Aralık 2016 //// HAKİMİYET MİLLETİNDİR 42 Türk siyaseti 82 yıldır kadınlarla daha güçlü...24 “Ben ölü idim, dirildim; dost aldı, götürdü beni”...46 3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü...68 Antik dünyanın sanat mabedi Afrodisias Antik Kenti...56 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 42 Aralık 2016 Sayı: 42 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Burçin Armutlu Çağla Taşkın Elif Erdem Enver Uygun Neşe Sarıdoğan Pınar Çavuşoğlu Sena Kılıç Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Ozan Erten Genel Koordinatör İsmail Demir TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI 23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Ömer Faruk ÖZ Genel Sayman 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 01.12.2016 ARALIK 2016 İÇİNDEKİLER 24 TÜRK SİYASETİ 82 YILDIR KADINLARLA DAHA GÜÇLÜ 40 Siyasette ebedi dostluk da ebedi düşmanlık da olmaz Köksal Toptan: 52 Milletvekili ülkesini iyi tanımalı, dürüst ve mütevazı olmalı Melda Bayer: 46 “BEN ÖLÜ IDIM, DIRILDIM DOST ALDI, GÖTÜRDÜ BENI” toplumun güvenliğini 62 Türkiye, sağlarken özgürlükler Mustafa Yeneroğlu: konusunda dünyaya örnek olacak bir çaba içerisinde 72 ZEYID ASLAN: KOSOVA ILE HER ALANDAKI IŞBIRLIĞIMIZ VE ILIŞKILERIMIZ PARLAMENTOLARARASI TEMASLARLA DAHA DA PEKIŞMEKTEDIR 82 SAFFET SANCAKLI: BINICILIK MUHTEŞEM BIR SPOR; INSANI HEM FIZIKSEL HEM RUHSAL OLARAK RAHATLATIYOR 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 8 HABERLER 15 DÜNYADAN 45 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE KASIM 2016’DA KABUL EDILEN YASALAR 66 TARIH SAHNESI - ULUSLARARASI ENGELLILER GÜNÜ 80 İSTANBUL’DAN NATOPA GEÇTİ - ERBAY KÜCET 86 MILLETVEKILLERI NE OKUYOR/NE IZLIYOR? 88 KITAP 90 MÜZIK 91 FILM 92 ANTALYA MILLETVEKILI MUSTAFA KÖSE ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 95 UNUTMAYACAĞIZ KITA’NIN RENKLİ ÜLKESİ 32 KARA GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ DÜNYANIN SANAT MABEDİ 56 ANTİK AFRODİSİAS ANTİK KENTİ KARANLIĞINA 76 ÖNYARGILARIN KARŞI IRFANIN AYDINLIĞI CEMIL MERIÇ BAŞKAN’IN MESAJI DÜNYAYA HOŞGÖRÜYLE BAKMAK G eçtiğimiz yüzyıl, insanlık tarihinin o güne kadar yaşamadığı büyük acılara sahne oldu. İki büyük dünya savaşı, ardından gelen Soğuk Savaş dönemi ve bölgesel çatışmalar milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, bir o kadar insanın da yerinden yurdundan edilmesine yol açtı. 21. asrın eşiğine geldiğimizde Avrupa’nın ortasında, Bosna’da yaşanan soykırım tarihe kara bir leke olarak geçti. Günümüzde teknolojinin ilerlemesi, tıbbi imkanların çeşitlenmesi ve hayat kalitesini yükseltmeye yönelik çabalar olumlu gelişmeler olarak karşımıza çıkarken Filistin’deki ambargo, Arakan Müslümanlarına yönelik saldırgan tutum, Batı ülkelerinde hızla yayılan İslamofobi gibi olaylar ise dünyanın mazlumlar için yaşanması zor bir yere dönüştüğünü gösteriyor. Rahmetli Cemil Meriç’in Batı kültürü ile Doğu irfanı arasında gördüğü farkı anlayabilmek için son birkaç yüzyılda yaşananlara daha dikkatli bakmak gerekiyor. Bir yanda sanayi ve teknolojide hızla yükselen, bu süreçte dünyaya kültür ihraç eden Batı dünyası, diğer yanda emperyalist emellerin kurbanı konumundaki Doğu milletleri... Cemil Meriç’in kültürün öne çıkarılıp irfanın unutulduğu yönündeki tespitleri günümüzdeki durumun teşhis edilmesi için son derece önem arz ediyor. Aynı şekilde, içinde bulunduğumuz Aralık ayında vefatının 743’üncü yılını idrak ettiğimiz Hz. Mevlâna’nın öğretisine sıkı sıkıya sarılmak, zor günler geçiren dünyamız için bir umut ışığı olacaktır. Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin felsefesinde öne çıkan kavram hoşgörüdür. Doğunun irfanını en güzel şekliyle ortaya koyan bu mefhumu hem şahsi hem siyasi hayatımıza hâkim kılmak, yaşanan olumsuzlukların önüne geçmek için büyük bir adımdır. II. Dünya Savaşı’nda bile görülmemiş bir nüfus hareketliliğinin yaşandığı günümüzde mülteci sorununu siyasi veya ekonomik bir mesele olarak ele almadan, hoşgörü çerçevesinde insani bir durum olarak değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin sürecin başından beri sergilediği tutum bu yöndedir. Ne yazık ki Avrupa ülkelerinin konuya yaklaşımı hoşgörüden gün geçtikçe uzaklaşmakta, hatta yabancı düşmanlığına doğru yol almaktadır. Suriyeli mülteciler için ülkemize verdikleri mali destek vaadini hâlâ yerine getirmeyen Avrupa Birliği’nin önemli kurumlarından Avrupa Parlamentosu geçtiğimiz ay Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin geçici süreliğine dondurulmasına yönelik bir karara imza attı. Hukuki bağlayıcılığı bulunmadığı gibi bizim açımızdan yok hükmündeki bu karar, Avrupa’nın Müslüman bir ülkeyi çağdaş medeniyet seviyesinde görmek istememesinin bir sonucudur. Farklılıklara tahammülü olmayan, kendi kültürünü üstün görüp diğerlerinin yok edilmesi gerektiğini düşünen zihniyetin dünyayı ne hale getirdiği ise herkesin malumudur. 2016 yılına veda ederken “Hoşgörüde deniz gibi ol” diyen Hz. Mevlâna’nın öğütlerine uyarak yeni yılda siyasette ve sosyal hayatta öfkenin, önyargının esiri olmadan olaylara serinkanlılıkla yaklaşılmasını temenni ediyorum. 6 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili HOŞGÖRÜYÜ HEM ŞAHSI HEM SIYASI HAYATIMIZA HÂKIM KILMAK, YAŞANAN OLUMSUZLUKLARIN ÖNÜNE GEÇMEK IÇIN BÜYÜK BIR ADIMDIR. BİRLİK’TEN TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN TARIHÎ MEKANLARA KÜLTÜR TURU TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB), Başkent’in tarihî mekanlarına yönelik kültür turu düzenledi. 22, 23 ve 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili ve TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ile TPB Yönetim Kurulu üyelerinin de katıldığı organizasyon kapsamında Kurtuluş Savaşı Müzesi, Cumhuriyet Müzesi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Altındağ Belediyesi tarafından hayata geçirilen Altınköy Açık Hava Müzesi ziyaret edildi. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, Türk Parlamenterler Birliği yönetici ve üyelerine müze projesi hakkında bilgi verdi. TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Ankara’nın tarihî mekanlarına gerçekleştirdikleri ziyaretlerin önemine işaret ederek, bundan sonra bu tür kültürel etkinlikleri sürdüreceklerini söyledi. İlk ziyaret Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne Türk Parlamenterler Birliği’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Altındağ Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleştirdiği kültür turu büyük ilgi gördü. TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ve eşi Selma Pakdil’in de eşlik ettiği programa 30’un üzerinde Birlik üyesi ve aileleri katıldı. Kültür turunun ilk durağı Ankara’nın Ulus semtinde 7 bulunan Kurtuluş Savaşı Müzesi (I. TBMM Binası) oldu. Cumhuriyet döneminin ilk anayasası niteliğindeki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun açıklandığı, Lozan Barış Antlaşması kararının alındığı, Cumhuriyet’in ilan edildiği ve Ankara’nın başkent olması gibi önemli kanuni düzenlemelerin gerçekleştirildiği I. TBMM Binası, 23 Nisan 1920’den 15 Ekim 1924’e kadar Meclis çalışmalarına ev sahipliği yaptı. Müze görevlilerinin aktardığı bilgiye göre, bu tarihten sonra Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezi olarak kullanılan bina, kısa bir süre de Hukuk Mektebi’ne hizmet verdi. 23 Nisan 1961 tarihinde “Büyük Millet Meclisi Müzesi” adıyla müzeye dönüştürülen tarihî yapı, 23 Nisan 1981’de ise Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak ziyarete açıldı. 2009 yılında TBMM Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan protokolle müze TBMM’ye bağlandı. Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsi eşyalarının yanı sıra o dönem görev yapan milletvekillerinden bazılarına ait İstiklal Madalyaları, hüviyet vesikaları, mühür, gözlük, baston ve silahlar ile Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ham hali, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı masa ve Kurtuluş Savaşı sırasında cephede kullanılan silahlar sergileniyor. Kurtuluş Savaşı Müzesi’ni büyük bir dikkatle inceleyen ve Genel Kurul çalışmalarının yapıldığı büyük salonda milletvekili sıralarına oturan parlamenterler ve aileleri zaman zaman duygusal anlar yaşadı. nı, Başbakan ve Meclis Başkanı çalışma odası olarak kullanıldı. Atatürk ve İsmet İnönü’nün kişisel eşyalarının sergilendiği binada ayrıca ilk kadın milletvekillerinin kullandığı odalar da yer alıyor. Genel Kurul Salonu’nda Atatürk’ün Meclis kürsüsünde yaptığı konuşma kendi sesinden sürekli olarak yayımlanıyor. Cumhuriyet Müzesi’ne de büyük ilgi gösteren parlamenterler ve aileleri Genel Kurul Salonu’nda günün hatırası olarak toplu fotoğraf çektirdi. Türk Parlamenterler Birliği heyeti daha sonra Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ziyaret etti. Müze yönetiminin rehberliğinde İlk Çağ’dan Osmanlı Dönemi’ne kadar Anadolu medeniyetlerine ait eserleri büyük bir ilgiyle inceleyen heyet, müze önünde toplu fotoğraf çektirdi. TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ziyaretlerin sonunda müze yöneticilerine teşekkür etti. İkinci durak Cumhuriyet Müzesi Ankara’nın açık hava müzesi Altınköy Kültür turunun ikinci durağı yine Ulus semtinde yer alan II. TBMM Binası oldu. Günümüzde Cumhuriyet Müzesi olarak hizmet veren tarihî bina 1924 yılından 1960 yılına kadar Meclis çalışmalarına ev sahipliği yaptı. İki katlı yapıda I. TBMM Binası’na göre oldukça büyük bir Genel Kurul Salonu yer alırken, üst katın bir bölümü Cumhurbaşka- Kültür turunun son durağı Altındağ Belediyesi tarafından önceki yıl kurulan Altınköy Açık Hava Müzesi oldu. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, müze girişinde karşıladığı parlamenterlere proje hakkında bilgi verdi. Açık Hava Müzesi’nin bir gecekondu dönüşüm projesi olduğunu anlatan Tiryaki, bu konseptin sadece 2-3 ülkede yer aldığına dikkat çekti. Şu anda 650 dönümlük bir arazide kurulan müzenin kapladığı alanın birkaç yıla kadar bin dönüme çıkarılacağını kaydeden Tiryaki, Altınköy’deki evler ile caminin Karadeniz Bölgesi’nden onlarca kamyon tarafından getirildiğini, en az 100 yıllık evlerin orijinal haliyle yeniden inşa edildiğini söyledi. Veysel Tiryaki, “Köyün kendisi açık hava müzesi olmasının yanı sıra 8 BIRLIK’TEN KÜLTÜR TURUNUN SONUNDA KATILIMLARINDAN DOLAYI TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ÜYELERINE TEŞEKKÜR EDEN GENEL BAŞKAN NEVZAT PAKDIL, ANADOLU MEDENIYETLERINE EV SAHIPLIĞI YAPAN TARIHÎ MEKANLARA YÖNELIK BU TÜR ZIYARETLERIN DEVAM EDECEĞINI SÖYLEDI. ayrıca dört ev de yaban hayatı, çocuk oyuncakları ve köy müzesi olarak hizmet veriyor” dedi. On binlerce ağacın dikildiği alanda bazı konakların misafirhane amaçlı yapıldığını anlatan Tiryaki, inşaat devam ettiği için resmî açılış olmamasına ve duyuru yapılmamasına karşın Altınköy’ü şu ana kadar 200 bin kişinin gezdiğini ifade etti. Türkiye’nin her tarafından geleneksel el sanatlarıyla uğraşan sanatçıların 15 gün köyde kalarak performanslarını sergilediğini kaydeden Tiryaki, “İçinde köy kahvesi, fırıncı, kalaycı ve ilkokulun yer aldığı köy meydanının yanı sıra küçük ve büyükbaş hayvanların yetiştirildiği ahır ve kümesler ile sebze bahçeleri bulunuyor. Ayrıca çocukların ata binecekleri bir manej çalışması da devam ediyor” dedi. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki tanıtım turunun ardından Türk Parlamenterler Birliği heyetine konakta geleneksel köy yemekleri, köy kahvesinde de kahve ve çay ikramında bulundu. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, proje dolayısıyla Veysel Tiryaki’yi kutladı. Meclis binaları duygulandırdı Kültür turunun sonunda katılımlarından dolayı Türk Parlamenterler Birliği üyelerine teşekkür eden Nevzat Pakdil, Anadolu medeniyetlerine ev sahipliği yapan Ankara’nın tarihî mekanlarına gerçekleştirdikleri ziyaretlerin çok önemli olduğunu vurguladı. Pakdil bundan sonra da bu tür kültürel etkinlikleri sürdüreceklerini kaydetti. Parlamenterler olarak I. ve II. TBMM Binası’nı dolaşırken duygulandıklarını ifade eden Nevzat Pakdil, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Kurtuluş Savaşı mücadelesinde görev alan parlamenterleri saygıyla yâd ettiklerini kaydetti. 9 HABERLER ULU ÖNDER ATATÜRK VEFATININ 78’INCI YILDÖNÜMÜNDE SAYGIYLA ANILDI KURTULUŞ Savaşı’nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, vefatının 78’inci yıldönümünde Anıtkabir’de düzenlenen törenle anıldı. Törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Bakanlar Kurulu üyeleri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yüksek yargı mensupları, kuvvet komutanları ve siyasi partilerin temsilcileri katıldı. Heyet, saat 9’a 10 kala Arslanlı Yol’dan yürüyerek Anıtkabir’e geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk’ün mozolesine çelenk koymasının ardından saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu. Törenin ardından Misak-ı Millî Kulesi’ne geçen 10 Cumhurbaşkanı Erdoğan, burada Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladı. Erdoğan mesajında şu ifadelere yer verdi: “Bugün ebediyete irtihalinin 78. yıldönümünde, Kurtuluş Savaşımızın muzaffer komutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu olan zatialinizi bir kez daha hürmetle, tazimle yâd ediyoruz. ‘En büyük eserim’ diyerek bizlere emanet ettiğiniz Cumhuriyet’e sahip çıkmayı görev biliyor, her alanda daha güçlü, itibarlı ve müreffeh bir ülke olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Terör örgütlerinin, ihanet çetelerinin ve bunları maşa olarak kullanan karanlık odakların huzurumuzu, istikrarımızı ve bin yıllık kardeşliğimizi bozmasına, ülkemizi hedeflerinden alıkoymasına asla izin vermeyeceğiz. Ruhun şad olsun.” “Türkiye dünden daha güçlü ve daha müreffehtir” TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü ve Atatürk Haftası nedeniyle bir mesaj yayımladı. Mesajında “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk başkanı, devletimizin birinci Cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 78. yılında milletçe anıyoruz” ifadelerine yer veren Kahraman, Atatürk’ün seçilmiş ilk Meclis Başkanı olarak devletin en zor yıllarında üstlendiği sorumlulukla İstiklal Savaşımızı TBMM ile beraber yönettiğini belirtti. Türkiye’nin dünden daha güçlü ve daha müreffeh olduğunu kaydeden Kahraman, “İç barışımızı ve huzurumuzu tehdit eden her odağa karşı mücadelemiz kararlılıkla devam etmekte ve devletimiz zinde bir şekilde milletiyle iftihar etmektedir. İnanıyorum ki, tarihin öznesi olma yolunda Malazgirt’te başlayan 1000 yıllık yolculuğumuz duraklamadan devam edecek ve muasır medeniyetin ötesine geçeceğiz” dedi. Başbakan Binali Yıldırım ise Atatürk’ün ölüm yıldönümü nedeniyle yayımladığı mesajda, Gazi Mustafa Kemal’in millî iradeyi hâkim kılan, insan hak ve özgürlüklerini koruma altına alan, adaleti hakkıyla tesis eden ve çoğulcu demokratik prensipleri hayata geçiren bir seviyeye ulaşmayı ülkemize hedef gösterdiğini, milleti bu ideal etrafında birleştirmeyi başardığını kaydederek, “Cumhuriyet’in 93. yıldönümünü iftiharla kutlayan Türkiye, istikrar içinde güçlenmeye, büyümeye ve demokrasinin standartlarını her geçen gün yükseltmeye devam etmektedir” dedi. Atatürk’ün “en büyük eserim” sözleriyle tanımladığı Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün dünyada sözü dinlenen, dostluğu aranan ve uluslararası sorunların çözümünde aktif rol üstlenen yüksek itibara sahip bir ülke konumunda olduğunu dile getiren Başbakan Yıldırım, “Hükümetimiz de bu itibarla Cumhuriyetimizi ve demokrasimizi güçlendirmek için azami gayret sarf etmektedir” dedi. Yıldırım mesajını, “Gazi Mustafa Kemal ve istiklal mücadelemizin bütün kahramanlarına bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, aziz şehitlerimizi, gazilerimizi ve tüm ecdadımızı şükranla anıyorum” sözleriyle tamamladı. “Milletimiz kendisine yönelen her türlü tehdidi yok edecek güce sahiptir” CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 10 Kasım dolayısıyla yayımladığı mesajda Atatürk’ün büyük dehasıyla kurduğu Cumhuriyet’in ve mimarı olduğu demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin ne kadar önemli olduğunun her geçen gün daha iyi anlaşıldığını dile getirdi. Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin hem Türkiye’ye ve bölgesine hem de dünyadaki mazlum milletlere ışık tuttuğunu kaydeden Kılıçdaroğlu, “Sorumluluk makamında olanların gaflet ve dalaleti nedeniyle birlik ve bütünlüğümüze yönelen tehditlerin tarihte eşi benzeri görülmedik oranda arttığı, terör saldırılarıyla kahraman çocuklarımızın şehit edildiği bu günlerde, onun ışığı çok daha parlak bir şekilde yolumuzu aydınlatmaktadır. Milletimiz kendisine yönelen her türlü tehdidi yok edecek güce sahiptir. Cumhuriyete ve demokrasiye âşık olan halkımız bu karanlık günleri de aşacak, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkma hedefine ulaşacaktır” dedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise 10 Kasım mesajında Atatürk’ün Türk milletinin karanlık bir döneminden, umutsuzluğun kopkoyu sisi altından ışık huzmesi gibi parladığını, durgunluğu yaran, duraklamayı bitiren millî akıl olarak çağladığını ve çağa yön verdiğini kaydetti. Ulu Önder’i bir fikir ve aksiyon mihveri, milletine gönülden bağlı ve inanmış bir dava şuuru, askerî bir deha, taktik ve strateji ustası olarak tanımlayan Bahçeli, “Bu özellikleri sayesinde 1919’lu yıllardan 1922 İzmirine kadar kurtuluşumuzun ana çatısını ilmek ilmek dokumuş, bağımsızlığımızın hisarlarını aşama aşama inşa ve ihya etmiştir” dedi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Tük milletinin ortak ve tarihî bir değeri olmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin ana direği olduğunu ifade eden Bahçeli, Cumhuriyetimiz yaşadığı müddetçe bu gerçeğin değişmeyeceğini kaydederek, “Atatürk’ü anlamak bağımsızlığı özümsemek, emperyalizmden Mahkeme-i Kübra’da bile davacı olmak demektir. Atatürk’ü tanımak ve tanıtmak ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ seslenişine candan, kandan, ta derinlerden bağlı kalmakla eş anlamlıdır. Bu nedenle 10 Kasım bir matem gününden ziyade, Gazi Mustafa Kemal’i daha iyi anlamlandırma imkanıdır” dedi. 11 “TERÖR ÖRGÜTLERINDEN KAYNAKLANAN TEHDIT HEPIMIZE YÖNELIKTIR” NATO Parlamenter Asamblesi (NATOPA) 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı, 18-21 Kasım günleri arasında TBMM’nin ev sahipliğinde İstanbul’da düzenlendi. Toplantıya NATO üyesi ülkelerin parlamenterleri, Avrupa Parlamentosu’ndan temsilciler, NATO üyesi olmayan ülkelerden gözlemciler katıldı. Toplantı kapsamında “Ekonomi ve Güvenlik Komitesi”, “Siyasi Komite”, “Savunma ve Güvenlik Komitesi”, “Güvenliğin Sivil Boyutu Komitesi” ve “Bilim ve Teknoloji Komitesi” oturumları gerçekleşti. NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’nın kapanışına katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, toplantının üye ülkeler, bölge ve tüm insanlık için barış, huzur ve işbirliğine 12 HABERLER vesile olması temennisinde bulundu. Tehditlerin küreselleştiğine ve güç dengelerinin değiştiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, böyle bir dönemde mevcut kurumların kendilerini gözden geçirmelerinin şart olduğunun, tehditlerin bertaraf edilmesi ve fırsatların kazanımlara çevrilebilmesi için meselelerin daha kapsayıcı platformlarda ele alınması gerektiğinin altını çizerek, “Günümüz dünyasında hiçbirimiz, bir yangın çıktığında ‘nasıl olsa dumanı ve ateşi bana gelmez’ deme lüksüne ve şansına sahip değiliz. Er ya da geç, o yangının alevi de dumanı da bize ulaşır, ulaşacaktır” dedi. Kapsamlı güvenlik anlayışının öneminin arttığı günümüzde işbirliğini geliştirmeye her geçen gün daha çok ihtiyaç duyulduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bugün bu salonda sadece NATO üyesi 28 ülkenin değil, Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Ortadoğu’dan, Uzak Doğu’dan ortak ve gözlemci ülkelerin temsilcileri de bulunuyor. Bu geniş katılım, ortak çıkar alanlarına ilişkin müşterek bakışımızın ve farklılıklardan yeni ortaklıklar üretme irademizin en açık ifadesidir” diye konuştu. Küresel bir tehdit olan terör konusuna da değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Terör örgütlerinden kaynaklanan tehdit hepimize yöneliktir. Dolayısıyla mücadelenin de ortak verilmesi gerekiyor. Türkiye’ye sağlayacağınız destek, ortak güvenliğimize kasteden terör örgütüyle mücadelemize güç katacaktır. FETÖ ile iltisaklı yapılanmalara karşı mücadelemizde sizlerin desteğinize güveniyoruz. Aynı şekilde DEAŞ ve PKK başta olmak üzere, insanlığın müşterek değerlerine düşmanlık konusunda birlikte hareket eden tüm terör örgütlerine karşı verdiğimiz mücadeleye desteğinizi bekliyoruz” dedi. “Türkiye NATO üyesi ülkeleri yanında görmek istiyor” Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin NATO’ya 1952’den bu yana üye olduğunu, NATO bünyesindeki ikinci büyük orduya sahip bulunduğunu, Soğuk Savaş boyunca Avrupa-Atlantik güvenliğinin vazgeçilmez bir parçasını oluşturduğunu dile getirerek, “Türkiye, yeni dönemde de uluslararası barışın korunmasına yönelik faaliyetlere güçlü bir şekilde askerî ve siyasi destek vermeyi sürdürüyor. Dünyayı ve NATO’yu ilgilendiren güvenlik krizlerinin önemli bir bölümü, ülkemizin yakın çevresinde yaşanıyor. Türkiye, bu krizler karşısında verdiği mücadelede, hem kurumsal olarak NATO’yu hem de tek tek NATO üyesi ve gözlemcisi ülkeleri haklı olarak yanında görmek istiyor” diye konuştu. Türkiye’nin Suriye’de her geçen gün ağırlaşan insani sorunların çözümü konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığının, 3 milyon göçmene kapılarını açtığının, sınırın diğer tarafındaki Suriyelilere ise insani yardımlarda bulunduğunun altını çizen Erdoğan, “Türkiye’nin bu yükü omuzlayacak kudrette bir ülke olması, esasen mevcut uluslararası kurumları da korudu” dedi. Avrupa’nın sadece yüzlerle ifade edilen sayılarda mülteci kabul etmesine de değinen Erdoğan, “İnsani krizlerin yükünün paylaşılması konusunda yalnız bırakılmış olmamız, gerçekten çok acı bir durumdur ve gelecek için kötü bir örnektir” değerlendirmesinde bulundu. Birleşmiş Milletler’in başta Suriye krizi olmak üzere birçok krizde yeterince etkin davranamaması nedeniyle yeniden yapılandırılması gerektiğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Güvenlik Konseyi, günümüzün gerçekleriyle bağdaşan bir temsil yapısına kavuşturulmalıdır. Her fırsatta ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken işte bu gerçeği anlatıyorum ve anlatmaya devam edeceğim. Çünkü II. Dünya Savaşı’nın şartları içerisinde atılmış olan bu adımlarla bugünü yönetmek mümkün değildir. Dünyayı biz bir ülkenin dudakları arasına terk edemeyiz, 196 ülkenin burada hakkı vardır” diye konuştu. NATOPA Başkan Yardımcısı Metin Lütfi Baydar oldu NATOPA 62. Yıllık Genel Kurulu’nda yüzde 1,79’luk genel bütçe artışını öngören NATOPA 2017 Taslak Bütçesi onaylandı. Asamble görevlilerinin seçiminin ardından komisyon kararları da tartışılarak oylandı. Genel Kurul sırasında ayrıca NATO Parlamenter Asamblesi Türk Delegasyonu Üyesi, Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar, NATOPA Sosyalist Grup üyelerince oybirliğiyle aday gösterildiği NATO Parlamenter Asamblesi Başkan Yardımcılığı’na seçildi. Baydar, önümüzdeki 4 yıllık süreçte NATOPA’nın Başkanlık Divanı’nda gündemin belirlenmesi ve politika oluşturulması gibi önemli konularda Türkiye’yi temsil edecek. Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir ise oybirliği ile NATOPA Alt Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildi. NATOPA Genel Başkanı Michael Turner, Türkiye’de düzenlenen 62. Genel Kurul’un güzel geçtiğini belirterek NATOPA Türk Delegasyonu Başkanı, Rize Milletvekili Osman Aşkın Bak’a teşekkürlerini sundu. Genel Kurul’un ardından mehteran takımı bir gösteri gerçekleştirdi. 13 “AHISKA SÜRGÜNÜ 20. YÜZYILIN KARA LEKELERINDEN BIRIDIR” TBMM’NIN 15 Kasım 2016 tarihinde gerçekleşen 20’nci Birleşimi’nde milletvekilleri Ahıska Türklerinin anayurtlarından sürgün edilişinin 72’nci yıldönümüyle ilgili söz aldı. Çorum Milletvekili Salim Uslu, 14-15 Kasım 1944 gecesi Ahıska Türklerinin diktatör Stalin’in talimatıyla hayvan ve yük taşımacılığında kullanılan tren vagonlarına doldurularak Sibirya steplerine doğru sürgüne gönderildiğini hatırlatarak, sürgünde hayatını kaybedenlerin sayısının trajik boyutlarda olduğunu söyledi. Türkiye’ye gelmiş veya gelmek isteyen Ahıska Türklerinin yurttaşlık, çalışma, ikametgah izni ve diploma denkliği gibi sorunlarının kısa sürede çözüleceğine inandığını kaydeden Uslu, “Buraya gelen soydaşlarımız Türkiye’yi anayurtları gibi görmüş ve 15 Temmuz işgal ve kalkışma girişimine karşı meydanlarda en yüksek sesle ve cesaretle direnmişlerdir. Çünkü vatansızlığın, istiklal ve istikbaline kastedilmesinin acısını en iyi onlar bilmektedir” dedi. Birleşim’de söz alan Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir, asrın yüz karası olarak nitelendirilen Ahıska sürgünü sırasında Ahıska Türklerinin akıl almaz maddi, manevi işkencelere tâbi tutulmalarına rağmen kahramanca dirençleri sayesinde inançlarından en ufak bir taviz vermediklerini, millî kimliklerini ve imanlarını muhafaza etmeyi başardıklarını söyledi. Aydemir, “Bu mücadele iman ve azmi, kendileri gibi vatanları işgal edilen, sürgüne tâbi tutulan tüm mazlum milletlere örnek teşkil eden bir kutlu cihattır” diye konuştu. Ordu Milletvekili Metin Gündoğdu, Ahıska Türklerinin sürgün edilişinin 72’nci yıldönümü dolayısıyla söz aldığı konuşmasında, yürekleri sızlatan bu olayın tarihin en büyük sürgünlerinden biri olduğunu dile getirerek, “Otuz beş gün süren Ahıska sürgününde analar evlatlarından ayrıldı, aileler parçalandı. Sürgün sırasında 50 binden fazla Ahıska Türkü kötü koşullar sebebiyle hayatını kaybederken 100 bin kişi de yurdundan ayrılmak zorunda kaldı” dedi. Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Ahıska sürgününün 20. yüzyılın kara lekelerinden biri olduğu değerlendirmesini yaparak, “Ahıska zalimin mazluma zulmüdür. Ahıska Türkleri işkence ve katliamla vatansız bırakılmak istenmiştir ve Ahıska hadisesi devletsiz ve ordusuz milletlerin perişan olduğunu göstermektedir. Bütün bu olayları unutmadan son yurdumuz Türkiye’yi koruyacağız, savunacağız, devletimizin ve milletimizin ilelebet payidarlığı için her fedakarlığı yapacağız, her atılımı gerçekleştireceğiz” diye konuştu. 14 HABERLER Manisa Milletvekili Özgür Özel, Sovyetlerin çöküşünden sonra sürgüne tâbi tutulmuş tüm halkların yurtlarına dönmüş olmalarına rağmen Ahıska Türklerinin hâlâ o büyük acıyı yaşadığını ifade ederek, “Vagonlara bindirilerek anavatanlarından sürüldüklerini, vagonların o acı seslerinin kulaklarından hiç gitmediğini ve hâlâ o vagonların durmadığını ifade eden Ahıska Türklerine vatanlarına dönüş için Cumhuriyet Halk Partisi olarak tüm desteği verdiğimizi ifade ediyoruz” dedi. Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz ise bu meşum olayla ilgili değerlendirmesinde, “Yetmiş iki yıl önce Ahıska Türkleri anayurtlarından, öz vatanlarından kopartılarak sürgün edildi, büyük bir soykırıma maruz kaldı. Her fırsatta Türkiye’yi soykırımla itham etmek isteyenlere bunu da hatırlatmakta fayda var” ifadelerine yer verdi. “DAHA ADIL, DAHA HUZURLU VE BARIŞ DOLU BIR DÜNYA IÇIN BIR ARADAYIZ” İSLAM İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) 32. Toplantısı 21-24 Kasım günleri arasında İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleşti. 57 üye ve 5 gözlemci ülke heyetinin yanı sıra İİT kuruluşları ve bazı uluslararası kuruluşların temsilcilerinin katıldığı toplantının önemli gündem maddelerinden birini İİT Üyesi Devletler Arasında Tercihli Ticaret Sistemi (TPS-OIC) oluşturdu. Toplantıda bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünyanın farklı köşelerindeki farklı din, mezhep ve etnik kimliğe sahip milyonlarca mazluma umut vermek üzere bir araya gelindiğine işaret ederek, “Kalplerin nasırlaştığı, gözlerin kâr ve para hırsıyla körleştiği bir zamanda, paylaşarak hep birlikte kazanmanın mümkün olduğunu göstermek için burada beraberiz. İslam aleminin temsilcileri olarak, daha adil, daha huzurlu ve barış dolu bir dünyanın mümkün olduğunu ortaya koyabilmek için bir aradayız” dedi. Dünyanın uzun bir süredir siyasi, sosyal ve ekonomik buhranlarla boğuştuğunu ve üye ülkelerin bir şekilde bu kritik süreçten etkilendiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünya siyasetini meşgul eden, gündemi esir alan bu krizlerin neredeyse tamamının İslam ülkelerinde gerçekleştiğini söyleyerek, “Müslümanlar olarak, adeta dünyanın yükünü bizler omuzlarımızda taşıyoruz. Filistinli çocuklar, Arakanlı yetimler, Türkistanlı mazlumlar, Suriyeli çocuklar, kendilerinin hiçbir dahli olmadıkları meselelerin acı sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda bırakılıyor” dedi. Konuşmasında 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimine de değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fetullahçı Terör Örgütü’nün yalnızca Türkiye değil, sızdığı tüm ülkeler için büyük bir tehdit oluşturduğunu vurguladı ve İİT üyesi ülkelerin sergilediği dayanışmanın onda birini pek çok Batılı kurum ve kuruluşun göstermediğini kaydetti. TBMM’DEN “CANLI BÜLTEN” UYGULAMASI TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı bir ilke Meclis Bülteni’nin Temmuz 2016 sayısında uygulanmaya başlayan imza atarak Türkiye’de öncü dergi içeriğinde yer alan haberlere görüntülü olarak ulaşma imkanı nitelikte interaktif bir çalış- sağlanıyor. Türkiye’nin “ilk canlı dergisi” niteliği taşıyan Meclis ma gerçekleştirdi. İlk olarak Bülteni içerikleri bundan böyle video olarak da okurların hizmetine TBMM’nin aylık yayınlarından sunulacak. çalışmada, TBMM internet sitesi üzerinden karekod yüklenerek, 15 ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELIŞININ 97’NCI YILDÖNÜMÜ 19 Mayıs 1919, dört bir yanı işgale uğramış, makus kaderine terk edilmiş yurdumuzda umut ışığı doğuran bir gündü. 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in Bandırma Vapuru ile Samsun’a gelerek Millî Mücadele’yi başlatması, düşmanları temizleyecek Kurtuluş Savaşı’nın da fiilen hayata geçmesi anlamına geliyordu. Millî Mücadele’de 19 Mayıs 1919 gibi sembol haline gelen bir diğer tarih 27 Aralık 1919’dur. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti’nin Ankara’ya geldiği bu günde, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşacağı konusundaki inanç ve cesaret pekişmiştir. 1919’un Kasım ayında Sivas’ta yapılan toplantıların en önemli konularından biri, Temsil Heyeti’nin çalışmalarını nerede sürdüreceği, Millî Mücadele’nin nereden yürütüleceğiydi. Ankara, Konya ve Eskişehir alternatifleri üzerinde durulmuş, Mustafa Kemal en uygun yerin Ankara olduğunu dile getirmişti. Ulu Önder, Nutuk’ta bu kararıyla ilgili şunları söyler: “... Bu bakımdan uyulacak yol ve yöntem şudur ki, genel durumu yönetip yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye elden geldiği kadar yakın yerde bulunmalıdırlar. Yeter ki bu yakınlık genel durumu gözden kaybettirecek derecede olmasın. Ankara bu şartları kendinde toplayan bir noktaydı.” Ankara’nın tercih edilmesinin diğer önemli nedenleri arasında Anadolu’nun ortasında bulunması, İstanbul ve Batı Anadolu’ya demiryolu ve haberleşme sistemiyle bağlı olması, önemli ulaşım yollarının kesişiminde yer alması, Ali Fuat Paşa’nın başında bulunduğu 20. Kolordu’nun bu şehirde olması ve güvenlik açısından önem arz etmesi, Ankara halkının başından beri Millî Mücadele’ye yoğun destek vermesi yer alıyordu. 16 HABERLER Temsil Heyeti, 18 Aralık 1919 tarihinde Sivas’tan yola çıkarak Kayseri-Mucur-Hacı Bektaş-Kırşehir-Kaman-Beynam Köyü üzerinden, 9 gün süren bir yolculuğun ardından Ankara Dikmen sırtlarına geldi. Temsil Heyeti üyeleri arasında Mustafa Kemal’in dışında Rauf (Orbay) Bey, Ahmet Rüstem Bey, Cevat Abbas (Gürer) Bey, Mazhar Müfit (Kansu) Bey, Hakkı Behiç Bey, İbrahim Süreyya (Yiğit) Bey, Refik (Saydam) Bey ve Hüsrev (Gerede) Bey bulunuyordu. 27 Aralık 1919 tarihinde tüm Ankara davullar ve zurnalar eşliğinde Dikmen sırtlarına gelmişti. Güzel sesli hafızlar ezan ve salat okuyor, tellallar “Öğleye doğru geliyor” diye bağırıyor, binlerce Ankaralının yanı sıra 3 bin atlı, 700 yaya seymen Atatürk’ü bekliyordu. Bu karşılama üzerine sevinen ve şaşıran Mustafa Kemal, kalabalığa “Merhaba Efendiler! Niye zahmet ettiniz? Neden geldiniz?” diye sordu. “Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik Paşam” cevabının verilmesi onu duygulandırmıştı. “Fikrinizde sabit misiniz?” diye soran Paşa, “And olsun!” cevabını aldı. Bu coşkulu karşılama ve Ankaralıların kararlılığı, şehrin stratejik öneminin yanı sıra Kurtuluş Savaşı’nın Ankara’dan yürütülmesi kararını pekiştirmişti. Ankara’dan yayılan azim, coşku, inanç ve kararlılık dalga dalga tüm yurdu sardı. Osmanlı’nın kaderine terk edilmiş yoksul kenti, Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasında en önemli faktörlerden biri olmuştu. DÜNYADAN AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN 45. BAŞKANI DONALD TRUMP IRKÇILIK suçlamaları, e-mail skandalı, taciz iddiaları, masaya taşınan geçmişe dönük kişisel sorunlar ve sağlık sıkıntıları gibi etkenlerle gergin ve tartışmalı bir seçim süreci yaşayan Amerika Birleşik Devletleri 45. Başkanını seçti. Aday adayları için yaklaşık iki sene önce başlayan seçim yarışı siyasi tecrübesiyle öne çıkan Hillary Clinton ve dünyanın birçok ülkesinde yatırımları bulunan iş adamı Donald Trump’ı karşı karşıya getirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. Başkanı olabilmek için kıyasıya yarışan iki aday kampanyaları boyunca seçmen kitlelerini olduğu kadar dünyayı da yakından ilgilendiren açıklamalarda bulundu. Seçim sürecinde söz düellolarının ardı arkası kesilmezken Meksika’dan Rusya’ya, İsrail’den Çin’e kadar birçok ülkenin ismi de zaman zaman hararetlenen bu tartışmalarda geçti. Dünya çapında takip edilen Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinin en 17 ilginç yanı ise ülke tarihinde ilk kez siyasi geçmişi bulunmayan bir aday adayının diğerleri arasından sıyrılması oldu. İki partinin tarihî seyri 1828 yılında kurulan Demokrat Parti günümüzde liberal politikalar izlerken 1854 yılında kurulan Cumhuriyetçi Parti muhafazakar siyasetten yana tavır belirler. Oysa bu iki partinin kuruldukları yıllarda bugün sergiledikleri duruşa nazaran oldukça farklı yönlerde siyaset izledikleri söylenebilir. Demokrat Partililer 1860’lı yıllardaki Amerikan İç Savaşı’nda köleliği destekleyen güneyliler ve köleliğe karşı çıkan kuzeyliler olarak ikiye ayrılmıştı. Cumhuriyetçi Parti ise köleliği destekleyen kesimlere tepki olarak kurulmuş ve tüm politikasını birçok eyalete yayılan kölelik yanlısı düşünceleri engellemek üzerine şekillendirmişti. Zamanın siyasi hareketleri destekleyici rüzgarı Cumhuriyetçi Parti’den yana esti ve Amerikan İç Savaşı bu partinin ilk başkanı Abraham Lincoln’ün liderliğindeki kuzeyliler tarafından kazanıldı. Kölelik sona erdi ve Cumhuriyetçi Parti siyahi Amerikalıların oylarını topladı. Abraham Lincoln’ün açtığı yolda yeni çağa giren Amerika Birleşik Devletleri’nde zaman içinde köklü değişiklikler oldu. 1929 yılında New York Borsası’nda meydana gelen çöküntünün ardından 10 yıl boyunca ekonomik sıkıntıya düşen ABD, sosyo-ekonomik çalkantılarla geçen “Büyük Buhran”ı yaşadı. ABD tarihinde en uzun süre başkanlık yapmış ve 20. yüzyılın en önemli figürleri arasına girmiş Franklin Delano Roosevelt 1932 yılında başkan olduğunda nüfusun dörtte biri işsizdi, iki milyonun üzerinde evsiz vardı. “Yeni Düzen” adıyla anılan bir yapılandırma planıyla sahneye çıkan Roosevelt, Amerika Birleşik Devletleri’nin olduğu kadar Demokrat Parti’nin de kaderini değiştirdi. Sosyal devlet modelini yaygın şekilde hayata geçirmeyi 18 DÜNYADAN hedefleyen Roosevelt sosyal haklara, işçilerin çalışma koşulları ve özlük haklarına, işsizlik sigortasına ve işsizlerin yaşam haklarına eğildi. Toplumu barışçıl bir söylemle birleştirme gayretine giren, işçilere ve orta sınıfa büyük önem veren Roosevelt bir süre sonra ekonomik buhranı aşan ve gelişen bir ülke ortaya çıkardığı gibi işçi sendikalarının ve siyahilerin desteğini alan bir Demokrat Parti yaratmayı da başarmıştı. Artık Demokrat Parti liberal sol çizgide değerlendiriliyordu. Benzer bir gelişim çizgisini 1990’lı yıllarda Bill Clinton’la yakalayan Demokrat Parti, bu dönemde işsizliği azaltan, bütçe açığını kapatan, kalkınma oranını yükselten, dünyada barışçıl yöntemlerle siyaset izleyerek kritik konularda tarafsız bir arabuluculuk görevi üstlenen süper güç algısını yerleştiren parti olarak kabul edildi. Cumhuriyetçi Parti ise değişen Demokrat Parti’yle birlikte süreç içinde neredeyse saf değiştirdi. Demokrat Parti liberal sol bir siyaset çizgisi izleyerek özellikle kuzeyde, sanayileşmiş büyük yerleşim yerlerinde oylarını artırırken bu çizgiden yüz çeviren güneyli seçmenin taleplerini karşılayan Cumhuriyetçi Parti oldu ve giderek muhafazakar sağ bir siyaset eksenine oturdu. Beyazların, Protestanların ve statükodan yana olanların partisi haline gelen Cumhuriyetçi Parti, Ronald Reagan döneminde parlak günlerini yaşadı. 11 Eylül saldırılarının yarattığı endişe, panik ve karamsarlık havasıyla kabuğuna çekilen Amerika Birleşik Devletleri seçmeni George W. Bush liderliğindeki Cumhuriyetçi Parti’ye uzunca bir süre desteğini esirgemedi ve ülke Demokrat Parti adayı Barack Hussein Obama’ya kadar Cumhuriyetçi Parti’den seçilen başkan tarafından idare edildi. 1993 yılından bu yana sekiz yıllık aralarla Demokrat Parti ve 1993’TEN BU YANA SEKIZ YILLIK ARALARLA DEMOKRAT PARTI VE CUMHURIYETÇI PARTI ARASINDA EL DEĞIŞTIREN BAŞKANLIK KOLTUĞU 2016 SEÇIMLERI SONUCU BU KEZ CUMHURIYETÇI PARTI’NIN OLDU. SEÇIM SÜRECIYSE 1 ŞUBAT 2016 TARIHINDE BAŞLADI. Cumhuriyetçi Parti arasında el değiştiren başkanlık koltuğu 2016 seçimleri sonucu bu kez Cumhuriyetçi Parti’nin oldu. Seçim süreciyse 1 Şubat 2016 tarihinde başladı. Seçim süreci Seçmenlerin en fazla oyu vermesinin başkanlığı garantilemediği, seçiciler kurulu üyelerinden en çok oyu alanın yarışı önde bitirdiği ABD Devlet Başkanlığı seçimlerinde süreç 1 Şubat 2016 tarihinde yapılmaya başlayan ön seçimlerle resmiyet kazandı. Ön seçimlerde her aday adayı partisinden yeterli sayıdaki delegenin oyunu alabilmek için yarıştı. Demokrat Parti adaylığı için gereken 2 bin 384 delege oyunun üzerine çıkan Hillary Clinton 7 Haziran 2016 tarihinde 2 bin 762 delegenin oyunu alarak partisinin başkan adayı oldu. Clinton’la son aşamada yarışan senatör Bernie Sanders, partisinin delegelerinden 1880 oy alabildi. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olabilmek içinse 1237 delege kazanmak yeterken Donald Trump 26 Mayıs 2016 tarihinde 1441 delegenin oyunu alarak partisinin başkan adayı oldu. Trump’la yarışan toplam 16 adaysa süreç içerisinde mücadeleden çekildi. Liberteryen Parti’nin başkan adayı olarak eski vali Gary Johnson belirlenirken Yeşil Parti 2012 yılındaki adayını, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve tıp dallarında Harvard Üniversitesi’nden mezuniyet belgelerine sahip emekli doktor ve akademisyen Jill Ellen Stein’ı başkan adayı olarak tercih etti. Haziran ayından itibaren hızlanan seçim yarışında eski bir First Lady, senatör ve bakan olan Hillary Clinton deneyimli bir siyasetçi görüntüsü çizdi. Ekonomik eşitsizlik üzerine yoğunlaşan Clinton, kampanyasını gelir adaletsizliği ve demokrasi kavramlarından hareketle şekillendirdi. Servetin eşit dağıtılmasının, vergi sisteminin adil bir şekle büründürülmesinin, işçilerin, göçmenlerin, siyahilerin ve işsizlerin eşit haklardan yararlanmasının önemini vurgulayan ve mücadelesini altını çizdiği bu hassasiyetler üzerinden inşa eden Clinton, Demokrat Parti’nin hedef kitlesindeki milyonların oylarına talip oldu. Sosyal demokrat ve liberallerin ilgisiyle karşılaşan Clinton’ın muhafazakar sağ kitlelerin oylarını alabilmek adına yeterli bir söylem geliştiremediği ise siyaset bilimcilerin ve analistlerin altını 19 çizdiği bir noktaydı. Ailenin ve aile birliğinin önemini vurgulamasına rağmen son dönemde yaşanan ekonomik sıkıntılara karşı aileyi nasıl koruyacağını ikna edici şekilde dillendiremeyen Hillary Clinton, söylemleriyle geniş halk kitlelerini inandırmaya yetmeyen bir aday görüntüsü çizdi. İlerleyen yaşıyla birlikte karşılaştığı sağlık sorunları kamuoyunun gündeminden düşmeyen Clinton, kampanyasını sürdürürken halkı sağlıklı olduğuna ikna etmek için de çabaladı. “Amerikalılar zor dönemlerden geçti” diyerek ekonomik sıkıntıları vurgulayan Clinton, “Amerikalılar her gün kendilerini savunacak bir kahramana, şampiyona ihtiyaç duyuyor. İşte ben o şampiyonum” sözleriyle kampanyasına başlasa da sağlık durumu süreç boyunca bir kahramandan beklenen zindeliği sergilemesine izin vermedi. Dışişleri Bakanlığı döneminde Libya’nın Bingazi şehrinde ABD Konsolosluğu’na yapılan saldırıda etkisiz kaldığı düşünülen Hillary Clinton’ın yaratmaya çalıştığı “kahraman” algısı giderek zayıfladı. Yine Dışişleri Bakanlığı sırasında resmî yazışmaları için bakanlığın elektronik posta adresi yerine kişisel hesabını kullanması da 20 DÜNYADAN Clinton’ın elini zayıflatan hatalardan biri olarak öne çıktı. Hatasından dönmek adına bakanlığa teslim ettiği yazışmaların kamuoyuyla peyderpey paylaşılmasının ardındansa birçok ülkeyi etkileyen yeni tartışmalar başladı. Libya’daki saldırıdan Türkiye’deki dinî azınlıklara kadar pek çok konuda belgenin ortaya döküldüğü skandalın ardından Clinton şeffaf olmamak ve hukukun üstünlüğünü tanımamakla suçlandı. Tüm bunlar birleştiğinde Demokrat Parti’nin ilk kadın başkan adayı Hillary Clinton’ın yarışın başında arkasına aldığı olumlu rüzgar süreç içinde zayıfladı. 4 bin 200 kişinin görev yaptığı kampanyası boyunca 610 milyon dolar harcayan, 157 milyon dolarlık televizyon ve sosyal medya reklamı veren Clinton’ın süreç boyunca ABD seçmenini ikna edecek güçlü bir duruş sergileyemediği seçim sonuçlarının açıklanmasıyla ortaya çıktı. Donald Trump ise “Make America Great Again” sloganını kullandığı kampanyasına göçmenleri ve Müslümanları tedirgin eden söylemlerle başladı. Amerika Birleşik Devletleri’ne göçü durdurmak adına Meksika sınırına duvar örülmesi ge- DONALD TRUMP SEÇIM SONRASINDA FARKLI KITLELERI KUCAKLAYICI BIR GÖRÜNTÜ ÇIZEREK OLUMLU PUAN TOPLADI. TRUMP, ABD’DEKI TÜM VATANDAŞLARIN BAŞKANI OLACAĞINI VE HER KESIME HUZUR VE REFAH GETIRMEK IÇIN ÇALIŞACAĞINI VURGULADI. eden Donald Trump ABD’nin 45. Başkanı seçilmeyi başardı. Latin Amerika ve Asya kökenli Amerikalıları rahatsız edecek ırkçı söylemler kullanmakla suçlansa da sözü geçen kitlelerden azımsanmayacak derecede oy alan Trump’a, yine kampanyası boyunca kendisini kıyasıya eleştiren kadınlardan da yüksek denilebilecek miktarda oy geldi. Katolik ve Protestanların tercih ettiği aday olan Trump, Hillary Clinton’a nazaran daha az bağış topladığı ve daha az para harcadığı kampanyasını büyük bir başarıya imza atarak sonlandırdı. Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı seçilmesinin ardından ABD’nin birçok büyük şehrinde protesto gösterileri düzenlendi. Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Meksika başta olmak üzere birçok Latin Amerika ülkesinde tedirginlik, Avrupa’daki sağ ve aşırı sağ görüşlü partilerde ise sevinç söylemleri öne çıktı. Almanya ve Rusya gibi devletler demokratik seçimlerin ardından başkanlığa seçilen Trump’ı kutlarken Rusya’nın yeni başkanın seçim ekibiyle temas halinde olduğunun ortaya çıkması kimi kesimleri şaşırttı. Donald Trump ise seçim sonrasında yaptığı konuşmada farklı kitleleri kucaklayıcı bir görüntü çizerek olumlu puan topladı. Trump, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm vatandaşların başkanı olacağını ve ülkesindeki her kesime huzuru ve refahı getirmek için çalışacağını vurguladı. Seçim yarışında çizdiği görüntünün aksine bir devlet adamına yakışır nitelikte açıklamalarıyla güven veren Trump, tartışmalı söylemler yerine bütünleştirici ve çözüme yönelik tavırlarıyla dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başkan seçilmesirektiğini söyleyen Trump, Müslümanlarınsa Amerika Birleşik nin ardından Donald Trump’ı telefonla arayarak tebrik etti. Devletleri’ne girişinin geçici olarak engellenmesini arzu ettiğini Görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye ile ABD’nin belirtti. Ülkesinin DEAŞ ile mücadelede sert sorgulama yön- karşılıklı saygı, müşterek çıkarlar ve ortak değerler temelinde temleri kullanmasının gerekliliğini vurgulayan Trump, “Saddam buluşan iki müttefik olduğuna dikkat çektiği ve Başkan Trump’a Hüseyin ve Muammer Kaddafi iktidarda olsaydı dünya daha önümüzdeki süreçte ikili ilişkilerin daha da güçlendirileceğine iyi bir yer olurdu” diyerek tartışmalara yol açtı. Sert söylemleri inandığını söylediği bildirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca ve tartışma yaratan sözleriyle öne çıksa da beyazları, yaşlıları, Twitter hesabından yaptığı bir paylaşımda, “Amerika Birleşik gelir seviyesi yüksek kesimi, kırsal alanda yaşayanları, eğitim Devletleri’nin 45. Başkanı seçilen Donald Trump’ı kutluyor, ilişki- seviyesi lise ve altındaki kitleleri “kahraman” olduğuna ikna lerimizi daha da güçlendirmeyi umuyorum” ifadesini kullandı. 21 FRANSA’DA MERKEZ SAĞIN CUMHURBAŞKANI ADAYI FRANÇOIS FILLON François Fillon FRANSA’DA ilk turu 23 Nisan, bir adayın yüzde 50 oy oranına ulaşamaması halinde ikinci turu 7 Mayıs’ta gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı seçiminde merkez sağ görüşlü Cumhuriyetçiler Partisi’ni temsil edecek aday ön seçimle belirlendi. Parti üyesi olan ve 2 avro katılım ücreti ödeyen 4 milyonu aşkın seçmenin iştirak ettiği ön seçimin ilk turunda eski başbakanlardan François Fillon yüzde 44,1, Alain Juppé yüzde 28,6 oranında oy alarak ikinci turda yarışmaya hak kazandı. Eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ise yüzde 20,6’lık oy oranıyla üçüncü olarak yarış dışı kaldı. Sarkozy, ikinci turda Fillon’u destekleyeceğini açıkladı. İkinci turda rakibi Juppé’nin yüzde 32 oyuna karşılık yüzde 68 oy alan François Fillon Cumhuriyetçiler Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı oldu. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine olumsuz yaklaşan, Fransa’nın İslam diniyle sorunları olduğunu dile getiren Fillon daha önce milletvekilliği, senatörlük, bakanlık ve başbakanlık görevlerinde bulundu. BULGARİSTAN’IN YENİ CUMHURBAŞKANI RUMEN RADEV BULGARISTAN’DA gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimini, Merkez Seçim Komisyonu’nun açıkladığı sonuçlara göre Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) adayı Rumen Radev kazandı. Ana muhalefetin adayı Radev oyların yüzde 58,1’ini alırken iktidardaki Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Yurttaşlar Partisi (GERB) adayı Meclis Başkanı Tzetzka Tzaçeva ise yüzde 35,3 oy elde etti. Bulgaristan tarihinde ilk kez oy kullanmayan vatandaşlara ceza verileceğinin duyurulmasına rağmen seçime katılımın yüzde 50,3 düzeyinde kaldığı kaydedildi. 22 Ocak 2017’de göreve başlayacak Radev, 1989’da Bulgaristan’ın benimsediği demokratik rejimin 5’inci cumhurbaşkanı olacak. Bulgaristan’ın yetiştirdiği en önemli savaş pilotları arasında gösterilen Rumen Radev, Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürütürken dönemin Savunma Bakanı Nikolay Nençev ile yaşadığı görüş ayrılıkları nedeniyle ordudan istifa ederek siyasete atılmıştı. Radev’in yardımcılığını Avrupa Parlamentosu Milletvekili İliyana Yotova yürütecek. 22 DÜNYADAN Rumen Radev MOLDOVA’DA SEÇİMİ RUSYA YANLISI IGOR DODON KAZANDI MOLDOVA’DA halkın yüzde 53,27’sinin katıldığı cumhurbaşkanlığı seçimini Rusya yanlısı söylemleriyle öne çıkan Igor Dodon kazandı. Dodon, ikinci turda yüzde 52,57 oy alırken, ülkesinin Avrupa Birliği üyeliğini savunan Eğitim eski Bakanı Maya Sandu ise yüzde 47,43 oranında kaldı. Seçim sonuçlarının belli olmasının ardından bir konuşma yapan Dodon, “Ülkenin bütün vatandaşlarının cumhurbaşkanı olacağıma söz veriyorum. Siyasi rakibimi iyi bir seçim kampanyası yürüttüğü için tebrik ediyorum. Ancak onu sakin olmaya çağırıyorum. Toplumda nefrete gerek yok” dedi. Igor Dodon, 1996’dan sonra halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı oldu. Moldova’da 2000 yılında kabul edilen bir kanunla cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçiliyordu. Anayasa Mahkemesi bu yıl kanunu iptal ederek eski sisteme dönülmesi yönünde bir karar almıştı. 41 yaşındaki Dodon daha önce Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı ile Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2011’de Sosyalist Parti’nin genel başkanı seçilen Dodon, 2014 genel seçimlerinde partisini birinci sırada parlamentoya taşıdı. Igor Dodon BREZİLYA’DA 15 TEMMUZ PANELİ SAO PAULO Yunus Emre Enstitüsü, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) darbe girişimi ve sonuçlarının dünya kamuoyunun dikkatine sunulması amacıyla “15 Temmuz Demokrasinin Zaferi” adlı bir panel düzenledi. Türkiye’nin Sao Paulo Başkonsolosu Mehmet Özgün Arman, Sao Paulo Yunus Emre Enstitüsü Mü- dürü Hüsamettin Aslan ve Brezilya Müslüman Şeyhleri Başkanı Şeyh Abdelhamid Metwally’nin açılış konuşmalarıyla başlayan etkinlikte 3 oturum gerçekleştirildi. Panelde söz alan Ulusal İslam Derneği Dinî İşler Müdürü ve Teologlar Konseyi Genel Sekreteri Şeyh Halid Taki el-Din, 15 Temmuz darbe girişiminin Türk halkı tarafından başarısızlığa uğratılmasının insanlık tarihinde büyük bir dönüm noktası olduğunun altını çizdi. Taki el-Din, “Toplumu Fetullah Gülen gibi hastalıklı kişilere karşı bilgilendirmek ve bu örgütün, demokrasinin dünyadaki en çağdaş modeli olan Türkiye’ye karşı işlediği suçlardan dolayı yargılanmasını talep etmek bizim görevimizdir” ifadelerini kullandı. Başkonsolos Mehmet Özgün Arman ise etkinlik sayesinde 15 Temmuz darbe girişiminin Brezilya’da ilk kez samimiyetle görüşüldüğünü söyledi. Arman, Türkiye’den gelen konuşmacıların verdiği bilgiler sayesinde Brezilyalıların 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan süreci daha iyi anlayabileceğini belirtti. 23 “AVRUPA PARLAMENTOSU KARARI YOK HÜKMÜNDEDİR” AVRUPA Parlamentosu (AP), Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile sürdürdüğü müzakerelerin geçici süreliğine dondurulmasını tavsiye eden tasarıyı 7’ye karşı 479 oyla kabul etti. Oylamada 107 üye çekimser oy kullandı. AP’de temsil edilen 6 siyasi grubun oylamaya sunduğu tasarı, AB tarihinde bir ülkeyle üyelik müzakerelerinin dondurulmasına yönelik alınan ilk tavsiye kararı olarak tarihe geçti. Üyelik müzakerelerini sonlandırma veya dondurma yetkisi olmayan AP kararının siyasi ve hukuki bağlayıcılığı bulunmuyor. Karar, AB Konseyi ve üye ülke yönetimlerine siyasi anlamda mesaj niteliği taşıyor. Kararda, üyelik müzakerelerinin, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ortaya çıkan durum ve OHAL uygulamasının getirdiği şartlar nedeniyle geçici olarak dondurulması kayıt altına alınırken müzakerelerin yeniden başlayabilmesi için OHAL uygulamasının kaldırılması gerektiği belirtildi. AB ve AP’nin darbe girişimini güçlü bir şekilde kınadığı kaydedilen metinde Türkiye’nin darbe girişiminin sorumlularını yargılama hakkının meşru olduğunun altı çizildi. Ancak darbe girişimi sonrasında Olağanüstü Hal kapsamında FETÖ ve diğer terör örgütlerine karşı yürütülen mücadelede “orantısız güç” kullanıldığı iddia edildi. Türkiye’yi AB’ye sıkı şekilde bağlı tutma taahhüdünü sürdürdüğünü belirten AP, bununla birlikte AB Komisyonu ve üye ülkelere, devam etmekte olan müzakerelerin geçici olarak dondurulmasını başlatması için çağrı yaptı. Tasarının hazırlanmasına gerekçe olarak Türk vatandaşlarına AB’den vize muafiyeti şartlarından 7’sinin yerine getirilmemesi ve Gümrük Birliği’nin geliştirilmesine gerekli desteğin sağlanmaması başlıkları sunuldu. Türkiye’deki idam cezasının geri getirilmesi tartışmalarına da atıfta bulunulan kararda, idamın yürürlüğe konulmasının, üyelik müzakerelerinin resmî olarak sonlandırılması sonu- 24 DÜNYADAN cunu doğuracağı belirtildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oylamadan önce “Sonuç ne çıkarsa çıksın bu oylamanın bizim nezdimizde hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur” ifadesini kullanmıştı. “AP kararının bizim açımızdan hiçbir önemi yok” Avrupa Parlamentosu’nun 24 Kasım 2016 tarihli oturumunda aldığı karara Türkiye’den sert tepkiler geldi. Başbakan Binali Yıldırım, basına yaptığı açıklamada, “Bu kararın bizim açımızdan hiçbir önemi yok. Avrupa Birliği ile ilişkiler, zaten öyle aman aman, çok sıkı fıkı ilişkiler değil, ite kaka giden, kerhen yürüyen bir ilişkidir” dedi. Yıldırım, Avrupa’nın gelecek vizyonunu Türkiye ile beraber mi, yoksa Türkiyesiz mi şekillendireceğine karar vermesi gerektiğini vurgulayarak, “Bir yandan Türkiye’nin vazgeçilmez olduğunu söyle- AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN 24 KASIM 2016 TARIHLI OTURUMUNDA ALDIĞI KARARA TÜRKIYE’DEN SERT TEPKILER GELDI. BAŞBAKAN BINALI YILDIRIM, BASINA YAPTIĞI AÇIKLAMADA, “BU KARARIN BIZIM AÇIMIZDAN HIÇBIR ÖNEMI YOK” DEDI. yip diğer yandan eften püften nedenlerle böyle kararlar alınması çelişkili bir durumdur” dedi. Başbakan Yıldırım, katıldığı bir televizyon programında Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyeliğinin gündeme gelmesinin AB ile ilişkileri nasıl etkileyeceğinin sorulması üzerine, “Bu bir tehdit değil, Avrupa’ya karşı bir meydan okuma da değil. Burada karşılıklı irade var. Uzakdoğu ülkeleri, Çin, Rusya, Orta Asya ülkeleri ilişkilerimizi hem siyasi hem ekonomik olarak geliştirmek istiyorlar, biz de geliştirmek istiyoruz. Olay bundan ibaret” dedi. Yıldırım, “AB olmazsa Asya birliği olur gibi bir zorunlu tercih peşinde değiliz, bunun böyle görülmesinde fayda var” ifadesini kullandı. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş İngiltere’deki temasları sırasında bir basın toplantısı düzenleyerek AP’nin Türkiye ile ilgili tavsiye kararını değerlendirdi. Kurtulmuş, “Türkiye’yi kaybetmek AB için maliyeti ödenebilir bir seçenek değildir. AB’nin kurumsal çıkarını düşünen, hatta tek tek bu ülkelerde kendi memleketlerinin ulusal menfaatini düşünen akıllı siyasetçiler bunu anlamak durumundalar. Türkiye’yi kaybetmiş bir AB daha fazla içine kapanacak demektir” dedi. Türkiye’nin taahhütlerine saygılı davranarak ilişkileri sürdürmekten yana olduğunun altını çizen Kurtulmuş konuşmasını şöyle sürdürdü: “Tercih yapacak olan Avrupa’dır, Avrupa’nın siyasetçileridir. Türkiye ile ilişkilerin nasıl geliştirileceğini tayin edecek olan bizatihi Avrupa’nın kendisidir. Ya kararlarını verecekler, Türkiye ile eşit ortaklık düzeyinde müzakereleri sürdürmek için adımlar atacaklar, önyargılarını, tarafgir tavırlarını bırakacaklar, Türkiye ile doğru bir ilişki kuracaklar ya da bunun alternatifi Avrupa için son derece hazindir.” “Bu büyük bir vizyonsuzluktur” Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, AP’nin Türkiye ile ilgili kararını, “Bu büyük bir vizyonsuzluktur ve yok hükmündedir. AB tarihi için de yok hükmünde olmalıdır” sözleriyle karşıladı. Türkiye’nin AB’ye muhtaç olmadığını vurgulayan Çelik, “Türkiye AB’ye tam üye olsa devletimizin çıkarları ve milletimizin geleceği açısından son derece iyi bir zemin yakalamış oluruz. Onun dışında Türkiye AB’ye üye olmazsa ne olur, ilişkiler koparsa ne olur? Ben bunu arzu etmem, bakanlığımın varlık sebebi bu, ama dünyanın sonu değildir” dedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise AP’nin kararına ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Her zaman şunu söyledik, Avrupa Parlamentosu ya da Avrupa Birliği kurumları, konseyi, komisyonu yapıcı bir karar alırsa, eleştiriler dahil biz bunu değerlendiririz hatta faydalanırız. Ama bu şekilde kasıtlı bir karar alırsa biz bunu reddederiz, hiçbir geçerliliği yok. Esasen bu karar Avrupa Parlamentosu’nu ve Avrupa Birliği’ni küçük düşürüyor.” 25 5 ARALIK 1934 TÜRK SİYASETİ 82 YILDIR KADINLARLA DAHA GÜÇLÜ SENA KILIÇ 26 FARKLI PARTILERDEN MILLETVEKILLERI, TÜRK KADININA SEÇME VE SEÇILME HAKKI TANINMASININ 82’NCI YILDÖNÜMÜNÜ TPB PARLAMENTO’YA DEĞERLENDIRDI. MILLETVEKILLERI, TÜRK KADINININ BU HAKKA PEK ÇOK AVRUPA ÜLKESINDEN DAHA ÖNCE SAHIP OLDUĞUNA IŞARET ETTI. Bülent Turan AK Parti Grup Başkanvekili ve Çanakkale Milletvekili Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması pek çok Avrupa ülkesinden önce oldu. Fransa ve İtalya’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra, İsviçre’de ise 1971 yılında sağlanan bu hak Türkiye’de 1935 yılında tanındı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi konusunda Batı ülkelerinden çok daha evvel yasal düzenleme yapılması, genç Cumhuriyet’in gelecek vizyonunu ortaya koymaktadır. Bir hakkın varlığı, ancak o hakkın herkes tarafından kullanılabilmesiyle değer kazanır. Ancak ne yazık ki bu hak, bir yönüyle hep eksik kaldı. Bu hakkın tanınmasından tam 65 yıl sonra 1999 yılında bir kadın milletvekili sırf başörtülü olduğu için TBMM Genel Kurul Salonu’nda yemin edemedi. Başbakan da dahil olmak üzere birçok milletvekili bu kadın milletvekilini Genel Kurul’dan uzaklaştırarak görevini yapmasına engel oldu. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı ancak 2014 yılında yani bu hakkın tanınmasından 80 yıl sonra gerçek anlamıyla kullanılmaya başladı. Başı açık-kapalı ayrımı olmaksızın kadınlar ancak bu tarihten sonra Meclis’te kendilerine yer buldular. Meclis’teki kadın milletvekillerinin oranı istediğimiz düzeyde olmasa da her seçimde giderek artmaktadır. Bu bakımdan demokrasimiz ilerleme kaydetmektedir. Tüm partilerin bu konuda hassas davranması, siyasetin her kademesinde kadınların aktif rol üstlenmesi daha katılımcı bir siyasal kültürün oluşmasına katkı yapacaktır. Canan Candemir Çelik AK Parti Gaziantep Milletvekili 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı tanıdığı 5 Aralık 1934 tarihine denk gelmesi münasebetiyle oldukça anlamlı bir gündür. Kadınlarımızın artan siyasi hak ve siyasetin içerisinde yer alma talepleri karşılığını Cumhuriyet döneminde bulmuştur. Türk kadını 1930 yılında belediye seçimlerinde, 1934 yılında da milletvekili genel seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kazanmıştır. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı Fransa’da 1944, İtalya’da 1945, Yunanistan’da 1952, İsviçre’de 1971’de tanınmıştır. Ülkemizde ise birçok Avrupa ülkesinden uzun yıllar önce kadınlarımızın siyasetin içinde olması 27 gerektiği öngörülerek, 82 yıl evvel oldukça vizyoner bir adım atılmış ve 1935 yılında 18 parlamenter ile kadınlarımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilmeye başlamıştır. Kadınlarımızın siyasi karar alma mekanizması içinde daha fazla söz sahibi olması, yaşanan sorunların çözümüne ilişkin farkındalığı artıracaktır. Kadınlar siyasal karar alma sürecine dahil olmadıkça ve kadın bakış açısı karar almanın bütün düzeylerine yerleştirilmedikçe toplumsal cinsiyet eşitliği de sağlanamayacaktır. Türk siyasi hayatı içinde kadınlara en büyük katkıyı sağlamış olan AK Parti, 4 milyondan fazla kadın üyesi ile büyük bir siyasi harekettir. AK Parti gücünü kadınlarımızdan alan, kadınlarımızın omuzlarında yükselen bir partidir. 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü’nün kadınlarla ilgili sorunların çözümlenmesine vesile olmasını diliyor, 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günümüzü kutluyorum. 1935 Meclisine giren ilk kadın milletvekillerimizi rahmetle anıyor ve saygılarımı sunuyorum. Aydın Uslupehlivan CHP Adana Milletvekili Kadının toplum içindeki yeri büyük önem taşımaktadır. Medeni hukuk esaslarına göre kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Fakat toplumda kadına verilen değer ve haklar istenilen seviyede değildir. Kadın özellikle siyasette karar verme noktasında oldukça gerilerdedir. Kadınların yönetimde görev alabilmesini sağlayan siyasi haklar 1930’dan itibaren verilmeye başlanmıştır. 1930 yılında belediye seçimlerine, 1933’te muhtarlık seçimlerine girebilme hakkını kazanmışlardır. 5 Aralık 1934’te ise Avrupa ülkelerinin birçoğundan önce milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olabilmişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerde kadının siyasette temsil oranının yüzde 40 olduğu söylenmektedir. Şu an TBMM dağılımına baktığımızda bu rakam yüzde 15 düzeyindedir. Yani Meclis’te 550 milletvekilinin 81’i kadındır. Parlamentodaki sayıları bir yana, kadınlar eğitim hayatından işgücü katılımına kadar her alanda birçok ülkenin gerisinde kalmış durumdadır. Kadına 28 yönelik şiddet ve cinayet oranı ise oldukça yüksektir. Kadınları her alanda güçlendirmeli, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermeliyiz. “Kadınları geride kalan toplum geride kalmaya mahkumdur” sözüyle kadına verdiği önemi her fırsatta dile getiren Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara tanıdığı seçme ve seçilme hakkının 82. yılını kutluyor ve siyasette daha fazla kadının yer almasını arzu ediyorum. Tüm kadınlarımıza sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Filiz Kerestecioğlu Demir HDP İstanbul Milletvekili Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte o dönem kadın hakları konusunda gösterilen çabalar var. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı da bunlardan biridir. Kadınların da haklarını arama çabası söz konusu. 1995 yılında gerçekleştirdiğim “Kadınlar Vardır” isimli belgesel çalışmamda vâkıf olduğum, Osmanlı İmparatorluğu döneminde vücut bulmuş kadın hareketi de bulunuyor. Yani kadınlar o tarihlerde doğrudan feminizm sözcüğünü kullanabiliyor. Bu sözcüğün hakkını teslim ederek ve “Hemşireler, erkeklerin iktidarına karşı bir araya gelmeliyiz” diyerek seçme ve seçilme hakkı için aynı zamanda talepkâr olarak mücadele ediyorlar. Türkiye kadınların seçme ve seçilme hakkının ilk yasalaştığı ülkelerden biridir. Ancak bugünkü durumda kadınlarımızın siyasete katılımları açısından hâlâ çok ciddi sorunlar yaşandığı görüşündeyim. Bunun için de bütün kadınlarımızın dayanışma içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Partimizin bu anlamda yüzde 40 oranında kadın milletvekili katılımıyla gerçekten bu parlamentoya ciddi bir katkı sağladığına inanıyorum. Aslında bütün partilerde bunu ve daha fazlasını, kadınların erkeklerle eşit oranda temsilini görmek istediğimi de ifade etmek isterim. Deniz Depboylu MHP Aydın Milletvekili Tarihimizde Türk kadınının statüsüne baktığımızda, kendisine verilen birtakım haklardan dolayı hanların, hakanların önünde saygıyla eğildikleri bir konuma sahip olduklarını görürüz. Kadın aynı zamanda yönetimde hak ve söz sahibiydi. Göktürklerde ve Uygurlarda Kağan’ın karısı Hatun devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibiydi. Emirnameler, yalnız Kağan namına değil, Kağan ve Hatun namına ortaklaşa imza edilmekteydi. Kanun niteliğindeki emirnameler sadece “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulü esnasında Hatun’un da Kağan’la beraber olması gerekirdi. İlerleyen zaman içinde Türk kadını birçok hakkını ve toplum içindeki etkin statüsünü kaybetti. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Türk kadınını tekrar hak ettiği statüye kavuşturana kadar kadınlarımız ikinci planda kaldı. Atamıza çok şey borçluyuz. Atatürk sayesinde kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde birçok değişiklik gerçekleşti. Kadınlarımıza 1930 y ılın da b el e di y e seçimlerinde seçme, 1933’te muh- tar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934 tarihinde Anayasa’da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme hakları tanındı. Bugün yıllar sonra geldiğimiz noktaya bakıyoruz, Meclis’teki kadın milletvekili oranı 1935 yılında yüzde 4,5 iken 80 yıl sonra bu oran sadece yüzde 14,7’ye yükselebilmiştir. Kadın belediye başkanı oranı yüzde 2,9, kadın belediye meclis üyesi oranı ise yüzde 10,7’dir. Kabinede sadece bir kadın bakan yer alıyor. Temsil oranında henüz arzu ettiğimiz noktada değiliz. Türk kadınını hak ettiği seviyeye getirene kadar özveriyle ve daha çok çalışmamız gerekiyor. 29 Candan Yüceer CHP Tekirdağ Milletvekili Yıl 1923. Henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti. Gazi Mustafa Kemal bir gazeteye verdiği demeçte, “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?” demişti. Henüz kadınlara Medeni Kanun’la tanınan haklar verilmemişti, kadınlar hâlâ mirastan eşit pay alamıyordu. Çok eşli evlilikler geçerliydi. Bırakın kadına seçme ve seçilme olanağı verilmesini, iki kadının şahitliği, bir erkeğin şahitliğine denk sayılıyordu. Daha kadın-erkek arasında herhangi bir eşitlikten bile söz edilemezken, Mustafa Kemal kadınsız bir ilerlemenin mümkün olamayacağına, kadını zincirlerinden kurtarmak gerektiğine işaret etti. Cumhuriyet herkese ama önce kadınlara eşit bir yaşam vadetti ve bu vaadini yerine getirdi. Bugün bu topraklar üzerinde yaşayan bütün yurttaşlar ama önce kadınlar Cumhuriyet’e ve onu kuran kadrolara çok şey borçludur. Bu borcu nasıl ödeyebileceğimizi yine Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri işaret etmektedir: “Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır.” Cumhuriyet’le beraber, kadınların sosyal ve siyasal hakları elde etmeleri de aşamalı bir şekilde gerçekleşmeye başladı. Yalnızca zamanın Türkiyesi için değil, batısıyla doğusuyla tüm dünya için devrimci bir adım atıldı, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Türkiye’de kadınlar milletvekili sıralarına oturup kendi kaderleri hakkında söz sahibi olurken, Avrupa’da pek çok ülkede böyle bir şey söz konusu bile değildi. Dönemin en ileri ülkelerinde dahi kadınlar ikinci sınıf vatandaşken, gencecik bir Cumhuriyet, kadınları erkeklerle eşit haklara sahip kıldı. Onlara seçme ve seçilme hakkı verdi, eşit yurttaşlığın yolunu aç tı. Tek başına bu adımlar bile Cumhuriyet’in ne denli vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. 30 Ayşe Keşir AK Parti Düzce Milletvekili Ülkemizde 1934 yılında verilen bu hak 8 Şubat 1935 tarihindeki seçimlerde ilk defa kullanılmıştır. 18 milletvekili ile kadınlar TBMM’de yer almıştır. Kadınlar Fransa ve İtalya gibi ülkelerde 1945’ten sonra seçilebilirken, İsviçre’de ise ancak 1971 yılında bu hakka sahip olmuştur. İlk Meclis’te yüzde 4,5 olan kadınların parlamentoda temsil oranı AK Parti’ye kadar ne yazık ki hiç aşılamadı. Bu oran 2002 seçimlerinde yüzde 4,4, 2007 seçimlerinde yüzde 9,1, 2011 seçimlerinde yüzde 14,4, 7 Haziran 2016 seçimlerinde yüzde 17,6, 1 Kasım 2016 seçimlerinde ise yüzde 14,7 olmuştur. Temsilde adaletsizliği gidermek için yaş, kılık-kıyafet gibi hususlarda gerekli çalışmalar yine AK Parti döneminde yapılmıştır. Kadının karar alma mekanizmalarında yer almasını ve siyasi temsilini eğitim ve istihdam verilerinden bağımsız düşünemeyiz. Eğitime ve istihdama erişim, sivil toplum çalışmaları, kadının siyasi katılım kanallarını besleyen en önemli araçlardır. AK Parti olarak 2002’den bu yana özellikle kız çocuklarının eğitime erişimi için önemli adımlar attık. Bugün 117 devlet üniversitesi ile her şehirde bir üniversite açarak, kılık-kıyafet özgürlüğünü sağlayarak, kız çocuklarının yükseköğrenime erişimi önündeki engelleri tek tek kaldırdık. Üniversite mezunu kadınların yüzde 70’i istihdama erişim sağlamaktadır. Üniversite eğitimi, hem kadın yoksulluğu ile mücadelede hem de kadın istihdamını artırmada en önemli araçtır. Kadının siyasete katılımı konusunda daha yapacak işimiz olmakla birlikte, yürütülen araştırmalar başta akademik kadro ve üst düzey yönetici olmak üzere Türkiye’de bazı meslek gruplarında kadınların temsil oranının, Avrupa ülkelerine göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu başarı verilerinin gelecekte de siyasi katılıma olumlu yansıyacağı kanaatindeyim. TBMM TUTANAKLARINDA 5 ARALIK 1934 5 ARALIK 1934 31 TBMM TUTANAKLARINDA 5 ARALIK 1934 32 5 ARALIK 1934 33 KARA KITA’NIN RENKLİ ÜLKESİ GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ 34 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI ON BİR RESMÎ DİLİ, ÜÇ BAŞKENTİ, FARKLI IRK VE ETNİK GRUPLARDAN YAKLAŞIK 55 MİLYON NÜFUSU İLE DÜNYANIN EN DİKKAT ÇEKİCİ ÜLKELERİNDEN BİRİ OLAN GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ’NİN DEMOKRASİ YOLCULUĞU NELSON MANDELA’NIN ŞU SÖZLERİYLE ÖZETLENEBİLİR: “BEN, TÜM İNSANLARIN UYUM İÇİNDE VE EŞİT FIRSATLARA SAHİP ŞEKİLDE BERABERCE YAŞADIĞI, DEMOKRATİK VE ÖZGÜR BİR TOPLUM İDEALİNİ BENİMSEDİM. BU, UĞRUNDA YAŞAMAK VE ULAŞMAK İSTEDİĞİM BİR İDEALDİR.” TÜRKER BEŞE 35 A frika’nın en güney ucunda yer alan ve kıtanın güney kısmının neredeyse yarısını kaplayan Güney Afrika Cumhuriyeti, bir milyon kilometrekarenin üzerindeki yüzölçümüyle dünyanın en büyük 24’üncü ülkesidir. Hem Atlas Okyanusu hem de Hint Okyanusu’na kıyısı olan ülke, Namibya, Botsvana, Mozambik, Svaziland ve Zimbabve ile komşudur. Lesotho ise Güney Afrika Cumhuriyeti’nin içinde yer alan küçük bir krallıktır. Bugünkü Güney Afrika Cumhuriyeti topraklarında insan varlığı günümüzden 3,5 milyon yıl önceye tarihlenir. Ülkenin modern tarihi ise 17. yüzyılda Hollanda’nın kolonileşme konusunda büyük atak yaptığı dönemlere dayanır. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin keşif gemisinde yöneticilik görevinde bulunan Jan van Riebeeck, Ümit Burnu’na ulaştığında, Avrupa ve Güneydoğu Asya arasındaki ticarette bu rotayı kullanacak gemiler için bir tedarik istasyonu kurmak ister. Bunun sonucunda meydana getirilen Ümit Kalesi ve etrafında gelişen Cape Kolonisi, 1662 yılına kadar Van Riebeeck tarafından yönetilir. Güney Afrika’daki ilk Avrupalı yerleşimi sayılan Cape Kolonisi, yıllar içinde büyüyüp gelişerek bugünkü Cape Jan van Riebeeck 36 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Town’ı oluşturmuştur. Cape Town, günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin üç başkentinden biridir ve yasamanın merkezidir. Güneydoğu Asya ticaret rotasının önemli bir merkezi olan Cape Kolonisi Hindistan, Endonezya ve Madagaskar’dan Hollandalılar tarafından getirilen kölelere de ev sahipliği yapıyordu. Sömürgeciliğin her alanda yaygın olduğu bu dönemde bölgedeki kölelerin sayısı o kadar arttı ki, 18. yüzyılın ortalarında kolonide yaşayan Avrupalı göçmenleri bile geçti. Yıllar içinde gelişen yerleşim, ilk olarak batıya, 1770’ten itibaren ise doğuya doğru ilerledi ve bunun sonucunda yerli gruplarla Avrupalılar arasında çatışmalar baş gösterdi. İlki 1779 yılında yaşanan ve Sınır Savaşları olarak anılan bu çatışmalar yüz yıl boyunca aralıklarla sürdü ve toplam dokuz savaş gerçekleşti. 18. yüzyılın sonlarında Napolyon’un Hollanda’yı işgal etmesi neticesinde kurulan Batavya Cumhuriyeti’nin Büyük Britanya ile işbirliğini sonlandırması ve birkaç yıl içinde Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin iflas etme noktasına gelmesi, Hollanda’nın buradaki hakimiyetini zayıflattı ve Britanya’nın bölgeyi işgal etmesine sebep oldu. Hâlâ devam eden Sınır Savaşları’nda yerlilerden ele geçirdikleri bölgelere yerleşen Britanyalılar egemenlik alanlarını genişletti, ayrıca sınırları sağlamlaştırarak iç kısımlarda yeni yerleşimler kurulmasına olanak sağladı. 1833 yılında Britanya parlamentosunun köleliğin tüm ülkede ve kolonilerde kaldırılmasına karar vermesi, yıllardır bölgede yaşayan ve artık Afrikaner (Boer) olarak adlandırılan Hollandalı yerleşimcilerin geçim kaynaklarını ellerinden aldı. Hem günlük hayatta faydalandıkları hem de ticaretini yaparak gelir elde ettikleri kölelerden yararlanmaya devam etmek isteyen Afrikanerler, Büyük Göç olarak adlandırılan göç hareketine başladı. Bu göç süresince 14 bin Afrikaner Britanya hakimiyeti dışındaki alanlara göç etti. 1835 ila 1841 yılları arasında gerçekleştirilen Büyük Göç sırasında göçmenler Turuncu Nehir’in kuzey kıyılarına kadar ilerledi ve burada kısa ömürlü irili ufaklı devletler kurdu. Boer Cumhuriyetleri olarak anılan bu devletler arasında uzun soluklu olmayı başarabilenler ise Transvaal Cumhuriyeti ve Özgür Orange Devleti’dir. GÜNEYDOĞU ASYA TICARET ROTASININ ÖNEMLI BIR MERKEZI OLAN CAPE KOLONISI HINDISTAN, ENDONEZYA VE MADAGASKAR’DAN HOLLANDALILAR TARAFINDAN GETIRILEN KÖLELERE DE EV SAHIPLIĞI YAPIYORDU. Bölgedeki bir diğer göç hareketi ise 1867’de elmasın, 1886’da altının bulunmasıyla yaşanmıştır. Bu göç hareketi Büyük Göç gibi bölge içinde değil, Avrupa’dan bu bölgeye doğrudur. Elmas ve altının ticari değeri pek çok Avrupalıyı buraya çekmiştir. Bölgede artan Avrupalı nüfusla birlikte yerlilere karşı uygulanan ayrımcılık ve sömürü de fazlalaşmıştır. Kıtadaki etkinliklerini sürdürmek isteyen Boerlerle hakimiyet alanını genişletmek isteyen Britanya arasında 1880-1881 yılları arasında I. Boer Savaşı yaşanmış ve sayıca az olmalarına rağmen Boerler bu mücadeleden galip çıkmıştır. Boerlerin bölgede İngilizlerden daha uzun süredir bulunmaları ve hem kendilerini hem kıya- fetlerini coğrafi şartlara daha uyumlu hale getirebilmeleri savaşın sonucunu belirleyen temel etken olmuştur. 1899 yılında başlayıp 1902’de sona eren II. Boer Savaşı’nda Britanya aynı hataya düşmemek için bölgeye daha fazla asker sevk etmiş ve bu kez savaşı kazanarak son Boer Cumhuriyetlerini de hakimiyeti altına almıştır. Yapılan anlaşma neticesinde son iki Boer Cumhuriyeti tamamen ilhak edilerek Büyük Britanya’nın bir parçası haline getirilmiş, ancak Boerlerin mağdur olmaması için, Felemenkçenin resmî dil kabul edilmesi gibi bazı haklar tanınmıştır. Ne var ki bu haklardan sadece beyazlar yararlandırılmış ve beyaz olmayanların medeni haklarında kısıtlamalara gidilerek ilerleyen yıllarda yaşanacak ırkçı olaylara ze- 37 1960 YILINDA YAPILAN REFERANDUMUN SONUCUNDA CUMHURIYET ILAN EDILEREK DOMINYON YÖNETIMINE SON VERILMIŞ VE ÜLKENIN ADI GÜNEY AFRIKA CUMHURIYETI OLARAK DEĞIŞTIRILMIŞTIR. min hazırlanmıştır. Savaşın bitiminden sekiz yıl sonra, Burun Kolonisi (Eski Cape Kolonisi), Natal Kolonisi, Transvaal Kolonisi ve Oranj Nehri Kolonisi bir araya gelip Güney Afrika Birliği adlı dominyonu kurarak Güney Afrika Cumhuriyeti’nin temellerini atmışlardır. Yasal açıdan özerk ve dış işlerini kendileri yöneten dominyonlar Yeni Zelanda ve Avustralya gibi Büyük Britanya İmparatoru’nu hükümdar olarak kabul etmişlerdir. 1947’den itibaren dominyon tabiri yerine “Commonwealth üyesi” terimi kullanılmaktadır. 1934 yılına gelindiğinde, Güney Afrika Birliği içinde yaşayan Britanyalılarla Boerleri barıştırmak amacıyla, Britanyalıların partisi South African Party (Güney Afrika Partisi) ile Boerlerin partisi Nasionale Party (Ulusal Parti) birleşmiş ve United Party (Birleşik Parti) kurulmuştur. Bu parti siyasi hayatına II. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir. II. Dünya Savaşı’nda Boerler 38 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI İngiltere’nin yanında yer almak isteyen Britanyalılar ile Hitler Almanyasına özenen ve ırkların ayrımını savunan Ulusal Parti taraftarları arasında yaşanan tartışmalar, partinin de dağılmasına sebep olmuştur. Irkçılık yükseliyor II. Dünya Savaşı’nın ardından ülkede hâlâ azınlıkta olan beyazlar Ulusal Parti’nin yönetimini seçmiş, Ulusal Parti ise kabul ettiği pek çok yasayla ülkede iki sınıflı ve ayrılıkçı bir yönetim tarzı benimsemiştir. Apartheid olarak anılan bu uygulamalar neticesinde Avrupalı beyazlar ile ülkedeki diğer ırklar arasında sosyal sınırlar oluşturulmuştur. Apartheid politikasının asıl amacı, Afrika kökenlilerin, ileride Bantustan olarak adlandırılacak belli yerlere toplanarak bu bölgelerin adım adım bağımsızlaştırılmasıdır. Söz konusu uygulama başarıya ulaştığı takdirde ülkenin yeraltı kaynakları açısından zengin bölgeleri ve limanlar tamamen Avrupalı beyazlara kalacaktır. Bu amaç doğrultusunda yaşanan toprak kaybı önemsiz görülerek Ciskei, Bophuthatswana, Transkei ve Venda bantustanlarına bağımsızlık verilmiş ve kendi kendilerini yönetmeleri sağlanmıştır. Bu uygulama sonucunda 1960’lı yıllarda ülke büyük bir ekonomik kalkınma yaşamış, pek çok yabancı firma burada fabrika açmış veya mevcut fabrikalara ortak olmuştur. Ancak bu kalkınma ve gelişme sadece beyazlar yararına kullanılmış, toplumda mesleki ve genel eğitim ile maaş dağılımı konularında etkisi yıllarca sürecek farklılıklar ortaya çıkmıştır. 1960 yılında yapılan referandumun sonucunda ülkede cumhuriyet ilan edilerek dominyon yönetimine son verilmiş ve ülkenin adı Güney Afrika 18 TEMMUZ 1918 TARIHINDE TEMBU KABILESI ŞEFININ OĞLU OLARAK DÜNYAYA GELEN NELSON MANDELA, GENÇ YAŞLARINDAN ITIBAREN KENDINI AYRIMCILIĞA, FAKIRLIĞE VE EŞITSIZLIĞE KARŞI SAVAŞMAYA ADAMIŞTIR. Oliver Tambo Nelson Mandela Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir. Yeni kurulan Cumhuriyet’in ertesi sene Afrika ve Asya’daki üye devletlerin baskıları sonucunda İngiliz Milletler Cemiyeti’nden (Commonwealth) ihraç edilmesi ise ülkede yaşayan siyahilerin iyice umutsuzluğa kapılmasına sebep olmuştur. Umutsuzluğu umuda çeviren lider: Mandela beraber Johannesburg’ta bir avukatlık bürosu 18 Temmuz 1918 tarihinde Tembu kabilesi şefinin oğlu olarak dünyaya gelen Nelson Mandela, genç yaşlarından itibaren kendini ayrımcılığa, fakirliğe ve eşitsizliğe karşı savaşmaya adamıştır. Büyüdüğünde kabilesinin mirasını devralacağı düşünülen Mandela lise yıllarını çeşitli Metodist okullarda geçirmiştir. Bu okulların başta İngiliz kültürü olmak üzere Avrupa geleneklerini empoze etmesine rağmen Mandela her zaman yerel Afrika kültürlerine ilgi duymuş, boş zamanlarında ise boks ve koşu gibi sporlarla ilgilenmiştir. 1943 yılında Witwatersrand Üniversitesi’nde hukuk öğrenimine başlayan Mandela, fakültedeki tek siyahi öğrencidir. Bu dönemde liberal ve sosyalist Avrupalı, Hint ve Yahudi kökenli öğrencilerle kurduğu dostluklarla politikaya ilgi duymaya başlayan Mandela, aynı yılın ağustos ayında, toplu taşıma ücretlerine yapılan zamlara karşı gerçekleştirilen bir protesto gösterisine katılır. Ayrıca, yerli halkların beyazlara karşı haklarını savunan African National Congress (Afrika Ulusal Konseyi-ANC) adlı siyasi yapılanmaya üye olur. Daha sonra yaptığı çalışmalar neticesinde ANC Gençlik Kolu kurulur ve başına Mandela getirilir. Irkçılığın etkilerinin iyice arttığı 1950’li yıllarda Mandela, ANC’nin daha militanca davranmasını ister, ancak Konsey yönetimi buna sıcak bakmaz. Nelson Mandela 1952 yılında Oliver Tambo ile açar, fakat içinde bulunduğu siyasi faaliyetler sebebiyle defalarca tutuklanır ve siyasetten men edilir. Beyazların ve siyahilerin bir arada yaşadığı bir Güney Afrika hayali kuran Mandela, bu dönemde Güney Afrikalı komünist beyazlarla yakınlaşır. Ortağı Tambo ile birlikte, Ulusal Parti önderliğindeki beyazların siyahi çoğunluğu baskı altında tutmasına ve ırk ayrımcılığına karşı pek çok kampanya yürütür. Bu kampanyaların sonucunda 1956 yılında 155 eylemciyle beraber en ağır düzeyde vatana ihanetle suçlanır ve yargılanır. Dört yıl süren duruşmaların ardından suçlamalar düşer ve Mandela direnişini ve etkisini gün geçtikçe artırmayı başarır. Ancak 39 bu direniş, beyazların baskısının çoğalmasına sebep olur ve ANC’nin yasa dışı ilan edildiği 1960 yılında Sharpeville’de çıkan olaylarda polis 69 siyahiyi öldürür. Bu olay Güney Afrika Cumhuriyeti için bir dönüm noktası olur. ANC’nin başkan yardımcılığını yürüten Mandela, örgütün silahlı kanadını kurarak ordu ve hükümet hedeflerine karşı silahlı mücadele başlatır. Bir süre sonra halkı kışkırtmaya ve hükümeti devirmeye çalışmakla suçlanarak tutuklanır. Rivonia’da görülen dava sırasında kendi savunmasını yapan Mandela, özgürlük ve eşitlik konusunda ne kadar kararlı olduğunu şu sözlerle dile getirmiştir: “Ben, tüm insanların uyum içinde ve eşit fırsatlara sahip şekilde beraberce yaşadığı, demokratik ve özgür bir toplum idealini 40 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Sharpeville Olayları benimsedim. Bu, uğrunda yaşamak ve ulaşmak istediğim bir idealdir. Ama gerektiğinde bunun uğrunda ölürüm de.” Dava sonucunda suçlu bulunan Mandela, 1964 yılında ömür boyu hapis cezasına çarptırılır, ancak çoktan direnişin simgesi olmuştur. Mahkumiyetinin ilk 18 yılını Cape Town açıklarındaki Fok Adası’nda geçirir, ardından Pollsmoor Hapishanesi’ne nakledilir. Sürgündeki eski ortağı Tambo, 1980 yılında Mandela’nın serbest bırakılması için dünya çapında bir kampanya başlatır. Uluslararası arena, Güney Afrika’daki ırkçı rejime ilk yaptırımı 1967 yılında uygulasa da bundan bir sonuç alınamaz. 1976’da gerçekleşen Soveto Ayaklanması sonucunda 176 siyahi öğrenci güvenlik güçleri tarafından öldürülür ve olaylar tüm ülkeye yayılır. 80’li yıllardan itibaren uluslararası baskılar ve yaptırımlar iyice artar. 90’lı yıllara gelindiğinde ise Ulusal Parti baskılarla bir yere varamayacağını anlar. GÜNÜMÜZDE GÜNEY AFRIKA CUMHURIYETI IKI KANATLI BIR PARLAMENTO ILE YÖNETILMEKTEDIR. YASAMA BAŞKENTI OLAN CAPE TOWN’DA BULUNAN 400 SANDALYELI PARLAMENTO ULUSAL MECLIS OLARAK ADLANDIRILIR. Cumhurbaşkanı Jacob Zuma Parlamento Binası Dönemin devlet başkanı Frederik Willem de Klerk, ANC’ye getirilen siyaset yasağını kaldırır ve Mandela’yı serbest bırakır. Bunun üzerine ANC ve Mandela, silahlı mücadelenin askıya alındığını ilan eder. Ardından Mandela ve De Klerk görüşmelere başlayarak Güney Afrika’daki tüm ırkların temsil edildiği bir demokrasinin kurulması için çalışırlar. İkili, 1993 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülür. Nobel Ödülleri’nin açıklanmasından beş ay sonra, 27 Nisan 1994’te, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ilk kez tüm ırklardan adayların katıldığı ve tüm ırklardan vatandaşların eşit oy hakkına sahip olduğu seçimler düzenlenir. Bu seçimlerin sonucunda Mandela’nın başında bulunduğu ANC, yüzde 62 gibi ezici bir çoğunlukla iktidara gelir. Günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti iki kanatlı bir parlamento ile yönetilmektedir. Yasama başkenti olan Cape Town’da bulunan Cape Town 400 sandalyeli parlamento Ulusal Meclis olarak adlandırılır ve üyeleri beş yılda bir gerçekleştirilen seçimlerle belirlenir. İller Ulusal Konseyi olarak adlandırılan ikinci parlamento ise 90 sandalyeden oluşmaktadır ve ülkenin idari yapısında yer alan dokuz ilden her biri, beş yılda bir yapılan seçimler sonucunda bu parlamentoya eşit sayıda üye gönderir. Ayrıca 1995 yılından bu yana var olan Parlamento Gözlem Grubu, parlamentoyu bağımsız bir şekilde denetler ve bilgilerin kamuyla paylaşılmasını sağlar. Ülkenin yürütme başkenti Pretoria, yargı başkenti ise Bloemfontein’dir. 1999 yılına kadar devlet başkanlığı yapan Mandela daha sonra görevi Thabo Mvuyelwa Mbeki’ye devretmiştir. Nelson Mandela 5 Aralık 2013’te hayata gözlerini yumar. Uğruna savaştığı Güney Afrika Cumhuriyeti ise halen ANC çoğunluklu parlamento tarafından yönetilmektedir. 41 KÖKSAL TOPTAN: SIYASETTE EBEDI DOSTLUK DA EBEDI DÜŞMANLIK DA OLMAZ SÖYLEŞİ: ELIF ERDEM - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ 8 DÖNEM MILLETVEKILLIĞI, DEVLET, MILLÎ EĞITIM VE KÜLTÜR BAKANLIĞI, 2007-2009 YILLARI ARASINDA ISE TBMM BAŞKANLIĞI YAPAN KÖKSAL TOPTAN, SIYASETIN DUAYEN ISIMLERI ARASINDA YER ALIYOR. TÜRKIYE’NIN EN ÇALKANTILI DÖNEMLERINE TANIKLIK EDEN TECRÜBELI POLITIKACI, “SIYASETÇILERIN YARIN ÖBÜR GÜN BIRBIRLERININ YÜZÜNE BAKAMAYACAKLARI SÖZ VE DAVRANIŞLARDAN KAÇINMALARI LAZIM” DIYOR. 42 SÖYLEŞI 50 yılı aşkın süre milletvekilliği, bakanlık, TBMM Başkanlığı gibi görevlerle siyasetin her kademesinde yer aldınız. Siyaset yolculuğunuz ne zaman ve nasıl başladı? Rahmetli babam Demokrat Parti’de Belde Başkanlığı yapıyordu. O dönemde siyaset bu vesileyle evimizde vardı. Liseye giderken 27 Mayıs 1960 darbesi oldu. Babam işten ayrılmak zorunda bırakıldı. Ailem bu durumun eğitimime yansımaması için büyük gayret sarf etti, fedakarlıklarda bulundu. Lise yıllarında sosyal bir öğrenciydim. Öğretmenlerimin, idarecilerimin teşviklerini gördüm. 27 Mayıs darbesinin 1. yıldönümünde okulların törenlere katılması istenmiş. Bunun üzerine tüm öğrenciler okuldan çıkmış tören alanına gidiyorduk. Öğretmenlerimden biri “Bunu sen tut” diyerek bana bir pankart verdi. Yazıya baktım; Demokrat Parti’yi kötüleyen bir ifade vardı. “Bunu taşımam” dedim. “Nasıl taşımazsın?” diye sorunca, “Taşımam hocam ben bunu” diye ısrar ettim. Pankartı taşımadım ama bana kötülük yapabilirler diye de çok korktum. Ancak hiçbir şey olmadı. Hatta lise bitirme sınavlarında öğretmenlerimin desteklerini gördüm. 1962 yılında mezun oldum ve o zamanki sisteme göre ayrı ayrı yapılan üniversite giriş sınavlarında, hep hayalini kurduğum hem Ankara hem de İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Tereddütsüz İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Fakülte yıllarımda da bazı sıkıntılar yaşadım. Zonguldaklılar Yurdu’na beni almadılar. Yer yer aşağıladılar. Yüzüme karşı kaç kere “Hem Demokrat Partili hem üniversite öğrencisi nasıl olur?” diye eleştiriler yaptılar. Yurda giremedim ve Taşlıtarla’da bir göçmen evinde kiracı olarak kaldım. 1963 yılında Adalet Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Gençlik Kolu Başkanlığı teklif edildi, kabul ettim. O tarihten itibaren fiilen ve hukuken girdiğim siyaset hayatı bugünlere kadar geldi. 1970’lerin sonlarından itibaren Türkiye’nin en genç milletvekili ve bakanlarından biri olarak uzun yıllar Süleyman Demirel ile birlikte siyaset yaptınız. O yıllarla ilgili unutamadıklarınız nelerdir? 1966 yılında üniversiteyi bitirdikten sonra Zonguldak’ta avukatlık yapmaya başladım. Bu arada Adalet Partisi’nin ilçe ve il teşkilatlarında görev aldım. 34 yaşındayken 1977 genel seçimlerinde milletvekili seçildim. 1979 Kasım ayında Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP Hükümeti istifa edince yerine Süleyman Demirel başkanlığında Adalet Partisi Azınlık Hükümeti kuruldu. Bu hükümette Hükümet-Parlamento İlişkilerinden Sorumlu Devlet Bakanı oldum. Türkiye’nin hem en genç milletvekillerinden hem de en genç bakanlarından biriydim. Başbakanlık’ta devir-teslim töreni olacaktı. Sabahleyin Başbakan Süleyman Demirel’in evine teşekkür etmeye gittim. “Sizi Başbakanlık’ta bekleyeyim” dedim. “Gitme, beraber gideriz” dedi ve biraz sonra arabasıyla yola çıktık. Genelkurmay kavşağından dönüp Başbakanlığın bulunduğu sokağa saptığımız zaman büyük bir kalabalığın beklediğini gördük. Demirel, “Şu demokrasi ne güzel şey, bir milletin kaderini elinde tutanlar kavgasız, gürültüsüz el değiştiriyor” dedi. Çok güzel bir demokrasi tarifi idi. 11 Eylül günü Bakanlar Kurulu toplantısı vardı. Kızılay tarafından bomba sesleri geliyordu. Herkeste büyük bir endişe söz konusuydu. Gündemimizdeki konu doğu illerinin yaklaşan kış soğukları için kömür ihtiyacıydı. Terörle mücadele konusu da vardı. Öğle arasında Sayın Demirel beni odasına çağırarak, “Öğleden sonraki toplantıya sen katılma. Meclis’e git, bakalım orada ne oluyor?” dedi. TBMM’ye geçtim, 3 saate yakın orada kaldım. Meclis kulisinde arkadaşlarla sohbet ettik. Yüzlerde endişe vardı ama panik görmedim. Bilgi vermek için akşamüzeri Başbakanlığa döndüğümde Demirel, Turgut Özal ile görüşüyordu. Beni de odasına çağırdı ve üçümüz sohbet ettik. İhtilal hiç konu olmadı, günlük sorunlardan bahsedildi. Sonra Demirel, “Sabah ola hayrola” dedi ve kalktık. Saat 20:30 civarında eve geldim. 15-20 dakika sonra o zaman MHP Genel Sekreterliği yapan Yaşar Okuyan telefon ederek, “27 Mayıs benzeri bir ihtilal oluyor, haberin olsun” dedi. Hemen Demirel’i aradım. “Böyle bir telefon geldi. Ne emredersiniz, geleyim mi?” diye sordum. “Yok, bir yere çıkma, bana da bazı bilgiler geliyor” dedi. Bir süre sonra telefonlarımız kesildi. Askerî yönetim bilinen telefon hattını kestirmişti, ama bakanların evinde gizli birer telefon daha vardı. Öyle olunca bakan arkadaşlarla sürekli konuştuk, ama zaten beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Cebimdeki parayı eşime verdim ve “Bizi alıp yargılarlar mutlaka ama hiç endişen olmasın, adil bir yargılama olursa veremeyeceğim hiçbir hesabım yok” dedim. Beklerken salonun camından dışarıdaki polis kulübesine bir askerî cipin yanaştığını gördüm. Bir subay indi, polisle konuşup gitti. Polis koşarak eve gelip “İhtilal olmuş” dedi. Subayın ne dediğini sordum. “Elinde Ömer Naci Bozkurt’un evinin adresi vardı. O adresin nerede olduğunu sordu” dedi. Beklemeye devam ettik. Sabah 04:00 civarında Kenan Evren’in malum konuşması oldu. Ertesi gün sokağa çıkma yasağı vardı. Kimse beni alıp bir yere götürmedi. Erken saatte Saffet Arıkan Bedük ile Hasan Celal Güzel ellerinde bir çantayla eve geldi. “Nasıl geldiniz?” diye sordum. “Kartımız var” dediler. Hasan Celal Güzel Başbakanlık Müsteşar Vekili, Saffet Arıkan Bedük de Başbakanlık Personel Genel Müdürü’ydü. Meğer ihtilal sabahı Başbakanlık’taki odama girmişler; ne olur ne olmaz diye defter, kağıt ne varsa toplayıp getirmişler. Onun için Hasan Celal ile Saffet’i çok severim. Vefa dediğimiz şey herhalde bu. İhtilal şartlarında riski göze alıp geldiler. 43 İhtilalden sonra Büyük Türkiye Partisi’ni kurduk ama kapattılar. Demirel ile 7 arkadaşımızı bazı CHP’lilerle birlikte Zincirbozan’a sürgüne gönderdiler. Sonra Doğru Yol Partisi’ni (DYP) kurduk. DYP’nin kuruluşu destan gibidir. İstihbarat örgütlerinin takibi altında, her gün bir ofis değiştirerek kısa bir süre içinde tüm Türkiye’de teşkilatlandı ve seçime hazır hale geldi. Ancak askerî yönetim tarafından 1983 seçimlerine sokulmadı. 1986 yılında boşalan 11 milletvekilliği için ara seçim kararı alındı. Zonguldak 2. Bölge için aday gösterildim ama istekli değildim. Çünkü 1984 mahallî seçimlerinde Zonguldak 2. Bölge’de DYP 12 bin, CHP ve SHP 65 bin, ANAP 95 bin oy almıştı. Zonguldak’ta partinin oyu çok az olmasına rağmen o seçimi kazandık. Bu olay siyasi hayatımda çok önemli dönüm noktalarından biridir. 1991 yılında devraldığınız Millî Eğitim Bakanlığı göreviniz süresince öne çıkan projeleriniz neler oldu? Eğitimci değilim ama özellikle öğretmenlerle çok iyi diyalog kurduğumuzu düşünüyorum. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen o kanaatim değişmiyor. Çünkü sokakta, seyahatte veya sohbette eski bir öğretmen bulunuyorsa o sevgiyi onda hâlâ görüyorum. Bakanlığım sırasında öğretmenlerin maddi durumlarında iyileştirme yaptım. Moral olarak da onlara çok önem verdim. Her gittiğim il ve ilçede onları dinledim. Doğu’ya gitmeyi cazip hale getirdik. Öğretmenlik yeterlik sınavını kaldırdık. Bilgisayar Eğitimi Genel Müdürlüğü, engelli çocuklarımızın eğitimi için Genel Müdürlük, Okul Öncesi Eğitim Genel Müdürlüğü kurduk. Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürlüğü’nü hayata geçirdik. Açık Öğretim Lisesi açtık. Engelli öğretmenlerin atamasını yapmaya başladık. Türk Cumhuriyetleri’nden 10 bin öğrenci getirdik. Bu ülkelerde okullar açtık, Türk dünyasına 1 milyon alfabe dağıttık. Kardeş ve dost bazı ülkelerin okul kitaplarını kendi dillerinde bastırdık. Japonca eğitim veren liseler, Müzik Liseleri ve Radyo Televizyon Lisesi açtık. İlköğretime trafik, çevre, sağlık ve kitap okuma dersleri koyduk. Halk arasında Süper Lise denilen yabancı dil ağırlıklı liseleri açtık. Yükseköğrenimde de çok önemli işler yaptığımızı düşünüyorum. Üniversitelerde ikili eğitimi başlattık. 24 yeni üniversite ve 84 yeni fakülte kurduk. Türkiye’nin bugün yükseköğrenimde 5 milyon öğrencisi var. Bu öğrencilerin 2 milyonu açık öğretimde, kalan 3 milyonun yarısı ise hayata geçirdiğimiz bu iki imkan sayesinde üniversitede okuyor. Bunu gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşıyorum. Bakanlık yaptığım 1992-1993 yıllarında bütçeden millî eğitime o zamana kadarki en büyük pay verildi. Uzun yıllar o oran yakalanamazken, son birkaç yıldır ise o oranın da üstüne çıkıldı. Bundan da büyük mutluluk duyuyorum. 1995 44 SÖYLEŞI yılında çok kısa bir süre Kültür Bakanlığı görevinde bulundum. Hayalim, İstanbul veya Ankara’da, İngiltere’deki, ABD’deki müzeler gibi insanların bir haftada gezebileceği büyüklükte bir müze yapmaktı. Çünkü Anadolu’nun büyük bir zenginliği var. Bu zenginliği yansıtan tarihî ve kültürel eserleri tek bir yerde bütün haşmetiyle sergilemek gerektiğini düşünüyorum. 2007-2009 yılları arasında TBMM Başkanlığı görevinde bulundunuz. Başkanlığınız sırasında ne tür çalışmalara imza attınız? 2002 yılında Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine AK Parti’ye katıldım. 2015’e kadar da AK Parti milletvekilliği yaptım. TBMM Başkanlığı benim için çok onur verici bir görevdi. Her siyasetçinin, hele de milletvekilliği yapmış herkesin hayalini kurduğu bir makam. Doğrusunu isterseniz ben de onu hayal ediyordum. AK Parti ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a şükran borçluyum. Çocuklarıma bırakabileceğim en büyük mirası verdiler. 450 gibi rekor bir oyla TBMM Başkanı seçildim. Görevim sırasında dışarıya karşı Meclis’in saygınlığını korumaya çalışırken içeride de Meclis personelinin ve milletvekili arkadaşlarımızın rahat çalışması için elimden geldiği kadarıyla gayret sarf ettim. Halkla İlişkiler Binası’nı proje aşamasında devraldım, onu süratlendirdik. Görev yaptığım dönemde Ergenekon “KUVVETLER AYRILIĞINI SAĞLAM OTURTAN BIR SISTEM, ADI NE OLURSA OLSUN DOĞRU SISTEMDIR. ŞAHSEN KUVVETLER AYRILIĞININ GÜÇLENDIRILEREK KORUNDUĞU BIR BAŞKANLIK SISTEMINDEN YANAYIM.” Davası, AK Parti’nin kapatılması davası gibi önemli olaylar yaşandı. Bu konularda siyasetin, hukukun ve uluslararası mevzuatın gerektirdiği her türlü hassasiyeti gösterdim. Özgürlüğün ve demokrasinin tecelli yeri TBMM kendisine yakışanı yapmaya çalıştı. 4/C’li personelin durumunu diğer personelle eşdeğer hale getirdik. Milletvekilleri gece yarısı hasta vatandaşlardan gelen talepleri karşılamakta zorlanıyordu. Milletvekillerine yardımcı olması için özel bir irtibat bürosu kurduk. Bu sayede, gecenin kaçı olursa olsun, milletvekili arkadaşımızın istediği kişiye ulaşma imkanı sağlandı. TBMM’de sadece milletvekillerinin girebileceği lokanta tefrik ettik. Yapmayı istediğim en önemli şey uzlaşma komisyonlarıydı. Liderlere dört komisyon önerisi yapmıştım; Anayasa Uzlaşma Komisyonu, İçtüzük Uzlaşma Komisyonu, Siyasi Etik Komisyonu, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu Komisyonu. Mevcut İçtüzük’ten ne iktidar ne muhalefet memnun. Çağrım üzerine CHP sadece İçtüzük Komisyonu’na üye verdiği için bu konuda çalışma yapma imkanı bulduk. İçtüzük Komisyonu dünyayı da inceleyerek çok güzel bir metin hazırladı ama sonuçlanamadı. Bu konuların hâlâ tartışılıyor olmasına üzülüyorum. Bana göre TBMM en kısa zamanda Anayasa, İçtüzük, Siyasi Etik, Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarını çıkarmalı, siyasetin ve Türkiye’nin önünü açmalıdır. Siyasi gündemde yeni anayasa çalışmaları ve başkanlık sistemi yer alıyor. Sizin bu konularda değerlendirmeleriniz nelerdir? Tartışmayı yanlış zeminde yaptığımızı düşünüyorum. Türkiye’nin hâlâ 1982 Anayasası’yla yönetiliyor olması çok hoş bir durum değil. Zaten baktığınız zaman bütün siyasi partilerin seçim beyannamelerinde anayasa değişikliği yer alıyor. Yeni ve sivil bir anayasa yapılmalı. Çünkü Türkiye’de şimdiye kadar sivil bir anayasa gerçekleştirilemedi. Bütün partiler bu konuda uzlaşma halinde ancak içerik konusunda tartışma var. Bunlardan bir tanesi de başkanlık sistemi. Demokratik olan, başkanlık sistemi yahut parlamenter sistem değil, kuvvetler ayrılığıdır. Kuvvetler ayrılığını sağlam oturtan bir sistem, adı ne olursa olsun doğru sistemdir. Şahsen kuvvetler ayrılığının güçlendirilerek korunduğu bir başkanlık sisteminden yanayım. görmedim. Talat Aydemir vakasında bile bu olmadı; o TBMM eski Başkanı olarak, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Meclis’e bomba atılmasıyla ilgili neler söylemek istersiniz? vekili hangi niteliklere sahip olmalıdır? O sırada Çeşme’de yazlığımdaydım. Ankara’dan gelinim haber verdi. Meclis bombalandığında içim cız etti. Çok üzüldüm. Bombalama sırasında duvardan kopan küçük bir parçayı saklıyorum. Amacı ne olursa olsun parlamento binasına bir taş bile atılmasını kabullenemem. Bugüne kadar böyle bir şey düşmanlık da olmaz. O nedenle siyasetçilerin yarın dönemde asker Meclis bahçesinin dışında konuşlandı ama kimse ateş etmedi. Meclis’ten ne istiyorsunuz? Bu Meclis tarihî bir Meclis, Gazi Meclis. Millî iradenin temsil edildiği bir yer. Bu çağda hâlâ kurumları bombalayarak, insanları öldürerek amaca ulaşmaya çalışmak olamaz. 15 Temmuz’da halk demokrasiye sahip çıkma şuurunu sokağa yansıttı. Bu, Türkiye açısından çok önemli. Size göre siyasetin olmazsa olmazı nelerdir? Millet54 yıldır gördüğüm; siyasette ebedi dostluk da ebedi öbür gün birbirlerinin yüzüne bakamayacakları söz ve davranışlardan kaçınmaları lazım. Hepimizin millet tarafından seçildiği, yasama ve denetim 45 “HEPIMIZIN MILLET TARAFINDAN SEÇILDIĞI, YASAMA VE DENETIM GÖREVINI YAPMAK IÇIN PARLAMENTOYA GÖNDERILDIĞI GERÇEĞINI UNUTMAMAMIZ GEREKIR.” görevini yapmak için parlamentoya gönderildiği gerçeğini unutmamamız gerekir. Kimse seçtiği milletvekillerini, muhalefet ya da iktidar milletvekillerini dövsün diye TBMM’ye göndermiyor. Gördüğüm; o kavgacı, devamlı laf atan ve attığı lafın içi de dolu olmayan milletvekili arkadaşlarımın bir daha kolay kolay Meclis’e gelemediğidir. Yani faydası da yoktur. O kavgalardan birinde geçmişte bir milletvekili arkadaşımız kalp krizi geçirip ölmüştür. Bazı insanlar sinirli olabilir, o zaman Meclis kulisi dediğimiz yere çıkabilir. Bir de bazı tipler vardır, kavgayı başlatıp kaybolurlar. Genç milletvekili arkadaşlar onların da oyununa gelmesin. Uzun süredir Türkiyem Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürütüyorsunuz. Vakfın çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz? Vakfın hikayesi epey eskiye uzanıyor. Türkiye, 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyan ilk ülkeydi. O tarihlerde Millî Eğitim Bakanı’ydım. İki ay sonra Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ve Devlet Bakanı Şerif Ercan ile birlikte bu ülkelere giden ilk yabancı bakanlar olduk. Uçağa 7 büyükelçi aldık ve her gittiğimiz ülkeye bir büyükelçi bıraktık. 46 SÖYLEŞI Gittiğimiz her yerde protokoller imzaladık. Oralarda okullar açtık. Türkiye’ye de bu ülkelerden 10 bin öğrenci getirdik. İlk defa evlerinden, yurtlarından kopan çocuklardı. Onları 20 ile dağıttık. Bakanlık görevini devrettikten sonra bu projeyi uygulamada bazı sıkıntılar yaşanmaya başladı. Öğrencilerin ekonomik sorunları da olunca onlara yardım etmek için vakıf kurmaya karar verdim. Bütün siyasi partilerden arkadaşlarla 1993 yılında Türk Dostluk Vakfı’nı kurduk. Aradan 5-6 sene geçti; mezun olanlar gitti ya da Türkiye’de işe girdi. Vakfın artık bu amaca dönük yapabileceği bir şey kalmayınca 1998 yılında vakfın amacını “Türkiye’nin geleceğine dönük vizyoner projeler hazırlamak” şeklinde genişlettik ve adını da Türkiyem Vakfı olarak değiştirdik. Vakıf’taki çalışmalarımız devam ediyor. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE KASIM 2016’DA KABUL EDİLEN YASALAR Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6754 03/11/2016 Bilirkişilik Kanunu 6755 08/11/2016 Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun 6756 09/11/2016 Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Millî Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesi Hakkında Kanun 6757 09/11/2016 Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun 6758 10/11/2016 Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun 6759 10/11/2016 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6760 10/11/2016 Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Hizmet Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6761 16/11/2016 Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 6762 16/11/2016 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki Ekonomik, Bilimsel ve Teknik İşbirliği Anlaşmasına Ek Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansının (TİKA) Statüsüne Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6763 24/11/2016 Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 47 “BEN ÖLÜ IDIM, DIRILDIM DOST ALDI, GÖTÜRDÜ BENI” 48 CÖMERTLIKTE AKARSU, ŞEFKATTE GÜNEŞ, BAŞKALARININ KUSURUNU ÖRTMEDE GECE, ÖFKEDE ÖLÜ, HOŞGÖRÜDE DENIZ GIBI OLMAYI ÖĞÜTLEYEN MEVLÂNA, ÖĞRETISIYLE HER DAIM INSANLIĞA IŞIK TUTMAKTADIR. BÜYÜK MUTASAVVIFIN GERIDE BIRAKTIĞI ENGIN TASAVVUF GÖRÜŞÜ, BAŞTA MESNEVI OLMAK ÜZERE ESERLERINDE VE ŞIIRDEN MÜZIĞE KÜLTÜR DÜNYAMIZDA YAŞAMAYA DEVAM ETMEKTEDIR. BURÇIN ARMUTLU D enizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini... / Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu / Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi / Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şad ol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi... Böyle söyler Mevlâna, Mesnevi’nin girişinde. “Gel, ne olursan ol, yine gel!” diyerek kucaklar herkesi… Onun dergahı Allah yolunda nice dert çeken ancak bir o kadar da sabredenlerin çaldığı kapı olur yüzyıllar içinde. Başındaki sikkeyi mezar taşı, sırtındaki hırkayı kabir, tennuresini kefen belleyen sayısız dervişin Allah yolunda s emâ e t t iğ i Me v le v i ayinleri, sadece dervişlere ve müritlere değil pek çok inanana manevi sığınaktır. Mevlâna’nın yüzyıllar ötesine uzanan öğretisini taşıyan Mevleviliğin ritüel ve törenleri, kulun Allah’ın büyüklüğünü özümsemesinin ve insan-ı kâmile ulaşmasının önemli birer ifadesidir. Mevlâna’nın doğduğu Belh şehrinden Anadolu’ya, oradan da dünyaya yayılan Mevlevilik, günümüzde müritler ve dervişler tarafından devam ettirilmekte ve Şeb-i Arûs gibi önemli törenler vasıtasıyla halkla buluşmaktadır. Allah yolunda bir âlim “Hüdâvendigâr”, “Belhî”, “Molla Hünkar” gibi pek çok unvan ve lakapla anılan Mevlâna Celâleddin-i Rumi, 1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde doğar. “Sultân’ül Ulemâ” sıfatını taşıyan babası Bahâeddin Veled zamanın değerli hocalarındandır. Dönemin Harezmşah Devleti hükümdarı Alâeddin Hârizmşah’ı vaazlarında eleştirdiği için hakkında siyasi gayesi olduğuna dair ithamlar ortaya atılır ve buna binaen ülkeyi terk etmeye zorlanır. Belh’ten ailesiyle birlikte Hicaz’a hareket eden Bahâeddin Veled, bir süre sonra Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın davetiyle Konya’ya geçer ve orada bulunan Altınapa Medresesi’nde müderrislik yapar. 1231 yılında öldüğünde oğluna bir âlim olarak çok değerli bir tasavvuf mirası bırakır. Mevlâna babasının yerine geçer ve müderrislik yapmaya başlar. Bundan sonraki dönemde hayatında önemli rol oynayacak kişilerden ilki Seyyid Burhanettin olacaktır. Dokuz yıl ona hizmet eden Mevlâna, Arapçadan fıkıha, hadisten tefsire pek çok alanda kendini yetiştirmeye devam eder. Ruhani olarak kendini bir olarak tanımladığı ve müritliğini yaptığı Burhanettin’in 49 vefatından sonra Mevlâna yalnızlık hisseder ancak vaaz ve sohbetlerini sürdürür. Daha sonraları Mevlâna’nın hayatında önemli rol oynayan şahısların başında Şems-i Tebrîzî gelir. Gezginliğine binaen “Şems-i Parende” (Uçan Şems) olarak anılan Şems ile Mevlâna arasındaki ilişki yüzyıllar boyu birçok esere konu olur. Şems’in Konya’ya gelişi ile kurulan bağ gün geçtikçe kuvvetlenir, ikili Allah yolundaki sohbetlerinin sayısını zamanla artırır. Bu durumun bir sonucu olarak Mevlâna’nın müritleri tanımadıkları halde Şems’e kin beslemeye başlar. Kimi zaman Hz. Musa-Hızır ilişkisine benzetilen bu bağ yüzünden aldığı tepkiler neticesinde Şems şehri terk eder. Ancak, Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled, Şems’i geri dönmeye ikna eder. Bu dönüşten sonra ikili altı ay boyunca medrese hücresinde sohbet eder. Ne yazık ki dedikodular durmaz ve 1247 yılında Şems temelli ortadan kaybolur. Bu kayboluşla ilgili suikast ihtimali de dahil olmak üzere pek çok varsayım ortaya atılmıştır. Benzer şekilde Mevlâna’nın Şems’in kaybolmasından sonra aylarca onu aradığı, semâlar ettiği, Yemen ve Hint kumaşından bir giysi yaptırarak bunu ölene kadar giydiği de rivayetler arasındadır. Güneş’e benzettiği Şems-i Tebrizî’den sonra Mevlâna için kıymet arz eden diğer bir isim Selâhaddîn-i Zerkûb karşımıza çıkar. Mevlâna’nın Ay’a benzettiği Zerkûb’la kurduğu sohbetler 50 ve Zerkûb’un kızı Fatma Hatun’u, oğlu Sultan Veled’e alması aralarındaki bağın kuvvetlenmesini sağlar. Ne yazık ki Selâhaddîn-i Zerkûb on yıl sonra vefat eder. O dönemde Mesnevi’nin yazılmasında önemli etkisi olan ve Mevlâna’nın yıldıza benzettiği Hüsamettin Çelebi hilafet makamına geçer. Mevlâna ise 1273 yılında hayata gözlerini yumar. Tasavvuf hayatının temelini oluşturan Mevlâna’nın düşünce ve öğretilerini bulabileceğimiz eserleri bugün bu yola kendini adamış birçok insana ışık tutmaktadır. Bunlar arasında en önemlisi Mesnevi’dir. Bu eser, tasavvufi düşünce tarzının tüm başlıklarını içermektedir. 25 binin üzerinde beyitten oluşan kitap, Hüsamettin Çelebi aracılığı ile yazılmış ve tamamlanması uzun yıllar sürmüştür. Bir masal havasında kaleme alınan eserde insan aklını aşan birçok olay ve doğaüstü davranışlarda bulunan birçok kahraman bulunmaktadır. Mevlâna’nın diğer önemli eseri Divân-ı Kebîr’dir. Gazel ve rubailerden oluşan eserde yer alan şiirler çoğunlukla Mevlâna ve Şems buluşmasından sonraki döneme aittir. Mevlâna’nın sohbetlerinin bir derlemesi niteliği taşıyan Fihi mâ Fih ve Mecalis-i Seba ile Mevlâna’nın değişik insanlara yazdığı mektupları içeren Mektubat ünlü mutasavvıfın bahsedilmesi gereken diğer eserleridir. MEVLÂNA’NIN HAYATINDA ÖNEMLI ROL OYNAYAN ŞAHISLARIN BAŞINDA ŞEMS-I TEBRÎZÎ GELIR. GEZGINLIĞINE BINAEN “ŞEMS-I PARENDE” (UÇAN ŞEMS) OLARAK ANILAN ŞEMS ILE MEVLÂNA ARASINDAKI ILIŞKI YÜZYILLAR BOYU BIRÇOK ESERE KONU OLUR. Mevlâna Müzesi Çelebilerin taşıdığı emanet Bu tür büyük ve değerli eserlere imza atan Mevlâna’nın öğretisi, kendisinden sonra Mevleviliğin oluşmasını ve akabinde bu tarikata ait ritüellerin şekillenmesini sağlar. Mevlâna yaşadığı sürece türbe yapılmasına, kubbe örtülmesine ve dolayısıyla bir tekke düzeni oluşturulmasına izin vermese de kaldığı medresenin aynı zamanda küçük bir tekke işlevi gördüğü yadsınamaz. İlk tarikatlaşma hareketinin başlamasıysa Hüsamettin Çelebi ile olur. Mevlana’nın ardından tarikatın başına geçen Hüsamettin Çelebi’yi onun vefatından sonra Sultan Veled takip eder. O da makamı daha sonra oğlu Ulu Arif Çelebi’ye bırakır. Arif Çelebi dönemi aynı zamanda önemli dönüm noktalarından biridir. Bu tarihten sonra Mevlevilik, Mevlâna soyundan gelen şeyhler tarafından temsil edilmeye başlanır ve bu kişiler “çelebi” unvanıyla anılır. Tarikatın merkezi Konya’daki Mevlâna Dergahı haline gelir. Mevleviliğin önemli gelişme gösterdiği dönem, Osmanlı’nın da her anlamda en ihtişamlı günlerini yaşadığı Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemleridir. Bu gelişme, Safevî yayılımına karşı Bektaşilik ve Mevleviliğin desteklenip toplumda ve bürokraside denge sağlanmaya çalışılmasının bir sonucudur. 16. yüzyılda Mevleviliğin gelişmesinde Afyonkarahisar Mevlevihanesi’nde şeyh olarak görev alan Abapûş-i Veli’nin oğlu Divane Mehmet Çelebi’nin etkisi oldukça fazladır. Bu yüzyıl ortalarında Yenikapı, Kasımpaşa ve Beşiktaş mevlevihanelerinin açılmasıyla tarikat artık Osmanlı sosyal ve kültürel hayatının önemli unsurlarından biri durumuna gelmiştir. Mevlevilik, kendileri de Mevlevi tarikatına mensup III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde resmî bir itibar kazanır. İşlevleri bakımından “âsitâne” ve “zaviye” olmak üzere ikiye ayrılan mevlevihanelerde Konya dergahı postnişini tarafından kılıç kuşandırılan V. Reşad döneminde önemli restorasyon ve onarım çalışmaları gerçekleştirilmiştir. I. Dünya Savaşı dönemindeyse sosyal dayanışma ve yardımlaşma görevi üstlenen mevlevihaneler Müslümanların sığındığı yerler olur. 1926’dan sonra Hacı Bektaş-ı Veli ve Mevlâna türbeleri müze haline getirilir. Günümüzdeyse ayinler ve ritüeller, başta Galata Mevlevihanesi olmak üzere çeşitli Mevlevihanelerde Mevlâna’nın ölüm yıldönümünde düzenlenen Şeb-i Arûs törenleriyle ve halka açık gerçekleştirilen çeşitli etkinliklerle devam ettirilmektedir. 51 SEMÂ SIRASINDA DÖRT SELAM GERÇEKLEŞTIRILIR. BIRINCI SELAM, 8 YA DA 14 ZAMANLI USULLERDEN BESTELENMIŞ SÖZLÜ BIR MÜZIK EŞLIĞINDE YAPILIR VE KIŞININ ALLAH’A KULLUĞUNU IDRAK ETMESINI IFADE EDER. “Buyrun ya hû” Mevlevi ayinleri, özünde semânın bulunduğu ve tasavvufun devran anlayışı temelinde zikirlerin gerçekleştirildiği törenlerdir. Bu ayinler 17. yüzyılda “Mukâbele-i Şerif” olarak adlandırılmıştır. Ayin süresince neyzen, kudümzen, naathan, ayinhanlardan oluşan ve “Mutrıp” olarak adlandırılan bir müzik grubu semazenlere eşlik eder. Mevlevi ayininin belirli safhaları vardır. Bunların başında naat safhası gelir. Itrî’ye ait naat ayakta rast makamında okunur. Daha sonra ney taksimine geçilir. Bu taksime aynı zamanda “post taksimi” de denir. Ardından peşrevin çalınmasıyla birlikte semazenlerin “Allah” diyerek ellerini yere vurup ayağa kalktığı “Darb-ı Cellâl” gerçekleştirilir. Darb-ı Cellâl’i müteakip şeyhin arkasında yer alan kişi, ayin alanına serilen kırmızı post ile kapı arasında bulunduğu varsayılan, “Hatt-ı İstivâ” adlı, sadece şeyhin basabileceği çizgiye basmadan atlar ve sağ ayak başparmağı sol ayak başparmağı üzerinde yani mühürlü halde bekler. Bundan sonra herkesin baş kesip birbirini selamladığı “Cemal Seyri” gerçekleştirilir. Takip eden süreçteyse aynı şekilde semâhanenin üç kere dolaşıldığı “Devr-i Veledi” gelir. Devr-i Veledi tamamlandığında artık şeyh postuna gelmiştir. Daha sonra semazen başı şeyhin elini öper ve semâ için izin alır. Semâ sırasında semazenlerin elleri sağ el yukarıya, sol el aşağıya bakacak şekilde konumlandırılır. Semâ sırasında dört selam gerçekleştirilir. Birinci selam, 8 ya da 14 zamanlı usullerden bestelenmiş sözlü bir müzik eşliğinde gerçekleştirilir ve kişinin Allah’a kulluğunu idrak etmesini ifade eder. İkinci selam, 9 zamanlı evfer usulüyle bestelenmiş bir müzikle gerçekleştirilir ve kişinin Allah’ın kudreti karşısında duyduğu hayranlığı yansıtır. Üçüncü selamda farklı usul ve giderek hızlanan tempo hâkimdir ve Hakk’a vuslat anlamını taşır. En son selam olan dördüncü selam ise yine 9 zamanlı evfer usulüyle bestelenmiş müzik eşliğinde oldukça ağır icra edilir ve insanın manevi yolculuğu sonrası kulluğa dönüşünü simgeler. Dördüncü selamı müteakip şeyh de “post-semâ” olarak adlandırılan semâsını icra eder. Daha sonra Fatiha suresinin okunmasının ardından yer öpülüp ayağa kalkılır ve şeyh postun üzerinde gülbank okur. Şeyhin semâhaneden ayrılmasından sonra herkes posta selam verir ve ayin alanından ayrılır. 52 Mevlevi ayinlerinde gerçekleştirilen her zikir ve davranışın aynı zamanda sembolik bir anlamı vardır. Her şeyden önce Mevlevi ayini kıyamet gününün sembolüdür. Hatt-ı İstivâ’nın sağ tarafı maddi hayatın sembolü iken, sol tarafı mana alemini betimler. Mevlevi ayinlerinin ve bu törenlerin önemli bir parçası olan semâların yakinen izleme fırsatının bulunabileceği Şeb-i Arûs törenleri her yıl Mevlâna’nın ölüm yıldönümü olan 17 Aralık’ta gerçekleştirilir. Şeb-i Arûs kelime anlamı itibarıyla “Düğün Gecesi” anlamına gelmektedir. Mevlâna, ölümü sevgiliye yani Hakk’a kavuşmak olarak gördüğünden ölüm yıldönümü için Şeb-i- Arûs ifadesi kullanılır. “Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri” olarak adlandırılan etkinlikler kapsamında her yıl aralık ayında sergiler açılmakta ve Mevlâna temalı kitapların sunulduğu stantlar kurulmaktadır. Konya’da düzenlenen etkinlikler arasında Mevlâna ve Mevlevilik ile ilgili konferanslar, Mesnevi dersleri ve paneller, hadis sohbetleri, çalıştaylar, şiir dinletileri ve ayin-i şerifler yer almakta ve bunları on binlerce ziyaretçi takip etmektedir. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN - ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2016 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR. - BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR. - BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI 120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ZIRAAT BANKASI TBMM ŞUBESI IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR. - ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR. TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr FAX HATTI: 0312 420 66 24 SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI: ANKARA HOTEL PİNO BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA TEL: 0312 446 36 86 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 53 MELDA BAYER: MILLETVEKILI ÜLKESINI IYI TANIMALI, DÜRÜST VE MÜTEVAZI OLMALI SÖYLEŞİ: NEŞE SARIDOĞAN - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ 21. DÖNEM’DE ANKARA MILLETVEKILLIĞI, 57. HÜKÜMET’TE DEVLET BAKANLIĞI YAPAN MELDA BAYER, SIYASETIN MESLEK DEĞIL YAŞAM TARZI OLDUĞUNU DILE GETIRIYOR. MILLETVEKILLERININ TOLERANSLI, MÜTEVAZI VE DÜRÜST OLMASI GEREKTIĞINI BELIRTEN BAYER, “EĞER DÜRÜST OLURSANIZ HIÇBIR ŞEYDEN KORKMAZ VE ÖDÜN VERMEZSINIZ. ÖDÜN VERMEMEK SIYASETTE BAŞARIYI GETIRIR” DIYOR. 54 SÖYLEŞI Söyleşimize çocukluk ve gençlik yıllarınızdan bahsederek başlayalım. O dönemleriniz nasıl bir ortamda geçti? Rahmetli babam subaydı. Erzurum’un Tafta kazasına tayin olduklarında üzeri saman kaplı küçük bir kulübede yaşamak zorunda kalmışlar. Erzurum’un soğuğu meşhurdur. Üç kardeşin en küçüğüyüm. Bir gün anneannem ziyaretimize geldiğinde anneme “Üç çocukla burada yapamazsın” demiş ve beni 6 aylıkken alıp memlekete götürmüş. İki yıl annemi ve babamı görememişim. Geldiklerinde anneme “abla” demişim. Babam Polatlı’da görev yaptıktan sonra emekli olduğunda 10 yaşındaydım. Ablam üniversite sınavını kazanmıştı. O tarihlerde her yerde üniversite yoktu. Babam memleketi Sinop’a yerleşmek istemişti ama çocuklarının tahsili nedeniyle Ankara memleketimiz oldu. İlkokul üçüncü sınıf sonuna kadar Polatlı’da okula gittim. 4’üncü sınıfın yarısını Hürriyet, yarısını Sarar İlkokulu’nda, 5’inci sınıfı Anıttepe’de barakadan bozma bir okulda, ortaokulu Namık Kemal Ortaokulu’nda, liseyi ise Ankara Kız Lisesi’nde tamamladım. Üniversite sınavlarında bayağı yüksek puan aldığım halde ekonomik nedenlerle hem çalışıp hem okuyabileceğim bir bölümü tercih ettim. Devam zorunluluğu olmayan Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü’ne kaydımı yaptırdım, Vakıflar Bankası’nda da çalışmaya başladım. 18 yaşında işe girdiğim için 39 yaşında emekli oldum. Ondan sonra eve sığamadım. Çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalıştım. 1999 seçimlerinde DSP’den Ankara Milletvekili seçildiniz. TBMM’de Katip Üye olarak Başkanlık Divanı’nda görev aldınız. O döneme ilişkin unutamadıklarınız nelerdir? Rahşan Ecevit ile Ankara İl Yönetim Kurulu Üyeliğim sırasında tanışmıştım. Daha sonra Ankara İl Başkanı olarak atandım. 1999 seçimleri yapılacaktı. Herkes aday olmak isteyince örgütlerde boşalma oldu. Tekrar örgütlenmeye gittim, ama verdiğim liste Genel Merkez’de kabul görmedi, randevu istedim, verilmedi. Yönetim Kurulu’nu topladım ve istifamı verdim. Ertesi gün Rahşan Hanım telefon açarak, “Melda Hanım, siz Türkiye’yi sadece Ankara’dan mı ibaret zannediyorsunuz? Nelerle boğuşuyorum bir bilseniz. Listenin hepsini onayladım” dedi. Halbuki arkadaşlar istifamın Rahşan Hanım’a kafa tutmak gibi bir şey olduğunu ve siyasi hayatımın Siyasete ilginiz ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Evimizde 7 nesilde siyasetçi yok ama siyasetten de çok uzak değildik. Hareketli bir yapım vardı. Emekli olup evde de sıkılınca eşim siyasetle ilgilenmemi önerdi. “İstersen gönül verdiğin bir partiye kaydol ve çalış” dedi. Bu teklif aklıma yattı ve 1994 yılında Demokratik Sol Parti’ye (DSP) üye oldum. Aktif bir görev isteyince mahalle sorumluluğunu verdiler. DSP Çankaya İlçe Yönetimi’ne seçildim. Bir süre sonra Ankara İl Yönetim Kurulu Üyesi ve Büyük Kurultay Delegesi, 1997’de de Ankara İl Başkanı oldum. Mahalle, ilçe ve il görevlerim sırasında çok çalıştım. İlçe görevi verildiğinde arabama atlayıp tüm köyleri ve ilçeleri dolaştım. Ankara’nın uzak ilçelerini ilk kez o zaman gördüm. Aslında yanlışımız burada. Ankara’da büyümüşüz ama uzak ilçelerini görmemişiz, köylerine hiç gitmemişiz, boş bırakmışız. O zaman iyice hırslandım, siyasetin bir bakıma yaşam tarzı olduğunu öğrendim. 55 “MILLETVEKILLIĞI VE BAKANLIKTAN SONRA 2007-2009 YILLARI ARASINDA DSP’NIN TEŞKILATTAN SORUMLU GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI GÖREVINDE BULUNDUM. O DÖNEMDE SIYASETIN BANA VERDIĞI EN BÜYÜK ÖDÜL, ÜLKEMI TANIMAM OLDU. ” biteceğini söylemişlerdi ama tam tersi oldu. Sayın Bülent Ecevit’le Ankara İl Başkanlığım sırasında Rahşan Hanım aracılığıyla tanıştım. Daha sonra da 1999 seçimlerinde milletvekili adaylığım gerçekleşti. Milletvekilliği ve Başkanlık Divanı Üyeliği yaparken Meclis çalışmalarından kalan zamanı hep ilçelerde ve köylerde ge- çirdim. Başkanlık Divanı Üyesi olmanın bana kazandırdığı en önemli şey, Türkiye’de yasaların nasıl oluştuğunu kuşbakışı görme imkanı sağlaması oldu. Görevimin ilk dört ayında devletimi, yani devlet yapılanmasını, teşkilatlanmasını öğrenme fırsatı buldum. TBMM Arşivi’nden 1920 yılından bu yana Genel Kurul tutanaklarının hepsini olmasa da çoğunu okudum. Zaten iktidardık, soru önergesi vermeme gerek kalmadı. Fazla kanun teklifi de vermedim. Kurumlar arası koordinasyonun çok önemli olduğunu düşünüyordum ve bu konuda kapsamlı bir çalışma yapıp Sayın Ecevit’e sundum. Milletvekiliyken yurt dışına bir kez çıktım. 12 Şubat 2001’de insani yardım ve ikili ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla bir heyetle birlikte görevli olarak Bağdat’a gittim. Orada savaşın korkunç yüzünü gördüm. Çok yoğun ekonomik ambargo uygulanıyordu. Ambargonun başta çocuk ve kadınlar olmak üzere sivil halk üzerinde çok olumsuz etkileri vardı. Çocukların çoğu kanserdi ama hastanede ilaç yoktu, dezenfektede kullanılacak çamaşır suyu bile bulunmuyordu. Çamaşır suyunun ithali yasaktı. Gördüklerimden etkilendiğim ve üzüldüğüm için direncim düştü ve Türkiye’ye geldikten sonra bir hafta hastanede yattım. Milletvekilliğim sırasında ülkeler arası dostluk gruplarına üye olmadım. Gezmek için yurt dışına gitmeye gerek görmedim. Önce ülkemi gezmem lazımdı. Bana göre önce ülkenizi çok iyi tanıyın, ondan sonra yurt dışına çıkın. Böylece gözlemleriniz çok daha farklı olabilir diye düşünüyorum. 57. Hükümet’te Devlet Bakanlığı görevini yaparken öne çıkan çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz? Bakanlık görevim kısa sürdü ama bazı çalışmaları başlatmaya fırsatım oldu. Örneğin ALO 183 telefon hattının pilot uygulamasını Ankara’da başlattık. Sadece şiddet gören kadın hattı değildi, aynı zamanda sokakta yaşayan çocukları da kapsıyordu. İçinde çocuk polisi, pedagog, sosyal hizmet uzmanı ve bir hemşireden oluşan ekiplerin yer aldığı üç-dört minibüs hazırlanmıştı. Minibüs sokakta yaşayan çocukları duş alıp üç öğün yemek yiyebilecekleri Maltepe’deki merkezimize götürüyordu. Madde bağımlısı çocuklar ise Ulus’taki bir merkezde 56 SÖYLEŞI sağlık kontrolüne alınıyordu. Hastaneye yatırılacaklar ayrılıyor, kurtarılabilenler aileleriyle buluşturuluyordu. Uzun soluklu bir projeydi. Ayrıca Ankara’da madde bağımlıları için çok büyük bir tesis yapılıyordu, ama zannediyorum orası şimdi normal hastane olmuş. 2002 yılında seçime gidilince bu çalışmaları tamamlayamadık. Dört ilde çocuklara okul sütü dağıtılması çalışması başlatılmıştı. Bakanlığa gelince süt alım ve dağıtımının şeklini değiştirdik. İllerde ihale yapılmak suretiyle yerinden dağıtım işini gerçekleştirdik. Köylerden de süt toplayıp soğuk zincir oluşturduk. Uygulamaya iki il daha kattığımız halde projeyi daha önce yapılmış ihaleden çok daha ucuza gerçekleştirdik ve daha fazla çocuğun süt içmesine imkan sağladık. Erken seçim olunca sütleri dağıtamadık. Bizden sonra gelen hükümete nasip oldu. Bakanlığım sırasında Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ne (CEDAW) ilişkin hazırlanan protokol TBMM’de onaylandı. Kadın-erkek eşitliğini çok önemli buluyorum. Eğer bir kadın kuvvetliyse onu devirebilecek hiçbir şey yoktur. Onun için de erkekle eşit olması lazım. Bakanlık görevim seçim nedeniyle kısa sürdü. Eğer bana 5 yıl verilmiş olsaydı bu konuda çok şeyi değiştirebileceğime inanıyordum. Atatürk’e bir kadın olarak ayrıca şükran duyuyorum. 1999 yılında Medeni Kanun’u çağdaş şartlara uygun olarak yeniledik. O Medeni Kanun belki şu anda dünyada ilk 20’nin içine girebilecek iyi bir kanun. Ama uygulamalarda sıfırız. Şu anda Medeni Kanun’dan ödün verildi, uygulamalar yasalarla eşdeğer değil. Türkiye’de kadınlar hâlâ çok eziliyor. Milletvekilliği ve bakanlıktan sonra 2007-2009 yılları arasında DSP’nin Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulundum. O dönemde siyasetin bana verdiği en büyük ödül, ülkemi tanımam oldu. Hiç gidemeyeceğim, bir daha hiç göremeyeceğim yerlerini gördüm. Size göre siyasetin olmazsa olmazı nelerdir? Bir milletvekili hangi niteliklere sahip olmalıdır? Siyasilerin biraz daha toleranslı olmaları, halkın her kesimini hiçbir ayrım yapmadan gerçek anlamda kucaklamaları ve eşitliği tamamen uygulamaları gerekir. Öncelikle bir milletvekilinin ülkesini çok iyi tanıması ve yasa yapıcı olduğu için de belli bir bilgi birikimi ve donanıma sahip olması lazım. İkinci önemli konu ise dürüstlük. Eğer dürüst olursanız hiçbir şeyden korkmaz ve ödün vermezsiniz. Ödün vermemek siyasette başarıyı getirir. Eğer birisinden bir şey isteyip de borçlanırsanız yarın sizden altından kalkamayacağınız bir şey isteyebilir. Onun için ödün vermeyeceksiniz. Üçüncüsü de Ecevit gibi mütevazı olmak. Bu çok önemli. Gerektiğinde köyde tırnakları tezekli bir kadının yaptığı gözlemeyi yiyebilmek, gerektiğinde bir operaya gidip ondan zevk alabilmek. Bana göre bunların hepsi siyasetin ve siyasetçinin olmazsa olmazıdır. Çünkü bence siyaset bir meslek değil, yaşam tarzıdır. Siyaseti meslek olarak görmediğim için görevlerim sona erdiğinde eve son derece rahat dönebildim. Neysem oydum, hayatımda değişen bir şey olmadı. TBMM’ye girdiğiniz zaman herkes ayağa kalkar, önünü ilikler. O bana hep itici gelmiştir. Mesela bakan olduğum zaman lojmanlara taşınmadım. Mahallemde kalmak bana çok şey kazandırdı. Bakan olunca bahçenin önüne güvenlik kulübesi yapmaya çalıştılar, karşı çıktım. Bunun mecburiyet olduğunu söylediklerinde, “Beni kimden koruyacaksınız? Burada mahallelim oturuyor; çocukluk arkadaşlarım, eşim dostum, esnafım... Bunu istemiyorum” dedim. İmza atıp o kulübeyi yaptırmadım. Üç yakın koruma vermek zorundalarmış. 1’e indirilmesi için çok uğraştım, ama 2 koruma verdiler. Dönüşümlü görev yapıyorlardı. Bazen onları da atlatıp eşimle Gölbaşı’na yemeğe giderdik. Siyaset dışındaki uğraşlarınız nelerdir? Siyasetten profesyonel olarak koptum ama ilgim devam ediyor. Haberleri son derece iyi izlerim, köşe yazarlarını okurum. Dünya basınını takip etmeye çalışırım. Çarşıya, pazara, esnafa gittiğimde de mutlaka siyaset yaparım. 57 ANTIK DÜNYANIN SANAT MABEDI AFRODISIAS ANTIK KENTİ 58 KÜLTÜR VARLIKLARI SANATIN MENŞEI, ORTAYA ÇIKIŞ KOŞULLARI, BESLENDIĞI VE IÇINDE GELIŞTIĞI ORTAM ÜZERINE KAFA YORANLARIN SAYISI PEK AZ OLMASA GEREK. KIMINE GÖRE SANAT, BELIRLI KOŞULLAR YERINE GELDIĞINDE HAYAT BULABILECEK BIR LÜKS; KIMINE GÖREYSE INSAN RUHUNUN NE OLURSA OLSUN KENDINI GÖSTEREN ÖNLENEMEZ BIR DÜRTÜSÜ, HAYATIN OLMAZSA OLMAZI. AFRODISIAS ANTIK KENTI’NI ZIYARET EDIP BURADA VERILEN ESERLERI GÖRENLERIN IKINCI GÖRÜŞE DAHA YAKIN OLMASI ÇOK MUHTEMEL... ÇAĞLA TAŞKIN R esim ve heykel sanatının en sık konu edindiği isimlerdendir Afrodit. Klasik Dönem’in en görkemli başyapıtlarında, bugün dünyanın en prestijli müzelerinde sergilenen ve tarihi milattan önceye kadar uzanan mermer şaheserlerde karşımıza çıkan bu mitolojik figür, edebiyatta da bir o kadar sağlam yere sahiptir. Tarihte aşk ve güzellik tanrıçası diye bilinen Afrodit, yüzyıllara meydan okuyan eserlere ilham kaynağı olmakla kalmamış, Aydın’daki Afrodisias Antik Kenti’ne de adını vermiştir. Mimari ve sanatsal nitelikleriyle dünya kültür tarihi için büyük önem taşıyan Afrodisias, 2009 yılından beri UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nde yer alıyor. Dünya tarihinde Yunan ve Roma medeniyetleri ayrı bir yerde durur. Sanattan felsefeye, devlet idaresinden mimariye birçok alanda üstün başarı elde eden bu medeniyetlerin etkisi o kadar derin olmuştur ki bu etkiler aradan geçen yüzyıllara rağmen kendini göstermekte, bütün insanlığın ortak mirası sayılmaktadır. Bu iki medeniyetin de yolunun düştüğü, zaman zaman onlara serpilip gelişme zemini teşkil eden Anadolu toprakları ise bu yönüyle dünya üzerinde neredeyse benzersizdir. Dünya medeniyetini şekillendiren devletlerin miraslarının hâlâ canlı olduğu Anadolu’daki antik kentler, kuruldukları ve geliştikleri tarihsel döneme ışık tutar. Bunlardan biri de Aydın Geyre yakınlarındaki Afrodisias Antik Kenti’dir. Tarihinin en şaşaalı günlerini Roma İmparatorluğu’nun Karya eyaletinin başkenti olduğu dönemde yaşayan Afrodisias, son derece verimli bir bölgede yer alıyor. Bu nedenle yerleşim tarihi son derece eskiye, Geç Neolitik Çağ’a dayanıyor. Antik kentin Roma döneminde önemli bir inanç ve sanat merkezi haline gelmesinde İmparator Augustus’un payı büyük. Ünlü imparator, MÖ 1. yüzyılda Afrodisias’ın hamiliğini üstlenerek burada birçok imar faaliyetini teşvik etmiş. Antik kentin bugün hâlâ ayakta olan ve tarihî değerini perçinleyen yapılarının çoğu 59 AFRODISIAS’TAKI ILK RESMÎ KAZI ÇALIŞMALARI 1900’LÜ YILLARIN BAŞINDA YABANCI ARKEOLOGLARCA GERÇEKLEŞTIRILIR. 1961 YILINDA ISE ÜNLÜ ARKEOLOG KENAN ERIM’IN AFRODISIAS’A GELMESIYLE BIRLIKTE BURADAKI KAZI ÇALIŞMALARININ ÇEHRESI DEĞIŞIR. bu zamana tarihleniyor. Afrodisias’ın 4. yüzyılda Karya eyaleti- ve sanatsal nitelikleri ona zamansız bir güzellik kazandırır. Antik nin başkenti olması ise antik kentin tarihindeki bir başka dönüm kent, bu özelliğiyle yüzyılları aşan bir öneme sahiptir. noktası. Aynı dönemde Hıristiyanlığın iyice yayılmasıyla farklı Afrodisias’taki ilk resmî kazı çalışmaları 1900’lü yılların ba- bir önem arz etmeye başlayan antik kentte, Yunan mitolojisinin şında yabancı arkeologlarca gerçekleştirilir. Dönemin yasal önemli figürlerinden Afrodit’e adanmış bir kült merkezi olma ni- boşluklarından faydalanan araştırmacılar günyüzüne çıkarılan teliğinden sıyrılma süreci hızlanmış. Şehrin Bizans hakimiyetinde bazı eserleri yurt dışına götürür. 1961 yılında ise ünlü arkeolog “Stauropoli”, yani “Haç Şehri” olarak anılmaya başlaması ve erken Kenan Erim’in Afrodisias’a gelmesiyle birlikte buradaki kazı Hıristiyanlık tarihi için büyük önem teşkil eden birçok ismin bura- çalışmalarının çehresi değişmiştir. Erim ve beraber çalıştığı New da doğmuş veya buradan yolunun geçmiş olması da Afrodisias’ın York Üniversitesi’nden bir ekip birçok önemli gelişmeye imza Hıristiyan inancı için ne denli kıymetli bir merkez olduğunu göste- atmıştır. Kenan Erim’in vefatının ardından bir süre New York rir. Afrodisias 7. yüzyılda bu önemini kaybeder ama eşsiz mimari Üniversitesi’nce sürdürülen kazı çalışmalarında bugüne kadar 60 KÜLTÜR VARLIKLARI AFRODIT TAPINAĞI ANTIK KENTIN EN DIKKAT ÇEKICI YAPILARI ARASINDA YER ALIR. ESKI BIR ASUR MABEDININ KALINTILARI ÜZERINE YAPILDIĞI DÜŞÜNÜLEN ESERDEN GÜNÜMÜZE ULAŞMAYI BAŞARAN UNSURLAR, BIZE BURANIN ION TARZINDA INŞA EDILDIĞINI GÖSTERIR. pek çok önemli keşif yapılmıştır. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün 2014 yılında antik kent üzerinde uçurduğu “drone”dan (insansız hava aracı) elde edilen ve şu anda analiz süreci devam eden verilerin ise Afrodisias’a dair başka bilinmeyenleri ortaya çıkarması bekleniyor. Kentin dokusuna işleyen sanat Afrodisias’a ismini veren Afrodit adına inşa edilen tapınak, antik kentin en eski ve en dikkat çekici yapıları arasında yer alır. Eski bir Asur tapınağının kalıntıları üzerine yapıldığı düşünülen Afrodit Tapınağı’ndan günümüze ulaşmayı başaran unsurlar, bize buranın Ion tarzında inşa edildiğini gösterir. İmparator Hadrian döneminde genişletilen tapınağın içinde bulunan heykel ve mozaik kalıntıları buranın yalnızca ibadet amacıyla kullanılmadığını, içeride estetik kaygının da gözetildiğini ortaya koyar. Ayakta olduğu dönemde şehrin en önemli yapısı ve merkezi olma niteliği taşıyan Afrodit Tapınağı’nın içindeki sella adı verilen bölüme yalnızca rahiplerin girebildiği ve bir zamanlar burada Afrodit’in bir heykelinin bulunduğu düşünülüyor. Afrodisias Antik Kenti’nin bir diğer önemli tapınağı Sebasteion’dur. Afrodit ile ilk Roma imparatorları ve ailelerine adandığı tahmin edilen Sebasteion birkaç ana yapı ile geniş bir tören yolundan oluşur ve adeta şehir içinde şehir niteliğindedir. Sebasteion’un tören yolunun iki tarafındaki üçer katlı portikoların ikinci katları mitolojik hikayelerden sahnelere, üçüncü katları ise Roma imparatorlarının hayatlarına ayrılmıştır. Bu katlar üzerindeki kabartmalar son derece detaylı ve zengindir. Sebasteion’un kabartmalarıyla dikkat çeken bir diğer unsuru da sütunlarıdır. Sütunlarda Roma mitolojisinden kahramanların hikayelerini anlatan ve imparatorların fetihlerini sembolize eden kabartma çalışmaları bulunur. Afrodisias’ın mermeriyle meşhur olduğu düşünüldüğünde bu durum esasen şaşırtıcı değildir. Antik kent özellikle Roma döneminde bu alanda o kadar meş- 61 hurdur ki burada bir heykeltıraşlık okulu bile bulunur. Kazılarda günyüzüne çıkarılan heykel, lahit ve sütunlardaki ince işçilik ile muazzam detaylar bu duruma örnek teşkil ederken Tetrapylon da Afrodisias’taki heykel ustalığının başlı başına bir kanıtıdır. Botanik motiflerinin kullanıldığı, av sahnelerinin betimlendiği ve yer yer mavi sütunlarla renklendirilen Tetrapylon’un belirli bir işlevinin tespit edilememiş olması, arkeologlara yapının tamamen Afrodisias mermer ustalığını yansıtmak için yapıldığını düşündürür. Yapının tamamına hâkim olan ince işleme ve muhteşem ayrıntılar, bu düşünceyi destekler niteliktedir. Tetrapylon’un kolon ve sütunlarının restorasyonu 1990 yılında tamamlanmış, bu çalışmalar sırasında ağırlıklı olarak bölgede bulunan orijinal parçalar kullanılmıştır. Roma yapılarının olmazsa olmazı banyo ve hamama Afrodisias’ta da rastlanır. Dönemin insanı için yalnızca bir temizlik ve rahatlama alanı olmanın ötesinde sosyal işlevi de bulunan hamamlar genellikle soyunma-giyinme (apodetairum), soğukluk (frigidarium), ılıklık (tepidarium) ve sıcaklık (caldarium) bölümlerinden oluşur ve aynı yapı düzeni Afrodisias’ta da gözlemlenir. Antik kentin tamamında olduğu gibi hamamda da kabartmalı mermer sütun ve bloklar hâkimdir. Bu sütun ve blokların bir 62 KÜLTÜR VARLIKLARI kısmı akantus yaprağı motifiyle, bir kısmı da insan ve hayvan figürleriyle süslenmişken bu alanda aynı zamanda mermerden yapılma dev boyutlu baş heykellerine rastlanmıştır. Görkemli heykeller, incelikli kabartmalar Ziyaretçilerine her adımda farklı bir sürpriz vadeden Afrodisias Antik Kenti’nin bir zamanlar gladyatör dövüşlerine sahne olduğu düşünülen tiyatrosunda yapılan kazılarda bugün Afrodisias Müzesi’nde sergilenen sayısız heykel ve yazıt bulunmuştur. Bu buluntular arasında heykeller aradan geçen uzun zamana rağmen iyi korunmuş olmalarıyla büyük değer taşırken yazıtlar da antik kentin tarihine ve burada hüküm süren imparatorların yönetim şekline ışık tutmalarıyla son derece önemlidir. Kazılarda günyüzüne çıkarılan kıymetli eserler söz konusu olduğunda Odeon’dan bahsetmemek olmaz elbette. 2. yüzyıla tarihlenen ve aktif olduğu dönemde dans ve müzik gösterileri, hitabet dersleri, kent meclisi toplantıları gibi birçok farklı etkinliğe ev sahipliği yapan Afrodisias Odeon’unda yürütülen kazılarda opus sectile adı verilen, Roma döneminde oldukça popüler olan ve bir prestij göstergesi sayılan özel tavan süslemelerine, bölgeye has mavi-beyaz mermer işlerine ve mozaik parçalarına rastlanmıştır. Odeon’un bağlantılı olduğu Agora bölümü ise şehrin çok işlevli alanlarından bir diğeridir. Esasen bir pazar yeri olmasına rağmen sosyal hayatta önemli bir yere sahip Agora, Afrodisias Antik Kenti’nin tamamı gibi işlevsellikle estetiğin bir harmanı niteliğindedir. Agora’daki kazılarda bulunan çok sayıda işlemeli şerit, rölyef ve dekoratif maske, Afrodisias’ta sanatın hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu göstermektedir. Afrodisias Antik Kenti’nden çıkarılan, hepsi birbirinden kıymetli ve çoğu son derece iyi durumda olan eserlerin büyük bölümü Afrodisias Müzesi’nde sergileniyor. Müzenin en önemli özelliklerinden biri antik kentle aynı alanda yer alması ve burada yapılan kazı çalışmaları sırasında günyüzüne çıkarılan eserlerin hiç dokunulmadan, bulundukları haliyle sergileniyor oluşu. Bu sayede ziyaretçiler hem dönemin şehir planı hakkında fikir edinebiliyor hem de antik kentin ruhu daha iyi korunabiliyor. Afrodisias Müzesi’nin en çarpıcı eserleri mermer heykel ve kabartmalar. Müzede imparatorların, devlet adamlarının, filozofların, mitolojik kahramanların ve din adamlarının heykelleri yer alıyor. Bölgeye has mermerden yapılmış bu heykellerdeki detaylar ve ince işçilik, buranın neden zamanında heykelciliğiyle isim yaptığını açıkça ortaya koyuyor. Afrodisias’ın mermeri işlemedeki ustalığının bir diğer bariz göstergesi de lahitler. Müzede sergilenen çok sayıda mermer lahit üzerinde tarihten sahneler, mitolojik hikayeler tasvir ediliyor. 63 MUSTAFA YENEROĞLU: TÜRKIYE, TOPLUMUN GÜVENLIĞINI SAĞLARKEN ÖZGÜRLÜKLER KONUSUNDA DÜNYAYA ÖRNEK OLACAK BIR ÇABA IÇERISINDE SÖYLEŞİ: SENA KILIÇ - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ TBMM İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMISYONU BAŞKANI VE AK PARTI İSTANBUL MILLETVEKILI MUSTAFA YENEROĞLU, TÜRKIYE’NIN INSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELIŞTIRILMESI ALANINDA CIDDI ILERLEMELER KAYDETTIĞINI BELIRTEREK, “İNSAN HAKLARI IDEALLERININ HER ULUS VE DEVLET IÇIN HER GÜN SINANAN BIR IDDIA OLDUĞUNU UNUTMAMAMIZ GEREKIR” DIYOR. 64 KOMISYONLAR TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu kaç yılında, hangi amaçlarla kuruldu? 1987 yılında Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusu çerçevesinde Türkiye’nin insan hakları içerikli bir dizi uluslararası antlaşmayı imzalaması sonrasında insan haklarına ilişkin bir komisyon kurulması gündeme geldi. Böylelikle 18. Yasama Dönemi içinde TBMM’de insan hakları alanında daimi bir ihtisas komisyonu olmak üzere İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu kuruldu. Komisyonumuz 1990 yılından bu yana Türkiye’de insan haklarının korunması ve bu konuda farkındalık oluşturulması açısından önemli roller üstlenmiştir. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, dünyada ve ülkemizde insan hakları konusundaki gelişmeleri takip ederek uygulamaların bu gelişmelere uyumunu sağlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda uluslararası alanda kabul gören gelişmeleri izleyerek ülkedeki uygulamaların millî mevzuata, söz konusu mevzuatın da taraf olunan uluslararası antlaşmalara uyumunu inceler. İncelemeleri sonucunda konuyla ilgili iyileştirmeler, çözümler, uygulama ya da yasal düzenleme değişiklikleri önerir. İlaveten komisyon, insan haklarının ihlale uğradığına dair iddialar ile ilgili bireysel başvuruları alır. çalışmalarımız arasında yer alıyor. Kanun yapımı ve denetim faaliyetleri tabii ki ön planda bulunuyor. Kanun yapım sürecinde komisyona havale edilen tasarı ve teklifler gerektiğinde alt komisyonlar da kurularak inceleniyor, gerekli değişiklikler ve eklemeler yapılarak bir rapor halinde Genel Kurul’a sunuluyor. Komisyonda tasarı ve teklifler özellikle insan haklarının normatif iddialarıyla ele alınıyor. Komisyonun iş yükünün büyük bölümünü oluşturan denetim faaliyetleri ise belli bir konuya ilişkin alt komisyon kurulması ve vatandaşlardan gelen başvuruların incelenmesi suretiyle gerçekleştiriliyor. Elbette insan hakları konusunda dünyadaki gelişmelerin yakından takibi komisyonun görevleri arasında yer alıyor. Yurt dışında yaşayan Türkiye kökenli insanlarımızın maruz kaldığı insan hakları ihlalleri başta olmak üzere dünyada yaşanan gelişmeler komisyonun kapasitesi elverdiği ölçüde takip ediliyor. Bu bağlamda uluslararası arenada insan haklarıyla bağlantılı muhtelif konulara dair yayımlanan basın açıklamalarıyla kamuoyu bilgilendiriliyor. Komisyonun gündeminde ne tür konular yer alıyor? 1 Kasım 2015’ten bu yana gündemimizin ana omurgasını cezaevlerindeki koşullar ve uygulamalar, yargı ve memuriyete ilişkin sorunlar, ayrıca yasal düzenleme ve yerinde inceleme talepleri gibi konular oluşturuyor. Bu süreçte bini aşkın bireysel başvuru komisyonumuza ulaştı. Söz konusu başvuruların tümünün titizlikle incelenerek gerekli işlemlerin gecikmeksizin yerine getirilmesi de elbette gündemin bir parçası. Bu bağlamda alt komisyonlar, komisyonun çalışmalarının temel unsurunu oluşturuyor. Alt komisyon çalışmaları genel olarak yerinde incelemeler ve ilgilileri alt komisyon toplantısına çağırıp dinleme biçiminde gerçekleştiriliyor. Çalışmalar sonucunda alt komisyon bir rapor hazırlayarak tespit ve önerilerini, idarenin hak ihlali doğurduğunu değerlendirdiği uygulamalarını ya da mevzuatın değiştirilmesi gereğini ortaya koyuyor. Alt komisyon çalışmaları sonrasında hazırlanan raporlar komisyonda kabul edildikten sonra komisyonun internet sitesinde yayımlanarak kamuoyu ile paylaşılıyor ve Başbakanlık, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına da gönderiliyor. Komisyon çalışmalarını nasıl yürütüyor? Komisyon olarak dünyadaki gelişmeleri de yakından takip ediyor musunuz? Komisyonumuz faaliyetlerini çalışma konusuna göre alt komisyon kurulması ve dosya üzerinden inceleme yapılması şeklinde yürütüyor. Ayrıca muhtelif konularda yapılan basın açıklamaları ile komisyona gelen yerli ve yabancı heyetlerle yapılan görüşmeler de 65 “HÂLIHAZIRDA İNSAN HAKLARINI INCELEME KOMISYONUMUZUN BÜNYESINDE 6 ALT KOMISYON FAALIYET GÖSTERIYOR. BU KOMISYONLARIN HER BIRI KENDI ALANLARIYLA ILGILI ÇALIŞMA YÜRÜTÜYOR.” Hâlihazırda komisyon bünyesinde Mülteci Hakları, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi, Hükümlü ve Tutuklu Hakları, Batı Ülkelerindeki İslam Düşmanlığı ve Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği İnceleme ile 28 Şubat Sürecinde Gerçekleşen Hak İhlalleri ve Mağduriyetlerin İncelenmesi Alt Komisyonları olmak üzere altı alt komisyon faaliyet gösteriyor. Bu komisyonların her biri kendi alanlarıyla ilgili çalışma yürütüyor. Örneğin, Mülteci Hakları Alt Komisyonu, ülkelerinde çıkan iç savaş sonrasında Türkiye’ye sığınan Suriyeli sığınmacıların ülkemizdeki yaşam şartlarının tespit ve takip edilmesi, kampların denetimi, sığınmacıların hukuk alanında ve gündelik hayatta karşılaştıkları sorunların çözülmesi için nelerin yapılması gerektiğini belirlemek ve alınması gereken tedbirleri ortaya koymak amacıyla kuruldu. Batı Ülkelerindeki İslam Düşmanlığı ve Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık Alt Komisyonu ise yurt dışında yaşayan, başta vatandaşlarımız olmak üzere genel olarak Müslümanların özellikle yasama, yargı ve yürütme nezdinde karşılaştıkları ayrımcılık vakalarını ele alıyor. Ülkemizde geçmişten bugüne insan hakları alanındaki gelişmelere ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? İnsan haklarının binlerce yıllık bir geçmişi var. Antik Çağ’daki örneklerin de ötesinde bütün ilahi vahiyler insan hakları tarihinde önemi pek de idrak 66 KOMISYONLAR edilmemiş ciddi atılımlar getirmiştir. Binlerce yıllık süreçte insan haklarıyla ilgili bugüne yön veren adımlara 17. ve 18. yüzyıllarda ulaşılmış, bunun sonrasında ise II. Dünya Savaşı’ndan itibaren insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanında önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Türkiye’de insan haklarının tarihsel seyrine baktığımızda ise bu konudaki ilk belgelerin 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarıyla Osmanlı İmparatorluğu dönemine uzandığını görürüz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlayan 1923-1946 arasındaki tek parti rejimi süresince ise Anayasa’da yer alan temel haklar ne yazık ki pratikte ciddi bir karşılık bulamamıştır. 1960’lar ve 1980’lerde, askerî ihtilallerin yaşandığı süreçlerde de pek çok insan hakkı ihlali söz konusu olmuştur. 1980’li yıllar boyunca başta yaşam hakkı ihlalleri olmak üzere işkence, din ve ifade özgürlüğü gibi temel alanlarda çok sayıda insan hakkı ihlali yaşanmıştır. O dönem sistematik işkence iddialarının, yaşam hakkı ihlallerinin kol gezdiği ve Türkiye’nin insan hakları ihlalleri konusunda AİHM’e yapılan başvuru sıralamasında ön sıralarda yer aldığı yıllardı. Bu bağlamda 2000’li yıllar öncesinde Türkiye’nin insan hakları anlamındaki görünürlüğü hiç de iç açıcı değildi. Geçmişe dönüp baktığımızda son on beş yıllık süreçte Türkiye’de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanında ciddi ilerlemeler kaydedildiği açıktır. Bu süreçte Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı işlerlik kazanmış, işkenceye sıfır tolerans politikası hayata geçirilmiş, faili meçhuller ve yaşam hakkı ihlalleri ülke gündeminden çıkarılmış, din “BUGÜN INSAN HAKLARIYLA ILGILI SORUMLULUKLARIMIZ OLDUKÇA BÜYÜK. BU KONUDAKI TARTIŞMANIN POLITIKLEŞTIRILMEDEN, MENSUBIYETLER ÖTESINDE, ILKESEL BIR ZEMINDE SÜRDÜRÜLMESINE IHTIYAÇ DUYUYORUZ.” ve ifade özgürlüğü, azınlık, çocuk ve kadın hakları konularında ciddi güçlendirilmeler yapılmış, takip ve denetim mekanizmaları kurulmuştur. Ülkemiz ve dünya 10 Aralık İnsan Hakları Günü'ne nasıl giriyor? Yanı başımızda devam eden Suriye İç Savaşı’nı, Irak’ta yıllardır süren açmazı, Arakan’da ve Doğu Türkistan’da devam eden sorunları, Filistin meselesini, diğer yandan da Batı Avrupa’da kendini her geçen gün giderek daha da güçlü bir şekilde gösteren ırkçı akımları, yükselen aşırı sağı düşündüğümüzde 10 Aralık’ın küresel bazdaki sorumluluklar açısından idrak edilmesi oldukça zor bir gün olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan Türkiye olarak da oldukça zor günlerin içinden geçiyoruz. Etrafımızda mutlak katliamdan kaçan milyonlara ülkemizi açmamız, onlarla imkanlarımızı paylaşmamız, Suriye ve Irak’tan ülkemize yönelen terör örgütleri, yine bölücü terör örgütü PKK’nın adeta her gün vatandaşlarımızın canına kastetmesi ve ülkemizde bunun üzerine oluşan toplumsal gerilimler... Bütün bunlara rağmen Türkiye, toplumun güvenliğini sağlarken aynı ölçüde özgürlükler konusundaki iddialarımızdan vazgeçmeme anlamında dünyaya örnek olacak bir çaba içerisinde. İçinde bulunduğumuz şartlar ve kamu güvenliği adına alınması zorunlu tedbirlere rağmen bu çabamızı sürdürmek durumundayız. Bugün insan haklarıyla ilgili sorumluluklarımız oldukça büyük. Diğer yandan insan hakları söylemlerinin, içinde bulunduğumuz zaman diliminde içi boş söylemler haline getirilmesi, insan hakları ideallerinin tabiri caizse bir “maymuncuk” gibi görülerek siyasi çatışma unsuru olarak kullanılması, aşılması gereken başka bir engel olarak önümüzde duruyor. Siyasiler, hatta uluslararası kurumlar tarafından bile insan haklarının araçsallaştırıldığını, propaganda ve siyasi malzemeye dönüştürülebildiğini, böylece bu temel değerlerin içinin boşaltılarak tartışmaya açıldığını görüyoruz. İnsan haklarıyla ilgili tartışmanın politikleştirilmeden, mensubiyetler ötesinde, ilkesel bir zeminde sürdürülmesine ihtiyaç duyuyoruz. İnsan hakları ideallerinin her ulus ve devlet için her gün sınanan bir iddia olduğunu unutmamamız gerekir. 67 14 Aralık 1960 3 Aralık 1992 - Birleşmiş Milletler kararıyla 3 Aralık “Uluslararası Engelliler Günü” olarak kabul edildi. 5 Aralık 1934 - 1924 Anayasası’nda yapılan değişiklikle Türk kadını milletvekili seçme ve seçilme hakkı elde etti. 8 Şubat 1935 tarihinde gerçekleşen seçimlerde 17 kadın TBMM’ye girmeye hak kazandı. Bir yıl sonra yapılan ara seçimlerle birlikte kadın milletvekili sayısı 18’e yükseldi. ARALIK 3 4 5 10 Paris Sözleşmesi çerçevesinde Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kuruldu. Türkiye, örgütün 20 kurucu üye ülkesinden biridir. 14 15 10 Aralık 1948 - 4 Aralık 1955 Türkiye’de ilk elektrikli tren, İstanbul’da Sirkeci ve Halkalı semtleri arasında hizmet vermeye başladı. 68 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararıyla İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kabul edildi. “Bütün insanlık için bir Magna Carta” şeklinde nitelendirilen bildirgenin imzalandığı 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor. 15 Aralık 1893 - Danimarkalı dilbilimci ve Türkolog Vilhelm Ludwig Thomsen, Danimarka Kraliyet İlimler Akademisi’nde sunduğu bildiriyle Orhun Alfabesi’ni çözdüğünü ve Orhun Kitabeleri’ni okuduğunu bilim dünyasına açıkladı. 16 Aralık 1727 - 23 Aralık 1930 - Cevherî’nin kaleme aldığı es-Sıhâh adlı Arapça sözlüğün, Vankulu Mehmed Efendi tarafından yapılmış Türkçe tercümesi olan Vankulu Lügatı basıldı. Eser, bir Osmanlı vatandaşının matbaada basılan ilk kitabı olma niteliği taşıyor. 16 Lozan Antlaşması’na ek protokol uyarınca Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirildi. 18 23 27 Aralık 1919 - 18 Aralık 1865 - Amerika Birleşik Devletleri’nde köleliğin kaldırılmasını isteyen kuzey eyaletleri ile köleliğin sürmesini savunan güney eyaletleri arasında yaşanan Amerikan İç Savaşı’nı kuzeyliler kazandı ve ABD’de kölelik kaldırıldı. 27 23 Aralık 1930 - Mustafa Kemal Atatürk ve Temsil Heyeti Ankara’ya geldi. TBMM’nin kuruluşu ve düzenli ordunun oluşturulmasıyla ilgili hazırlık çalışmalarının yürütüldüğü şehir, Kurtuluş Savaşı döneminde kritik bir rol üstlendi. İzmir’in Menemen ilçesinde şeriat yanlısı bir grubun eylemini bastırmak üzere bölgeye gönderilen Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay eylemciler tarafından öldürüldü. Olayla ilgili tutuklanan yaklaşık 150 kişiden 28’i idam edildi. 69 3 ARALIK 1992 ULUSLARARASI ENGELLILER GÜNÜ PINAR ÇAVUŞOĞLU D ünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yayımlanan Dünya Engellilik Raporu, yeryüzünde yaşayan insanların yüzde 15’inden fazlasının engelli bireyler olduklarını ortaya koyuyor. Bu oran bir milyardan çok insanı kapsıyor. Söz konusu rapor engelli insanların karşılaştığı sorunların çözülebileceği ve engellilikle bağlantılı dezavantajların üstesinden gelinebileceğini de ifade ediyor. Ülkelerin engellilerin sorunlarına ve onların hayatını kolaylaştırmaya yöneDünya Sağlık Örgütü - İsviçre lik çalışmaları, 1980’lerde farkındalığın artması nedeniyle son 40 yılda büyük bir ilerleme kaydetti. Ancak ileri teknolojiye sahip, demokratik gelişimini tamamlamış, müreffeh diye nitelendirilebilecek ülkelerden az gelişmiş ülkelere kadar tüm toplumlarda engelliler hayatlarını devam ettirme konusunda hâlâ zorluklar yaşıyor. Eğitim, sağlık, istihdam, ulaşım, fiziksel çevre gibi alanlarda karşılaştıkları sorunlar onların hayatını daha güç hale getiriyor. Engellilerin sorunlarına göz attığımızda eğitimle ilgili sıkıntıların başı çektiğini görürüz. Engelliler kendilerine uygun okul bulamadıkları için eğitimsiz kalıyor, bu durum başta işsizlik ve ondan kaynaklanan yoksulluk olmak üzere pek çok probleme neden oluyor. Eğitim kurumlarının engellilerin varlığını hesaba katarak fiziksel düzenlemeler yapamaması, müfredatın engellilere de uyacak şekilde hazırlanamamasının yanı sıra engellilere eğitim verecek 70 TARİH SAHNESİ personelin yetersiz olması bu alanla ilgili sorunların temelini oluşturuyor. Türkiye’de 2005 yılında yürürlüğe giren 5378 sayılı “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”la engellilerin eğitimini de kapsayan bir dizi düzenleme hayata geçirildi. İşitme engelli öğrencilerin meslek liselerine sınavsız girebilmesi, üniversite sınavını kazanmış engelli öğrencilere çeşitli burslar sağlanması, Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yüzde 40 ve üzeri engeli bulunan öğrencilere öncelik tanıması ve harçlarda indirim uygulaması, engelli bireylerin Halk Eğitim Merkezleri’nden ücretsiz faydalanması bu düzenlemeler arasında yer alıyor. Özellikle üniversitelerin engelli bireylere yönelik uygulamaları, onların eğitimle ilgili sorunlarını bir nebze azaltıyor. Pek çok üniversitede Özürlü Danışma ve Koordinasyon Merkezi bulunuyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Süleyman Demirel Üniversitesi ve Akdeniz Üniversitesi’ndeki koordinasyon merkezleri başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok üniversitesindeki bu oluşumlar, “engelsiz üniversite” sloganıyla hareket ediyor, engelli öğrencilerin üniversite içinde sosyalleşebilmeleri ve en az problemle karşılaşarak okul hayatlarını bitirebilmeleri için çalışmalar gerçekleştiriyor. Engelli bireylerin yaşadığı bir diğer sorunu sağlık teşkil ediyor. Araştırmalar engelli bireylerin engelli olmayanlara göre daha sık sağlık problemleriyle karşılaştıklarını gösteriyor. Doğuştan ya da sonradan edinilen engelliliğe yönelik rehabilitasyon merkezlerinin yetersizliği veya buralardaki yüksek fiyat uygulamaları engelli bireylerin sağlıkla ilgili yaşadığı bir diğer problem. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı engelliliğin önlenmesi ve engelli bireylerin sağlık hizmetine erişiminin kolaylaştırılması için pek çok çalışma gerçekleştiriyor. Engelliliğin önlenmesi amacıyla her bebeğe yenidoğan işitme taraması; fenilketonüri, biyotidinaz, hipotiroidi, hemoglobinopati taramaları; gelişimsel kalça çıkığı erken tanı ve tedavisi uygulanıyor. Sağlık kuruluşlarında engelli ve yaşlı hastalara yardımcı olacak refakatçi personel temin edilmesi, işitme engelli hastalarla iletişimi sağlamak üzere hastanelerde çalışan sağlık personeline işaret dili eğitimi verilmesi ve poliklinik hizmetlerinde engellilere öncelik sağlanması Sağlık Bakanlığı’nın engellilerle ilgili düzenlemeleri arasında yer alıyor. Engelli bireylerin istihdamı ise onların önündeki en büyük sorunlardan birini oluşturuyor. İş bulabilme zorluklarının yanı sıra işyerinde yaşadıkları sıkıntılar engellilerin toplumla bütünleşmesine engel teşkil ediyor. İstihdam sorunu beraberinde yoksulluğu da getiriyor. Türkiye’de uygulanan Özürlü Memur Seçme Sınavı’yla engelli bireyler yaş sınırlaması olmaksızın kamu kurumlarına yerleştirilebiliyor. Ayrıca İş Kanunu’nda yer alan “İşverenler, 50 veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde yüzde 3 özürlü, kamu işyerlerinde ise yüzde 4 özürlü ve yüzde 2 eski hükümlü işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler” ifadesiyle engellilerin özel sektörde de iş bulabilmeleri mümkün kılınıyor. Engelli bireylerin kendi işyerini açması durumunda sağlanan vergi kolaylıkları ile erken ve malulen emeklilik hakkı, Türkiye’de engellilere yönelik diğer uygulamalar arasında yer alıyor. Engelliler sosyalleşme alanında da pek çok sıkıntı yaşıyor. Bunların başında ulaşım geliyor. Sokak ve caddeler ile otobüs, metro, taksi gibi ulaşım araçlarının engelli olmayan bireylere göre tasarlanması engellileri adeta evlerine hapsediyor. Ayrıca kütüphane, cami, kafe ve restoran gibi kamuya açık yerlerde engelli bireylerin hareket imkanlarının sınırlı olması onların sosyalleşmesini önlüyor. Türkiye’de bu alanda toplu taşım araçlarının özellikle ortopedik engelli bireylerin de kullanabileceği şekilde tasarlanması, kaldırımların ortopedik ve görme engelli bireylere uygun hale getirilmesi, yayaların kullandığı üst geçitlere asansör konulması gibi çalışmalar gerçekleştiriliyor. Türkiye’de engelli hakları Anayasa ve 5378 sayılı Özürlüler Kanunu’yla güvence altına alınmış bulunuyor. Resmî Gazete’de 71 BIRLEŞMIŞ MILLETLER’IN 1992 YILINDA ALDIĞI BIR KARARLA 3 ARALIK’I ULUSLARARASI ENGELLILER GÜNÜ ILAN ETMESI, KONUYU ULUSLARARASI BOYUTA TAŞIMIŞ VE DÜNYA GENELINDE FARKINDALIĞI ARTIRMIŞTIR. yayımlanan yönetmelikler, kararnameler, kurul kararları, genelgeler ve tebliğler ise bu kanunun uygulanmasına yönelik maddeler içeriyor. Örneğin 3194 sayılı İmar Kanunu’nda “Fiziksel çevrenin özürlüler için ulaşılabilir ve yaşanılabilir kılınması için, imar planları ile kentsel, sosyal, teknik altyapı alanlarında ve yapılarda, Türk Standartları Enstitüsü’nün ilgili standardına uyulması zorunludur”, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda “Belediye hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulur. Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlilerin durumuna uygun yöntemler uygulanır”, Kamu Binaları, Kamuya Açık Alanlar ve Toplu Taşıma Araçlarının Özürlülere Uygun Hale Getirilmesi Genelgesi’nde ise “Özürlü vatandaşlarımızın toplumsal yaşama tam katılımlarının sağlanması hedefine ulaşabilmek için kamu kurum ve kuruluşlarının kullandıkları binalar, kamuya açık alanlar ve toplu taşıma araçlarının özürlülerin kullanımına uygun duruma getirilmesi büyük önem taşımaktadır” ifadeleri yer alıyor. Dünyada farkındalık artıyor Neredeyse insanlık tarihiyle yaşıt engellilik durumu, eski çağlardan bu yana farklı kültürlerde benzer şekilde karşılanmış. Çoğu kültür engelli bireylere şefkat ve acıma duygularıyla yaklaşmış. Engelli bireylerin “farklı” olması, onların sık sık ayrımcılıkla karşılaşmasına da neden olmuş. Çünkü batıl inançlar, kişileri engelli bireylerin tanrı tarafından cezalandırıldığı yönünde düşüncelere sevk etmiş. Toplumsal dışlanma, engelliliğine neden olan faktörden daha çok acı vermiş bireye. Bugün dahi engellilerin en büyük sorunlarının başında toplumsal dışlanma geliyor. Kişiler sık sık dile getirdikleri ve çeşitli platformlarda hararetle 72 TARİH SAHNESİ savundukları “insan hakları” kavramının yalnızca kendi hak ve özgürlüklerini değil, tüm insanları kapsadığını unutuyor. Bir toplum ne kadar çağdaş olursa olsun, gelişmişlik düzeyi engelli bireylerine verdiği değerle ölçülüyor. Engelliliğin insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahip olmasına karşılık, Batılı kaynaklara istinaden bu konuyla ilgili ilk çalışmaların 18. yüzyılda başladığı görülüyor. Valentin Haüy’ün Paris’te dünyanın ilk körler okulunu kurması, engellilere yönelik çalışmaların ilklerinden kabul ediliyor. 1784 yılında kurulan okul, yalnızca kör çocuklara hizmet vermişti. Engellileri topluma kazandırmak, kendilerini yetersiz görmelerinin önüne geçmek, toplumu engelliler konusunda bilinçlendirmek gibi yasal düzenlemeleri yerine getiren kanun ve sözleşmelerin ilklerinden biri ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından uygulamaya konuldu. ABD, 1798 yılında Askerî Özürlüler Kanunu’nu çıkardı. Ayrıca 1776 yılında yayımlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde, yalnızca din, dil ve ırk farkı olanları değil, hiç şüphesiz engellileri de kapsayan “Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır” ifadesi yer alıyor. Bazı kaynaklar, engellilerle ilgili yasal düzenlemelerin tarihçesinden söz ederken bu bildirgenin de adını geçiriyor. 1821 yılı görme engelliler için büyük bir buluşa sahne oldu. Görme engelli Fransız mucit Louis Braille, kabartılmış noktalardan oluşan bir yazı sistemi geliştirerek körlerin de okumasına imkan verdi. Onun bulduğu Braille Alfabesi bugün dünyanın her yerinde görme engelliler tarafından kullanılıyor. 1960 yılında yalnızca omurilik yaralanması geçirenlerin katıldığı bir spor organizasyonu düzenlendi. Roma’nın ev sahipliği yaptığı Paralimpik Oyunları, günümüzde farklı engelleri bulunan sporcuların atıcılık, buz hokeyi, eskrim, atletizm, basketbol, yüzme, futbol, voleybol gibi dallarda yarıştığı büyük çaplı ve uluslararası bir organizasyon haline geldi. 1980’ler engellilerle ilgili farkındalığın büyük bir artış gösterdiği yıllardır. Pek çok ülke engelli haklarını kanunla düzenledi, çeşitli derneklerin kurulmasına önayak oldu. Birleşmiş Milletler’in 1992 yılında aldığı bir kararla 3 Aralık’ı Uluslararası Engelliler Günü ilan etmesi, konuyu uluslararası boyuta taşımış ve dünya genelinde farkındalığı artırmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ise 5 Mart 1993 tarihli ve 1993/29 sayılı bildirisiyle bu günün “Engellilerin topluma kazandırılması ve insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanması” amacıyla üye ülkelerce tanınmasını istemiştir. Birleşmiş Milletler ayrıca Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’yi 13 Aralık 2006 tarihindeki Genel Kurul’da oylamasız kabul etmiş, Sözleşme 3 Mayıs 2008’de yürürlüğe girmiştir. TBMM ise 3 Aralık 2008 tarihinde 5825 sayılı kanunla Sözleşme’nin onaylanmasını uygun bulmuştur. Ayrımcılık Yapılmaması ve Eşitlik; Engelli Kadın- lar; Engelli Çocuklar; Yasa Önünde Eşit Tanınma; Sömürü, Şiddet veya İstismara Maruz Kalmama; Bağımsız Yaşayabilme ve Topluma Dahil Olma; Çalışma ve İstihdam gibi başlıklar içeren Sözleşme 50 maddeden oluşmaktadır. Engellilik durumu ve yaşlılık WHO’nun yayımladığı Dünya Engellilik Raporu’nda dünyadaki engelli bireylerin sayısının artacağı ifade ediliyor. Çünkü dünya nüfusu yaşlanıyor; yaşlılık ise engelli hale gelme riskini yükseltiyor. Ayrıca diyabet, kalp ve damar hastalıkları gibi kronik sağlık sorunları ile kalça kırığı ve iskelet kası yaralanmaları yaş ilerledikçe daha büyük bir risk teşkil ediyor. Dünya Sağlık Araştırması istatistikleri ise söz konusu raporu destekleyici bir sonuç ortaya koyuyor: Yoksul insanlarda, kadınlarda ve yaşlılarda engellilik daha fazla görülüyor. Yaşlılık belki engellilik riskini artırıcı bir faktör; ancak ilerlemiş yaşın diğer yaş gruplarından pek çok avantajı bulunuyor. Tecrübe, olgunluk, doğru karar verme ve daha az hata yapma gibi durumlar ancak yaşlılıkta mümkün oluyor. Emekli Korgeneral ve İçişleri eski Bakanı Selahattin Çetiner yaşlı veya genç tüm bireylerin uygulaması gereken tavsiyelerini şöyle sıralıyor: • • • • • • • • • • • • Sizi üzecek, kızdıracak konuşmaları, tartışmaları ve haberleri dinlemeyiniz, önemsemeyiniz Yaşadığınız sıkıntıları, başarısızlıkları ve acıları hatırlamayınız Gerekmedikçe başkalarının işlerine, inançlarına, düşüncelerine, kıyafetlerine ve yaşam tarzlarına karışmayınız Tartışmayınız, sataşmayınız, olumlu ve merhametli olunuz Lüzumsuz yere eleştirmeyiniz, kötümsemeyiniz, kınamayınız, çekiştirmeyiniz ve sabırlı olunuz Üzülmeyiniz, endişelenmeyiniz, heyecanlanmayınız, sakin ve neşeli olunuz Eve kapanıp kalmayınız, arkadaşlarınızdan ve çevrenizden kopmayınız, hobilerinizi, bedenî ve zihnî faaliyetlerinizi sürdürünüz Yaşamdan zevk alınız, karamsar, kötümser olmayınız, kendinize güveniniz, hoşgörülü ve güler yüzlü olunuz Sağlığınızın, mutluluğunuzun ve huzurunuzun bozulmaması için gereken tedbirleri alınız Periyodik doktor kontrollerini ihmal etmeyiniz Yaşınıza ve sağlığınıza uygun sporları, egzersizleri düzenli olarak yapmaya çalışınız Evhama kapılmayınız, moralinizi bozmayınız; ümidinizi, inancınızı ve cesaretinizi yitirmeyiniz; iyimser olunuz ve halinize şükrediniz. 73 TÜRKIYE-KOSOVA PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI ZEYID ASLAN: KOSOVA ILE HER ALANDAKI IŞBIRLIĞIMIZ VE ILIŞKILERIMIZ PARLAMENTOLARARASI TEMASLARLA DAHA DA PEKIŞMEKTEDIR SÖYLEŞİ: ELİF ERDEM AK PARTI TOKAT MILLETVEKILI ZEYID ASLAN, 6 MART 2016 TARIHINDEN BU YANA TÜRKIYE-KOSOVA PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANLIĞI’NI YÜRÜTÜYOR. ASLAN ILE TÜRKIYE-KOSOVA ILIŞKILERI VE DOSTLUK GRUBU’NUN ÇALIŞMALARI ÜZERINE KONUŞTUK. 74 DOSTLUK GRUPLARI Türkiye-Kosova Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu? Siz hangi tarihte başkanlık görevini üstlendiniz? aldığı beraberindeki heyeti TBMM’de ağırladık. 15 Temmuz hain darbe girişiminin Parlamentolararası dostluk grupları 8 Mart 1990 tarih ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun hükümleri gereğince ve Dışişleri Bakanlığı’nın da uygun görüşüyle oluşturulmuştur. 26. Dönem Türkiye-Kosova Parlamentolararası Dostluk Grubu 6 Mart 2016 tarihinde kuruldu. Başkanlık görevimiz de bu tarihte başladı. gerçekleştirdik. Kosova Temsilciler Meclisi Avrupa Entegrasyonu Komitesi Baş- Kosova Meclisi’nde Türkiye Dostluk Grubu bulunuyor mu? Karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriyor musunuz? Kosova Meclisi’nde de Türkiye Dostluk Grubu bulunuyor. İkili düzeyde sıcak diyaloglarımız söz konusu. Karşılıklı ziyaretlerimiz devam ediyor. Mart 2016 içinde Keçiören Belediyesi işbirliği ile Kosova’da güzel bir program gerçekleştirdik. Program çerçevesinde Priştine Büyükelçimiz Sayın Kıvılcım Kılıç, Mamuşa Belediye Başkanı Sayın Arif Bütüç, Türk kökenli Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Sayın Mahir Yağcılar ve Kosova İslam Birliği Başkanı ve Kosova Müftüsü Sayın Naim Tırvana’yı makamlarında ziyaret ettik. Gerçekleştirdiğimiz tüm ziyaretlerin ikili diyaloglarımızın gelişmesi adına yadsınamaz bir katkısı olmuştur. Program çerçevesinde Çanakkale Şehitler Anıtı’nın açılışını gerçekleştirdik ve Prizren’de bulunan Türk Askerî Birliği’ne uğradık. 11 Nisan 2016 tarihinde çeşitli programlar çerçevesinde Ankara’ya gelen Kosova Parlamentosu Sağlık Komisyonu heyetini TBMM’de ağırladık. 5 Nisan 2016 tarihinde Kosova’dan ziyaretimize gelen 40 kişilik bir öğrenci grubu ile hasbihal ettik ve onlara TBMM kampüsünü gezdirdik. 3 Kasım 2016 tarihinde Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı Sayın Rexhep Hoti ve Kosova Devlet Televizyonu’nun da yer yüce Meclisimize vermiş olduğu zararı yerinde ve bizzat görmüş oldular. Yemek programı kapsamında da ikili ilişkiler ve diyalog noktasında verimli bir görüşme kanı Sayın Njomza Emini ve heyetini 9 Kasım 2016 günü yine TBMM’de ağırladık. Misafirlerimize FETÖ’nün hain darbe girişimini, Meclis’te bıraktığı izleri, FETÖ mensuplarının faaliyet gösterdiği ülkelerdeki yapılanmalarını ve nasıl bir tehdit ile karşı karşıya olduklarını detaylı bir şekilde aktardık. Kosova ile her alandaki işbirliğimiz ve ilişkilerimiz parlamentolararası temaslarla daha da pekişmektedir. Dostluk gruplarının ve Meclis komisyonlarının karşılıklı ziyaretlerinin önümüzdeki dönemde de devam etmesini arzu ediyorum. Dostluk Grubu olarak yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz? Dostluk grupları iki ülke ilişkilerine ne yönde katkı sağlıyor? Ortak tarih, kültür ve dostluk gibi temellere dayanan mükemmel ilişkilerimiz, beşerî bağlarımızla daha da derinleşmektedir. Türkiye Kosova’yı tanıyan ilk ülkelerdendir. Bu, dost ve kardeş ülkeye verdiğimiz koşulsuz desteğin en açık tezahürüdür. Kosova’nın bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve egemenliği bizim için tartışılmaz bir konudur. Bu çerçevede devam eden ilişkilere katkı noktasında elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. İkili düzeyde yaptığımız görüşmelerde, özel sektör yatırımları ve bunların önündeki engelleri nasıl aşabileceğimize dair istişareler gerçekleştiriyoruz. Türkiye için Kosova önemli bir stratejik ortaktır. Parlamentolar arasında birçok uluslararası anlaşma kabul edilmiştir. Bu anlaşmalar siyaset, ekonomi, güvenlik, eğitim, sağlık, kültür gibi geniş alanlara yayılmıştır. 75 gruplarından ithalat yapmaktadır. Türk şirketleri Kosova’daki büyük kamu projelerinden bazılarını yapmaya hak kazanmıştır. Örneğin, Limak Holding Priştina Uluslararası Havaalanı’nın sorumluluğunu ve elektrik dağıtımını üstlenmiş, Amerikan şirketi Bechtel ile konsorsiyumu olan Türk şirketi Enka, Kosova’da otoyol çalışmalarını bitirmiştir. Bugüne kadar Türk müteahhitlik firmalarınca üstlenilen projelerin toplam değeri ise yaklaşık 1 milyar avrodur. İkili ticaret hacmimiz 2015 yılında yaklaşık 249 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca Ziraat Bankası 2015 yılında Priştine’de şube açmıştır. Köklü ve ortak tarihimizin olduğu, kültürel ve insani bağlarımızın bulunduğu Kosova’ya her zaman, her alanda tam destek verdik. Bu samimi ve kararlı desteğimiz bundan böyle de devam edecektir. Son olarak Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından bugüne kadar tamamlanan yaklaşık 600 projeyle Kosova’ya 100 milyon doların üzerinde kalkınma yardımı sağlanmış olmasından da büyük mutluluk ve gurur duyuyoruz. Dostluk Grubu olarak bundan sonrasına ilişkin ne tür çalışmalar planlıyorsunuz? Türkiye ile Kosova arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve alanlarda yürütülüyor? Kosova 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan ettikten sonra Türkiye 18 Şubat 2008’de Kosova Cumhuriyeti’ni resmî olarak tanımıştır. Ayrıca Türkiye, Kosova’da başkonsolosluk açan ilk ülkedir. Ülkemiz, Kosova’nın istikrarına, toprak bütünlüğüne, kalkınmasına, Avrupa ve Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmesine, ayrıca bölgesinde dostane ve yapıcı komşuluk ilişkileri tesis etmesine önem atfetmektedir. Bu nedenle ilişkiler başta siyaset, ticaret, kültür, eğitim olmak üzere tüm alanlarda devam etmektedir. Yaklaşık 500 Türk şirketi Kosova’da faaliyet göstermekte olup, bu ülkedeki toplam Türk yatırımları 340 milyon avro değerindedir. Türkiye 2012 ve 2013 yılında Kosova’ya en fazla doğrudan yatırım yapan ülkedir. 2007-2013 yılları arasında ise toplamda Almanya ve İngiltere’den sonra üçüncü sıradadır. Kosova’da özellikle müteahhitlik, madencilik, bankacılık gibi alanlarda yatırım olanakları mevcuttur. Özellikle genç nüfusa istihdam yaratan özel sektörümüzün çalışmaları bizim için mutluluk vericidir. Türkiye’nin Kosova’dan ithalatında başlıca ürün gruplarını; tekstil elyafı ve ürünleri, metal cevherleri ve hurdaları, kauçuk ve kauçuktan mamul eşya ile ham deri oluşturmaktadır. Kosova ise Türkiye’den başta tekstil ve gıda ürünleri olmak üzere metal ürünleri, makine ve cihazlar, kağıt ve plastik 76 DOSTLUK GRUPLARI Kosova ile ikili düzeyde ilişkiler en üst seviyede devam etmektedir. Kosova ve Balkanlar gönül ve tarih bağlarımızın en yüksek olduğu bir coğrafyadır. Türkiye Cumhuriyeti de bu anlamda Kosova’ya ayrı bir önem atfetmektedir. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler, üniversitelerimiz ve devletimiz ile hep beraber gönül coğrafyamızda özel bir yeri olan bu topraklarla her daim sıcak ilişkiler kurmaya devam edeceğiz. Ülkelerarası ilişkilerin geliştirilmesi çerçevesinde yapılan ve yapılacak olan anlaşmaların her zaman takipçisi olduk ve olmaya devam edeceğiz. Dostluk Grubu olarak, ikili ilişkilerimizin geliştirilmesi adına üzerimize düşen lobi faaliyetlerini yapmayı sürdüreceğiz. Türk firmalarının Kosova’da gerçekleştireceği her türlü yatırımda onların yanında olacağız ve elimizden gelen desteği vereceğiz. Kosova’daki Türk toplumu ve ülkemizde yaşayan çok sayıda Kosova kökenli vatandaşımız, ülkelerimiz arasında insani bir köprüdür. Bundan sonrası için de mevcut olan ilişkileri en ileri düzeye taşımayı kendimize dert edindik ve elimizdeki tüm imkanları bu doğrultuda kullanacağız. HER YERE ZAMANINDA 444 1 788 www.ptt.gov.tr /PTTKurumsal /Ptt.Kurumsal /pttkurumsal 77 ÖNYARGILARIN KARANLIĞINA KARŞI İRFANIN AYDINLIĞI CEMİL MERİÇ 78 ÖĞRENMEK SÖZ KONUSU OLUNCA HIÇBIR SINIR TANIMAYAN, DÜNYANIN BILGISINI EDINMEK UĞRUNA OKUMAKTAN GÖZLERINI KAYBEDECEK KADAR BILGI ÂŞIĞI BIR DÜŞÜNCE ADAMIDIR CEMIL MERIÇ. HIÇBIR HAZIR YARGIYI DAYANAK NOKTASI YAPMAYIP TÜM KAVRAMLARI DERINLEMESINE INCELEMESI, TÜRKIYE’YI MERKEZE ALAN DÜŞÜNCE SISTEMI VE ORTAYA KOYDUĞU ÖZGÜN ÇÖZÜM ÖNERILERIYLE 20. YÜZYILIN MÜSTESNA ISIMLERINDEN BIRIDIR. ENVER UYGUN 2 0. yüzyılın ilk yılları Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinden sonra yayılmaya başladığı Balkan coğrafyasının kana bulandığı yıllardır. Tarih 1912’yi gösterdiğindeyse on yıldır birer birer bağımsızlıklarını kazanan Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında I. Balkan Savaşı patlak verir. Cemil Meriç’in ailesi, bu savaş sonunda Balkanlar’da azınlıkta kalan ve Türk yönetiminden çıkan ailelerin çoğu gibi Osmanlı topraklarına göç eder. Cemil Meriç 12 Aralık 1916’da Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dünyaya gelir. Cemil Meriç doğduğunda Osmanlı yönetiminde olan Hatay, I. Dünya Savaşı sonunda Fransızlar tarafından işgal edilir. Meriç’in çocukluğu ve ilk gençliği, kalıcı olmayacağı belli olan ama üst yapı kurumlarını elinde bulunduran Fransızlar ile yerli halkı oluşturan Arap ve Türklerin içinde geçer. Meriç böylece ileride çalışmalarının ana damarını oluşturacak Doğu-Batı sorununu, hayatının ilk yıllarında yakından tanımış olur. Hatay Sancağı’nda ilkokula başlayan Cemil Meriç, üçüncü sınıftan itibaren zorunlu olan Fransızca derslerindeki başarısıyla dikkat çeker. Lise hayatında da çalışkanlığıyla takdir toplayan Meriç, ileri derecedeki göz bozukluğu yüzünden bazı derslerini veremez ancak okulu henüz bitirmeden Hatay’da çıkan bir yerel gazetede ilk yazısı yayımlanır. Hatay artık dar gelmektedir genç Cemil Meriç’e. İlerlettiği Fransızcası sayesinde Batı edebiyatının temel eserlerini okur. Victor Hugo ve Honore de Balzac’tan etkilenir. Bir yandan çocukluğundan beri gördüğü silahlı ve işgalci Fransızlar, öte yandan Hugo ve Balzac’ı yetiştiren Fransa Cemil Meriç’i “Avrupa” kavramı üzerine düşünmeye zorlar. Hugo’ya o coşkulu özgürlük dizelerini, Balzac’a güzellik kavramını yeniden tarif ettiren romanları yazdıran bir kültürün nasıl olup da sömürgeciliğe bulaştığı aklını iyiden iyiye karıştırır. Cemil Meriç İstanbul’da Pertevniyal Lisesi’nin son sınıfına kaydolur. Burada Reşat Ekrem Koçu ve Nurullah Ataç’ın öğrencisi olur. İstanbul’un kültür-sanat ortamlarına girmeye çabalar imkanları çerçevesinde. Bu girişimlerinin sonucunda Nazım Hikmet’le tanışır. Daha sonra günlüğünde, “Kalabalıkların uğultusunu duymuş, adeta tarihin sesini, tarihin nabız atışlarını dinlemiş adamdı” diye bahsedeceği Nazım’ın isteğiyle Fransızcadan Troçki çevirisi yapar. Medeni dünyayı daha yakından tanıma isteğinin sonucu olarak, Batı düşüncesinin doğuşundan 20. yüzyıla gelişini kapsamlı bir şekilde öğrenebileceğine inandığı felsefe bölümüne girer İstanbul Üniversitesi’nde. Çeşitli nedenlerle buradaki öğrenimini tamamlayamadan Hatay’a döner. Nahiye müdürlüğü, belediye sekreterliği ve köy öğretmenliği yapar. Okumaya hiç ara vermez bu süreçte. 1939 yılının Nisan ayında ne olduğunu anlamadan tutuklanır. Marksist olmak ve Hatay hükümetini yıkmaya teşebbüs etmek suçlarından idam istemiyle yargılanır. 1940 yılında tekrar 79 CEMIL MERIÇ, 1964 YILINDA İSTANBUL ÜNIVERSITESI SOSYOLOJI BÖLÜMÜ’NDE DERS VERMEYE BAŞLAR. BU DERSLER, BELLI BIR MÜFREDATIN BIR GÖREVLI TARAFINDAN TEKRARI ŞEKLINE HIÇBIR ZAMAN GIRMEZ. DÜNYADA EŞINE AZ RASTLANIR BIR AÇIK ZIHNIN SESLI DÜŞÜNMESI NITELIĞINDE GEÇER DERSLERI. İstanbul’a gider. Yarım kalan yükseköğrenimini Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamlar. Elazığ Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak atanır. Görevine başlamadan önce tarih ve coğrafya öğretmeni olan Fevziye Menteşoğlu’yla evlenir. Fevziye Hanım eşiyle birlikte Elazığ’a gider. Fakat eş durumundan tayini bir türlü Elazığ’a çıkmaz. Öte yandan kentin soğuğuna alışamayan Fevziye Hanım burada sık sık hastalanır ve iki kez de düşük yapar. Maddi sıkıntılar içinde geçen Elazığ günlerinin Cemil Meriç için belki de tek güzel yanı, ilk çeviri kitabının yayımlanması olur. Balzac’tan çevirdiği Altın Gözlü Kız, Meriç’in 74 sayfalık bir Balzac incelemesi olan önsözüyle birlikte basılır. 80 Öğretmenlikten istifa edip İstanbul’a yerleşir Meriç ailesi. Cemil Meriç, 1946’da iki çocuklu bir aile babası ve üç Balzac kitabının çevirmeni olarak İstanbul Üniversitesi’nde Fransızca okutmanlığına başlar. Batı kültürünün köklerine indikçe, burada eksik olan bir şeylerin mutlaka başka bir yerlerde bulunduğuna inanır. Doğu’yla ilgili araştırmalarını İslamiyet sonrasıyla sınırlı tutmaz. Antik Hint uygarlığını incelemeye koyulur. 18. yüzyılın ardından boşluğa düşen Avrupa aydınının Hint macerasını iyice içine sindirdikten sonra, bu kez de Batılı olmayan biri tarafından incelenmesi gerektiğini düşünür Hint dünyasının. Dünya uygarlıklarının ortak bir atadan türediğini temel varsayım olarak kabul eder Cemil Meriç. Uzun süren istila ve savaş dönemlerinden sonra “hümanizm”e yönelen Batı uygarlığı için şu tespiti yapar: “Aynı ülkede doğmuş, aynı ninnilerle büyümüş, aynı tanrılara inanmışlardı. Biri Doğu’da kaldı, öteki Batı’ya göçtü. İki bin yıl birbirlerinden habersiz yaşadılar. Kardeş olduklarını unutmuşlardı. Gururun ördüğü duvarlar vardı aralarında. Yüzyıllar yüzyılları kovaladı. Şehzadeler ihtiyarladılar. Batı illerinde saltanat süren hükümdar, Doğu’da kalan ağabeyini hatırladı. Az gitti, uz gitti… Dağlar, deryalar aştı… Ve Avrupa ile Asya iki bin yıl sonra Himalaya eteklerinde kucaklaştılar. Batılı hükümdar ülkesine döndü. Bu defa heybesinde kanlı kelleler değil, ışıklı kitaplar vardı.” Cemil Meriç, 1951 yılında İstanbul Üniversitesi’nde felsefe doktorasına başlar. Ancak felsefe lisans eğitimi gibi, doktorasını da tamamlayamayacaktır. 1954, Cemil Meriç’in dünyasının giderek azalan ışığının tamamen söndüğü yıldır. Görme yetisini bütünüyle kaybeder. Henüz 38 yaşındadır ve okumak istediği kitapların yanında okuduğu kitapların denizde damla oranında kaldığını düşünür. Okumaya, yazmaya ve çevirmeye öğrencilerinin yardımıyla devam eden Cemil Meriç, 1964 yılında Fransızca okutmanlığını bırakarak, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde ders vermeye başlar. Bu dersler, belli bir müfredatın bir görevli tarafından tekrarı şekline hiçbir zaman girmez. Dünyada eşine az rastlanır bir açık zihnin sesli düşünmesi niteliğinde geçer dersleri. CEMIL MERIÇ’IN ESERLERINDE ÖNE ÇIKAN BIR ÖZELLIĞI, TOPLUMA VE TOPLUMSAL OLAYLARA EDEBIYAT ÜZERINDEN YAKLAŞMASIDIR. AKADEMIK ÇEVRELERDE 20. YÜZYILIN SONLARINA DOĞRU YAYGINLAŞAN BU YÖNTEMIN ÖNEMI GÜNÜMÜZDE DAHA IYI ANLAŞILMAKTADIR. Cemil Meriç, ele aldığı konuları araştırırken çok sıkı bir sosyal bilim disiplinine sahiptir. Özellikle “aydın”, “ideoloji”, “sınıf”, “ihtilal” kavramlarını incelerken izlediği yöntem dikkate değerdir. Yazılmış hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan bir literatür taramasından sonra, okuduklarının ortak yönleriyle birbirine uymayan noktalarını saptar. Ortaklıkların ve ayrılıkların kaynağına dikkatlice eğilir. İlk bakışta ayrılık gibi görülenlerin belli noktalarda ortaklık gösterebileceği düşüncesinden vazgeçmez. Kendisinden önce kaleme alınanların yazıldıkları çağa ve coğrafyaya özellikle dikkat eder. Bütün bunlardan sonra kendi coğrafyasına hitaben, kendi çağında yazdığının altını çizerek görüşünü ortaya koyar. Bu titiz çalışma yönteminin en güzel örneği Mağaradakiler adlı kitabıdır. Meriç, Mağaradakiler’de aydın kavramına eğilir. Kendisine aydın diyen birçok kişinin bir cümlede tanımlayıverdiği aydının kim olduğunu ortaya koyabilmek için kocaman bir kitap yazar. Cemil Meriç’in eserlerinde öne çıkan bir özelliği, topluma ve toplumsal olaylara edebiyat üzerinden yaklaşmasıdır. Akademik çevrelerde 20. yüzyılın sonlarına doğru yaygınlaşan bu yöntemin önemi günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Meriç, bir toplumun gelişme veya geri kalma nedenlerinin bilim tarafından ne kadar incelenirse incelensin, bir edebiyat eserinin satırları arasında olduğu kadar açıklığa kavuşturulamayacağını savunur. Örneğin 1917 Sovyet Devrimi’ni ve Rus modernleşmesini hazırlayan ekonomik ve siyasi gelişmeleri tahlil edebilmek için Dostoyevski’yi merkeze alır. Batı’yla temas halinde olduğu halde tarih ve kültür bakımından Batılı olmayan bir kalkınma modeli deneyen Rusya’yı önemseyen sayılı aydından Meriç, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bocalayan kültür ve siyaset hayatına orijinal görüşleriyle büyük katkı sunar. Ön kabullerden uzak, olayları nedenleri ve sonuçlarıyla bütün halinde incelemesi sonucu ulaştığı bilgileri binlerce sayfaya döker. Ülkemizin Doğulu veya Batılı bir kültür çevresini seçmesi gerektiğinin tartışıldığı yıllarda Cemil Meriç, soruna başka bir açıdan yaklaşarak “kültür” kavramı yerine “irfan”dan hareket etmek gerektiğini dile getirir: “Kültür, Batı’nın düşünce sefaletini belgeleyen kelimelerden biri: kaypak, karanlık, samimiyetsiz. Tarımdan idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mânâ. Kelime değil, bukalemun. İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak, önyargıların köleliğinden kurtulmaktır, önyargıların ve yalanların. Kültür, irfana göre, katı, fakir ve tek boyutlu. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü. Batı, kültürün vatanıdır. Doğu, irfanın.” Cemil Meriç, kültür sözcüğünün anlam çerçevesini bilmeden, yalnızca son birkaç yüzyılda Avrupa’nın izlediği gelişme çizgisine özenip Batı dünyasının öne çıkardığı bir kavramın peşine takılan aydınların aksine, yeni bir düşünme biçimi önerir. Kalıplaşmış yargılarla hareket etmediği için sağcı veya solcu olarak sınıflandırılamayan, bu yüzden yaşadığı dönem boyunca kendisine mesafeli durulan Cemil Meriç 1987 yılında hayata veda eder. 81 İSTANBUL’DAN NATOPA GEÇTİ ERBAY KÜCET T ürkiye Büyük Millet Meclisi geçtiğimiz ay NATO Parlamenter Asamblesi (NATOPA) 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’na ev sahipliği yaptı. İstanbul’da düzenlenen toplantıya ilişkin izlenim ve değerlendirmelerimizi paylaşmadan önce NATOPA ile ilgili bilgi 82 aktaralım: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) üye ülkelerden 158 parlamenter 1955 yılında Paris’te toplanarak NATO Parlamenter Konferansı’nı kurmuştur. Sonrasında ismi Kuzey Atlantik Asamblesi, ardından da NATO Parlamenter Asamblesi olan bu uluslararası komisyonda, 28 NATO üyesi ülkeden 257 parlamenter, 14 ortak ülkeden 66 parlamenter ve Avrupa Parlamentosu’ndan temsilciler yer almaktadır. NATO Parlamenter Asamblesi’nin yönetiminde bir başkan, dört başkan yardımcısı, sayman ve üye ülkelerin delegasyon başkanlarından oluşan Daimi Komite bulunmaktadır. NATOPA Genel Kurulu yılda iki kez NATO’ya üye ve ortak üye ülkelerin ev sahipliğinde toplanır. Komite toplantılarında raporlar ve karar tasarıları ele alınır. Genel Kurullarda oylanarak kabul edilen metinler, Asamble’nin resmî görüşü olarak açıklanıp üye ve ortak üye ülkelerin Parlamento Başkanları, Dışişleri ve Millî Savunma Bakanlarına gönderilir. NATO PARLAMENTER ASAMBLESI 62. YILLIK GENEL KURUL TOPLANTISI’NDA CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN, NATO GENEL SEKRETERI JENS STOLTENBERG VE NATOPA BAŞKANI MICHAEL TURNER BIRER KONUŞMA YAPTI. Hatırlatma babında yaptığım bu kısa açıklamadan sonra 18-21 Kasım 2016 tarihleri arasında düzenlenen NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’ndan söz etmek istiyorum. NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı Rize Milletvekili Osman Aşkın Bak’ın gayretleriyle Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantı öncesinde yapılacak çalışmaları koordine etmek üzere İstanbul’daydım. Bu görevim dolayısıyla çalışmaları yakından takip ettiğim günlerde, işlerini tecrübeleri sayesinde aksatmadan sürdüren TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı’ndan Başkan Yardımcısı Tolga Şakir Atik ve uzman ekibi yanı başımdaydı. Titizlikle gerçekleştirilen hazırlıkların ardından Genel Kurul Toplantısı başladı. Bu çerçevede TBMM Başkanvekili Ahmet Aydın ve TBMM Genel Sekreteri Mehmet Ali Kumbuzoğlu’nun da katıldığı ikili görüşmelerde 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe kalkışması anlatıldı. Özellikle Ukrayna Parlamentosu Başkanı Andrey Parubiy ile Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirilen görüşmede heyete net bilgiler verilirken Kırım Tatarlarının manevi lideri ve Ukrayna Parlamentosu Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’yla da bir araya gelindi. Türkiye ile Ukrayna arasındaki ilişkilerin ele alındığı ve basına kapalı gerçekleşen yaklaşık bir buçuk saatlik görüşmenin ardından misafirlere yemek ikramında bulunuldu ve Dolmabahçe Sarayı gezisi yaptırıldı. NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı için İstanbul’da yoğun güvenlik tedbirleri alındı. Ekonomi ve Güvenlik Komitesi, Siyasi Komite, Savunma ve Güvenlik Komitesi, Bilim ve Teknoloji Komitesi, Güvenliğin Sivil Boyutu Komitesi gibi çeşitli komite toplantılarının yapıldığı Genel Kurul’da Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Millî Savunma Bakanı Fikri Işık, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar gündeme dair bilgiler aktardıkları konuşmalar gerçekleştirdi. Gündemle ilgili önemli değerlendirmeler NATOPA 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve NATOPA Başkanı Michael Turner da birer konuşma yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kapanış oturumunda, toplantının tüm insanlık için barış, huzur ve işbirliğine vesile olmasını temenni etti. Dünyanın küresel boyutta yepyeni sınamalar ve tehditlerle karşı karşıya bulunduğunu, terör ve iklim değişikliğinin bu tehditlerin başında geldiğini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığına da değinerek bu konuların belirli ülkelerin sınırlarını aşan bir niteliğe büründüğüne dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, tehditlerin küreselleştiği, güç dengelerinin değiştiği böyle bir dönemde mevcut kurumların kendilerini gözden geçirmelerinin şart olduğunu da ifade etti. Dünyanın dikkatinin Türkiye’nin çevresinde vuku bulan gelişmelere odaklandığı bir zamanda NATOPA Genel Kurulu’nun İstanbul’da yapılmasının başlı başına bir mesaj olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye, NATO’nun gündeminde de üst sıralarda yer alan bu buhranlarla baş etmeyi günlük hayatının parçası haline getirmek zorunda kalan bir ülkedir. Bu toplantıyı dünyanın gündemini adeta bloke eden krizlere kayıtsız kalınmadığının bir işareti haline dönüştürmeliyiz” dedi. Türkiye’nin 1952 yılından beri üyesi olduğu NATO’nun uluslararası güvenlik ve istikrara önemli katkılarda bulunduğunu İstanbul’daki toplantıda bir kez daha müşahede ettik. Bu arada unutmadan belirtelim: CHP Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar NATOPA Sosyalist Grup üyelerince oybirliğiyle aday gösterildiği NATO Parlamenter Asamblesi Başkan Yardımcılığı’na seçildi. 83 SAFFET SANCAKLI: BINICILIK MUHTEŞEM BIR SPOR; INSANI HEM FIZIKSEL HEM RUHSAL OLARAK RAHATLATIYOR SÖYLEŞİ: SENA KILIÇ - FOTOĞRAFLAR: HASAN TÜFEKÇİ MHP KOCAELI MILLETVEKILI SAFFET SANCAKLI, PROFESYONEL FUTBOL YAŞAMININ ARDINDAN HOBI OLARAK BAŞLADIĞI BINICILIKTE ÖNEMLI BAŞARILARA IMZA ATTI. AT BINMENIN KENDISI IÇIN TERAPI NITELIĞI TAŞIDIĞINI BELIRTEN SANCAKLI, “BINICILIK TEPEDEN TIRNAĞA VÜCUDUNUZDAKI TÜM ADALELERI ÇALIŞTIRIYOR. RUHSAL OLARAK DA INANILMAZ RAHATLIK SAĞLIYOR” DIYOR. 84 SIYASET VE SANAT Binicilik sporuna ilginiz ne zaman ve nasıl başladı? Çocukluğum köy or tamında geçti. At binmeyi de köyde öğrendim. Binicilikle ilgili hiçbir eğitim almadım. Hem kızım hem oğlum lisanslı binici. Kızım aynı zamanda lisanslı kayakçı. Oğlum ise önce Galatasaray’ın altyapısında basketbol oynadı, sonra yakın dövüş sporlarına yöneldi. Her ikisini de çocuk yaşlarından itibaren “Hangi sporu yapacaksanız yapın, yeter ki spor yapın” diyerek yönlendirdim. Bizim evde spor normal bir etkinliktir. Eşim de spor yapar. Hatta ev halkı birbirini sporla ilgilenmesi konusunda uyarır. Yaklaşık on yıl önce çocuklarım binicilik kulübüne gidiyordu. Bir gün onları seyrederken antrenörleri “Saffet Bey sizi de ata bindirelim” dedi. Bu teklif üzerine at bindim ve çok hoşuma gitti. O günden sonra binicilikle yakından ilgilenmeye başladım. Özgürlüğü severim. Bindiğim at endurans denilen arazi yarışına uygun bir attı. Atı alıp araziye çıkıyordum. Manej dediğimiz eğitim alanı yerine arazide at binmekten zevk alıyordum. Yarışta ikinci oldum. Her iki yarışmada başarı elde edince ben de heveslendim. Yarışmalar birkaç ayda bir yapılıyordu. O arada at binmeye devam ediyordum. 50 kilometre yarışmasında Türkiye birincisi oldum. İkinciye 1 saat 35 dakika fark atarak zaman rekoru kırdım. Bir süre sonra Millî Takım Balkan Şampiyonası’na gidecekti. Türkiye’nin en iyi on binicisini yarışmaya davet ettiler. 60 kilometre yarışması vardı. Ancak katılmak için gerekli puanım kıl payı yetmiyordu. Yarışmalara basının ilgi göstermesini sağlamak için ek kontenjanla beni de o yarışmaya aldılar. Temmuz ayıydı ve hava çok sıcaktı. Yarış 8 saat 15 dakika sürdü. 50’nci kilometreye geldiğimizde bir kısım atlar ve bazı biniciler dayanamayıp elendi. Son 10 kilometreden itibaren yarışı tek başıma tamamladım. Yarışmaya katılan on kişiden üçü Millî Takım’a çağrılacaktı. Birinci olarak beni ve son elenen iki kişiyi çağırdılar. Tabii basın mensupları gelip çekim yapınca basının gündemine taşındı ve herkes duydu. Yoksa tamamen hobi amaçlı at biniyordum. 60 kilometre yarışmasına katılırken de amacım yarışı bitirebilmekti. Çünkü 40 derece sıcakta atla 60 kilometre yarışmak kolay bir şey değil. Bir de belli kurallar var. Mesela düştüğünüzde yaralanmamak için çelik yelek tarzı bir şey giyiyorsunuz. Yarış bitene kadar kafanıza tok denilen bir başlık takıyorsunuz. Kırbaç ve mahmuz da yok. Atın yorulmaması ve zedelenmemesi gerekiyor. Sporculuğun verdiği bir şey sanırım, yarışı bitirmem gerektiğini düşünüyordum. 45 gün, kimse görmesin diye her sabah 05:00’te yarışın gerçekleşeceği pistte 4 saat antrenman yaptım. Kaç kilometreyi kaç dakikada gidersem atı yormam diye Hobi olarak başladığınız bu uğraşa sonra nasıl devam ettiniz? At binmeye başladıktan 40 gün kadar sonra 20 kilometre yarışması vardı. “Yarışmaya katılır mısınız?” diye sordular. Bunun için lisans almak gerekiyordu. İmtihan yaptılar. Binicilikte zaten 4 branş var, tümünün lisansını aldım. Kulüp adına lisans sahibi olup yarışmaya katıldım. 29 yarışmacının bulunduğu yarış sırasında bir yerde su vardı; atım geçti, bazı atlar korktu ve geçemedi. Biraz da denk geldi ve bir-iki kilometre öne geçerek, en acemi binici olmama rağmen birinciliği elde ettim. “Siz bundan sonra bizimle yarışın” dediler. Antalya Toroslar’da 40 kilometre yarışması vardı. Acemiliğime denk geldi ve son 50 metrede usta bir binici beni geçti. 85 “MILLETVEKILI SEÇILDIĞIMDEN BU YANA VAKIT OLMADIĞI IÇIN ÇOK NADIR AT BINIYORUM. ÇÜNKÜ AT BINMEK ZAMAN ISTEYEN BIR SPOR; GÜNDE EN AZ BIRKAÇ SAAT AYIRMAK GEREKIYOR. SEVDIĞIM BIR UĞRAŞI YAPAMIYOR OLMAKTAN MEMNUN DEĞILIM.” hesaplamak için ata da anlık nabız ölçen polar bağladım. Çünkü yarışmayı bitirdiğinizde atın nabzının yarım saat içinde 60’ın altına düşmesi lazım, yoksa eleniyorsunuz. Zor bir yarıştı. Doğal arazi olduğu için taş, su veya ormanlık alanlardan geçiyorsunuz. Atlamak, yokuş inip çıkmak gerekebiliyor. Futbolculuğun ve yarışma bilincinin verdiği tecrübelerle o yarışmada birinci olunca ben de dahil herkes şaşırdı. Birinci olma hayalim yoktu, çünkü Türkiye’nin en iyi on binicisi gelmişti. “Nasılsa bu sıcakta herkes bitiremez, ben de 7. ya da 8. olurum. En kötü ihtimalle 10. olurum” diyordum. Birinci olmam Federasyon’u da çok memnun etti. At biniyor ve yarışmaya katılıyor olmam özendirici, teşvik edici bir şey oldu. Gören herkesin çok hoşuna gitti. Dünyada herhalde atıyla ders almadan yarışmaya katılıp şampiyon olan tek kişiyim. Ailem çok destek verdi, yarışmalar sırasında devamlı yardımcılığımı yaptı. başkasını bindirmiyordu. Birbirimize çok alışmıştık. Uzun süre yanına gelemeyince bir gün kafasını duvara vurup intihar etti. Bu olay nedeniyle moralim çok bozuldu. Yarışmayı da kestim. Milletvekili seçildiğimden bu yana vakit olmadığı için çok nadir at biniyorum. Çünkü at binmek zaman isteyen bir spor; günde en az birkaç saat ayırmak gerekiyor. Sevdiğim bir uğraşı yapamıyor olmaktan memnun değilim. Şu an atım yok. Ankara’da Beştepe’deki tesislere ve Gölbaşı’ndaki çiftliğe gidip baktım. Yakın zamanda tekrar at binmeye başlama niyetim var. Siyasete girdikten sonra biniciliğe vakit bulabildiniz mi? Binicilik muhteşem bir spor. Hem fiziksel hem ruhsal olarak insanı rahatlatıyor. At binmek tepeden tırnağa vücudunuzdaki tüm adaleleri çalıştırıyor. Ruhsal olarak Çok hazindir; 2011 seçimlerinde İstanbul’dan milletvekili adayı olduğumda üç ay atımın yanına gidemedim. İsmi Grandwolf’tu. Üzerine benden 86 SIYASET VE SANAT Binicilik sporu fiziksel ve ruhsal olarak nasıl bir etki yaratıyor? “SAĞLIKLI YAŞAM IÇIN GÜNDE YARIM SAAT YÜRÜMELI YA DA YÜZMELISINIZ. BIR SPORCU OLARAK BUNUN NE MANAYA GELDIĞINI, SPOR YAPTIĞIM ZAMAN ILE YAPMADIĞIM ZAMAN ARASINDAKI UÇURUMU ÇOK IYI BILIYORUM.” da inanılmaz rahatlık sağlıyor. Zaten ruhsal problemi bulunan çocukları terapi amaçlı at bindiriyorlar. At binmek benim için de terapi oldu. Uzun yıllar spor yapıp bıraktığınız zaman hem psikolojik hem fiziksel olarak bir çöküntü yaşıyorsunuz. Bu durumdan at binerek kurtuldum. Herkese de tavsiye ediyorum. At binmek araba sürmek gibidir, hareketlerinizle atı yönlendirirsiniz. Oysa sürekli bindiğim atı hareketlerimle değil, sözlerimle yönlendiriyordum. İnanılmaz hisli bir hayvandı. Diyelim, 10-15 gün işim olduğunda at binemiyordum, yanına gittiğimde sırtını dönerek kapris yapıyordu. Bir gün arazide kimse yokken antrenman sırasında attan düştüm. Sırtım taşa denk geldi, bayılmışım. Öyle durumlarda at panik yapar ve mesafe ne olursa olsun koşarak yattığı ahıra gelir. Ne kadar baygın kaldığımı bilmiyorum. Gözümü açtım, arkamdan at kafasıyla beni doğrultmak istedi, ama kalkamıyordum. Ata baktım, gözlerinden yaş gelmişti. Epey çabaladıktan sonra biraz yüksek yere denk getirip ata bindim. At beni sarsmamak için hiç koşmadan, sanki ambulans sedyesi gibi çiftliğe kadar getirdi. Bunun gibi şeyleri çok yaşadım. Hayvanları severim ama benim için iki tanesi özeldir; biri at, diğeri Kangal cinsi köpek. Kendimi bildiğimden beri Kangallarım vardır. Dünyada doğuştan eğitimli tek köpektir. Kangal’ı eğitemezsiniz, çünkü zaten her şeyi biliyordur. Ne demek istediğimi ancak saf Kangallarla yaşayanlar anlar. Siyasetçilere böyle bir uğraş tavsiye eder misiniz? Siyaset çok sorumluluk isteyen ve sürekli stres yaşadığınız bir iş. Bunu şikayet anlamında söylemiyorum, ama yapacağınız olumsuz bir hareket Türkiye’yi etkiliyor. Bu, insanın üzerinde bir baskı yaratıyor. Milletvekili arkadaşlara şunu tavsiye ediyorum; bu baskıyı sporla atın. İlla at binmek gerekmiyor. Sadece milletvekillerine değil, herkese spor yapmalarını öneriyorum. Sağlıklı yaşamak istiyorsanız spor yapmalısınız. Sağlıklı yaşam için günde yarım saat yürümeli ya da yüzmelisiniz. Bir sporcu olarak bunun ne manaya geldiğini, spor yaptığım zaman ile yapmadığım zaman arasındaki uçurumu çok iyi biliyorum. O nedenle herkese spor yapmayı tavsiye ediyorum. 87 MILLETVEKILLERI NE OKUYOR NE IZLIYOR HÜSEYIN BÜRGE - AK PARTI İSTANBUL MILLETVEKILI Bugünlerde İbrahim Kalın’ın İslam ve Batı isimli kitabını okuyorum. Klasikleri okumayı severim. İslam Enstitüsü mezunuyum ve uzun yıllar öğretmenlik yaptım. Bu nedenle dinler tarihi ve felsefe kitapları da okurum. Ancak siyasi görevlerimiz nedeniyle kitap okumaya eskisi kadar vakit bulamıyorum. Köy yaşamını, zengin-fakir toplum kesimlerini konu alan romantik-dramatik filmleri izlemeyi tercih ediyorum. Şu sıralar “Diriliş” isimli televizyon dizisini beğeniyle seyrediyorum. Başta Rumeli türküleri olmak üzere Türk Halk Müziği’nin hemen her çeşidini dinlemeyi çok seviyorum. Türk Sanat Müziği’ni dinlemekten de hoşlanıyorum. MURAT GÖKTÜRK - AK PARTI NEVŞEHIR MILLETVEKILI Şu an okumaya devam ettiğim kitaplardan biri Yaşar Şahin Anıl’ın Mahatma Gandhi, diğeri de Kaya Karan’ın Geçmişten Günümüze Türk Millî İstihbarat Teşkilatı adlı eseri. Zaman darlığı nedeniyle aynı anda birden fazla kitap okumaya çalışıyorum. Avukat olduğum için mesleğimle ilgili kitapların yanı sıra tarihî roman, biyografi, otobiyografi ve belli bir tarihî dönemi anlatan eserleri okumayı severim. Yakın zamanda Yavuz Bahadıroğlu’nun 4. Murad, İskender Pala’nın İki Darbe Arasında isimli kitaplarını okudum. Film izlemeyi çok sevmiyorum. Zaten zamanım da olmuyor. Müzik tercihimde ilk sırada Türk Halk Müziği yer alıyor; ezgiler, uzun havalar, deyişler... İkinci sırada Türk Sanat Müziği geliyor. Zaman zaman özgün müzik dinlediğim de oluyor. NURETTIN DEMIR - CHP MUĞLA MILLETVEKILI Yoğun parlamento çalışmalarından dolayı kitap okumaya eskisi kadar vaktim olmuyor ama zaman bulabildiğimde genellikle yeni çıkan eserleri okumayı tercih ediyorum. Şu an Elif Şafak’ın Havva’nın Üç Kızı ile İvo Andriç’in Drina Köprüsü isimli kitabını okuyorum. İnceleme, arkeoloji ve gezi kitapları okumayı da seviyorum. Ayrıca dergileri takip etmeye çalışıyorum. Fırsat buldukça tiyatroya gidiyorum. Film tercihim ise genellikle popüler filmler oluyor. Her tür müziği seviyorum. Yörük olduğum için yöresel türküleri dinlemekten büyük zevk alıyorum. Klasik müzik dinlemekten de hoşlanıyorum. 88 AYHAN SEFER ÜSTÜN - AK PARTI SAKARYA MILLETVEKILI Tarihî kitaplarla teoloji kitaplarını severim. Bugünlerde Mehmet Hayri Kırbaşoğlu’nun Ahir Zaman İlmihali isimli kitabını okuyorum. İslam dinini yeni bir gözle anlatan, hem kendimizi sorgulamamızı hem de yeniden İslam esaslarını kendimize uyarlamamızı sağlayan müthiş bir eser olduğunu düşünüyorum. Tabiat âşığıyım. Bu nedenle film tercihlerim genellikle tabiatı konu alan, çevre odaklı filmler oluyor. Mesela “Bal” filmini çok beğenmiştim. Ormanın sessizliğini dinlemek bile müthiş bir keyif vermişti. Belgeselleri izlemeyi de çok severim. Ayrıca macera, aksiyon, polisiye-gerilim filmleri izlerim. Müzikte tercihim Türk Halk Müziği. Neşet Ertaş ve Kıvırcık Ali ile Ahmet Kaya’nın Türk Halk Müziği versiyonu olan parçalarını dinlemekten keyif alırım. İZZET ULVI YÖNTER - MHP İSTANBUL MILLETVEKILI Siyasi ve ekonomik içerikli kitapları severim. Tarih ve felsefe tartışması yapan filozofların dünden bugüne eserlerini okumakla birlikte, bu çerçevede yeni yorumcuların değerlendirme ve görüşlerini yakından takip ederim. İsaiah Berlin, Karl Polanyi, Kafka, Ramazan Kurtoğlu, Murat Bardakçı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hüseyin Nihal Atsız, Falih Rıfkı Atay, Erol Güngör son dönemde kitaplarını okuduğum yazarlar arasında yer alıyor. Favorim Peyami Safa’dır. Romanlarından büyük haz alırım. Son okuduğum eserlerden biri José Saramago’nun Görmek kitabı oldu. İş Bankası Yayınları’nın biyografi çalışmalarını çok dikkat çekici buluyorum. Hegel ve Churchill’in biyografilerini okudum. Bana göre siyasete yön veren fikirlerdir. Fikirlerin ana kaynaklarından biri de kitaplardır. Bence kitapsız bir hayat olmaz. Kültürü siyasete taşımak lazım. Siyaseti kültüre taşıdığımız zaman kültür siyasallaşır. Ortak değer ölçüsü olmaktan çıkabilir. Macera ve aksiyon filmleri ilgimi çeker. Tarihî hakikatleri günümüze taşıyan filmleri de takip ederim. En son Macid Macidi’nin “Muhammed” ile Amy Adams’ın “Geliş” filmini izledim. Kulağa hoş gelen, değerlerimle çelişmeyen her müziği dinlerim. Türk Halk Müziği’ni çok severim. NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU - CHP BURSA MILLETVEKILI Fantastik roman okumayı seviyorum. Ancak aktif siyasetin içinde yer aldıktan sonra daha çok güncel siyasi kitapları okumaya başladım. Vakit bulamadığım için maalesef uzun süredir film izleyemedim. Ama günlük stres ve sıkıntılardan biraz uzaklaştırdığı için genellikle komedi filmleri izlemeyi tercih ederim. Her tür müzikten hoşlanırım. Çocuk yaşımdan itibaren aşina olduğum için Türk Halk Müziği’ni daha çok dinliyorum. Klasik müzik dinlemeyi de seviyorum. 89 24 SAAT-15 TEMMUZ’UN KAMERA ARKASI HANDE FIRAT DOĞAN KITAP İSTANBUL, 2016 208 S. FETÖ/PDY’nin darbe kalkışmasında bulunduğu 15 Temmuz 2016 gecesi canlı yayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la cep telefonu aracılığıyla tarihî bir röportaj gerçekleştiren tecrübeli haberci Hande Fırat’ın kitabı 24 Saat-15 Temmuz’un Kamera Arkası raflardaki yerini aldı. Fırat, kitabında o gece kameralara ve fotoğraf makinelerinin objektifine yansımayanları ayrıntısıyla okuyucuların dikkatine sunuyor. Tecrübeli haberci, 15 Temmuz gecesi sadece bir gazeteci olarak yaşadıklarını değil, bir anne olarak hissettiklerini de kaleme alırken, sığınakta arkadaşlarıyla geçirdiği korku dolu saatleri ve meydana gelen olayların perde arkasını anlatıyor. RUS İMPARATORLUĞU’NUN BÜYÜK STRATEJISI (1650-1831) JOHN P. LEDONNE AVANGARD KITAP İSTANBUL, 2016 408 S. Ruling Russia: Politics and Administration in the Age of Absolutism 1762-1796, The Russian Empire and The World 1700-1917 adlı eserlerde imzası bulunan John P. LeDonne’un yeni kitabı raflardaki yerini aldı. Çağla Taşkın çevirisiyle okuyucuyla buluşan eser, Rus İmparatorluğu’nun yayılma politikasının ayrıntılı bir analizini sunarken, Rusya’nın büyük stratejisinin oluşmasındaki jeopolitik arka planı ele alıyor. LeDonne eserinde, periferik konuşlandırma, seyyar ordular, stratejik kuvvetin dağılımı gibi konuların yanı sıra 1743-1796 yılları arasındaki hegemonik yayılmacılığa da değiniyor. Bu açıdan eser Rus İmparatorluğu’nun tarihsel analizini içeren önemli kaynaklar arasındaki yerini alıyor. TIBET-YARALI UYGARLIK FRANÇOISE POMMARET YAPI KREDI YAYINLARI İSTANBUL, 2016 260 S. “Dünyanın çatısı” olarak bilinen Tibet yıllarca gerek turistik gerek spiritüel anlamda insanların ilgisini çeken bölgelerden biri olmuştur. Budist rahipleri, manastırları, Çin’le ilişkisi bu Asya ülkesinin her zaman ön planda kalmasını sağlamıştır. Bhutan ve Tibet üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Fransız etnik tarihçi Françoise Pommaret’in imzasını taşıyan Tibet-Yaralı Uygarlık, Tibet’i kültürel, bilimsel ve tarihsel açıdan ele alıyor. Ali Berktay çevirisiyle okuyucuyla buluşan kitapta Pommaret, Tibet’le ilgili araştırmaları sonucu edindiği deneyim ve sahip olduğu izlenimleri ayrıntılı biçimde sunuyor. Krallık dönemine kadar uzanan ve dinsel ögeleri de barındıran eser, okuyucuya ülke ile ilgili daha ayrıntılı izlenim ve bilgi edinme imkanı sağlıyor. 90 BATI GELENEĞINDE BILIM VE DIN TARIHI EDİTÖR: GARY B. FERNGREN SAY YAYINLARI İSTANBUL, 2016 832 S. 30 farklı makaleyi içeren Batı Geleneğinde Bilim ve Din Tarihi, her biri alanında isim yapmış din ve bilim tarihçilerinin imza attığı önemli bir kaynak niteliği taşıyor. Eser, Batı’da karşılaştığımız dinî gelenekler ile bilim arasındaki ilişkiyi temel alıyor. Ceyda Pekşen, Cihan Alan ve Eren Ada çevirisiyle okuyucuya sunulan kitap, din ve bilim arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasına ışık tutuyor. Eser, tanınmış bilginlerin icatlarını ve bunlara kiliselerin verdiği tepkileri mercek altına alırken, evanjelizm ve fundamentalizm gibi akımlar neticesindeki bilimsel yansımaları ortaya koyuyor. Toplumsal cinsiyet çalışmaları ve post-modernizm alanlarında konuyla ilgili son dönemde ortaya çıkan yaklaşımlara da ışık tutan eserin editörlüğünü Gary B. Ferngren üstleniyor. OSMANLI MÂLÎ TARIHI AHMET TABAKOĞLU DERGÂH YAYINLARI İSTANBUL, 2016 927 S. Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdüren, yıllar içinde özellikle İslam iktisat tarihi alanındaki bilgi ve deneyimlerini İslam İktisadına Giriş (1979), Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi (1985), İslam ve Ekonomik Hayat (1997) gibi eserlerinde paylaşan Ahmet Tabakoğlu’nun yeni kitabı Osmanlı Mâlî Tarihi raflardaki yerini aldı. Tabakoğlu eserinde Osmanlı maliyesinin temeli, Osmanlı’ya kadar gelen tarihsel süreçte maliye, Osmanlı’da maliye teşkilatı, maliye bürokrasisi ve yapılanması gibi konuları işliyor. Uzun yıllar Osmanlı ekonomisi üzerine çalışan Ahmet Tabakoğlu’nun bu eseri, Osmanlı dönemi ekonomisinin finansal göstergeleri ile ilgili önemli bilgileri okuyucuyla paylaşıyor. KURUMLAR NASIL DÜŞÜNÜR? MARY DOUGLAS İTHAKI YAYINLARI İSTANBUL, 2016 200 S. Uzmanlık alanı olan sosyal antropolojide ve özellikle insan kültürü ve sembolizm konusunda yıllar içinde önemli çalışmalar gerçekleştiren, Saflık ve Tehlike ile Tüketimin Antropolojisi gibi eserlerde imzası bulunan İngiliz antropolog Mary Douglas’ın 1985 yılında verdiği bir dizi konferansı içeren Kurumlar Nasıl Düşünür? okuyucularla buluşuyor. “Kurumlar hangi şartlar altında ortaya çıkar, gelişir ve bir otorite haline gelir?”, “Bireysel kararlarımızı ne ölçüde kendimiz alıyoruz?” ve “Kurumlar, toplumsal hayattaki etkili rollerini nasıl gizlerler?” gibi soruları ele alan eser, kurum-birey ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor. Merve Özcaner çevirisiyle okuyucuya ulaşan kitapta kurumları değiştirmenin önemi üzerinde duruluyor. 91 SONER CANÖZER-BUDAPEŞTE SENFONI ORKESTRASI HAYÂLPEREST ESEN MÜZIK Yurt içi ve yurt dışında gerçekleştirdiği projelerle ismini duyuran besteci Soner Canözer, “Kıyamet Senfonisi”, “1945”, “Düş Irmakları” gibi pek çok albüme ve Sunay Akın’ın hazırladığı “Torii’nin Ardından” isimli belgeselin müziğine imza attı. Albatros Süvarisi adında bir de kitabı bulunan Canözer’in yeni albümü “Hayalperest” müzikseverlerle buluştu. Albümde, sanatçının eserleri Peter Illenyi’nin şefliğini yaptığı Budapeşte Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilmiş. “Güz Rüyası”, “Hazan”, “Soma Ağıdı”, “Çocuk Düşleri” gibi eserlerin de yer aldığı çalışma sonbaharın hüznünü dinleyiciye taşıyor. MILES DAVIS QUINTET FREEDOM JAZZ DANCE-THE BOOTLEG VOL.5 COLUMBIA LEGACY Ünlü sanatçı Miles Davis çok küçük yaşta trompet çalmaya başlar, kendini caz müziğe adar ve sayısız albüme imza atar. Bu albümlerden “Bitches Brew” ise en çok satan caz albümü olarak tarihte yerini alır. Davis, 1991 yılında aramızdan ayrılır ancak onun eserleri caz tutkunları tarafından beğenilerek takip edilir. Miles Davis’e saygı duruşu niteliği taşıyan “Freedom Jazz Dance-The Bootleg Vol.5” albümü sanatçının 1965-1968 yılları arasında ürettiği ölümsüz eserleri içeriyor. Albümde Davis’e Wayne Shorter (tenor saksofon), Herbie Hancock (piyano), Ron Carter (bass) ve Tony Williams (davul) eşlik ediyor. LAUTTEN COMPAGNEY-WOLFGANG KATSCHNER BACH WITHOUT WORDS DEUTSCHE HARMONIA MUNDI Hans-Werner Apel ve Wolfgang Katschner tarafından Almanya’da kurulan enstrümantal müzik topluluğu Lautten Compagney bugüne kadar pek çok konser verdi. Bach’tan Handel’e çeşitli bestecilerin eserlerini icra eden topluluk, daha çok barok müzik ve Handel operaları üzerine yoğunlaştı. Capella Angelica gibi topluluklar ve farklı şarkıcılarla ortak çalışmalara da imza atan grubun “Bach Without Words” albümü raflardaki yerini aldı. Lautten Compagney, Wolfgang Katschner şefliğinde kaydedilen albümde ünlü Alman barok müzik bestecisi Bach’ın eserlerini klasik müzik dinleyicileri için yeniden yorumluyor. 92 SEN BENİM HERŞEYİMSİN YÖNETMEN: TOLGA ÖRNEK SENARYO: TOLGA ÖRNEK OYUNCULAR: TOLGA ÇEVİK, CENGİZ BOZKURT, MELİS BİRKAN, TUNA ÇEVİK YAPIM: TÜRKIYE TÜR: KOMEDI Sedat’ın (Tolga Çevik) babası ona küçükken korkularıyla yüzleşmesini telkin eder. Çocuk yaşta kaybettiği babasının “Korkunun gözünün içine bakmadığın sürece onu yenemezsin” öğüdünü hiç unutmayan Sedat, kendine günübirlik ilişkilerle geçen bir hayat kurar. Bir gün eski sevgilisi kucağına bir bebek bırakır. Sedat, baba olduğunu kabullenmekte zorlanır ancak zaman içinde kızına tehlikeden uzak masal gibi bir dünya kurar. Baba-kızın hayatı uzun zaman sonra annenin tekrar ortaya çıkmasıyla değişecektir. Senaryosu, 2013 Meksika yapımı “Çocuk Büyütme Rehberi” (Instructions Not Included) filminden Tolga Örnek tarafından uyarlanan eserde Tolga Çevik’e eski sevgili Pınar rolünde Melis Birkan, yapımcı Birol rolünde Cengiz Bozkurt, çocuğu rolünde ise kendi kızı Tuna Çevik eşlik ediyor. DOG EAT DOG YÖNETMEN: PAUL SCHRADER SENARYO: EDWARD BUNKER, MATTHEW WILDER OYUNCULAR: NICOLAS CAGE, WILLEM DAFOE, CHRISTOPHER MATTHEW COOK YAPIM: ABD TÜR: AKSIYON, DRAM, GERILIM Üç eski sabıkalı Troy, Diesel ve Mad Dog yeni hayatlarına uyum sağlamaya çalışırken sistemin dışlaması ile karşılaşır. Özellikle Troy temiz kalmak için her türlü çabayı göstermektedir ancak uzun bir dönem sonra üçlüye bir mafya liderinden cazip bir teklif gelir. Clevelandlı mafya lideri karşı çetenin bebeğinin kaçırılmasını istemektedir. Karşılığında iyi bir ödemede bulunacaktır. Üçlü teklifi kabul eder ancak tehlikenin boyutunu çok sonra anlar. Senaryosu Edward Bunker’ın eserinden Matthew Wilder tarafından kaleme alınan, yönetmenliğini Paul Schrander’ın yaptığı film, izleyiciye sürükleyici bir gerilim vadediyor. Filmde, “Elveda Las Vegas” ile Akademi Ödülü kazanan Nicolas Cage’e Willem Dafoe ve Christopher Matthew Cook eşlik ediyor. 93 Mustafa Köse @avmustafakose AK Parti Antalya Milletvekili TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Sosyal medyanın her alanında yer almaya çalışıyorum. Ancak, aktif olarak takip ettiğim Twitter, sosyal medya kullanımımda ilk sırada yer alıyor. Sosyal medyayı AK Parti Antalya İl Başkanlığı dönemimden bu yana 5 yıla yakın bir zamandır aktif biçimde kullanıyorum. Sosyal medyaya cep telefonundan ulaşılabiliyor olması dolayısıyla her an bu alanı takip edebiliyorum. Günün büyük bir bölümünde sosyal medyayı kullanıyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemlidir? Siyasetçilerin açıklamalarını ve yaptıkları faaliyetleri halka en iyi şekilde ulaştırmaları gerekir. Bunun için vatandaşla sürekli iç içe olmamızın yanı sıra basın-yayın organlarını ve sosyal medyayı da kullanmamız gerektiği kanaatindeyim. Sosyal medya kullanıcıları haber ve bilgiyi artık yanlarında taşıyor. Biz siyasetçiler, yaptığımız siyasi bir çalışmayı veya vatandaşa ulaşmasını istediğimiz bir bilgiyi sosyal medya aracılığıyla anında iletebiliyoruz. Bu nedenle siyasetçilerin sosyal medyayı etkin ve doğru bir şekilde kullanması gerekir. Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz? Günümüzde haber ve bilgi anlık yaşanan ve paylaşılan bir olgu. Gündemi en hızlı şekilde takip etmenin yol- 94 larından birinin de sosyal medyayı kullanmaktan geçtiğine inanıyorum. Daha önce gündemi gazete ve televizyonlardan takip ediyorduk. Sosyal medyanın yaşamımıza girmesiyle birlikte artık herkes bulunduğu yerden bilgi ve olayları paylaşabiliyor. Hatta basın-yayın organlarının haber kaynaklarından biri de sosyal medya kullanıcıları oldu. Ülkemizin yaşadığı en büyük ihanet hareketi olan 15 Temmuz darbe girişiminin haberini ilk olarak sosyal medya aracılığıyla öğrendik. Hızlı haber alma açısından sosyal medyanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak, sosyal medyada çok fazla kirli bilgi, yalan, iftira dolu paylaşımlar olduğunu da görüyoruz. Bunun için sosyal medya takipçilerinin her paylaşılanı doğru kabul etmemeleri ve doğru olup olmadığını teyit etmeleri gerekir. SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ Lütfiye Selva Çam @selvacam Bülent Öz @Bullentoz Millî Mücadele’nin lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 78. yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz. #10Kasım Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 78. yılında saygı, sevgi, özlem ve minnetle anıyorum. Muharrem Varlı @muharremvarli01 Sema Kırcı @semakirci Yılmaz Tunç @yilmaztunc Milletin vekili milletin içinde olmalıdır. Burhaniye İlçe Başkanımız Onur Bedir, yönetimden değerli teşkilat mensuplarımız ve Meclis Üyemiz ile istişarede bulunuyoruz. 674 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK’nin görüşmelerini tamamladık. Aylin Nazlıaka @AylinNazliaka Mehmet Göker @drmehmet_goker Gökcen Özdoğan Enç @gokcenenc07 Yaktığı ışık hiç sönmeyecek! Ne ezen, ne ezilen, insanca hakça bir düzen #KARAOĞLAN mekanın cennet olsun, rahmet ve saygıyla. Manavgat Esnaf Odası Başkanı ve yönetimi ile Korkuteli İlçe Başkanımızı TBMM’de ağırladık. 95 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ Ertuğrul Soysal @drsoysal Fikri Demirel @fikri_demirel Terörün dili, milliyeti, ırkı ve dini yoktur. “Ben gitmiyorum Meclis’e” dediğiniz zaman millete saygısızlık yaparsınız. Siz Meclis’e gitmezseniz millet de size seçimlerde gereğini yapar. Baki Şimşek @bakisimsekmhp Zülfikar İnönü Tümer @Zinonutumer Akif Ekici @chpakifekici #AhıskaTürklerine yapılan #katliamı unutma. Pırıl pırıl çocuklarla buluştuk. Ankara’da Gaziantepli hemşehrilerimizle kahvaltıda bir araya geldik. Hakan Çavuşoğlu @Hakan_cavusoglu Bihlun Tamaylıgil @BihlunTamaylıgil Erkan Haberal @erkanhaberal Mudanya İlçe Teşkilatımızı TBMM’de ağırladık. Ziyaretlerinden dolayı şükranlarımı sunuyorum. Türk tiyatrosunun usta sanatçısı #GönülÜlküÖzcan’ı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyim. Ailesine sabır, kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Dünya nüfusunun yarısından fazla insan bu daire içinde yaşıyor. 96 UNUTMAYACAĞIZ “ Korkut Özal 15. ve 16. Dönem Erzurum, 20. Dönem İstanbul Milletvekili, 37. ve 39. Hükümet Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı, 41. Hükümet İçişleri Bakanı Korkut Özal 1929 Malatya doğumludur. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde eğitim gören Özal, ABD’de ihtisas yaptı. Hidrolik Yüksek Mühendisi olan ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Özal, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğü, Enerji Bakanlığı Müşavirliği, Deva Holding Devsan Genel Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Özal’ın cenazesi 4 Kasım 2016 tarihinde İstanbul Fatih Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mehmet Necat Eldem 17. Dönem Mardin, 18. Dönem İstanbul Milletvekili, 45. Hükümet Adalet Bakanı Mehmet Necat Eldem 1928 Mardin doğumludur. Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şube mezunu olan Eldem, Mardin Maiyet Memuru, Kayapınar Bucak Müdürü, Çaykara, Hazro, Silvan, Selçuk, Kemalpaşa Kaymakamı, Mülkiye Müşavir Müfettişi, Çankırı, Burdur, Yozgat Valisi ve otomotiv sanayiinde genel koordinatör olarak görev yaptı. Mehmet Necat Eldem için 20 Kasım 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Eldem’in cenazesi aynı gün Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mustafa Cesur 15. Dönem Isparta Milletvekili Mustafa Cesur 1926 Eğirdir doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim gören Cesur, serbest avukatlık, Eğirdir Gölsesi ve Demokrat Eğirdir gazeteleri başyazarlığı yaptı. Mustafa Cesur için 26 Kasım 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Cesur’un cenazesi 27 Kasım 2016 tarihinde Isparta Eğirdir Hızırbey Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. KASIM AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ. 97 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91 HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03 EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06 AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91 GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05 MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27 İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54 KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70 KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22 KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79 YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01 AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36 İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58 MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16 YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16 BIRUNI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.......................................................................................................................................... 0212 411 39 00 SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001