BESLENME VE KANSER Bülent Saka İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Dahiliye Bilim Dalı, İstanbul Kanserli olguların %30-80’inde hastalık seyri içinde kilo kaybı ortaya çıkar (1). Kilo kaybı miktarı ve gelişim süresi; etkilenen dokuya, tümör tipine, büyüklüğü/çoğalma hızına ve evresine göre değişiklik gösterir. Mide ve pankreas tümörlerinde kilo kaybı çok hızlıdır. Hasta çoğunlukla ileri evrede aşırı kilo kaybı ile başvurur. Bunları akciğer, prostat, kolon tümörleri ve hematolojik maligniteler izler. Kanser hastalarında son 6 ay içinde hiperkatabolik duruma eşlik eden >%6 kilo kaybı kanser kaşeksisi nitelendirilmektedir. Tümör hücreleri tarafından salınan proteoliz tetikleyici faktör (PIF) ve lipid mobilize edici faktör hiperkatabolik süreç içinde aşırı kas yıkımına ve lipolize sebep olmakta, vücut tarafından aşırı sentez edilen sitokinler (TNF-alfa, IL-1, IL-6) buna katkıda bulunmaktadır (Şekil 1). Normal bireylerde olduğu gibi enerji ihtiyacı arttığında başlangıçta glukoz depoları kullanılmakta, depolar boşaldığında proteoliz ve lipoliz ile glukoz döngüsü başlatılmakta (glukoneogenez) ve kas yıkımı ve kilo kaybı ortaya çıkmaktadır. Serum CRP, fibrinojen, alfa-1 antitripsin ve seruloplazmin düzeyleri artarken, albumin, prealbumin ve transferrin azalmaktadır. Vücut yağ dokularından sentez edilen leptin iştah azalması ve istirahat halinde enerji tüketiminde artamaya sebep olurken gastrointestinal sistemde sentez edilen ghrelin ise aksi yönde etkili olmaktadır. Bu iki peptid hipotalamus üzerindeki reseptörleri vasıtasıyla etkili olmaktadırlar. Kanserli olgularda hipotalamik reseptör düzeyinde direnç geliştiği ileri sürülmekte, böylece enerji ihtiyacındaki artışa karşılık iştah artışı olmamaktadır. Kanser hastalarında kilo kaybının en önemli sebeplerinden biri gıda alımında azalmadır. Buna birçok faktör sebep olmaktadır; iştahsızlık (tümör 82 yükü, tedavi, depresyon), erken doygunluk hissi (GIS), diğer GIS semptomları (bulantı, kusma), odinofaji (mokozit, fungal/viral özofajit), ağız kuruluğu, disfaji, çiğneme güçlüğü, günlük yaşam aktivitesinde azalma sonucu gıdalara ulaşamama, ağrı ve hayat kalitesinde bozulma. Kanser, karbonhidrat, lipid ve protein metabolizmasında birtakım değişikliklere sebep olmaktadır. İnsülin duyarlılığında azalma ile birlikte bozulmuş glukoz toleransı gelişmekte, glukoneogenez artmakta ve serum laktat süzeyi yükselmektedir. Lipoliz artmakta ve serum trigiserid düzeyleri yükselmekte ve lipoprotein lipaz aktivitesi azalabilmektedir. Aşırı protein yıkımı sonucu negatif nitrojen dengesi oluşmaktadır. Klinik Enteral ve Parenteral Nütrisyon Derneği tarafından 2006’da Türkiye çapında çok merkezli olarak yürütülen çalışmada hastaneye yatış sırasında malnütrisyon sıklığı taranmış (yaklaşık 29 bin hasta) ve en yüksek oranların onkoloji (%44) ve yoğun bakım ünitelerinde (%52) olduğu anlaşılmıştır (2). İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniğinde yatan hastalar üzerinde 2008 yılında yapılan araştırmada yatış anında malnütrisyon riski oranı %57 bulunmuştur. Hastanede yatış süresinin (40±27 vs 20±17 gün, p=0.001) ve hastane infeksiyonu görülme oranının (%45 vs %7, p<0.001, OR: 3.298) malnütrisyon riski olan grupta anlamlı olarak arttığı tespit edilmiştir. Aynı kliniğe ait 2010 verilerine göre yatarak tedavi gören 97 kanser vakasının 86’sında (%89) malnütrisyon riski mevcuttu (p<0.0001). Vefat eden 21 hastanın 20’sinde (%95) MN riski mevcuttu (p=0.004). 97 kanserli vakanın 12’si nütrisyonel açıdan takip altına alındı, 38’ine enteral nütrisyon başlandı, 2’sine tek başına parenteral nütrisyon başlandı ve 45’ine ise enteral XXXVII. Ulusal Hematoloji Kongresi Şekil 1. Kanser kaşeksisinde artmış sitokin sentezi ve akut faz cevabı nütrisyon ve parenteral nütrisyon birlikte verildi. Bu tedaviler ile 43 hastada kilo artışı sağlandı, 41 hastanın serum albumin düzeylerinde artış oldu. Hastaların nütrisyonel durumlarının belirlenmesinde antropometrik ölçümler (kilo, beden kitle indeksi, triseps cilt kalınlığı, vs) yanı sıra bazı testler kullanılmaktadır. Nütrisyonel Risk Taraması (NRS-2002) 2002 yılında ESPEN tarafından geliştirilmiş kapsamlı bir tarama testidir (Tablo 1). Subjektif Global Değerlendirme testi antropomet- Tablo 1. NRS 2002 Testi 19-22 Ekim 2011, Ankara 83 rik ölçümler yanısıra beslenme durumu ve klinik durum hakkında bilgi veren sorular içermektedir. Mini Nütrisyonel Değerlendirme (MNA) testi daha çok yaşlı populasyon ve ayaktan takip edilen hastalar için hazırlanmış bir testtir. İlk 6 soruluk kısımdan <12 puan alanlara ikinci kısımda yeralan 12 soru daha sorularak toplam skor elde edilir. Toplam skor 23.5 ve üzeri olanlarda normal nütrisyonel durum, 17 ile 23 arasında olanlarda malnütrisyon riski, <17 olanlarda malnütrisyon var denir. Tarama ve değerlendirme sonucunda malnütrisyon veya malnütrisyon riski tespit edilen hastalara beslenme destek tedavisi planlanmalıdır. Bu iki yolla yapılabilir; Öncelikle oral gıda alımı mümkün olanlarda kliniğin diyet birimi ile görüşülerek günlük kalori ihtiyacı doğrultusunda diyet düzenlenir. İkinci yol ise enteral ve/veya parenteral beslenme ürünleri ile destek tedavisidir. Bu tedavi modalitesinde asıl olan enteral beslenmedir, fakat bu her zaman yeterli veya mümkün olamamaktadır, dolayısıyla bazen parenteral nütrisyon tedavisi ile desteklenmektedir. Enteral beslenme yolları oral enteral, nazoenteral ve enterokütan yollardır. Nazoenteral yol için nazogastrik veya nazointestinal feeding tüp kullanılabilir. Bu tüplerin silikon veya poliüretan olanları tercih edilmelidir. Enterokütan yollar ise, perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) ve perkütan endoskopik jejunostomidir (PEJ). Bazen PEG’den uzatılan bir tüp vasıtasıyla jejenuma ulaşılabilir (PEG-J). Beslenme yolu seçildikten sonra günlük enerji ihtiyacı (GEİ) hesaplanmalı ve ardından oral gıda alımı da göz önünde bulundurularak günlük verilecek destek miktarı hesaplanmalıdır. GEİ, bazal enerji ihtiyacı (BEİ), aktivite faktörü ve stres faktörü toplanarak bulunabilir. BEİ hesaplamada pratik formüllerden yararlanmaktayız. En sık kullanılmakta olan formül Harris-Benedict formülüdür. Kilo, boy ve yaş kullanılarak hesap yapılmaktadır. BEİ bulunduktan sonra klinik hastalık ve klinik bulgulara bakılarak stres faktörü saptanır ve BEİ’ e eklenir. Örneğin kronik hastalıklar varlığında BEİ’e %20-30 eklenirken, nüks halinde kanser, yaygın kanser, sepsis veya ARDS varlığında bu oran %30-100 arasında değişebilir. Her 10C vücut ısısı artışına karşılık BEİ’e %10 eklenir. Diğer taraftan hastanın hareket kabiliyeti de önemlidir. Örneğin yatalak bir hastada BEİ’e %15-20 eklenirken, ambulatuvar bir hastada %20-25, mobil bir hastada %30-40 eklenebilir. Sonuçta GEİ elde edilir. 84 GEİ hesaplandıktan sonra enerji açığının hesaplanmasında iki yol kullanılabilir. İlkinde hastaya yediklerini listelemesi öğütlenir ve bu liste üzerinden günlük almakta olduğu kalori miktarı hesaplanır. Bir diğer yol ise geçmişe kıyasla bugün tüketmekte olduğu besin miktarının oranı sorularla araştırılır. Önceye kıyasla yarısını tüketip tüketmediği sorulur, ardından bununla yetinilmeyip daha mı az veya daha mı fazla olduğu daha detaylı bir biçimde sorgulanır. Buradan elde edilebilecek bir oran GEİ üzerinden almakta olduğu enerji miktarını yaklaşık olarak gösterecektir. Günlük kalori açığı hesaplandıktan sonra günlük protein ihtiyacı ve su ihtiyacı hesaplanmalıdır. Bunun yanı sıra özel durumların varlığında (diyabet, kanser, sepsis, kronik böbrek yetersizliği, konjestif kalp yetersizliği, vb) uygun besin öğeleri oranları belirlenmelidir. Örneğin standart durumda 1-1.2 g/kg/gün olan protein ihtiyacı metabolik stres varlığında 1.5-2 g/kg/gün değerine kadar artabilir. Kalp yetersizliği ve böbrek yetersizliğinde sıvı kısıtlaması gerekecektir. Diyabet vakalarında günlük enerjinin karşılanması sırasında karbonhidrat oranı azaltılacak aradaki açık yağ ile karşılanacaktır. Yaşlı hastalarda GIS motilitesinin idamesinde lifler önem kazanmakta ve diyete mutlaka lif eklenmelidir. Enteral beslenme sırasında klinik duruma göre uygun ürün seçimi önem kazanmaktadır. Normal şartlarda farklı aromalarda standart ürünler tercih edilmekte, normal dışı durumlarda özel ürünler kullanılmaktadır. Standart ürünlerde genellikle 1 ml de 1 kcal bulunmaktadır. Orta düzeyde ozmolariteleri vardır ve tolerabiliteleri iyidir. Ana besin öğeleri yanısıra vitaminler ve eser elementler içerirler. Diyabetik ürünlerde CHO miktarı daha azdır ve fruktoz, isomaltoz ve maltodekstrin gibi glisemik indeksleri daha düşük moleküller seçilmektedir. Sıvı kısıtlaması gereken hastalarda yüksek enerjili ürünler seçilmektedir (1 ml=1.5-2 kcal). Bu sebeple ozmolariteleri de yüksektir, tolerabilite daha zordur. Proteinden zengin ürünlerde protein miktarı daha yüksektir (örn: standart bir üründe 40-50 g/l, bu ürünlerde 60-100 g/l). Liften zengin ürünlerde çözünebilir veya çözünemeyen çeşitli lifler bulunmaktadır. Bu lifler bir taraftan motiliteye katkıda bulunurken diğer taraftan da prebiyotik etki yaratmaktadır. Diğerlerinde tolerans sağlanamadığında düşük ozmolaritedeki ürünler tercih edilebilir. Ozmolariteleri 240-300 mosm/l arasında değişmektedir. Kanser kaşeksisinde ve inflamatuvar hastalıklarda kullanmak üzere geliştirilen ve XXXVII. Ulusal Hematoloji Kongresi içinde çeşitli immunnütrisyon ürünleri (glutamin, arginin, RNA, EPA) içeren ürünler bulunmaktadır. Özellikle kanser kaşeksisinde faydalı olduklarına dair veriler mevcuttur, iştah açıcı karakterdedirler. GIS tolerabilitesi, anti-oksidan özelliği ve immun sistem üzerinde anti-inflamatuvar katkısı yönünden glutamin ön plana çıkarken, yara iyileşmesinde arginin, iştah arttırmada EPA önem kazanmaktadır. Barsak emiliminin etkilendiği çeşitli hastalıklarda semi-elementer ve elementer moleküller içeren ürünler tercih edilebilmektedir. Örneğin orta zincirli yağ asitleri (MCT) barsaktan emilirken lipoprotein lipaza ihtiyaç duymaz ve miçel oluşumu gerekmeksizin mukozadan direkt emilir ve direkt portal sisteme karışarak karaciğere ulaşır. Özellikle kısa barsak sendromu, inflamatuvar barsak hastalığı, kolestaz gibi durumlarda faydalı olabilir. Bası yaralarının iyileşmesinde ve kanserin sebep olduğu hiperkatabolik duruma bağlı hipoproteinemide etkili olduğu bilinen arginin, glutamin, lösin ve metaboliti olan hidroksi metil bütirat (HMB) kombinasyonlarından oluşan destek ürünleri piyasada mevcuttur. Özellikle HMB kollajen sentezi ve protein sentezini tetiklediği gibi protein yıkımını da durdurmakta, bunları gerçekleştirmede metaboliti olduğu lösinden 200 kat daha potenttir. Günlük enerji açığı hesaplandıktan ve uygun enteral beslenme ürünü seçildikten sonra ilk yapılması gereken bu ürünün ne hızla verilmesi veya hedef hacme ne kadar sürede ulaşılmasıdır. Çünkü hedefe hızlı ulaşılması tolerans bozukluklarına, kusmaya, ishale, aspirasyon gibi komplikasyonlara sebep olabilmektedir. Genellikle önerilen hedef miktara 7-10 günde ulaşılmasıdır. Oral enteral alınan ürünlerin düşük hacimli kutularda olanının tercihi hasta uyumu açısından olumlu olmaktadır. Tedavi sıraında en sık rastlanılan bulantı-kusma ve ishaldir. Bulantı ve kusma için hemen tedaviden vazgeçmemeli, mide boşalma zamanını hızlandıran ve barsak motilitesini arttıran ürünler kullanılabilmektedir. Diğer taraftan ürün miktarı bir süre azaltılabilir veya farklı bir ürün denenebilir (örn. düşük ozmolariteli ürünler). İshal ortaya çıktığında öncelikle dışkı analizi ile infeksiyon varlığı araştırılmalı, yoksa ürün kaynaklı denilip ürün miktarı azaltılmalı veya ürün değiştirilmelidir. Bazı durumlarda barsak hareketlerini baskılayan tedaviler verilebilir (Kısa barsak sendromunda loperamid gibi). Yaşlılarda ve nörolojik hastalığı olanlarda aspirasyon riski artacağından özellikle tüple beslenenlerde gastrik rezidü tayini yapılmalıdır. Halihazırda 200 cc ve üzeri rezidü varlığında giden ürün miktarı veya hızı azaltılmalıdır, ya da 19-22 Ekim 2011, Ankara yine aynı şekilde ürün değiştirilmeli veya destek tedaviler eklenmelidir. Tüple beslenme sırasında bolus uygulamalar sırasında ürünün önünden ve arkasından 25-50 cc su verilmeli, infüzyon tedavisi sırasında ise giden ürün belli aralıklarla durdurulup yine su verilmelidir. Aynı durum PEG varken de geçerlidir. Jejunumdan beslenen hastalarda ise hipo-ozmolar ürünler veya su direkt olarak verilmemelidir. Bolus uygulama yapılmamalıdır. Sadece infüzyon tedavisi verilebilir. Her durumda hastanın başı 30-400 yüksekte tutulmalıdır. Enteral beslenmenin mümkün olmadığı veya yetersiz kaldığı durumlarda parenteral tedavi uygulanmalıdır. İki tipi vardır; periferik yolla uygulanan ve santral yolla uygulanan. Her iki yoldan uygulanan ürünlerin en belli başlı farkı birim hacminde içerdikleri kalori ve yağdır. Santral yolla uygulanan ürünlerin ml’sinde 0.6-0.7 kcal varken, santral yolla verilenlerin ml’sinde 1 kcal bulunmaktadır. Yağlar santral yolla verilmeye uygun moleküllerdir. Düşük oranlarda periferal uygulanan ürünlerde bulunmaktadırlar. Parenteral ürünlerde standart kullanılan yağ soya yağıdır, zamanla zeytinyağı bazlı ürünler, orta zincirli yağ asitleri içeren karışımlar, balık yağı içeren karışımlar piyasaya sürülmüştür. Balık yağı içeren karışımlar yüksek EPA içeriği ile ön plana çıkmakta ve anti-inflamatuvar etkileri bilinmektedir. Yine zeytinyağı içeren ürünlerde de anti-inflamatuvar etki gözlenirken karaciğer yağlanmasının önüne geçebildiği bazı yazılarda bildirilmiştir. Kaynaklar 1. Inui A. Cancer Anorexia-Cachexia Syndrome: Current Issues in Research and Management. CA Cancer J Clin. 2002, 52, 2. Korfali et al. Nutritional risk of hospitalized patients in Turkey. Clin Nutr 2009, 28: 533-7 85