Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 279 Ekonomik Büyüme ve Çevresel Kirlilik İlişkisi: Çevresel Kuznets Eğrisi ve Türkiye Örneği Emel Nur Albayrak1, Atilla Gökçe2 Gazi Üniversitesi Bu çalışmada Çevresel Kuznets Eğrisi teorisinin Türkiye‟de geçerli olup olmadığı 1975-2010 dönemi yıllık zaman serisi verileri ile araştırılmıştır. Literatürde çevre ve ekonomik büyümeyi ilişkilendiren bu konu son yıllarda araştırmacılar tarafından yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Literatürde bu konuya dair yapılan başlıca çalışmalar Grossman ve Krueger (1991), Selden ve Song (1994), Panayotou (2000), Dinda (2004) gibi bazı önemli çalışmalar sayılabilir. Bu çalışmada çevresel kirlilik ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla çevresel kirliliği göstermesi için bağımlı değişken olarak kişi başına düşen karbondioksit (CO2) emisyonu alınmış, ekonomik gelişmişliği göstermesi için ise açıklayıcı değişkenler olarak kişi başına düşen reel gelir, kişi başına düşen reel gelirin karesi, enerji kullanımı ve dışa açıklık oranı verileri alınmıştır. Araştırma sonuçlarına göre çalışma kapsamındaki ilgili değişkenlere yapılan Genelleştirilmiş Dickey-Fuller (ADF) birim kök testi sonuçlarına göre tüm seriler birinci farklarında durağan bulunmuştur. Böylece eş bütünleşme testi için gerekli koşul sağlanmıştır. Johansen eş bütünleşme testi sonuçlarına göre ise değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi bulunmuştur. Türkiye uygulamasına dair elde edilen sonuçlara göre çevresel kirlilik ve gelir arasında ters-U şeklinde bir ilişki olduğu sonucuna varılmıştır. Bir başka ifadeyle Türkiye için Çevresel Kuznets Eğrisi teorisi geçerlidir. Bu sonuca göre gelir düzeyi arttıkça başlangıçta çevresel kirlilik ve tahribat artmakta daha yüksek gelir seviyelerinden sonra ise çevresel iyileşme başlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Çevresel Kuznets Eğrisi, Johansen eş bütünleşme testi, CO2 emisyonu. Relation Between Economic Growth and Environmental Pollutant: Environmental Kuznets Curve and Turkey Case In this paper, investigates the validity of Environmental Kuznets Curve hypothesis for Turkey, using time series data for 1975-2010 periods. In the literature this subject that linkage of environment with economic growth has been debated intensively by researchers in recent years. The common point of some studies can be counted as Grossman and Krueger (1991), Selden and Song (1994), Panayotou (2000), Dinda (2004). carbondioxide (CO2) emission per capita, energy use, real income per capita and foreign trade index are chosen as variables in order to examine a relationship between environmental pollutant and economic growth. In this paper summary of the results reveal that according to Augmented Dickey-Fuller (ADF) unit root test all the variables are stationarity in the first difference. The long run relationship between all variables is estimated by using Johansen cointegration analysis. Johansen cointegration analysis revealed one cointegrating equation. Thus, variables are cointegrated. CO2 emissions per capita. On the other hand, Environment Kuznets Curve hypothesis is valid 1 2 Emel Nur Albayrak: emelnur_albayrak@hotmail.com , 0537 341 85 62. Doç. Dr. Atilla Gökçe: atilla@gazi.edu.tr , 0532 652 84 60. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 280 for Turkey. Increasing of income makes increasing environmental pollutant firstly and then starts declining after a turning point. Keywords: Environmental Kuznets Curve, Johansen cointegration analysis, CO2 emission. Giriş Sanayi devriminden günümüze kadar teknolojik gelişmelerin de etkisiyle üretim ve tüketim faaliyetleri hızla artmıştır. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında ticaretteki sınırlamaların azaltılması gibi küreselleşme çabalarının da neticesinde dünya ekonomisi hızla büyümüş muazzam bir refah seviyesine ulaşmıştır. “Ekonomik çıktıda üç yıl içinde (1995‟ten 1998‟e) kaydedilen artış, tarımın başlangıcından 1990 yılına kadarki 10 000 yıllık zaman dilimi içinde kaydedilen toplam artışı geçmiştir. Dünya ekonomisinde 1997‟de kaydedilen büyüme de tek başına bütün on yedinci yüzyılda kaydedilen büyümeyi aşmıştır.”(Kovel, 2002 ss. 45). Üretimde büyük oranda sınırlı kaynakları kullanan dünya ekonomisindeki bu hızlı büyüme aslında büyümenin de bir sınırı olduğu fikrini akla getirmiştir. Bu bağlamda 1972 yılında Roma Kulübü tarafından “Büyümenin Sınırları” isimli bir rapor yayımlanmış ve burada sınırlı kaynaklarla sınırsız büyümenin imkansızlığı vurgulanmıştır. Bu rapor ekonomi ve çevreyi birbiriyle ilişkilendiren çalışmaların başlangıcı kabul edilmektedir. Büyümenin sınırları raporunun yayımlanmasından sonra 1972 yılında Stockholm Çevre Konferansı‟nda ekonomik kalkınma kavramının içine çevre faktörü de girmiştir. “Sonsuz büyümenin ve toplumsal zenginliğin sınırsız artışının üst ilke olduğu maddiyat merkezli ekonomik büyüme kavramı (Jiang, 2013 ss. 516)” yerine sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları olan sürdürülebilir kalkınma kavramı uluslararası arenada kabul görmeye başlamıştır. Dünyada üretimde kullanılmakta olan enerjinin çoğu birincil enerji kaynaklarından (petrol, doğal gaz, kömür vb.) elde edilmektedir. Ancak bu gazlar yandıkları zaman atmosfere diğer gazların yanı sıra karbondioksit (CO2) salmaktadır. Bu durum hava kalitesini olumsuz etkilemekte ve daha da önemlisi atmosferde yükselerek sera gazı etkisine yol açmaktadır. Sera gazı etkisi; tarım, su kaynakları, insan sağlığı ve canlı türleri üzerinde olumsuz etkileri olan küresel ısınmanın neticesinde büyük çapta iklim değişikliklerine neden olmaktadır. Tüm bunlar olurken dünya nüfusu hızla artmakta ve bu doğrultuda da insan ihtiyaçları artmaktadır. İnsan ihtiyaçlarının karşılanması da sermayenin artmasına bağlıdır. Sermayenin daha çok artması da daha çok kaynak gerektirir; kullanılmış kaynakların artıkları çevre kirlenmesine yol açar. Ekonomik büyüme ve çevre arasındaki bu çelişki dünyadaki mevcut çevre sorunlarının çözümünü güçleştirmektedir. Ekonomi literatüründe de bu konu özellikle son yıllarda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Ekonomik büyüme ve çevre kirliliği arasındaki ilişkiyi analiz eden ampirik çalışmalar son 30 yıl içinde artış göstermiştir. Literatürde yoğun bir şekilde ekonomik büyüme ve çevresel kirliliğin ilişkilendirilmesinde Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) hipotezinin geçerliliğinin test edilmektedir. Bu hipoteze göre gelir artışı ve çevre kirliliği arasındaki ilişki ters-U şeklindedir. Yani ekonomik büyümenin ilk aşamasında çevresel kirlilik ve tahribat artarken gelirin belli bir seviyeye ulaşmasından sonra çevresel kirlilik ve tahribat azalmaya başlamaktadır. Aşağıda Tablo 1‟de Türkiye için Çevresel Kuznets Eğrisi hipotezinin geçerliliğini araştıran bazı çalışmalar gösterilmiştir. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 281 Tablo 1 Literatürde Türkiye için ÇKE hipotezinin geçerliliğini araştıran bazı çalışmalar Yazar Dönem Değişkenler Yöntem Sonuç S. Başar ve 1950-2000 CO2 ve GSYİH KEKK ÇKE geçerli M.N. Temurlenk değil C. Atıcı ve F. 1968-2000 CO2, GSMH, KEKK ÇKE geçerli Kurt ticaret açıklık indeksi, tarımsal ticaret açıklık indeksi F. Halıcıoğlu 1960-2005 CO2, enerji ARDL eşÇKE geçerli tüketimi, GSYİH, bütünleşme dış ticaret analizi İ. Öztürk ve A. 1968-2005 GSYİH, CO2, ARDL eş ÇKE geçerli Acaravcı enerji tüketimi bütünleşme değil toplam iş gücü analizi M. Saatçi ve Y. 1950-2007 CO2 ve GSMH Kejriwal ÇKE geçerli Dumrul yapısal kırılmalı eşbütünleşme analizi Literatürde ÇKE ile ilgili olarak yapılan uygulamalı çalışmalarda “çalışmalardan elde edilen bulgular, kullanılan değişkenler, ele alınan dönemler ve ülkeler arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır”(Başar ve Temurlenk, 2007). Literatürdeki ÇKE‟nin araştırılmasına dair diğer ülke/ülkeler için yapılan bazı önemli çalışmalar ve sonuçları şöyle sıralanmıştır. Grossman ve Krueger (1991), bu konuda yapılan ilk çalışmadır, bu çalışmada çevre değişkeni olarak sülfürdioksit, duman miktarı, partikül maddeler alınmış yöntem olarak panel veri analizi kullanılmıştır. Sonuç olarak gelir ile sülfürdioksit ve duman miktarı arasında ters-U şeklinde bir ilişki bulunmuştur. Shafik ve Bandyopadhyay (1992), bu çalışmada 149 ülke için çevre değişkenleri olarak temiz su eksikliği, kentsel sağlık koruma eksikliği, ormanlık alandaki değişmeler, yıllık ormansızlaşma oranı, nehirlerde çözünmemiş oksijen miktarı oranı, kişi başına çöp miktarı sülfürdioksit miktarı ve kişi başına CO2 emisyonu alınmış, yöntem olarak panel veri analizi kullanılmıştır. Sonuç olarak gelir ile ormansızlaşma, sülfürdioksit miktarı ve CO2 arasında ÇKE ilişkisi elde edilmiştir. Selden ve Song (1994), bu çalışmada 30 ülke için çevre değişkenleri olarak sülfürdioksit, azotoksitler, partikül maddeler ve CO2 alınmış, yöntem olarak kesit verilerle en küçük kareler (EKK) ve panel veri analizi kullanılmıştır. Sonuç olarak ÇKE ilişkisi elde edilmiştir. Moomaw ve Unruh (1997), bu çalışmada 16 ülke için çevre değişkeni olarak CO2 emisyonu alınmış, yöntem olarak panel veri analizi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda gelir ile CO2 emisyonu arasında N şeklinde bir ilişki bulunmuştur. Torras ve Boyce (1998), bu çalışmada çevre değişkenleri olarak sülfürdioksit, duman, ağır partiküller, çözünmüş oksijen, kolibasili miktarı, güvenli su miktarı, sağlık önlemleri değişkenleri alınmış, yöntem olarak kesit verilerle EKK analizi kullanılmıştır. Çalışmanın sonucunda gelir ile sülfürdioksit, duman, temiz su eksikliği ve kent sağlığı arasında N şeklinde bir ilişki elde edilmiştir. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 282 Egli (2004), Almanya için yapılan bu çalışmada çevre değişkeni olarak sülfürdioksit, azatoksitler, CO2, karbonmonoksit, amonyak, metan, partikül maddeler, metan harici uçucu organik maddeler alınmış, yöntem olarak zaman serileri ile EKK analizi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda gelir ile azotoksitler ve amonyak arasında ÇKE ilişkisi bulunmuştur. Çalışmanın amacı, Türkiye için ÇKE hipotezinin geçerliliğini test etmektir. Bu bağlamda “Türkiye‟de çevre kirliliği ve ekonomik büyüme arasında ters U şeklinde bir ilişki vardır” hipotezi Johansen Eş-Bütünleşme testi ile analiz edilecektir. Çalışma şu şekilde devam etmektedir. İlk olarak ekonomik büyüme ve çevre ilişkisi ele alınmış, ardından ÇKE teorisi açıklanmıştır. Bir sonraki bölümde uygulamada kullanılacak olan ekonometri yöntem bilimi açıklanmış, son olarak ÇKE hipotezinin Türkiye için geçerliliğini test etmek amacıyla ekonometrik bir uygulamaya yer verilmiştir. Sonuç kısmında ise önemli sonuçlar belirtilmiştir. Ekonomik Büyüme ve Çevre İlişkisi Sürdürülebilir Kalkınma Sürdürülebilir kalkınma, insan ile doğa arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden, gelecek nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasına ve kalkınmasına imkan verecek şekilde bugünün ve geleceğin yaşamını ve kalkınmasını programlama anlamını taşımaktadır. Sürdürülebilir kalkınma sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları olan bir kavramdır(Tubitak, 2004). Sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk kez 1987 Brundtland Raporunda kullanılmıştır. Bundan önce hakim geleneksel kalkınma kavramı ise sadece maddi zenginliklerin büyümesine odaklanan ve ekonomik büyümeyi birinci değersel hedef olarak alan bir kavramdır. Maddiyat merkezli olan geleneksel kalkınma kavramı, ekonomik büyümenin toplumsal refahı ve insanın uygarlaşmasını kaçınılmaz ve otomatik bir biçimde yükselteceğini iddia etmektedir. “Maddiyat merkezli bu kavram sınırsız maddi zenginliğin üretilmesi ve biriktirilmesi yoluyla acı ve yoksulluğun içinde olan tüm insanları ve canlıları bu sıkıntılardan kurtaracağını savunur. Bu nedenle, sonsuz ekonomik büyümenin ve toplumsal zenginliğin sınırsız artışının kesinliklen üst ilke olduğunu savunur” (Jiang, 2013 ss. 516). Oysa her toplumsal gelişim; ekonominin, politikanın, kültürün ve ekolojinin bir arada etkileşim içinde olmasıyla ve birbirleriyle uyumlu bir şekilde gelişmesiyle var olur. “Günümüz dünyasında kalkınma, sosyo-ekonomik yapının, doğal ekolojinin maddi üretiminin, politikanın, kültürün, bilim ve teknolojinin, toplumun ve doğal ekolojinin gelişimini içeren uyumlu ve koordineli bir kalkınma olmalıdır”(Jiang, 2013 ss. 518). Geleneksel kalkınma kavramı sanayi uygarlığı ile yakından bağlantılıdır. Sanayileşmenin gelişim aşamasında çevre maddi büyüme için bir hammadde kaynağı olarak görülmüş ve keyfi bir biçimde tahrip edilmiştir. Yani ekolojik çevre sanayi uygarlığının tahakkümü altında kalmıştır. Sürdürülebilir olmayan kalkınmanın yaratmış olduğu bu durum insan ile doğanın uyumlu birliğini bozmuş ve insanlığın yaşamını ve gelişimini tehdit eden ciddi çevresel ekolojik krizlere neden olmuştur. Bazı ülkelerde yalnızca ekonomik gelişmeye odaklanılması, toplumsal sistemde işlevsel bozukluklara ve ekonomik yapıda büyük dengesizliklere yol açmıştır. Maddi zenginliğe karşı ahlaki yozlaşma, bilim ve teknolojideki ilerlemeye karşı ciddi ekolojik sorunlar baş göstermiştir. Yakın bir tarihe kadar izlenmiş olan ekonomik büyümenin niteliği yüksek yatırım, yüksek enerji tüketimi, yüksek kirlilik ve düşük verimliliktir. Böyle bir büyümenin sürdürülebilir olması düşünülemez. Nitekim 1972 yılında Roma Klübünün, dönemin ileri gelen Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 283 entelektüellerine hazırlattığı “Büyümenin Sınırları” isimli raporda nüfus, gıda üretimi, sanayileşme, çevre kirlenmesi ve doğal kaynak tüketimi arasında nedensellik ilişkileri ortaya konmuş, talebin artış hızı ve arzın mümkün olan üst sınırları incelenmiştir. Sonuç olarak bu faaliyetlerdeki artışların insanlığı hızlı bir şekilde büyümenin sınırına ulaştıracağı sonucuna varılmıştır. Rapora göre büyüme sistemin sınırına yaklaştıkça çevre kirlenmesi, yenilenemeyen kaynakların tükenmesi ve kıtlık gibi süreçler güç kazanır ve böylece büyüme son bulur. Bu anlamda büyümenin sürdürülebilirlilik yeteneğini arttırmak hızlı ve kontrolsüz bir kalkınmadan daha önemli bir önceliktir. Ekonomik Büyüme ve Çevre Arasındaki Çelişki Ekonomik kalkınma ile çevre arasındaki ilişki çelişkilidir ve muhtemelen de hep öyle kalacaktır. Bazı ekonomistler: yeni kirlilik problemlerinin aciliyetini, global ısınmayla ilgili başarı eksikliğini ve üçüncü dünyada hala artan kirliliğinden bahsederken, diğerleri ise halk sağlığını sağlamada gerçekleştirilen büyük ilerlemeyi, büyük şehirlerdeki hava kalitesindeki iyileşmeyi ve teknolojik gelişme ile birlikte insan yaşamında var olan iyileşmeler üzerinde yoğunlaşmaktadır. İlk grup günlük, genellikle ciddi çevre problemleri üzerinde yoğunlaşırken: ikinci grup hayat standartlarındaki bazen düzensiz ve uzun gelişim tarihi üzerinde yoğunlaşırlar (Broke and Taylor, 2006 ss. 1 ). Sanayi devriminden buyana ekonomik büyümeyle beraber nüfus artışı da hız kazanmıştır. Dünya nüfusu günümüzde 7 milyarı geçmiştir. Nüfusun kendini ikiye katlama süresi ise 50 yıl kadardır. Artan nüfusla beraber insan ihtiyaçları da artmaktadır. Artan insan ihtiyaçlarının karşılanması da sermayenin büyümesine bağlıdır. Sermayenin daha fazla büyümesi ise daha çok kaynak gerektirir. “Girdi olarak özellikle kullanılan yenilenemeyen doğal kaynakların artıkları çevre kirlenmesine yol açmakta bu da önemli bir kıtlık sorununu beraberinde getirmektedir” (Başar, 2007 ss. 38). Ekonomik büyüme süreci, aslında, insan emeğinin verimliliğini ve etkinliğini arttırmak üzere daha fazla enerji kullanma sürecidir. “Kişi başına düşen enerji miktarı refah düzeyinin en iyi göstergelerinden biridir” (Meadows ve ark., 1972/1990). Dünyada kullanılmakta olan enerjinin çoğu birincil enerji kaynaklarından (petrol, doğal gaz, kömür vb.) elde edilmektedir. 2011 yılı verilerine göre dünyada birincil enerji kullanım miktarı 12274,6 milyon ton eşdeğer petrol olarak gerçekleşmiştir. Günümüzde dünya enerji tüketiminin yaklaşık %87‟si fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Ancak bunlar yandıkları zaman atmosfere diğer gazların yanı sıra karbondioksit (CO2) salmaktadır. Bu durum hava kalitesini olumsuz etkilemekte ve daha da önemlisi atmosferde yükselerek sera gazı etkisine yol açmaktadır. Sera gazı etkisi fosil yakıtların yanmasıyla oluşan ısı suyun radyasyonu aracılığıyla dolaylı bir şekilde atmosferin ısınmasına yol açmaktadır. Bölgesel ısısal kirlenme nehir yaşantısındaki dengeyi bozmaktadır. Aynı şekilde kentlerin çevresinde ortaya çıkan ve atmosfere karışan artık ısıda birçok meteorolojik düzensizliklerin yer aldığı kentsel ısı adalarının oluşmasına yol açmaktadır. “Isısal kirlenme dünyanın normal olarak emdiği güneş enerjisinin önemli bir kısmına eriştiğinde, küresel çapta olan bir iklim değişikliğine neden olmaktadır” (Meadows ve ark., 1972/1990). “İklim değişiklikleri, ekonomik ve sosyal sonuçları olan son derece karmaşık bir olgudur. Tarımsal verimden, turistik destinasyonlardaki değişime kadar birçok etkileşimi içine alan bu fenomenin; deniz düzeyindeki yükselmeler, insan sağlığı, su kaynaklarının durumu, enerji talebi gibi bir doğal dengenin bozulması sonucu oluştuğu kabul edilmektedir” (De Cian ve ark., 2007). Sanayi devriminden itibaren var olan ekolojik sistem ve ekonomik sistem arasındaki çelişkinin genel görünümü bir yandan insan ile doğa arasındaki, öte yandan ekoloji ve Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 284 ekonomi arasında göze çarpan uyumsuzluk ve çatışmalardır. Bir yandan insanın ekonomik ve toplumsal faaliyetleri sınırsız ve kontrolsüz bir şekilde büyürken, diğer yandan doğanın arz kapasitesi görece düşmüş ve düşmeye devam etmektedir. Böylece doğal ve ekolojik sistemler üzerindeki yük taşınamaz hale gelmiştir. Bir diğer çelişki ise insanın ekonomik ve toplumsal faaliyetlerinin artışı ile birlikte doğal ve ekolojik çevreden beklenen destek talebi artmış, buna karşın doğa ve çevrenin temizlenme ve kendini yenileme kapasitesi görece yetersiz kalmıştır (Jiang, 2013 ss. 526). Günümüzdeki ekonomik büyümenin asıl kaynağının çevre ve doğal kaynaklar olduğunu kabul edersek bu durumda çevre ve doğal kaynaklar üretim ve ekonomik zenginliğin maddi kaynağıdır ve insanların yaşamda tutunabilmeleri için temel koşuldur. Ayrıca ekonomik büyüme, sadece teknolojik bir gelişmeye değil aynı zamanda doğal kaynakların sunabileceği kapasiteye de bağımlıdır. Çevre kirletilmeye ve tahrip edilmeye devam ettiği takdirde ekonomik büyüme ve toplumsal istikrar olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Tüm bunların sonucunda çevrenin korunması ve doğal kaynakların makul ve akılcı bir şekilde kullanılması gerekliliği zaruri bir hal almaktadır. Uluslararası Arenada Ekonomik Büyüme ve Çevre İlişkisinin Tarihsel Özeti Dünya ekonomisi ve çevreyi birbirleriyle ilişkilendiren ilk küresel çalışma 1972 yılında Roma Kulübü tarafından bir raporla yayımlanmıştır. “Büyümenin Sınırları (The Limits to Growth)” isimli bu raporda sınırlı kaynaklarla sınırsız büyümenin imkansızlığı vurgulanmış, nüfus, gıda üretimi, sanayileşme, çevre kirlenmesi ve doğal kaynak tüketiminin birbirleriyle olan ilişkileri incelenmiştir. Araştırmanın sonucunda eğer bu beş trend büyümenin önüne geçerse dünyanın taşıma kapasitesinin aşılacağı ve ciddi tehditlerle karşılaşılacağı sonucuna varılmıştır. Rapor, dünyanın dikkatini ekonomik büyüme ve çevre arasındaki çelişkilere çekmeyi başarmış olması açısından önemlidir. Aynı yıl 1972‟de İsveç Stockholm‟de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı düzenlenmiş, konferansın sonunda Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kurulmuştur. Bir bildirge yayınlayarak “.…çevrenin taşıma kapasitesine dikkat çekilmiş, kaynak kullanımında, kuşaklar arası hakkaniyeti gözeten, ekonomik ve sosyal gelişmenin çevre ile bağlantısını kuran ve kalkınma ile çevrenin birlikteliğini vurgulayan ilkelerle sürdürülebilir kalkınma kavramının temel dayanakları ortaya konulmuştur” (Beyhan, 2008). Böylece ekonomik büyüme ve çevre ilişkisi ilk kez uluslararası arenada Stockholm Konferansında gündeme gelmiştir. 1983 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (WCED)” kurulmuştur. “Komisyonun amacı salt kalkınma uğruna çevreden özveride bulunulması yönündeki kaygı temel alınarak, çevre ve kalkınma arasındaki bağın anlaşılmasını sağlamaktır” (Aksu, 2011). Bu amaçla 1987 yılında “Ortak Geleceğimiz” isimli bir rapor yayımlanmıştır. Raporun ismi daha çok komisyonunun başkanı olması sebebiyle dönemin Norveç başbakanının ismiyle “Brundtland Raporu” olarak anılmaktadır. 1992 yılında Brezilya‟nın Rio de Jenerio kentinde 178 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla Rio Konferansı gerçekleştirilmiştir. Konferansta BM‟nin çevre sorunları dâhilinde tek küresel yetkili kurum olduğu kabul görmüş, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmanın sağlanması amacıyla BM İktisadi ve Sosyal Konseyi (ECOSOS) oluşturulmuş, BM Çevre Programı (UNEP) ve BM Kalkınma Programı (UNDP) gibi kuruluşların çalışmalarının BM bölgesel ekonomik konseylerinin yardımlarıyla güçlendirilmesi gereği ortaya konulmuştur. Konferans ekonomik faaliyetler sürdürülürken Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 285 çevrenin göz ardı edilemeyeceğine yönelik ilkelerin benimsenmesi adına önemli bir adımdır (Aksu, 2011). Rio Konferansında beş uluslararası belge olan “Gündem 21” başlıklı küresel eylem planı ile birlikte, “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi” ve “İklimsel Değişiklikler Çerçeve Sözleşmesi” başlıklı, küresel ölçekte bağlayıcı iki metin imzaya açılmış, bağlayıcılığı olmayan “Ormanların Sürdürülebilir Yönetimi Konusundaki İlkeler Bildirimi” benimsenmiş ve konferansın genel kabullerini ortaya koyan “Çevre ve Gelişme Üzerine Rio Bildirgesi” kabul edilmiştir (Beyhan, 2008). 1997 yılında Kyoto Protokolü imzaya açılmış, 2001 yılında kabul edilmiştir. Kyoto Protokolü, Rio konferansında kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‟nin eki olan uluslararası bir anlaşmadır. Protokolün yürürlüğe girmesi için gerekli olan iki şart protokole en az 55 ülkenin taraf olması ve taraf olan devletlerin dünya toplam emisyonunun %55‟ini oluşturmasıdır. Bu şartlar Rusya‟nın 2005 yılında Protokole taraf olmasıyla sağlanmış ve Protokol yürürlüğe girmiştir. Türkiye‟de ise Protokol 2009 yılında yürürlüğe girmiştir. Protokoldeki hükümlerin bağlayıcılığı Türkiye için 2012 yılından itibaren geçerlidir. Kyoto Protokolünün ana amacı atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır. Protokol, sera gazı emisyonunu azaltma amacı doğrultusunda sanayileşmiş ülkelere bir dizi bağlayıcı hedefler öngörmüştür. Bu ülkeler 2008–2012 yılları arasında sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesine göre en az %5 azaltmakla sorumludur. Son olarak 2014 yılında Lima‟da İklim Zirvesi düzenlenmiş, burada 2015 yılı sonunda Paris‟te yapılacak bir konferansta Kyoto Protokolünün yerini alacak bir anlaşmanın imzalanması planlanmıştır. Çevresel Kuznets Eğrisi Teorisi Çevresel Kuznets Eğrisine Genel Bir Bakış Kuznets (1955) kişi başına düşen gelir ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkinin ters U şeklinde olduğunu tahmin etmiş, kişi başına düşen gelir artarken başlangıçta gelir eşitsizliğinin de artacağını, gelir artışındaki belli bir dönüm noktadan sonra ise gelirdeki eşitsizliğin azalacağını öne sürmüştür. Kişi başına düşen gelir ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiyi bir çan eğrisi şeklinde açıklayan bu ampirik olgu Kuznets Eğrisi olarak bilinmektedir. Bu görüş 1990‟lı yıllardan sonra çevre tahribatı ve ekonomik büyüme arasında bağ kuran çalışmaların başvurduğu bir olgu haline gelmiştir. Buna göre gelir ve gelir dağılımı arasındaki ilişkiye benzer şekilde ekonomik büyüme ile beraber büyümenin ilk aşamalarında çevre tahribatı artmakta daha sonra belli bir gelir seviyesinden sonra ise çevresel iyileşme başlamaktadır. Bu görüşe literatürde Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) denilmektedir. ÇKE hipotezi ilk kez 1991 yılında Grossman ve Krueger tarafından ortaya atılmış ve test edilmiştir. ÇKE hipotezi, bir ekonomi zamanla büyüdükçe değişimin esas bir dinamik sürecini özetlemektedir. Çevre kirliliği ve tahribatı gelirle beraber bir noktaya kadar artmakta belli bir gelir seviyesinden sonra ise azalmaktadır. Ekonomik büyümenin ilk aşamasında sanayileşmeye bağlı olarak kirlilik artmaktadır. Bu süreçte daha az verimli ve çevre kirliliğine daha fazla neden olan teknolojiler kullanılmakta, üretim miktarının artırılmasına diğer her şeyden daha fazla önem verilmektedir. “Daha fazla üretim ise daha fazla israf ve yan sanayide çevre kalitesinin düşmesine neden olan kirleticilerin daha fazla salınımı anlamına gelmektedir” (Dinda, 2004). Bu aşamada insanların çevresel sorunlara olan farkındalığı azdır ya da çevresel sorunlar Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 286 insanların öncelikli sorunları arasında değildir. Ancak ekonomik büyümenin sonraki aşamalarında ekonomik faaliyetlerde yapısal değişiklikler olmakta, Sanayi sektöründen, doğal kaynaklara bağlılığı daha az teknolojileri kullanan hizmet ve bilgiye dayalı sektörlere geçişler yaşanmaktadır. “Ayrıca gelirin artmasıyla insanlar daha yüksek yaşam standardı elde ettiğinden, içinde yaşadıkları çevrenin kalitesine daha çok önem vermekte ve daha iyi bir çevre için çevre tahribatının azaltılması yönünde ekonomide yapısal değişiklik talep etmektedir” (Dinda, 2004). Yani Çevresel Kuznets Eğrisi bir ülkede ya da büyük bir toplulukta yaşanan değişiklikler sonucunda çevre kalitesi ölçüsünün nasıl değiştiğini göstermektedir. Şekil 1‟de Çevresel Kuznets Eğrisi gösterilmiştir. Çevre Kirliliği Y*: Dönüm Noktası Çevresel Tahribat Çevresel İyileşme Kişi Başına Düşen Gelir Şekil 1 Çevresel Kuznets Eğrisi Çevresel Kuznets Eğrisini Açıklayan Teorik Nedenler Çevresel Kuznets Eğrisinin ters U şeklinde olmasından bir takım etkenler sorumludur. ÇKE‟nin şeklinden sorumlu olan bu etkenlerin bazılarının nedenleri aşağıda ayrı ayrı başlıklar altında analiz edilmiştir. Çevresel Kaliteye Yönelik Talebin Gelir Esnekliği Çevresel kaliteye yönelik talebin gelir esnekliği ÇKE‟nin şeklini açıklanmasında başvurulan açıklamalardan biridir. Buna göre çevre kirliliğine neden olan bir ürün gelirin düşük seviyelerinde normal bir mal iken artan gelir seviyesiyle düşük bir mal haline gelmektedir. Yani artan gelirle beraber çevre kirliliğine neden olan ürünlere talep azalmaktadır. “Gelir seviyesi düşük olan insanlar daha az bir çevre kalitesini talep etmekte ancak toplum zenginleştikçe toplumun üyelerinin daha sağlıklı ve temiz bir çevreye olan talepleri güçlenmektedir” (Dinda,2004). “Bir ülkede insanlar yeterli bir seviyede yaşam standardına ulaştığında çevresel koşullara daha fazla önem vermekte….” (Selden ve Song, 1994), “yaşam standardının yükselmesiyle birlikte tüketiciler sadece çevre dostu ürünleri tercih etmemekte ayrıca çevrenin korunmasında yeni düzenlemeler için baskı oluşturmaktadırlar” (Dinda, 2004). Yani gelirin artmasıyla çevreye olan duyarlılık artmakta, çevreyle ilgili kurum ve kuruluşlara daha fazla bağış yapılmakta, çevresel zararları azaltma yönünde ekonomilerde yapısal değişiklik için baskı oluşturulmakta ve çevreye zararlı ürünlere talep azalmaktadır. Bu Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 287 durumda gelir ve çevre kirliliği ilişkisi belli bir gelir düzeyine kadar artan, sonraki gelir düzeyinden sonra azalan bir seyir izlemektedir. Ölçek, Kompozisyon ve Teknoloji Etkileri Gelir artışıyla birlikte çevre tahribatının büyümenin ilk aşamasında artan gelirin belli bir seviyesinden sonra ise azalan seyir izlemesini Grossman ve Krueger (1991) üç farklı etkiye bağlamaktadırlar. Bu etkiler ölçek, kompozisyon ve teknoloji etkileridir. Ölçek Etkisi: Ölçek etkisi ekonomik büyümenin ilk aşamasında görülmekte ve çevreyi olumsuz yönde etkilemektedir. Sanayileşme öncesi dönemde ekonomik faaliyetler tarımla sınırlı kalmaktadır ve bu nedenle sanayiye bağlı kirlilik görülmemektedir. “Sanayi toplumuna geçiş ile birlikte kullanılmakta olan doğal kaynak miktarının artması, kirletici emisyon miktarlarının yükselmesi, verimliliği daha az ve çevre kirliliğine sebep olan teknolojilerin kullanılması, çıktı miktarının artırılmasına yönelik üretim yapılması ve gelişme ve büyümenin çevresel boyutlarının düşünülmemesi çevre kirliliğini hızlı bir şekilde artırmaktadır” (Atıcı ve Kurt, 2007). Ölçek etkisi, ekonomik büyümeyle birlikte üretim ölçeğindeki artışları ve bunun sonucunda üretimde doğal kaynak kullanımındaki artışlara bağlı olarak ortaya çıkan artıkların ve zararlı emisyonların çevreye verdiği olumsuz etkileri ifade etmektedir. Şekil 2‟de bu durum bir grafikle ifade edilmiştir. Çevre Kirliliği Kişi Başına Düşen Gelir Şekil 2 Ölçek etkisi (Başar, 2007 ss. 68) Kompozisyon Etkisi: Kompozisyon etkisi, ölçek etkisinin olumsuz etkisine karşı ekonomik büyümenin çevre üzerindeki olumlu bir etkisidir. Kompozisyon etkisi ekonomik faaliyetlerde yaşanan yapısal değişiklikleri ifade etmektedir. Ekonomik büyümenin ilk aşamasında tarımdan sanayiye geçen ekonomik faaliyetler, ekonomik büyümenin bir sonraki aşamasında sanayi sektöründen hizmet ve bilgi sektörlerine doğru bir geçiş yaşamaktadır. Hizmet ve bilgi sektörleri doğal kaynaklara daha az bağımlıdır ve daha az atık ve kirlilik oluştururlar. Bu anlamda ekonomik büyümenin çevreye olan kompozisyon etkisi olumludur. Kompozisyon etkisinin gelirin bir fonksiyonu olarak ters U şeklinde olması beklenir. Diğer bir değişle sanayinin payı başta artıp daha sonra düşecektir” (Panayotou, 2003). Şekil 3‟te kompozisyon etkisi bir grafik ile gösterilmiştir. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 288 Çevre Kirliliği Kişi Başına Düşen Gelir Şekil 3 Kompozisyon etkisi (Başar, 2007 ss. 70). Teknoloji Etkisi: Teknoloji etkisi ekonomik büyümenin sonraki aşamasında görülür ve çevreye etkisi olumludur. Ülkelerin refah seviyelerinin artmasıyla birlikte araştırma ve geliştirme çalışmaları için ayrılan fonlar artar (Başar, 2007 ss. 70). Teknolojik ilerleme kirli ve büyüyen ekonomiyle ortaya çıkar ve büyümeyle birlikte eski teknolojiler çevresel kaliteyi koruyan iyileştiren yeni ve daha temiz teknolojilerle yer değiştirir. “ÇKE hipotezi ekonomik büyümenin ilk aşamasında ölçek etkisinin çevreye olumsuz etkilediğini ancak kompozisyon ve teknoloji etkilerinin çevreye olumlu etkileriyle daha düşük emisyon seviyelerinin galip geleceğini öne sürmektedir” (Dinda, 2004). Şekil 4‟te teknoloji etkisi bir grafikle ifade edilmiştir. Çevre Kirliliği Kişi Başına Düşen Gelir Şekil 4 Teknoloji etkisi (Başar, 2007 ss. 72). Uluslararası Ticaret Çok taraflı ticaret anlaşmaları gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çevreleri üzerinde farklı etkilerde bulunmaktadır. “Gelişmekte olan ülkelerde korumacılığın azaltılmasıyla üretim yoğunluğunun azalmasından dolayı kirlilik azalmakta, gelişmekte olan ülkelerde ise üretim artışından dolayı çevre kirliliği artmaktadır” (Atıcı ve Kurt, 2007). Uluslararası ticaretin serbestleşmesi hem çevre kirliliğini arttırmakta hem de kirliliğin azaltılmasını teşvik etmektedir. “Uluslararası ticaret kirliliği yoğun malların üretimi nedeniyle oluşan kirliliğin bir ülkede azalmasına diğer ülkelerde ise artmasına neden olur” (Dinda, 2004). Ticaret, gelişmekte olan ülkelerde insanların gelir seviyelerini arttırır, artan reel gelir de çevre korumasının arttırılması için talep yaratır. Çünkü daha yüksek gelirli kişiler daha temiz bir çevre isterler. Ancak bunun sonucunda kirli endüstriler çevre düzenlemesi zayıf olan ülkelere Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 289 göç eder. Bu da ticaretteki sınırlamaların kaldırılmasının çevreye zararlı olabileceği anlamına gelir. “Ekonomistler bu duruma Kirlilik Sığınağı Hipotezi (KHS) adını vermektedir” (Dinda, 2004). Buna göre, gelişmiş ülkeler sıkı çevre politikaları uyguladıkları için bu ülkelerde faaliyet gösteren firmaların üretim maliyetleri uygulanan çevre politikaları nedeniyle artmaktadır. Diğer taraftan gelişmekte olan ülkelerde düşük ücretler ve zayıf çevre politikaları bu ülkeleri kirliliğe neden olan endüstriler için cazip hale getirmektedir. “Çevre düzenlemesi zayıf fakir ülkeler kirliliği yoğun malların net ihracatçısı olurken zengin ülkeler bu ürünlerin net ithalatçısı olurlar” (Saint - Paul, 1994). “KSH‟ye göre çevre düzenlemeleri gelişmiş ülkelerde faaliyet gösteren firmaların yatırım kararlarını etkilemekte ve zayıf çevre düzenlemeleri olan ülkelerin kirletici üretim kollarında uzmanlaşmalarına neden olmaktadır” (Atıcı ve Kurt, 2007). Bu durum dibe doğru yarış (race to bottom) senaryosuna ortam hazırlar. Buna göre gelişmiş ekonomilerdeki yüksek çevre standartları kirliliği yoğun mallar üzerine yüksek maliyetler yükler. Bu yüzden gelişmiş ekonomilerde kirletici faaliyetlerde bulunan endüstriler gelişmekte olan benzer endüstrilerden daha fazla düzenleyici maliyetle karşılaşırlar. Bu durum bazı kirli endüstrilere yer açmak için bir teşvik oluşturur. Çünkü az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler yeterli bir büyüme hızı yakalayabilmek için önemli miktarda yatırıma ihtiyaç duyarlar. Ancak tasarruf ve sermaye eksikliği yatırım yapmalarına engeldir. Söz konusu ülkeler tasarruf açıklarını kapatmak için doğrudan yabancı yatırımları ülkelerine çekmek için bir yarış içine girerler. “Ayrıca artan sermayenin dışarı çıkışı gelişmiş ülkelerde de hükümetleri çevre standartlarını gevşetmeye zorlar ve dibe doğru yarış hızlanırken ÇKE düzleşir ve mevcut kirlilik seviyesinden daha yükseğe doğru ilerler” (Dinda, 2004). Çevre Kirlilği Dibe Doğru Yarış (Race To Bottom) Kişi Başına Düşen Gelir Şekil 5 Çevresel Kuznets Eğrisi Dibe Doğru Yarış Senaryosu (Dasgupta, 2002). Şekil 5‟te küreselleşme çevresel standartlarda bir dibe doğru yarışı desteklediğinde, kirlilik seviyesinin en yüksek seviyesine ulaştıktan sonra düz bir çizgide ilerleyeceği ifade edilmektedir(Dasgupta, 2002). Uluslararası ticaret sürekli bir teknolojik yenilenmeyi gerektirmektedir. Gelişmiş ülkeler sadece büyümek için değil reel gelirlerini korumak için bile sürekli teknolojilerini yenilemelidir. Uluslar arası ticaret temiz teknoloji yayılımını arttırır. Bu da gelişmekte olan ülkelerin mevcut gelişmiş ülkelerin büyüme aşamalarında sahip olmadığı temiz teknolojiyi daha erken elde etmesine olanak sağlar. Ancak “bazı yazarlar gelişmekte olan ülkelerin dibe doğru yarışa izin verebileceğini öne sürmektedirler” (Dinda, 2004). 290 Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 Gelişmiş ülkelerin ve uluslararası yardım kuruluşlarının gelişmekte olan ülkelere politika reformlarında, bilgi birikiminde, halkın çevre konusunda eğitiminde ve araştırma programlarına verdiği destekler halkın çevreyle ilgili eğitiminde önemli rol oynamaktadır. Küreselleşme küresel ekonomik büyüme için bir güçtür. Ancak “küreselleşme iş ve yatırımlar için rekabeti artıran bir çevresel dibe doğru yarışı tetikleyebilir” (Wheeler, 2000). Piyasa Mekanizması ÇKE‟nin şeklini sadece politik müdahaleler değil aynı zamanda ekonomi piyasasındaki hareketlilikler de açıklayabilir. Üretimde girdi olarak doğayı kirleten doğal kaynakları kullan endüstriler için bu kaynakların fiyatlarının yükselmesi kirlilik yoğunluğu düşük yeni teknolojilerin yayılımını hızlandırır. Örneğin, “1970lerde petrol fiyatlarındaki artış alternatif enerji kaynaklarından elektrik güçlü üretime geçişi teşvik etmiştir” (Unruh ve Moomaw, 1998). Ayrıca firmaların üretim faaliyetleri sonucu oluşan çevre zararlarına dair haberler bu kaynakların fiyatlarını, bu da yatırımcıların yatırım kararlarını etkilemektedir. Teorik Analiz Standart ÇKE regresyon modeli: yit ai 1 xit 2 xit2 3 xit3 4 zit it (1) Burada a sabit terimini, i çalışılan ülke/ülkeleri, t zamanı, hata terimini, y çevresel göstergeyi, x geliri, z ise çevresel tahribat üzerinde etkili olan diğer değişkenleri ifade etmektedir. Model (1)‟in tahmin edilmesiyle çevresel kirlilik ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye dair Tablo 2‟deki olası sonuçlar elde edilir. Tablo 2 ÇKE hipotezi altında beklenen farklı çevre-büyüme ilişkileri MODEL MODELİN AÇIKLAMASI 1 2 3 0 x ve y arasında herhangi bir ilişki yoktur. MODELİN ŞEKLİ y x y 1 0 ve 2 3 0 x ve y arasında pozitif yönlü doğrusal bir ilişki vardır. x y 1 0 ve 2 3 0 x ve y arasında negatif yönlü doğrusal bir ilişki vardır. x 291 Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 y 1 0 , 2 0 ve 3 0 x ve y arasında ters-U şeklinde bir ilişki vardır(ÇKE). x y 1 0 , 2 0 ve 3 0 x ve y arasında U şeklinde bir ilişki vardır. x y 1 0 , 2 0 ve 3 0 x ve y arasında N şeklinde bir ilişki vardır. x y 1 0 , 2 0 ve 3 0 x ve y arasında ters-N şeklinde bir ilişki vardır. x Çevre tahribatı ve ekonomik büyüme arasında ters-U şeklinde bir ilişki bulunduğunda tahribatın hangi seviyeden sonra azalmaya başlayacağı önem kazanmaktadır. Şekil 1‟de Y* olarak ifade edilen dönüm noktası Y* = - 1 /(2 2 ) formülü ile hesaplanır (Dinda, 2004). Ekonometrik Metodoloji Durağanlık Bir zaman serisi, ortalamasıyla varyansı zaman içinde değişmeyen ve iki dönem arasındaki ortak varyansı bu ortak varyansın hesaplandığı döneme ait değil de yalnızca iki dönem arasındaki uzaklığa bağlı ise durağandır(Gujarati, 2011 ss. 713). Herhangi bir zaman serisi geliştirildiğinde, elde edilen stokastik sürecin zamana bağlı olarak değişip değişmediğinin bilinmesi gerekir. Şayet stokastik sürecin niteliği zaman boyunca değişiyorsa; yani seri durağan değilse, serinin geçmiş ve gelecek yapısını cebirsel modelle ifade etmek mümkün değildir. Eğer stokastik süreç zaman boyunca sabit ise, geçmiş değerler kullanılarak seriye ait sabit katsayılı bir model elde edilir. Bir durağan zaman serisinde, bir seride peş peşe gelen iki değer arasındaki fark, zamanın kendisinden kaynaklanmamakta, sadece zaman aralığından kaynaklanmaktadır. Durağan serideki bu ilişkinin pratik sonucu serinin ortalamasının zamanla değişmeyecektir. Gerçek dünyadaki zaman serilerinin çoğu durağan değildir ve serinin ortalaması zamanla değişir. Seri Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 292 genellikle azalan veya artan bir trende sahiptir. Bazen serilerdeki büyük dalgalanmalardan dolayı da durağanlık ortadan kalkar. Şayet seri durağan değilse, otokorelasyonlar önemli ölçüde sıfırdan sapar veya gecikmeler arttıkça sıfırdan uzaklaşır veya ortaya sahte bir örnek çıkar. Zaman serilerini uygun bir modele oturtabilmemiz için bu serileri önce durağan olması gerekir(Kutlar, 2005 ss. 252). Birim Kök Testleri Bir zaman serisi birim kök içeriyorsa o seri durağan değildir. Birim kök içeren zaman serileri ile yapılan ekonometrik analizler anlamlı bir sonuç vermemektedir. Bir serinin uzun dönemde sahip olduğu özellik, değişkenin bir önceki dönemde aldığı değerinin, bu dönemi nasıl etkilediğinin belirlenmesiyle ortaya çıkartılabilir. Bu nedenle serinin nasıl bir süreçten geldiğini anlamak için, serinin her dönemde aldığı değerin daha önceki dönemlerdeki değerleriyle regresyonunun bulunması gerekmektedir. Bu amaçla geliştirilen birim kök testi ile serilerin durağan olup olmadıkları belirlenebilmektedir. Yt değişkeninin bu dönemde aldığı değerin geçen dönemdeki değeri olan Yt-1 ile ilişkisi: Yt pYt 1 ut (2) biçiminde gösterilir. Burada ut ortalaması sıfır, varyansı değişmeyen, ardışık bağımlı olmayan, olasılıklı hata terimidir. Bu hata terimi “beyaz gürültü hata terimi” olarak anılmaktadır. Bu model birinci dereceden otoregresif AR(1) modelidir. Eğer ρ katsayısı bire eşit bulunursa birim kök sorunu ortaya çıkmaktadır ve model: Yt Yt 1 ut (3) şeklini almaktadır. Birim kökü olan zaman serisi, ekonometride bir rassal yürüyüş olarak bilinmektedir. Rassal bir yürüyüş ise, durağan olmayan bir zaman serisi örneğidir. Bu bir önceki dönemde iktisadi değişkenin değerinin ve dolayısıyla o dönemde maruz kaldığı şokun olduğu gibi sistemde kalması anlamına gelmektedir. Bu şokların kalıcı nitelikte olması serinin durağan olmaması ve zaman içinde gösterdiği trendin stokastik olması demektir. Eğer ρ katsayısı birden küçük çıkarsa, geçmiş dönemlerdeki şoklar belli bir süre etkilerini sürdürseler bile, bu etki giderek azalacak ve kısa bir dönem sonra tamamen ortadan kalkacaktır(Tarı, 1999 ss. 368-369). Genişletilmiş (Augmented) Dickey-Fuller(ADF) Testi Dickey-Fuller(1979) testinde bütün zaman serileri birinci dereceden otoregresif süreçlerle ifade edilmiştir. Oysa zaman serilerinin hepsi birinci derece otoregresif süreçler şeklinde ifade edilemezler. Dickey-Fuller testinde otokorelasyon sorunu ile karşılaşılmakta, bu sorunu kaldırmak için Dickey-Fuller denklemine otokorelasyonu gidermeye yetecek kadar bağımlı değişkenin gecikmeli değeri denklemin sağ tarafına ilave edilmektedir. Bu ilaveden sonra Dickey-Fuller (DF) regresyon denklemi Genişletilmiş Dickey-Fuller (ADF) denklemine dönüşmektedir (Dickey ve Fuller, 1979). DF testinde dikkate alınan üç model kalıbı, bağımlı değişkenin gecikmeli değerleri modele dâhil edilerek, genelleştirilmiş Dickey Fuller (ADF) regresyonları k gecikme uzunluğu olmak üzere aşağıda verilen denklemlerdeki gibi yazılır. k Yt Yt 1 i yt i 1 ut (4) i 2 k Yt b0 Yt 1 i yt i 1 ut i 2 (5) Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 293 k Yt b0 b1t Yt 1 i yt i 1 ut (6) i 2 Burada gecikmeli fark denklemleri kullanılır. Gecikmeli fark denklemlerinin sayısı görgül olarak belirlenir. Amaç bu regresyondaki hata teriminin bağımsız olmasını sağlayacak kadar terimi modele katmaktır. Sıfır hipotezi burada da δ=0 ya da p=1‟dir. Yani Y „de birim kök vardır (Y durağan değildir). Bu modele DF testi uygulanırsa, buna Genişletilmiş Dickey-Fuller testi denir. ADF test istatistiği ile DF istatistiği aynı eşik değerlerine sahiptir. Phillips-Perron (PP) Birim Kök Testi Dickey-Fuller birim kök test yönteminde, hata terimlerinin bağımsız aynı dağılıma sahip rastgele değişkenler olduğu varsayımı vardır. Phillips ve Perron (1988) hata terimlerinin kendi içinde otokorelasyonlu olması durumunda Dickey-Fuller test yönteminin hatalı sonuçlar verebileceğini iddia etmektedir. Hata terimlerinin otokorelasyonlu olması halinde, DF test istatistiklerine bir düzeltme faktörü ekleyerek yeni bir yöntem önermektedir. Ayrıca, önerilen test istatistiklerinin kritik değerleri, DF test istatistiklerinin kritik değerleri aynıdır. Bu sebeple, birim kök testleri yapılırken test istatistiklerinin değerleri farklı olmasına rağmen aynı kritik değerler kullanılır(Akdi, 2010: 289). Aşağıdaki denklemler ele alındığında; Yt b0 bY (7) 1 t 1 ut Yt b0* b1*Yt 1 b2* (t T / 2) ut (8) Denklemlerde T gözlem sayısını göstermektedir. ut E(ut)=0 olduğundan hata terimlerin seri korelasyon ilişkisi içinde olmaması veya homojen olmaları için bir zorunluluk bulunmamaktadır. Phillips ve Perron(PP) testi, DF testinin tersine hata terimleri arasında zayıf bağımlılığa ve heterojenliğe izin vermektedir. Yt Yt 1 ut süreci şeklinde üretilen veriler için b ve b* ile b1 katsayılarına karşı sıfır hipotezi sınamasına başvurulur. Eş-Bütünleşme Analizi Durağan olmayan serilerde durağanlığı sağlamak için, serilerin birinci, ikinci, üçüncü, vb. farkları alınmaktadır. Ancak farklarının alınması, sadece değişkenin geçmiş dönemlerde maruz kaldığı kalıcı şokların etkisini yok etmekle kalmayıp aynı zamanda dönemler arasında, bu şoklar dışında var olabilecek, uzun dönemli ilişkilerin de ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu şekilde durağanlaştırılmış seriler arasında bulunacak bir regresyon ise, uzun döneme ait tüm bilginin de yok edilmesi nedeniyle, bir uzun dönem denge ilişkisi vermeyecektir. Eş-bütünleşme analizi iktisadi değişkenlere ait seriler durağan olmasalar bile, bu serilerin durağan bir kombinasyonunun var olabileceğini ve eğer varsa, bunun ekonometrik olarak belirlenebileceğini ileri sürmektedir. Bu değişkenleri etkileyen kalıcı dışsal şoklara rağmen, değişkenler arasında uzun dönemli bir denge ilişkisinin varlığını gösterir. Değişkenler arasında böyle bir eş-bütünleşmenin var olabilmesi ancak, dışsal olan kalıcı şokların farklı dozlarda ve biçimlerde olsa bile sistemdeki tüm değişkenleri ortak etkilemesiyle mümkündür. Başka bir ifadeyle, sistemdeki her değişken kendilerini ayrı ayrı etkileyen, her biri kendine özgü dışsal, kalıcı şoklara değil, bunları beraberce etkileyen ortak stokastik trendlere sahip olmalıdır(Tarı, 1999 ss. 370-371). Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 294 Durağan olmayan vektör zaman serilerinde, serinin bileşenleri arasında durağan bir doğrusal birleşim bulunabiliyorsa, böyle bir serilere kointegrasyonlu (eş-bütünleşik) seriler denir. d tane birim köke sahip X t zaman serisi X t I (d ) ile gösterilir. Aynı dereceden bütünleşik I (d ) serileri göz önüne alındığında genel olarak durağan olmayan bu serilerin herhangi bir doğrusal birleşiminin de I (d ) olması beklenir. Ancak Yt nin X t üzerine regresyonundan elde edilen artıklar serisi daha düşük dereceden bütünleşik oluyorsa ( b 0 Xt I (d ) ve Yt için I (d b) ), Engle ve Granger (1987) bu serileri ( d , b ) dereceli kointegre (eş-bütünleşik) seriler olarak tanımlamaktadır(Akdi, 2010 ss. 371). Eş-bütünleşme vektörünün tahmini ve verilen herhangi birçok değişkenli zaman serisinin eşbütünleşik olup olmadığının araştırılmasına ilişkin birçok yöntem vardır. Bunlardan en çok öne çıkanlar Engle ve Granger (1987) tarafından önerilen en küçük kareler yöntemi ile Johansen (1988) tarafından önerilen koşullu en çok olabilirlilik yöntemidir. Johansen Eş-Bütünleşme Yöntemi Değişken sayısının ikiden fazla olduğu durumlarda birden fazla eş-bütünleşme ilişkisi olabilir ve Engle-Granger yöntemi ile bu durumu tespit etmek mümkün değildir. Bu sorunu ortadan kaldırmak için Johansen (1988) maksimum olabilirlik tahmin yöntemini geliştirmiştir. Johansen yöntemi, Engle-Granger yönteminin çok denklemli olarak genelleştirilmesinden ibarettir. “Johansen yöntemi bütün değişkenlerin bağımlı değişken olarak kendi ve diğer değişkenlerin gecikmeli değerlerinin doğrusal bir fonksiyonu ile temsil edildiği denklem kümelerine dayanmaktadır” (Kennedy, 2003). “Genellikle, Engle ve Granger yönteminin kusurlarının olduğu” (Enders, 2004), Johansen yönteminin avantajlarının olduğu ve kullanılmasının daha uygun olduğu düşünülmektedir. Johansen tarafından önerilen yaklaşımın kullanılmasının iki temel nedeni vardır. Bunlardan ilki, ilgilenilen değişkenler için eş-bütünleşme vektörlerinin maksimum sayısını teşhis etmektir. Diğeri ise eş-bütünleşme vektörünün ve ilgili parametrelerin en çok olabilirlik tahminlerini elde etmektir (Holden ve Thompson, 1992). Bu yöntemde temel alınan matris rankı ile karakteristik kökler arasındaki ilişkidir. Burada ele alınacak süreçlerin doğrusal modellerde yer alan t sürecinin sıfır ortalama ve varyans matrisiyle aynı ve bağımsız dağılımlı, normal dağılıma sahip rastgele değişkenler olduğu varsayımı altında VAR modeli ile gösterilen X t çok değişkenli süreç vektörü, X t 1 X t 1 ... k X t k t , t 1, 2,... şeklindedir. Burada (15) katsayıları ifade eden (n × n) boyutlu matris, t ise hataları göstermektedir. Yukarıdaki denklemde X t birinci dereceden bütünleşik ve dolayısıyla X t durağan olsun. Burada polinom matrisi k gecikme uzunluğunu göstermek üzere aşağıdaki gibi olacaktır: A(Z ) I 1Z ... k Z k (16) Z = 1 olduğunda etki matrisi, A Z I 1 ... k z 1 (17) Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 295 seklinde ifade edilir. Yukarıdaki denklemdeki matrisine aynı zamanda denge ilişki matrisi de denilir. Buradaki matrisinin rankı eş-bütünleşme vektörlerinin sayısını verir (Johansen, 1988). matrisinin rankı sıfır olduğunda, seriler arasında uzun dönem bir ilişkiden (eş-bütünleşme) söz edilemez. Diğer taraftan, matrisinin rankı 1 ise, serilerin, doğrusal ve bağımsız bir bileşimi ortaya çıkar ki, bu da, seriler arasında tek bir uzun dönem ilişkisinin (eşbütünleşmenin) mevcut olduğunu ifade eder. Eğer, ‟nin rankı birden büyük ise, seriler arasında birden fazla eş-bütünleşme ilişkisi var demektir. Seriler arasındaki eş-bütünleşme ilişkileri, iki test istatistiği yardımıyla değerlendirilebilir. Bunlardan biri İz Test istatistiği, diğeri Maksimum Özdeğer Test istatistiğidir. n iz r T ln 1 i i r 1 (18) Burada r, eş-bütünleşme vektör sayısını, i tahmin edilen matrisinden tahmin edilen karakteristik veya kendi değerlerinin köklerini, T ise kullanılabilir gözlem sayısını göstermektedir. İz Testi istatistiği, matrisinin rankını inceler ve matris rankının r ‟ ye eşit ya da r ‟den küçük olduğunu ifade eden H 0 hipotezini test eder. max r , r 1 T ln 1 r 1 (19) Yukarıdaki denklemde T kullanılabilir gözlem sayısını, r eş-bütünleşme vektör sayısını, r 1 tahmin edilen matrisinden tahmin edilen karakteristik veya kendi değerlerinin köklerini ifade etmektedir. Maksimum Öz değer test istatistiği ise, eş-bütünleşme vektörün r tme eder. Elde edilen değerler kritik değerleri aşıyorsa eş-bütünleşme vektörlerin sayısı belirlenmiş olur. Hesaplanan İz ve Maksimum Öz değer istatistik değerleri, tablo kritik değerleri ile karşılaştırılarak değişkenler arası eş-bütünleşme vektörünün olup olmadığı, varsa kaç tane olduğu belirlenir. Çevresel Kuznets Eğrisi: Türkiye Örneği Model Veri Seti Çalışmanın amacı, 1975-2010 dönemi arası Çevresel Kuznets Eğrisi teorisinin Türkiye için geçerliliğini test etmektir. Çalışmanın verileri yıllık olarak ele alınmış ve Eviews programından yararlanılmıştır. Model tam logaritmik olarak belirlenmiştir. Tahmin edilen model aşağıda ifade edilmiştir: ln CO2t 0 1 ln Et 2 ln Yt 3 ln Yt 2 4 ln Ft ut (25) Burada; lnCO2: Logaritması alınmış kişi başına düşen karbondioksit miktarı metrik ton3 (Dünya Bankası). LnE: logaritması alınmış enerji tüketimi Petrol eşdeğeri (kiloton) (Dünya Bankası). LnY: logaritması alınmış kişi başına düşen GSYİH 1987 fiyatlarıyla Türk Lirası (TUİK). LnY2: logaritması alınmış kişi başına düşen GSYİH‟nın karesi ( LY‟den türetilmiştir). LnF: logaritması alınmış dışa açıklık oranı (%) 1987 fiyatlarıyla. (ticaret hacmi/GSYH)*100. Denklem 20‟de β1‟in işaretinin pozitif olması beklenir. Çünkü Türkiye‟de kullanılan enerjinin %80‟ninden fazlası birincil tüketim enerji kaynaklarından sağlanmaktadır ve bu 3 Metrik ton: Bir metrik ton 1000 kilogramdan oluşan ağırlıktır. 296 Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 kaynaklar yandıklarında havaya karbondioksit salmaktadırlar. Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) hipotezine göre β2 ve β3‟ün işaretleri ise sırasıyla pozitif ve negatif olması beklenir. β4‟ün işareti ise ülkelerin gelişmişlik seviyelerine göre değişiklik göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde artan ticaret daha az kirletici ürünlerin üretim ve ticaretini teşvik ederken, gelişmemiş ülkelerde bu konuda yasal düzenlemeler zayıftır. Bu durumda β4‟ün işareti gelişmiş ülkelerde negatif, gelişmemiş ülkelerde ise pozitif olması gerekir. LE LCO2 LY 11.6 1.6 14.8 1.4 14.6 11.2 1.2 14.4 10.8 1.0 14.2 0.8 10.4 14.0 0.6 0.4 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 10.0 1975 2010 1980 1985 1990 1995 2000 2005 LY2 12 210 8 205 4 200 0 195 -4 1980 1985 1990 1995 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 LF 215 190 1975 13.8 1975 2010 2000 2005 2010 -8 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 Şekil 6 Modeldeki tüm değişkenlerin zaman serisi grafikleri Şekil 6.‟daki grafikler incelendiğinde tüm değişkenlerde yıllar itibariyle düzenli bir şekilde artan trend görülmektedir. Birim Kök Testi Serilerin durağanlığını bozan nedenler; trend, mevsimsel hareketlilikler, konjonktürel hareketler ve sapan değerli zaman serisi kalıplarıdır. Serilerin durağan olup olmadığını anlamak için birim kök testleri uygulanmaktadır. Birim kök sınamasına yönelik en çok uygulanan testler Dickey-Fuller(1979), Genişletilmiş Dickey-Fuller(ADF)(1981), PhillipsPerron(PP)(1988) ve KPSS(1992) testleridir.Bu çalışmada serilerin durağan olup olmadıklarının belirlenmesinde Genişletilmiş Dickey-Fuller(ADF) Phillips-Perron(PP)(1988) ve KPSS(1992) test istatistikleri kullanılmıştır. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 297 Tablo 3 Durağanlık testleri ADF Değişkenler Düzeyde LCO2 LE PP Düzeyde -2,596848 (0,2839) Birinci Farklarında -5,870842* (0,0001) -2,596848 (0,2839) -2,808499 (0,2036) -2,810199 (0,2030) -2,791817 (0,2093) -0,632511 (0,9707) -6,035142* (0,0001) -5,839905* (0,0001) -5,848966* (0,0001) -3,979582** (0,0185) -2,647128 (0,1737) -2,919912 (0,1685) -2,898419 (0,1750) -0,105963 (0,9928) Birinci Farklarında -5,959366* (0,0001) KPSS LM-İstatistiği Düzeyde Birinci Farklarında 0,099391 0,060328 -6,050928* 0,105337 0,043084 (0,0001) LY -5,874872* 0,068299 0,050233 (0,0001) LY2 -5,885536* 0,071282 0,050193 (0,0001) LF 0,126938*** 0,184643** 3,883342** (0,0232) Not: parantez içindeki değerler p-değerleridir. ADF ve PP için sıfır hipotezi H0: birim kök vardır. Testlerde sabit ve trendli model uygun bulunmuştur. Tablo 3‟ten elde edilen sonuçlara göre tüm serilere ait düzeyde yapılan ADF ve PP test istatistikleri sonuçları tüm anlamlılık düzeylerinde MacKinnon kritik değerlerden büyük çıkmıştır. Yani sıfır hipotezi kabul edilmiştir. Seriler düzeyde durağan değildir. Serilerin birinci dereceden farkları alınarak yapılan ADF ve PP test istatistiği sonuçları ise tüm anlamlılık düzeylerinde MacKinnon kritik değerlerinden küçük çıkmıştır. Yani ilgili değişkenler birinci sıra fark durağandır. Eş-Bütünleşme Analizi Seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisini belirlenmesinde yaygın olarak Engle-Granger (1987), Johansen (1988) ve Peseran sınır testleri kullanılabilir Peseran sınır testi belirlenme dereceleri farklı olan serilerin eş-bütünleşme ilişkileri araştırırken de kullanılabilmektedir. Johansen Eş-Bütünleşme Testi Durağan olmayan iki değişken arasında her ne kadar anlamlı bir regresyon ilişkisi kurulamasa da, bunların doğrusal bir kombinasyonu uzun dönemde anlamlı bir ilişki içinde olabilir. Bu tür bir ilişkinin varlığı Johansen eş-bütünleşme testi ile araştırılmaktadır. Johansen yönteminde ilk aşama VAR modeli tahmin edilerek gecikme uzunluğunun belirlenmesidir. Tablo 4 Gecikme uzunlukları Gecikme LR FPE AIC SC HQ uzunlukları (k) 0 3,40e-13 -14,08228 -14,08228 -14,36862 1 147,6738* 8,58e-15* -18,22545 -16,68592* -17,68812 2 24,55693 1,38e-14 -17,85977 -15,22057 -16,93862 3 15,02828 3,29e-14 -17,23184 -13,52298 -15,95688 4 29,98121 2,80e-14 -18,01447 -13,17594 -16,32569 5 33,17775 9,65e-15 -20,31200* -14,37380 -18,23941* Not: LR: LR test istatistiği, FPE: son tahmin hatası, AIC: Akaike bilgi kriteri, SC: Schwarz bilgi kriteri, HQ: Hannan-Quinn bilgi kriteri, *,bilgi kriterlerine göre en uygun gecikme uzunluğunu göstermektedir. Tablo 4‟te görüldüğü üzere LR, FPE, SC ve HQ bilgi kriterlerine göre en uygun gecikme uzunluğu k=1, AIC bilgi kriterlerine göre ise k=5 olarak belirlenmiştir. Gecikme k=1 için yapılan Johansen eş-bütünleşme testi sonuçları Tablo 5‟te gösterilmiştir. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 298 Tablo 5 Johansen eş-bütünleşme testi sonuçlar Sıfır hipotezi İz testi r=0 r 1 r 2 r 3 r 4 90,07272 44,16039 23,89349 9,563986 0,035700 Maksimum öz değer r=0 41,91233 24,26690 r 1 14,32950 r 2 9,528286 r 3 0,035700 r 4 VAR(1) modelinin istikrar koşulları: 2 WHİTE =182,2617 (0,1697) k LM-istatistiği 1 25,953 (0,4101) Prob. 69,81889 47,85613 29,79707 15,49471 3,841466 %5 kritik değer 33,97687 27,58434 21,13162 14,36460 3,841466 0,0005 0,1168 0,2050 0,3158 0,8501 Prob. 0,0045 0,1257 0,3386 0,2448 0,8501 2JB =14.952(0,1338) 2 17,428 (0,8657) Not: Sıfır hipotezleri; White testi için dağılmaktadır LM testi için %5 Kritik değer 3 11,865 (0,9877) 4 28,161 (0,3005) 5 17,185 (0,8750) 6 10,617 (0,9946) 7 11,652 (0,9891) H 0 : değişen varyans yoktur Jarque-Bera testi için H 0 : hatalar normal H 0 : otokorelasyon yoktur şeklindedir. Parantez içindeki değerler p-değerleridir. Tablo 5‟te de görüldüğü üzere birinci sıfır hipotezi hem iz istatistiğine hem de maksimum özdeğer istatistiğine göre tüm anlamlılık düzeylerinde reddedilmiştir. Bu sonuçlara göre değişkenler arasında en az bir tane eş-bütünleşik vektör vardır. Johansen eş-bütünleşme testi sonucunda uzun dönem model tahmini aşağıda verilmiştir. LnCO2t 0,816844LnEt 12,08823LnYt 0, 409745L n Yt 2 0,0013689LnFt (26) (0,08898) (2,19086) (0,07465) (0,00343) Parantez içlerindeki değerler standart hataları göstermektedir. (26) nolu model tahmini sonuçlarına göre enerji tüketimi, gelir ve gelirin karesi değişkenlerinin katsayıları istatiksel olarak anlamlı bulunurken ticaret açıklık indeksi değişkeninin katsayısı anlamsız bulunmuştur. Katsayıların işaretleri ise ÇKE hipotezinin geçerliliğini destekler niteliktedir. Yani model tahminine göre ÇKE hipotezi Türkiye için geçerlidir. Uygulama sonucuna göre ilgili modelin dönüm noktası Y * 1 / (22 ) formülü kullanılarak hesaplanır. Buna göre dönüm noktası 12,08823(2*(0, 409745)) 14,75092 olarak bulunur. Model çift logaritmik olarak kurulduğundan dönüm noktası 1987 sabit fiyatları ile 2 548 257 Türk Lirasıdır. 1987 sabit fiyatlarıyla 2013 yılı kişi başına düşen GSYİH 2 461 857 TL‟ye denk gelmektedir. Bu da 2014 yılı itibariyle dönüm noktasına ulaşılmış olabileceğini ifade etmektedir. Sonuç Bu çalışmada ekonomik büyüme ve çevresel kirlilik ilişkisi farklı açılardan değerlendirilmeye çalışılmış, çevre faktörü olmadan etkin bir iktisadi büyümenin mümkün olamayacağı buna karşın mevcut çevresel tahribatın maliyetlerinin giderilmesi için de ekonomik büyümenin gerekli olduğu vurgulanmıştır. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 299 Çalışmanın ilk bölümünde sürdürülebilir kalkınma kavramı açıklanmış, ekonomik büyümenin sadece maddi zenginliği arttırmayı amaçlaması sonucu toplumun büyük çevre maliyetleri ile karşı karşıya kaldığı, bu sebeple ekonomik kalkınma hedefinin çevre ve toplumun gelişimini de içine alan sürdürülebilir bir kalkınma olması gerektiğine değinilmiştir. Bu bölümde diğer bir başlık olan ekonomik büyüme ve çevre arasındaki çelişki başlığı altında ekonomik büyümenin çevre üzerindeki etkileri üzerinde durulmuş, “büyüme adına çevreden destek talebi artarken doğanın arz kapasitesinin görece yetersiz kaldığı” (Meadows, 1990/1972) vurgulanmıştır. Ayrıca bu bölümde uluslararası arenada bu konu ile ilgili atılan adımların tarihsel özeti verilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde Çevresel Kuznets Eğrisi Teorisi başlığı altında ilk olarak Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) genel olarak açıklanmış, daha sonra ÇKE‟nin ters-U şeklinde olmasını açıklayan teorik nedenler sıralanmıştır. Buna göre gelir artışı ekonomik büyümenin ilk aşamalarında çevresel kirliliği artırırken belli bir dönüm noktasından sonra ise çevresel iyileşme başlamaktadır. Bu değişimin nedenleri çevresel kaliteye yönelik talebin gelir esnekliği, ölçek, teknoloji ve kompozisyon etkileri, uluslararası ticaret ve piyasa mekanizması başlıkları altında açıklanmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde son olarak ÇKE teorisine göre ekonomik büyüme ve çevresel kirlilik arasındaki ilişkiye dair olası sonuçlar verilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde ekonometrik metodoloji başlığı altında birim kök testleri ve eş bütünleşme testleri açıklanmıştır. Çalışmanın son ve dördüncü bölümünde ÇKE‟nin açıklanmasına yönelik Türkiye‟ye dair bir uygulamaya yer verilmiştir. Uygulamada Türkiye için ÇKE hipotezinin geçerli olup olmadığı 1975-2010 dönemi arası verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Bu amaçla Johansen eşbütünleşme analizi kullanılmıştır. Johansen eş-bütünleşme testi sonuçlarına göre değişkenler arasında uzun dönemli denge ilişkisi bulunmuştur. Ayrıca çalışmanın sonuçları ÇKE hipotezini doğrular nitelikte olup ekonomik büyüme ve çevresel kirlilik arasında ters-U şeklinde bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bir başka ifadeyle Türkiye‟de ekonomik büyümenin ilk aşamalarında gelir artışı çevresel kirliliği arttırmakta gelir seviyesi belli bir noktaya ulaştıktan sonra ise çevresel iyileşme başlamaktadır. Çalışmanın sonuçlarından yola çıkarak Türkiye‟de uygulanmakta ve uygulanacak olan iktisadi politikalarda çevre faktörünün göz ardı edilmemesi gelecek kuşaklar için büyük önem taşımaktadır. Günümüzde gerçekleştirilen ekonomik faaliyetlerin çevre üzerindeki yıkıcı etkileri gelecekte daha şiddetli bir şekilde hissedilebilir. Bu durumda ihtiyatı elden bırakmamak gerekir. Bu anlamda uygulanacak olan politikalarda ekonomik büyümenin niteliği ve verimliliği arttırılmalı, çevresel maliyetleri en aza indirilmelidir. Üretimde çevre dostu teknolojilerin benimsenmesi, geri dönüşüm sektörünün desteklenmesi, insanların çevre konusundaki farkındalığının arttırılması Türkiye‟nin daha uzun ve daha verimli bir ekonomik büyümeye sahip olabilmesi açısından önemlidir. Kaynaklar Acaravcı, A., Öztürk, İ. (2010, July). CO2 Emissions, Energy Consuption and Economic Growth in Turkey. Renewable and Sustainable Energy Reviews, 14, 322-3225. Akdi, Y. (2010, Ekim). Zaman Serileri Analizi. Ankara: Gazi Kitabevi. Aksu, C. (2011). Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre. Güney Ege Kalkınma Ajansı. Atıcı, C., Kurt, F. (2007). Türkiye‟nin Dış Ticareti ve Çevre Kirliliği: Çevresel Kuznets Eğrisi Yaklaşımı. Tarım Ekonomi Dergisi, 13(2), 61-69. Başar, S. (2007). İktisadi Büyümenin Çevresel Etkileri (Birinci Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 300 Başar, S., Temurlenk, M. S. (2007). Çevreye Uyarlanmış Kuznets Eğrisi: Türkiye Üzerine Bir Uygulama. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 21(1), 1-12. Beyhan, E. (2008). Sürdürülebilir Kalkınma-Çevre ve Yerel Yönetimler. Yerel Siyaset Aylık Bilimsel Siyasi Dergi 35, 12-17. Brock, W. A. and M. Scott Taylor (2004). Economic Growth and the Environment: A Review of Theory and Empirics. NBER Working Paper, No. 10854. Çetin, A. (2006). Alışveriş Maliyetleri Parasal Hizmet Modeli: Türkiye Örneği. Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 15-39. Dasgupta, S., Laplante, B., Wang, H., ve Wheeler, D. (2002, Winter). Confronting the Environmental Kuznets Curve. Journal of Perspectives, 16, 147-168. Dickey, D. A., Fuller, W. A. (1979). Distribution of the Estimators for Autoregressive Time Series With a Unit Root. Journal of the American Statistical Association, 74, 427-431. Dinda, S. (2004, July). Environment Kuznets Curve Hypothesis a Survey. Ecological Economics, 49, 431-455. Egli, H. (2004). Environmental Kuznets Curve-Evidence from Time Series Data for Germany. WIF- Institute of Economic Research, Working Paper, 1-39. Enders, W. (2004). Applied Econometric Time Series. New York: John Wiley and Sons Inc. Grossman G. M., Krueger, A. B. (1994). Economic Growth and The Environment. NBER Working Paper, No. 4634. Gujarati, Damodar N. (2011). Temel Ekonometri.(Çev. Ümit Şenesen ve Gülay Günlük Şenesen). İstanbul: Literatür Yayıncılık ve Dağıtım. Halıcıoğlu, F. (2009, January). An Econometric Study of CO2 Emissions, Energy Consumption, İncome and Foreign Trade in Turkey. Energy Policy, 37, 1156-64. Holden, K., Thompson, J. (1992). Co-integration: An İntroductory Survey. British Review of Economic Issues, 14(33), 1-55. Jiang, J. (2013). Ekonomik Gelişmenin Toplumsal Sınırları: Çin Ekonomik Modelinin Geleceği (Çev.: Adnan Köymen). İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. Johansen, S. (1988). Statistical Analysis Of Cointegration Vectors. Journal of Economic Dynamics and Control, 231-254. Kennedy, P. (2003). A Guide to Econometrics. MIT Press. Kovel, J. (2005). Doğanın Düşmanı (Çev.: Gürol Koca). İstanbul: Metis Yayınları.(Eserin orijinali 2002‟de yayımlandı). Kutlar, A. (2007, Ekim). Ekonometriye Giriş. Ankara: Nobel Yayım Dağıtım. Meadows, D. H., Meadows, D. L., Randers, J., and Behrens, W. W. (1990). Ekonomik Büyümenin Sınırları (Çev.: Kemal Tosun ve ark.). İstanbul: İşletme İktisadı Enstitüsü Yay. No: 112. (Eserin orijinali 1972‟de yayımlandı). Moomaw, W.R., Unruh, G.C. (1997). Are Environmental Kuznets Curves Misleading Us? The case of CO2 Emissions. Environment and Development Economic, 451-464. Panayotou, T. (2000). Economics Growth and Environment, CID Working Paper, No.56. Saatçi, M., Dumrul, Y., (2012, Ocak). Çevre Kirliliği ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Çevresel Kuznets Eğrisinin Türk Ekonomisi için Yapısal Kırılmalı Eş-Bütünleşme Yöntemiyle Tahmini. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 37, 65-86. Saint-Paul, G. (1994). The Economics of Sustainable Development. Cambridge Univ. Press., UK, 47-50. Seldon, T., Song, D. (1994). Environmental Quality and Development: Is There a Kuznets Curve for Air Pollution Emissions?. Journal of Environmental Economics and Managment 27, 147-162. Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237 301 Sevüktekin, M.,Nargeleçekenler, M. (2010). Ekonometrik Zaman Serileri Analizi. Ankara: Nobel Yayım Dağıtım. Shafik, N., Bandyopadhyay, S. (1992). Economic Growth and Environmental Quality: Time Series and Cross- Country Evidence. The World Bank Policy Research Working Paper, 150. Shin, Yongcheol, and Peter Schmidt.(1992). The KPSS Stationarity Test As a Unit Root Test. Economics Letters 38.4, 387-392. Şıklar, E. (2000). Eş-bütünleşme Analizi ve Türkiye‟de Para Talebi. Anadolu Üniversitesi Yayınları, No. 1206. Tarı, R. (1999). Ekonometri. İstanbul: ALFA Basım Yayım Dağıtım. Tarı, R. (2011). Ekonometri. İstanbul: ALFA Basım Yayım Dağıtım. Tıraş, H. H. (2012). Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre: Teorik Bir İnceleme. Torras, M., Boyce, J.K. (1998). Income, Inequality and Pollution: a Reassessment of the Environmental Kuznets Curve, Ecolgical Economics,25, 147-160. Türkiye İstatistik Kurumu (2014). Konularına Göre İstatistikler. Erişim Adresi: http://www.tuik.gov.tr . Unruh, G.C., Moomaw, W.R. (1998). An Alternative Analysis of Apparent EKC-Type Transitions. Ecological Economics, 221-229. Wheeler, D. (2000). Racing to the Bottom? Foreign İnvestment and Air Pollution in Developing Countries. World Bank Development Research Group Working Paper, No. 2524. World Bank. (2014). Climate Change İndicators (WDI online veritabanı). Erişim adresi: http://www.data.worldbank.org .