8 / d yıllık proje hazırlayanlar caner doğan burak

advertisement
8/D
YILLIK PROJE
HAZIRLAYANLAR
CANER DOĞAN
BURAK ŞİBAR
BURAK FUNDA
ÇAĞRI GÜLDOĞUŞ
ONUR ERDENER
www.8dantalya.8m.net
1
TEŞEKKÜR
Bu proje yapmamızda bizi her zaman destekleyen sınıf arkadaşlarımıza ve okuldaki
bilgisayarları kullanmamız için bize imkanlar tanıyan okul müdürümüze teşekkür
ederiz.
2
MUTFAK
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Antalya Mutfağı da bölge ürünlerinin şekillendirdiği
bir mutfaktır. Turunçgiller, muz, susam, yer fıstığı, soya, domates ,salatalık, biber,
taze fasulye, kabak, patlıcan en çok elde edilen ürünlerdir. Zeytincilik de
yapılmaktadır. Sıcak iklimin de etkisiyle Antalya'da sebze-meyve ağırlıklı bir mutfak
göze çarpmaktadır. Antalya Mutfağı ile ilgili bu çalışma 1982 yılında elli yaşın
üzerinde Antalyalı on hanımla görüşülerek gerçekleştirilmiştir. Çalışma ile Antalya'nın
çeşitli nedenlerle unutulmaya yüz tutan yemek gelenek , görenek, töre , törenleri
kaydedilerek unutulmaması amaçlanmıştır. Eski alışkanlıkların değişmesi, teknolojik
yenilikler vb. nedenlerle aşağıda verilen bulguların çoğu uygulanmakla beraber
uygulanmayanları da bulunmaktadır. Bu çalışma ile Antalya Mutfağı ve yemek
alışkanlıkları derlenmiştir. Ayrıca yazılı kaynaklarda bulunmayan pek çok yemek ve
yemekle ilgili bilgiler kayda geçirilmiş bulunmaktadır.
ANTALYA’DA YEMEK ÖĞÜNLERİ
Antalya'da eskiden de günümüzde de günde üç öğün yemek yenilmektedir.
Sabahları yaz ve kış mevsimlerinde eskiden çorba, sebze, meyve, yufkalı dürüm
yenilmekteydi. Günümüzde çorba içen de bulunmakla beraber peynir, zeytin,
tereyağı, reçel, çay vb. oluşan kahvaltılıklar yenilmektedir. Öğlen yemekleri
akşamdan kalanlarla geçiştirilmekte, akşama erkekler eve geldiği için en güzel
yemekler hazırlanmaktadır. Antalya'da Anadolu'nun pek çok yerinde görülen "yat
geber ekmeği" denilen öğün de bulunmaktadır. Bu öğünde yatmadan önce yazın
meyveler, kışın kuru çerez yenmektedir.
GEÇİŞ DÖNEMİ YİYECEKLERİ
İnsan yaşamında doğumdan ölüme kadar geçen sürede yer alan yemekle ilgili
geleneksel uygulamalar Antalya'da aşağıda verildiği şekilde göze çarpmaktadır.
Doğum yapan kadına ilk yiyecek olarak tarhana çorbası veya sıcak tereyağı
karıştırılmış palize ; çocuğa şekerli su verilirdi. Komşular anneye sütü insin diye
palize ve helva gönderirlerdi. Antalya'da doğumun yedinci günü ebeye ve yakınlara
"tuz daveti''verilirdi. Bu davette ebe şeker, bal tuz karışımıyla çocuğun bütün
vücudunu hatta ağzının içini kokmasın diye ovar,ve yıkardı. Bu davette baklava,
börek ve en güzel yemekler yapılırdı. Çocuğun ilk dişi çıktığında "diş dirgiti" denilen
tören yapılırdı. Bu törende buğday fasulye, nohut kaynatılarak çeşitli çerezlerle
konuklara ikram edilirdi. Sünnet merasiminde eğlenceler yapılır, yemek verilirdi. Bu
mönüde düğün töreninde yapılan güvey yemeği mönüsü aynen yer alırdı.
Söz kesme ve nişanda bademli şerbet, eskiden evde yapılan imam nikahlarında
kahve, lokum, yemek ikram edilirdi.
Düğün hamamında kız evi katmer, börek, yemek yapsa da oğlan evi hamama kebap
veya tandır gönderirdi. Çeyiz asma töreninde yemek verilir, ayrıca çerez ikram
edilirdi. Düğünde "güvey yemeği" denilen ve tüm kalabalık düğünlerde yapılan yemek
yer alırdı. Güvey yemeği mönüsünde şu yemekler bulunurdu:
• Terbiyeli Pirinç Çorbası
• Etli Fasulye veya Patates
• Etli Pilav
• Keşkek
• İrmik Helvası veya Zerde
Düğünün haftasında aileler arasında karşılıklı davet yapılır, en güzel yemekler
baklava börek olması kaydıyla hazırlanırdı. Bu menü şöyle olabilirdi:
3
• Tavuk Çorbası
• Kızartma Eti
• Yaz ise Yeşil Kış ise Kuru Fasulye
• Pilav veya Su Böreği
• Baklava
Antalya'da ölüm olayında komşular, akrabalar üç gün ölü evine yemek getirirlerdi. Ölü
gömülürken pide, helva yapılıp hem dağıtılır; hem de baş sağlığına gelenlere ikram
edilirdi. Ölümün yedinci günü mevlit okutulur, lokum dağıtılırdı. Kırkıncı günü tevhit
okutulur, lokma dökülür; elli ikisinde dua okunur, helva karılırdı.
KUTSAL GÜNLERLE İLGİLİ YİYECEKLER
Antalya'da Ramazan ve Kurban Bayramları'nda önceden baklavalar, börekler ve
bayram yemekleri hazırlanırdı. Konuklara kahve, şeker, tatlı ikram edilirdi. Nişanlı
varsa karşılıklı hediyeleşme yapılırdı. Kurban Bayramı'nda oğlan evi kıza
boynuzlarına bilezikler takılmış, süslenmiş bir koç gönderir, kız evi de bir tepsi
baklava ve hediyelerle mukabele ederdi. Kandillerde pişi yapılır, On Muharrem'de
Anadolu'da her yerde görüldüğü gibi aşure dağıtılırdı. Kadir Gecesi isteyen yemek
daveti yapar, bu davete konuklar da yemek getirebilirdi. O gece toplu ibadet yapılırdı.
Antalya'da Miraç Kandili ile ilgili ilginç bir inanış bulunmaktadır. Antalya'lı Şemsi
Postacılar'dan alınan bilgiye göre: Mutlaka bal kabağı yenir ve dağıtılır. Mirac'a
çıkarken Hz. Muhammed'in evinde taam (yiyecek) yokmuş, bir kabak varmış. Kabak
yiyip Mirac'a çıktığı için kabak yenir. Kabağı olan kabak tatlısı yapar dağıtır.
NEŞELİ GÜNLERLE İLGİLİ YİYECEKLER
Antalya'da 6 Mayıs'ta yapılan Hıdırellez büyük eğlencelerle kutlanırdı. Sabah gün
doğmadan deniz kıyısına gidilir , yenir, içilir, gün doğunca dönülürdü. Dolmalar,
börekler hazırlanır, piknik yapılırdı. O gün mutlaka süt içilir ve yeşile basılırdı.
YÖRESEL DIŞARI YEMEKLERİ
Antalya'ya gelen yabancılara lokantalarda aşağıdaki yemekleri denemelerini tavsiye
edebilirim:
• Paça Çorbası
• İşkembe Çorbası
• Tandır Kebabı
• Saç Kavurması
• Antalya Usulü Piyaz
• Arap Kadayıfı
• Karpuz Kabuğu Reçeli
• Bergamut Reçeli
4
ANTALYA’NIN BELLİ BAŞLI İLÇELERİ
PERGE
Antalya'nın 18 km. doğusunda Düden ve Aksu akarsuları arasında kurulmuştur.
Antalya'dan Alanya yönüne giden yolda Aksu'dan kuzeye dönülür ve 2 km. sonra
Perge'ye ulaşılır. Deniz kıyısında bulunmadığı için Korsanların baskı ve
yağmalarından uzak kalmıştır. Bu nedenle gelişme sürecinde duraklamalar görülmez.
Kuruluşu İ.Ö. 1200 yılındadır. İ.S. 334 yılında Side gibi Perge de Büyük İskender ile
antlaşma yapmıştır. Böylece kent savaşmamış, yakılıp yıkılmamıştır. Helen, Roma ve
Bizans dönemini yaşamıştır. 15000 kişilik tiyatrosu İ.S II. yüzyılda yapılmıştır.
Tiyatronun hemen yakınındaki stadyum 12000 izleyici alır. Ege bölgesinde
Aphrodisias'taki hariç tutulacak olursa en iyi korunmuş Stadyumdur. Stadyumun
oturma yerlerinin altında dışa açılan ve dükkan olarak kullanıldığı sanılan 30 adet oda
vardır. Son yıllarda yapılan kazılarda çok sayıda heykel ve sanat eseri bulunmuştur.
Kapıları, Agorası, Nymphaeumu, Sütunlu caddeleri, Mezarlığı, Bazilikası ve Akropolu
Perge'nin görülmeye değer yerlerinden bazılarıdır.
ALANYA
Alanya sahilinden bir kesit
İlçemiz Alanya'nın tarihi, karanlık çağlara kadar uzanmaktadır. İlçe merkezinin
Kuzeydoğu istikametine düşen Bademağacı köyü ile Oba köyü arasında bir sınır
teşkil eden Kadıini Mağarası'nda 1957 yılında Prof. Dr. Kılıç Kökten'in araştırma ve
incelemeleri sonunda bulunan insan iskelet ve fosilleri bunu kesin olarak
doğrulamaktadır. Bu kadar enginlere inen zengin bir tarihin mirasçısı Alanya' mız,
bulunduğu yer itibariyle de bazen Kilikia, bazen de Pamphylia topraklarından
sayılmıştır. Tarih babası Herodotos, bu bölge için şunları yazar: "Bu bölgede
yaşayanlar, Truva savaşı sonrasında (M.Ö.1820) buraya gelip yerleşirlerken,
buradaki çeşitli kavimlerin gelenlere ev sahipliği yaptıkları bilinmektedir. Bu cümleden
anlaşıldığı üzere, Hititlerin bu bölgeye kadar gelerek, M.Ö. XIV. yüzyılın ilk yarısında,
altıbin kadar insanı öldürüp, Kilikia ve Pamphylia'yı kendilerine bağladıkları görülür.
Pamphylia, "çok ırklı, çok cinsli" anlamına gelen bir sözcüktür. İlçemiz topraklarının
verimliliği, ormanların sıklığı, sahil şeridine aşılması güç bir set çeken Torosların sarp
yamaçları, bu yöreden gelip geçenlerin dikkatini çekerek, bir çoğunu bu güzel
beldede alıkoymuştur. Bunun böyle olduğunu bugün de görmüyor muyuz ? Sanırım
gelecek yıllarda yerli Alanyalı hemşehrilerimizi, ancak aramakla bulabileceğiz.
5
ANTALYA HAKKINDA
Antalya’dan bir aranjman
http://www.antalya-ws.com/Photo/Antalya/Photo1b.jpgAntalya kenti, Akdeniz kıyısında kendi
adını taşıyan körfezde, denizden 39 m. yükseklikteki kayalıklar üzerine kuruludur. Deniz
kıyısı ile yükseklikleri 3086 m.'ye kadar ulaşan Toros Dağları arasında farklı büyüklükteki
ovalar, Antalya ve çevresinin ilk göze çarpan görüntüleridir. Kara ile deniz, kilometrelerce
uzanan plajlarla, ya da sarp kayalıklarla birbirine kavuşur. Toros Dağları arasında kendine
özgü yarlar, uçurumlar ve özellikle kıyıya yakın kesimlerde mağaralar ayrı bir özellik katar
bu bölgeye.
http://www.antalya-ws.com/Photo/Antalya/Photo2b.jpgToros'ların güneylerinden kaynaklanan
çok sayıda irili ufaklı akarsu, ovalara bereket akıtarak Akdeniz'e ulaşır. Tamamı berrak ve
temiz olan bu sular, geçtikleri yerlerde ve denize dökülürken eşine ender rastlanır güzellikte
çağlayanlar oluştururlar.
Antalya'da doğa bitki örtüsü yönünden çok zengindir. Kıyı şeridinde her türlü tropikal bitki
görülebilir. Yer yer dev boyutlara ulaşan kaktüs türleri Antalya'ya ilk gelenlerin hemen
dikkatini çeker. Kıyıdan uzaklaşılıp Toros'ların eteklerine gelindiğinde, Akdeniz ülkelerine
özgü maki bitki örtüsü egemenliği görülür. Her tür meşe ve çam ağaçlarının oluşturduğu
sağlıklı ve gür ormanlar makileri izler. Ova bölgelerinde, pamuk ve susam tarlaları, portakal,
limon ve muz bahçeleri ayrı bir güzellik oluşturur.
http://www.antalya-ws.com/Photo/Antalya/Photo3b.jpgİlkbahar, yaz, sonbahar ve kış gibi 4
mevsim sadece takvimlerde geçerlidir Antalya'da. Çünkü kış mevsimi yaşanmaz burada.
Öyle ki, 1985 şubatında 60 yılda bir de olsa görülen kar ve dolu yağışı, haber niteliğinde bir
olay olmuştur. Yaz ayları sıcak ve kurak geçer. Diğer aylarda yağışlı ve ılık bir iklim
egemendir. Yıllık ortalama ısı 18,7 °C'dir. Yılda ortalama 309,5 gün yağış olmaz. Isının sıfır
°C'nin altına düştüğü enderdir. Son 40 yıllık gözlemlere göre en yüksek ısı 44.6 °C
olmuştur.
Nisbi nem ortalaması % 64 olan Antalya'da deniz suyu ısısı ortalaması, ocak ayında 17,6
°C, nisanda 18,0 °C, ağustosda 27,7 °C ve ekimde 24,5 °C'dir.
6
SİLLYON
Antalya-Alanya karayolunun yaklaşık olarak 35. km.'sinden kuzeye dönülür ve 8 Km.
sonra Sillyon'a ulaşılır. Kent düz bir ovada, ovadan bir masa gibi yüksekte duran
elips şeklinde bir plato üzerine kurulmuştur. Çevreye tamamen egemen bir konumu
vardır. Görüş alanı Akdeniz'e kadar uzanır. Kuruluşu İ.Ö. IV. yüzyıldır. Helen, Roma
ve Bizans dönemlerini yaşadığı gibi Selçuklu'lar zamanında da kullanılmış ve yapılan
yeni binalarla daha da zenginleştirilmiştir. Stadyum, Gymnasium, Kuleler, Selçuklu
Mescidi, sahne kısmı kayaların çökmesiyle tamamen kaybolmuş Tiyatro ve spor
tesisleri ilginç yapılardan bazılarıdır.
ASPENDOS
Tarihi spendos kalesi.
Antalya-Alanya karayolunda Serik'i geçtikten sonra kuzeye dönülerek 4 km.'lik
Aspendos yoluna girilir. Geçmişi İ.Ö. V. yüzyıla kadar uzanır. İ.S. II.yüzyılda yapılan
tiyatrosu Selçuklu'lar devrinde kervansaray olarak kullanılmış ve zaman zaman
onarılmıştır. Sahnesi ile birlikte günümüze değin en iyi şekilde korunabilmiş nadir
tiyatrolardandır. Tiyatro, bir kişiye 0.50 m. oturma yeri hesabıyla 7000 kişiliktir.
Orkestra bölümü de ayrıca 500 izleyici alır. Günümüzde çeşitli konser, şenlik, festival
ve yağlı güreşlerde kullanılmaktadır. Aspendos'da diğer yapıların yanı sıra Agora,
Bazilika, Nymphaeum ve 15 km. uzunluğunda kemerli su yolları görülmeğe değer
yapılardır.
FİNİKE
ARYKANDA (ARIF)
7
Finike-Elmalı karayolu üzerinde olup Turunçova'ya uzaklığı 26 km.dir. Karayolundan
ayrıldıktan sonra yürünmesi gereken 1 km.'lik yol bulunmaktadır. Akırçay vadisinde
çevreye egemen bir konumu olan Arykanda'nın kuruluş tarihi kesin olarak
bilinmemektedir. Kazılardan elde edilen kanıtlara göre Arykanda İ.Ö. V. yüzyılda
mevcuttu. İ.S. 240 yılında büyük bir depremle yıkılan kent varlığını İ.S. XI. yüzyıla
kadar sürdürmüştür. Bizans devrinde Akalanda adını alan kent teraslar halinde
yapılmıştır. Yapılardan pek çoğu iyi korunmuş durumdadır.
LIMYRA (TURUNÇOVA, ZENGERLER)
Finike ile Kumluca arasında, Kumluca'ya 11 km. uzaklıktadır. Geçmişi İ.Ö. V. yüzyıla
kadar bilinmektedir. İ.S. 141 yılında bir depremle büyük ölçüde harabolan Limyra
daha sonra yeniden gelişme kaydetmiş ve İ.S. VII. ve IX. yüzyıllarda arap istilalarına
dayanamayıp terkedilmiştir. Kent, Akropol, Antik Yerleşim Alanı ve Nekrapol olmak
üzere 3 ayrı bölümden oluşmaktadır. Turunçova'dan Elmalı'ya giden yolun sağında
görülen ilginç kaya mezarları Limyra'ya ait değildir.
ANTİPHELLOS
Bugünkü Kaş ilçesinde kurulmuş Likyalı' lardan kalma bir kıyı kentidir. "Phellos" Grek
dilinde "Taşlı Yer" anlamına gelmektedir. Gerçekten de bu isim Kaş'a çok uymaktadır.
Antik kentin iyi korunmuş anıt mezarı ve tiyatrosu görülmeye değer yapılarıdır.
ÖREN YERLER
DAĞLAR
8
ALABELEN (2422 m.)
Bakırdağları' nın en küçük üyelerinden olmasına karşın expedisyonu en uzun
sürenidir. Tunçdağı' nın kuzeyinde, Karçukuru Yaylası' ndan itibaren yükselir. Antalya
yakınlarından bakıldığında sırt biçiminde, Kuzey-Güney doğrultusunda uzandığı
gözlemlenir. Konyaaltı plajına yaklaştıkça dağın önüne "Geyiksivrisi" geldiği için net
görülmeyebilir. Alabelen'in asıl büyük doruğu, Kuzey-Güney boyunca uzanan sırtının
hemen hemen en güneyinde kalan doruğudur. Doruğun yanında kocaman bir delik
göze çarpar. İçine atılan taşın düşerken çıkarttığı ses nedeniyle bir mağaraya açıldığı
izlenimi doğmaktadır.
ARDIÇTEPE (1960 m.)
Bakırdağları' nın en küçük üyesidir. Alabelenin kuzeyinde yükselmektedir.
Bakırdağlarının öteki üyelerine oranla en fazla orman alanına sahip olanıdır. Halk
arasında "Baklacık dağı", "Aktepe" diye adlandırılan, haritalarda da "Karadağ" diye
gösterilen Ardıçtepe' nin zirvesi tamamen çıplaktır.
Ardıçtepenin adı, neredeyse zirvesine yakın kısımlara kadar dağı örten ardıç
ağaçlarının bolluğundan gelmektedir. Çamlar sadece kuzey eteklerinin çok aşağı
kısımlarında görülürler.
Dağ Antalya'dan bakıldığındasivri gibi görünmesine karşın aslında sivri değildir.
Alabelen yönüne doğru giden sırta sahiptir. Alabelen' e bakan güney yüzü dışında
bütün cepheleri yalçın kayalarla çevrilidir.
Ardıçtepe'ye çıkmak için ilk gelinecek yer, denizden 650 metre yükseklikte olan
Geyikbayırı kasabasıdır. Eğer stabilize yol açıksa Geyikbayırı' ndan
Feslikan(Fesleğen) Yaylasına giden yolda araçla veya yaya olarak gidilir. ŞekerevlerSakarpınarı mevkiileri geçildikten sonra Feslikan yaylasına varmadan güneye
dönülerek kısa sürede 1960 metrelik anadoruğa çıkılabilir.
Ardıçtepe' nin zirvesine ulaşanlar güzel manzaralarla ödüllendirilirler. Aşağılarda
Antalya halı gibi uzanıp gider. Hele Geyiksivrisi'nin görkemli kayalıklarını seyretmek
için Ardıçtepe' den daha elverişli doruk yoktur.
BAKIRDAĞLARI
Antalya ile Fethiye arasında bulunan "Likya Bölgesi", tarihi ve turistik birçok
değerlerinin yanısıra yöreyi tümüyle kaplayan ve kendi aralarında 4 bölüme ayrılan
"Beydağları" ile ünlüdür. En yüksek noktasının 3070 metre ile "Kızlarsivrisi" nin
olduğu Beydağları "Tahtalıdağlar", "Bakırdağları", "Merkezi Beydağları" ve
"Güneybatı Bölümü Beydağları" gibi alt katagorilere ayrılmaktadırlar. Biz şimdi
dilerseniz Bakırdağlarına doğru gidelim ve bu silsile içerisinde kalan zirveleri birlikte
tanımaya çalışalım.
Bakırdağlarına adını veren olay, yaz ve bahar aylarında güneş doğarken dağların
yüzeylerine vuran güneş ışınları etkisiyle bakır kırmısına çalan bir renge bürünmeleri
olayıdır. Antalya'nın kayak merkezi "Saklıkent" in de içinde olduğu Bakırdağlarının
bahis konusu renklerini görmek isteyenler, özellikle Eylül ayında Saklıkent yolu
üstündeki Trebenna antik kentinin mezarlıklarının olduğu "Manzara durağı" na
gelmeli ve güneş doğarken tam güneyde dorukları görülen Bakırdağlarını
9
seyretmelidirler. Kışın tur düzenleyen acentalar, burada mola vererek müşterilerine
Bakırdağlarını seyretme olanağı tanırlar.
Bakırdağlarına ulaşabilmek için ilk gelinecek yer, yukarıda sözünü ettiğim
Saklıkenttir. Antalya'ya 55 km mesafede olan Saklıkente ulaşabilmek için kışın özel
araç kiralamak veya yaz aylarında yörede bulunan köylerin yaylalarına sefer
düzenleyen minibüslere binmek yeterli olmaktadır
SAKLIDORUK (2503 m.)
Bakırtepe ile Tunçdağı arasında yalın bir zirve olarak yükselen dağdır. Bakırdağları'
nın üçüncü büyük üyesidir. Antalya'nın halk plajı Konyaaltı' ndan bakıldığı zaman
Tunçdağı ile Alabelen dağları arasında belli belirsiz seçilir.
Saklıdoruk halk arasında "Çalbalı dağı" diye de isimlendirilir. "Çürük bel" de
denilmektedir. Aslında Tunçdağı' nın bir parçası gibidir, çöküntü ile ondan ayrılmıştır.
Saklıdoruk'a çıkış için Saklıkent ile Karçukuru Yaylaları arasındaki 7 km'lik toprak
yolda 2km kadar yürünür. Daha sonra dağın kuzey cephesine yönelinerek çıkışı
kolaylık arzeder. Zirvesinden Bakırtepe, Tunçdağı ve Alabelen dağlarının görünümleri
doyumsuzdur. Hele açık havalarda Konyaaltı plajı ve masmavi Akdeniz' in
görünümleri, çıkış yapanlarda unutulmaz anılar bırakabilir
SUALTI
Phaselis koyu
DÜDEN ŞELALESİ
MANAVGAT ŞELALESİ
10
GÖK MAĞARASI
Finike'de bulunan Gök mağara 'da mağara dalgıçlarının ilgisini çeken tatlı su
kaynaklarından biridir fakat ortalama 15 metre derinlikten sonra mağara suyunun
tuzlu suyla karıştığı görülür. Geniş bir koridorla dibe doğru inen mağarada da
sarkıtların bulunması daha önceden kuru olduğunun işaretlerindendir. 1995 yılında
yapılan araştırma dalışlarından sonra bu mağaranın Asya'nın o güne kadar dalışı
yapılmış en derin mağarası olduğu saptanmıştır.
SIÇAN ADASI
Antalya şehir merkezinin batısında kalan ve Antalya limanına bir kaç kilometre
uzaklıkta olan bu küçük ada dalıcıların ilgisini çeken diğer bir bölgedir. Adanın
ufaklığı ve yapısının uygun olmaması, üzerinde yerleşim bulunmamasının
nedenlerindendir. Sahile bakan batı yakası sığ bir derinliğe sahip olup (maksimum 8
metre) dip yapısı genelde kumdur. En ilgi çekici bölümü kuzey doğu yakasıdır ve
kayalık dip yapısı 22 metreye kadar inmektedir. Aynı zamanda doğusunda ufak bir
mağaranın olması dalıcılar için hoş bir sürpriz teşkil eder. Batıdan esen poyraz dalga
yaratmamasına rağmen rüzgar şiddetine bağlı olarak kuvvetli yüzey akıntılarına
neden olur. Güneyden esen rüzgarlar o bölgede büyük dalgalar yaratabilirler. Sadece
dalıcıların değil günlük tekne gezisine çıkanların da ilgi odağı olduğundan yoğun bir
tekne trafiğine sahiptir
ÜÇ ADALAR
Tekirova'nın açıklarında bulunan küçük adalardan oluşmuş bir dalış bölgesidir.
Etrafında bir çok dalış bölgesinin bulunması, çok çeşitli derinliklere sahip olması dip
yapısının Antalya'ya oranla zengin olması, görüş netliği ve bir çok dalış merkezine
yakınlığı nedeniyle en popüler dalış bölgelerinin içinde yer alır. Kemer yat limanından
aşağı yukarı 45 dakika mesafededir. Dalış merkezleri tarafından tercih edilmesinin bir
diğer nedeni de fazla olan dalış noktasından dolayı bir çok dalış türüne imkan
tanımasıdır. Adaların diğer bir özelliği de hava ve su şartlarına bağlı olarak alternatif
dalış noktalarının bulunmasıdır. Üç adalardan sonra gelen Finike Akçaörü burnu ile
Kaş İnceburun arasında büyük dalışa yasak bir bölge vardır.
11
ULUBURUN ANTİK BATIĞI
Kaş ilçesinin 8.5 kilometre güney doğusunda uzanmakta olan Uluburun'un doğu
kıyısından sadece 60 metre açıkta 1982 yılında bir sünger dalgıcı tarafından Genç
Tunç Devrine ait bir batık bulunmuştur. 1984 yılında başlanılan çalışmaların ve onbir
sezon boyunca yapılan binlerce dalışın sonucunda M.Ö 14. yüzyılın sonlarında
kaybolmuş eşsiz bir yük gün ışığına çıkarılmıştır.Yaklaşık 15 metre boyunda olan ve
Sedir ağacından yapılan geminin kıç tarafı 44 metre, pruvası ise 52 metrede
bulunmaktaydı. Taşımakta olduğu malzeme 61 metre derinliğe kadar yuvarlanmıştı.
Gemideki malzemeyi genelde hammaddeler oluşturmasına rağmen üretilmiş mallar
da bulunmuştur. Sayıları yüzelliyi aşan, kobalt mavisi, turkuvaz ve lavanta
renklerindeki yuvarlak, yassı ham cam külçelerinin, Ugarit ve el-Amarna tabletlerinde
Suriye-Filistin kıyılarından geldiği belirtilen mekku ve ehlipakku oldukları
düşünülmektedir. Bu külçeler bilinen en eski ve eksiksiz cam külçelerini
oluşturmaktadır. Diğer eşsiz arkeolojik buluntular arasında Eski Mısırlıların Abanoz
adını verdiği ve tropik Afrika'da yetişen siyah renkli bir ağaç ile Sedir ağacını
sayabiliriz. Diğer hammaddeler ise tam ve kesilmiş fildişleri ile bir düzineden fazla
suaygırı dişi, tütsü katkısı olarak kullanıldığı sanılan bir tür deniz salyangozunun
kapakcıkları, müzik aletlerinin ses kutusu olarak kullanıldıkları sanılan kaplumbağa
kabukları ile fayans veya metalden ağız, kulp, kaide gibi parçaların takılmasıyla vazo
veya kapların yapımında kullanılmak üzere taşınan deve kuşu yumurtalarından
oluşmaktadır. Gemide hammaddelerin dışında üretilmiş mallar da bulunmaktaydı.
Dokuz büyük küpten en az ikisinde Kıbrıs üretimi ihraç seramiği ile kandiller ve ne
amaçla kullanıldıkları kesin olarak bilinmeyen ancak duvara asarak kullanıldıkları
düşünülen eserler bulunmaktaydı. Kenan takılarını gümüş bilezikler ve ayak
bilezikleri ve altın pendatifler oluşturmaktadır. Kulpsuz bir altın kadehin ise kaynağı
bilinmemektedir. Çeşitli malzemelerden yapılmış boncuklar arasında akik, altın,
fayans, cam ve Baltık kehribarı boncuklar bulunmaktadır. Diğer eserler arasında
ördek biçiminde ve menteşeli kanatları kapak işlemi gören iki adet fildişi kozmetik
kutusu, bakır kazan ve kaseler, suaygırı dişinden bir borazan ve Tunç devirlerinin
tamamından bilinen kalay eserlerinden daha çok sayıdaki kalay kaplar yer
almaktadır. En yakın benzerlerini Romanya'daki tek bir örneğin oluşturduğu taştan
törensel amaçlı bir asa, batıktaki diğer buluntular arasındadır. Gemideki bronz
silahlar, ok ve mızrak uçları ile kamalar dışında Kenan, Miken ve olasılıkla İtalyan
yapımı kılıçlardan oluşmaktadır. Yük veya gemide yiyecek olarak taşınan maddeler
arasında badem, incir, zeytin, üzüm, çöre otu, sumak, kişniş, nar ile birkaç buğday,
arpa tohumu bulunmuştur. Balık ağı kurşunları, ağ onarımında kullanılan mekikler,
olta iğneleri ile ucu çatallı bir balık zıpkını, gemide balık avlandığını göstermektedir.
Geminin milliyetinin tanımlanmasında güçlük çekilmesine rağmen orta doğu kökenli
olduğu tahmin edilmektedir. Çıkarılan eserler günümüzde Bodrum sualtı arkeoloji
müzesinde sergilenmektedir.
SULUİN MAĞARASI
12
Alanya’daki damlataş mağarası
Antalya platosu traverten bir platodur ve bu platoyu; su, kireç taşlarını eriterek
meydana getirmiştir. Bu oluşumun altından bir çok tatlı su kaynakları denize
karışmaktadır. Kırkgöz mevkiindeki Suluin mağarası bu kaynakların doldurduğu ve
içindeki sarkıt ve dikitlerden dolayı daha önceden kuru olduğu tahmin edilen sualtı
mağaralarından birisidir. 1995 yılında yapılan bir araştırmada mağara derinliğinin 83
metreye ulaştığı ve kanallardan daha ilerlendiğinde 45 metre civarı bir derinlikte
büyük bir salonun içine girildiği saptanmıştır. Bu salonun duvarları sarkıtlar, traverten
havuzlar ve diğer oluşumlarla kaplıdır. Salona giren ve çıkan çok sayıdaki yan kollar
olduğu yapılan araştırma dalışlarında görülmüştür
Antalya platosu traverten bir platodur ve bu platoyu; su, kireç taşlarını eriterek
meydana getirmiştir. Bu oluşumun altından bir çok tatlı su kaynakları denize
karışmaktadır. Kırkgöz mevkiindeki Suluin mağarası bu kaynakların doldurduğu ve
içindeki sarkıt ve dikitlerden dolayı daha önceden kuru olduğu tahmin edilen sualtı
mağaralarından birisidir. 1995 yılında yapılan bir araştırmada mağara derinliğinin 83
metreye ulaştığı ve kanallardan daha ilerlendiğinde 45 metre civarı bir derinlikte
büyük bir salonun içine girildiği saptanmıştır. Bu salonun duvarları sarkıtlar, traverten
havuzlar ve diğer oluşumlarla kaplıdır. Salona giren ve çıkan çok sayıdaki yan kollar
olduğu yapılan araştırma dalışlarında görülmüştür.
13
KÖPRÜLÜ KANYON MİLLİ PARKI
Manavgat'ın sınırları içerisindedir. Bolasan Köyü ile Beşkonak arasında 14 km.
uzunluğunda, 100 m. derinliğinde bir vadidir. Gür sedir ormanları ile kaplıdır.
Kapadokya'daki peri bacalarına benzeyen doğa görünümü oldukça ilginçtir. Köprü
Çayı üzerindeki antik taş köprü bugün de kullanılmaktadır
OLYMPOS MİLLİ PARKI
Antalya'nın Batısında dimdik yükselen ve dorukları karlarla kaplı, insana heyecan
veren Olympos Dağı, pek çok antik kent, tarih öncesi yaşamın ilginç izlerini taşıyan
mağaralar ve sayısız çeşitte bitki ve hayvan türü Olympos Ulusal Parkı içinde koruma
altındadır.
TERMESSOS MİLLİ PARKI
Antalya-Korkuteli yolunun 30. km.'sinde Termessos Ulusal Parkı'na Ulaşılır. Bu
parkta Antik Termessos dağ kenti vardır. Nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya
olan pek çok hayvan burada rahatça üreme olanağı bulmaktadır. Vahşi bir bitki
örtüsünün egemen olduğu parkın eşsiz bir güzelliği vardır.
TARİH
Finike ilçesi konum itibariyle günümüzde "Teke Yarımadası" eski çağda ise Likya
olarak adlandırılan bölgede bulunmaktadır. Likya; doğuda Pamfilya, batıda Karya,
kuzeyde ise Psidya ile çevrilidir.
Teke Yarımadası'nın M.Ö. 3. bin yıldan beri iskan edildiği bilinmektedir. Fakat "bu
bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar 2. Bin yıldan eskiye giden bir iskanı henüz
tespit etmemiştir." Dilbilim yönünden yapılan araştırmalarla yörede kullanılan yer
adlarının, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde görülen ve M.Ö. 3 bin yılla tarihlenen yer
adlarıyla benzeşmesi Likya'da da M.Ö. 3 bin yıllarında yerleşmeler olduğu sonucunu
vermektedir. Görüldüğü gibi, arkeolojik belgeler ve dilbilim verileri, Likya'da M.Ö. 3
bin yıllarında bir yerleşim olduğunu kanıtlayacak niteliktedir. Fakat elde edilen
bulgular bu yerleşimlerin kimler tarafından meydana getirildiği sorusunun tam olarak
açıklanmasına yetmemektedir.
Likya ismi ve Likyalıların kökeni hakkında tarihçiler tarafından birçok görüş ileri
sürülmüştür. Heredotos'a göre Likyalılar Girit'ten göç etmiş bir topluluktur. Oktay
Akşit'e göre ise "Eski Şark ve Mısır kaynaklarının da gösterdiği gibi, Lukka'lar yani
Likya'lılar en az M.Ö. 2. bin yıl ortasından beri Likya'da oturan bir kavimdir."
Elmalı'ya 11 km olan Semahöyük köyünde yapılan kazılar erken bronz çağı
yerleşimini ortaya çıkarmıştır. Finike ilçe sınırlarında ve yakın çevrede bir çok tarihi
kalıntı bulunmasına rağmen bunların tarihi Semahöyük kadar eskiye gitmemektedir.
Bu kalıntılarda yapılan arkeolojik araştırmalarda elde edilen bulguların en eskileri
Likya uygarlığından kalanlardır.
Likyalıların komşu devletlerle ittifak kurmaları deniz aşırı savaşlara katılmaları,
onların bir devlet yapısına ve güçlü bir deniz filosuna sahip olduklarını kanıtlayacak
14
delillerdir. Kolonizasyon devrinde ise Likya'nın doğusunda sadece bir şehirde
yerleşme görülmesi Likyalıların kuvvetli durumlarını M.Ö. 1. yüzyılda da
sürdürdüğünü göstermektedir. " Kolonizasyon devri ile Likya'nın Persler tarafından
M.Ö. 6. asrın yarısındaki istilası arasında Likyalıların hürriyetlerine sahip, bağımsız
oldukları anlaşılmaktadır. Bu sırada kuvvetli bir devlet olan Lidya'nın, Likyalıları da
itaatleri altına alamayışları bunu göstermektedir."
Doğu Akdeniz ticaretinin gelişmesi önce Persleri, daha sonra Büyük İskender'i
Likya'ya çekmiş ve İskender M.Ö. 330 yılında bütün Likya'yı denetimi altına almıştır.
Likyalılar bu istilaya karşı koymamışlar ve teslim olmuşlardır. Bunun nedeni, Pers
baskısının İskender ile tamamen ortadan kalkacağını umut etmeleridir. Fakat aksine
İskender'in Likya'ya gelmesinden sonra Likya'lılar tam bağımsızlıklarını bir daha
kazanamamışlardır. "Büyük İskender'in ölümünden sonra denetimin zayıflaması,
zaman zaman Suriye, Mısır ve Rodos'un Likya'da hegomonya kurmalarına yol açmış
, bu kargaşalık, Likya Birliği'nin Limyra Beyi Perikles tarafından M.Ö. 2. asrın
başlarına doğru kurulmasıyla yerini tekrar istikrara bırakmıştır. Daha sonraki yıllarda
sahillerin tekrar korsan yatağı haline gelmesi üzerine "M.Ö. 67'de Pompeyüs büyük
emir selahiyeti ile buralara gelip korsanlığı sona erdirmiş, M.S. 43'de de İmparator
Cladius tarafından Likya ile Pamfilya birleştirilerek yeni eyaletin ismi Likya-Pamfilya "
yapılmıştır.
Erken Hristiyanlığın başlamasıyla Myra (Demre) bölgede yayılan Hristiyanlığın
merkezi haline gelmiştir. Helenler ve Romalılar döneminde her türlü değerlerini
kaybeden Likyalılar Bizans hakimiyeti ile eriyip gitmişlerdir.
Bizans döneminde kısa dönemli Arap saldırı ve işgallerini yaşayan bölge, Bizans
hakimiyetinden sonra 1207-1308 yılları arasında Anadolu Selçuklu hakimiyetinde
kalmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yöreye Teke Boyu yerleştirilmiştir.
Daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılması üzerine 1308-1361 yıllarında Teke
Oğulları Beyliği'nin hakimiyetinde kalan yörede, Teke Oğulları Beyliği'nin Osmanlılar
tarafından ortadan kaldırılmasıyla 1426 yılında Osmanlı idaresi başlamıştır. Osmanlı
idaresinde Elmalı kazasına bağlı bir nahiye merkezi iken 1914 yılında kaza olan
Finike I.Dünya Savaşı sonrasında 1919-1921 yılları arasında İtalyanların kısa süren
işgaline uğramıştır.
PAMFİLYA’NIN TARİHİ
Hititliler den önceki, yani İ.Ö.2.binden evvelki devirlerde bu bölgedeki durumun ne
olduğu hakkında şu ana kadar kesin bilgiler yoktur. Ancak Türk Tarih Kurumu’ndan
İ.Kılıç Kökten tarafından Antalya’nın kuzeybatısında Yağca Köyü civarındaki Karain
Mağarası’nda yapılan araştırmalarda Paleolitik (Yontulmuş Taş) Devre ait çakmaktaşı
aletlere,hayvan hatta insan kalıntılarına rastlanmıştır. Aynı şekilde, Antalya’nın 25km.
batısında keşfedilen Beldibi Mağarası, bölgedeki tarih öncesi devirlerine ışık tutacak
niteliktedir. Yine bu bölgede bilinen, ancak daha araştırılmamış höyüklerin yüzeyinde
elle yapılmış, siyah ve kırmızı renkte çanak, çömlek kırıkları bulunmuştur. Bu eserler,
Antalya’nın kuzeyindeki, Göller Yöresi’ndeki höyüklerde bulunan Paleolitik ve Bakır
Çağı vazolarına benzediğine göre bu bölgenin, bu erken devirleri de yaşadığı bir
gerçek olabilir. Pamfilya, “Irkların Ülkesi” anlamına gelmektedir. Böyle Grekçe isimli
bölge Küçük Asya’da çok azdır. Belki de bölgeye karışık ırklara ait toplulukların
yerleşmelerinden dolayı bu ad verilmişti. Kentlerinin kuruluşlarını sürekli mitolojik bir
15
olayda aramayı bir gelenek haline getiren Grekler, Pamfilya isminin Mopsos’un kızı
Pamphilia veya üvey kız kardeşi Pamhyle’e bağlayarak verilmiş olduğu sayın,
benimsemişlerdir. Buna karşılık Plinus, Pamfilya’nın eski adının Mopsopia Olduğunu
bildirmektedir. Fakat Pamfilya’nın halkları tarafından bırakılan eserler, özellikle
Mopsos’a ait olanları bunu doğrulamaktadır. Buradaki gerçek kendini sikkelerde ve
taş yazıtlarda gösterdiği gibi, Pamfilya’daki Grek Ağzı, Dor göçünden önceki Atina ile
sıkı bır ilişki göstermektedir. Truva Savaşları’ndan yüz yıl sonra gelen, Yunanistan’ın
büyük bir bölümüne yayılan ve Pelepones’i egemenliği altına alan Dorlar, kendi
ağızlarını da beraberlerinde getirmişlerdir.
PAMFİLYA ANTİK KENTLERİ
ESKİ ADI YENİ ADI ESKİ ADI YENİ ADI
Attalia,
Antalya
Olbia
Adalya,Sadalya
Aspendos
Belkız
Side
Livri
----Perge
Magydos
Lara
Sillyon
Arapsuyu
Side
Perge
Yanköy
LİKYA - IŞIK ÜLKESİ
Likya, Anadolu’nun tarihi ve doğal zenginlikleri yönünden en ilginç bölgelerinden
biridir. Eski Devirlerde “Işık Ülkesi” olarak adlandırılan bölgede antik kentler, doğa ile
adeta iç içedir.
İÖ.2 bin yılın başlarında bu bölgede, Doğu Akdeniz’de de korsanlıklarıyla çevreye
korku saçan Lukalar yaşamaktaydı. Ancak bu Luka” kelimesinin daha sonra Grekler
tarafından Lykia olarak telaffuz edildiği sanılmaktadır.
PİSİDYA
KONUMU VE SINIRLARI
Antik Pisidia bölgesi Anadolu’nun güneyinde, Göller yöresinde yer alır. Bölge, güneybatıda Lykia, güneyde Pamphylia, doğuda İsaura, kuzeyde ise Frigya ile çevrilidir.
Tauros (Toros) dağlarının yüksek kitleleriyle kaplı olan bölgenin ortalama rakımı 1000
metreden fazladır. Genelde etrafı tepelerle çevrili düzlüklerde ya da kalker
yükseltilerde yer alan göller (Eğridir, Beyşehir, Kovada, Burdur, Suğla, Kestel vd.)
iklimini önemli ölçüde etkilemiş, bölgede zengin bir bitki örtüsü görülmesine sebep
olmuştur. Pisidia bölgesinin sınırları günümüzde tam olarak bilinmemektedir. Genelde
antik bölgelerin kesin sınırları olmadığı, genelde bölgeler arasındaki kesimlerin gerek
coğrafi, gerek etnik açıdan bir geçiş alanı niteliği taşıdığı söylenebilir. Fakat bunun
yanı sıra Pisidia’nın şehirlerinin tam bir listesi de elimizde bulunmamaktadır. Çeşitli
antik yazarlar tarafından verilen şehir listelerinde eksikliklere ya da çelişkilere
rastlanabilmektedir. Strabon, Hellenistik devir yazarlarından Artemidoros’un Selge,
Sagalassos, Pednelissos, Adada, Tymbriada, Kremna, Pityassos, Amblada,
Anabura, Sinda, Arrassos (Ariassos), Tarbassos ve Termessos’tan oluşan şehir
listesini vermesinin yanı sıra Antiokheia kentinden Pisidia Antiokheia’sı olarak
bahseder. Tüm Pisidya’lıların yağmacılık ve soygunculukla geçindiklerini, özellikle
güney Pamfilya ve Likya Bölgelerine sürekli soygun saldırıları yaptıklarını yazar.
16
ANTALYA’DA ROMA VE BİZANS DEVRİ
İÖ.2. yy’da Bergama Kralı Il. Attalos tarafından kurulan Antalya kenti, Bergama
Krallığı’nın vasiyet yoluyla Roma İmparatorluğuna geçmesiyle (10 133), Romalıların
egemenliği altına girdi. Ancak bu tarihlerde bütün bu kıyılar korsanları elindeydi.
Antalya, 10 79 yılında Roma İmparatorluğu, Pompeius’un komutasındaki donanma
korsanları buradan temizledikten sonradır ki, egemenliğini bölgede tam olarak
kurabildi. İS 395’te Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca, Antalya ve dolayısıyla tüm
bölge Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kaldı. İS 4. yüzyılın başında Antalya’daki
Hıristiyan cemaati büyüdü ve Antalya bir Hıristiyan kentine dönüştü. İsmi bilinen ilk
piskopos 18342/343 yılında Antalya kilisesinin temsilcisi olarak Serdica’daki
(bugünkü Sofya) Synod’a (kilise konferansı) katılan Pantagatus’dur. Bu Devirde
Antalya, Doğu Akdeniz’in en işlek limanı ve en belirgin avantajı onun doğunun kapısı
olarak ulaşımdaki uygun yeri idi. 184. yüzyılda Antalya eski Roma kenti sur duvarları
tamir edildi ve daha sonra kent, Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmasında rol oynayan
Antalya, doğunun lüks malları (Baharat,Tekstil, Halı, kıymetli taşlar, cam, metal işleri )
için bir aktarma merkezi ve bir ara istasyonu haline geldi.
SELÇUKLULAR DEVRiNDE ANTALYA
Antalya Selçukluların eline geçtikten sonra ticari gelişmesi yönünden çeşitli
çalışmalar ve Venediklilerle ilk ticari anlaşma yapıldı. Kentte kültürel tesisler, camiler
inşasına başlandı. Önce kaleler restore edilmiş ve bazılarına ekler yapılmış; ayrıca
bazı bölümlerde yeniden kaleler, köşkler, köprüler, camiler, türbeler, medreseler,
imaretler ve hanlar yanında Hadrianus Kapısının kuzey tarafındaki kule Selçuklular
tarafından yeniden inşa edilmiştir. Bu arada rıhtım ve mendirekler yapılmış ve bir de
tersane kurulmuştur. 40 yıla yakın Emir-üs-sevahil’lik ve Atabeylik yapan Ertokuş dan
sonra bu göreve Bahaddin Mehmet Bey tayin edildi. 1276 yılında bunun ölümünden
sonra Ebülmeali Bedreddin Ömer onun yerine geçti.
ANTALYA’ DA OSMANLILAR DEVRİ
1402’deki Ankara Savaşı’nda Yıldırım Beyazıdın yenilmesi üzerine Osman Çelebi,
Beyliği canlandırmak üzere yeniden harekete geçerek Korkuteli’ni ele geçirdi, fakat
Antalya’yı alamadı. 1402-1415 yılları arasında Antalya’ya Karamanoğulları hakim
olmuştu. Tek başına kentteki Osmanlı kuvvetlerini yenmesi olanaksız olduğundan
Karamanoğlu Mehmet Bey’den yardım istedi (1423). Firuz Bey, Osman Çelebi’nin
Karamanoğulları kuvvetleriyle birleşmesine meydan vermeden, Subaşısı Hamza
Bey’le Korkuteli’ne ani bir baskın yaptırttı. Hamza Bey, hasta haliyle kaçamayan
Osman Çelebi’yi yakalayıp öldürdü. Bu sırada Antalya’yı kuşatan Mehmet Bey de,
kaleden atılan bir gülle parçasının isabetiyle ölünce yalnız Antalya değil. bütün bu
bölge Osmanlıların eline geçmiş oldu. (1423.
MİLLİ MÜCADELEDE YILLARINDA ANTALYA
Balkan Savaşı’nda yenilen Osmanlı İmparatorluğu, İtalyanlara bazı ayrıcalıklar veren
bir barış antlaşması imzalamak zorunda bırakılmıştı. Bu antlaşmadan sonra ilk sivil
İtalyan grubu, Rodos Belediye Başkanı ile birlikte Antalya’ya geldiler. 0
17
sırada<O:P</O:P Antalya kentinde , İtalyan uyruklu üç Rum. iki Yahudi aile vardı ve
bunlar, haklarının korunması konusunda İngiliz Konsolosluğuna yetki vermişlerdi.
Önce İngiliz Konsolosluğuna verdikleri yetkiyi geri aldılar. Yeni yapılmış bir evi İtalyan
Konsolosluğu binası olarak kiraladılar ve üzerine bayraklarını çektiler.
Trablusgarp’ta İtalya ile savaş devam ederken, Antalya Mutasarrıflığına Niğdeli
Abdullah Sabri Bey tayin edilmişti. Abdullah Sabri Bey’in ölmesi üzerine, yerine
Burdur Sancak Beyi Kemal Bey tayin edildi.
İtalyanların Antalya’yı sömürgeleştirme isteklerinin ilk işareti 19 Eylül 1329(2 Kasım
1913) tarihinde bir okul açma girişimleri ile başladı. Sancak Beyi bunu önlemiş ancak
İtalyanlar, bu kez Cavalini adında bir deniz yüzbaşısı getirerek, kadınlara ait bölümü
de bulunan ve bugün Yenikapı semtinde Dumlupınar İlkokulu’nun bulunduğu binada
sekiz yataklı bir hastahane açtılar. Kendilerine resmi izin verilmemişti. Fakat Dr.
Cavalini, işi kılıfına uydurarak, bunun şimdilik bir klinik olarak kullanılacağını belirtmiş
ve hasta yatırarak çalışmaya başlamıştı bile. Bunun arkasından, yine izin alınmadan
bir de okul açıldı. Sancak Valisi, bu gelişmeler karşısında bir şey yapamıyor;
İtalyanlar ise, Kapitülasyon hayalinden güç alarak, bu türdeki çalışmalarını elden
geldiğince arttırıyordu. Bu sırada İtalyan Hastanesi, hem kadın hem erkek hastalar
yatırılarak, ücretsiz ilaçlar verilerek, alabildiğine çalışıyordu. Ne yazık ki, o günlerde
Antalya’da, tek Resmi doktor olan Belediye Doktoru Ispraki Efendi idi. Halk çaresiz
akın akın İtalyan Hastahanesine koşuyordu ve bunu engellemek olanaksızdı. Ayrıca
Dr. Cavalini köylere kadar gidip hastalara bakıyor, ilaç parasını bile cebinden
veriyordu. Öte yandan, çeşitli alanlarda büyük bir çalışma devam ediyordu. Çok eski
tarihlerde İtalyan uyruklu iki kişi adına arama izni alınmış, fakat geçerliliği kalmamış,
hatta sahipleri ölmüş maden yatakları üzerinde hak iddia etmek, sinema açmak,
elektrik fabrikası kurmak, demiryolu açmak vs.. İtalyan Konsolosu, yerel emniyet ve
belediye zabıtası işlerine karışarak, küstahlığını daha da ileriye götürmüştü. Fakat
Birinci Dünya Savaşının başlaması, cesur girişimleri ile tanınan Sabur Sami Bey’in
sancak beyi olarak gelmesi ve konsolosun aşırı hareketlerine sert bir şekilde karşılık
vermesi durumu değiştirdi. Konsolos, doktoru ve başka İtalyanları da yanına alıp,
haliyle bütün tesisleri de bırakarak çekip gitti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
savaştan kazançlı çıkan İtalyanların ilk hareketi Antalya’ya tekrar pençelerini uzatmak
olmuştur. Antalya’nın ticari ilişkileri, yalnız deniz yoluyla sağlanıyordu. Şeker
Trieste’den [loyd gemileriyle; manifatura ve benzeri Marsilya’dan pirinç ve kahve
Mısırdan Arap gemileriyle geliyordu. İstanbul ve İzmir ile bağlantıyı Yunanlı
Yandelion, sözde Osmanlı, aslında Rum Hacı Davut’un gemileriyle sağlanıyordu.
Karadan Yörükler aracılığı ile develerle Koçhisar’dan tuz getirtiliyordu.
1911 Yılında başlayan Trablusgarp Savaşı, deniz seferlerini sekteye uğratmış, hele
1914-1918 arası Fransız kruvazörlerinin ablukası yüzünden Antalya’nın dış dünya ile
bağlantısı tamamen kopmuştu. Kibrit çöpüne kadar her gereksinimini dış ülkelerden
sağlayan Antalya halkı da bu yüzden oldukça bunalmıştı. Halk bu deniz yolunun
biran evvel açılmasını gözler olmuştu. Mondros Bırakışması’ndan sonra bu yolu ilk
kez Rodos’taki İtalyanlar açtı. Rodos Belediye Başkanını da taşıyan bir İtalyan gemisi
Antalya’ya yanaştı. Başta giyecek maddeleri olmak üzere, Antalya’nın pek çok ithal
maddesine gereksinimi vardı. Öte yandan, dört yıldan beri boş olan Ticaret Odası
Başkanı H.Ratip Osman Efendi’nin kiralık evi, yine İtalyan Konsolosluğu olmuştu.
İngiltere Konsolosluk binası ise, (şimdiki Özel İdare Işhanı’nın bulunduğu yerdeki
şimdi olmayan binada) bu binanın sahibi olan ve daha sonraları sürgün edildiği
İstanbul’da ölen İngiliz Konsolosu’nun varisi kız kardeşinden kiralanmıştı.
0 yıllarda Anadolu’nun dünyaya açılan iki kapısı vardı. Karadeniz’de İnebolu ve
Akdeniz de Antalya. Her gün çok sayıda ticaret gemisi gidip geliyordu Ve İtalyanlar
arasında birinci sıradaydılar. 1919 yılının ilkbahar aylarında Antalya limanında bir
İtalyan zırhlısı ile kıyıya kadar sokulmuş bir İtalyan torpidosu günlerce bekliyor,
18
zırhlının tahliye botları, rıhtım ile er arasında mekik dokuyordu. Öte yandan, mütareke
sonunda Antalya Sancak gitmiş, yerine bir yenisi tayin edilmemişti. Hükümet,
Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın elindeydi. Dahiliye Nazırlığı görevini ise, İbradılı ünlü
Cemal Bey yürütüyordu. Akka Defterdarı iken, Filistin’in kaybı üzerine Antalya
Defterdarlığına atanan İbradılı Beye (Talat Kişmir) Sancak Beyliği vekalet görevi
verilmişti.
iTALYANLAR’IN ANTALYA’YI iŞGAL EDİŞİ
İtalyanlar gemilerinden çıkıp et, ekmek vb. ihtiyaçlarını karşılıyorlar, çok kalabalık
gruplar halinde olmasa da, asker ve subaylardan şehri dolaşanlar görülüyordu. Bir
günü, uzun bir süredir limanda demirli bulunan. fakat hiçbir saldırgan hareketi
görülmeyen harp gemilerinin, halk tarafından gezilebileceği duyuruldu. kentin ileri
gelenleri de sözlü olarak davet edildiler. Havanın güzel olmasından faydalanan
yüzlerce meraklı oraya dolmuştu. Ayrıca, birkaç İtalyan gemisi mal boşalttığı için,
iskelede yoğun bir çalışma dikkati çekiyordu. Bu arada, sandallara binmiş halk denize
serpilmiş savaş gemilerinin, özellikle bunlar arasında zırhlı bir geminin etrafını
dolaşıyorlardı. Sandalı ile halkı gezdirmekten dönen kayıkçı Şaban Balta kıyıda
bulunan yetkililere şunları iletiyordu: “Beyim, İtalyanlar şimdi asker çıkararak
Antalya’yı işgal edecekler. Zırhlıya kimsenin çıkmasına izin vermediler, yalnız
torpidoya kendi sandallarıyla getirdikleri birkaç kişiyi çıkardılar. Ben bahriye
askeriyim. Zırhlıdaki bahriye askerleri tam savaş halindeki teçhizatla güvertede
sıralanmış durumda. Sahile asker çıkarmak amacı olmadıkça, bahriye askeri böyle
hazır tutulmaz. Zırhlının çevresinde mavnalar, dubalarda hazır. yani sadece asker
değil, ağırlıklarını da çıkaracaklar. Bunu öğrenen Sancak Beyi Vekili Talat Bey, telaş
ve heyecan içinde telefon ile ilgili .erlere emirler yerse de, cuma günü öğle namazı
vakti olduğu için hükümet binası bomboştu. Hatta, zaten sayısı az olan polislerden
bile tek kişi yoktu. Bir süre sonra, asker dolu mavnalar ve motorbotları ile ağırlık
yükletilmiş dubaların rıhtıma doğru ilerledikleri, sonunda askerlerin karaya ayak
bastıkları telefonla haber verildi. Önde süngü takmış dört deniz askeri, arkalarında
Konsolos Faranti ve tercüman Yomtof Mizrahi vardı. Hükümet Konağı’na güney
kapısından girilince, birinci kata sağlı sollu iki merdivenle çıkılıyordu. Konsolos ve
tercüman, nöbetçileri ikişer ikişer bu merdivenlerin başına dikerek, Vali Yardımcısının
odasına çıktılar. Talat Bey bu acı ve tarihi anda, yüzünün rengi uçmuş, elleri
titreyerek gelenleri kabul etti. Vali Vekili,“Müttefik Devletler adına Akdeniz Deniz
kuvvetleri Komutanı Amiral Galtrop ,imzasını taşıyan İşgal Beyannamesi”ni alırken,
tercüman Yomtof da, işgalin Mondros antlaşması şartlarına göre yapıldığını belirten
bazı sözler söyledi. Sonra ziyaretçiler, askerleri de alarak gittiler. Müttefikler, Birinci
Dünya Savaşı başlamadan önce ve savaş sırasında, Osmanlı ulkelerini taksim için
aralarında birtakım anlaşmalar yapmışlardı. Daha sonradan öğrenildiğine göre,
onların yanına geçince, İtalya da, Izmir dahil pek çok yer istemiş, fakat
Kuşadası’ndan Antalya’ya kadar olan kısmın verilmesine razı olmuştu. Bunlar,
İtalyanların Antalya’da bulundukları sırada, Yomtofun açıklaması ile duyulmuştu.
İşgal, Mondros mütarekesinin bitmesinden sonra gerçekleştirilecekti. Fakat, savaşa
sahne olmamış bir bölgenin işgal edilmesi için bazı şartların oluşması gerekiyordu.
Konsolos, tercüman kavas, vapur acenteleri, ithalatçı, ihracatçı, ticaret temsilcileri gibi
bir suru ltalyani getirten, Rumlar’dan ve Yahudilerden satılmış yardımcılar sağlayan,
limana doldurdukları zırhlı ve torpido mürettebatından birçok askeri gece gündüz
kentte dolaştıran İtalyanlar için, işgal hareketini yasal gösterecek şartları hazırlamak
hiç de zor olmadı. Hükümet Konağı’nın kapısındaki icra ilanları tahtasına, Amiral
Galtrop’un işgal Beyannamesi’nin kopyası, yarım bir kağıda ve oldukça çirkin bir eski
19
Türkçe ile yazılarak asılmıştı. Bu Beyannamede, Antalya’da huzuru bozan olayların
son zamanlarda arttığı, Dutlubahçe’de (bugünkü Pamukbank ve çevresinin
bulunduğu alan) bir adamın öldürüldüğü, cezaevinden bir tutuklunun kaçtığı,
Hıristiyan Mahallesi’ne bomba atıldığı ve suçlusunun bulunamadığı kaydediliyor:
halkın huzurunu sağlamak için, ayrıca bizzat halkın yardım istemesi dikkate alınarak,
müttefikler adına bu işin halline İtalya’nın görevlendirildiği öne sürülüyordu.
Huzurun sağlanması için Antalya halkının işgalcileri davet ettiği iddiasına gelince: 0
sırada Antalya’da yaşayan nüfusun kimliği hakkında bilgisi olmayan ve nedense Türk
milletini kötüleyerek kendilerine ün katmak isteyen bazı yazarlar, Antalya ileri
gelenlerinin çıkarlarından başka bir şey düşünmediklerini, bu yüzden memleketi
yabancılara bile bile peşkeş çektiklerini ileri sürmüşlerdir. Ancak herhalde
bilmiyorlardır ki, o sıralarda Antalya’nın yirmi üç bin olan nüfusunun üçte birinden
fazlası Türk ve Müslüman değildi O gün zırhlı ve torpidoyu gezmek üzere gelenler
arasından, İtalyanlar avlamak istedikleri kimseleri kendi motorlarıyla zırhlıya
taşıyorlardı. Ziyaretçilere, gemiden ayrılmadan önce merdiven başında bir hatıra
defteri uzatılıyor ve bunun imzalanmasının kendilerini duygulandıracağı söyleniyordu.
Halbuki, defter içinde boş bir kağıt bulunuyordu. Halktan hiçbiri bu kağıdı
imzalamamıştı. Hatta aynı teklifle karşı karşıya kalan ve Rum cemaatinin ileri
gelenlerinden olan Madenli Dr. Yorgi Efendi imza atmamış ve durumu Sancak Beyine
iletmişti. İşte, yerel halkın düşmanı işgale daveti hikayesi bundan kaynaklanıyordu.
İtalyanların bu istila hırsı uzun sürmedi. İnönü Zaferimizden sonra artık mahalle
aralarında devriye gezmek adetlerini de bıraktılar. İtalyanlar, Yunanlıların Ege
Bölgesi’ne yayılmalarını çekemiyorlardı. Hele bu yeni istilacının Kuşadası bölgesini
de ele geçirmesini, kendi haklarına tecavüz sayıyor ve onlara olanak sağlayan
İngilizlere kızıyorlardı. Bu nedenle, Yunanlılar’a karşı savaşta İtalyanlar Türklere
yardım bile etmeye başladılar. İlk işgalde teslim aldıkları kışladaki silah deposunda,
nöbetçi Türk askerinin yanına bir de kendilerinden nöbetçi dikmişlerdi. İlişkiler
yumuşadıkça, bu deponun, arka pencereden tamamıyla boşaltılmasına göz
yumdular. Hariçten yelkenlilerle kaçak getirilen silah ve cephaneye müdahale
etmediler. Hatta İtalya’dan bir de uçak getirmişlerdi. Ancak bu, çok eski sistem bir
uçak olduğu için ve Ankara’dan gelen bir havacımızın hastalanıp ölmesi yüzünden
kullanılamamış, Murat Paşa Camisi bahçesinde terk edilip kalmıştı. Özetle, Antalya
ve çevresini işgal eden İtalyan’lara karşı bir direniş olmamıştır. Çünkü İtalya,
antlaşmalarla kendisine verilen Ege Bölgesi’nin İngilizlerin desteğinde Yunanlılar’a
verilmesi üzerine tavrını tamamen değiştirmiş, İtalyan kuvvetleri zaman zaman
Yunanlılar’a karşı Kuva-i Milliye’ye destek olmuşlardır. Düzenli ordunun kurulup ilk
zaferler kazanılmaya başlandıktan sonra da işgal ettikleri yerlerde kalamayacaklarını
anlayarak çekip gitmişlerdir. Böylece İtalyanlar ile aramızdaki mesele, herhangi bir
çatışmaya girmeden sonuca bağlanmıştır. Kasım 1921 - Ocak 1922 tarihleri arasında
Türkiye de Rusya’nın tam yetkili görevlisi olarak bulunan M.V. Frunze “Türkiye Anıları
adlı kitabında İtalyan işgali konusunda şunları yazmaktadır: ‘Sevr Antlaşması
sonucunda İtalya, Akdeniz kıyısındaki Antalya limanı ve çevresini hakimiyeti altına
almıştır. Italyan askerlerı 1919 yılı başından sonra buraları, Anadolu’nun batısındaki
Dodekanez’i (12 Ada) işgal etti. İtalya buraları işgal ettikten sonra Antalya’daki
isteklerinden kendi arzusuyla vazgeçmiş ve askerlerini geri çekmiştir. Bunun
nedenlerinden biri Kemalist Türkiye ile dostluk ilişkileri kurmak, diğer işgalci
ülkelerden önce Türkiye ile ekonomik ve ticari ilişkiler kurarak bazı kolaylıklar elde
etmekti. İtalya aynı zamanda Antalya’nın işgalinin, Mustafa Kemal’in karşısında bir
askeri girişim olacağını anlamış ve Italya’nın kendi içinde bulunduğu politik durumun
buna elverişli olmadığını sezinlemişti. Fakat Türkiye ile İtalya’nın anlaşması 1921 yılı
sonbaharına değin bir sonuca ulaşamadı. Ancak,Türkiye-Fransa antlaşması
imzalandıktan sonra İtalya ile Türkiye arasında bu antlaşmanın gerekli olduğu ortaya
20
çıktı. İtalyan Hükümeti’nin en geniş yetkilerle gönderdiği Kavaler Tuotssi 1921
Aralığında Ankara’da bir antlaşma imzaladı. Fakat İngiltere’nin tepkisi üzerine
Hükümeti tarafından geri çağırıldı.
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA ANTALYA
1923-1 924’te Antalya’da nüfus, çoğu ahşap evlerde oturan 23.000 kişiden
oluşuyordu. Arap, Girit ve Yunanistan Göçmenleri de bulunmakla birlikte, nüfusun
büyük bir azınlığı Türklerdi. Osmanlı döneminden kalan Rumlar yaklaşık nüfusun
1/3’ünü oluşturuyorlardı. Antalya’da ayrıca çok sayıda Yahudi ve Ermeni
yaşamaktaydı. Türklerin iki mezarlığı, bir hastanesi, on kadar okulu; Rumların da
Metro politikleri, dört kilisesi, on iki çeşitli düzeyde okulu ve bir itfaiye örgütü vardı.
Daha sonra 1925 yılında Atatürk’ün büyük gayretleri ile kentteki Rumların yerine
Selanik ve Girit Adası’ndan getirilen Türk göçmenlerle “değişim” yapılarak Antalya
kenti Türkleştirildi. 1 927’de Antalya’daki nüfus Selanik ve Girit’ten gelen göçmenlerle
ancak 17.373 idi.
CUMHURİYET SONRASI ANTALYA’DA ÖNEMLİ OLAYLAR
18 Mart 1926: Deprem Oldu
26 Haziran 1926: Yeni bir deprem oldu.
23 Nisan 1920: Rasih Kaplan, Ali Vefa Seyhanlı, Halil İbrahim Özkaya, Hamdullah
Suphi Tanrıöver, Hasan Tahsin Sürenkök, Mustafa İbrişim Büyük Millet Meclisi
1 Dönem Antalya Milletvekili seçildiler.
6 Mart 1930: Mustafa kemal Atatürk ilk kez Antalya’ya geldi.
1 Ocak 1933: 1898 yılında açılan Liva İdadisi, lise olarak öğretime başladı.
19 Şubat 1939: Korkuteli ve Akseki Halkevleri açıldı.
1 Ocak 1940: Antalya yoğun kış nedeni ile sel baskınına uğradı. Çok sayıda ev
yıkıldı.
7 Şubat 1956: Antalya’ya yoğun kar yağdı.
27 Mayıs 1958: Antalya’da ilk kez “Antalya Tiyatro - Müzik ve Film Festivali”
düzenlendi.
1 Ekim 1961: Antalya Dokuma fabrikası üretime geçti.
25 Ekim 1961: Antalya ve Havalisi Kepez Elektrik Santralı üretime geçti.
1962: Orta dalga Antalya İl Radyosu Yayınına başladı.
Haziran 1963: Antalya’da her yıl Antalya Festivali içinde sürekli bir “Ulusal Film
Şenliği” düzenlenmesi kararlaştırıldı.
3 Ekim 1964: Antalya Yeni limanının temeli atıldı.
1965: Kepez Verem hastanesi açıldı.
19 Eylül 1976: İstanbul Antalya seferini yapan THY’nin “Antalya” isimli yolcu uçağı
Isparta yakınlarına düştü ve 155 kişi öldü.
18 Mart 1981: Antalya Yat limanı kullanıma açıldı.
6 Ocak 1993: Antalya’ya tekrar kar yağdı.
21
Antalya’dan bir gece manzarası
22
Download