orhaneli Belediye Başkanı İrfan
TATLIOĞLU hoş bulduk konuşması ile Şenlik Kutlama
Komitesine teşekkürlerini iletti. Bilecik Valisi Ahmet
Hamdi NAYIR, konfederasyon, federasyon ve dernek
başkanlarına plaket takdim etti. MHP Genel Başkanı
Devlet BAHÇELİ ve milletvekillerinin de iştiraki ile
Ertuğrul Gazi Türbesi ziyaret edildi. Kutlama sahasında
konfederasyon ve federasyon başkanları konuşmalar
yaptılar, folklor gösterileri, cirit müsabakaları ve okçuluk
gösterileri yapıldı.
Şenliklerin 3 üncü gününde ise devlet büyükleri Türbe
ziyaretinde bulundular. Sırayla Söğüt Belediye Başkanı
Halil AYDOĞDU, Söğüt Kaymakamı Mitat GÖZEN,
Bilecik Valisi Ahmet Hamdi NAYIR, MHP Genel Başkanı
Dr. Devlet BAHÇELİ ve Başbakan Prof. Dr. Ahmet
DAVUTOĞLU konuşmalarını yaptılar.
733. Söğüt Ertuğrul Gazi’yi anma ve Yörük şenlikleri bu
yıl daha coşkulu kutlandı.
Toplantının ikinci oturumunda ehemmiyetlerine binaen ortaya
konan konular 15 madde haline getirilerek her bir madde
üzerinde müzakereler yapıldı. Müzakereler neticesinde;
Türk Dünyası Platformu< oluşturulmasına, oluşumun
vizyon ve misyonunun belirleneceği Eylül 2014’te 2.
Toplantının gerçekleştirilmesine ve Doğu Türkistan Vakfı
organizatörlüğünde 7 kişilik bir ‘sekreterya’ oluşturulmasına
karar verildi.
Eksikliği hissedilen bu alanda ciddi çalışmaların ortaya
çıkarılabileceği ve sonuç almaya yönelik çalışmaların
yapılabileceğine dair ortak kanaat de sonuç bildirgesine ilave
edildi.
Saat 14:00’te başlayıp sat 18:00’de tamamalanan toplantının
ardından katılımcılarla akşam yemeği yenilerek gündem
sonlandırıldı.
29
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
1. MATURİDİ YESEVİ OTAĞI
KURULTAYI YAPILDI
Yakup ATASITÜRK
Ankara Oğuz Boyu Kültür Dernekleri
Federasyonu Genel Başkanı
K
arabük ilimize bağlı Safranbolu ilçesinde 26-27-28
Eylül tarihlerinde İlmi ve Kalemi Araştırmalar Derneği
tarafından 1. MaturidiYesevi Otağı Kurultayı yapıldı.
Gerek yurt içinden gerek Türk dünyasından değerli bilim
adamlarının katılımı ve Aksakallıların verdikleri tebliğler
sayesinde oldukça doyurucu bir kurultay oldu.
Kurultayın 1 inci gününde Eflani Ortakçı Göleti çevresinde
kurulan Otağ çadırlarında misafirler karşılandı, halk oyunları
gösterileri yapıldı ve Bilge Kağan’dan Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’e kadar Türk büyükleri canlandırıldı.
Kurultayın 2 nci günü, İlmi ve Araştırmalar Derneği Başkanı
Oktay ACAR’ın açış konuşması ile başladı. Daha sonra Prof. Dr.
Nizamettin AKTAY’ın başkanlığını yaptığı birinci oturumda
Prof. Dr. Hasan ONAT, Prof. Dr. Dostluy GENCETAY, eski
Kültür Bakanı N. Kemal ZEYBEK, Dr. Gürbüz MIZRAK,
Prof. Dr. Şaban Ali DÜZGÜN ve Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir
SEZGİN bildirilerini sundular.
Eski Meclis Başkanı Hasan KORKMAZCAN’ın başkanlığını
yaptığı ikinci otumda, Prof. Dr. Hanım HALİLOVA, Prof. Dr.
Kadir ARICI, Ahıska Türkü Nilüfer MUTLU, Makedon Türkü
Şakir İLYASOĞULLARI, Prof. Dr. Nurullah ÇETİN, Doğu
Türkistan Türkü Hızırberk GAYRETULLAH ve Karabük eski
Ağır Ceza Reisi Kerim YILMAZ bildirilerini sundular.
Eski bakanlardan Ramazan MİRZAOĞLU’nun başkanlığını
yaptığı 3 üncü oturumda ise Kerkük Türkü Dr. Şemsettin
KUSECİ, Güney Azerbaycan Türkü Mebzah MEHDİLİ ve
Suriye TürkmeniAbdulkerim Ağa bildirilerini sundular.
Panele katılanlar doyasıya bir bilgi şölenine sahip oldular.
Kurultayın 3 üncü gününde eski Kültür Bakanımız N.
Kemal ZEYBEK Bey’in değerlendirme toplantısında da
bütün katılımcılar düşüncelerini aktardılar. Konfederasyon
Başkanımız Durhasan KOCA da değerlendirme toplantısındaki
konuşmasında MaturidiYesevi Otağı Kurultayı’nın çok
yararlı olduğunu, bunu ülkemizin tümünde yapmamız
gerektiğini belirtti. KOCA konuşmasında, MaturidiYesevi
Türk İslam anlayışını çocuklarımıza, gençlerimize öğretmiş
olsaydık bugün yüce dinimiz ile ilgili yapılan din istismarının
yapılamayacağını kaydetti.
30
25. SAYI
2014
AKSAKALLILAR MECLİSİ
ZİYARETLERDE BULUNDU
Mustafa KÜÇÜKYAMAN
Toroslar Yörük Türkmen
Federasyonu Genel Başkanı
733. Söğüt Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Yörük Şenlikleri
sonrasında Aksakallılar Meclisi, Söğüt Belediye Başkanı
Halil AYDOĞDU, Söğüt Kaymakamı Mitat GÖZEN,
Bilecik Valisi Ahmet Hamdi NAYIR ve Bilecik Şeyh
Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi ÖZCAN’ı
ziyaret etti. Kendilerine 733 üncü Söğüt Ertuğrul Gazi’yi
Anma ve Yörük Şenlikleri’nde yaptıkları hizmetlerinden
dolayı teşekkür ettiler. Orhaneli Belediye Başkanı
ve Aksakallılar Meclisi Başkanı İrfan TATLIOĞLU
kendilerine Yörük torbası içinde bayrağımızı ve yüce
kitabımız Kur’an-ı Kerim’i, Toroslar Yörük Türkmen
Federasyonu Başkanı Mustafa KÜÇÜKYAMANda
Türklerin Soy ŞeceresiTablosu’nu hediye ederken
Aksakallılar Meclisi Sekreteri Hüdavendigar Yörük
Türkmen Federasyonu Başkanı Fahrettin BEŞLİ de
plaketle onurlandırdı.
Vali Ahmet Hamdi NAYIR, şenliklerin daha görkemli,
daha düzenli ve hataların en aza indirilmesi için
önümüzdeki yıl ki hazırlık kurultayının Mayıs ayında
yapılacağını ve en ince detayına kadar tespitlerin
yapılacağını belirtti.
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇER
ADRESİ
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
3 EKİM 2005
BÜTÜN TÜRK DÜNYASI
DURHASAN KOCA
0312 417 12 75
0312 417 12 75
ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇER
ADRESİ
TOROSLAR YÖRÜK TÜRKMEN FEDERASYONU
22 TEMMUZ 2004
ISPARTA, KONYA, ANTALYA, BURDUR, MUĞLA
MUSTAFA KÜÇÜKYAMAN
0246 218 22 28
0246 218 22 28
TURAN MAH. ÇAYBOYU 122. CAD. TARİH EVİ NO: 158 ISPARTA
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇER
ADRESİ
OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
20 MART 2005
ANKARA, AMASYA, KARABÜK
YAKUP ATASITÜRK
0312 417 12 75
0312 417 12 75
ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA
ADI
ERTUĞRULGAZİ KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
KURULUŞ TARİHİ
7 HAZİRAN 2005
FAALİYET BÖLGESİ
BOZÜYÜK, KÜTAHYA, BİLECİK, BURSA, UŞAK
GENEL BAŞKANI
NİHAT KULA
TELEFONU
0542 584 43 20
ADRESİ
BALIKLI MAH. OSMANLI CAD. NO: 19 KÜTAHYA
ADI
KIRIKKALE OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
KURULUŞ TARİHİ
6 EKİM 2006
FAALİYET BÖLGESİ
KIRIKKALE
GENEL BAŞKANI
SERDAR MURAT CAN
TELEFONU
0532 465 23 88
ADRESİ
HÜSEYİN KAHYA MAH. MENDERES CAD. YAĞBASAN YILDIZ İŞ
HANI: K: 1 NO: 13 KIRIKKALE
BÜYÜK DESTAN
Yavuz Bülent BAKİLER
Ben, Altay dağlarından koparak geldim
Yüreğimde Türkistan’dan binbir nakış var.
Çok şükür aslım da, neslim de belli
Türk’üm, Müslümanım o dağlar kadar.
Sevsem gözbebeğim olur ne varsa
Öfkelensem, öfkem dağları ezer.
Dilim bazan suların çağlamasına
Bazan da bülbüllerin şakımasına benzer.
Dokuz tuğ taşıdım ben, dokuz davula vurdum
Dokuz evliya gücüyle yürüdüm, geldim
Büyüdü benimle mübarek yurdum
Ebet-müddet bu devleti ben kurdum.
İşte Bilge Tonyukuk, Kül-Tigin, Bilge Kağan
Hepsi biribirinden daha mübarek.
Süzme asaletimin nurdan kefili...
İşte Dede Korkut, kaftanı ipek.
Soyumun sopumun bin yıllık dili.
Nevruz toylarımızda ateşler tutuşturdum
Orhun’dan, Seyhun’dan, Ceyhun’dan geçtim
Yol gösterdi kükreyerek bana Bozkurt’um
Atımla hep yan yana, gözelerden su içtim
Baykal’da da çimdim ben, Hazar denizinde de
Toprağıma bağdaş kurup oturdum.
Ben ki, Alper Tunga’ya gönül verenlerdenim
Yurt uğruna dolu-dizgin göğüs gerenlerdenim
Sonra durgun sulara “bismillah’larla
Kilim seccadesini serenlerdenim
Yani hem Alpler’denim, hem Alperenlerdenim
Ve Yusuf Hashacib, Mahdum Kulu, Fuzulî...
Hepsi de peygamber soyunca asil...
Sonra Kaşgarlı Mahmut; gönlüme düşen cemre
Ali ŞirNevaî, Gaspıralı İsmail
Şiiri, bir bakraç süt gibi Yunus Emre!
Cengiz Aytmatov ki, Cengiz Dağcı ki
Ayın ondördünden süzülen huzur.
Sabir Rüstemhanlı... ruh kadar eski
Ve daha binlerce nur üstüne nur.
Servetim Buharî’nin, Yusuf Hemedanî’nin
Ben Türkmen’im, Özbek’im, Kazak’ım, Kırgız’ım Ahmet Yesevî’nin nur servetinden
Güzelliğim, merhametim, şefkatim
ben
Hep Şah-ı Nakşıbend Hazretlerinden
Azerbaycan Türkleriyle aynı kandanım.
Kıpçakları, Uygurları aşkla duyanlardanım
Hunlardan, Göktürklerden alıp getirdim
Ben ki Tatarlardan, Gagavuzlardan
İpek ipliğimi, altın tığımı
Çuvaşlardan, Başkurtlardan, Oğuzlardanım.
Mintanıma minyatürler işledim durdum.
Selçuklu çinisine, gönül mührümü vurdum.
Kalem de tuttum çok şükür, kılıç da, gül de..
Osmanlı ebrusuyla süsledim yastığımı
Güvercin bakışlı sıcak türküler de söyledim.
Mustafa Kemallerle yeni baştan doğruldum
Anlayan anladı kim olduğumu.
Kim demiş 75 yaşıma bastığımı?
Aman dileyeni sevdim; öfkemi yendim
Övdü büyük peygamber İstanbul başbuğumu
Kur’an’la da müjdelendim.
Download