30 Aralık 2005 Sayı: 53 T.C. MALİYE BAKANLIĞI Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 9 İngiltere’nin Cari İşlemler Açığı Son 5 Yılın En Yüksek Seviyesinde 9 Almanya’da Bütçe Açığı Azalıyor 9 Japonya’da Deflasyon Riski Artıyor 9 Japonya’da İşsizlik Düşük Seviyesini Koruyor 9 Seçilmiş Ülkelerde Devlet Tahvili Getirileri ve Faizler 9 ABD Bütçe Harcamalarında 39.7 Milyar Dolarlık Kesinti 9 Liderler AB Bütçesinin Finansmanı İçin Yeni Yollar Arıyor 9 Çin Dünyanın En Büyük Altıncı Ekonomisi 9 Asya’ya Yatırım Yapan Uluslararası Mali Şirketler Rekor Karlara Ulaştı 9 Yeni Enerji Krizinin Dinamikleri: Tutku, Petrole Açlık ve Kar Güdüsü YORUMLAR: 9 Federal Vergiler Siyasete Alet Edilmemelidir 9 Doha Görüşmeleri Yoksul Ülkelere Yardım Fırsatını Kaçırıyor 9 Geçtiğimiz Yılın Sürprizleri ve Beklenmeyen Olayları İngiltere’nin Cari İşlemler Açığı Son 5 Yılın En Yüksek Seviyesinde Cari işlemler açığı, 2005 yılının üçüncü çeyreğinde, mal ticareti açığındaki artış ve yatırım gelirleri fazlasındaki azalış sonucu 10.2 milyar sterline yükseldi. Açığın GSYİH’ye oranı da yüzde 3.4 ile 2000 yılı dördüncü çeyreğinden beri en yüksek seviyesine ulaştı. Cari İşlemler Dengesi 2005 yılının üçüncü çeyreğinde İngiltere’nin cari işlemler açığı, 10.2 milyar sterline yükseldi. 2004 yılının aynı döneminde 9 milyar sterlin olan açık, 2005 yılının ikinci çeyreğinde ise 1.4 milyar sterlin seviyesindeydi. 0 -2 -4 -6 -8 -10 -12 -1.7 -1.9 -3.1 -1.3 -2.2 -3.9 -4.8 -0.5 -1.4 -3.4 -6.7 -5.5 -9.0 IÇ II Ç III Ç -10.2 IV Ç 2004 Açık(Milyar Euro) IÇ II Ç III Ç 2005 GSYİH'ya Oranı(%) Cari İşlemler Dengesi(Milyar Sterlin) Yıllık III. Çeyrek Üçüncü çeyrekte mal ve hizmet ticareti açığı 14.1 milyar sterline yükseldi. Bu artışta, Dış Ticaret -47.9 -60.4 -15.4 -17.0 Katrina kasırgası nedeniyle 1.9 milyar sterlin Hizmetler 16.9 21.4 5.2 2.9 Yatırım Gelirleri 25.0 26.7 4.0 7.0 dolayındaki sigorta kayıpları etkili oldu. Ayrıca Cari Transferler -10.0 -10.9 -2.8 -3.0 ikinci çeyrekte yatırım gelirleri dengesi 11 milyar Cari İşlemler -15.9 -23.2 -9.0 -10.2 sterlin fazla verirken üçüncü çeyrekte fazla azalarak 6.9 milyar sterline oldu. Cari transferler açığı ise artarak 3 milyar sterline yükseldi. 2003 2004 2004 2005 Cari işlemler açığının GSYİH’ye oranı da 2005 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 0.5 iken üçüncü çeyrekte yüzde 3.4’e yükseldi. Bu oran 2000 yılı dördüncü çeyreğinden beri kaydedilen en yüksek oran oldu. www.statistics.gov.uk, 22 Aralık 2005 Almanya’da Bütçe Açığı Azalıyor Almanya’da 2005 yılını ilk üç çeyreğinde kamunun bütçe açığı, gelirlerin harcamalardan daha fazla artması sonucunda azalarak 75.1 milyar euro oldu. Aynı dönemde kamunun toplam borcu ise 1 trilyon 426 milyar euroya yükseldi. Almanya İstatistik Kurumu tarafından açıklanan geçici verilere göre, 2005 yılının ilk üç çeyreğinde, bir önceki yılın aynı dönemi ile mukayese edildiğinde, Federal bütçe, özel federal fonlar, yerel yönetim bütçeleri, eyaletler ve sosyal güvenlik fonlarından oluşan toplam kamunun bütçe gelirleri yüzde 3 artarak 677.8 milyar euro oldu. Buna karşılık harcamaların yüzde 0.5 ile daha düşük oranlı artması sonucunda kamunun toplam bütçe açığı, 15.9 milyar euro azalarak 75.1 milyar euroya geriledi. Kamu Bütçe Açığı (Eylül Sonu, Milyar Euro) 2004 2005 Gelirler 658.0 677.8 Harcamalar 749.1 752.9 Açık 91.0 -75.1 Net borçlanma Krediler ve Rezervlerden Çekilen 52.4 34.5 38.6 40.6 1 2005 yılı Eylül ayı sonunda, açığı kapatmak için gerçekleştirilen net borçlanma, 34.5 milyar euro ile bir önceki yılın Eylül ayı sonuna göre 17.9 milyar euro azaldı. Açığın geri kalan kısmı, nakit kaynakları güçlendirmek için alınan krediler ve rezervlerden çekilenlerle finanse edildi. 2004 yılı Eylül ayı sonunda 1 trilyon 384 milyar euro ve 2004 yılı sonunda 1 trilyon 388 milyar euro olan kamunun toplam borcu ise 2005 yılı Eylül ayı sonunda 1 trilyon 426 milyar euroya yükseldi. www.destatis.de, 29 Aralık 2005 Japonya’da Deflasyon Riski Artıyor Japonya’da, tüketici fiyatlarında Ekim ayında başlayan düşüş eğilimi, Kasım ayında da devam etti. Kasım ayında, tüketici fiyatları bir önceki aya göre yüzde 0.3, yıllık bazda ise yüzde 0.8 geriledi. Japonya İstatistik Ofisi’nin açıklamalarına göre Kasım ayında tüketici fiyatları, bir önceki aya göre yüzde 0.3 geriledi. Ekim ayında yüzde 0.7 gerileyen 12 aylık tüketici fiyatlarında ise Kasım ayında yüzde 0.8 gerileme kaydedildi. ENFLASYON(%) 1.0 0.8 0.6 0.4 0.2 0.0 -0.2 -0.4 -0.6 -0.8 -1.0 0.8 -0.2 -0.3 K A O Ş -0.3 -0.5 M N 2004 0.3 0.1 0.0 -0.2 -0.5 0.1 0.3 0.2 0.2 0.2 M -0.5 H -0.3 T Ag -0.3 -0.7 E Ek -0.8 K 2005 Aylık 12 Aylık Ekim ayında bir önceki aya yüzde 0.1 ile yüzde 0.6 artan yiyecek ve taze yiyecek fiyatları, Kasım ayında yüzde 0.5 ile yüzde 2.6 geriledi. Kasım ayında yakıt, elektrik ve su fiyatları bir önceki aya göre yüzde 0.3 artarken giyecek fiyatlarındaki artış yüzde 0.5 oldu. Taze yiyecek hariç fiyatlarda da bir önceki aya göre yüzde 0.2 düşüş olurken yıllık bazda yüzde 0.1 artış kaydedildi. www.stat.go.jp, 27 Aralık 2005 Japonya’da İşsizlik Düşük Seviyesini Koruyor Japonya’da Kasım ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre, istihdam edilen kişi sayısında yüzde 0.3, işsiz sayısında ise yüzde 0.7 artış kaydedilmesine karşılık işsizlik oranı düşük seviyesini korumaya devam etti. Japonya İstatistik Bürosunun açıklamalarına göre Ekim ayında istihdam edilen kişi sayısı bir önceki İşgücü Durumu ( Kasım 2005) Bir Önceki Yıla Milyon Göre Değişme Kişi Bin Kişi Yüzde 110.2 130 0.1 66.4 250 0.4 63.4 220 0.3 2.9 20 0.7 43.7 - 80 -0.2 15 + yaş üzeri nüfus İşgücü İstihdam edilen İşsiz Sayısı İşgücüne katılmayanlar İşgücüne katılım Oranı 60.2 0.1 İşsizlik Oranı(1) 4.4 0.0 İşsizlik Oranı(2) 4.6 0.1 (1) Orijinal seri (2) Mevsimsel olarak uyarlanmış ve bir önceki aya göre değişme 2 yıla göre 220 bin kişi artarak 63 milyon 440 bin kişi oldu. İstihdam oranı ise (istihdamın 15 yaş ve üzeri nüfusa oranı) yüzde 58 ile bir önceki yıla göre 0.1 puan arttı. Bu oran erkek nüfusta yüzde 70 olurken kadın nüfusta yüzde 46 seviyesinde kaldı. İSTİHDAM ve İŞSİZLİK(Milyon Kişi) 0.58 80.0 0.57 0.58 0.6 70.0 66.1 66.4 0.5 0.4 0.3 63.4 30.0 63.2 40.0 63.2 50.0 66.7 60.0 0.2 2.9 2.9 3.5 20.0 10.0 0.0 0.1 0.0 2003 2004 Kasım İşgücü İşsiz Sayısı İşgücüne katılmayanların sayısı 80 bin kişi azalışla 43 milyon 710 bin kişi olurken yüzde 60.2 olan işgücüne katılım oranı ise geçen yıla göre yüzde 0.1 arttı. 2005 Kasım stihdam edilen İstihdam Oranı olarak uyarlanmış işsizlik oranı Kasım ayında bir önceki aya göre yüzde 0.1 artarak yüzde 4.6’ya yükseldi. Bir önceki yıla göre 20 bin kişi artan işsiz sayısı 2 milyon 920 bin kişi oldu. Orijinal serilere göre işsizlik oranı yüzde 4.4 ile bir önceki yıla göre değişmedi. Diğer taraftan mevsimsel İstihdamın Sektörel Dağılımı (Milyon kişi) Hizmetler 69.3% Ekim ayında istihdamın sektörel dağılımına bakıldığında ise; hizmetler sektöründe istihdam edilenlerin toplam istihdam içindeki payı yüzde 69.3 iken tarım sektöründe yüzde 3.8, imalat sanayiinde yüzde 18.1 ve inşaatta yüzde 8.8 oldu. 44.0 11.5 0.6 0.2 www.stat.go.jp, 27 Aralık 2005 İmalat Sanayi 18.1% İnşaat 8.8% Tarım ve Ormancılık 3.8% 3 Seçilmiş Ülkelerde Devlet Tahvili Getirileri ve Faizler (29 Aralık 2005 İtibariyle) Küresel Devlet Tahvilleri Getiri(%) 10 Yıllık Ülke 2 Yıllık Belçika 2.782 3.345 Kanada 3.812 3.947 Danimarka 2.864 3.289 Fransa 2.880 3.324 Almanya 2.744 3.315 İtalya 2.886 3.504 Japonya 0.330 1.535 İspanya 2.638 3.337 İsviçre 1.461 1.932 İngiltere 4.185 4.109 ABD 4.377 4.378 Kaynak:WSJ Temel Faiz* ABD Kanada Japonya İngiltere Avrupa Merkez Banka İsviçre Avusturalya Hong Kong Libor Yüzde 7.25 5.00 1.38 4.50 2.25 2.53 5.50 8.00 Yüzde Bir ay 4.39 Üç ay 4.53 Altı ay 4.69 Bir yıl 4.72 * Temel Faiz (Prime Rate) :Ticari bankaların güvenilirliği en yüksek müşterilerine açtıkları kısa vadeli kredilere uygulanan faiz ABD Bütçe Harcamalarında 39.7 Milyar Dolarlık Kesinti 1997’den bu yana Kongre ilk kez hükümetin sosyal yardım programlarındaki büyümeyi yavaşlatma girişiminde bulunuyor. ABD Senatosu, Cumhuriyetçi liderlerin, harcamalarda 39.7 milyar dolar tutarında kesintiyi öngören 5 yıllık paketini onayladı. Ancak Alaska Vahşi Yaşamı Koruma Alanı’nın* petrol aramalarına açılması planından olumlu sonuç alınamadı. Resmi olarak Senato Başkanlığı görevini de yürüten Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Cumhuriyetçiler ve Beyaz Saray için zor kazanılan bir mücadelenin sonucunu belirleyecek harcamalardaki kesintiler konusunda karar oyunu kullandı. Oylama çok önemliydi; çünkü beş Cumhuriyetçi, Senatoda Demokratlara katılınca Dick Cheney, çıktığı Asya ve Orta Doğu gezisini keserek nadiren gerek duyulan karar oyu için ABD’ye döndü. * Ç.N: Kullandığı petrolün yüzde 60'ını satın alan ABD, 25 yıldır 10 milyar varil petrol rezervi bulunduğuna inanılan Alaska'da, Kutup Bölgesi Ulusal Doğal Yaşamı Koruma Alanı'nda petrol arama faaliyetlerine başlamayı planlıyor. Bölge, 44 yıl önce koruma altına alınıp her türlü faaliyete kapatılmıştı. Çevreciler, bu durumda Alaska'nın doğal yaşamına büyük darbe indireceği görüşünde birleşiyor. Bush, büyük gürültü kopartan bu teklifi sonunda tasarıdan çıkarmayı uygun gördü. Konu, Eylül ayında Kongre'nin gündemine gelecek. 4 Paketin son şeklinde, özellikle de eleştirmenlerin, zenginlerin yararına olacağını söylediği vergi indirimleri konusunda Cumhuriyetçilerin baskı yaptığı bir dönemde kamu harcamalarını kontrol etmek taleplerini yenilemek isteyen mali muhafazakarlarla sosyal yardım harcamalarında kesinti yapılmasından endişe eden ılımlı Cumhuriyetçiler arasında bir denge kurma çabası göze çarptı. Senato çoğunluk lideri Bill Frist, harcama kesintileri için meslektaşlarından destek isterken “kemerlerimizi sıkarak azla yetinmeyi bilmemiz gerek” diyor. Ancak Senato’da Demokrat lider Harry Reid, tasarının, öğrenci yardımlarından ve yaşlı, yoksul ve özürlülere yardımlardan kesinti yapmasını eleştiriyor. Reid, bu önlemlerin, ABD’nin geleceğini oluşturan orta sınıf Amerikalıların yaşantısını zorlaştırdığını belirtti. Buna karşılık kazançlı çıkanlarınsa elit muhafazakar ideologlarla lobi yapanlar olduğunu ekledi. Demokratlar, yasadan politikada bazı değişiklikler yapmak için bütçe kurallarının ötesindeki bazı hükümleri çıkarmayı başardı. Böylece, yasa imzalanmak üzere Bush’a gönderilmeden bu değişikliklerin kabul edilmesi gerekecek. Bu da büyük olasılıkla önümüzdeki yıl olacak. Harcamalarda kesinti öngören paket, ABD firmalarının, yabancı şirketlere karşı açılan anti-damping davalarından gelir elde etmelerine olanak veren Byrd değişikliğini ortadan kaldıracak. İş dünyasından, son yasanın, geçici işçiler için verilen H-1B vizelerinin sayısını arttırıp birikmiş yeşil kart başvurularını da azaltabilecek bir hükmü iptal ettiği yönünde şikayetler geliyor. Ayrıca, bu yıl planladıkları işleri tamamlama telaşı içindeki Senato üyeleri, savunma harcamalarıyla ilgili kanunu görüşmeye başladı. Cumhuriyetçi liderler, bu kanuna, üzerinde çok tartışma yapılan Alaska’nın Vahşi Yaşamı Koruma Alanı’nda (ANWR) petrol aramaları kanunu da eklediler. Cumhuriyetçiler, Alaska’da petrol üretmenin, yurtiçi petrol arzını arttıracağını iddia ediyor. Oysa Demokratlar, uzun yıllardır bölgenin korunması için mücadele veriyor. Alaska ile ilgili önerinin, savunma harcamaları yasasına eklenmesini de yakışıksız buluyor. Alaska’dan Cumhuriyetçi Ted Stevens, petrol aramalarının en hararetli savunucusu olduğu halde, artan baskılar sonucunda koruma alanının aramalara açılması girişiminden vazgeçti; böylece Senato, savunma kanunu çalışmasını tamamlayabildi. Financial Times, 22 Aralık 2005, Syf: 1 Liderler AB Bütçesinin Finansmanı İçin Yeni Yollar Arıyor Önümüzdeki günlerde Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığını devralacak olan Avusturya’nın Başbakanı Wolfgang Schüssel, Birliğin finansman yöntemlerinin yeniden gözden geçirilmesi çağrısında bulundu. Schüssel’in yanısıra Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, bütçe açığına yönelik yeni bir finansman modeli gerektiğine inanıyorlar. İngiltere Başbakanı Tony Blair, her ne kadar bir “AB vergisi” kavramına karşı olsa da bu hafta yaptığı bir açıklamada, Birliğin bir şekilde gelir toplamaya ihtiyacı oluğunu kabul etti. 5 Avustralya Başbakanı Wolfgang Schüssel, Financial Times gazetesine verdiği demeçte, geçtiğimiz hafta sonu yapılan AB zirvesindeki bütçe tartışmalarının Avrupa’nın bütünlüğüne zarar verdiğini ve bu şekilde devam ederse, AB’nin kendi sonunu hazırlayacağını ifade etti. Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso, gelecekteki AB finansmanına ilişkin bir çalışma yaparak 2008 yılına kadar bir rapor sunacak. Raporda, 25 üyeli bloğa ait bir tür otomatik finansman mekanizması önerilmesi bekleniyor. AB, halen Katma Değer Vergileri, gümrük vergileri ve doğrudan ulusal katkıların toplamından oluşan bir fonla finanse ediliyor. Ancak Komisyon, daha önce havacılık yakıtlarına vergi konulması ve “özel AB satış vergileri” gibi alternatifler sundu. 1 Ocak 2006 itibariyle AB Dönem Başkanlığını devralacak olan Wolfgang Schüssel’in hedeflerinden biri, bu yıl Fransa ve Hollanda halkı tarafından reddedildikten sonra gündemden düşen Avrupa Anayasası üzerindeki tartışmaları tekrar başlatmak olacak. Schüssel, Anayasayı tekrar gündeme taşırken ekonomik reformlar ve Avrupa’nın gelecekteki sınırları konusunda kamuoyu fikirlerine odaklanmak suretiyle vatandaşların gözünde AB’ye olan güveni tazelemek gerektiğini ifade ediyor. Schüssel’in kamuoyu güveni konusundaki endişesi yersiz değil. Eurobarometer tarafından yapılan son araştırmada Avusturya, Avrupa Anayasasına ilişkin olumlu görüş bildiren grubun ancak sonunda yer alabildi. Avusturyalıların sadece yüzde 32’si Birlik üyeliğinin ülkelerine avantaj sağladığına inanıyor. Ülkedeki bu olumsuz yaklaşımın sebepleri, 2000 yılına kadar uzanıyor. 2000 yılında Wolfgang Schüssel aşırı sağcı Özgürlük Partisi ile koalisyona girdiğinde Avusturya, Avrupa genelinde kınamalara maruz kalmıştı. Ayrıca son günlerde gündemde yer alan Türkiye’nin üyeliği olasılığı da ülkede Birliğe karşı şüpheci yaklaşımları artırıyor. Wolfgang Schüssel, henüz AB’nin son sınırlarını belirlemek için erken olduğunu ifade ederken Kuzey Afrika gibi bazı ülkeler için üyelik perspektifi içermeyen özel bir statü oluşturulması gerektiğini belirtiyor. Financial Times, 22 Aralık 2005, Syf: 2 Çin Dünyanın En Büyük Altıncı Ekonomisi Çin Ulusal İstatistik Bürosu, milli gelir hesaplarını revize etti. 2004 yılının revize rakamlarına göre GSYİH, 1.649 trilyon dolardan yüzde 17 artışla 1.932 trilyon dolara yükseldi. Üç milyonun üzerinde muhasebeci ve gözetmenin çabalarıyla yapılan ilk ekonomik sayımın sonucunda revize edilen rakamlar, 2004 yılında hizmetler sektörünün GSYİH’nin daha önce tahmin edildiği gibi yüzde 31.9’unu değil, yüzde 40.7’sini oluşturduğunu gösteriyor. GSYİH artışının büyük bir kısmı, hizmetler sektöründe yeni bulunan faaliyetlerden kaynaklandı. Ekonomistler, yeni verilerin, Çin ekonomisinin aşırı ısınma tehlikesinin azalış gösterdiğine dikkat çekiyor. 6 Büyük Çin Çin'in yeni ekonomik verileri, çok daha büyük bir ekonomisi ve daha büyük hizmetler sektörü olduğunu gösteriyor. Bu da Çin'in küresel ekonomiler sıralamasında üst sıralara yerleşmesine yardım ediyor. Eski GSYİH: 13.69 trilyon yuan GSYİH 2004 sıralaması (milyar dolar) Ülke Hizmetler, Diğer 31.9 % Madencilik, imalat, inşaat 52.9 % Yeni Eski ABD Japonya Almanya İngiltere Tarım,balıkçılık, ormancılık 15.2 % Yeni GSYİH 15.99 trilyon yuan Fransa* Çin İtalya İspanya Kanada Hizmetler, Diğer 40.7 % Madencilik, imalat, inşaat 46.2 % Hindistan * Fransa'nın denizaşırı toprakları Fransız Guyanası, Guadalup, Martinique ve Reuniot dahildir. Kaynak: National Bureau of Statistics, China; World Bank Tarım,balıkçılık, ormancılık 13.1 % Çin; yeni istatistiksel verilere göre dünya ekonomileri sıralamasında ABD, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın ardından altıncılığa yerleşti. Böylece İtalya’nın yerini almış oldu. Üstelik GSYİH büyüklüğü neredeyse Fransa’nınkine yaklaştı. Çin Ulusal İstatistik Bürosu Başkanı Li Deshui, 2005 yılı başlarında yeni istatistiksel veriler açıklandığında Çin’in Fransa ekonomisini yakalayabileceğini açıkladı. Yeni veriler, Çin’in imalat ve ihracat sektörlerine daha az bağımlı olduğunu gösteriyor. Eski verilere göre imalat sanayiinin GSYİH içindeki payı, yüzde 52.9 iken yeni verilere göre imalat sanayii yüzde 46.2 pay alıyor. Tarım ve bağlı faaliyetlerin GSYİH içindeki payı, yüzde 15.2’den yüzde 13.1’e düştü. Toplam GSYİH artmış olmasına rağmen, Çin’in 1.3 milyarlık nüfusunun 1230 dolar olan fert başına milli geliri, gelişmiş ülkelerin çok gerisinde ABD’nin fert başına milli geliri 40.000 dolar. Çin Ulusal İstatistik Bürosu Genel Müdürü Li Deshui, bu revizyonun Çin’i kişi başına milli gelir sıralamasında 112’incilikten 107’inciliğe yükselttiğini söyledi. Halen 100 milyonun üzerinde Çinli de yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Gözlemciler, bu revizyonun ardından Çin’e parasının değerini artırması konusunda yapılan baskıların artabileceğini ifade ediyor. The Wall Street Journal, 21 Aralık 2005, Syf:1;18 Financial Times, 21 Aralık 2005, Syf.6 7 Çin Uzun Zamandan Beri Dünya’nın İkinci Büyük Ekonomisi Londra’daki Westminister Business School’dan Prof.David Henderson Financial Times’da “Okuyucu Mektupları” köşesinde yayınlanan bir mektubunda Çin’in uzun zamandan beri dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu, dolayısıyla Ulusal İstatistiklerin revize edilmesi sonucunda Çin’in dünya ülkeleri sıralamasında yükselerek 4. sıraya yerleşeceğini bildiren haberin yanıltıcı olduğunu belirtti. Prof.Henderson ekonomilerin büyüklüğü hakkında geçerli karşılaştırmalar yapılabilmesi için GSYİH’ya dahil olan mal ve hizmet fiyatları arasındaki farklılıkların dikkate alınması gerektiğini; bunun da ancak satınalma gücü paritesi (SGP) ölçütü kullanılarak mümkün olabileceğini ifade ediyor. IMF’in SGP’ne dayalı reel GSYİH verileri kullanıldığında 2005 yılında Çin ekonomisi İngiltere ekonomisinden yaklaşık 4.5 kez daha büyük gibi görünüyor. Dolayısıyla Çin 4.’lüğe aday bir ülke değil, uzun zamandan beri 2. büyük ekonomi. Çin 2005 yılı için tahmin edilen reel GSYİH’sı 3. sıradaki Japonya’nınkinin yaklaşık 2 katı. Bugün dünyanın dördüncü en büyük ekonomisi Hindistan’dır. Hindistan’ın IMF ölçütlerine göre reel GSYİH’sı İngiltere’nin yaklaşık olarak iki katı gibi görünmektedir. Financial Times, 27 Aralık 2005, Syf:13 Asya’ya Yatırım Yapan Uluslararası Mali Şirketler Rekor Karlara Ulaştı Asya, eskiden yatırım bankalarının kar elde etmekten çok harcama yapacakları bir yer olarak algılanırdı. Oysa 2005 yılı başından itibaren Asya’da faaliyet gösteren uluslararası mali şirketler, toplamı 7 milyar dolara ulaşan rekor karlar elde ettiler. Yatırım bankalarının bu yıl içinde elde ettikleri her 7 dolarlık karın 1 doları, şimdi bu bölgeden geliyor. Asyalı şirketler, uluslararası fon yöneticilerinin ve hedge fonların giderek artan ilgisini daha rahat borçlanma, rakiplerini satın alma gibi konularda kullanıyor. Bütün bunlar, yatırım bankalarının rekor karlar elde etmesini sağlıyor. Asya* Hisse Senedi Piyasaları Asya * Satınalma ve Birleşmeler (1 Ocak-19 Aralık 2005) (1 Ocak-19 Aralık 2005) Satıcı (**) Anlaşma Değeri (milyar dolar) Kaynak: Dealogic Anlaşma sayısı yüzde oranı Danışman Açıklanan Anlaşma Değeri (milyar dolar) Anlaşma sayısı yüzde oranı *Japonya ve Avustralya Hariç Satıcı: ** Yeni ihraç edilen tahvillere verilen satınalma yükümlülüğü ile ilgilenen yönetici 8 Geçmişte Asya, krizleri ve yabancı yatırımcıların ülkeyi hızla terk etmesi ile anılırdı. Önümüzdeki birkaç yıl, Asya’nın yüksek risk alanı olarak ününü unutturup küresel birleşme ve satın almalarda “üçüncü güç” olarak yerini sağlamlaştırıp sağlamlaştıramayacağını belirleyecek. İyimser yaklaşanlar, Çin ve Hindistan’ın etkisiyle yaratılan ve Japon ekonomisinin iyileşmesi ile güçlenen Asya ekonomisindeki büyümeye dikkat çekiyor. Yatırım Bankası Morgan Stanley, Asya Pasifik’in birleşme ve satınalma bölümü başkanı Todd Marin, Asya ekonomilerinin büyümeye devam ederken birleşme ve satın almaları faaliyetlerini işlerini geliştirmenin bir aracı olarak kullandıklarını söylüyor. Küresel şirketler, Asya’nın muazzam pazarı ve bölgenin ucuz işgücünü görmezden gelemedikleri için birleşme ve satın almalardan birçoğu, yabancıların Asyalı şirketleri satın alması şeklinde oluyor. Örneğin Phillip Morris, Mart ayında Endonezya’nın sigara üreticisi Sampoerna Şirketi’ni 5 milyar dolara satın aldı. Bu, aynı zamanda çokuluslu şirketlerin Çin ve Hindistan dışındaki hedeflere de bakmaya hazır olduklarını gösteriyor. Financial Times, 22 Aralık 2005, Syf:16 Yeni Enerji Krizinin Dinamikleri: Tutku, Petrole Açlık ve Kar Güdüsü Yükselen Piyasa 1970’lerin ve 1980’lerin Petrol Fiyatları (varil başına dolar olarak) petrol şokları, arzda ani ve büyük kesintiler sonucunda ortaya çıkmıştı. 2003 yılından beri petrol Pazartesi kapanış $57.33 fiyatlarının iki kat artmasına sebep olan bugünkü enerji krizi ise çok OPEC'in üretim kesintisi farklı: ABD’nin Irak’ı istilası ve açıklaması petrol zengini Meksika Körfezi’ndeki kasırgalar sebebiyle yaşanan arz şokları, bir kez daha krizin başlamasında rol oynadı. Fakat asıl sebep, 25 yıldır küresel enerji sisteminde görülen derin değişikliklerdir. Dünyanın petrole Katrina Kasırgası olan talebi, sektörün bu talebi karşılayabilme kapasitesinden daha hızlı arttı. Bu seferki petrol krizini, ABD'nin Irak'ı işgali büyük güçlerin bileşimi yarattı: OPEC’in petrol fiyatlarının düşeceği korkusu; büyük petrol şirketlerinin petrol aramalarında kar güdüsüne aşırı önem vermesi; Çin’in yeni, Amerika’nın eski petrol bağımlılığı ve yeni yatırımcıların enerji piyasasında oynadığı rol. Bütün bunların arkasında, dünya çapında Suudi Arabistan bakanından, İngiliz 9 petrol baronuna ve Pekinli yeni zengine kadar bireylerin aldığı kararlar petrol piyasalarında etkileyici oldu. OPEC Petrol Bakanı Ali Naimi, gençlik yıllarının başında Suudi Arabistan’da çobandı. Yönetmesi çok daha zor bir topluluk olan OPEC ülkelerini gütme yeteneği sayesinde, enerji sanayiinde en güçlü adam konumuna yükseldi. Naimi, Suudi Arabistan Krallığı’nın büyük petrol şirketlerinden birinde getir-götür işlerine bakmaya başladı. O sırada yerel öğrencilerin devam ettiği tek sınıflı bir okula gidiyordu. Daha sonra Standford’a gönderildi ve Jeoloji bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Kısa bir sürede şirket yönetimine yükseldi. 1980’li yıllarda açılan yeni kuyularla sanayi, petrol bolluğu yaşıyordu. Ali Naimi, petrol bakanı oldu. 1998’de petrol stoklarının en çok artmış olduğu bir dönemde ise Asya ekonomisi inişe geçti. Naimi, dünyanın en büyük petrol üreticisi OPEC’in de facto lideriydi ve bir stratejisi olması gerekiyordu. Kartelin bir merkez bankası gibi davranması gerektiğini düşündü. İç politikadan ziyade teknokratik, birleşmiş ve verilere dayanarak hareket etmeliydi. OPEC üreticilerinin henüz üretime açmadıkları pek çok petrol sahası vardı; dolayısıyla yeni sahalar açma gereği duymadılar. Petrol bolluğunu önlemek için OPEC, tüketicilerin stoklarına gidecek olan ham petrolü sınırlandırmalıydı. 1990’ların sonuna doğru Naimi, ABD’de ticari stoklarda tutulan petrolü hedef aldı. ABD’nin orta batısı, dünyanın en büyük petrol piyasasıydı. Orta Batı’nın stokları belli bir düzeyin altına düşerse Naimi, fiyatların artmaya başlayacağını düşünüyordu. Buna OPEC’in ihtiyacı vardı. Fiyatlar belli bir seviyenin üzerine çıkarsa OPEC üretimi kesmeliydi. Bir yabancı görevlinin, dünyanın en güçlü ülkesinde anahtar niteliğindeki bir göstergeyi yönetmeye çalışması, çok cüretkar bir davranış. OPEC, Washington’da hemen Değişen Petrol Piyasasının Arkasındaki Beş Portre Ali Naimi Suudi Petrol Bakanı'nın OPEC için bir planı vardı: merkez bankaları gibi verilere dayanarak hareket etmek. Jason Yu Çin'deki milyonlarca yeni arabadan birinin sahibi, muhasebeci, bisikletini bırakıp Volkswagen Passat satın aldı. John Browne BP'nin yöneticisi, başladığı birleşme ve satınalmalarla maliyeti azalttı. Hissedarlar alkışladı; ancak petrol arama harcamaları düştü. Matthew Simons Yatırım bankacısı. Petrol piyasaları hakkında yorumlar yapıyor. Suudi Arabistan petrolünün azalacağı tahminleri, piyasalarda dalgalanma yarattı. Andrew Lundquist Bush yönetiminin Alaska'da petrol üretmesi için baskı yaptı; ancak Kongre kabul etmedi. 10 hemen rakipsizdi. Naimi petrol fiyatlarını, dünya ekonomisinin büyümesini, dolayısıyla petrole olan talebin azalmasını ve tüketicilerin alternatif enerji kaynaklarına yönelmesini önleyecek seviyelerde tutmak istedi. Naimi’nin sayılarla yönetilen stratejisinin kötü bir zayıflığı olduğu ortaya çıktı: yanlış veriler. Talebin azalmak yerine artmaya başladığının açık ve net bir şekilde ortaya çıktığı sırada OPEC, fiyatlardaki aşırı yükselmeyi önlemek için kullanılabileceği ekstra petrol pompalama kapasitesinden çok uzaktı. Şubat 2004’te Kartelin Petrol Bakanları Cezayir’de Toplandı. Dünya ekonomisi iyi gidiyordu ve petrol tüketimi ve fiyatlar yükseliyordu. Varil başına petrol fiyatları, 1990’lardaki 20 dolar seviyesinin çok üzerine çıkarak 30 dolara yükselmişti. Buna rağmen ABD Enerji Bakanlığı dahil birçok kaynaktan toplanan arz ve talep verileri, petrol bolluğunun devam ettiğini stokların oluştuğunu gösteriyordu. OPEC, üretimde yüzde 9 kısıntı yapacağını açıkladı. Veriler yanlıştı ve bu bolluk, hiçbir zaman gerçekleşmedi. Mayıs 2004’te Texas ham petrolü 40 dolara yükseldi. Ivan kasırgasının ardından fiyatlar 50 dolara çıktı. 2005 yılının Haziran ayında 60 dolara ulaşan petrol fiyatları, Katrina kasırgasından sonra 70.85 doları gördü. 2004 yılının Şubat ayında Cezayir’deki toplantı, OPEC’in 20 yıl sürdürdüğü petrol bolluğu politikasının sonuydu. Piyasanın toplantıya tepkisi, yeni dinamikleri belirledi: çok ABD'de ve Çin'de Tüketim Artarken OPEC'in Yedek Kapasitesi Azalıyor ABD Petrol Tüketimi (günde milyon varil olarak) Çin Petrol Tüketimi (küresel tüketimin yüzdesi olarak günlük petrol tüketimi) OPEC'in Yedek Kapasitesi (talebin yüzdesi olarak) Kaynak: BP Statistical Review; PFC Energy. sıkı arz politikası. OPEC, hiçbir zaman petrol kısıntılarını tam anlamıyla gerçekleştiremedi. Suudi Arabistan, üretimi artırdı ve yeni petrol sahalarına yatırım yaptı. Bununla birlikte bu hareket “çok gecikmiş” bir hareketti. Cezayir toplantısının ardından Naimi, Suudi yetkilileri Çin’e resmi ziyarete götürdü. İhtiyacından çok ithal ediyor gibi göründüğünden Çin’in ham petrol stokladığını ümit ediyorlardı. Orada gördükleri ise enerji kullanımında gördükleri büyük artıştı. 11 Çin’de Araba Düşkünlüğü Pekin’de doğmuş olan 38 yaşındaki muhasebeci Jason Yu, geçen yıla kadar bisiklet kullanıyordu. Yıllık geliri 20.000 doların üzerinde olan Yu, bankadan 33.000 dolar kredi alıp Passat satın aldı. Yu gibi yıllık geliri 20.000 doları aşan profesyoneller, Çin oto piyasasından çok sayıda araba satın almaya devam ediyor. 1980’li yıllarda, Çin ekonomisini serbestleştirirken planlamacılar, araba imalatını ekonominin motoru olarak belirledi yabancı oto imalatçılarını ülkeye davet etti ve araba alanlar için banka kredilerini kolaylaştırdı. Fiyat artışlarını sınırlandırarak benzin tüketimini sübvanse etti. Şimdi Çin’de 1 galon benzin 1 dolar; ABD’de 2 dolar ve İngiltere’de 6 dolar. Bu arada şehirlerde çalışan işçiler, araba satın alabilecek kadar çok para kazanmaya başladılar. 1995 yılında Çin yollarında 10 milyon araç varken şimdi 27 milyon araç var. Devlet, 2010’a kadar da bunun iki kat artacağını tahmin ediyor. ABD Enerji Bakanlığı’na göre Çin’in petrol talebindeki artış, son 4 yıl içinde petrol talebindeki toplam artışın yüzde 40’ını oluşturuyor. Geçen yıl petrol tüketimindeki artış, kısmen elektrik üretimi için petrol stoklarından acil olarak kullanılmasından kaynaklandı. Fakat araba çılgınlığı, Çin endüstrisinden gelen talep gibi petrol piyasaları üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor. Bir Petrol Baronu 1996 yılında John Browne, BP yönetiminin başına geçmesinin ikinci yılında yönetim kurulundan, başka şirketlerle birleşmek için arayışta bulunma yetkisi istedi. Lord Browne, iki yıl sonra aradığını bulmuştu ve 52 milyar dolara Amaco ile birleşti. Birkaç ay sonra Atlantic Richfield şirketini satın aldı. Bunun ardından bir satın alma ve birleşme çılgınlığı başladı: Exxon, Mobil ile birleşti ve ExxonMobil ortaya çıktı. Chevron, Texaco ile birleşti ve Fransa’nın Total şirketi, Avrupalı rakiplerini piyasadan sildi. Bütün bu anlaşmalar, şirketlerde 15 yıl sürecek maliyet düşüşlerini beraberinde getirdi. Hissedarlar çok sevinçliydi. Fakat birleşmeler sonucunda şirketlerin petrol arama faaliyetlerine ayırdıkları fonlarda büyük düşüşler görüldü. İşte bu düşüşler, bugün yeni baştan talep arttığında sanayii hızlı bir şekilde kapasitesini artırma olanağından yoksun bıraktı. Edinburgh’ta bulunan danışmanlık şirketi Wood Mackenzie tarafından yapılan bir araştırma, sanayiinin araştırma harcamalarına şimdi ayırdığı kaynağın iki katını ayırarak yılda 30 milyar dolar harcaması halinde talep artışını karşılayacak yeni petrol bulunabileceğini gösteriyor. 2005’in üçüncü çeyreğinde BP, 97.7 milyar dolarlık satış yaptı ve 6.46 milyar dolar kar etti. Lord Browne, etkinlik isteyen bir iş kolunda faaliyet gösterdiklerini ve hissedarlarını memnun etmek için nakit akımlarının miktarını maksimize etmek zorunda olduklarını belirtiyor. 12 Washington’daki politikacılar da büyük petrol şirketlerini, kısa vadede kara çok önem verip petrol sıkıntısına sebep olmakla suçluyor. Browne, şirketlerin kamu kurumu olmadığını ve fiyat sinyallerine göre hareket ettiklerini vurguluyor. Bir peygamber Petrol sanayiinden eski bir banker Matthew Simmons, 2003 yılında Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin dörtte birine sahip. 62 yaşındaki Simon, Houston’a döndüğünde yetiştiği şehir olan Utah’da bilimsel kitap ve makaleleri inceleyerek bir kitap yazdı. “Suudi Arabistan’ın Petrolü: Gerçek mi, Hayal mi?” Simon, kitabında Suudi Arabistan’ın rezervlerinin, göründüğü kadar büyük olmadığını ve kısa bir süre sonra biteceğini savunuyordu. Simon, daha sonra bu görüşünü seri konferanslar halinde kışkırtıcı bir şekilde anlatmaya devam etti. Yükselen piyasaların her zaman fiyatların yükselmekten başka bir seçeneği olmadığı inancını netleştiren bir “guru”ları vardır. Petrol piyasasında Simon da bu rolü oynadı. Batılı petrol şirketleri yöneticileri ve petrol mühendisleri, Simon’ın akademik yeteneğini eleştirdiler. Suudi yetkililer, isterlerse üretimi yüzde 50 artırabileceklerini söylediler ve bazı uzmanlar, Suudilerin yüzde 50’nin de üzerinde artış yapabileceğini düşünüyor. 19. yüzyılda petrol sanayiinin ortaya çıkmasından beri insanlar, ham petrol üretiminin bir tepe noktasına ulaşıp sonra düşeceğini tahmin ediyor. New York’ta faaliyet gösteren bir petrol danışmanlık şirketi Paramount Options’ın yöneticisi Raymond Carbone, Simon’un düşüncelerinin, kendi müşterileri arasında oldukça büyük tartışmalar yarattığını söylüyor. Carbone, Suudi petrol rezervlerinin geleceği hakkında şüphe yaratarak Simon’un yükselen piyasanın duygularına hitap ettiğini ifade ediyor. Simon’un etkisi, bu seferki petrol krizinde yeni bir faktörün varlığını gösteriyor: büyük yatırımcılar ve spekülatörler. New York Mal Borsasında 1983 yılında petrol konusunda vadeli işlemler başlatıldı. O günden beri petrol sektörünün dışındaki yatırımcılar da bir tek varil bile teslim almadan vadeli olarak petrol alıp satabiliyor. Emekli sandıkları gibi muhafazakar yatırımcılar dahi düşük getirili tahvillere ve pahalı hisse senetlerine yatırım yapmaktansa enerji sektörüne yatırımı tercih ediyor. Golman Sachs, yatırımcıların 2000 yılında mal piyasası endeksinden izlenebilecek 10 milyar dolarlık yatırımı varken 2005 yılında bu miktarın yaklaşık 70 milyar dolara yükseldiğini belirtiyor. Londra’daki Goldman’ın mal araştırmaları bölümü başkanı, şu sıralarda mali piyasalarda dünya ham petrol rezervlerine bağlı sektör dışı yatırımcı oranının, yüzde 15 civarında olduğunu açıklıyor. Bu yılın başlarında Simon, “Twilight in the Dessert” (Çölde Şafak) kitabını yayınladı. Şimdiye kadar 90.000 adet satış yaptığı belirtilen kitap petrol fiyatlarına etkisinin hemen hemen hiç görülmediğini söylüyor. Simon “eğer insanlar beni dinleseydi fiyatlar üç kat artardı” diyor. 13 Bir Washington Savaşçısı 2001 yılı başlarında, geçmişte Alaska’nın petrol zengini kuzey kutup bölgesinde çalışmış olan Andrew Lundquist’i bir Enerji Çalışması Grubu kurarak araştırma yapması için bölgeye gönderdi. O zaman da şimdi olduğu gibi ABD, dünyanın en büyük petrol tüketicisiydi; talep giderek büyüyordu ve ülkenin petrol ve doğal gaz alanları küçülüyordu. Eski petrolcü olan Başkan Bush ve Başkan Yardımcısı Cheney, bu dengesizliği çözümleme vaadinde bulundular. Andrew Lundquist’in çalışma grubu, aylarca enerji sektörü uzmanlarıyla görüşmelerini sürdürdüğü ve dönüşlerde Alaska Ulusal Vahşi Yaşamı Koruma Alanı da dahil olmak üzere yoğun bir şekilde Kuzey Kutup bölgesinde yeni kuyular açmayı öneren bir plan sundular. Bu plan çok gürültü kopardı. Çevrecilerden büyük eleştiri aldı. Demokratlar enerji tasarrufuna yer vermeden yeni kuyular açılmasını yanlış bir hareket noktası olarak nitelendirdi. Başkan yardımcısı Cheney ve diğer bürokratlar Irak’ın Saddam Hüseyin döneminde olduğundan daha çok petrol üreteceğini tahmin ediyordu. Oysa, Irak’taki çatışmaları yüzünden petrol üretimi, ABD Enerji Bakanlığı’nın verilerine göre, 1954’te İran’da petrol kuyularının millileştirilmesinin ardından görülenin de 1978-1979 İran Devriminin ardından görülenin de gerisinde kaldı. Irak’ın günlük petrol üretimi, hala ABD’nin Irak’ı istilasından önceki düzeylerin altında seyrediyor. Andrew Lundquist, 2002 yılında Bush yönetiminden ayrılarak aralarında BP’nin de bulunduğu petrol şirketleri için lobi faaliyetleri yürütme işiyle uğraşmaya başladı. Lundquist, Alaska’daki petrol kuyularından çıkarılacak olan petrolün, ABD’nin günlük kullanımının yüzde 5’ini karşılayacağını; yani günde 1 milyon varil olacağını ifade ediyor. Bush’un Irak’ı istila etmesine rağmen enerji kanunu, birinci döneminin sonuna kadar belirsiz bir durumda kaldı ve nihayet bu yıl Başkan Bush, Enerji Politikası Kanununu (Energy Policy Act)* imzaladı. Alaska’da petrol araması yapılmayacak. Demokratların istediği enerji tasarrufu tedbirleri de olmayacak. Sonuç olarak, bu kanun arz ve talep arasındaki dengesizliğin giderilmesinde çok az yardımcı olacak. Şimdiki durum hem Cumhuriyetçi hem Demokrat ABD liderlerinin, ülkenin petrole bağımlılığını azaltma imkanını nasıl kaçırdıklarının son örneğidir. 1970’lerin petrol stokları, Kongrenin otomobil kullanmakta etkinlik standartlarını belirlemesine yol açtı. Fakat daha sonra enerji fiyatlarının düşmesi her iki partinin de enerji tasarrufu çabalarının arkasındaki politik desteğin sona ermesine sebep olmuştur. The Wall Street Journal, 20 Aralık 2005; Syf: 14 * Bu yasayla ABD’nin elektrik iletim kapasitesi ve güvenilirliğini arttırmak; çevre kirliliğini önlemek; yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik etmek; temiz kömür teknoloji kullanımını yaygınlaştırmak; ABD’nin petrol konusunda tehlikeli olmaya başlayan dışa bağımlılığını azaltmak; nükleer ve hidroelektrik enerji santrallerine ağırlık vermek gibi konulara önceliklere verilmiştir. 14 YORUMLAR Federal Vergiler Siyasete Alet Edilmemeli Amerika Minneapolis Merkez Bankası eski danışmanı ve 2004 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Profesör Edward C. Prescott, 21 Aralık 2005 tarihli The Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan makalesinde Amerikan ve Alman deneyimlerinden yola çıkarak, vergi politikasının belirlenmesinde iktidarların siyasi tercihlerinin ön plana çıkarılmasının sakıncalarını ortaya koyuyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’da, vergide siyasetin çok fazla kendisini hissettirmekte olduğunu; bunun da yolunda giden bir ekonomiye bile zarar verdiğini ifade eden Prescott, Amerikan Kongresi’nin son zamanlarda sermaye kazançları ve kar paylarına ilişkin vergi indirimlerinin süresini uzatmaması halinde bunun ekonomide önemli bir yeri olan küçük yatırımcılara ve dolayısıyla ekonomiye zarar vereceğini açıklıyor. Söz konusu makalenin geniş bir özet çevirisi aşağıda yer almaktadır. Bütçe açığının küçültülmesi ve gelir toplamak amacıyla kişiler ve kurumlardan alınan vergilerin oranlarının daha fazla yükseltilmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. Üstelik bu vergi artışları, ekonominin canlanma sinyalleri verdiği ve iş dünyasında yatırımı artıracak ve daha fazla insanı çalışma hayatına dahil edecek bir büyüme sürecine girildiği bir dönemde kararlaştırıldı. Yukarıdaki tablo, ABD’nin ekonomik durumunu anlatıyor gibi görünse de aslında burada sözü geçen karamsar tablo, daha birkaç ay öncesinde onlarca yıl süren karanlık ekonomik dönemlerini sonlandırmış gibi görünen Almanya ekonomisine aittir. Avrupa’nın en önemli ekonomilerinden olan Almanya, bugün yüksek vergi, yüksek işsizlik ve düşük büyüme hızı üçlemesi içinde giderek daha fazla batma tehlikesiyle karşı karşıya görünüyor. Ve bu ekonomik gücün batarken yanında komşularını da sürüklememesini umut ediyoruz. ABD’ye gelince…Amerikan ekonomisinin durumu da yukarıda çizilen tablodan çok farklı değil. Senatonun geçtiğimiz günlerde kabul ettiği paket, milyonlarca Amerikalıyı Alternatif Minimum Vergi (Alternative Minimum Tax-AMT) ödemekten kurtarırken sermaye kazançları ve kar paylarına uygulanmakta olan ve 2008 yılında süresi dolacak olan indirimlerin süresini uzatmadı. Kar payları ve sermaye kazançlarına halen yüzde 15 vergi uygulanmaktadır ve indirimlerin süresi uzatılmazsa sermaye kazançları üzerindeki oran yüzde 20’ye çıkarken kar paylarına da kişisel gelir vergisinin marjinal oranı uygulanacaktır. Her ne kadar parlamento, yüzde 15’lik oranı 2010 yılına kadar uzatma yönünde oy verdiyse de bu bile yeterli değildir. Almanya için de ABD için de yukarıda çizdiğim tablonun bir sebebi politikadır. Siyasi partiler, kendi yaklaşımlarına sahiptirler ve bu yaklaşımlar her zaman en iyi ekonomi politikası ile uyumlu olmayabilir. “Vergi indirimlerinden” söz ettiğimizde, bu indirimleri belli politikacılara atfetmek doğru olmadığı gibi çoğu zaman bunlara “indirim” demek dahi doğru kabul edilmeyebilir. Bu indirimler, bir zamanlar birilerinin yapmış olduğu vergi artışlarının telafisi de olabilir. Her bir hükümet, kendi siyasi hedefleri için vergi sistemini kullanırken vergi ödeyenlere de bir 15 sonraki vergi paketinde nelerin yer alacağını merak etmek kalmaktadır. Oysa, hükümetlerin vatandaşına muamelesi bu olmamalıdır. Amerika’nın şu anki vergi sisteminin karmaşık ve ağır olduğu; sınırlı kaynakların büyük bir kısmını gereksiz yere çekmekte olduğu, neredeyse herkes tarafından kabul edilmektedir ve bu konu Federal Vergi Reformu Danışma Paneli’nin son yayınladığı raporda da öncelikli olarak ele alınmaktadır. Bu sorunun ciddi bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. Washington’un bu konuda atacağı en önemli adım, siyasi emelleri için federal vergi oranlarını değiştirmekle uğraşmamak olacaktır. Bu konuda uzun bir süre önce karar alma yetkisini siyasi hedefler için kullanmanın, ekonomik büyümeye zarar verdiğini öğrenen Merkez Bankası’nı (Fed) örnek alabilir. Fed, sadece tüketicilerin ve iş dünyasının yatırım yapabilmesi için enflasyonu düşük tutmaya çalışacağını net bir biçimde açıklamıştı. Aynı şekilde Kongre de uygun vergi oranları belirledikten sonrasına karışmamalı, bundan sonrasını vatandaşlara bırakmalıdır. Uygun vergi oranları ile ne ifade ediliyor? Bunu açıklamaya basit bir kuralı irdeleyerek başlayabiliriz: Vergiler, davranışların yönünü değiştirir. En düşük oranlı ve en adil vergi bile insanların daha az tüketmesine veya çalışmasına neden olur. Aşırı yüksek oranlar ise bu reaksiyonları artırarak sonuçta ekonominin zarar görmesine neden olur. O halde “iyi” diyebileceğimiz vergi oranları yeterli geliri sağlayacak kadar yüksek olmalı, ancak aynı zamanda bu oranlar, büyümeye zarar vererek vergi gelirlerini düşürecek kadar da yüksek olmamalıdır. Kongrenin ikilemi, tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Kongrenin sermaye kazançları ve kar paylarına yönelik indirimi uzatmasının gerekip gerekmediği değil; bu indirimi sürekli kılmasının gerekip gerekmediği sorulmalıdır. Bu sorunun cevabı “evet”tir. Bu vergiler, girişimci ve risk üstlenici ruhuna zarar vererek piyasa ekonomisini vuran kullanışsız vergilerdir. Amerikan ekonomisini bu kadar canlı kılan, ekonomideki aktörlerin risk almaya, yeniliklere, yeni insanları işe almaya ve kalıplaşmış davranışları değiştirmeye açık olmasıdır. Dolayısıyla sermaye kazançları ve kar paylarına yönelik her vergi artışı doğrudan ekonominin canlılığını etkileyecektir. Amerikan ekonomisinin Almanya ekonomisinden daha canlı olmasının sebebi, Amerikalıların Almanlardan daha fazla risk almaya açık veya Almanların Amerikalılardan daha az çalışkan olması değil; her iki ülkede insanların ekonomide farklı şekilde faaliyet göstermeleridir. Amerikan ekonomisinin canlılığı da her zaman garantide değildir. Bu konuda vergi oranları oldukça önemlidir. Daha yüksek oranlar, ekonomi üzerinde olumsuz etki yapacaktır. Amerika Eski Ticaret Bakanı Don Evans, geçtiğimiz günlerde sermaye kazancı vergisi ödeyenlerin yaklaşık olarak yüzde 60’ının yılda 50.000 doların altında gelir elde ettiğini; yüzde 85’inin de yıllık 100.000 doların altında gelir elde ettiğini açıklamıştı. Evans’a göre tasarruf ve yatırımlara ilişkin düşük vergi oranları, 24 milyon ailenin 2004 yılı vergilerinden 950 dolar tasarruf etmesini sağladı. Düşük vergi oranları, varlıklı vatandaşların da daha fazla tasarruf etmesine olanak sağlıyor. Bu da olumlu bir gelişmedir. Yıllarca bir gün kar edeceği hayaliyle çalışan girişimcileri ele alalım; doğru tasarlanmış bir vergi sistemiyle bu girişimcilere bu şekilde çalışmalarının karşılığını alacakları mesajı verilmezse bu insanlar, risk almaktan 16 kaçınacaklardır. Bu girişimciler, yeni istihdam olanakları yaratmak suretiyle önemli bir sosyal fayda yaratmaktadırlar. Bu nedenle girişimcileri kutlamak istiyorum. Bir diğer varlıklı grup, farklı sebeplerle bir şekilde hepimizden fazla para kazanan vatandaşlardır. Bu gruba da saygı duyuyorum. Vergi oranlarını yükselterek bu insanların paralarını ellerinden almanın bir mantığı olmadığına inanıyorum. “Varlıklı” olarak adlandırılan ailelerin birçoğu, iki kişinin çalıştığı ailelerdir. Bu ailelerin tek amacı, çocuklarını iyi yetiştirmek ve kariyer yapmaktır. Araştırmalar Amerika’nın son dönemlerde gösterdiği ekonomik büyüme performansının, bu insanların sayesinde gerçekleştiğini kanıtlamaktadır. Dolayısıyla hükümet, bu dinamiği cezalandırmak yerine teşvik etmelidir. Elbette Amerika, bütçe açıklarını kapatmak için daha fazla gelir elde etmelidir; ancak ekonomik göstergeler ve tahminler, açığın zaten iyileşme yoluna girdiğini gösteriyor. Geçtiğimiz mali yıl borç/GSYİH oranı, sadece yüzde 0.2 oranında yükseldi. Önümüzdeki beş yıla ait açık tahminleri doğruysa bu oran düşmeye başlayacaktır. Ekonomik faaliyetler arttıkça vergi gelirleri de artacaktır. Senatörleri, sokağa çıkıp sermaye kazancı ve kar payı vergilerinin muhatabı olan küçük yatırımcılarla konuşmaya davet ediyorum. Kongrenin bu vergilerde yapacağı artışın, bu insanların hayatları üzerinde yaratacağı etkiyi duyduklarında şaşıracaklarından eminim. Artık vergi politikasının iktidarlara göre değişmemesi ve Amerikalıları her yeni yönetimle birlikte yeni bir vergi sistemiyle karşı karşıya getirmemek gerektiğinin anlaşılmasının zamanı gelmiştir. Bu, Almanya için olmadığı gibi Amerika için de uygun değildir. The Wall Street Journal, 21 Aralık 2005, Syf: 15 Doha Görüşmeleri Yoksul Ülkelere Yardım Fırsatını Kaçırıyor İngiltere Başbakanı Tony Blair ve dünya liderlerinden birçoğu Doha ticaret görüşmelerinin başarısızlığının, dünya için felaket olacağını ve böylece gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğu azaltma fırsatının da kaçırılacağını ifade ediyor. Anlaşmanın parametreleri kapalı kapılar arkasında belirlendiğinden içeriğinin, anlaşmanın kendinden önemli olduğunu hatırlamalıyız. Doha ticaret görüşmeleri, en yoksul ülkeler için çok az şey getirecek. Tarımın dışında en yoksul ülkelere yarar sağlayacak birçok konu ihmal ediliyor. Görüşmelerde tartışılan konu, gelişmekte olan ülkelerin imalat ve hizmet sektörlerini serbest ticarete açmaları karşılığında AB’nin tarım ürünlerindeki tarifleri kaldırması. Bu teklif, AB Ticaret Komiseri Peter Mandelson’dan geliyor. Gelişmekte olan ülkeler bu öneriyi kabul ederse Mandelson, Avrupalı ihracatçılara zafer kazandırmış olacak; reddederlerse gelişmekte olan ülkeler, turun başarısızlığa uğramasıyla suçlanacak. Financial Times’ta bir makalesi yayınlanan Joseph Stiglitz(*) ve Andrew Charlton, bu ay yayınlanan “Fair Trade for All” kitabında anlattıkları gibi gerçek bir kalkınma turunun nasıl olması gerektiğine dair ipuçları veriyor. 13 Aralık tarihinde yayınlanan bu yazının geniş özet çevirisi aşağıda sunuluyor. (*) Joseph Stiglitz, 2001 yılında Nobel ekonomi ödülünü kazandı. Stiglitz 1996-2001 yılları arasında dünya Bankasında kıdemli başkan yardımcısı idi. London School of Economics’den Andrew Charlton ile birlikte yazdığı yeni kitabı Fair Trade for All: How Trade Can Promote Development, bu ay Oxford Univeristy Press tarafından yayınlandı. 17 Görüşmeleri, tarım karşılığında imalat ve hizmetler konusunda anlaşma şeklinde ortaya koymak tamamen yanlış bir çerçevedir. İlk olarak Avrupa tarım liberalizasyonunu, gelişmekte olan ülkeler için taviz gibi göstermek çok yanıltıcıdır. Ortak Tarım Politikası, Avrupa vergi mükelleflerini ve tüketicilerini aldatan ve Avrupa genişlemesini ve reform gündemini yanlış yönlendiren bir sistemdir. 2003’ten beri kendi ağırlığı altında çökmek üzeredir. Mandelson, Ortak tarım Politikası’nda yapılması gereken kaçınılmaz reformları, çok zekice davranarak yeniden paketleyip yoksullara yardım olarak sunmuştur. Fakat tabi ki bunun karşılığında onlardan taviz beklemesi çok fazladır. İkinci olarak, büyük ve zengin ülkelerin yoksullardan taviz istemesi uygun değildir. Gelişmekte olan ülkeler, hiçbir şekilde süper güçlerle pazarlık etme durumunda değil. Karşılıklılık talebi, 50 yıldan uzun bir süredir zengin ülkelerin çıkarı için tarifeleri düşüren ve yoksul ülkeler tarafından ihraç edilen malların, zengin ülkelerin pazarına korumacılıkla karşılaşmasına olanak sağlayan ticaret sisteminin adil olmayışını gözardı etmektedir. Mandelson’un konuyu ortaya koyuşu, yoksul ülkelerin zengin ülkelere tarımsal mallar ihracatçısı olmakla yetineceklerini varsaymaktadır. Bu, gelişmekte olan ülkelerden, imalat sanayilerini daha gelişmiş ve büyük ülkelerin rekabetine açmaları ve potansiyel olarak o sektörlerde çalışanları işsizliğe atmalarını istemek anlamına gelir. Gelişmekte olan ülkelerin politika seçeneklerini sınırlayacak bir ticaret anlaşması, uzun vadeli sanayileşmeyi teşvik etmek için iyi değildir. Son olarak, tarımsal konuların kalkınma gündeminde çok yer işgal etmesine rağmen en yoksul ülkelerden pek çoğunun kısa vadede tarımsal reformdan kazanacakları çok az şey vardır. Bununla birlikte Avustralya ve Brezilya gibi güçlü tarım ülkeleri liberalizasyondan büyük yararlar sağlayabilir. Sübvansiyonlardaki azalma, ithal mallara ödedikleri fiyatı artıracaktır; dolayısıyla bu ülkeler kısa vadede eskiden olduklarından biraz daha kötü durumda olacaklardır. Aynı zamanda en yoksul ülkeler, kendilerine Avrupa ve Amerika pazarlarına girme olanağı sağlayan özel tarifelerden yararlanıyor. Bu ülkelerin ihracatları, tarifelerin dışında tutuluyor; dolayısıyla tarife indirimleri sadece ve sadece bu ülkelerin rakiplerinin işine yarayacak; kendilerininse aleyhine olacak. Zengin ülkeler, gelişmekte olan şüpheci ülkelerin, Doha turuna direncini kırmak için görüşmeler turunun başarıyla sonuçlanmasının getireceği olası kazançları abartarak anlatıyor. Bununla birlikte görüşmeler turundan elde edilecek kazanç, son anlaşmada reform programının yapısı ve kapsamının nasıl belirleneceği kararlaştırılmadan tam olarak bilinemez. Doha turu, gittikçe iddiasını kaybettiğinden potansiyel ekonomik kazançlar da küçülüyor. DTÖ’nün yoksul ülkelerde kalkınmayı teşvik etmek ve bu ülkelere kazanç sağlamak için yapabileceği çok şey var; ama bu, Doha gündeminde görünmüyor. Bizim kitabımız Fair Trade for All’da gerçek bir kalkınma turunun nasıl olması gerektiğini anlatılıyor. Gerçek bir tur, gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını ve endişelerini yansıtmalı ve bu ülkelerin kalkınmasını teşvik etmeye göre tasarlanmalı. Bizim vardığımız sonuç, en yoksul ülkelere yardım için tarımın dışında geniş bir gündem olduğu ve bunun Doha turunda neredeyse tamamen ihmal edildiği olmuştur. 18 Sanayi mallarındaki tarifeleri düşürmek için çok şey yapılabilir. Zengin ülkelerin tarifelerinin yapısı, yoksul ülkelerin ihraç ettiği emek yoğun sanayi malları ve işlenmiş gıda maddelerinin aleyhinedir. Ayrıca işgücü hareketini artırmak için çok şey yapılabilir. Göç, özellikle de kısa vadeli projeler için geçici sürelerle yoksul ülkelerden zengin ülkelere göç, yoksul ülke işçilerinin zengin ülkelerdeki işgücü açığını kapatmasına yarayacak ve ücretlerinin bir kısmını da ailelerine göndereceklerdir. Göçmen işçilerin gönderdiği işçi dövizleri, yoksul ülkeler için önemli bir kalkınma finansmanı kaynağıdır ve zengin ülkelerden yoksullara giden toplam yardımları geçmiştir. Son olarak Doha turunun “ticaret için yardım” konusunda daha ciddi olması gerekmektedir. Son yıllarda ABD ve AB, en yoksul ülkelerden bazılarına tarifeleri kaldırarak serbest ticaret hakkı tanımıştır. Bu, her ne kadar iyi niyetli bir girişimse de serbest ticaret hakkı tanınan ülkelerin ihracatında bir artış görülmemiştir. Piyasaya giriş yeterli değildir. Altyapıdaki aksaklıkları aşıp ürün kalitesini geliştirip uluslararası arz zinciriyle bağlantı kurma konusunda yardım sunulmadıkça tarife indirimlerinin, bu ülkelerin ticaretine çok az katkısı olur. 2001’de Doha’da gelişmekte olan ülkelere “kalkınma turu” sözü verilmişti. Geçmişin dengesizlikleri düzeltilecek ve gelecek için fırsatlar yaratılacaktı. Fakat o zamandan beri olanlar, Doha’nın bu nitelemeyi haketmediğini gösteriyor. Financial Times, 13 Aralık 2005, Syf:14 Geçtiğimiz Yılın Sürprizleri ve Beklenmeyen Olayları Financial Times yazarı Martin Wolf’un 13 Aralık tarihli makalesinin özet çevirisi aşağıda verilmiştir. Wolf makalesinde, “Şirketlerin yüksek karlar elde ettiği; ancak yatırımların zayıf kaldığı; hızlı büyümenin yanında mali açıkların da görüldüğü bir dünyada yaşıyoruz.” diyor. Yiğidi öldürsek de hakkını vermek gerek: konjonktür tahminlerinde bulunan uzmanlar haklı çıktı. Consensus Forecasts, 2005 için küresel büyüme oranını, yüzde 3.1 olarak öngörmüştü. Şu anki beklenti, yüzde 3.2 olacağı yönünde. Enflasyon konusunda da haklı çıktılar: geçen yılın ortalama beklentisi, tüketici fiyatlarında yüzde 2.4 oranında bir küresel artış olacağı yönündeydi. Geçen yıl petrol fiyatlarında meydana gelen yüksek artışlara rağmen şu an enflasyonun yüzde 2.7 olması bekleniyor. 19 Yüksek gelir düzeyine sahip ülkeler arasında ABD, yıldız konumunda. ABD, beklentilere uygun bir performans sergiledi: geçen yıl yüzde 3.5 olacağı tahmin edilen büyüme, bu yıl yüzde 3.6 olarak gerçekleşti. Japonya’nın performansı ise beklenenden daha iyi oldu: geçtiğimiz yıl yüzde 1.5 olacağı tahmin edilen büyüme, gerçekleşen yüzde 2.4 oranıyla bir zıtlık oluşturuyor. Euro alanında hayal kırıklığı yaşanmış olsa da bu sürpriz olmadı; zaten beş yıldır bunu yaşıyoruz. Bu defa aradaki fark az oldu: geçen yıl öngörülen yüzde 1.7’ye karşılık gerçekleşen oran, yüzde 1.4 oldu. İngiltere de geçen yıl tahmin edilen yüzde 2,5 oranında büyümeyi tutturamayarak yüzde 1.7 düzeyinde kaldı. Reel GSYİH Büyümesi Gelişmiş ülkelerin dünyasından dışarı çıkınca Latin Amerika’da beklenen yüzde 3.9’luk oranın aşılarak yüzde 4.2 beklentisine ulaşıldığını görüyoruz. Ama tabi ki büyümede tartışmasız liderlik, Asya’nın yükselen devlerine ait: Çin, yüzde 8’lik büyüme oranı beklentilerine, yüzde 9.8 oranıyla karşılık verdi. Hindistan’da ise 31 Mart 2006’da bitecek olan 2005 mali yılındaki yüzde 6.6 oranındaki büyüme beklentisi, gerçekleşmek üzere olan yüzde 7.5 oranının gerisinde kalıyor. (Yıllık Yüzde Değişim) Dünya ABD Euro Alanı Japonya Bu sürdürülebilen ve geniş tabanlı büyümenin, oldukça memnuniyet verici olduğu kesin. Ayrıca şaşırtıcı olduğu da söylenebilir. Bu da kısmen ortaya çıkan, kısmen de çıkmayan olaylar sebebiyle oldu: petrol fiyatlarında büyük bir artış yaşanırken üzerinde çok tartışılan “dengesizlikler” baş göstermedi. Bu sevindirici sonucun ardında yatanın, para politikasına olan güven, ekonomilerin esnekliği, küreselleşmenin açığa vurduğu dinamizm ve Asyalı devlerin yükselişi olduğu da şüphe götürmez. 20 Petrol Fiyatları Batı Texas Intermediate (varil başına dolar olarak) Petrolün hikayesi de oldukça çarpıcı. Bundan bir yıl önce fiyatlar, varil başına 40 dolara ulaşmıştı. Bu yıl ise Katrina kasırgasının ardından 70 dolar düzeylerine çıkarak tavan yaptı. Reel olarak petrol fiyatları, 1979-1981 yıllarında yaşanan ikinci petrol şokundan beri görülmemiş düzeylere fırladı. Yine de bu büyük şokun dünya ekonomisine etkisi, pek kayda değer olmamış gibi görünüyor. Bu sonuca bakarak dört açıklamada bulunabiliriz: ilki, arz kesintilerinden çok daha güçlü olan talep yüzünden fiyatların yükselmesi; ikincisi, artan rekabetin, yaşamın pahalılaşmasına karşı çalışanların direncini düşürmesi; üçüncüsü, merkez bankalarının, yüksek enerji fiyatlarının, çekirdek enflasyon üzerindeki ikinci tur etkileri konusunda rahatlaması ve dördüncüsü, petrol ihracatçılarının artan cari işlemler fazlalarının, 1970 ve 1980’lerdeki gibi kredi notu düşük, gelişmekte olan ülkeler tarafından değil, dünyanın en güvenilir alacaklısı olan ABD tarafından emilmesi. Dünya ekonomisinin, petrol fiyatlarındaki büyük artışın etkisini görmezden gelme yeteneği, çok etkileyici. Bu, istikrara dayalı para politikalarının ve daha geniş kapsamlı mikro-ekonomik esnekliğin dünyanın Dolar ticaret ağırlığı büyük bölümünde başarıldığının güçlü döviz kurları bir göstergesidir. Ancak bu yetenek, önümüzdeki yıllarda test edilmezse, ham petrol arzında sürdürülebilen Nominal artışlara gerek duyulacak ve daha da (Fed genel endeks) önemlisi, heryerde enerji yoğunluğunda büyük çaplı düşüşler olması gerekecektir. Açık uçlu soruların en önemlilerinden biri de bugünkü petrol fiyatlarının, sürdürülebilecek olursa, bu başarılı sonucu daha ne kadar devam ettireceğidir. Reel (JP Morgan genel endeks) Geçtiğimiz yılın büyük çaplı petrol fiyatı artışları beklenmedik şeyler olsaydı, ABD dolarında bir düşüş beklenirdi; ama olmadı. 2005’te cari işlemler açığının, 790 milyar dolara ya da ABD gayri-safi yurtiçi hasılanın yüzde 6’sının üzerinde bir rakama ulaşacağı tahmin ediliyor. Ne var ki dolar, geçtiğimiz 12 ay boyunca yüzde 2 civarında değer kazandı. 21 Bu yılın ilk üç çeyreğinde ABD cari işlemler açığı, 592 milyar dolardı. Ama ABD devlet tahvillerinin net yabancı resmi satın alımları, yalnızca 146 milyar dolarda kaldı; oysa 2004 yılında bu rakam 300 milyar dolardı. Net olarak özel yatırımlar ise 179 milyar dolardan 446 milyar dolara sıçradı. Bu artışın, yükselen faiz oranlarıyla tetiklendiği ise şüphe götürmez. Faiz Oranları ve Enflasyon 10 yıllık tahvil getirileri (yüzde olarak) çekirdek enflasyon (yıllık yüzde değişim) Fed Başkanı Greenspan, ABD dış açığının kolaylıkla kapatılmış olmasını, küreselleşmeye ve finans konusunda bununla özdeşleşen yurtiçinde yatırım yapma önyargısındaki azalmaya bağlıyor. İnsanlar, paralarını yurtdışında değerlendirmeye daha istekli görünüyor; bir de yurtdışından kasıt ABD olunca bu istek daha da artıyor. ABD cari işlemler açığı, biri yerli, diğeriyse yabancı olan “dengesizlikler”in diğer iki unsurunun parçası olmak durumunda. Yurtiçinde hanehalkı sektörünün mali açığı, GSYİH’nin yüzde 7.2’si civarındayken hükümetin mali açığı, GSYİH’nin yüzde 4’ü dolaylarında seyrediyor. Bu iki muazzam açık, iş sektörünün, GSYİH’nin yüzde 5’i olan cari fazlasını ve net dış finansmanı eritiyor. Bu arada yurtdışında, finansman arzı, Asya’daki ve şu an da petrol ihracatçılarındaki devasa tasarruf fazlasının bir fonksiyonudur. Fed başkanı olması beklenen Bernanke’nin de belirttiği gibi, bu küresel tasarruf bolluğu, ABD’de ve hatta dünya ekonomisinde neler olup bittiğini açıklıyor. O halde dünyamız, güçlü bir büyüme evresinden geçiyor. Şirketlerin yüksek karlar elde ettiği; ancak yatırımların zayıf kaldığı; hızlı büyümenin yanında mali açıkların ve düşük reel faiz oranlarının da görüldüğü; ve hızlı büyüyen yoksul ülkelerin, en zengin ülkelerin hanehalkı tüketimini finanse ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Bunların yanında küreselleşmenin, düşük enflasyonun ve güvenilirliği yüksek merkez bankalarının varlığı da rastlantı sayılmaz. Herbert Stein’ın dediği gibi “Sonsuza kadar süremeyecek olan şeyler gün gelir sona erer”. ABD, sonsuza dek dünyanın en çok harcama yapan ve en çok borç alan olmayacaktır. Ama bu ne zaman sona erecek? Bunun cevabını, ancak 2006 yılında verebileceğiz. Financial Times, Aralık 2005, Syf: 22 23