tc gazi üniversitesi eğitim bilimleri enstitüsü işletme eğitimi ana bilim

advertisement
T.C
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
İŞLETME EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI
BANKACILIK EĞİTİMİ BİLİM DALI
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÖVİZ KURU RİSKİ
VE
YÖNETİMİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Abdullah AYVA
048117110
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Mehmet Arslan
ANKARA – 2007
Eğitim Bilimleri Enstitü Müdürlüğü’ne
Abdullah AYVA’ ya ait “ Türk Bankacılık Sektöründe Döviz Kur Riski Ve
Yönetimi” adlı çalışma , jürimiz tarafından Bankacılık Eğitimi Bilim Dalı’nda
YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak Kabul / Red edilmiştir.
Adı
Soyadı
Tez Danışmanı
:
Doç. Dr. Mehmet Arslan
Üye
:
Prof. Dr. Emine Orhaner
Üye
:
Prof. Dr. Nevzat Aypek
İmza
ÖNSÖZ
Bankacılık sisteminde piyasa riskleri içinde yer alan döviz kuru riski sistem içerisinde
önemli bir yer tutmaktadır. Döviz kurlarındaki
bir değişme banka aktif ve pasiflerini
etkileyerek ,banka karlılığını doğrudan etkilemektedir. Bankacılıkta döviz kuru riski önemle
üzerinde durulması gereken bir konudur.
Bir bankacı olarak benim ilgimi çeken bu araştırmamın hazırlanmasında bana sabır
ve yol gösteren , desteğini esirgemeyen Tez Danışmanım Sayın Doç. Dr. Mehmet Arslan’a
çok teşekkür ederim.
i
ÖZET
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÖVİZ KURU RİSKİ
VE
YÖNETİMİ
Ayva , Abdullah
Yüksek Lisans , Bankacılık Eğitimi Bilim Dalı
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mehmet Arslan
Temmuz - 2007
Bankalar, faaliyetleri esnasında çeşitli risklerle
karşılaşmaktadırlar . Bu
risklerin nedeni; uluslararası piyasaların küreselleşmesi , uluslararası piyasalardaki
oynaklık ,yeni yatırım alternatiflerinin ortaya çıkması,finansal risklerdeki artış ve
dünya enflasyonudur. Bankacılık açısından riskler;sistemin doğasında olmakla beraber
kontrol edilememesi sonucunda ekonomileri tehdit eder. Güvenli ve istikrarlı bir
ortamın olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması bankacılık krizi ,döviz krizi ,
bölgesel krizler hatta tüm dünyayı etkileyecek çapta krizlere yol açmaktadır.
Döviz piyasası dünyadaki en büyük piyasadır. Bilgi akışının hızlı oluşu ve
işlemlerin herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan gerçekleşmesi ile en mükemmel
piyasalardır. Döviz kuru ise ülke ekonomisi açısından çeşitli ekonomik göstergelerin
temel belirleyicisidir. Bu bağlamda döviz kuru riskide ekonomileri ve bankaları
derinden etkileyebilir. Bankalar döviz kuru riskinden korunmak için çeşitli önlemler
almak zorundadırlar.
“Türk Bankacılık Sektöründe Döviz Kuru Riski ve Yönetimi” adlı bu
çalışmamda bankaların döviz kuru riskinden korunmak için ne tür önlemler alması
gerektiğini , Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin sebepleri ,sonuçları ve neler
yapılsaydı sistem daha az etkilenebilirdi konuları hakkında bilgi verilmeye
çalışılmıştır.
ii
THE RISK OF FOREIGN EXCHANGE AND ITS MANAGEMENT
IN
TURKISH BANKING SECTOR
Student:
Advisor:
Abdullah AYVA, Master’s Degree, The Banking Education Studies
Ass. Prof. Dr. Mehmet Arslan
Banks have to face with many risks during their operations. The sources of these risks
may be varying from globalization of international markets, the ambiguity in international
markets, the emergence of new investment alternatives and the increase in financial risks to
global inflation.
The risks, being the natural elements of the banking sector, may threat the economies
if they are not controlled properly. The absence of secure and stabilized economic areas and
the lack of necessary measures may trigger some regional or global crises in many areas such
as banking sector and exchange markets.
The exchange market is the largest market in the world. They seem to be perfect
markets since the transmission of information is so rapid and the realization of transactions
is not restricted. Thus, foreign exchange rate is the most important determiner of several
economic indicators of the national economies. In this context, the risk of foreign exchange
may effect economies and the banks considerably. The banks have to take measures in order
to be protected from foreign exchange risks.
The study on “The risk of foreign exchange and its management in Turkish banking sector”
researches into the measures to be taken by the banks against the risk of foreign exchange,
and also into the reasons, the results and evaluations on crises of November 2000 and
February 2001 .
iii
İÇİNDEKİLER
Özet .........................................................................................................................i
Önsöz .......................................................................................................................ii
Abstract ...................................................................................................................iii
İçindekiler................................................................................................................iv
Tablolar Listesi ........................................................................................................viii
1- GİRİŞ ..................................................................................................................1
1.1. Araştırmanın Amacı ......................................................................................1
1.2. Araştırmanın Önemi ………………………………………………………. 2
2. BANKA KAVRAMI , TARİHSEL GELİŞİMİ ve BANKACILIK RİSKLERİ 4
2.1. Banka Kavramı ……………………………..…………………………… 4
2.2. Bankacılığın Tarihsel Gelişimi…………………………………..………. 4
2.1.1. Bankacığın Dünyadaki Tarihsel Gelişimi .......................................... 5
2.1.2. Bankacılığın Türkiye’de Gelişimi ...................................................... 6
2.1.2.1.Cumhuriyet Öncesi Dönem .......................................................... 6
2.1.2.2. Cumhuriyet Sonrası Dönem ........................................................ 8
2.2.Risk Ve Bankacılık Riskleri ...........................................................................11
2.2.1. Risk Nedir ..........................................................................................11
2.2.2. Risk Yönetim Tekniklerini Ortaya Çıkaran Faktörler........................12
2.2.2.1.Uluslararası Piyasaların Küreselleşmesi ......................................12
2.2.2.2. Uluslararası Piyasalardaki Oynaklık (Volatibilite) .....................13
2.2.2.3. Yeni Yatırım Alternatiflerinin Ortaya Çıkması ..........................13
2.2.2.4. Finansal Risklerde Artış ..............................................................13
2.2.2.5. Dünya Enflasyonu .......................................................................14
2.2.3. Bankacılık Risklerinin Sınıflandırılması ............................................14
2.2.3.1.Piyasa Riskleri ..............................................................................15
2.2.3.1.1. Likidite Riski ....................................................................17
2.2.3.1.2. Faiz Oranı Riski ...............................................................19
2.2.3.1.3. Kur Riski ..........................................................................21
2.2.3.1.4. Menkul Kıymet Riski .......................................................22
2.2.3.2. Kredi Riski .................................................................................22
2.2.3.3. Operasyon Riski ..........................................................................23
2.2.3.4. Yasal Düzenleme Ve Politik Risk …………………………….. 25
iv
2.2.3.5. Bilanço Dışı İşlemler Riski .........................................................26
2.2.3.6. Suistimal Riski ............................................................................26
3. DÖVİZ ..............................................................................................................28
3.1.Bankalar Ve Döviz Piyasaları ........................................................................30
3.1.1. Döviz Piyasalarının Fonksiyonu ........................................................31
3.1.1.1.Satın Alma Gücü Paritesi .............................................................31
3.1.1.2. Kredi Sağlama .............................................................................32
3.1.1.3. Döviz Risklerini Önleme .............................................................32
3.1.2. Döviz Piyasalarının İşleyişi ................................................................32
3.1.3. Döviz Kurunun Çeşitleri ....................................................................33
3.1.3.1.Düz (Direkt) Kur ..........................................................................33
3.1.3.2. Çapraz Kur ..................................................................................33
3.1.3.3. Dolaylı Kur ..................................................................................34
3.1.4. Döviz Kuru Sistemleri ........................................................................34
3.1.4.1.Sabit Döviz Kuru Sistemi .............................................................34
3.1.4.2. Serbest Değişken Döviz Kuru Sistemi (Esnek)...........................35
3.1.4.3. Karma Sistemler ..........................................................................35
3.1.5. Döviz Kurunda Denge ........................................................................36
3.2.Döviz Piyasalarının Tarihsel Gelişimi ...........................................................36
3.2.1. Bretton Woods Sistemi......................................................................37
3.2.2. Avrupa Para Birliği- Euro ..................................................................39
3.2.2.1.Roma Antlaşması .........................................................................39
3.2.2.2. Werner Planı (1971-72) ...............................................................39
3.2.2.3. Tünel İçinde Yılan Uygulaması (1972-78) .................................40
3.2.2.4. Avrupa Para Sistemi (Ems) .........................................................41
3.2.2.5.Avrupa Döviz Kuru Mekanizması (Emr) .....................................41
3.2.2.6. Avrupa Para Birimi (Ecu) ...........................................................42
3.2.2.7. Ecu – Dolar Döviz Kuru..............................................................43
3.2.2.8. Delors Raporu .............................................................................43
3.2.2.9. Maastricht Antlaşması Ve Yakınlaşma Kriterleri .......................46
3.2.2.10.
Euro’ya Geçiş ……………………………………………..46
3.2.2.11.
Yeni Döviz Kuru Mekanizması…………………………. 48
3.3.Döviz Kurunun Belirlenmesi……………………………………………… 49
3.3.1.Uluslararası Parite Koşulları………………………………………… 49
v
3.3.1.1.Uluslararası Tek Fiyat Kanunu ……………..………………….. 49
3.3.1.2. Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi …………………………....... 50
3.3.1.3. Göreceli Satın Alma Gücü Paritesi ……………………………. 52
3.3.1.4. Garantili Faiz Oranı Paritesi ………………………………....... 52
3.3.1.5. Garantisiz Faiz Oranı Paritesi …………………………………. 54
3.3.1.6. Uluslararası Fisher Etkisi ……………………………………… 54
3.3.2.Ödemeler Dengesi Yaklaşımı................................................................ 55
3.3.2.1.Ödemeler Bilançosunun Önemi ................................................... 56
3.3.2.2.Ödemeler Bilançosunun Tanımı ve Temel Unsurları .................. 56
3.3.2.3. Ödemeler Bilançosu Dengeleri ................................................... 59
3.3.2.3.1. Temel Denge .................................................................... 59
3.3.2.3.2. Net Likidite Dengesi ........................................................ 60
3.3.2.3.3. Resmi Rezervler Dengesi ................................................. 60
3.3.2.4.Ödemeler Dengesindeki Açık Yada Fazlaların Yönetimi ............ 60
3.3.3.Mali Piyasalar Yaklaşımı ...................................................................... 61
3.3.3.1.Parasalcı Modeller ........................................................................ 62
3.3.3.2. Portföy Dengesi Modeli .............................................................. 62
3.3.3.3. Para İkamesi Modeli.................................................................... 63
3.4. Aktif - Pasif Yönetimi ................................................................................... 64
3.4.1.Döviz Pozisyon Yönetimi .................................................................... 68
3.4.1.1.Döviz Mevcutları ve Alacaklar .................................................... 69
3.4.1.2. Döviz Taahhütleri ........................................................................ 70
3.4.1.3. Döviz Borçları ............................................................................. 70
3.4.2.Döviz Pozisyon Dengesinin Alabileceği Durumlar .............................. 71
3.4.2.1.Başa Baş Pozisyon ...................................................................... 72
3.4.2.2.Uzun Pozisyon ............................................................................. 72
3.4.2.3. Kısa Pozisyon ............................................................................. 73
4. DÖVİZ KURU RİSKİ VE KUR RİSKİ YÖNETİMİ ...................................... 74
4.1.Döviz Kuru Riski ........................................................................................... 74
4.1.1.İşlem Riski............................................................................................. 74
4.1.2.Çevirme Riski ........................................................................................ 75
4.1.3.Ekonomik Risk ...................................................................................... 75
4.2.Döviz Kuru Riskinin Ölçülmesi ..................................................................... 76
4.2.1.Standart Methot ..................................................................................... 78
vi
4.2.2.Riske Maruz Değer (VaR).....................................................................79
4.3.Dövizli İşlem Türleri ve Riskten Korunma Araçları ......................................82
4.3.1.Peşin İşlemler ........................................................................................82
4.3.2.Vadeli İşlemler ......................................................................................83
4.3.2.1.Forward İşlemler ..........................................................................85
4.3.2.2. Futures İşlemleri ..........................................................................86
4.3.2.2.1. Futures İşlem Türleri ........................................................87
4.3.2.3.Döviz Opsiyonları ........................................................................88
4.3.2.3.1. Alım Opsiyonları ..............................................................90
4.3.2.3.2. Satım Opsiyonları .............................................................90
4.3.2.4. Swap İşlemleri .............................................................................90
4.3.2.4.1. Swap Türleri .....................................................................91
5. AÇIK POZİSYONLAR VE TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE
KRİZLER ……………………………………………………………………. 94
5.1.Açık Pozisyon ...............................................................................................94
5.2.2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizi……………………………………………101
5.3.T.C.Ziraat Bankası A.Ş.’nin Başarısı .……………………………………...106
5.4.2006 Yılında Türkiye Ekonomisi Ve Türk Bankacılık Sistemi ……………108
6. SONUÇ VE ÖNERİLER …………………………………………………….112
7. KAYNAKÇA ………………………………………………………………...117
vii
Tablolar Listesi
3.1. Ecu / Dolar Birim Değeri .................................................................................44
3.2. 31.12.1998 İtibariyle Euro Değişim Oranları...................................................47
3.3. Standart Muhasebe Usulüne Göre Ödemeler Dengesi .....................................57
3.4. Banka Bilançosu ...............................................................................................66
3.5. Zorunlu Karşılık Oranı .....................................................................................67
4.1. Rmd Hesaplamalarında Asgari Elde Tutma Süresi ..........................................80
5.1. Yabancı Para Pozisyonu Açığı Bulunmayan Banka Bilançosu .......................97
5.2. %100 Devalüasyonun Açık Pozisyonu Bulunmayan Bankaya Etkisi .............97
5.3. Yabancı Para Pozisyon Açığı Bulunan Banka Bilançosu ................................98
5.4. %100 Devalüasyonun Yp Pozisyon Açığı Bulunan Bankaya Etkisi ...............98
5.5. Yabancı Para Pozisyon Fazlası Bulunan Banka Bilançosu ..............................99
5.6. %100 Devalüasyonun Yabancı Para Pozisyon Fazlası Bulunan Bankaya Etkisi99
5.7. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Toplam Aktifleri .........................106
5.8. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Özkaynak Değişim Tablosu ……106
5.9. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YP Aktifler /
YP Pasifler Oranı …………………………………………………………… 107
5.10. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YPNGP /
Özkaynak Oranı …………………………………………………………….. 108
viii
1.GİRİŞ
1.1. Araştırmanın Amacı
Bankalar , gerçek ve tüzel kişilerin belli bir zaman içinde belli bir zaman
için harcamadıkları paraları toplayarak, bunları kredi ve plasman yoluyla
değerlendirmeye çalışan işletmelerdir. Yani fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olan
gerçek ve tüzel kişileri bir araya getiren işletmelerdir.Ancak burada buluşma yüz
yüze olmamaktadır , banka aracılığıyla fon aktarımı sağlanmaktadır ve riskin
bütününü banka üstlenmektedir. İşte bu yüzden bankalar fon ihtiyacı olanlar arasında
çok iyi bir eleme yapmak zorundadırlar.
Bankalar, faaliyetleri esnasında çeşitli risklerle
karşılaşmaktadırlar.Bu
risklerin nedeni; uluslararası piyasaların küreselleşmesi , uluslararası piyasalardaki
oynaklık ,yeni yatırım alternatiflerinin ortaya çıkması, finansal risklerdeki artış ve
dünya enflasyonudur. Bankacılık açısından riskler ; sistemin doğasında olmakla
beraber kontrol edilememesi sonucunda
ekonomileri tehdit eder. Güvenli ve
istikrarlı bir ortamın olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması bankacılık krizi ,
döviz krizi , bölgesel krizler hatta dünyayı etkileyecek çapta krizlere yol açmaktadır.
Bankacılık sisteminde piyasa riskleri içinde yer alan döviz kuru riski sistem
içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Döviz kurları içersindeki bir değişme banka
aktif ve pasiflerini etkileyerek , banka karlılığını doğrudan etkilemektedir.
Bankacılıkta döviz kuru riski önemle üzerinde durulması gereken bir konudur.
Bankalar, kur riskini ölçmek ve bu riskten korunmak için gerekli önlemler
almalıdırlar. Bankalar, döviz kuru riskini ölçmede standart methot ve riske maruz
değer hesaplama yöntemlerini kullanmaktadırlar.
Bankalar döviz kuru riskinden korunmak için forward, futures, swap ve
opsiyon işlemleri yaparlar.
Bu çalışmanın 6 amacı vardır ;
- Banka kavramı ve bankacılık risklerinin neler olduğu ,
1
- Döviz piyasaları ve döviz kurunun nasıl belirlenmesi ,
- Döviz pozisyon yönetiminin nasıl yapıldığı ,
- Döviz kuru riskinin bankacılık sektörü açısından önemli bir risk olduğu ve
buna karşı bankaların bunu iyi yönetip kontrol altına alması hatta bu riskten kâr elde
etme imkanı vardır.
Tam tersi olduğunda ise bankacılık krizlerine yol açacağı
anlatılacak ve döviz kuru riskinden korunma yöntemlerin neler olduğunu,
- Açık pozisyonlar , Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin nasıl çıktığı ,
- Krizler sonrası Türkiye ekonomisi ve Türk Bankacılık sektörünün hangi
seviyelere ulaştığı hakkında bilgiler verilmiştir.
1.2. Araştırmanın Önemi
Bankacılık sektöründe yaşanan kriz, piyasalarda bir ya da birkaç bankanın
iflası tehlikesine yol açan, bu durumunda tüm sektöre yayılarak ödemeler sistemini
olumsuz etkilemesi, hatta işleyişini durdurması nedeniyle, piyasaların işleyişinde
sorunlar meydana gelmesi şeklinde tanımlanabilir. Bu krizlerin nedenleri; en başta
istikrarsız makroekonomik yapı, bankacılık sektöründe etkin denetim ve gözetim
yapılamaması, yasal düzenlemelerin yetersiz olması, ödemeler sistemi gibi mali
altyapı unsurlarının güvenilir olmaması ve risk yönetimi için gerekli kredi
kültürünün oluşmamasıdır .
Gelişmekte olan ülkelerde bankalar, finansal sisteme hakimdir. Finansal
krizin yaşandığı bir ülkede, bankacılığın bu krizden etkilenmemesi için sistemin
oldukça güçlü olması gerekmektedir. Bankacılık sektörünü etkileyen finansal krizler,
bankaların etkinlik ve verimlilikten uzak çalışmasına yol açmakla kalmaz, kurumsal
yapıda da bozulmalara neden olur. Bankacılık krizlerinin yayılma etkisinin, diğer
sektörleri etkilemesi sonucunda, sorun makroekonomik istikrarı etkileyecek hale
gelir. Bu bağlamda krizin maliyeti, bankacılık sektörünün iyileştirilmesinin bütçeye
yükü ve onun ulusal gelirdeki payı ile sınırlı kalmayıp, reel anlamda daha büyük
boyutlara ulaşır.
2
Bankacılık sektöründeki krizler birçok nedenle açıklanabilir. Bu nedenlerin
bir kısmı bankacılık sektörünün yapısı ile ilgiliyken asıl neden, ekonomideki temel
göstergelerin istikrarsızlık göstermesinden kaynaklanmaktadır. Bu göstergelerden
biri olan döviz kurları ekonomileri ve ekonominin can damarı olan bankaları
yakından etkilemektedir . Çoğu bankacılık krizlerin nedeni döviz kurlarının anlık
değişimidir. Bu yüzden bankalar kur riskini çok iyi yönetip ,zararlarını minimize
etmeye hatta bu değişmelerden kar elde etmeye çalışırlar.
Bu araştırma da bu kadar önemli olan
kur riskinin Türk bankacılık
sektöründe nasıl yönetildiği sorusuna cevap aranmaya çalışılmıştır.
3
2. BANKA KAVRAMI , TARİHSEL GELİŞİMİ Ve BANKACILIK
RİSKLERİ
Bu bölümde banka kavramı ve bankacılığın tarihsel gelişimi, risk ve
bankacılık riskleri hakkında bilgiler verilmiştir.
2.1. Banka Kavramı
Hemen
tüm ülke dillerinde
küçük değişikliklerle ifade edilen banka
sözcüğünün, İtalyanca ‘ banco’ aslından geldiği ve daha sonra sözcüğün ‘banca
olarak kullanıldığı sanılmaktadır.
İlk bankerlerden olan lombardiyalı Yahudiler, bankacılık işlemlerini pazar
yerlerine koydukları birer masa (banko) üzerinde yaparlardı.
Böyle bir
banker,taahhütlerini yerine getirmeyerek iflas ettiği zamanda halk, bankerin üzerine
saldırarak , masasını kırardı. Bundan dolayı, Latince kökenli bankrupt ve
banquerovtier sözcükleri ile belirtilen müflis sözcüğü de ‘banca’ aslından gelindiği
sanılmaktadır ( Öçal,Çolak ,1999,s.12).
Bankalar , gerçek ve tüzel kişilerin belli bir zaman içinde belli bir zaman
için harcamadıkları paraları toplayarak, bunları kredi ve plasman yoluyla
değerlendirmeye çalışan işletmelerdir. Yani fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olan
gerçek ve tüzel kişileri bir araya getiren işletmelerdir.Ancak burada buluşma yüz
yüze olmamaktadır , banka aracılığıyla fon aktarımı sağlanmaktadır ve riskin
bütününü banka üstlenmektedir. İşte bu yüzden bankalar fon ihtiyacı olanlar arasında
çok iyi bir eleme yapmak zorundadırlar.
2.2. Bankacılığın Tarihsel Gelişimi
Bankacılığın tarihsel gelişimini dünyada ve Türkiye’deki tarihsel gelişimi
olarak iki bölümde ele alabiliriz.
4
2.2.1. Bankacılığın Dünyadaki Tarihsel Gelişimi
Tarihte ilk bankacılık hizmetlerinin eski Sümer ve Babil’e kadar uzandığı
bilinmektedir.
Sümerlerde M.Ö. 3500 yılında kurulan maket bilinen ilk banka
kuruluşudur. Maket’in rahipleri ilk borç verenlerdi. Maketler, harman zamanı
ödenmek üzere tohum v.b. gibi hammadde ve teçhizat alımı için çiftçilere ilk
dönemlerde fiziki daha sonraları parasal kredi açtıkları, kazılar sonucu saptanmıştır.
Aynı zamanda ünlü Hammurabi kanunlarında maketlerin ödünç işlerini nasıl
yöneteceği, borcun vadesinde nasıl tahsil olunacağı, borçlunun hangi mallarının ne
yolla borcun tasfiyesinde kullanılacağı yazılmıştır. Ödünç işleri sırasında faiz
tahsiline de izin verilmekteydi. Bu faizin oranı, tahıl ya da hurma ihracatında ana
sermayenin üçte biri, nakit para ihracatında beşte biri olarak saptanmıştır. Yapılan
ödünce karşılık her türlü taşınır mal rehnine, gayrimenkul ve özellikle tarla ipoteğine,
hatta saygın kişilerin kefaletine yer verilmiştir (Parasız ,2000,s.107). Günümüzle
kıyaslayacak olursak durum benzer şeklini korumaktadır, bir krediye karşılık alınan
menkul , gayri menkul rehni ya da geliri uygun bulunan kişilerin kefilliği kabul
edilmektedir.
Daha sonraları maketlerin tekelinde bulunan bankacılık hizmetleri ticaretle
uğraşan bazı zenginlerin eline geçmiştir. Daha sonraki süreçte ise;
- Eski Mısır, eski Yunan ve Roma’da banka işlemleriyle uğraşan kurumlar
olduğu bilinmekteydi,
- Trapezitai adıyla özel bankerler çıkmıştır,
- 1453’te İstanbul’un fethi ve Rönasans hareketiyle yeni kıtaların keşfi,
ticaretin okyanuslara kadar uzaması Roma Hukuku’nun doğmasını yol açmış ve faiz
yasallaşmıştır.
- 1609’da Amsterdam Bankası kuruldu, banka sabit nitelik ve değerde
hesap parası olarak banka florinini oluşturdu. Aynı şekilde Hamburg Bankası banka
markını oluşturdu.
5
- 1637’de Venedik Bankası kurulmuş ve bu banka çek ve banknot
kullanımına yol açan Contadi di Banka sistemini geliştirmiştir.
- 1640’da İngiltere’de kralın, tüccarların Londra kulesinde saklanan
külçelerine el koyması, tüccarların devlete olan güvenini sarsmış ve tüccarlar
altınlarını goldsmith denilen tüccarlara vermeye başlamış bunun karşılığında
şehadetname almışlardır.Ellerinde bulunan altınların atıl durumda olduğunu gören
Goldsmithler , borç isteyenlere goldsmith notes denilen kendi senetlerini vermeye
başlamışlardır. Zamanla bu senetlerin piyasada alışverişlerde kullanılmasıyla ilk
banknot sistemi oluşmuştur. Bu dönemde Fransa ile yapılan savaş nedeniyle İngiltere
para sıkıntısı içine düşünce bir devlet bankası kurulması ve onun aracılığıyla
piyasada paranın dolaşması fikrini doğurdu.
- Bunun üzerine ilk merkez bankası olan İngiltere Bankası kuruldu. Benzer
şekilde Fransa’da Fransız Emisyon Bankası kuruldu (Parasız,2000,s.108)
Çift yönlü muhasebe yönteminin gelişmesi, kıymetli senetlerin bulunması,
banknotların genel bir ödeme aracı niteliğini kazanması , sanayi devrimiyle birlikte
krediye olan gereksinimi artması, modern bankacığın gelişmesine önemli katkılar
sağlamıştır (Parasız, 2000,s.108).
2.2.2. Bankacılığın Türkiye’deki Gelişimi
Ülkemizde, özellikle batı ülkelerindeki gibi, banka dışı finansal aracıların
gelişmiş
olmaması
nedeniyle
bankalar
finansal
sistemin
yapıtaşını
oluşturmaktadırlar, bu yüzden fon ihtiyacı olanlarla fon fazlası olanları karşı karşıya
getirmesi açısından bankalara çok büyük işler düşmektedir.
2.2.2.1. Cumhuriyet Öncesi Dönem
Tanzimat’a kadar geçen dönemlerde ülkemizde bankacılığa ait izlere
rastlanmamaktadır. Bunda Türkler’in özellikle askerlik ve yöneticilik gibi işlerle
uğraşmaları , ticaret, sarraflık ve faizcilik gibi meslekleri Türk ve Müslüman
olmayan kimselere bırakmalarının önemi büyüktür. Kaldı ki, ülkemizde bankacılığın
gelişmemesinin asıl önemli nedeni , Osmanlı Ekonomisi’nin Batı Avrupa’da
6
gerçekleştirilen sanayi devrimine ayak uyduramaması ve yakın zamanlara kadar
esnaf ve zanaatkarlara dayanan kapalı bir ekonomik düzen içersinde kalmasıdır.
Bununla birlikte, Osmanlı devrinde kısmen de olsa bankacılık işlemlerine benzer bir
çalışma içinde bulunan ve kendilerine sarraf ve galata bankerleri adı verilen bazı
kişiler mevcuttur. Onlar Osmanlı Hazinesinin para bakımından sıkıntıya düşmesi
oranında etkinlik ve saygınlık kazanmışlardır (Parasız,2000,s.109). Bana göre
toplumun büyük bir kısmı Müslüman olduğu ve İslamiyet’in faizi haram kılmasından
dolayı insanların büyük bir kısmı faizden uzak kalmışlar ve bu da bankacılık
faaliyetlerine olan talebi azalttığı için bankacılık sisteminin gelişme süreci çok zayıf
kalmıştır.
Cumhuriyet öncesi Türkiye’de bankacılık ;
- 1847 ‘de hükümetin yardımıyla, J. Alleon ve Thedor Baltazzi tarafından
İstanbul Bankası adıyla kurulmuştur. (1852 yılında kapanmıştır )
- Cumhuriyetten önce piyasada faaliyet gösteren bankalar daha çok yabancı
sermaye tarafından ya da yabancı iştirakiyle kurulmuştur.
-Merkezleri dış ülkelerde bulunan birçok banka faaliyet göstermişlerdir.
-1868 Bank-ı Osman-i Şahane kurulmuştur. (Osmanlı Bankası)
-1863 yılında, çiftçilerin oluşturduğu kaynakla, Mithat Paşa öncülüğünde,
devlet eliyle ve devlet himayesinde kurulan ve adına "Memleket Sandıkları" denilen
organizasyon Milli Bankacılığın ilk örneği olarak tarihe geçmiştir.
- Mithat Paşa 1863 yılında Pirot Kasabası'nda kurduğu ilk Memleket
Sandığını oluştururken Türk gelenekleri arasında zaten varolan ve karşılıklı
yardımlaşma esasına dayanan imece geleneğinden esinlenmiştir.
-
1867 yılında "Memleket Sandıkları Nizamnamesi" nin yürürlüğe
girmesiyle Osmanlı Devleti'nin her yanında Sandıklar faaliyete başlamış ve uzun
yıllar başarıyla hizmet vermiştir.
7
-
Ancak izleyen yıllarda sandıkların işleyişinde gözlenen bozulmalar
Memleket Sandıkları'nın etkinliklerini azaltmıştır. Sandıkları merkezi yönetime
bağlayarak olumsuzlukları giderebileceğini düşünen hükümet, 1883'te aynı amaçlar
doğrultusunda "Menafi Sandıkları"nı kurmuştur. Menafi Sandıklarına geçilmesiyle,
idare yeniden düzenlenmiş, kayıt ve muhasebe işleri çağdaş ve ilmi esaslara uygun
olarak yürütülmeye başlanmış ve merkezi hükümetin doğrudan denetimine tabi
tutulmuştur.
-15 Ağustos 1888'de Menafi Sandıkları'nın yerine işlevlerini üstlenecek
modern finans kuruluşu olarak Ziraat Bankası resmen kurulmuş, o tarihte faaliyette
bulunan Menafi Sandıkları da Banka şubelerine dönüştürülerek faaliyete başlamıştır.
O güne kadar Menafi Sandıklarının mali kaynağını oluşturan menafi hisseleri
Bankaya devredilmiş ve bundan sonraki hisseler de Bankanın sermayesine tahsis
edilmiştir. Bu adımla birlikte, teşkilatlı tarımsal kredi tarihimizde yeni bir dönem
başlamıştır (www.ziraatbank.com.tr).
Cumhuriyet öncesinde 1911-1923 tarihleri arasında milli sermaye ile 21
banka kurulmuş ancak bunlar sektördeki yabancı bankaların kredi piyasasına egemen
olmaları karşısında faaliyetlerini sürdürmekte zorlanmışlardır. Bu bankalardan iflas
ve tasfiyeler sonucu ancak 18’i Cumhuriyet dönemine geçebilmiştir.
2.2.2.2. Cumhuriyet Sonrası Dönem
Ülkemiz, Cumhuriyetin ilanından sonra ekonomik kalkınmaya önem
vermiş, sınai ve ticari hayatı canlandırmak amacıyla milli bankacılığı geliştirmeye
başlamıştır. Bu bağlamda devlet teşvikiyle Türkiye İş Bankası (1924) ve Türkiye
Sanayi ve Maadin Bankası (1925) gibi bankalar kurulmuştur.
1929-1930 dünya ekonomik bunalımının bankacılık üzerindeki olumsuz
etkileri nedeniyle bir çok banka faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır.
Ülkemizdeki banka sayısı 1932 yılında 60 iken 1945’te 40 düşmüş, şube sayısı da
483’den 411’e inmiştir. Türkiye’de bu bunalımın ardından devletçilik ilkesini
benimsemiş; Sümerbank, Etibank, T. Halk Bankası gibi büyük devlet bankaları
kurulmuştur.
8
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1945-1959 yılları arasında iktisadi
devletçiliğin yerini özel sektörün desteklenmesi ve ekonomik kalkınmanın
hızlandırılması almıştır. Bu durum bankacılık sektörüne de yansımış, özel sektör
bankacılığı bu dönemde oldukça gelişmiştir.
1960’lı yılların başları bir çok bankanın faaliyetine son verdiği önemli bir
dönem olmuştur. 1960-1964 yılları arasında 15 banka faaliyetlerine son vermiş ve bu
bankalar tasfiye edilmiştir. 1960’ta T.C. Merkez Bankası nezdinde bir bankalar
Tasfiye Fonu oluşturulmuş,bu fon 1983 yılında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na
devredilmiştir.
1970’li yılların sonlarında çıkarılan “Ödünç Para İşleri Kanunu”nca
bankaların kredi faiz oranları üzerene getirilen kısıtlamalar bankaları “banker” adı
verilen ve piyasa faizi üzerinden çalışan kurumlarla işbirliğine girmeye itmiştir. Bu
durum 1982 yılına gelindiğinde Türk ekonomisinde önemli bir krize neden olmuştur.
Türk bankacılık sistemini dönemsel olarak incelediğimizde 1980’lere kadar mali
sistemi bir bütün olarak etkileyen ciddi bir krizin oluşmadığı, bunun yerine çeşitli
ekonomik sebeplerle tek tek bankaların faaliyetlerini durdurduğu ve tasfiye edildiği
görülmektedir.
Bankacılık sektörü 24 Ocak 1980 kararları ile Cumhuriyet kurulduğundan
beri karşılaşmadığı rekabet kavramıyla ile karşılaşmıştır. Finansal serbestleştirme
yolunda alınan ilk kararlar 1981 tarihinde önce banka faizlerinin sonra ise tüm
faizlerin serbest bırakılması ile ilgili olmuştur. 70 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname (KHK) ile bankacılık sektörüne giriş kolaylaştığı gibi sektör açısından da
yeni bir araç ile de atıl kaynakların ve kayıt dışı ekonomideki paranın bir kısmının
sektöre çekilmesi amaçlanmıştır. Bu yapılanmanın oluşumunda en önemli etken
büyük ölçüde banka sayısının artması, bankaların aktif büyüklüğünün yükselmesi ve
faiz oranlarının piyasada belirlenmesidir. 1980’lerden sonra mali sistemdeki
liberalizasyon ve ekonomik büyümenin hızlanmasıyla finansal sistemin genişlediği,
aracı kurumların faaliyetlerinin arttığı ve en önemlisi globalleşmenin etkisiyle
bankacılık sisteminde kriz olgusunun mali sistemi tehdit eden bir unsur olarak ortaya
çıktığı gözlenmektedir.
9
Sisteme girişin serbestleşmesi bankacılık sektöründe rekabeti artırmakta,
sektördeki payın aynı kalmasına rağmen banka başına düşen payı azaltmaktadır.
Bankerler, bankaların yaptığı gibi fon fazlası olanlarla fon talep eden arasında
aracılık etmekten çok bankalarla fon piyasaları arasında aracılık işlemleri
gerçekleştirmiştir. Bankerlik kuruluşları arasındaki faiz savaşı bir süre sonra Ponzi
Finansmanı ( borç alınan paranın faizini ödemek için daha yüksek faiz ile
borçlanmak) biçimine kayması kaçınılmaz olmuş ve bu da sistemin çöküşüne yol
açmıştır. 1982 yılında bu olay “Bankerler Krizi” olarak adlandırılmıştır. Serbest faiz
politikasının ve banker iflaslarının bireysel bankaların uygulamaları ile yönetim
tarzlarının birleşmesinin bir sonucu olarak çok sayıda bankanın mali bünyesinde zaaf
yaşanmıştır.
1989 yılında yürürlüğe giren kararlar ile Türk lirasına konvertibilite yolu
açılmıştır. Sektörün uluslararası piyasalara açılması ve özellikle uluslararası
piyasalardan kaynak edinmesinin serbestleşmesi gündeme gelmiştir. Para piyasaları
ve döviz piyasaları kurulmuş ve yatırımcılar Türk lirasından çıkıp dövize yönelmeye
başlamıştır.
Ancak
Hazine
ve
TCMB
bu
yeni
oluşumu
tamamlayacak
düzenlemelerde yetersiz kalmışlardır. Hazırlıksız yakalanan bankacılık sektörü de
düzenlemeye uygun bir aktif-pasif yönetimi gösterememiş, bankalar likidite
yönetiminin temel ilkelerini göz ardı eden bir şekilde yabancı para cinsinden
kaynaklara yönelmişlerdir (www.baskent.edu.tr/~gurayk/finpazpazartesi18).
Günümüzde ise 3 tane kamusal sermayeli banka , 14 tane özel sermayeli
banka, 8 tane Türkiye’de kurulmuş yabancı sermayeli banka, 7 adet Türkiye’de şube
açan yabancı banka, 3 adet kamusal sermayeli kalkınma ve yatırım bankası , 8 adet
özel sermayeli kalkınma ve yatırım bankası ve 2 adette yabancı sermayeli kalkınma
ve yatırım bankası olmak üzere toplam 45 adet banka bulunmaktadır. Sonuç olarak
baktığımızda yabancı sermayeli banka sayılarında bir artış olduğu gözlenmektedir.
10
2.3. Risk ve Bankacılık Riskleri
Bankalar açısından risk yönetimini inceleyebilmek için önce risk
kavramının tanımı üzerinde durularak bankacılık riskleri incelenecektir.
2.3.1. Risk
İnsanoğlu, geleceği görme yetisine sahip değildir. Yaşadığı hayatta tek karar
alıcı ve hayatı üzerinde mutlak insiyatif sahibi de değildir. Kendisinin dışında gelişen
doğa olayları, az veya çok ilişkide bulunduğu yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan,
bunların arzu ve istekleri ile bunlara uygun kararları söz konusudur. İnsan, sınırlı
bilgisiyle çoğu zaman kullandığı eşyanın tabiatına dahi hakim olamamakta, örneğin
inşa ettiği evlerde yangınlar çıkmakta, kurduğu trafik düzeninde kazalar olmaktadır.
Bunlarla birlikte başka sakındığı ve istemediği diğer sonuçlar da, hiç ummadığı anda
karşısına çıkabilmektedir. Aslında bütün bunlar, insanın yaşadığı hayat içerisinde
belirsizlikle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
Risk, kelime anlamı ile “bir zarara, bir kayba, bir tehlikeye yol açabilecek
bir olayın ortaya çıkma olasılığı; tehlike” anlamlarına gelmektedir (Büyük Lauresse ,
s.9843) . Kelime anlamından da anlaşıldığı üzere bir zararın henüz doğmamış olması
ve doğma tehlikesini de içinde barındırması gerekmektedir.
Risk, değişen ekonomik çevrede, döviz kuru, faiz haddi ve fiyatlarda
görülen dalgalanmaların yarattığı belirsizlikler nedeniyle, firmaların ve mali
kuruluşların aktif veya pasif değerlerinin değişmesinden kaynaklanan mali kayıp
olasılığı olarak ifade edilebilir (Aksel ,1995, s.11).
Risk yönetimi ise , ekonomik çevrede oluşan dalgalanmalar sonucunda
ortaya çıkan belirsizliklerden dolayı işletmelerin varlıklarında meydana gelecek
olumsuz değişmeleri önlemek amacıyla alınan tedbirler olarak tanımlayabiliriz.
Risk yönetimi dört adımda belirlenir.Bu aynı zamanda risk yönetim
süresinin fonksiyonları olarak da nitelenebilir (Kaval, 2000 , s.24 ).
Birinci Adım: Risklerin Belirlenmesi
11
Bankanın,
işletmesine özgü risk tiplerini ne olduğunu ,bunların
birbirlerinden farklarını ve bunlara ilişkin uygulanan politikaları tespit aşamasıdır.
İkinci Adım:Risklerin Ölçülmesi , Sayısallaştırılması
1.aşamada tespit edilen risk tiplerini nasıl ölçülebileceğinin belirlenmesi
veya sayısallaştırılmasıdır.
Üçüncü Adım:Risk Yönetimi Kararlarının Uygulanması
Ölçülen ve somut şekle getirilen risk türlerinden kaçınıcı ve bunlara karşı
koruyucu politikaların uygulanmasıdır.
Dördüncü Adım:Risk Yönetim Politikasının Sonuçlarının Kontrolü
Alınan politik karar ve önlem uygulamalarının başarısını tespit ve devamlı
bir süreç içersinde uygulanan politikaların gözlenmesidir. Bir bütün içinde ele
alınırsa risk yönetim politikaları bu aşamalardan geçer. Risk yönetimi dendiği zaman
tüm bu aşamaları içerir.
2.3.2. Risk Yönetimi Tekniklerini Ortaya Çıkaran Faktörler
Risk yönetimi tekniklerini ortaya çıkaran faktörler ; uluslararası piyasaların
küreselleşmesi, uluslararası piyasalardaki oynaklık,
ortaya
çıkması,
finansal
risklerde
artış
ve
yeni yatırım alternatiflerinin
dünya
enflasyonudur
diye
gruplandırabiliriz.
2.3.2.1 Uluslararası Piyasaların Küreselleşmesi
Son 10-20 yıllık dönemde yaşanan en önemli değişim uluslararası
piyasaların küreselleşmesidir. Bütün dünyadaki piyasalar, sermayenin serbest
dolaşımındaki engelleri aşamalı olarak ortadan kaldırarak daha geniş bir piyasa
şekline dönüşmüşlerdir. Bu, dünyanın bir bölgesinde ortaya çıkan sorunların başka
bir bölgedeki piyasalara ve yatırımcılara hemen yansıması gibi bir olguyu da
beraberinde getirmiştir.
12
Piyasaların ne kadar yoğun etkileşim halinde olduklarının ifadesi açısından
Asya Krizi literatürde oldukça önemli bir yere sahiptir. Asya Krizi’nin
başlangıcı,1997 Temmuz ayında Tayland Bahtının %40 oranında devalüe edilmesi
olarak kabul edilmektedir. Domino etkisi ile Malezya, Endonezya ve Filipinler
etkilenmiş, Malezya ve Endonezya paraları da değer kaybetmiştir. Singapur ve Hong
Kong’u da sarsan kriz son olarak özel sektörün aşırı borçlanmasının da etkisiyle
Güney Kore’yi e içine alarak tüm Asya Pasifik ve dolayısıyla dünya ekonomisini
tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Asya Krizi’nin etkisinin çok ciddi boyutlara
ulaşmasında; bankacılık sektörünün sermaye yetersizliğinin rol oynaması dikkatleri
bankacılık sektörüne yöneltmiştir
2.3.2.2. Uluslararası Piyasalardaki Oynaklık
1980 ve 1990’lı yıllarda tanık olunan geçiş döneminde karşılaşılan
farklılaşımların bir diğeri,uluslararası piyasaların giderek daha da oynak olmasıdır.
Piyasa fiyatlarının ve rasyoların inişli çıkışlı bir seyir izlemesi anlamına gelen
piyasalardaki oynaklık, finansal riskin ana kaynaklarından biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Piyasadaki oynaklık arttığında piyasa katılımcıları da büyük bir
belirsizlik ve buna bağlı risklerle karşı karşıya kalmışlardır.
2.3.2.3. Yeni Yatırım Alternatiflerinin Ortaya Çıkması
Aynı dönem içerisinde yaşanan bir başka değişiklik ise, uluslararası
piyasalardaki şartların değişmesi sonucunda karmaşık yapılı yeni yatırım
alternatiflerinin ortaya çıkmasıdır. Söz konusu yatırım alternatiflerinden doğan
riskleri bertaraf etmek için geliştirilen türev enstrümanlar, finansal piyasalarda riski
azaltmak için daha yaygın olarak kullanılmakla birlikte söz konusu enstrümanlardan
kaynaklanan risklerde kullanımlarla birlikte artmaya başlamıştır.
2.3.2.4. Finansal Risklerde Artış
Bütün bunların yanında, son 10-20 yıllık dönemde yaşanan kredi arzı artışı,
finansal risklerin de hızla artmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kredi arzı artışı ve
finansal risklerin realize olması, önemli kayıplara neden olmuştur.
13
Bahsi geçen dönemde , finansal risklerdeki artışın bir diğer sebebinin de
uluslararası rekabet artışı olduğu açıkça görülmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin bankacılık sektörlerinin aynı alanda rekabet etmeye başlaması ve büyük
ölçekli bankaların bankacılık sektörü dışındaki finansal kurumlarla da yoğun
rekabete girişmeleri özelikle kredi riskinin daha karmaşık hale gelmesine sebep
olmuştur.
2.3.2.5. Dünya Enflasyonu
1970’lerden sonra ortaya çıkan fiyat artışları tüm dünyayı etkilemiş, daha
önce görülmemiş bir hızla artmıştır ( Çelikoğlu, 1994, s.13). Fiyat artışları ve faiz
hadlerindeki değişmeye piyasalar şaşırtıcı bir şekilde cevap vererek, son yirmi yıl
içinde birçok mali enstrümanların ve risk yönetimini ortaya çıkmasına neden
olmuşlardır.
2.3.3. Bankacılık Risklerinin Sınıflandırılması
1974 yılında kurulan, halen ABD, Almanya, Japonya, Fransa, İngiltere,
İtalya, Kanada, Hollanda, Belçika, İsveç, İsviçre ve Lüksemburg’un üye oldukları
Basel Komitesi (BIS), Haziran 1999 önerisi ve takip eden kararları ile devam eden
Basel-2 sürecinde temel olarak üç tür riski esas almıştır:
a-Piyasa riski,
b-Kredi riski,
c-Operasyonel riskler.
Burada yapılacak sınıflamada da, bu üç risk türü esas alınacak, ancak söz
konusu risklerin açıklayamadığı bazı durumlar da ayrı olarak kategorize edilecektir.
Esasen anlatılacak risk türlerinin arasında yüksek korelasyonlar bulunduğu ve bir
çoğunun diğerleriyle nedensellik ilişkileri bulunduğu söylenebilir; ancak risk
kalemlerinin bazı karakteristik özellikleri ve riskin gerçekleşmesinde etkili olan
farklı öğeler, bunların daha iyi anlaşılması bakımından her birinin ayrı olarak
gösterilmesi zorunluluğunu doğurmuştur.
14
Piyasa ile ilgili riskleri likidite riski, faiz oranı riski ve döviz kuru riski
olarak üç kalemde toplamak mümkündür.
Piyasa riskleri içerisinde yer almayıp, kredi riski ve operasyonel risk ile de
açıklanamayacak, kamu otoritesinin ve kanun yapıcıların yaptıkları düzenlemeler ve
mali piyasalar üzerindeki insiyatiflerinden doğan riskleri de, politik risk ve yasal
düzenleme riski olarak bir arada göstermek doğru olacaktır.
Diğer taraftan, son yıllarda ülkemizde sıkça yaşanmış ve özellikle banka
sahiplerinden kaynaklanan ahlaki riskleri de, suistimal riski içerisinde göstermek
gerekir.
Bankaların akreditif ve banka garantileri gibi geleneksel gayri nakdi
taahhütleri ile, son yıllarda gelişen ve bu çalışmanın da konusu içerisinde yer alan
türev araçların etkisiyle oluşan bilanço dışı işlemler riski de, önemli bir diğer risk
kalemi olarak kendini göstermektedir.
Bütün
bu
anlatılanlar
sonucunda
bankacılık
riskleri
şu
şekilde
sınıflandırılabilir:
2.3.3.1. Piyasa Riskleri
Piyasa riskleri, piyasa fiyatı veya piyasa oranındaki bir değişikliğin banka
bilançolarındaki varlık veya kaynak kalemlerinin piyasa değerleri üzerinde yol
açabileceği olumsuz etkiler ve bunların olası büyüklükleri ile ilgilidir.
Piyasada oluşan fiyat veya oranın gelecekteki değerleriyle ilgili beklentiler,
banka bilançolarındaki varlık ve kaynak kompozisyonu kararlarının verilmesinde
önemli rol oynamaktadır. Söz konusu fiyat veya oranlar doğal olarak arz ve talep
miktarlarına göre, piyasanın kendi dinamikleri içerisinde oluşacaktır. Gelecekte
oluşacak fiyata ilişkin beklentiler ise
ters seçim yapma olasılığını ortaya
çıkarmaktadır. Beklentilere göre tasarlanmış varlık ve kaynak kompozisyonu, ters
seçim, yani beklentilerin aksinin gerçekleşmesi durumunda karla değil, zararla
sonuçlanmaktadır. İşte piyasada gelecekte oluşacak fiyat veya oranın, beklentilerin
aksi yönde oluşması durumunda karşılaşılacak zararın olası büyüklüğü, bankanın
15
maruz kalacağı piyasa riskinin büyüklüğünü göstermektedir. Finansal piyasalarda
pek çok oran ve fiyat söz konusudur. Örneğin ,piyasa faiz oranları denildiğinde,
ülkemizde kamu finansmanına ayrılan fonların göreli büyüklüğünden dolayı,
Hazinenin referans bono ihalelerinde oluşan faiz oranı anlaşılmaktadır.
Merkez Bankası faiz oranları ise, Merkez Bankası’nın pratikte daha çok
Açık Piyasa İşlemleri (APİ) yoluyla gerçekleştirdiği borç alma ve borç verme
işlemlerine konu olan faiz oranlarıdır. Ülkemizde son yıllarda yaşanan konjonktür
içerisinde, piyasa faiz oranları, Merkez Bankası faiz oranının birkaç puan
yukarısında seyretmekte ve düşen enflasyonla ilgili beklentiler çerçevesinde aradaki
marj daralmaya başladığında, piyasalar Merkez Bankası’nı faiz indirimine
zorlamaktadır.
Bankaların mevduat ve kredi faiz oranlarıyla, uygulamada özellikle yüksek
miktarlardaki kamu tevdiatı ile kısa vadeli özel sektör fonlarını ilgilendiren repo
işlemlerine ilişkin faiz oranları, yukarıda anlatılan faiz oranları ve piyasayla ilgili
beklentilere uyumlu olarak, bankalar tarafından serbestçe belirlenmektedir.
Bankaların söz konusu faiz oranlarını belirlemede dikkate aldıkları diğer bir husus
ise, kaynak maliyetlerinin içerisinde yer alan ve Merkez Bankası nezdinde
bulundurmak zorunda oldukları mevduat munzam karşılığı ile kendi kasalarında
bulundurmak zorunda oldukları disponibil değerlerdir.
Diğer taraftan piyasada bulunan likidite miktarı ise, piyasa faizlerinin
düşüklüğü veya yüksekliği, kamu finansman programına göre hazine ihalesi veya
itfasının olması, döviz kurlarının seyri, merkez bankasının, kendi para politikası
dahilinde gerçekleştirdiği açık piyasa işlemleri ve yine piyasaların geleceğe ilişkin
beklentileri dahilinde gerçekleşmektedir.
Yukarıda değinildiği üzere, finansal piyasalarda bir çok değişik kurumun
işlemlerine konu olan ve birbiriyle bağlantılı piyasa dinamiklerinin belirlediği fiyat
ve oranlar mevcuttur. Söz konusu fiyat ve oranlardaki değişikliğin bankalara olan
etkileri ve yükledikleri risk türleri ise aşağıda anlatılacaktır.
16
2.3.3.1.1. Likidite Riski
Bir işletmenin finans yönetiminin ilgilendiği hiç kuşkusuz en önemli
konulardan biri, para ve para benzerlerinden oluşan likit varlıklarının, varlık toplamı
içerisinde nasıl bir ağırlığa sahip olacağı ve bunları nasıl yöneteceğidir.
Firma yatırım veya kaynak kullanım kararı verirken, “yatırılan her liranın
alternatif maliyeti (fırsat maliyeti) olduğunu göz önünde tutarak, firmanın piyasa
değerini en yüksek düzeye çıkaracak şekilde, karlılıkla üstlenilen riski bağdaştırmayı
amaçlamaktadır’’ (Akgüç,1998, s.11).
Firmanın borçlarını zamanında ve tam olarak ödeyebilmesi, üstlenilen
risklerden biridir. Bu amaçla işletme içerisinde gereğinden fazla likit varlık
bulundurmak ise bu varlıkların olası getirilerinden vazgeçmeyi gerektireceğinden,
alternatif maliyeti olan bir durumdur.
Bir işletmede, para giriş ve çıkışları eş anlı olsa ve kesin doğrulukla tahmin
edilebilseydi, firmaların para mevcudu bulundurmalarına gerek kalmaz, para
yönetimi gibi bir sorunları olmazdı. Ancak ,ekonomik yaşamda genellikle böyle bir
durum söz konusu olmadığından, para mevcudu ve yönetimine ilişkin çeşitli
kararların alınması söz konusu olacaktır (Akgüç,1998, s.229).
Bu kararların ise alternatif maliyetlerle riskleri bağdaştıran bir özelliğe sahip
olması beklenecektir.
Bankalar açısından bakıldığında ise, bankaların ticaretine konu olan şey
paradır. Yani bankanın vereceği en önemli yatırım kararı, kaynaklarıyla finanse ettiği
varlıklarının vade yapıları ile ilgilidir. Bununla birlikte taahhütlerini azaltacak
işlemleri için hazır olarak nakit para ya da likit varlıklar bulundurması
gerekmektedir. Ancak bu varlıklar tercih edildiğinde, dönemsel getirisi daha yüksek
olan bir takım likit olmayan varlıklardan vazgeçilmiş olacaktır. Bu seçim, her işletme
için olduğu gibi bankalar için de alternatif maliyeti olan bir durumdur. Diğer taraftan
yüksek kar elde etmek amacıyla bilanço kompozisyonu içerisinde uzun vadeli ya da
likit olmayan varlıkların tercih edilmesi de, bankaları mevduat çekilişleri anında zor
17
durumda bırakacaktır.
Bu durum ise likidite riskinin en önemli sebebini
oluşturmaktadır.
Genel olarak ticari bir bankanın bilançosu vade yapısına göre incelendiğinde,
iki önemli özellik göze çarpmaktadır:
a- Bankaların borçları ve yükümlülükleri genellikle vadesiz veya kısa
vadelidir. Bankaların uzun vadeli yükümlülüklerini oluşturan uzun vadeli mevduatlar
da, vadesinden önce çekilmek istendiğinde, bankacılık hizmetlerinin doğası gereği bu
talep
karşılanmak
durumundadır.
Bu
durumda
banka
borçlarının
ve
yükümlülüklerinin likit olduğu söylenebilir.
b- Normal ekonomik koşullar altında banka bilançoları içerisinde en önemli
varlık kalemi, bankaların kullandırmış olduğu kredilerdir. Söz konusu krediler
genellikle uzun vadelidirler. Krediyi kullanan açısından incelendiğinde; bireysel
krediler Tüketiciyi Koruma Kanunu gereği vadesinden önce geri çağrılamazlar.
Ticari kredilerde böyle bir yasal düzenleme yoktur. Ancak ticari bir kredinin
vadesinden önce geri çağrılması, krediyi kullanan firmayı çok zor durumda
bırakacaktır. Böyle bir durumda firmanın ödeme kabiliyeti olsa bile, bankanın
itibarının büyük ölçüde zarar göreceği açıktır. Bu nedenle ticari kredilerin
vadesinden önce geri çağrılması, sadece olağanüstü ekonomik krizler vb.
durumlarda, çok ender rastlanılan bir durumdur. Bunun sonucunda, bankanın
kullandırmış
olduğu
krediyi
vadesinden
önce
paraya
çevirme
imkanı
bulunmamaktadır. Ancak son yıllarda dünyada ve ülkemizde gelişen borçlanma aracı
olarak banka kredilerin yerini alan ciro edilebilir bir enstrüman olan varlığa dayalı
menkul kıymet (vdmk) ya da menkul kıymetleştirme yapılmaktadır. Bu sayede bazı
krediler vadesinden önce tahsil edilebilmektedir.
Bu bilanço yapısı, bankaların uzun vadeli varlıklarını, kısa vadeli kaynaklarla
finanse etmesi gereğini göstermektedir. Bu ise banka kaynaklarında azalmaya yol
açacak öngörülmemiş bir mevduat çekilişi durumunda, söz konusu mevduat
çekilişini karşılayabilmek için bankanın normal maliyetlerden daha fazla bir
maliyetle fonlanması veya aktifindeki likit olmayan varlıkları piyasa değerinin
18
altında elden çıkarmasına yol açmaktadır. Bu durumda ise olağanüstü zararlarla karşı
karşıya kalmaktadır.
Likidite riskinin en önemli nedeni, aktif ile pasif arasındaki vade
uyumsuzluğu olmakla birlikte, aktif kalitesindeki bir bozulma, yani aktif
kalemlerinin seyyalliğinin ortadan kalkarak, özellikle donuk alacakların artması da,
bankaları likidite yetersizliği ile karşı karşıya bırakabilmektedir. Aslında likidite
riskinin, bankaların yüklendikleri herhangi bir risk unsurunun gerçekleşmesi
durumunda, karşı karşıya kaldıkları ikinci durum olduğu söylenebilir.
Kriz ortamında, bankalar arası para piyasasındaki bir taahhütün yerine
getirilmesinin aksatılması, ödemeler sistemini tehlikeye sokmakta ve birbirlerini
etkileyen bankaları likidite yetersizliği ile karşı karşıya bırakmaktadır.
2.3.3.1.2. Faiz Oranı Riski
Faiz riski de, likidite riski gibi bankaların varlık ve kaynak kalemlerinin
farklı vade ve likidite özelliklerine sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Bankaların varlık ve yükümlülükleri arasındaki uyumsuzluklar faiz
oranlarında beklenmedik değişmeler olduğunda, bankaların sabit faizli varlık ve
yükümlülükleri, daha düşük ya da daha yüksek faiz oranları ile iskonto etmesine yol
açmaktadır. Bu da varlık ve yükümlülüklerinin şimdiki değerlerinin değişmesine yol
açmaktadır.
“Bankaların, varlık ve yükümlülükleri arasındaki müddet (duration) ne
kadar büyükse faiz oranındaki bir değişikliğin banka sermayesi üzerindeki etkisi de o
ölçüde büyük olmaktadır’’ (Karacan,2000, s.23).
Teknik olarak faiz riski, bankaların, belirli bir bilanço yapısı oluşturmak
üzere almış oldukları kaynak ve plasman faizleri kararlarından sonra, faiz
oranlarındaki değişiklikler nedeniyle maruz kalabilecekleri gelir kaybı, özvarlığın
piyasa değeri kaybı, piyasa fiyatlarından özvarlık/aktif büyüklüğü oranı (ekonomik
özvarlık oranı) kaybı, nakit akımlarının zamanlamasında ortaya çıkabilecek olumsuz
değişiklikler, gelecekte elde edilecek net nakit girişlerinin bugünkü değerinde
19
oluşabilecek düşüşler veya bunların birinden ya da bir kaçından kaynaklanabilecek
taahhütlerini karşılayamama tehlikesidir (Şakar,2002, s.37).
Başka bir deyişle, belli bir vade yapısı ve belli bir faiz oranından yapılan
kaynak finansmanına göre hesaplanmış kaynak maliyetleri ve piyasa koşullarına göre
plasman faizleri öngörülmekte iken, piyasa faizlerinde ortaya çıkabilecek
değişiklikler nedeniyle bankanın zarara girme olasılığı, faiz riskini tanımlamaktadır.
Faiz riski genel olarak iki biçimde ortaya çıkabilir. Bunlardan ilki bankanın
pasiflerinin ortalama vadesinin, aktif vadesine kıyasla göreli kısa olmasından
kaynaklanan yeniden finansman (refinancing) riski olup, bankanın bu durumda uzun
vadeli olarak bulundurduğu varlıklarını finanse etmek için yeniden borçlanmak ya da
borçlarını uzatmak isterse karşılaşabileceği maliyet riskini ifade etmektedir. İkincisi
ise bankanın yükümlülüklerine kıyasla daha kısa vadeli varlıklar tutmasından
kaynaklanan yeniden yatırma (reinvesting) riski olup yeniden yatırılan fonların
getirisinin fonların maliyetinin altına düşmesi olasılığını ifade etmektedir
(Karacan,2000, s.23). Başka bir anlatımla banka, ya aktif duyarlı ya da pasif duyarlı
olabilir. Bankanın faize duyarlı aktiflere sahip olması demek, aktiflerin pasiflerinden
daha hızlı bir şekilde yeniden fiyatlanması demektir. Faize duyarlı pasiflerde ise,
kuşkusuz bunun tersi gerçekleşecek, pasiflerin aktiflere kıyasla daha hızlı bir şekilde
yeniden fiyatlanması gerekecektir. “Bu durum şöyle açıklanabilir ; eğer banka faiz
duyarlı aktiflere sahipse, faiz oranlarındaki bir düşüş bankanın aktiflerinin getirisine
göre fon maliyetini artırdığı için net faiz gelirini azaltacaktır. Eğer banka pasif
duyarlıysa, bu defa faiz oranlarındaki bir artış net gelirini azaltacaktır’’ ( Parasız,
2000 ,s.184) .
Bankanın varlıklarının ve yükümlülüklerinin sabit ya da değişken faizli
olması da vade uyumu kadar önemli olmaktadır. Bankalar sabit ya da değişken
faizle borç alıp verebilmektedirler. Değişken faiz oranı belirli bir merkezi baza
bağlanabilmekte yani referans olarak merkezi bir endeks ya da genel kabul görmüş
bir piyasada önceden kararlaştırılmış tarihlerde ortaya çıkan faiz oranları kabul
edilebilmektedir. Bunun sonucunda ise bankanın varlık ve yükümlülükleri sabit ve
değişken faiz oranları arasındaki uyumsuzluk gibi bazı yanlış faiz eşleştirmeleriyle
20
karşı karşıya kalabilmektedir. Banka çok miktarda sabit faiz oranlı aktiflere sahipse,
faiz oranlarının yükselmesi karşısında savunmasızdır. Tersine banka eğer aşırı sabit
faiz oranlı pasiflere sahipse, faiz oranlarının düşmesi durumunda savunmasız
kalacaktır.
Faiz oranı riskinin giderilmesi için, varlık ve yükümlülük vadelerinin
düzenlenmesi veya varlık ve yükümlülüklere ilişkin çeşitli sabit ve değişken faiz
oranlarının uyumlu hale getirilmesi, alınacak tedbirlerin başlangıç noktasını
oluşturmaktadır. Bankanın taşıdığı faiz riski temel olarak, GAP (Vade uyumsuzluğu
ve açık vade pozisyonu analizi) ve Faiz Esnekliği Analizi gibi değişik yöntemlerle
belirlenebilmektedir. Riskin giderilmesindeki yaygın uygulama, bilanço dışı türev
ürünlerin kullanılmasıdır.
2.3.3.1.3. Kur Riski
Kur riski, 1970’li yıllardan itibaren sabit kurlar sisteminin terk edilmesi ve
mali piyasalardaki globalleşmeye bağlı olarak banka bilançolarındaki değişik
yabancı para cinslerinden, farklı miktarlardaki varlık ve taahhütlerinin artması, başka
bir deyişle bankaların bilançolarında yabancı para cinsinden pozisyon tutmaları ile
önemli hale gelmiştir.
Genel olarak kur riski, ülke parasının yabancı paralar karşısında değer
yitirmesi veya bankanın döviz pozisyonunda mevcut yabancı paraların birbirleri
arasındaki değerleri (parite) arasında meydana gelen değişmeler neticesinde
uğranılacak zarar olasılığıdır (Kaval,2000, s.312).
Kur riski, literatürde ‘kambiyo riski’ olarak da adlandırılmaktadır. Aslında
kambiyo riski tanımı, kur riskini de içine alacak şekilde bankaların yabancı para
cinsinden tüm muamelelerini kapsamaktadır. Ancak, kambiyo riskinde pek çok defa
riskin ana unsurunun kur değişimleri olduğu göz önüne alındığında, kur riski ile
kambiyo riskini aynı anlamda kullanmak yanlış olmayacaktır. Kur riski ileriki
bölümlerde daha ayrıntılı anlatılacağından bu bölümde yüzeysel olarak anlatılmıştır.
21
2.3.3.1.4. Menkul Kıymet Riski
Menkul kıymet riski, bankaların menkul kıymetler şeklindeki kamu veya
özel kesim borçlanma araçlarına ya da hisse senetlerine yatırım yapmalarından
kaynaklanmaktadır.
Hisse senetlerinin fiyatları borsalarda büyük dalgalanmalar gösterdiği için
bankalar bu yatırımlardan zarar görebileceği gibi, bunları satmak istediklerinde ya
büyük zararlarla karşılaşabilirler ya da satma güçlüğü çekebilirler. Diğer yandan faiz
riskinin bir uzantısı olarak borçlanma araçlarına yapılan yatırımlardan bankaların
büyük zararlar görmeleri olasıdır (Karacan,2000, s.29).Türkiye’de zaman zaman
piyasa faizlerinin düştüğü ortamlarda hazine bonosu ve devlet tahvillerinin değer
kazanmasından faydalanmak için, kısa vadeli piyasalardan toplanan kaynaklar,
menkul kıymet portföyünün büyütülmesi için kullanılmıştır. Ancak faizlerin yukarı
doğru hareketi karşısında bu durum büyük zararlara yol açmış, ülkemizin en büyük
bankalarından birinin fona devredilmesine neden olmuştur.
2.3.3.2.Kredi Riski
Bankacılığın en temel işlevi olan kredi, aynı zamanda borçluların,
borçlarının ana parasını ve faizlerini söz verdikleri tarihlerde ödememeleri riski
sebebiyle bir bankanın en çok zararla karşılaştığı durumdur.
Kredi
riski,
bankaların
müşterilerine
nakit
olarak
kullandırdıkları
kredilerden kaynaklanabildiği gibi, müşterileri namına yüklendikleri gayrinakdi
taahhütlerden de kaynaklanabilmektedir. Teminat mektupları, dış garanti mektupları,
kredili akreditifler ya da bankanın müşterisi lehine aval vermesi, söz konusu
işlemlerin bazen tek bir müşteri bazında bile çok yüksek rakamlara ulaşmasından
dolayı büyük bir risk teşkil edebilmektedir.
Aslında bir banka, çeşitlendirilmiş bir portföye sahip olmazsa bankanın
iflası ile sonuçlanacak temerrüt riski çok yüksektir.
Bankalar maruz kalabilecekleri kredi riskini yönetmek için, daha krediyi
kullandırmadan tedbir alma yoluna giderler. Bu amaçla bankalarda, müşterilerine
22
kredi limiti tahsis etmeden önce, onun hesap durumunu, bilanço ve gelir tablosu gibi
mali tablolarını inceleyip, borç ödeme kabiliyetini belirlemek üzere Mali Tahlil ve
İstihbarat Birimleri kurulmuştur. Söz konusu birimler, kredili müşteri olmaya aday
firmaların mali durumlarını ortaya koyabilmek için bahsedilen tabloların analizlerini
yaptıkları gibi, firma sahiplerinin moralite yani ahlaki durumlarını, borç ödeme
alışkanlıklarını ve yaptıkları işle ilgili piyasalardaki itibarlarını da değerlendirirler.
Böylelikle bankanın aradığı kriterlere uymayan müşteriler elenir veya öngörülen
ödeme kabiliyetleri ile uyumlu bir limit tahsis edilir.
Diğer taraftan risk oluştuktan sonra, zararın tanzim edilebilmesi için kanuni
takip yoluna gidilir. Müşterinin taşınır ve taşınmaz mallarından oluşan kredi
teminatları satılarak veya kefillere müracaat ederek borcun tahsiline çalışılır.
İzlenebilecek diğer bir yol ise müşteri alacağının, sorunlu alacakların tahsili
konusunda uzmanlaşmış bir kuruma devridir. Alacak iskonto ettirilerek, kanuni
takibin çeşitli zorluklarından kurtulmuş ve alacağın mali tablolarda donuk olarak
görülmesinin önüne geçilmiş olur.
Bunun yanında riski alan kurum, riski yeniden yapılandırarak ucuza elde
edilmiş bir aktif haline de getirebilir (Şakar,2002, s.275).
Türev araçlar da, söz konusu riskin oluşmadan önce önlenmesinde
kullanılabilirler. Temerrüt riskinin transfer edilmesini sağlayan bir sözleşme olan
“kredi temerrüt swapları’’ aracılığıyla, belli bir risk primi ödenerek sözleşmeye konu
olan kredi işleminde, herhangi bir temerrüt durumunun gerçekleşmesi halinde kredi
alacağı tazmin edilmiş olur.
2.3.3.3. Operasyon Riski
Operasyon riskinin tanımı üzerinde bir birlik olmamakla birlikte, son
yıllarda genel kabul görmüş dolaylı ve doğrudan tanımlama türlerinden söz etmek
mümkündür.Dolaylı tanıma göre operasyon riski; ‘kredi veya piyasa riskleri altında
sınıflandırılamayan diğer tüm risklerdir’. Sade bir şekilde formüle edilen bu tanım,
başlangıçta geniş çapta kabul görmüş ve denetim otoriteleri tarafından da
23
kullanılmıştır. Fakat son yıllarda bu tanımın pratik ve teorik düzeyde tatmin edici
olmadığı ortaya çıkmıştır. Daha sonra geliştirilen tanıma göre operasyon riski; ‘
yetersiz ve başarısız içsel süreçlerden, personel ve sistemlerden ya da dışsal
olaylardan kaynaklanan , doğrudan veya dolaylı zarar riskidir’ ( Boyacıoğlu, 2002,
s.51) .
1 Kasım 2006 tarih ve 26333 sayılı BDDK yönetmeliğine göre ise; banka içi
kontrollerdeki aksamalar sonucu hata ve usulsüzlüklerin gözden kaçmasından, banka
yönetimi ve personeli tarafından zaman ve koşullara uygun hareket edilmemesinden,
banka yönetimindeki hatalardan, bilgi teknolojisi sistemlerindeki hata ve aksamalar
ile deprem, yangın, sel gibi felaketlerden kaynaklanabilecek kayıplara ya da zarara
uğrama ihtimali olarak tanımlamaktadır .
Operasyon riski, bir bankanın maliyetlerinin gelirlerini aşan bir biçimde
faaliyette bulunması ve bu nedenle özkaynaklarını yitirmesi anlamına gelmektedir
(Karacan,2000, s.27).
Burada gelirleri aşan maliyetler olağandışı operasyon maliyetleridir. Yani
bankacılık işlemlerinin operasyonu esnasında öngörülemeyen veya düzeltilemeyen
bazı yanlışlıklar, bankanın tüm benzer işlemlerinden elde ettiği karı geçecek düzeye
ulaşabilmektedir.
Aslında tüm bankacılık riskleri de, risklere karşı yeterli düzenleme ve
gözetimin yapılmadığı bankacılık sistemlerinde operasyon riski olarak sayılabilir.
Örnek verilecek olursa suistimal genel olarak kötü yönetim ve iç kontrol
sisteminin yetersizliğinin veya etkin bir şekilde korunmayan ve gözetimi yapılmayan
bir sistemin sonucu olarak ortaya çıkabilir (Karacan,2000, s.27). Bunun yanında,
özellikle dış ticaretle ilgili işlemlerin operasyonu esnasında veya
kredi
sözleşmelerinde banka lehine uygun düzenlemelerin yapılmaması halinde de
operasyon riski söz konusu olmaktadır.
Operasyon riskinin diğer bir önemli özelliği ise, en kolay tanımlanabilen
ancak, en zor ölçülebilen risk olmasıdır. Bankacılık faaliyetlerini yerine getirmek
24
için oluşturulan ve uygulanan tüm süreçlerde, çok çeşitli nedenlerle, amaçlanan
sonuçla gerçekleştirilen sonuç arasındaki farklılıklar operasyon riski sebebiyle
oluşmaktadır. Söz konusu olası sonuç bazen çalışanların, bazen müşterinin bazen de
otomasyon sistemlerinin hatalarından kaynaklanabilir (Şakar,2002, s.279).
Bankacılık işlemlerinin operasyonu esnasında yapılan hatalar, genellikle
bankaların karşılayamayacakları tutarlara ulaşmamaktadır. Ancak bankaların
otomasyon sistemlerinden kaynaklanan hatalar büyük itibar ve prestij kayıplarına
neden olabilmektedir. Büyük bankaların otomasyon sistemlerindeki arızalar
nedeniyle, müşterilerine ihtiyaç duydukları bankacılık hizmetlerini verememeleri
uzun vadede bankaya maliyetler doğurabilmektedir.
2.3.3.4. Yasal Düzenleme ve Politik Risk
Yasal risk, bankaların yetersiz ya da yanlış yasal bilgi ve döküman
nedeniyle, alacakların değer kaybederek geri dönmesi ya da yükümlülüklerin
beklenenin üzerinde gerçekleşmesi durumlarını ifade etmektedir (Bolgün,2003,
s.147). Bunun yanında öngörülemeyen yasal düzenlemeler, mevcut yasal ortama
veya beklentilere göre alınan karlılıkla ilgili kararların istenilenin dışında sonuçlar
doğurmasına yol açmaktadır. Politik risk ise hükümetlerin siyasal tercihlerle,
bankaların faaliyet gösterdikleri piyasalara müdahale etmesi ve zaman zaman rekabet
olgusunu belirli bir banka grubu veya tek bir bankaya çıkar sağlayacak şekilde
değiştirmesini ifade etmektedir.
Zaman zaman mevcut yasal düzenlemeler, bankaların karlılığını ve ayakta
kalma yeteneklerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bankaların varlıklarını ve
yükümlülüklerini etkin bir biçimde çeşitlendirmelerini önleyen düzenlemelerin
ABD’de banka iflaslarının önemli bir nedeni olduğu ileri sürülmektedir. Örneğin,
ürün konusundaki kısıtlamalar (ticari bankaların yatırım bankacılığı faaliyetlerinin
yasaklanması gibi), bankaların portföylerini çeşitlendirmelerini önleyerek, iflas
riskini artırmaktadır (Karacan,2000, s.28).
25
2.3.3.5. Bilanço Dışı İşlemler Riski
Bilanço dışı işlemler riski, genellikle bankaların müşterileri lehine verdikleri
garantiler ve bu çalışmanın da konusu türev finansal araçların doğurduğu risklerden
oluşmaktadır. Bankaların müşterileri için verdikleri garantiler, kredi riskinde
değinildiği gibi özellikle yurtiçi ve yurtdışı teminat mektupları, kredili akreditif
işlemleri ile aval ve benzeri kefaletlerden oluşmaktadır.
Bankanın dış kredi işlemleri ya da dış ticaret işlemleri için keşide edilmiş
poliçelere kabul veya aval vermesi; “günümüzde kredi vasıtası, kısa vadeli yatırım
vasıtası ya da teminat vasıtası olarak kullanılan bu senetlerin’’ (Öztan,2001, s.76)
sahip oldukları uluslararası tedavül kabiliyeti ve alacağın tahsilindeki kolaylıklar
nedeniyle, önemli bir risk kalemi haline gelebilmektedir. ‘’Kambiyo senetlerinde
tanımını bulan bir alacak hakkını kısmen veya tümden ödeneceğini senet hamiline
taahhüt eden ve senetteki borçlulardan herhangi birinin yanında yer alarak şahsi bir
teminat olan aval işlemi’’ (İpekçi,İlbudu,2000, s. 1), geçmişte kamu bankalarımızdan
birinin bilançosunun önemli ölçüde bozulmasına yol açmıştır.
Bunun yanında finansal türev enstrümanlar da, bankacılık risklerini
azaltılma konusunda sundukları yararların yanında; kredi riski, kur riski, karşı taraf
riski, likidite riski, yasal risk, fiyatlama riski gibi alt gruplara bölünebilecek risklere
yol açabilmektedir.
2.3.3.6 Suistimal Riski
Bankaların, paranın ticaretini yapmaları nedeniyle suistimal bankacılıkta
sık rastlanılan bir durumdur.
Suistimalin çok çeşitli biçimleri ve yolları vardır. Bunlar evrensel bir
biçimde tekrar tekrar denenmektedir. Çalmanın daha karlı ve daha az riskli yollarının
olduğu bankacılıkta kasalardan para yürütmek nadirdir. Suistimalin en popüler
yöntemlerinden birisi, işbirliği yapılan bazı kimselere ülkemizde olduğu gibi kredi
açmaktır (Karacan,2000, s.2). Türk bankacılık sisteminde, bankaların sorunlu hale
gelmesi ile suistimal arasındaki ilişki, son yıllarda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna
26
devir ile sonuçlanmış pek çok vaka ile kendini göstermektedir. Banka fonlarını,
sahiplerinin kendi nam ve hesaplarına kişisel menfaat sağlayacak şekilde
kullanılmaları, yaygın tabirle hortumlanmaları için en çok, evrensel bankacılık
kriterlerine göre düşük kredibiliteye sahip grup şirketlerine usulsüz kredi plasesi
yöntemi kullanılmıştır
27
3.DÖVİZ
Döviz
sözcüğü
dilimize
Fransızcaki
‘devise’
kelimesinden
gelmektedir.Uluslararası ödemelerde kullanılan ödeme araçlarının tümüne döviz
denir. Bir ulusal paranın başka bir ulusal paraya dönüştürülmesiyle yapılan işlemlere
de döviz işlemleri ya da kambiyo işlemleri denir. (Eryürek ,1987, s.2)
Bir ülke parasının dışındaki bütün paralar o ülke için dövizdir.Uluslararası
ticaret ve sermaye hareketleri kısacası globalleşme dövizi işlemlerinin var oluş
nedenlerindendir.
Bir ülkede ekonomik işlemler sonucu meydana gelen ödemeler nakit para
(banknot) ve kaydi para (çek, bono v.b…) ödeme araçları ile yapılarak
farklılaştırıldığı gibi uluslararası ödemelerde finansal akımlarda aynı paralelde nakit
para ve kaydi para şeklinde meydana gelmektedir. Bunlardan nakit olan ‘Efektif’
kaydi para olanda ‘döviz’ olarak adlandırılmaktadır.
Döviz, yabancı paralar cinsinden ve yabancı paralar cinsinden ve yabancı
ülkelerde ödenebilir kaydi para olarak tanımlanmaktadır. Yani nakit olmayan bütün
uluslararası ödemeler döviz ( foreign exchange) olarak adlandırılmaktadır.
Bankalarda banka dışı işletmeler arasında ödeme aracı olarak birinci derecede çek,
bono ve havale kullanılmaktadır. Bankalararası döviz ticareti ise genellikle yabancı
bankalardaki yabancı para cinsinden muhafaza edilen mevduatlar aracığıyla
yapılmaktadır (Apak,1995, s.18).
Ülke içinde para birimi tek olduğu ve her yerde geçerli olduğu için ödeme
aracının değişimi diye bir sorun yoktur.Oysa uluslararası ekonomik ilişkilerde, her
ülkenin kendi para birimi para banka sistemi olduğu için ödeme aracının değişimi
sorunu çıkar. Ödeme aracı olarak yabancı paraların alınıp satıldığı piyasaya döviz
piyasası denir.
Basit anlamıyla döviz piyasası; dövizin arz ve talebinin karşılaştığı zemindir
(Ayyıldız,1989,s.25).
28
Döviz piyasası dünyadaki en büyük piyasadır.Bu piyasa aynı zamanda bilgi
akışının hızlı ve işlemlerin herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın gerçekleşmesi
ile en mükemmel piyasadır denilebilir.
Döviz ticareti, bir paranın diğer bir para karşılığında
ve taraflarca
kararlaştırılan değişim oranı yani döviz kuruna göre alınması ve satılmasıdır. Söz
konusu bu alım-satım işlemleri döviz piyasasında yapılmaktadır.
Bu işlemler döviz piyasasında faaliyet gösteren bankaların kendi aralarında
ve bankalarla banka dışı işlemler arasında ve bankalarla merkez bankaları arasıda
meydana gelmektedir. Global bazda döviz ticareti
işlemleri ise döviz bazında
mevduat bulundurmayı, döviz piyasaları arasındaki kur farkından kar elde etmeyi
(döviz arbitrajı), zaman içinde kur değişmelerinden kar elde etmeyi (döviz
spekülasyonu) de kapsamına almaktadır.
Döviz
piyasaları vadeli piyasa (forward market) ve vadesiz (spot market)
olmak üzere ikiye ayrılırlar. Vadesiz piyasalarda döviz işlemleri, en geç iki iş günü
içinde teslimi kaydıyla yapılan alım satım işlemlerinden oluşur ve en çok kullanılan
kur, peşin (spot) kurdur. Bu işlemde iki günlük süre, satışı yapılan ulusal paranın yurt
içi veya yurt dışındaki
kaynaklardan sağlanabilmesi için tanınmaktadır
(Seyitoğlu,1991;253). Bu işlemlerde uygulanacak döviz kuru, peşin kur ve bankanın
komisyonudur. Bu farklılık, bankanın bir parayı satın almayı veya satmayı arzuladığı
fiyatlar arasındaki farktan oluşmaktadır (Apak,1995,s.19).
Vadeli döviz işlemleri ise tarafların sözleşme ile tespit ettikleri gelecekteki
bir gün ve döviz kuru üzerinde döviz alım ve satımının taahhüt edilmesi şeklinde
yapılmaktadır. Vadeli piyasada sözleşme süresi sabit olup bir,iki,üç,dört,beş,altı ve
oniki ay şeklinde yapılmaktadır.
Döviz piyasalarında döviz arz edenler, döviz talep edenler ve aracı kurumlar
vardır. Bu toplam arz ve talebin karşılanmasından döviz fiyatları oluşur ve bu döviz
fiyatlarına “döviz kurları” denir.
29
Döviz piyasasının aktörleri arasında ticari bankalar, ihracatçı ve ithalatçı
ticaret şirketleri, dış ticaret şirketleri, dış kredi sağlamak veya yatırım yapmak
isteyen kişiler, şirketler ve kamu kuruluşları yer alır. Merkez bankaları da zaman
zaman döviz kurlarına müdahalede bulunarak piyasada alım ve satım işlemleri
yaparlar.Diğer taraftan spekülatörler, arbitrajcılar ve döviz piyasasını denkleştirmek
isteyen mali kuruluşlar da piyasaya alıcı ve satıcı olarak girerler.
Kısaca döviz piyasasının özellikleri;
-
Döviz piyasalarında döviz talep edenlerle, döviz arz edenler aynı
piyasada karşılaşmazlar. Alıcı ve satıcılar işlemlerini birbirleriyle değil, aracı kurum
durumundaki banka ve banka dışı mali kuruluşlar ya da gerçek kişilerle yaparlar.
-
Döviz piyasaları organize piyasalar değildir ve genelde faaliyetleri
serbest piyasa kuralları içerisinde tezgahüstü piyasalarda faaliyet gösterirler. Bunlar
bankalar arası döviz piyasası ve serbest döviz piyasasında işlem görürler.
-
Döviz piyasaları uluslararası nitelikteki global piyasalardır.
-
Döviz piyasaları tam gün ve hiç kapanmayan piyasalardır.
-
Döviz piyasaları tam rekabet piyasalarına oldukça yakın kurallar
içersinde çalışırlar ( Seyidoğlu , 1994, s.69,70). Bu özellikler ışığında döviz
piyasalarına mükemmel piyasalar denilebilir.
3.1. Bankalar ve Döviz Piyasaları
Döviz Piyasasında en etkin mali kurumlar ticari bankalardır ve bunlar doğal
olarak döviz piyasasında arz ve talep de bulunarak işlem yaparlar. Bu işlemlerde
bankalar, kendi müşterilerinin, uluslar arası ödeme işlemlerinin bankalar arası döviz
piyasasının ihtiyacını karşılarlar.
Bankalar üç kademeli bir sistemde çalışırlar; ilkinde, çok paralar kazanmak
için bankalar döviz kurlarını etkilemeye çalışırlar. Bu tür bankalar “piyasa yapıcı”
dırlar ve çok fazla sayıda müşteriye hizmet verirler. İkincisinde, limitler fazla büyük
30
olmayan ve daha küçük pozisyonlar alan daha küçük “piyasa yapıcı” lar vardır.
Üçüncüsünde ise, pozisyon alabilen müşterileri bulunan fakat piyasalara aktif bir
şekilde katılmayan bankalar vardır (Yurt,1992, s.66).
Bankalar, yalnızca müşterileri adına alım-satım işlemi yapmazlar. Aynı
zamanda kendi döviz pozisyonlarına yönelik de alım-satım işlemi yaparlar.
Bankaların kurdukları döviz yönetim servisleri bankanın aktif-pasif döviz dengesini
ayarlamaya çalışırlar. Ayrıca , döviz piyasasında spot forward döviz alım-satımı
arbitraj,spekülasyon, çeşitli swap işlemleri, future işlemler ve opsiyon alım-satımları,
bankaların bu piyasada yaptıkları başlıca işlemlerdir.
3.1.1. Döviz Piyasalarının Fonksiyonu
Döviz piyasasının fonksiyonları ; satın alma transferi , kredi sağlama
(finansman) fonksiyonu ve
döviz risklerini engelleme fonksiyonu olarak
adlandırılabilir.
3.1.1.1. Satın Alma Gücü Paritesi
Döviz piyasasının en temel fonksiyonu kuşkusuz ulusal paranın temsil ettiği
satın alma gücünün başka bir ulusal paraya dönüştürülmesidir (Seyidoğlu,1982,
s.174)
Uluslararası ticaret ve sermaye akımı farklı ulusal para birimlerine sahip
taraflar arasında gerçekleştiği için satın alma gücünün bir paradan diğerine transfer
edilmesi zorunlu olmaktadır. Genellikle taraflar, ticaret ya da sermaye işlemleri
yabancı para cinsinden yapılsa da ellerinde kendi ülkelerinin paralarını bulundurmak
isterler. Hangi para birimi kullanılırsa kullansın, taraflar satın alma işlemi sırasında
kendi ulusal parasına transfer etmek ya da kendi ulusal parasından transfer etmek
zorundadır. Örneğin, ABD Doları cinsinden hammadde ithal edecek bir ithalatçı,
kendi para biriminin ABD Dolarına dönüştürerek, satın alma gücünü kendi ulusal
parasından bir yabancı paraya transfer etmiş olmaktadır.
31
3.1.1.2. Kredi Sağlama
Ülkeler arasında malların hareketi zaman aldığından malın ihracatçıdan
çıkıp ithalatçıya ulaşması arasında geçen döviz piyasası kredi sağlama işlemiyle
devreye girerek dış ticaret işleminin gerçekleşmesine yardımcı olur. Satıcılar
tarafından sağlanan ticari krediler, kabul mektupları ve akreditif ve uluslararası
ticaretin finansmanında kullanılan araçlardan bazılarıdır.
3.1.1.3. Döviz Risklerini Önleme
Uluslararası ticaretin, işlemlerin başlangıcında oluşan döviz kuru ile
bitiminde oluşan döviz kuru arasında farklılık olması doğaldır. Dış ticaret işleminin
tamamlanma süresi ve döviz kurundaki değişiklikler ithalatçının veya ihracatçının,
zararlı veya kazançlı çıkması sonucunu doğurur. Döviz piyasası hedging araçları ile
döviz kuru riskinin başkalarına transferini sağlar.
3.1.2. Döviz Piyasalarının İşleyişi
Döviz piyasası dünya ölçeğinde bir piyasa olduğu için belirli kurallara göre
düzenlenmiş bir iktisadi oluşum değildir. Daha çok kendi işleyişini kendisi
düzenlemektedir. Başka bir deyişle, kurallar, özel kişi ya da kurumların kararlarına
göre oluşmakta ancak işlemler, organize borsalarda gerçekleştirilmektedir.
Mevcut tüm bilgilerin eksiksiz ve en hızlı biçimde
döviz kurlarına
yansıması , döviz piyasası, işleyiş açısından en mükemmel piyasa haline
getirmektedir. Bunu sağlayan neden, bu piyasanın kesintisiz çalışma özelliğidir
(Bolak ,1995,s.10).
Döviz piyasasında bir işlemin ortaya çıkışı şu şekilde açıklanabilir ; bir
ABD şirketi yabancı bir ülkeye, örneğin İngiltere’ye ihracat yapacağı zaman İngiliz
ithalatçının , ABD’de üretim yapan ve hizmet veren bir kişiye yerel para , yani dolar
ödemesi gerekir. ABD ve İngiltere arasındaki bu alışverişi sonuçlandırmak için iki
yol vardır.Amerikalı ihracatçı İngiliz ithalatçıdan ya ABD Doları ya da Sterlin
cinsinden ödemesini ister.
32
Eğer ödeme dolar cinsinden ise ithalatçı, İngiliz döviz piyasasına Sterlin
satarak ABD Doları alır.
Eğer ödeme Sterlin cinsinden olursa, ihracatçı ABD Doları almak için
Sterlin satar. Görüldüğü gibi, her iki durumda da döviz piyasasında Sterlin satılıp
ABD Doları alınır.
Bazen iki ülke arasındaki işlem üçüncü bir ülkenin parası ile yapılır. Bu
durum iki ülke arasındaki ticaretin çok sık olmadığı , iki ülkenin de zayıf paraya
sahip oldukları durumlarda gerçekleşir. Yine, ithalatçının kendi ülkesinin parasını
satarak , üçüncü ülkenin parasını alması ; ihracatçının da üçüncü ülkenin parasını
satarak , kendi ülkesinin parasını almak için döviz piyasasına ihtiyaç vardır
( Gümüşeli, 1994,s.163).
3.1.3. Döviz Kurunun Çeşitleri
Dövizin değerinin serbest piyasa şartlarına göre belirlenmesine ya da resmi
otorite tarafından belirlenmesine göre döviz kurları değişken ve sabit kurlar olarak
ayrılmaktadır. Ancak bu tür çeşitlendirme döviz kurunu tasniften daha çok dövizin
değerini belirlemeyi açıklamaktadır. Döviz kuru aşağıdaki şekilde çeşitlendirilebilir
( Aksöyek, 1987,s.31).
3.1.3.1. Düz (Direkt) Kur
İki para arasındaki doğrudan değişim oranına düz kur denilmektedir. Eğer
Türk lirası ile Dolar alınmak istenirse ve Türk Lirası ile Dolar arasındaki kur 1 $ =
1.35 YTL ise bu durumda 1 Dolar almak için 1.35 YTL ödemek gerekecektir. İşte
Türk Lirası ile ABD Doları arasında doğrudan doğruya uygulanan bu döviz kuruna
“düz kur” denir ( Aksöyek,1987,s.32)
3.1.3.2. Çapraz Kur
İki milli paranın doğrudan değiştirilmesi mümkün olduğu gibi, bunların
dolaylı bir şekilde değiştirilmesi de mümkündür.
33
Türk Lirası ile doğrudan ABD Doları almak yerine, Türk Lirası ile İngiliz
Sterlini, Sterlin ile Euro ve Euro ile de ABD Doları alınabilir.
1.81 YTL ve 1$ = 1.33 YTL
Örneğin 1 Euro =
ise Türk Lirası baz alınarak Dolar ile Euro arasında
da bir kur oluşur. 1 € = 1.81/1,33 = 1,3609 $ olacaktır. Bu kura “ çapraz kur” denir.
Tablo 3.1. de 20.04.2007 tarih itibariyle çapraz kurlar verilmiştir.
3.1.3.3. Dolaylı Kur
Herhangi bir
yabancı paranın kaç birim bir değer yabancı para satın
alabileceğini ifade etmektedir.
Direk ve dolaylı kur vermek değişik ülkelerde yerleşik döviz kuru
uzmanları ( dealer) arasında karışıklıklara neden olduğundan aşağıda belirtilen
değişim şekli genel kabul görmüştür. Avrupa stili denilen uygulamada dealerın nerde
yerleşik olduğuna bakılmaksızın tüm dövizlerin 1 $
büyük istisnası İngiliz Sterlini olup
karşılığı verilir. Bunun en
1 Sterlinin 1 ABD Doları karşılığı belirtilir.
Buna Amerikan Stili denir ( Erdoğan,1994,s.19) .
3.1.4. Döviz Kuru Sistemleri
Döviz kuru sistemleri “sabit döviz kuru sistemi” ve “esnek (serbest) döviz
kuru sistemi” olmak üzere temelde ikiye ayrılmaktadır. Ancak bu iki sistem uç
uygulamalar olup bu iki sistem arasında bir çok uzlaştırıcı uygulama modelleri de
bulunmaktadır.
Sabit kur sisteminde döviz kurları zaman içinde sabit tutulurken, serbest
kur sisteminde döviz kuru serbest bir şekilde piyasada ki arz ve talebe göre belirlenir.
Bütün döviz kuru sistemlerinde temel amaç döviz kurunun belirleniş şekli
ne olursa olsun ödemeler bilançosunu belirli bir süre dengede tutan denge kurlarını
belirlemektir.
3.1.4.1. Sabit Döviz Kuru Sistemi
Sabit döviz kuru sisteminin esası, döviz kurunun belirli bir düzeyde
belirlenmesi ve piyasada ki arz ve talep değişmeleri ne olursa olsun kurun bu
34
düzeyde sürdürülmesidir ( Seyidoğlu,1999,s.314). Bu sistemde döviz kurlarının
istikrarı Merkez Bankasının döviz piyasasına alıcı ve satıcı olarak müdahalesiyle
sağlanır. Bunun için Merkez Bankasının elinde yeterli miktarda altın ve yabancı
döviz stokunun bulunması gerekmektedir. Örneğin döviz kurları yükselmeye
başladığı zaman Merkez Bankası piyasaya döviz sürer. Tersine döviz kurları
düşmeye başladığı zaman Merkez Bankası tanzim alım satımları yaparak döviz
kurlarını sabit tutar (Parasız,1994,s.79).
En eski sabit kur sistemi altın standardı olup, Bretton Woods sistemi ve
Avrupa Para sistemi de sabit kur sistemidir.
İster tek bir yabancı ülke parası ,isterse bir hesap birimine bağlı olsun
ülkeler sabit kurdan paralarını bir değer standardına bağlayarak bir parite kuru
oluştururlar ve piyasa kurunun bu parite etrafında dar sınırlar içersinde değişmesine
de izin verirler. Kuşkusuz paritenin altında ve üstündeki dalgalanma sınırları ne
derece genişletilirse sisteme o kadar esneklik tanınmış olur ( Seyidoğlu,1999,s.316).
3.1.4.2. Serbest Değişken Döviz Kuru Sistemi
Serbest döviz kuru sistemi, sabit döviz kuru sisteminin tam karşıtı olmakta
ve döviz kuru, döviz arzı ile talebinin serbestçe dalgalanması sonucu döviz
piyasasında oluşmaktadır. Bu sisteme yüzen (floating) ya da esnek kur sistemi de
denilmektedir.
Serbest döviz kuru sisteminde döviz piyasasına hiçbir şekilde müdahale
yoktur. Döviz kuru, tamamıyla döviz arz ve talebindeki değişmeler tarafından
belirleneceği için, dalgalanmaya bırakılmıştır.
3.1.4.3. Karma Sistemler
Bunlar sabit ve değişken kur sistemleri arasındaki sistemler olup, yönetimli
dalgalanma ( managed floating), geniş marjlı pariteler ( wider band), sürünen
pariteler ( crawling pağ) ve parasal birlikler ( currency areas) olarak alt sınıflara
ayrılmaktadır. ( Doğukanlı,2001,s.52).
35
Yönetimli kur sistemlerinde döviz kurları arz ve talep koşullarına
bırakılmışlardır, ancak merkez bankasının kurlar üzerinde gözetimi ve müdahalesi
söz konusudur. Geniş marjlı paritelerde ise ulusal paranın sabit paritelere bağlılığı
sürdürülür , ancak
parite etrafındaki dalgalanma marjı genişletilir. Sürünen
paritelerde de parite ya da merkezi kur adı verilen sabit bir kur uygulaması vardır ve
merkezi kur geçen birkaç haftaya ait ( veya ay) piyasa kurlarının ortalamasına göre
belirlenir. Parasal birlik ise Avrupa Birliği uygulamasında olduğu gibi genellikle aynı
coğrafi alanda yerleşik bir grup ülkenin ulusal paralarını sabit kurlardan birbirine
bağlayıp grup dışındaki ülkeleri paralarına karşı dalgalanmaya bırakmaları
uygulamasıdır ( Doğukanlı , 2001,s.53).
3.1.5. Döviz Kurunda Denge
Döviz piyasasında yapılan işlemler, üç önemli ihtiyaca cevap verir :
- Yabancı paralarla ifade edilen bugüne veya geleceğe ait çeşitli ticari ve
mali işlemleri en düşük maliyetle gerçekleştirmek.
- Kambiyo riskini isteyerek göze almak suretiyle bir sermaye kazancı
sağlamaya çalışmak ( spekülasyon) .
- Belli bir anda bazı para cinsleri veya vadeleri için diğerlerinin üstünde ve
altında verilmiş döviz kuru ya da faiz oranı kotasyonları olduğunda, bu
farklılıklardan kazanç sağlamak ( arbitraj).
Döviz piyasasındaki dengenin oluşumu, bu üç işlemi gerçekleştirenlerin
tutum ve davranışlarına bağlıdır.
3.2. Döviz Piyasalarının Tarihsel Gelişimi
Döviz piyasalarının tarihsel gelişimi ; Bretton Woods Sistemi ve Avrupa
Para Birliği olrak iki bölümde ele alınmıştır.
36
3.2.1. Bretton Woods Sistemi
Döviz kuru sistemlerinde, kur değişmeleri uygulanan kur sistemine göre
değişir. Döviz kurlarıyla ilgili iki temel sistem vardır. Bunlardan biri dalgalı diğeri
ise sabit kur sisteminin uygulandığı
veya kurların çok az istikrarlı olduğu
sistemlerdir ve kurlarda bir değişme ancak hükümet kararı ile yapılabilir.
Yaşadığımız sistemler bu ikisi arasında değişmektedir.
1880-1914 yılları Altın para sisteminin kullanıldığı yıllar olmuştur. Altının
para olarak kullanımı ise çok eskilere dayanmaktadır. Bu sistem 1.Dünya Savaşına
kadar kullanılmıştır. Sistemin özelliği ülkenin kendi paralarının değerini belirlerken
ortak olarak “Altın”ı ölçüt almalarıydı. Bu sistem ile ulusal paralar arasındaki
değişim oranı bu paranın kapsadığı altın miktarına göre belirlenir. Döviz kurlarındaki
değişmeler, altının bir ülkeden diğerine gönderilmesi için gerekli masrafların
belirlendiği altın ithal ve ihraç noktalarıyla sınırlıdır. Dış denkleşme otomatik olarak
gelir ve fiyat mekanizması yoluyla sağlanır (Seyidoğlu,1991,s.586).her ülke sabit bir
fiyattan parasının altına dönüştürülmesini taahhüt etmişti. Sistemde taahhüt ağır
basıyordu; kontrolün olmayışı da bu sistemin önemli bir özelliği idi. Altına sabit
fiyattan dönüşme paralar arasında da sabit kurları ifade ediyordu.
Ekonomik krizlerin ve mali buhranların yaşandığı 1800’lü yıllar altın para
sisteminin, başarılı yılları oldu.Ancak daha sonra yaşanan ekonomik
ve sosyal
değişmeler, liberal ve sosyal devlet anlayışının gelişmesi ve devletlerin yeni görevler
üstlenmesi dış ekonomik dengenin sağlanması amaç olmaktan çıkmıştı. Dış
ekonomik denge açık verebilirdi. Birinci Dünya Savaşının ardından gelişen siyasal
ve ekonomik olaylar ardından 1929’da yaşanan ekonomik buhran bu sistemin
yıkılışına yol açmıştır.
Altın para sisteminin yıkılmasından sora bazı ülkeler bu sistemi kullanmaya
devam ederken, bazıları ise kambiyo denetimine girmişlerdir. Uluslararası
piyasalarda yaşanan bu kargaşa, tüm ülkelere ortak bir sistemin kullanılmasın
gerekliliğini göstermiş bu amaçla da bir araya gelerek Bretton Woods anlaşmasını
yaparak Bretton Woods sistemini kurmuşlardır (Anaçali,1989,s.4).
37
1.Dünya ve 2.Dünya Savaşı arasındaki kalan süre içerisinde yaşanan kötü
tecrübelerin 2.Dünya Savaşından sonra da yaşanabileceği kuşkusu serbest, istikrarlı
ve çok taraflı bir para sistemi kurulması fikrini doğurdu. 1944’de ABD’nin Bretton
Woods ( New Hampshire) da 44 ülkenin katılmasıyla yapılan toplantıda yeni bir
sistemin gözetimcisi olarak IMF’nin temeli atıldı.
Bretton Woods Sistemi, tüm para birimlerinin konvertibilitesini ve
ayarlanabilir sabit kur sistemini getirmiştir. Bu sistem altın döviz standartıydı ve altın
yerine Amerikan Doları ölçüt olarak alınmıştır. Böylece Amerikan Doları altına,diğer
tüm paralar da dolara bağlanmıştı.1 ons altının sabit fiyatı 35 dolardı. Elinde dolar
bulunan kişiler Merkez Bankaları kanalıyla dolarları altına dönüştürebilirdi. Diğer
ülke paralarının dolara sabit fiyattan ( Parite Kuru) dönüştürülebilmesi de söz
konusuydu. Bu sebeple her ulusal paranın bir dolar kuru paritesi olduğu ve dolar da
sabit fiyattan altına bağlandığı için tüm milli paraların dolaylı olarak birde altın
pariteleri vardı.
İkinci Dünya Savaşından sonra 1950’lerin başına kadar dünyada dolar
kıtlığı çekilmiştir ve 1950’lerin başında beklenmedik bir olay oldu. ABD ödemeler
bilançosu ilk defa açık vermişti. Bu yıllarda dolar diğer paralara karşı değer
kazanmış bu yüzdende uluslararası ödemelerde sorunlar ortaya çıkmış ve sabit parite
sisteminin yetersizliği ortaya çıkmıştır. Bu olay Bretton Woods Sisteminin
yıkılmasına yol açmıştır.
Yaşanan bu parasal krizler, sistemde yeni düzenlemelerin yapılmasını ve bir
çok paranın devalüe veya revalüe edilmesine yol açmıştır. Yaşanan krizler 1971
yılında yeni bir düzenlemeye gidilmesine yol açmıştır. Yapılan Smithsonian
Anlaşması ile doların altına karşı değeri tekrar belirlenmiş ve ülke paralarının
birbirlerine karşı ne kadar değer kazanıp, kaybedeceğine ilişkin alt ve üst limit
getirilmiştir. Böylece doların, altına karşı konvertibilitesi ortadan kaldırılmış ve bu
da Bretton Woods Sisteminin yıkılışı olmuştur ( Kansu, 2006,s.26).
38
3.2.2. Avrupa Para Birliği –EURO
Avrupa Birliği’nin tek parası kabul edilen Euro son yılların en önemli
gelişmelerinden biridir.Ancak, Maastrich Anlaşması ile Avrupa Birliği’nin kurulması
ve tek para sistemine geçilmesi ideali ve bu amaçla yapılan girişimler çok eskilere
dayanır. Zaman içerisinde yapılan girişimler bugünkü yapıyı etkilemiştir
(Doğukanlı,2001,s.32). Euro’nun oluşum aşamasındaki önemli süreçler sırasıyla
kısaca incelenecektir.
3.2.2.1. Roma Antlaşması
1957 yılında Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu
kurulmuştur. Roma Antlaşması’nda para birliğinin kurulmasında önemli rolleri
olacak bazı konuları düzenlemiştir. Bunlar döviz kuru politikaları, sermaye
hareketlerinin liberalleştirilmesi ve ekonomi politikalarının koordinasyonudur.
Avrupa Ekonomik Topluluğu üyeleri 1960’da Avrupa Parasal Antlaşmasını
imzalamışlardır. Bu antlaşmaya göre üye ülkeler ulusal paralar arasında belirlenen
kurların dalgalanmasının en çok + % 0.75 sınırı içinde kalmasını sağlayacaklardır.
Avrupa’nın kedi paraları içersindeki dalgalanmayı bu derece sıkı bir kontrol altına
alması, “tek bir para” idealini benimsemesinin bir işaretidir. Para birliğine yönelik
örgütlenme çalışmaları,1964 yılında kurulan Merkez Bankası Direktörleri Komitesi
ile devam etmiştir. Bu komitenin görevi, merkez bankaları tarafından herhangi bir
karar alınmadan önce ulusal para politikalarının danışmalar yapmak suretiyle
koordine edilmesidir ( Savaş, 1999,s.6)
3.2.2.2. Werner Planı ( 1971-1972)
Roma Antlaşmasından sonra üye devletler arasında döviz kuru istikrarı en
önemli konu haline gelmiştir. Bunun sebebi, üyeler arasında kurulan ortak Pazar’ın
sağlıklı biçimde işlemesinin ancak istikrarlı bir döviz kuru sistemi ile mümkün
olmasıdır. Döviz kurunun istikrarlı olması ise, büyük üçlüde ulusal para politikasının
istikrarına bağlıdır. Bu nedenle aralarında sıkı bir ekonomik ve politik entegrasyon
kurmak isteyen devletlerin ulusal para politikalarını sıkı bir şekilde koordine etmeleri
ve eğer mümkün olursa, böyle bir koordinasyonun en ileri biçimi olan “tek para”
39
sistemine geçmeleri kaçınılmazdı. 1969 yılında Fransız Frangının değer kaybetmesi,
Alman Markının ise aşırı değer kazanması ile Avrupa Ekonomik Topluluğunun iki
önemli üyesinde meydana gelen bu yöndeki gelişmeler sonucu hazırlanan Werner
Raporu ile ortak para birimi oluşturulması konusunu tekrar gündeme getirmiştir
(Doğukanlı,2001,s.32).
Dış rezerv yetersizliği, belirsizlik ve spekülatif para akımları gibi sorunlar
doğurmaması için oluşturulacak yeni para birimi dolar karşısında serbest
dalgalanmaya bırakılmalıydı. Werner Raporu’unda ayrıca topluluk içinde sermaye ve
işgücü
hareketlerinin
serbestleştirilmesi,
vergi
sistemlerinin
ve
ekonomik
politikaların uyumlaştırılması gibi önerilerde yer alıyordu. Topluluk içi para
politikalarının temel ilkelerini ve üçüncü paraları karşısında döviz kurunu ayarlayan
bu rapor uygulamaya konulmamıştır (Seyidoğlu,1990,s.657).
3.2.2.3. Tünel İçinde Yılan Uygulaması (1972-1978)
1971 yılında sabit döviz kuru sistemi, doların altına konvertibilitesi
kaldırıldığında Werner Raporu tekrar gündeme gelmiştir. Bu gündemin en önemlisi,
“tünel içinde yılan” diye adlandırılan üye ülke paralarının hem kendi aralarında hem
de dolara karşı belli bir kur izlemesini amaçlayan deneyimidir. Dalgalanmanın +
%1.125 limitleri içinde, diğer bir değişle toplam % 2.25’lik bir değişim aralığı içinde
olması öngörülüyordu. Grup dalgalanması, sabit ve esnek kur sistemlerinin
özelliklerini birleştiren bir sistem olmaktadır. 24 Nisan 1972 Basel Anlaşmasına
göre, dolara ve diğer paralara göre Avrupa paralarının yardımlaşmasını simgeleyen
Avrupa para yılanı çerçevesinde merkez bankaları değeri yükselen paranın değerini
düşürmek , değeri düşen paranın da değerini yükseltmek için müdahale edeceklerdi.
Öte yandan Avrupa paralarının dolar karşısında değer kazanması durumunda dolar
satın alarak doların yeniden değer kazanmasını sağlayacaklar ve böylece Avrupa
paralarının %4.5 lik Smithsonian bandının içinde dalgalanmasını sağlayacaklardı.
Diğer bir deyişle, eğer Smithsonian bandı bir tünele benzetilirse ilke olarak Avrupa
para yılanı tünel içinde tutulacaktır ( Parasız,1997,s.522).
40
Burada ‘tünel’ topluluk paralarının belli bir değişim marjı içinde, üçüncü
ülke paralarına ( ki bunun en önemlisi dolardı) karşı bir kur izlemeleri, “yılan”da üye
ülke paralarının birbirleri arasındaki kurların değişimini ifade etmektedir.
3.2.2.4. Avrupa Para Sistemi ( EMS)
Dolar standartı çöktüğünde Avrupa Ekonomik Topluluğu (EEÇ) ülkeleri
arasında yeni bir döviz kuru sistemi ortaya çıktı. Bu yeni sistem 1972’de yılan olarak
başladı ve 1979’da Avrupa para Sistemi’ne dönüştü ( Doğukanlı,2001,s.34 ).
1979 yılında Avrupa Para Sistemi (EMS)’nin kurulmasına yol açan etkenler
; 1974 petrol krizi, sabit parasal pariteler sisteminin çözülmesi dalgalanan döviz
kurlarının Avrupa Ekonomilerini altüst etmesidir. Sistemin amacı Avrupa sanayi ve
ticaretini korumak, ABD büyüklüğündeki bir ortak pazar için gerekli ekonomik ve
mali temeli sağlamak ve üyeler arasında döviz kurlarının istikrarını sağlamaktır
(Apak,1993,s.94).
3.2.2.5. Avrupa Döviz Kuru Mekanizması ( EMR)
Avrupa Para Sistemi’nin büyük öneme sahip bir unsuru “Döviz Kuru
Mekanizması” (Exchange Rate Mechanism- ERM) dır. Bu mekanizmanın amacı da
“tünel içinde yılan” sisteminin amacıyla aynıdır: Bir “ parasal istikrar bölgesi”
oluşturmaktır. İstemin işleyişi de “tünel içinde yılan” sistemine benzetilmektedir.
Normal koşullarda sisteme katılanlar, belirlenen bu merkezi orandan %6 oranında
sapma gösterecek “ band ” içinde kalabilme olanağına sahiptir. Bu limitlere “ hedef
bölgeler” adı verilmektedir. İsteyen üyeler bu sapma bandını veya hedef bölgeyi
daha düşük tutabilecektir (Doğukanlı ,1999,s.35).
Üye paraları için ecu cinsinden bu değişim değerleri belirlendikten sonra
yapılacak ikinci iş, üye paraları arasındaki karşılıklı döviz kurlarını oluşturmaktır.
Herhangi bir ülke parası bu bandın al veya üst limitine yaklaşınca, ilgili ülkeler
gerekli istikrar politikalarını uygulamaya koyacaklardır. Sağlam paraya sahip ülkenin
merkez bankası, zayıf parayı satın alacak ,zayıf paraya sahip ülkenin merkez bankası
da sağlam parayı satacaktır. Bu tür müdahaleye “marjinal müdahale” adı
41
verilmektedir. Genellikle üye merkez bankaları, bu sınara gelmeden önce döviz
kuruna müdahale etmeyi tercih ediyorlardı ki, bu müdahaleye de “marjinal öncesi
müdahale”( intramarginal intervention) adı verilmiştir ( Savaş, 1999,s.18).
Avrupa Para Sistemi’nin
döviz kuru mekanizması , sabit fakat
değiştirilebilir bir kur sistemidir. Bu sistem, Bretton Woods sistemine benzer. Ancak
döviz kurlarının değiştirilme mekanizması çok farklıdır. Bretton Woods sisteminde
isteyen devlet, diğer devletlere danışma gereği duymadan parasının değerini
değiştirme olanağına sahiptir . Avrupa Para Sisteminde ise döviz kuru şebekesinde
yapılacak bir değişiklik,üye ülkelerin hepsinin ortaklaşa alacağı bir kararla
mümkündür. Bu nedenle her üye ülke, parasının değerini değişim bandı içinde
tutmaya özen göstermek ve gerekli müdahaleyi anında yapa zorundadır ( Savaş,
1999,s.19).
Avrupa Döviz Kuru Mekanizması başlıca iki amacın gerçekleşmesine
katkıda bulunmuştur. Bir yandan üye ülkelerin enflasyon oranlarının düşürülmesine
katkıda bulunurken diğer yandan bu ülkelerin enflasyon oranlarında daha büyük bir
yakınlaşma sağlamışlardır (Parasız, 1997,s.525).
3.2.2.6. Avrupa Para Birimi(ECU)
ECU, 1974 yılında ortaya çıkan ve resmi işlemlerde kullanılmaya başlanan
Avrupa hesap biriminin adıdır. Topluluk üyesi ülke paralarını içeren bir “sepet”
oluşturulmuş ve her para birimine ait olduğu ülkenin ekonomik gücünü temsil eden
bir ağırlık verilmiştir. Ülke ağırlıkları, ülkenin topluluk brüt milli geliri içindeki
payına, topluluk içi ticaret hacmindeki payına ve Avrupa Para
Sistemi için
oluşturulan finansal desteğe olan katkı payına göre belirlenmiştir. Böylece üye
ülkeler parasının değerini temsil edecek bir ortalama değer bulunmaya çalışılmıştır
( Savaş, 1999,s.24).
Avrupa Para Birliği, sisteme katılan ülkeler arasında, parasal istikrarın
sağlanmasına ve enflasyonist fiyat eğilimlerinin birbirine yaklaştırılmasına katkıda
bulunmuştur. ECU kaydi bir para olmasının gerektiği dezavantajlara rağmen
42
uygulamada büyük başarı sağlamış uluslar arası finans dünyasının vazgeçilmez
dövizlerinden birisi haline gelmiştir (Apak,1993,s.94) .
3.2.2.7. Ecu- Dolar Döviz Kuru
Döviz kuru mekanizmasına ( ERM) katılan yelerin paraları arasında sabit
kurlar geçerli iken, hepsi ABD Doları karşısında topluca değişmeye bırakılmıştır.
Bir başa deyişle her ülkenin merkezi döviz kuru Ecu’ye karşı sabitken, Ecu’nun
kendisi dolara karşı dalgalanmaktadır.
Ecu’nun dolar karşısındaki değerini belirlemek için, her şeyden önce Ecu’yu
bir “birleşik para” olarak düşünmek yani değişik ülke paralarından oluşan bir hesap
birimi olarak ele almak gerekir. Avrupa Para Sistemi’nin geçerli olduğu 1992 yılında
Ecu , oniki Avrupa parasını içeren bir sepetten oluşuyordu. Her üye parasının Ecu
içinde ne oranda yer alacağını Topluluk Maliye ve Ekonomi Bankaları Konsey’i
(Ecofin) belirlemektedir. Bir Ecu’nun dolar maliyetini bulmak için, Ecu içinde yer
alan üye paralarının dolar cinsinden değerlerini toplama gerekir bu hesaplama Tablo
3,1’ de görülebilir. Tablo 3.1’de görüldüğü gibi Alman markının Ecu içindeki
ağırlığı çok fazla olup, üçte birine yakındır. Bu yüksek oranı marka ecu’yu etkilemek
yönünden büyük bir olanak sağlamıştır. Bu nedenle bazı yazarlar Avrupa Para
Sistemi’ni “Alman Marka Standardı” olarak adlandırmışlardı ( Savaş,1999,s.25).
3.2.2.8. Delors Raporu
1988 Hanover zirvesinde, Jacques Delors’un başkanlığında ve başlıca
merkez bankalarının direktörlerinden oluşan bir komiteye ekonomik ve parasal
birliğin kurulması için alınması gerekli önlemleri içeren bir rapor hazırlanması
görevi verilmiştir. Delors Komitesi bir yıldan daha kısa bir sürede raporunu
hazırlamış ve parasal birlik için üç ön koşulun gerektiğini belirtmiştir.Bu üç ön koşul
şunlardır (Doğukanlı, 1999,s.38);
a-Bütün ulusal paraların sınırsız ve değiştirilmez biçimde konvertibl olması,
b-Sermaye akımlarının tümüyle liberalleştirilmesi ve bankacılık sektörü ile
diğer finansal piyasaların tam entegrasyonu,
43
c-Geriye dönülmez biçimde sabitleştirilmiş döviz kurlarının belirlenmesi ve
dolayısıyla kur değişmelerinin ortadan kaldırılması.
Tablo 3.1:Ecu/Dolar Birim Değeri
Ulusal Para
Bir Ecu İçindeki
Miktarı(1)
Dolar / Ulusal Ecu içindeki
Para Döviz
Kuru (2)
Ulusal
Para’nın
Kıymeti($)
(3)=(1)x (2)
Ulusal
Paranın
Ecu
İçindeki
Ağırlığı
(4)
Alman Markı
0.6242
0.6607
0.4127
30.8
Fransız Frangı
1.332
01942
0.2587
19.3
İngiliz Sterlini
0.08784
1.90250
0.1671
12.5
İtalyan Lirası
151.8
0.000877
0.1331
9.9
Hollanda Gulderi
0.2198
0.5848
0.1285
9.6
Belçika Frangı
3.301
0.032
0.1056
7.9
Lüksemburg
Frangı
0.130
0.0167
0.0021
0.2
İspanyol Pesetası
6.885
0.0104
0.00716
5.4
Danimarka Kronu
0.1976
0.1711
0.0338
2.5
İrlanda Poundu
0.008552 0.7415
0.0148
1.1
Yunan Drahmisi
1.440
0.00328
0.0047
0.4
Portekiz
Escudosu
1.393
0.00384
0.0053
0.4
1 Ecu= 1.3380 Dolar
100,0
Not:Ecu’nun bileşimi 21 Eylül 1989’dan itibaren, Dolar/ulusal döviz kurları 10 Ocak
1991’de geçerli olan kurlardır.
Kaynak: Savaş,1999, “ Çağımızın Deneyi Euro”, s.24-25
44
Haziran 1990 da yapılan Madrid Zirvesi’nde Delors Raporu kabul edilmiş
ve 1. aşamanın Temmuz 1990 da başlaması kararlaştırılmıştır.Ancak 2.ve 3. aşamaya
ne zaman geçileceği ve üyeler arası yakınlaşmanın derecesinin ne olacağı tartışa
konusu olmuştur.
3.2.2.9. Maastricht Antlaşması ve Yakınlaşma Kriterleri
Delors
Raporu
ile
ilgili
tartışmalar,
Maastricht
Antlaşması
ile
sonuçlanmıştır. Maastricht Antlaşması, ikinci aşamanın da 1 Ocak 1994 de
başlamasını 1996 yılında Topluluk Konseyi’nin parasal birliğe katılabilecek durumda
olan üyeleri tespit etmesini öngörmüştür. Parasal birlik yolu kesin olarak 1 Ocak
1999 yılında açılacaktı. Maastricht Antlaşması, Yakınlaşma Kriterleri’ni ise
aşağıdaki gibi belirlemiştir (Karluk,1996,s.88).
- Enflasyon oranı, Avrupa Para Sistemi (EMS) içinde yer alan en düşük
enflasyon oranına sahip üç üyenin
ortalama enflasyon oranından ancak %1.5
oranında fazla olabilirdi.
- Uzun dönem faiz oranları, en düşük orana sahip, üç üyenin ortalamasından
sadece %2 oranında yüksek olabilirdi.
- Döviz kurunu Döviz Kuru Mekanizmasının (ERM) dalgalanma marjı içinde
(% + 2,25) en az iki yıl bir ayarlama yapmadan tutmuş olması gerekliydi.
-Bütçe açığı brüt yurtiçi milli gelirin %3’ünden fazla olmamalıydı.
-Ulusal borç miktarı brüt yurtiçi milli gelirin %60’ından fazla olmamalıydı.
Maastricht Antlaşması, Avrupa Para Enstitüsü (EMI) adında bir kurumun
kurulmasını da öngörmüştür. Avrupa Para Enstitüsü, ikinci aşamanın başladığı 1
Ocak 1994 tarihinde kurulmuştur. Görevleri arasında Avrupa Para Sisteminin (EMS)
yönetimi, üye ülke ekonomi politikalarının birbirine yakınlaştırılması ve Avrupa
Merkez Bankasının kullanacağı para politikası araçlarının ve uyacağı kuralları
benimsenmesi vardır. İkinci aşamanın sonunda Avrupa Para Enstitüsü’nün görevi
sona erecek ve bu görevleri Avrupa Merkez Bankası (ECB) yüklenecektir.
45
3.2.2.10. Euro’ya Geçiş
Maastricht Antlaşması’nın uygulamaya nasıl konulduğu ve Euro’nun nasıl
gün ışığına kavuştuğu, söz konusu antlaşmada
öngörülen üç aşama tek tek
incelenmek suretiyle ortaya konulabilir (Doğukanlı,2001,s.40);
Birinci Aşama; Ekonomik ve Parasal Birlik (EMU) in birinci aşaması 1
Temmuz 1990- 31 Aralık 1993 dönemini kapsar. Bu dönemde, Maastricht
Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden önce yapılması gereken işlemler yapılmıştır.
Bunların başında, Avrupa Birliği üyelerinin hem kendi aralarında ve hem de üçüncü
ülkeler ile aralarında mevcut olan ve sermayenin serbest dolaşımına mani olan bütün
engellerin kaldırılması gelir.daha sonra üyeler arasında ekonomik yakınlaşmayı
arttıracak önlemler üzerinde durulmuş ve üyeler, bütçe ve enflasyon hedeflerinde
yakınlaşmayı sağlayacak uzun vadeli programları benimsemiştir.Bu
hedeflere
ulaşılması, Maastricht Antlaşması tarafından Euro tek para sistemine geçmek için
zorunlu sayılmıştır.
İkinci Aşama; 1 Ocak 1994 de başlamış ve 31 Aralık 1998’ekadar devam
etmiştir. Bu aşamanın da temel amacı, üyeleri Euro’nun kabulüne hazır hale
getirmektedir. Bu dönemin en önemli kurumsal değişikliği Avrupa Para
Enstitüsü’nün kurulmuş olmasıdır. Bu enstitü üçüncü aşamada kurulacak olan
Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) öncüsü olacaktı ve temel görevi üçüncü
aşamanın başlaması ile birlikte devreye girecek olan bu banka için gerekli
düzenleyici hazırlıkları yapmak, uygulanacak para politikasını hedef ve araçlarını
belirlemek ve organizasyon yapmasını oluşturmaktı .
Üye ülkelerin Maastricht Antlaşması’nda öngörülen yakınlaşma kriterlerini
yerine getirip getirmedikleri tek tek incelenmiş ve sonunda Yunanistan ve İsveç
dışındaki üyelerin bu kriterleri yerine getirdiği soncuna varmıştır. İngiltere ve
Danimarka bu sisteme katılmayacaklarını önceden bildikleri için Komisyon bu
ülkeleri değerlendirmeye almamıştır. Buna göre 11 üye ülke 1 Ocak 1999’da
başlayacak Üçüncü aşama ile birlikte Euro sistemine, yani tek para sistemine girmiş
oldu.
46
Üçüncü Aşama;1 Ocak 1999 da başlamıştır. Bu tarihten itibaren Euro,
Avrupa Birliği’nin resmi parası olarak dolaşıma çıkmıştır. 2002 yılına kadar hem
ulusal paralar hem de Euro beraber kullanılacaktır. Avrupa Merkez Bankası (ECB)
kurulmuş ve tek para sistemine katılmış bulunan üye ülkelerde geçerli olacak para
politikasını tek elden düzenlemeye başlamıştır. Bu konudaki ilk adım ulusal paralar
ile Euro arasındaki değişim oranlarının belirlenmesi olmuştur. Konsey 31 Aralık
1998 tarihi itibariyle bu değişim oranları Tablo 3.2’de gösterilmiştir.
Komisyon kararında Euro ile ulusal paralar arasındaki değişim oranları
“geriye dönülmez” biçimde sabit olarak belirlenmiştir. Ayrıca Euro’yu kabul eden
ülke paraları arasında ne ters kurlar ne de çapraz kurlar hesaplanacaktır. Aynı
komisyon kararı, Ecu’nun yerinin de Euro tarafından alınacağını ve “ 1 Ecu = 1
Euro” değişim oranının kullanılacağını belirtmiştir.
Tablo 3.2: 31/12/1998 İtibariyle Euro Değişim Oranları
1 Euro
40,3399 Belçika Frangı
1 Euro
1,95583 Alman Markı
1 Euro
166,386 İspanyol Pezatası
1 Euro
6,55957 Fransız Frangı
1 Euro
0,787564 İrlanda Paundu
1 Euro
1936,27 İtalyan Lireti
1 Euro
40,3399 Lüksemburg Frangı
1 Euro
2,20371 Hollanda Guilder’i
1 Euro
13,7603 Avusturya Şilini
1 Euro
200,482 Portekiz Escudo’su
1 Euro
5,94573 Fin Markı
Euro’nun, Ulusal paraların dolaşımdan kesin olarak kalkacağı 1 Temmuz
2002’ye kadar geçen sürede ekonomik yaşama girip yerleşmesi, değişik kesimlerde
47
değişik biçimlerde gerçekleşecektir. Özel kuruluşlar Euro’ya istedikleri zama
geçmekte serbesttir. Büyük şirketler ve uluslararası boyuta sahip şirketler Euro’ya
geçiş işlemine 1 Ocak 1999 da başlayabileceklerdir. Bireyler günlük yaşantılarında
Euro kullanabilmek için 2002 yılına kadar beklemek zorundadır. O zamana kadar
kendi ulusal paralarını kullanmaya devam edeceklerdir.
1 Ocak 2002 yılında Euro kağıt paraları ve madeni paraları dolaşıma
çıkacak, ulusal paralar dolaşımdan kaldırılacaktır. Konsey bu işlemin tamamlanması
için altı aylık bir geçiş süresi tanımıştır. Buna göre en geç 30 Haziran 2002 de ulusal
paralar tümüyle ortadan kalkacak ve Euro tek yasal para ( legal tender) haline
gelecektir.
Euro’nun kaydi sistemde ve 2002 yılında itibaren fiziki olarak
kullanılmasıyla birlikte Avrupa’da bankalar arasındaki her türlü ödeme işlemleri
Euro cinsinden gerçekleştirilecektir. Bankalar arasında çok büyük hacimlere ulaşacak
olan bu işlemlerin gerçekleştirilmesini sağlamak için eşanlı bir ödeme sistemi olan
TARGET ( Trans European Automated Real-Time Gross Settlement Express
Transfer) sistemi kurulacaktır. Target sistemi ile tüm birlik bankaları arasında
yapılan ödeme işlemleri aynı gün içinde sonuçlandırılacaktır. Bu sistem ile birlik
içinde ortak para piyasasının geliştirilmesi desteklenmiş olacaktır. Target sisteme ile
Avrupa Merkez Bankası para politikalarını daha etkin şekilde uygulayacak, para ve
döviz piyasaları hızla Euro kullanımına geçebilecektir. Para birliğine üye olmayan
ancak Euro kullanacak AB üye ülkelerini Target sistemine katılımları konusu ise
halen tartışılmaktadır ( Fidyak Bülten, Haziran 1998, s.17).
Euro’nun geleceğinde İngiltere’nin Euro’ ya katılıp katılmayacağı temel
sorulardan bir tanesidir. Oldukça sofistike bir finans sektörüne sahip olan İngiltere
Euro’ ya katılırsa, Euro’ nun ABD dolarına rakip olabileceği beklenebilir.
3.2.2.11. Yeni Döviz Kuru Mekanizması
Yeni döviz kuru mekanizmasının hedefi, Euro dışında kalan üyeleri, Euro
sistemine hazırlamak ve birlik içinde kur disiplinini sağlamaktır. Yeni model, Euro’
yu bir merkez alan ve diğer ulusal paraları onun etrafında çevrelenen bir yapıya göre
48
organize edilmiştir. Euro dışında kalan üye paraları Euro’ ya tek bir kur ile
bağlanacak kendi aralarında bir kur ilişkisi olmayacaktır. Euro ‘ya karşı belirlenen bu
merkezi kurlar + % 15 bir dalgalanma bandına sahip olacaktır.Bu kurların ve sapma
bandının belirlenmesi Euro üyelerinin bakanları, Avrupa Merkez Bankası ve sisteme
katılmak isteyen Euro dışı üyelerin bakanları ve merkez bankası yöneticileri
tarafından beraberce belirlenecektir. Sistemin günlük işleyişini yönetmek Avrupa
Merkez Bankası Genel Konseyi’nin sorumluluğu altında olacaktır (Savaş,
1999,s.45).
Ekonomik ve Parasal Birlik’ in devamı üye ülkelerde ekonomik istikrarın
korunmasına bağlıdır. Bunun da temel koşulu üye devletlerin bütçe açığı
vermemesidir. Çünkü bütçe açıkları yakınlaşma kriterlerini ortadan kaldıracaktır.
3.3. Döviz Kurunun Belirlenmesi
Döviz kuru; uluslararası parite koşulları , ödemeler dengeler yaklaşımı ve
mali piyasalar yaklaşımlarının etkileriyle belirlenmektedir.
3.3.1. Uluslararası Parite Koşulları
Parite ilişkileri; döviz kuru değişimlerine neden olan temel faktörlerin
ortaya konulmasına yardımcı olurken, piyasalar üzerinde yapay engeller bulunmadığı
durumlarda, enflasyon, faiz oranları ve döviz kurları gibi değişkenler arasındaki
denge ilişkilerini araştırır. Bu ilişkileri araştıran pariteler temelde tek fiyat kanununa
dayanmaktadır. Burada temel parite koşulları içinde mutlak ve göreceli satın alma
gücü paritesi, garantili ve garantisiz faiz oranı paritesi, uluslararası Fisher etkisi ve
forward paritesi değerlendirilmeye çalışılacaktır.
3.3.1.1.Uluslararası Tek Fiyat Kanunu
Uluslararası tek fiyat kanunu, uluslararası ticarete konu olan bir malın döviz
kurlarıyla dönüştürüldüğünde sadece tek fiyatının olabileceğini ileri süren bir
teoridir. İşlem giderleri göz önüne alınmadığında ülkeler arasında fiyat farkı
olmamalıdır. Uluslararası tek fiyat kanunu arbitrajcıların mal fiyatlarındaki
farklılıkları giderici işlemlerinin bir sonucu olmaktadır.
49
1 Gr altın
(Afyon’da)
1 Gr Altın
(İstanbul’da)
≠
30 YTL
30.55 YTL
Böyle bir fiyat farkı olursa arbitraj olanağı doğar. Afyon’da altın alınıp
İstanbul’da satılır. Zamanla fiyat farkı arz-talep koşulları nedeniyle ortadan kalkar.
1 Ons altının
Türkiye Fiyatı
1 Ons Altının
ABD fiyatı
=
674x1,4YTL
674$
İkinci durumda tek fiyat kanunu geçerlidir ve arbitraj olanağı yoktur.
Yukarıda basitçe örneklendirilen tek fiyat kanunu sadece mal piyasalarında
değil para ve döviz piyasalarında da uygulanabilmektedir. Tek fiyat kanunu mal
piyasalarına uygulandığında, aynı mal sepetinin dünyanın her yerinde aynı fiyat
düzeyine sahip olması gerektiğini ileri süren satın alma gücü paritesi ile
karşılaşılırken, para piyasalarını uygulandığında reel faiz oranlarının dünyanın her
yerinde aynı olması gerektiğini ileri süren uluslararası Fisher etkisi ve faiz oranı
paritesi ile karşılaşılmaktadır.
3.3.1.2. Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi
Bu teori ilk kez 1918 yılında T.Gustav Cassel tarafından incelenmiştir.
Teori tek fiyat kanunun mal piyasaları üzerine bir uygulaması niteliğindedir. Buna
göre, aynı para ile ifade edildiğinde aynı mal sepetinin fiyatı dünyanın her yerinde
aynı olmalıdır. Başka bir deyişle bir birim ulusal paranın dünyanın her yerinde aynı
satın alma gücüne sahip olması gerektiğini ifade eder (Doğukanlı,2001,s.74).
50
Satın alma gücü paritesi iki ülkenin döviz kurlarıyla fiyat seviyeleri
(enflasyon) arasındaki ilişkiyi açıklar. İki ülkenin enflasyon oranları arasındaki
farkın zaman içinde döviz kurları arasında ortaya çıkacak değişme oranına eşitlendiği
gösterir (Pamukçu,1984,s.39).
Yani ulusal para ve yerli mallar arasındaki alım-satım oranı, ulusal para,
yabancı mallar arasındaki orana eşit olmalıdır. Örneğin , 1 dolar ABD’de 1 pound
ekmek alıyorsa İngiltere’de de 1 pound ekmek almalıdır.
Bunun olabilmesi için döviz kurunun iç ve dış enflasyon oranları arasındaki
fark kadar değişmesi gerekir.
Yüksek enflasyonun yaşandığı ülkelerin parası düşük enflasyonun yaşandığı
yerin parasından daha değersizdir. Bu yaklaşımda iki ülke parasının değerlerini
belirlemek için ancak satın alma güçleri dikkate alınmaktadır. Bu da oluyor ki
ülkemizde olduğu gibi enflasyonun yüksek olması, diğer ülkelere göre (enflasyonun
düşük ülke) satın alma gücünü düşürecektir. Yani ulusal para değer kaybetmiştir.
Döviz kurlarını belirlemede Satın Alma Gücü paritesi şu yönlerden
eleştirilmektedir ( Tezer,1990,s.670) ;
- Fiyatlar genel düzeyindeki yani paranın satın alma gücündeki değişiklikleri
kesin olarak ölçebilecek bir araç bulunmamaktadır.
- Döviz kurunun tayininde bütün malların değil uluslararası ticarete konu olan
malların fiyatı söz konusu olabilir. Yalnız
ihraç edilmeleri kabil olan malların
fiyatları bizi ilgilendirir. Halbuki hangi malların ihraç edileceği fiyatlara bağlıdır.
- İki ülke arasında önceden kurulmuş bir parite yoksa bunlar için fiyat
düzeylerini karşılaştırarak bir döviz kuru saptama olanağı yoktur.
- Saptanacak döviz kurları ülkenin dış dengesini de sağlaması gerekmektedir.
Oysa satın alma gücü paritesine göre belirlenecek döviz kurlarının ülkenin dış
dengesini sağlayacağına dair hiçbir garantisi yoktur.
51
Tek Fiyat Kanunu tek bir mal için geçerli olsa da çok sayıda mala ve
bunların fiyatlarına dayalı olarak hesaplanan fiyat düzeyleri için geçerli olmayabilir.
Gerçek dünyada ülkelerin sahip oldukları mal türleri, bunların toplam içindeki
ağırlıkları ve kaliteleri farklı olmaktadır. Her ülkede önemli mal ve hizmet grupları
fiyat endeksi kapsamına girse de endeks içindeki ağırlıkları farklı olmakta, ayrıca bir
kısmı uluslararası ticarete konu olamamaktadır. Mutlak Satın Alma Gücü paritesinin
bu ve benzeri eksiklikleri, bu paritenin alternatif bir çeşitlemesi olan Göreceli Satın
Alma Gücü Paritesinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Göreceli Satın Alma Gücü
Paritesi fiyat düzeyleriyle değil fiyat düzeylerindeki değişmelerle ilgilenmektedir
(Doğukanlı,2001,s.75).
3.3.1.3. Göreceli Satın Alma Gücü Paritesi
Bu parite, fiyat düzeyi değil fiyat düzeyleri arasındaki değişmeler ile
ilgilenilmektedir. Döviz kurlarındaki değişimin iki ülkenin enflasyon farklarına eşit
olacağını, enflasyon oranı yüksek olan ülkenin parasının enflasyon farkları kadar
değer yitireceğini ifade eder (Doğukanlı,2001,s.75).
3.3.1.4. Garantili Faiz Oranı Paritesi
Spot
ve
forward
döviz
piyasaları
ulusal
para
politikalarından
etkilenmektedir. Ülkelerin nominal faiz oranları arasındaki farklılıklar kar peşinde
koşan kısa vadeli büyük fonların farklı ülkelerin para piyasaları arasında haraketine
neden olur. Faiz oranı paritesi ulusal para piyasalarıyla döviz kurları arasında bir
ilişki kurmaya çalışmaktadır.
Faiz oranı paritesi, benzer risk grubundaki ve vadesindeki menkul
kıymetlerin nominal faiz oranı farklarının ters işaretle forward döviz kuru
primi/iskontosuna eşit olması gerektiğini ifade etmektedir. Burada işlem giderleri
gözardı edilmektedir.
Faiz oranı paritesinin garantili ve garantisiz olmak üzere iki çeşitlemesi
bulunmaktadır. Garantili Faiz Oranı Paritesi(covered interest rate parity), faiz oranı
büyük olan ülkenin parasının iki ülkenin faiz oranları farkları kadar iskonto yapması
52
ve bunun da forward kurlara yansıması gerektiğini ileri sürer. Burada risk söz konusu
olmadığı için “garantili faiz oranı paritesi” olarak da bilinir. Bu ilişki ilk olarak 1930
yılında Keynes tarafından ifade edilmiştir
Faiz oranı büyük olan ülkenin parası iki ülkenin faiz oranları farkı kadar
değer
kaybeder ve bu sonuç forward fiyatlara yansır. Garantili Faiz Oranı
Paritesinden sapma olduğu zaman arbitraj olanağı ortaya çıkmaktadır. Faiz oranı
farklarına göre dövizin forward piyasada doğru fiyatlanmadığı ortaya çıktığı zaman
hangi ülkede yatırım yapılacağına ve hangi ülkeden borç alınacağına karar verilmesi
gerekmektedir.
Yatırım yapılacak ülke parasının;
-Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken prim
oranından (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha yüksek oranda prim yapması,
-Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken iskonto
oranından (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha düşük oranda iskonto yapması,
-Faiz oranı paritesine göre forward piyasada iskonto yapması gerekirken (iki
ülkenin faiz oranı farkı kadar) pirim yapması gerekmektedir.
Borç alınacak ülke parasının;
-Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken prim
oranından(iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha düşük oranda prim yapması,
-Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken iskonto
oranından (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha yüksek oranda iskonto yapması,
-Faiz oranı paritesine göre forward piyasada prim yapması gerekirken (iki
ülkenin faiz oranı farkı kadar ) iskonto yapması gerekmektedir. ( Doğukanlı ,
2001,s.76)
53
3.3.1.5. Garantisiz Faiz Oranı Paritesi
Bu parite, uluslararası Fisher Etkisi ile benzerlik göstermektedir. Ancak
garantisi faiz oranı paritesinde iki ülkenin gerçek faiz oranlarının birbirine eşit
olacağı varsayımı yoktur. Garantisiz faiz oranı paritesini satın alma gücü ve faiz
oranı paritesinin bileşimi olarak görme olanaklıdır (Levi , 1996, s.268). Buna göre iki
ülkenin nominal faiz oranı farkları kadar spot kurda değişme olacağı beklenir. Eğer
bu geçerli olmazsa, spot piyasada spekülatörler dengeyi sağlayıncaya kadar işlem
yaparlar ( Doğukanlı ,2001,s.80).
Garantili faiz oranı paritesi korunma (hedged) durumundaki dengeyi
gösterirken (çünkü forward piyasa kullanılmaktadır); korunmanın olmadığı durumda
da garantisiz faiz oranı paritesinin geçerli olması gerektiği ileri sürülmektedir. Bunun
gerekçesi ise spekülasyonun forward kuru gelecekteki spot kura eşitleyeceği
beklentisidir. Forward kurların kullanılmadığı
ülkelerde faiz oranı paritesinin
sınanmasında garantisiz faiz oranı paritesinden yararlanılmaktadır ( Doğukanlı,
2001,s.81).
3.3.1.6. Uluslararası Fisher Etkisi
Uluslararası Fisher Etkisi , nominal faiz oranının reel faiz oranı ve beklenen
enflasyon bileşenlerinden oluştuğu ve reel faiz oranlarını sabit kılacak düzeyde
nominal faiz oranlarıyla beklenen faiz oranları arasında birebir pozitif bir ilişki
olduğunu ileri süren Fisher Hipotezi’nin uluslararası piyasalara uygulanmasıyla
ortaya çıkmıştır. Fisher (1930), nominal faiz oranlarının bileşenlerini aşağıdaki gibi
ifade etmiştir ( Doğukanlı,2001,s.81).
( 1 + İn ) = ( 1 + İg )(1 + e )
İn = İg + e ( eğer enflasyon oranları ve faiz oranları küçükse bu eşitlik
kullanılabilir)
Burada İn , nominal faiz oranını, İg ise reel faiz oranını göstermektedir.
54
Ülkeler arasındaki reel faiz oranları birbirine eşit olmalıdır. Reel faiz
oranları eşit olacağına göre nominal faiz farklılıkları enflasyon farklarından ortaya
çıkmaktadır. Bu açıklama Genelleştirilmiş Fisher Etkisi olarak bilinmektedir.
İn,A - İn,B = eA - eB olmalıdır.
Eşitlik sağlanamazsa sermaye bir ülkeden diğer ülkeye hareket eder ve
arbitraj devreye girer.Uluslararası Fisher Etkisi iki ülke döviz kurlarında değişme
olacağını ifade eder.
İA – İB =
E (S ) − S
S
Buna göre eğer iki ülke arasındaki gerçek faiz oranları birbirine eşitse,
uluslar arası Fisher etkisi ile göreceli satınalma gücü paritesi aynı sonucu verir.
eA – eB
=
E (S ) − S
S
Eğer beklenen spot kur forward kura eşit olursa hem uluslar arası fisher
etkisi hem de faiz oranı paritesi aynı şeyi ifade eder.
Garantili faiz oranı paritesi iki ülkenin faiz oranı farklarını forward
iskonto/primine eşitlerken ve risk içermezken Fisher’in parite koşulları risk
içermektedir. Eğer forward paritesi geçerli ise yani, forward döviz kuru beklenen
spot kura eşitse, iki parite sonuçları birbirine eşit olacaktır.
3.3.2. Ödemeler Dengesi Yaklaşımı
Bir ülkedeki kurumları, bireyleri, milli geliri, istihdam düzeyini, döviz
kurlarını ve birçok makro
ekonomik göstergeyi etkileyen ödemeler bilançosu,
özellikle döviz kurlarının değişimini açıklanmasında da kullanılmaktadır.
55
3.3.2.1. Ödemeler Bilançosunun Önemi
Bir ülkenin ödemeler bilançosu, yöneticiler, yatırımcılar, tüketiciler ve
kamu kuruluşlarını etkilediği gibi kendisi de milli gelir, istihdam, fiyat düzeyi, döviz
kurları, faiz oranları gibi makro ekonomik değişkenlerden etkilenmektedir.
Yöneticiler ve yatırımcılar ödemeler dengesi ile aşağıdaki nedenlerden
dolayı ilgilenmektedirler (Doğukanlı,2001,s.9).
- Ödemeler bilançosu, bir ülkenin özellikle kısa dönem pazar potansiyelinin
tahmin edilmesine yardımcı olur. Ciddi boyutlarda ödemeler dengesi açığı olan bir
ülkenin çok fazla ithalat yapamayacağı beklenebilir.
- Ödemeler bilançosu bir ülkenin döviz kurları üzerindeki baskının önemli
bir göstergesidir. Böylece bu ülkeyle ticaret yapan firmaların ya da yatırımcıların
döviz kazancı ya da zararı ile karşılaşması potansiyeli vardır.
- Ödemeler bilançosundaki sürekli açıklar sermaye hareketleri ( kar
transferleri, ücretler, faizler vb ) üzerinde gelecekte bazı kontrollerin olabileceği
yolunda bir işaret olarak algılanabilir.
- Ödemeler bilançosundaki sürekli fazlalar bir ülkenin uluslar arası alanda
sağlam bir rekabet üstünlüğü olduğunun göstergesi olabilir ve böylece yan
kuruluşların faaliyetleri için iyi bir bölge olabilir.
3.3.2.2. Ödemeler Bilançosunun Tanımı ve Temel Unsurları
Ödemeler bilançosu, ana ülkede yerleşik gerçek kişi, işletme veya
kurumların tüm yabancı ülkelerde yerleşik bulunanlarla yürüttükleri ekonomik
ilişkilerin kaydıdır. IMF tanımına göre ödemeler bilançosu , belirli bir süre içinde bir
ekonominin yerlileri ile yabancılar arasında meydana gelen ekonomik akımlara bağlı
değerlerin, transfer ödemelerinin ve rezervlerde
meydana gelen değişmelerin
sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak belirlediği istatistiki bir belgedir
(Karluk , 1991,s.401). Bu tanımdan da açıkça görüldüğü gibi, ödemeler bilançosuna
kaydedilen işlemler ülkede yerleşik kişi ve kurumlar ile yabancılar arasında
56
gerçekleşen işletmelerdir. Örneğin, çok uluslu şirketlerin yan kuruluşlarının yabancı
kuruluşlarla yaptığı işlemler ödemeler bilançosuna kaydedilir. Uluslararası ekonomik
ilişkiler terimi, mal ve hizmetlerle birlikte üretim faktörleri üzerindeki işlemleri de
kapsar (Doğukanlı, 2001,s.10).
Ödemeler bilançosuna, ülkeye döviz girişi sağlayan işlemler alacaklı,
ülkeden döviz çıkışı sağlayan işlemler ise borçlu işlem olarak kaydedilir. Örneğin,
ihracat, turizm gelirleri, kısa ve uzun süreli sermaye girişi, dolaysız yabancı
yatırımlar alacaklı işlemlerdir. İthalat, mali ve dolaysız sermaye çıkışı borçlu
işlemlerdir.
Ödemeler bilançosu “çift taraflı-kayıtlı” dır. Bu nedenle muhasebe kayıtları
anlamında ödemeler bilançosu her zaman dengededir. Ekonomik anlamda ise
dengede olmayabilir. Standart muhasebe usulüne göre tablo 3.3’deki gibidir.
Tablo 3.3 Standart Muhasebe Usulune Göre Ödemeler Dengesi
Pozitif girişler
Negatif girişler
1- Mal ve hizmet ihracını
1- Mal ve hizmet ithalini
2- Mali kalemlerde
2- Mali kalemlerde
a- Yükümlülük artışını
a- Yükümlülük azalışını
b- Varlık azalışını
b- Varlık artışı
Ödemeler Bilançosunun Temel Hesap Grupları
Ödemeler bilançosunun üç ana hesap grubu vardır. Bunlar, cari işlemler,
sermaye ve resmi rezervler hesabıdır:
Cari İşlemler Hesabı
Ödemeler bilançosunun en önemli hesap grubunu oluşturur. Cari işlemler
hesabı kendi içinde; cari işlemler , uluslar arası hizmetler ticareti ve karşılıksız
transferler olarak üç gruptan oluşmaktadır.
57
Cari işlemlerin önemli bir kısmını mal ticareti oluşturmaktadır. Mal ihracatı
ile mal ithalatı arasındaki dengeye dış ticaret bilançosu denilmektedir. Burada ihracat
alacaklı, ithalat ise borçlu bir işlemdedir.
Görünmez ticaret de denilen hizmetler ticareti hesabında ; uluslar arası
bankacılık ve sigortacılık işlemleri, turizm gelirleri ve sermaye kazançları gibi
hesaplar yer almaktadır. Bu işlemlerin bakiyesi hizmetler bilançosu olarak
isimlendirilir.
Karşılıksız transferler hesabında ise uluslar arası para ve ayni yardımlar gibi
karşılıksız transferler yer alır. Yurtdışında çalışan işçi gelirleri de bu grup altında yer
almaktadır.
Her üç hesabın bakiyesi cari işlemler bilançosunu oluşturmaktadır. Cari
işlemler bilançosunun alacak bakiyeli olması, cari işlemlerden sağlanan döviz
girişini, cari işlemlerin neden olduğu döviz çıkışından daha fazla olduğunu gösterir.
Tersi durumda ise, cari işlemler bilançosu açık veriyor demektir.
Cari işlemler bilançosunda ortaya çıkan gelişmeler, mal ve hizmet
bilançosunun milli gelirle doğrudan ilişkisi nedeniyle hem kamunun hem de özel
sektörün ilgisini çekmektedir. İhracat ve ithalat arasındaki fark, yatırım ve tüketim
harcamaları ile milli geliri oluşturan üç unsurdan birisidir.
Sermaye Hesabı
Sermaye çıkışı borçlu, sermaye girişi ise alacaklı olarak kaydedilmektedir.
Sermaye hesabı uzun ve kısa süreli sermaye hesabı olarak ayrılabilmektedir. Uzun
süreli sermaye hareketleri içinde dolaysız yatırımları, uluslar arası portföy
yatırımlarını ve uzun süreli kredileri görme olanaklıdır. Kısa vadeli sermaye akımları
içinde ise dış ticaretin finansmanına yönelik krediler ve kısa süreli finansal yatırımlar
yani sıcak para yer alır.
Sermaye hesabına sadece ana sermayeye ilişkin giriş ve çıkışlar
kaydedilmekte, sermaye yatırımları ile ilişkili olan faiz ve kar payı gibi ödemeler cari
58
işlemlere kaydedilmektedir. Sermaye hesabının bakiyesi ise sermaye bilançosunda
gösterilmektedir.
Resmi Rezervler Hesabı
Bu hesap, otonom işlemlerin doğurduğu dengesizlikler dolayısıyla döviz
piyasalarına yapılan müdahaleler sonucunda merkez bankasının dış rezervlerindeki
değişmeyi gösteren bir hesaptır. Resmi rezervler hesabı ,döviz, altın ve
IMF
kaynaklarından oluşur.
Resmi rezervler hesabı ödemeler bilançosunun denkleştirilmesi amacıyla
kullanılan hesaptır. Eğer döviz gelirleri, döviz giderlerini tam olarak karşılıyorsa,
resmi rezervler hesabında bir değişiklik olmayacaktır. Resmi rezerv hesabındaki
artış, borçlu hesap, azalış ise alacaklı hesaptır .
Dövizi arz ve talep edenler kişi ve kurumlar olmalarına karşın bunlar resmi
rezervleri etkiler (Seyidoğlu, 1991,s.149). Bunun nedeni bankaların , döviz ve fonları
ile ulusal fonlar arasındaki ilişkidir. Bankalar özel kişi ve kurumlara döviz sattıkça,
dövizleri azalacak ve bankalar merkez bankasından döviz talebinde bulunacaklardır.
Merkez bankası tarafından bu talebin karşılanması döviz rezervini azaltır. Tersi
olduğunda ise döviz satın alır ve ulusal para sıkışıklığı çeker. Bunu karşılamak üzere
bankalar merkez bankasına döviz satar ve karşılığında ulusal para alır.
3.3.2.3. Ödemeler Bilançosu Dengeleri
Uygulama açısından başlıca üç tip ödemeler bilançosu dengesinden söz
etmek olanaklıdır: Bunlar; temel denge, likidite dengesi ve resmi rezervler dengesidir
(Karluk, 1991,s.424).
3.3.2.3.1. Temel Denge
Temel denge, cari işlemler hesap dengesi ile uzun vadeli sermaye hesabı
dengesini kapsar. Buna göre mal ve hizmetler karşılıksız transferler, uzun vadeli özel
sermaye akımları otonom, bütün kısa vadeli sermaye akımları, resmi rezerv
değişimleri denkleştirici kalemdir. Bu nedenle bütün kısa vadeli sermaye hareketleri
59
bilançoda çizginin altına kaydedilir. Bu dengenin özelliği, ödemeler bilançosundaki
uzun vadeli gelişmeleri ortaya koymasıdır. Dolayısıyla denge, dalgalanmaların ve
spekülatif hareketlerin etkisinden arındırılmış olur.
3.3.2.3.2. Net Likidite Dengesi
Net likidite dengesi (net liguidity balance), esas olarak temel dengeyi
kapsamakla birlikte kısa vadeli özel likit olmayan sermaye dengesini de içine alır. Bu
durumda ülkenin yabancılarla olan kısa vadeli borçları otonom kalem niteliğindedir
ve çizginin üstüne kaydedilir. Buna karşın yabancı özerk kişilerin ülkeye olan kısa
vadeli borçları denkleştirici kalem olarak kabul edildiğinden çizginin altında
gösterilir. Örneğin , özel sektöre ait ticari krediler gibi devredilebilir niteliği
bulunmayan kısa süreli sermaye işlemlerinin dış denge amacı ile yapıldıkları
(denkleştirici oldukları) varsayılır. Likit borçlar ve alacaklar dahil diğer tüm işlemler
ise otonom kabul edilir.
3.4.2.3.3. Resmi rezervler Dengesi
Resmi rezervler dengesi (officials settlements balance), net likidite
dengesine ilave olarak kısa vadeli özel likit sermaye dengesini kapsar. Bu durumda
cari işlemler hesabındaki karşılıksız transferler, bütün uzun vadeli sermaye
hareketleri ile kısa vadeli özel sermaye kalemleri otonom, resmi kısa vadeli sermaye
akımları ise denkleştirici kalem olmaktadır. Böylece, kısa vadeli likit ve likit
olmayan özel sermaye hareketleri çizginin üstünde, tüm resmi rezerv değişimlerini
kapsamayan hesaplar çizginin altına kaydedilir.
3.3.2.4. Ödemeler dengesindeki Açık Ya Da Fazlaların Yönetimi
Ödemeler bilançosundaki açık ya da fazlaların anlamı esnek döviz kuru
sistemlerinde farklı olmaktadır. Geleneksel olarak ödemeler bilançosu açık ya da
fazlaları bir ülkenin döviz kurları üzerinde bir baskı olarak görülürdü.
Döviz kurları ile ödemeler dengesi arasındaki ilişki aşağıdaki basit model
yardımı ile gösterilebilir (Eiteman ve Stonehill,1989.s.69-70):
60
(X-M) + ( CI – CO) +ΔXR = ÖDEMELER DENGESİ
Burada X; mal ve hizmet ihracını, M;mal ve hizmet ithalatını,CI;sermaye
girişini, CO; sermaye çıkışını ve ΔXR ise resmi rezervlerdeki değişmeyi
göstermektedir.
Tamamen esnek kur sistemlerinde ödemeler bilançosu sürekli sıfıra
eşittir,çünkü döviz kurlarındaki değişme sayesinde denge sağlanmaktadır. Örneğin
bir ülke dış ticaret açığı veriyorsa (yani ithalatı ihracatından fazlaysa) ve bu açık net
sermaye girişleri tarafından dengelenemiyorsa, o ülkenin parası bu denge
sağlanıncaya kadar değer kaybına uğrayacaktır.
3.3.3.Mali Piyasalar Yaklaşımı
Mali
piyasalarının
oluşturulmasındaki
en
önemli
sebepler
şöyle
açıklanabilir:İlk olarak, sadece ulusal fiyat seviyelerindeki, para arzlarındaki ya da
cari işlemlerdeki değişmeler ile kur davranışları arasında bire bir ya da çok yakın bir
ilişki yoktur. Kurlar, daha çok fiyatları organize piyasalarda belirlenen diğer mali
varlık fiyatları gibi hareket etmektedir. Ekonomik koşulların bugünü ve geleceği
hakkındaki bilgiler, cari kurlara hemen yansımaktadır. Bekleyişler önemli bir unsur
haline gelmiştir. Bunların sonucunda, kur değişimleri son derece öngörülmez
olmaktadır. Bu gözlemlerden şu sonuca varılmaktadır : döviz kuru, iki mali varlığın
nispi fiyatı olduğundan hareketle kurlardaki davranışların açıklanmasında en önemli
faktörler olarak öncelikle bu paraların arz ve talepleri üzerinde durulmalıdır. Bu
yaklaşıma giren modellerin bazı ortak varsayımları vardır. Bunlar: ülkeler arasındaki
sermaye hareketliliğini engelleyen önemli işlem maliyetleri, sermaye kontrolleri ya
da diğer engellerin olmamasıdır. Bu nedenle, döviz kuru ulusal varlıklar stokuna olan
uluslararası talebi dengelemek için hemen uyum sağlamak durumundadır. Ülkeler
arasında tam sermaye hareketliliği olması arzulanan portföy bileşimine hemen
ulaşmayı sağlamaktadır (Bulut,2005,s.129).
Mali piyasa modellerini üç grupta inceleyebiliriz. Bunlar; parasal modeller,
portföy dengesi ve para ikamesi modelleridir.
61
3.3.3.1. Parasalcı Modeller
Parasalcı yaklaşım modeline göre, döviz kuru yabancı para biriminin ulusal
para cinsinden fiyatı olarak kabul edilir ve diğer göreceli fiyatlar gibi döviz kuru da
ulusal para stoklarının göreceli arz ve talebi tarafından belirlenir. Sermaye
piyasalarındaki göreceli arz ve talebin döviz kurunu belirlediği düşünülen bu
yaklaşımda temel varsayım, sermaye akışının serbest olasıdır. Başka bir deyişle
sermaye akışında engel ve kısıtlama olmadığı gibi alışverişlerde işlem maliyeti de
yoktur. Eğer bu varsayımlara ulusal ve uluslararası tahvillerin tam ikame edilebilir
olması varsayımı eklenirse portföyler sürekli dengede olacaktır. Ülkedeki faizler
uluslar arası faiz oranı ve ulusal para biriminin değer kaybetme oranı beklentisinin
toplamına eşit olacaktır. Böylece iç ve dış sermaye piyasaları ortak bir pazara
indirgenecek ve sadece ulusal ve uluslararası para piyasaları döviz kurunun
belirleyicisi olacaktır (Taşkın,1995,s.69).
3.3.3.2. Portföy Dengesi Modeli
Döviz kuru belirleme modellerinden portföy dengesi modellerinin temel
kaynağı, Markowitz (1952) ve Tobin (1958)’in portföy teorisi ve para talebi üzerine
yapmış oldukları çalışmalara dayanmaktadır. Döviz kuru belirlenmesi modellerinin
en önemli amacı, döviz kurunun asli hareketlerini yönlendiren etkenleri kavramak ve
döviz
kurunun
diğer
ekonomik
değişkenlerle
ilişkisini
açığa
çıkarmaktır
(Bulut,2005,s.149).
Gerçek dünyada, yerli ve yabancı varlıkların aynı para birimi cinsinden
ifade edilen getirilerinin eşit olmaması için; likidite farklılıklarından, vergi
yasalarından, siyasal riskten, ödememe riskinden ya da kur riskinden kaynaklanan
gerekçeler bulunmaktadır. Parasal modelde, döviz kuru riskinin bulunmadığı, yani
risk priminin sıfır olduğu varsayılıyordu. Kur riski, yerli tahviller yanında yabancı
tahvillere güvencesiz yatırım yapılmasından kaynaklanan bir risk türüdür
(Kibritçioğlu, 1996,s.136).
Parasal yaklaşım ile portföy dengesi arasındaki önemli bir fark, parasal
yaklaşımın riske karşı yansız olmasıdır. Bu şartlar altında parasal yaklaşım, döviz
62
kuru beklentileri konusunda yetersiz kalmıştır. Parasal yaklaşımın bu eksikliği,
portföy dengesi ile ortadan kaldırılmıştır. Portföy dengesi modelinde ekonomik
ajanlar, döviz kuru risklerini minimize etmek için çeşitli paralar ile bir portföy
oluştururken diğer yandan uluslar arası yatırımcılar da risk/getiri faktörüne
dayanarak para dışı finansal varlık tutmak istemektedirler. Dolayısıyla portföy
dengesi modeli, bireylerin belirli bir zaman içinde sabit olan servetlerini, ulusal ve
yabancı paralar ile, yurtiçi ve yurtdışı menkul değerlerden oluşan çeşitli finansal
varlıklar arasında dağıtılması esasına dayanmaktadır. Portföy dengesi modeli, daha
karmaşık bir biçimde döviz kurlarının nasıl belirlendiğini gösterir. Bu yaklaşımda da
faiz haddi paritesi geçerli olmasına rağmen burada parasal yaklaşımdan farklı olarak
portföy içersinde yer alan toplam varlıklar arasında riski paylaşmak için riskten
kaçınanlara karşılık bir risk primi eklenir. Riskten kaçan bireyler, faydalarını
maksimize etmek için portföylerinde risk-yansız yurtiçi varlıklar ve riskli yurtdışı
varlıkları bulundururlar (Bulut,2005,s.150).
3.3.3.3. Para İkamesi Modeli
Döviz piyasasında işlem yapanların portföylerinde paraların getiri oranları
ve risklerine bağlı olarak bir paralar sepeti oluşturmaları çok doğal gözükmektedir.
1980 sonrası uygulanan liberalizasyon politikaları sonucunda Türkiye gibi pek çok
ülkede kambiyo rejimlerinin serbestleştirilmesi, uluslararası ölçekte para ikamesi
olgusunu artırmıştır.
Geleneksel para talebi analizlerinde; para talebi, milli gelir, servet, fiyatlar
genel düzeyi ve faiz oranlarının bir fonksiyonu olarak ele alınmaktadır. Fakat dışa
açık bir ekonomide paranın alternatifi olan varlıklar arasında yabancı paralar da
bulunmaktadır. Bir ülkede ulusal para yerine yabancı para kullanımının
yaygınlaşması para ikamesi sorununu ortaya çıkarmaktadır. Finansal türevlerin az
olduğu ve var olan bu türevlerin getirilerinin herhangi bir nedenle baskı altına
alındığı ekonomilerde para ikamesi süreci hızlanmaktadır. Bir ekonomide ulusal para
değer saklama aracı, hesap birimi ve ödeme aracı olarak kullanılmaktadır. Oysa, para
ikamesinin yoğun yaşandığı ekonomilerde ulusal paranın bu üç işlevini, yavaş yavaş
63
yabancı paralar yerine getirmeye başlar. Bu durum, bir ülkenin bağımsız para
politikası uygulamasını güçleştirmektedir.
Para ikamesinin amprik incelemeleri, iki farklı yaklaşıma dayanır. Bu
yaklaşıma göre, ilk aşamada ekonomik ajanlar servetlerini para ve diğer varlıklar
arasında portföy dengesini sağlayacak şekilde dağıtırlar. İkinci aşamada ise, ekonomi
ajanlar servetlerini çeşitli paralar arasında yine portföy dengelerini sağlayacak
şekilde dağıtmaktadırlar. Bu çerçevede para ikamesini doğrudan ve dolaylı para
ikamesi olarak ikiye ayırmak mümkündür. Doğrudan para ikamesi, ekonomik
ajanların faiz getirisi olmayan paraları risk/getiri kriterine göre ikame etmelerini
ifade etmektedir. Ancak, gerçekte bir ülkenin faiz getirmeyen para stokunun çok
küçük bir kısmı yabancılar tarafından tutulur. Dolayısıyla burada söz konusu olan
miktar küçüktür. Dolaylı para ikamesinde ise, para dışındaki varlıkların da portföy
tercihlerinde yer almasına izin verdiğinden daha büyük miktarlarda para ikamesine
neden olur. Burada döviz kuru değişmelerine ilişkin beklentiler, tahvil gibi para dışı
finansal varlıklar arasında ikameye yol açmakta ve bu para ikamesi ile
sonuçlanmaktadır (Bulut,2005,s.160).
3.4. Aktif-Pasif Yönetimi
Bankalarda dövizli işlemlere yönelik fon yönetimi; “ nakit akışlarını en
etkin ve karlı biçimde dengeleme olarak tanımlanabilir. Bu bankanın çeşitli para
birimleri cinsinden ödemelerini gereken zamanda yapabilmesi ve fazla fonlarını en
yüksek getiriyi sağlayacak alanlara yatırması demektir” (Ersan,1987,s.24).
Fon yönetiminin en önemli amacı olan Aktif- Pasif Yönetimi bankanın
bilançosundaki aktif ve pasif değerlerin genel risk,likidite ve maksimum karlılık
anlayışı içerisinde yönetilmesidir.Bankacılık sektörü Aktif-Pasif yönetiminin
önemini 1970’li yıllardan sonra anlamış ve 1980’de büyük gelişmeler yaşanmıştır.
Bu dönemlerde bankacılık sektöründeki kar marjlarının daralması, faiz oranları ve
döviz kurlarındaki dalgalanmalar aktif-pasif dengesini, bilhassa döviz yönetimini
önemli bir hale getirmiştir.
64
Aktif-pasif yönetiminin gelişme süreci 1980’li yıllarda bankaların az
gelişmiş ülkelere kullandırdıkları kredilerde geri dönüşüm sorununun meydana
gelmesiyle uğradıkları zararların, banka bilançolarında aktif-pasif kalemleri
arasındaki vade uyumunun bozulmasıydı.Bozulan bu vade uyumlarını sağlamak
amacıyla bankalar, yabancı kaynakların ortalama vadelerini uzatmaya çalışmışlar ve
varlıkların kalitesini ve geri dönme hızını artırmak için menkul kıymetlere
bilançolarında yer vermeye başlamışlardır.
Dövizli aktif-pasif yönetiminde döviz pozisyon yöneticisinin amacı farklı
cinsteki yabancı para birimlerini en verimli ve
en karlı şekilde yönetmektir.
Bankalar uluslararası piyasalarda finansal aracılık yaparak dövizleri kullanırlar. Bu
yüzden de bilançoların da dövizli aktif ve pasif kalemleri bulunmaktadır. Bu ise
bankanın döviz pozisyonunu meydana getirir.
Ekonomik hayattaki istikrarsızlıklar, bankacılık sektörünü çok çabuk
etkilemektedir.Fon yöneticisinin başarılı ve etkin bir aktif-pasif
yönetimiyle bu
istikrarsızlıklara yenilmeden iyi bir bankacılık hizmeti verebilir.
Döviz pozisyon yönetiminde amaç müşteriye kaliteli hizmet vermek bütün
döviz cinlerinden uygun ve yeterli miktarda döviz pozisyonuna sahip olmak ve
bunları iyi bir yönetimle karlı bir şekilde değerlendirmektir. Bunun için yapılacak
olan ise; “Sermayenin getirini maksimum yapmak ve sermayenin getiri oranındaki
dalgalanmayı minimum yaparak riski azaltmaktır. Kısa vadede ise, net faiz marjının
(Faiz Gelirleri – Faiz Giderleri ) maksimuma çıkarılması ve net faiz marjındaki
dalgalanmaların minimumu indirilmesi gerekir” ( Türkel,1994,s.16).
Bir banka bilançosu incelendiğinde aktif ve pasif kalemlerini tablo 3.5’deki
gibi gruplamak mümkündür.
Bilanço üzerinde aktif-pasif kalemler sadece miktar olarak gözükür. Miktar
dağılımından ziyade faiz unsuru göz önünde bulundurulduğunda aktif – pasif
kalemleri üç grupta incelemek mümkündür ;
65
Tablo 3.4 Banka Bilançosu
AKTİF KALEMLER
PASİF KALEMLER
Likit ve likiditesi yüksek değerler
Toplanan vadeli- vadesiz mevduat
Ticari banka kredileri
Alınan krediler ve çeşitli kaynaklar
Mali sektör kredileri
Merkez Bankası hesapları
Hisse senedi, tahviller ve iştirakler
Özkaynaklar
Bağlı ve sabit kıymetler
- Sabit faizli
-Değişken faizli
-Faizsiz
Ekonomik hayattaki hızlı iniş ve çıkışlar, kar marjındaki daralmalar,
bankaların varlıklarının yanı sıra pasiflerinin yönetimine de büyük önem veren
politikalar izlemelerine yol açmıştır. Bunun içinde fon yönetimi bölümleri
oluşturmuşlardır. Bu bölümler pasif yönetiminde bazı sorunlar ile karşı karşıya
kalmışlardır. Bu sorunlar üç ana konu üzerinde yoğunlaşmaktadır (Kara,1991,s.10).
a- Kaynak maliyetini en aza indirme yani mevduata ödenen faizlerin
maliyetini en aza indirip, mevduat müşterilerinin faiz duyarlılığına göre
sınıflandırma yapıp , bu mevduat gruplarına göre farklı faiz oranları uygulayarak
kaynak maliyetini en aza indirme operasyonudur. Bu operasyon sonucu banka, farklı
mevduat gruplarına farklı faiz oranları uygulayarak kaynak maliyetini minimize
edebilir.
b- İkinci ana konu müşteri ilişkilerinin verimliliği; Bankaların karşılaştığı
faiz oranı, likidite, kur risklerine karşı koruma yöntemleri geliştirirler. Bu sıkı
politika dönemlerinde müşterilerinin yüksek miktarda kredi taleplerini geri
çevirmemek için kendi fonlarını çok iyi yönetmeliler. Müşterilerinin kredi taleplerine
66
birçok yeni ürün ve yaklaşımlarla, bankanın pozitif marjını ve itibarını
korumalıdırlar. Bunun için iyi bir Pasif Yönetimi ile net getiri marjı pozitif kalmak
koşulu ile bankalar sıkı dönemlerinde düşük maliyetle, mevduatlarını korumak
amacıyla kaynak maliyetini altında iyi ve verimli müşterilerine fon kullandırabilirler.
c- Üçüncü ana konu ise, bankaların topladığı ana mevduatlar üzerindeki
kanuni karşılık uygulamalarından kaçınma durumları; bankalar pasiflerindeki
mevduatlarını belirli bir yüzdesini atıl fon olarak (karşılık) Merkez Bankası
hesaplarında tutmak zorundadır. ( Türkiye’de başlıca 2 tür mevduat karşılığı vardır.
Munzam karşılık ve Umumi Disponobilite. Munzam karşılık kanuni karşılığa umumi
disponobilite ise ihtiyari karşılığa tekabül etmektedir.) Bankalar her ay karşılığa tabi
mevduat hacmindeki artışları tespit ederek bu fark üzerinden mevduat karşılığını
T.C.M.B. kanuni karşılık hesabına yatırırlar. T.C.M.B. bu kanuni karşılık üzerinden
bankalara çok az bir faiz öderler. Bu hesabın büyük bir kısmı atıl olarak Merkez
Bankası hesabında tutulmaktadır. Dolayısıyla bu, mevduatın kaynak maliyetini
arttıran bir unsurdur. Bu maliyetten kaçınmak için bankalar, pasif yönetimini kanuni
karşılığa tabi olmayan yeni kaynaklar yaratarak yatırımlarını değerlendirebilirler.
Tablo 3.5 Zorunlu Munzam Karşılık Oranları
Zorunlu Munzam Karşılık Oranları / Required Reserve Ratios (%)
Oranlar /
Ratios
Yükümlülükler / Liabilities
Yeni Türk Lirası / New Turkish Lira
6
Yabancı Para / Foreign Exchange
11
Aktif- pasif yönetiminin en önemli konusu ise, aktif ve pasiflerin vade
uyumunu oluşturmaktadır. Bankacılık sektörü kısa vadeli fonları uzun vadeli fonlara
dönüştürürken büyük bir riski üstlenirler ve hesaplar doğru yapılmaz ise taahhütlerini
yerine getirememe durumuyla karşılaşırlar. Bu nedenle amaç aktif ve pasif
kalemlerinde vade uyumunu sağlamaktır (Anaçalı, 1989,s.10).
67
Kısaca; bugünkü bankacılarının birçok belirsizlikler ile uğraşabilecek ve
bankanın likiditesini ve emniyetini zedelemeden bankaya düzenli bir fon akışı ve
yeterli miktarda kar elde edecek bir yönetim stratejisine ihtiyacı vardır. Bu yönetim
tekniği güncel bankacılıkta aktif- pasif yönetimidir.
Bu yönetim tekniğini çok iyi uygulayabilen bankalar, likiditelerini,
aktiflerin kalitesini ve öz kaynaklar yeterliliğini verimli bir seviyede tutara, yüksek
karlar elde etme imkanı bulabileceklerdir.
3.4.1. Döviz Pozisyon Yönetimi
Uluslararası Piyasalarda işlem yapan bankalar, döviz ödemelerini yürütmek
için belli başlı farklı döviz cinslerinden yeterli derecede hesap bakiyeleri tutmak
zorundadırlar. Doğal olarak bu döviz bakiyeleri bankaların
kendi ve muhabir
bankaları nezdinde açmış oldukları çeşitli hesaplarda tutulmaktadır.
Kullanım amaçlarına göre açılan bu hesaplar;
Cari Hesap: Günlük kullanımların yapıldığı vadesiz hesaplardır.
Depo Hesap: Belirli bir anlaşma ile belli bir faiz oranı üzerinden hesaplarda
bir süre için depo edilen döviz hesaplarıdır.
Yatırım Hesapları: Müşterinin kendi depo hesaplarında bulunan
dövizlerinden daha iyi bir faiz geliri sağlamak için tuttukları ve bankanın bu hesabı
müşteri adına değişik piyasalarda değerlendirip, cari hesaplarına aktardığı bir
hesaptır.
Bu nedenle ticari bankalar bilançolarında döviz kaynak ve kullanımlar yani
dövizli aktif ve pasif kalemleri yer almaktadır. Bu kalemlerin bankalar düzeyinde
oluşturdukları alacak ve yükümlülükleri ise döviz pozisyonunu oluşturur. Bu terim
daha çok Merkez Bankası’nın sahip olduğu döviz pozisyonu hakkında verilen
bilgiler ve haberlerden ötürü önemli hale gelmişlerdir.
68
Döviz kaynakları; döviz mevduat hesapları, yabancı para piyasalarından,
döviz üzerinden borçlanmalar, döviz cinsinden ödeme taahhütleri ( aval vermiş
poliçeler , vadeli akreditifler, v.b. ) gibi kalemler, döviz kullanımları ise muhabir
bankalarda tutulan döviz mevduatı , döviz üzerinden kullandırılan krediler, yabancı
para ve sermaye piyasalarında yapılan dövizli plasmanlar ve dövizli alacaklar gibi
kalemler yer almaktadır ( Uyar, 1990 ,s. 35).
3.4.1.1. Döviz Mevcutları ve Alacaklar
Dövizli aktif kalemler
ana başlıklar altında topladığımızda şunları
sıralayabiliriz.
- Bankaların yurtdışı muhabirleri nezdindeki cari hesap ve depo
hesaplarında bulunan döviz mevcutları ile döviz üzerinden düzenlenmiş kıymetli
evrak portföyleri,
- Bankaların yurtiçi muhabir bankaları nezdinde hesaplarında bulunan
döviz mevcutlar,
- Bankaların Merkez Bankası nezdindeki hesaplarında bulunan döviz
mevcutları, ( döviz olarak tutulan toplam tevdiat munzam karşılıkları dahil),
- Bankaların kasalarında bulunan efektif mevcutları,
- Bankaların yurtiçi ve yurtdışına açılan döviz kredilerin toplamı,
- Bankaların Merkez Bankası bünyesinde kurulan döviz ve efektif
piyasalarda, bankalar arası para piyasalarında işlem yapabilmek için Merkez
Bankasına teminat olarak tevdi ettikleri döviz depoları , efektif depoları, uluslar arası
standartlardaki altın, yabancı devlet veya hazine kuruluşlarınca çıkarılan bono ve
tahviller;
- Bankalar arası döviz ve efektif piyasalarında yaptıkları işlemlerden dolayı
adlarına diğer bankalarda tesis ettikleri döviz depoları ve verdikleri döviz kredileri,
- Merkez Bankası genelgesi ile belirtilen vadeli döviz alımı.
69
Bankaların dövizli alacak ve mevduatlarını oluşturan kalemlerdir ( TCMB
32 Sayılı Kararname) .
3.4.1.2. Döviz Taahhütleri
- Akreditif taahhütleri,
- Vadesine altı ay kalan ve vadesi geldiğinde ödenmesi bankalarca taahhüt
edilen kabul poliçeleri,
- Vadesine altı kalan ve ihracatın gerçekleşmemesi halinde geri ödenmesine
bankalarca garanti verilen prefinansman kredi taahhütleri,
- Bankaların yurtiçi veya yurtdışından doğrudan sağladıkları ve ödenmesini
garanti ettikleri vadesine altı ay kala diğer krediler ile aldıkları döviz depoları,
- Vadesiz döviz tevdiat hesapları,
- Bankaların Merkez Bankası bünyesinde kurulan döviz ve efektif
piyasalarında yaptıkları işlemlerinden dolayı alacakları vadelerine altı ay kalan döviz
depoları, döviz kredileri ve ödeme yükümlülüğünü üstlendikleri vadesine altı ay
kalan diğer döviz taahhütleridir (TCMB 32 sayılı kararname) .
3.4.1.3. Döviz Borçları
- Bankalar düzeyinde açılmış bulunan döviz tevdiat hesapları toplamı (
bankalar arası döviz hesapları dahil).
- Bankalarca yurtiçi ve yurtdışından ödenmesi döviz olarak yapılmak üzere
borçlu sıfatı ile sağlanan döviz kredileri toplamı,
- Bankalarca yurtdışından depo hesabı olarak sağlanmış fonlar,
- Bankaların Merkez Bankası bünyesinde kurulan döviz ve efektif
piyasalarında yaptıkları işlemlerden dolayı ödeme yükümlülüğü altına girdikleri
döviz depoları, döviz kredileri ve diğer döviz taahhütleri,
70
-
Nitelikleri Merkez Bankası genelgeleri ile belirlenen vadeli döviz
satımları, olarak belirlenmiştir ( TCMB 32 sayılı kararname).
3.4.2. Döviz Pozisyon Dengesinin Alabileceği Durumlar
Bir bankanın dövizli varlıkları ile dövizli borçları arasındaki farkın döviz
pozisyon dengesini vermektedir. Bu nedenle bankalar, müşteri ile yaptıkları işlemler
ve kendi adlarına yaptıkları işlemler nedeniyle döviz pozisyonları bulunmaktadır.
Zaten bankalar para piyasasında gerekli ödemeleri yapabilmek için yeterli
döviz kaynağına sahip olmaları gerekir.
Genel olarak dövizli alacak ve mevcutların dövizli taahhütleri ve dövizli
borçları toplamını karşılaması gerekirse de bazen bu denge aktif ve pasif lehine
bozulabilir. Özellikle dış ticaret işlemleri sonucunda ihracatçı ve ithalatçıların döviz
bazında alacakları ve ödeme taahhütleri (borçlar) muhtemel kur değişmesi nedeniyle
milli para karşılıkları kesin olarak bilinememektedir. Kısaca işleme alınan dövizin
milli para karşısında değer değişmesine uğrayarak, döviz kurunun yükselmesi
alacaklarda kar ve borçlarda zarar, kurun düşmesi ise alacaklarda zarar ve borçlarda
ise kar doğuracaktır.
Dolayısıyla döviz kurlarının gelecekteki değerlerinin bilinmemesi milli para
bazında alacak veya borç tutarında bir belirsizlik getirmektedir.Daha öncede
belirttiğimiz gibi bu belirsizliklerin yarattığı zarar ihtimali “kur riski”
olarak
tanımlanmaktadır.
Bu nedenle kur riski direk olarak bankanın dövizli aktif ve pasifini etkiler.
Döviz pozisyon yöneticisinin bu duruma çok dikkat etmesi gerekir. Çünkü, bu
işlemlere ait en ufak bir yanlış ve eksiklik büyük riskleri doğurabilmekte ve banka
taahhütlerini yerine getirememe durumuna düşebilir.
Bankalar, döviz vaziyetlerinde farklı döviz cinsinden farklı oranda döviz
varlığı bulundururlar. Her bir döviz cinsinin döviz miktarları aynı olmayabilir. Bu ise
bankanın tercihine ve vaziyet durumuna bağlıdır.
71
Bu pozisyon durumları 4 grupta ele alınmaktadır ;
3.4.2.1. Başabaş Pozisyon
Mevcutlar +
Alacaklar
= Borçlar
( YP Aktifler)
+
Taahhütler
( YP Pasifler)
Dövizli aktif kalemlerinin, dövizli pasif kalemlerini tam olarak karşıladığı
denge durumudur. Bu durumda aktif toplamı , pasif toplamına eşittir ve pozisyon
dengededir.
Bu eşitliğin pratikte ortaya çıkması olağan değilse bile böyle bir durumun
olduğu düşünülürse eşitliğin pozisyonu dengede gösterdiği söylenebilir. Döviz
mevcutları taahhütleri karşılıyor demektir ( Beyhatun , 1988,s.4).
3.4.2.2. Uzun Pozisyon
Mevcutlar
+
Alacaklar
>
Borçlar
( YP Aktifler )
+ Taahhütler
( YP Pasifler )
Bir bankanın döviz alacaklarının, döviz yükümlülüklerine göre fazla olması,
artı pozisyondur. Bu pozisyondaki döviz fazlasına, net döviz pozisyonu denilir.
Örneğin, Merkez Bankası, son yıllarda döviz fazlasına sahiptir. Böylece
döviz fazlalığı artıkça piyasaya güven aşılanmaktadır.
Bu pozisyon durumunda banka, ihtiyacından fazla döviz tutuyor demektir
yani fazladan aldığı dövizleri TL satarak elde etmiştir. Çünkü bu durumda bankanın
kar getiri formülü şöyle olmaktadır :
Devalüasyon getirisi + Dövizin faiz getirisi > TL Faiz Getirisi
Bu durum, bankanın lehine işleyen bir durumdur. Döviz kurundaki bir
yükselme , döviz mevcutlarını,döviz borçlarına oranla daha hızlı arttırır. Bunun
sakıncası ise elde tutulan fazla dövizin, alternatif maliyetidir.
72
3.4.2.3. Kısa Pozisyon
Mevcutlar + Alacaklar
<
Borçlar
( YP Aktifler )
+ Taahhütler
( YP Pasifler )
Bu durumda bankanın döviz yükümlülüklerinin, alacaklarına göre daha
fazlası olmasıdır. Bunun finansal sözlükteki karşılığı “ Açık Pozisyon” veya diğer
adıyla da “ Short Pozisyon” olmaktadır. Bu durumda, kuruluşun döviz alacakları,
yükümlülüklerden daha azdır ve pozisyon eksi durumdadır. Olası bir döviz kuru
artışında, söz konusu bankaların bu pozisyonlarından dolayı yüklü miktarlarda
zararla karşı karşıya kalmaları muhtemeldir.
Örneğin 1994’te yaşanan krizde üç bankanın kapatılmasında ve sektörün
büyük ölçüde zarar görmesinde en büyük faktör bankaların taşıdığı açık pozisyondur.
Bu pozisyon durumunda banka, elindeki döviz varlıklarıyla, döviz borç ve
taahhütlerin yerine getirmiyor demektir ( Anaçalı,1989,s.10). Bu ise TL alıp döviz
satmaktır.
Yani Türk Lirasının maliyeti döviz kazancından daha yüksek ve açık
pozisyon tutmak daha karlıdır.
Devalüasyon getirisi + Dövizin faiz getirisi < TL Faiz Getirisi
Bu durumda banka döviz cinsinden borçlandığı için bu pozisyon durumunda
kur ve likidite riski çok yüksektir ve döviz pozisyon açığı vardır. Banka ancak
yukarıda belirttiğimiz formüle göre hareket ederse yani kurun devalüasyon ve faiz
getirisi düşük, ama TL’nin getirisi arttığı durumda fon tutmanın getirisi artar ve kısa
pozisyon banka yararına olur. Ancak bu çok güvenli değildir.
Bankaların hangi pozisyonda döviz kaynaklarını yöneteceği, piyasadaki
ileriye dönük beklentilere göre belirlenir. Fakat kısa veya uzun pozisyon alt ve üst
limitleri Merkez Bankalarınca belirlenir ve bankalar bu limitlere uyma zorundadır
(Anaçalı, 1998,s.16).
73
4. DÖVİZ KURU RİSKİ VE KUR RİSKİ YÖNETİMİ
Bu bölümde döviz kuru riskinin tanımı , kaç gruba ayrıldığı , nasıl ve hangi
methotlarla ölçüldüğü, döviz kuru riskine karşı korunma araçlarının neler olduğu
konuları hakkında bilgi verilmiştir.
4.1.
Döviz Kuru Riski
Daha öncede belirttiğimiz gibi; uluslararası ticaretin gelişmesi , buna bağlı
olarak dövizin kullanılmasının yaygınlaşması ve döviz işlemlerinden önemli karların
elde edilebileceğinin farkına varılmasıyla dövize olan ilgi artmıştır. Dövize yönelen
bu ilgiyle beraber dikkat edilmesi gereken önemli bir noktada dövizin, büyük karlar
getirmesinin yanında önemli zararları veya maliyetleri de beraberinde getirmesidir.
Döviz kuru riski, ulusal paraların döviz piyasalarında karşılıklı olarak değer
kazanması veya
kaybetmesinden kaynaklanır. Dış ticaret işlemlerinin önem
kazanması, ticaret hacminin artması , para ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi
sonucu
uluslar arası finans piyasalarının gelişmesi döviz kurlarında büyük
dalgalanmalara yol açabilmektedir ( Uludağ, Arıcan,1999,s.376).
Döviz kuru riski , genellikle meydana geliş şekline göre üç grupta ele
alınmaktadır. Bunlar; işlem riski, çevirme riski ve ekonomik risktir.
4.1.1. İşlem Riski
İşlem riski , beklenen nakit akımlarındaki döviz kuru hareketlerinin direk
etkisinden kaynaklanan olası kazanç ve kayıplar olarak nitelendirilebilir.Belirli bir
vade sonra döviz karşılığı ödemede bulunacak işletme, anlaşma yapıldığı tarihteki
döviz kurunda meydana gelen değişiklikler sonucu işlem riski ile karşı karşıya
kalabilir. Bunun sonucunda işletme yerli para cinsinden daha fazla nakit ödemede
bulunabilir.
İşlem riskinin tipik örneği, döviz cinsinden işlem gerektiren ithalat ve
ihracat sözleşmeleridir. Sözleşmenin yapılması ile daha sonraki ödeme tarihi
arasındaki geçecek süredeki olası bir kur değişikliği firmanın nakit akımlarında
74
olumlu veya olumsuz yönde değişiklikler meydana getirir. Diğer bir örnekte,
işetmenin dövize bağlı borç alma sözleşmeleridir. Eğer, borç süresi içinde döviz kuru
yükselmişse aynı miktar borcun karşılığında daha fazla ulusal para ödemek
gerekecektir dolayısıyla firmanın karlılığı ve reel nakit akımları azalacaktır.
İşlem riskinin oluşmasında zaman da öneli rol oynar. Üzerinde anlaşılan
fiyat ile ödeme tarihine kadar geçecek süre içinde ortaya çıkacak döviz kuru
değişiklikleri ya da firmanın bilançosu değerlenmede kullandığı para cinsi dışındaki
paralar üzerinden yaptığı cari işlemleri sonucunda oluşan nakdi kayıp işlem riskine
girmektedir. Uluslar arası faaliyette bulunan ister küçük isterse büyük
şirketlerin
tümü işlem riskine maruz kalır ( Gemici . 2006, S. 56).
4.1.2. Çevirme Riski
Çevirme riski, döviz cinsinden belirlenmiş aktif ve pasiflerin muhasebe
kayıtları için yerel para birimi cinsine çevrilmesi sonucu ortaya çıkan bir risktir.
Aslında burada fiziki bir aktif alım ya da satım söz konusu olmayıp, yalnızca
bunların kur değişmeleri sonucunda yerel para cinsinden muhasebe kayıtlarındaki
değerlerinin değişmesi söz konusudur.
Bu
yüzden çevirme riski çoğu yerde
muhasebe riski olarak da geçmektedir (Kırım,1992,s.8).
Bir işletmenin çeşitli döviz cinslerinden borçları ve alacakları vardır. Kur
değişiklikleri nedeniyle alacak kalemlerinin yerel para cinsinden değerinde meydana
gelen artış, borç kaleminde meydana gelen artıştan büyükse işletmenin karı artacak,
tersi durumda ise karı azalacaktır.
Çeviri riski, yabancı ülkelerde veya yabancı para üzerinden yatırım
yapıldığında ortaya çıkmaktadır. Yani bir işletmenin yabancı para ile ifade edilen bir
yatırımı ya da borcu bulunmuyorsa çeviri riskinden söz edilemez (Nurcan,2005,s.9).
4.1.3. Ekonomik Risk
Ekonomik risk, muhasebe ve işlem riskine nazaran daha geniş kapsamlı
olup, firmaların birbirlerine karşı olan rekabetçi pozisyonunu etkilemek şeklinde
ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Fransa’ya bilgisayar ihracatı yapan bir Amerikan şirketi
75
yalnızca Euro’nun Dolar karşısındaki değeriyle değil rakiplerinin para birimlerinin
Euro karşısındaki değeri ile de ilgilenmektedir. Çünkü Amerikan firmasının
rakiplerinin paraları değer kaybederse bu firmanın ürettiği bilgisayarlar Fransız
alıcılar açısından daha ucuz hale gelir ve Amerikan firmanın rekabet gücü yanında
satış cirosu da o oranda düşer.
Ekonomik risk, bir firmanın anlaşmalara dayalı olsun veya olmasın, nakit
akışı üzerindeki toplam döviz kuru riskini ifade etmektedir. Bir şirketin değerinin
göstergesi, gelecekte beklenen nakit akımlarının bugünkü değeri olduğundan, kur
değişmeleri bu nakit akımlarının bugünkü reel değerini etkiler. Bu da firmanın hisse
senetlerinin piyasa değeri üzerinde etkide bulunur.
Firmanın , kur değişmelerine bağlı olarak bugünkü değerindeki değişmeleri
PV ile, Kur değişmelerini E ile gösterirsek , bir firmanın kurlardaki değişmelerden
etkilenmemesi için ;
PV/E=0
olması gereklidir. Bu eşitliğin sağlanmadığı durumlarda ise firmalar kur
değişmelerinin ekonomik etkisine açıktır. Bu durumun olması da kısa dönemde
firmaların likidite durumunda, uzun vade de ise firmanın mali yapısında ve
karlılığında etkisini gösterir (Söyler,2003,s.1).
4.2. Döviz Kuru Riskinin Ölçülmesi
1989 yılında çıkarılan “ Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı
Karar” ile Türkiye’de sermaye hareketleri büyük ölçüde serbest bırakılmış ve
1990’yıllar genel olarak, sermaye hareketlerine açık bir piyasa ekonomisinin alt
yapısının oluşturulması çabalarıyla geçmiştir.
Türkiye’de 1990 yıllarda uygulanan para politikalarının ve bu politikaların
tamamlayıcısı durumundaki kur politikalarının temel çerçevesi, döviz kurlarındaki
artışın belli ölçülerde kısıtlanmasına ve para otoritesinin kur fiyatında örtük veya
açık bir taahhüt altına girmesine dayanmıştır.
76
2001 yılı Şubat ayında uygulamakta olan sabit döviz kuru uygulaması terk
edilerek serbest ( dalgalı) döviz kuru sistemine geçilmiştir.
Serbest
kur
sisteminin
uygulandığı
ekonomilerde,
kur
riskinin
sınırlandırılması ve oluşan riskin yönetilmesi temelde riske sahip olan ekonomik
birimin sorumluluğundadır. Öte yandan, Türkiye gibi, yurtdışı kaynakları yoğun bir
şekilde kullanan ve kısmen dolarize olmuş gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde,
kur düzeyini sadece mal ve faktör ticareti değil, sermaye hareketleri ve yurtiçi
yerleşiklerin portföy tercihleri gibi unsurlarda etkilemektedir. Dolayısıyla ekonomiye
hızlı sermaye girişi ve çıkışı , para ikamesi veya ters para ikamesi gibi süreçlerin
yaşanması, ekonomik birimleri kur riskine karşı daha hassas hale getirmekte ve kur
riskinin yönetilmesini zorlaştırmaktadır. Kur riski kontrol edilmediğinde bankacılık
krizi, döviz krizi oluşmaktadır. Bu nedenle, bankacılık sektörü başta olmak üzere
ekonomideki tüm kesimlerin kur riskinin, karar verici otoriteler tarafından dikkatle
takip edilmesi gerekmektedir (BDDK, 2006,s.8).
Bankaların mevcut ve potansiyel riskler nedeniyle oluşabilecek zararlara
karşı konsolide ve konsolide olmayan bazda yeterli özkaynak bulundurmalarının
sağlanması amacıyla; BDDK tarafından kabul edilen ve 10.02.2001 tarih ve 24314 1.
Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlülüğe giren , “Bankaların
Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik”in
4. ve 5. maddeleriyle , bankaların piyasa riskine maruz kalan tutarlarını konsolide ve
konsolide olmayan esaslara göre hesaplamaları hüküm altına alınmıştır. Söz konusu
Yönetmeliğin Geçici 1 inci maddesiyle , konsolide olmayan esasa göre hesaplanan
piyasa riskine maruz tutarın 01.01.2002 tarihinden, konsolide esasa göre hesaplanan
piyasa riskine maruz tutarın ise 01.07.2002 tarihinden itibaren sermaye yeterliliği
standart rasyosuna dahil edilmesi esas getirilmiştir ( BDDK,2006,s.2).
Bankacılıkta döviz kuru riskinin piyasa riski içinde olduğunu daha önce
belirtmiştik. Günümüzde piyasa riskinin ölçümünde standart methot ve VaR
yöntemleri kullanılmaktadır.
77
BDDK tarafından 8.2.2001 tarihinde çıkarılan Bankaların İç Denetim ve
Risk Yönetimi Sistemleri Hakkındaki Yönetmelik ile 10.2.2001 tarihinde çıkardığı
Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin
Yönetmelik ile
bankalarda risk yönetimi sistemini yasal bir zorunluluk haline
getirmiş sermayenin üstlenilen riske paralel bir yapı arz etmesinin önemini
vurgulamıştır.
Otorite yukarıda bahsi geçen Yönetmelikte piyasa riskinin yönetimine
ilişkin olarak, yapılması gereken faaliyetlerden birisi olarak Riske Maruz Değer
(RMD) hesaplamalarını önermiştir.
4.2.1. Standart Methot
Günümüzde “riske maruz değer” tutarını tahmin etmeye yönelik bir risk
ölçüm modeli bulunmayan ya da bulunmakla beraber modelin işlerliği BDDK ‘ca
yeterli görülmeyen bankalar tarafından , genel piyasa riskleri ve spesifik risklere
karşı bulundurulması gereken sermaye tutarını belirlemeye yönelik olarak uygulanan
ölçüm yöntemidir.
Kur riskine esas sermaye yükümlülüğünün hesaplanmasında , bankaların
tüm döviz varlıkları ve yükümlülükleri , vadeli döviz işlemleri, swaplar gibi kur riski
içeren türev sözleşmeleri dikkate alınır (BDDK, 2003,s.19).
Bankalar, yabancı para pozisyonları nedeniyle yüklenmiş oldukları piyasa
riskini hesaplarken, iki aşamadan oluşan bir işlem gerçekleştirmektedirler. Öncelikle,
her bir yabancı para pozisyonu nedeniyle karşılaştıkları riski , sonra tüm yabancı
paralar cinsinden sahip oldukları uzun ve kısa pozisyonların bileşimi nedeniyle
karşılaştıkları riski hesaplamaktadırlar.
Bankanın bir yabancı para cinsinden net açık pozisyonu, o yabancı para
cinsinden taşıdığı net günlük pozisyonunun , net gelecek pozisyonunun,
garantilerinin, gelecekte net gelir ve gider pozisyonunun ve o yabancı para cinsinden
kar-zarar anlamına gelebilecek diğer tüm kalemlerin toplamını ifade etmektedir. Bu
78
açık pozisyon hesaplanırken, gerçekleşmiş ancak henüz alınmamış faizler ile
gerçekleşmiş ancak henüz ödenmemiş giderler dikkate alınacaktır. Beklenen faiz
gelirleri ile giderler ise tutarlar belli değilse dikkate alınmayacaktır. Gelecekteki
yabancı para pozisyonları ve altın hesapları bugünkü değerleri ile dikkate
alınmaktadır.
Bankanın yabancı para cinsinden sahip olduğu eşleşen pozisyonlarının, onu
döviz kurlarındaki değişikliklere karşı koruması , sermaye tabanındaki kayıplara
karşı da koruyacağı anlamına gelmemektedir. Sermaye tabanı ülke parası cinsinden,
ancak yükümlülükleri yabancı para cinsinden olan bir bankanın
SYR’si , ülke
parasının değer yitirmesi halinde düşecektir (Değirmenci,2003,s.29).
4.2.2. Riske Maruz Değer
VaR
bir
organizasyonun
portföyünün
gelecekteki
pazardaki
değişkenliklerden ( faiz değişimleri, kur farklılıkları vs ) kaynaklanan zarar
olasılığının ölçümüdür. Bir VaR analizinin klasik bir sonucu “Gelecek hafta
içerisinde banka %5 olasılıkla 5 milyon dolardan fazla kayba uğrayabilir” şeklinde
bir ifade olabilmektedir. Buradan kısaca “ VaR, olası kaybın ifade edilmesidir”
denilebilir.
Riske maruz değer ; elde tutulan bir portföy ya da varlık değerinin , faiz
oranlarında , döviz kurlarında ve hisse senedi fiyatlarındaki dalgalanma nedeniyle
meydana gelebilecek değişiklikler sonucunda maruz kalabileceği en yüksek zararı,
belli bir zaman diliminde
ve belli bir olasılık seviyesinde ifade eden ve muhtelif
sayısal yöntemlerle tahmin edilen değerdir (BDDK,2003,s.2).
RMD hesaplaması için gerekli
bazı standartlar bulunmaktadır. Bu
standartlar ana hatlarıyla şöyledir ( www.bddk.org.tr/turkce/basel/basel/Pillar-1.pdf).
- RMD hesabında tek taraflı %99 güven aralığı kullanılmalıdır.
- RMD hesabında kullanılan tarihsel veri en az 1 yıllık olmalıdır.
- En az üç ayda bir veri seti güncelleştirilmelidir.
79
- Asgari elde tutma süreleri aşağıdaki gibidir :
Tablo 4.1 RMD Hesaplamalarında Asgari Elde Tutma Süreleri
İşlem
Asgari elde tutma
Şartlar
süresi
Repo
Diğer sermaye piyasası
5 iş günü
Günlük yeniden marjinleme
10 iş günü
Günlük yeniden marjinleme
20 iş günü
Günlük yeniden marjinleme
işlemleri (Ör:OTC)
Teminatlı borç
Kaynak: www.bddk.org.tr/turkce/basel/basel/Pillar-1.pdf
Bankalar RMD’nin hesabında, maruz kaldıkları tüm piyasa riklerini
kapsaması kaydıyla “Varyans-Kovaryans”, “Tarihi Similasyon” ve “Monte Carlo
Similasyonu” yöntemlerinden uygun görecekleri herhangi bir risk ölçüm
yöntemlerini kullanabilirler.
Riskteki değer, temel olarak belli bir süre için, belli bir güven aralığında
ortaya çıkabilecek en yüksek zararı belli bir parasal tutarı ifade etmektedir.
Tanımdan da görüleceği üzere iki temel unsurdan oluşmaktadır ;zaman aralığı (elde
bulundurma süresi) ve güven aralığı. Dolayısıyla RD (riskteki değer), herhangi bir
kıymetin belli bir sürede (10 gün gibi), belli bir olasılıkla (%95, %99 gibi) ne kadar
değer kaybedebileceğinin istatistiki yöntemler kullanılarak hesaplanmasıdır. Başka
bir deyişle RD , “….yüzde x” olarak emin olabiliriz ki önümüzdeki “N” gün içinde
“V” ABD Doları’ndan daha fazla kaybetmeyeceğiz”
şeklinde bir önermenin
üretilmesine imkan vermektedir ( www.spk.gov.tr/yayinlar/yayinlar.htm.)
Bankalar RMD’nin hesabında , maruz kaldıkları tüm piyasa risklerini
kapsaması kaydıyla “Varyans-Kovaryans”, “Tarihi Similasyon” ve “Monte Carlo
80
Similasyonu” yöntemlerinden uygun görecekleri herhangi bir risk ölçüm yöntemini
kullanabilirler ( BDDK,2003,s.10).
Varyans-Kovaryans yönteminde, fiyat değişikliklerine ilişkin geçmiş
döneme ait verilerden hesaplanan istatistikler
kullanılmakta , buna ek olarak
piyasalar içindeki ve arasındaki korelasyonlar dikkate alınmaktadır.
Varyans-Kovaryans yöntemi , parametrik yöntem olarak da adlandırılmakta
olup , parametrik RD analizinde istatistikler (örneğin; ortalama ve varyans gibi
parametrik özellikleri olan bir kitleden geldiği varsayımı altında) zaman serileri
kullanılarak tahmin edilmektedir.
Tarihi similasyon yönteminde , portföyün riskini hesaplamak için standart
sapma ve korelasyon hesaplamaya gerek yoktur. Portföyün olası
kar veya
zararlarının dağılımı , piyasa etkenlerinin geçmiş N dönem boyunca gerçekleşmiş
olan değişimlerinin mevcut portföye uygulanması suretiyle elde edilmektedir. Bu
şekilde piyasa fiyatları ile değerlenmiş N adet
varsayımsal portföy değerine
ulaşılmakta ve bu varsayımlar portföy değerlerinin her biri, portföyün mevcut değeri
ile karşılaştırılmakta , elde edilen farklar varsayımsal kar veya zararları vermektedir.
Monte Carlo Similasyon yöntemi , en güçlü risk ölçüm yöntemdir. Tarihi
similasyon yöntemiyle aralarında benzerlikler olmasına karşın iki yöntem arasındaki
temel farklılık tarihi similasyon yönteminde varsayımsal portföy kar veya zararlarını
oluşturmak için tarihi örnekleme döneminde piyasa etkenlerinde gözlemlenen gerçek
değişimler kullanılırken, Monte Carlo similasyon yönteminde piyasa etkenlerindeki
olası değişimleri yeterli düzeyde temsil edebileceği düşünülen istatistiki dağılımın
seçilerek, gerçek olmayan rassal piyasa fiyat ve oranlarının üretilmesidir. Oluşturulan
bu rassal değerler mevcut portföye ilişkin varsayımsal kar ve zararların dağılımını
elde etmede kullanılır (www.spk.gov.tr/yayinlar/yayinlar.htm.).
VaR modellerini en zayıf noktası “en kötü durumu” göstermemeleridir.
Olasılık dağılımları belirlenen güvenilirlik aralığı içindeki alanı temsil eder. Oysa
gerçek hayatta çok düşük olmakla birlikte bu alanın dışında da bazı olaylar
yaşanmaktadır. Ayrıca VaR modelleri toplam kaybı göstermez. Örneğin; bir işlem
81
gününde 1 milyon doların risk altında olduğunu gösteren VaR , ikinci, üçüncü ve
takip eden günlerdeki kayıplarla ilgili bilgi sağlamaz. VaR modellerin bu
eksikliklerini telafi etmeye yönelik çabalar stres testleri ve senaryo analizlerini
gündeme getirmiştir.
Stres testleri ve senaryo analizleri, porftöyün en zayıf noktasını bularak bu
noktanın ne kadar baskıya dayanabileceğini, söz konusu baskı ve gerilimin
gerçekleşmesi
durumunda
nasıl
bir
şekil
alacağının
hesaplama
temeline
dayanmaktadır. Bu modelde, olasılık dağılımının uç noktalarında yer alan olaylar
nicel olarak ölçülür, geçmişte yaşanan olaylardan elde edilen veriler kullanılarak
kuruma özgü ve piyasa genelini kuşatan özel durumlar belirlenir, piyasalarda
yaşanan ani dalgalanmalar ve aşırı büyük standart sapma durumları göz önüne
alınarak adeta bir mukavemet denemesi yapılır.
4.3. Dövizli İşlem Türleri ve Riskten Korunma Araçları
Döviz ticaretinde iki temel piyasa veya türünü birbirinden ayırmak gerekir.
Bunlar a) peşin veya spot işlemler b) vadeli işlemlerdir.
4.3.1. Peşin İşlemler
Bu işlemler iki farklı ulusal paranın karşılıklı olarak alım satımına dayanır.
Sözleşmenin akdedilmesi ile nakden veya hesaben teslimi arasında genelde en fazla
iki gün süre vardır. Dövizler hemen teslim edilebileceği gibi ülkede geçerli olan
adetlere göre, ya bir gün sonra , ya da iki gün sonra teslim edilebilir. Bu tür işlemler
teşkilatlanmış ulusal borsalarda standart sözleşme türlerine uygun şekilde
yapılabileceği gibi, bankaların kendi aralarında Telefon, Telerade, Reuter gibi bilgi
dağıtım araçları aracılığıyla ya da müşterileri ile gerçekleştirilirler
( Kaval ,
2000,s.254). Risk, bu işlemlerde çok az olduğu için arbitrajlı işlemlerde en çok spot
işlemler tercih edilmektedir. Çünkü, yapılan anlaşmada fiyat, miktar, vade kesinlikle
belirlenmiş ve sabittir (Uludağ, Arıcan, 2001,s.381).
Uygulamada spot işlemler; overnight[gecelik işlemler, tomorrow/next
(günlük) işlemler, spot işlemler ( 2 gün sonra teslimat) spot/week işlemler ( 2 günden
82
sonra başlayıp 1 hafta vadeli işlemler)] olarak ayrılmaktadırlar. Para piyasalarında
ticari bankalar tarafından çoğunlukla yapılan bu işlemlerde bir banka herhangi bir
işlem için alım-satım fiyatı ( kotasyon) verdiği zaman bunu karşı kurum kabul
ederse, işlemi yapmakla yükümlü olmaktadır. Eğer, çift taraflı kotasyon söz konusu
ise, kotasyon veren kurumun, sol taraftaki fiyatı alış yapmayı (bid), sağ taraftaki
fiyatı ise satış yapmayı ( ask) kabul ettiği fiyatlardır ( Uludağ,Arıcan,2001,s.381).
Henüz yurdumuzda teşkilatlanmış döviz borsası bulunmamaktadır. Bu
amaçla bir çalışma içinde olduğuna da tanık olunmamaktadır. Ancak T.C.M.B.
nezdinde bir Bankalar arası döviz piyasası bulunmakta ve bu piyasada bankalar,
yetkili kurumlar ve özel finans kurumları kendi aralarında işlem yapabilmektedirler.
Bu piyasada işlem yapabilmek için bazı teminatlarında Merkez Bankası nezdinde
sağlanmış
olması
gerekmekte
ve
bunları
sağlayanlar
piyasada
işlem
yapabilmektedirler. Ayrıca bu piyasada bankaların kendi aralarında takaslaşma veya
başka amaçlar için kullanabilecekleri kurlar da belirlenmektedir ve bu belirlenen
kurlar izleyen günün başlangıç kurları olmaktadır (Kaval,2000,s.255).
4.3.2. Vadeli İşlemler
Sözleşme yapılmakla birlikte teslimatının hemen veya 2 gün yapılmayıp
daha sonraki bir günde yapıldığı döviz alış verişi şekline vadeli işlemler
denilmektedir. Teslimat 5 yıla kadar uzayabilirse de ağırlık bir ayla bir yıl arasında
değişen vadelerde toplanmaktadır. Döviz üzerine vadeli işlemler ağırlıkla kur
risklerine karşı korunma amaçlı kullanılırlar. Özellikle uluslar arası ticaretin
gelişmesi; finansal transferlerin kolaylaşması, döviz ticaretini ve dolayısıyla vadeli
döviz işlemlerinin hacmini artırmaktadır. Bankalar dünya ticaretinde aracı ve
kolaylaştırıcı kurumlar oldukları için bu fonksiyonlarını vadeli işlemlere girerek icra
ederler. Kaval’a göre bu işlemleri müşterileri ve kendi pozisyonları için olmak üzere
iki farklı boyutta yerine getirirler.
Müşteri işlemlerinde bankalar özellikle ihracatçı veya ithalatçıların
taşıdıkları kur risklerini gidermek veya onları kur ve parite risklerine karşı
korunmada yardımcı olmak amacıyla işlem yaparlar. Örneğin bir ihracatçı ilerideki
83
bir tarihte elde edeceği dövizin ulusal para karşılığını bu işlemler sayesinde
bugünden sabitleyerek, belirsizlikten kurtulur ve daha uygun bir hesap yapma imkanı
bulur.
Kendi pozisyonları için yapılan işlemlerde bankalar iki farklı amaç güderler.
Bunlar; a) Riskten korunma ( Hedging) b) Spekülasyon ve arbitraj karı elde etmek (
trading) şeklinde özetlenebilir. Birinci pozisyonda bankanın fonksiyonu oluşmuş
piyasadan yararlanmak ve kendi aktif- pasif yönetimine uygun işlemeler yapmak
iken , ikinci pozisyonda bizzat piyasayı oluşturan veya piyasa fiyatlarının
oluşmasında rol oynayan bir konum kazanırlar (Kaval, 2000,s.258).
Vadeli piyasaların döviz kurları ile spot(anında teslim) piyasası döviz
kurları birbirinden farklıdır. Vadeli teslim fiyatı, spot fiyatından daha yüksek ise , bu
döviz vadeli piyasada “prim” yapmakta, aksine bir durumda yani vadeli piyasada
daha düşük bir fiyat söz konusu ise, (spota oranla) o zaman “iskonto” dan söz
edilmektedir (Uludağ ,Arıcan,2001,s.382)
Peşin Fiyat
+
Prim ( - iskonto)
= Vadeli Fiyat
Vadeli işlem sözleşmeleri tarihi olarak ilk önce, forward olarak piyasaları ve
işlemleriyle ortaya çıkmış, daha sonra yakın dönemde (1970’li yılların başında)
futures piyasaları oluşmuş ve gelişmiştir.
Bu işlemleri dört ana grupta toplamak mümkündür:
- Vadeli İşlemler (Forwards)
- Gelecek Döviz İşlemleri ( Futures)
- Swap İşlemleri (Swaps)
- Döviz Opsiyonları (Options)
84
4.3.2.1. Forward İşlemler
Forward sözleşmeleri, belirli bir miktar para veya herhangi bir finansal
varlığın, önceden belirlenen bir fiyatla, gelecekteki bir tarihte alımı veya satımının
öngörüldüğü cayılamaz sözleşmelerdir.
Forward işlemlerine, döviz, altın, mal, hatta diğer türev araçlar bile konu
olabilmektedir.İşlemlerin bir diğer özelliği ise, tezgah üstü olmalarıdır. Bu nedenle
standart kontrat büyüklükleri, işlem teminatları ve fiyat adımlarının olmaması,
sözleşme taraflarına ihtiyaca göre hareket serbestisi sağlamaktadır. Bu işlemlerde,
‘’vade, miktar, ödemenin tarihi, yeri, ödenecek fiyat vb. tüm koşullar anlaşmanın
yapıldığı tarihte taraflarca saptanmaktadır” (Örten,2001,s.39). Forward sözleşmeler,
bir malın veya finansal varlığın ileride teslimini öngörmesine rağmen, bu işlemler,
peşin piyasa işlemi sayılmaktadırlar (Alpan,1999,s.2). Oysa fiziki teslimin yanında
ödeme de, ilerideki bir vadede gerçekleşmektedir.
Forward sözleşmeler vadeli işlemlerin en basitidir. Forward işleminde alım
ve teslim anlaşması arada üçüncü bir taraf olmaksızın , alıcı ve satıcı arasında
belirlenen miktarlar üzerinden yapılmaktadır. Yapılan sözleşme ile hem geleceğe
dönük fiyat , hem de teslim edilecek miktar ve malın kalite özellikleri taraflar
arasında saptanmaktadır.Anlaşma koşullarına uyulmaması
halinde
üçüncü bir
tarafın ya da kurumun garantisi söz konusu değildir (Tevfik, 1997,s.162).
Forward işlemlerin bir diğer özelliği, sözleşmedeki değerin ancak vadede
ortaya çıkması, sözleşme başlangıcında ve süresince herhangi bir ödeme
yapılmamasıdır. Forward işlemler;
- Düz Forward (Outright)
- Swaplı Forward İşlemler
- Uzun Vadeli Forward Döviz Anlaşmaları (LTFX)
- Vade Opsiyonlu Forward Sözleşmeleri
85
- Döviz Bekletme Hesapları olmak üzere 5 çeşittir diye biliriz.
Vadeli işlemler bir yandan riskten koruma amaçlı kullanılırken diğer yandan
sadece spekülatif amaçlı olarak da yoğun şekilde kullanılmaktadır.
4.3.2.2. Futures İşlemleri
Dünyadaki belirli borsalarda, belirli bir yabancı paralar, standart nitelikte ve
miktar ve vadelere bağlı olarak, vadeli şekilde alınıp- satılması işlemlerine futures
işlemlerine futures işlemler denilmektedir.
Finansal futures kontratları bir finansal ürünün bugünden belirlenen bir fiyat
üzerinden gelecekte belirlenen bir tarihte, alım ya da satım yükümlülüğünü içeren
sözleşmelerdir. Bu sözleşmeleri, forward sözleşmelerden ayıran en önemli özellik,
standartlaşmış formlarda olmalarıdır (Uludağ, Arıcan, 2001,s.383).
Futures sözleşmelerde iki taraf vardır. Satıcı durumunda olanın pozisyonuna
short, alıcı durumuna olanın pozisyonuna long denmektedir. Satıcı durumunda olan
taraf vade tarihinde nakit karşılığı mal teslimini, alıcı taraf ise vade tarihinde mal
karşılığında nakit teslimini kabul etmiştir. İki tarafın üzerine futures yazılan ürünün
gelecekteki fiyat hareketi hakkında farklı beklentileri vardır. Satıcı fiyatın düşeceğini
, alıcı fiyatın yükseleceğini düşünmektedir (Altuğ, 2000,s.312).
Futures piyasalarda, etkin bir şekilde çalışmak ve alım satım işlerini
yönetebilmek için çeşitli kurallar ve prosedürler vardır.
Futures sözleşmelerinde bir işlem, bir pozisyonun açılması veya kapatılması
şeklinde gerçekleştirilir. Bir futures sözleşmesinin başlangıçtaki açılış ya da kapanışı
alıcı ve satıcı için bir açık pozisyon oluşturur. Satıcı açık pozisyondadır. Çünkü sahip
olmadığı bir malı sattığından “short” (kısa) pozisyondadır. Alıcının pozisyonuna
sözleşme malın gelecekteki satın alımını içerdiğinden “long” (uzun) pozisyon denir
(Kırım,1990,s.30).
Futures işlemleri , futures borsalarında “Pit” denilen özel yerlerde
gerçekleştirilmektedir. Futures işlemleri, borsa aracıları (komisyoncuları) ve seans
86
işlemcileri (flor traders ,locals) kanalıyla gerçekleşmektedir. Futures sözleşmelerinin
fiyatları, borsada arz ve talep tarafından belirlenmektedir. Aracılar, müşterilerinin
emirlerini borsa salonuna aktarmakla ve ilgililere duyurulmasını sağlamaktadır. Alış
ve satış fiyatları eşleşince , işlem gerçekleşmektedir. Borsa , bu fiyatı herkese açık
olarak ila etmekte , alıcı ile satıcı yüz yüze gelmemektedir (Seyidoğlu,1994,s.83).
Teslim bir futures sözleşmesinin ya da sözleşmenin ilgili olduğu varlığın ya
da nakit paranın satıcıdan alıcıya fiziksel olarak verilmesi işlemidir. Genellikle teslim
işlemi peş peşe üç günlük süreci gerektirir. Bu süreç son teslim gününden iki gün
önce başlar . Takas odası üyesi olan firmalar, uzun pozisyonda olan (alıcı durumunda
olan) müşteri hakkında takas odasına bilgi verirler. Kısa pozisyonda olanlar da
teslim gününden iki gün önce takas odasına kontratı teslim etmek istediklerini
bildirirler. Bu güne niyet bildirim günü denir. Bundan sonraki iş gününe de pozisyon
günü denir. Bu günde takas odası pozisyon sahibine teslim yapılacağına ilişkin bilgi
verir. Üçüncü günde teslim günü olup, uzun pozisyon sahibi (alıcı) kısa pozisyon
sahibine ( satıcı) ödemede bulunarak kontratı teslim eder. Her futures kontrat bir
teslim ayına sahiptir. Bu aylar kontrattan kontrata değişiklik gösterebilir. Söz konusu
aylar borsa tarafından piyasa katılımcılarının gereksinimlerini karşılayacak şekilde
belirlenir ( Chambers, 1998,s.10).
Futures piyasalarında fiziksel teslim payı , toplam işlem hacminin %1 ‘i
kadardır. Genellikle futures sözleşmeleri, ters işlem yapılarak tasfiye edilmektedir
( Ersan,1997,s.30).
Futures borsa sözleşmeleri borsa ürünleri olmaları nedeniyle miktar ve vade
konularında standarttırlar. Futures sözleşmeleri ihtisas borsalarında işlem görürler.
Bu piyasalarda hedging yapan kişinin asıl amacı fiziki teslimat değil, spot ürünün
fiyat riskine karşı korunmadır (Aksoy,1998,s.216).
4.3.2.2.1. Futures İşlem Türleri
Futures işlemleri ; döviz futures sözleşmeleri ve faiz futures sözleşmeleri
olmak üzere iki çeşittir.
87
a- Döviz Futures Sözleşmeleri
Döviz kurlarında gelecekte meydana gelebilecek olumsuz dalgalanmalara
karşı döviz gelecek sözleşmeleri yoluyla korunma sağlanabilir. Döviz gelecek
işlemleri, ilgili borsalarda belirli yabancı paraların belirli nitelikteki miktar ve
vadelere bağlı olarak fiyatın önceden kararlaştırıldığı sözleşmelerle alınıp satılabilir.
Bu sözleşmelerde alınan ve satılan dövizin cinsi, miktarı ve vadesi standart olup,
ancak bazı belli başlı borsalarda yapılabilir.
Daha önce değindiğimiz gibi futures sözleşmelerinde, alım durumunda olan
bir banka uzun pozisyonda,satım sözleşmesine sahip olan ise kısa pozisyondadır.
Bankalar açısından bir risk yönetim modeli olan bu durum, bankanın ilerideki bir
tarihte borç ve alacaklarını döviz kuru değişikliklerine karşı korumak ya da kar
etmek amacıyla spekülatif amaçla kullanılabilir.
b- Faiz Futures Sözleşmeleri
Bankalar ve diğer mali kuruluşlar piyasada olabilecek faiz riskine karşı,
gelecek piyasasından kısa ve uzun vadeli faiz futures sözleşmeleri alıp- satarak
kullanabilirler. Eğer faiz oranının düşeceği tahmin ediliyorsa futures sözleşmesi
alınır, yok eğer faiz oranını artacağı tahmin edileceği tahmin ediliyorsa futures
sözleşmesi satarak piyasanın dalgalanmalarından korunulabilir.
Bu sözleşmeler sayesinde banka, gelecekte tahmin edilen oranların üstünde
ya da altında faiz oranı dalgalanmalarına karşı pozisyon maliyetlerinin dengede
tutarak korunma sağlayabilir.
Özellikle bankaların döviz pozisyon yönetimleri, futures sözleşmesi yaparak
sağlayabilecekleri en önemli fayda ve strateji; pozisyon maliyetlerinin kontrolü ve
kar akışının doğru bir şekilde tahmin edilmesi ve yapılmasıdır.
4.3.2.3. Döviz Opsiyonları
Döviz opsiyonları geleceğe yönelik piyasalardan biri olup, süresi dolmadan
önce ya da süresi dolduğunda, sözleşmenin uygulamaya konulmaması yani iptal
88
edilme imkanının bulunduğu sözleşme türlerini kapsamaktadır. Diğer gelecek
piyasalarında olduğu gibi bu tip sözleşmelerde borsalarda alınıp satılmaktadır.
Opsiyon sözleşmeleri de , gelecek döviz işlemlerinde olduğu gibi, alınacak ve
satılacak döviz miktarı ve uygulanacak fiyatlar yönünden standart bir hale
getirilmiştir. Ayrıca, döviz opsiyon sözleşmesi yapmak isteyenler, bu sözleşmeleri
borsaya kayıtlı satıcılarla yapabilmektedir. Bu sözleşmeler müşterilerine belirli
miktar bir dövizi belirli fiyattan satma veya alma hakkı verirler. Opsiyon
sözleşmeleri sınırlı sayıda döviz üzerinden yapılmakta ve sözleşmelerin bitiş tarihide
sabit olmaktadır. Ancak sözleşme süresi bitmeden ya da bittikte sonra istenildiğinde
sözleşmeden vazgeçebilme imkanı bulunmaktadır (Uludağ, Arıcan,2001,s.388).
Opsiyon sözleşmesi, bir ürünün belli bir miktarını gelecekte belirli bir
tarihte veya bu tarihe kadar belli bir fiyattan alma veya satma hakkını içeren bir
anlaşmadır. Opsiyon’u satın alan tarafa ( buyer/ holder) , satan tarafa ( sözleşme
yazan) (writer /garantor)
adı verilir. Opsiyon satma işlemi , opsiyon yazmak
şeklinde ifade edilir. Satan tarafı alan tarafa bir fiyat garantisi vermekte ve fiyat
değişmesinden doğacak riski yüklenmektedir. Ancak, bu garanti verme karşılığında,
opsiyon’u satan taraf , alan taraftan bir opsiyon primi talep eder. Bu peşin ödenir.
Opsiyon primini üç faktör belirlemektedir. Bunlar; içsel değer, zaman değer ve
volatilite ‘dir. İçsel değer, opsiyon işleme konulduğu realize edilecek olan para
miktarıdır. Diğer bir ifade ile bu değer işlem fiyatıyla , futures fiyat arasındaki farktır
( bu fark işlemin getirisini gösterir) . İşlem fiyatı ise, alım opsiyonu alıcısını futures
sözleşmesini alabildiği fiyat, satım opsiyonu alıcısının ise futures sözleşmesini
satabildiği fiyattır (Uludağ, Arıcan, 2001,s.388).
Opsiyon alıcısının maksimum zararı ancak ödediği prim kadar olup, karda
ise bir limit bulunmamaktadır. Opsiyon satıcısının maksimum karı, ödenen prim
miktarı ile sınırlıdır. Buna karşılık zararın, bir sınırı yoktur . diğer bir deyişle,
alıcının satıcıya ödediği prim; satıcının fiyat değişmesinden doğan riski üstlenmesi
yani fiyat garantisi vermesinin bedelidir. Bu opsiyon işlemleri finansal ürünler
üzerinden (döviz, faiz, hisse senedi, orsa endeksi ve altın gibi), düzenlenebildiği gibi
emtia ürünleri üzerinden de hesaplanabilir.
89
Opsiyon işlemleri uygulamada hedging amacıyla kişi ve kurumlar
tarafından yoğun olarak kullanılmakta olup, iki ana türde yoğunlaşmıştır.
4.3.2.3.1. Alım Opsiyonları
Bu opsiyon , opsiyon sahibinin belirli bir finansal ürünün veya emtianın
belirli bir miktarını ilerdeki bir vadede, başlangıçta üzerinde anlaşma sağlanmış olan
fiyat üzerinden alma hakkını veren bir sözleşmedir. Başka bir deyişle, opsiyonu satan
kişi, opsiyon sahibi bu hakkını kullanmak istediği takdirde belirlenmiş olan fiyattan
satmakla yükümlüdür.
4.3.2.3.2. Satım Opsiyonları
Opsiyon’u elinde bulunduran kişiye belirli bir finansal ürün veya emtiayı
belirli bir vadenin sonunda satma hakkını veren bir sözleşmedir. Böylece ,satım
opsiyonu satan kişi, satın almak isteyen kişiye ( alıcısına) bu hakkı kullanmak
istediği takdirde, sözleşmedeki ürünü (mal) belirlenmiş fiyattan almak zorundadır.
Opsiyon
sözleşmeleri,
futures
sözleşmeleri
ile
de
birlikte
de
düzenlenebilmektedir. Örneğin bir alım opsiyonu ; alıcıya yapılan futures sözleşmeyi
belirli bir fiyattan opsiyon vadesi içinde alma hakkını vermektedir. Bu durumda, alım
opsiyonu, alıcısı kendisini fiyat yükselişlerine karşı korumaya alırken düşük
fiyatlardan yararlanma imkanlarını kendisine sağlamış olmaktadır.
Aynı şekilde bir satım opsiyonu ; alıcısına yapılan futures sözleşmeyi belirli
bir fiyattan opsiyon vadesi içinde satma hakkını verebilmektedir. Bu durumda, satım
opsiyonu alıcısı kendisini yine fiyat düşmesine karşı korumaya alırken fiyat
artışından da kar sağla imkanını garantilemiş olmaktadır.
4.3.2.4. Swap İşlemleri
Swap İngilizce kökenli bir sözcük olup değiştirme, takas anlamına
gelmektedir. Döviz kurları ve faiz kurlarına karşı geliştirilen , fon kullanıcılarına
farklı piyasalardaki uygun fonlara erişebilme , bu fonların uygun kullanımını
sağlama , riski azaltma ve sabit faizli bir fonu değişken faizli bir fonla değiştirme
90
imkanı veren finansal bir tekniktir (Bal,2001,s.148). Diğer, benzer finansal tekniklere
oranla oldukça kısa bir geçmişe sahiptir. Ancak swap piyasaları hızlı bir gelişme
göstermişlerdir.
Swap işleminin özü, alacakların bulunduğu finansal piyasadaki konumuna
dayanarak, bir tarafın diğer tarafa karşı sağladığı göreli üstünlüğü ,arbitraj amacıyla
değiştirmesidir. Böylece , finansal piyasadaki konumu nedeniyle, göreli maliyet
üstünlüğüne sahip olan işletme, swap sözleşmeleriyle, diğer işletmenin bu üstünlüğe
ulaşabilmesine olanak sağlamaktadır.
Swap piyasaları iki ayrı katılımcı grubundan oluşur. Bunlardan birisi son
kullanıcılar ( end-users) ve diğeri aracılardır (inter mediaries ). Son kullanıcılar, çok
çeşitli kuruluşlar olabilmektedir. Dünyanın her yerindeki bankalar, şirketler, tasarruf
sendikaları, sigorta şirketleri, devlet kuruluşları, uluslar arası teşkilatlar ve devletler
swap piyasasına son kullanıcı olarak katılırlar. Bunlar kur ve faiz riskinden
korunmak, kaynak kullanımı maliyetlerini azaltmak, aktif getiri oranlarını
yükseltmek amacıyla swap yaparlar. Aracılar ise komisyon ücreti almak, kazanç
sağlamak (spekülasyon yapmak ) gibi amaçlarla swapı kullanırlar. Aracılar döviz ve
faiz swaplarının gerçekleştirilmesi için karşılıklı ihtiyaçları tespit eder ve tarafları bir
araya getiriler. Ayrıca, swap anlaşmasına göre tarafların yükümlülüklerini yerine
getirmesinde garantörlük yaparlar ( Gümüşeli, 1994,s.69).
4.3.2.4.1. Swap Türleri
Swapların uluslararası piyasada çok değişik türleri vardır. Bunlar yapı
itibariyle, faiz swapları ve para swapları şeklinde gruplanabilir.
a-Para(Döviz) Swapı
Bir sermaye tutarı ve buna bağlı olan faiz yükümlülüğünün bir diğer para
birimi üzerinden eşit sermaye tutarı ve buna ait olan faiz yükümlülükleriyle değiş –
tokuş edilmesidir. Diğer deyişle bir para swapı bir para birimindeki sermayenin ve bu
sermayeden doğan faizin diğer bir para birimindeki bir sermaye ve bunun yarattığı
faiz dönüştürülmesini ifade etmektedir. Bu işlemin yapılabilmesi için vade ve
91
tutarlarda aynı ilgiye sahip , fakat ters para birimi üzerinden gereksinimi bulunan iki
tarafın var olması gerekmektedir ( Fettahoğlu, 1991,s.18).
Döviz swaplarına genellikle ya istenen para cinsinin bulunamaması ve başka
döviz cinsinden kredi bulunup bunun istenen döviz cinsine swap edilmesi ya da
istenen para cinsi yerine
daha düşük döviz cinsinden swap edilmesi nedeniyle
ihtiyaç duyulmaktadır (Erdoğan, 1995,s.61).
Para(döviz) swapları üç şekilde gerçekleşir.
Sabit Faizden / Sabit Faize Döviz Swapı; Bu tip swaplarda belirli bir
döviz borcu için belirlenen sabit faiz ödemelerinin , diğer farklı bir döviz cinsinden
belirlenen borcun, sabit faiz ödemesiyle takas edilmesidir. Burada taraflar benzer
vadeli anaparalarını karşılıklı olarak sabit faiz üzerinden değiştirirler.
Sabit Faizden
/ Değişken Faize Döviz Swapı; Bu swap türündeki
vadedeki anapara ödemeleri de dahil olmak üzere , taraflardan biri değişken faizli
belli para cinsinden borcunu, sabit faizli başka bir para birimine dönüştürürken ;
karşı taraf sabit faizli borcunu değişken faizli başka bir para birimine çevirmektedir.
Taraflar, kendileri açısından avantajlı oldukları finans pazarlarında ilgili para
birimleri üzerinden fon sağlamakta daha sonra farklı para birimlerinden sağlanan bu
fonları,
belirli
bir
kur
üzerinden
geri
ödenmek
üzere
karşılıklı
olarak
değiştirmektedirler. Sağlanan fonlardan bir değişken faizli, karşıt para ise sabit faizli
olmakta ve swap anlaşması vade süresince faizlerinde taraflarca karşılıklı olarak
ödenmesini kapsamaktadır (Akgüç,1994,s.103).
Değişken Faizden / Değişken Faize Döviz Swapı ; Bu swaplar herhangi
bir döviz cinsinden değişken faizli olarak borçlananların, bu borçlarını diğer bir
değişken faizli, farklı döviz cinsindeki borca dönüştürme olanağı tanır. Bu durunda
iki tarafta farklı döviz ve para piyasalarından borçlanma yeteneklerinden istifade
ederek avantajlı borçlanma imkanına kavuşmuş olurlar (Selvi,1997,s.24).
92
b- Faiz Swapı
Faiz swapının temelini , kredi değerliliği farklı iki işletmenin aynı tutarda,
faiz oranları değişik borçlarının gerektirdiği ödemeleri elli bir sürede değiştirmeleri
oluşturmaktadır.
Sabit faizi değişken faize,değişken faizi sabit faize, değişken faizi, değişken
faize çevirmek şeklinde , faiz ödemelerinin niteliğini değiştirerek borç ödemelerinin
yapısını değiştirme işlemidir. Klasik uygulamada ,aynı tutar ve vadedeki borçların
faizini değiştirmek üzere swap yapılmaktadır. Bu işlemde sadece faiz ödemeleri el
değiştirmekte, anapara değiştirilmemektedir. Faiz swapı bir finansman kaynağından
kredi temin eden şirketlere, kredi faizlerinin ödeme şeklini değiştirme imkanı
sağlamakta ve şirketler kredi maliyetlerini (faizlerini) ucuzlatabilmek amacıyla faiz
ödemelerini eşit büyüklükteki başka bir kredinin değişik biçimdeki faiz ödemeleriyle
swapa sokabilmektedir. Bu işlemler genellikle farklı kredi değerliliğine sahip taraflar
arasında yapılmakta, kredi değerliliği düşük olan taraf yüksek kredi değerliliğine
sahip olan tarafa bir swap primi ödemekte ve işlem sonunda her iki tarafta kredi
maliyetlerini ucuzlatmaktadır ( Öcal, 1999,s.257).
93
5. AÇIK POZİSYONLAR VE TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE
KRİZLER
Bu bölümde açık pozisyonun tanımı, 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinin
nedenleri , kriz zamanındaki büyük görev zararlarından son 5 yılda sektörün en karlı
bankası olan T.C. Ziraat Bankası’nın bu duruma nasıl geldiği ve Türk Bankacılık
sektörünün 2006 yılı değerlendirilmiştir.
5.1. Açık Pozisyon
Bankaların, herhangi bir döviz cinsinden bilançosunun aktifinde yer alan
kalemleri ile bilanço dışında yani nazım hesaplarda
izlene ve gelecekte alacak
doğuracak kalemleri; o döviz cinsinden varlık ve alacaklarını , pasifinde yer alan
kalemler ile bilanço dışında yer alan taahhüt kalemleri de o döviz cinsinden borç ve
yükümlülüklerini oluşturur. Varlık ve alacak toplamı ile borç ve yükümlülükler
toplamının birbirlerine denk olmadığı pozisyon uluslar arası terminolojide “açık
pozisyon” olarak adlandırılır.
Varlık ve alacaklar toplamının , borç ve yükümlülükler toplamından fazla
olması o döviz cinsinden “uzun veya fazla pozisyonu”, borç ve yükümlülükler
toplamının varlık ve alacaklar toplamından fazla olması ise o döviz cinsinden “açık
pozisyonu” gösterir.
Dövizli aktifler ile pasifler arasındaki fark, kur riskini belirlemede önemli
bir göstergedir. Örneğin;bir banka, toplam dövizli borçlarını karşılayabilecek kadar
dövizli aktife sahip değilse, diğer bir ifade ile bankanın belli bir para birimi cinsinden
yabancı para yükümlülükleri varlıklarını aşıyorsa, banka “açık pozisyon riski”
taşımaktadır.
Bankalar, örneğin döviz kredileri nedeniyle aktiflerinde yabancı para varlık
bulundurur. Dolayısıyla eğer bir bankanın bilançosunun aktifindeki yabancı para
cinsinden kredilerinin tutarı , pasifindeki yabancı para cinsinden mevduat ve
sendikasyon kredilerinden daha fazlaysa banka uzun pozisyonda, tam tersi durumda
ise kısa pozisyonda bulunacaktır. Kur riskinden korunmak için banka aktifindeki
94
yabancı para varlıklar ile pasifindeki yabancı para yükümlülüklerini eşitleyerek
pozisyonunu sıfırlayabilir. Buna karşın, modern bankacılık sisteminde, bankaların
amacı kur riskini sıfırlamak değil , kur riskini yönetmektir. Kurları doğru tahmin
ederek pozisyon alan bir banka kurlardaki değişimlerden korunmakla yetinmeyip
önemli oranda gelir elde edebilecek ve piyasa değerini arttırarak hisse senedi
performansına katkıda bulunacaktır ( Candan,2006,s.267).
Candan ve Özün’e göre bir bankanın, bilançosundaki yabancı para
kıymetlerle ilgili olarak üç farklı pozisyon alması mümkündür.
a) Nötr Pozisyon
Türk Lirası ve yabancı para cinsinden yükümlülüklerinin, Türk Lirası ve
yabancı para cinsinden varlıklarına eşit olması durumunda bana döviz pozisyonu
açısından nötr durumdadır. Aktif kalitesinde herhangi bir bozulma olmaması
durumunda, yıl sonu karının döviz kurları ile pek ilişkisi yıl sonunda alınan ve
verilen faizlerin cari kurdan TL karşılıkları üzerindeki etkisi ile oluşacaktır. Kurların
değişmesi yalnızca yabancı para cinsinden net faiz gelirlerinin yıl sonundaki TL
karşılığını etkilemekte, kaynak ve plasman tutarları eşit olduğu için anapara tutarları
üzerinden alınan ve verilen kur farkı gelir ve giderleri birbirine eşit ve net yabancı
para kar/zararı sıfır (0) olmaktadır.
b)
Yabancı Paraya Karşı Açık (Kısa) Pozisyon
Bankanın yabancı para yükümlülükleri yabancı para varlıklarından
yüksekse, banka yabancı paraya karşı açık(kısa) pozisyon almış demektir.Bu bilanço
yapısı ile banka yabancı paraya karşı açık, TL’na karşı ise uzun pozisyon
taşımaktadır. Koşullar değişmez ve bankanın aktif kalitesinde bozulma oluşmaz ise
banka bilançosundaki alınan ve ödenen faizlerin cari kurdan TL karşılıkları kurlara
bağlı olarak değişecek, ayrıca, yabancı para pasif ve aktif tutarları farklı olduğu için
anapara üzerinden alınan ve ödenen kur farkı geliri ve giderleri de farklılaşacak,
banka, kurların yılbaşındaki kura göre artmasına, azalmasına ve değişmemesine bağlı
olarak net kur farkı zararı ya da karı yazacaktır.
95
c) Yabancı Paraya Karşı Uzun Pozisyon
Kurlardaki değişim sadece yabancı para cinsinden net faiz giderinin TL
karşılığını değil yabancı para aktif ve pasiflerin ana paraları üzerinde oluşan kur farkı
gelir ve giderlerini de etkilemektedir. Kurların düştüğü koşullarda net kur farkı geliri
TL’nin değerlenmesi durumunda ise net kur farkı elde edilirken kurların değişmediği
koşullarda kur farkı gelir ya da gideri oluşmamaktadır. Diğer taraftan ,bir bankanın
pasifindeki TL kıymetlerinin , aktifindeki TL kıymetlerinden tutarca daha fazla,
yabancı para borçlanmalarının ise yapancı para plasmanlarından daha düşük olması
durumunda ise yabancı paraya karşı uzun , TL karşı ise açık pozisyon almış
olmaktadır. Bu koşullar yıl içersinde değişmez ve bankanın aktif kalitesinde bozulma
olmazsa, kurlardaki değişim sadece yabancı para cinsinden net faiz gelirinin TL
karşılığını değil yabancı para aktif ve pasiflerin ana paraları üzerinde biriken kur
farkı geliri ve giderlerini de etkileyecektir.
Bu çerçevede değerlendirildiğinde, kur riski taşımakla birlikte, yerel parası
pozisyon alınan paraya göre değer kaybeden ekonomilerde, yerel paranın
faiz
oranları ile kur artışları arasındaki ilişkide yerel para lehine olan avantaj nedeniyle,
açık pozisyon taşımak, sağladığı yüksek kar potansiyeli nedeniyle tercih
edilmektedir. Buna karşın, kurlar ile faiz oranları arasındaki denge bozulduğunda
birkaç yılda elde edilen tüm karı ortadan kaldıran ve çok daha büyük zararlara yol
açan sonuçlarla karşılaşılacaktır.
Konuya ilişkin yorumlamalarda bulunurken anılan çalışmada yer alan
örneklerin aktarılması faydalı olacaktır.
Yabancı paranın değer kazanması durumunda, yabancı para cinsinden
pozisyon açığı olmayan bankanın sermayesi nominal olarak değişmeyecektir.
Bununla birlikte, bankanın sermaye/aktif toplamı oranında önemli oranda düşük
kaydedilecektir.
Örneğin; Bir bankanın varlıklarının %50’sinin yabancı para cinsinden ve
sermaye/aktif oranının ise %8 olduğu varsayılsın. Başka bir anlatımla aktif-pasifi
96
%100 risk ağırlıklı varsayılan ve YP cinsi aktif ve pasif tutarları eşit olan tablo gibi
bir banka olduğu varsayılsın.
Tablo 5.1. Yabancı Para Pozisyon Açığı Bulunmayan Banka Bilançosu
AKTİF
PASİF
Yerel Para Aktifler
YP Aktifler
50 Yerel Para Yükümlülükler
42
50 YP Yükümlülükler
50
Sermaye
Toplam
100
8
Toplam
100
Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf
Bu durumda, yerel para cinsinden yaşanacak %100 oranındaki bir
devalüasyon bankanın yabancı para cinsinden pozisyon açığı olmamasına rağmen,
sermaye/ toplam aktif rasyosunu %8‘den %5,3’e indirmektedir.
Tablo 5.2. %100 Devalüasyonun Açık Pozisyonu Bulunmayan Bankaya Etkisi
AKTİF
Yerel Para Aktifler
YP Aktifler
Toplam
PASİF
50
Yerel Para Yükümlülükler
42
100
YP Yükümlülükler
100
Sermaye
8
150
Toplam
150
Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf
Diğer bir örnekte ise; yabancı para cinsinden pozisyon açığının sermayeye
oranı %25 ((50-48)/8= 0,25) olan bir bankanın, döviz kurunun %100 değerlenmesi
durumunda hem sermaye/aktif, hem de nominal olarak sermaye miktarı düşmektedir
( Kaplan,2002,s.8-11).
97
Tablo 5.3. Yabancı Para Pozisyon Açığı Bulunan Banka Bilançosu
AKTİF
Yerel Para Aktifler
YP Aktifler
PASİF
52
Yerel Para Yükümlülükler
42
48
YP Yükümlülükler
50
Sermaye
Toplam
100
8
Toplam
100
Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf
Aynı şekilde, yerel paranın %100 devalüe olması durumunda %25 yabancı
para cinsinden açığı olan bankanın sermayesi 6’ya, sermaye/aktif oranı %8’den
%4.1’ e gerilemektedir.
Tablo 5.4. %100 Devalüasyonun YP Pozisyon Açığı Bulunan Bankaya Etkisi
AKTİF
Yerel Para Aktifler
YP Aktifler
PASİF
52
Yerel Para Yükümlülükler
96
YP Yükümlülükler
Sermaye
Toplam
148
Toplam
42
100
8
148
Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf
Diğer taraftan, yabancı para cinsinde pozisyon fazlası olan bir banka ise
%100 devalüasyondan olumlu yönde etkilenecektir. Kapalı pozisyonda iken
devalüasyon yaşanması durumunda bankanın hem sermaye /aktif oranı hem de
sermaye miktarı artmaktadır.
98
Tablo 5.5. Yabancı Para Pozisyon Fazlası Bulunan Banka Bilançosu
AKTİF
Yerel Para Aktifler
YP Aktifler
Toplam
PASİF
45
Yerel Para Yükümlülükler
42
55
YP Yükümlülükler
50
Sermaye
8
Toplam
100
100
Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf
Devalüasyon sonrasında bankanın sermayesi 13’e , sermaye/aktif oranı ise
%8,4 ‘ e yükselmektedir.
Tablo 5.6. %100 Devalüasyonun YP Pozisyon Fazlası Bulunan Bankaya Etkisi
AKTİF
PASİF
Yerel Para Aktifler
45
Yerel Para Yükümlülükler
YP Aktifler
110
YP Yükümlülükler
Toplam
155
42
100
Sermaye
8
Toplam
155
Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf
Yukarıdaki örneklerin ortak bir formül altında toplanması, başka bir ifade ile
“bir bankanın döviz kurundaki bir değişimden , sermaye /aktif oranını koruyabilmesi
için ne kadar pozisyon tutması gerektiği” Mitsuhiro tarafından tanımlanan formül
aşağıdaki formül aracılığıyla hesaplanabilecektir.
Yabancı Para Cinsinden Pozisyon Fazlası
=
Sermaye* ( Yabancı Para Cinsinden Aktifler / Toplam Aktifler)
99
Bankaların döviz varlık ve yükümlülükleri arasındaki ilgi ve dengelerin
kurulmasının ve özkaynakları ile uyumlu bir seviyede döviz pozisyonu tutmalarını
temin etmek üzere, döviz yönetimlerinde uygulayacakları yabancı para net genel
pozisyon / özkaynak standart oranına ilişkin usul ve esasların tespit edilmesi
amacıyla; BDDK tarafından “Yabancı Para Net Genel Pozisyon /Özkaynak Standart
Oranının Bankalarca Konsolide ve Konsolide Olmayan Bazda Hesaplanması ve
Uygulanması Hakkında Yönetmelik” yayımlanmıştır.
Yönetmeliğe göre bu oran yönetmelikte yer alan bildirim cetveline uygun
olarak , yönetmelikte belirlenen esaslara göre günlük olarak hesaplanır. Yabancı para
net pozisyon / özkaynak standart oranının mutlak değerinin haftalık basit aritmetik
ortalamasını %20’yi aşamaz.
Bir ülkede uluslararası sermaye hareketleri serbest bırakılmışsa ve devlet
bütçe finansmanı için yoğun bir şekilde borçlanmaya girişmişse, bu ülkede bankalar
devletin tefecisi olur ve büyük döviz açık pozisyonları taşır. Sermaye hareketleri
kontrole tabi ise , bankanın iç borç senedi piyasasında yatırım yapma imkanı kendi
özkaynakları ve mevduatı ile sınırlıdır. Eğer ülkede sermaye kontrolleri
kaldırılmışsa, o zaman banka bono/tahvil pastasından daha büyük pay kapmak için
yurtdışından döviz borçlanır. Tabii bu döviz cinsi kaynağı iç borç piyasasında
kullanabilmek için Türk Lirasına çevirmesi gerekir. Böylece banka bilançosunda
açık pozisyon taşıyarak yani devamlı döviz borcu altında yaşamaya başlar. Eğer
sıcak paranın yarattığı döviz fazlası merkez bankasında piyasadan çekilmiyorsa, yani
yerli para dövize karşı değerlenme süreci içendeyse o zaman döviz kaynaklı
fonlamayla bono/tahvil yatırımı yapmak, TL kaynaklı fonlamayla aynı yatırımı
yapmaya göre daha karlı olur. Bu durumda bütün özel sektör iyice döviz borcuna
gömülür (Somçağ,2006,s.34-35).
Özel sektörün, özellikle bankacılığın döviz borcuna gömülmesi sıcak para
döngüsünde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan devalüasyonları bütün ekonomi için bir
yıkıma dönüştürür (Somçağ,2006,s.35).
100
5.2. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizi
Türkiye 2000 yılına çok önemli ekonomik kararların alındığı bir ortamda
girmiştir. 1999 yılı Haziran ayında IMF ile yapılan görüşmelerde, Yakın İzleme
Anlaşması’nın programa bağlı ve mali finans destekli bir anlaşmaya dönüştürülmesi
benimsenmiş ve 2000-2002 döneminde uygulanacak makroekonomik politikaların
çerçevesi çizilmiştir. Hükümet, IMF’e sunduğu ve kabul gördüğü 9 Aralık 1999
tarihli Niyet Mektubu sonrasında, 1 Ocak 2000’den itibaren üç yıllık bir ekonomik
süreci kapsayan, maliye, para, kur ve gelir politikalarının yanı sıra , yapısal
değişimleri de içeren enflasyonu düşürme programını uygulamaya koymuştur.
(Parasız, 2001,s. 425 ; Cansızlar, 2001,s.6).
Program genelde üç temel unsur üzerine kurulmuştur. (Erçel, 1999b, s.2)
-Sıkı bir maliye politikası uygulayarak faiz dışı fazlanın arttırılması, yapısal
reformların gerçekleştirilmesi ve özelleştirmenin hızlandırılması birinci temel unsuru
oluşturmaktadır.
- İkinci temel unsur, enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikasıdır.
- Bu unsurların enflasyon ve reel faizlerin düşürülmesine yapacağı katkıyı
desteklemek ve ekonomik birimlere uzun vadeli bir bakış açısı kazandırmak için
enflasyonun düşürülmesine odaklanmış kur ve para politikası uygulaması, programın
üçüncü temel unsurunu oluşturmaktadır.
2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nın ana felsefesi açısından ortaya
çıkan durum, planlanan uygulamaların sadece enflasyonu düşürme hedefi ile sınırlı
teknik bir belge olmadığı, bunun çok daha ötesinde, yeniden yapılanma içine girerek,
ulusal ekonomide kalıcı dönüşümleri amaçladığıdır. Burada söz konusu olan birçok
iktisadi-sosyal tedbir doğrudan ya da dolaylı olarak enflasyonu düşürmeye hizmet
etmekteyse de, kapsam açısından enflasyonun çok daha ötesinde makroekonomik ve
sosyal alanların etkilenmesi amaçlanmıştır.
Uygulamaya geçilmesiyle birlikte, ekonomide çok kısa sürede bazı olumlu
gelişmeler gözlenmiş olmasına rağmen, Kasım 2000 yılında Türk mali piyasalarında
101
likidite sıkışıklığının neden olduğu döviz talebindeki hızlı artış, uluslararası
piyasalardaki bozulma ve içerde yaşanan olumsuz etkilerden kaynaklanan bir kriz
yaşanmıştır. Bu kriz ancak IMF kredisi ile önlenebilmiş, fakat enflasyonu düşürme
programı büyük bir yara almıştır. Şubat 2001 yılında ise, mali piyasalardaki güvenin
kırılgan yapısı bir kez daha finansal krize yol açmış, bunun bir sonucu olarak 2000
Enflasyonu Düşürme Programı’nda öngörülen para ve kur politikaları terk edilerek,
22 Şubat 2001 yılında dalgalı kur sistemine geçilmiş, böylelikle Enflasyonu Düşürme
Programı da sona ermiştir (Uygur, 2001,s.54-55) .Türkiye ekonomisinde 2000’li
yıllarda yaşanan her iki finans krizi de, başta bankacılık sektörü olmak üzere bütün
sektörleri ve ekonomik yaşamı olumsuz yönde etkilemiştir.
Finansal krizler teoride iki farklı nitelikte olabilir. Birincisi, spekülatif
amaçlı ataklar, ikincisi ise piyasanın likidite ihtiyacından doğan atakların yarattığı
döviz talebi genişlemesiyle oluşan finansal krizlerdir. Türkiye ekonomisinde yaşanan
her iki finansal krizin ikinci türden bir kriz olduğu söylenebilir. (Tunç, 2001,s.20).
Kasım uyarı krizi, 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nın ilk bunalım
deneyimidir. On aylık başarılı uygulamalar sonucunda, mali piyasaların hiç
öngörülmeyen bir anda karşılaştığı bir para krizine sürüklenmesi ve faiz hedeflerinin
bir anda anlamını yitirmiş olması, programın geleceği konusunda da haklı kuşkular
uyandırmıştır. Kasım ayında, mali sektörde çok ciddi bir kriz yaşanmıştır. Önce para
piyasalarında hissedilen sıkıntılar daha sonra sermaye piyasasını da etkilemiştir.
Kriz, temelinde bankacılık kesiminde likidite sorununun bir parçasıdır. Bankacılık
kesiminde yeterli döviz fazlasının olmaması, yurt dışına sermaye çıkışlarının biraz
hareketlendiği bir ortamda, piyasalarda güvensizliğin yaygınlaşarak, doğrudan bir
panik havasına dönüşmüştür.
Kasım 2000’de yaşanan likidite krizinin nedeni, sadece piyasaların nakit
talebine cevap vermeyişi değil, aynı zamanda likidite talebindeki olağanüstü
artışlardır. Ayrıca, bankacılık sisteminde geçmişten gelen birikmiş sorunlar,
bankaların TMSF’na alınmasıyla birlikte, daha açık görülmeye başlanmıştır.
BDDK’nın faaliyete başlamasındaki gecikmeler, enflasyonu düşürme programının
bankaların davranışları üzerine etkisi, bankaların kurumsal ve bireysel kredilere
102
yönelmeleri, kamu kağıtlarına olan kurumsal talebin deprem vergisinden sonra
sadece bankalardan gelmesi, beyanname nedeniyle de gerçek kişilerden kamu
kağıtlarına talep olmaması, Ağustos ayından itibaren programın özellikle
özelleştirme hedeflerinde ortaya çıkan sapmalar, cari işlemler açığındaki büyüme,
yabancı ve yerleşiklerin yıl sonu itibariyle bilançolarındaki yabancı para risklerini
azaltma eğilimi, para politikası tercihlerine bağlı olarak, likidite yönetiminde Merkez
Bankası’nın rolünün sınırlandırılması nedeniyle, kriz sırasında Merkez Bankası’nın
davranışı, krizin ortaya çıkmasında ve derinleşmesinde etkili olmuştur (Keskin,
1999,s.2) .
Bankacılık sektörünün 1998-2000 yılları arasında etkin bir aktif-pasif
yönetimi gösterememesinin altında yatan etkenlerden birisi de, devletin finansal
sektörden sürekli olarak fon talep edici pozisyon almasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de bankalar uzun zamandır girişimcilere fon arz etmek olan asli
fonksiyonlarını terk etmişler ve yüksek faizle devlete finansman sağlayan kurumlar
haline gelmişlerdir. Böylece ticari bankaların portföyünün büyük bir kısmı, kamu
kağıtlarından oluşmuştur. Bankalar uzun süre, bu yolla kolay, güvenli, yüksek faiz
kazançları elde etmişlerdir (Demir, 2000,s.61-62). Hiç şüphesiz bu oluşum 1986
yılından itibaren başlamış ve kesintilerle de olsa süreklilik göstermiştir. Kamu kesimi
borçlanma gereksiniminin yüksek olması, bu araçların yanında, kamu kesimi
bankacılık sektöründen kaynak edinebilmek için munzam karşılıklar politikasının da
kullanılmasına neden olmuştur. Bunun için izlenen yol, dönemsel olarak oranlar
farklılaşsa da, umumi disponibilitenin devlet iç borçlanma senetleri olarak tutulması
zorunluluğunun getirilmesi şeklinde olmuştur. Uygulanan karşılıklar politikası, kısa
vadeli sermaye hareketlerinin de yardımıyla bankacılık sektöründe, bilançoların
yabancı para cinsinden pasiflerin ağırlığının artmasına neden olmuş, bu da doğal
olarak sistemin yüklendiği döviz kuru riskini arttıran bir unsur olmuştur. (Çolak ,
Altan, 2002,s.49)
Nitekim
bankacılık
sektöründe
1999-2000
döneminde
karlılıklarını
belirlemede en önemli faktör, elde ettikleri faiz gelirleri içerisindeki menkul kıymet
faiz gelirlerinin payının yüksek olmasıdır. Bazı bankaların menkul kıymet faiz
103
gelirlerinin toplam faiz gelirleri içindeki payı, hazine bonosu faiz oranları yüksek
düzeylerde seyretmesi nedeniyle, %75’lere kadar ulaşmıştır. Özellikle, küçük ölçekli
bankaların izlediği bu pasif yöntem biçimi, onların yüksek karlılık ile çalışmasını
sağlamıştır. Burada kilit nokta, bankaların açık pozisyon ile çalışmasını sağlayan
sabit kur politikası olmuştur. Bu politika nedeni ile bankaların önemli bir kısmı,
yabancı para cinsinden yüksek faiz oranı ile kamu borçlanmasını finanse etmekte
kullanmışlardır. (Çolak , Altan ,2002,s.50) Fakat 2001 yılında uygulamaya giren
istikrar programının bir sonucu olarak, devletin iç piyasalardan hem daha az, hem de
daha düşük faizle borçlanabilmesi, bankaların kazançlarını önemli ölçüde azaltmıştır.
Böylece söz konusu dönemde bankacılık sektörü, sendikasyon kredileri şeklinde
dışarıdan borçlanmaya ağırlık vermişlerdir. (Uygur, 2001,s.10)
Uluslararası kuruluşların mali desteği ve uygulanmakta olan programın
güçlendirilmesinin etkisiyle, mali piyasalardaki tedirginlik kısmen giderilmiş, kısa
vadeli günlük çözümler üretilmiş ve krizin derinleşmesi bu sayede önlenmiştir.
(Serdengeçti, 2001a,s.14 ; Yeldan, 2001,s.170) Kasım 2000 yılında meydana gelen
likidite yetersizliğinden doğan kriz, ekonominin her kesimini programın oyun
disiplininden çok az sapılmasının bile, ekonomi üzerinde olumsuz etki yapacağını
ortaya koymuştur.
2000 Kasım Krizi’nin ardından, 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nın
performans kriter değerleri gözden geçirilmiş olmasına rağmen, bankacılık
sisteminin kırılgan yapısı devam etmiştir. Özellikle, faizlerdeki hızlı yükseliş kamu
bankaları ve bazı özel bankaların mali yapılarını bozmuş ve bankacılık sisteminin
mevcut yapısal sorunlarını daha da ağırlaştırmıştır.
Şubat 2001 yılına gelindiğinde, Hazine ihalesi öncesindeki olumsuz
gelişmeler, uygulanan 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’na olan güvenin
tamamen kaybolmasına neden olmuş ve Kasım ayından sonra artan mali kırılganlığın
da etkisiyle, doğrudan Türk Lirası’na karşı ciddi bir atak meydana gelmiştir.
Ekonomide yaşanan likidite sıkışıklığı, özellikle kamu bankalarının aşırı düzeydeki
günlük likidite ihtiyaçları nedeniyle ödemeler sisteminin kilitlenmesine neden
olmuştur. Bu ortamda, uygulanmakta olan döviz kuru sisteminin sürdürülmesinin
104
bankacılık sisteminin sorunlarını daha da ağırlaştıracağı ve ekonomi üzerine ek
yükler getireceği göz önüne alınarak, 22 Şubat 2001 yılında Türk Lirası yabancı para
birimleri karşısında serbest dalgalanmaya bırakılmıştır.
Böylelikle 2000 yılı başında uygulamaya konulan Enflasyonu Düşürme
Programı, döviz kurlarının 2001 yılı ortasında bir band içinde seyretmesini ve
üçüncü yılın sonunda da enflasyonun tek haneye indirilmesi ile birlikte, kurların
tamamen dalgalanmaya bırakılmasını hedeflemekteydi. Ancak, mali piyasalara olan
güvenin kaybolması sonucunda, mevcut döviz kuru sisteminin terk edilmesi ve
kurların dalgalanmaya bırakılması zorunlu hale gelmiştir. (Serdengeçti, 2001a,s.14)
Bu gelişmelerin sonucunda; zayıf sermaye yapısına rağmen, aşırı açık
pozisyon taşıyan bankacılık sektörü, görev zararları nedeniyle işlerliğini kaybetmiş
kamu bankaları, özelleştirme, yapısal ve hukuki reformlarda gecikmeler, Türk
Lirası’nın aşırı değerlenmesi ve cari açığın kritik sınırı aşması karşısında döviz kuru
band uygulamasının öne alınarak gerekli müdahalelerin zamanında yapılamaması,
başarılı olabilecek bir programın başarısızlığa uğramasına neden olmuştur. (Keyder,
2001,s.53) Şubat 2001 yılında başlayan kriz, TL’nin yaklaşık %90 değer
kaybetmesine yol açmıştır. Ulusal paranın bu denli yüksek bir değer kaybı, doğal
olarak TMSF bünyesindeki bankaların piyasa değerini çok düşürmüştür. Böylelikle,
devalüasyon, Fon’daki bankaların satışını yabancı para cinsinden kolaylaştırmış,
ancak bunların Türkiye ekonomisine olan maliyetini önemli oranda arttırmıştır
(Altay, 2002,s.78-79) .
Dalgalı kur rejimine geçilmesiyle birlikte, para ve kur politikası uygulaması
ve kriz yönetimi yeni bir boyut kazanmış ve kriz ortamından çıkış önlemleriyle
birlikte, Türkiye ekonomisinde yeni istikrar arayışları başlamıştır. Bu çerçevede
özellikle enflasyon hedeflemesi konusu bu arayışların odak noktasını oluşturmuştur
(Tunay, 2001,s.48). Bu çerçevede yürütülen yeni program çalışmaları sonrasında 14
Nisan 2001 yılında, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kamuoyuna açıklanmıştır. Bu
programla mali sektöre özel bir önem verilmiş ve alınacak tedbirler belirtilmiştir.
Mali sektöre büyük önemin verilmesinin sebebi, bankacılık sektöründeki krizlerin
güçlü yayılma ve dış etkilerinin olmasıdır. Çünkü bu etkiler, bankacılık sektörünün
105
doğrudan kapsadığı bireyler ya da firmalardan ileriye de gidebilmektedir. İşte bu
nedenlerden dolayı, sektörü yeniden yapılandırma ve özellikle bankaların açık
pozisyonlarını kapatma ve sermaye yapılarını güçlendirme yönünde bir çok tedbirler
alınmıştır.
5.3. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Başarısı
2000 ve 2001 yıllarında yaklaşık toplam 20.35 milyar YTL görev zararı
bulunan T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ,The Banker Dergisinin 2005 yılı verilerine göre
Batı Avrupa’nın en karlı bankası olarak değerlendirilmiş , 2006 yılı verilerine göre 72
milyar YTL’ye ulaşmış aktif büyüklüğü ile bankacılık sektörünün %14’ünü temsil
etmektedir (Tablo 5.7). 2004 yılında toplam özkaynakları 5047 milyon YTL , 2005
yılında 5840 milyon YTL ve 2006 yılında ise 6579 milyon YTL’ye ulaşmıştır (Tablo
5.8).
Bankanın net kârına bakıldığında ise; 2002 yılında 202 milyon YTL, 2003
yılında 1221 milyon YTL , 2004 yılında 1531 milyon YTL, 2005 yılında 1846 milyon
YTL , 2006 yılında ise 2100 milyon YTL ye ulaşmıştır.
Tablo 5.7. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Toplam Aktifleri
Toplam Aktifler
2004
2005
2006
( Milyon YTL)
56994
64402
71904
Kaynak: www.ziraatbank.com.tr’ den derlenmiştir
Tablo 5.8. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Özkaynak Değişim Tablosu
Özkaynaklar
2004
2005
2006
( Milyon YTL)
5047
5840
6579
Kaynak: www.ziraatbank.com.tr’ den derlenmiştir
Bankanın bu kadar kısa sürede büyük başarılara imza attığı ortadadır.Banka
bugünlere dengeli aktif pasif yönetimine odaklı stratejilerle gelmiştir.Banka, yabancı
para risk politikası çerçevesinde pozisyon taşınmaması ilkesini benimsemiştir. Bu
106
nedenle, Bankada önemli ölçüde kur riski taşınmamaktadır. Standart methot
kapsamında oluşturulan kur riski tablosu aracılığı ile kur riskinin izlenebilmesinin
yanı sıra , Banka da günlük bazda döviz pozisyonu için Riske Maruz Değer
hesaplanmakta olup Üst Yönetime ve ilgili birimlere raporlanmaktadır.
Ayrıca, döviz işlemleri için ; Dealer pozisyon ve masa limitleri Yönetim
Kurulu kararı ile kullandırılmaktadır.
Bankada gerek yurt dışı birimlerince gerekse Genel Müdürlükte kullanılan
türev ürünler , yatırımların riskten korunması amacından çok gelir elde etmek amacını
taşımaktadır. Söz konusu işlemlerin hacmi oldukça düşüktür.
Bankanın faaliyet gösterdiği en önemli yabancı para birimleri olan Euro ve
Dolar’da likidite ve faiz oranı risklerini belirlemeye yönelik olarak periyodik
‘Likidite Boşluk Analizi’ ile ‘ Yeniden Fiyatlama Boşluk Analizi’ yapılmakta ve söz
konusu analizlerin sonuçları üst yönetime iletilmektedir. Ayrıca yasal raporlar
kapsamında Yabancı Para Net Genel Pozisyonu / Özkaynak oranı ile Yabancı Para
Likidite Pozisyonu düzenli olarak izlenmektedir.
Tablo 5.9. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YP Aktifler / YP
Pasifler Oranı
2006
2005
2004
2003
2002
Türk Bankacılık Sistemi
% 90
% 90,4
% 91,7
% 90,7
% 91,9
T.C.Ziraat Bankası A.Ş
% 100,2
% 100,2
% 102,1
% 101,6
% 96
Kaynak: www.tbb.org.tr
T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’ nin son 5 yıllık YP aktif / YP pasif oranına
bakıldığında fazla açık pozisyon taşımadığı ortaya çıkmaktadır. Yalnızca 2002 yılında
%4 lük bir açık pozisyon taşıdığı görülmektedir. Aynı dönemlerde Türk Bankacılık
Sistemi’ne baktığımızda Türk Bankacılık sisteminin yabancı para açık pozisyonu
%10 civarında olduğu gözlenmektedir.
107
Tablo 5.10. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YPNGP / Özkaynak
Oranı
2006
2005
Türk Bankacılık Sistemi % 31,6 % 25,3
T.C.Ziraat Bankası A.Ş
% - 0,4 % - 0,3
2004
2003
2002
% 22,3
% 28,2
% 33,2
%-5
% - 2,8
% - 4,8
Kaynak: www.tbb.org.tr
Son 5 yıllık YPNP / Özkaynak oranlarına bakıldığı zaman bankanın çok fazla
kur riski almadığı , çok sağlamcı stratejiler izlediği ve YPNGP / Özkaynak oranları
incelendiğinde sektör ortalamasının çok altında kaldığı görülmektedir.
5.4. 2006 Yılında Türkiye Ekonomisi ve Türk Bankacılık Sistemi
Bu bölümde Eylül 2006 yılında Türkiye Bankalar Birliği tarafından
yayınlanan üç aylık banka istatistiki bilgilerinden yararlanılmıştır.
Ekonomide 2002 yılının ikinci çeyreğinde başlayan büyüme trendi 2006
yılında da devam etmiştir. Son 20 çeyrekte sürekli olarak büyüyen gsmh , son beş
yılda , sabit fiyatlarla % 43 oranında , dolar bazında ise %175 oranında artmıştır.
Dolar bazında gsmh , 145 milyar dolardan 400 milyar dolara yükselmiştir. Kişi başına
gelir 2002 yılının sonunda 2598 dolardan 2006 sonunda 5482 dolara yükselmiştir.
Enflasyonda 2002 yılında başlayan düşüş eğilimi 2005 yılının ikinci
yarısından itibaren tersine dönmüştür. İlk kez açık enflasyon hedeflemesinin
uygulandığı 2006’da tüketici enflasyonu , yıllık %5 olan hedefin üzerine çıkmış ,
%9.7 düzeyinde gerçekleşmiştir.
Kamu kesimindeki iyileşme 2006 yılında da devam etmiştir. Bu da kamu
kesimi borç stokunun gsmh’ ye oranınında düşmesine neden olmuştur. Toplam borç
stokunun gsmh’ye oranı 8 puan azalarak %60’ a düşmüştür. İç borç stokunun
gsmh’ye oranı %44, dış borç stokunun gsmh’ye oranı %16’ya gerilemiştir. İç borç
stokunun vadesi uzamıştır. İç borç stoku içinde piyasaya olan borçlar ile sabit faizli
108
ve YTL cinsinden borçların payı artmıştır. Bu şekilde, iç borç stokunun döviz kuruna
hareketlerine olan duyarlılığı azaltılmıştır.
2006 yılında likiditeyi daraltan para politikası önlemleri ve mali disiplinin
sürdürülmesi yanında uluslararası piyasalarda da dalgalanmanın çabuk yatışması iç
piyasalarda istikrarı yeniden sağlamıştır. Üçüncü çeyrekte faiz oranlarında yükselme
durmuş , sermaye girişi hızlanmış ve TCMB döviz rezervi 60.9 milyar dolara
ulaşmıştır.
Gerçek ve tüzel kişilerin talep artışına bağlı olarak döviz mevduat hesapları ,
Haziran 2006 yılı itibariyle 66.1 milyar dolar iken yıl sonunda 83.1 milyar dolar
olmuştur. Bu gelişmede banka ve banka dışı işletmelerin hisselerinin yurtdışındaki
yatırımcılara sağlanan gelirlerin döviz olarak tutulmasının da etkisi olmuştur. Nakit ,
YTL mevduat , yabancı para mevduatın payı 4 puan artışla %34 olmuştur.
Türkiye’ye net sermaye girişi 1990-2001 döneminde 27 milyar dolar
olmuşken, 2002-2006 döneminde toplam 121 milyar dolara ulaşmıştır. Bu gelişmede,
makro dengelerin sağlıklı olarak kurulması çabaları yanında uluslararası piyasalarda
yaşanan olumlu gelişmeler ve gelişmekte olan ülkelere net sermaye girişinin
hızlanmasının da önemli katkısı olmuştur.
Cari işlemler açığı %40 oranında genişleyerek, 31.7 milyar dolar ile rekor bir
seviyeye ulaşmıştır. Cari işlemler açığının gsmh’ye oranı % 7.9’ a yükselmiştir. Bu
gelişmede, dış ticaret açığındaki büyüme yanında, turizm gelirlerindeki düşüş
nedeniyle hizmetler dengesinin küçülmesi de rol oynamıştır.
Net sermaye girişindeki hızlı büyümeye rağmen, sermaye hareketleri içinde
doğrudan yabancı sermaye girişi , portföy yatırımları gibi yabancı para cinsinden borç
doğurmayan kalemlerin ağırlığının artmasına rağmen dış borç stoku %22 oranında
büyümüş ve 207 milyar dolar olmuştur. Borç stokundaki artışın tamamına yakını özel
kesim dış borç stokundaki artıştan kaynaklanmıştır. Dış borç stokunun gsmh’ye oranı
%52.5 olmuştur.
109
2006 yılında Türk bankacılık sektörüne bakıldığında; son 5 yılda ekonomide
yaşanan iyileşme bankacılık sektörünü olumlu yönde etkilemiştir. Bankacılık
sektörünün bilançosundaki büyüme, gsmh’deki büyümenin üzerine çıkmıştır. Toplam
aktifler 2002 yılı sonuna göre ,sabit fiyatlarla % 51 dolar bazıda ise % 167 oranında
büyümüştür. Toplam aktifler 130 milyar dolardan 347 milyar dolara ulaşmıştır. Kişi
başına aktif toplamı 1872 dolardan 4738 dolara yükselmiştir.
Bankacılık sektörünün özkaynakları ve serbest özkaynakları hızlı bir şekilde
büyümüştür. Özkaynaklar 15.7 milyar dolardan 41.3 milyar dolara , serbest
özkaynaklar ise 3.4 milyar dolardan 29.2 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı zamanda,
karlılık performansı hızla iyileşmiştir. Bankacılık sektörünün özkaynak karlılığı ilk
kez 2006 yılında devlet iç borçlanma senetleri yıllık faizlerinin ortalamasının üzerine
çıkmıştır.
2000 yılından sonra hızlı bir konsolidasyonun yaşandığı sektörde banka sayısı
79’dan 2006 yılı sonunda 46’ya gerilemiştir. Son dönemde yerleşik olmayanların
yatırımları nedeniyle yabancı sermayeli bankaların sayısı artmıştır. Türkiye’de
faaliyet
gösteren bankaların 33’ü mevduat bankası, 13’ü ise kalkınma ve yatırım
bankalarıdır.
Kalkınma
ve
yatırım
bankalarının
mevduat
toplama
izni
bulunmamaktadır. Mevduat bankalarının 3’ü kamusal sermayeli , 14’ü özel sermayeli
bankalardır. Yabancı yatırımcılar , özel sermayeli bankaların 2 tanesinde , halka açık
olmayan hisselerde %50 paya sahiptirler. Çoğunluk hisseleri yabancı sermayeli olan
mevduat bankalarının sayısı 15, kalkınma ve yatırım bankalarının sayısı ise 4
olmuştur.
Mayıs - Haziran 2006 döneminde yaşanan dalgalanmalar bankacılık
sektöründe büyüme performansının yavaşlamasına neden olmuştur. Nitekim, ilk yarı
sonunda %35 olan yıllık büyüme hızı ikinci yarıda %22 ‘ye yavaşlamıştır.
Yılın ikinci yarısında YP mevduat artışı hızlanmıştır. Bununla beraber, YTL’
nin değer kazanmasıyla , YP mevduatın YTL
karşılığındaki artış sınırlı kalmıştır.
Bankalar, dış kaynak kullanımını azaltmıştır. Döviz mevduatı talebindeki artışın da
etkisiyle , bakalar yurt dışı bankalarda tuttukları likit aktiflerini arttırmışlardır.
110
Toplam aktiflere göre en büyük ilk 5 bankanın sektör aktif payı %63 , en
büyük 10 bankanın payı ise %86 olmuştur. Aktif büyüklüğü itibariyle en büyük üç
bankanın toplam aktifleri 54,51 ve 41 milyar dolar ile toplam 146 milyar dolar
düzeyindedir. Bilanço içi aktiflerin payı %68’den %66’ya , YTL pasiflerin payı ise
%64’den % 62’ye gerilemiştir. Kamu sermayeli bankaların bilançosu YTL ağırlıklı
bir paya sahiptir. YTL aktiflerin toplam aktifler içindeki payı kamu sermayeli
bankalarda %78 , özel sermayeli bankalarda ise %60 düzeyindedir. Benzer farklılıklar
kaynaklar tarafında da vardır. Nitekim kamu sermayeli bankalarda , YTL kaynakların
topla kaynaklar içindeki %76 iken , özel sermayeli bankaların ise % 57’dir.
Bankacılık sektöründe bilanço içi döviz pozisyonlarını gösteren döviz aktifleri
ile döviz pasifleri arasındaki fark 2006 yılında 13,7 milyar dolardır. Öte yandan
yabancı para net genel pozisyonu ise 184 milyon dolar fazla vermiştir.
Özkaynaklar, 2006 yılında oldukça yavaş artmıştır. Özkaynaklar, YTL
bazında %8 oranında artarak 58 milyar YTL , dolar bazında ise % 3 oranında artarak
41.3 milyar dolar olmuştur.
Sektörün net karı %94 oranında artarak 11090 milyon YTL olmuştur. Kar
hacminin artışını etkileyen başlıca nedenler , ayrılan özel karşılıkların azalması , ücret
ve komisyon gelirlerindeki
büyüme , faiz dışı diğer gelirlerdeki artış ile faiz dışı
diğer giderlerdeki düşüş, olmuştur. Net dönem hızlı artış karlılık rasyolarını olumlu
etkilemiştir. Sektörün net aktif karlılığı %1.4 ‘den % 2.3’e , özkaynak karlılığı ise
%10.6’dan % 19.1’ e yükselmiştir. En hızlı artış gösteren kalem olan türev finansal
araçlarla gerçekleştirilen dengeleme işlemleri , yılın ilk yarısında yaşanan
dalgalanmanın neden olduğu kambiyo zararlarını önemli ölçüde sınırlandırmıştır (
www.tbb.org.tr) .
111
6.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Bankalar , gerçek ve tüzel kişilerin belli bir zaman içinde belli bir zaman için
harcamadıkları
paraları
toplayarak,
bunları
kredi
ve
plasman
yoluyla
değerlendirmeye çalışan işletmelerdir. Yani fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olan
gerçek ve tüzel kişileri bir araya getiren işletmelerdir.Ancak burada buluşma yüz
yüze olmamaktadır , banka aracılığıyla fon aktarımı sağlanmaktadır ve riskin
bütününü banka üstlenmektedir.
Gelişen ve değişen dünyamız büyük bir köy halini almıştır. Sınırlar kalkmış,
bilgi akışı hızlanmış, etkileşim çok hassas ve hızlı bir şekilde olmaktadır. Dünyada
bir olumsuzluk olduğunda bundan en çok ekonominin can damarı olan bankalar
etkilenmektir.
Bankalar, faaliyetleri esnasında karşılaştığı risklerin nedeni; uluslararası
piyasaların küreselleşmesi, uluslararası piyasalardaki oynaklık
,yeni yatırım
alternatiflerinin ortaya çıkması, finansal risklerdeki artış ve dünya enflasyonudur.
Bankacılık açısından riskler; sistemin doğasında olmakla beraber kontrol
edilememesi sonucunda ekonomileri tehdit eder. Güvenli ve istikrarlı bir ortamın
olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması bankacılık krizi , döviz krizi , bölgesel
krizler hatta dünyayı etkileyecek çapta krizlere yol açmaktadır.
İnsanoğlu, geleceği görme yetisine sahip olmadığından, yaşadığı hayatta tek
karar alıcı ve hayatı üzerinde mutlak insiyatif sahibi de değildir. Kendisinin dışında
gelişen doğa olayları, az veya çok ilişkide bulunduğu yeryüzünde yaşayan
milyarlarca insan, bunların arzu ve istekleri ile bunlara uygun kararları söz
konusudur. İşte ekonomilerde böyledir.
Bankacılık sektöründe riski arttıran nedenlere bakıldığında, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler için farklı nedenleri olduğu görülmektedir. Fakat genelde
riskler
mikro
ekonomik
nedenlerden,
makroekonomik
göstergelerdeki
istikrarsızlıklardan ve finansal sistemde yaşanan yeniliklerden kaynaklanmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde kamu açıkları ve sermaye fazlalığı, gelişmekte olan
112
ülkelerde ise artan dış borç ve istikrarsız sermaye hareketleri (sıcak para) uluslararası
piyasalarda belirsizlikleri arttırmıştır.
Bankaların karşılaştığı belli başlı riskler; piyasa riskleri içinde bulunan
likidite riski, faiz oranı riski , kur riski ve menkul kıymet riski , kredi riski ,
operasyon riski , yasal düzenleme ve politik risk , bilanço dışı işlemler riski ,
suistimal riskidir.
Kısaca ülke parasının yabancı paralar karşısında değer yitirmesi veya
bankanın döviz pozisyonundaki mevcut yabancı paraların birbirleri arasındaki
değerleri arasında meydana gelen değişmeler neticesindeki zarar olasılığına kur riski
denir. Kur riski genellikle meydana geliş şekline göre üç grupta incelenebilir. Bunlar;
işlem riski , çevirme riski ve ekonomik risktir.
Döviz piyasasının aktörleri arasında ticari bankalar , ihracatçı ve ithalatçı
ticaret şirketleri, dış ticaret şirketleri, dış kredi sağlamak veya yatırım yapmak
isteyen kişiler, şirketler ve kamu kuruluşları yer alır. Merkez bankaları da zaman
zaman döviz kurlarına müdahalede bulunarak piyasada alım ve satım işlemleri
yaparlar.Diğer taraftan spekülatörler, arbitrajcılar ve döviz piyasasını denkleştirmek
isteyen mali kuruluşlar da piyasaya alıcı ve satıcı olarak girerler.
Döviz kuru; uluslararası parite koşulları , ödemeler dengeler yaklaşımı ve
mali piyasalar yaklaşımlarının etkileriyle belirlenmektedir.
Döviz kurlarındaki değişiklikler , döviz cinsinden alacakların tamamen veya
zamanında teslim edilememesi ve döviz cinsinden borçların ödenmesi için gerekli
dövizin temin edilmesi sırasında bankaların zarara uğramasına neden olmaktadır.
Kurlar, daha çok fiyatları organize piyasalarda belirlenen diğer mali varlık
fiyatları gibi hareket etmektedir. Ekonomik koşulların bugünü ve geleceği
hakkındaki bilgiler, cari kurlara hemen yansımaktadır. Bekleyişler önemli bir unsur
haline gelmiştir. Bunların sonucunda, kur değişimleri son derece öngörülmez
olmaktadır. Bu gözlemlerden şu sonuca varılmaktadır : döviz kuru, iki mali varlığın
113
nispi fiyatı olduğundan hareketle kurlardaki davranışların açıklanmasında en önemli
faktörler olarak öncelikle bu paraların arz ve talepleri üzerinde durulmalıdır.
Aktif- pasif yönetimi; aktif ve pasiflerin vade uyumunu
oluşturmaktır.
Bankacılık sektörü kısa vadeli fonları uzun vadeli fonlara dönüştürürken büyük bir
riski üstlenirler ve hesaplar doğru yapılmaz ise taahhütlerini yerine getirememe
durumuyla karşılaşırlar. Bu nedenle amaç aktif ve pasif kalemlerinde vade uyumunu
sağlamaktır .
Bankaların döviz pozisyon departmanları, piyasanın bir çok belirsizlikleri ile
uğraşabilecek, bankanın likiditesini ve emniyetini zedelemeden bankaya düzenli bir
fon akışı ve yeterli miktarda kar elde edecek bir yönetim stratejisine ihtiyacı vardır
ve bu yönetim güncel bankacılıkta aktif – pasif yönetimidir. Bu yönetim tekniğini
çok iyi uygulayabilen bankalar, likiditelerini, aktiflerin kalitesini ve özkaynaklar
yeterliliğini verimli bir seviyede tutarak zararlarını minimize hatta kar elde etme
fırsatını yakalayabileceklerdir.
BDDK yönetmelikte piyasa riskinin yönetimine ilişkin olarak, yapılması
gereken faaliyetlerden birisi olarak Riske Maruz Değer hesaplamalarını önermiştir.
Dövizli aktifler ile pasifler arasındaki fark, kur riskini belirlemede önemli bir
göstergedir. Örneğin; bir banka , toplam dövizli borçlarını karşılayabilecek kadar
dövizli aktife sahip değilse, diğer bir ifade ile bankanın belli bir para birimi cinsinden
yabancı para yükümlülükleri varlıklarını aşıyorsa, banka “açık pozisyon riski”
taşımaktadır.
Türkiye’de yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin, nedenlerine ve
sonuçlarına bakıldığında , bankacılık sektöründen kaynaklanan risklerinin payının
büyük olduğu görülmektedir. 2000 yılı başında uygulanmaya başlayan enflasyonu
düşürme politikası sonucunda 2000 yılı boyunca faizler ciddi manada düşmüştür.
Bankalar da faizlerin düşmesiyle daha fazla kredi vermişler, ayrıca uygulanan sabit
kur politikası ile sektör yurtdışından yoğun bir şekilde kaynak sağlamıştır. Böylece
sektörün açık pozisyonu ciddi seviyelerde artmıştır. Bankaların topladığı bu yabancı
114
kaynakların büyük bir kısmını TL cinsinden plase etmeleri Şubat 2001 krizi
sonrasında kur riskini artırmıştır.
T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin 2000-2001 yılları arasında yaklaşık 20 milyar
YTL’ye ulaşan görev zararları , son 5 yılda yaklaşık toplam 7 milyar YTL kara
ulaşmıştır. Bu başarının sırrı ; ekonomideki son 5 yıldaki makroekonomik
göstergelerin iyileşmesinin yanında bankanın yaptığı dengeli aktif pasif yönetimi,
bilançosunda fazla açık pozisyon vermemesi ve yabancı para riski taşımamasıdır.
Bu çalışma sonucunda ;
Bankalar fon ihtiyacı olanlar arasında çok iyi bir eleme yapmak
zorundadırlar.
Bankalar bilançolarındaki aktif pasif uyumu açısından kur riskini ölçebilmeli
, yönetebilmeli ve yasal otoritenin kur riski ölçütlerine ( bilanço içi pozisyon ,
YPNGP/ Özkaynak rasyosu) ilişkin gerekli düzenleme ve denetimleri yapması
gerekmektedir.
Bankaların karşılaştığı risklerin ortaya çıkma ve zarara sokma olasılığı her
zaman olduğu için bankaların bu olumsuzluklara karşı çeşitli önlemler alması
gerekmektedir. Bu yüzden bankalar öncelikle;
-
Karşılaşabileceği riskleri belirleyip,
-
Belirlediği risk tiplerinin ölçmek ve sayısallaştırmak
-
Ölçülen ve somut şekle getirilen risk türlerinden kaçınıcı ve bunlara
karşı koruyucu politikaların uygulanması
-
Alınan politik karar ve önlem uygulamalarının başarısını tespit ve
devamlı bir süreç içersinde uygulanan politikaların gözlenmesi gerekmektedir.
Bankalar ellerinde tuttukları yabancı paraların ve kendi aktiflerinin likidite,
karlılık ve yükümlülükler ile risk unsurlarını göz önüne alarak bunları en verimli,
dengeli şekilde yönetmeleri gerekmekte ve bu yüzden bankalar aktif - pasif
115
yönetimini daha dengeli bir şekilde yapmalı, fazla açık pozisyon taşımamalı , iyi bir
döviz departmanı ve risk komitesi kurmalıdırlar.
Bankalar mikro ve makro ekonomik göstergeleri yakından takip etmeli ve
kriz öncesi bir erken uyarı sistemi oluşturmalıdırlar.
Sonuç olarak ; bankalar yukarıda saydığımız süreci ve yasal mevzuatlara
bağlı kaldığı sürece karşı karşıya kaldığı risklerden çok az etkilenirler hatta bu
riskleri getiri sağlayabilirler .
116
7. KAYNAKÇA
AKGÜÇ Ö. (1987). Yüz Soruda Türkiye’de Bankacılık. (Birinci Baskı).
Ankara : Gerçek Yayınevi.
AKGÜÇ Ö. (1998). Finansal Yönetim. (Yedinci Baskı). İstanbul: Avcıol
Basım Yayın.
ALPAN F. (1999). Örneklerle Futures Anlaşmalar ve Opsiyonlar.
(Birinci Baskı). İstanbul: Literatür Yayıncılık.
ALTAN M. (2001). Fonksiyonlar ve İşlemler Açısından Bankacılık.
(Birinci Baskı). İstanbul: Beta Yayınları.
ALTAY N. O. (2002). Türk Bankacılık Sektöründe Füzyon.
İktisat
İşletme ve Finans Dergisi. Yıl: 17. Sayı:195. Haziran.
BOLGÜN K. E., Akçay, M. B.(2005). Risk Yönetimi. (İkinci Baskı).
İstanbul: Scala Yayıncılık.
BULUT E. (2005). Döviz Ekonomisi.
(Birinci Baskı). Ankara: Platin
Yayınları.
CANDAN H., Özün A. (2006). Bankalarda Risk Yönetimi Ve Basel II.
(Birinci Baskı). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
CANSIZLAR D. (2001). Bankacılık ve Sermaye Piyasası. İktisat Dergisi:
Sayı: 417.
ÇAĞLAR Ü. (2003). Döviz Kurları. (Birinci Baskı). İstanbul: Alfa
Yayınları.
ÇOLAK Ö.F.,Yiğidim A. (2001). Türk Bankacılık Sektöründe Kriz.
(Birinci Baskı). Ankara:Nobel Yayın Dağıtım.
DOĞUKANLI H. (2001). Uluslararası Finans.(Birinci Baskı). Adana:
Nobel Kitabevi.
117
ERÇEL G. (1999). 2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programı: Kur ve
Para Politikası Uygulaması. Ankara: TCMB.
ERSAN İ.(1998). Bankalarda Döviz Yönetimi . İstanbul: TBB Yayınları.
ERDOĞAN N. (1993). Uluslararası İşletmelerde Mali isk ve Yönetimi.
Ankara: Banka Uzmanları Derneği Yayınları.
GÜMÜŞELİ S. (1994). Döviz Kuru ve Faiz Oranı Risklerinden
Korunma Teknikleri. Ankara: TBB Yayınları.
KANSU A. (2006). Döviz Kuru Sistemleri ve Döviz Krizleri. (İkinci
Baskı). İstanbul: Güncel Yayıncılık.
KARACAN A. İ. (2000). Bankacılık ve Kriz. (Üçüncü Baskı). Ankara:
Creative Yayıncılık.
KARLUK R. (1996). Türkiye Ekonomisi. (Birinci Baskı). İstanbul: Beta
Yayınevi.
KAVAL H. (2000). Bankalarda Risk Yönetimi. (Birinci Baskı). Ankara:
Yaklaşım Yayınları.
KESKİN E. (1999). 2000 Yılında Türkiye Ekonomisi ve Türk Bankacılık
Sistemi. Bankacılar Dergisi. Sayı: 37.
ÖCAL T., Çolak Ö.F.(1999). Finansal Sistem ve Bankalar. (Birinci
Baskı). Ankara: Nobel Yayınları.
ÖRTEN R., Örten İ.(2001). Türev Finansal Araçlar ve Muhasebe
Uygulamaları. (Birinci Baskı). Ankara: Gazi Kitabevi.
PARASIZ İ. (2000). Modern Bankacılık Teori ve Uygulama. (Birinci
Baskı). İstanbul: Kuşak Ofset.
PARASIZ İ. (2000). Para Banka ve Finansal Piyasalar. (Yedinci Baskı).
Bursa: Ezgi Kitapevi Yayınları.
118
SERDENGEÇTİ S. (2001). Türkiye Enflasyonu Yenmek Zorunda. İSO
Dergisi: Sayı: 421
SEYİDOĞLU H. (1998). Uluslararası İktisat Teori Politika ve
Uygulama. (Onikinci Baskı). İstanbul: Güzem Yayınları.
SEYİDOĞLU H. (1997). Uluslararası Finans. (İkinci Baskı). İstanbul :
Güzem Yayınları.
SOMÇAĞ S. (2006). Türkiye’nin Ekonomik Krizi. (Birinci Baskı).
İstanbul: 2006 Yayınevi.
ŞAKAR H. (2000). Genel Bankacılık Bilgileri. (Birinci Baskı). İstanbul:
Strata Yayınları.
TAKAN M. (2001). Bankacılık Teori Uygulama ve Yönetim. (Birinci
Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
TUNAY K. B. (2001). Fiyat İstikrarı Sürecinde Uygun Enflasyon
Hedefinin Belirlenmesi. Active, Bankacılık ve Finans Dergisi. Yıl: 4. Sayı: 20.
Eylül-Ekim.
TUNÇ H. (2001). Finansal Kriz ve Türkiye Ekonomisi. İSO Dergisi.
Sayı: 421. Nisan.
TÜMAY E.(2003). Mikroekonomiye Giriş. (Birinci Baskı). İstanbul: Beta
Basım Yayın Dağıtım.
ULUDAĞ İ., Arıcan E. (2001). Finansal Hizmetler Ekonomisi. (İkinci
Baskı). İstanbul: Beta Yayınları.
YELDAN E. (1998). Doğu Asya Krizinin Etkileri Üzerine Bir
Makroekonomik. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi. Sayı: 146. Mayıs.
YILMAZ R. (2005). Finansal Krizler ve Banka Hücumları. (Birinci
Baskı. Bursa: Ekin Kitabevi.
119
www.baskent.edu.tr
www.bddk.org.tr
www.tbb.org.tr
www.tcmb.gov.tr
www.tmsf.org.tr
www.ziraatbank.com.tr
120
Download