SEÇĐMĐN GĐZLĐ GALĐBĐ 06 Nisan 2009 2009 yerel seçimleri sonrasında ortaya çıkan eğilimler, Türkiye’de siyasi partilerden bağımsız bir değişim tohumunun kabuğunu çatlatmaya başladığını gösteriyor. Artık Türkiye’de ‘kırsal köylü’nün yerine ‘kentli birey’in kendisini göstermeye ve ağırlığını koymaya başladığı ortaya çıkıyor. Bu birey öncülünün türbanlı ya da türbansız olmasının, etnik ya da dinsel aidiyetine göre oy vermesinin bir önemi yok. Hatta etnik ve dinsel kimliğini önceleyerek oy vermesi bile bu yeni insanın köylülükten kentliliğe devrimci bir sıçramanın sancısını çektiğinin tanıtı olarak değerlendirilebilir. Kentlileşme nihayet Türkiye’de baskın ve belirleyici unsur olarak ön plana çıkmaya başlıyor. Henüz çok çekingen ve acemi adımlarıyla, karar verirken tedirgin eyleme geçerken ürkek ama her eylemiyle biraz daha kendine güveni artacak ve asıl büyük şekillenmesini pratik eylem içinde gerçekleştirecek olan Kentli Birey, baskın insan tipini oluşturmaya başlamış durumda. Tıpkı batı ve doğu kavramları gibi kentlilik ve köylülük değerleri de mekanla dolaysızca bağlantılı kavramlar değil. On milyonu aşkın bir yerleşimde köylülük değerleri egemen olabilirken birkaç bin kişinin yaşadığı bir yerleşimde kentlilik belirleyici olabilir. Türkiye’de kırsal köylülüğün değerleri olan kadercilik, boyun eğicilikle biçimlenen, aileden, hemşehriliğe, aşirete, cemaate kadar yerel, mikro iktidar kurumlarının oy belirleyiciliği çözülüyor. Çözülenlerin yerine henüz kentli değerler olan iş ve geçim olanakları, kentli toplumsal örgütlenmeler olan dernek, sendika gibi kurumlar, yurttaş olma bilinci, hesap sorabilme ve sorgulayabilme özellikleri tam yerleşememiş durumda. Bu boşluğu kimlik kavramının doldurmasından daha doğal bir durum yok. Hele de 1980’lerden bu yana tüm dünyada pompalandığı düşünülürse bu eğilim daha da anlaşılır. Bu süreci kentsel dönüşüm projelerinin hızlandırdığını, kente göç ederek orada köyü yeniden kuranların TOKĐ konutlarına taşındıkça köylülükten koptukları ve fakat henüz yerine sadece din ve etnisiteyi koyabildikleri ortada. TOKĐ konutlarında hemşehrilik işlemiyor, aynı ailenin ortak avluda iç içe yaşaması imkanı yok. Orda zorunlu olarak çekirdek kentli aile yapılanıyor. Bu bağlamda bakıldığında Türkiye’de kimlik politikası yapmayan tek bir siyasi partinin olmadığı da anlaşılır hale gelecektir. Kimlik politikası yapmak zorundalar çünkü oy için seslendikleri toplumun kendini var hissedebildiği ve kümelenebildiği henüz başka bir ortak payda oluşabilmiş değil. Çözülen kırsal hayatın yerine bir kargaşa halinde oluşan kentli hayat henüz oluşmakta olan bireye kimlik dışında bir ortak değer vaat edemiyor. Türkiye’nin en geri kalmış bölgesi olan Güneydoğuda seçmenin vaat edilen iki kimlik duygusundan kısa vadede daha kazançlı görünen dini değil de etnisiteyi seçmesinin çok sayıda nedenlerinden biri de o bölgede bile kırsal köylülük değerlerinin çözüldüğünün göstergesidir. Eğer Güneydoğuda kırsal köylülük ve bileşeni olan aile, aşiret belirleyici unsur olsaydı, iktidarın kısa vadeli nimetlerinden en çok yararı elde edebilmek için dinci kimlik politikasını desteklemeleri beklenirdi. Tunceli’de buzdolabı dağıtanlar tam da bu tarz düşündükleri için, üstelik dağıtımı Valilik yani Devlet eliyle yaparak, kendileriyle devlet arasında bir aynılık yanılsaması yaratmaya çalışmışlardı. Çok benzer şekilde çok sayıda Bakanın “hizmet istiyorsanız iktidara oy vermelisiniz” aba altından sopa göstermesi de aynı düşünüş biçiminin yansımasıydı. Oysa her ikisi de geri tepti, seçmen kısa vadeli çıkara ya da göz korkutmaya değil, birey değerlerine oy verdi. Urfa’da ceket seçimi de aynı bağlamda ele alınmalıdır ama Đslahiye ilçesinde AKP’nin “ama türbanlı” trajik itirazına rağmen yine dindar ama artık daha belirleyici olarak kentli birey adayın ve ona oy verenlerin kazanması daha somut bir göstergedir. Üstelik AKP’nin yöneticilerinin toplumu köylü sandıklarını göstermesi bakımından da çok öğreticidir. Henüz çok tedirgin ve acemi, adımlarını ürkek ürkek atıyor, henüz varolmasını bir tampon mekanizma olarak din ve etnik kimlik üzerinden kurabiliyor ama tohumu çatlamış durumda artık. Türkiye nihayet kentli bireyin baskın insan tipi haline geldiği bir ülke oluyor.