aralık 2016 - Türk Parlamenterler Birliği

advertisement
Aralık 2016 //// HAKİMİYET MİLLETİNDİR
42
Türk siyaseti 82 yıldır kadınlarla daha güçlü...24
“Ben ölü idim, dirildim; dost aldı, götürdü beni”...46
3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü...68
Antik dünyanın sanat mabedi Afrodisias Antik Kenti...56
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
42
Aralık 2016 Sayı: 42
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Burçin Armutlu
Çağla Taşkın
Elif Erdem
Enver Uygun
Neşe Sarıdoğan
Pınar Çavuşoğlu
Sena Kılıç
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Ozan Erten
Genel Koordinatör
İsmail Demir
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Ömer Faruk ÖZ
Genel Sayman
23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili
Ramazan Kerim ÖZKAN
22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 01.12.2016
ARALIK 2016
İÇİNDEKİLER
24
TÜRK SİYASETİ
82 YILDIR KADINLARLA
DAHA GÜÇLÜ
40 Siyasette
ebedi dostluk da
ebedi düşmanlık da olmaz
Köksal Toptan:
52 Milletvekili
ülkesini iyi tanımalı,
dürüst ve mütevazı olmalı
Melda Bayer:
46 “BEN ÖLÜ IDIM, DIRILDIM
DOST ALDI, GÖTÜRDÜ BENI”
toplumun güvenliğini
62 Türkiye,
sağlarken özgürlükler
Mustafa Yeneroğlu:
konusunda dünyaya örnek
olacak bir çaba içerisinde
72 ZEYID ASLAN: KOSOVA ILE HER ALANDAKI IŞBIRLIĞIMIZ VE ILIŞKILERIMIZ
PARLAMENTOLARARASI TEMASLARLA DAHA DA PEKIŞMEKTEDIR
82 SAFFET SANCAKLI: BINICILIK MUHTEŞEM BIR SPOR; INSANI HEM FIZIKSEL HEM RUHSAL OLARAK RAHATLATIYOR
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
8 HABERLER
15 DÜNYADAN
45 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE KASIM 2016’DA KABUL EDILEN YASALAR
66 TARIH SAHNESI - ULUSLARARASI ENGELLILER GÜNÜ
80 İSTANBUL’DAN NATOPA GEÇTİ - ERBAY KÜCET
86
MILLETVEKILLERI NE OKUYOR/NE IZLIYOR?
88 KITAP
90 MÜZIK
91 FILM
92
ANTALYA MILLETVEKILI MUSTAFA KÖSE ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
95 UNUTMAYACAĞIZ
KITA’NIN RENKLİ ÜLKESİ
32 KARA
GÜNEY AFRİKA
CUMHURİYETİ
DÜNYANIN SANAT MABEDİ
56 ANTİK
AFRODİSİAS
ANTİK KENTİ
KARANLIĞINA
76 ÖNYARGILARIN
KARŞI IRFANIN AYDINLIĞI
CEMIL MERIÇ
BAŞKAN’IN MESAJI
DÜNYAYA HOŞGÖRÜYLE BAKMAK
G
eçtiğimiz yüzyıl, insanlık tarihinin o güne kadar yaşamadığı büyük acılara sahne oldu. İki
büyük dünya savaşı, ardından gelen Soğuk Savaş dönemi ve bölgesel çatışmalar milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, bir o kadar insanın da yerinden yurdundan edilmesine
yol açtı. 21. asrın eşiğine geldiğimizde Avrupa’nın ortasında, Bosna’da yaşanan soykırım tarihe
kara bir leke olarak geçti. Günümüzde teknolojinin ilerlemesi, tıbbi imkanların çeşitlenmesi
ve hayat kalitesini yükseltmeye yönelik çabalar olumlu gelişmeler olarak karşımıza çıkarken
Filistin’deki ambargo, Arakan Müslümanlarına yönelik saldırgan tutum, Batı ülkelerinde hızla
yayılan İslamofobi gibi olaylar ise dünyanın mazlumlar için yaşanması zor bir yere dönüştüğünü
gösteriyor. Rahmetli Cemil Meriç’in Batı kültürü ile Doğu irfanı arasında gördüğü farkı anlayabilmek için son birkaç yüzyılda yaşananlara daha dikkatli bakmak gerekiyor. Bir yanda sanayi
ve teknolojide hızla yükselen, bu süreçte dünyaya kültür ihraç eden Batı dünyası, diğer yanda
emperyalist emellerin kurbanı konumundaki Doğu milletleri... Cemil Meriç’in kültürün öne çıkarılıp
irfanın unutulduğu yönündeki tespitleri günümüzdeki durumun teşhis edilmesi için son derece
önem arz ediyor. Aynı şekilde, içinde bulunduğumuz Aralık ayında vefatının 743’üncü yılını idrak
ettiğimiz Hz. Mevlâna’nın öğretisine sıkı sıkıya sarılmak, zor günler geçiren dünyamız için bir
umut ışığı olacaktır.
Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin felsefesinde öne çıkan kavram hoşgörüdür. Doğunun irfanını
en güzel şekliyle ortaya koyan bu mefhumu hem şahsi hem siyasi hayatımıza hâkim kılmak,
yaşanan olumsuzlukların önüne geçmek için büyük bir adımdır. II. Dünya Savaşı’nda bile görülmemiş bir nüfus hareketliliğinin yaşandığı günümüzde mülteci sorununu siyasi veya ekonomik bir
mesele olarak ele almadan, hoşgörü çerçevesinde insani bir durum olarak değerlendirmek gerekir.
Türkiye’nin sürecin başından beri sergilediği tutum bu yöndedir. Ne yazık ki Avrupa ülkelerinin
konuya yaklaşımı hoşgörüden gün geçtikçe uzaklaşmakta, hatta yabancı düşmanlığına doğru yol
almaktadır. Suriyeli mülteciler için ülkemize verdikleri mali destek vaadini hâlâ yerine getirmeyen
Avrupa Birliği’nin önemli kurumlarından Avrupa Parlamentosu geçtiğimiz ay Türkiye’nin üyelik
müzakerelerinin geçici süreliğine dondurulmasına yönelik bir karara imza attı. Hukuki bağlayıcılığı
bulunmadığı gibi bizim açımızdan yok hükmündeki bu karar, Avrupa’nın Müslüman bir ülkeyi
çağdaş medeniyet seviyesinde görmek istememesinin bir sonucudur. Farklılıklara tahammülü
olmayan, kendi kültürünü üstün görüp diğerlerinin yok edilmesi gerektiğini düşünen zihniyetin
dünyayı ne hale getirdiği ise herkesin malumudur.
2016 yılına veda ederken “Hoşgörüde deniz gibi ol” diyen Hz. Mevlâna’nın öğütlerine uyarak yeni
yılda siyasette ve sosyal hayatta öfkenin, önyargının esiri olmadan olaylara serinkanlılıkla yaklaşılmasını temenni ediyorum.
6
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
22, 23, 24. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili
HOŞGÖRÜYÜ HEM
ŞAHSI HEM SIYASI
HAYATIMIZA HÂKIM
KILMAK, YAŞANAN
OLUMSUZLUKLARIN
ÖNÜNE GEÇMEK IÇIN
BÜYÜK BIR ADIMDIR.
BİRLİK’TEN
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN
TARIHÎ MEKANLARA KÜLTÜR TURU
TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB), Başkent’in tarihî mekanlarına
yönelik kültür turu düzenledi. 22, 23 ve 24. Dönem Kahramanmaraş
Milletvekili ve TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ile TPB Yönetim
Kurulu üyelerinin de katıldığı organizasyon kapsamında Kurtuluş
Savaşı Müzesi, Cumhuriyet Müzesi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Altındağ Belediyesi tarafından hayata geçirilen Altınköy
Açık Hava Müzesi ziyaret edildi. Altındağ Belediye Başkanı Veysel
Tiryaki, Türk Parlamenterler Birliği yönetici ve üyelerine müze projesi hakkında bilgi verdi. TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Ankara’nın
tarihî mekanlarına gerçekleştirdikleri ziyaretlerin önemine işaret
ederek, bundan sonra bu tür kültürel etkinlikleri sürdüreceklerini
söyledi.
İlk ziyaret Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne
Türk Parlamenterler Birliği’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Altındağ Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleştirdiği kültür turu
büyük ilgi gördü. TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ve eşi Selma
Pakdil’in de eşlik ettiği programa 30’un üzerinde Birlik üyesi ve
aileleri katıldı. Kültür turunun ilk durağı Ankara’nın Ulus semtinde
7
bulunan Kurtuluş Savaşı Müzesi (I. TBMM
Binası) oldu. Cumhuriyet döneminin ilk
anayasası niteliğindeki Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu’nun açıklandığı, Lozan Barış
Antlaşması kararının alındığı, Cumhuriyet’in
ilan edildiği ve Ankara’nın başkent olması
gibi önemli kanuni düzenlemelerin
gerçekleştirildiği I. TBMM Binası, 23 Nisan
1920’den 15 Ekim 1924’e kadar Meclis
çalışmalarına ev sahipliği yaptı. Müze
görevlilerinin aktardığı bilgiye göre, bu
tarihten sonra Cumhuriyet Halk Fırkası
Genel Merkezi olarak kullanılan bina, kısa bir
süre de Hukuk Mektebi’ne hizmet verdi. 23
Nisan 1961 tarihinde “Büyük Millet Meclisi
Müzesi” adıyla müzeye dönüştürülen tarihî
yapı, 23 Nisan 1981’de ise Kurtuluş Savaşı
Müzesi olarak ziyarete açıldı. 2009 yılında
TBMM Başkanlığı ile Kültür ve Turizm
Bakanlığı arasında imzalanan protokolle
müze TBMM’ye bağlandı. Kurtuluş Savaşı
Müzesi’nde Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk’ün şahsi eşyalarının yanı sıra o
dönem görev yapan milletvekillerinden
bazılarına ait İstiklal Madalyaları, hüviyet
vesikaları, mühür, gözlük, baston ve silahlar
ile Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ham hali,
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı
masa ve Kurtuluş Savaşı sırasında cephede
kullanılan silahlar sergileniyor. Kurtuluş
Savaşı Müzesi’ni büyük bir dikkatle inceleyen
ve Genel Kurul çalışmalarının yapıldığı
büyük salonda milletvekili sıralarına oturan
parlamenterler ve aileleri zaman zaman
duygusal anlar yaşadı.
nı, Başbakan ve Meclis Başkanı çalışma odası olarak kullanıldı. Atatürk ve İsmet İnönü’nün
kişisel eşyalarının sergilendiği binada ayrıca ilk kadın milletvekillerinin kullandığı odalar da
yer alıyor. Genel Kurul Salonu’nda Atatürk’ün Meclis kürsüsünde yaptığı konuşma kendi
sesinden sürekli olarak yayımlanıyor. Cumhuriyet Müzesi’ne de büyük ilgi gösteren parlamenterler ve aileleri Genel Kurul Salonu’nda günün hatırası olarak toplu fotoğraf çektirdi.
Türk Parlamenterler Birliği heyeti daha sonra Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ziyaret
etti. Müze yönetiminin rehberliğinde İlk Çağ’dan Osmanlı Dönemi’ne kadar Anadolu medeniyetlerine ait eserleri büyük bir ilgiyle inceleyen heyet, müze önünde toplu fotoğraf çektirdi. TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ziyaretlerin sonunda müze yöneticilerine teşekkür etti.
İkinci durak Cumhuriyet Müzesi
Ankara’nın açık hava müzesi Altınköy
Kültür turunun ikinci durağı yine Ulus semtinde yer alan II. TBMM Binası oldu. Günümüzde Cumhuriyet Müzesi olarak hizmet
veren tarihî bina 1924 yılından 1960 yılına
kadar Meclis çalışmalarına ev sahipliği yaptı. İki katlı yapıda I. TBMM Binası’na göre
oldukça büyük bir Genel Kurul Salonu yer
alırken, üst katın bir bölümü Cumhurbaşka-
Kültür turunun son durağı Altındağ Belediyesi tarafından önceki yıl kurulan Altınköy Açık
Hava Müzesi oldu. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, müze girişinde karşıladığı parlamenterlere proje hakkında bilgi verdi. Açık Hava Müzesi’nin bir gecekondu dönüşüm projesi olduğunu anlatan Tiryaki, bu konseptin sadece 2-3 ülkede yer aldığına dikkat çekti. Şu
anda 650 dönümlük bir arazide kurulan müzenin kapladığı alanın birkaç yıla kadar bin dönüme çıkarılacağını kaydeden Tiryaki, Altınköy’deki evler ile caminin Karadeniz Bölgesi’nden
onlarca kamyon tarafından getirildiğini, en az 100 yıllık evlerin orijinal haliyle yeniden inşa
edildiğini söyledi. Veysel Tiryaki, “Köyün kendisi açık hava müzesi olmasının yanı sıra
8
BIRLIK’TEN
KÜLTÜR TURUNUN SONUNDA KATILIMLARINDAN DOLAYI
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ÜYELERINE TEŞEKKÜR EDEN
GENEL BAŞKAN NEVZAT PAKDIL, ANADOLU MEDENIYETLERINE
EV SAHIPLIĞI YAPAN TARIHÎ MEKANLARA YÖNELIK BU TÜR
ZIYARETLERIN DEVAM EDECEĞINI SÖYLEDI.
ayrıca dört ev de yaban hayatı, çocuk oyuncakları ve köy müzesi
olarak hizmet veriyor” dedi. On binlerce ağacın dikildiği alanda bazı
konakların misafirhane amaçlı yapıldığını anlatan Tiryaki, inşaat
devam ettiği için resmî açılış olmamasına ve duyuru yapılmamasına
karşın Altınköy’ü şu ana kadar 200 bin kişinin gezdiğini ifade etti.
Türkiye’nin her tarafından geleneksel el sanatlarıyla uğraşan sanatçıların 15 gün köyde kalarak performanslarını sergilediğini kaydeden
Tiryaki, “İçinde köy kahvesi, fırıncı, kalaycı ve ilkokulun yer aldığı köy
meydanının yanı sıra küçük ve büyükbaş hayvanların yetiştirildiği
ahır ve kümesler ile sebze bahçeleri bulunuyor. Ayrıca çocukların
ata binecekleri bir manej çalışması da devam ediyor” dedi. Altındağ
Belediye Başkanı Veysel Tiryaki tanıtım turunun ardından Türk
Parlamenterler Birliği heyetine konakta geleneksel köy yemekleri,
köy kahvesinde de kahve ve çay ikramında bulundu. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, proje dolayısıyla Veysel
Tiryaki’yi kutladı.
Meclis binaları duygulandırdı
Kültür turunun sonunda katılımlarından dolayı Türk Parlamenterler
Birliği üyelerine teşekkür eden Nevzat Pakdil, Anadolu medeniyetlerine ev sahipliği yapan Ankara’nın tarihî mekanlarına gerçekleştirdikleri ziyaretlerin çok önemli olduğunu vurguladı. Pakdil bundan
sonra da bu tür kültürel etkinlikleri sürdüreceklerini kaydetti. Parlamenterler olarak I. ve II. TBMM Binası’nı dolaşırken duygulandıklarını ifade eden Nevzat Pakdil, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak
üzere Kurtuluş Savaşı mücadelesinde görev alan parlamenterleri
saygıyla yâd ettiklerini kaydetti.
9
HABERLER
ULU ÖNDER ATATÜRK VEFATININ 78’INCI
YILDÖNÜMÜNDE SAYGIYLA ANILDI
KURTULUŞ Savaşı’nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, vefatının 78’inci yıldönümünde
Anıtkabir’de düzenlenen törenle anıldı. Törene Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
Bakanlar Kurulu üyeleri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yüksek
yargı mensupları, kuvvet komutanları ve siyasi partilerin temsilcileri
katıldı. Heyet, saat 9’a 10 kala Arslanlı Yol’dan yürüyerek Anıtkabir’e
geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk’ün mozolesine çelenk koymasının ardından saygı duruşunda bulunuldu ve
İstiklal Marşı okundu. Törenin ardından Misak-ı Millî Kulesi’ne geçen
10
Cumhurbaşkanı Erdoğan, burada Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladı.
Erdoğan mesajında şu ifadelere yer verdi: “Bugün ebediyete irtihalinin 78. yıldönümünde, Kurtuluş Savaşımızın muzaffer komutanı,
Cumhuriyetimizin kurucusu olan zatialinizi bir kez daha hürmetle,
tazimle yâd ediyoruz. ‘En büyük eserim’ diyerek bizlere emanet
ettiğiniz Cumhuriyet’e sahip çıkmayı görev biliyor, her alanda daha
güçlü, itibarlı ve müreffeh bir ülke olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Terör örgütlerinin, ihanet çetelerinin ve bunları maşa olarak
kullanan karanlık odakların huzurumuzu, istikrarımızı ve bin yıllık
kardeşliğimizi bozmasına, ülkemizi hedeflerinden alıkoymasına asla
izin vermeyeceğiz. Ruhun şad olsun.”
“Türkiye dünden daha güçlü
ve daha müreffehtir”
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 10 Kasım
Atatürk’ü Anma Günü ve Atatürk Haftası
nedeniyle bir mesaj yayımladı. Mesajında
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk başkanı, devletimizin birinci Cumhurbaşkanı,
İstiklal Harbi’nin komutanı Mustafa Kemal
Atatürk’ü vefatının 78. yılında milletçe
anıyoruz” ifadelerine yer veren Kahraman,
Atatürk’ün seçilmiş ilk Meclis Başkanı olarak
devletin en zor yıllarında üstlendiği sorumlulukla İstiklal Savaşımızı TBMM ile beraber
yönettiğini belirtti. Türkiye’nin dünden daha
güçlü ve daha müreffeh olduğunu kaydeden
Kahraman, “İç barışımızı ve huzurumuzu
tehdit eden her odağa karşı mücadelemiz
kararlılıkla devam etmekte ve devletimiz
zinde bir şekilde milletiyle iftihar etmektedir.
İnanıyorum ki, tarihin öznesi olma yolunda
Malazgirt’te başlayan 1000 yıllık yolculuğumuz duraklamadan devam edecek ve muasır medeniyetin ötesine geçeceğiz” dedi.
Başbakan Binali Yıldırım ise Atatürk’ün
ölüm yıldönümü nedeniyle yayımladığı
mesajda, Gazi Mustafa Kemal’in millî iradeyi hâkim kılan, insan hak ve özgürlüklerini
koruma altına alan, adaleti hakkıyla tesis
eden ve çoğulcu demokratik prensipleri hayata geçiren bir seviyeye ulaşmayı ülkemize
hedef gösterdiğini, milleti bu ideal etrafında birleştirmeyi başardığını kaydederek,
“Cumhuriyet’in 93. yıldönümünü iftiharla
kutlayan Türkiye, istikrar içinde güçlenmeye,
büyümeye ve demokrasinin standartlarını
her geçen gün yükseltmeye devam etmektedir” dedi.
Atatürk’ün “en büyük eserim” sözleriyle
tanımladığı Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün
dünyada sözü dinlenen, dostluğu aranan
ve uluslararası sorunların çözümünde aktif
rol üstlenen yüksek itibara sahip bir ülke
konumunda olduğunu dile getiren Başbakan
Yıldırım, “Hükümetimiz de bu itibarla Cumhuriyetimizi ve demokrasimizi güçlendirmek
için azami gayret sarf etmektedir” dedi. Yıldırım mesajını, “Gazi Mustafa Kemal ve istiklal
mücadelemizin bütün kahramanlarına bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, aziz şehitlerimizi, gazilerimizi ve tüm ecdadımızı şükranla anıyorum” sözleriyle tamamladı.
“Milletimiz kendisine yönelen her türlü tehdidi yok edecek güce sahiptir”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 10 Kasım dolayısıyla yayımladığı mesajda Atatürk’ün
büyük dehasıyla kurduğu Cumhuriyet’in ve mimarı olduğu demokratik, laik, sosyal hukuk
devletinin ne kadar önemli olduğunun her geçen gün daha iyi anlaşıldığını dile getirdi.
Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin hem Türkiye’ye ve bölgesine hem de dünyadaki mazlum
milletlere ışık tuttuğunu kaydeden Kılıçdaroğlu, “Sorumluluk makamında olanların gaflet ve
dalaleti nedeniyle birlik ve bütünlüğümüze yönelen tehditlerin tarihte eşi benzeri görülmedik
oranda arttığı, terör saldırılarıyla kahraman çocuklarımızın şehit edildiği bu günlerde, onun
ışığı çok daha parlak bir şekilde yolumuzu aydınlatmaktadır. Milletimiz kendisine yönelen her
türlü tehdidi yok edecek güce sahiptir. Cumhuriyete ve demokrasiye âşık olan halkımız bu
karanlık günleri de aşacak, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkma hedefine ulaşacaktır”
dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise 10 Kasım mesajında Atatürk’ün Türk milletinin
karanlık bir döneminden, umutsuzluğun kopkoyu sisi altından ışık huzmesi gibi parladığını,
durgunluğu yaran, duraklamayı bitiren millî akıl olarak çağladığını ve çağa yön verdiğini
kaydetti. Ulu Önder’i bir fikir ve aksiyon mihveri, milletine gönülden bağlı ve inanmış bir
dava şuuru, askerî bir deha, taktik ve strateji ustası olarak tanımlayan Bahçeli, “Bu özellikleri sayesinde 1919’lu yıllardan 1922 İzmirine kadar kurtuluşumuzun ana çatısını ilmek
ilmek dokumuş, bağımsızlığımızın hisarlarını aşama aşama inşa ve ihya etmiştir” dedi. Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün Tük milletinin ortak ve tarihî bir değeri olmakla birlikte Türkiye
Cumhuriyeti’nin ana direği olduğunu ifade eden Bahçeli, Cumhuriyetimiz yaşadığı müddetçe
bu gerçeğin değişmeyeceğini kaydederek, “Atatürk’ü anlamak bağımsızlığı özümsemek,
emperyalizmden Mahkeme-i Kübra’da bile davacı olmak demektir. Atatürk’ü tanımak ve tanıtmak ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ seslenişine candan, kandan, ta derinlerden bağlı kalmakla
eş anlamlıdır. Bu nedenle 10 Kasım bir matem gününden ziyade, Gazi Mustafa Kemal’i daha
iyi anlamlandırma imkanıdır” dedi.
11
“TERÖR ÖRGÜTLERINDEN KAYNAKLANAN
TEHDIT HEPIMIZE YÖNELIKTIR”
NATO Parlamenter Asamblesi (NATOPA) 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı, 18-21 Kasım
günleri arasında TBMM’nin ev sahipliğinde İstanbul’da düzenlendi. Toplantıya NATO üyesi
ülkelerin parlamenterleri, Avrupa Parlamentosu’ndan temsilciler, NATO üyesi olmayan
ülkelerden gözlemciler katıldı. Toplantı kapsamında “Ekonomi ve Güvenlik Komitesi”,
“Siyasi Komite”, “Savunma ve Güvenlik Komitesi”, “Güvenliğin Sivil Boyutu Komitesi” ve
“Bilim ve Teknoloji Komitesi” oturumları gerçekleşti.
NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’nın kapanışına katılan Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan, toplantının üye ülkeler, bölge ve tüm insanlık için barış, huzur ve işbirliğine
12
HABERLER
vesile olması temennisinde bulundu. Tehditlerin küreselleştiğine ve güç dengelerinin
değiştiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, böyle bir dönemde mevcut kurumların kendilerini gözden geçirmelerinin şart
olduğunun, tehditlerin bertaraf edilmesi ve
fırsatların kazanımlara çevrilebilmesi için
meselelerin daha kapsayıcı platformlarda
ele alınması gerektiğinin altını çizerek,
“Günümüz dünyasında hiçbirimiz, bir yangın çıktığında ‘nasıl olsa dumanı ve ateşi
bana gelmez’ deme lüksüne ve şansına
sahip değiliz. Er ya da geç, o yangının alevi
de dumanı da bize ulaşır, ulaşacaktır” dedi.
Kapsamlı güvenlik anlayışının öneminin
arttığı günümüzde işbirliğini geliştirmeye
her geçen gün daha çok ihtiyaç duyulduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan,
“Bugün bu salonda sadece NATO üyesi 28
ülkenin değil, Balkanlar’dan, Kafkasya’dan,
Ortadoğu’dan, Uzak Doğu’dan ortak ve
gözlemci ülkelerin temsilcileri de bulunuyor.
Bu geniş katılım, ortak çıkar alanlarına ilişkin müşterek bakışımızın ve farklılıklardan
yeni ortaklıklar üretme irademizin en açık
ifadesidir” diye konuştu.
Küresel bir tehdit olan terör konusuna da
değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Terör
örgütlerinden kaynaklanan tehdit hepimize
yöneliktir. Dolayısıyla mücadelenin de ortak
verilmesi gerekiyor. Türkiye’ye sağlayacağınız destek, ortak güvenliğimize kasteden
terör örgütüyle mücadelemize güç katacaktır. FETÖ ile iltisaklı yapılanmalara karşı
mücadelemizde sizlerin desteğinize güveniyoruz. Aynı şekilde DEAŞ ve PKK başta
olmak üzere, insanlığın müşterek değerlerine düşmanlık konusunda birlikte hareket
eden tüm terör örgütlerine karşı verdiğimiz
mücadeleye desteğinizi bekliyoruz” dedi.
“Türkiye NATO üyesi ülkeleri
yanında görmek istiyor”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin
NATO’ya 1952’den bu yana üye olduğunu,
NATO bünyesindeki ikinci büyük orduya
sahip bulunduğunu, Soğuk Savaş boyunca
Avrupa-Atlantik güvenliğinin vazgeçilmez
bir parçasını oluşturduğunu dile getirerek,
“Türkiye, yeni dönemde de uluslararası barışın korunmasına yönelik faaliyetlere güçlü
bir şekilde askerî ve siyasi destek vermeyi
sürdürüyor. Dünyayı ve NATO’yu ilgilendiren güvenlik krizlerinin önemli bir bölümü,
ülkemizin yakın çevresinde yaşanıyor. Türkiye, bu krizler karşısında verdiği mücadelede, hem kurumsal olarak NATO’yu hem de
tek tek NATO üyesi ve gözlemcisi ülkeleri
haklı olarak yanında görmek istiyor” diye
konuştu.
Türkiye’nin Suriye’de her geçen gün ağırlaşan insani sorunların çözümü konusunda
hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığının, 3
milyon göçmene kapılarını açtığının, sınırın diğer tarafındaki Suriyelilere ise insani
yardımlarda bulunduğunun altını çizen Erdoğan, “Türkiye’nin bu yükü omuzlayacak
kudrette bir ülke olması, esasen mevcut
uluslararası kurumları da korudu” dedi.
Avrupa’nın sadece yüzlerle ifade edilen sayılarda mülteci kabul etmesine de değinen
Erdoğan, “İnsani krizlerin yükünün paylaşılması konusunda yalnız bırakılmış olmamız,
gerçekten çok acı bir durumdur ve gelecek
için kötü bir örnektir” değerlendirmesinde
bulundu.
Birleşmiş Milletler’in başta Suriye krizi
olmak üzere birçok krizde yeterince etkin
davranamaması nedeniyle yeniden yapılandırılması gerektiğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Güvenlik Konseyi, günümüzün gerçekleriyle bağdaşan bir temsil
yapısına kavuşturulmalıdır. Her fırsatta
‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken işte bu gerçeği anlatıyorum ve anlatmaya devam edeceğim. Çünkü II. Dünya Savaşı’nın şartları
içerisinde atılmış olan bu adımlarla bugünü yönetmek mümkün değildir. Dünyayı biz bir
ülkenin dudakları arasına terk edemeyiz, 196 ülkenin burada hakkı vardır” diye konuştu.
NATOPA Başkan Yardımcısı Metin Lütfi Baydar oldu
NATOPA 62. Yıllık Genel Kurulu’nda yüzde 1,79’luk genel bütçe artışını öngören NATOPA 2017 Taslak Bütçesi onaylandı. Asamble görevlilerinin seçiminin ardından komisyon kararları da tartışılarak oylandı. Genel Kurul sırasında ayrıca NATO Parlamenter
Asamblesi Türk Delegasyonu Üyesi, Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar, NATOPA
Sosyalist Grup üyelerince oybirliğiyle aday gösterildiği NATO Parlamenter Asamblesi
Başkan Yardımcılığı’na seçildi. Baydar, önümüzdeki 4 yıllık süreçte NATOPA’nın Başkanlık Divanı’nda gündemin belirlenmesi ve politika oluşturulması gibi önemli konularda Türkiye’yi temsil edecek. Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir ise oybirliği ile NATOPA
Alt Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildi.
NATOPA Genel Başkanı Michael Turner, Türkiye’de düzenlenen 62. Genel Kurul’un
güzel geçtiğini belirterek NATOPA Türk Delegasyonu Başkanı, Rize Milletvekili Osman
Aşkın Bak’a teşekkürlerini sundu. Genel Kurul’un ardından mehteran takımı bir gösteri
gerçekleştirdi.
13
“AHISKA SÜRGÜNÜ 20. YÜZYILIN
KARA LEKELERINDEN BIRIDIR”
TBMM’NIN 15 Kasım 2016 tarihinde gerçekleşen 20’nci
Birleşimi’nde milletvekilleri Ahıska Türklerinin anayurtlarından
sürgün edilişinin 72’nci yıldönümüyle ilgili söz aldı. Çorum Milletvekili Salim Uslu, 14-15 Kasım 1944 gecesi Ahıska Türklerinin diktatör Stalin’in talimatıyla hayvan ve yük taşımacılığında kullanılan
tren vagonlarına doldurularak Sibirya steplerine doğru sürgüne
gönderildiğini hatırlatarak, sürgünde hayatını kaybedenlerin sayısının trajik boyutlarda olduğunu söyledi. Türkiye’ye gelmiş veya
gelmek isteyen Ahıska Türklerinin yurttaşlık, çalışma, ikametgah
izni ve diploma denkliği gibi sorunlarının kısa sürede çözüleceğine
inandığını kaydeden Uslu, “Buraya gelen soydaşlarımız Türkiye’yi
anayurtları gibi görmüş ve 15 Temmuz işgal ve kalkışma girişimine karşı meydanlarda en yüksek sesle ve cesaretle direnmişlerdir.
Çünkü vatansızlığın, istiklal ve istikbaline kastedilmesinin acısını
en iyi onlar bilmektedir” dedi.
Birleşim’de söz alan Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir, asrın
yüz karası olarak nitelendirilen Ahıska sürgünü sırasında Ahıska
Türklerinin akıl almaz maddi, manevi işkencelere tâbi tutulmalarına rağmen kahramanca dirençleri sayesinde inançlarından en
ufak bir taviz vermediklerini, millî kimliklerini ve imanlarını muhafaza etmeyi başardıklarını söyledi. Aydemir, “Bu mücadele iman
ve azmi, kendileri gibi vatanları işgal edilen, sürgüne tâbi tutulan
tüm mazlum milletlere örnek teşkil eden bir kutlu cihattır” diye
konuştu.
Ordu Milletvekili Metin Gündoğdu, Ahıska Türklerinin sürgün
edilişinin 72’nci yıldönümü dolayısıyla söz aldığı konuşmasında,
yürekleri sızlatan bu olayın tarihin en büyük sürgünlerinden biri
olduğunu dile getirerek, “Otuz beş gün süren Ahıska sürgününde
analar evlatlarından ayrıldı, aileler parçalandı. Sürgün sırasında 50
binden fazla Ahıska Türkü kötü koşullar sebebiyle hayatını kaybederken 100 bin kişi de yurdundan ayrılmak zorunda kaldı” dedi.
Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Ahıska sürgününün 20. yüzyılın kara lekelerinden biri olduğu değerlendirmesini yaparak, “Ahıska zalimin mazluma zulmüdür. Ahıska Türkleri işkence ve katliamla vatansız bırakılmak istenmiştir ve Ahıska hadisesi devletsiz
ve ordusuz milletlerin perişan olduğunu göstermektedir. Bütün
bu olayları unutmadan son yurdumuz Türkiye’yi koruyacağız,
savunacağız, devletimizin ve milletimizin ilelebet payidarlığı
için her fedakarlığı yapacağız, her atılımı gerçekleştireceğiz”
diye konuştu.
14
HABERLER
Manisa Milletvekili Özgür Özel, Sovyetlerin çöküşünden sonra
sürgüne tâbi tutulmuş tüm halkların yurtlarına dönmüş olmalarına rağmen Ahıska Türklerinin hâlâ o büyük acıyı yaşadığını ifade
ederek, “Vagonlara bindirilerek anavatanlarından sürüldüklerini,
vagonların o acı seslerinin kulaklarından hiç gitmediğini ve hâlâ o
vagonların durmadığını ifade eden Ahıska Türklerine vatanlarına
dönüş için Cumhuriyet Halk Partisi olarak tüm desteği verdiğimizi
ifade ediyoruz” dedi.
Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz ise bu meşum olayla ilgili
değerlendirmesinde, “Yetmiş iki yıl önce Ahıska Türkleri anayurtlarından, öz vatanlarından kopartılarak sürgün edildi, büyük bir
soykırıma maruz kaldı. Her fırsatta Türkiye’yi soykırımla itham
etmek isteyenlere bunu da hatırlatmakta fayda var” ifadelerine
yer verdi.
“DAHA ADIL, DAHA HUZURLU VE BARIŞ
DOLU BIR DÜNYA IÇIN BIR ARADAYIZ”
İSLAM İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) 32. Toplantısı 21-24 Kasım günleri arasında İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleşti. 57 üye
ve 5 gözlemci ülke heyetinin yanı sıra İİT kuruluşları ve bazı uluslararası kuruluşların
temsilcilerinin katıldığı toplantının önemli gündem maddelerinden birini İİT Üyesi
Devletler Arasında Tercihli Ticaret Sistemi (TPS-OIC) oluşturdu.
Toplantıda bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünyanın
farklı köşelerindeki farklı din, mezhep ve etnik kimliğe sahip milyonlarca mazluma
umut vermek üzere bir araya gelindiğine işaret ederek, “Kalplerin nasırlaştığı, gözlerin
kâr ve para hırsıyla körleştiği bir zamanda, paylaşarak hep birlikte kazanmanın
mümkün olduğunu göstermek için burada beraberiz. İslam aleminin temsilcileri
olarak, daha adil, daha huzurlu ve barış
dolu bir dünyanın mümkün olduğunu
ortaya koyabilmek için bir aradayız” dedi.
Dünyanın uzun bir süredir siyasi, sosyal
ve ekonomik buhranlarla boğuştuğunu ve
üye ülkelerin bir şekilde bu kritik süreçten
etkilendiğini belirten Cumhurbaşkanı
Erdoğan, dünya siyasetini meşgul eden,
gündemi esir alan bu krizlerin neredeyse
tamamının İslam ülkelerinde gerçekleştiğini söyleyerek, “Müslümanlar olarak,
adeta dünyanın yükünü bizler omuzlarımızda taşıyoruz. Filistinli çocuklar,
Arakanlı yetimler, Türkistanlı mazlumlar,
Suriyeli çocuklar, kendilerinin hiçbir dahli
olmadıkları meselelerin acı sonuçlarıyla
yüzleşmek zorunda bırakılıyor” dedi.
Konuşmasında 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimine de değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fetullahçı Terör
Örgütü’nün yalnızca Türkiye değil, sızdığı
tüm ülkeler için büyük bir tehdit oluşturduğunu vurguladı ve İİT üyesi ülkelerin
sergilediği dayanışmanın onda birini pek
çok Batılı kurum ve kuruluşun göstermediğini kaydetti.
TBMM’DEN “CANLI BÜLTEN” UYGULAMASI
TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı bir ilke
Meclis Bülteni’nin Temmuz 2016 sayısında uygulanmaya başlayan
imza atarak Türkiye’de öncü
dergi içeriğinde yer alan haberlere görüntülü olarak ulaşma imkanı
nitelikte interaktif bir çalış-
sağlanıyor. Türkiye’nin “ilk canlı dergisi” niteliği taşıyan Meclis
ma gerçekleştirdi. İlk olarak
Bülteni içerikleri bundan böyle video olarak da okurların hizmetine
TBMM’nin aylık yayınlarından
sunulacak.
çalışmada, TBMM internet sitesi üzerinden karekod yüklenerek,
15
ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELIŞININ
97’NCI YILDÖNÜMÜ
19 Mayıs 1919, dört bir yanı işgale uğramış, makus kaderine terk
edilmiş yurdumuzda umut ışığı doğuran bir gündü. 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in Bandırma Vapuru ile Samsun’a gelerek Millî
Mücadele’yi başlatması, düşmanları temizleyecek Kurtuluş Savaşı’nın
da fiilen hayata geçmesi anlamına geliyordu.
Millî Mücadele’de 19 Mayıs 1919 gibi sembol haline gelen bir diğer
tarih 27 Aralık 1919’dur. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti’nin Ankara’ya
geldiği bu günde, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşacağı konusundaki
inanç ve cesaret pekişmiştir. 1919’un Kasım ayında Sivas’ta yapılan
toplantıların en önemli konularından biri, Temsil Heyeti’nin çalışmalarını
nerede sürdüreceği, Millî Mücadele’nin nereden yürütüleceğiydi.
Ankara, Konya ve Eskişehir alternatifleri üzerinde durulmuş, Mustafa
Kemal en uygun yerin Ankara olduğunu dile getirmişti. Ulu Önder,
Nutuk’ta bu kararıyla ilgili şunları söyler: “... Bu bakımdan uyulacak yol
ve yöntem şudur ki, genel durumu yönetip yürütme sorumluluğunu
üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye elden geldiği
kadar yakın yerde bulunmalıdırlar. Yeter ki bu yakınlık genel durumu
gözden kaybettirecek derecede olmasın. Ankara bu şartları kendinde
toplayan bir noktaydı.” Ankara’nın tercih edilmesinin diğer önemli
nedenleri arasında Anadolu’nun ortasında bulunması, İstanbul ve Batı
Anadolu’ya demiryolu ve haberleşme sistemiyle bağlı olması, önemli
ulaşım yollarının kesişiminde yer alması, Ali Fuat Paşa’nın başında
bulunduğu 20. Kolordu’nun bu şehirde olması ve güvenlik açısından
önem arz etmesi, Ankara halkının başından beri Millî Mücadele’ye
yoğun destek vermesi yer alıyordu.
16
HABERLER
Temsil Heyeti, 18 Aralık 1919 tarihinde Sivas’tan yola çıkarak
Kayseri-Mucur-Hacı Bektaş-Kırşehir-Kaman-Beynam Köyü
üzerinden, 9 gün süren bir yolculuğun ardından Ankara Dikmen
sırtlarına geldi. Temsil Heyeti üyeleri arasında Mustafa Kemal’in
dışında Rauf (Orbay) Bey, Ahmet Rüstem Bey, Cevat Abbas (Gürer)
Bey, Mazhar Müfit (Kansu) Bey, Hakkı Behiç Bey, İbrahim Süreyya
(Yiğit) Bey, Refik (Saydam) Bey ve Hüsrev (Gerede) Bey bulunuyordu.
27 Aralık 1919 tarihinde tüm Ankara davullar ve zurnalar eşliğinde
Dikmen sırtlarına gelmişti. Güzel sesli hafızlar ezan ve salat okuyor,
tellallar “Öğleye doğru geliyor” diye bağırıyor, binlerce Ankaralının
yanı sıra 3 bin atlı, 700 yaya seymen Atatürk’ü bekliyordu. Bu
karşılama üzerine sevinen ve şaşıran Mustafa Kemal, kalabalığa
“Merhaba Efendiler! Niye zahmet ettiniz? Neden geldiniz?” diye
sordu. “Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik Paşam” cevabının
verilmesi onu duygulandırmıştı. “Fikrinizde sabit misiniz?” diye
soran Paşa, “And olsun!” cevabını aldı.
Bu coşkulu karşılama ve Ankaralıların kararlılığı, şehrin stratejik
öneminin yanı sıra Kurtuluş Savaşı’nın Ankara’dan yürütülmesi kararını pekiştirmişti. Ankara’dan yayılan azim, coşku, inanç ve kararlılık dalga dalga tüm yurdu sardı. Osmanlı’nın kaderine terk edilmiş
yoksul kenti, Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasında en önemli
faktörlerden biri olmuştu.
DÜNYADAN
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN
45. BAŞKANI DONALD TRUMP
IRKÇILIK suçlamaları, e-mail skandalı, taciz iddiaları, masaya
taşınan geçmişe dönük kişisel sorunlar ve sağlık sıkıntıları gibi
etkenlerle gergin ve tartışmalı bir seçim süreci yaşayan Amerika Birleşik Devletleri 45. Başkanını seçti. Aday adayları için yaklaşık iki sene önce başlayan seçim yarışı siyasi tecrübesiyle öne
çıkan Hillary Clinton ve dünyanın birçok ülkesinde yatırımları
bulunan iş adamı Donald Trump’ı karşı karşıya getirdi. Amerika
Birleşik Devletleri’nin 45. Başkanı olabilmek için kıyasıya yarışan
iki aday kampanyaları boyunca seçmen kitlelerini olduğu kadar
dünyayı da yakından ilgilendiren açıklamalarda bulundu. Seçim
sürecinde söz düellolarının ardı arkası kesilmezken Meksika’dan
Rusya’ya, İsrail’den Çin’e kadar birçok ülkenin ismi de zaman
zaman hararetlenen bu tartışmalarda geçti. Dünya çapında takip edilen Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinin en
17
ilginç yanı ise ülke tarihinde ilk kez siyasi geçmişi bulunmayan
bir aday adayının diğerleri arasından sıyrılması oldu.
İki partinin tarihî seyri
1828 yılında kurulan Demokrat Parti günümüzde liberal politikalar
izlerken 1854 yılında kurulan Cumhuriyetçi Parti muhafazakar
siyasetten yana tavır belirler. Oysa bu iki partinin kuruldukları
yıllarda bugün sergiledikleri duruşa nazaran oldukça farklı yönlerde siyaset izledikleri söylenebilir. Demokrat Partililer 1860’lı
yıllardaki Amerikan İç Savaşı’nda köleliği destekleyen güneyliler ve
köleliğe karşı çıkan kuzeyliler olarak ikiye ayrılmıştı. Cumhuriyetçi
Parti ise köleliği destekleyen kesimlere tepki olarak kurulmuş ve
tüm politikasını birçok eyalete yayılan kölelik yanlısı düşünceleri
engellemek üzerine şekillendirmişti. Zamanın siyasi hareketleri
destekleyici rüzgarı Cumhuriyetçi Parti’den yana esti ve Amerikan
İç Savaşı bu partinin ilk başkanı Abraham Lincoln’ün liderliğindeki
kuzeyliler tarafından kazanıldı. Kölelik sona erdi ve Cumhuriyetçi
Parti siyahi Amerikalıların oylarını topladı. Abraham Lincoln’ün
açtığı yolda yeni çağa giren Amerika Birleşik Devletleri’nde zaman
içinde köklü değişiklikler oldu. 1929 yılında New York Borsası’nda
meydana gelen çöküntünün ardından 10 yıl boyunca ekonomik
sıkıntıya düşen ABD, sosyo-ekonomik çalkantılarla geçen “Büyük
Buhran”ı yaşadı. ABD tarihinde en uzun süre başkanlık yapmış
ve 20. yüzyılın en önemli figürleri arasına girmiş Franklin Delano
Roosevelt 1932 yılında başkan olduğunda nüfusun dörtte biri
işsizdi, iki milyonun üzerinde evsiz vardı. “Yeni Düzen” adıyla anılan bir yapılandırma planıyla sahneye çıkan Roosevelt, Amerika
Birleşik Devletleri’nin olduğu kadar Demokrat Parti’nin de kaderini
değiştirdi. Sosyal devlet modelini yaygın şekilde hayata geçirmeyi
18
DÜNYADAN
hedefleyen Roosevelt sosyal haklara, işçilerin çalışma koşulları ve
özlük haklarına, işsizlik sigortasına ve işsizlerin yaşam haklarına
eğildi. Toplumu barışçıl bir söylemle birleştirme gayretine giren,
işçilere ve orta sınıfa büyük önem veren Roosevelt bir süre sonra
ekonomik buhranı aşan ve gelişen bir ülke ortaya çıkardığı gibi
işçi sendikalarının ve siyahilerin desteğini alan bir Demokrat Parti
yaratmayı da başarmıştı. Artık Demokrat Parti liberal sol çizgide
değerlendiriliyordu. Benzer bir gelişim çizgisini 1990’lı yıllarda Bill
Clinton’la yakalayan Demokrat Parti, bu dönemde işsizliği azaltan, bütçe açığını kapatan, kalkınma oranını yükselten, dünyada
barışçıl yöntemlerle siyaset izleyerek kritik konularda tarafsız bir
arabuluculuk görevi üstlenen süper güç algısını yerleştiren parti
olarak kabul edildi.
Cumhuriyetçi Parti ise değişen Demokrat Parti’yle birlikte
süreç içinde neredeyse saf değiştirdi. Demokrat Parti liberal
sol bir siyaset çizgisi izleyerek özellikle kuzeyde, sanayileşmiş
büyük yerleşim yerlerinde oylarını artırırken bu çizgiden yüz
çeviren güneyli seçmenin taleplerini karşılayan Cumhuriyetçi
Parti oldu ve giderek muhafazakar sağ bir siyaset eksenine
oturdu. Beyazların, Protestanların ve statükodan yana olanların
partisi haline gelen Cumhuriyetçi Parti, Ronald Reagan döneminde parlak günlerini yaşadı. 11 Eylül saldırılarının yarattığı
endişe, panik ve karamsarlık havasıyla kabuğuna çekilen Amerika Birleşik Devletleri seçmeni George W. Bush liderliğindeki
Cumhuriyetçi Parti’ye uzunca bir süre desteğini esirgemedi
ve ülke Demokrat Parti adayı Barack Hussein Obama’ya kadar
Cumhuriyetçi Parti’den seçilen başkan tarafından idare edildi.
1993 yılından bu yana sekiz yıllık aralarla Demokrat Parti ve
1993’TEN BU YANA SEKIZ YILLIK ARALARLA DEMOKRAT PARTI
VE CUMHURIYETÇI PARTI ARASINDA EL DEĞIŞTIREN BAŞKANLIK
KOLTUĞU 2016 SEÇIMLERI SONUCU BU KEZ CUMHURIYETÇI PARTI’NIN
OLDU. SEÇIM SÜRECIYSE 1 ŞUBAT 2016 TARIHINDE BAŞLADI.
Cumhuriyetçi Parti arasında el değiştiren başkanlık koltuğu 2016 seçimleri sonucu bu kez
Cumhuriyetçi Parti’nin oldu. Seçim süreciyse
1 Şubat 2016 tarihinde başladı.
Seçim süreci
Seçmenlerin en fazla oyu vermesinin başkanlığı garantilemediği, seçiciler kurulu üyelerinden
en çok oyu alanın yarışı önde bitirdiği ABD
Devlet Başkanlığı seçimlerinde süreç 1 Şubat
2016 tarihinde yapılmaya başlayan ön seçimlerle resmiyet kazandı. Ön seçimlerde her aday
adayı partisinden yeterli sayıdaki delegenin
oyunu alabilmek için yarıştı. Demokrat Parti
adaylığı için gereken 2 bin 384 delege oyunun
üzerine çıkan Hillary Clinton 7 Haziran 2016
tarihinde 2 bin 762 delegenin oyunu alarak
partisinin başkan adayı oldu. Clinton’la son
aşamada yarışan senatör Bernie Sanders, partisinin delegelerinden 1880 oy alabildi. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olabilmek içinse 1237 delege kazanmak
yeterken Donald Trump 26 Mayıs 2016 tarihinde 1441 delegenin oyunu alarak
partisinin başkan adayı oldu. Trump’la yarışan toplam 16 adaysa süreç içerisinde
mücadeleden çekildi. Liberteryen Parti’nin başkan adayı olarak eski vali Gary
Johnson belirlenirken Yeşil Parti 2012 yılındaki adayını, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve tıp dallarında Harvard Üniversitesi’nden mezuniyet belgelerine sahip
emekli doktor ve akademisyen Jill Ellen Stein’ı başkan adayı olarak tercih etti.
Haziran ayından itibaren hızlanan seçim yarışında eski bir First Lady, senatör
ve bakan olan Hillary Clinton deneyimli bir siyasetçi görüntüsü çizdi. Ekonomik
eşitsizlik üzerine yoğunlaşan Clinton, kampanyasını gelir adaletsizliği ve demokrasi kavramlarından hareketle şekillendirdi. Servetin eşit dağıtılmasının, vergi
sisteminin adil bir şekle büründürülmesinin, işçilerin, göçmenlerin, siyahilerin ve
işsizlerin eşit haklardan yararlanmasının önemini vurgulayan ve mücadelesini
altını çizdiği bu hassasiyetler üzerinden inşa eden Clinton, Demokrat Parti’nin
hedef kitlesindeki milyonların oylarına talip oldu. Sosyal demokrat ve liberallerin
ilgisiyle karşılaşan Clinton’ın muhafazakar sağ kitlelerin oylarını alabilmek adına
yeterli bir söylem geliştiremediği ise siyaset bilimcilerin ve analistlerin altını
19
çizdiği bir noktaydı. Ailenin ve aile birliğinin önemini vurgulamasına rağmen son dönemde yaşanan ekonomik sıkıntılara
karşı aileyi nasıl koruyacağını ikna edici şekilde dillendiremeyen
Hillary Clinton, söylemleriyle geniş halk kitlelerini inandırmaya
yetmeyen bir aday görüntüsü çizdi. İlerleyen yaşıyla birlikte
karşılaştığı sağlık sorunları kamuoyunun gündeminden düşmeyen Clinton, kampanyasını sürdürürken halkı sağlıklı olduğuna
ikna etmek için de çabaladı. “Amerikalılar zor dönemlerden
geçti” diyerek ekonomik sıkıntıları vurgulayan Clinton, “Amerikalılar her gün kendilerini savunacak bir kahramana, şampiyona
ihtiyaç duyuyor. İşte ben o şampiyonum” sözleriyle kampanyasına başlasa da sağlık durumu süreç boyunca bir kahramandan
beklenen zindeliği sergilemesine izin vermedi. Dışişleri Bakanlığı döneminde Libya’nın Bingazi şehrinde ABD Konsolosluğu’na
yapılan saldırıda etkisiz kaldığı düşünülen Hillary Clinton’ın
yaratmaya çalıştığı “kahraman” algısı giderek zayıfladı. Yine
Dışişleri Bakanlığı sırasında resmî yazışmaları için bakanlığın
elektronik posta adresi yerine kişisel hesabını kullanması da
20
DÜNYADAN
Clinton’ın elini zayıflatan hatalardan biri olarak öne çıktı. Hatasından dönmek adına bakanlığa teslim ettiği yazışmaların
kamuoyuyla peyderpey paylaşılmasının ardındansa birçok
ülkeyi etkileyen yeni tartışmalar başladı. Libya’daki saldırıdan
Türkiye’deki dinî azınlıklara kadar pek çok konuda belgenin
ortaya döküldüğü skandalın ardından Clinton şeffaf olmamak
ve hukukun üstünlüğünü tanımamakla suçlandı. Tüm bunlar
birleştiğinde Demokrat Parti’nin ilk kadın başkan adayı Hillary
Clinton’ın yarışın başında arkasına aldığı olumlu rüzgar süreç
içinde zayıfladı. 4 bin 200 kişinin görev yaptığı kampanyası boyunca 610 milyon dolar harcayan, 157 milyon dolarlık televizyon
ve sosyal medya reklamı veren Clinton’ın süreç boyunca ABD
seçmenini ikna edecek güçlü bir duruş sergileyemediği seçim
sonuçlarının açıklanmasıyla ortaya çıktı.
Donald Trump ise “Make America Great Again” sloganını
kullandığı kampanyasına göçmenleri ve Müslümanları tedirgin eden söylemlerle başladı. Amerika Birleşik Devletleri’ne
göçü durdurmak adına Meksika sınırına duvar örülmesi ge-
DONALD TRUMP SEÇIM SONRASINDA FARKLI KITLELERI KUCAKLAYICI
BIR GÖRÜNTÜ ÇIZEREK OLUMLU PUAN TOPLADI. TRUMP, ABD’DEKI
TÜM VATANDAŞLARIN BAŞKANI OLACAĞINI VE HER KESIME HUZUR
VE REFAH GETIRMEK IÇIN ÇALIŞACAĞINI VURGULADI.
eden Donald Trump ABD’nin 45. Başkanı seçilmeyi başardı.
Latin Amerika ve Asya kökenli Amerikalıları rahatsız edecek
ırkçı söylemler kullanmakla suçlansa da sözü geçen kitlelerden
azımsanmayacak derecede oy alan Trump’a, yine kampanyası
boyunca kendisini kıyasıya eleştiren kadınlardan da yüksek
denilebilecek miktarda oy geldi. Katolik ve Protestanların tercih
ettiği aday olan Trump, Hillary Clinton’a nazaran daha az bağış
topladığı ve daha az para harcadığı kampanyasını büyük bir
başarıya imza atarak sonlandırdı.
Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı
seçilmesinin ardından ABD’nin birçok büyük şehrinde protesto
gösterileri düzenlendi. Trump’ın başkan seçilmesinden sonra
Meksika başta olmak üzere birçok Latin Amerika ülkesinde
tedirginlik, Avrupa’daki sağ ve aşırı sağ görüşlü partilerde ise
sevinç söylemleri öne çıktı. Almanya ve Rusya gibi devletler
demokratik seçimlerin ardından başkanlığa seçilen Trump’ı
kutlarken Rusya’nın yeni başkanın seçim ekibiyle temas halinde olduğunun ortaya çıkması kimi kesimleri şaşırttı. Donald
Trump ise seçim sonrasında yaptığı konuşmada farklı kitleleri
kucaklayıcı bir görüntü çizerek olumlu puan topladı. Trump,
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm vatandaşların başkanı
olacağını ve ülkesindeki her kesime huzuru ve refahı getirmek
için çalışacağını vurguladı. Seçim yarışında çizdiği görüntünün
aksine bir devlet adamına yakışır nitelikte açıklamalarıyla güven veren Trump, tartışmalı söylemler yerine bütünleştirici ve
çözüme yönelik tavırlarıyla dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başkan seçilmesirektiğini söyleyen Trump, Müslümanlarınsa Amerika Birleşik
nin ardından Donald Trump’ı telefonla arayarak tebrik etti.
Devletleri’ne girişinin geçici olarak engellenmesini arzu ettiğini
Görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye ile ABD’nin
belirtti. Ülkesinin DEAŞ ile mücadelede sert sorgulama yön-
karşılıklı saygı, müşterek çıkarlar ve ortak değerler temelinde
temleri kullanmasının gerekliliğini vurgulayan Trump, “Saddam
buluşan iki müttefik olduğuna dikkat çektiği ve Başkan Trump’a
Hüseyin ve Muammer Kaddafi iktidarda olsaydı dünya daha
önümüzdeki süreçte ikili ilişkilerin daha da güçlendirileceğine
iyi bir yer olurdu” diyerek tartışmalara yol açtı. Sert söylemleri
inandığını söylediği bildirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca
ve tartışma yaratan sözleriyle öne çıksa da beyazları, yaşlıları,
Twitter hesabından yaptığı bir paylaşımda, “Amerika Birleşik
gelir seviyesi yüksek kesimi, kırsal alanda yaşayanları, eğitim
Devletleri’nin 45. Başkanı seçilen Donald Trump’ı kutluyor, ilişki-
seviyesi lise ve altındaki kitleleri “kahraman” olduğuna ikna
lerimizi daha da güçlendirmeyi umuyorum” ifadesini kullandı.
21
FRANSA’DA MERKEZ SAĞIN
CUMHURBAŞKANI ADAYI FRANÇOIS FILLON
François Fillon
FRANSA’DA ilk turu 23 Nisan, bir adayın yüzde 50 oy oranına
ulaşamaması halinde ikinci turu 7 Mayıs’ta gerçekleştirilecek
cumhurbaşkanlığı seçiminde merkez sağ görüşlü Cumhuriyetçiler Partisi’ni temsil edecek aday ön seçimle belirlendi. Parti
üyesi olan ve 2 avro katılım ücreti ödeyen 4 milyonu aşkın seçmenin iştirak ettiği ön seçimin ilk turunda eski başbakanlardan
François Fillon yüzde 44,1, Alain Juppé yüzde 28,6 oranında oy
alarak ikinci turda yarışmaya hak kazandı. Eski Cumhurbaşkanı
Nicolas Sarkozy ise yüzde 20,6’lık oy oranıyla üçüncü olarak
yarış dışı kaldı. Sarkozy, ikinci turda Fillon’u destekleyeceğini
açıkladı. İkinci turda rakibi Juppé’nin yüzde 32 oyuna karşılık
yüzde 68 oy alan François Fillon Cumhuriyetçiler Partisi’nin
cumhurbaşkanı adayı oldu. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine
olumsuz yaklaşan, Fransa’nın İslam diniyle sorunları olduğunu
dile getiren Fillon daha önce milletvekilliği, senatörlük, bakanlık
ve başbakanlık görevlerinde bulundu.
BULGARİSTAN’IN YENİ CUMHURBAŞKANI
RUMEN RADEV
BULGARISTAN’DA gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimini, Merkez Seçim Komisyonu’nun açıkladığı sonuçlara göre Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) adayı Rumen Radev kazandı.
Ana muhalefetin adayı Radev oyların yüzde 58,1’ini alırken iktidardaki Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Yurttaşlar Partisi
(GERB) adayı Meclis Başkanı Tzetzka Tzaçeva ise yüzde 35,3 oy
elde etti. Bulgaristan tarihinde ilk kez oy kullanmayan vatandaşlara ceza verileceğinin duyurulmasına rağmen seçime katılımın yüzde 50,3 düzeyinde kaldığı kaydedildi. 22 Ocak 2017’de
göreve başlayacak Radev, 1989’da Bulgaristan’ın benimsediği
demokratik rejimin 5’inci cumhurbaşkanı olacak.
Bulgaristan’ın yetiştirdiği en önemli savaş pilotları arasında
gösterilen Rumen Radev, Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevini
yürütürken dönemin Savunma Bakanı Nikolay Nençev ile yaşadığı görüş ayrılıkları nedeniyle ordudan istifa ederek siyasete
atılmıştı. Radev’in yardımcılığını Avrupa Parlamentosu Milletvekili İliyana Yotova yürütecek.
22
DÜNYADAN
Rumen Radev
MOLDOVA’DA SEÇİMİ RUSYA YANLISI
IGOR DODON KAZANDI
MOLDOVA’DA halkın yüzde 53,27’sinin katıldığı cumhurbaşkanlığı seçimini Rusya yanlısı söylemleriyle öne çıkan Igor
Dodon kazandı. Dodon, ikinci turda yüzde 52,57 oy alırken, ülkesinin Avrupa Birliği üyeliğini savunan Eğitim eski Bakanı Maya
Sandu ise yüzde 47,43 oranında kaldı. Seçim sonuçlarının belli
olmasının ardından bir konuşma yapan Dodon, “Ülkenin bütün
vatandaşlarının cumhurbaşkanı olacağıma söz veriyorum. Siyasi rakibimi iyi bir seçim kampanyası yürüttüğü için tebrik ediyorum. Ancak onu sakin olmaya çağırıyorum. Toplumda nefrete
gerek yok” dedi.
Igor Dodon, 1996’dan sonra halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı
oldu. Moldova’da 2000 yılında kabul edilen bir kanunla cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçiliyordu. Anayasa Mahkemesi bu yıl kanunu iptal ederek eski sisteme dönülmesi yönünde
bir karar almıştı.
41 yaşındaki Dodon daha önce Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı
ile Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2011’de Sosyalist Parti’nin genel başkanı seçilen Dodon, 2014 genel seçimlerinde partisini birinci sırada parlamentoya taşıdı.
Igor Dodon
BREZİLYA’DA 15 TEMMUZ PANELİ
SAO PAULO Yunus Emre Enstitüsü, Fetullahçı Terör Örgütü’nün
(FETÖ) darbe girişimi ve sonuçlarının dünya kamuoyunun dikkatine sunulması amacıyla “15 Temmuz Demokrasinin Zaferi”
adlı bir panel düzenledi. Türkiye’nin Sao Paulo Başkonsolosu
Mehmet Özgün Arman, Sao Paulo Yunus Emre Enstitüsü Mü-
dürü Hüsamettin Aslan ve Brezilya Müslüman Şeyhleri Başkanı
Şeyh Abdelhamid Metwally’nin açılış konuşmalarıyla başlayan
etkinlikte 3 oturum gerçekleştirildi.
Panelde söz alan Ulusal İslam Derneği Dinî İşler Müdürü ve
Teologlar Konseyi Genel Sekreteri Şeyh Halid Taki el-Din, 15
Temmuz darbe girişiminin Türk halkı tarafından başarısızlığa
uğratılmasının insanlık tarihinde büyük bir dönüm noktası olduğunun altını çizdi. Taki el-Din, “Toplumu Fetullah Gülen gibi
hastalıklı kişilere karşı bilgilendirmek ve bu örgütün, demokrasinin dünyadaki en çağdaş modeli olan Türkiye’ye karşı işlediği
suçlardan dolayı yargılanmasını talep etmek bizim görevimizdir” ifadelerini kullandı. Başkonsolos Mehmet Özgün Arman ise
etkinlik sayesinde 15 Temmuz darbe girişiminin Brezilya’da ilk
kez samimiyetle görüşüldüğünü söyledi. Arman, Türkiye’den
gelen konuşmacıların verdiği bilgiler sayesinde Brezilyalıların 15
Temmuz ve sonrasında yaşanan süreci daha iyi anlayabileceğini
belirtti.
23
“AVRUPA PARLAMENTOSU
KARARI YOK HÜKMÜNDEDİR”
AVRUPA Parlamentosu (AP), Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile sürdürdüğü müzakerelerin
geçici süreliğine dondurulmasını tavsiye eden tasarıyı 7’ye karşı 479 oyla kabul etti. Oylamada 107 üye çekimser oy kullandı. AP’de temsil edilen 6 siyasi grubun oylamaya sunduğu
tasarı, AB tarihinde bir ülkeyle üyelik müzakerelerinin dondurulmasına yönelik alınan ilk
tavsiye kararı olarak tarihe geçti. Üyelik müzakerelerini sonlandırma veya dondurma yetkisi
olmayan AP kararının siyasi ve hukuki bağlayıcılığı bulunmuyor. Karar, AB Konseyi ve üye
ülke yönetimlerine siyasi anlamda mesaj niteliği taşıyor.
Kararda, üyelik müzakerelerinin, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ortaya çıkan durum ve OHAL uygulamasının getirdiği şartlar nedeniyle geçici
olarak dondurulması kayıt altına alınırken müzakerelerin yeniden başlayabilmesi için OHAL
uygulamasının kaldırılması gerektiği belirtildi. AB ve AP’nin darbe girişimini güçlü bir şekilde
kınadığı kaydedilen metinde Türkiye’nin darbe girişiminin sorumlularını yargılama hakkının
meşru olduğunun altı çizildi. Ancak darbe girişimi sonrasında Olağanüstü Hal kapsamında
FETÖ ve diğer terör örgütlerine karşı yürütülen mücadelede “orantısız güç” kullanıldığı
iddia edildi. Türkiye’yi AB’ye sıkı şekilde bağlı tutma taahhüdünü sürdürdüğünü belirten
AP, bununla birlikte AB Komisyonu ve üye ülkelere, devam etmekte olan müzakerelerin
geçici olarak dondurulmasını başlatması için çağrı yaptı. Tasarının hazırlanmasına gerekçe
olarak Türk vatandaşlarına AB’den vize muafiyeti şartlarından 7’sinin yerine getirilmemesi
ve Gümrük Birliği’nin geliştirilmesine gerekli desteğin sağlanmaması başlıkları sunuldu.
Türkiye’deki idam cezasının geri getirilmesi tartışmalarına da atıfta bulunulan kararda,
idamın yürürlüğe konulmasının, üyelik müzakerelerinin resmî olarak sonlandırılması sonu-
24
DÜNYADAN
cunu doğuracağı belirtildi. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan oylamadan önce
“Sonuç ne çıkarsa çıksın bu oylamanın
bizim nezdimizde hiçbir kıymetiharbiyesi
yoktur” ifadesini kullanmıştı.
“AP kararının bizim açımızdan
hiçbir önemi yok”
Avrupa Parlamentosu’nun 24 Kasım
2016 tarihli oturumunda aldığı karara
Türkiye’den sert tepkiler geldi. Başbakan
Binali Yıldırım, basına yaptığı açıklamada,
“Bu kararın bizim açımızdan hiçbir önemi
yok. Avrupa Birliği ile ilişkiler, zaten öyle
aman aman, çok sıkı fıkı ilişkiler değil, ite
kaka giden, kerhen yürüyen bir ilişkidir”
dedi. Yıldırım, Avrupa’nın gelecek vizyonunu Türkiye ile beraber mi, yoksa Türkiyesiz mi şekillendireceğine karar vermesi
gerektiğini vurgulayarak, “Bir yandan
Türkiye’nin vazgeçilmez olduğunu söyle-
AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN 24 KASIM 2016 TARIHLI
OTURUMUNDA ALDIĞI KARARA TÜRKIYE’DEN SERT TEPKILER
GELDI. BAŞBAKAN BINALI YILDIRIM, BASINA YAPTIĞI AÇIKLAMADA,
“BU KARARIN BIZIM AÇIMIZDAN HIÇBIR ÖNEMI YOK” DEDI.
yip diğer yandan eften püften nedenlerle böyle
kararlar alınması çelişkili bir durumdur” dedi.
Başbakan Yıldırım, katıldığı bir televizyon programında Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne
üyeliğinin gündeme gelmesinin AB ile ilişkileri
nasıl etkileyeceğinin sorulması üzerine, “Bu bir
tehdit değil, Avrupa’ya karşı bir meydan okuma
da değil. Burada karşılıklı irade var. Uzakdoğu
ülkeleri, Çin, Rusya, Orta Asya ülkeleri ilişkilerimizi hem siyasi hem ekonomik olarak geliştirmek istiyorlar, biz de geliştirmek istiyoruz.
Olay bundan ibaret” dedi. Yıldırım, “AB olmazsa
Asya birliği olur gibi bir zorunlu tercih peşinde
değiliz, bunun böyle görülmesinde fayda var”
ifadesini kullandı.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş İngiltere’deki temasları sırasında bir basın toplantısı düzenleyerek AP’nin Türkiye ile ilgili tavsiye
kararını değerlendirdi. Kurtulmuş, “Türkiye’yi
kaybetmek AB için maliyeti ödenebilir bir seçenek değildir. AB’nin kurumsal çıkarını düşünen,
hatta tek tek bu ülkelerde kendi memleketlerinin ulusal menfaatini düşünen akıllı siyasetçiler bunu anlamak durumundalar. Türkiye’yi
kaybetmiş bir AB daha fazla içine kapanacak
demektir” dedi. Türkiye’nin taahhütlerine saygılı davranarak ilişkileri sürdürmekten yana
olduğunun altını çizen Kurtulmuş konuşmasını
şöyle sürdürdü: “Tercih yapacak olan Avrupa’dır,
Avrupa’nın siyasetçileridir. Türkiye ile ilişkilerin
nasıl geliştirileceğini tayin edecek olan bizatihi
Avrupa’nın kendisidir. Ya kararlarını verecekler,
Türkiye ile eşit ortaklık düzeyinde müzakereleri
sürdürmek için adımlar atacaklar, önyargılarını,
tarafgir tavırlarını bırakacaklar, Türkiye ile doğru bir ilişki kuracaklar ya da bunun alternatifi
Avrupa için son derece hazindir.”
“Bu büyük bir vizyonsuzluktur”
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, AP’nin Türkiye ile ilgili
kararını, “Bu büyük bir vizyonsuzluktur ve yok hükmündedir. AB tarihi için
de yok hükmünde olmalıdır” sözleriyle karşıladı. Türkiye’nin AB’ye muhtaç
olmadığını vurgulayan Çelik, “Türkiye AB’ye tam üye olsa devletimizin çıkarları ve milletimizin geleceği açısından son derece iyi bir zemin yakalamış
oluruz. Onun dışında Türkiye AB’ye üye olmazsa ne olur, ilişkiler koparsa ne
olur? Ben bunu arzu etmem, bakanlığımın varlık sebebi bu, ama dünyanın
sonu değildir” dedi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise AP’nin kararına ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Her zaman şunu söyledik, Avrupa Parlamentosu ya da
Avrupa Birliği kurumları, konseyi, komisyonu yapıcı bir karar alırsa, eleştiriler dahil biz bunu değerlendiririz hatta faydalanırız. Ama bu şekilde kasıtlı
bir karar alırsa biz bunu reddederiz, hiçbir geçerliliği yok. Esasen bu karar
Avrupa Parlamentosu’nu ve Avrupa Birliği’ni küçük düşürüyor.”
25
5 ARALIK 1934
TÜRK SİYASETİ
82 YILDIR KADINLARLA
DAHA GÜÇLÜ
SENA KILIÇ
26
FARKLI PARTILERDEN MILLETVEKILLERI, TÜRK KADININA SEÇME
VE SEÇILME HAKKI TANINMASININ 82’NCI YILDÖNÜMÜNÜ
TPB PARLAMENTO’YA DEĞERLENDIRDI. MILLETVEKILLERI,
TÜRK KADINININ BU HAKKA PEK ÇOK AVRUPA ÜLKESINDEN
DAHA ÖNCE SAHIP OLDUĞUNA IŞARET ETTI.
Bülent Turan
AK Parti Grup Başkanvekili ve Çanakkale Milletvekili
Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması
pek çok Avrupa ülkesinden önce oldu. Fransa ve İtalya’da
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, İsviçre’de ise 1971 yılında sağlanan bu hak Türkiye’de 1935 yılında tanındı. Kadınlara seçme
ve seçilme hakkı verilmesi konusunda Batı ülkelerinden çok
daha evvel yasal düzenleme yapılması, genç Cumhuriyet’in
gelecek vizyonunu ortaya koymaktadır. Bir hakkın varlığı,
ancak o hakkın herkes tarafından kullanılabilmesiyle değer
kazanır. Ancak ne yazık ki bu hak, bir yönüyle hep eksik kaldı.
Bu hakkın tanınmasından tam 65 yıl sonra 1999 yılında bir kadın milletvekili sırf başörtülü olduğu için TBMM Genel Kurul
Salonu’nda yemin edemedi. Başbakan da dahil olmak üzere
birçok milletvekili bu kadın milletvekilini Genel Kurul’dan
uzaklaştırarak görevini yapmasına engel oldu. Kadınlara
seçme ve seçilme hakkı ancak 2014 yılında yani bu hakkın
tanınmasından 80 yıl sonra gerçek anlamıyla kullanılmaya
başladı. Başı açık-kapalı ayrımı olmaksızın kadınlar ancak bu
tarihten sonra Meclis’te kendilerine
yer buldular.
Meclis’teki kadın milletvekillerinin oranı istediğimiz düzeyde olmasa da her seçimde giderek artmaktadır. Bu bakımdan
demokrasimiz ilerleme kaydetmektedir. Tüm partilerin bu konuda hassas davranması, siyasetin
her kademesinde kadınların aktif rol üstlenmesi
daha katılımcı bir siyasal kültürün oluşmasına katkı yapacaktır.
Canan Candemir Çelik
AK Parti Gaziantep Milletvekili
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü aynı zamanda Türkiye
Cumhuriyeti’nin kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı tanıdığı 5
Aralık 1934 tarihine denk gelmesi münasebetiyle oldukça anlamlı
bir gündür. Kadınlarımızın artan siyasi hak
ve siyasetin içerisinde yer alma talepleri karşılığını Cumhuriyet döneminde
bulmuştur. Türk kadını 1930 yılında belediye seçimlerinde, 1934 yılında da milletvekili genel seçimlerinde seçme ve
seçilme hakkını kazanmıştır. Kadınlara
seçme ve seçilme hakkı Fransa’da 1944,
İtalya’da 1945, Yunanistan’da
1952, İsviçre’de 1971’de tanınmıştır. Ülkemizde ise birçok
Avrupa ülkesinden uzun
yıllar önce kadınlarımızın
siyasetin içinde olması
27
gerektiği öngörülerek, 82 yıl evvel oldukça vizyoner bir adım
atılmış ve 1935 yılında 18 parlamenter ile kadınlarımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilmeye başlamıştır.
Kadınlarımızın siyasi karar alma mekanizması içinde daha
fazla söz sahibi olması, yaşanan sorunların çözümüne ilişkin
farkındalığı artıracaktır. Kadınlar siyasal karar alma sürecine
dahil olmadıkça ve kadın bakış açısı karar almanın bütün
düzeylerine yerleştirilmedikçe toplumsal cinsiyet eşitliği de
sağlanamayacaktır. Türk siyasi hayatı içinde kadınlara en
büyük katkıyı sağlamış olan AK Parti, 4 milyondan fazla
kadın üyesi ile büyük bir siyasi harekettir. AK Parti gücünü
kadınlarımızdan alan, kadınlarımızın omuzlarında yükselen
bir partidir. 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü’nün kadınlarla ilgili sorunların çözümlenmesine vesile olmasını diliyor,
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günümüzü kutluyorum. 1935
Meclisine giren ilk kadın milletvekillerimizi rahmetle anıyor
ve saygılarımı sunuyorum.
Aydın Uslupehlivan
CHP Adana Milletvekili
Kadının toplum içindeki yeri büyük önem taşımaktadır.
Medeni hukuk esaslarına göre kadın ve erkek eşit haklara
sahiptir. Fakat toplumda kadına verilen değer ve haklar istenilen seviyede değildir. Kadın özellikle siyasette karar verme
noktasında oldukça gerilerdedir. Kadınların yönetimde görev
alabilmesini sağlayan siyasi haklar 1930’dan itibaren verilmeye başlanmıştır. 1930 yılında belediye seçimlerine, 1933’te
muhtarlık seçimlerine girebilme hakkını kazanmışlardır.
5 Aralık 1934’te ise Avrupa ülkelerinin birçoğundan önce milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olabilmişlerdir. Gelişmekte olan
ülkelerde kadının siyasette temsil
oranının yüzde 40 olduğu söylenmektedir. Şu an TBMM dağılımına
baktığımızda bu rakam yüzde 15
düzeyindedir. Yani Meclis’te 550
milletvekilinin 81’i kadındır. Parlamentodaki sayıları bir yana, kadınlar
eğitim hayatından işgücü
katılımına kadar her
alanda birçok ülkenin
gerisinde kalmış durumdadır. Kadına
28
yönelik şiddet ve cinayet oranı ise oldukça yüksektir. Kadınları her alanda güçlendirmeli, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini
gidermeliyiz.
“Kadınları geride kalan toplum geride kalmaya mahkumdur” sözüyle kadına verdiği önemi her fırsatta dile getiren
Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara tanıdığı seçme ve
seçilme hakkının 82. yılını kutluyor ve siyasette daha fazla
kadının yer almasını arzu ediyorum. Tüm kadınlarımıza sevgi
ve saygılarımı sunuyorum.
Filiz Kerestecioğlu Demir
HDP İstanbul Milletvekili
Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte o
dönem kadın hakları konusunda
gösterilen çabalar var. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı da
bunlardan biridir. Kadınların da
haklarını arama çabası söz konusu. 1995 yılında gerçekleştirdiğim “Kadınlar Vardır” isimli belgesel çalışmamda
vâkıf olduğum, Osmanlı
İmparatorluğu döneminde vücut bulmuş kadın
hareketi de bulunuyor.
Yani kadınlar o tarihlerde doğrudan feminizm sözcüğünü
kullanabiliyor. Bu sözcüğün hakkını teslim ederek ve “Hemşireler, erkeklerin iktidarına karşı bir araya gelmeliyiz” diyerek
seçme ve seçilme hakkı için aynı zamanda talepkâr olarak
mücadele ediyorlar. Türkiye kadınların seçme ve seçilme hakkının ilk yasalaştığı
ülkelerden biridir. Ancak bugünkü durumda kadınlarımızın
siyasete katılımları açısından hâlâ çok ciddi sorunlar yaşandığı görüşündeyim. Bunun için de bütün kadınlarımızın dayanışma içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Partimizin
bu anlamda yüzde 40 oranında kadın milletvekili katılımıyla
gerçekten bu parlamentoya ciddi bir katkı sağladığına inanıyorum. Aslında bütün partilerde bunu ve daha fazlasını,
kadınların erkeklerle eşit oranda temsilini görmek istediğimi
de ifade etmek isterim. Deniz Depboylu
MHP Aydın Milletvekili
Tarihimizde Türk kadınının statüsüne baktığımızda, kendisine verilen birtakım haklardan dolayı hanların, hakanların
önünde saygıyla eğildikleri bir konuma sahip olduklarını görürüz. Kadın aynı zamanda yönetimde hak ve söz sahibiydi.
Göktürklerde ve Uygurlarda Kağan’ın karısı Hatun devlet
işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibiydi. Emirnameler, yalnız Kağan namına değil, Kağan ve Hatun namına ortaklaşa
imza edilmekteydi. Kanun niteliğindeki emirnameler sadece
“Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul
edilmezdi. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulü esnasında
Hatun’un da Kağan’la beraber olması gerekirdi. İlerleyen zaman içinde Türk kadını birçok hakkını ve toplum içindeki etkin
statüsünü kaybetti.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Türk kadınını
tekrar hak ettiği statüye kavuşturana kadar kadınlarımız ikinci
planda kaldı. Atamıza çok şey
borçluyuz. Atatürk sayesinde kadınların iktisadi ve siyasal yaşama
katılmaları yönünde birçok değişiklik gerçekleşti.
Kadınlarımıza 1930
y ılın da b el e di y e
seçimlerinde seçme, 1933’te muh-
tar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934 tarihinde
Anayasa’da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve
seçilme hakları tanındı. Bugün yıllar sonra geldiğimiz noktaya
bakıyoruz, Meclis’teki kadın milletvekili oranı 1935 yılında
yüzde 4,5 iken 80 yıl sonra bu oran sadece yüzde 14,7’ye
yükselebilmiştir. Kadın belediye başkanı oranı yüzde 2,9,
kadın belediye meclis üyesi oranı ise yüzde 10,7’dir. Kabinede
sadece bir kadın bakan yer alıyor. Temsil oranında henüz arzu
ettiğimiz noktada değiliz. Türk kadınını hak ettiği seviyeye
getirene kadar özveriyle ve daha çok çalışmamız gerekiyor.
29
Candan Yüceer
CHP Tekirdağ Milletvekili
Yıl 1923. Henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti. Gazi Mustafa
Kemal bir gazeteye verdiği demeçte, “İnsan topluluğu kadın
ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin
bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı
toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?”
demişti. Henüz kadınlara Medeni Kanun’la tanınan haklar
verilmemişti, kadınlar hâlâ mirastan eşit pay alamıyordu. Çok
eşli evlilikler geçerliydi. Bırakın kadına seçme ve seçilme olanağı verilmesini, iki kadının şahitliği, bir erkeğin şahitliğine
denk sayılıyordu. Daha kadın-erkek arasında herhangi bir eşitlikten bile söz
edilemezken, Mustafa Kemal kadınsız bir ilerlemenin mümkün olamayacağına, kadını zincirlerinden kurtarmak gerektiğine işaret etti. Cumhuriyet herkese ama önce kadınlara
eşit bir yaşam vadetti ve bu vaadini yerine getirdi. Bugün bu
topraklar üzerinde yaşayan bütün yurttaşlar ama önce kadınlar Cumhuriyet’e ve onu kuran kadrolara çok şey borçludur. Bu
borcu nasıl ödeyebileceğimizi yine Mustafa Kemal Atatürk’ün
sözleri işaret etmektedir: “Kadınlarımız için asıl mücadele
alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır.” Cumhuriyet’le beraber, kadınların sosyal ve siyasal hakları
elde etmeleri de aşamalı bir şekilde gerçekleşmeye başladı. Yalnızca zamanın Türkiyesi için değil, batısıyla doğusuyla
tüm dünya için devrimci bir adım atıldı, kadınlara seçme ve
seçilme hakkı tanındı. Türkiye’de kadınlar milletvekili sıralarına oturup kendi kaderleri hakkında söz sahibi olurken, Avrupa’da pek çok ülkede
böyle bir şey söz konusu bile değildi.
Dönemin en ileri ülkelerinde dahi
kadınlar ikinci sınıf vatandaşken,
gencecik bir Cumhuriyet, kadınları erkeklerle eşit haklara sahip
kıldı. Onlara seçme ve seçilme
hakkı verdi, eşit yurttaşlığın yolunu aç tı. Tek
başına bu adımlar bile
Cumhuriyet’in ne denli
vazgeçilmez olduğunu
göstermektedir.
30
Ayşe Keşir
AK Parti Düzce Milletvekili
Ülkemizde 1934 yılında verilen bu hak 8 Şubat 1935 tarihindeki seçimlerde ilk defa kullanılmıştır. 18 milletvekili ile kadınlar
TBMM’de yer almıştır. Kadınlar Fransa ve İtalya gibi ülkelerde
1945’ten sonra seçilebilirken, İsviçre’de ise ancak 1971 yılında
bu hakka sahip olmuştur. İlk Meclis’te yüzde 4,5 olan kadınların parlamentoda temsil oranı AK Parti’ye kadar ne yazık ki
hiç aşılamadı. Bu oran 2002 seçimlerinde yüzde 4,4, 2007 seçimlerinde yüzde 9,1, 2011 seçimlerinde yüzde 14,4, 7 Haziran
2016 seçimlerinde yüzde 17,6, 1 Kasım 2016 seçimlerinde ise
yüzde 14,7 olmuştur. Temsilde adaletsizliği gidermek için yaş,
kılık-kıyafet gibi hususlarda gerekli çalışmalar yine AK Parti
döneminde yapılmıştır.
Kadının karar alma mekanizmalarında yer almasını ve siyasi
temsilini eğitim ve istihdam verilerinden bağımsız düşünemeyiz. Eğitime ve istihdama erişim, sivil toplum çalışmaları,
kadının siyasi katılım kanallarını besleyen en önemli araçlardır. AK Parti olarak 2002’den bu yana özellikle kız çocuklarının
eğitime erişimi için önemli adımlar attık. Bugün 117 devlet
üniversitesi ile her şehirde bir üniversite açarak, kılık-kıyafet
özgürlüğünü sağlayarak, kız çocuklarının yükseköğrenime
erişimi önündeki engelleri tek tek kaldırdık. Üniversite mezunu kadınların yüzde 70’i istihdama erişim sağlamaktadır.
Üniversite eğitimi, hem kadın yoksulluğu ile
mücadelede hem de kadın istihdamını
artırmada en önemli araçtır.
Kadının siyasete katılımı konusunda daha yapacak işimiz olmakla
birlikte, yürütülen araştırmalar başta
akademik kadro ve üst düzey yönetici
olmak üzere Türkiye’de bazı meslek
gruplarında kadınların temsil oranının,
Avrupa ülkelerine göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu başarı verilerinin gelecekte
de siyasi katılıma olumlu yansıyacağı kanaatindeyim.
TBMM TUTANAKLARINDA
5 ARALIK 1934
5 ARALIK 1934
31
TBMM TUTANAKLARINDA
5 ARALIK 1934
32
5 ARALIK 1934
33
KARA KITA’NIN
RENKLİ ÜLKESİ
GÜNEY AFRİKA
CUMHURİYETİ
34
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
ON BİR RESMÎ DİLİ, ÜÇ BAŞKENTİ, FARKLI IRK VE ETNİK
GRUPLARDAN YAKLAŞIK 55 MİLYON NÜFUSU İLE DÜNYANIN
EN DİKKAT ÇEKİCİ ÜLKELERİNDEN BİRİ OLAN GÜNEY AFRİKA
CUMHURİYETİ’NİN DEMOKRASİ YOLCULUĞU NELSON
MANDELA’NIN ŞU SÖZLERİYLE ÖZETLENEBİLİR: “BEN, TÜM
İNSANLARIN UYUM İÇİNDE VE EŞİT FIRSATLARA SAHİP ŞEKİLDE
BERABERCE YAŞADIĞI, DEMOKRATİK VE ÖZGÜR BİR TOPLUM
İDEALİNİ BENİMSEDİM. BU, UĞRUNDA YAŞAMAK VE ULAŞMAK
İSTEDİĞİM BİR İDEALDİR.”
TÜRKER BEŞE
35
A
frika’nın en güney ucunda yer alan
ve kıtanın güney kısmının neredeyse
yarısını kaplayan Güney Afrika Cumhuriyeti, bir milyon kilometrekarenin üzerindeki
yüzölçümüyle dünyanın en büyük 24’üncü
ülkesidir. Hem Atlas Okyanusu hem de Hint
Okyanusu’na kıyısı olan ülke, Namibya,
Botsvana, Mozambik, Svaziland ve Zimbabve ile komşudur. Lesotho ise Güney Afrika
Cumhuriyeti’nin içinde yer alan küçük bir
krallıktır. Bugünkü Güney Afrika Cumhuriyeti topraklarında insan varlığı günümüzden
3,5 milyon yıl önceye tarihlenir. Ülkenin
modern tarihi ise 17. yüzyılda Hollanda’nın
kolonileşme konusunda büyük atak yaptığı
dönemlere dayanır. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin keşif gemisinde yöneticilik
görevinde bulunan Jan van Riebeeck, Ümit
Burnu’na ulaştığında, Avrupa ve Güneydoğu Asya arasındaki ticarette bu rotayı
kullanacak gemiler için bir tedarik istasyonu
kurmak ister. Bunun sonucunda meydana
getirilen Ümit Kalesi ve etrafında gelişen
Cape Kolonisi, 1662 yılına kadar Van Riebeeck tarafından yönetilir. Güney Afrika’daki
ilk Avrupalı yerleşimi sayılan Cape Kolonisi,
yıllar içinde büyüyüp gelişerek bugünkü Cape
Jan van Riebeeck
36
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Town’ı oluşturmuştur. Cape Town, günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin üç
başkentinden biridir ve yasamanın merkezidir.
Güneydoğu Asya ticaret rotasının önemli bir merkezi olan Cape Kolonisi Hindistan, Endonezya ve Madagaskar’dan Hollandalılar tarafından getirilen kölelere de ev
sahipliği yapıyordu. Sömürgeciliğin her alanda yaygın olduğu bu dönemde bölgedeki
kölelerin sayısı o kadar arttı ki, 18. yüzyılın ortalarında kolonide yaşayan Avrupalı
göçmenleri bile geçti. Yıllar içinde gelişen yerleşim, ilk olarak batıya, 1770’ten itibaren
ise doğuya doğru ilerledi ve bunun sonucunda yerli gruplarla Avrupalılar arasında
çatışmalar baş gösterdi. İlki 1779 yılında yaşanan ve Sınır Savaşları olarak anılan bu
çatışmalar yüz yıl boyunca aralıklarla sürdü ve toplam dokuz savaş gerçekleşti. 18.
yüzyılın sonlarında Napolyon’un Hollanda’yı işgal etmesi neticesinde kurulan Batavya
Cumhuriyeti’nin Büyük Britanya ile işbirliğini sonlandırması ve birkaç yıl içinde Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin iflas etme noktasına gelmesi, Hollanda’nın buradaki
hakimiyetini zayıflattı ve Britanya’nın bölgeyi işgal etmesine sebep oldu. Hâlâ devam
eden Sınır Savaşları’nda yerlilerden ele geçirdikleri bölgelere yerleşen Britanyalılar
egemenlik alanlarını genişletti, ayrıca sınırları sağlamlaştırarak iç kısımlarda yeni
yerleşimler kurulmasına olanak sağladı.
1833 yılında Britanya parlamentosunun köleliğin tüm ülkede ve kolonilerde kaldırılmasına karar vermesi, yıllardır bölgede yaşayan ve artık Afrikaner (Boer) olarak
adlandırılan Hollandalı yerleşimcilerin geçim kaynaklarını ellerinden aldı. Hem günlük hayatta faydalandıkları hem de ticaretini yaparak gelir elde ettikleri kölelerden
yararlanmaya devam etmek isteyen Afrikanerler, Büyük Göç olarak adlandırılan göç
hareketine başladı. Bu göç süresince 14 bin Afrikaner Britanya hakimiyeti dışındaki
alanlara göç etti. 1835 ila 1841 yılları arasında gerçekleştirilen Büyük Göç sırasında
göçmenler Turuncu Nehir’in kuzey kıyılarına kadar ilerledi ve burada kısa ömürlü irili
ufaklı devletler kurdu. Boer Cumhuriyetleri olarak anılan bu devletler arasında uzun
soluklu olmayı başarabilenler ise Transvaal Cumhuriyeti ve Özgür Orange Devleti’dir.
GÜNEYDOĞU ASYA TICARET ROTASININ ÖNEMLI BIR
MERKEZI OLAN CAPE KOLONISI HINDISTAN, ENDONEZYA VE
MADAGASKAR’DAN HOLLANDALILAR TARAFINDAN GETIRILEN
KÖLELERE DE EV SAHIPLIĞI YAPIYORDU.
Bölgedeki bir diğer göç hareketi ise 1867’de elmasın, 1886’da
altının bulunmasıyla yaşanmıştır. Bu göç hareketi Büyük Göç
gibi bölge içinde değil, Avrupa’dan bu bölgeye doğrudur. Elmas ve
altının ticari değeri pek çok Avrupalıyı buraya çekmiştir. Bölgede
artan Avrupalı nüfusla birlikte yerlilere karşı uygulanan ayrımcılık
ve sömürü de fazlalaşmıştır.
Kıtadaki etkinliklerini sürdürmek isteyen Boerlerle hakimiyet
alanını genişletmek isteyen Britanya arasında 1880-1881 yılları
arasında I. Boer Savaşı yaşanmış ve sayıca az olmalarına rağmen
Boerler bu mücadeleden galip çıkmıştır. Boerlerin bölgede İngilizlerden daha uzun süredir bulunmaları ve hem kendilerini hem kıya-
fetlerini coğrafi şartlara daha uyumlu hale getirebilmeleri savaşın
sonucunu belirleyen temel etken olmuştur. 1899 yılında başlayıp
1902’de sona eren II. Boer Savaşı’nda Britanya aynı hataya düşmemek için bölgeye daha fazla asker sevk etmiş ve bu kez savaşı
kazanarak son Boer Cumhuriyetlerini de hakimiyeti altına almıştır.
Yapılan anlaşma neticesinde son iki Boer Cumhuriyeti tamamen
ilhak edilerek Büyük Britanya’nın bir parçası haline getirilmiş, ancak
Boerlerin mağdur olmaması için, Felemenkçenin resmî dil kabul
edilmesi gibi bazı haklar tanınmıştır. Ne var ki bu haklardan sadece
beyazlar yararlandırılmış ve beyaz olmayanların medeni haklarında
kısıtlamalara gidilerek ilerleyen yıllarda yaşanacak ırkçı olaylara ze-
37
1960 YILINDA YAPILAN REFERANDUMUN SONUCUNDA
CUMHURIYET ILAN EDILEREK DOMINYON YÖNETIMINE SON
VERILMIŞ VE ÜLKENIN ADI GÜNEY AFRIKA CUMHURIYETI
OLARAK DEĞIŞTIRILMIŞTIR.
min hazırlanmıştır. Savaşın bitiminden sekiz
yıl sonra, Burun Kolonisi (Eski Cape Kolonisi),
Natal Kolonisi, Transvaal Kolonisi ve Oranj
Nehri Kolonisi bir araya gelip Güney Afrika
Birliği adlı dominyonu kurarak Güney Afrika
Cumhuriyeti’nin temellerini atmışlardır. Yasal
açıdan özerk ve dış işlerini kendileri yöneten
dominyonlar Yeni Zelanda ve Avustralya gibi
Büyük Britanya İmparatoru’nu hükümdar
olarak kabul etmişlerdir. 1947’den itibaren dominyon tabiri yerine “Commonwealth üyesi”
terimi kullanılmaktadır.
1934 yılına gelindiğinde, Güney Afrika Birliği
içinde yaşayan Britanyalılarla Boerleri barıştırmak amacıyla, Britanyalıların partisi South African Party (Güney Afrika Partisi) ile Boerlerin
partisi Nasionale Party (Ulusal Parti) birleşmiş
ve United Party (Birleşik Parti) kurulmuştur.
Bu parti siyasi hayatına II. Dünya Savaşı’na
kadar devam etmiştir. II. Dünya Savaşı’nda
Boerler
38
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
İngiltere’nin yanında yer almak isteyen Britanyalılar ile Hitler Almanyasına özenen ve ırkların ayrımını savunan Ulusal Parti taraftarları arasında yaşanan tartışmalar, partinin de
dağılmasına sebep olmuştur.
Irkçılık yükseliyor
II. Dünya Savaşı’nın ardından ülkede hâlâ azınlıkta olan beyazlar Ulusal Parti’nin yönetimini
seçmiş, Ulusal Parti ise kabul ettiği pek çok yasayla ülkede iki sınıflı ve ayrılıkçı bir yönetim
tarzı benimsemiştir. Apartheid olarak anılan bu uygulamalar neticesinde Avrupalı beyazlar
ile ülkedeki diğer ırklar arasında sosyal sınırlar oluşturulmuştur. Apartheid politikasının asıl
amacı, Afrika kökenlilerin, ileride Bantustan olarak adlandırılacak belli yerlere toplanarak
bu bölgelerin adım adım bağımsızlaştırılmasıdır. Söz konusu uygulama başarıya ulaştığı
takdirde ülkenin yeraltı kaynakları açısından zengin bölgeleri ve limanlar tamamen Avrupalı
beyazlara kalacaktır. Bu amaç doğrultusunda yaşanan toprak kaybı önemsiz görülerek
Ciskei, Bophuthatswana, Transkei ve Venda bantustanlarına bağımsızlık verilmiş ve kendi
kendilerini yönetmeleri sağlanmıştır. Bu uygulama sonucunda 1960’lı yıllarda ülke büyük
bir ekonomik kalkınma yaşamış, pek çok yabancı firma burada fabrika açmış veya mevcut fabrikalara ortak olmuştur. Ancak bu kalkınma ve gelişme sadece beyazlar yararına
kullanılmış, toplumda mesleki ve genel eğitim ile maaş dağılımı konularında etkisi yıllarca
sürecek farklılıklar ortaya çıkmıştır. 1960 yılında yapılan referandumun sonucunda ülkede
cumhuriyet ilan edilerek dominyon yönetimine son verilmiş ve ülkenin adı Güney Afrika
18 TEMMUZ 1918 TARIHINDE TEMBU KABILESI ŞEFININ OĞLU
OLARAK DÜNYAYA GELEN NELSON MANDELA, GENÇ
YAŞLARINDAN ITIBAREN KENDINI AYRIMCILIĞA, FAKIRLIĞE VE
EŞITSIZLIĞE KARŞI SAVAŞMAYA ADAMIŞTIR.
Oliver Tambo
Nelson Mandela
Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir. Yeni kurulan Cumhuriyet’in ertesi sene Afrika ve Asya’daki üye devletlerin baskıları sonucunda İngiliz Milletler Cemiyeti’nden (Commonwealth)
ihraç edilmesi ise ülkede yaşayan siyahilerin iyice umutsuzluğa kapılmasına sebep olmuştur.
Umutsuzluğu umuda çeviren lider: Mandela
beraber Johannesburg’ta bir avukatlık bürosu
18 Temmuz 1918 tarihinde Tembu kabilesi şefinin oğlu olarak dünyaya gelen Nelson Mandela, genç yaşlarından itibaren kendini ayrımcılığa, fakirliğe ve eşitsizliğe karşı savaşmaya
adamıştır. Büyüdüğünde kabilesinin mirasını devralacağı düşünülen Mandela lise yıllarını
çeşitli Metodist okullarda geçirmiştir. Bu okulların başta İngiliz kültürü olmak üzere Avrupa
geleneklerini empoze etmesine rağmen Mandela her zaman yerel Afrika kültürlerine ilgi
duymuş, boş zamanlarında ise boks ve koşu gibi sporlarla ilgilenmiştir.
1943 yılında Witwatersrand Üniversitesi’nde hukuk öğrenimine başlayan Mandela,
fakültedeki tek siyahi öğrencidir. Bu dönemde liberal ve sosyalist Avrupalı, Hint ve Yahudi
kökenli öğrencilerle kurduğu dostluklarla politikaya ilgi duymaya başlayan Mandela, aynı
yılın ağustos ayında, toplu taşıma ücretlerine yapılan zamlara karşı gerçekleştirilen bir
protesto gösterisine katılır. Ayrıca, yerli halkların beyazlara karşı haklarını savunan African
National Congress (Afrika Ulusal Konseyi-ANC) adlı siyasi yapılanmaya üye olur. Daha sonra
yaptığı çalışmalar neticesinde ANC Gençlik Kolu kurulur ve başına Mandela getirilir. Irkçılığın
etkilerinin iyice arttığı 1950’li yıllarda Mandela, ANC’nin daha militanca davranmasını ister,
ancak Konsey yönetimi buna sıcak bakmaz. Nelson Mandela 1952 yılında Oliver Tambo ile
açar, fakat içinde bulunduğu siyasi faaliyetler
sebebiyle defalarca tutuklanır ve siyasetten
men edilir.
Beyazların ve siyahilerin bir arada yaşadığı
bir Güney Afrika hayali kuran Mandela, bu
dönemde Güney Afrikalı komünist beyazlarla
yakınlaşır. Ortağı Tambo ile birlikte, Ulusal Parti
önderliğindeki beyazların siyahi çoğunluğu baskı
altında tutmasına ve ırk ayrımcılığına karşı
pek çok kampanya yürütür. Bu kampanyaların
sonucunda 1956 yılında 155 eylemciyle beraber
en ağır düzeyde vatana ihanetle suçlanır ve
yargılanır. Dört yıl süren duruşmaların ardından suçlamalar düşer ve Mandela direnişini ve
etkisini gün geçtikçe artırmayı başarır. Ancak
39
bu direniş, beyazların baskısının çoğalmasına sebep olur ve ANC’nin
yasa dışı ilan edildiği 1960 yılında Sharpeville’de çıkan olaylarda
polis 69 siyahiyi öldürür. Bu olay Güney Afrika Cumhuriyeti için bir
dönüm noktası olur. ANC’nin başkan yardımcılığını yürüten Mandela, örgütün silahlı kanadını kurarak ordu ve hükümet hedeflerine
karşı silahlı mücadele başlatır. Bir süre sonra halkı kışkırtmaya ve
hükümeti devirmeye çalışmakla suçlanarak tutuklanır. Rivonia’da
görülen dava sırasında kendi savunmasını yapan Mandela, özgürlük ve eşitlik konusunda ne kadar kararlı olduğunu şu sözlerle dile
getirmiştir: “Ben, tüm insanların uyum içinde ve eşit fırsatlara sahip
şekilde beraberce yaşadığı, demokratik ve özgür bir toplum idealini
40
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Sharpeville Olayları
benimsedim. Bu, uğrunda yaşamak ve ulaşmak istediğim bir idealdir. Ama gerektiğinde bunun uğrunda ölürüm de.”
Dava sonucunda suçlu bulunan Mandela, 1964 yılında ömür boyu
hapis cezasına çarptırılır, ancak çoktan direnişin simgesi olmuştur.
Mahkumiyetinin ilk 18 yılını Cape Town açıklarındaki Fok Adası’nda
geçirir, ardından Pollsmoor Hapishanesi’ne nakledilir. Sürgündeki
eski ortağı Tambo, 1980 yılında Mandela’nın serbest bırakılması için
dünya çapında bir kampanya başlatır.
Uluslararası arena, Güney Afrika’daki ırkçı rejime ilk yaptırımı 1967
yılında uygulasa da bundan bir sonuç alınamaz. 1976’da gerçekleşen
Soveto Ayaklanması sonucunda 176 siyahi öğrenci güvenlik güçleri
tarafından öldürülür ve olaylar tüm ülkeye yayılır. 80’li yıllardan
itibaren uluslararası baskılar ve yaptırımlar iyice artar. 90’lı yıllara
gelindiğinde ise Ulusal Parti baskılarla bir yere varamayacağını anlar.
GÜNÜMÜZDE GÜNEY AFRIKA CUMHURIYETI IKI KANATLI BIR
PARLAMENTO ILE YÖNETILMEKTEDIR. YASAMA BAŞKENTI OLAN
CAPE TOWN’DA BULUNAN 400 SANDALYELI PARLAMENTO
ULUSAL MECLIS OLARAK ADLANDIRILIR.
Cumhurbaşkanı Jacob Zuma
Parlamento Binası
Dönemin devlet başkanı Frederik Willem de Klerk, ANC’ye getirilen
siyaset yasağını kaldırır ve Mandela’yı serbest bırakır. Bunun üzerine ANC ve Mandela, silahlı mücadelenin askıya alındığını ilan eder.
Ardından Mandela ve De Klerk görüşmelere başlayarak Güney Afrika’daki tüm ırkların temsil edildiği bir demokrasinin kurulması için
çalışırlar. İkili, 1993 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülür. Nobel
Ödülleri’nin açıklanmasından beş ay sonra, 27 Nisan 1994’te, Güney
Afrika Cumhuriyeti’nde ilk kez tüm ırklardan adayların katıldığı ve
tüm ırklardan vatandaşların eşit oy hakkına sahip olduğu seçimler
düzenlenir. Bu seçimlerin sonucunda Mandela’nın başında bulunduğu ANC, yüzde 62 gibi ezici bir çoğunlukla iktidara gelir.
Günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti iki kanatlı bir parlamento
ile yönetilmektedir. Yasama başkenti olan Cape Town’da bulunan
Cape Town
400 sandalyeli parlamento Ulusal Meclis olarak adlandırılır ve üyeleri
beş yılda bir gerçekleştirilen seçimlerle belirlenir. İller Ulusal Konseyi
olarak adlandırılan ikinci parlamento ise 90 sandalyeden oluşmaktadır ve ülkenin idari yapısında yer alan dokuz ilden her biri, beş yılda
bir yapılan seçimler sonucunda bu parlamentoya eşit sayıda üye
gönderir. Ayrıca 1995 yılından bu yana var olan Parlamento Gözlem
Grubu, parlamentoyu bağımsız bir şekilde denetler ve bilgilerin
kamuyla paylaşılmasını sağlar. Ülkenin yürütme başkenti Pretoria,
yargı başkenti ise Bloemfontein’dir. 1999 yılına kadar devlet başkanlığı yapan Mandela daha sonra görevi Thabo Mvuyelwa Mbeki’ye
devretmiştir. Nelson Mandela 5 Aralık 2013’te hayata gözlerini
yumar. Uğruna savaştığı Güney Afrika Cumhuriyeti ise halen ANC
çoğunluklu parlamento tarafından yönetilmektedir.
41
KÖKSAL TOPTAN:
SIYASETTE EBEDI DOSTLUK DA
EBEDI DÜŞMANLIK DA OLMAZ
SÖYLEŞİ: ELIF ERDEM - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ
8 DÖNEM MILLETVEKILLIĞI, DEVLET, MILLÎ EĞITIM VE KÜLTÜR
BAKANLIĞI, 2007-2009 YILLARI ARASINDA ISE TBMM BAŞKANLIĞI
YAPAN KÖKSAL TOPTAN, SIYASETIN DUAYEN ISIMLERI ARASINDA
YER ALIYOR. TÜRKIYE’NIN EN ÇALKANTILI DÖNEMLERINE
TANIKLIK EDEN TECRÜBELI POLITIKACI, “SIYASETÇILERIN YARIN
ÖBÜR GÜN BIRBIRLERININ YÜZÜNE BAKAMAYACAKLARI SÖZ VE
DAVRANIŞLARDAN KAÇINMALARI LAZIM” DIYOR.
42
SÖYLEŞI
50 yılı aşkın süre milletvekilliği, bakanlık,
TBMM Başkanlığı gibi görevlerle siyasetin her kademesinde yer aldınız. Siyaset
yolculuğunuz ne zaman ve nasıl başladı?
Rahmetli babam Demokrat Parti’de Belde
Başkanlığı yapıyordu. O dönemde siyaset
bu vesileyle evimizde vardı. Liseye giderken 27 Mayıs 1960 darbesi oldu. Babam
işten ayrılmak zorunda bırakıldı. Ailem
bu durumun eğitimime yansımaması için
büyük gayret sarf etti, fedakarlıklarda
bulundu. Lise yıllarında sosyal bir öğrenciydim. Öğretmenlerimin, idarecilerimin
teşviklerini gördüm. 27 Mayıs darbesinin 1. yıldönümünde okulların törenlere
katılması istenmiş. Bunun üzerine tüm
öğrenciler okuldan çıkmış tören alanına
gidiyorduk. Öğretmenlerimden biri “Bunu
sen tut” diyerek bana bir pankart verdi.
Yazıya baktım; Demokrat Parti’yi kötüleyen bir ifade vardı. “Bunu taşımam”
dedim. “Nasıl taşımazsın?” diye sorunca,
“Taşımam hocam ben bunu” diye ısrar
ettim. Pankartı taşımadım ama bana
kötülük yapabilirler diye de çok korktum. Ancak hiçbir şey olmadı. Hatta lise
bitirme sınavlarında öğretmenlerimin
desteklerini gördüm. 1962 yılında mezun
oldum ve o zamanki sisteme göre ayrı
ayrı yapılan üniversite giriş sınavlarında,
hep hayalini kurduğum hem Ankara hem
de İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazandım.
Tereddütsüz İstanbul Hukuk Fakültesi’ne
kaydımı yaptırdım. Fakülte yıllarımda da
bazı sıkıntılar yaşadım. Zonguldaklılar
Yurdu’na beni almadılar. Yer yer aşağıladılar. Yüzüme karşı kaç kere “Hem
Demokrat Partili hem üniversite öğrencisi
nasıl olur?” diye eleştiriler yaptılar. Yurda
giremedim ve Taşlıtarla’da bir göçmen
evinde kiracı olarak kaldım. 1963 yılında
Adalet Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Gençlik
Kolu Başkanlığı teklif edildi, kabul ettim.
O tarihten itibaren fiilen ve hukuken girdiğim siyaset hayatı bugünlere kadar geldi.
1970’lerin sonlarından itibaren Türkiye’nin en genç milletvekili ve bakanlarından
biri olarak uzun yıllar Süleyman Demirel ile birlikte siyaset yaptınız. O yıllarla ilgili
unutamadıklarınız nelerdir?
1966 yılında üniversiteyi bitirdikten sonra Zonguldak’ta avukatlık yapmaya başladım.
Bu arada Adalet Partisi’nin ilçe ve il teşkilatlarında görev aldım. 34 yaşındayken 1977
genel seçimlerinde milletvekili seçildim. 1979 Kasım ayında Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP Hükümeti istifa edince yerine Süleyman Demirel başkanlığında Adalet
Partisi Azınlık Hükümeti kuruldu. Bu hükümette Hükümet-Parlamento İlişkilerinden
Sorumlu Devlet Bakanı oldum. Türkiye’nin hem en genç milletvekillerinden hem de en
genç bakanlarından biriydim. Başbakanlık’ta devir-teslim töreni olacaktı. Sabahleyin
Başbakan Süleyman Demirel’in evine teşekkür etmeye gittim. “Sizi Başbakanlık’ta
bekleyeyim” dedim. “Gitme, beraber gideriz” dedi ve biraz sonra arabasıyla yola çıktık.
Genelkurmay kavşağından dönüp Başbakanlığın bulunduğu sokağa saptığımız zaman
büyük bir kalabalığın beklediğini gördük. Demirel, “Şu demokrasi ne güzel şey, bir
milletin kaderini elinde tutanlar kavgasız, gürültüsüz el değiştiriyor” dedi. Çok güzel
bir demokrasi tarifi idi.
11 Eylül günü Bakanlar Kurulu toplantısı vardı. Kızılay tarafından bomba sesleri geliyordu. Herkeste büyük bir endişe söz konusuydu. Gündemimizdeki konu doğu illerinin
yaklaşan kış soğukları için kömür ihtiyacıydı. Terörle mücadele konusu da vardı. Öğle
arasında Sayın Demirel beni odasına çağırarak, “Öğleden sonraki toplantıya sen katılma. Meclis’e git, bakalım orada ne oluyor?” dedi. TBMM’ye geçtim, 3 saate yakın orada
kaldım. Meclis kulisinde arkadaşlarla sohbet ettik. Yüzlerde endişe vardı ama panik görmedim. Bilgi vermek için akşamüzeri Başbakanlığa döndüğümde Demirel, Turgut Özal
ile görüşüyordu. Beni de odasına çağırdı ve üçümüz sohbet ettik. İhtilal hiç konu olmadı,
günlük sorunlardan bahsedildi. Sonra Demirel, “Sabah ola hayrola” dedi ve kalktık. Saat
20:30 civarında eve geldim. 15-20 dakika sonra o zaman MHP Genel Sekreterliği yapan
Yaşar Okuyan telefon ederek, “27 Mayıs benzeri bir ihtilal oluyor, haberin olsun” dedi.
Hemen Demirel’i aradım. “Böyle bir telefon geldi. Ne emredersiniz, geleyim mi?” diye
sordum. “Yok, bir yere çıkma, bana da bazı bilgiler geliyor” dedi. Bir süre sonra telefonlarımız kesildi. Askerî yönetim bilinen telefon hattını kestirmişti, ama bakanların evinde
gizli birer telefon daha vardı. Öyle olunca bakan arkadaşlarla sürekli konuştuk, ama zaten
beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Cebimdeki parayı eşime verdim ve “Bizi alıp
yargılarlar mutlaka ama hiç endişen olmasın, adil bir yargılama olursa veremeyeceğim
hiçbir hesabım yok” dedim. Beklerken salonun camından dışarıdaki polis kulübesine bir
askerî cipin yanaştığını gördüm. Bir subay indi, polisle konuşup gitti. Polis koşarak eve
gelip “İhtilal olmuş” dedi. Subayın ne dediğini sordum. “Elinde Ömer Naci Bozkurt’un
evinin adresi vardı. O adresin nerede olduğunu sordu” dedi. Beklemeye devam ettik.
Sabah 04:00 civarında Kenan Evren’in malum konuşması oldu. Ertesi gün sokağa
çıkma yasağı vardı. Kimse beni alıp bir yere götürmedi. Erken saatte Saffet Arıkan
Bedük ile Hasan Celal Güzel ellerinde bir çantayla eve geldi. “Nasıl geldiniz?” diye
sordum. “Kartımız var” dediler. Hasan Celal Güzel Başbakanlık Müsteşar Vekili,
Saffet Arıkan Bedük de Başbakanlık Personel Genel Müdürü’ydü. Meğer ihtilal
sabahı Başbakanlık’taki odama girmişler; ne olur ne olmaz diye defter, kağıt ne
varsa toplayıp getirmişler. Onun için Hasan Celal ile Saffet’i çok severim. Vefa dediğimiz
şey herhalde bu. İhtilal şartlarında riski göze alıp geldiler.
43
İhtilalden sonra Büyük Türkiye Partisi’ni kurduk ama kapattılar. Demirel ile 7 arkadaşımızı bazı CHP’lilerle birlikte
Zincirbozan’a sürgüne gönderdiler. Sonra Doğru Yol Partisi’ni
(DYP) kurduk. DYP’nin kuruluşu destan gibidir. İstihbarat örgütlerinin takibi altında, her gün bir ofis değiştirerek kısa bir süre
içinde tüm Türkiye’de teşkilatlandı ve seçime hazır hale geldi.
Ancak askerî yönetim tarafından 1983 seçimlerine sokulmadı.
1986 yılında boşalan 11 milletvekilliği için ara seçim kararı alındı.
Zonguldak 2. Bölge için aday gösterildim ama istekli değildim.
Çünkü 1984 mahallî seçimlerinde Zonguldak 2. Bölge’de DYP 12
bin, CHP ve SHP 65 bin, ANAP 95 bin oy almıştı. Zonguldak’ta
partinin oyu çok az olmasına rağmen o seçimi kazandık. Bu
olay siyasi hayatımda çok önemli dönüm noktalarından biridir.
1991 yılında devraldığınız Millî Eğitim Bakanlığı göreviniz
süresince öne çıkan projeleriniz neler oldu?
Eğitimci değilim ama özellikle öğretmenlerle çok iyi diyalog
kurduğumuzu düşünüyorum. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen o kanaatim değişmiyor. Çünkü sokakta, seyahatte
veya sohbette eski bir öğretmen bulunuyorsa o sevgiyi onda
hâlâ görüyorum. Bakanlığım sırasında öğretmenlerin maddi
durumlarında iyileştirme yaptım. Moral olarak da onlara çok
önem verdim. Her gittiğim il ve ilçede onları dinledim. Doğu’ya
gitmeyi cazip hale getirdik. Öğretmenlik yeterlik sınavını kaldırdık. Bilgisayar Eğitimi Genel Müdürlüğü, engelli çocuklarımızın
eğitimi için Genel Müdürlük, Okul Öncesi Eğitim Genel Müdürlüğü kurduk. Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürlüğü’nü hayata geçirdik. Açık Öğretim Lisesi açtık. Engelli öğretmenlerin atamasını
yapmaya başladık. Türk Cumhuriyetleri’nden 10 bin öğrenci
getirdik. Bu ülkelerde okullar açtık, Türk dünyasına 1 milyon
alfabe dağıttık. Kardeş ve dost bazı ülkelerin okul kitaplarını
kendi dillerinde bastırdık. Japonca eğitim veren liseler, Müzik
Liseleri ve Radyo Televizyon Lisesi açtık. İlköğretime trafik,
çevre, sağlık ve kitap okuma dersleri koyduk. Halk arasında
Süper Lise denilen yabancı dil ağırlıklı liseleri açtık.
Yükseköğrenimde de çok önemli işler yaptığımızı düşünüyorum. Üniversitelerde ikili eğitimi başlattık. 24 yeni üniversite ve
84 yeni fakülte kurduk. Türkiye’nin bugün yükseköğrenimde 5
milyon öğrencisi var. Bu öğrencilerin 2 milyonu açık öğretimde,
kalan 3 milyonun yarısı ise hayata geçirdiğimiz bu iki imkan
sayesinde üniversitede okuyor. Bunu gerçekleştirmiş olmanın
gururunu yaşıyorum. Bakanlık yaptığım 1992-1993 yıllarında
bütçeden millî eğitime o zamana kadarki en büyük pay verildi.
Uzun yıllar o oran yakalanamazken, son birkaç yıldır ise o oranın
da üstüne çıkıldı. Bundan da büyük mutluluk duyuyorum. 1995
44
SÖYLEŞI
yılında çok kısa bir süre Kültür Bakanlığı görevinde bulundum. Hayalim, İstanbul veya Ankara’da, İngiltere’deki, ABD’deki müzeler gibi
insanların bir haftada gezebileceği büyüklükte bir müze yapmaktı.
Çünkü Anadolu’nun büyük bir zenginliği var. Bu zenginliği yansıtan
tarihî ve kültürel eserleri tek bir yerde bütün haşmetiyle sergilemek
gerektiğini düşünüyorum.
2007-2009 yılları arasında TBMM Başkanlığı görevinde bulundunuz. Başkanlığınız sırasında ne tür çalışmalara imza attınız?
2002 yılında Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine AK
Parti’ye katıldım. 2015’e kadar da AK Parti milletvekilliği yaptım.
TBMM Başkanlığı benim için çok onur verici bir görevdi. Her siyasetçinin, hele de milletvekilliği yapmış herkesin hayalini kurduğu
bir makam. Doğrusunu isterseniz ben de onu hayal ediyordum. AK
Parti ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a şükran borçluyum. Çocuklarıma bırakabileceğim en büyük mirası verdiler. 450 gibi rekor bir oyla
TBMM Başkanı seçildim. Görevim sırasında dışarıya karşı Meclis’in
saygınlığını korumaya çalışırken içeride de Meclis personelinin ve
milletvekili arkadaşlarımızın rahat çalışması için elimden geldiği
kadarıyla gayret sarf ettim. Halkla İlişkiler Binası’nı proje aşamasında
devraldım, onu süratlendirdik. Görev yaptığım dönemde Ergenekon
“KUVVETLER AYRILIĞINI SAĞLAM OTURTAN BIR SISTEM,
ADI NE OLURSA OLSUN DOĞRU SISTEMDIR. ŞAHSEN
KUVVETLER AYRILIĞININ GÜÇLENDIRILEREK KORUNDUĞU
BIR BAŞKANLIK SISTEMINDEN YANAYIM.”
Davası, AK Parti’nin kapatılması davası gibi önemli olaylar yaşandı. Bu konularda siyasetin, hukukun ve uluslararası mevzuatın gerektirdiği her türlü
hassasiyeti gösterdim. Özgürlüğün ve demokrasinin tecelli yeri TBMM kendisine yakışanı yapmaya çalıştı. 4/C’li personelin durumunu diğer personelle
eşdeğer hale getirdik. Milletvekilleri gece yarısı hasta vatandaşlardan gelen
talepleri karşılamakta zorlanıyordu. Milletvekillerine yardımcı olması için özel
bir irtibat bürosu kurduk. Bu sayede, gecenin kaçı olursa olsun, milletvekili arkadaşımızın istediği kişiye ulaşma imkanı sağlandı. TBMM’de sadece milletvekillerinin girebileceği lokanta tefrik ettik. Yapmayı istediğim en önemli şey
uzlaşma komisyonlarıydı. Liderlere dört komisyon önerisi yapmıştım; Anayasa Uzlaşma Komisyonu, İçtüzük Uzlaşma Komisyonu, Siyasi Etik Komisyonu,
Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu Komisyonu. Mevcut İçtüzük’ten ne iktidar
ne muhalefet memnun. Çağrım üzerine CHP sadece İçtüzük Komisyonu’na
üye verdiği için bu konuda çalışma yapma imkanı bulduk. İçtüzük Komisyonu
dünyayı da inceleyerek çok güzel bir metin hazırladı ama sonuçlanamadı. Bu
konuların hâlâ tartışılıyor olmasına üzülüyorum. Bana göre TBMM en kısa
zamanda Anayasa, İçtüzük, Siyasi Etik, Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarını
çıkarmalı, siyasetin ve Türkiye’nin önünü açmalıdır.
Siyasi gündemde yeni anayasa çalışmaları ve başkanlık sistemi yer alıyor.
Sizin bu konularda değerlendirmeleriniz nelerdir?
Tartışmayı yanlış zeminde yaptığımızı düşünüyorum. Türkiye’nin hâlâ 1982
Anayasası’yla yönetiliyor olması çok hoş bir durum değil. Zaten baktığınız
zaman bütün siyasi partilerin seçim beyannamelerinde anayasa değişikliği
yer alıyor. Yeni ve sivil bir anayasa yapılmalı. Çünkü Türkiye’de şimdiye kadar
sivil bir anayasa gerçekleştirilemedi. Bütün partiler bu konuda uzlaşma halinde ancak içerik konusunda tartışma var. Bunlardan bir tanesi de başkanlık
sistemi. Demokratik olan, başkanlık sistemi yahut parlamenter sistem değil,
kuvvetler ayrılığıdır. Kuvvetler ayrılığını sağlam oturtan bir sistem, adı ne
olursa olsun doğru sistemdir. Şahsen kuvvetler ayrılığının güçlendirilerek
korunduğu bir başkanlık sisteminden yanayım.
görmedim. Talat Aydemir vakasında bile bu olmadı; o
TBMM eski Başkanı olarak, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Meclis’e
bomba atılmasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
vekili hangi niteliklere sahip olmalıdır?
O sırada Çeşme’de yazlığımdaydım. Ankara’dan gelinim haber verdi. Meclis
bombalandığında içim cız etti. Çok üzüldüm. Bombalama sırasında duvardan kopan küçük bir parçayı saklıyorum. Amacı ne olursa olsun parlamento
binasına bir taş bile atılmasını kabullenemem. Bugüne kadar böyle bir şey
düşmanlık da olmaz. O nedenle siyasetçilerin yarın
dönemde asker Meclis bahçesinin dışında konuşlandı
ama kimse ateş etmedi. Meclis’ten ne istiyorsunuz? Bu
Meclis tarihî bir Meclis, Gazi Meclis. Millî iradenin temsil
edildiği bir yer. Bu çağda hâlâ kurumları bombalayarak,
insanları öldürerek amaca ulaşmaya çalışmak olamaz.
15 Temmuz’da halk demokrasiye sahip çıkma şuurunu
sokağa yansıttı. Bu, Türkiye açısından çok önemli.
Size göre siyasetin olmazsa olmazı nelerdir? Millet54 yıldır gördüğüm; siyasette ebedi dostluk da ebedi
öbür gün birbirlerinin yüzüne bakamayacakları söz
ve davranışlardan kaçınmaları lazım. Hepimizin
millet tarafından seçildiği, yasama ve denetim
45
“HEPIMIZIN MILLET TARAFINDAN SEÇILDIĞI, YASAMA VE DENETIM
GÖREVINI YAPMAK IÇIN PARLAMENTOYA GÖNDERILDIĞI
GERÇEĞINI UNUTMAMAMIZ GEREKIR.”
görevini yapmak için parlamentoya gönderildiği gerçeğini unutmamamız
gerekir. Kimse seçtiği milletvekillerini, muhalefet ya da iktidar milletvekillerini dövsün diye TBMM’ye göndermiyor. Gördüğüm; o kavgacı, devamlı
laf atan ve attığı lafın içi de dolu olmayan milletvekili arkadaşlarımın bir
daha kolay kolay Meclis’e gelemediğidir. Yani faydası da yoktur. O kavgalardan birinde geçmişte bir milletvekili arkadaşımız kalp krizi geçirip
ölmüştür. Bazı insanlar sinirli olabilir, o zaman Meclis kulisi dediğimiz
yere çıkabilir. Bir de bazı tipler vardır, kavgayı başlatıp kaybolurlar. Genç
milletvekili arkadaşlar onların da oyununa gelmesin.
Uzun süredir Türkiyem Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürütüyorsunuz. Vakfın çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?
Vakfın hikayesi epey eskiye uzanıyor. Türkiye, 1991 yılında bağımsızlığını
ilan eden Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyan ilk ülkeydi. O tarihlerde Millî
Eğitim Bakanı’ydım. İki ay sonra Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ve Devlet
Bakanı Şerif Ercan ile birlikte bu ülkelere giden ilk yabancı bakanlar olduk.
Uçağa 7 büyükelçi aldık ve her gittiğimiz ülkeye bir büyükelçi bıraktık.
46
SÖYLEŞI
Gittiğimiz her yerde protokoller imzaladık. Oralarda okullar açtık. Türkiye’ye de bu ülkelerden
10 bin öğrenci getirdik. İlk defa evlerinden, yurtlarından kopan çocuklardı. Onları 20 ile dağıttık.
Bakanlık görevini devrettikten sonra bu projeyi
uygulamada bazı sıkıntılar yaşanmaya başladı.
Öğrencilerin ekonomik sorunları da olunca onlara
yardım etmek için vakıf kurmaya karar verdim.
Bütün siyasi partilerden arkadaşlarla 1993 yılında
Türk Dostluk Vakfı’nı kurduk. Aradan 5-6 sene
geçti; mezun olanlar gitti ya da Türkiye’de işe
girdi. Vakfın artık bu amaca dönük yapabileceği
bir şey kalmayınca 1998 yılında vakfın amacını
“Türkiye’nin geleceğine dönük vizyoner projeler
hazırlamak” şeklinde genişlettik ve adını da Türkiyem Vakfı olarak değiştirdik. Vakıf’taki çalışmalarımız devam ediyor.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE
KASIM 2016’DA KABUL EDİLEN YASALAR
Kanun
Numarası
Kabul
Tarihi
Başlığı
6754
03/11/2016
Bilirkişilik Kanunu
6755
08/11/2016
Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara
Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek
Kabul Edilmesine Dair Kanun
6756
09/11/2016
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Millî Savunma Üniversitesi
Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesi Hakkında Kanun
6757
09/11/2016
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun
6758
10/11/2016
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun
6759
10/11/2016
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6760
10/11/2016
Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden
Çerçeve Anlaşma Kapsamında Hizmet Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6761
16/11/2016
Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun
6762
16/11/2016
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti Hükümeti
Arasındaki Ekonomik, Bilimsel ve Teknik İşbirliği Anlaşmasına Ek Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansının (TİKA) Statüsüne Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6763
24/11/2016
Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
47
“BEN ÖLÜ IDIM, DIRILDIM
DOST ALDI, GÖTÜRDÜ BENI”
48
CÖMERTLIKTE AKARSU, ŞEFKATTE GÜNEŞ, BAŞKALARININ
KUSURUNU ÖRTMEDE GECE, ÖFKEDE ÖLÜ, HOŞGÖRÜDE DENIZ
GIBI OLMAYI ÖĞÜTLEYEN MEVLÂNA, ÖĞRETISIYLE HER DAIM
INSANLIĞA IŞIK TUTMAKTADIR. BÜYÜK MUTASAVVIFIN GERIDE
BIRAKTIĞI ENGIN TASAVVUF GÖRÜŞÜ, BAŞTA MESNEVI OLMAK
ÜZERE ESERLERINDE VE ŞIIRDEN MÜZIĞE KÜLTÜR DÜNYAMIZDA
YAŞAMAYA DEVAM ETMEKTEDIR.
BURÇIN ARMUTLU
D
enizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini... / Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile
doldu / Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi / Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şad ol; ey bütün
hastalıklarımızın hekimi... Böyle söyler Mevlâna, Mesnevi’nin
girişinde. “Gel, ne olursan ol, yine gel!” diyerek kucaklar herkesi… Onun dergahı Allah yolunda nice dert çeken ancak bir o
kadar da sabredenlerin
çaldığı kapı olur yüzyıllar
içinde. Başındaki sikkeyi mezar taşı, sırtındaki
hırkayı kabir, tennuresini
kefen belleyen sayısız
dervişin Allah yolunda
s emâ e t t iğ i Me v le v i
ayinleri, sadece dervişlere ve müritlere değil
pek çok inanana manevi
sığınaktır. Mevlâna’nın
yüzyıllar ötesine uzanan
öğretisini taşıyan Mevleviliğin ritüel ve törenleri,
kulun Allah’ın büyüklüğünü özümsemesinin ve
insan-ı kâmile ulaşmasının önemli birer ifadesidir. Mevlâna’nın
doğduğu Belh şehrinden Anadolu’ya, oradan da dünyaya yayılan
Mevlevilik, günümüzde müritler ve dervişler tarafından devam
ettirilmekte ve Şeb-i Arûs gibi önemli törenler vasıtasıyla halkla
buluşmaktadır.
Allah yolunda bir âlim
“Hüdâvendigâr”, “Belhî”, “Molla Hünkar” gibi pek çok unvan ve lakapla anılan Mevlâna Celâleddin-i Rumi, 1207 yılında Horasan’ın
Belh şehrinde doğar. “Sultân’ül Ulemâ” sıfatını taşıyan babası
Bahâeddin Veled zamanın değerli hocalarındandır. Dönemin
Harezmşah Devleti hükümdarı Alâeddin Hârizmşah’ı vaazlarında
eleştirdiği için hakkında siyasi gayesi olduğuna dair ithamlar
ortaya atılır ve buna binaen ülkeyi terk etmeye
zorlanır. Belh’ten ailesiyle
birlikte Hicaz’a hareket
eden Bahâeddin Veled,
bir süre sonra Anadolu
Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın davetiyle Konya’ya geçer ve
orada bulunan Altınapa
Medresesi’nde müderrislik yapar. 1231 yılında öldüğünde oğluna bir
âlim olarak çok değerli bir
tasavvuf mirası bırakır.
Mevlâna babasının yerine geçer ve müderrislik
yapmaya başlar. Bundan sonraki dönemde hayatında önemli rol
oynayacak kişilerden ilki Seyyid Burhanettin olacaktır. Dokuz yıl
ona hizmet eden Mevlâna, Arapçadan fıkıha, hadisten tefsire pek
çok alanda kendini yetiştirmeye devam eder. Ruhani olarak kendini bir olarak tanımladığı ve müritliğini yaptığı Burhanettin’in
49
vefatından sonra Mevlâna yalnızlık hisseder ancak vaaz ve
sohbetlerini sürdürür.
Daha sonraları Mevlâna’nın hayatında önemli rol oynayan şahısların başında Şems-i Tebrîzî gelir. Gezginliğine binaen “Şems-i
Parende” (Uçan Şems) olarak anılan Şems ile Mevlâna arasındaki
ilişki yüzyıllar boyu birçok esere konu olur. Şems’in Konya’ya gelişi ile kurulan bağ gün geçtikçe kuvvetlenir, ikili Allah yolundaki
sohbetlerinin sayısını zamanla artırır. Bu durumun bir sonucu
olarak Mevlâna’nın müritleri tanımadıkları halde Şems’e kin beslemeye başlar. Kimi zaman Hz. Musa-Hızır ilişkisine benzetilen
bu bağ yüzünden aldığı tepkiler neticesinde Şems şehri terk eder.
Ancak, Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled, Şems’i geri dönmeye ikna
eder. Bu dönüşten sonra ikili altı ay boyunca medrese hücresinde
sohbet eder. Ne yazık ki dedikodular durmaz ve 1247 yılında Şems
temelli ortadan kaybolur. Bu kayboluşla ilgili suikast ihtimali de
dahil olmak üzere pek çok varsayım ortaya atılmıştır. Benzer
şekilde Mevlâna’nın Şems’in kaybolmasından sonra aylarca
onu aradığı, semâlar ettiği, Yemen ve Hint kumaşından bir giysi
yaptırarak bunu ölene kadar giydiği de rivayetler arasındadır.
Güneş’e benzettiği Şems-i Tebrizî’den sonra Mevlâna için
kıymet arz eden diğer bir isim Selâhaddîn-i Zerkûb karşımıza
çıkar. Mevlâna’nın Ay’a benzettiği Zerkûb’la kurduğu sohbetler
50
ve Zerkûb’un kızı Fatma Hatun’u, oğlu Sultan Veled’e alması aralarındaki bağın kuvvetlenmesini sağlar. Ne yazık ki Selâhaddîn-i
Zerkûb on yıl sonra vefat eder. O dönemde Mesnevi’nin yazılmasında önemli etkisi olan ve Mevlâna’nın yıldıza benzettiği
Hüsamettin Çelebi hilafet makamına geçer. Mevlâna ise 1273
yılında hayata gözlerini yumar.
Tasavvuf hayatının temelini oluşturan Mevlâna’nın düşünce
ve öğretilerini bulabileceğimiz eserleri bugün bu yola kendini
adamış birçok insana ışık tutmaktadır. Bunlar arasında en
önemlisi Mesnevi’dir. Bu eser, tasavvufi düşünce tarzının tüm
başlıklarını içermektedir. 25 binin üzerinde beyitten oluşan kitap,
Hüsamettin Çelebi aracılığı ile yazılmış ve tamamlanması uzun
yıllar sürmüştür. Bir masal havasında kaleme alınan eserde insan
aklını aşan birçok olay ve doğaüstü davranışlarda bulunan birçok
kahraman bulunmaktadır.
Mevlâna’nın diğer önemli eseri Divân-ı Kebîr’dir. Gazel ve
rubailerden oluşan eserde yer alan şiirler çoğunlukla Mevlâna
ve Şems buluşmasından sonraki döneme aittir. Mevlâna’nın
sohbetlerinin bir derlemesi niteliği taşıyan Fihi mâ Fih ve
Mecalis-i Seba ile Mevlâna’nın değişik insanlara yazdığı
mektupları içeren Mektubat ünlü mutasavvıfın bahsedilmesi
gereken diğer eserleridir.
MEVLÂNA’NIN HAYATINDA ÖNEMLI ROL OYNAYAN ŞAHISLARIN
BAŞINDA ŞEMS-I TEBRÎZÎ GELIR. GEZGINLIĞINE BINAEN “ŞEMS-I
PARENDE” (UÇAN ŞEMS) OLARAK ANILAN ŞEMS ILE MEVLÂNA
ARASINDAKI ILIŞKI YÜZYILLAR BOYU BIRÇOK ESERE KONU OLUR.
Mevlâna Müzesi
Çelebilerin taşıdığı emanet
Bu tür büyük ve değerli eserlere imza atan Mevlâna’nın öğretisi,
kendisinden sonra Mevleviliğin oluşmasını ve akabinde bu tarikata
ait ritüellerin şekillenmesini sağlar. Mevlâna yaşadığı sürece türbe
yapılmasına, kubbe örtülmesine ve dolayısıyla bir tekke düzeni
oluşturulmasına izin vermese de kaldığı medresenin aynı zamanda küçük bir tekke işlevi gördüğü yadsınamaz. İlk tarikatlaşma
hareketinin başlamasıysa Hüsamettin Çelebi ile olur. Mevlana’nın
ardından tarikatın başına geçen Hüsamettin Çelebi’yi onun vefatından sonra Sultan Veled takip eder. O da makamı daha sonra
oğlu Ulu Arif Çelebi’ye bırakır. Arif Çelebi dönemi aynı zamanda
önemli dönüm noktalarından biridir. Bu tarihten sonra Mevlevilik, Mevlâna soyundan gelen şeyhler tarafından temsil edilmeye
başlanır ve bu kişiler “çelebi” unvanıyla anılır. Tarikatın merkezi
Konya’daki Mevlâna Dergahı haline gelir. Mevleviliğin önemli gelişme gösterdiği dönem, Osmanlı’nın da her anlamda en ihtişamlı
günlerini yaşadığı Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman
dönemleridir. Bu gelişme, Safevî yayılımına karşı Bektaşilik ve
Mevleviliğin desteklenip toplumda ve bürokraside denge sağlanmaya çalışılmasının bir sonucudur.
16. yüzyılda Mevleviliğin gelişmesinde Afyonkarahisar
Mevlevihanesi’nde şeyh olarak görev alan Abapûş-i Veli’nin oğlu
Divane Mehmet Çelebi’nin etkisi oldukça fazladır. Bu yüzyıl ortalarında Yenikapı, Kasımpaşa ve Beşiktaş mevlevihanelerinin açılmasıyla tarikat artık Osmanlı sosyal ve kültürel hayatının önemli
unsurlarından biri durumuna gelmiştir. Mevlevilik, kendileri de
Mevlevi tarikatına mensup III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde
resmî bir itibar kazanır.
İşlevleri bakımından “âsitâne” ve “zaviye” olmak üzere ikiye
ayrılan mevlevihanelerde Konya dergahı postnişini tarafından kılıç
kuşandırılan V. Reşad döneminde önemli restorasyon ve onarım
çalışmaları gerçekleştirilmiştir. I. Dünya Savaşı dönemindeyse
sosyal dayanışma ve yardımlaşma görevi üstlenen mevlevihaneler
Müslümanların sığındığı yerler olur. 1926’dan sonra Hacı Bektaş-ı
Veli ve Mevlâna türbeleri müze haline getirilir. Günümüzdeyse
ayinler ve ritüeller, başta Galata Mevlevihanesi olmak üzere çeşitli
Mevlevihanelerde Mevlâna’nın ölüm yıldönümünde düzenlenen
Şeb-i Arûs törenleriyle ve halka açık gerçekleştirilen çeşitli etkinliklerle devam ettirilmektedir.
51
SEMÂ SIRASINDA DÖRT SELAM GERÇEKLEŞTIRILIR. BIRINCI
SELAM, 8 YA DA 14 ZAMANLI USULLERDEN BESTELENMIŞ SÖZLÜ
BIR MÜZIK EŞLIĞINDE YAPILIR VE KIŞININ ALLAH’A KULLUĞUNU
IDRAK ETMESINI IFADE EDER.
“Buyrun ya hû”
Mevlevi ayinleri, özünde semânın bulunduğu ve tasavvufun devran anlayışı temelinde zikirlerin gerçekleştirildiği törenlerdir. Bu
ayinler 17. yüzyılda “Mukâbele-i Şerif” olarak adlandırılmıştır. Ayin
süresince neyzen, kudümzen, naathan, ayinhanlardan oluşan ve
“Mutrıp” olarak adlandırılan bir müzik grubu semazenlere eşlik
eder. Mevlevi ayininin belirli safhaları vardır. Bunların başında naat
safhası gelir. Itrî’ye ait naat ayakta rast makamında okunur. Daha
sonra ney taksimine geçilir. Bu taksime aynı zamanda “post taksimi” de denir. Ardından peşrevin çalınmasıyla birlikte semazenlerin
“Allah” diyerek ellerini yere vurup ayağa kalktığı “Darb-ı Cellâl”
gerçekleştirilir. Darb-ı Cellâl’i müteakip şeyhin arkasında yer alan
kişi, ayin alanına serilen kırmızı post ile kapı arasında bulunduğu
varsayılan, “Hatt-ı İstivâ” adlı, sadece şeyhin basabileceği çizgiye
basmadan atlar ve sağ ayak başparmağı sol ayak başparmağı
üzerinde yani mühürlü halde bekler. Bundan sonra herkesin baş
kesip birbirini selamladığı “Cemal Seyri” gerçekleştirilir. Takip eden
süreçteyse aynı şekilde semâhanenin üç kere dolaşıldığı “Devr-i
Veledi” gelir. Devr-i Veledi tamamlandığında artık şeyh postuna
gelmiştir. Daha sonra semazen başı şeyhin elini öper ve semâ için
izin alır. Semâ sırasında semazenlerin elleri sağ el yukarıya, sol el
aşağıya bakacak şekilde konumlandırılır.
Semâ sırasında dört selam gerçekleştirilir. Birinci selam, 8 ya
da 14 zamanlı usullerden bestelenmiş sözlü bir müzik eşliğinde
gerçekleştirilir ve kişinin Allah’a kulluğunu idrak etmesini ifade
eder. İkinci selam, 9 zamanlı evfer usulüyle bestelenmiş bir müzikle gerçekleştirilir ve kişinin Allah’ın kudreti karşısında duyduğu
hayranlığı yansıtır. Üçüncü selamda farklı usul ve giderek hızlanan
tempo hâkimdir ve Hakk’a vuslat anlamını taşır. En son selam
olan dördüncü selam ise yine 9 zamanlı evfer usulüyle bestelenmiş müzik eşliğinde oldukça ağır icra edilir ve insanın manevi
yolculuğu sonrası kulluğa dönüşünü simgeler. Dördüncü selamı
müteakip şeyh de “post-semâ” olarak adlandırılan semâsını icra
eder. Daha sonra Fatiha suresinin okunmasının ardından yer öpülüp ayağa kalkılır ve şeyh postun üzerinde gülbank okur. Şeyhin
semâhaneden ayrılmasından sonra herkes posta selam verir ve
ayin alanından ayrılır.
52
Mevlevi ayinlerinde gerçekleştirilen her zikir ve davranışın aynı
zamanda sembolik bir anlamı vardır. Her şeyden önce Mevlevi ayini
kıyamet gününün sembolüdür. Hatt-ı İstivâ’nın sağ tarafı maddi
hayatın sembolü iken, sol tarafı mana alemini betimler.
Mevlevi ayinlerinin ve bu törenlerin önemli bir parçası olan
semâların yakinen izleme fırsatının bulunabileceği Şeb-i Arûs
törenleri her yıl Mevlâna’nın ölüm yıldönümü olan 17 Aralık’ta
gerçekleştirilir. Şeb-i Arûs kelime anlamı itibarıyla “Düğün Gecesi” anlamına gelmektedir. Mevlâna, ölümü sevgiliye yani Hakk’a
kavuşmak olarak gördüğünden ölüm yıldönümü için Şeb-i- Arûs
ifadesi kullanılır.
“Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri” olarak adlandırılan etkinlikler kapsamında her yıl aralık ayında sergiler açılmakta
ve Mevlâna temalı kitapların sunulduğu stantlar kurulmaktadır.
Konya’da düzenlenen etkinlikler arasında Mevlâna ve Mevlevilik
ile ilgili konferanslar, Mesnevi dersleri ve paneller, hadis sohbetleri, çalıştaylar, şiir dinletileri ve ayin-i şerifler yer almakta ve bunları
on binlerce ziyaretçi takip etmektedir.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDEN
- ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2016 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR.
- BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR.
- BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI
120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ZIRAAT BANKASI TBMM ŞUBESI IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 HESAP NUMARASINA YATIRILMASI;
5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN
TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR.
- ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR.
TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr
FAX HATTI: 0312 420 66 24
SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI:
ANKARA HOTEL PİNO
BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI
BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA
TEL: 0312 446 36 86
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
53
MELDA BAYER:
MILLETVEKILI ÜLKESINI IYI TANIMALI, DÜRÜST VE
MÜTEVAZI OLMALI
SÖYLEŞİ: NEŞE SARIDOĞAN - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ
21. DÖNEM’DE ANKARA MILLETVEKILLIĞI, 57. HÜKÜMET’TE DEVLET
BAKANLIĞI YAPAN MELDA BAYER, SIYASETIN MESLEK DEĞIL
YAŞAM TARZI OLDUĞUNU DILE GETIRIYOR. MILLETVEKILLERININ
TOLERANSLI, MÜTEVAZI VE DÜRÜST OLMASI GEREKTIĞINI
BELIRTEN BAYER, “EĞER DÜRÜST OLURSANIZ HIÇBIR ŞEYDEN
KORKMAZ VE ÖDÜN VERMEZSINIZ. ÖDÜN VERMEMEK SIYASETTE
BAŞARIYI GETIRIR” DIYOR.
54
SÖYLEŞI
Söyleşimize çocukluk ve gençlik yıllarınızdan bahsederek başlayalım. O dönemleriniz nasıl bir ortamda geçti?
Rahmetli babam subaydı. Erzurum’un Tafta kazasına tayin
olduklarında üzeri saman kaplı küçük bir kulübede yaşamak zorunda kalmışlar. Erzurum’un soğuğu meşhurdur. Üç
kardeşin en küçüğüyüm. Bir gün anneannem ziyaretimize
geldiğinde anneme “Üç çocukla burada yapamazsın” demiş
ve beni 6 aylıkken alıp memlekete götürmüş. İki yıl annemi
ve babamı görememişim. Geldiklerinde anneme “abla”
demişim. Babam Polatlı’da görev yaptıktan sonra emekli
olduğunda 10 yaşındaydım. Ablam üniversite sınavını kazanmıştı. O tarihlerde her yerde üniversite yoktu. Babam
memleketi Sinop’a yerleşmek istemişti ama çocuklarının
tahsili nedeniyle Ankara memleketimiz oldu. İlkokul üçüncü sınıf sonuna kadar Polatlı’da okula gittim. 4’üncü sınıfın
yarısını Hürriyet, yarısını Sarar İlkokulu’nda, 5’inci sınıfı
Anıttepe’de barakadan bozma bir okulda, ortaokulu Namık Kemal Ortaokulu’nda, liseyi ise Ankara Kız Lisesi’nde
tamamladım. Üniversite sınavlarında bayağı yüksek puan
aldığım halde ekonomik nedenlerle hem çalışıp hem okuyabileceğim bir bölümü tercih ettim. Devam zorunluluğu
olmayan Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü’ne kaydımı yaptırdım, Vakıflar Bankası’nda da
çalışmaya başladım. 18 yaşında işe girdiğim için 39 yaşında
emekli oldum. Ondan sonra eve sığamadım. Çeşitli sivil
toplum örgütlerinde çalıştım.
1999 seçimlerinde DSP’den Ankara Milletvekili seçildiniz.
TBMM’de Katip Üye olarak Başkanlık Divanı’nda görev aldınız. O
döneme ilişkin unutamadıklarınız nelerdir?
Rahşan Ecevit ile Ankara İl Yönetim Kurulu Üyeliğim sırasında
tanışmıştım. Daha sonra Ankara İl Başkanı olarak atandım. 1999
seçimleri yapılacaktı. Herkes aday olmak isteyince örgütlerde boşalma oldu. Tekrar örgütlenmeye gittim, ama verdiğim liste Genel
Merkez’de kabul görmedi, randevu istedim, verilmedi. Yönetim
Kurulu’nu topladım ve istifamı verdim. Ertesi gün Rahşan Hanım
telefon açarak, “Melda Hanım, siz Türkiye’yi sadece Ankara’dan mı
ibaret zannediyorsunuz? Nelerle boğuşuyorum bir bilseniz. Listenin hepsini onayladım” dedi. Halbuki arkadaşlar istifamın Rahşan
Hanım’a kafa tutmak gibi bir şey olduğunu ve siyasi hayatımın
Siyasete ilginiz ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
Evimizde 7 nesilde siyasetçi yok ama siyasetten de çok
uzak değildik. Hareketli bir yapım vardı. Emekli olup evde
de sıkılınca eşim siyasetle ilgilenmemi önerdi. “İstersen
gönül verdiğin bir partiye kaydol ve çalış” dedi. Bu teklif
aklıma yattı ve 1994 yılında Demokratik Sol Parti’ye (DSP)
üye oldum. Aktif bir görev isteyince mahalle sorumluluğunu verdiler. DSP Çankaya İlçe Yönetimi’ne seçildim. Bir süre
sonra Ankara İl Yönetim Kurulu Üyesi ve Büyük Kurultay
Delegesi, 1997’de de Ankara İl Başkanı oldum. Mahalle,
ilçe ve il görevlerim sırasında çok çalıştım. İlçe görevi verildiğinde arabama atlayıp tüm köyleri ve ilçeleri dolaştım.
Ankara’nın uzak ilçelerini ilk kez o zaman gördüm. Aslında
yanlışımız burada. Ankara’da büyümüşüz ama uzak ilçelerini görmemişiz, köylerine hiç gitmemişiz, boş bırakmışız.
O zaman iyice hırslandım, siyasetin bir bakıma yaşam tarzı
olduğunu öğrendim.
55
“MILLETVEKILLIĞI VE BAKANLIKTAN SONRA 2007-2009 YILLARI
ARASINDA DSP’NIN TEŞKILATTAN SORUMLU GENEL BAŞKAN
YARDIMCILIĞI GÖREVINDE BULUNDUM. O DÖNEMDE SIYASETIN
BANA VERDIĞI EN BÜYÜK ÖDÜL, ÜLKEMI TANIMAM OLDU. ”
biteceğini söylemişlerdi ama tam tersi oldu. Sayın Bülent
Ecevit’le Ankara İl Başkanlığım sırasında Rahşan Hanım aracılığıyla tanıştım. Daha sonra da 1999 seçimlerinde milletvekili
adaylığım gerçekleşti.
Milletvekilliği ve Başkanlık Divanı Üyeliği yaparken Meclis
çalışmalarından kalan zamanı hep ilçelerde ve köylerde ge-
çirdim. Başkanlık Divanı Üyesi olmanın bana kazandırdığı en
önemli şey, Türkiye’de yasaların nasıl oluştuğunu kuşbakışı
görme imkanı sağlaması oldu. Görevimin ilk dört ayında devletimi, yani devlet yapılanmasını, teşkilatlanmasını öğrenme
fırsatı buldum. TBMM Arşivi’nden 1920 yılından bu yana Genel
Kurul tutanaklarının hepsini olmasa da çoğunu okudum. Zaten
iktidardık, soru önergesi vermeme gerek kalmadı. Fazla kanun
teklifi de vermedim. Kurumlar arası koordinasyonun çok önemli
olduğunu düşünüyordum ve bu konuda kapsamlı bir çalışma
yapıp Sayın Ecevit’e sundum. Milletvekiliyken yurt dışına bir
kez çıktım. 12 Şubat 2001’de insani yardım ve ikili ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla bir heyetle birlikte görevli olarak Bağdat’a
gittim. Orada savaşın korkunç yüzünü gördüm. Çok yoğun
ekonomik ambargo uygulanıyordu. Ambargonun başta çocuk
ve kadınlar olmak üzere sivil halk üzerinde çok olumsuz etkileri vardı. Çocukların çoğu kanserdi ama hastanede ilaç yoktu,
dezenfektede kullanılacak çamaşır suyu bile bulunmuyordu.
Çamaşır suyunun ithali yasaktı. Gördüklerimden etkilendiğim
ve üzüldüğüm için direncim düştü ve Türkiye’ye geldikten
sonra bir hafta hastanede yattım. Milletvekilliğim sırasında
ülkeler arası dostluk gruplarına üye olmadım. Gezmek için
yurt dışına gitmeye gerek görmedim. Önce ülkemi gezmem
lazımdı. Bana göre önce ülkenizi çok iyi tanıyın, ondan sonra
yurt dışına çıkın. Böylece gözlemleriniz çok daha farklı olabilir
diye düşünüyorum.
57. Hükümet’te Devlet Bakanlığı görevini yaparken öne çıkan
çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Bakanlık görevim kısa sürdü ama bazı çalışmaları başlatmaya
fırsatım oldu. Örneğin ALO 183 telefon hattının pilot uygulamasını Ankara’da başlattık. Sadece şiddet gören kadın hattı
değildi, aynı zamanda sokakta yaşayan çocukları da kapsıyordu. İçinde çocuk polisi, pedagog, sosyal hizmet uzmanı ve
bir hemşireden oluşan ekiplerin yer aldığı üç-dört minibüs
hazırlanmıştı. Minibüs sokakta yaşayan çocukları duş alıp üç
öğün yemek yiyebilecekleri Maltepe’deki merkezimize götürüyordu. Madde bağımlısı çocuklar ise Ulus’taki bir merkezde
56
SÖYLEŞI
sağlık kontrolüne alınıyordu. Hastaneye yatırılacaklar ayrılıyor,
kurtarılabilenler aileleriyle buluşturuluyordu. Uzun soluklu bir
projeydi. Ayrıca Ankara’da madde bağımlıları için çok büyük bir
tesis yapılıyordu, ama zannediyorum orası şimdi normal hastane olmuş. 2002 yılında seçime gidilince bu çalışmaları tamamlayamadık. Dört ilde çocuklara okul sütü dağıtılması çalışması
başlatılmıştı. Bakanlığa gelince süt alım ve dağıtımının şeklini
değiştirdik. İllerde ihale yapılmak suretiyle yerinden dağıtım
işini gerçekleştirdik. Köylerden de süt toplayıp soğuk zincir
oluşturduk. Uygulamaya iki il daha kattığımız halde projeyi
daha önce yapılmış ihaleden çok daha ucuza gerçekleştirdik ve
daha fazla çocuğun süt içmesine imkan sağladık. Erken seçim
olunca sütleri dağıtamadık. Bizden sonra gelen hükümete
nasip oldu. Bakanlığım sırasında Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ne (CEDAW)
ilişkin hazırlanan protokol TBMM’de onaylandı. Kadın-erkek
eşitliğini çok önemli buluyorum. Eğer bir kadın kuvvetliyse onu
devirebilecek hiçbir şey yoktur. Onun için de erkekle eşit olması
lazım. Bakanlık görevim seçim nedeniyle kısa sürdü. Eğer bana
5 yıl verilmiş olsaydı bu konuda çok şeyi değiştirebileceğime
inanıyordum. Atatürk’e bir kadın olarak ayrıca şükran duyuyorum. 1999 yılında Medeni Kanun’u çağdaş şartlara uygun olarak
yeniledik. O Medeni Kanun belki şu anda dünyada ilk 20’nin
içine girebilecek iyi bir kanun. Ama uygulamalarda sıfırız. Şu
anda Medeni Kanun’dan ödün verildi, uygulamalar yasalarla
eşdeğer değil. Türkiye’de kadınlar hâlâ çok eziliyor.
Milletvekilliği ve bakanlıktan sonra 2007-2009 yılları arasında DSP’nin Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı
görevinde bulundum. O dönemde siyasetin bana verdiği en
büyük ödül, ülkemi tanımam oldu. Hiç gidemeyeceğim, bir daha
hiç göremeyeceğim yerlerini gördüm.
Size göre siyasetin olmazsa olmazı nelerdir? Bir milletvekili
hangi niteliklere sahip olmalıdır?
Siyasilerin biraz daha toleranslı olmaları, halkın her kesimini
hiçbir ayrım yapmadan gerçek anlamda kucaklamaları ve eşitliği tamamen uygulamaları gerekir. Öncelikle bir milletvekilinin
ülkesini çok iyi tanıması ve yasa yapıcı olduğu için de belli bir
bilgi birikimi ve donanıma sahip olması lazım. İkinci önemli
konu ise dürüstlük. Eğer dürüst olursanız hiçbir şeyden korkmaz ve ödün vermezsiniz. Ödün vermemek siyasette başarıyı
getirir. Eğer birisinden bir şey isteyip de borçlanırsanız yarın
sizden altından kalkamayacağınız bir şey isteyebilir. Onun
için ödün vermeyeceksiniz. Üçüncüsü de Ecevit gibi mütevazı
olmak. Bu çok önemli. Gerektiğinde köyde tırnakları tezekli
bir kadının yaptığı gözlemeyi yiyebilmek, gerektiğinde bir
operaya gidip ondan zevk alabilmek. Bana göre bunların hepsi
siyasetin ve siyasetçinin olmazsa olmazıdır. Çünkü bence siyaset bir meslek değil, yaşam tarzıdır. Siyaseti meslek olarak
görmediğim için görevlerim sona erdiğinde eve son derece
rahat dönebildim. Neysem oydum, hayatımda değişen bir şey
olmadı. TBMM’ye girdiğiniz zaman herkes ayağa kalkar, önünü
ilikler. O bana hep itici gelmiştir. Mesela bakan olduğum zaman
lojmanlara taşınmadım. Mahallemde kalmak bana çok şey
kazandırdı. Bakan olunca bahçenin önüne güvenlik kulübesi
yapmaya çalıştılar, karşı çıktım. Bunun mecburiyet olduğunu
söylediklerinde, “Beni kimden koruyacaksınız? Burada mahallelim oturuyor; çocukluk arkadaşlarım, eşim dostum, esnafım...
Bunu istemiyorum” dedim. İmza atıp o kulübeyi yaptırmadım.
Üç yakın koruma vermek zorundalarmış. 1’e indirilmesi için çok
uğraştım, ama 2 koruma verdiler. Dönüşümlü görev yapıyorlardı. Bazen onları da atlatıp eşimle Gölbaşı’na yemeğe giderdik.
Siyaset dışındaki uğraşlarınız nelerdir?
Siyasetten profesyonel olarak koptum ama ilgim devam ediyor. Haberleri son derece iyi izlerim, köşe yazarlarını okurum.
Dünya basınını takip etmeye çalışırım. Çarşıya, pazara, esnafa
gittiğimde de mutlaka siyaset yaparım.
57
ANTIK DÜNYANIN SANAT MABEDI
AFRODISIAS
ANTIK KENTİ
58
KÜLTÜR VARLIKLARI
SANATIN MENŞEI, ORTAYA ÇIKIŞ KOŞULLARI, BESLENDIĞI VE
IÇINDE GELIŞTIĞI ORTAM ÜZERINE KAFA YORANLARIN SAYISI
PEK AZ OLMASA GEREK. KIMINE GÖRE SANAT, BELIRLI KOŞULLAR
YERINE GELDIĞINDE HAYAT BULABILECEK BIR LÜKS; KIMINE
GÖREYSE INSAN RUHUNUN NE OLURSA OLSUN KENDINI
GÖSTEREN ÖNLENEMEZ BIR DÜRTÜSÜ, HAYATIN OLMAZSA
OLMAZI. AFRODISIAS ANTIK KENTI’NI ZIYARET EDIP BURADA
VERILEN ESERLERI GÖRENLERIN IKINCI GÖRÜŞE DAHA YAKIN
OLMASI ÇOK MUHTEMEL...
ÇAĞLA TAŞKIN
R
esim ve heykel sanatının en sık konu edindiği isimlerdendir
Afrodit. Klasik Dönem’in en görkemli başyapıtlarında, bugün
dünyanın en prestijli müzelerinde sergilenen ve tarihi milattan önceye kadar uzanan mermer
şaheserlerde karşımıza çıkan
bu mitolojik figür, edebiyatta da bir o kadar sağlam
yere sahiptir. Tarihte aşk ve
güzellik tanrıçası diye bilinen Afrodit, yüzyıllara meydan okuyan eserlere ilham
kaynağı olmakla kalmamış,
Aydın’daki Afrodisias Antik
Kenti’ne de adını vermiştir.
Mimari ve sanatsal nitelikleriyle dünya kültür tarihi
için büyük önem taşıyan Afrodisias, 2009 yılından beri
UNESCO Dünya Miras Geçici
Listesi’nde yer alıyor.
Dünya tarihinde Yunan ve
Roma medeniyetleri ayrı bir yerde durur. Sanattan felsefeye, devlet idaresinden mimariye birçok alanda üstün başarı elde eden bu
medeniyetlerin etkisi o kadar derin olmuştur ki bu etkiler aradan
geçen yüzyıllara rağmen kendini göstermekte, bütün insanlığın
ortak mirası sayılmaktadır. Bu iki medeniyetin de yolunun düştüğü, zaman zaman onlara serpilip gelişme zemini teşkil eden
Anadolu toprakları ise bu yönüyle dünya üzerinde neredeyse
benzersizdir. Dünya medeniyetini şekillendiren devletlerin
miraslarının hâlâ canlı olduğu
Anadolu’daki antik kentler, kuruldukları ve geliştikleri tarihsel
döneme ışık tutar. Bunlardan
biri de Aydın Geyre yakınlarındaki Afrodisias Antik Kenti’dir.
Tarihinin en şaşaalı günlerini
Roma İmparatorluğu’nun Karya eyaletinin başkenti olduğu
dönemde yaşayan Afrodisias,
son derece verimli bir bölgede
yer alıyor. Bu nedenle yerleşim tarihi son derece eskiye,
Geç Neolitik Çağ’a dayanıyor.
Antik kentin Roma döneminde önemli bir inanç ve sanat
merkezi haline gelmesinde İmparator Augustus’un payı büyük.
Ünlü imparator, MÖ 1. yüzyılda Afrodisias’ın hamiliğini üstlenerek
burada birçok imar faaliyetini teşvik etmiş. Antik kentin bugün
hâlâ ayakta olan ve tarihî değerini perçinleyen yapılarının çoğu
59
AFRODISIAS’TAKI ILK RESMÎ KAZI ÇALIŞMALARI 1900’LÜ YILLARIN
BAŞINDA YABANCI ARKEOLOGLARCA GERÇEKLEŞTIRILIR. 1961 YILINDA
ISE ÜNLÜ ARKEOLOG KENAN ERIM’IN AFRODISIAS’A GELMESIYLE
BIRLIKTE BURADAKI KAZI ÇALIŞMALARININ ÇEHRESI DEĞIŞIR.
bu zamana tarihleniyor. Afrodisias’ın 4. yüzyılda Karya eyaleti-
ve sanatsal nitelikleri ona zamansız bir güzellik kazandırır. Antik
nin başkenti olması ise antik kentin tarihindeki bir başka dönüm
kent, bu özelliğiyle yüzyılları aşan bir öneme sahiptir.
noktası. Aynı dönemde Hıristiyanlığın iyice yayılmasıyla farklı
Afrodisias’taki ilk resmî kazı çalışmaları 1900’lü yılların ba-
bir önem arz etmeye başlayan antik kentte, Yunan mitolojisinin
şında yabancı arkeologlarca gerçekleştirilir. Dönemin yasal
önemli figürlerinden Afrodit’e adanmış bir kült merkezi olma ni-
boşluklarından faydalanan araştırmacılar günyüzüne çıkarılan
teliğinden sıyrılma süreci hızlanmış. Şehrin Bizans hakimiyetinde
bazı eserleri yurt dışına götürür. 1961 yılında ise ünlü arkeolog
“Stauropoli”, yani “Haç Şehri” olarak anılmaya başlaması ve erken
Kenan Erim’in Afrodisias’a gelmesiyle birlikte buradaki kazı
Hıristiyanlık tarihi için büyük önem teşkil eden birçok ismin bura-
çalışmalarının çehresi değişmiştir. Erim ve beraber çalıştığı New
da doğmuş veya buradan yolunun geçmiş olması da Afrodisias’ın
York Üniversitesi’nden bir ekip birçok önemli gelişmeye imza
Hıristiyan inancı için ne denli kıymetli bir merkez olduğunu göste-
atmıştır. Kenan Erim’in vefatının ardından bir süre New York
rir. Afrodisias 7. yüzyılda bu önemini kaybeder ama eşsiz mimari
Üniversitesi’nce sürdürülen kazı çalışmalarında bugüne kadar
60
KÜLTÜR VARLIKLARI
AFRODIT TAPINAĞI ANTIK KENTIN EN DIKKAT ÇEKICI YAPILARI
ARASINDA YER ALIR. ESKI BIR ASUR MABEDININ KALINTILARI ÜZERINE
YAPILDIĞI DÜŞÜNÜLEN ESERDEN GÜNÜMÜZE ULAŞMAYI BAŞARAN
UNSURLAR, BIZE BURANIN ION TARZINDA INŞA EDILDIĞINI GÖSTERIR.
pek çok önemli keşif yapılmıştır. Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü’nün 2014 yılında antik
kent üzerinde uçurduğu “drone”dan (insansız hava aracı) elde edilen ve şu anda analiz
süreci devam eden verilerin ise Afrodisias’a
dair başka bilinmeyenleri ortaya çıkarması
bekleniyor.
Kentin dokusuna işleyen sanat
Afrodisias’a ismini veren Afrodit adına
inşa edilen tapınak, antik kentin en eski ve
en dikkat çekici yapıları arasında yer alır.
Eski bir Asur tapınağının kalıntıları üzerine
yapıldığı düşünülen Afrodit Tapınağı’ndan
günümüze ulaşmayı başaran unsurlar, bize
buranın Ion tarzında inşa edildiğini gösterir.
İmparator Hadrian döneminde genişletilen
tapınağın içinde bulunan heykel ve mozaik
kalıntıları buranın yalnızca ibadet amacıyla
kullanılmadığını, içeride estetik kaygının da gözetildiğini ortaya koyar. Ayakta olduğu
dönemde şehrin en önemli yapısı ve merkezi olma niteliği taşıyan Afrodit Tapınağı’nın
içindeki sella adı verilen bölüme yalnızca rahiplerin girebildiği ve bir zamanlar burada
Afrodit’in bir heykelinin bulunduğu düşünülüyor.
Afrodisias Antik Kenti’nin bir diğer önemli tapınağı Sebasteion’dur. Afrodit ile ilk
Roma imparatorları ve ailelerine adandığı tahmin edilen Sebasteion birkaç ana yapı ile
geniş bir tören yolundan oluşur ve adeta şehir içinde şehir niteliğindedir. Sebasteion’un
tören yolunun iki tarafındaki üçer katlı portikoların ikinci katları mitolojik hikayelerden
sahnelere, üçüncü katları ise Roma imparatorlarının hayatlarına ayrılmıştır. Bu katlar
üzerindeki kabartmalar son derece detaylı ve zengindir. Sebasteion’un kabartmalarıyla
dikkat çeken bir diğer unsuru da sütunlarıdır. Sütunlarda Roma mitolojisinden kahramanların hikayelerini anlatan ve imparatorların fetihlerini sembolize eden kabartma
çalışmaları bulunur. Afrodisias’ın mermeriyle meşhur olduğu düşünüldüğünde bu durum
esasen şaşırtıcı değildir. Antik kent özellikle Roma döneminde bu alanda o kadar meş-
61
hurdur ki burada bir heykeltıraşlık okulu bile bulunur. Kazılarda
günyüzüne çıkarılan heykel, lahit ve sütunlardaki ince işçilik ile
muazzam detaylar bu duruma örnek teşkil ederken Tetrapylon
da Afrodisias’taki heykel ustalığının başlı başına bir kanıtıdır.
Botanik motiflerinin kullanıldığı, av sahnelerinin betimlendiği
ve yer yer mavi sütunlarla renklendirilen Tetrapylon’un belirli bir
işlevinin tespit edilememiş olması, arkeologlara yapının tamamen
Afrodisias mermer ustalığını yansıtmak için yapıldığını düşündürür. Yapının tamamına hâkim olan ince işleme ve muhteşem
ayrıntılar, bu düşünceyi destekler niteliktedir. Tetrapylon’un
kolon ve sütunlarının restorasyonu 1990 yılında tamamlanmış,
bu çalışmalar sırasında ağırlıklı olarak bölgede bulunan orijinal
parçalar kullanılmıştır.
Roma yapılarının olmazsa olmazı banyo ve hamama
Afrodisias’ta da rastlanır. Dönemin insanı için yalnızca bir temizlik ve rahatlama alanı olmanın ötesinde sosyal işlevi de bulunan
hamamlar genellikle soyunma-giyinme (apodetairum), soğukluk
(frigidarium), ılıklık (tepidarium) ve sıcaklık (caldarium) bölümlerinden oluşur ve aynı yapı düzeni Afrodisias’ta da gözlemlenir.
Antik kentin tamamında olduğu gibi hamamda da kabartmalı
mermer sütun ve bloklar hâkimdir. Bu sütun ve blokların bir
62
KÜLTÜR VARLIKLARI
kısmı akantus yaprağı motifiyle, bir kısmı da insan ve hayvan
figürleriyle süslenmişken bu alanda aynı zamanda mermerden
yapılma dev boyutlu baş heykellerine rastlanmıştır.
Görkemli heykeller, incelikli kabartmalar
Ziyaretçilerine her adımda farklı bir sürpriz vadeden Afrodisias
Antik Kenti’nin bir zamanlar gladyatör dövüşlerine sahne olduğu düşünülen tiyatrosunda yapılan kazılarda bugün Afrodisias
Müzesi’nde sergilenen sayısız heykel ve yazıt bulunmuştur.
Bu buluntular arasında heykeller aradan geçen uzun zamana
rağmen iyi korunmuş olmalarıyla büyük değer taşırken yazıtlar
da antik kentin tarihine ve burada hüküm süren imparatorların
yönetim şekline ışık tutmalarıyla son derece önemlidir. Kazılarda günyüzüne çıkarılan kıymetli eserler söz konusu olduğunda
Odeon’dan bahsetmemek olmaz elbette. 2. yüzyıla tarihlenen
ve aktif olduğu dönemde dans ve müzik gösterileri, hitabet
dersleri, kent meclisi toplantıları gibi birçok farklı etkinliğe ev
sahipliği yapan Afrodisias Odeon’unda yürütülen kazılarda opus
sectile adı verilen, Roma döneminde oldukça popüler olan ve bir
prestij göstergesi sayılan özel tavan süslemelerine, bölgeye has
mavi-beyaz mermer işlerine ve mozaik parçalarına rastlanmıştır.
Odeon’un bağlantılı olduğu Agora bölümü ise şehrin çok
işlevli alanlarından bir diğeridir. Esasen bir pazar yeri olmasına
rağmen sosyal hayatta önemli bir yere sahip Agora, Afrodisias
Antik Kenti’nin tamamı gibi işlevsellikle estetiğin bir harmanı
niteliğindedir. Agora’daki kazılarda bulunan çok sayıda işlemeli
şerit, rölyef ve dekoratif maske, Afrodisias’ta sanatın hayatın
vazgeçilmez bir parçası olduğunu göstermektedir.
Afrodisias Antik Kenti’nden çıkarılan, hepsi birbirinden kıymetli ve çoğu son derece iyi durumda olan eserlerin büyük
bölümü Afrodisias Müzesi’nde sergileniyor. Müzenin en önemli
özelliklerinden biri antik kentle aynı alanda yer alması ve burada
yapılan kazı çalışmaları sırasında günyüzüne çıkarılan eserlerin
hiç dokunulmadan, bulundukları haliyle sergileniyor oluşu. Bu
sayede ziyaretçiler hem dönemin şehir planı hakkında fikir edinebiliyor hem de antik kentin ruhu daha iyi korunabiliyor. Afrodisias
Müzesi’nin en çarpıcı eserleri mermer heykel ve kabartmalar.
Müzede imparatorların, devlet adamlarının, filozofların, mitolojik
kahramanların ve din adamlarının heykelleri yer alıyor. Bölgeye
has mermerden yapılmış bu heykellerdeki detaylar ve ince işçilik,
buranın neden zamanında heykelciliğiyle isim yaptığını açıkça
ortaya koyuyor. Afrodisias’ın mermeri işlemedeki ustalığının bir
diğer bariz göstergesi de lahitler. Müzede sergilenen çok sayıda
mermer lahit üzerinde tarihten sahneler, mitolojik hikayeler
tasvir ediliyor.
63
MUSTAFA YENEROĞLU:
TÜRKIYE, TOPLUMUN GÜVENLIĞINI SAĞLARKEN
ÖZGÜRLÜKLER KONUSUNDA DÜNYAYA ÖRNEK
OLACAK BIR ÇABA IÇERISINDE
SÖYLEŞİ: SENA KILIÇ - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ
TBMM İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMISYONU BAŞKANI
VE AK PARTI İSTANBUL MILLETVEKILI MUSTAFA YENEROĞLU,
TÜRKIYE’NIN INSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELIŞTIRILMESI
ALANINDA CIDDI ILERLEMELER KAYDETTIĞINI BELIRTEREK, “İNSAN
HAKLARI IDEALLERININ HER ULUS VE DEVLET IÇIN HER GÜN
SINANAN BIR IDDIA OLDUĞUNU UNUTMAMAMIZ GEREKIR” DIYOR.
64
KOMISYONLAR
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu kaç yılında, hangi amaçlarla
kuruldu?
1987 yılında Avrupa Birliği’ne tam üyelik
başvurusu çerçevesinde Türkiye’nin
insan hakları içerikli bir dizi uluslararası
antlaşmayı imzalaması sonrasında
insan haklarına ilişkin bir komisyon
kurulması gündeme geldi. Böylelikle
18. Yasama Dönemi içinde TBMM’de
insan hakları alanında daimi bir ihtisas
komisyonu olmak üzere İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu kuruldu.
Komisyonumuz 1990 yılından bu yana
Türkiye’de insan haklarının korunması
ve bu konuda farkındalık oluşturulması
açısından önemli roller üstlenmiştir.
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu,
dünyada ve ülkemizde insan hakları
konusundaki gelişmeleri takip ederek
uygulamaların bu gelişmelere uyumunu sağlamayı amaçlamaktadır. Bu
bağlamda uluslararası alanda kabul
gören gelişmeleri izleyerek ülkedeki
uygulamaların millî mevzuata, söz
konusu mevzuatın da taraf olunan
uluslararası antlaşmalara uyumunu
inceler. İncelemeleri sonucunda konuyla
ilgili iyileştirmeler, çözümler, uygulama
ya da yasal düzenleme değişiklikleri
önerir. İlaveten komisyon, insan haklarının ihlale uğradığına dair iddialar ile
ilgili bireysel başvuruları alır. çalışmalarımız arasında yer alıyor. Kanun yapımı ve denetim faaliyetleri tabii ki ön planda
bulunuyor. Kanun yapım sürecinde komisyona havale edilen tasarı ve teklifler gerektiğinde
alt komisyonlar da kurularak inceleniyor, gerekli değişiklikler ve eklemeler yapılarak bir rapor
halinde Genel Kurul’a sunuluyor. Komisyonda tasarı ve teklifler özellikle insan haklarının normatif iddialarıyla ele alınıyor. Komisyonun iş yükünün büyük bölümünü oluşturan denetim
faaliyetleri ise belli bir konuya ilişkin alt komisyon kurulması ve vatandaşlardan gelen başvuruların incelenmesi suretiyle gerçekleştiriliyor. Elbette insan hakları konusunda dünyadaki
gelişmelerin yakından takibi komisyonun görevleri arasında yer alıyor. Yurt dışında yaşayan
Türkiye kökenli insanlarımızın maruz kaldığı insan hakları ihlalleri başta olmak üzere dünyada yaşanan gelişmeler komisyonun kapasitesi elverdiği ölçüde takip ediliyor. Bu bağlamda
uluslararası arenada insan haklarıyla bağlantılı muhtelif konulara dair yayımlanan basın
açıklamalarıyla kamuoyu bilgilendiriliyor. Komisyonun gündeminde ne tür konular yer alıyor?
1 Kasım 2015’ten bu yana gündemimizin ana omurgasını cezaevlerindeki koşullar ve uygulamalar, yargı ve memuriyete ilişkin sorunlar, ayrıca yasal düzenleme ve yerinde inceleme talepleri gibi konular oluşturuyor. Bu süreçte bini aşkın bireysel başvuru komisyonumuza ulaştı.
Söz konusu başvuruların tümünün titizlikle incelenerek gerekli işlemlerin gecikmeksizin
yerine getirilmesi de elbette gündemin bir parçası. Bu bağlamda alt komisyonlar, komisyonun
çalışmalarının temel unsurunu oluşturuyor. Alt komisyon çalışmaları genel olarak yerinde
incelemeler ve ilgilileri alt komisyon toplantısına çağırıp dinleme biçiminde gerçekleştiriliyor.
Çalışmalar sonucunda alt komisyon bir rapor hazırlayarak tespit ve önerilerini, idarenin hak
ihlali doğurduğunu değerlendirdiği uygulamalarını ya da mevzuatın değiştirilmesi gereğini
ortaya koyuyor. Alt komisyon çalışmaları sonrasında hazırlanan raporlar komisyonda kabul
edildikten sonra komisyonun internet sitesinde yayımlanarak kamuoyu ile paylaşılıyor ve
Başbakanlık, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına da gönderiliyor. Komisyon çalışmalarını nasıl yürütüyor? Komisyon olarak dünyadaki
gelişmeleri de yakından takip ediyor
musunuz?
Komisyonumuz faaliyetlerini çalışma
konusuna göre alt komisyon kurulması
ve dosya üzerinden inceleme yapılması
şeklinde yürütüyor. Ayrıca muhtelif
konularda yapılan basın açıklamaları
ile komisyona gelen yerli ve yabancı heyetlerle yapılan görüşmeler de
65
“HÂLIHAZIRDA İNSAN HAKLARINI INCELEME KOMISYONUMUZUN
BÜNYESINDE 6 ALT KOMISYON FAALIYET GÖSTERIYOR.
BU KOMISYONLARIN HER BIRI KENDI ALANLARIYLA ILGILI
ÇALIŞMA YÜRÜTÜYOR.”
Hâlihazırda komisyon bünyesinde Mülteci Hakları, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi,
Hükümlü ve Tutuklu Hakları, Batı Ülkelerindeki İslam Düşmanlığı ve Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık, İşçi Sağlığı
ve İş Güvenliği İnceleme ile 28 Şubat
Sürecinde Gerçekleşen Hak İhlalleri ve
Mağduriyetlerin İncelenmesi Alt Komisyonları olmak üzere altı alt komisyon
faaliyet gösteriyor. Bu komisyonların
her biri kendi alanlarıyla ilgili çalışma
yürütüyor. Örneğin, Mülteci Hakları Alt
Komisyonu, ülkelerinde çıkan iç savaş
sonrasında Türkiye’ye sığınan Suriyeli
sığınmacıların ülkemizdeki yaşam
şartlarının tespit ve takip edilmesi,
kampların denetimi, sığınmacıların
hukuk alanında ve gündelik hayatta
karşılaştıkları sorunların çözülmesi için
nelerin yapılması gerektiğini belirlemek
ve alınması gereken tedbirleri ortaya
koymak amacıyla kuruldu. Batı Ülkelerindeki İslam Düşmanlığı ve Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık Alt Komisyonu
ise yurt dışında yaşayan, başta vatandaşlarımız olmak üzere genel olarak
Müslümanların özellikle yasama, yargı
ve yürütme nezdinde karşılaştıkları
ayrımcılık vakalarını ele alıyor.
Ülkemizde geçmişten bugüne insan
hakları alanındaki gelişmelere ilişkin
değerlendirmeleriniz nelerdir?
İnsan haklarının binlerce yıllık bir geçmişi var. Antik Çağ’daki örneklerin de
ötesinde bütün ilahi vahiyler insan
hakları tarihinde önemi pek de idrak
66
KOMISYONLAR
edilmemiş ciddi atılımlar getirmiştir. Binlerce yıllık süreçte insan haklarıyla ilgili bugüne yön
veren adımlara 17. ve 18. yüzyıllarda ulaşılmış, bunun sonrasında ise II. Dünya Savaşı’ndan
itibaren insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanında önemli adımlar atılmaya
başlanmıştır. Türkiye’de insan haklarının tarihsel seyrine baktığımızda ise bu konudaki ilk
belgelerin 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarıyla Osmanlı İmparatorluğu dönemine
uzandığını görürüz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlayan 1923-1946 arasındaki
tek parti rejimi süresince ise Anayasa’da yer alan temel haklar ne yazık ki pratikte ciddi bir
karşılık bulamamıştır. 1960’lar ve 1980’lerde, askerî ihtilallerin yaşandığı süreçlerde de pek
çok insan hakkı ihlali söz konusu olmuştur. 1980’li yıllar boyunca başta yaşam hakkı ihlalleri
olmak üzere işkence, din ve ifade özgürlüğü gibi temel alanlarda çok sayıda insan hakkı ihlali
yaşanmıştır. O dönem sistematik işkence iddialarının, yaşam hakkı ihlallerinin kol gezdiği
ve Türkiye’nin insan hakları ihlalleri konusunda AİHM’e yapılan başvuru sıralamasında ön
sıralarda yer aldığı yıllardı. Bu bağlamda 2000’li yıllar öncesinde Türkiye’nin insan hakları
anlamındaki görünürlüğü hiç de iç açıcı değildi.
Geçmişe dönüp baktığımızda son on beş yıllık süreçte Türkiye’de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanında ciddi ilerlemeler kaydedildiği açıktır. Bu süreçte Anayasa
Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı işlerlik kazanmış, işkenceye sıfır tolerans politikası
hayata geçirilmiş, faili meçhuller ve yaşam hakkı ihlalleri ülke gündeminden çıkarılmış, din
“BUGÜN INSAN HAKLARIYLA ILGILI SORUMLULUKLARIMIZ
OLDUKÇA BÜYÜK. BU KONUDAKI TARTIŞMANIN
POLITIKLEŞTIRILMEDEN, MENSUBIYETLER ÖTESINDE, ILKESEL BIR
ZEMINDE SÜRDÜRÜLMESINE IHTIYAÇ DUYUYORUZ.”
ve ifade özgürlüğü, azınlık, çocuk ve kadın hakları konularında ciddi güçlendirilmeler yapılmış, takip ve denetim mekanizmaları kurulmuştur. Ülkemiz ve dünya 10 Aralık İnsan Hakları Günü'ne nasıl giriyor?
Yanı başımızda devam eden Suriye İç Savaşı’nı, Irak’ta yıllardır süren açmazı,
Arakan’da ve Doğu Türkistan’da devam eden sorunları, Filistin meselesini,
diğer yandan da Batı Avrupa’da kendini her geçen gün giderek daha da güçlü
bir şekilde gösteren ırkçı akımları, yükselen aşırı sağı düşündüğümüzde 10
Aralık’ın küresel bazdaki sorumluluklar açısından idrak edilmesi oldukça zor
bir gün olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan Türkiye olarak da oldukça zor
günlerin içinden geçiyoruz. Etrafımızda mutlak katliamdan kaçan milyonlara
ülkemizi açmamız, onlarla imkanlarımızı paylaşmamız, Suriye ve Irak’tan
ülkemize yönelen terör örgütleri, yine bölücü terör örgütü PKK’nın adeta her
gün vatandaşlarımızın canına kastetmesi ve ülkemizde bunun üzerine oluşan
toplumsal gerilimler... Bütün bunlara rağmen Türkiye, toplumun güvenliğini
sağlarken aynı ölçüde özgürlükler konusundaki iddialarımızdan vazgeçmeme
anlamında dünyaya örnek olacak bir çaba içerisinde. İçinde bulunduğumuz
şartlar ve kamu güvenliği adına alınması zorunlu tedbirlere rağmen bu çabamızı
sürdürmek durumundayız.
Bugün insan haklarıyla ilgili sorumluluklarımız oldukça büyük. Diğer yandan insan hakları söylemlerinin,
içinde bulunduğumuz zaman diliminde içi boş söylemler
haline getirilmesi, insan hakları ideallerinin tabiri caizse
bir “maymuncuk” gibi görülerek siyasi çatışma unsuru
olarak kullanılması, aşılması gereken başka bir engel
olarak önümüzde duruyor. Siyasiler, hatta uluslararası
kurumlar tarafından bile insan haklarının araçsallaştırıldığını, propaganda ve siyasi malzemeye dönüştürülebildiğini, böylece bu temel değerlerin içinin boşaltılarak
tartışmaya açıldığını görüyoruz. İnsan haklarıyla ilgili
tartışmanın politikleştirilmeden, mensubiyetler ötesinde, ilkesel bir zeminde sürdürülmesine ihtiyaç duyuyoruz. İnsan hakları ideallerinin her ulus ve devlet için her
gün sınanan bir iddia olduğunu unutmamamız gerekir.
67
14 Aralık 1960
3 Aralık 1992 -
Birleşmiş Milletler kararıyla 3 Aralık
“Uluslararası Engelliler Günü” olarak
kabul edildi.
5 Aralık 1934 -
1924 Anayasası’nda yapılan
değişiklikle Türk kadını milletvekili
seçme ve seçilme hakkı elde etti.
8 Şubat 1935 tarihinde gerçekleşen
seçimlerde 17 kadın TBMM’ye
girmeye hak kazandı. Bir yıl sonra
yapılan ara seçimlerle birlikte kadın
milletvekili sayısı 18’e yükseldi.
ARALIK
3
4
5
10
Paris Sözleşmesi çerçevesinde
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü
(OECD) kuruldu. Türkiye, örgütün 20
kurucu üye ülkesinden biridir.
14
15
10 Aralık 1948 -
4 Aralık 1955
Türkiye’de ilk elektrikli tren,
İstanbul’da Sirkeci ve Halkalı
semtleri arasında hizmet
vermeye başladı.
68
Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nun kararıyla
İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi kabul edildi.
“Bütün insanlık için bir
Magna Carta” şeklinde
nitelendirilen bildirgenin
imzalandığı 10 Aralık,
Dünya İnsan Hakları Günü
olarak kutlanıyor.
15 Aralık 1893 -
Danimarkalı dilbilimci ve Türkolog
Vilhelm Ludwig Thomsen,
Danimarka Kraliyet İlimler
Akademisi’nde sunduğu bildiriyle
Orhun Alfabesi’ni çözdüğünü ve
Orhun Kitabeleri’ni okuduğunu bilim
dünyasına açıkladı.
16 Aralık 1727 -
23 Aralık 1930 -
Cevherî’nin kaleme aldığı es-Sıhâh
adlı Arapça sözlüğün, Vankulu
Mehmed Efendi tarafından yapılmış
Türkçe tercümesi olan Vankulu
Lügatı basıldı. Eser, bir Osmanlı
vatandaşının matbaada basılan ilk
kitabı olma niteliği taşıyor.
16
Lozan Antlaşması’na ek protokol uyarınca Türkiye ile
Yunanistan arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirildi.
18
23
27 Aralık 1919 -
18 Aralık 1865 -
Amerika Birleşik Devletleri’nde
köleliğin kaldırılmasını isteyen
kuzey eyaletleri ile köleliğin
sürmesini savunan güney
eyaletleri arasında yaşanan
Amerikan İç Savaşı’nı kuzeyliler
kazandı ve ABD’de kölelik
kaldırıldı.
27
23 Aralık 1930 -
Mustafa Kemal Atatürk ve Temsil
Heyeti Ankara’ya geldi. TBMM’nin
kuruluşu ve düzenli ordunun
oluşturulmasıyla ilgili hazırlık
çalışmalarının yürütüldüğü şehir,
Kurtuluş Savaşı döneminde kritik
bir rol üstlendi.
İzmir’in Menemen ilçesinde
şeriat yanlısı bir grubun
eylemini bastırmak üzere
bölgeye gönderilen Yedek
Subay Mustafa Fehmi Kubilay
eylemciler tarafından öldürüldü.
Olayla ilgili tutuklanan yaklaşık
150 kişiden 28’i idam edildi.
69
3 ARALIK 1992
ULUSLARARASI
ENGELLILER GÜNÜ
PINAR ÇAVUŞOĞLU
D
ünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yayımlanan Dünya Engellilik Raporu, yeryüzünde yaşayan insanların yüzde 15’inden
fazlasının engelli bireyler olduklarını ortaya koyuyor. Bu oran bir
milyardan çok insanı kapsıyor. Söz konusu rapor engelli insanların
karşılaştığı sorunların çözülebileceği ve engellilikle bağlantılı dezavantajların üstesinden gelinebileceğini de ifade ediyor.
Ülkelerin engellilerin sorunlarına ve
onların hayatını kolaylaştırmaya yöneDünya Sağlık Örgütü - İsviçre
lik çalışmaları, 1980’lerde farkındalığın
artması nedeniyle son 40 yılda büyük
bir ilerleme kaydetti. Ancak ileri teknolojiye sahip, demokratik gelişimini
tamamlamış, müreffeh diye nitelendirilebilecek ülkelerden az gelişmiş ülkelere kadar tüm toplumlarda engelliler
hayatlarını devam ettirme konusunda
hâlâ zorluklar yaşıyor. Eğitim, sağlık,
istihdam, ulaşım, fiziksel çevre gibi
alanlarda karşılaştıkları sorunlar onların hayatını daha güç hale getiriyor.
Engellilerin sorunlarına göz attığımızda eğitimle ilgili sıkıntıların
başı çektiğini görürüz. Engelliler kendilerine uygun okul bulamadıkları için eğitimsiz kalıyor, bu durum başta işsizlik ve ondan kaynaklanan yoksulluk olmak üzere pek çok probleme neden oluyor.
Eğitim kurumlarının engellilerin varlığını hesaba katarak fiziksel
düzenlemeler yapamaması, müfredatın engellilere de uyacak
şekilde hazırlanamamasının yanı sıra engellilere eğitim verecek
70
TARİH SAHNESİ
personelin yetersiz olması bu alanla ilgili sorunların temelini oluşturuyor. Türkiye’de 2005 yılında yürürlüğe giren 5378 sayılı “Özürlüler
ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun”la engellilerin eğitimini de kapsayan bir
dizi düzenleme hayata geçirildi. İşitme engelli öğrencilerin meslek
liselerine sınavsız girebilmesi, üniversite sınavını kazanmış engelli
öğrencilere çeşitli burslar sağlanması,
Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yüzde
40 ve üzeri engeli bulunan öğrencilere
öncelik tanıması ve harçlarda indirim
uygulaması, engelli bireylerin Halk
Eğitim Merkezleri’nden ücretsiz faydalanması bu düzenlemeler arasında
yer alıyor.
Özellikle üniversitelerin engelli bireylere yönelik uygulamaları, onların
eğitimle ilgili sorunlarını bir nebze
azaltıyor. Pek çok üniversitede Özürlü
Danışma ve Koordinasyon Merkezi
bulunuyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Süleyman Demirel Üniversitesi ve
Akdeniz Üniversitesi’ndeki koordinasyon merkezleri başta olmak
üzere Türkiye’nin pek çok üniversitesindeki bu oluşumlar, “engelsiz
üniversite” sloganıyla hareket ediyor, engelli öğrencilerin üniversite
içinde sosyalleşebilmeleri ve en az problemle karşılaşarak okul
hayatlarını bitirebilmeleri için çalışmalar gerçekleştiriyor.
Engelli bireylerin yaşadığı bir diğer sorunu sağlık teşkil ediyor. Araştırmalar engelli bireylerin engelli olmayanlara göre daha sık sağlık problemleriyle karşılaştıklarını gösteriyor. Doğuştan ya da sonradan edinilen engelliliğe yönelik rehabilitasyon merkezlerinin yetersizliği
veya buralardaki yüksek fiyat uygulamaları engelli bireylerin sağlıkla ilgili yaşadığı bir diğer
problem. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı engelliliğin önlenmesi ve engelli bireylerin sağlık hizmetine erişiminin kolaylaştırılması için pek çok çalışma gerçekleştiriyor. Engelliliğin önlenmesi
amacıyla her bebeğe yenidoğan işitme taraması; fenilketonüri, biyotidinaz, hipotiroidi, hemoglobinopati taramaları; gelişimsel kalça çıkığı erken tanı ve tedavisi uygulanıyor. Sağlık
kuruluşlarında engelli ve yaşlı hastalara yardımcı olacak refakatçi personel temin edilmesi,
işitme engelli hastalarla iletişimi sağlamak üzere hastanelerde çalışan sağlık personeline
işaret dili eğitimi verilmesi ve poliklinik hizmetlerinde engellilere öncelik sağlanması Sağlık
Bakanlığı’nın engellilerle ilgili düzenlemeleri arasında yer alıyor.
Engelli bireylerin istihdamı ise onların
önündeki en büyük sorunlardan birini oluşturuyor. İş bulabilme zorluklarının yanı sıra
işyerinde yaşadıkları sıkıntılar engellilerin
toplumla bütünleşmesine engel teşkil
ediyor. İstihdam sorunu beraberinde yoksulluğu da getiriyor. Türkiye’de uygulanan
Özürlü Memur Seçme Sınavı’yla engelli
bireyler yaş sınırlaması olmaksızın kamu
kurumlarına yerleştirilebiliyor. Ayrıca
İş Kanunu’nda yer alan “İşverenler, 50
veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel
sektör işyerlerinde yüzde 3 özürlü, kamu
işyerlerinde ise yüzde 4 özürlü ve yüzde 2
eski hükümlü işçiyi meslek, beden ve ruhi
durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla
yükümlüdürler” ifadesiyle engellilerin
özel sektörde de iş bulabilmeleri mümkün
kılınıyor. Engelli bireylerin kendi işyerini
açması durumunda sağlanan vergi kolaylıkları ile erken ve malulen emeklilik
hakkı, Türkiye’de engellilere yönelik diğer
uygulamalar arasında yer alıyor.
Engelliler sosyalleşme alanında da pek
çok sıkıntı yaşıyor. Bunların başında ulaşım geliyor. Sokak ve caddeler ile otobüs,
metro, taksi gibi ulaşım araçlarının engelli
olmayan bireylere göre tasarlanması engellileri adeta evlerine hapsediyor. Ayrıca
kütüphane, cami, kafe ve restoran gibi
kamuya açık yerlerde engelli bireylerin
hareket imkanlarının sınırlı olması onların
sosyalleşmesini önlüyor. Türkiye’de bu
alanda toplu taşım araçlarının özellikle
ortopedik engelli bireylerin de kullanabileceği şekilde tasarlanması, kaldırımların
ortopedik ve görme engelli bireylere uygun
hale getirilmesi, yayaların kullandığı üst
geçitlere asansör konulması gibi çalışmalar
gerçekleştiriliyor.
Türkiye’de engelli hakları Anayasa ve
5378 sayılı Özürlüler Kanunu’yla güvence
altına alınmış bulunuyor. Resmî Gazete’de
71
BIRLEŞMIŞ MILLETLER’IN 1992 YILINDA ALDIĞI BIR KARARLA
3 ARALIK’I ULUSLARARASI ENGELLILER GÜNÜ ILAN ETMESI,
KONUYU ULUSLARARASI BOYUTA TAŞIMIŞ VE DÜNYA GENELINDE
FARKINDALIĞI ARTIRMIŞTIR.
yayımlanan yönetmelikler, kararnameler, kurul
kararları, genelgeler ve tebliğler ise bu kanunun
uygulanmasına yönelik maddeler içeriyor. Örneğin 3194 sayılı İmar Kanunu’nda “Fiziksel çevrenin
özürlüler için ulaşılabilir ve yaşanılabilir kılınması
için, imar planları ile kentsel, sosyal, teknik altyapı alanlarında ve yapılarda, Türk Standartları
Enstitüsü’nün ilgili standardına uyulması zorunludur”, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda “Belediye
hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en
uygun yöntemlerle sunulur. Hizmet sunumunda
özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlilerin durumuna
uygun yöntemler uygulanır”, Kamu Binaları, Kamuya Açık Alanlar ve Toplu Taşıma Araçlarının
Özürlülere Uygun Hale Getirilmesi Genelgesi’nde
ise “Özürlü vatandaşlarımızın toplumsal yaşama tam katılımlarının sağlanması hedefine
ulaşabilmek için kamu kurum ve kuruluşlarının
kullandıkları binalar, kamuya açık alanlar ve toplu
taşıma araçlarının özürlülerin kullanımına uygun
duruma getirilmesi büyük önem taşımaktadır”
ifadeleri yer alıyor.
Dünyada farkındalık artıyor
Neredeyse insanlık tarihiyle yaşıt engellilik durumu, eski çağlardan bu yana farklı kültürlerde
benzer şekilde karşılanmış. Çoğu kültür engelli
bireylere şefkat ve acıma duygularıyla yaklaşmış. Engelli bireylerin “farklı” olması, onların sık
sık ayrımcılıkla karşılaşmasına da neden olmuş.
Çünkü batıl inançlar, kişileri engelli bireylerin tanrı tarafından cezalandırıldığı yönünde düşüncelere sevk etmiş. Toplumsal dışlanma, engelliliğine
neden olan faktörden daha çok acı vermiş bireye.
Bugün dahi engellilerin en büyük sorunlarının
başında toplumsal dışlanma geliyor. Kişiler sık sık
dile getirdikleri ve çeşitli platformlarda hararetle
72
TARİH SAHNESİ
savundukları “insan hakları” kavramının yalnızca kendi hak ve özgürlüklerini değil, tüm insanları kapsadığını unutuyor. Bir toplum
ne kadar çağdaş olursa olsun, gelişmişlik düzeyi engelli bireylerine
verdiği değerle ölçülüyor.
Engelliliğin insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahip olmasına
karşılık, Batılı kaynaklara istinaden bu konuyla ilgili ilk çalışmaların
18. yüzyılda başladığı görülüyor. Valentin Haüy’ün Paris’te dünyanın ilk körler okulunu kurması, engellilere yönelik çalışmaların
ilklerinden kabul ediliyor. 1784 yılında kurulan okul, yalnızca kör
çocuklara hizmet vermişti. Engellileri topluma kazandırmak, kendilerini yetersiz görmelerinin önüne geçmek, toplumu engelliler
konusunda bilinçlendirmek gibi yasal düzenlemeleri yerine getiren
kanun ve sözleşmelerin ilklerinden biri ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından uygulamaya konuldu. ABD, 1798 yılında
Askerî Özürlüler Kanunu’nu çıkardı. Ayrıca 1776 yılında yayımlanan
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde, yalnızca din, dil ve ırk farkı
olanları değil, hiç şüphesiz engellileri de kapsayan “Bütün insanlar
eşit yaratılmışlardır” ifadesi yer alıyor. Bazı kaynaklar, engellilerle
ilgili yasal düzenlemelerin tarihçesinden söz ederken bu bildirgenin
de adını geçiriyor.
1821 yılı görme engelliler için büyük bir buluşa sahne oldu. Görme
engelli Fransız mucit Louis Braille, kabartılmış noktalardan oluşan
bir yazı sistemi geliştirerek körlerin de okumasına imkan verdi.
Onun bulduğu Braille Alfabesi bugün dünyanın her yerinde görme
engelliler tarafından kullanılıyor.
1960 yılında yalnızca omurilik yaralanması geçirenlerin katıldığı
bir spor organizasyonu düzenlendi. Roma’nın ev sahipliği yaptığı
Paralimpik Oyunları, günümüzde farklı engelleri bulunan sporcuların atıcılık, buz hokeyi, eskrim, atletizm, basketbol, yüzme,
futbol, voleybol gibi dallarda yarıştığı büyük çaplı ve uluslararası
bir organizasyon haline geldi.
1980’ler engellilerle ilgili farkındalığın büyük bir artış gösterdiği
yıllardır. Pek çok ülke engelli haklarını kanunla düzenledi, çeşitli
derneklerin kurulmasına önayak oldu. Birleşmiş Milletler’in 1992
yılında aldığı bir kararla 3 Aralık’ı Uluslararası Engelliler Günü ilan
etmesi, konuyu uluslararası boyuta taşımış ve dünya genelinde
farkındalığı artırmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu
ise 5 Mart 1993 tarihli ve 1993/29 sayılı bildirisiyle bu günün “Engellilerin topluma kazandırılması ve insan haklarının tam ve eşit
ölçüde sağlanması” amacıyla üye ülkelerce tanınmasını istemiştir.
Birleşmiş Milletler ayrıca Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’yi
13 Aralık 2006 tarihindeki Genel Kurul’da oylamasız kabul etmiş,
Sözleşme 3 Mayıs 2008’de yürürlüğe girmiştir. TBMM ise 3 Aralık
2008 tarihinde 5825 sayılı kanunla Sözleşme’nin onaylanmasını
uygun bulmuştur. Ayrımcılık Yapılmaması ve Eşitlik; Engelli Kadın-
lar; Engelli Çocuklar; Yasa Önünde Eşit Tanınma; Sömürü, Şiddet
veya İstismara Maruz Kalmama; Bağımsız Yaşayabilme ve Topluma
Dahil Olma; Çalışma ve İstihdam gibi başlıklar içeren Sözleşme 50
maddeden oluşmaktadır.
Engellilik durumu ve yaşlılık
WHO’nun yayımladığı Dünya Engellilik Raporu’nda dünyadaki
engelli bireylerin sayısının artacağı ifade ediliyor. Çünkü dünya
nüfusu yaşlanıyor; yaşlılık ise engelli hale gelme riskini yükseltiyor. Ayrıca diyabet, kalp ve damar hastalıkları gibi kronik sağlık
sorunları ile kalça kırığı ve iskelet kası yaralanmaları yaş ilerledikçe daha büyük bir risk teşkil ediyor. Dünya Sağlık Araştırması
istatistikleri ise söz konusu raporu destekleyici bir sonuç ortaya
koyuyor: Yoksul insanlarda, kadınlarda ve yaşlılarda engellilik
daha fazla görülüyor.
Yaşlılık belki engellilik riskini artırıcı bir faktör; ancak ilerlemiş
yaşın diğer yaş gruplarından pek çok avantajı bulunuyor. Tecrübe,
olgunluk, doğru karar verme ve daha az hata yapma gibi durumlar ancak yaşlılıkta mümkün oluyor. Emekli Korgeneral ve İçişleri
eski Bakanı Selahattin Çetiner yaşlı veya genç tüm bireylerin
uygulaması gereken tavsiyelerini şöyle sıralıyor:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Sizi üzecek, kızdıracak konuşmaları, tartışmaları ve haberleri
dinlemeyiniz, önemsemeyiniz
Yaşadığınız sıkıntıları, başarısızlıkları ve acıları hatırlamayınız
Gerekmedikçe başkalarının işlerine, inançlarına, düşüncelerine, kıyafetlerine ve yaşam tarzlarına karışmayınız
Tartışmayınız, sataşmayınız, olumlu ve merhametli olunuz
Lüzumsuz yere eleştirmeyiniz, kötümsemeyiniz, kınamayınız, çekiştirmeyiniz ve sabırlı olunuz
Üzülmeyiniz, endişelenmeyiniz, heyecanlanmayınız, sakin ve
neşeli olunuz
Eve kapanıp kalmayınız, arkadaşlarınızdan ve çevrenizden
kopmayınız, hobilerinizi, bedenî ve zihnî faaliyetlerinizi sürdürünüz
Yaşamdan zevk alınız, karamsar, kötümser olmayınız, kendinize güveniniz, hoşgörülü ve güler yüzlü olunuz
Sağlığınızın, mutluluğunuzun ve huzurunuzun bozulmaması
için gereken tedbirleri alınız
Periyodik doktor kontrollerini ihmal etmeyiniz
Yaşınıza ve sağlığınıza uygun sporları, egzersizleri düzenli
olarak yapmaya çalışınız
Evhama kapılmayınız, moralinizi bozmayınız; ümidinizi, inancınızı ve cesaretinizi yitirmeyiniz; iyimser olunuz ve halinize
şükrediniz.
73
TÜRKIYE-KOSOVA PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI
ZEYID ASLAN:
KOSOVA ILE HER ALANDAKI IŞBIRLIĞIMIZ
VE ILIŞKILERIMIZ PARLAMENTOLARARASI
TEMASLARLA DAHA DA PEKIŞMEKTEDIR
SÖYLEŞİ: ELİF ERDEM
AK PARTI TOKAT MILLETVEKILI ZEYID ASLAN, 6 MART 2016 TARIHINDEN
BU YANA TÜRKIYE-KOSOVA PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU
BAŞKANLIĞI’NI YÜRÜTÜYOR. ASLAN ILE TÜRKIYE-KOSOVA ILIŞKILERI VE
DOSTLUK GRUBU’NUN ÇALIŞMALARI ÜZERINE KONUŞTUK.
74
DOSTLUK GRUPLARI
Türkiye-Kosova Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu? Siz hangi
tarihte başkanlık görevini üstlendiniz?
aldığı beraberindeki heyeti TBMM’de ağırladık. 15 Temmuz hain darbe girişiminin
Parlamentolararası dostluk grupları 8 Mart
1990 tarih ve 3620 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun hükümleri gereğince ve Dışişleri Bakanlığı’nın da uygun
görüşüyle oluşturulmuştur. 26. Dönem
Türkiye-Kosova Parlamentolararası Dostluk Grubu 6 Mart 2016 tarihinde kuruldu.
Başkanlık görevimiz de bu tarihte başladı.
gerçekleştirdik. Kosova Temsilciler Meclisi Avrupa Entegrasyonu Komitesi Baş-
Kosova Meclisi’nde Türkiye Dostluk Grubu bulunuyor mu? Karşılıklı ziyaretler
gerçekleştiriyor musunuz?
Kosova Meclisi’nde de Türkiye Dostluk
Grubu bulunuyor. İkili düzeyde sıcak diyaloglarımız söz konusu. Karşılıklı ziyaretlerimiz devam ediyor. Mart 2016 içinde
Keçiören Belediyesi işbirliği ile Kosova’da
güzel bir program gerçekleştirdik. Program çerçevesinde Priştine Büyükelçimiz
Sayın Kıvılcım Kılıç, Mamuşa Belediye
Başkanı Sayın Arif Bütüç, Türk kökenli Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Sayın Mahir
Yağcılar ve Kosova İslam Birliği Başkanı
ve Kosova Müftüsü Sayın Naim Tırvana’yı
makamlarında ziyaret ettik. Gerçekleştirdiğimiz tüm ziyaretlerin ikili diyaloglarımızın gelişmesi adına yadsınamaz bir
katkısı olmuştur. Program çerçevesinde
Çanakkale Şehitler Anıtı’nın açılışını gerçekleştirdik ve Prizren’de bulunan Türk
Askerî Birliği’ne uğradık.
11 Nisan 2016 tarihinde çeşitli programlar çerçevesinde Ankara’ya gelen Kosova
Parlamentosu Sağlık Komisyonu heyetini
TBMM’de ağırladık. 5 Nisan 2016 tarihinde
Kosova’dan ziyaretimize gelen 40 kişilik
bir öğrenci grubu ile hasbihal ettik ve onlara TBMM kampüsünü gezdirdik. 3 Kasım
2016 tarihinde Kosova Kültür, Gençlik ve
Spor Bakan Yardımcısı Sayın Rexhep Hoti
ve Kosova Devlet Televizyonu’nun da yer
yüce Meclisimize vermiş olduğu zararı yerinde ve bizzat görmüş oldular. Yemek
programı kapsamında da ikili ilişkiler ve diyalog noktasında verimli bir görüşme
kanı Sayın Njomza Emini ve heyetini 9 Kasım 2016 günü yine TBMM’de ağırladık.
Misafirlerimize FETÖ’nün hain darbe girişimini, Meclis’te bıraktığı izleri, FETÖ
mensuplarının faaliyet gösterdiği ülkelerdeki yapılanmalarını ve nasıl bir tehdit
ile karşı karşıya olduklarını detaylı bir şekilde aktardık.
Kosova ile her alandaki işbirliğimiz ve ilişkilerimiz parlamentolararası temaslarla daha da pekişmektedir. Dostluk gruplarının ve Meclis komisyonlarının karşılıklı
ziyaretlerinin önümüzdeki dönemde de devam etmesini arzu ediyorum.
Dostluk Grubu olarak yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz? Dostluk
grupları iki ülke ilişkilerine ne yönde katkı sağlıyor?
Ortak tarih, kültür ve dostluk gibi temellere dayanan mükemmel ilişkilerimiz, beşerî
bağlarımızla daha da derinleşmektedir. Türkiye Kosova’yı tanıyan ilk ülkelerdendir. Bu,
dost ve kardeş ülkeye verdiğimiz koşulsuz desteğin en açık tezahürüdür. Kosova’nın
bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve egemenliği bizim için tartışılmaz bir konudur. Bu
çerçevede devam eden ilişkilere katkı noktasında elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.
İkili düzeyde yaptığımız görüşmelerde, özel sektör yatırımları ve bunların önündeki
engelleri nasıl aşabileceğimize dair istişareler gerçekleştiriyoruz. Türkiye için Kosova
önemli bir stratejik ortaktır. Parlamentolar arasında birçok uluslararası anlaşma kabul
edilmiştir. Bu anlaşmalar siyaset, ekonomi, güvenlik, eğitim, sağlık, kültür gibi geniş
alanlara yayılmıştır.
75
gruplarından ithalat yapmaktadır. Türk şirketleri
Kosova’daki büyük kamu projelerinden bazılarını
yapmaya hak kazanmıştır. Örneğin, Limak Holding
Priştina Uluslararası Havaalanı’nın sorumluluğunu
ve elektrik dağıtımını üstlenmiş, Amerikan şirketi
Bechtel ile konsorsiyumu olan Türk şirketi Enka,
Kosova’da otoyol çalışmalarını bitirmiştir. Bugüne
kadar Türk müteahhitlik firmalarınca üstlenilen
projelerin toplam değeri ise yaklaşık 1 milyar avrodur. İkili ticaret hacmimiz 2015 yılında yaklaşık 249
milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca Ziraat
Bankası 2015 yılında Priştine’de şube açmıştır.
Köklü ve ortak tarihimizin olduğu, kültürel ve insani
bağlarımızın bulunduğu Kosova’ya her zaman, her
alanda tam destek verdik. Bu samimi ve kararlı
desteğimiz bundan böyle de devam edecektir. Son
olarak Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından bugüne kadar tamamlanan
yaklaşık 600 projeyle Kosova’ya 100 milyon doların
üzerinde kalkınma yardımı sağlanmış olmasından
da büyük mutluluk ve gurur duyuyoruz.
Dostluk Grubu olarak bundan sonrasına ilişkin ne
tür çalışmalar planlıyorsunuz?
Türkiye ile Kosova arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve alanlarda
yürütülüyor? Kosova 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan ettikten sonra Türkiye 18
Şubat 2008’de Kosova Cumhuriyeti’ni resmî olarak tanımıştır. Ayrıca Türkiye,
Kosova’da başkonsolosluk açan ilk ülkedir. Ülkemiz, Kosova’nın istikrarına,
toprak bütünlüğüne, kalkınmasına, Avrupa ve Avrupa-Atlantik yapılarıyla
bütünleşmesine, ayrıca bölgesinde dostane ve yapıcı komşuluk ilişkileri tesis
etmesine önem atfetmektedir. Bu nedenle ilişkiler başta siyaset, ticaret, kültür, eğitim olmak üzere tüm alanlarda devam etmektedir. Yaklaşık 500 Türk
şirketi Kosova’da faaliyet göstermekte olup, bu ülkedeki toplam Türk yatırımları 340 milyon avro değerindedir. Türkiye 2012 ve 2013 yılında Kosova’ya en
fazla doğrudan yatırım yapan ülkedir. 2007-2013 yılları arasında ise toplamda
Almanya ve İngiltere’den sonra üçüncü sıradadır. Kosova’da özellikle müteahhitlik, madencilik, bankacılık gibi alanlarda yatırım olanakları mevcuttur.
Özellikle genç nüfusa istihdam yaratan özel sektörümüzün çalışmaları bizim
için mutluluk vericidir.
Türkiye’nin Kosova’dan ithalatında başlıca ürün gruplarını; tekstil elyafı
ve ürünleri, metal cevherleri ve hurdaları, kauçuk ve kauçuktan mamul eşya
ile ham deri oluşturmaktadır. Kosova ise Türkiye’den başta tekstil ve gıda
ürünleri olmak üzere metal ürünleri, makine ve cihazlar, kağıt ve plastik
76
DOSTLUK GRUPLARI
Kosova ile ikili düzeyde ilişkiler en üst seviyede devam etmektedir. Kosova ve Balkanlar gönül ve tarih
bağlarımızın en yüksek olduğu bir coğrafyadır. Türkiye
Cumhuriyeti de bu anlamda Kosova’ya ayrı bir önem
atfetmektedir. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler,
üniversitelerimiz ve devletimiz ile hep beraber gönül
coğrafyamızda özel bir yeri olan bu topraklarla her
daim sıcak ilişkiler kurmaya devam edeceğiz. Ülkelerarası ilişkilerin geliştirilmesi çerçevesinde yapılan ve
yapılacak olan anlaşmaların her zaman takipçisi olduk
ve olmaya devam edeceğiz. Dostluk Grubu olarak, ikili
ilişkilerimizin geliştirilmesi adına üzerimize düşen lobi
faaliyetlerini yapmayı sürdüreceğiz. Türk firmalarının Kosova’da gerçekleştireceği her türlü yatırımda
onların yanında olacağız ve elimizden gelen desteği
vereceğiz. Kosova’daki Türk toplumu ve ülkemizde
yaşayan çok sayıda Kosova kökenli vatandaşımız, ülkelerimiz arasında insani bir köprüdür. Bundan sonrası
için de mevcut olan ilişkileri en ileri düzeye taşımayı
kendimize dert edindik ve elimizdeki tüm imkanları bu
doğrultuda kullanacağız.
HER YERE
ZAMANINDA
444
1 788
www.ptt.gov.tr
/PTTKurumsal
/Ptt.Kurumsal
/pttkurumsal
77
ÖNYARGILARIN KARANLIĞINA KARŞI
İRFANIN AYDINLIĞI
CEMİL MERİÇ
78
ÖĞRENMEK SÖZ KONUSU OLUNCA HIÇBIR SINIR TANIMAYAN,
DÜNYANIN BILGISINI EDINMEK UĞRUNA OKUMAKTAN
GÖZLERINI KAYBEDECEK KADAR BILGI ÂŞIĞI BIR DÜŞÜNCE
ADAMIDIR CEMIL MERIÇ. HIÇBIR HAZIR YARGIYI DAYANAK
NOKTASI YAPMAYIP TÜM KAVRAMLARI DERINLEMESINE
INCELEMESI, TÜRKIYE’YI MERKEZE ALAN DÜŞÜNCE SISTEMI VE
ORTAYA KOYDUĞU ÖZGÜN ÇÖZÜM ÖNERILERIYLE 20. YÜZYILIN
MÜSTESNA ISIMLERINDEN BIRIDIR.
ENVER UYGUN
2
0. yüzyılın ilk yılları Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinden sonra
yayılmaya başladığı Balkan coğrafyasının kana bulandığı yıllardır.
Tarih 1912’yi gösterdiğindeyse on yıldır birer birer bağımsızlıklarını
kazanan Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında I. Balkan
Savaşı patlak verir. Cemil Meriç’in ailesi, bu savaş sonunda
Balkanlar’da azınlıkta kalan ve Türk yönetiminden çıkan ailelerin
çoğu gibi Osmanlı topraklarına göç eder. Cemil Meriç 12 Aralık 1916’da
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dünyaya gelir.
Cemil Meriç doğduğunda Osmanlı yönetiminde
olan Hatay, I. Dünya Savaşı sonunda Fransızlar tarafından işgal edilir. Meriç’in çocukluğu ve ilk gençliği,
kalıcı olmayacağı belli olan ama üst yapı kurumlarını
elinde bulunduran Fransızlar ile yerli halkı oluşturan
Arap ve Türklerin içinde geçer. Meriç böylece ileride
çalışmalarının ana damarını oluşturacak Doğu-Batı
sorununu, hayatının ilk yıllarında yakından tanımış
olur.
Hatay Sancağı’nda ilkokula başlayan Cemil Meriç, üçüncü sınıftan itibaren zorunlu olan Fransızca
derslerindeki başarısıyla dikkat çeker. Lise hayatında da çalışkanlığıyla takdir toplayan Meriç, ileri
derecedeki göz bozukluğu yüzünden bazı derslerini
veremez ancak okulu henüz bitirmeden Hatay’da çıkan bir yerel
gazetede ilk yazısı yayımlanır.
Hatay artık dar gelmektedir genç Cemil Meriç’e. İlerlettiği Fransızcası sayesinde Batı edebiyatının temel eserlerini okur. Victor Hugo
ve Honore de Balzac’tan etkilenir. Bir yandan çocukluğundan beri
gördüğü silahlı ve işgalci Fransızlar, öte yandan Hugo ve Balzac’ı
yetiştiren Fransa Cemil Meriç’i “Avrupa” kavramı üzerine düşünmeye zorlar. Hugo’ya o coşkulu özgürlük dizelerini, Balzac’a güzellik
kavramını yeniden tarif ettiren romanları yazdıran bir kültürün nasıl
olup da sömürgeciliğe bulaştığı aklını iyiden iyiye karıştırır.
Cemil Meriç İstanbul’da Pertevniyal Lisesi’nin son sınıfına
kaydolur. Burada Reşat Ekrem Koçu ve Nurullah
Ataç’ın öğrencisi olur. İstanbul’un kültür-sanat
ortamlarına girmeye çabalar imkanları çerçevesinde. Bu girişimlerinin sonucunda Nazım Hikmet’le
tanışır. Daha sonra günlüğünde, “Kalabalıkların
uğultusunu duymuş, adeta tarihin sesini, tarihin
nabız atışlarını dinlemiş adamdı” diye bahsedeceği Nazım’ın isteğiyle Fransızcadan Troçki
çevirisi yapar. Medeni dünyayı daha yakından
tanıma isteğinin sonucu olarak, Batı düşüncesinin
doğuşundan 20. yüzyıla gelişini kapsamlı bir şekilde
öğrenebileceğine inandığı felsefe bölümüne girer
İstanbul Üniversitesi’nde. Çeşitli nedenlerle buradaki öğrenimini tamamlayamadan Hatay’a döner.
Nahiye müdürlüğü, belediye sekreterliği ve köy
öğretmenliği yapar. Okumaya hiç ara vermez bu süreçte.
1939 yılının Nisan ayında ne olduğunu anlamadan tutuklanır.
Marksist olmak ve Hatay hükümetini yıkmaya teşebbüs etmek suçlarından idam istemiyle yargılanır. 1940 yılında tekrar
79
CEMIL MERIÇ, 1964 YILINDA İSTANBUL ÜNIVERSITESI SOSYOLOJI
BÖLÜMÜ’NDE DERS VERMEYE BAŞLAR. BU DERSLER, BELLI BIR
MÜFREDATIN BIR GÖREVLI TARAFINDAN TEKRARI ŞEKLINE HIÇBIR
ZAMAN GIRMEZ. DÜNYADA EŞINE AZ RASTLANIR BIR AÇIK ZIHNIN
SESLI DÜŞÜNMESI NITELIĞINDE GEÇER DERSLERI.
İstanbul’a gider. Yarım kalan yükseköğrenimini Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamlar. Elazığ Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak
atanır. Görevine başlamadan önce tarih ve coğrafya öğretmeni olan
Fevziye Menteşoğlu’yla evlenir. Fevziye Hanım eşiyle birlikte Elazığ’a
gider. Fakat eş durumundan tayini bir türlü Elazığ’a çıkmaz. Öte yandan
kentin soğuğuna alışamayan Fevziye Hanım burada sık sık hastalanır
ve iki kez de düşük yapar. Maddi sıkıntılar içinde geçen Elazığ günlerinin
Cemil Meriç için belki de tek güzel yanı, ilk çeviri kitabının yayımlanması
olur. Balzac’tan çevirdiği Altın Gözlü Kız, Meriç’in 74 sayfalık bir Balzac
incelemesi olan önsözüyle birlikte basılır.
80
Öğretmenlikten istifa edip İstanbul’a yerleşir Meriç ailesi.
Cemil Meriç, 1946’da iki çocuklu bir aile babası ve üç Balzac
kitabının çevirmeni olarak İstanbul Üniversitesi’nde Fransızca okutmanlığına başlar. Batı kültürünün köklerine indikçe,
burada eksik olan bir şeylerin mutlaka başka bir yerlerde
bulunduğuna inanır. Doğu’yla ilgili araştırmalarını İslamiyet
sonrasıyla sınırlı tutmaz. Antik Hint uygarlığını incelemeye
koyulur. 18. yüzyılın ardından boşluğa düşen Avrupa aydınının
Hint macerasını iyice içine sindirdikten sonra, bu kez de Batılı
olmayan biri tarafından incelenmesi gerektiğini düşünür Hint
dünyasının. Dünya uygarlıklarının ortak bir atadan türediğini
temel varsayım olarak kabul eder Cemil Meriç. Uzun süren
istila ve savaş dönemlerinden sonra “hümanizm”e yönelen
Batı uygarlığı için şu tespiti yapar: “Aynı ülkede doğmuş, aynı
ninnilerle büyümüş, aynı tanrılara inanmışlardı. Biri Doğu’da
kaldı, öteki Batı’ya göçtü. İki bin yıl birbirlerinden habersiz yaşadılar. Kardeş olduklarını unutmuşlardı. Gururun ördüğü duvarlar vardı aralarında. Yüzyıllar yüzyılları kovaladı. Şehzadeler
ihtiyarladılar. Batı illerinde saltanat süren hükümdar, Doğu’da
kalan ağabeyini hatırladı. Az gitti, uz gitti… Dağlar, deryalar
aştı… Ve Avrupa ile Asya iki bin yıl sonra Himalaya eteklerinde
kucaklaştılar. Batılı hükümdar ülkesine döndü. Bu defa heybesinde kanlı kelleler değil, ışıklı kitaplar vardı.”
Cemil Meriç, 1951 yılında İstanbul Üniversitesi’nde felsefe
doktorasına başlar. Ancak felsefe lisans eğitimi gibi, doktorasını da tamamlayamayacaktır. 1954, Cemil Meriç’in dünyasının giderek azalan ışığının tamamen söndüğü yıldır. Görme
yetisini bütünüyle kaybeder. Henüz 38 yaşındadır ve okumak
istediği kitapların yanında okuduğu kitapların denizde damla
oranında kaldığını düşünür. Okumaya, yazmaya ve çevirmeye
öğrencilerinin yardımıyla devam eden Cemil Meriç, 1964 yılında Fransızca okutmanlığını bırakarak, İstanbul Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü’nde ders vermeye başlar. Bu dersler, belli bir
müfredatın bir görevli tarafından tekrarı şekline hiçbir zaman
girmez. Dünyada eşine az rastlanır bir açık zihnin sesli düşünmesi niteliğinde geçer dersleri.
CEMIL MERIÇ’IN ESERLERINDE ÖNE ÇIKAN BIR ÖZELLIĞI,
TOPLUMA VE TOPLUMSAL OLAYLARA EDEBIYAT ÜZERINDEN
YAKLAŞMASIDIR. AKADEMIK ÇEVRELERDE 20. YÜZYILIN
SONLARINA DOĞRU YAYGINLAŞAN BU YÖNTEMIN ÖNEMI
GÜNÜMÜZDE DAHA IYI ANLAŞILMAKTADIR.
Cemil Meriç, ele aldığı konuları araştırırken çok sıkı bir sosyal bilim
disiplinine sahiptir. Özellikle “aydın”, “ideoloji”, “sınıf”, “ihtilal”
kavramlarını incelerken izlediği yöntem dikkate değerdir. Yazılmış
hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan bir literatür taramasından sonra, okuduklarının ortak yönleriyle birbirine uymayan noktalarını
saptar. Ortaklıkların ve ayrılıkların kaynağına dikkatlice eğilir. İlk
bakışta ayrılık gibi görülenlerin belli noktalarda ortaklık gösterebileceği düşüncesinden vazgeçmez. Kendisinden önce kaleme
alınanların yazıldıkları çağa ve coğrafyaya özellikle dikkat eder.
Bütün bunlardan sonra kendi coğrafyasına hitaben, kendi çağında
yazdığının altını çizerek görüşünü ortaya koyar. Bu titiz çalışma
yönteminin en güzel örneği Mağaradakiler adlı kitabıdır. Meriç,
Mağaradakiler’de aydın kavramına eğilir. Kendisine aydın diyen
birçok kişinin bir cümlede tanımlayıverdiği aydının kim olduğunu
ortaya koyabilmek için kocaman bir kitap yazar.
Cemil Meriç’in eserlerinde öne çıkan bir özelliği, topluma ve
toplumsal olaylara edebiyat üzerinden yaklaşmasıdır. Akademik
çevrelerde 20. yüzyılın sonlarına doğru yaygınlaşan bu yöntemin
önemi günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Meriç, bir toplumun
gelişme veya geri kalma nedenlerinin bilim tarafından ne kadar
incelenirse incelensin, bir edebiyat eserinin satırları arasında olduğu kadar açıklığa kavuşturulamayacağını savunur. Örneğin 1917
Sovyet Devrimi’ni ve Rus modernleşmesini hazırlayan ekonomik
ve siyasi gelişmeleri tahlil edebilmek için Dostoyevski’yi merkeze
alır. Batı’yla temas halinde olduğu halde tarih ve kültür bakımından
Batılı olmayan bir kalkınma modeli deneyen Rusya’yı önemseyen
sayılı aydından Meriç, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bocalayan
kültür ve siyaset hayatına orijinal görüşleriyle büyük katkı sunar.
Ön kabullerden uzak, olayları nedenleri ve sonuçlarıyla bütün halinde incelemesi sonucu ulaştığı bilgileri binlerce sayfaya döker.
Ülkemizin Doğulu veya Batılı bir kültür çevresini seçmesi gerektiğinin tartışıldığı yıllarda Cemil Meriç, soruna başka bir açıdan
yaklaşarak “kültür” kavramı yerine “irfan”dan hareket etmek
gerektiğini dile getirir: “Kültür, Batı’nın düşünce sefaletini belgeleyen kelimelerden biri: kaypak, karanlık, samimiyetsiz. Tarımdan
idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen
düzinelerce mânâ. Kelime değil, bukalemun. İrfan, düşüncenin
bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kendini tanımakla
başlar. Kendini tanımak, önyargıların köleliğinden kurtulmaktır,
önyargıların ve yalanların. Kültür, irfana göre, katı, fakir ve tek
boyutlu. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü. Batı, kültürün
vatanıdır. Doğu, irfanın.”
Cemil Meriç, kültür sözcüğünün anlam çerçevesini bilmeden,
yalnızca son birkaç yüzyılda Avrupa’nın izlediği gelişme çizgisine
özenip Batı dünyasının öne çıkardığı bir kavramın peşine takılan
aydınların aksine, yeni bir düşünme biçimi önerir. Kalıplaşmış
yargılarla hareket etmediği için sağcı veya solcu olarak sınıflandırılamayan, bu yüzden yaşadığı dönem boyunca kendisine mesafeli
durulan Cemil Meriç 1987 yılında hayata veda eder.
81
İSTANBUL’DAN
NATOPA GEÇTİ
ERBAY KÜCET
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi geçtiğimiz ay NATO Parlamenter
Asamblesi (NATOPA) 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’na ev
sahipliği yaptı. İstanbul’da düzenlenen toplantıya ilişkin izlenim
ve değerlendirmelerimizi paylaşmadan önce NATOPA ile ilgili bilgi
82
aktaralım: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) üye
ülkelerden 158 parlamenter 1955 yılında Paris’te toplanarak
NATO Parlamenter Konferansı’nı kurmuştur. Sonrasında ismi
Kuzey Atlantik Asamblesi, ardından da NATO Parlamenter
Asamblesi olan bu uluslararası komisyonda, 28 NATO üyesi
ülkeden 257 parlamenter, 14 ortak ülkeden 66 parlamenter
ve Avrupa Parlamentosu’ndan temsilciler yer almaktadır.
NATO Parlamenter Asamblesi’nin yönetiminde bir başkan,
dört başkan yardımcısı, sayman ve üye ülkelerin delegasyon
başkanlarından oluşan Daimi Komite bulunmaktadır. NATOPA
Genel Kurulu yılda iki kez NATO’ya üye ve ortak üye ülkelerin ev
sahipliğinde toplanır. Komite toplantılarında raporlar ve karar
tasarıları ele alınır. Genel Kurullarda oylanarak kabul edilen metinler, Asamble’nin resmî görüşü olarak açıklanıp üye ve ortak
üye ülkelerin Parlamento Başkanları, Dışişleri ve Millî Savunma
Bakanlarına gönderilir.
NATO PARLAMENTER ASAMBLESI 62. YILLIK GENEL KURUL
TOPLANTISI’NDA CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN,
NATO GENEL SEKRETERI JENS STOLTENBERG VE NATOPA BAŞKANI
MICHAEL TURNER BIRER KONUŞMA YAPTI.
Hatırlatma babında yaptığım bu kısa açıklamadan sonra 18-21 Kasım 2016
tarihleri arasında düzenlenen NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’ndan söz
etmek istiyorum. NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı Rize Milletvekili Osman Aşkın Bak’ın gayretleriyle Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen
toplantı öncesinde yapılacak çalışmaları koordine etmek üzere İstanbul’daydım. Bu
görevim dolayısıyla çalışmaları yakından takip ettiğim günlerde, işlerini tecrübeleri
sayesinde aksatmadan sürdüren TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı’ndan
Başkan Yardımcısı Tolga Şakir Atik ve uzman ekibi yanı başımdaydı.
Titizlikle gerçekleştirilen hazırlıkların ardından Genel Kurul Toplantısı başladı. Bu çerçevede TBMM Başkanvekili Ahmet Aydın ve TBMM Genel Sekreteri
Mehmet Ali Kumbuzoğlu’nun da katıldığı ikili görüşmelerde 15 Temmuz 2016
tarihindeki darbe kalkışması anlatıldı. Özellikle Ukrayna Parlamentosu Başkanı
Andrey Parubiy ile Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirilen görüşmede heyete
net bilgiler verilirken Kırım Tatarlarının manevi lideri ve Ukrayna Parlamentosu
Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’yla da bir araya gelindi. Türkiye ile
Ukrayna arasındaki ilişkilerin ele alındığı ve basına kapalı gerçekleşen yaklaşık
bir buçuk saatlik görüşmenin ardından misafirlere yemek ikramında bulunuldu
ve Dolmabahçe Sarayı gezisi yaptırıldı.
NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı için İstanbul’da yoğun güvenlik
tedbirleri alındı. Ekonomi ve Güvenlik Komitesi, Siyasi Komite, Savunma ve Güvenlik Komitesi, Bilim ve Teknoloji Komitesi, Güvenliğin Sivil Boyutu Komitesi
gibi çeşitli komite toplantılarının yapıldığı Genel Kurul’da Başbakan Yardımcısı
Mehmet Şimşek, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ,
Millî Savunma Bakanı Fikri Işık, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü ve
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar gündeme dair bilgiler aktardıkları
konuşmalar gerçekleştirdi.
Gündemle ilgili önemli değerlendirmeler
NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve NATOPA Başkanı Michael
Turner da birer konuşma yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kapanış oturumunda,
toplantının tüm insanlık için barış, huzur ve işbirliğine vesile olmasını temenni
etti. Dünyanın küresel boyutta yepyeni sınamalar ve tehditlerle karşı karşıya
bulunduğunu, terör ve iklim değişikliğinin bu tehditlerin başında geldiğini ifade
eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığına da değinerek bu konuların belirli ülkelerin sınırlarını aşan bir niteliğe
büründüğüne dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, tehditlerin küreselleştiği,
güç dengelerinin değiştiği böyle bir dönemde
mevcut kurumların kendilerini gözden geçirmelerinin şart olduğunu da ifade etti. Dünyanın
dikkatinin Türkiye’nin çevresinde vuku bulan
gelişmelere odaklandığı bir zamanda NATOPA
Genel Kurulu’nun İstanbul’da yapılmasının başlı
başına bir mesaj olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye, NATO’nun gündeminde
de üst sıralarda yer alan bu buhranlarla baş etmeyi günlük hayatının parçası haline getirmek
zorunda kalan bir ülkedir. Bu toplantıyı dünyanın
gündemini adeta bloke eden krizlere kayıtsız
kalınmadığının bir işareti haline dönüştürmeliyiz” dedi.
Türkiye’nin 1952 yılından beri üyesi olduğu
NATO’nun uluslararası güvenlik ve istikrara
önemli katkılarda bulunduğunu İstanbul’daki
toplantıda bir kez daha müşahede ettik. Bu arada unutmadan belirtelim: CHP Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar NATOPA Sosyalist Grup
üyelerince oybirliğiyle aday gösterildiği NATO
Parlamenter Asamblesi Başkan Yardımcılığı’na
seçildi.
83
SAFFET SANCAKLI:
BINICILIK MUHTEŞEM BIR SPOR; INSANI HEM FIZIKSEL
HEM RUHSAL OLARAK RAHATLATIYOR
SÖYLEŞİ: SENA KILIÇ - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ
MHP KOCAELI MILLETVEKILI SAFFET SANCAKLI, PROFESYONEL
FUTBOL YAŞAMININ ARDINDAN HOBI OLARAK BAŞLADIĞI BINICILIKTE
ÖNEMLI BAŞARILARA IMZA ATTI. AT BINMENIN KENDISI IÇIN TERAPI
NITELIĞI TAŞIDIĞINI BELIRTEN SANCAKLI, “BINICILIK TEPEDEN
TIRNAĞA VÜCUDUNUZDAKI TÜM ADALELERI ÇALIŞTIRIYOR. RUHSAL
OLARAK DA INANILMAZ RAHATLIK SAĞLIYOR” DIYOR.
84
SIYASET VE SANAT
Binicilik sporuna ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Çocukluğum köy or tamında geçti. At
binmeyi de köyde öğrendim. Binicilikle
ilgili hiçbir eğitim almadım. Hem kızım
hem oğlum lisanslı binici. Kızım aynı zamanda lisanslı kayakçı. Oğlum ise önce
Galatasaray’ın altyapısında basketbol oynadı, sonra yakın dövüş sporlarına yöneldi.
Her ikisini de çocuk yaşlarından itibaren
“Hangi sporu yapacaksanız yapın, yeter
ki spor yapın” diyerek yönlendirdim. Bizim
evde spor normal bir etkinliktir. Eşim de
spor yapar. Hatta ev halkı birbirini sporla
ilgilenmesi konusunda uyarır. Yaklaşık
on yıl önce çocuklarım binicilik kulübüne
gidiyordu. Bir gün onları seyrederken
antrenörleri “Saffet Bey sizi de ata bindirelim” dedi. Bu teklif üzerine at bindim
ve çok hoşuma gitti. O günden sonra
binicilikle yakından ilgilenmeye başladım.
Özgürlüğü severim. Bindiğim at endurans
denilen arazi yarışına uygun bir attı. Atı
alıp araziye çıkıyordum. Manej dediğimiz
eğitim alanı yerine arazide at binmekten
zevk alıyordum.
Yarışta ikinci oldum. Her iki yarışmada başarı elde edince ben de heveslendim.
Yarışmalar birkaç ayda bir yapılıyordu. O arada at binmeye devam ediyordum.
50 kilometre yarışmasında Türkiye birincisi oldum. İkinciye 1 saat 35 dakika fark
atarak zaman rekoru kırdım.
Bir süre sonra Millî Takım Balkan Şampiyonası’na gidecekti. Türkiye’nin en iyi on
binicisini yarışmaya davet ettiler. 60 kilometre yarışması vardı. Ancak katılmak
için gerekli puanım kıl payı yetmiyordu. Yarışmalara basının ilgi göstermesini
sağlamak için ek kontenjanla beni de o yarışmaya aldılar. Temmuz ayıydı ve hava
çok sıcaktı. Yarış 8 saat 15 dakika sürdü. 50’nci kilometreye geldiğimizde bir kısım
atlar ve bazı biniciler dayanamayıp elendi. Son 10 kilometreden itibaren yarışı tek
başıma tamamladım. Yarışmaya katılan on kişiden üçü Millî Takım’a çağrılacaktı.
Birinci olarak beni ve son elenen iki kişiyi çağırdılar. Tabii basın mensupları gelip
çekim yapınca basının gündemine taşındı ve herkes duydu. Yoksa tamamen hobi
amaçlı at biniyordum. 60 kilometre yarışmasına katılırken de amacım yarışı bitirebilmekti. Çünkü 40 derece sıcakta atla 60 kilometre yarışmak kolay bir şey değil.
Bir de belli kurallar var. Mesela düştüğünüzde yaralanmamak için çelik yelek tarzı
bir şey giyiyorsunuz. Yarış bitene kadar kafanıza tok denilen bir başlık takıyorsunuz. Kırbaç ve mahmuz da yok. Atın yorulmaması ve zedelenmemesi gerekiyor.
Sporculuğun verdiği bir şey sanırım, yarışı bitirmem gerektiğini düşünüyordum.
45 gün, kimse görmesin diye her sabah 05:00’te yarışın gerçekleşeceği pistte 4
saat antrenman yaptım. Kaç kilometreyi kaç dakikada gidersem atı yormam diye
Hobi olarak başladığınız bu uğraşa sonra
nasıl devam ettiniz?
At binmeye başladıktan 40 gün kadar
sonra 20 kilometre yarışması vardı. “Yarışmaya katılır mısınız?” diye sordular.
Bunun için lisans almak gerekiyordu.
İmtihan yaptılar. Binicilikte zaten 4 branş
var, tümünün lisansını aldım. Kulüp adına
lisans sahibi olup yarışmaya katıldım. 29
yarışmacının bulunduğu yarış sırasında
bir yerde su vardı; atım geçti, bazı atlar
korktu ve geçemedi. Biraz da denk geldi
ve bir-iki kilometre öne geçerek, en acemi binici olmama rağmen birinciliği elde
ettim. “Siz bundan sonra bizimle yarışın”
dediler. Antalya Toroslar’da 40 kilometre
yarışması vardı. Acemiliğime denk geldi ve
son 50 metrede usta bir binici beni geçti.
85
“MILLETVEKILI SEÇILDIĞIMDEN BU YANA VAKIT OLMADIĞI IÇIN
ÇOK NADIR AT BINIYORUM. ÇÜNKÜ AT BINMEK ZAMAN ISTEYEN
BIR SPOR; GÜNDE EN AZ BIRKAÇ SAAT AYIRMAK GEREKIYOR.
SEVDIĞIM BIR UĞRAŞI YAPAMIYOR OLMAKTAN MEMNUN DEĞILIM.”
hesaplamak için ata da anlık nabız ölçen polar bağladım. Çünkü yarışmayı bitirdiğinizde atın nabzının yarım saat içinde 60’ın altına düşmesi
lazım, yoksa eleniyorsunuz. Zor bir yarıştı. Doğal arazi olduğu için taş,
su veya ormanlık alanlardan geçiyorsunuz. Atlamak, yokuş inip çıkmak
gerekebiliyor. Futbolculuğun ve yarışma bilincinin verdiği tecrübelerle
o yarışmada birinci olunca ben de dahil herkes şaşırdı. Birinci olma
hayalim yoktu, çünkü Türkiye’nin en iyi on binicisi gelmişti. “Nasılsa bu
sıcakta herkes bitiremez, ben de 7. ya da 8. olurum. En kötü ihtimalle
10. olurum” diyordum. Birinci olmam Federasyon’u da çok memnun etti.
At biniyor ve yarışmaya katılıyor olmam özendirici, teşvik edici bir şey
oldu. Gören herkesin çok hoşuna gitti. Dünyada herhalde atıyla ders
almadan yarışmaya katılıp şampiyon olan tek kişiyim. Ailem çok destek
verdi, yarışmalar sırasında devamlı yardımcılığımı yaptı.
başkasını bindirmiyordu. Birbirimize çok alışmıştık.
Uzun süre yanına gelemeyince bir gün kafasını duvara
vurup intihar etti. Bu olay nedeniyle moralim çok bozuldu. Yarışmayı da kestim. Milletvekili seçildiğimden
bu yana vakit olmadığı için çok nadir at biniyorum.
Çünkü at binmek zaman isteyen bir spor; günde en
az birkaç saat ayırmak gerekiyor. Sevdiğim bir uğraşı
yapamıyor olmaktan memnun değilim. Şu an atım yok.
Ankara’da Beştepe’deki tesislere ve Gölbaşı’ndaki çiftliğe gidip baktım. Yakın zamanda tekrar at binmeye
başlama niyetim var.
Siyasete girdikten sonra biniciliğe vakit bulabildiniz mi?
Binicilik muhteşem bir spor. Hem fiziksel hem ruhsal
olarak insanı rahatlatıyor. At binmek tepeden tırnağa
vücudunuzdaki tüm adaleleri çalıştırıyor. Ruhsal olarak
Çok hazindir; 2011 seçimlerinde İstanbul’dan milletvekili adayı olduğumda üç ay atımın yanına gidemedim. İsmi Grandwolf’tu. Üzerine benden
86
SIYASET VE SANAT
Binicilik sporu fiziksel ve ruhsal olarak nasıl bir etki
yaratıyor?
“SAĞLIKLI YAŞAM IÇIN GÜNDE YARIM SAAT YÜRÜMELI YA DA
YÜZMELISINIZ. BIR SPORCU OLARAK BUNUN NE MANAYA
GELDIĞINI, SPOR YAPTIĞIM ZAMAN ILE YAPMADIĞIM ZAMAN
ARASINDAKI UÇURUMU ÇOK IYI BILIYORUM.”
da inanılmaz rahatlık sağlıyor. Zaten ruhsal problemi bulunan
çocukları terapi amaçlı at bindiriyorlar. At binmek benim için
de terapi oldu. Uzun yıllar spor yapıp bıraktığınız zaman hem
psikolojik hem fiziksel olarak bir çöküntü yaşıyorsunuz. Bu
durumdan at binerek kurtuldum. Herkese de tavsiye ediyorum.
At binmek araba sürmek gibidir, hareketlerinizle atı yönlendirirsiniz. Oysa sürekli bindiğim atı hareketlerimle değil, sözlerimle yönlendiriyordum. İnanılmaz hisli bir hayvandı. Diyelim,
10-15 gün işim olduğunda at binemiyordum, yanına gittiğimde
sırtını dönerek kapris yapıyordu. Bir gün arazide kimse yokken
antrenman sırasında attan düştüm. Sırtım taşa denk geldi,
bayılmışım. Öyle durumlarda at panik yapar ve mesafe ne olursa olsun koşarak yattığı ahıra gelir. Ne kadar baygın kaldığımı
bilmiyorum. Gözümü açtım, arkamdan at kafasıyla beni doğrultmak istedi, ama kalkamıyordum. Ata baktım, gözlerinden
yaş gelmişti. Epey çabaladıktan sonra biraz yüksek yere denk
getirip ata bindim. At beni sarsmamak için hiç koşmadan, sanki
ambulans sedyesi gibi çiftliğe kadar getirdi. Bunun gibi şeyleri
çok yaşadım. Hayvanları severim ama benim için iki tanesi
özeldir; biri at, diğeri Kangal cinsi köpek. Kendimi bildiğimden
beri Kangallarım vardır. Dünyada doğuştan eğitimli tek köpektir. Kangal’ı eğitemezsiniz, çünkü zaten her şeyi biliyordur. Ne
demek istediğimi ancak saf Kangallarla yaşayanlar anlar.
Siyasetçilere böyle bir uğraş tavsiye eder misiniz?
Siyaset çok sorumluluk isteyen ve sürekli stres yaşadığınız bir
iş. Bunu şikayet anlamında söylemiyorum, ama yapacağınız
olumsuz bir hareket Türkiye’yi etkiliyor. Bu, insanın üzerinde
bir baskı yaratıyor. Milletvekili arkadaşlara şunu tavsiye ediyorum; bu baskıyı sporla atın. İlla at binmek gerekmiyor. Sadece
milletvekillerine değil, herkese spor yapmalarını öneriyorum.
Sağlıklı yaşamak istiyorsanız spor yapmalısınız. Sağlıklı yaşam
için günde yarım saat yürümeli ya da yüzmelisiniz. Bir sporcu
olarak bunun ne manaya geldiğini, spor yaptığım zaman ile
yapmadığım zaman arasındaki uçurumu çok iyi biliyorum. O
nedenle herkese spor yapmayı tavsiye ediyorum.
87
MILLETVEKILLERI
NE OKUYOR NE IZLIYOR
HÜSEYIN BÜRGE - AK PARTI İSTANBUL MILLETVEKILI
Bugünlerde İbrahim Kalın’ın İslam ve Batı isimli kitabını okuyorum. Klasikleri
okumayı severim. İslam Enstitüsü mezunuyum ve uzun yıllar öğretmenlik
yaptım. Bu nedenle dinler tarihi ve felsefe kitapları da okurum. Ancak siyasi
görevlerimiz nedeniyle kitap okumaya eskisi kadar vakit bulamıyorum. Köy
yaşamını, zengin-fakir toplum kesimlerini konu alan romantik-dramatik filmleri
izlemeyi tercih ediyorum. Şu sıralar “Diriliş” isimli televizyon dizisini beğeniyle
seyrediyorum. Başta Rumeli türküleri olmak üzere Türk Halk Müziği’nin hemen her
çeşidini dinlemeyi çok seviyorum. Türk Sanat Müziği’ni dinlemekten de hoşlanıyorum.
MURAT GÖKTÜRK - AK PARTI NEVŞEHIR MILLETVEKILI
Şu an okumaya devam ettiğim kitaplardan biri Yaşar Şahin Anıl’ın Mahatma Gandhi,
diğeri de Kaya Karan’ın Geçmişten Günümüze Türk Millî İstihbarat Teşkilatı adlı
eseri. Zaman darlığı nedeniyle aynı anda birden fazla kitap okumaya çalışıyorum.
Avukat olduğum için mesleğimle ilgili kitapların yanı sıra tarihî roman, biyografi,
otobiyografi ve belli bir tarihî dönemi anlatan eserleri okumayı severim. Yakın
zamanda Yavuz Bahadıroğlu’nun 4. Murad, İskender Pala’nın İki Darbe Arasında
isimli kitaplarını okudum. Film izlemeyi çok sevmiyorum. Zaten zamanım da olmuyor. Müzik tercihimde ilk sırada Türk Halk Müziği yer alıyor; ezgiler, uzun havalar, deyişler... İkinci sırada Türk Sanat Müziği geliyor. Zaman zaman özgün müzik dinlediğim de oluyor.
NURETTIN DEMIR - CHP MUĞLA MILLETVEKILI
Yoğun parlamento çalışmalarından dolayı kitap okumaya eskisi kadar vaktim
olmuyor ama zaman bulabildiğimde genellikle yeni çıkan eserleri okumayı
tercih ediyorum. Şu an Elif Şafak’ın Havva’nın Üç Kızı ile İvo Andriç’in Drina Köprüsü isimli kitabını okuyorum. İnceleme, arkeoloji ve gezi kitapları
okumayı da seviyorum. Ayrıca dergileri takip etmeye çalışıyorum. Fırsat
buldukça tiyatroya gidiyorum. Film tercihim ise genellikle popüler filmler
oluyor. Her tür müziği seviyorum. Yörük olduğum için yöresel türküleri dinlemekten büyük zevk alıyorum. Klasik müzik dinlemekten de hoşlanıyorum.
88
AYHAN SEFER ÜSTÜN - AK PARTI SAKARYA MILLETVEKILI
Tarihî kitaplarla teoloji kitaplarını severim. Bugünlerde Mehmet Hayri
Kırbaşoğlu’nun Ahir Zaman İlmihali isimli kitabını okuyorum. İslam dinini
yeni bir gözle anlatan, hem kendimizi sorgulamamızı hem de yeniden İslam
esaslarını kendimize uyarlamamızı sağlayan müthiş bir eser olduğunu düşünüyorum. Tabiat âşığıyım. Bu nedenle film tercihlerim genellikle tabiatı
konu alan, çevre odaklı filmler oluyor. Mesela “Bal” filmini çok beğenmiştim.
Ormanın sessizliğini dinlemek bile müthiş bir keyif vermişti. Belgeselleri izlemeyi de çok severim. Ayrıca macera, aksiyon, polisiye-gerilim filmleri izlerim.
Müzikte tercihim Türk Halk Müziği. Neşet Ertaş ve Kıvırcık Ali ile Ahmet Kaya’nın
Türk Halk Müziği versiyonu olan parçalarını dinlemekten keyif alırım.
İZZET ULVI YÖNTER - MHP İSTANBUL MILLETVEKILI
Siyasi ve ekonomik içerikli kitapları severim. Tarih ve felsefe tartışması yapan
filozofların dünden bugüne eserlerini okumakla birlikte, bu çerçevede yeni
yorumcuların değerlendirme ve görüşlerini yakından takip ederim. İsaiah
Berlin, Karl Polanyi, Kafka, Ramazan Kurtoğlu, Murat Bardakçı, Ahmet
Hamdi Tanpınar, Hüseyin Nihal Atsız, Falih Rıfkı Atay, Erol Güngör son dönemde kitaplarını okuduğum yazarlar arasında yer alıyor. Favorim Peyami
Safa’dır. Romanlarından büyük haz alırım. Son okuduğum eserlerden biri José
Saramago’nun Görmek kitabı oldu. İş Bankası Yayınları’nın biyografi çalışmalarını çok dikkat çekici buluyorum. Hegel ve Churchill’in biyografilerini okudum. Bana
göre siyasete yön veren fikirlerdir. Fikirlerin ana kaynaklarından biri de kitaplardır. Bence kitapsız bir hayat
olmaz. Kültürü siyasete taşımak lazım. Siyaseti kültüre taşıdığımız zaman kültür siyasallaşır. Ortak değer
ölçüsü olmaktan çıkabilir. Macera ve aksiyon filmleri ilgimi çeker. Tarihî hakikatleri günümüze taşıyan filmleri
de takip ederim. En son Macid Macidi’nin “Muhammed” ile Amy Adams’ın “Geliş” filmini izledim. Kulağa hoş
gelen, değerlerimle çelişmeyen her müziği dinlerim. Türk Halk Müziği’ni çok severim.
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU - CHP BURSA MILLETVEKILI
Fantastik roman okumayı seviyorum. Ancak aktif siyasetin içinde yer aldıktan sonra daha çok güncel siyasi kitapları okumaya başladım. Vakit
bulamadığım için maalesef uzun süredir film izleyemedim. Ama günlük
stres ve sıkıntılardan biraz uzaklaştırdığı için genellikle komedi filmleri
izlemeyi tercih ederim. Her tür müzikten hoşlanırım. Çocuk yaşımdan
itibaren aşina olduğum için Türk Halk Müziği’ni daha çok dinliyorum.
Klasik müzik dinlemeyi de seviyorum.
89
24 SAAT-15 TEMMUZ’UN KAMERA ARKASI
HANDE FIRAT
DOĞAN KITAP
İSTANBUL, 2016
208 S.
FETÖ/PDY’nin darbe kalkışmasında bulunduğu 15 Temmuz 2016 gecesi canlı yayında Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’la cep telefonu aracılığıyla tarihî bir röportaj gerçekleştiren tecrübeli haberci Hande Fırat’ın
kitabı 24 Saat-15 Temmuz’un Kamera Arkası raflardaki yerini aldı. Fırat, kitabında o gece kameralara ve fotoğraf makinelerinin objektifine yansımayanları ayrıntısıyla okuyucuların dikkatine sunuyor. Tecrübeli haberci,
15 Temmuz gecesi sadece bir gazeteci olarak yaşadıklarını değil, bir anne olarak hissettiklerini de kaleme alırken, sığınakta arkadaşlarıyla geçirdiği korku dolu saatleri ve meydana gelen olayların perde arkasını anlatıyor.
RUS İMPARATORLUĞU’NUN BÜYÜK STRATEJISI (1650-1831)
JOHN P. LEDONNE
AVANGARD KITAP
İSTANBUL, 2016
408 S.
Ruling Russia: Politics and Administration in the Age of Absolutism 1762-1796, The Russian Empire and The World
1700-1917 adlı eserlerde imzası bulunan John P. LeDonne’un yeni kitabı raflardaki yerini aldı. Çağla Taşkın çevirisiyle
okuyucuyla buluşan eser, Rus İmparatorluğu’nun yayılma politikasının ayrıntılı bir analizini sunarken, Rusya’nın büyük stratejisinin oluşmasındaki jeopolitik arka planı ele alıyor. LeDonne eserinde, periferik konuşlandırma, seyyar
ordular, stratejik kuvvetin dağılımı gibi konuların yanı sıra 1743-1796 yılları arasındaki hegemonik yayılmacılığa da
değiniyor. Bu açıdan eser Rus İmparatorluğu’nun tarihsel analizini içeren önemli kaynaklar arasındaki yerini alıyor.
TIBET-YARALI UYGARLIK
FRANÇOISE POMMARET
YAPI KREDI YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
260 S.
“Dünyanın çatısı” olarak bilinen Tibet yıllarca gerek turistik gerek spiritüel anlamda insanların ilgisini çeken
bölgelerden biri olmuştur. Budist rahipleri, manastırları, Çin’le ilişkisi bu Asya ülkesinin her zaman ön planda kalmasını sağlamıştır. Bhutan ve Tibet üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Fransız etnik tarihçi Françoise
Pommaret’in imzasını taşıyan Tibet-Yaralı Uygarlık, Tibet’i kültürel, bilimsel ve tarihsel açıdan ele alıyor. Ali
Berktay çevirisiyle okuyucuyla buluşan kitapta Pommaret, Tibet’le ilgili araştırmaları sonucu edindiği deneyim
ve sahip olduğu izlenimleri ayrıntılı biçimde sunuyor. Krallık dönemine kadar uzanan ve dinsel ögeleri de barındıran eser, okuyucuya ülke ile ilgili daha ayrıntılı izlenim ve bilgi edinme imkanı sağlıyor.
90
BATI GELENEĞINDE BILIM VE DIN TARIHI
EDİTÖR: GARY B. FERNGREN
SAY YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
832 S.
30 farklı makaleyi içeren Batı Geleneğinde Bilim ve Din Tarihi, her biri alanında isim yapmış din ve bilim tarihçilerinin imza attığı önemli bir kaynak niteliği taşıyor. Eser, Batı’da karşılaştığımız dinî gelenekler ile bilim
arasındaki ilişkiyi temel alıyor. Ceyda Pekşen, Cihan Alan ve Eren Ada çevirisiyle okuyucuya sunulan kitap, din
ve bilim arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasına ışık tutuyor. Eser, tanınmış bilginlerin icatlarını ve bunlara
kiliselerin verdiği tepkileri mercek altına alırken, evanjelizm ve fundamentalizm gibi akımlar neticesindeki
bilimsel yansımaları ortaya koyuyor. Toplumsal cinsiyet çalışmaları ve post-modernizm alanlarında konuyla
ilgili son dönemde ortaya çıkan yaklaşımlara da ışık tutan eserin editörlüğünü Gary B. Ferngren üstleniyor.
OSMANLI MÂLÎ TARIHI
AHMET TABAKOĞLU
DERGÂH YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
927 S.
Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdüren, yıllar içinde özellikle İslam iktisat tarihi alanındaki bilgi ve deneyimlerini İslam İktisadına Giriş (1979), Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi (1985), İslam ve Ekonomik Hayat (1997) gibi eserlerinde paylaşan Ahmet Tabakoğlu’nun yeni kitabı Osmanlı Mâlî Tarihi raflardaki yerini aldı. Tabakoğlu eserinde Osmanlı maliyesinin temeli, Osmanlı’ya kadar
gelen tarihsel süreçte maliye, Osmanlı’da maliye teşkilatı, maliye bürokrasisi ve yapılanması gibi konuları işliyor.
Uzun yıllar Osmanlı ekonomisi üzerine çalışan Ahmet Tabakoğlu’nun bu eseri, Osmanlı dönemi ekonomisinin
finansal göstergeleri ile ilgili önemli bilgileri okuyucuyla paylaşıyor.
KURUMLAR NASIL DÜŞÜNÜR?
MARY DOUGLAS
İTHAKI YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
200 S.
Uzmanlık alanı olan sosyal antropolojide ve özellikle insan kültürü ve sembolizm konusunda yıllar içinde
önemli çalışmalar gerçekleştiren, Saflık ve Tehlike ile Tüketimin Antropolojisi gibi eserlerde imzası bulunan
İngiliz antropolog Mary Douglas’ın 1985 yılında verdiği bir dizi konferansı içeren Kurumlar Nasıl Düşünür? okuyucularla buluşuyor. “Kurumlar hangi şartlar altında ortaya çıkar, gelişir ve bir otorite haline gelir?”, “Bireysel
kararlarımızı ne ölçüde kendimiz alıyoruz?” ve “Kurumlar, toplumsal hayattaki etkili rollerini nasıl gizlerler?”
gibi soruları ele alan eser, kurum-birey ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor. Merve Özcaner çevirisiyle okuyucuya ulaşan kitapta kurumları değiştirmenin önemi üzerinde duruluyor.
91
SONER CANÖZER-BUDAPEŞTE SENFONI ORKESTRASI
HAYÂLPEREST
ESEN MÜZIK
Yurt içi ve yurt dışında gerçekleştirdiği projelerle ismini duyuran besteci Soner Canözer, “Kıyamet
Senfonisi”, “1945”, “Düş Irmakları” gibi pek çok albüme ve Sunay Akın’ın hazırladığı “Torii’nin Ardından” isimli belgeselin müziğine imza attı. Albatros Süvarisi adında bir de kitabı bulunan Canözer’in
yeni albümü “Hayalperest” müzikseverlerle buluştu. Albümde, sanatçının eserleri Peter Illenyi’nin
şefliğini yaptığı Budapeşte Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilmiş. “Güz Rüyası”, “Hazan”,
“Soma Ağıdı”, “Çocuk Düşleri” gibi eserlerin de yer aldığı çalışma sonbaharın hüznünü dinleyiciye
taşıyor.
MILES DAVIS QUINTET
FREEDOM JAZZ DANCE-THE BOOTLEG VOL.5
COLUMBIA LEGACY
Ünlü sanatçı Miles Davis çok küçük yaşta trompet çalmaya başlar, kendini caz müziğe adar ve
sayısız albüme imza atar. Bu albümlerden “Bitches Brew” ise en çok satan caz albümü olarak
tarihte yerini alır. Davis, 1991 yılında aramızdan ayrılır ancak onun eserleri caz tutkunları tarafından beğenilerek takip edilir. Miles Davis’e saygı duruşu niteliği taşıyan “Freedom Jazz Dance-The
Bootleg Vol.5” albümü sanatçının 1965-1968 yılları arasında ürettiği ölümsüz eserleri içeriyor.
Albümde Davis’e Wayne Shorter (tenor saksofon), Herbie Hancock (piyano), Ron Carter (bass)
ve Tony Williams (davul) eşlik ediyor.
LAUTTEN COMPAGNEY-WOLFGANG KATSCHNER
BACH WITHOUT WORDS
DEUTSCHE HARMONIA MUNDI
Hans-Werner Apel ve Wolfgang Katschner tarafından Almanya’da kurulan enstrümantal müzik
topluluğu Lautten Compagney bugüne kadar pek çok konser verdi. Bach’tan Handel’e çeşitli bestecilerin eserlerini icra eden topluluk, daha çok barok müzik ve Handel operaları üzerine yoğunlaştı.
Capella Angelica gibi topluluklar ve farklı şarkıcılarla ortak çalışmalara da imza atan grubun “Bach
Without Words” albümü raflardaki yerini aldı. Lautten Compagney, Wolfgang Katschner şefliğinde kaydedilen albümde ünlü Alman barok müzik bestecisi Bach’ın eserlerini klasik müzik dinleyicileri için yeniden yorumluyor.
92
SEN BENİM HERŞEYİMSİN
YÖNETMEN: TOLGA ÖRNEK
SENARYO: TOLGA ÖRNEK
OYUNCULAR: TOLGA ÇEVİK, CENGİZ BOZKURT, MELİS BİRKAN, TUNA ÇEVİK
YAPIM: TÜRKIYE
TÜR: KOMEDI
Sedat’ın (Tolga Çevik) babası ona küçükken korkularıyla yüzleşmesini telkin eder. Çocuk yaşta
kaybettiği babasının “Korkunun gözünün içine bakmadığın sürece onu yenemezsin” öğüdünü
hiç unutmayan Sedat, kendine günübirlik ilişkilerle geçen bir hayat kurar. Bir gün eski sevgilisi
kucağına bir bebek bırakır. Sedat, baba olduğunu kabullenmekte zorlanır ancak zaman içinde
kızına tehlikeden uzak masal gibi bir dünya kurar. Baba-kızın hayatı uzun zaman sonra annenin
tekrar ortaya çıkmasıyla değişecektir.
Senaryosu, 2013 Meksika yapımı “Çocuk Büyütme Rehberi” (Instructions Not Included) filminden Tolga Örnek tarafından uyarlanan eserde Tolga Çevik’e eski sevgili Pınar rolünde Melis Birkan, yapımcı Birol rolünde Cengiz Bozkurt, çocuğu rolünde ise kendi kızı Tuna Çevik eşlik ediyor.
DOG EAT DOG
YÖNETMEN: PAUL SCHRADER
SENARYO: EDWARD BUNKER, MATTHEW WILDER
OYUNCULAR: NICOLAS CAGE, WILLEM DAFOE, CHRISTOPHER MATTHEW COOK
YAPIM: ABD
TÜR: AKSIYON, DRAM, GERILIM
Üç eski sabıkalı Troy, Diesel ve Mad Dog yeni hayatlarına uyum sağlamaya çalışırken sistemin
dışlaması ile karşılaşır. Özellikle Troy temiz kalmak için her türlü çabayı göstermektedir ancak
uzun bir dönem sonra üçlüye bir mafya liderinden cazip bir teklif gelir. Clevelandlı mafya lideri
karşı çetenin bebeğinin kaçırılmasını istemektedir. Karşılığında iyi bir ödemede bulunacaktır.
Üçlü teklifi kabul eder ancak tehlikenin boyutunu çok sonra anlar.
Senaryosu Edward Bunker’ın eserinden Matthew Wilder tarafından kaleme alınan, yönetmenliğini Paul Schrander’ın yaptığı film, izleyiciye sürükleyici bir gerilim vadediyor. Filmde, “Elveda
Las Vegas” ile Akademi Ödülü kazanan Nicolas Cage’e Willem Dafoe ve Christopher Matthew
Cook eşlik ediyor.
93
Mustafa Köse
@avmustafakose
AK Parti Antalya Milletvekili
TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım
sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla
kullanıyorsunuz?
Sosyal medyanın her alanında yer almaya çalışıyorum. Ancak, aktif olarak takip ettiğim Twitter,
sosyal medya kullanımımda ilk sırada yer alıyor.
Sosyal medyayı AK Parti Antalya İl Başkanlığı
dönemimden bu yana 5 yıla yakın bir zamandır
aktif biçimde kullanıyorum. Sosyal medyaya cep
telefonundan ulaşılabiliyor olması dolayısıyla her
an bu alanı takip edebiliyorum. Günün büyük bir
bölümünde sosyal medyayı kullanıyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan
önemlidir?
Siyasetçilerin açıklamalarını ve yaptıkları faaliyetleri
halka en iyi şekilde ulaştırmaları gerekir. Bunun
için vatandaşla sürekli iç içe olmamızın yanı sıra
basın-yayın organlarını ve sosyal medyayı da kullanmamız gerektiği kanaatindeyim. Sosyal medya
kullanıcıları haber ve bilgiyi artık yanlarında taşıyor.
Biz siyasetçiler, yaptığımız siyasi bir çalışmayı veya
vatandaşa ulaşmasını istediğimiz bir bilgiyi sosyal
medya aracılığıyla anında iletebiliyoruz. Bu nedenle
siyasetçilerin sosyal medyayı etkin ve doğru bir
şekilde kullanması gerekir.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme
açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz?
Günümüzde haber ve bilgi anlık yaşanan ve paylaşılan
bir olgu. Gündemi en hızlı şekilde takip etmenin yol-
94
larından birinin de sosyal medyayı kullanmaktan geçtiğine inanıyorum. Daha önce
gündemi gazete ve televizyonlardan takip ediyorduk. Sosyal medyanın yaşamımıza
girmesiyle birlikte artık herkes bulunduğu yerden bilgi ve olayları paylaşabiliyor. Hatta
basın-yayın organlarının haber kaynaklarından biri de sosyal medya kullanıcıları oldu.
Ülkemizin yaşadığı en büyük ihanet hareketi olan 15 Temmuz darbe girişiminin haberini ilk olarak sosyal medya aracılığıyla öğrendik. Hızlı haber alma açısından sosyal
medyanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak, sosyal medyada çok fazla kirli
bilgi, yalan, iftira dolu paylaşımlar olduğunu da görüyoruz. Bunun için sosyal medya
takipçilerinin her paylaşılanı doğru kabul etmemeleri ve doğru olup olmadığını teyit
etmeleri gerekir.
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
Lütfiye Selva Çam @selvacam
Bülent Öz @Bullentoz
Millî Mücadele’nin lideri Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ü vefatının 78.
yıldönümünde saygı ve rahmetle
anıyoruz. #10Kasım
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü
aramızdan ayrılışının 78. yılında saygı,
sevgi, özlem ve minnetle anıyorum.
Muharrem Varlı @muharremvarli01
Sema Kırcı @semakirci
Yılmaz Tunç @yilmaztunc
Milletin vekili milletin içinde olmalıdır.
Burhaniye İlçe Başkanımız Onur
Bedir, yönetimden değerli teşkilat
mensuplarımız ve Meclis Üyemiz ile
istişarede bulunuyoruz.
674 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında
Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında
KHK’nin görüşmelerini tamamladık.
Aylin Nazlıaka @AylinNazliaka
Mehmet Göker @drmehmet_goker
Gökcen Özdoğan Enç @gokcenenc07
Yaktığı ışık hiç sönmeyecek!
Ne ezen, ne ezilen, insanca hakça bir düzen
#KARAOĞLAN mekanın cennet olsun,
rahmet ve saygıyla.
Manavgat Esnaf Odası Başkanı ve yönetimi
ile Korkuteli İlçe Başkanımızı TBMM’de
ağırladık.
95
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
Ertuğrul Soysal @drsoysal
Fikri Demirel @fikri_demirel
Terörün dili, milliyeti, ırkı ve dini yoktur.
“Ben gitmiyorum Meclis’e” dediğiniz
zaman millete saygısızlık yaparsınız.
Siz Meclis’e gitmezseniz millet de size
seçimlerde gereğini yapar.
Baki Şimşek @bakisimsekmhp
Zülfikar İnönü Tümer @Zinonutumer
Akif Ekici @chpakifekici
#AhıskaTürklerine yapılan #katliamı
unutma.
Pırıl pırıl çocuklarla buluştuk.
Ankara’da Gaziantepli hemşehrilerimizle
kahvaltıda bir araya geldik.
Hakan Çavuşoğlu @Hakan_cavusoglu
Bihlun Tamaylıgil @BihlunTamaylıgil
Erkan Haberal @erkanhaberal
Mudanya İlçe Teşkilatımızı TBMM’de
ağırladık. Ziyaretlerinden dolayı
şükranlarımı sunuyorum.
Türk tiyatrosunun usta sanatçısı
#GönülÜlküÖzcan’ı kaybetmenin derin
üzüntüsü içindeyim. Ailesine sabır,
kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
Dünya nüfusunun yarısından fazla insan
bu daire içinde yaşıyor.
96
UNUTMAYACAĞIZ
“
Korkut Özal
15. ve 16. Dönem Erzurum, 20. Dönem İstanbul Milletvekili, 37. ve 39. Hükümet Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı, 41. Hükümet
İçişleri Bakanı Korkut Özal 1929 Malatya doğumludur. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde eğitim gören Özal, ABD’de ihtisas yaptı.
Hidrolik Yüksek Mühendisi olan ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Özal, Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı Genel Müdürlüğü, Enerji Bakanlığı Müşavirliği, Deva Holding Devsan Genel Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Özal’ın
cenazesi 4 Kasım 2016 tarihinde İstanbul Fatih Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa
verildi.
Mehmet Necat Eldem
17. Dönem Mardin, 18. Dönem İstanbul Milletvekili, 45. Hükümet Adalet Bakanı Mehmet Necat Eldem 1928 Mardin doğumludur.
Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şube mezunu olan Eldem, Mardin Maiyet Memuru, Kayapınar Bucak Müdürü, Çaykara, Hazro,
Silvan, Selçuk, Kemalpaşa Kaymakamı, Mülkiye Müşavir Müfettişi, Çankırı, Burdur, Yozgat Valisi ve otomotiv sanayiinde genel
koordinatör olarak görev yaptı. Mehmet Necat Eldem için 20 Kasım 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Eldem’in cenazesi
aynı gün Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Mustafa Cesur
15. Dönem Isparta Milletvekili Mustafa Cesur 1926 Eğirdir doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim gören
Cesur, serbest avukatlık, Eğirdir Gölsesi ve Demokrat Eğirdir gazeteleri başyazarlığı yaptı. Mustafa Cesur için 26 Kasım 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Cesur’un cenazesi 27 Kasım 2016 tarihinde Isparta Eğirdir Hızırbey Camii’nde öğle namazını
müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
KASIM AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
97
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI
SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI
GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91
HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63
ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03
EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06
AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91
GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05
MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86,
0212 631 20 50/4029,
0212 440 10 00/1212
İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27
İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54
KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70
KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22
KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79
YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01
AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36
İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58
MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16
YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16
BIRUNI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.......................................................................................................................................... 0212 411 39 00
SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ
BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
Download