DlYANET iSLERi BASKANLIGIDERGiSi 1 1 DİNİ, İLMİ, ED EB İ, MESLEKI AYUK DERGi Cilt : XIII Sayı : 5 EYLÜL- EKİM 1974 MALLARINI (ALLAH YOLUNDA) HARCAYIP DA SONRA O HARCADIKLARlNlN ARKASINDAN BiR BAŞA KAKIŞ VE BiR EZiYYET TAKIP KATMAYANLAR (YOK MU?) ONLARlN RABLERi YANtNDA MÜKAFATLARI VARDlR. ONLARA HiÇ BİR KORKU YOKTUR, MAHZUN DA OLACAK DEGiLLERDiR ONLAR. iYi (GÜZEL VE TATLI) BiR SÖZ VE BiR AYIB ÖRTME; ARDlNDAN EZiYYET GELEN BiR SADAKADAN HAYIRLIDIR. ALLAH (KULLARlNlN SADAKALARlNDAN) MÜSTAGNiDiR, (HAliMDiR UKUUBETDE ACELE EDiCi DEGiLDiR). (el- BAKARA SÜRESi : 262 • 263) 1mtiyru: Sahibi ve Yazı İşierini Fiilen !dare Eden Sorumlu MüdUr M. SAİM YEPREM Diyanet İşleri Başkanlığı Derleme ve Yayın Müdürü Emel Matbaacılık Sanayi Ltd. Ştl. Ankara Mezhepler Üzerine Avni İLHAN İzmir Yüksek İslam Enstitüsü İslam Mezhepleri Tarihi Öğretmeni zunca bir zamandanbe~:i n:ez;hepler, mezhcplc.re bağlı~ık, l~e~:1epsizli~ cereyanı, v.b. konular uzcnnae yazılar neşredılmektedır. Gonul isterdı ki bu konular ilmi bir açıdan ele ;:ılınmalı ve müğalata ile hall:cdilmeye çalışılmaınalıdır. Meselenin dini, tarihi ve ilmi yanımn anlatılması asıl maksad olmalıdır. Ba:;ında neşrcdilcrı 5Öz konusu yazılarda böyle asil bir maksactın belirtiimemiş olması bizi bu satırlan yazmaya scvketmiştir. MuhNorcm okuyucuya. söz konusu maksadı belirtmeye elimizden geldiğince gayret ettik (*) U MEZHEB NE DEMEKTİR? KAÇ TÜRLÜ MEZHEB VARDIR? aynı Lugatta <<gitmek, takip elmek, gidih::n yol.." mc"ıniUarma gelen «mezheb»; zamanda mecaz] olarak da görüş, l\anaai, inanç, doktrin manalarında kullahılına ktadır. (l) Dini konulan başlıca iki an;:t sııııfta nıülaW.a etmek bir bakıma nasıl zarud ise; buna uygun olarak da mezhebieri iki ana guruba ayırmak gerekir. Bilindiği gibi dinde bir inanç esaslan vardır, bir de amel edilen fıkhi esaslar (ibadet, iş, v.b. ile alfık0Jı hususlar). Kelanli ve itikadi ayı"ılıklar için daha çok mezhep kelimesi yerine «fıı-ka» tabiri kullanılır. İslam Tefekkür Tarihinde bu ayrılıklar ayrıca <<makale» ve «nühle» gibi kelimelerle ele ifade edilmiştir. Bununla beraber Türkçemizde itikadi ayrılıklar için de mezheb deyimi kullanılmaktadır. Raşid halif..::Icr devrinin scnlanna doğru ortaya çıkan siyasi ilıtilMlar aynı zamanda itikadi yönden bazı görüş ayrılıkianna da zemin hazırlamış oluyordu. Daha sonraki asırlarda -yeni fetihlerle- yabancı kültür ve inanç sistem--·-~ ( }~·) Mezhepleri n aslı, sımflandın Iınası, doğuşu; nıf1s1ünıanların :rnezlıebler karşısındaki. durun1ları gibi konuların hepsinin birden teferruatıyla inceJenınesi takdir edileceği üzere bir n1akalcnin dar sı nın içinde nıi.in1kün olan1az. Bu konular üzerinae daha fazla bilgi sahibi olmak is1even ve 'aı}ece Türkçe kavnaklardan faydalanabilen muh· teren1 okuyucüların : Doç. Dr. Yaşar Kul.l.ua~(ını «Tarihde ve günümüzde İslam Mezhepleri»; Prof. Muhammed Ebu Zehra'nın yazıp E. Ruhi Fığ!alı ve Osman Keskioğlu tarafından tercüme eelilen "tshimcla Siyasi ve İtikaclf Mezhebler Tarihi»; yine Prof. Muhammed Ebu Zehra'nın Abdülkadir Şener tarafından dilimize çevri· !en «İslamcla Fıkhf Mezhebler Tarihi» ve Hayredelin Karaman tarafından hazırlanan «İslam Hukukunda Mczhebler» adlı eserleri okumalarmı tavşiye ederiz. Bu maka· lenin hazırlanılmasında da adı geçen eserlerelen geniş çapta faydalanılmıştır. (1) ez·Zavi, Tertibül.Kamusi'l·Muhit li'l-Firuziibiiclf, C. II, S. 252; Zemahşeri, Esasü'l· Belağa, s. 210. 311 AYNİİLHAN leri ile de karşılaşan müslümanlar kendi inançlarını korumak için kelıimi Bu suretle müslümanlar arasında -siyasi ernellerin de büyük çapta tesiri ile - bazı fırkalar ve kelami sistemler ortaya çıktı. Sünni ve gayr-i sünni olmak üzere iki ana gurubtan Selefiyye, Maturldiyye, Eş'ariyye gibi sünni ınezheblerle Kaderiyye, Cebriyye gibi bid'at gurublarında siyasi müdahale v·c saiklerin daha az oluşu yanında; Şia ve Haricilik gibi fırkaların siyasi karakteri dini karakterinden fazladır. «Çoğu kere siyasi, bazen dini ve ictimai karakterdeki fikir ayrılıkları birbirine düşman gurublar meydana getirmiştir. Bu gurubların tarihe intikal etmiş mücadelelerinin sonuçları bazen müsbet olmuştur. İslam Tefekkür Tarihini süsleyen bir çok eserin yazılmasını, yazarın yetişmesini sağlamıştır. Buna mukabil bazı mezh~bler siyasi gayeleri olan iktidara ulaşmak için, dini ve müslümanları istismar etmişlerdir. Asıl sebeb siyasi iken, zahirde dini mücadeleler cereyan münakaşalara giriştiler. edegelmiştir.>> Fıkhi Mezhcbh:rin teşekkülü ve aralarındaki ihtilafın menşeı ıse İ tİ­ k a d i ve S i ya s i mezheblcrle kıyas kabul etmez bir farklılık arz eder. İslam Dininin kaynaklan denilince Kitab (Kur'an-ı Kerim), Sünnet, İc­ ına', kıyas, örf ve adet, maslahat ... ilk akla gelenlerdir. Bu kaynakların hepsi üzerinde anlama ve değerlendirme yönünden farklı görüş ve düşünüşler ortaya çıkmıştır. Mesela: Kitabın ana delil olması hususunda bütün müslür:ıanlar ittifak ettikleri hald-e Kur'an'ın bazı kelime ve ayetlerinin delalet ettiği m2.nalar üzerinde aynı birlik yoktur. Sünnet Kur'am tahsis edebilir mi? Hadislerin sıhhatı için ölçü neler olmalıdır? gibi konularda yine deği- · şik anlayış ve izahlara yol açmıştır. Re'yin hem aslı, hem de metodu üzerinde ihtilaflar olduğu gibi; icmaın zamanı şekli ve imkanı üzerinde de İslam alimleri bir hayli farklı görüşler ortaya atmışlardır. Sahabe ve Tabiln'in söz ve fetvalarının değerlendirilm'<)si hususunda da alimierin tavrı birbirinin aynı değildir. Örf, adet ve masiahat gibi kaynaklar ise bilindiği gibi değişen hayat şartları ile mütenasib olarak inkişaf eden kaynak ve hüküm ınetodlarıdır. Zaman ve mekan değiştikçe, onlara istinad eden hükümlerde de değişiklikler olacaktır. Bu ve daha başka amillerin de tesiri ile ilk fakihlerin usul ve hükümlerinde meydana gelen farklılıklara müctehid imamlar devrinden itibaren «M e z h e b>> denıniştir. Ameli ım::zhebler müctehid imamlar devrine kadar iki medrese tarafından temsil edilmiştir: ı. Irak veya Re'y medresesesi, 2- Hicaz veya Eser medresesi. Denilcbilir ki, Hicaz ve Irak medreseleri daha sahab ller devrinde teşek­ kül etmiştir. Bu medreselerin menşei olarak Irak ve Hicazda oturan sahabilerin ictihad metodlarının çeşitliliği yanında; toplumların anlayış, yaşa­ yış ve ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Gerçekten hadisin en çok bilindiği yer evvela Hicazclır. Sahabilerin çoğu Hicazda idi ve Rasulullah (S.A.) in hadisini de en iyi bilenler onlardı. Halbuki Iraklılar için aynı şeyi söylemek mümkün d·eğildir. Bir taraftan Irak'ın Hicazdan uzaklığı, diğer yandan çeşitli milletierin islama yeni yeni girişleri gibi sebeplerden ötürü bazen uydurma sözler-e imkan veriliyordu. Bu islama yeni giren milletlerden bazılannın imanı kalbierinin derinliklerine kadar inmiyordu. Artık işine gelince hadisin sahihini, sahih olmayandan ayırma, araştırma lüzumunu hissetmiyordu. Diğer yandan muhtelif mezhebler Irakda zuhur et- 312 ~--------·~-- ·----·~----·--··--·--,-----~--:·.~------------::---:--------- ... MEZHEPLER. ÜZERİNE ---~---·---~---------· mişti. Mutezile, Mürcie, sınıf sınıf ,kelamcılar, Elbette böyle. bir muhitteki müctehid hadisleri alırken başkalarına nisbetle daha çok ihtiyatlı davranacaktır. Halbuki yukarda sayılanları Hicazda görmüyoruz. Yaşayış ve inanç bakımından sade ve katıksız bir durumla karşı karşıyaydı o zaman Hicaz. Hicazlıların bu üstünlüklerinin yanında Iraklıların da göze çarpıyor. Bu da muhitin ve Iraktaki yaşa­ yışın, etnik yapının tabii bir neticesidir. Çünkü olaylar medeniyetin azlık veya çokluğuna göre az veya çok olur. Eğ-er yaşayış o zamanın Hicazında olduğu gibi sade ve çeşitli tantanadan uzaksa; iktisadi ve ailevi meseleler, suçlar da o nisbette az ve basit olur, sade olut. Yaşayış renklendikçe, teknik ve medeniyet ilerledikçe -Irakda olduğu gibi-; topluluğu ilgilendiren meseleler de, olaylar da çoğalır ve birbiri içine arap saçı gibi girer, renklenir. reyde hadis sahasındaki (kıyasda) üstünlüğü Ellerindeki malzeme ve karşılaştıkları problemler farklı olan müctehidlerin. metodları da elbette farklı olacaktır. Bu sebebren daha sahabilerden itibaren farklı ictihad metodları ortaya çıkınaya başladı. Fakat bilhassa belirtelim ki: ne sahabe ve ne de ilk büyük müctehidler kendi görüşlerinin en cloğru ve mutlaka tatbiki gereken bir ictihad olduğunu hiç bir zaman söylememişlerdir. İşte onların bu konu ile ilgili sözlerinden bazılan : Ebu Hanife'ye sordular: -Sen bir olursa (ne yapalım?) şey söylersen, o da Allah'ın Kitabına aykırı - Benim sözümü bırakın, Allahın Kitabına göre amel edin, Allah Rasulüniin (S.A.) sözüne muhalif olursa? Benim sözümü terkedin, Allah Rasulününkini alın. Sahabeninkine aykırı olursa? Sahabeninkini alın. Yirıe İmam-ı Azam Ebu Hanife şöyle diyordu: «Delilimi bilmeyen benim sözümle fetva vermemelidir.» Kendisi fetva verdiğinde de «Bu Nu'man b. Sabit'in -kendisini kasdederek - reyidir. Bizim gücümüzün erişebildiği görüşlerin en iyisidir~ Kim bundan daha iyisini getirirse o doğruya daha da yakın olur.» derdi. İmaını Malik ise: «Hiç bir kimse yoktur ki, sözlerinin alınanı ve terke- dileni olmasın. Ancak Allah Rasulünün (S.A.) sözleri daima alınır.» demiştir. İmaın-ı Şafii: «Sahih bir hadis ortaya çıkınca benim mezhebim odur.» «Sözümün hadise muhalif olduğunu görürseniz hadisle amel ediniz; benim sözümü de kaldırıp atınız.» demektedir. Yine en güzide talebderinden Müzeniye bir gün: «İbrahim! benim her söylediğimi taklid edip alma. Bizzat düşün. Çünkü bu senin dinindir.» dedi. Şu söz de Şafil'nindir: «Rasulullal1 (S.A.) den başka hiç bir kimsenin sözü, sahibieri çok da olsa (bizzat) delil değildir. Kıyas da başka şeyler de böyledir. !taat yalnız Allah ve Rasülüne teslimiyetten ibarettir.» Ahmed İbni Hanbel'e gelince: «Hiç bir kimsenin sözü Rasulullah'ınkine denk değildir.» «Ne beni, ne Malik, Evzai, Nehai ve başkalarını taklid ediniz. Hükümleri siz de onların aldığı yerlerden; Kitab ve sünnetten alınız.» diyordu. Ayrıca A11ınet b.Hanbel'in; insanların istinbata dayanan fıkha önem verip bu fıkhın asıl kaynağına önem vermemeleri endişesiyle Peygamber (S.A.) in 313 AYNİİLHAN hadislerinden çektir. başka bir şeyin yazılmasını hoş görmediği de bilinen bir ger- MEZHEBLERİN DOGUŞU : Yukarıda dört büyük müctehidin kendi sözlerinden bazılarını görd:ük ki hiç birisi bir mezheb kurayım da arkanıdan yürüsünler, şu kada~· Çok salikim olsun iddiasında bulunmamıştır. Esasen onlara üç. hayırlı n~sil~ den intikal eden ilmi gelenek de böyle bir iddianın ortaya atılmasına ill1kan vermiyordu. · · IV. hicti asra ,kadar, ilinıle uğraşanlar olsun; .avamdan başkalan olsun, herhangi bir mezhebin bütün hükümlerine mutlak SUPctte uyup yaln~q·OllU tatbik. ve taklld etn1ezlerdi, toplu olarak böyle. bir alışkanlık yokt:u. : Alim· lerin dışındaki halk dahi hükmünü bilemedikleri bir mesele ve problem ile kar$üaştıklan zamatı bunu mezheb gözetmeden bir·· müfÜye köruyor, . aldık­ Iari ·.cevabı tatbik ediyorlardı. Kendileıin-c ve'dlen tie'\•aPJar' çok defa Kitıib- ve sünnet delili ile beraber verilirdi. - . Rasulullah (S.A.) mü' minierin. s<.1pınamasını ~ezheblere · d·cğ\.1, kitt>J;ı ve sünnete uymalanna baği<ımıştır. Din alimlerine · · i~<l{eten . IV. a,şırdan. spnr~ tesis edilmiş ınezhebler, halkın Kitab ve sünnet hükümlerini ·öğrenme ve buna uymalanna ancak vasıta olabilirler ve mezheb faaliyetlerinin· meşru· Iuğu buna bağlıdır. . ., «Ebu Hanife ve İnıanı ı Malik gibi iki büyük hukuk ekolünün üstadları nın ve Ebu Yusuf, Muhammed, Şafii, İ,bn Hanbel gibLson.rakilerin her f1rsatta yekdiğeriyle temas ederek ilim ve rey alış vedŞirde 'bulunn1aları, bir yandan bu günkü manada mezhehLerin te-cssüs ve' taa~~ubıi'na rnaiü' oluyor, eliğer taraftan da metod ve bilgi farklanridan riıeycla!la ·' gelen ihtilafların azalmasını temin ediyordu.» Daha sonraları ehliyetsiz halife! erin kendi siy?si. emellerine uygun ~etva verecek kimseleri aradıkianna şahit oluyoruz. Jktidadarını .kuv,~etlyndirebil­ mek için belli bir guruba dayanıyor ve onları takviye etmeye çalışıyorlaı~ı;lı. İlrrıf yönden bu berikilerin karşısında onlara. müsarrıalıa edemiyorlardı.; Diğer yandan ülemaclan çok sayıda fetva veren kişilerin yek diğerinin feLV,asını nakzetmeleri gibi sebebierin ortaya çıkardığı dururndan imamlardan birisini. taklicl etmedikce kurtulunamayacağı düşüncesi farklilıkları don durmuŞtur. Siyasi ve kazai tatbikatta gerçekten birbirinden farkli letvalara göre icrayı hükümet etmek mümkün olmayabilir. Fakat bu, mezhepler arasmdaki telfike m ani şer'i bir delil de olamaz. · , · ', ·. Bunlar ve benzeri sebeplerle Ebu Hanife, Malik, ·Şafii, Ahmet b. Hanbel gibi 7ztlar adına - bunlar istemediği ve hiç bir kimse~Ti kendiİerini · taklide· dm,et etınediği; aksine men· ettikleri halde - mezhebler teşekkül etmiştir: ..·Başlangıçta bu türlü mezhebierin .. sayısı Hicaz medresesind~ (500.) civave Irak medresesinde ise (15) kadardı. Ayrıca bu iki medreseye ınen­ sub olmayan müstakil fıkıh mezhebieri de teşekkül etn~iŞÜ .. Bu' gün tabileri bıılunan sünni fıkıh mezhebieri (dört)e inmiştir.. Gerek bu ,ciört me?:hebin iıuamları, gerek diğerleri ehl-i sünnetin·. göz bebeği,. alim ve fadrt,l<işilerdir. rında Mezhebler arasındaki farklar, anlayış, bilgi, üstad, zaman v~ 'mekan f~rk­ larından neş'et etmiş olup ter:tıele inmemektedir. Görüş ayriTığındaıi ötüdi hiç biri diğerini sapıklıkla itham etmemiştir. 314 '; · MEZHEPLER ---------- ÜZERİNE -------- ·Yukarıda ari ettiğimiz scbeblerle mezheb taassubu ve kör taklidçilik müslümanlar arasında tefrika, fitne, mukatele ve tahribata sehcb olmuş; Kitab ve sünnetten kuvvetli bir delil karşısında dahi <<eğer bu dediğiniz gibi olsaydı benim imamını onu bilir ve b-enimscrcli» veya <<bunu benim ınezhcb imamını bulamamış da ondanasırlarca sonra gelen filfmca nu bulmuş?» gibi temelsiz iddialarla gerçekiere 'sırt çevrilmiştir. Bunun tabii bir neticesi abrak da mezheb imamlarına ictihad yoluyla muhalef\;t edenlere ·cephe alın­ mış, iftiralar edilmiştir. Nihayet ictihad durdurulup; İslam Hukukunun elenmasına ve cemiyet hayatından yavaş yavaş çekilip yerini yabancı hükümlere terketmiye mecbur bırakılmıştır. Bu da pek tabii cemiyetteki İsl;ftmi yaşayışı bütünüyle menfi yönde etkilemiş ye , müslüman toplulukların gerilemesine sebep olmuştur. HÜLASA İslam Hukukunun asli karakterlerinden olan devamlı gelişme istidadı daha Hz. Peygamber devrinden itibaren kull:;mılmış, sahabe, tabiun, etbaü tabiin devirlerinde, onları takip ed·enler zamanında ictihadlarla yeni yeni olaylara İslamın ana kaynakları Kitab ve Sünnetin ruhuna uygun cevaplar verilmiş; bu arada farklı hukuk ekolJeri doğmuştur, Fakat bu günkü manada bir mezhebe bağlılık anlayış ve mecburiyeti o zaman hiç bir şekilde. düşü­ nülı!nemiş ve. tatbik de edilmemiştir. Esasen «bir müslüman ancak bir mezhebe bağlı kalır, diğer m~zheblerin hükümlerini kabul edip tatbik edemez» gibi bir iddianın ne şer'i, ne ele akli delilini bulabilmek kimseye nasib ol' mamıştır. şartları'na riayet etmek suı··.;tiyle bir meselede hanefiletin görü~ bir meselede-mesela.- şafiilerin görüşünü kabul etmekte ne mah~ı::ır ölabilir? Zaten halk kimden fetva:· sorarsa ona uyar. Pratikte tatbik edilen de budur. Mesela; bu gün şu· şehirde Hanefi bir müftiden aldığı fetvaya göre amel ederken; aynı mesele veya başka bir mcsele hakkında başka bir zaman Şafii müftiden aldığı fetvaya uyar. Gerekli şünü diğer Irak ve Hicaz gibi birbirinden farklı iki muhitte ve coğrafyada ayrı ayrı hukuk ekolleri ortaya çıkmış, oluşmuşken; bunca değişen dünyada, gelişen teknoloji ve ilim karşısında ictihad edilecek hiç bir şey kalmamıştır, mutW.ka belli bir m.czhebin saliki olmak lazımdır, aksi takdirde <<mezhebsiz-dinsiz» olunur demek, son derece gülünç ve şer'i hiç bir delile istinad etmiyen bir iddiadan öteye değer taşımaz. Böyl·e bir iddia Raslılullah (S.A.) in <<İki günü birbirine denk olan aldanmıştır, hadisi ile özetiediği islamıiı dinamik ruhundan da habersiz ü'ımak demektir. Şu hususu da belirtelim ki bu yazdıklarımızla bu gün müslümanlar mensub oldukları mezh·çbleri terketsinler, akılları estiğince hareket etsinler gibi bir iddianın sahibi değiliz. Belki bu gün Türkiyede ictihada lüzum gösterecek bir tek mesele bile bulunmayabilir. Unutulmamalıdır ki İslam Dini cihan şumul bir dindir. Bu bakımdan mezhebler hakkında verilecek hüküm de umumi olmalıdır. Diğer islan'):, ülkelerindeki ihtiyaçlar ve telfikle ilgili tatbikat nasıl göz önünden uzak . tutulabilir? Nihayet şıi hıisusu da yeniden hatırlamakta fayda vardır: bir kimsenin herhangi bir mezhebe harfiyyen uyup amel •etmesi ile yukanda arz etmeye çalıştığımız tarihi, dini ve ilmi gerçekleri bilmesi birbirinden farklıdır. 315