Ekonomik Büyüme ve Çevresel Kirlilik İlişkisi: Çevresel Kuznets

advertisement
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
279
Ekonomik Büyüme ve Çevresel Kirlilik İlişkisi: Çevresel
Kuznets Eğrisi ve Türkiye Örneği
Emel Nur Albayrak1, Atilla Gökçe2
Gazi Üniversitesi
Bu çalışmada Çevresel Kuznets Eğrisi teorisinin Türkiye‟de geçerli olup olmadığı 1975-2010
dönemi yıllık zaman serisi verileri ile araştırılmıştır. Literatürde çevre ve ekonomik büyümeyi
ilişkilendiren bu konu son yıllarda araştırmacılar tarafından yoğun bir şekilde tartışılmaktadır.
Literatürde bu konuya dair yapılan başlıca çalışmalar Grossman ve Krueger (1991), Selden ve
Song (1994), Panayotou (2000), Dinda (2004) gibi bazı önemli çalışmalar sayılabilir. Bu
çalışmada çevresel kirlilik ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla
çevresel kirliliği göstermesi için bağımlı değişken olarak kişi başına düşen karbondioksit
(CO2) emisyonu alınmış, ekonomik gelişmişliği göstermesi için ise açıklayıcı değişkenler
olarak kişi başına düşen reel gelir, kişi başına düşen reel gelirin karesi, enerji kullanımı ve
dışa açıklık oranı verileri alınmıştır. Araştırma sonuçlarına göre çalışma kapsamındaki ilgili
değişkenlere yapılan Genelleştirilmiş Dickey-Fuller (ADF) birim kök testi sonuçlarına göre
tüm seriler birinci farklarında durağan bulunmuştur. Böylece eş bütünleşme testi için gerekli
koşul sağlanmıştır. Johansen eş bütünleşme testi sonuçlarına göre ise değişkenler arasında
uzun dönem denge ilişkisi bulunmuştur. Türkiye uygulamasına dair elde edilen sonuçlara göre
çevresel kirlilik ve gelir arasında ters-U şeklinde bir ilişki olduğu sonucuna varılmıştır. Bir
başka ifadeyle Türkiye için Çevresel Kuznets Eğrisi teorisi geçerlidir. Bu sonuca göre gelir
düzeyi arttıkça başlangıçta çevresel kirlilik ve tahribat artmakta daha yüksek gelir
seviyelerinden sonra ise çevresel iyileşme başlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Çevresel Kuznets Eğrisi, Johansen eş bütünleşme testi, CO2 emisyonu.
Relation Between Economic Growth and Environmental Pollutant: Environmental
Kuznets Curve and Turkey Case
In this paper, investigates the validity of Environmental Kuznets Curve hypothesis for
Turkey, using time series data for 1975-2010 periods. In the literature this subject that linkage
of environment with economic growth has been debated intensively by researchers in recent
years. The common point of some studies can be counted as Grossman and Krueger (1991),
Selden and Song (1994), Panayotou (2000), Dinda (2004). carbondioxide (CO2) emission per
capita, energy use, real income per capita and foreign trade index are chosen as variables in
order to examine a relationship between environmental pollutant and economic growth. In
this paper summary of the results reveal that according to Augmented Dickey-Fuller (ADF)
unit root test all the variables are stationarity in the first difference. The long run relationship
between all variables is estimated by using Johansen cointegration analysis. Johansen
cointegration analysis revealed one cointegrating equation. Thus, variables are cointegrated.
CO2 emissions per capita. On the other hand, Environment Kuznets Curve hypothesis is valid
1
2
Emel Nur Albayrak: emelnur_albayrak@hotmail.com , 0537 341 85 62.
Doç. Dr. Atilla Gökçe: atilla@gazi.edu.tr , 0532 652 84 60.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
280
for Turkey. Increasing of income makes increasing environmental pollutant firstly and then
starts declining after a turning point.
Keywords: Environmental Kuznets Curve, Johansen cointegration analysis, CO2 emission.
Giriş
Sanayi devriminden günümüze kadar teknolojik gelişmelerin de etkisiyle üretim ve tüketim
faaliyetleri hızla artmıştır. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında ticaretteki sınırlamaların
azaltılması gibi küreselleşme çabalarının da neticesinde dünya ekonomisi hızla büyümüş
muazzam bir refah seviyesine ulaşmıştır. “Ekonomik çıktıda üç yıl içinde (1995‟ten 1998‟e)
kaydedilen artış, tarımın başlangıcından 1990 yılına kadarki 10 000 yıllık zaman dilimi içinde
kaydedilen toplam artışı geçmiştir. Dünya ekonomisinde 1997‟de kaydedilen büyüme de tek
başına bütün on yedinci yüzyılda kaydedilen büyümeyi aşmıştır.”(Kovel, 2002 ss. 45).
Üretimde büyük oranda sınırlı kaynakları kullanan dünya ekonomisindeki bu hızlı büyüme
aslında büyümenin de bir sınırı olduğu fikrini akla getirmiştir. Bu bağlamda 1972 yılında
Roma Kulübü tarafından “Büyümenin Sınırları” isimli bir rapor yayımlanmış ve burada sınırlı
kaynaklarla sınırsız büyümenin imkansızlığı vurgulanmıştır. Bu rapor ekonomi ve çevreyi
birbiriyle ilişkilendiren çalışmaların başlangıcı kabul edilmektedir.
Büyümenin sınırları raporunun yayımlanmasından sonra 1972 yılında Stockholm Çevre
Konferansı‟nda ekonomik kalkınma kavramının içine çevre faktörü de girmiştir. “Sonsuz
büyümenin ve toplumsal zenginliğin sınırsız artışının üst ilke olduğu maddiyat merkezli
ekonomik büyüme kavramı (Jiang, 2013 ss. 516)” yerine sosyal, ekolojik, ekonomik,
mekansal ve kültürel boyutları olan sürdürülebilir kalkınma kavramı uluslararası arenada
kabul görmeye başlamıştır.
Dünyada üretimde kullanılmakta olan enerjinin çoğu birincil enerji kaynaklarından (petrol,
doğal gaz, kömür vb.) elde edilmektedir. Ancak bu gazlar yandıkları zaman atmosfere diğer
gazların yanı sıra karbondioksit (CO2) salmaktadır. Bu durum hava kalitesini olumsuz
etkilemekte ve daha da önemlisi atmosferde yükselerek sera gazı etkisine yol açmaktadır. Sera
gazı etkisi; tarım, su kaynakları, insan sağlığı ve canlı türleri üzerinde olumsuz etkileri olan
küresel ısınmanın neticesinde büyük çapta iklim değişikliklerine neden olmaktadır. Tüm
bunlar olurken dünya nüfusu hızla artmakta ve bu doğrultuda da insan ihtiyaçları artmaktadır.
İnsan ihtiyaçlarının karşılanması da sermayenin artmasına bağlıdır. Sermayenin daha çok
artması da daha çok kaynak gerektirir; kullanılmış kaynakların artıkları çevre kirlenmesine
yol açar. Ekonomik büyüme ve çevre arasındaki bu çelişki dünyadaki mevcut çevre
sorunlarının çözümünü güçleştirmektedir. Ekonomi literatüründe de bu konu özellikle son
yıllarda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır.
Ekonomik büyüme ve çevre kirliliği arasındaki ilişkiyi analiz eden ampirik çalışmalar son 30
yıl içinde artış göstermiştir. Literatürde yoğun bir şekilde ekonomik büyüme ve çevresel
kirliliğin ilişkilendirilmesinde Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) hipotezinin geçerliliğinin test
edilmektedir. Bu hipoteze göre gelir artışı ve çevre kirliliği arasındaki ilişki ters-U
şeklindedir. Yani ekonomik büyümenin ilk aşamasında çevresel kirlilik ve tahribat artarken
gelirin belli bir seviyeye ulaşmasından sonra çevresel kirlilik ve tahribat azalmaya
başlamaktadır. Aşağıda Tablo 1‟de Türkiye için Çevresel Kuznets Eğrisi hipotezinin
geçerliliğini araştıran bazı çalışmalar gösterilmiştir.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
281
Tablo 1
Literatürde Türkiye için ÇKE hipotezinin geçerliliğini araştıran bazı çalışmalar
Yazar
Dönem
Değişkenler
Yöntem
Sonuç
S. Başar ve
1950-2000
CO2 ve GSYİH
KEKK
ÇKE geçerli
M.N. Temurlenk
değil
C. Atıcı ve F.
1968-2000
CO2, GSMH,
KEKK
ÇKE geçerli
Kurt
ticaret açıklık
indeksi, tarımsal
ticaret açıklık
indeksi
F. Halıcıoğlu
1960-2005
CO2, enerji
ARDL eşÇKE geçerli
tüketimi, GSYİH,
bütünleşme
dış ticaret
analizi
İ. Öztürk ve A.
1968-2005
GSYİH, CO2,
ARDL eş
ÇKE geçerli
Acaravcı
enerji tüketimi
bütünleşme
değil
toplam iş gücü
analizi
M. Saatçi ve Y.
1950-2007
CO2 ve GSMH
Kejriwal
ÇKE geçerli
Dumrul
yapısal
kırılmalı eşbütünleşme
analizi
Literatürde ÇKE ile ilgili olarak yapılan uygulamalı çalışmalarda “çalışmalardan elde edilen
bulgular, kullanılan değişkenler, ele alınan dönemler ve ülkeler arasında önemli farklılıklar
bulunmaktadır”(Başar ve Temurlenk, 2007). Literatürdeki ÇKE‟nin araştırılmasına dair diğer
ülke/ülkeler için yapılan bazı önemli çalışmalar ve sonuçları şöyle sıralanmıştır.
Grossman ve Krueger (1991), bu konuda yapılan ilk çalışmadır, bu çalışmada çevre değişkeni
olarak sülfürdioksit, duman miktarı, partikül maddeler alınmış yöntem olarak panel veri
analizi kullanılmıştır. Sonuç olarak gelir ile sülfürdioksit ve duman miktarı arasında ters-U
şeklinde bir ilişki bulunmuştur.
Shafik ve Bandyopadhyay (1992), bu çalışmada 149 ülke için çevre değişkenleri olarak temiz
su eksikliği, kentsel sağlık koruma eksikliği, ormanlık alandaki değişmeler, yıllık
ormansızlaşma oranı, nehirlerde çözünmemiş oksijen miktarı oranı, kişi başına çöp miktarı
sülfürdioksit miktarı ve kişi başına CO2 emisyonu alınmış, yöntem olarak panel veri analizi
kullanılmıştır. Sonuç olarak gelir ile ormansızlaşma, sülfürdioksit miktarı ve CO2 arasında
ÇKE ilişkisi elde edilmiştir.
Selden ve Song (1994), bu çalışmada 30 ülke için çevre değişkenleri olarak sülfürdioksit,
azotoksitler, partikül maddeler ve CO2 alınmış, yöntem olarak kesit verilerle en küçük kareler
(EKK) ve panel veri analizi kullanılmıştır. Sonuç olarak ÇKE ilişkisi elde edilmiştir.
Moomaw ve Unruh (1997), bu çalışmada 16 ülke için çevre değişkeni olarak CO2 emisyonu
alınmış, yöntem olarak panel veri analizi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda gelir ile CO2
emisyonu arasında N şeklinde bir ilişki bulunmuştur.
Torras ve Boyce (1998), bu çalışmada çevre değişkenleri olarak sülfürdioksit, duman, ağır
partiküller, çözünmüş oksijen, kolibasili miktarı, güvenli su miktarı, sağlık önlemleri
değişkenleri alınmış, yöntem olarak kesit verilerle EKK analizi kullanılmıştır. Çalışmanın
sonucunda gelir ile sülfürdioksit, duman, temiz su eksikliği ve kent sağlığı arasında N
şeklinde bir ilişki elde edilmiştir.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
282
Egli (2004), Almanya için yapılan bu çalışmada çevre değişkeni olarak sülfürdioksit,
azatoksitler, CO2, karbonmonoksit, amonyak, metan, partikül maddeler, metan harici uçucu
organik maddeler alınmış, yöntem olarak zaman serileri ile EKK analizi kullanılmıştır.
Araştırma sonucunda gelir ile azotoksitler ve amonyak arasında ÇKE ilişkisi bulunmuştur.
Çalışmanın amacı, Türkiye için ÇKE hipotezinin geçerliliğini test etmektir. Bu bağlamda
“Türkiye‟de çevre kirliliği ve ekonomik büyüme arasında ters U şeklinde bir ilişki vardır”
hipotezi Johansen Eş-Bütünleşme testi ile analiz edilecektir.
Çalışma şu şekilde devam etmektedir. İlk olarak ekonomik büyüme ve çevre ilişkisi ele
alınmış, ardından ÇKE teorisi açıklanmıştır. Bir sonraki bölümde uygulamada kullanılacak
olan ekonometri yöntem bilimi açıklanmış, son olarak ÇKE hipotezinin Türkiye için
geçerliliğini test etmek amacıyla ekonometrik bir uygulamaya yer verilmiştir. Sonuç kısmında
ise önemli sonuçlar belirtilmiştir.
Ekonomik Büyüme ve Çevre İlişkisi
Sürdürülebilir Kalkınma
Sürdürülebilir kalkınma, insan ile doğa arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden,
gelecek nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasına ve kalkınmasına imkan verecek şekilde
bugünün ve geleceğin yaşamını ve kalkınmasını programlama anlamını taşımaktadır.
Sürdürülebilir kalkınma sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları olan bir
kavramdır(Tubitak, 2004).
Sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk kez 1987 Brundtland Raporunda kullanılmıştır. Bundan
önce hakim geleneksel kalkınma kavramı ise sadece maddi zenginliklerin büyümesine
odaklanan ve ekonomik büyümeyi birinci değersel hedef olarak alan bir kavramdır.
Maddiyat merkezli olan geleneksel kalkınma kavramı, ekonomik büyümenin toplumsal refahı
ve insanın uygarlaşmasını kaçınılmaz ve otomatik bir biçimde yükselteceğini iddia
etmektedir. “Maddiyat merkezli bu kavram sınırsız maddi zenginliğin üretilmesi ve
biriktirilmesi yoluyla acı ve yoksulluğun içinde olan tüm insanları ve canlıları bu sıkıntılardan
kurtaracağını savunur. Bu nedenle, sonsuz ekonomik büyümenin ve toplumsal zenginliğin
sınırsız artışının kesinliklen üst ilke olduğunu savunur” (Jiang, 2013 ss. 516). Oysa her
toplumsal gelişim; ekonominin, politikanın, kültürün ve ekolojinin bir arada etkileşim içinde
olmasıyla ve birbirleriyle uyumlu bir şekilde gelişmesiyle var olur. “Günümüz dünyasında
kalkınma, sosyo-ekonomik yapının, doğal ekolojinin maddi üretiminin, politikanın, kültürün,
bilim ve teknolojinin, toplumun ve doğal ekolojinin gelişimini içeren uyumlu ve koordineli
bir kalkınma olmalıdır”(Jiang, 2013 ss. 518).
Geleneksel kalkınma kavramı sanayi uygarlığı ile yakından bağlantılıdır. Sanayileşmenin
gelişim aşamasında çevre maddi büyüme için bir hammadde kaynağı olarak görülmüş ve
keyfi bir biçimde tahrip edilmiştir. Yani ekolojik çevre sanayi uygarlığının tahakkümü altında
kalmıştır. Sürdürülebilir olmayan kalkınmanın yaratmış olduğu bu durum insan ile doğanın
uyumlu birliğini bozmuş ve insanlığın yaşamını ve gelişimini tehdit eden ciddi çevresel
ekolojik krizlere neden olmuştur. Bazı ülkelerde yalnızca ekonomik gelişmeye odaklanılması,
toplumsal sistemde işlevsel bozukluklara ve ekonomik yapıda büyük dengesizliklere yol
açmıştır. Maddi zenginliğe karşı ahlaki yozlaşma, bilim ve teknolojideki ilerlemeye karşı
ciddi ekolojik sorunlar baş göstermiştir.
Yakın bir tarihe kadar izlenmiş olan ekonomik büyümenin niteliği yüksek yatırım, yüksek
enerji tüketimi, yüksek kirlilik ve düşük verimliliktir. Böyle bir büyümenin sürdürülebilir
olması düşünülemez. Nitekim 1972 yılında Roma Klübünün, dönemin ileri gelen
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
283
entelektüellerine hazırlattığı “Büyümenin Sınırları” isimli raporda nüfus, gıda üretimi,
sanayileşme, çevre kirlenmesi ve doğal kaynak tüketimi arasında nedensellik ilişkileri ortaya
konmuş, talebin artış hızı ve arzın mümkün olan üst sınırları incelenmiştir. Sonuç olarak bu
faaliyetlerdeki artışların insanlığı hızlı bir şekilde büyümenin sınırına ulaştıracağı sonucuna
varılmıştır. Rapora göre büyüme sistemin sınırına yaklaştıkça çevre kirlenmesi,
yenilenemeyen kaynakların tükenmesi ve kıtlık gibi süreçler güç kazanır ve böylece büyüme
son bulur. Bu anlamda büyümenin sürdürülebilirlilik yeteneğini arttırmak hızlı ve kontrolsüz
bir kalkınmadan daha önemli bir önceliktir.
Ekonomik Büyüme ve Çevre Arasındaki Çelişki
Ekonomik kalkınma ile çevre arasındaki ilişki çelişkilidir ve muhtemelen de hep öyle
kalacaktır. Bazı ekonomistler: yeni kirlilik problemlerinin aciliyetini, global ısınmayla ilgili
başarı eksikliğini ve üçüncü dünyada hala artan kirliliğinden bahsederken, diğerleri ise halk
sağlığını sağlamada gerçekleştirilen büyük ilerlemeyi, büyük şehirlerdeki hava kalitesindeki
iyileşmeyi ve teknolojik gelişme ile birlikte insan yaşamında var olan iyileşmeler üzerinde
yoğunlaşmaktadır. İlk grup günlük, genellikle ciddi çevre problemleri üzerinde
yoğunlaşırken: ikinci grup hayat standartlarındaki bazen düzensiz ve uzun gelişim tarihi
üzerinde yoğunlaşırlar (Broke and Taylor, 2006 ss. 1 ).
Sanayi devriminden buyana ekonomik büyümeyle beraber nüfus artışı da hız kazanmıştır.
Dünya nüfusu günümüzde 7 milyarı geçmiştir. Nüfusun kendini ikiye katlama süresi ise 50 yıl
kadardır. Artan nüfusla beraber insan ihtiyaçları da artmaktadır. Artan insan ihtiyaçlarının
karşılanması da sermayenin büyümesine bağlıdır. Sermayenin daha fazla büyümesi ise daha
çok kaynak gerektirir. “Girdi olarak özellikle kullanılan yenilenemeyen doğal kaynakların
artıkları çevre kirlenmesine yol açmakta bu da önemli bir kıtlık sorununu beraberinde
getirmektedir” (Başar, 2007 ss. 38).
Ekonomik büyüme süreci, aslında, insan emeğinin verimliliğini ve etkinliğini arttırmak üzere
daha fazla enerji kullanma sürecidir. “Kişi başına düşen enerji miktarı refah düzeyinin en iyi
göstergelerinden biridir” (Meadows ve ark., 1972/1990). Dünyada kullanılmakta olan
enerjinin çoğu birincil enerji kaynaklarından (petrol, doğal gaz, kömür vb.) elde edilmektedir.
2011 yılı verilerine göre dünyada birincil enerji kullanım miktarı 12274,6 milyon ton eşdeğer
petrol olarak gerçekleşmiştir. Günümüzde dünya enerji tüketiminin yaklaşık %87‟si fosil
yakıtlardan elde edilmektedir. Ancak bunlar yandıkları zaman atmosfere diğer gazların yanı
sıra karbondioksit (CO2) salmaktadır. Bu durum hava kalitesini olumsuz etkilemekte ve daha
da önemlisi atmosferde yükselerek sera gazı etkisine yol açmaktadır. Sera gazı etkisi fosil
yakıtların yanmasıyla oluşan ısı suyun radyasyonu aracılığıyla dolaylı bir şekilde atmosferin
ısınmasına yol açmaktadır. Bölgesel ısısal kirlenme nehir yaşantısındaki dengeyi
bozmaktadır. Aynı şekilde kentlerin çevresinde ortaya çıkan ve atmosfere karışan artık ısıda
birçok meteorolojik düzensizliklerin yer aldığı kentsel ısı adalarının oluşmasına yol
açmaktadır. “Isısal kirlenme dünyanın normal olarak emdiği güneş enerjisinin önemli bir
kısmına eriştiğinde, küresel çapta olan bir iklim değişikliğine neden olmaktadır” (Meadows
ve ark., 1972/1990). “İklim değişiklikleri, ekonomik ve sosyal sonuçları olan son derece
karmaşık bir olgudur. Tarımsal verimden, turistik destinasyonlardaki değişime kadar birçok
etkileşimi içine alan bu fenomenin; deniz düzeyindeki yükselmeler, insan sağlığı, su
kaynaklarının durumu, enerji talebi gibi bir doğal dengenin bozulması sonucu oluştuğu kabul
edilmektedir” (De Cian ve ark., 2007).
Sanayi devriminden itibaren var olan ekolojik sistem ve ekonomik sistem arasındaki
çelişkinin genel görünümü bir yandan insan ile doğa arasındaki, öte yandan ekoloji ve
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
284
ekonomi arasında göze çarpan uyumsuzluk ve çatışmalardır. Bir yandan insanın ekonomik ve
toplumsal faaliyetleri sınırsız ve kontrolsüz bir şekilde büyürken, diğer yandan doğanın arz
kapasitesi görece düşmüş ve düşmeye devam etmektedir. Böylece doğal ve ekolojik sistemler
üzerindeki yük taşınamaz hale gelmiştir. Bir diğer çelişki ise insanın ekonomik ve toplumsal
faaliyetlerinin artışı ile birlikte doğal ve ekolojik çevreden beklenen destek talebi artmış, buna
karşın doğa ve çevrenin temizlenme ve kendini yenileme kapasitesi görece yetersiz kalmıştır
(Jiang, 2013 ss. 526).
Günümüzdeki ekonomik büyümenin asıl kaynağının çevre ve doğal kaynaklar olduğunu kabul
edersek bu durumda çevre ve doğal kaynaklar üretim ve ekonomik zenginliğin maddi
kaynağıdır ve insanların yaşamda tutunabilmeleri için temel koşuldur. Ayrıca ekonomik
büyüme, sadece teknolojik bir gelişmeye değil aynı zamanda doğal kaynakların sunabileceği
kapasiteye de bağımlıdır. Çevre kirletilmeye ve tahrip edilmeye devam ettiği takdirde
ekonomik büyüme ve toplumsal istikrar olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Tüm bunların
sonucunda çevrenin korunması ve doğal kaynakların makul ve akılcı bir şekilde kullanılması
gerekliliği zaruri bir hal almaktadır.
Uluslararası Arenada Ekonomik Büyüme ve Çevre İlişkisinin Tarihsel Özeti
Dünya ekonomisi ve çevreyi birbirleriyle ilişkilendiren ilk küresel çalışma 1972 yılında Roma
Kulübü tarafından bir raporla yayımlanmıştır. “Büyümenin Sınırları (The Limits to Growth)”
isimli bu raporda sınırlı kaynaklarla sınırsız büyümenin imkansızlığı vurgulanmış, nüfus, gıda
üretimi, sanayileşme, çevre kirlenmesi ve doğal kaynak tüketiminin birbirleriyle olan ilişkileri
incelenmiştir. Araştırmanın sonucunda eğer bu beş trend büyümenin önüne geçerse dünyanın
taşıma kapasitesinin aşılacağı ve ciddi tehditlerle karşılaşılacağı sonucuna varılmıştır. Rapor,
dünyanın dikkatini ekonomik büyüme ve çevre arasındaki çelişkilere çekmeyi başarmış
olması açısından önemlidir.
Aynı yıl 1972‟de İsveç Stockholm‟de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Birleşmiş Milletler
Çevre Konferansı düzenlenmiş, konferansın sonunda Birleşmiş Milletler Çevre Programı
(UNEP) kurulmuştur. Bir bildirge yayınlayarak “.…çevrenin taşıma kapasitesine dikkat
çekilmiş, kaynak kullanımında, kuşaklar arası hakkaniyeti gözeten, ekonomik ve sosyal
gelişmenin çevre ile bağlantısını kuran ve kalkınma ile çevrenin birlikteliğini vurgulayan
ilkelerle sürdürülebilir kalkınma kavramının temel dayanakları ortaya konulmuştur” (Beyhan,
2008). Böylece ekonomik büyüme ve çevre ilişkisi ilk kez uluslararası arenada Stockholm
Konferansında gündeme gelmiştir.
1983 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma
Komisyonu (WCED)” kurulmuştur. “Komisyonun amacı salt kalkınma uğruna çevreden
özveride bulunulması yönündeki kaygı temel alınarak, çevre ve kalkınma arasındaki bağın
anlaşılmasını sağlamaktır” (Aksu, 2011). Bu amaçla 1987 yılında “Ortak Geleceğimiz” isimli
bir rapor yayımlanmıştır. Raporun ismi daha çok komisyonunun başkanı olması sebebiyle
dönemin Norveç başbakanının ismiyle “Brundtland Raporu” olarak anılmaktadır.
1992 yılında Brezilya‟nın Rio de Jenerio kentinde 178 ülkenin devlet ve hükümet
başkanlarının katılımıyla Rio Konferansı gerçekleştirilmiştir. Konferansta BM‟nin çevre
sorunları dâhilinde tek küresel yetkili kurum olduğu kabul görmüş, sürdürülebilir bir
ekonomik kalkınmanın sağlanması amacıyla BM İktisadi ve Sosyal Konseyi (ECOSOS)
oluşturulmuş, BM Çevre Programı (UNEP) ve BM Kalkınma Programı (UNDP) gibi
kuruluşların çalışmalarının BM bölgesel ekonomik konseylerinin yardımlarıyla
güçlendirilmesi gereği ortaya konulmuştur. Konferans ekonomik faaliyetler sürdürülürken
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
285
çevrenin göz ardı edilemeyeceğine yönelik ilkelerin benimsenmesi adına önemli bir adımdır
(Aksu, 2011).
Rio Konferansında beş uluslararası belge olan “Gündem 21” başlıklı küresel eylem planı ile
birlikte, “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi” ve “İklimsel Değişiklikler Çerçeve Sözleşmesi”
başlıklı, küresel ölçekte bağlayıcı iki metin imzaya açılmış, bağlayıcılığı olmayan
“Ormanların Sürdürülebilir Yönetimi Konusundaki İlkeler Bildirimi” benimsenmiş ve
konferansın genel kabullerini ortaya koyan “Çevre ve Gelişme Üzerine Rio Bildirgesi” kabul
edilmiştir (Beyhan, 2008).
1997 yılında Kyoto Protokolü imzaya açılmış, 2001 yılında kabul edilmiştir. Kyoto Protokolü,
Rio konferansında kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‟nin
eki olan uluslararası bir anlaşmadır. Protokolün yürürlüğe girmesi için gerekli olan iki şart
protokole en az 55 ülkenin taraf olması ve taraf olan devletlerin dünya toplam emisyonunun
%55‟ini oluşturmasıdır. Bu şartlar Rusya‟nın 2005 yılında Protokole taraf olmasıyla
sağlanmış ve Protokol yürürlüğe girmiştir. Türkiye‟de ise Protokol 2009 yılında yürürlüğe
girmiştir. Protokoldeki hükümlerin bağlayıcılığı Türkiye için 2012 yılından itibaren
geçerlidir.
Kyoto Protokolünün ana amacı atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki
yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır. Protokol, sera gazı emisyonunu
azaltma amacı doğrultusunda sanayileşmiş ülkelere bir dizi bağlayıcı hedefler öngörmüştür.
Bu ülkeler 2008–2012 yılları arasında sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesine göre en az
%5 azaltmakla sorumludur.
Son olarak 2014 yılında Lima‟da İklim Zirvesi düzenlenmiş, burada 2015 yılı sonunda
Paris‟te yapılacak bir konferansta Kyoto Protokolünün yerini alacak bir anlaşmanın
imzalanması planlanmıştır.
Çevresel Kuznets Eğrisi Teorisi
Çevresel Kuznets Eğrisine Genel Bir Bakış
Kuznets (1955) kişi başına düşen gelir ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkinin ters U şeklinde
olduğunu tahmin etmiş, kişi başına düşen gelir artarken başlangıçta gelir eşitsizliğinin de
artacağını, gelir artışındaki belli bir dönüm noktadan sonra ise gelirdeki eşitsizliğin
azalacağını öne sürmüştür. Kişi başına düşen gelir ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiyi bir
çan eğrisi şeklinde açıklayan bu ampirik olgu Kuznets Eğrisi olarak bilinmektedir. Bu görüş
1990‟lı yıllardan sonra çevre tahribatı ve ekonomik büyüme arasında bağ kuran çalışmaların
başvurduğu bir olgu haline gelmiştir. Buna göre gelir ve gelir dağılımı arasındaki ilişkiye
benzer şekilde ekonomik büyüme ile beraber büyümenin ilk aşamalarında çevre tahribatı
artmakta daha sonra belli bir gelir seviyesinden sonra ise çevresel iyileşme başlamaktadır. Bu
görüşe literatürde Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) denilmektedir. ÇKE hipotezi ilk kez 1991
yılında Grossman ve Krueger tarafından ortaya atılmış ve test edilmiştir. ÇKE hipotezi, bir
ekonomi zamanla büyüdükçe değişimin esas bir dinamik sürecini özetlemektedir. Çevre
kirliliği ve tahribatı gelirle beraber bir noktaya kadar artmakta belli bir gelir seviyesinden
sonra ise azalmaktadır. Ekonomik büyümenin ilk aşamasında sanayileşmeye bağlı olarak
kirlilik artmaktadır. Bu süreçte daha az verimli ve çevre kirliliğine daha fazla neden olan
teknolojiler kullanılmakta, üretim miktarının artırılmasına diğer her şeyden daha fazla önem
verilmektedir. “Daha fazla üretim ise daha fazla israf ve yan sanayide çevre kalitesinin
düşmesine neden olan kirleticilerin daha fazla salınımı anlamına gelmektedir” (Dinda, 2004).
Bu aşamada insanların çevresel sorunlara olan farkındalığı azdır ya da çevresel sorunlar
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
286
insanların öncelikli sorunları arasında değildir. Ancak ekonomik büyümenin sonraki
aşamalarında ekonomik faaliyetlerde yapısal değişiklikler olmakta, Sanayi sektöründen, doğal
kaynaklara bağlılığı daha az teknolojileri kullanan hizmet ve bilgiye dayalı sektörlere geçişler
yaşanmaktadır. “Ayrıca gelirin artmasıyla insanlar daha yüksek yaşam standardı elde
ettiğinden, içinde yaşadıkları çevrenin kalitesine daha çok önem vermekte ve daha iyi bir
çevre için çevre tahribatının azaltılması yönünde ekonomide yapısal değişiklik talep
etmektedir” (Dinda, 2004). Yani Çevresel Kuznets Eğrisi bir ülkede ya da büyük bir
toplulukta yaşanan değişiklikler sonucunda çevre kalitesi ölçüsünün nasıl değiştiğini
göstermektedir. Şekil 1‟de Çevresel Kuznets Eğrisi gösterilmiştir.
Çevre Kirliliği
Y*: Dönüm Noktası
Çevresel Tahribat Çevresel İyileşme
Kişi Başına Düşen Gelir
Şekil 1
Çevresel Kuznets Eğrisi
Çevresel Kuznets Eğrisini Açıklayan Teorik Nedenler
Çevresel Kuznets Eğrisinin ters U şeklinde olmasından bir takım etkenler sorumludur.
ÇKE‟nin şeklinden sorumlu olan bu etkenlerin bazılarının nedenleri aşağıda ayrı ayrı başlıklar
altında analiz edilmiştir.
Çevresel Kaliteye Yönelik Talebin Gelir Esnekliği
Çevresel kaliteye yönelik talebin gelir esnekliği ÇKE‟nin şeklini açıklanmasında başvurulan
açıklamalardan biridir. Buna göre çevre kirliliğine neden olan bir ürün gelirin düşük
seviyelerinde normal bir mal iken artan gelir seviyesiyle düşük bir mal haline gelmektedir.
Yani artan gelirle beraber çevre kirliliğine neden olan ürünlere talep azalmaktadır. “Gelir
seviyesi düşük olan insanlar daha az bir çevre kalitesini talep etmekte ancak toplum
zenginleştikçe toplumun üyelerinin daha sağlıklı ve temiz bir çevreye olan talepleri
güçlenmektedir” (Dinda,2004). “Bir ülkede insanlar yeterli bir seviyede yaşam standardına
ulaştığında çevresel koşullara daha fazla önem vermekte….” (Selden ve Song, 1994), “yaşam
standardının yükselmesiyle birlikte tüketiciler sadece çevre dostu ürünleri tercih etmemekte
ayrıca çevrenin korunmasında yeni düzenlemeler için baskı oluşturmaktadırlar” (Dinda,
2004). Yani gelirin artmasıyla çevreye olan duyarlılık artmakta, çevreyle ilgili kurum ve
kuruluşlara daha fazla bağış yapılmakta, çevresel zararları azaltma yönünde ekonomilerde
yapısal değişiklik için baskı oluşturulmakta ve çevreye zararlı ürünlere talep azalmaktadır. Bu
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
287
durumda gelir ve çevre kirliliği ilişkisi belli bir gelir düzeyine kadar artan, sonraki gelir
düzeyinden sonra azalan bir seyir izlemektedir.
Ölçek, Kompozisyon ve Teknoloji Etkileri
Gelir artışıyla birlikte çevre tahribatının büyümenin ilk aşamasında artan gelirin belli bir
seviyesinden sonra ise azalan seyir izlemesini Grossman ve Krueger (1991) üç farklı etkiye
bağlamaktadırlar. Bu etkiler ölçek, kompozisyon ve teknoloji etkileridir.
Ölçek Etkisi: Ölçek etkisi ekonomik büyümenin ilk aşamasında görülmekte ve çevreyi
olumsuz yönde etkilemektedir. Sanayileşme öncesi dönemde ekonomik faaliyetler tarımla
sınırlı kalmaktadır ve bu nedenle sanayiye bağlı kirlilik görülmemektedir. “Sanayi toplumuna
geçiş ile birlikte kullanılmakta olan doğal kaynak miktarının artması, kirletici emisyon
miktarlarının yükselmesi, verimliliği daha az ve çevre kirliliğine sebep olan teknolojilerin
kullanılması, çıktı miktarının artırılmasına yönelik üretim yapılması ve gelişme ve büyümenin
çevresel boyutlarının düşünülmemesi çevre kirliliğini hızlı bir şekilde artırmaktadır” (Atıcı ve
Kurt, 2007). Ölçek etkisi, ekonomik büyümeyle birlikte üretim ölçeğindeki artışları ve bunun
sonucunda üretimde doğal kaynak kullanımındaki artışlara bağlı olarak ortaya çıkan artıkların
ve zararlı emisyonların çevreye verdiği olumsuz etkileri ifade etmektedir. Şekil 2‟de bu
durum bir grafikle ifade edilmiştir.
Çevre Kirliliği
Kişi Başına Düşen Gelir
Şekil 2
Ölçek etkisi (Başar, 2007 ss. 68)
Kompozisyon Etkisi: Kompozisyon etkisi, ölçek etkisinin olumsuz etkisine karşı ekonomik
büyümenin çevre üzerindeki olumlu bir etkisidir. Kompozisyon etkisi ekonomik faaliyetlerde
yaşanan yapısal değişiklikleri ifade etmektedir. Ekonomik büyümenin ilk aşamasında
tarımdan sanayiye geçen ekonomik faaliyetler, ekonomik büyümenin bir sonraki aşamasında
sanayi sektöründen hizmet ve bilgi sektörlerine doğru bir geçiş yaşamaktadır. Hizmet ve bilgi
sektörleri doğal kaynaklara daha az bağımlıdır ve daha az atık ve kirlilik oluştururlar. Bu
anlamda ekonomik büyümenin çevreye olan kompozisyon etkisi olumludur. Kompozisyon
etkisinin gelirin bir fonksiyonu olarak ters U şeklinde olması beklenir. Diğer bir değişle
sanayinin payı başta artıp daha sonra düşecektir” (Panayotou, 2003). Şekil 3‟te kompozisyon
etkisi bir grafik ile gösterilmiştir.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
288
Çevre Kirliliği
Kişi Başına Düşen Gelir
Şekil 3
Kompozisyon etkisi (Başar, 2007 ss. 70).
Teknoloji Etkisi: Teknoloji etkisi ekonomik büyümenin sonraki aşamasında görülür ve
çevreye etkisi olumludur. Ülkelerin refah seviyelerinin artmasıyla birlikte araştırma ve
geliştirme çalışmaları için ayrılan fonlar artar (Başar, 2007 ss. 70). Teknolojik ilerleme kirli
ve büyüyen ekonomiyle ortaya çıkar ve büyümeyle birlikte eski teknolojiler çevresel kaliteyi
koruyan iyileştiren yeni ve daha temiz teknolojilerle yer değiştirir. “ÇKE hipotezi ekonomik
büyümenin ilk aşamasında ölçek etkisinin çevreye olumsuz etkilediğini ancak kompozisyon
ve teknoloji etkilerinin çevreye olumlu etkileriyle daha düşük emisyon seviyelerinin galip
geleceğini öne sürmektedir” (Dinda, 2004). Şekil 4‟te teknoloji etkisi bir grafikle ifade
edilmiştir.
Çevre Kirliliği
Kişi Başına Düşen Gelir
Şekil 4
Teknoloji etkisi (Başar, 2007 ss. 72).
Uluslararası Ticaret
Çok taraflı ticaret anlaşmaları gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çevreleri üzerinde farklı
etkilerde bulunmaktadır. “Gelişmekte olan ülkelerde korumacılığın azaltılmasıyla üretim
yoğunluğunun azalmasından dolayı kirlilik azalmakta, gelişmekte olan ülkelerde ise üretim
artışından dolayı çevre kirliliği artmaktadır” (Atıcı ve Kurt, 2007). Uluslararası ticaretin
serbestleşmesi hem çevre kirliliğini arttırmakta hem de kirliliğin azaltılmasını teşvik
etmektedir. “Uluslararası ticaret kirliliği yoğun malların üretimi nedeniyle oluşan kirliliğin bir
ülkede azalmasına diğer ülkelerde ise artmasına neden olur” (Dinda, 2004). Ticaret,
gelişmekte olan ülkelerde insanların gelir seviyelerini arttırır, artan reel gelir de çevre
korumasının arttırılması için talep yaratır. Çünkü daha yüksek gelirli kişiler daha temiz bir
çevre isterler. Ancak bunun sonucunda kirli endüstriler çevre düzenlemesi zayıf olan ülkelere
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
289
göç eder. Bu da ticaretteki sınırlamaların kaldırılmasının çevreye zararlı olabileceği anlamına
gelir. “Ekonomistler bu duruma Kirlilik Sığınağı Hipotezi (KHS) adını vermektedir” (Dinda,
2004). Buna göre, gelişmiş ülkeler sıkı çevre politikaları uyguladıkları için bu ülkelerde
faaliyet gösteren firmaların üretim maliyetleri uygulanan çevre politikaları nedeniyle
artmaktadır. Diğer taraftan gelişmekte olan ülkelerde düşük ücretler ve zayıf çevre politikaları
bu ülkeleri kirliliğe neden olan endüstriler için cazip hale getirmektedir. “Çevre düzenlemesi
zayıf fakir ülkeler kirliliği yoğun malların net ihracatçısı olurken zengin ülkeler bu ürünlerin
net ithalatçısı olurlar” (Saint - Paul, 1994). “KSH‟ye göre çevre düzenlemeleri gelişmiş
ülkelerde faaliyet gösteren firmaların yatırım kararlarını etkilemekte ve zayıf çevre
düzenlemeleri olan ülkelerin kirletici üretim kollarında uzmanlaşmalarına neden olmaktadır”
(Atıcı ve Kurt, 2007). Bu durum dibe doğru yarış (race to bottom) senaryosuna ortam
hazırlar. Buna göre gelişmiş ekonomilerdeki yüksek çevre standartları kirliliği yoğun mallar
üzerine yüksek maliyetler yükler. Bu yüzden gelişmiş ekonomilerde kirletici faaliyetlerde
bulunan endüstriler gelişmekte olan benzer endüstrilerden daha fazla düzenleyici maliyetle
karşılaşırlar. Bu durum bazı kirli endüstrilere yer açmak için bir teşvik oluşturur. Çünkü az
gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler yeterli bir büyüme hızı yakalayabilmek için
önemli miktarda yatırıma ihtiyaç duyarlar. Ancak tasarruf ve sermaye eksikliği yatırım
yapmalarına engeldir. Söz konusu ülkeler tasarruf açıklarını kapatmak için doğrudan yabancı
yatırımları ülkelerine çekmek için bir yarış içine girerler. “Ayrıca artan sermayenin dışarı
çıkışı gelişmiş ülkelerde de hükümetleri çevre standartlarını gevşetmeye zorlar ve dibe doğru
yarış hızlanırken ÇKE düzleşir ve mevcut kirlilik seviyesinden daha yükseğe doğru ilerler”
(Dinda, 2004).
Çevre Kirlilği
Dibe Doğru Yarış
(Race To Bottom)
Kişi Başına Düşen Gelir
Şekil 5
Çevresel Kuznets Eğrisi Dibe Doğru Yarış Senaryosu (Dasgupta, 2002).
Şekil 5‟te küreselleşme çevresel standartlarda bir dibe doğru yarışı desteklediğinde, kirlilik
seviyesinin en yüksek seviyesine ulaştıktan sonra düz bir çizgide ilerleyeceği ifade
edilmektedir(Dasgupta, 2002).
Uluslararası ticaret sürekli bir teknolojik yenilenmeyi gerektirmektedir. Gelişmiş ülkeler
sadece büyümek için değil reel gelirlerini korumak için bile sürekli teknolojilerini
yenilemelidir. Uluslar arası ticaret temiz teknoloji yayılımını arttırır. Bu da gelişmekte olan
ülkelerin mevcut gelişmiş ülkelerin büyüme aşamalarında sahip olmadığı temiz teknolojiyi
daha erken elde etmesine olanak sağlar. Ancak “bazı yazarlar gelişmekte olan ülkelerin dibe
doğru yarışa izin verebileceğini öne sürmektedirler” (Dinda, 2004).
290
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
Gelişmiş ülkelerin ve uluslararası yardım kuruluşlarının gelişmekte olan ülkelere politika
reformlarında, bilgi birikiminde, halkın çevre konusunda eğitiminde ve araştırma
programlarına verdiği destekler halkın çevreyle ilgili eğitiminde önemli rol oynamaktadır.
Küreselleşme küresel ekonomik büyüme için bir güçtür. Ancak “küreselleşme iş ve yatırımlar
için rekabeti artıran bir çevresel dibe doğru yarışı tetikleyebilir” (Wheeler, 2000).
Piyasa Mekanizması
ÇKE‟nin şeklini sadece politik müdahaleler değil aynı zamanda ekonomi piyasasındaki
hareketlilikler de açıklayabilir. Üretimde girdi olarak doğayı kirleten doğal kaynakları kullan
endüstriler için bu kaynakların fiyatlarının yükselmesi kirlilik yoğunluğu düşük yeni
teknolojilerin yayılımını hızlandırır. Örneğin, “1970lerde petrol fiyatlarındaki artış alternatif
enerji kaynaklarından elektrik güçlü üretime geçişi teşvik etmiştir” (Unruh ve Moomaw,
1998). Ayrıca firmaların üretim faaliyetleri sonucu oluşan çevre zararlarına dair haberler bu
kaynakların fiyatlarını, bu da yatırımcıların yatırım kararlarını etkilemektedir.
Teorik Analiz
Standart ÇKE regresyon modeli:
yit  ai  1 xit  2 xit2  3 xit3  4 zit   it
(1)
Burada a sabit terimini, i çalışılan ülke/ülkeleri, t zamanı,  hata terimini, y çevresel
göstergeyi, x geliri, z ise çevresel tahribat üzerinde etkili olan diğer değişkenleri ifade
etmektedir. Model (1)‟in tahmin edilmesiyle çevresel kirlilik ve ekonomik büyüme arasındaki
ilişkiye dair Tablo 2‟deki olası sonuçlar elde edilir.
Tablo 2
ÇKE hipotezi altında beklenen farklı çevre-büyüme ilişkileri
MODEL
MODELİN AÇIKLAMASI
1  2  3  0
x ve y arasında herhangi bir
ilişki yoktur.
MODELİN ŞEKLİ
y
x
y
1  0 ve 2  3  0
x ve y arasında pozitif yönlü
doğrusal bir ilişki vardır.
x
y
1  0 ve 2  3  0
x ve y arasında negatif yönlü
doğrusal bir ilişki vardır.
x
291
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
y
1  0 , 2  0 ve 3  0
x ve y arasında ters-U şeklinde
bir ilişki vardır(ÇKE).
x
y
1  0 , 2  0 ve 3  0
x ve y arasında U şeklinde bir
ilişki vardır.
x
y
1  0 , 2  0 ve 3  0
x ve y arasında N şeklinde bir
ilişki vardır.
x
y
1  0 , 2  0 ve 3  0
x ve y arasında ters-N şeklinde
bir ilişki vardır.
x
Çevre tahribatı ve ekonomik büyüme arasında ters-U şeklinde bir ilişki bulunduğunda
tahribatın hangi seviyeden sonra azalmaya başlayacağı önem kazanmaktadır. Şekil 1‟de Y*
olarak ifade edilen dönüm noktası Y* = - 1 /(2  2 ) formülü ile hesaplanır (Dinda, 2004).
Ekonometrik Metodoloji
Durağanlık
Bir zaman serisi, ortalamasıyla varyansı zaman içinde değişmeyen ve iki dönem arasındaki
ortak varyansı bu ortak varyansın hesaplandığı döneme ait değil de yalnızca iki dönem
arasındaki uzaklığa bağlı ise durağandır(Gujarati, 2011 ss. 713).
Herhangi bir zaman serisi geliştirildiğinde, elde edilen stokastik sürecin zamana bağlı olarak
değişip değişmediğinin bilinmesi gerekir. Şayet stokastik sürecin niteliği zaman boyunca
değişiyorsa; yani seri durağan değilse, serinin geçmiş ve gelecek yapısını cebirsel modelle
ifade etmek mümkün değildir. Eğer stokastik süreç zaman boyunca sabit ise, geçmiş değerler
kullanılarak seriye ait sabit katsayılı bir model elde edilir.
Bir durağan zaman serisinde, bir seride peş peşe gelen iki değer arasındaki fark, zamanın
kendisinden kaynaklanmamakta, sadece zaman aralığından kaynaklanmaktadır. Durağan
serideki bu ilişkinin pratik sonucu serinin ortalamasının zamanla değişmeyecektir. Gerçek
dünyadaki zaman serilerinin çoğu durağan değildir ve serinin ortalaması zamanla değişir. Seri
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
292
genellikle azalan veya artan bir trende sahiptir. Bazen serilerdeki büyük dalgalanmalardan
dolayı da durağanlık ortadan kalkar.
Şayet seri durağan değilse, otokorelasyonlar önemli ölçüde sıfırdan sapar veya gecikmeler
arttıkça sıfırdan uzaklaşır veya ortaya sahte bir örnek çıkar. Zaman serilerini uygun bir
modele oturtabilmemiz için bu serileri önce durağan olması gerekir(Kutlar, 2005 ss. 252).
Birim Kök Testleri
Bir zaman serisi birim kök içeriyorsa o seri durağan değildir. Birim kök içeren zaman serileri
ile yapılan ekonometrik analizler anlamlı bir sonuç vermemektedir.
Bir serinin uzun dönemde sahip olduğu özellik, değişkenin bir önceki dönemde aldığı
değerinin, bu dönemi nasıl etkilediğinin belirlenmesiyle ortaya çıkartılabilir. Bu nedenle
serinin nasıl bir süreçten geldiğini anlamak için, serinin her dönemde aldığı değerin daha
önceki dönemlerdeki değerleriyle regresyonunun bulunması gerekmektedir. Bu amaçla
geliştirilen birim kök testi ile serilerin durağan olup olmadıkları belirlenebilmektedir.
Yt değişkeninin bu dönemde aldığı değerin geçen dönemdeki değeri olan Yt-1 ile ilişkisi:
Yt  pYt 1  ut
(2)
biçiminde gösterilir. Burada ut ortalaması sıfır, varyansı değişmeyen, ardışık bağımlı
olmayan, olasılıklı hata terimidir. Bu hata terimi “beyaz gürültü hata terimi” olarak
anılmaktadır. Bu model birinci dereceden otoregresif AR(1) modelidir. Eğer ρ katsayısı bire
eşit bulunursa birim kök sorunu ortaya çıkmaktadır ve model:
Yt  Yt 1  ut
(3)
şeklini almaktadır. Birim kökü olan zaman serisi, ekonometride bir rassal yürüyüş olarak
bilinmektedir. Rassal bir yürüyüş ise, durağan olmayan bir zaman serisi örneğidir. Bu bir
önceki dönemde iktisadi değişkenin değerinin ve dolayısıyla o dönemde maruz kaldığı şokun
olduğu gibi sistemde kalması anlamına gelmektedir. Bu şokların kalıcı nitelikte olması serinin
durağan olmaması ve zaman içinde gösterdiği trendin stokastik olması demektir. Eğer ρ
katsayısı birden küçük çıkarsa, geçmiş dönemlerdeki şoklar belli bir süre etkilerini sürdürseler
bile, bu etki giderek azalacak ve kısa bir dönem sonra tamamen ortadan kalkacaktır(Tarı,
1999 ss. 368-369).
Genişletilmiş (Augmented) Dickey-Fuller(ADF) Testi
Dickey-Fuller(1979) testinde bütün zaman serileri birinci dereceden otoregresif süreçlerle
ifade edilmiştir. Oysa zaman serilerinin hepsi birinci derece otoregresif süreçler şeklinde ifade
edilemezler.
Dickey-Fuller testinde otokorelasyon sorunu ile karşılaşılmakta, bu sorunu kaldırmak için
Dickey-Fuller denklemine otokorelasyonu gidermeye yetecek kadar bağımlı değişkenin
gecikmeli değeri denklemin sağ tarafına ilave edilmektedir. Bu ilaveden sonra Dickey-Fuller
(DF) regresyon denklemi Genişletilmiş Dickey-Fuller (ADF) denklemine dönüşmektedir
(Dickey ve Fuller, 1979).
DF testinde dikkate alınan üç model kalıbı, bağımlı değişkenin gecikmeli değerleri modele
dâhil edilerek, genelleştirilmiş Dickey Fuller (ADF) regresyonları k gecikme uzunluğu olmak
üzere aşağıda verilen denklemlerdeki gibi yazılır.
k
Yt   Yt 1   i yt i 1  ut
(4)
i 2
k
Yt  b0   Yt 1   i yt i 1  ut
i 2
(5)
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
293
k
Yt  b0  b1t   Yt 1   i yt i 1  ut
(6)
i 2
Burada gecikmeli fark denklemleri kullanılır. Gecikmeli fark denklemlerinin sayısı görgül
olarak belirlenir. Amaç bu regresyondaki hata teriminin bağımsız olmasını sağlayacak kadar
terimi modele katmaktır. Sıfır hipotezi burada da δ=0 ya da p=1‟dir. Yani Y „de birim kök
vardır (Y durağan değildir).
Bu modele DF testi uygulanırsa, buna Genişletilmiş Dickey-Fuller testi denir. ADF test
istatistiği ile DF istatistiği aynı eşik değerlerine sahiptir.
Phillips-Perron (PP) Birim Kök Testi
Dickey-Fuller birim kök test yönteminde, hata terimlerinin bağımsız aynı dağılıma sahip
rastgele değişkenler olduğu varsayımı vardır. Phillips ve Perron (1988) hata terimlerinin kendi
içinde otokorelasyonlu olması durumunda Dickey-Fuller test yönteminin hatalı sonuçlar
verebileceğini iddia etmektedir. Hata terimlerinin otokorelasyonlu olması halinde, DF test
istatistiklerine bir düzeltme faktörü ekleyerek yeni bir yöntem önermektedir. Ayrıca, önerilen
test istatistiklerinin kritik değerleri, DF test istatistiklerinin kritik değerleri aynıdır. Bu
sebeple, birim kök testleri yapılırken test istatistiklerinin değerleri farklı olmasına rağmen
aynı kritik değerler kullanılır(Akdi, 2010: 289).
Aşağıdaki denklemler ele alındığında;
Yt  b0  bY
(7)
1 t 1  ut
Yt  b0*  b1*Yt 1  b2* (t  T / 2)  ut
(8)
Denklemlerde T gözlem sayısını göstermektedir. ut E(ut)=0 olduğundan hata terimlerin seri
korelasyon ilişkisi içinde olmaması veya homojen olmaları için bir zorunluluk
bulunmamaktadır. Phillips ve Perron(PP) testi, DF testinin tersine hata terimleri arasında zayıf
bağımlılığa ve heterojenliğe izin vermektedir.
Yt  Yt 1  ut süreci şeklinde üretilen veriler için b ve b* ile b1 katsayılarına karşı sıfır hipotezi
sınamasına başvurulur.
Eş-Bütünleşme Analizi
Durağan olmayan serilerde durağanlığı sağlamak için, serilerin birinci, ikinci, üçüncü, vb.
farkları alınmaktadır. Ancak farklarının alınması, sadece değişkenin geçmiş dönemlerde
maruz kaldığı kalıcı şokların etkisini yok etmekle kalmayıp aynı zamanda dönemler arasında,
bu şoklar dışında var olabilecek, uzun dönemli ilişkilerin de ortadan kalkmasına neden
olmaktadır. Dolayısıyla, bu şekilde durağanlaştırılmış seriler arasında bulunacak bir regresyon
ise, uzun döneme ait tüm bilginin de yok edilmesi nedeniyle, bir uzun dönem denge ilişkisi
vermeyecektir.
Eş-bütünleşme analizi iktisadi değişkenlere ait seriler durağan olmasalar bile, bu serilerin
durağan bir kombinasyonunun var olabileceğini ve eğer varsa, bunun ekonometrik olarak
belirlenebileceğini ileri sürmektedir. Bu değişkenleri etkileyen kalıcı dışsal şoklara rağmen,
değişkenler arasında uzun dönemli bir denge ilişkisinin varlığını gösterir. Değişkenler
arasında böyle bir eş-bütünleşmenin var olabilmesi ancak, dışsal olan kalıcı şokların farklı
dozlarda ve biçimlerde olsa bile sistemdeki tüm değişkenleri ortak etkilemesiyle mümkündür.
Başka bir ifadeyle, sistemdeki her değişken kendilerini ayrı ayrı etkileyen, her biri kendine
özgü dışsal, kalıcı şoklara değil, bunları beraberce etkileyen ortak stokastik trendlere sahip
olmalıdır(Tarı, 1999 ss. 370-371).
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
294
Durağan olmayan vektör zaman serilerinde, serinin bileşenleri arasında durağan bir doğrusal
birleşim bulunabiliyorsa, böyle bir serilere kointegrasyonlu (eş-bütünleşik) seriler denir. d
tane birim köke sahip X t zaman serisi X t I (d ) ile gösterilir. Aynı dereceden bütünleşik
I (d ) serileri göz önüne alındığında genel olarak durağan olmayan bu
serilerin herhangi bir doğrusal birleşiminin de I (d ) olması beklenir. Ancak Yt nin X t üzerine
regresyonundan elde edilen artıklar serisi daha düşük dereceden bütünleşik oluyorsa ( b  0
Xt
I (d ) ve Yt
için I (d  b) ), Engle ve Granger (1987) bu serileri ( d , b ) dereceli kointegre (eş-bütünleşik)
seriler olarak tanımlamaktadır(Akdi, 2010 ss. 371).
Eş-bütünleşme vektörünün tahmini ve verilen herhangi birçok değişkenli zaman serisinin eşbütünleşik olup olmadığının araştırılmasına ilişkin birçok yöntem vardır. Bunlardan en çok
öne çıkanlar Engle ve Granger (1987) tarafından önerilen en küçük kareler yöntemi ile
Johansen (1988) tarafından önerilen koşullu en çok olabilirlilik yöntemidir.
Johansen Eş-Bütünleşme Yöntemi
Değişken sayısının ikiden fazla olduğu durumlarda birden fazla eş-bütünleşme ilişkisi olabilir
ve Engle-Granger yöntemi ile bu durumu tespit etmek mümkün değildir. Bu sorunu ortadan
kaldırmak için Johansen (1988) maksimum olabilirlik tahmin yöntemini geliştirmiştir.
Johansen yöntemi, Engle-Granger yönteminin çok denklemli olarak genelleştirilmesinden
ibarettir.
“Johansen yöntemi bütün değişkenlerin bağımlı değişken olarak kendi ve diğer değişkenlerin
gecikmeli değerlerinin doğrusal bir fonksiyonu ile temsil edildiği denklem kümelerine
dayanmaktadır” (Kennedy, 2003). “Genellikle, Engle ve Granger yönteminin kusurlarının
olduğu” (Enders, 2004), Johansen yönteminin avantajlarının olduğu ve kullanılmasının daha
uygun olduğu düşünülmektedir.
Johansen tarafından önerilen yaklaşımın kullanılmasının iki temel nedeni vardır. Bunlardan
ilki, ilgilenilen değişkenler için eş-bütünleşme vektörlerinin maksimum sayısını teşhis
etmektir. Diğeri ise eş-bütünleşme vektörünün ve ilgili parametrelerin en çok olabilirlik
tahminlerini elde etmektir (Holden ve Thompson, 1992).
Bu yöntemde temel alınan matris rankı ile karakteristik kökler arasındaki ilişkidir. Burada ele
alınacak süreçlerin doğrusal modellerde yer alan  t sürecinin sıfır ortalama ve varyans
matrisiyle aynı ve bağımsız dağılımlı, normal dağılıma sahip rastgele değişkenler olduğu
varsayımı altında VAR modeli ile gösterilen X t çok değişkenli süreç vektörü,
X t  1 X t 1  ...   k X t k   t ,  t  1, 2,...
şeklindedir. Burada

(15)
katsayıları ifade eden (n × n) boyutlu matris,  t ise hataları
göstermektedir. Yukarıdaki denklemde X t birinci dereceden bütünleşik ve dolayısıyla X t
durağan olsun. Burada polinom matrisi k gecikme uzunluğunu göstermek üzere aşağıdaki gibi
olacaktır:
A(Z )  I  1Z  ...   k Z k
(16)
Z = 1 olduğunda etki matrisi,


  A  Z   I  1  ...   k 
 z 1

(17)
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
295
seklinde ifade edilir. Yukarıdaki denklemdeki  matrisine aynı zamanda denge ilişki matrisi
de denilir. Buradaki  matrisinin rankı eş-bütünleşme vektörlerinin sayısını verir (Johansen,
1988).
 matrisinin rankı sıfır olduğunda, seriler arasında uzun dönem bir ilişkiden (eş-bütünleşme)
söz edilemez. Diğer taraftan,  matrisinin rankı 1 ise, serilerin, doğrusal ve bağımsız bir
bileşimi ortaya çıkar ki, bu da, seriler arasında tek bir uzun dönem ilişkisinin (eşbütünleşmenin) mevcut olduğunu ifade eder. Eğer,  ‟nin rankı birden büyük ise, seriler
arasında birden fazla eş-bütünleşme ilişkisi var demektir.
Seriler arasındaki eş-bütünleşme ilişkileri, iki test istatistiği yardımıyla değerlendirilebilir.
Bunlardan biri İz Test istatistiği, diğeri Maksimum Özdeğer Test istatistiğidir.
n

iz  r   T  ln 1  i 


i  r 1
(18)
Burada r, eş-bütünleşme vektör sayısını, i tahmin edilen  matrisinden tahmin edilen
karakteristik veya kendi değerlerinin köklerini, T ise kullanılabilir gözlem sayısını
göstermektedir. İz Testi istatistiği,  matrisinin rankını inceler ve matris rankının r ‟ ye eşit
ya da r ‟den küçük olduğunu ifade eden H 0 hipotezini test eder.
max  r , r  1  T ln 1  r 1 



(19)
Yukarıdaki denklemde T kullanılabilir gözlem sayısını, r eş-bütünleşme vektör sayısını, r 1
tahmin edilen  matrisinden tahmin edilen karakteristik veya kendi değerlerinin köklerini
ifade etmektedir. Maksimum Öz değer test istatistiği ise, eş-bütünleşme vektörün r tme eder.
Elde edilen değerler kritik değerleri aşıyorsa eş-bütünleşme vektörlerin sayısı belirlenmiş
olur. Hesaplanan İz ve Maksimum Öz değer istatistik değerleri, tablo kritik değerleri ile
karşılaştırılarak değişkenler arası eş-bütünleşme vektörünün olup olmadığı, varsa kaç tane
olduğu belirlenir.
Çevresel Kuznets Eğrisi: Türkiye Örneği
Model Veri Seti
Çalışmanın amacı, 1975-2010 dönemi arası Çevresel Kuznets Eğrisi teorisinin Türkiye için
geçerliliğini test etmektir. Çalışmanın verileri yıllık olarak ele alınmış ve Eviews
programından yararlanılmıştır. Model tam logaritmik olarak belirlenmiştir. Tahmin edilen
model aşağıda ifade edilmiştir:
ln CO2t  0  1 ln Et  2 ln Yt  3 ln Yt 2  4 ln Ft  ut
(25)
Burada;
lnCO2: Logaritması alınmış kişi başına düşen karbondioksit miktarı metrik ton3 (Dünya
Bankası).
LnE: logaritması alınmış enerji tüketimi Petrol eşdeğeri (kiloton) (Dünya Bankası).
LnY: logaritması alınmış kişi başına düşen GSYİH 1987 fiyatlarıyla Türk Lirası (TUİK).
LnY2: logaritması alınmış kişi başına düşen GSYİH‟nın karesi ( LY‟den türetilmiştir).
LnF: logaritması alınmış dışa açıklık oranı (%) 1987 fiyatlarıyla. (ticaret hacmi/GSYH)*100.
Denklem 20‟de β1‟in işaretinin pozitif olması beklenir. Çünkü Türkiye‟de kullanılan
enerjinin %80‟ninden fazlası birincil tüketim enerji kaynaklarından sağlanmaktadır ve bu
3
Metrik ton: Bir metrik ton 1000 kilogramdan oluşan ağırlıktır.
296
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
kaynaklar yandıklarında havaya karbondioksit salmaktadırlar. Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE)
hipotezine göre β2 ve β3‟ün işaretleri ise sırasıyla pozitif ve negatif olması beklenir. β4‟ün
işareti ise ülkelerin gelişmişlik seviyelerine göre değişiklik göstermektedir. Gelişmiş
ülkelerde artan ticaret daha az kirletici ürünlerin üretim ve ticaretini teşvik ederken,
gelişmemiş ülkelerde bu konuda yasal düzenlemeler zayıftır. Bu durumda β4‟ün işareti
gelişmiş ülkelerde negatif, gelişmemiş ülkelerde ise pozitif olması gerekir.
LE
LCO2
LY
11.6
1.6
14.8
1.4
14.6
11.2
1.2
14.4
10.8
1.0
14.2
0.8
10.4
14.0
0.6
0.4
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
10.0
1975
2010
1980
1985
1990
1995
2000
2005
LY2
12
210
8
205
4
200
0
195
-4
1980
1985
1990
1995
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2010
LF
215
190
1975
13.8
1975
2010
2000
2005
2010
-8
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2010
Şekil 6
Modeldeki tüm değişkenlerin zaman serisi grafikleri
Şekil 6.‟daki grafikler incelendiğinde tüm değişkenlerde yıllar itibariyle düzenli bir şekilde
artan trend görülmektedir.
Birim Kök Testi
Serilerin durağanlığını bozan nedenler; trend, mevsimsel hareketlilikler, konjonktürel
hareketler ve sapan değerli zaman serisi kalıplarıdır. Serilerin durağan olup olmadığını
anlamak için birim kök testleri uygulanmaktadır. Birim kök sınamasına yönelik en çok
uygulanan testler Dickey-Fuller(1979), Genişletilmiş Dickey-Fuller(ADF)(1981), PhillipsPerron(PP)(1988) ve KPSS(1992) testleridir.Bu çalışmada serilerin durağan olup
olmadıklarının belirlenmesinde Genişletilmiş Dickey-Fuller(ADF) Phillips-Perron(PP)(1988)
ve KPSS(1992) test istatistikleri kullanılmıştır.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
297
Tablo 3
Durağanlık testleri
ADF
Değişkenler
Düzeyde
LCO2
LE
PP
Düzeyde
-2,596848
(0,2839)
Birinci
Farklarında
-5,870842*
(0,0001)
-2,596848
(0,2839)
-2,808499
(0,2036)
-2,810199
(0,2030)
-2,791817
(0,2093)
-0,632511
(0,9707)
-6,035142*
(0,0001)
-5,839905*
(0,0001)
-5,848966*
(0,0001)
-3,979582**
(0,0185)
-2,647128
(0,1737)
-2,919912
(0,1685)
-2,898419
(0,1750)
-0,105963
(0,9928)
Birinci
Farklarında
-5,959366*
(0,0001)
KPSS
LM-İstatistiği
Düzeyde
Birinci
Farklarında
0,099391
0,060328
-6,050928*
0,105337
0,043084
(0,0001)
LY
-5,874872*
0,068299
0,050233
(0,0001)
LY2
-5,885536*
0,071282
0,050193
(0,0001)
LF
0,126938***
0,184643**
3,883342**
(0,0232)
Not: parantez içindeki değerler p-değerleridir. ADF ve PP için sıfır hipotezi H0: birim kök vardır. Testlerde sabit
ve trendli model uygun bulunmuştur. Tablo 3‟ten elde edilen sonuçlara göre tüm serilere ait düzeyde yapılan
ADF ve PP test istatistikleri sonuçları tüm anlamlılık düzeylerinde MacKinnon kritik değerlerden büyük
çıkmıştır. Yani sıfır hipotezi kabul edilmiştir. Seriler düzeyde durağan değildir. Serilerin birinci dereceden
farkları alınarak yapılan ADF ve PP test istatistiği sonuçları ise tüm anlamlılık düzeylerinde MacKinnon kritik
değerlerinden küçük çıkmıştır. Yani ilgili değişkenler birinci sıra fark durağandır.
Eş-Bütünleşme Analizi
Seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisini belirlenmesinde yaygın olarak Engle-Granger (1987),
Johansen (1988) ve Peseran sınır testleri kullanılabilir Peseran sınır testi belirlenme dereceleri
farklı olan serilerin eş-bütünleşme ilişkileri araştırırken de kullanılabilmektedir.
Johansen Eş-Bütünleşme Testi
Durağan olmayan iki değişken arasında her ne kadar anlamlı bir regresyon ilişkisi kurulamasa
da, bunların doğrusal bir kombinasyonu uzun dönemde anlamlı bir ilişki içinde olabilir. Bu
tür bir ilişkinin varlığı Johansen eş-bütünleşme testi ile araştırılmaktadır. Johansen
yönteminde ilk aşama VAR modeli tahmin edilerek gecikme uzunluğunun belirlenmesidir.
Tablo 4
Gecikme uzunlukları
Gecikme
LR
FPE
AIC
SC
HQ
uzunlukları (k)
0
3,40e-13
-14,08228
-14,08228
-14,36862
1
147,6738*
8,58e-15*
-18,22545
-16,68592*
-17,68812
2
24,55693
1,38e-14
-17,85977
-15,22057
-16,93862
3
15,02828
3,29e-14
-17,23184
-13,52298
-15,95688
4
29,98121
2,80e-14
-18,01447
-13,17594
-16,32569
5
33,17775
9,65e-15
-20,31200*
-14,37380
-18,23941*
Not: LR: LR test istatistiği, FPE: son tahmin hatası, AIC: Akaike bilgi kriteri, SC: Schwarz bilgi kriteri, HQ:
Hannan-Quinn bilgi kriteri, *,bilgi kriterlerine göre en uygun gecikme uzunluğunu göstermektedir.
Tablo 4‟te görüldüğü üzere LR, FPE, SC ve HQ bilgi kriterlerine göre en uygun gecikme
uzunluğu k=1, AIC bilgi kriterlerine göre ise k=5 olarak belirlenmiştir. Gecikme k=1 için
yapılan Johansen eş-bütünleşme testi sonuçları Tablo 5‟te gösterilmiştir.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
298
Tablo 5
Johansen eş-bütünleşme testi sonuçlar
Sıfır hipotezi
İz testi
r=0
r 1
r 2
r 3
r 4
90,07272
44,16039
23,89349
9,563986
0,035700
Maksimum öz değer
r=0
41,91233
24,26690
r 1
14,32950
r 2
9,528286
r 3
0,035700
r 4
VAR(1) modelinin istikrar koşulları:
2
WHİTE
=182,2617 (0,1697)
k
LM-istatistiği
1
25,953
(0,4101)
Prob.
69,81889
47,85613
29,79707
15,49471
3,841466
%5 kritik değer
33,97687
27,58434
21,13162
14,36460
3,841466
0,0005
0,1168
0,2050
0,3158
0,8501
Prob.
0,0045
0,1257
0,3386
0,2448
0,8501
 2JB =14.952(0,1338)
2
17,428
(0,8657)
Not: Sıfır hipotezleri; White testi için
dağılmaktadır LM testi için
%5 Kritik değer
3
11,865
(0,9877)
4
28,161
(0,3005)
5
17,185
(0,8750)
6
10,617
(0,9946)
7
11,652
(0,9891)
H 0 : değişen varyans yoktur Jarque-Bera testi için H 0 : hatalar normal
H 0 : otokorelasyon yoktur şeklindedir. Parantez içindeki değerler p-değerleridir.
Tablo 5‟te de görüldüğü üzere birinci sıfır hipotezi hem iz istatistiğine hem de maksimum özdeğer istatistiğine göre tüm anlamlılık düzeylerinde reddedilmiştir. Bu sonuçlara göre
değişkenler arasında en az bir tane eş-bütünleşik vektör vardır. Johansen eş-bütünleşme testi
sonucunda uzun dönem model tahmini aşağıda verilmiştir.
LnCO2t  0,816844LnEt  12,08823LnYt  0, 409745L n Yt 2  0,0013689LnFt
(26)
(0,08898)
(2,19086)
(0,07465)
(0,00343)
Parantez içlerindeki değerler standart hataları göstermektedir. (26) nolu model tahmini
sonuçlarına göre enerji tüketimi, gelir ve gelirin karesi değişkenlerinin katsayıları istatiksel
olarak anlamlı bulunurken ticaret açıklık indeksi değişkeninin katsayısı anlamsız
bulunmuştur. Katsayıların işaretleri ise ÇKE hipotezinin geçerliliğini destekler niteliktedir.
Yani model tahminine göre ÇKE hipotezi Türkiye için geçerlidir. Uygulama sonucuna göre
ilgili modelin dönüm noktası Y *  1 / (22 ) formülü kullanılarak hesaplanır. Buna göre
dönüm noktası  12,08823(2*(0, 409745))  14,75092 olarak bulunur. Model çift
logaritmik olarak kurulduğundan dönüm noktası 1987 sabit fiyatları ile 2 548 257 Türk
Lirasıdır. 1987 sabit fiyatlarıyla 2013 yılı kişi başına düşen GSYİH 2 461 857 TL‟ye denk
gelmektedir. Bu da 2014 yılı itibariyle dönüm noktasına ulaşılmış olabileceğini ifade
etmektedir.
Sonuç
Bu çalışmada ekonomik büyüme ve çevresel kirlilik ilişkisi farklı açılardan değerlendirilmeye
çalışılmış, çevre faktörü olmadan etkin bir iktisadi büyümenin mümkün olamayacağı buna
karşın mevcut çevresel tahribatın maliyetlerinin giderilmesi için de ekonomik büyümenin
gerekli olduğu vurgulanmıştır.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
299
Çalışmanın ilk bölümünde sürdürülebilir kalkınma kavramı açıklanmış, ekonomik büyümenin
sadece maddi zenginliği arttırmayı amaçlaması sonucu toplumun büyük çevre maliyetleri ile
karşı karşıya kaldığı, bu sebeple ekonomik kalkınma hedefinin çevre ve toplumun gelişimini
de içine alan sürdürülebilir bir kalkınma olması gerektiğine değinilmiştir. Bu bölümde diğer
bir başlık olan ekonomik büyüme ve çevre arasındaki çelişki başlığı altında ekonomik
büyümenin çevre üzerindeki etkileri üzerinde durulmuş, “büyüme adına çevreden destek
talebi artarken doğanın arz kapasitesinin görece yetersiz kaldığı” (Meadows, 1990/1972)
vurgulanmıştır. Ayrıca bu bölümde uluslararası arenada bu konu ile ilgili atılan adımların
tarihsel özeti verilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünde Çevresel Kuznets Eğrisi Teorisi başlığı altında ilk olarak
Çevresel Kuznets Eğrisi (ÇKE) genel olarak açıklanmış, daha sonra ÇKE‟nin ters-U şeklinde
olmasını açıklayan teorik nedenler sıralanmıştır. Buna göre gelir artışı ekonomik büyümenin
ilk aşamalarında çevresel kirliliği artırırken belli bir dönüm noktasından sonra ise çevresel
iyileşme başlamaktadır. Bu değişimin nedenleri çevresel kaliteye yönelik talebin gelir
esnekliği, ölçek, teknoloji ve kompozisyon etkileri, uluslararası ticaret ve piyasa mekanizması
başlıkları altında açıklanmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde son olarak ÇKE teorisine göre
ekonomik büyüme ve çevresel kirlilik arasındaki ilişkiye dair olası sonuçlar verilmiştir.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ekonometrik metodoloji başlığı altında birim kök testleri ve eş
bütünleşme testleri açıklanmıştır.
Çalışmanın son ve dördüncü bölümünde ÇKE‟nin açıklanmasına yönelik Türkiye‟ye dair bir
uygulamaya yer verilmiştir. Uygulamada Türkiye için ÇKE hipotezinin geçerli olup olmadığı
1975-2010 dönemi arası verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Bu amaçla Johansen eşbütünleşme analizi kullanılmıştır. Johansen eş-bütünleşme testi sonuçlarına göre değişkenler
arasında uzun dönemli denge ilişkisi bulunmuştur. Ayrıca çalışmanın sonuçları ÇKE
hipotezini doğrular nitelikte olup ekonomik büyüme ve çevresel kirlilik arasında ters-U
şeklinde bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bir başka ifadeyle Türkiye‟de ekonomik büyümenin
ilk aşamalarında gelir artışı çevresel kirliliği arttırmakta gelir seviyesi belli bir noktaya
ulaştıktan sonra ise çevresel iyileşme başlamaktadır.
Çalışmanın sonuçlarından yola çıkarak Türkiye‟de uygulanmakta ve uygulanacak olan
iktisadi politikalarda çevre faktörünün göz ardı edilmemesi gelecek kuşaklar için büyük önem
taşımaktadır. Günümüzde gerçekleştirilen ekonomik faaliyetlerin çevre üzerindeki yıkıcı
etkileri gelecekte daha şiddetli bir şekilde hissedilebilir. Bu durumda ihtiyatı elden
bırakmamak gerekir. Bu anlamda uygulanacak olan politikalarda ekonomik büyümenin
niteliği ve verimliliği arttırılmalı, çevresel maliyetleri en aza indirilmelidir. Üretimde çevre
dostu teknolojilerin benimsenmesi, geri dönüşüm sektörünün desteklenmesi, insanların çevre
konusundaki farkındalığının arttırılması Türkiye‟nin daha uzun ve daha verimli bir ekonomik
büyümeye sahip olabilmesi açısından önemlidir.
Kaynaklar
Acaravcı, A., Öztürk, İ. (2010, July). CO2 Emissions, Energy Consuption and Economic
Growth in Turkey. Renewable and Sustainable Energy Reviews, 14, 322-3225.
Akdi, Y. (2010, Ekim). Zaman Serileri Analizi. Ankara: Gazi Kitabevi.
Aksu, C. (2011). Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre. Güney Ege Kalkınma Ajansı.
Atıcı, C., Kurt, F. (2007). Türkiye‟nin Dış Ticareti ve Çevre Kirliliği: Çevresel Kuznets Eğrisi
Yaklaşımı. Tarım Ekonomi Dergisi, 13(2), 61-69.
Başar, S. (2007). İktisadi Büyümenin Çevresel Etkileri (Birinci Baskı). Ankara: İmaj
Yayınevi.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
300
Başar, S., Temurlenk, M. S. (2007). Çevreye Uyarlanmış Kuznets Eğrisi: Türkiye Üzerine Bir
Uygulama. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 21(1), 1-12.
Beyhan, E. (2008). Sürdürülebilir Kalkınma-Çevre ve Yerel Yönetimler. Yerel Siyaset Aylık
Bilimsel Siyasi Dergi 35, 12-17.
Brock, W. A. and M. Scott Taylor (2004). Economic Growth and the Environment: A Review
of Theory and Empirics. NBER Working Paper, No. 10854.
Çetin, A. (2006). Alışveriş Maliyetleri Parasal Hizmet Modeli: Türkiye Örneği. Sosyal
Bilimler Araştırma Dergisi, 15-39.
Dasgupta, S., Laplante, B., Wang, H., ve Wheeler, D. (2002, Winter). Confronting the
Environmental Kuznets Curve. Journal of Perspectives, 16, 147-168.
Dickey, D. A., Fuller, W. A. (1979). Distribution of the Estimators for Autoregressive Time
Series With a Unit Root. Journal of the American Statistical Association, 74, 427-431.
Dinda, S. (2004, July). Environment Kuznets Curve Hypothesis a Survey. Ecological
Economics, 49, 431-455.
Egli, H. (2004). Environmental Kuznets Curve-Evidence from Time Series Data for
Germany. WIF- Institute of Economic Research, Working Paper, 1-39.
Enders, W. (2004). Applied Econometric Time Series. New York: John Wiley and Sons Inc.
Grossman G. M., Krueger, A. B. (1994). Economic Growth and The Environment. NBER
Working Paper, No. 4634.
Gujarati, Damodar N. (2011). Temel Ekonometri.(Çev. Ümit Şenesen ve Gülay Günlük
Şenesen). İstanbul: Literatür Yayıncılık ve Dağıtım.
Halıcıoğlu, F. (2009, January). An Econometric Study of CO2 Emissions, Energy
Consumption, İncome and Foreign Trade in Turkey. Energy Policy, 37, 1156-64.
Holden, K., Thompson, J. (1992). Co-integration: An İntroductory Survey. British Review of
Economic Issues, 14(33), 1-55.
Jiang, J. (2013). Ekonomik Gelişmenin Toplumsal Sınırları: Çin Ekonomik Modelinin
Geleceği (Çev.: Adnan Köymen). İstanbul: Kalkedon Yayıncılık.
Johansen, S. (1988). Statistical Analysis Of Cointegration Vectors. Journal of Economic
Dynamics and Control, 231-254.
Kennedy, P. (2003). A Guide to Econometrics. MIT Press.
Kovel, J. (2005). Doğanın Düşmanı (Çev.: Gürol Koca). İstanbul: Metis Yayınları.(Eserin
orijinali 2002‟de yayımlandı).
Kutlar, A. (2007, Ekim). Ekonometriye Giriş. Ankara: Nobel Yayım Dağıtım.
Meadows, D. H., Meadows, D. L., Randers, J., and Behrens, W. W. (1990). Ekonomik
Büyümenin Sınırları (Çev.: Kemal Tosun ve ark.). İstanbul: İşletme İktisadı Enstitüsü Yay.
No: 112. (Eserin orijinali 1972‟de yayımlandı).
Moomaw, W.R., Unruh, G.C. (1997). Are Environmental Kuznets Curves Misleading Us?
The case of CO2 Emissions. Environment and Development Economic, 451-464.
Panayotou, T. (2000). Economics Growth and Environment, CID Working Paper, No.56.
Saatçi, M., Dumrul, Y., (2012, Ocak). Çevre Kirliliği ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Çevresel
Kuznets Eğrisinin Türk Ekonomisi için Yapısal Kırılmalı Eş-Bütünleşme Yöntemiyle
Tahmini. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 37, 65-86.
Saint-Paul, G. (1994). The Economics of Sustainable Development. Cambridge Univ. Press.,
UK, 47-50.
Seldon, T., Song, D. (1994). Environmental Quality and Development: Is There a Kuznets
Curve for Air Pollution Emissions?. Journal of Environmental Economics and Managment
27, 147-162.
Social Sciences Research Journal, Volume 4, Issue 2, 279-301 (June 2015), ISSN: 2147-5237
301
Sevüktekin, M.,Nargeleçekenler, M. (2010). Ekonometrik Zaman Serileri Analizi. Ankara:
Nobel Yayım Dağıtım.
Shafik, N., Bandyopadhyay, S. (1992). Economic Growth and Environmental Quality: Time
Series and Cross- Country Evidence. The World Bank Policy Research Working Paper, 150.
Shin, Yongcheol, and Peter Schmidt.(1992). The KPSS Stationarity Test As a Unit Root Test.
Economics Letters 38.4, 387-392.
Şıklar, E. (2000). Eş-bütünleşme Analizi ve Türkiye‟de Para Talebi. Anadolu Üniversitesi
Yayınları, No. 1206.
Tarı, R. (1999). Ekonometri. İstanbul: ALFA Basım Yayım Dağıtım.
Tarı, R. (2011). Ekonometri. İstanbul: ALFA Basım Yayım Dağıtım.
Tıraş, H. H. (2012). Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre: Teorik Bir İnceleme.
Torras, M., Boyce, J.K. (1998). Income, Inequality and Pollution: a Reassessment of the
Environmental Kuznets Curve, Ecolgical Economics,25, 147-160.
Türkiye İstatistik Kurumu (2014). Konularına Göre İstatistikler. Erişim Adresi:
http://www.tuik.gov.tr .
Unruh, G.C., Moomaw, W.R. (1998). An Alternative Analysis of Apparent EKC-Type
Transitions. Ecological Economics, 221-229.
Wheeler, D. (2000). Racing to the Bottom? Foreign İnvestment and Air Pollution in
Developing Countries. World Bank Development Research Group Working Paper, No.
2524.
World Bank. (2014). Climate Change İndicators (WDI online veritabanı). Erişim adresi:
http://www.data.worldbank.org .
Download